Muharrem Ergin - Milliyetçiler Korkmayınız Birleşiniz

Page 1



EKONOMiK VE SOSYAL YAYlNLAR A.Åž. ANKARA 1976 -

SOSYAL YAYlNLAR SERISI YAYlN NO. 8


MiLLiYETÇiLER KORKMA Y INZ I BiRL EıiNiZ

- Siyasi

Makaleler -

Prof. Dr.

Muharrem ERGİN


Ayyıldız Matbaası A. Ş. Ankara

-

1976


ÖN SÖZ Bu kitap Orta Doğu gazetesinde yayınlanan makale­ lerimizden bir kısmını içine almaktadır. Burada toplanan makaleler Mayıs 1974'ten Mayıs 1975'e kadar olan bir se­ nelik siyasi gelişmelerin ana batiarım vermektedir. Bu bir senelik devre Türk siyasi hayatında fevkalade mühim bir safhayı teşkil etmektedir. Bu bir senede Türkiye, Ecevit iktidarını görmüş, Kıbrıs harekatını görmüş, büyük hüku­ met bulırarum görmüş, nihayet Milliyetçi Cephe hükumeti­ nin kurulmasım görmüştür. Burada sıralanan makalelerde bu gelişme çizgisine uy­ gun olarak Ecevit iktidarının başlattığı TRT bulıranının en can alıcı bölümünü, Kıbns harekatının

getirdiklerini,

Ecevit iktidarının çekilmesi ile ortaya çıkan hilldirnet bulı­ ranını ve nihayet Milliyetçi hükümetin iş başına gelmesini adım adım takip edeceksiniz. Milliyetçi Cephe birliği son yıllann en büyük sosyal, kültürel ve siyasi hadisesidir. Milliyetçiler birleşmişler ve solun karşısındaki tek kurtuluş yolunu keşfetmişlerdir. Bu yalnız geçmiş bir hadise değil, geleceğe de ışık tutan fevkalade mühiın tarihi bir inkişaftır. Bu itibarla burada top­ lanan yazılar milliyetçilik tarihinin yalmz bir senelik bir panarınasını vermekle kalmamakta, aynı zamanda milli­ yetçiliğini ve dolayısiyle bütün Türkiye'nin istikbalindeki kaderinin de anahtarını ortaya koymaktadır.

·

Lütfen siz de, bu yazılan geçmişin bir hikayesi gibi değil, geleceğin bir ibret dersi gibi okuyunuz!

Prof. Dr. Mulıa.rrem

Ergin V



İÇİNDEKll.ER Sayfa. -

İsmail Cem'le Açık

Oturum . .. . .... . . . . . . . . . .. . .. . . . . . . . Fırsat . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

- Kıbrıs'ta Doğan Yeni

. .

- Kıbrıs Harekatının Yonunu . . . . . . . . .. . . . . . .. . . . . . . . . . . . . .

. Süper Türkiye, Süper Ordu ... . . . .... . .... . . . .. . . .. ... . . Şu Yunanistan Aktif Politika . .... . .. . ... .. ...... . . . . ........... . . . . . .. . . . .. Bizim Başkanlar . . .. . . . . . . . .. . . . .. . . ... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Hükümet ve KIBRIS . . ...... .. . . .. . .. . . . .. . .. ..... . . . . . .. . tki Ahbap Çavuşlar . . . . . Ecevit Doğruyu Buldu . . . . . ........ . ... . . . . . . . . . . ... .. ... Doğudaki Ayaklanma . . ... ... ... ... ...... . . . . . . . ... . .. .. . . . . Milli İradenin Zaafı . ... ...... ... . . .. . . ..... . ......... .. . . . .. Nasıl Bir Hükümet? .. . . . . . Milliyetçi Cephe Birliği . . . . ... . . :. . Tehlikeli Ala.kalar . . . .. . . . . .... . . . ....... . ... . . . .. . .. ...... . Hükümetsiz Türkiye . . . ..... . . . . . .... . . ... . . .. .. . .. . .... . . Kuvvet Korkusu . . . . . . .... ... . . . . ... . . . . . . . .. . .. .... . . . .. . ... Tek Çıkar Yol B�li Hükümet . . .. . . . . . .... . .... . . ... . . . Ecevit Haklıdır ... . .. . . . . ..... . . . . . . .. . . . . .. . .. ..... . .. . . . ....

- Kıbrıs Harekatının Yorumu Tehlikeler -

-

-----

-- --

. . . . .

. . . . . .

.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

.

.

.

. . . . . . . . . .

. . . . . .

. . . . . . .

. . . . . .

. . .

. .

.

.

.

. . . . . . . . .

.

. . . .

. . . . .

.

. . . . . . . . .

. . . . .

.

. . . . . .

. . . . . . . . .

. . .

. . .

.

.

.

-- Siz, 260 Milletvekilleri

.

. . . . . .. . . . .. . . . . . . . ... . . . . . . . . . . . . .

ı 54 59 69 79 82 89 97 ı07 113 ı22 ı31 ı37 ı4ı ı50 ı54 ı58 ı63 168 ı 72 ı77

. .. .. .

ı82

- -- Milliyetçiler Birieşiniz .. . . ... . . . . ... ... . . . . . . . . . . .. . . . .. . . ..

ı87

- Profesörler, Liderleri Göreve Çağırdı .

.

. .

.

. .

.

. .

vn


Sayfa Efendiler Birieşiniz . ..... . . .. . . . . . .. .... .. .. . . . . ... . . . ... . . . . Korkmayınız Birieşiniz .. . .... .. . .. . . .. .. . . . . ... . . . .... . ... Beşli Birieşiniz . . . . . . .. ... . .. ...... . .. ... . . . . ..... . ........ . .. "Ölen Ölür, Kalan Sağlar Biziındir.. " .......... .. . . . Satılmışlar, Öylemi? . . Son Şansınız .. .. ... . . .. .... . . . .. . . ... .. . . . ...... ...... ...... . . 9 Milliyetçi Çıkmayacak mı? .. . Daha Ne Bekliyorsunuz? . . ... . Bayram Rediyesi Süleymancılık. ... . . . . .. .. ... .. .... . .. .. . . ... . . . .. .. .. . .. . . . . . Demirel Dökümü - ı - ....... . ...... .. ....... .. .. .. . . . .. . .. .. Demirel'in Dökümü - 2 - . ..... ..... ...... . . ... . .......... . . . Sayın Cumhurbaşkanımız - ı Sayın Cumhurbaşkanımız - 2 Sayın Cumhurbaşkanımız - 3 - .. . . .......... ..... . .. .. Sayın Cumhurbaşkammız - 4 - ....... ...... ...... .. ... . .. Sayın Cumhurbaşkanımız - 5 Demirel Meselesi (ı) .. .. .... .............. .... .. ....... . .. . Demirel Meselesi (2) .............................. . ........ Demirel Doktrini . .... ............ . .. .. ...... ................ Niçin Böyle Oldu? .. ... . ............... ....... . . . .. ... . .. . Yeni Reçete ...... . . . . .... .... ... . . . . . . ..... . . .. .. . . ... . . ..... Milliyetçi Hükümete Doğru .... .. .. .... .. .. .... . .. . . .. .. Sağduyunun Zaferi .. ... ...... ... .. . . ... .. .. ... .. .... .. .. .. .. Milliyetçiler, Toplanınız ... ................. ............. Ohh Çok Şükür Yarabbi ... .... . .. ... ................ .. .

ı92 ı97 20ı 206 209 213 2ı7 22ı 224 229 232 236 243 246 251 256 262 266 268

- İşler İyi Gidiyor . .. .. .... .......... .. .... . . ... .. .. .. .. .... . .

306

- Hedef ı977

3ıı

-

-

.

. . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . .

.

. . . . . . . . . . . . . . . .

. .

. . . . .

. . . .

. . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

.

.

. .

.

.

. . .

.

.

vm

. . . . .

.

271

276 28ı 288 294 297 302


lSMAlL

CEM'LE AÇIK OTURUM

Sayın İsmail Cem; Televizyon'da sizin de katıld�ğuıız, daha doğrusu sizin ır.erkezini te;?kil ettiğiniz açık oturumu dinledik. Bu açık oturum TRT'nin tenkidi, değerlendirilmesi ve münakaşa­ smdan çok, sizin şahsınızın takdimi, tanıWması ve genel müdür olarak bir çeşit aklanması şeklinde cereyan etti. Fakat yine de çok faydalı oldu. Hemen ilave edeyim ki program, açık oturum olarak son derece başarısızdı. Sorulan şeylerden hemen hiç biri­ nin ciddi bir sual değeri ve ağırlığı yoktu. Bu sebeple, programın, sonradan kanaatlerini öğrendiğim aklı başın­ da bir çok kimsede, danışıklı döğüş intibaı uyandırdığını gördüm. Ben sizi de, gazeteci arkadaşlarınızı da bundan tenzih etmek isterim. Bende sizin böyle birşey.e ihtiyaç duymayacak ve tenezzül etmeyecek bir kimse intibamı uyandırdığınızı belirtmezsem, burada samimiyetsizlik ve insafsızlık etmiş olurum. Ama ortada bir dikkatsizlik, bir yanlış seçim, bir ha­ talı hareket, kısacası mazur görülemiyecek bir titizlik ve incelik eksikliği olduğu da meydanda idi. Bir kerre oto­ rum nisbetsizdi. Dört kişi idiniz, ikisi sizin gazetedendi. Hatta üçünüz aynı gazetedendiniz. Milliyet'in ve Cumhuri­ yet'in müşterek Ankara nüshası haline getirHen TRT ga­ zetesindendiniz de diyebiliriz. Bu, gözden kaçabilir miydi? Siz nasıl Milliyet'ten bir arkadaşınızı kal'1?ınıza alıp, taraf­ sız bir durum muhakemesi yapabilirsiniz? Cumhuriyet de 3


sizin zaten eski gazetenizdi. Bugün de Milliyet ve Cumhu­ riyet iki boyunduruk arkadaşıdırlar. Onların koşulduğu bir arabaya kurulup kendinizi nasıl bir tarafsızlık tahtm­ da hisse debilirsiniz? Sonra Tercüman'ın yanmda niye Milliyet ve Cumhuriyet de, diğer büyük ve küçük gazete­ ler değil? Sizin yalnız büyük gazetelere değer verdiğiniz anlaşılıyor. Öyleyse niye Hürriyet, Tercüman, Günaydın değil de, bu tertip? Yoksa, siz tirajm büyüklüğünü kas­ detmiyor, Hürriyet ve Günaydın'ı fikir gazetesi sayınıyar fikir gazetelerinin büyükleri mi demek istiyorsunuz? Bun­ da belki haklı olabilirsiniz, fakat öyleyse niye Son Hava­ dis ve di;ğerleri yoktu. Milliyet ve Cumhuriyet'ten niye birisi kafi görülmemişli? Yoksa fikir gazetesi deyince, yalnız, aklınıza sol fikirlerio öncüleri mi g.elir? Her ne olursa olsun, sözün kısası şu ki, açık oturumda bir siz varken bir de ikinci bir Milliyet temsilcisi fazla idi; aynı zamanda, hem Milliyet hem Cumhuriyet fazla idi. tki ideal arkadaşlillZla baş başa verip milletin huzuruna çık­ manız, kabul edin ki, normal bir durum muhakemesine iml{an bırakmayan fazla kendi kendinize bir manzara arz ediyordu. Bu manzara, en az, zarif değildi. Belki bu ter­ tipte bir kasıt yok�u. Fakat düşüncesiz davranıldığı muhak­ kaktı ve doğrusu sizin zarefetinize hiç yakışmıyordu. TRT' de keserin yalnız Milliyet ve Cumhuriyet tarafına yonttuğu bir müddettir gözden kaçmıyor. Fakat kendinizin. katıldı­ .ğınız bir programı da böyle rahatsız edici bir renge boya­ maktan kaçınmak inceliğini gösteremez miydiniz? Nitekim, öyle kendi kendinize idiniz ki, arkadaşınız, sırf sizi konuş­ turmak için, sizi mazur göstermek için sıralanmış sorular sormaktan bir adım öteye geçemediler. Sonra ikinci bir zarafetsizlik örneğini, arkadaşla­ rınızın Tarık Buğra'yı ad.eta konuşturmamak yarışına girmelerinde gördük. Biri alıp biri bırakıyor. Tarık Buğra' ya sanki fırsat vermek istemiyorlardı. Hele bunlardan bivın


rinin Tarık Buğra'nın

sözünü kesip, sizi

kaparak onun

sualini cevapsız bıraktırması, bir televizyonda hoş karsı­ lanması mümkün olmayan bir kalabalık örneği idi.

Ter�ü­

man yazarının istemiye istemiye davet edildiği, adeta ya­ sak savmk için çıkarıldığı o kadar çok belli oluyordu. TRT' nin karşı düşünc.eye tahammülsüzlüğünün sizin önünüzde bu kadar açık bir şekilde

sahneye

konması, gerçekten

ayrı bir talihsizlik olmuştur. Sade vatandaşlar, böyle programlarda TRT'nin karşı düşüncedeki

kimselere de kendiliğinden

yer

verdiğini

zanneder ve bunu itinalı bir tarafsızlık sayabilirler. Hal­ buki bu bir kanuni

mecburiyettir.

"Açık oturumlarda da karşı

Zira TRT

kanunu

görüşlere imkan ölçüsünde

yer verilmesi .esastır." hükmünü

taşımaktadır. İşte TRT

bu kanun emrine uymakta, fakat her seferinde bunu iste­ miye istemiye yerine getirdiğini, ramamaktadır. Sizin açık

dikkatli gözlerden kaçı­

oturumunuzda bu isteksizliğini

büsbütün açı:ğa vurmuştur. Yalnız aziz Tarık Buğra kolay hakkını yedirece'k in­ san değildi ve TRT'yi de en iyi tenkit edebilecek insanlar­ dan biri olmak mevkiindedir. Fakat o gün, nedense, o da bir tutukluk içinde göründü. Belki de mikrofon veya ka­ mera şoku denen bir şey vardır. Veya herkesin gözünün önünde bir çekişmeye girmekten ed.ep ve yorgunluk duy­ du. Her ne hal iSe, netice olarak o da mühim bir şey sora­ madı. Bunu kendisi de hemen

anlamış olacak ki otorum

biterken "Sorulacak o kadar çok şey vardı ki." diye ha­ yıflanmaktan geri kalmadı. Soru cephesinin bu umumi

yetersizliğine karşılık ve

buna rağmen, sizin cephed.eki başarının bir hayli göz dol­ dm:·duğunu ve sizin şahsen o gün bir çok gönülleri fethet­ tiğinizi

rahatlıkla

söyleyebilirim.

Zeki,

kararlı

hatta

3


iddialı, fakat ukala olmayan bir insan olarak göründünüz. Kendinize güvenin bariz bir ifadesi hatlık ve istiğna

içindeydiniz.

olan ş3§ılacak bir ra­

Karşısındakini

de hemen

güven atmosferine sokan böyle çarpıcı bir rahatlık, bilgisi ile şahsiyeti arasmda bir denge kurmuş ve münevverliğini ·

hazmetmiş nadir insanlarda görülür. Siz bu rahatlığı ku­ sursuz bir nezaketle de süslüyorsunuz. Kısacası, çok genç yaşta büyük bir olgunluğu temsil lazımdır. Bu itibarla,

ettiğinizi kabul etmek

sözün başında,

meziyetlerinizden

dolayı size tebriklerimi ve takdirlerimi bildiririm. Soruların

hiçliğine

rağmen

da, anlayanlar için, son derece

yaptığınız

açıklamalar

tatminkardı. Açık oturu­

rnun kısırlığı içinde, TRT konusundaki fikirlerinizin, ni­ yetlerinizin ustalıkla,

ve

tutumunuzun

dürüstlükle

ve

ana çizgilerini

cesaretle

ortaya

büyük bir koydunuz.

Bunların bir kısmı ümit kıncı olmakla beraber, bir kısmı da çok ümit verici idi. Sözleriniz bir yandan TRT'nin isla­ hını bekleyenler için bir çok ümit

parı!tıları taşıyor, bir

yandan da çıkmaz yollara yönelmiş yanlışlıklar ihtiva edi­ yordu. Fakat bir şey belli olmuştu: Size yardım edilebilir­ di ve yardım etmek lazımdı. Siz bir sesle ortaya çıkmıştınız.

değişik ve

Hatalannız

alışılmamış

giderilirse bu

mti.esseseye çok faydalı olabilir, bu müessesede beklenen bir çok inkilaplan yapabilirdiniz. İşte açık oturum, yukarı­ da işaret ettiğim gibi, bu bakımdan çok faydalı oldu. Eğer gazeteci arkadaşlarınız, can alıcı sorularla, size daha faz. la açıklama imkarn verselerdi, açık oturum her halde daha çok faydalı olurdu. Fakat maalesef bu fırsatı şimdilik siz de kaçırdınız, biz de. Zaten aslında bu gibi açık

oturumlan gazetecilerle

yapmamak lazımdır. TRT buna

öteden beri pek hevesli

görünür. Bu belki de TRT'nin bir kurnazlığıdır, kendisini kolay temize çıkarma taktiğidir. Zira

4

sanıldığının aksine


gazetecinin söyelyeceği

fazla bir şey

yoktur. Gazeteci,

söy!eyeceğini, zaten her gün söyler. Ondan yeni ve değişik bir şey beklemek doğru

değildir. Açık

gibi bir şeydir. Onun söyleyeceğini

kapıyı zorlamak

gazeteden takip ede­

bilırsiniz. Bir de mikrafonda ve ekranda dinlemek boş bir tekrardan ileri gitmez. Yeni ve değişik fikir ve görüşler için, gözünüzü daima gazetecilerin

dışına çevirmelisiniz.

Sonra, gazeteci esas itibariyle umumi bilgilerin adamıdır. Çok defa her hangi bir ihtisası temsil etmez. Nihayet, ga­ zeteci bilhassa bizde umuıniyetle angajedir. Partiye anga­ jedir, ideolojiye angajedir, büyük bir kJ.smı sol ideoiojiye angajedir. Böylece maales.ef cemiyetin en şartlanmış ke­ simini teşkil ederler.

TRT ise, yeni

ve değişik

görüşe

muhtaçtır. İlıata ettiği konular bakımından bir çok ihti­ sas sahasını içine almaktadır, istisas adarnma muhtaçtır. Şartlalanmışlığa kapalı bir tarafsızlığa muhtaçtır. Bu se­ beplerle, TRT aradığını veya araması lazım geldiğini ga­ zetecide kolay kolay bulamaz. Bütün bu hususlarda, mem­ lekette, gazetelerin dışında büyük potansiyeller mevcut­ tur. TRT gazetecilere değil, oralara

yönelmeli, yönelme­

sini bilmeli ve becermelidir. Bu sözlerden gazetecileri kü­ çük gördiiğümü veya küçümse<llğimi saiımayınız. Onlann içinde, mesela Ahmet Kabaklı gibi her türlü tebcile layık olanları da vardır. Benim söylemek istediğim şey gazetecinin, işini gaze­ te dahilinde görmesidir. Ve gazete de esa.c:ıen çok geniş bir sahadır. Gazeteciye onun

içinde kalmak hem yeter, hem

de imkanların en hudutsuzudur. Her halde ona hiç bir şey kaybettirmez. Buna karşılık

gazeteci de, bilinmelidir ki,

TRT'ye hiçbir ş.ey kazandırmaz. Onun için TRT'nin gaze­ tecilerle açık oturum yapması pek makbul bir iş değildir. Sizinki de bu bakımdan pek makbule geçmedi. Bu sebeple, isterseniz, gelin sizinle burada bir de iki­ miz bir açıkoturum yapalım.

Şu

anda sizin lrarşımda bu-

5


lunmamanız, buna bir engel teşkil etmez. Çünkü siz, kendi açık oturumunuzda yeter derecede konuştunuz, sizin fikir­ leriniz yeter derecede açığa çıktı.

Şimdi, söylediklerinizin

ışığı altında fikirlerinizi, icraatınızı ve TI<.T'nin durumunu gelin bir de burada süzgeçten geçirelim. Sayın İsmail Cem; Söz hazır gazetecilikten açılmışken, önce bu noktadan sizin radyo - televizyon telakkinize geçmemiz yerinde ola­ caktır. Siz 'fRT'yi de aşağı yukan bır gazete zaıınedıyor ve; bu zaıına dayanarak onu gazeteleştirmek istiyorsunuz TRT'ye gazete manşetlerini v.e haberlerini ölçü olarak al­ maktan oraya gazetecileri doldurma arzwuna kadar, bü­ tün niyet, tutum ve planınız

böyle bir telak.ki ve gayreti

ortaya koymaktadır. Gazetecileri TRT'ye doldurmak

düşüncenize imkan

v.ermeyen mevzuata ve yüksek ücret verilememesine kızı­ yor ve hayıflanıyorsunuz.

Bir veya iki çiçekle bağ olmu­

yor, baştan başa gazetecilerle süslemek imkanı olsa, TRT'­ yi nasıl bir gülistana çevirebileceğimi görürsünüz demek istiyorsunuz. Bundan daha büyük bir yanlış, bundan daha yanlış bir radyo - televizyon telekkisi olamaz. Bu öyle bir yanlıştır ki, sizin her şeyinizi sıfıra indirmeğe tek başına kafi gelebilir. Sizin her şeyden önce, bu yanlış radyo - televizyon te­ lakkisinden kurtulmanız

lazımdır. Bir kerre, radyo - te­

levizyon katiyyen gazete de,ğildir. İkisi ayn ayrı müesse­ se!erdir. Bazı hizmetlerinin birbirine benzemesi, yayın va­ sıtası olmak, haber organı olmak, bazı müşterek kaynak­ ları kullanmak bu iki

müesseseyi bir mü.essese gibi gör­

rneğe yetmez. Bilakis, radyo - televizyon bir bakıma gaze­ telerin

6

paralelinde ise bir bakıma da onların karşısında


bulunan bir kuruluştur. O bu vasfı ile hem gazetecilerin rakibi, hem tamamlayıcısı, hem de kontrolcüsü olmak mevkiindedir. Radyo - televizyonu da bir gazete yaptınız mı, ortada radyo - televizyon kalmaz, mevcut sayısız gaze­ telere sıradan bir gazete daha ekiemiş olursunuz. Radyo T.elevizyonun hizmet sahası da, hizmet şekli de, hizmet yolları da, hizmet sorumluluğu da gazeteninkinden çok farklıdır. O hizmet, gazeteci değil, radyo - televizyoncu ister, aynı zamanda o hizmeti gazeteci yapamaz, radyo televizyoncu yapar. İki kuruluş arasındaki ortak ve ayrı noktalar çok dikkat edilmesi lazım gelen büyük bir hassa­ siyet çizgisi teşkil ederler. Diğer taraftan, gazeteci,

gazeteci kaldığı müddetçe

bir değer ifade eder. Gazete yalnız ve yalnız bir müraka­ be vasıtasıdır. Bu çizginin dışına çıkıp, icra ile uğraşmaz, iktidar olmaz. Dünyanın

hiç bir yerinde gazetecilerden

ibaret bir iktidar yoktur, düşünülemez. Türkiyeye de ga­ zeteci bir Başbakan ve gazeteci bir TRT Genel Müdürü yeter de artar bile. Onun için icra kadr�lannı daha fazla gazeteci ile doldurmağa kalkmak ne Türkiye için, ne de gazetecilik için iyi bir alamettir. Herkes yerini bilmeli, gazeteci g$J.zeteci olarak kalmalı, gazete dışında gazeteci olmanın manasızlığı anlaşılmalıdır. Şu halde, TRT'ye ga­ zeteci yerleştirmek, TRT'yi gazetecilerin işgali altına al­ mak hevesinden kesinlikle vazgeçmek gerekir. TRT'nin başına gazeteci İsmail Cem'in gelmesi bu bakımdan gerçek bir talihsizliktir. Eğer bu talihsizliği talihe çevirmek isti­ yorsanız, gazeteci İsmail Cem'in gazeteci tarafını ve sıfa­ tını süratle lstanbul'a, Milliyet'e geri gönderiniz ve TRT'­ nin başında Ankara'da sadece devlet adamı İsmail Cem'i muhafaza etmeğe çalışınız. TRT'ye şimdiye kadar getirdi­ ğiniz bir kaç gazeteci bile, memleket için, daha şimdiden baş ağrısı olmağa başlamıştır. TRT'yi daha fazla gazete7


leştirm.ek ve oraya durmadan

gazeteci istif etmek heve­

sinden vazgeçmezseniz, yakmda sizin de başınız çok ağn­ yabilir ve hep birlikte tekrar matbaalanmza postalanmak­ ta gecikmezsiniz. Sizin, büyük gazetelerin manşetlerine pek hayran ol­ duğunuz anlaşılıyor. TRT'ye de bunu,

ideal hedef olarak

gösteriyorsunuz. Bunu sizin tahsil ve terbiyenize, görgü­ nüze ve olgunluğunuza do,ğrusu, pek yakıştıramadım. Dü­ şünün ki, bizdeki en büyük

gazete, son sayfaya atılacak

haberi ilk sayfada manşete çıkarmak felsefesi üzerine kurulmuştur. Diğer büyük

gazetelerde de manşetlerin, ne

kadar gerçeklerden ve hakiki bir seviyeden mahrum ola­ rak, çok defa tahrik duygu sizin pek rua bilip

ve düşüncesi ile beslendiğini

anlamanız lazımdır. O halde böyle bir

manşet ölçüsünü TRT için nasıl hedef kabul edebilirsiniz? TRT'yi gazeteleştirmek yanında, sizi başansızhğa dü­ çar edecek ikinci

büyük yanlışınız, değişiklik tutkusudur.

Değişiklikte keramet arama fikrine kendinizi tehlikeli bir şekilde kaptırmış görünüyorsunuz.

Bilirsiniz

değişiklği,

durmadan değişmeyi marksist diyalektik putlaştırır. Ama bunu mutlak hakikat sanmamak lazımdır. Gerektikçe de­ ğişmek, elbette ki

iyidir, şarttır.

Fakat iyiye ve güzele

doğııı değişrnek bir şey ifade eder. Değişiklik olsun diye değişrnek değişikliği her ne olursa olsun lresin zaruret gi· bi görmek manasızdır ve bir ilerleme ve gelişme vasfı ta­ şımaz. Dünyada, değişrnek kadar müesseseleşrnek de var­ dır ve faydahdır. Medeniyetin de,ğişme ve yenileşme kadar mi'iesses.eleşme üzerine de oturduğunu, yine sizin bilmeniz lazımdır. !yiyi ve güzeli bulmuşken, onu elden çıkarıp bir meçhulü aramağa kalkmak hele onun yerine daha kötüye ve çirkine gitmek,

insan aklının

dışına çıkmak, ilerleme

zannı içinde gerçekte gerilernek demektir. Bilhassa mües-

8


seseler, TRT gibi kuruluşlar,

müesseseleştikçe Herler ve

gelişirler. Böyle kuruluşları daimi bir değişiklik ve çalkan­

b rüzgarının içine

atmak, onların

kökleşmesini engelle­

mekten başka bir netic.e vermez. TRT'nin şuursuz değişik­ liklere değil, durup

oturmaya ve cemiyet

hakiki yerini almaya ihtiyacı TRT'yi

vardır. Bunu unutmayınız.

değerlendirirken,

tartmak yerine,

bünyesindeki

onu

bulunduğu

noktada

ondaki gelişmeye, nereden nereye gelin­

diğine, gelişmenin seyrine bakmak gerektiği hususundaki fikriniz tamamiyle doğrudur. Fakat acaba bu fikir çerçe­ vesinde bakılınca, TRT'deki verici olduğunu

gidişin memnunluk ve ümit

belirten hükmünüzde

isabet var mıdır? Bunu anlamak

de aynı derecede

için, TRT'deki değişik­

likleri ana çizgileri ile şöyle bir sıralamak her halde çok faydalı olacaktır. Siz, az

önce temas ettiğimiz

değişiklik tutkusu ile,

TRT'deki değişmeleri umumiyetle bir gelişme, he�

de

ümit verici bir gelişme olarak görüyorsunuz. Bilhassa ken­ di zamanınızdaki şaşırtıcı değişiklikleri, ler gibi gösterrneğe çalışıyorsunuz. her iki noktada da bu

müsbet gelişme­

Hemen belirtelim ki,

hükmünüze toptan katılmak veya

katılmamak mümkün değildir.

TRT'deki değişikliklerin

hepsini müsbet bir gelişme gibi görmek de, hiç bir gelişme olmadığını ileri sürmek de insanı gerçekten hakikatin dı­ şına düşürür. Evet, TRT'de bazı müsbet gelişmeler oldu­ ğu inkar edilemez. Fakat bet olduğunu söylerneğe

değişikliklerin

hepsinin müs­

de insanın dili varmamaktadır.

İsterseniz bu konuya biraz daha yakından bakalım: TRT.deki

başlıca

müsbet gelişme,

hiç şüphe yok,

maddi sahada görülen teknik gelişmedir. TRT'nin ve bil­ hassa televizyonun kurulduğu günden beri süratli bir ge­ lişme seyri içinde bulunduğu göz önündedir. Televizyonun

9


kısa zamanda gösterdiği teknik inkişaf,

yaygınlaşma ve

güçlenme, insafla söylemek gerekir ki, bir patlama dere­ cesindedir. Fakat zannederim bundan kendinize bir pay çıkarmazsınız. Bu konudaki bütün hizmetin şerefinin siz­ den önceki genel müdüre ait olduğunu sizin de teslim ede­ ceğinizden eminim. Hatta o genel müdür dikkatini bu tek­ nik ve maddi büyürneğe o kadar teksif etmiştir ki, TRT'­ isla.hına fırsat bulumayarak, veya busaha onun kapasitesinin dışında kaldığı için, altın

nin muhteva bakımından

kadar kıymetli ve bir daha kolay kolay ele geçmeyecek aylar ve yılların boşa geçmesine sebep olmuştur. Yani, sizin anlayacağı.nıg, TRT 12 Mart'tan sonra dış­ tan fethedilmiş, fakat içten fethedilememiştir. Siz TRT'yi maddi bakımdan böyle süratle uzanan bir atılım çizgisi üzerinde buldunuz. Bu teknik inkişaf tabü sizin zamanınız­ da da plan mucibince ve aynı yönetim kurulunun idaresi altında devam etti. Televizyona İstanbul stüdyosunu ka­ zandırdınız, Mudanya vericisini tamamladınız v.s. v.s.

ce

öte yandan televizyon yayınını da genişlettiniz. Ön­ altı güne, sonra bütün haftaya yaydığınız gibi, bir çok

gündüz programları ca ilave ettiniz. Geceleri programlar­ da bazı zaman ayarlamaları da yaptınız. Yani bu konuda da boş durmuş sayılmazsınız. Ama, bilmiyorum, bu pek büyük olmayan hizmetleri kendi hanenize fevkalade bir başarı olarak kaydettirmekte ısrar eder misiniz? Sizin zamanınızdal(i muhteva değişikliklerine gelince, müsaade edin bunu da burada insafla değerlendirelim. Bu sahada yaptığınız ilk değişiklik, haber dairesinin yönetici ekibini dağıtmak olmuştur. Gelir gelmez, tç Haberler Mü­ dürü Doğan Kasaroğlu'nun görevinden aldınız. Bunu haz­ medemiyerek üç arkadaşı daha aflannı istedi ve siz de kabul ederek, haber dairesinin bulduğunuz şekline ağır 10


bir darbe indirmiş oldunuz.

Bu icraatınızı ben maalesef

müsb3t olarak değerlendiremiyeceğim. Hatta siz bununla haber dairesini çökerttiniz de

diyebilirim. Neydi bu dört

kişinin suçu? 'I·RT içinde adeta bir cunta mı? Eğer onlar böyle bir cunta

kurmuş olmak

idilerse, şüphe yok, bu

aynı zamanda ehliyetin ve liyakatın cuntası idi. Böyle bir cuntadan ise korkmamak lazımdır. Haydi diyelim ki cun4;ayı ortadan kaldırmak gerekliydi.

Fakat ehliyet ve li­

yakatı bir kenara itmeden cuntayı dağıtmak mümkün değil miydi? Adamları bir canta olmaktan, öyle bir tesir icra et­ mekten çıkarır, fakat vazifelerinde kendilerinden yine eski­ si gibi istifade edebilirdiniz. Böyle yapmayarak, bu gerçek­ ten büyük elemanları yerlerinden oynatınca, o mevkileri hiç değilse aynı liyakatta elemanlarla doldurmak gerekirdi. Siz bunu yapamadınız. Zaten kolay kolay yapamazdınız, çünkü o kıratta elemanlar bulmak kolay değildi. Böyle olunca ha­ berdairesini ve haber hizmetini adeta kuşa çevirdiniz. Ha­ berler yavanlaştı, tarafsızlığını

kaybetti, maksatlı hale

geldi ve bir radyo - televizyon için facia

denecek bir du­

rum ortaya çıktı. Diyeceksiniz ki, ben yalnız Doğan Kasaroğlu'nu de­ ğiştirdim, diğerleri kendiliklerinden ayrılma talep ettiler, bu bir nevi isyan hareketi idi, idarenin otoritesi çin ben de restlerni görmek mecburiy.etinde

kaldım. Fakat başlıca

esas, hizmetin iyi yürütülmesi olunca, bu hususta hiç bir mazeret geçerli sayılamaz. Siz

bu ayrılmalara ne yapıp

yapıp mani olmalıydınız. Eğer mani olsaydınız, haber ve diğer ilgili programlar, sizden

şikayetleri, gazetelerden

parlamento kürsüsüne kadar taşacak ve ayyuka çıkacak şekle getirmezdi. Başka bir çok kusurları

olabilir, fakat

o tecrübeli elemanlar bu husustaki dozu ayarlamasını iyi ll


öğrenmişlerdi. Bunu her gün biraz

daha anlayacaksınız

ve tam anlayınca kork arun ki vakit geçmiş olacaktır. Haber dairesinin ve günlerindeki o

harcadı;ğınız

insanların seçim

barikulade ve unutulmaz hizmet örneğini

hatırlamak bile, sizin onlara kıyınaya elinizin varmaması için kafi gelmeliydi. Kabahatleri

neydi? Büsarnettin Çe­

lebi'nin seçim gecesi "İlk neticelere arkadan gelen haber­ ler katıldıkça CHP lehindeki durumun AP tarafına dön­ düğü

görülüyor."

şeklinde

Yoksa, bu ehliyet ve

bir .. sözünü

hatırlıyorum.

liyakatin gerçekten

zat, o sözünden dolayı mı cezalandırıldı?

çelebisi olan Bir de Doğan

Kasaroğlu'nun seçimlere doğru yaptığı bir konuşmayı ha­ tırlıyorum. Seçim sistemimizi ve

demokrasiyi tahlil eden

o konuşmasında, Kasaroğlu, Marksizme ve anarşik hare­

ketlere şiddetle çatmıştı. Hismillah der demez KSBaroğ­ lu'nu azietmenize sebep, yoksa, o konuşma Şüphesiz ki ne o ne bu? Fakat

mı olmuştur?

bu değişiklikler o kadar

yersiz düşmüştür ki insanın aklına ister istemez böyle ga­ rip düşünceler geliyor. Hele Büsarnettin Çelebi'nin daha önceki bir açık oturumda sizi, gazeteci olarak bulunurken, konunun ve basının mütefekkiri

gibi bir takdimi vardı,

onu düşündükçe birbirinize karşı gösterdiğiniz muameleye ve mukabeleye şaşmamak elden gelmiyor. Bu şahısların TRT'nin daha önceki ve sevaplarındaki yerlerini ve

günahlarındaki

rollerini iyi

bilmiyorum.

Fakat bilhassa Doğan Kasaroğlu'nun her halde TRT'nin eski kusurlarında mühim payları

vardır. Diğerlerinin de

derece derece sorumlulukları olmuş olabilir. Ama bütün bunlara rağmen, sizin bu habercilere satır atmanız mazur görülemez. Hem de en yetişkin, olgun ve durulmuş hizmet günlerinde. Aklınıza bir şey gelmemesi için, hemen ilave edeyim ki, bu insanların hiçbirisini TRT ekranlarının dı­ şında görmüş ve tanımış değilim. Ama onların ehliyet ve

12


liyakatleriyle yakından tanıştığımı tereddütsüz söyleye­ bilirim. Doğan Kasaroğlu saat gibi işleyen bir iç haber dairesi kurduğunu isbat etmiştir. Hüsamettin Çelebi de, Zeki Sözer de meslek ve vazifenin vekarını, bilgisini, tav­ rını, konuşma gücünü, ses tonunu zirvede bir noktaya ulaştırmış müstesna kabiliyetlerdir. Siz TRT.yi ve mem­ leketi bunlardan mahrum ettiniz. Bari yerlerine koydu,ğu­ nuz elemanlar biraz göz doldursa. Kimseyi küçük görmü­ yorum, ama bir Hüsamettin Çelebi'nin, bir Zeki Sözer'in yeri hususi vasıflar istiyen yerlerdir. Adamlarınız çok mükemmel insan olabilirler. Fakat o yerlere uygun ola­ mazlar. Nitekim ne seyirci karşısındaki oturuşları, ne ko­ nuşmalan, ne ses tonlan evvelkilerle mukayese edilebile­ bilecek durumdadır. Belki değerli, fakat eline verilen met­ ni okuyamayacak kadar acemi kimseleri seyircinin önüne çıkarırsanız, yaptığınız değişikliğin TRT için bir gelişme olduğuna, ne kadar nezaketle söylerseniz söyleyin, kim­ seyi inandıramazsınız, Mikrofon da ekran da acemileri ye­ tiştirme yeri değil, onlan arkada ve içerde yetiştirip pi­ şirdikten sonra çıkanlacak yerlerdir. Sizinle beraber ma­ alesef ekranda bir acemiler resmi geçidi başladı, başladı ve bitmedi gitti. Yeni elemanlannızın hepsini toplasanız, ne yazık ki, tek başına bir Hüsamettin Çelebi veya Zeki Sö­ zer etmez. Bu menfi icreatınız neticesinde haberler, dediğimiz gibi, iyice yavanlaştı. Adeta gittikçe çalkanan dünyada haber kıtlığı başladı. Verilen haberlerin haber değeri öl­ çüsü de değişmiş gibidir. Her halde TRT'ye gelen haber­ lerle seçilip mikrofona çıkarılan haberlerin bir mukayesesİ çok enteresan bir netice ortaya koyar. Belki durumdan tam hab.erdar değilsiniz. Isterseniz, böyle bir araştırma yaptırın, eminim ki çok dikkate değer bir netice ile karşı­ laşacaksınız. 13


Yen{ haber politikanızın garip örnekleri sayınakla bitmez. Mesela geçenlerde Süleyman Demirel, "Partisinin Eskişehir gençlik koliarına bir mesaj göndermişti. Akşam televizyondan dinledik, garibimize gitti. Ertesi gün gaze­ teden aslını okuyunca sizin haberi ne k2.dar maksatlı ver­ diğinizi bir kere daha ibretle görmüş olduk. Yine, mesela af konusunda milyonlara varan imza haberlerinin gazete­ lerde metrelerle kıvnlıp giden listelerinin resimleri çıktığı halde, TRT'de hiç yer almamasına mukabil, bilmem ne odasının karşı telgrafının tehalükle verilmesindeki gara­ bet gibi sayısız misaller de sizin gerçekten dikkatinizi çek­ miyar mu? Sizin gibi bir insanın gözü bu kadar kapalı olabilir mi? Bu misaller bir değil, beş değil. Ne burada sayınakla biter, ne buna Iüzum vardır. O kadar çok ve o kadar göz önündedir. Burada ancak TRT'nin yeni haberciliğinin ana çizgi­ lerini hülasa edebiliriz ki, oda şöyledir: Iktidarın parale­ linde olmak, muhalefete ya hiç yer vermemek veya gelen metni tanınmaz halde ve işine geldiği şekilde vermek, mil­ liyetçi kanattan gelen haberlere kapalı olmak, sola ve soldan gelen haberlere tam bir teslimiyet. Şimdi bu durumda TRT'nin haber

dairesinde ve ha­

ber dilimindeki değişiklikleri bir gelişme, bır iyiye gidiş olarak kabul edebilir miyiz? Bilakis manzara odur ki TRT bugün bu hususta adeta hafızasını kaybetmiş; ihtilalleri, anayasaları unutmuş; yıllar ve yıllar önc.esinin kendi se­ sinden başkasını duymayan vurdum duymazlı:ğının içine girerek; gerilernek şöyle dursun, ta gerilere gitmiştir. De­ mek ki haber diliminde yaptığınız değişikliklerden iyi not almanıza imkan yoktur. Bu arada sizin, haberlerde yaptığınız iyi bir işi de bu­ rada kaydetmekten geri kalmayacağım. O da TRT'yi bir 14


sahada bir olur olmaz haber

furyasından kurtarmış ol­

manızdır. Gerçekten TRT'nin öteden beri sürüp gelen bir hastalığı vardı. Her ajansta

bilmem

hangi

partilerin

v3ya sendikaların, bilmem hangi kademedeki adamlannın, bilmem hangi köylerde ki veya kahvelerdeki ipe sapa gel­ mez konuşmaları büyük bir havadismiş gibi heyecanla sı­ ralanır, adeta memleketi daimi bir kavga ve huzursuzluk havası içinde tutmaya hususi bir itina bunda da muhalefetten, bilhassa sol

gösterilirdi. Tabü muhalefetten gelen

kavgacılık, düşmanlık, kışkırtmacılık, yıpratıcılık, yıkıcı­ lık ön pHinda tutulurdu. Şimdi siz bu ananeye son vermiş görünüyorsunuz. Eğer bu, iktidar değiştiği

için, muhalefete karşı bir

tedbir değilse ve samimi bir davranış ise, salıiden büyük bir

1-Jzmettir. İnşallah bugünün iktidan yann gittikten

sonra da bu kararınız yürürlükte kalır. Yanlış anlamarnanız için, bir noktaya daha işaret et­ mek istiyorum. Ben şahsen bir insanın kendi ekibi ile ça­ lışmak istemesini çok tabü görürüm ve her yere bu gele­ neğin yerleşmesini isterim. Bir iktidarın da kendi adam­ ları ile çalışmak istemesinden Bu sebeple sizin değişiklik

daha tabii bir şey yoktur.

yapmak hakkımza

ve kendi

adamlarınızla işleri yürütmek istediğinize herkesin saygı­ lı olması lazımdır. Yalnız bu hak ve bu isteğin bir hududu vardır ki. o da ihtisas isteyen işlerde

ihtisasa riayet et­

mektir. Bir iktidar, bir amir, bir insan,

tasarruf hakkımdır

diye ihtisas sahasında gelişi güzel kılıç sallayamaz. Ihti­ sas adarnma kolay kolay dokunamaz, dokununca da yeri­ ne en az ayni seviyede birini getirmek mecburiyetindedir. İşte sizin tayinleriniz bu bakımdan bir keyfilik, haksızlık ve yanlışlık manzarası t�ıyor. Ve sizin asıl güzel icraatı-

15


nızı köstekler diye üzülüyonız. Attığınızm yerine daha iyi­ sini getiremediniz mi, hakkınız ne olursa olsun, yakanı­ kimsenin elinden kurtaramazsınız.

Unutmayınız ki, TRT Türkiye'nin şüphesiz en parlak genel müdürlüğü olmakla beraber, en göz önünde olan, en saklanınası güç genel müdürlüğüdür de. Sizin her şeyiniz milletin gözünün önünde cereyan eder ve dikkatleri size çevrili kırk milyon murakıbmız vardır. Başarısızlıklarını­ zı ve kayırdıkla.nnızı, hatalannızı ve elemanlarınızı kim­ senin gözünden kaçıramazsınız. Ekrana çıkardığmız ihti18.lci bıyığından, perdenin arkasında geldiği gazetenin rek­ lamım yapan sese kadar hiç bir şeyiniz, hiç bir tasarrufu­ nuz, hiç bir icraatınız kimsenin dikkatinden kaçmaz. TRT hiç bir keyfiliği, hiç bir pervasızlığı milletin gözünden ka­ çıramayacak bir otopsi masasıdır. Oraya gelen herkesin öğreneceği ilk şey ayağını denk almasını bilmek olmalı­ dır. Işte siz haberlerde ve haber dairesinde aynı zamanda haber çerçevesi etrafında toplanan sözlü yayınlarda maa­ lesef bu basireti gösteremediniz. Sözlü yayınlar meselesi­ ne biraz aşağıda tekrar döneceğiz. Haber bahsini şimdilik burada bırakıp, isterseniz, konuya geçelim.

değişikliklerle ilgili başka bir

TRT'nin haber cephesinde görülen ve onun bünyesi­ eden tarafsızlığı temelinden

nin esas karakterini teşkil

sarsarak bütün varlığım tehdit eden

değişiklikten sonra,

TRT'de sizinle başlayan ve milletin hayret nazariarı önün­ de süratle gelişen ikinci büyük değişiklik 12 Martın res­ torasyonu harekatıdır. TRT sizin İdarenizde 12 Martın neticelerine açıkça isyan bayrağı açmıştır. 12 Martın, çok zaruri; hayati ve en son dakikada ortaya çıkmış Türki­ ye'yi kurtarıcı bir tepki olarak, kendilerinin karşısına di-

16


kilmiş bulunduğu bütün fikirler ve şahıslar, TRT mikro­ fon ve ekranlarında çok sistemli bir şekilde aradaki ko­ pukluğu kapatmak istercesine

bir stir3.t ve

israrla boy

gösterrneğe başlaınışbr ve bu durum her gün biraz daha kesafet peydah etmektedir.

Siz çok iyi bilirsiniZ ki komünizm Türkiye'de sadece bir neticedir. Önce demokratik ihtilil mutfağı safhasın­ da, dört başı marnur hazırlıkların Türkiye'de birden

neticesinde marksizm

partayarak su yüzüne

çıkmış ve her

tarafı kaplaınıştır. Işte şimdi TRT'de bu mutfağm tence­ releri yeniden fokurdamaya başlamış bulunmaktadır. 12 Marttan

sonra hayatlannı

kaybeden veya .h·apse giren

gençlerden, bu işte daha çok sorumlu olan zemin hazırla­ yıcı fikirler, eserler

ve şahıslar

huzura

çıkanlarak 12

Mart'ın tesirleri yok edilı=ıek ve buna maruz kalanlar te­ mize çıkarılmak istenmektedir. Bir yandan zararları telafi, yaralan tedavi, itibarla­ rı iade kampanyası olarak

yürütülen bu

harekette bir

yandan, en değersizine kadar solcu ve yıkıcı eserlerin ve şahıstann devlet parası ile reklamı yapılmakta, bir yan­ dan da 12 Martın sanıklan

ve

mevkufları her vesileyle

programlarda arz-ı endam ederek kıymetli fikirlerini tek­ rarlamaktadırlar. Bir tarafta henüz 12 Mart'ın mahkeme­ leri devam ederken, bir tarafta TRT'nin böyle bir resta­ rasyana girişmesi çok ibret adamı olduğunuz hükümet

verici değil midir? Belki de gibi, 12 Mart'ın tasfiyesinin

zamanı geldiğini düşünüyorsunuz. Onun için sizi bu husus­ ta fazla sıkıştırmayacağım. Esasen ben bu açık oturumu siyasi ve ideolojik me­ selelere sürüklemek istemiyorum. Asıl münakaşa etmek istediğim �ey TRT'nin en mühim meselesi olan, siyaset ve ideolojiden de önde gelen kültür

ve hizmet meselesidir. 17


Siyaset ve ideolojiye istemiye böyle etmas etmek affedin. lrin

mecburiyetinde

Bu mecburiyetin,

TRT'de

asıl

istemiye ve zaman zaman

siyasi

üzerinde

kaldığım

ve

ideolojik

durulması

için

beni

faleiyet­

grekli

konu

olan kültür ve hizmet faaliyetlerine zarar vermeleri yü­ zünden doğduğunu, başka bir endişe taşımadığımı lütfen kabul edin. Biz siyasetin ve ideolojinin

üstüne çıkmasını

bilen insanlarız. Siya setten de, ideolojiden de hiç bir şey beldemeyen ilim adamlarıyız,

tarafsız kimseleriz.

setten ve ideolojiden blı.e ne, hatta

size

restorasyonu bahis konusu imiş, bunu ğiz? Bunu

önce hükümet

düşünsün.

Türk milletinin ve devletinin akıp Türkiye

biz mi düşünece­

O düşünmüyorsa,

giden tarihi bekasımn

zamanımıza rastlayan bölümünden ba�kanı düşünsün.

Siya­

ne? 12 Martın

sorumlu olan devlet

Cumhuriyeti'ni dışarda ve

içerde kollamakla vazifeli sil8hlı kuvvetlerin başkuman­ dam olan GenelKurmay Başkanı düşünsün, kumandanlar düşünsün.Kendisine kurşun sıkılan orgeenral ve arkadaş­ ları düşünsün. Kendilerinin karşısına halk ordusu, halk kurtuluş ordusu gibi kuruluşlarla çıkılan ve yerlerine göz dikilen aziz subaylanmız düşünsün. Cephe gerisi tehlike­ ye düşmüş ve düşecek olan ordu düşünsün. Partiler dü­ şünsün, millet vekilieri düşünsün, MİT düşünsün, devletin çeşitli idareciler düşünsün, adliyeciler

parlamento düşünsün.

müesseseleri

düşünsün,

düşünsün. Komünizmin

uçlarını hudarnakla kökünün kazmacağını sanan safdiller ve yarım tedbirciler düşünsün. Hatta, hatta sermayesi ilk ağızda tehlikede olan patran düşünsün. Bunlar düşünür­ se ve bunlar düşününce mesele kalmaz. Görüyorsunuz ki

kolay kolay size, bana; sizi bilmem ama. her halde bana sıra gelmez. Biz ilim ve kültür adamlannın sadece bir ikaz vazifesi vardır. Onu da yapıyoruz. Ne 12 Mart öncesinin, ne 12 Mart'ın sorumluluğu, ne de memleketin yükü bizim omuzumuzdadır. Onu, dediğim

18

gibi, düşünecek mevkide


olanlar düşünsünler. Düşünüyorlarsa ve mahzur görmü­ yorlarsa 12 Mart da tasfiye edilir, karde� kavgası da son bulur demektir. Sizin, bizim kendimizi yormamız biraz da boşunadır. Onun için bu konuda, dediğim gibi, niye yapı­ yorsunuz niye ediyorsunuz diye sizi fazla sıkıştırmayaca­ ğım. Bir bakıma meydanı boş bulunca, yapacağımı tabü ben de yaparım. Fırsat elinize geçmiş, düşündüğünüzü niye yapmıyasınız? Kendi bakımınızdan bunda tamamiyle haklısınız. Yalnız, burada bir noktaya temas etmek istiyorum. Bu tutumunuz ya bir cesaret meselesidir; o takdirde sizin bu cüretinizi ve pervasızlığınızı gerçekten tebrik edip geçmek gerekiyor. Veya bunu gençlik ve tecrübesiziikten yapıyorsunuz; o zaman size söyleyec�ğim bir şey var: Sosyal bünyedeki bir rahatsızlık kısa zamanda kestirip atılamaz ve tedavi edilemez. Bu sebeple böyle bir resto­ rasyon çok erkendir. Ve sosyal yapının bu hareket netice­ sinde hangi şekle dönüşeceğinden emin olunamaz. Erken ve zamansız bir müdahale, tabii tasfiyeyi çabuklaştırma­ ğa çalışmak, zamanın halledeceği bazı meseleleri öne al­ mak cemiyete de, hatta yareları sarılmak istenilenlere de daha büyük dertler getirebilir. Yoksa, iyiliği kim istemez. Yanılmış olanlara kim merhametli edavranmak istemez, bu memleketteki bütün Türk çocuklarının kardeş kardeş iç barış içinde oturmalarını kim arzu etmez? 12 Mart'ın beka daYası vasfının ağırlığı yanında 27 Mayıs romantik bir hür­ riyet mücadelesinden ibarettir. Ama bir 27 Mayıs'ın teda­ visi bile 14 sene sürdü. Ondan çok dahı:ı_ vahim bir duru­ mu.n ortaya çıkardığı 12 Mart hadisesinin dalgalarının cemiyetin sathında yayılıp kaybolması için belki 15 sene, belki daha fazla bir zamana ihtiyaç vardır. Her şeyi bir oldu bittiye getirmenin umulmadık neticelerini hiç hesa-

19


ba katınamak olur mu? Kendisinin pek fazla sorumlulu­ ğu ve dalıli olmayan bir 27 Mayıs'a

14

sene sahip çıkiiUŞ

bulunan bir ordunun, kendisinin işi olan bir

12

Mart'a en

az 27 Mayıs kadar sahip çıkaınıyacağını sanmak, insanı,

ne büyük hataya düştüğünü anladığı zaman çok geç ka­ lacağı büsranların içine atabilir. Onun için eğer gençlik­ ten ve tecrübesiziikten dolayı,

sosyal oluşmanın üzerine

gaflete çalan bir gözü peklikle yürüyorsanız, size halisa­ ne dikkatli olmanızı, lütfen ayağınızı denk almanızı tav­ siye ederim. Eğer sizi

oraya

getirenler veya etrafınızı

alan çevreler, sizi buna teşvik ediyorlarsa, veya böyle bir şey yok da, gayretkeşlikten

bunu yapıyorsanız, teşvike

kapılmaktan da, gayretkeşlikten de vaz geçiniz. Hadisele­ ri biraz arkadan takip etmekte TRT için de, sizin için de sayısız faydalar vardır.

Nenize lazım?

TRT'nin mutad

hizmetleri: mUziği, alıcısı vericisi, akıllı uslu işleri ile uğ­ raşmak size yeter de artar bile. Emin olun,

onlarla da

büyük hizmetler yapabilirsiniz. Sayın İsmail Cem, TRT'de sizin zamanınızda şekil bakımından

görülen bir değişiklik de,

hipileşme temayülünün artmış olması­

dır. TRT'nin bu rahatsızlı:ğı

da

eskiden beri mevcuttur.

Onun için, bundan yalnız sizi sorumlu tutmak tabü, insa­ fa sığmaz. Ama sizden sonra bu hususta belirli bir değiş­ menin ortaya çıktığı da gözden kaçmamaktadır. Şüphesiz kılık kıyafet, saç sakal ferdin hususi haya­ tını ilgilendirir, şahsi hak ve hürriyetlere girer. Ama bu, ferdin hususi hayatında; sokakta, evde, dışarda böyledir. Radyo - televizyon ne sokaktır, ne de umumi veya hususi bir yerdir. Orada vatandaş huzuruna çıkan herkes kılık kıyafetinden, şekil şemailinden, hareket ve tavnndan so­ rumludur. Oraya yalnız bir terbiye ve telkin edasıyla çı-

20


kılır, eğlence kasdiyle olsa da. Orası bilhassa örnek ve ib­ rct alınacak resmi bir yerdir. öte yandan Türkiye'de hiç bir batı ülkesinde olmayan bir kıyafet kanunu vardır. Kıyafet kanunu yalnız bir fes - şapka, takke - bere kanunu değil, yazılı olmasa da o ay­ ni zamanda bir şekil şernail kanunudur. Türkiye Cumhu­ riyeti'nin temelinde medent kılık kıyafet ve şekil şernail yatar. Bizzat Atatürk bütün hayatında bunun sembolü olrrıuştur. İnönü'nün de tıraşsız gördüğü darnadına, maze­ ret beyan edince, "Küçük beyin vakti yokmuş, ben muha­ r.ebe meydanında bile bir gün tıraşsız olmadım" dediği meşhurdur. Atatürkçülüğün en iyi örneği olan Türk or­ dusuna bakınız, tıraşsız saçlı sakallı bir subaya ve ere rastlayabilir misiniz? lnönü, Cumhurba.,<Utanı iken, kosko­ ca Maarif Vekili Hasan Ali Yücel'in nokta kadar bıyıklarına bile tahammül edememişti. Zamanın konser­ vatuvar müdürünün lnönü var diye, temsilin sahne arasın­ da bıyıklarını kesip bir gecede iki görünüşle salonda bulun­ duğu pek meşhurdur. Hillasa bu yeni Türk cemiyetinin hamurunda saç, sakal, bıyık, perişanlık, acayiplik değil, temizlik. tertip ve düzen vardır. Böyle bir devletin radyo ve televizyonu hipilik modasının öncüsü imiş gibi davra­ namaz. Nedir o uzun saçlar? Nedir o kimi taklit ettikleri bilinen sarkık bıyıklar? Nedir o sanatçılığın icabı imiş gi­ bi bürünülen acayip kıyafetler? Nedir kravatsız, yaka bağır açık olarak çıkıp göğüslerinin kılını teşhir etmeler? Nedir o çeşit çeşit sakallar? Türk çocuklarına Atatürk'ün Türkiyesinde böylemi örnek olmak istiyorsunuz? Bir nak­ len yayında, bir hususi hayatın aktarılmasında tabii du­ ruma karışılmaz, bir şey denemez. Ama hazırlanıp televiz­ yona çıkacak insanlarda kılık kıyafet v.e şekil şernail ara­ mak lazımdır, sayın genel müdür. Bunu nasıl ihmal edersınız.., .

.

21


İlımal ne kelime,

sanki teşvik

ediyorsunuz. Sarkık

ihtilalci taklidi bıyıklan sizden sonra televizyonda görül­ meye başladı. Siz geldikten sonra, spor servisinin gerçek­ ten işlerinin ehli spikerlerin bile süratle saçlarının omuz­ larına indiğini gördük. O kadar saç sakalın arasında ken­ disini çok çıplak görmüş olacak ki, sevgili Zafer Cilasun bile son günlerde bıyık bıraktı. TRT'den bu manzaraları ve bu zihniyeti kavunuz, sayın İsmail C.em. TRT'ye Ata­ türk'ün medeni kılık

kıyafetini ve şekil şernailini hakim

kılınız. Çekinmeyin, tereddüt etmeyin, bu hem hakkınız, hem vazifenizdir. Bu saç sakal, bu

acayip ve tırnarhane

kaçkını kıyafet, yanında bir de laübaliliği, TRT'ye soku­ yor. Bazı sanatçı topluluklan mahalle kahvesi laübalilik­ lerini ekrana getirmekten çekinmiyorlar. Tarık Buğra'nın dediği gibi, bu laübalilikleri, küfrü,

argoyu da TRT'den

kovunuz. TRT programlarında dikkati çeken bir değişiklik de tarafsızlığın ihlalidir. Bitaraf olmak yerine bir taraf ol­ mayı TRT öteden beri marifet sayar. Fakat sizden bu hastalığın da seyri daha da Haberlerdeki tarafsızlığın

sonra

ağırtaşmaya başlamıştır.

nasıl çığırından

çıkarıldığını

yukarda söylemiştik. Fakat ben bu siyasi taraf tutmaya fazla ehemmiyet vermiyorum.

Bizde politikacılar taraf­

sızlık deyince daima bu siyasi çerçevede kalır ve şu parti­ ye bu kadar, bu partiye şu kadar, hükümete şöyle, mu­ halefete böyle yer verildiğinin kavgasını yaparlar. Hal­ buki bu hem pek mühim değildir, hem

de çok defa geri

tepen bir silahtır. Rahmetli Menderes'i ipe götüren sebep­ lerden biri her ajansa spikerin ağzını açar açmaz Adnan Menderes diye başlaması idi. Öyle ki bu yüzden Yassıada'­ ya spikerlerin sürüklenmesi gibi

bir gariplik bile ortaya

çıkmıştır. Rahmetli İnönü'nün ömür

boyunca seçim ka­

zanamamasında TRT'nin İnönü propagandasını bir mes-

22


Ick haline getirmesinin büyük bir payı olduğu ayni dere­ cede muhakkaktır. Bugün de TRT Bülent Ecevit veya Sü­ leyman Demirel veya bir başkası diye mi ağzını açıyor, bilin ki onun falmda gök yüzü gittikçe kapanmaktadır. Çünkü biz henüz tesirli, ahenkli ve ince propaganda sa­ natını öğrenmemişizdir. Kaş yapayım derken göz çıkarır, körü körüne kaba bir propagandaya saplanır kalırız. Bu sebeple, siyasi konuda haberleri nasıl ayariaraanız ayar­ Iayın. İsterseniz arada sırada Süleyman Demirel'in de sözlerini ver.erek dostlar alış verişte görsün kabilinden yasak savmaya devam edin. Bunun merak etmeyiniz, tut­ tuklarınızdan başkasına hiç bir zaran yoktur. TRT'nin asıl bir kültür tarafgirliği vardı ki işte o her vatanseverin yüreğini paramparça etmekte, memleketi sürekli olarak kanayan tedavisi imkansız. bir yara ile kar­ şı karşıya bırakmaktadır. TRT artık her zaman dile düşen siyasi tarafgirliğinin yanmda bu vahim sosyo-kültürel ta­ rafgirliği ile hem anayasanın 119. maddesini, hem de TRT kanununun ikinci maddesindeki yayın esaslannın her fık­ rasını bıkıp usanmadan ihlal etmekte v:e son derece açık bir suç işleyip durmaktadır. Eğer milli devletin gerçek icapları yerine getirilse bu TRT'nin sorumlularını yediden yetmişe kadar Anayasayı, TRT Kanununu ihlalden ve sosyo-kültürel suçtan bir hayırsız adada toplamak işten bile d�ğildir. Eğer bir gün milli şuur şahlaanrak böyle bir iş yapılırsa bu, memleketin selameti ve geleceği bakımın­ dan şüphesiz en haklı bir Yassıada olacaktır. TRT'nin açık oturumiarına bakıyorsunuz, sonunda silme olarak taraflı ve solcu bir kadroda karar kıldığını görüyorsunuz. Edebiyat programiarına bakıyorsunuz yal­ nız tek taraflı ve solcu yıkıcı edebiyatla karşılaşıyorsu­ nuz. Tiyatrosuna bakıyorsunuz öyle, Köy saatine bakı­ yorsunuz öyle. Dünya görüşüne bakıyorsunuz öyle, Eği23


tim programın a bakıyorsunuz öyle. Müziğine, eğlencesine bakıyorsunuz öyle. Tavrına ve edasına bakıyorsunuz öy­

le. Diline bakıyorsunuz beterin beteri. Sonra da niye mem­ lekette anarşi oluyor, niye vatan

ve millet duygusundan

soyunuyoruz diye hep beraber baş başa verip kara kara düşünüyoruz. Sayın genel müdür, Bilhassa sizden sonra gittikçe artan ve billurlaşan bu taraflılık niye ? Niye bir marksist yazarın ölüm yıl dönü­ münde yer yerinden

oynamak da, bir devre

damgasını

vurmuş milli şair Faruk Nafiz'in ölümünü şöyle bir geçiş­ tirrnek ? Geçenlerde biri haklı olarak soruyordu : Niye sol­ cusu anılıyor da, Falih Rıfkı'nın ölüm

günü hatırlanmı­

yor ? Niye meselA. Oktay Akbal, mesela Edip Cansever de, mesela Zeki ömer veya Sezai Karakoç değil ? Niye Mesela Furuzan da, mesela Emine lşınsu veya hikaye hayatımı­ za fırtına gibi giren Sevinç Çokuro değil ? Nerde her gün ellinci yıl marşı tekrarlanan Bekir Sıtkı Erdoğan, nerde "Bu Ülke" adlı şaheseri ellerden

ve dillerden düşmeyen

Cemil Meriç ? Atsız adında bir dev vardır. nimde, irfanda, şiirde romanda. Emsalsiz tarihi romanlar yazmıştır. "Boz Kurtlar" adındaki kahramanlık ve gençlik romanı türünün en büyük eseri

olarak her kesimden Türk çocuklarının

başlıca besleyici kaynaklarından

biridir.

Son eseri olan

"Ruh Adam" romanı iki yıldır el üstünde tutulmaktadır. Ne:rde bu büyük Atsız ? Üstelik onun, hapse girip çıkmak gibi, TRT'nin çok itibar ettiği anlaşılan meziyeti de eksik değil. Edebiyatı bilmeyenierin ahkam kestiği TRT'de, yıl­ lardır lise edebiyat

derslerine hakim olan kitabın sahibi

Nihat Sami Banarlı

nerde ? Bugün roman da üç büyük

vardır : Kemal Tahir - Tank Buğra - Necati Sep.etçioğlu, Devlet Ana - Küçük Ağa - Kilit üç zirvedir,

24


Niye TRT'de yalnız Kemal Tahir de, Tank Buğra ve Necati Sepetçioğlu yok. Bugün gerçekten Türk romanında yeni bir dev zuhur etmiştir.

Bu Necati Sepetçioğhı'dur

Alın son romanı "Konak"'ı okuyun, nefE'.siniz kesilecek ve görec.eksiniz ki sol taifeyi bütün eserleri ve gövdeleri ile beraber terazinin bir kefesine. Konak'ı bir kefesine koy­ sanız yine bu ikincisi

ağır basacaktır. Peki, bunlan Türk

okuyuculan merak etmiyorda TRT ekranlannda yalnız solcuların sevimli portrelerini mi seyretmek istiyor ? Niye yalnız dörüte, oyküye, yapıta evet de

sanaya. hikayeye,

esere hayır? Tarafgir olmak kolaydır, yatarsmız bir tara­ fa olur biter. Zor olan tarafsız

olmaktır, ufku geniş ol­

maktır, çok cepheli olmaktır. Siz kolayı değil, zoru seçiniz sayın İsmail Cem ! göreceksiniz ki, hiç değilse kendi içiniz­ de daha çok büyüyeceksiniz. Hadi diyelim ki, tarafsızlık TRT'nin elinden gelmiyor. Bu hususta şartlanmıştır, şerbetlenmiştir. Ya seviye ? Hiç olmazsa, belirli takımla yapılan

bu programlar da, yük­

sek şöyle dursun, normal bir ilim ve kUltür seviyesi olsa ! Fakat ne gezer ? Gerçekten TRT programlarında dikkati çeken bir de­ ğişiklik de ihtisassızlığm, kalitesizliğin gittikçe artması, seviyenin gitgide düşmesidir. Mesela belli bir takımla televizyonda seri programlar yaparak Türk milletine edebiyat anlatılınağa kalkılır. İç­ lerinden biri aruz kelimesini bile telaffuz edemiyerek aruz der durur. Öyle bir dil sürçmesi falan değil, bir defa değil on defa. Adam millete edebiyat dersi

vermeğ(> kalkıyor,

daha aruz kelimesini bilmiyor. Eskiler böylesine "cehlin ol mertebesi sehl olmaz" derlerdi. Gerç.ekten bu kadar ce­ halet ancak TRT'de bulunur. Bu ne zavallılıktır sayın ge­ nel müdür ? Bu aruzun ertesi günü profesörler evinde bir

25


hukuk profesörünün TRT'ye nasıl hiddetlendi:ğini gönne­ nizı isterdim. Mesela şiirler takdim edilir. Diksiyon, vurgu, ahenk, mana bir yana, şiirin yanlış okunduğunu : mesela herkesin ezllere bildiği "Çanakkale" şiirinin mısralarının değiştiril­ diğini görürsünüz. Mesela bir açık oturum yapılır. Koca koca adamlar yedi sekiz kişi dizilmiştir. Manzara karşısında saygıdan nerdeyse televizyonu kalkıp ayakta seyretmek gelir içi­ nizden. Konuşulunca, bir de bakarsınız, hazretler değil an­ latmak, daha konuşulan şeyin manasını bilmiyorlar. Mesela bir köy saati veya tiyatrosu seyredersiniz. Konunun perişanlığı bir yana, konuşanlar baştan aşağıya yar.lış bir köy dili kullanırlar. Duymuşlardır ki, Anadolu­ da bir sağır kef vardır. Ama nerede olduğunu bilmedikleri için ağızlarına gelen her n'yi genizden söylerneğe kalkar­ lar. Edebi dil nedir, köy dili nedir, ağız nedir, tiyatro ne­ dir, TRT mevcut bilgi seviyesi ve tutumuyla bunları ne bilsin? Mesela plak şirketlerinin kapılarından, gazinalardan veya okul heveslilerinden bir takım gençler toplanır geti­ rilir. Mübareklerin hepsi de b.estekardır. Hafif müziğe meraklı olup da bestekar olmayan yoktur. Size bir kaç bestemi okuyayım der. Herkes esas vaziyetine geçer ve dinler. Evet dinlersiniz ki ne melodi değeri var, ne musiki cümlesi var, ne ritm var, ne ahenk var. Bir takım zevksiz bağirmalardan ibaret. Tank �uğra, haklı olarak, bunun bir kontrolü yok mu diyordu? Evet, her önüne gelenin beste sandığı şeyi dinlemek işkencesine TRT mükellefleri acaba mecbur mudur? Bu memlekette eli kalem tutan her­ kes aşağı yukan şiir denemesi yapar. Şimdi bu milyonlar­ ca şair gelip es.erlerini takdim etmek isterlerse TRT onla-

26


ra ne cevap verir ? Hele TRT çevresinde bulunan bir takım kimselerin alelade çocuklarını bilmem ne kardeş diye sa­ natkar göstermeye kalkmasına ne demeli ? Sevgili Tarık Bu,ğra üzülınesin. TRT'de hiç kontrol olmaz olur mu ? Ama o kontrol daima yıkıcılığın emıin­ dedir. Ne olur ne olmaz. Mikrofona veya ekrana milli gö­ rüş sızar, normal dil sızar diye her an tetikte, yirmi dört saat vazife başındadır. Mesela Cumhuriyetin 50. yılı dola­ yısiyle devlet resmen profesörlerin konuşmalarından iba­ ret bir dizi program hazırlamıştır. Televizyonda verile­ cektir. Fakat günü gelince programın yalnız radyoda ve­ rilmesine müsaade edilir. Çünkü milli görüş vardır. llmi­ ye, milliye daima hayİr demek esastır. TRT kontrolü hiç atlar mı ? Bu kontrol ki, parayla verilen reklamlan bile, aman normal ve tabii dil sızmasın diye didik didik eder, reklam şirketlerine uydurma dil şartı koyar. Ama reklamda eski ve meşhur bir spiker koskoca gazetenin adını yanlış olarak Hüriyet şeklinde bir r ile tekrarlar durur. Bunun zaran yoktur. Çünkü bu müessesede bilgi ve seviye şart değildir. Mesela TRT, hakkında ilmin hüküm vermemiş oldu­ ğu taze edebiyatçılan oturmuş sanatkar olarak görür ve gösterir. Şiiri şaire, romanı romancıya sormayı marifet sayar. Bir gün bakarsınız, bir saz sanatkan divan edebi­ yatı hakkında konferanslar veriyor. Bru;ıka gün bir şair, şiirlerine hiç yakışmayan acaip bir dille, kendilerinin İs­ tanbul Türkçesine karşı Anadolu Türkçesi ile yazdıklarını söyleyecek kadar ağızın, dilin, kültür dilinin, yazı dilinin, konuşma dilinin şivesinin, kelimenin, lügatın, cümlenin, gramerin farkında değil. Ankara'da bir Prof. Kenan Akyüz, İstanbul'da bir Prof. Mehmet Kaplan varken, yeni Türk edebiyatmda o 27


huzura çıkarılanların latı olamayacağını TRT niye bil­ mez, aramaz, sormaz, öğrenmez, sayın İsmail Cem ? Her sahada, eşi dostu, belli isimleri, yalancı şöhretleri, ş ariatanlan değil ; işinin erbabını arayın, bulun. Ufkunu­ zn geniş tutun ; bundan hiç bir zarar görmezsiniz. Mesela piyesler oynamr. Bakarsınız, bir gün, karısı­ nın ihanetini öğrenen adam köpürür ; çünkü kansının fa­ lan adamla seviştiğini zanneder ; fakat kansı bu işi fa­ lanla değil filanla yaptığını söyleyince adam onun zararı yok diye sakinleşir. Başka bir gün, evinde kalan baldızla eniştenin aşkı, evlerinde oturan Türk ailelerinin harim-i isınetinde talevizyon sahnesindedir. Mesela bir kaç yıl önce bir gün radyoda çocuk saatini dinliyorsunuz. Küçük sınıfta ilkokul çocuklan konuşuyor. Bir kız çocuğu diğerine sen evleninc.e mazsan ne yaparsın diye soruyor.

kocanla

aniaşa­

Cevap şahaserdir : Haftasında boşanırım, eğer boşan­ mazsam, mesela kocamdan su istesem benim bardağıma gizlice zehir .koyar ve beni öldürür diyor. Son günlerde, si­ zin zamanınızda, bir gün televizyonu açıyorsunuz ki bir genç kızın nasıl intihar ettiği öğretiliyar ve bunun psiki­ atrik mazereti anlatılıyor. Zaten bu TRT, çoluk çocu:ğun

ödünü koparmak için

olacak, cinayete, korkuya ve dehşete çok meraklıdır. Me­ sela yine son zamanlarda hem de, bir gazetecinin yazdığı iki haftalık bir cinayet programı takdim edildi. Seyreden­ ler salınelerin korkunçluğundan çok TRT'nin nerede bu­ lunduğunun dehşeti ile donup kaldılar. Görüyorsunuz ya, Sayın İsmail Cem, muhtevada bi­ raz derinleşince İnsan TRT.nin ne gelişmesinde, ne değiş­ mesinde sizin müşahade ettiğiniz gibi iç açıcı bir manzara


ile karşılaşmıyor. Hatta yalnız hiç bir salah eseri göster­ meyen muhtevada değil, şekil

değişikliklerinde de acaip

bir hocalamadan ileri gidildiği pek görülmüyor. Mesela dekorları ele alm Televizyonun başlangıçtan beri en başarılı taraflanndan biri dekorlan idi. Dekorlar şaşırtıcı bir mükemmellikle başlamıştı ve devam ediyor­ du. Fakat siz gelir gelmez birden bu düzen bozuldu ve dü­ şüş başladı. Güzel, oyalayıcı ve dinlendiri şekillerin yerini mücerret çizgilerden ibaret

acaiplikler aldı. Ne yaptınız

dekorcularıda mı değiştirdiniz ? Yoksa, adamlar size inat . olsun diye sanatlarını esirgeyerek mi ortada ruhsuz so­ ğuk siyah beyaziıkiardan başka bir şey bırakmadılar ? Zaten te!evizyonda her şey güzel başlamıştı. Televhı­ yonun kısa zaman içinde aldığı merhalede esas amil olan şey de bu ilk atılımdı. Anlaşılan iyi bir

hazırlık yapılmış

ve hocalamadan birden bire yüks.ek seviye tutturulan bir başlangıç yapılmıştır. Siz hiç

televizyonda

bir ilerleme

yaptım gibi bir kuruntuya düşmeyiniz. Televizyonun ulaş­ tığı seviyenin bütün şerefi bu hazırlıklı iyi başlangıçtadır. Şimdi size sadece ulaşılmış olan bu seviyt>yi muhafaza edip edemeyeceğiniz meselesi kalıyor ki, belirtiler

aleyhinizdedir.

beceriksizlik,

bu hususta da bütün

Taraflılık,

kalitesizlik, cehalet,

kanunun dışına düşerek suç işlernek

solculuk,

zevksizlik,

millete ters düşmek, bir müddettir tele­

vizyonun yakasına yapışmış gibidir. Mesela eskiden arıza fasılalarında görüntü olarak din­ lendirici bir tabiat

manzarası

yer alırdı.

Sizden sonra

onun bile yerini zevksiz bir ışıklı şekil aldı. Buna mukabil reklamlardaki göz alıcı dönen helezon bUtün sinir bozucu çirkinliği ile dönüp duruyor. Çünkü TRT'de yalnız iyi ve güzel değiştirilir, kötünün ve çirkinin ise muafiyeti vardır.

29


Haberlerde görüntüyü

arttırınakla övünüyorsunuz.

Eskiden de yeter derecede

görüntü veriliyordu. Miktar

bakımından öyle pek fazla bir fark bir fark oldu : Eskiden

verilen

görülmüyor. Yalnız

görüntülerin

hakikaten

görüntü değeri vardı. Şimdiki görüntüler görülmeğe de­ ğer olmak bakımından büyük

bir fukaralık arzediyorlar.

Değersiz, lüzumsuz, maksatlı görüntüler ajansları berbat .etme:ğe başladı. Hele hava durumu programının başına gelen, pişmiş tavuğun başına gelmiş değildir. Hava raporunun gerçekten çok kabiliyetli ve ehliyetli takdimcisi

başlangıçta tebe­

şirle kara tahtada programı ne tabii ne güzel bir şekilde veriyordu. Çocuğa musaHat olundu, sunuşu şekilden şek­ le daha doğrusu çirkinden

çirkine

sokuldu v.e nihayet

uzaktan görünen acaip şemsiyeler yapıştırılmış soğuk ve suni bir harita ile başbaşa bırakılmış bugünkü en zevksiz şekilde karar kılındı. Siz gelDiğiniz zaman

üç yarışma vardı. Siz bu üçün­

den ikisini iptal ettiniz, en kötüsü olan Kim Bilir progra­ mını tuttunuz. Hadi Cenk Koray'ı Son Havadis muhabi­ ridir diye attınız. Halit Kıvanç'ı da Tercüman'dan diye mi uzaklaştırdınız. Hele hele Olcay Poyraz, üstün Savcı ve Göktay Akman üçlüsünün suçu neydi. Bu değerli artistler iyi ve normal bir Türkç.eyle konuştukları, hatta arada bir uydurma dili alaya aldıkları, her şeyleri ile ve anlattıkla­ rı ile daima efendi ve mazbut kaldıkları, yıkıcı olmadık­ ları, irticalen konuştukları halde sizin elinde kağıt kem küm eden adamlarınızın seviyesini

ortaya koyan billur

konuşmalarla su gibi akıp gittikleri için mi cezalandınl­ dılar? Sizinle beraber bir de Türkçe alt yazılı filimler orta­ ya çıktı. Burası müstemleke mi dir Sayın Genel Müdür,

80


yoksa TRT İpek film stüdyosu veya sineması mıdır ? Ney­ se, itirazlar yükselince bundan vazgeçilmiş görünülüyor ama tekrarlanmayacağından tam emin değiliz. Bu misalleri ve bu didiklerneyi istediğiniz kadar, TRT'nin programlarının sayısı, çeşidi, saati ve dakikası kadar uzatabilirsiniz. Hiç değişmeyecek netice daima şu olacaktır : TRT'de ümit verici bir gelişme ; iyiye, güzele, doğruya, ilmiye, milliye bir değişiklik esas itibariyle yok­ tur. TRT'nin dokusu buna müsait değildir. Çünkü bu mü­ essese yanlış kurulmu�tur, yanlış işlemektedir, yanlış adamların elinde kalmış, yanlış adamların eline geçmiştir. Devletin niyetlerine, ınilyonlarına, milletin ümitlerine ya­ zık olmuştur, yazık olmaktadır. Bu durumda TRT'nin itibarını ve programların haygi­ yetini başlıca kurtaranlar kabiliyetli spikerlerdir denilebilir. Jülide Gülizar, Ülkü Kuranel, Aytaç Kardüz, Çetin Çeki, Erkan Oyal, Zafer Cilasun, Can Akbel, Ülkü lıns.et canlan­ m dişlerine takmış, bu sevimsiz müessesenin memleket ufuklarına dalga dalga yaydığı havanın ağırlığım kudretli dilleri ve vafize vekarı ile durup dinlenmeden hafifletmeğe çalışmaktadırlar. Bu spikerlerle bir iki müzik programı da olmasa, TRT'yi boynuna taş bağlayıp rahatlıkla Saraybur­ nundan aşağı atabilirsiniz. Bir de ellerine verilen metinte­ rin talimatın ve TRT'nin kahrolası sözlüğünün uydurma dili olmasa, TRT'nin bu altın çocuklan kim bilir daha nasıl bülbül kesilirler ve kim bilir bugün de dinlemekle doyul­ mayan konuşmalan, o zaman nasıl büsbütün doyum olmaz ha.le gelir. Fakat yazık ki, TRT'nin bir milli kültür suikasti, millete, milli kültüre, akla, ilme ve sa:ğduyuya isyan teşkil eden korkunç dili vatamn hür ufuklarında durmadan kanayan ve kanatılan onulmaz bir yara gibi her şeyi berbat ve pe31


ri§an edip gitmektedir. Bir yandan devıik cümle, bir yan­ dan uydurma kelime hançeri her gün bin kere Türkçenin kara bağrına saplanıp saplanıp çıkmaktadır. TRT'nin en büyük vebali, en canlı suçu budur. Bu öyle bir

suçtur ki

bir yandan neticesi memleket için facia olan manevi bir cürüm, bir yandan da gerçek bir milli devlette mikrofon­ Ianna kelepç.e taktıracak kadar ileri giden bir anayasa ve kanun ihlilidir. Anayasanın 121. maddesi TRT'ye iki şeyi emreder. Bi­

ri tarafsızlık, biri milli bütünlüğün korunmasıdır. TRT'nin dili bu iki noktada da anayasayı ihlal etmekte, dilde hem feci bir §ekilde taraf tutmakta, hem de ,

milli bütünlüğü

hem tarih içinde derinliğine hem de vatan sathında geniş­ liğine parça parça etmektedir. TRT'nin uydurma ve yıkıcı

kasıtlı dili Anayasanın

2.

maddesinde yer alan ve diğer bir çok maddelere de sira­ yet eden milli, demokratik ve sosyal devlet prensiplerinin de tam bir ihlilidir.

Milli devlet, evveli dili milli olan devlet demektir. Mil­ li dil ise milletin dilidir. Türkçe Türk milletinin konuştuğu dildir.

Bir zümrenin zoraki, yapmacık, çirkin, maksatlı

kontrolü dahili ve harici bedbabların eline geçmiş argosu değildir. Demokratik devlet de bir zümre devleti değil, topye­ kun bir millet devleti demektir.

TRT'nin

dili bu demok­

ratik devlet ruhuna da açıkça aykırıdır. Hiç bir demokra­ tik devlette,

hatta hiçbir

demokratik

olmayan devlette

ayrı bir devlet dili, ayrı bir millet dili yoktur ve olamaz. TRT'nin minasına

32

dili hele

çok özendiğiıniz,

kaçmak için çok

sosyalist devlet

özendiğimiz, bilhass a sizin


taifenin çok özendiği sosyal devlet prensibine taban taba­ na zıttır. Siz bilirsiniz ki, veya siz bilmeseniz de tek taraf­ lı düşünmeyenler bilir ki, bugün artık sosyal devlet yalnız iktisadi bakımdan zayıf zümreleri koruyan, yalnız ekono­ mik ihtiyaçlan karşılayan devlet şeklindeki ilk manasını çok geride bırakmış, ayni zamanda halkın manevi ihtiyaç­ larını da karşılamak vazifesini yerine getiren devlet ma­ nasını kazanmıştır. Bu itibarla Sosyal devlet her şeyden önce dili sosyal olan

devlet demektir. Siz halkın elinden

ana baba dilini alır da, ona takır tukur

bir karga dili ile

işkence ederseniz, yalnız sosyal -devlet prensibini değil, en aziz insan

haklannı da çiğnemiş,

ayaklar

altına almış

olursunuz. Yine anayasanın

3.

maddesi

"Resmi dil Türkçedir."

der, öz Türkçedir, uydurma dildir demez. Tekrar hatırla­ talım, Türkçe Türk Milletinin konuştuğu dildir. TRT ayn bir dil konuşarak bu anayasa hükmünü de ihlal suçu işle­ mektedir. Yalnız bununla kalmamakta, aynı zamanda dev­ let ve millet ikiliğini körüklemekte, anayasanın

11.

mad­

desindeki devletin ülkesi ve milleti ile bütünlüğünün ma­ nevi cephesini hoyratça ve barbarca yıkmaktadır. Evet TRT'nin uydurma, çirkin ve sun'i dili Türk insa­ nina, Türk cemiyetine ve Türk kültürüne yönelmiş ve me­ deni veya gayri medeni

alemde emsaline

rastlanmayan

bir barbarlıktır, zulümdür. Millet on sene bu barbarların ve zalimlerin dilinden o kadar bizar olmuştur ki nihayet Meclis sırf uydurmaca­ yı önlemek için, TRT

kanunun da, hem de

ana maddeyi

teşkil eden 2. maddede "Yayınların kolay anl�ılabilecek bir dille yapılmasını sağlayıcı tedbirleri almak" hükmünü getirmiştir. Bu hükmün tek hedefi uydurma dile mani ol­ maktır. Bunu maddenin

müzakeresinin zabıtlarından da,

33


kanunu çıkaranlardan da anlamak mümkündür. Esasen hüKüm açıktır. Kolay aniaşılmak ne demektir ? lnsan ana dilinin öteden beri kullanıla gelen bildiği kelimelerini mi kolay anlar yoksa hiç bir tutar tarafı olmayan ölü ve fo­ sil sözcükleri mi ? Çaldığınız şarkıyı "Bir ihtimal daha var" diye mi söylerseniz halk kolay anlar, yoksa "Bir ola­ sılık daha var." deyince mi ? Millet konuşurken birbirine "Ah hayatım" mı der, "Ah yaşamım" mı ? Halk birbirine "Bu imkansızdır, imkan yok." mu der, yoksa "Bu olanak­ sızdır, olanağı yok" mu, diye kem küm eder? Vatandaş "İhtiyacını" mı görür yoksa "Gereksinmesini" mi ? Türk ağzı sizin gibilerine "Şartlanmış" mı ? Sokakta, bakkalda, otobüste vapurda kulak verin Türkler "Kaç defa her se­ fer" mi der, "Kaç kez, her kez" mi ? Türk Milleti TRT'nin bu haline beddua etse "Sebebin gözü kör olsun" mu der, "nedenin gözü kör olsun" mu ? Bilmem bu misalleri daha uzatmağa lüzum var mı ? Kanunun ne demek istediğini, TRT'nin nasıl suç işlediğini, kanun manun dinlemediğini, bilmem, bu misaller en sığ ve bedbaht kafalara bile sok­ mağa kafi değil midir ? Bu dil konusunda, doğrusu, söylediklerimi sizin anla­ yacağınızdan pek ümitli değilim. Çünkü siz de, TRT'de bu hususta tedavisi imkansız bir şekilde şartlanmışsınız. He­ le bugün TRT iki uydurmacı gazetenin ve kol edebiyatın eline geçmişken böyle bir ümit, hayal olur. Müsaade eder­ seniz o kadar saf değiliz. Yalnız bu, size şiddetli bir ihtar­ da bulunmama mani değildir. Evet sizi ikaz ve size ihtar ediyorum : Milli dile hıncınızı, Türk kültürüne karşı duy­ duğunuz bu anlaşılmaz öfkeyi Cumhuriyet'te, Milliyet'te istediğiniz gibi devam ettirebilirsiniz, ama buna devlet müessesesi olan TRT'yi alet edemezsiniz. Ettiğiniz müd­ detçe yakanızı bırakmayacak, bu milli hakkımızın her gün biraz daha artan şiddetle takipçisi olmakta devam 34


edeceğiz. Ta ki, Orhun'da "Titre ve almış bulunan Türk milleti kendi sevimsiz argoyu uydurmacıların

kendine dön" emrini

çirkin icatleri olan bu boğazına tıkayarak, bu

zulüm ve barbarlığa bir son versin. Çünkü, uydurma dille vatan öldürücü bir saldırı karşısındadır. Sayın İsmail Cem, isterseniz sizin yumuşak tarafını­ za hitap edeyim. Siz zarif bir İstanbul çocuğusunuz. Ama inanın ki, İstanbul Türkçesi sizden de benden de bin kerre daha zariftir. Türkçenin

as.ırlardan beri işlene işlene in­

celmiş olan bu edebi dilinin, kültür dilinin dışına çıkmayı­ nız. Selamet orda, huzur orda, sanat, edebiyat ve tefekkür ordadır. Konuşurken "cevaplayayım" diyorsunuz, hiç ağ­ zınıza yakışmıyor. Bunun

Türkçesi, İstanbulcası "cevap

vermek, cevaplandırmak"

tır. Bir (la) eki var diye onu

her yere getiremeyiz.

Postalamak deriz de,

hasta1 amak

diyemeyiz. Diyen ağızlan da biliyorum, a ma müşterek dil­ de diyemeyiz. İstanbul'da "şehir hatları" vapurlarına mı binlyorsunuz, yoksa "Kent çizgileri" vapurlanna mı ? İstanbul

Türkçesinden vaz

geçmeyiniz. TRT'nin bu

konudaki ceha1et nutuklarına rağmen, Türkiye'nin bir tek edebi dili, kültür dili, yazı dili vardır ve o da İstanbul şi­ vesi

üzerine

kurulmuştur. Müşterek

şehirlerin. kırlann

dilimiz,

bölgelerin

hayırların ortak bağı odur. Bu anayı

kaybedersek Türkiye bin parça olur. Bu vesileyle TRT'nin bir yim. Köy piyesleri,

hastasınıt daha işaret ede­

köy saatleri

kullanmaya kalkıyorsunuz,

yapıyorsunuz. Köy dili

o da yalan yanlış. Müşterek

bir köy dili yoktur. Türkiyenin kırk bin köyünde belki bin köy dili vardır. Hangisiyle konuşacaksınız ? Ağızlar, edebi dille birbirine bağlanır, bir biriyle değil. Bir Özay Gönlüm var. Kabiliyetli bir türkücüdür. Ona Batı Anadolu'nun bir ağzı ile konuşmalar yaptınyorsunuz. Bu nedir bu ? Mesela

35


Karadeniz halkı, Doğu Anadolu halkı v.s. bundan ne an­ lar, ne zevk alır ? Dediğim

gibi ;

Anadolu'da

yüzlerce

Bari, kültür dilini bir yana bırakıp,

ağız

vardır.

hepsini konuşturun

da ortalık tam manasiyle çorbaya dönsün. Köy dilini tak­ litten bir şey çıkmaz. Unutmayın ki, tiyatro bir taklit sa­ natı değil, temsil sanabdır. Sayın

Cem, galiba

siz çok

yalnızsınız.

Anlaşılan

çevrenizde aklı başında müşavirleriniz yok. Halbuki TRT çeşitli ihtisas sahalannı çek mütehassıs

kavradığı için, alaylı değil, ger­

müşavirlere

merak ettiğim şey yönetim Bunlar hiç açık saçık

Benim

kurulunuzun ne yaptığıdır.

piyeslerden rahatsız olmazlar mı?

TRT teknesinin tehlikeli tehlikesi ile karşı

çok ihtiyacı vardır.

şekilde sola yattığını ve batına

karşıya olduğunu

hissetmezler mi ?

Hızmet-i vücudu olan tarafsızlığını kaybetmenin sorumlu­ luğunu düşünmezler mi ? Ai gecesi düzmece sahnelerle Mil­ let Meclisinin müzakerelerini bile tesir �.ltına alınağa yel­ tenecek kadar hukuku çiğnemeğe kalktığının farkına var­ mazlar mı ? Bir gazetenin, mazisiyle alakası kalmamış bir gazetenin reklamı için koca koca programlar tertip edile­ rek reklam saatinin çalındığını

görmezler mi ? Yanılmı­

yorsam, perde arkasında o reklamı aynı gazeteden trans­ fer edilen ideal arkadaşınız okudu, bunu nasıl hazmeder­ ler ? TRT'nin sorumsuz bir derne.k

olan Dil Kurumu adlı

derneğin ve sol aşınlığın yayın organı imiş gibi ve bir kan davası şeklinde yürüttüğü uydurma dilinden rahatsız ol­ mayacak

kadar hassasiyetlerini

kayıp mı

etmişlerdir ?

TRT'nin kanunlan, aklı ve ilmi çiğnediğini, onu bu hudut­ ların içine çekmek gerektiğinin

vazifeleri icabı olduğunu

bilmiyorlar mı ? Yoksa bu muhterem zevatın espri kritikleri mi nok­ sandır ? Sanmıyorum. Olsa olsa bu muhterem zevat prog-

36


ramları yeter derecede takip etmiyorlar. Halbuki yönetim kurulu üyelerinin ilk vasfı iyi bir radyo - televizyon seyir­ cisi olmaktır. Kanun, büyük masrafları göze alarak, yö­ netim kurulunun ayda iki defa toplanmasını biraz da bu­ nun için hükme bağlamıştır. Bizde iki çeşit yönetim kurulu vardır. Bir, işleri haki­ katen idare eden

yönetim kurulu ; bir de toplantı memur­

larmdan ibaret yönetim kurulu. Sizinki hangi cinstendir ? Niye size yardımcı olmuyo_rlar ? Sizden önceki genel müdür yönetim kurulunu galiba sadece bir ihale ve satın alma komisyonu gibi görüyordu. Ümit ederim siz böyle düşünmüyor ve her toplantıda TRT' nin gidişi hakkında onların serbest fikirlerine imkan ve­ riyorsunuz. Bunu yapınız ve onlardan israrla fikir ve ten­ kit isteyiniz, onları gidişe ortak ediniz sayın genel müdür ! Onların yalnız programlan müzakere etmek değil, prog­ ramların nasıl yiiriitüldüğünü de takip etmek vazifeleri­ dir. Geçen veya evvelki sene programların gerekçesi ola­ rak hazırlanmış etraflı bir TRT metni okwnuştum. O bü­ yük gerekçe ne kadar güzeldi ! Sonradan o gerekçe rafa mı kaldırıldı ? Onu kimler hazırladıysa, onları bulun, eğer sa­ mimi fikirleri idiyse

ve göz boyama

değil idiyse, aman,

onlardan istifade edin.

Sayın İsmail Cem ; Yukarıdan beri sıraladıklanmıza bakararak beni sa­ kın yalnız menfi taraflan gören ve büyüten, kötümser ve karamsar düşüneeli bir

insan zannetmeyin. Biz kimsenin

hakkını yemeyiz. Onun için güzel fikirterinizi ve icraatını­ zı da burada sıralamaktan geri kalmayacağım.

37


Bunlardan biri ve çok

mühimi TRT'nin avan - gard

bir müessese olmadığı yolundaki ten

TRT'de

kulade hada onu

inkilap

sürpriz bir

yapacak,

görüştür.

çıkınazın

avan-gard

bir

fikrinizdir. Bu, gerçek­ o

müessese

TRT'yi

içine

on

saplayan

müessese

olarak

için

yıldır yanlış görmek

hari­

her

sa­

zihniyet, anlayı­

şıdır. TRT'nin caltil idarecileri bu konuda kanunun "Ata­ türk devrimlerinin,

Türk toplumunun

düzeyine erişmesini ön gören dünya mek" hükmünün

istismarını da

kullanıp Atatürk inkilaplannı

çağdaş

uygarlık

görüşünü yerleştir­

yegane bayrak olarak

yerleştirme ve geliştirme

vazifesinin kendilerine verildiği,

kendilerinin yalnız bu­

nunla vazifeli kılındı:ğı vehmine kapılarak, daha doğrusu masum bir kanuni işareti kasden işlerine geldiği gibi an­ layarak bu milli yayın

vasıtasını avan-gard bir kuruluş,

hem de yalnız solculuğun ve yıkıcılığın öncüsü haline ge­ tirmişler, ve memlekete o kadar

ızdırap çektirmişlerdir.

Devrimciliği ihtila.Icilik, milli kültürü

gericilik, zıpırlığı

ilericilik gibi görmek ve göstermek istemeleri ve TRT'yi tedavi edilmez bir hasta haline getirmeleri hep bundandır. Şimdi siz gökten gelen bir ses gibi ortaya çıkıyor ve TRT'­ nin bu öldürücü ve kunıtucu zihniyet ve tutumunda mu­ azzam bir inkilaba namzet

görünüyorsunuz. Gerçekten

TRT avan-gard bir müessese

değildir, ve Atatürkçülüğü

yerleştirmek ve geliştirmek de onun ne olduğunu bilmeyen TRT'nin tarafgir ve maksatlı programcılannın haddi de­ ğildir. İşte şimdi sizin bu büyük düşünceniz ne kadar ayakta alkışlansa yeridir. Yalnız bunun sadece sözde kalması bir şey ifade etmez. Maalesef tutumunuzdan ve icraatmızdan, bu kurtarıcı fikrin yalnız sözde ve askıda kalacağı endi­ şesini taşıyorum. TRT sanatta

Paris'in avan-gard akım­

lannın yerli taklitçilerinin işgali altmda kaldıkça. TRT'ye 38


dilde avan - gard'çı lığın en kötUsü olan uydurmacılık ha­ kim oldukça, müzi.kte her ipini koparma hareketi bir ön­ cülük sayılıp baş tacı edildi.kçe, hatta hatta kılık kıyafet­ te pasaklılık, züppelik ve

perişanlık moda öncülüğü gibi

takdım kılındıkça bu fikrinizin hiç bir geçerliliği, dolayı­ siyle hiç bir değeri kalmayacaktır. İkinci güzel düşünceniz,

TRT'nin milletin sesi oldu­

ğu, olması gerektiği yolundaki fikrinizdir. Fakat tatbikatta maalesef bu düşüncenizin de gerçekleşme şansının çok za­ yıf olduğu görülüyor. Milletin sesi olmak için önce taraf­ sız olmak lazımdır.

Tarafsızlık için de, hem dün olduğu

gibi muhalefetin, sol muhalefetin hemde bugün olduğu gi­ bi iktidarın borazanı

durumunda bulunmaktan dikkatle

kaçınmak gerekir. Sonra, hem siyasi ve ideolojik tutum­ da, hem de sanat ve kültür

politikasında belli bir zümre

hakimiyetinin esiri olmamak, milletin asıl dünya görüşü­ nün, milli kültürün yaşatıcı mak icap eder.

istikametinin

içinde bulun­

TRT bütün bunlardan mahrum iken ve

mahrum kalmakta devam edeceğe benzerken, sizin bu ko­ nudaki düşüncenizin ve sözlerinizin bir değeri olabilir mi ? Üçüncü güzel düşünceniz TRT'nin özerkliğine lüzum olmadığı yolundaki fikrinizdir. Gerçekten TRT'nin muh­ tariyetine ne ihtiyaç vardır ne de TRT muhtariyete layık­ tır. Muhtariyet bizde yalnız kanun meselesi gibi görülür ve bu açıdan değerlendirilir. temeli ihtisastır. lhtisası

Halbuki

muhtariyetin asıl

temsil etmeyen hiçbir kuruluşa

ve şahsa muhtariyet verilmez. Muhtariyet bu konuda na­ sıl hareket edilmesi lazım geldiğini

ihtisasın dolayısiyle

yine en iyi sen bilirsin, kendi kendini sen idare et demek­ tir. Böyle olmazsa hiç bir

ihtisası

olmayan vasıfsız bir

zümreye hayati bir iş teslim edilmiş olur ve bundan da en az devlet için de devlet doğar.

39


Çok defa da, bu muhtariyete ehliyetli olmayan zümre şu veya bu tesirin avucuna giren bir çete durumuna gelir. Bu itibarla, TRT'nin tarafsız olması için muhtar olması 18.zı.ınd.ır şeklindeki her bakımdan sakat fikre sizin de ka­ pılmamış olmanız, 1961 anayasasının on sene memleketi kasıp kavuran bu yaniışından sizin de kendinizi kurtarmış bulunmanız sevinilecek bir şeydir. Yalnız bu düşüncenizin de makbul olmaBI için, samimi olmanız 18.zımd.ır. Bunun için de tarafsız kalabilmek gere­ kir. Yoksa, sırtını kendisini getiren hükiunete dayamp, ayın zamanda onun emrinde kraldan daha fazla kralcı ol­ duğu için böyle düşünmek, kendisini rahat hissetmek bir şey üade etmez. Siz gerçekten tarafsız ve milletin sesi ol­ duğunuz halde bu rahatı duyacak bir forma kavuşursanız, bu fikrinizin de o zaman bir değeri olur.

Bu konuda zaten sizin hükfiınetle münaBebetleriniz de bir karışıklık arzediyor. Millete ters düşen bir temsile başlamıştınız. O zaman Başkan Yardımcısı, böyle şeyler yapmaması için TRT Genel Müdürüne emir verdim dedi. Hakikaten sonra temsil durduruldu. Siz bunu, ben karar verdim diye, kendinize miU ediyorsunuz. İnşallah öyledir. Fakat diğer müstehcen piyeslerde niye ayni hassa­ siyetiniz devam etmiyor ? Son defa aynı Başbakan Yar­ dımcısı, Mecliste, bu sefer de programlar eskiden yapıl­ mış olduğu için bu durum devam ediyor, değiştirilemiyar gibi garip bir beyanda bulundu. Hiç böyle şey olur mu ? Zararın neresinden dönülürse kardır. Programda var diye kötü de israrın manasızlığı kimi kandırabilir ? Toplarsınız Yönetim Kurulunu, programı islah edersiniz, olur biter. Sonra Görevimiz Tehlike dizisinin kaldırılmaBı da bu balıiste sizi rahatsız edecek bir konudur. O programı siz mi kaldırdınız, yoksa Başbakan mı ? Veya ikiniz de aynı 40


anda mı bu hakikate ulaştıniZ ? Eğer öyleyse, bu ne uyum, sayın Genel Müdür ? Her ne hal ise, Görevimiz Tehlike'nin Başbakan'ın peşin peşin Millet'e beyan

kaldırılacağını

etmesi her halde

büyük bir talihsizlik olmuştur. Dünyanın neresinde daha doğrusu hangi hür bir memlekette bir başbakan televizyon programiarına bu şekilde karışır ? Sonrıı neydi Görevimiz Tehlike'nin günahı ? Hürriyete, demokrasiye, halkın men­ faatlerine, hak ve ahlaka karşı

gelen diktatörlere, vur­

gunculara, zatimiere sahtekarlara, baskı rejimlerine ar­ tık hiçbir çare kalmadığı anda, müdahale edip onları za­ rarsız hale getiren istihbarat operasyonlarını konu alması mı ? Bu arada zaman zaman komünist

rejim ve faaliyet­

leri, casuslukları iğnelernesi mi ? Demokrasiye ve h ür dü­ şünceye aykırı ise ; hedefi daima iyi doğru ve ahlaki olan bu diziyi yıllarca oynatan, kendilerine hoş görünmek için yırtındığımız, başka işlerde, konıünistlerin affında, sonra bize ne derler diye telaşlandığımız hür batı memleketleri­ nin hiç aklı yok mu ? Herkes görüyor ki,bu

yabancı diziler, televizyonculu­

ğun yalnız bizde değil, her yerde gerçek yüz akıdır. Bizim televizyonun yerli ayıplarını da yine bu programların

gü­

zelliği kapamaktadır. Hayat sahnelerini ve insan manza­ ralannı barikulade bir ineelikle işleyen ve hedefleri daima ahlaki olan kaçak, Uzay Yolu, Sirk Dünyası, Hayata Dö­ nüş, Kaygısızlar, Görevimiz Tehlike gibi cliziler her tele­ viz:vona sadece alaka, itibar ve revnak kazandırır. Bun­ lardan, zaman zaman sol baskılan hedef alıyor ve yönelmiş istihbarat

başarılarını işliyor

onlara

diye, Görevimiz

Tehlike'ye sinidenmek niye ? Kaygısız'ların son parçala­ rında da böyle konular canlandırılıyor. Sayın Ecevit'i şim­ di o dizi de rahatsız etmeye başladıysa, ne yaparsınız ? Hü­ lasa, Sayın İsmail Cem, bu iktidar ve TRT münasebetleri

41


konusunda, şapkanızı önünüze koyup

bir daha düşünme­

niz, her halde sizin şahsiyetiniz ve TRT'nin selameti bakı­ ınından çok faydalı olacaktır. D ördüncü güzel düşünceniz Türk musikisi hakkındaki değerli fikrinizdir. Bu düşünceniz de TRT'de inkilap ya­ pacak olan ve çoktan beri bütün milletçe hasreti çekilen, sahibine şerefierin ve minnetlerin en büyüğünü getirecek olan doğru ve asil bir görüşün

tenısilcisidir. Üstelik bu

noktada yalnız düşünce ve söz planında kalmıyor, tatbi­ kat ve İcraata da geçmiş

bulunuyorsunuz. Binkerre sağ

olun, var olun ! Yalnız bu konuda yapılanlan henüz sizin de kafi gör­ mediğinizden eminim. Gerçekten, tam tahtına oturabilmesi

bu güzel düşüncenizin

için bu sahada yapılacak daha

çok şey vardır. Dr. Nevzat

Atlığ'ın çalışmalanna büyük

değer verrneğe ve içten alaka

gösterrneğe başladınız. O­

nun kıymetli ve saf Türk musikisini veren korosunun res­ men bir radyo - televizyon korosu haline getirdiniz. Evvel­ ce nakledilmeyen

veya verilmeyen Türk

musikisi prog­

ramianna dakikalar ve saatler ayırmaya başladınız. Yah­ ya Kemal konseri,

Nevzat Atlığ

korosunun konserleri,

Samsun korosu gibi. Türk musikisini bir avam-ı nas işi kabul ederek yayın zamanının eşref saatlerini

ondan

kıskananların yanlış

düşüncesine bir müddetten beri son verilmiş, Türk musi­ kisinin günün ve gecenin her

saatinde çalınabilecek bir

sanat olduğu gösterilmeğe başlanmıştı ; bunu devam et­ tiriyorsunuz. Son olarak Türk musikisi mensupları ile ol­ dukça iyi bir toplu sözleşme

imzaladınız. Bunlar hep gü­

zel ve iyi şeyler. Fakat kafi değil ve daha yapılacak çok şey vardır.

42


Bunlardan birincisi Türk musikisine karşı başlattığı­ arttırılarak ona tam layık

nız bu müsbet ilginin gittikçe

bir seviyeye çıkarılması, Türk musikisinin hakkının tam verilmesidir. Bilindiği dilimini sanat ve

gibi TRT

yayınlarının en büyük

halk musikisi

olarak

Türk muskisi teşkil etmektedir. size kadar Türk

bütün halin de

Buna mukabil TRT de

bir üvey evlat muamelesi,

musikisine

millet tuttuğu için atılıp satılamayan bir baş belası mua­ melesi yapılmıştır. Şimdi sizinle bu

anlayışın

yaprağını kapayıp Türk

musikisini baş köşeye oturtmanın günü gelmiştir. Bu yol­ da hiç bir gayreti esirgemeyin. İkinci olarak TRT'de

müzik dairesinin tasnifinin ve

teşkilatının yeni baştan düzenlenmesi zarureti vardır. Bu tasnif inanılmaz bir şekilde bugün Batı müziği, Türk halk müiziği, modal ve tek sesli müzik şeklinde yürürlüktedir. Yani Türk musikisi şubesinin alnında moda! ve tek sesli müzik levhası vardır. Bu ne demektir Sayın İsmail Cem ? Bu türkiye'de Türk kültürünün

esareti demektir. Türk

mu.cıikisi Türk'ün musukisidir ve onun adı da Türk musi­ kisidir, moda! ve tek sesli müzik değildir. Ona bu adı kim koyabilir ? İşte şimdi sizden tanındaki bu esaretine derhal

Türk kültürünün kendi va­ son vermenizi bekliyoruz.

Bunu hemen yapacağınızdan şüphe etmiyorum. Son duru­ mu bilmiyorum, belki de bu satırları

yazdığım günlerde

siz bunu yaptınız bile. Eğer hala yapmadıysanız,

aman,

daha geç kalmayın. Bu noktada, sizin, bundan sonraki gayretierinizde de yanılmamak için, bir esası daima manız gerekecektir. O da

göz önünde bulundur­

Türk musikisinin kaderini Türk

musikisi mensuplarının eline vermektir. Sakın, şimdiye ka­ dar olduğu gibi, yanlış bir alışkanlıkla, Türk musikisine

43


kader ve değer biçmeği Batı müzikçilerine bırak­ mayınız. Biri veya bir şey hakkında düşmanına hüküm biçtirrnek zulümlerin en büyüğüdür. Bizde de Batı müzik­ çileri maalesef Türk musikisinin anlaşılmaz bir şekilde can düşmanıdırlar. İşte görüyorsunuz, kalkıp TRT'de Türk musikisine moda! ve tek sesli müzik adını biçmişlerdir. hüküm,

Bunlar öteden beri yalnız kendi müzik sahalan içinde kalmazlar, Türk musikisini yok etmeye ve büyük bir emek ayırırlar. Yalnız sanatın içinde halis sanatkar gibi kal­ ınakla yetinmez, üstlerine lazım olmayan bir politikaya da can atarlar. Türk musikisine Türkiye'de ve TRT'de yap­ tıkları yetmiyormuş gibi şimdi de Türk musikisi üzerinde dernekler kurup İstanbul Festivalinde bir milletlerarası modal müzik kongresi toplamaya kalkmışlardır. Bu, kendi sahalarının dışına el atınalanna geçen gün Abdi İpekçi de şaşıyordu. Gerçekten garip bir şey. Bir yanda Batı müzikçileri bir yanda Türk musikisi üzerinde bir kongre. Ama aslında bu bir sürpriz değildir. Maksat Türk musikisini vurmaktır. Demek istiyorlar ki, Türk musikisi modal müzik, yani makami musıki, makam musikisidir. Dolayısıyle makamların dışına çıkmayan bir kalıp musi­ kisidir. Eski, basit, yeni ihtiyaçlara cevap vermeyen ma­ kamların, daha doğrusu iptidai kalıpların içine hapsolup kalmıştır. Türk musikisi Akdeniz çevresinin basit müzik­ lerinden biridir. Bugün artık o sadece bir malzemedir. Şimdi mesele şudur. Batı müziği için ve o yolda bu malze­ meden nasıl istifade edebiliriz? Esasen bu musiki Meragi'­ de başlayıp Zekai Dede'de bitmiş tarihi köhne bir hatıra­ dır. Onu antikacılarda satılan eski Türk halı ve kilimieri gibi kesip biçip ültra modern koltuklanmızın üzerine na­ sıl oturma örtüsü yaparız, bunu düşünmeliyiz. İşte, sayın İsmail Cem, Türk musikisi konusunda size düşen en büyük vazife, TRT'de Türk musikisini bunların 44


hükmünden ve niyetinden korumanızdır. Onlan dinleme­ yiniz. Türk musikisi bahsinde yalnız Türk musikisi men­ suplannı dinleyiniz.

Doğru yolu size

gösterecektir. Bir Ercüment

yalnız bu ikinciler

Berker'i dinleyiniz, bir Yıl­

maz öztuna'yı dinleyiniz, Bir İsmail Baha Sürelsan't, bir Alaettin Yavaşça'yı, bir Necdet Varol'u. bir Haydar Sa­ nal'ı, bir Cahit Atasoy'u, bir Tank Kip'i, bir Ali Rıza Av­ ni'yi, bir Münir Nurettin'i ve daha burada adını sayama­ dığım diğer bir çok

değerli Türk

musikisi

mensupbunu

dinleyin. Yakınınızda, emrinizde olanlar var, onlan dinle­ yin. Sorun, Dr. Nevzat Athğ ne

diyor ! daire başkanınız,

hem bir virtüoz sanatkar olan, hem de Türk musikisinin meselelerini çok iyi bilen

Cüneyt Orhon'a sorun müdürü­

nüı. Çinuçen Tanrıkorur'a sorun, ne diyorlar. Fakat asla ve asla Türk musikisini

batı müzikçilerine sormayın. On­

ların, gerçekten büyük bir musiki olan Batı müziğinin ay­ dınlığı ile gönüllerinin yıkanmış olduğu!lu ne kadar ister­ dik. Fakat ne gezer ? Onlar, maalesef, her millet için iftihar vesilesi teşkil edecek bir d3.hi olan ltri'nin konserine bir salonu verdir­ meyecek, ve böylece yeryüzünün belkide en büyük sanat ayıbını işleme.kten

çekinmeyecek

kadar

Türk musikisi

karşısında gözü dönmüş ve ruhu kararmış olan kimseler­ dir. TRT'de Türk musikisini

onlara sormayın, onlardan

ve onlann zihniyetinden sakının ! Türk musikisi sahasında yapacağınız üçüncü iş, TRT'­ nin her zaman muhtaç olduğu ve olacağı sanatkarlan ye­ tiştirmek için.

Türkiye'de bu yolda çok kapatılmış olan

kapılan onun, kendi çevresinde açık tutmağa çalışmaktır. Bunun için de TRT'nin kendi bünyesinde, en büyük yayın dilimini, okullaştırması, öğretim yapılacak bir düzen kur­ ması gerekmektedir. TRT bunu bir devre yaptı ve bundan

45


çok iyi netice aldığını da bugün kullandığı ordan yetişme koristler ve solistler isbat etmektedir. Esasen TRT kanununun

43.

maddesi hem buna im­

kan vermekte, hem bunu emretmekte, bu iş için düzenlen­ miş bulunmaktadır.

Böyle bir okuilaşma Türk musikisi

sahasında kalite bakımından herkesin şikayet ettiği başı­ boşluğu ve disiplinsizliği de zamanla ortadan kaldıracak­ tır. Bu disiplin bahsinde, sizin TRT'de Türk musikisi için yapacağınız dördüncü hizmet de kendiliğinden ortaya çı­ kıyor.

Gerçekten

Türk musikisi

bugün

Türkiye'de de,

TRT'de de kaliteye zarar veren bir disiplinsizlik içindedir. marifetin bugün iltifata tabi

Bunun başlıca sebebi de bu olmamasıdır.

Herkes kendi gayreti

ile ve bin güçlükle

yetişmekte, bir de sonra elinden tutulmamaktadır. Türk musikisi sanatkarlarının, bunu düzeltmek üzere TRT içinde kalkındırılması ilk şarttır, sayın genel müdür. Aldıkları para hiç birinde

sanat aşkı, şevki ve disiplini

bırakmıyor. Sanatkarlarınıza, Emel Sayın veya Zeki Mü­ ren gibi günde on bin lira, on beş bin lira verin demiyoruz. Fakat ayda üç beş yüz, bir iki bin lira ile hiç bir yerde sa­ natkar sanatldir olmaz. Bir yandan bir kaç yüz kişiyi oyalayanlar milyonlara konsunlar, bir yanda milyonları sanatlarıyla oyalayanlar aç kalsın, bu olmaz. Sosyalist memleketlerde halkı oyal�­ dıklan için sanatkarlar halk sanatkan ünvanı ile krallar gibi yaşarlar. Biz de halkın gönlünü okşayarak milyonla­ rın ruhunu oyalayan ve

dinlendiren Türk musikisi men­

suplarını o gözle görmeliyiz.

Biliyorum mevzuat müsait

değil, biliyorum ancak toplu sözleşme çerçevesinde hare­ ke edebiliyorsunuz. Fakat artık bu çenberleri kırmak za­ manıdır. Siz kırabilir, mevzuatı, kanunlar çıkarmaya çalı-

46


şarak, bu istikamete çevirebilirsiniz. Kendimizi aldatma­ yalım, sanatkar ne memurdur, ne işçidir. Onu sanatkar olarak ayrı bir çerçevede tatmin edeceğiz ki sanat sanat olsun. Bu mesut günler gelinceye kadar, şimdilik, hiç ol­ mazsa, imkanlan zorlayarak hepsini kaşeli çalıştırıp, kaşe ücretlerini mesela bir programa iştirakte en az bin lira, solistlere bir kaç bin lira verecek şekilde arttırmak lazım­ dır. Bunu yaparsanız, nuntulmaz bir hizmet görmüş olur­ su!luz. Sayın İsmail Cem. Dertleşmemiz galiba bir açık otururnun hudutlarını çok aştı. Ne yapalım ki, söyleyecek çok şey vardı. Artık son bir kaç noktaya dokunarak bu açık oturumu yavaş yavaş kapatabiliriz. Dokunmak istediğim bir nokta TRT'de güç beğenir olmanızdır. TRT'den ve onun gidişinden söylediğiniz gibi kolay memnun olursanız, fazla bir şey yapmak arzusunu daha baştan çok zayıflatmış olursunuz. Başka bir nokta, karşı fikirleri yalnız nezaketle ve tarafdır düşüncesi ile karşılamanın sizi yanıltabileceğidir. Saygı duyanm deyip geçiyorsunuz. İnsan yalnız saygı duymakla, saygılı olmakla haklı olmuş olmaz. Sonra, he­ men, bir iddiayı, bunu söyleyen de bir tarafdır diye ge­ çiştiriyorsunuz. Ne saygı kalkanı, ne taraf olmak kalkanı kendinizi aldatmamalı, daha baştan tek cepbeli dar görüş­ lülüğün içine hapsetmemelisiniz, gözünüze bu bahaneler bir perde çekmemelidir. Sayın İsmail Cem: Görüyorsunuz ki konuşulacak ne çok şey, sorulacak ne kadar sual var. Bunlar dururken kalkıp size soyadını47


zı niye kullanmıyorsunuz diye soruyorlar. Soyadınızı kul­ lanaanız ne olur, kullanmasanız

ne olur ? Bu TRT'ye ne

kazandırır, ne kaybettirir ? Halbuki mesela iddiaların kesafeti karşısında herkes merak ediyor ki, siz marksist misiniz, değil misiniz ? Size böyle bir şey sorulsaydı, vereceğiniz cevabı, müsaade eder­ seniz burada yine ben söyleyeyim : Elbette ki siz marksist değilsiniz. Siz marksizme ka­ palı bir anayasanın tarafsız bir kuruluşunun başına gelme­ yi, marksist olsanız, kabul etmeyecek kadar dürüst görü­ nüyorsunuz. Marksizm reddederdiniz.

Ama

ler,

Onun

diyorlar.

bu tarafsızlığa müsait değil der,

"Evvelce da

yazdıklarıniZ ?"

cevabı

var.

lar pek ala bir gençlik heyecanı, yalizmi,

bir kendini

tırmak olabilir.

Bu

12

Mart'tan

şekilde

diyecek­

Şöyle

ki :

On­

bir yinni

yaş

sos­

önceki

havaya

günah çıkarmış

kap­

üniversite

hocalarını bile herkes görmüştür, sizde niye olmasın ? Yok, Kasım 1972'de Moskova'da Büyük Rusya otelinde topla­ nan Sosyalist gençlik kongresine katıldığınız söyleniyor. Ben buna da inanmıyorum. Zira, siz

Moskova'da kongre

yapacak bir sosyalizmin neme ne bir sosyalizm olacağını bilirsiniz. Böyle bir kongreye hiç katılmış olabilir misiniz ? Katılmış olsanız bile, şüphe edilemez ki, sırf gazeteci te­ cessüsü ve aşkı ile katılmışsınızdır.

Şu halde bu söylen­

tinin de değeri yoktur. Siz kapitalist bir ailenin ne marksizmin

çocuğusunuz. Siz, geçen se­

başlıca sebebi vücudu ve hasını olan ser­

maye kanadından, tirajda dördüncü olduğu haJde, Hürri­ yet'ten sonra hemen ikinci muamelesi görerek Tercuman'­ ın önüne geçen ve altmış milyona

yakın hususi ilan alan

Milliyet gazetesinden geliyorsunuz. Siz Amerikan kolejin­ de, İsviçre'de okumuzsunuz v.s. v.s. Siz hiç

marksist ola­

bilir misiniz ? Fakat böyledir işte, işi gücü olmayan insan-

48


lar adama biz de kolayca böyle sıfatlar yapıştırırlar, sa­ yın tsrnail Cem. Onun için aldırış etmeyin. Yalnız, gaze­ teci arkadaşlarıniZ size böyle bir açıklama imkanı verse­ lerdi, o . gece dinleyenler böyle cevaplarınızla sizi her hal­ de daha çok severlerdi. Sayın İsmail Cem, Bu açık oturumu burada kapıyorum. Ümit ederim ki sizi kıracak, gücendirecek bir söz söylemedim. Her şeyin iyi niyetle söylendiğini kabul etmezseniz günahımı almış olursunuz. Bazı cümleleri biraz sert bulmuş olabilirsiniz. Bilhassa dil bahsinde, içimiz çok yandığı ve inanılmaz bir sağırlıkla karşılaştığımiZ için, belki tesiri olur ümidiyle, biraz sert konuştuk. Bunlan da bağışlayın, ve on yıldır dil konusunda TRT'den gelen ağır tahrikin bir meşru mü­ dafaası sayın. Yoksa, sizi niye kırmak isteyeyim ? Bu va­ tanda hep kardeşiz ve TRT de, nihayet, üzerinde titreye­ ceğimiz bir milli müessesemizdir. Hep beraber onun iyili­ ği için çalışıyoruz.

,

Söylediklerimi sizin de iyi niyetle n:ı.zan itibara alına­ nızı isterim. Ama büyük gazete değil diyerek, tarafdır di­ yerek bu yazdıklarıma sadece saygı duyar geçerseniz ya­ zık etmiş olursunuz. Bunlan bir büyük gazetede de yaz­ mak mümkündü. Ama ben küçük, fakat gittikçe büyüyen, ve küçük büyük hiç bir gazeteye benzemeyen yerini der­ hal almış bulunan tam tarafsız ve tam bir fikir gazetesi olduğu için Orta Doğu'yu tercih ettim. Vaktiyle bir milletvekili kendisini dinlemek istemeyen heyete "Size değil, zabıtlara hitap ediyorum" demişti. Şimdi siz de beni dinlemernek isterseniz, ne yapayım, ben de sütunlara hitap etmiş olurum. 49


Sayın İsmail Cem. TRT'den Anayasasının yalnız özüne değil sözüne bile uymayan uydurma dili kovunuz, tarafgirliği kovunuz, mil­ li görüşleri engelleyen zihniyeti kovunuz, Türk musikisini daha da koruyunuz, seviyeyi tutturunuz, kanunun dediği­ ni yapınız ; o zaman

hepimiz sizin TRT'nin başmda ihti­

yarlam anızı temenni edelim. Zannederim o zaman bu te­ menniye attıklannız bile, Doğan Kasaroğlu, Hüsamettin Çelebi, barikulade dış ve iç icmalleri zevkle dinlenen Zeki Sözer ve ekranda pek görünmeyen, fakat dirayeti bilinen Muammer Yaşar ve arkadaşlan bile katılırlar. Siz mesutlan çok az olan bir memleketin tıka basa mesut ettiği bir ailedensiniz. Siz, ben, bu durumda olanlar, bu aziz vatanın çorak bağrında yabancı otlar gibi kala­ mayız. Onun için bunlan yapın ve borcunuzu cömertçe ödeyin.

memlekete karşı olan

Bundan sadece şeref kaza­

nırsınız. Bakınız kanun ne istiyor, TRT ne yapıyor ? Bunu gör­ meleri için ben burada bir şey söylemiyor ve hükmü oku­ yuculann idrakine bırakarak, TRT kanununun yayınlan­ nı tesbit eden

2.

maddesinin

hükümlerini

aynen veriyo­

rum :

"Türkiye Radyo - Televizyon Kurumunun başlıca ya­

yın esasları şunlardır : Her

çeşit çalışma ve yayın faaliyetlerinde Anayasa'­

nın özüne ve sözüne bütünü ile bağlı olmak ; İnsan haklarına dayanan Milli, demokratik, laik ve sosyal Cumhuriyete ; Türk Devletinin ülkesi ve milleti ile bütünlüğüne bağlılığı güçlendirmek ;

50


Atatürk devrimlerinin, Türk toplumunun çağdaş uy­ garlık düzeyine erişmesini

öngören dünya görüşünü yer­

leş tirrnek ve geliştirmek ;

Milli güvenlik ile genel

ahiakın gereklerini ve milli

gelenekleri gözetmek ;

Milli kültür ve Eğitime

yardımcılık görevinde, Türk

Milli Eğitiminin temel görüş, amaç ve ilkelerine uymak ; Haberlerin toplanması, seçilmesi ve yayınlanmasında tarafsızlık, doğruluk ve çabukluk

ilkeleriyle çağdaş ha­

hercilik teknik ve metodlarına bağlı olmak ; Haberlerle yorumlan

birbirinden açık olarak ayır­

mak ;

18.

madde kapsamı dışında kalan yorum niteliğindeki

yayınlan bu kanunda belirtilen esaslara uygun olarak ve Anayasa'ya aykın olmayan

karşıt görüşleri içine alacak

şekilde hazırlamak ; kaynaklannı belirtmek ve yorumları hazırlayaniann ad ve ünvanlannı açıklamak ; Açık oturumlarda da karşıt görüşlere imkan ölçüsün­ de yer verilmesi esastır." İşte kanun bu. Niye çekişiyoruz, gelin elbirliği ile ka­ nunun hudutlarına girelim, mesele bitsin. Olmaz mı ? Sayın Cem : İsterseniz bir de anayasanın TRT ile ilgili

121..

mad­

desini buraya alalım : "Radyo ve televizyon istasyonları, ancak Devlet eliy­ le kurulur ve idareleri tarafsız bir kamu tüzel kişiliği ha­ linde kanunla düzenlenir. ve yönetim organlannın

Kanun yönetim ve denetimde kuruluşunda tarafsızlık ilkesini

'bozacak hükUmler koyamaz.

51


Her türlü radyo ve esaslarına göre yapılır.

televizyon yayınları, tarafsızlık

Haber ve programiann seçilmesinde ve sunulmasında ve kültür ve eğitime yardımcılık görevinin yerine geti­ rilmesinde Devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünün, in­ san haklarına dayanan milli, demokratik, laik ve sosyal Cumhuriyetin, milli güvenliğin ve genel ahiakın gerekleri­ ne uyulması, haberlerin doğruluğunun sağlanması esas­ ları ile organların seçimi, yetki, görev ve sorumlulukları kanunla düzenlenir. Devlet tarafından kurulan veya Devletten mali yardım alan haber ajanslarının tarafsızlığı esastır." İşte anayasa da bu. Şimdi okuyucular bir tarafa TRT' nin programlarını ve gidişini koysunlar ; bir tarafada ka­ nunların çizdiği tarafsızlık, devletin ülkesi ve milleti ile bütünlüğü, milli, demokratik, laik ve sosyal Cumhuriyet, milli güvenlik, genel ahlak, anayasanın özüne ve sözüne bağlı olmak, Atatürk devrimlerinin çağdaş medeniyet gö­ rüşü, milli gelenekler, milli kültür, milli eğitim, doğruluk, kat'Şı görüş sınırlarını koysunlar ve insaflanyla, vicdanla­ rıyla hüküm versinler. 12 Mart'tan çok önce bir gün TRT'den bir arkadaşla yaptığımız bir münakaşayı hatırlıyorum. Kendisine TRT

'nin bu gidişine milletin ve devletin bir gün muhakkak el koyacağım söylemiştim. Sonra 12 Mart hadiseleri arasın­ da o arkadaş galiba habse bile girdi. Tabii kimseye böyle bir neticeyi temenni etmem. Ama TRT'nin bugünkü gidi­ şine bir gün yine milletin ve devletin hiç olmazsa yumu­ şak bir şekilde mutlaka yine el koyacağım tekrarlarsam bu da bir kehanet olmayacaktır. Çünkü bütün tarih be­ yunca barikulade bir yaşama gücü göstermiş olan Türk Milleti ve Türk devleti bugün de, yarın da ısrarla ve sıh-


hatle yaşamak isteyecektir. letten kopmuş

bir

Fakat kanaatim odur ki mil­

radyo-televizyon

ile uzun zaman sıh­

hatli yaşamak mümkün olmaz. Bunun mutlaka bir çare­ sine bakmak, TRT'yi milli istikamette islah etmek lazım­ dır. İşte bu yazılar bu islahatta

sizin payınızın pek fazla

olmasını görmek arzusunun bir ifadesidir. İnşallah dile­ ğimiz yer de kalmaz. TRT'deki ikametiniz kısa sürmezse, inşallah, yine ko­ nuşuruz. Şimdilik ağır

sorumluluklarınızla baş başa ve

hoşça kalın ! ...

53


KIBRIS'TA DOGAN YENİ FlRSAT 29 Mayıs 1974 Türkiye için artık çoktan

mUzmin bir det haline gel­

miş olan Kıbrıs meselesi bir kerre daha tehlikeli bir şekil­ de parlaınış

bulunmaktadır. Türkiye'nin iç siyaseti gibij

ve onun yanında, dış politikası da bir yanlışlıklar, becerik­ sizlikler ve şahsiyetsizliklerle

doludur. Öyle ki, çok uzun

zamandan beri Türkiye'nin işi adeta Allah'a, başkalarının insafına ve bir de sadece ateş bacayı sardığı zaman Türk Ordusunun kudretine

kalmıştır denilebilir. Bu durumda

Kıbrıs'taki soğuk harbin ve çekinmenin birdenbire alev­ lenmesi, çok dikkat, basiret, azim, karar ve yüksek düşün­ ce isteyen tarihi günleri karşımıza çıkarmış bulunmakta­ dır. Bu hususta Türkiye'ye

düşen ilk iş telaşlanmamak,

şaşkınlığa düşmernek ve soğukkanlılığı kaybetmemektir. Gerçi meselenin içinde büyük tehlikeler ve kötü ihtimaller mevcuttur. Fakat Türkiye için

tehlikeden kaçılacak

gün

değildir. Bu konudaki tehlike, Türkiye kaçbkça büyüye­ cek ve daha şiddetli bir şekilde

onun üzerine gelecek ka­

rakterdedir. Türkiye bir an önce bu tehlikenin üzerine yü­ rü..•·nek mecburiyetinde

olduğunu unutmamalı ve gözünü

kırpmadan yürümelidir de. tkinci olarak unutulmaması lazım gelen husus tehli­ kenin her zaman yalnız

54

tehlikeden ibaret olmayacağıdır.


Tehlikeler bazan fırsatları da beraber getirir. Kıbrıs tehli­

kesi de bugün tam o cinstendir ve Türkiye'nin karşısına beklenmedik bir fırsat çıkarmıştır. Eğer Türkiye otuz se­ nelk uyuşukluğundan kurtulamayarak bu fırsatı da kaçı­ nrsa millelimize çok yazık olur. Türkiye bu konuda ilk fırsatı tkinci Dünya Harbinden sonra kaçırmış ve İngilizler isteyerek

veya istemiyerek

adayı bırakmaya hazırlanırken derin bir gaflette kalmış­

tır. Ikinci fırsat Türk katilarnı arasında zuhur etmiş ve Türkiye o günlerde Kıbns cek bir durum da

meselesini kökünden hallede­

iken, yalnız

hadiselere

seyirci kalmış,

Kıbrıs Türklerini değil, kendi alayının subayının çoluk ço­ cuğunu banyolarda kurşuna

dizilmekten bile koruyama­

mış ve kurtaramamıştır. Üçüncü

fırsat

Türk köylülerini

hedef

alan ikinci

Türk katliamında ortaya çıkmış ; dördüncü fırsat Türkle­ ri sahilde sıkıştıran Rum muhasaracılarının Türk uçakları tarafından bombalanması ile yetinilen günlerde doğmuş ; beşinci fırsat fazla Yunan kuvvetlerinin adadan çıkarıl­ maması sırasında ufukta görünmüş ; fakat bu fırsatların hepsi birer birer heder edilmiştir. Bu fırsatıann kaçınlmasının başlıca sebebi bizim za­

yıf

devlet adamlarımızdır. Atatürk'ün

ölümünden sonra

Türkiye'nin kötü kaderi olarak bir zayıf devlet adamlan devri yaşanmış ve

yaşanmaktadır. Bu zayıf

idareciler

Türkiye'nin her meselesi gibi, Kıbrıs meselesini de yüzle­ rine gözlerine bulaştırmışlar ve bu arada tabii hiçbir fır­ satı değerlendirmek kudretini de gösterememişlerdir. Bu­ na mukabil, Kıbrıs davasında yalnız memleket içinde ka­ lan ve memlekette

başka

istikamette

tahri�at yapmak

55


için kullanılan büyük gürültüler koparılmaktan geri kalın­ mamıştır. Vaktinde kullanılmayan

fU"Satlar, doğaşak her yeni

fU"Satın kullanılmasını biraz daha güçleştirir. Kıbrıs me­ selesinde de, fırsatlardan istifade, gittikçe güçleşmiş ve

ilk fırsatlar kaçırılınca, Rumlar adayı sür'atle silahlandır­ mış, tahkim etmiş ve müdafaa tedbirlerini takviye etmiş­ lerdir. Milletlerarası çok

daha

büyük

bu takviye,

politika sahasında ise,

ölçüde

geliştirilmiş

ve

Kıbrıs

Rum

devleti, Makarios'un usta siyaseti ile bir yandan beynel­ milel dengenin hassas bir noktasına oturtulmuş, bir yan­ dan da müstakil devlet dokunulmazlığına kavuşturulmuş­ tur. Neticede, Türkiye'ye göz kırpan her fırsat, bizim ac­ zimizden başka bir mukabele görmemiş ; sadece, bizi, olur olmaz bir takım mazeretler icat etmeye sevk etmiştir. Bizim zayıf idarecilerin Kıbrıs fırsatları için ileri sür­ düideri mazeretierin başlıcaları üç tanedir. Bunlardan en çok

rağbet

göreni

ve

memleketi

alt-üst

edeni, Kıb­

mani

0lduğu

masalıdır.

rıs'a çıkmamıza Amerika'nın

Johnson'un mektubu da bayrak

yapılarak büyütülen bu

bahane, aslında komünist menşeli ve maksatlı Amerikan düşmanlığından

başka bir şey değildir.

çıkmamıza mani olmamış,

Kimse Kıbrıs'a

hatta Amerikan'nın Kıbrıs'ın

taksimini gerçekleştirmek için müdahale etmemizi bekle­ diği ve temenni ettiği anlar

bile olmuştur. Siz fırsatları

kaçırırsanız, bir gün Akdeniz'in

doğusunda, Orta Doğu'­

nun tepesinde ve NATO'nun güney kanadında harp çık­ ması doğru değildir diyen ve sadece bunu diyen bir Ame­ rika'yı suçlamakla, zaafınıza .kolay bir bahane bulmaktan ileri gidemezsiniz. Amerika ve Batı ve Birleşmiş Milletler elbette. aman harp çıkmasın diyecek tazyik, ve hatta teh­ dit edeceklerdir. Fakat mesele bu tazyik ve tehdidi aşabil-

56


mektir. Aşamayınca, fırsatlar kaçar ve kabahat de yal­ nız aşamayanın boynunda kalır. Bizim zayıf idareciler, iş­ te bu

kabahatlerini,

mihverinden kaydırarak

Tükiye'yi

12 Mart'tan önceki uçurumun kenarına getiren marksist mücadelenin çok tesirli silahı olarak da kullanmışlardır. Kıbrıs fırsatlannın kaçmasında bizim zayıf politika­ cıların kullandığı ikinci

mazeret, ilk zamanlarda yeterli

çıkarma gemilerine sahip olmamamızdır. Tabü bu politi­ kacılara kimse, çıkarma gemisi yoktu, fakat siz niye var­ dınız, diye sormamıştır. Üçüncü mazeret, baştan fırsatlar kaçınca Makarios ada'yı tahkim etti, ada'yı işgal için yüz bin kayıp verebi­ liriz ; bunu nasıl göze alalım, şeklinde idi. Yine, bu idare­ cilere, ada sila.hlandırılırken siz nerede idiniz diyen de tabii çıkmamıştır. Esasen başka bahaneler de vardı. Sulhu ko­ rumak, dünyayı düşünmek , yabancıları darutmamak her zaman bunların başındadır. Netice Türkiye böylece zayıf idarecileri

olarak, aziz ve büyük yüzünden yıllarca elleri

böğründe, acz içinde bekleyip durmuştur. İşte şimdi Türkiye'nin karşısına altın ve yeni bir fır­ sat daha çıkmıştır.

Bu çok değerli

fırsatın

bu sefer iyi

kullanılacağını ümit ederiz. Yıllar süren acı tecrübelerden ve kıt'a sahanlığı meselesinin su yüzüne

çıkmış olmasın­

dan sonra ve ordumuzun en kudretli devrinde artık Tür­ kiye'nin gözü açılmalıdır.

Başka devletler böyle milli ve

hay ati meselelerde el altından zorla fırsatlar yaratır, ve­ sileler tertip ederler. Bugün Türkiye'nin karşısına, Allah'ın bir lütfU olarak, düşman, bulunmaz bir fırsat çıkarmıştır. Türkiye bunu değerlendirmernek edemez, etmemelidir. Bu itibarla, bugün bu şen şey Makarios idaresinin

yeni durumda Türkiye'ye dü­ devrilmesini, açıkça belli et­

mese bile sevinçle karşılamak, bu konuda yapılmamaktır. _

57


TUrkiye'nin bu darbeyi

esefle karşılaması için hiçbir se­

bep yoktur. Olan iyi olmuştur ve Kıbrıs davasının çözül­ mesi için umulmadık bir kapı açı.lınl§tır. Bütün

risklerine

ve tehlikelerine, hatta darbenin kaynağına rağmen bu ha­ dise Türkiye'nin yakın, uzak jisinden çoktan kopmuş

menfaatlerinden ve strate­

bulunan gayri milli basının Ma­

karios'a adeta meraiyeler düzen

yayınları idarecileri ve

bilhassa Türk Ordusu'nu yanıltmamalıdır. Kıbrıs mesele­ sinin Türkiye lehine nihai çözüme kavuşması için Makari­ os yönetiminin

yıkilması

şarttı. Kimse

Türkiye'nin yapması şarth. Şimdi bu den, kendi içlerinden vukuu

yıkmazsa bunu

yıkılış kendiliğin­

bulmuştur. Türkiye bundan

ancak memnun olmalı ve yeni tavrını almalıdır !..

58


KIBRIS HAREKATININ YORUMU Kıbns'ta doğan yeni fırsatı bu sefer Türkiye kaçır­ madı. Her zaman olduğu gibi yine Türk müdahalesini hiç istemeyen Makarios'un bile, çıkarmadan sonra, "Fakat bu harekatta kimin sorumlu olduğunu araştırmalıyız. Yuna­ niqtan'm tezgahlayıp sahneye koyduğu darbeden sonra Türkiye'nin eline bir fırsat geçmiştir." diyerek işaret et­ tiği tarihi fırsatı, Türkiye bu sefer elbette kaçıramazdı. demek, Kıbrıs davasının Uzerine bir bardak su içmek ve düşmanın artık Anadaluyu hedef almasına davetiye çı­ karmak demek olacaktı. Giırçekten Kıbrıs davası Türkiye için yalnız Kıbns davası değildir. Türkiye Kıbnsı sonuna kadar, ölesiyc mU­ dafaa edecektir, etmeğe mecburdur. Bu müdafaa sadece bir ada parçasının ve yüz yirmi bin Türk'ün müdafaası ve­ ya çok tekrarlanan dünya barışını koruma ; insanlığa, hürriyete, demokrasiye hizmet gibi parlak sözler ve hatta safsatalar uğruna değil, ayni zamanda ve onlardan daha çok Türkiye'nin müdafaası ; Bozcaadanın, lmroz'un kıta sahanlığını, lzmir'in, İstanbul'un Anadolunun müdataası uğruna yapılmaktadır ve yapılacaktır. Kısacası Kıbrıs davası Türk Milletinin geri itilmesi davasıdır. Viyana boz­ gunundan sonra başlayan ve asırlardır hala bitmeyen bu davada Türk'ü Avrupa'da v:e bu topraklarda bir türlü hazmedemiyen Kiristiyan Batı, Türk milletini mümkün olduğu kadar geri itmek, kabilse geldiği yere kadar geri 59


itmek, kabilse geldiği yere kadar sürmek sevdasının, daha doğrusu kara sevdasının peşindedir. Efendiliği hiç bir Av­ rupa milleti ile mukayese edilerniyecek olan ve Avrupa'ya efendilikten başka bir şey getirmediği gibi ; başlıca kaba­ bati de Avrupa milletlerine, elinde fırsat

varken, şiddet

kull anma dığı v.e kan dakmediği için, efendiliği ve insanlı:ğı öğretmemiş olmaktan ibaret bulunan Türk

Milleti daha

ne kadar geriye gitsin ? Geldiği yer boş değil ki oraya dö­ nebilsin. Orası da. Türkün ilk vatanı da başka vahşi sürü­ lerin işgali altındadır. Bu sebeple Türk Milleti dişi ile tır­ nağı ile Anadolu'da, Ege'de,

Trakya'da. Kıbrıs'ta tutun­

mak mecburiyetindedir. Dışta ve bilhassa içte her şeyden önce bunun böyle bilinmesi ve her hesabın

mutlaka buna

göre yapılması, asla gafil olunmaması gerekir. TÜRK ORDUSU Bu Türklük davasında ve Kıbrıs

davasınrla Türkiye

için göz önünde bulundurulacak ilk unsur askeri kudrettir. Önce ona bakacağız. Onu düşüneğiz. ona kulak vereceğiz. Türk

Milletinin Türk

ordusundan

başka bir

dayanağı

yoktur ve olmayacaktır Dünyanın bütün tarihte tek başı­ na kalmış ve hareket etmiş olan bu yalnız kavmi, ,başlıca' imkanı yalnız kendi kudretinde

aramak

Kıbrıs h arekatın da orduya hazır mısın deyince de yürü denmiştir. Bugün de

durumundadır. denmiş. Hazırım

yann

d� Türkiye:

daima bu esası göz önünde bulunduracak ve orduyu daima Türkiyenin hareket serbestisim sağlayacak bir güç sevi­ yesinde tutmağa başlıca itinayı göstermek

hususunu ha­

yatı esas olarak muhafaza edec.ektir. Bu itibarla Kıbrıs harekatın · da Türkiye'nin aldığı ve­ ya almış olması gereken ilk ders ordunun a sla ihmal edi­ lemiyeceğidir. İdari, siyasi, iktisadi ve sosyal, her sahada Türkiyenin ilk işinin ordunun vurucu gücünün mütema-

60


diyen arttırılması hedefinden şaşmamak olduğu kesin şe­ kilde anlaşılmıştır. Elli senedir Türkiye'nin barış içinde harpsiz bir dev­ re geGirmesi, bir çok çevrelerde orduyu ihmal, hiç değilse orduyu da diğer işler sırasına koymak düşüncesine itmiş­ tir. Zaman zaman sil8.hlı kuvvetlerin azaltılması fikirleri ileri sürülmekte, orduyu oluşturan kütlelerin müstehlik durumundan çıkarılarak ekonomiye yöneltilmesi gibi sa­ kat düşünceler ortaya atılmaktadır. Tam Kıbrıs harekatı sırasında Türkiye'nin yedek subaylığı dört aya indiren kanunu yürürlüğe koymak mecburiyetinde kalması çok hazin bir tecellidir. Türkiye süratle bu tutumdan silkinip çok daha büyük bir orduyu ernebilecek bir yapıya kavuş­ mak zorundadır. Türkiye önce kapasitesini düşünüp ona göre bir ordu bulundurmak değil, önce çok büyük bir or­ duyu hedef alıp kapasitesini ona göre ayarlamak mecbu­ riyetindedir. Ekonomisini, iç kavgasını, rejimini, kültürü­ nü, her şeyini ona göre ayarlamak mecburiyetindedir.

Türkiye bu bakımdan Kıbrıs harekatında ucuz atıatı­ lan bir siyasi gaflet örneği ile karşılaşmıştır. Bu yüzden Kıbrıs harekatı Türkiye'yi ordunun ikmal sıkıntısı içinde yakalamış ve kahraman ordu buna rağmen bir kaç gün içinde hazırlıklarını tamamlamağa muvaffak olmuştur. Hükumetin Amerika'ya meydan okuma ve yanlış haşhaş politikası yüzünden, mukarrer yardım programında bir müddetten beri tıkanıklık baş göstermiş ve taksitler ge­ cikmeğe başlamıştı. Buna başka ihmaller de katılınca, or­ dunun bir kısım yedek malzemesinde açıklar ortaya çık­ ması tabii idi. Bunun vuku bulduğu, harekattan önceki günlerde tran, Irak, Libya ve Batı Almanya'dan eksikte­ rin giderildiği yolundaki haberlerden anlaşıldığı gibi, ha­ rekatın bir kaç günlük hazırlık i�ap ettirmesinden de an­ laşılmaktadır. Bu bir kaç günlük siyasi ve askeri hazırlık


sırasında Yunanistan'ın adaya yeni kuvvetler sürmüş ol­ du�unu Genel Kurmay Başkanlığı da açıklamıştır. Böyle gecikme olmadan Türkiye, darbe ile beraber, Kıbrıs'a mü­ dahale etseydi, her halde Türk Ordusunun işi daha kolay­ Iaşmış olurdu. Bu sebeple politikacılar bundan azami derecede ibret dersi almalı, ba§ka sahalarda bile her adım atışlarında Türkiye'nin tek dayanağı ve sığınağı olan Türk Ordusu­ nun kudreti üzerine en ufak bir menfi gölge düşürmeme­ lidirler. Bu vesileyle, seçmenin oylarını düşünen bütün partilerin i ttifalona ve basının gürültülü kampanyasına rağmen, açıkça beyan etmek isteriz ki yeni hükümetin haşhaş yasağını, hem de gürültülü bir şekilde kaldırması hata olmuştur. ngili bölgede haşhaş ekımi zamretinin bü­ lün cephelerini biz de biliyoruz. Fakat buna rağmen, ha­ ta edilmiştir. Yasak olmasa, mesele yoktu. Ama y�sak· tan dönmek doğru değildi. Yani ilk ve asıl hata haşhaşı ya<ıak etmekti. Fakat, yine Türkiye'nin attığı bu adımdan sonra, yasa;ğın kaldmiması ikinci bir hata olmuştur. Marksizm Türkiye'yi uzun zamandan beri Amerikan ittifakından koparmak mücadelesini· yürütmektedir. Bunu da askeri ve siyasi devlet kademeleri seviyesinde gerçek­ leştirmenin mümkün olmadığını bildiği için, Amerikayı bezdirrnek ve uzaklaştırmak kampanyaeı şeklinde sUrdür­ müştür. Bu düşman oyunu, maalesef, çok muvaffak 0lmuş ve Türkiye'den .k ovulan Amerika'yı Yunanistan dört elle yakalayarak bağrına basmıştır. İşte bu Amerikan düş­ manlığı yetmiyormuş gibi, bir de haşhaş meselesini alevlendirmek, tam Yunan düşmanının ekmeğine yağ sür­ mek olmuştur. Neticede Yunanistan Türkiye'ye kıta sa­ hanlığını kapıyacak, Türk limaniarına ve donanmasına yıldırım baskınlar düzenlemek planları yapacak ve Kıb­ nsta pervasızca Enosisi sahneye koyacak şımanklık ve 62


çılgınlıklarm içine girmiştir. Görülüyor ki Amerikan den­ gffli, yalnız Rusya bakımından değil, Yunanistan bakımın­ dan da Türkiye için hayati bir meseledir. Bu sebeple Tür­ kiye Amerikan

düşmanlığının tehlikelerini görmemezlik

edemez. Bu noktada hem şahsım, hem Türk milliyetçileri, hem de gazetemiz adına bir hususu kesinlikle ve en yüksek ses­ le belirtmek isterim : Hiçbir milliyetçi için Amerikan hay­ ranlığı ve Amerikan uşaklığı bahis konusu değildir. Hiçbir milliyetçi Amerikalılardan menfaatlenmeği ve beslenmeği düşünmez. Amerikalılarm

etrafında en çok bulunanlar,

onlara gerdan kıranlar ve Amerikan nimetleriyle perverde olanlar da solculardır, Amerikan düşmanlığını mezhep ve meslek haline getirenler de

Milliyetçiler, Türk tarihinin

gidişini ve istikametini iyi blmek ve tesbit etmek haysiye­ tiyle yalnız Amerikan ittifakını isterler ; onun ehemmye­ tini müdriktirler ; eşit şartlarla, her iki tarafın menfaati­ ne dayanan akıllı bir Türk - Amerikan ittifakının vazgeçi­ lemez bir esas olduğu davasındadırlar. ye'de uzun zamandır

Bu itibarla Türki­

Marksistlerin idaresinde yürütülen

Amerikan düşmanlığının aslında Türkiyeyi tecrit ve yal­ nız bırakma gayretinden başka birşey olmadığını bilerek, onunla mücadele .e tmektedirler. Yoksa kimse Amerikanın kaşının gözünün hayranı değildir, ve kimse Türk'ün Türk'­ ten başka dostu

olmaığını

milliyetçiler

kadar bilemez.

Amerika meselesi Türkiye için Amerikan gerçeğidir. Şim­ di bu Amerikan gerçeğini geç de olsa Ecevit'in de anlamış olduğu görülmektedir. Kıbns harekatının bir kazancı da bu olmuştur. Türk Ordusu Kıbrıs'ta sağlamış mühim bir zafer

gerçekten büyük bir başan kazanmıştır. lç ve dış bir çok

çevrelerin ve bir çok kimsenin !ahmin ve kanaatleri hila­ fına, Kıbns askeri bir müdahalede bulunmak son derece

63


zordu. Kolay müdahale imkanlarını Makarios ve Rumlar yıllarca evvel ortadan

kaldırmışlar ve adayı tabir caizse

dişinden tırnağına k adar

silahlandırmışlardı. Her taraf

tahkim edilmiş her köşe adeta bir kale haline getirilmiş­

ti. Umumiyetle adalarda bulunan çetin tabiat şartları da mevcuttu. Kasaba ve şehirleri ev ev

almak gibi güç bir

muharebe şekli gerekliydi. Adanın tabiat, iskan ve sosyal şartları hem gerilla savaşını, çetecilik ve kundakçılığı içi­ ne alıyor, hemde adada muntazam bir ordunun nizami müdafaa hatları sıralanıyordu. Üstelik bütün bunlar yal­ nız bir tek devlete, Türkiye'ye

karşı, adeta

Türkiye'ye

göre hazırlanmıştı. Rumlar arasına sıkışmış Tiirk köyle­ ri, mahalleleri v:e evleri, peşin

ve hazır rehin olarak bir

Türk harekatının çok can sıkıcı bir ayak bağı idi. Bir Türk harekatında bu masum sivil

Türkler de göz

göre ateşe

atılmış olacaktı. Adada yalnız yıllarca Yunan

subaylarının talim et­

tirdiği on bin kişilik Milli Muhafızlar denen Makarios or­ dusu değil, doğrudan doğruya büyük Yunan kuvvetleri de vardı. Bunların

sayısı bilhassa son günlerde çok artmıştı.

Tank ve top dahil, külliyetli miktarda ağır ve hafif

silah­

larla ada dopdolu idi. Limanlarda Türk gemilerine mayın­ lardan deniz altı beton kazıkiarına kadar, her türlü tuzak da hazırlanmıştı. Hastanelerin ve turist

otelielinin danı­

ları ve pencerelerini makineli tüfeklerle ve uçaksavarlarla dolduran adi harp hilelerini ise Rumlar büyük bir rahatlık­ la kullanıyorlardı. Bu hileler masum

sivil Türk kitlelerini

toplayıp askeri hedeflerde kilitleyerek Türk bombalarına maruz bırakmak gibi insanlık için yüz karası olan vahşet ve barbarlık örneklerini bile içine alıyordu. Hülasa Türki­ ye'nin karşısında belki de elli altmış bin kişilik muntazam kuvvetlerin koruduğ, on senelik

gayretlerle pekiştirilen

müstahkem bir ada vardı. Ayrıca bir askeri harekatın ge-

64


tireceği dış tehlikeler de, çeşitli milletiere mensup çeşitli uçak ve gemi filolarının etrafta kaynaştığı tekin olmayan bir denizde karanlık meşhuller halinde uzayıp gidiyordu. Böyle bir adaya çıkartma ve indirm.e yapmak elbette­ ki son derece giiçtü. Esasen adalara çıkartma yapmak, bir deniz aşırı harekat, karada bile en güç işlerinden biri nehirleri aşmak olan her büyük orduyu daima düşündüren bir husustur. O zaman dünyanın en kudretli harp makine­ si olan Alman Ordusu bile Dünkerk'ten perişan bir şekilde canlarını gemilere atan üçyüzbin kişilik İngiliz ordusumin peşinden Manş Denizini karadan ve havadan geçrneğe ce­ saret .edememişti. Goring'in uçak filolan havadan indir­ me yaparak Giridi işgal ettiği zaman bunun dehşetiyle yer yerinden oynamış, Almanlar da adeta çocuklar gibi bayram yal?mışlardır. Eisenhower, bile denizlere sığmaya­ cak kadar dünyanın görebildiği en büyük gemi falolarını çıkartma harekatında kullanmak için uzun tereddütlerle kara kara düşünmekten kendisini· alamamıştı. Japonların ve Amerikalıların dev hava ve deniz kuvvetleri ile yüklen­ dikleri küçüçük Pasifik adalarmda haftalarca ve aylarca nasıl kumsala çakılıp kaldıkları ve her adada onbinlerce zayiat verdikleri herkesin bildiği şeylerdir. İşte şimdi Türk Ordusu böyle bir deniz aşırı ada harekatı ile karşı karşıya idi. Üstelik Türk Ordusu elli senedir, Kore tec:r:iibesi hariç, harbetmediği gibi, böyle deniz aşırı se­ ferlerden de daha çok uzun zamandanberi uzak kalmıştı. öte yandan bundan önceki müdahale fırsatlarında, bir Kıbrıs çıkarınasının yüzbin kayba mal olacağı bile söylen­ miş.ti. İşte bu durumda son Kıbrıs harekatının yalnız kara­ rım vermek bile başlıbaşına bir kahramanlıktı. Türk yük­ selt kumandanlığı evvela bu kahramanlığı göstermiş ve ordulanna çok mesuliyetli.. tarihi bir emri gözünü kırpma­ dan vermek yürekliliğini ortaya koymuştur. 65


Evet, işte durum bu kadar ciddi idi. Onun için İngiliz Başbakanı, müdahale edeceğiz diyen

Türk BaŞbak anına,

"çıkartma yapabilir misiniz" diye tereddüdünü ve şüphe­ lerini beyan etmekten kendisini alamamıştı. Hal böyle iken, içerde ve dışarda Türkiye Kıbrıs'ı 48 veya 72 saatte işgal eder diye manşetler atan gazetecilerin tahminlerini işi bi­ raz bilenlerin, tabü ciddiye almasına imkan yoktu. Böyle bir adada bu şartlarda 48 veya 72 saatte sağlam bir köp­ rü başı kurmak bile her büyük ordu için sadece şir şeref­

tir. Türk Ordusu yalnız bir köprü

başı kurmak şerefine

erişmemiş, çok hayati büyük bir ada parçasım da koparıp almıştır. Hem de içinde altın

değerinde

Girne Limam,

stratejik Girne - Lefkoşe yolu, Beşparmak dağları ve Kıb­ rıs'ın can damarı Lefkoşe hava alanı bulunan bir

ada par­

çasını ... Böyle çıkarma ve indirmelerde en büyük güçlük köp­ rü başı kurmaktır ve ilk gündedir. Türk Ordusu bu çetin ilk günü üstün başarı ile geçirmiş, ikinci günü de

Girne

limanını alarak harekatın ilk kısmını tamamlamıştır. On­ dan sonra rahat rahat Girne limanından çıkarılacak ağır kuvvetlerle üçüncü gün adanın

tam olarak fethine sıra

gelmişti. Fakat bu ikinci ve son safhanın başında Ateş kes, düc;;manın imdadına yetişerek

Rum ve Yunan ordu­

sunu Türk askerlerinin elinden almıştır. Şüphesiz çok ya­ zık olmuş, fakat zaruret olmuştur. Zira, böyle hassas bit bölgede, ateşin önce iki devletin ana kuvvetlerini, arkasından bütün dünyayı tutuşturacağı bir noktada kimseye daha fazla öyle sürecek savaş fırsatı vermezler.

günlerce haftalarca

Kıbrısta yapılacak bir

savaş çok kısa devreli bir yıldırım harbi karekterinde ola­ bilirdi ve tabii bunu Türk Ordlisu da biliyordu. Onun için üç günde, her günü bir · kaç misline

çıkararak, arslanlar

gibi döğüşmüş ve Kıbns'in makfıs talihini yenecek bir fiili

66


durum yaratarak milletine kıymetli bir zafer kazandırmış­ tır. Türkiye'yi üç günde mahkum durumundan hakim du­ rumuna getirerek masa başına oturtan bu zaferin, Türki­ ye'ye kattığı değerli ada bölgesine ilave olarak, Türk O r­ dusunun her bölgede Kıbrıslı Rumların

belini kırmak ol­

muştur. Böylece toprak olarak Kıbrıs'ın yalnız bir bölgesi, fakat askeri hedef olarak bütün Kıbrıs fethPdilmiş ve Rum­ ların artık bir daha bellerini doğrultına imk�nlan aşağı yu­ kan ortadan kaldırılmıştır. Gönül Kıbrıs'ın tamamının hiç olmazsa Magosa - Lefke hattının bütün edilmesini çok isterdi, fakat dediğimiz

kuzeyinin işgal gibi, buna zaman

müsait degildi. Üçüncü olarak Türk ordusu, aklı havalardaki çılgın Yunanİstana onun anlayacağı miştir. Kıbrıs'ta

mükemmel

bir ders ver­

gerçekte cereyan eden şey, mahalli bir

Tüı:-k-Yunan savaşıdır. Asıl anavatanların savaşım hayal ed.en Yunanistan'a Kıbrıs'ta bunun miş ve bu prova Türklerin

bir provası gösteril­

mutlak galebesiyle neticelen­

miştir. Bundan sonraki ilk kıpırdanışta, bugün elde ettiği degerli ve sağlam mevzilerinden hareket edecek olan Türk Ordusunun Kıbrıs'ın geri kalan kısmını da

işgal etmesi

artık işten bile değildir. Bu mübarek zaferde Türk ordusunun

iki üstünlüğü

vardı. Bir hava kuvvetleri, bir de Mehmetçiğin iman dolu göğsü. Yalnız bu sonuncusu bile Rumların ve Yunanlıların adadaki sayı, silah ve mekan üstünlüğünü alt üst etmeğe kafi idi. İsteyen bundan sonra da deneyebilir. Son olarak Kıbrıs

harekatmda Türk Ordusunun ka­

zandığı bir başka zafere de işaret etmeden geçemiyeceğiz. Bu da vekar ve haysiyetin zaferidir.

Türk GenelkurmaY'

Başkanlığı, tarihi asaletine yakışır bir şekilde harekat bo' 67


yunca gayet mütevazi konuşmuş, asla yüksekten atıp tut­ mamış sözü filliyatın konuşmasına bırakmıştır. Acemi ve heyecanlı hükümet mensuplarının ve Türk milletinin cid­ diyet ve ağır başlılığı ile kabili telif olmayan farfaracı ga­ zetelerin harekat sırasındaki mübalağalı beyanları ve yay­ garalan, Türk Milletinin silahlı bir modelinden başka bir şey olmayan Türk Ordusunun ağırbaşlı tutumuyla tam bir tezat teşkil etmiştir. Hükümet de, basın da milletle sanki askeri harekat hedefine ulaşmamış gibi, vahim psikolojik çöküntülere sebep

olabilecek

bu gibi

kontrolsüzlüklerin

ehemıniyetini idrak etmeli ve kendilerini daima ölçülü ol­ maya alıştırmalıdırlar. Kıbrıs harekatı, bu bakımdan da bir ders olmalıdır. Bu seferlik bize yakışmayan bu aşırılık­ ları milletteki görülmemiş

bayram sevincinin bir yanlış

serpintisi olarak affedip geçebilirz.

68


KIBRIS HAREKATININ YORUMU TEliLİKELER

28 Temmuz 1974 Kıbrıs har.ekatı şüphesiz bir çok tehlikeleri ve riskle­ ri beraberinde

taşıyordu. Harekatın başarısiyle bu tehli­

kelerin bir kısmı aşılmıştır. Harekat askeri zafer, adanın beşte birinin işgali, Yunanistan'ın

burnunun

kırılması,

Türk hapishanesinden farksız olan Kıbrıs'ta siyasi ve tisadi bir koridor açılması ve Türkiye'nin

ik­

teşebbüsü ele

geçirmesi kazançlarının yanı..�da ; ateşin dışarı sıçraması, yabancı devletlerin müdahalesi ve bir Akdeniz, dolayısiy­ le dünya harbinin patlak vermesi

tehlikelerini aşmıştır.

Ancak bazı tehlikeler aşılamamış

veya olduğu gibi dur­

maktadır. Aşılamıyan

bir

tehlike harekatın

vaktinden önce

durdurulmasıdır. Maalesef askeri harekat pişmeden, ada­ nın tamamını veya hiç olmazsa yarısını

işgal altına ala­

cak ikinci

gelip çatmıştır.

safhaya

geçmeden, ateşkes

At�şkeste Yunanistan'ın Türkiye'ye taarruz tehdidi bizim için elbette ki hiç bir rol oynamamıştır. Fakat bir Türk Yunan harbi NATO'yu ve Amerikayı ürkütmüş, ayrıca savaşın bir Amerikan - Sovyet

çatışmasına dönüşmesi

ihtimalleri her iki tarafı da tedirgin .etmiştir. Bunda ise kimseyi kınamamak lazımdır. Kıbrıs gibi bir yerde uzun

69


süreli bir tırmanma savaşı yapılmasına dünya şartlarının müsait olmadığına ve ancak baskın şeklinde bir olup bitti harekatına göz yumulabileceğini yukarda işaret etmiştik. Allah için göz yumma hizmetini çeşitli sebeplerle,

herkes

yapmış üç günlük savaşa kimse karışmamıştır. Fakat so­ nunda ateşkeste her taraf ittifak etmiştir. Güvenlik konse­ yinde kararın ittifakla çıkması bu bakımdan manidardır. veya Amerika itiraz etmemiştir.

Biri, mesela Sovyetler

Neticede Amerika'nın ağırlığını

koyması ile ateşkese gi­

dilmiştir. Harekatın sonunda,

Kuvvetli Amerikan,

Sovyet ve

İngiliz deniz filolan, kendi vatandaşlarını tahliye adı

al­

tında, adaya karşılıklı yaklaşmıştır. Üç beş yüz sivili tah­ liye için içlerinde uçak gemilerinin de bulunduğu bir sürii harp gemisinin sevkedilmesi aslında tahliyenin bir bahane çok yükseldiğini

olduğunu ve ada etrafında tansiyonun göstermekte idi. Bu durumda ağırlığını koyması ve

Amerika'nın ateş kes için

Türkiye'nin de buna uyması tabii

idi. Nitekim böyle olmuş. Amerika ateş kesi istemiş ve Türkiye'de buna uymuştur. Ateş kesi Amerika'nın sağla­ dığ1, başta Nixon olmak üzere da açıklanmıştır.

Yoksa

bir çok kimse

Türkiye'nin

Milletler istedi diye, ateşi kestiğini

mahut

tarafından Birleşmiş

zannetrn.ek safdillik

olur. O, işin merasim tarafıdır ve daha çok Birleşmiş Mil­ letiere itibar kazandırmak içindir. Bu

sebeple. Birleşmiş

Milletler'in ateşkes çağrısının manasız teferruatı ve ger­ çel{çi olmayan

maddeleri asla Türkiye'yi

bağlayamaz.

Türkiye yalnız ateşkese uymuştur. O da, Birleşmiş Millet­ ler istediği için değil, müttefik Amerika istediği için. Her kes bunu böyle bilmeli ve Türkiye derhal bunu ilan da et­ melidir. Aksi takdirde, harekatın aşamadığı ke, yani Birleşmiş Milletierin

70

işe

başka bir tehli­

karışması tehlikesi bütün


vehametile ortaya çıkacaktır.

Türkiye'nin erken bir ateş

kes tehlikesini aşamaması normaldir. Ama Birleşmiş Mil­ letierin işe karışması tehlikesi mutlaka aşılmalıdır. Türki­ ye İsrail'in ve Arapların veya komünist devletlerin Birleş­ miş Milletiere gösterdiği itibardan daha fazlasını göster­ memelidir. Onlar veya başkaları Birleşmiş Milletleri kendi işlerine ne kadar kanştınyorlarsa, Türkiye'de ancak o ka­ dar karıştırabilir. Kıbrıs davasında Türkiye'nin başında, bir de, bir Birleşmiş Milletler

belası

vardır. Bu belamn

zararıanın azaltmak için ona kolunu fazla kaptırmamak gerekir. Kıbrıs meselesini Türkiye Birleşmiş Milletler plat­ formundan çekip bir Türk-Yunan ve müttefikleri mese­ lesi yapmazsa çok acemilik etmiş olur. Kıbrıs harekatı ile gelen başka bir tehlike, ele geçi­ rilmeyen

bölgelerdeki ve

müdafaasız

harekat

Türk varlığının

rumdur. Adadaki

Türk varlığının

eden bu Türkler Rumiann iyi

sahasından uzaktaki

içine düştüğü korkunç du­ beşte dördünü

teşkil

bilinen akıl almaz vahşet­

lerine maruz kalmışlardır. Yalnız Limasol'da bin

Türkün

toplanıp katledildiği, on bin Türkün de zorla askeri

he­

deflere hapsedilerek Türk

uçaklannın bombalarına ma­

ruz

bildirilmiştir.

bırakılıp

öldürüldüğü

Daha bir

çok

yerlerde de insanlık dışı Rum katliam ve tecavüzleri yü­ rütülmüş ve yürütülmektedir. Böylece adadaki Türk var­ hğı inanılmaz tehlikeler karşısındadır. Şin-;.di Türkiye, bu Türklere "keşke Türk çıkarması olmasaydı" dedirtıneye­ cek çareleri düşünmenin derin müşkülatı içindedir. Kıbrıs'ta başka bir tehlike de son

çare ve kurtarıcı

olarak kabul edilen Türk müdahalesinin kısa sürmesi yü­ zünden, tamir edilmez

bir ümit kınklığına sebep olması

idi. Erken ateşkes, sınırlı bir netice Türk katliamı ve sİ·· yasi gelişmelerin aldığı istikamet dolayısiyle, Kıbrıs Türk topluluğunun bu son ümidinin kınlmağa yüz tuttuğunun

71


belirtileri görülmeğe başlamıştır. Böyle bir ümit kınklığı Kıbrıs'taki Türk varlığınin geleceği için son derece tahrip­ kar olacaktır. Kıbrıs harekatının ortada duran başka bir tehlikesi de muntazaın çarpışmadan kaçan aslında korkak Yunan­ lıların ve Rumların işi çeteciliğe dökmesidir. önce İngi­ lizlere karşı sonra kendi aralarında bu işin talimini zaten uzun zamandan beri yapmış ve tecrübe kazanmışlardır. Fakat Kıbrıs harekatında en büyük tehlike hareka­ tın neticesiz kalması, verilen savaşın kazancının heder edilmesi, Kıbrıs davasının kesin çözüme bağlanmaınasıdır. Maalesef bu tehlikenin belirtileri ve bugünlerde hemen suyun yüzüne çıkmaya başlamıştır. Eğer Türkiye kendi­ sini toparlaınaz ve kesin neticeyi elinden kaçınrsa, işte o zaman, yalnız verilen şehitlerin kemikleri değil, Akdenizin dibinde huzurla edebi uykusuna daimağı düşünen Kocate­ pe'nin mübarek çelik gövdesi de sızım sızım sızlayacak­ tır. Kıbrıs'ta kesin çözüm Kıbrıs haritasını değiştirmek­ tir. Kıbrıs harekatı yalnız ve yalnız bu maksatla yapıl­ mış ve haritanın değiştirilmesi için ilk sağlam adım atıl­ mıştır. Artık şimdi Türkiye'nin hududu Antalya'dan Ana­ mur'dan değil, Kıbrıs'ın ortasından, Lefkoşe'den geçmek­ tedir. Türkiye için bugün Kıbrıs'ta tek tez vardır : Ya tak­ sim, ya Kıbnsın tamamı. Bunun için Türkiye yeni feda­ karlıkiara da hazırdır, hazır olmalıdır. Başka bir tez, üçüncü bir şık Türkiye için yoktur. Olmamalıdır. Türkiye Kıorıs harekatından sonra artık her türlü pamuk ipliği veya fasit daire formüllerinden vazgeçmek zorundadır. Tabü, bunun için de Türk hariciyesi aklını başına toplama­ lı, Türkiye Kıbns politikasını derhal de:ğiştirmelidir. Artık 1960 anlaşmalarına dönülemez. Londra ve Zü­ rih anlaşmaları aslında dört elle sarılacak metinler değil, 72


ihmal yüzünden kaçan fırsatlar karşısında

çaresizlik yü­

zünden tutulan son daldır. Türkiye'ye sağladığı tek imkan da Kıbrıs'ta

bir Türk alayı

bulundurmaktır. Garantör

devlet olarak sağlar göründüğü

müdahale hakkının ise

aslında işler bir şey olmadığı açıkça görülmüştür. Müda­ hale hakkının kullanılmasını

kimse istememiş, müdahale

anlarında da herkes bunu durdurmaya çalışmıştır. Esasen Birleşmiş Milletler

üyesi müstakil bir

devlet kurmakla

müdahale hakkı kendiliğinden ortadan kalkmıştır. Eğer, Türkiye bugün Kıbrıs harekatını yapmışsa, bu ilan edil­ diği gibi müdahale hakkını kullanmak dE;ğil, zor kullan­ mak, milli hakları için Türk ordusunun kalıredici kuvveti­ ni kullanmaktır. Müdahaleyi

meşrulaştıran şey aslında

bu kuvvettir. Bugün herkesin Türkiye'ye hak verir görünmesi

ve

Yunanistan'ı kınamasının Türkiye'nin müdaahle hakkına saygıdan ileri geldiğini

sanmak tamamiyle

gülünçdür.

Onun ayrı sebepleri vardır. Mesela bugün, kendi tezi ba­ kımından, Türkiye haklıdır diyen Sovyet Rusya, daha dün, Erenköy müdahalesinde Knışçef'in ağziyle "Türkiye Kıb­ rıs'ı bombalayamaz"

diye protestolar ve tehditler savu­

ruyordu. Kıbrıs'ta Makarios veya benzeri Rum idaresine dön­ mek Türkiye için hiç bir şey ifade etmez. Yalnız 1963'ten sonraki anayasa dışı idar.eye değil, ondan önceki anayasa içi idare de hiç bir şey ifade etmez. Easesen Kıbrıs anaya­ sası manasızdır. Kıbrıs devleti manasızdır. Londra ve Zu­

rih anlaşmalarını meflfı•ç hale getiren ve her zaman geti­ recek olan husus da kendi içlerindeki bu manasızlıktır. Kıbrıs diye ayrı bir millet yoktur,

hem de biribirine

düşman iki milletin bir arada yaşamağa mahkum edilmek istı:.-nen iki cemaati, iki uzantısı vardır, Kıbrıs diye bir va-

73


tanda yoktur. Bu noktada ise ortada sadece Anadolu de­ nen vatanın tabii bir parçası mevcuttur. Türkiye için müs­ takil Kıbrıs devleti demek biri batıda , birisi güneyde

iki

Yunan devleti demektir. Bu sebeple, Kıbrıs meselesinde artık ağızlarda sakız haline

getirilen

anlaşmalardan,

"Kıbrıs'ın bağımsızhğı,

toprak bütünlüğü ve egemenliği"

de manasızdır. Kıbrıs

kim ; Türkçesiyle, istiklal, toprak bütünlüğü ve hakimiyet kim? Türkiye bu manasız ve suni

devleti kabul edemez,

etmemelidir. Türkiye kendisini Londra ve Zürih anlaşma­ larının bu manasızhğından, tabir caizse Londra ve

Zürih

anlaşmalarının tembelliğinden kurtarmak zorundadır. Açık söylemek ger.ekir ki aslında müstakillikle müda­ Birleşmiş Milletler statüsü

hale, Kıbrıs anlaşmalan ile

bağdaşmaz. Makarios Kıbrıs devletini

derhal açıkça bir

Rum devleti haline getirirken bu tezattan faydalanmiŞ ve tam destek görmüştür. Bu sebeple, Kıbrıs meselesinde artık

anlaşmalardan

anayasadan falan bahsetmek Türkiye için tamamiyle ma­ nasızdır.

Yapılacak tek şey

Kıbrıs'ı devletlikten çıkar­

maktır. Kıbrıs devlet kaldıkça, Türkiy.e'ye de Türklere de asla huzur gelmiyecektir. Eğer Kıbrıs

devlet kalmakta

devam edecekse, Türkiye'nin Kıbrıs'ın kaybını sineye çek­ mesini ve ikide bir Türk Milleti'nin yüreğini ağzına getir­ mekten vazgeçmesini büyük acı ile, fakat halisane tavsi­ ye ederiz. Zira, Kıbrıs'ta zaman

Yunanlı'ların Jehine çalışıyor.

Kıbns devlet olarak kaldıkça bu çarkı kimse geriye düremiyecektir. Vaktiyle Türklerde bugün Rumiara geçmiştir.

Bugünkü Türk akalliyetinin

bir yandan Rumlar tarafından

öldürülüp adım adım te­

ınizlenerek, bir yandan da çaresiz

14

dön­

olan ada ekseriyeti

göç .ederek,

Kıbns'ta


tamamiyle silinmesinin önüne "Bağımsız Kıbrıs" laafla­ riyle kimse geçemez. Oradaki kahraman Türkler şimdilik Türkiye ümidiyle

topraklarından

olmak

istemiyorlar.

Ama Rumlar'la birlikte yaşamaya, yani cehennem haya­ tı yaşamaya daha fazla mahkum edilirlerse, onları kimse orada tutamaz. Türkiye'nin Türkiye'ye göçü yasak etmiş olması kesin bir tedbir değildir. Onlar da İngiltere'ye ve­ ya başka bir yere giderler. Nitekim gitmektedirler. Rumlada birlikte

yaşamak, dostluk, olanları

mak, kardeşlik, demokrasi,

unut­

hürriyet, bölge barışı, cunta,

Makarios, Samson, Klerides, Gizikis, Karamanlis lafların, hayallerin, tercihterin hepsi boştur, manasızdır, masaldır. Düşmanın akılsızı akıllısından daha iyidir. Onun için Sam­ son, Makarios'tan Davos veya Yuanides, Karamanlis'ten, Yunan Cuntası Yunan demokrasisinden Türkiye için daha iyidir. Sanki Megalo ideayı Cunta ortaya çıkarmış, sivil­ ler, Papaandreu v.s. bütün Rumlar ve Yunanlılar enosisçi değilmiş, gibi Kıbrıs meselesini Yunanistan'ın rejim me­ selesi zanneden bizim hükümet

adamlannın

acemi de­

mokrasi nutukları ve gülünç sevinçleri, sadece kendilerini gerçeğin ve Türk çıkarlarının

dışına düşürmekten başka

bir işe yaramaz. Gerçek şudur ki, Yunanlılar Rumlar yediden yetmişe enosisçidirler. Yalnız bazıları derhal oldu bitti ile ; bazıları zamanla sindire sindire, kanıra kanıra enosis peşindedirler. Makarios'un

"bağımsız

Kıbrıs'ı askıya

Kıbrıs"ı

alınaktan başka

muhaddes enosis için bir şey değildir. Cunta

enosisi icat etmiş değil, sadece yüzüne mıştır. Mavros'un veya Klerides'in Samson'un ağzı arasında fark

gözüne bulaştır­

ağzı ile Grivas veya

görmek, ancak bizim saf­

dil ve cahil politikacıların harcıdır. Kıbrıs davası bu nev­ zuhur politikacılara, bu

İsmet Paşa torunlarına,

İsmet 75


Paşa ekolünün k alıntilanna bırakılamaz. Atatürk'e dön­ mek lazımdır. Kıbrıs'ta Yunanistan ve Rumlar erken veya geç bir enosis istiyorlar. Komünist dünya, NATO'nun güney kanadında daimi bir ihtila.f kalsın, çatışma ve

huzursuzluk

devam etsin,

Kıbrıs'ta komünistler güçlenerek zamanla adayı ikinci bir Küba haline getirsinler, Nato üssü haline gelmesin diye ; İkinci Dünya Harbinden

sonraki,

işleri pamuk ipliğine

ba.ğlayan ülkeleri, şehirleri ikiye bölen, zayıf noktalar ya­ ratan alemşumul komünist stratejisine uygun olarak, iki cemaatı zorla bir arada tutan sun'i federatif "tam ba­

ğımsız,

toprak bütünlüğüne sahip , egemen" Kıbrıs davası

peşindedir. Amerika bilhassa NATO'nun

güney kanadında hu­

zuru sağlamak ve mümkün olursa ileride NA TO üssü ola­ rak faydalanmak için, Orta Doğudaki petrol gölünün ve Süveyş'in tepesinde, Doğu Akdeniz'de sağlam bir nokta ortaya çıksın diye adadaki Türk-Yunan ihtila.fının bit­ mesini istemektedir. Amerika'ya göre Türkler itiraz et­ mezse ada Yunanistan'a, Yunanlılar razı olursa ada Tür­ kiye'ye ilhak edilmelidir. Tabii kendilerine karşı daha yu­ muşak başlı oldukları için Yunanistan tercih olunur.

Ama

her iki taraf itiraz ettiğine göre, tek yol adayı taksim et­ mektir. Böylece Amerikan tezi gelip

adamn taksiminde

düğümlenmektedir. Daha baştan, ta Acheson'un taksim planından

beri

bu böyledir. En büyük taraf olan Türkiye'nin ise Kıbrıs tezi yok­ tur denilebilir. Kıbns Türktür demiş, sonra

dün taksim

demiş, nihayet bugün solcu bir iktidann idaresinde, güya

76


tarafdar ve destek kazanarak dengeyi kurmak ve enosise bu yolla mani olmak üzere Moskova'nın fcderatif "bağım­ sız Kıbrıs" tezini benimsemiştir. Rumların enosis için iki kozları y.et, diğeri lngilizler'e

vardır. Biri ekseri­

karşı verdikleri

ve İngiliz yüksek

komiserinin yatağının altına bomba koyacak kadar

ileri

giden sözde istikl81 mücadelesi. Buna mukabil Türkiye'nin tarihi, coğrafi, geopolitik

hakları, üstünlükleri, bir nevi

toprak ekseriyeti, toprak self

determinasyonu ile bugün

Kıbrıs harekatı sonunda yarattıkları ve Rum istiklal mü­ cadelesine benzemeyen gerçek

fiili durum kozları vardır.

Türkiye bu kozlan heder edemez, etmeme!idir. Anlaşmalar, arkalannda kuvvet olmazsa daima

boş

kağıt parçalanndan ibaret metinlerdir. Onlara can ve ge­ çerlik veren yalnız ve yalnız

mevcut

kuvvet dengesinin

hukuki kılıfı olmaktan ibarettir. Kuvvet dengesi bozulun­ ca kılıfı da ortadan kalkar ve yeni bir kılıf bulunur. Bugün Türkiye Kıbrıs'ın yanlış v.e haksız eski kuv­ vet dengesini bozan, böylece yeni bir kılıfı

gerekli kılan

bir fiili durum yaratmıştır. Şimdi oturup o kılıfı bulmağa çalışacaktır. Bunun iç� yapılacak tek şey Amerilta ile baş başa verip taksimi gerçekleştirrnektir.

Taksimi · yalnız Türki­

ye'yi yanına almış bir Amerika gerçekleştirebilir. Bunun Yunanistan'a tatlılıkla veya zorla

kabul ettirecek

tek

kuvvet Arnerikadır. Amerika Türk desteğini görürse bü­ tün dünyaya da bunu empoze edecek tek kuvvettir. Türki­ ye ve Yunanistan'ın böyle bir karanna

herkes seyirci

kalmağa mecburdur. Bu itibarla Ecevit hükümeti derhal Kıbrıs politikası­ nı ve federatif, birlikte yaşayan, "bağımsız" Kıbrıs

tezini

77


değiştirmelidir. De,ğiştirmezse bu hükümet

değiştirilme­

lidir. Hükümetin Erbakan kanadı Kıbns konusunda gerçe­ ğin ve Türkiye'nin menfaatlerinin

tam ortasındadır. Bu,

hükümet bakımından büyük bir şanstır. Eğer hükümetin CHP kanadı Erbakan'ın Kıbrıs görüşüne gelmezse hükü­ met derhal değiştirilmelidir. Suyu geçerken at değiştirilmez

diye . Kıbrıs hareka­

tının boşa çıkmasına müsaade etmek kimsenin hakkı d�­ ğildir. Bu hükümet iç politikada

yarattığı çalkanWarla

düşmek üzere iken imdada, dış politikanın kıta salıanlığı ve Kıbrıs meselesi yetişmiştir.

Eğer Kıbrıs

konusunda

doğru teze hizmet edecekse devam .etsin. Yoksa, Üstündağ gensorusunda dış politikanın hatırı ve nezaketi için men­ fi oy vermemiş olan MSP kanadı

her halde

durumu sineye çekemez. Dış politikanın

bu sefer de

hatırı için ikti­

darda kalan bugünkü koalisyon yine dış politikanın hatı­ rı için tabii akıbetini bulmuş olur. Hükümetin değiştirilip CHP'nin iktidardan uzaklaştırılması ile Türkiye bu ktirik anda zayıflamaz. bi18.kis daha kuvvetli,

kararlı ve azimli

bir duruma gelmiş olur. Tıpkı Yunanistan'ın bu kritik du­ rumda hükümet değiştirmekle kuvvetlenınesi gibi. Bütün milliyetçi partiler CHP kanadına, önce, Kıbrıs tezini de- ' ğiştirip herkesin benimseyeceği milli bir tez etrafında bir­ leşmeği teklif etmeli, olmazsa koalisyon bozulup

süratle

parlamento yeni bir hükümet çıkarmalıdır. Kıbrıs harekatımn heder edilmesine Türkiye'nin hammülü yoktur.

78

ta­


St!PER TVRKtYE� St!PER ORDU

29 Temmuz 1974

Yalnız Kıbrıs hareka.tı değil. Yunanistan'ın bütün tavn ve Türkiye'nin karşısına çıkardığı tehlikeler, Türk ordusunun kudreti bakımından bugün karşımıza yepyeni ve acil bir hedef de çıkarmış bulunmaktadır. Bu hedef, mübarek Türk ordusunun bugünkü yüksek kudretinin çok üstünde yeni bir vurucu güç, meydana ge­ tirm.ekdir. Bu güç Türk ordusunun bugünkü kuvvetinin en az iki misli olmalıdır. Hem karada, hem havada, hem denizde. Hedef bugünkü beş yüz bin kişinin, bir milyonluk bir orduya dönüştürülmesi olmalıdır. Havada bin (1000) uçaklık bir varlık ; denizde ayrı ayrı Karadeniz filosu, Ege filosu, Akdeniz filosu olmak üezere üç filodan kurulu çok büyük bir donanma, ilk he­ def olarak bir an önce gerçekleştirilmelidir. Türkiye, Amerika ve Sovyetlerden sonra bölgede en büyük güç olmalıdır. Bugün de böyledir, fakat ka.sdetmek istediğimiz, kalıredici en büyük güç olmaktır. 79


Bir Yunanistan Türkiye'yi

tehdit mi edebilmelidir ?

Yunanistan ve emsali, Türkiye limanıanna ve donanma­ sına yıldırım taaiTUzu yapmak planlarını aklından değil, hayalinden bile geçirememelidir. Türkiye'yi böyle bir çaydırıcılık gücüne, her ne paha­ sına olursa olsun, gerektiğinde tırnaklarırmzı etimize ge­ çirerek, mutlaka kavuşturmak mecburiyetinde olduğumu­ zu unutmamalıyız.

Sağlam ve büyük bir ordunun ekonomiye ve sosyal yapıya bağlı

sağlam ve büyük bir olduğl.'nu da unutma­

dan, bunda israr ediyor ve konuda imkanları aşmak za­ rureti ile karşı karşıya olduğumuzu tekrarlamak

istiyo­

ruz. Bu satırlar bir harp heyecanı ile yazılmış ölçüsüz di­ lekler olarak kabul edilmemeli. Türkiye'nin geopolitiğinin icabı karşısında soğukkanlılıkla yapılmış teklifler olarak görümelidir. Türkiye'nin geopolitiği ; içinde Boğazlar,Asya ve Av­ rupa arasında uzayan Anadolu köprüsü, Kuzey ve Güney arasındaki Türk seddi, petrol çemberinin merkezi, yangı­ na komşuluk, müdafaası güç uzun ve açık hudutlar, çok ko�ulu olmak gibi hassas noktalar ve zaaflar taşımakta­ dır. Böyle bir geopolitikte kims.e normal ölçüler içinde kal­ maktan bahsedemez. Aziz askerlerimiz bu gerçeği

herkesten

önce idrak

etmişlerdir. Bir müddetten

beri büyük kumandanların,

canlannı dişlerine takarak

Deniz ve Hava Kuvvetlerini

Güçlendirme Vakıflarını kurmaları ve yürütmeleri, milli harp sanayünde, durmadan israr etmeleri hep bundandır. Türkiye'nin geopolitiği üç Türk ordusundan her biri­ nin vuruş gücünü bugünkü bütün ordunun vuruş gücü se-

80


viyesine çıkarmayı gerektirmektedir.

Son hadiseler gös­

termiştir ki, tehlike, hiç istemediğimiz halde, her an kapı­ mızı çalabilir. Bugün Yunanistan'dan, yarın başka taraf­ tan .... Türkiye, ne yapıp yapıp, böyle bir süper ordu gücünü yaratmak üzere bugünden harekete geçmelidir. Son Kıb­ rıs harekatından

alacağımız, istikbale dönük ilk ders bu­

dur. Kahraman ordumuz, Kıbrıs başarısiyle, bu mukaddes ilitimama nasıl layık olduğunu bir ker.e daha göstermiştir.

81


ŞU YUNANİSTAN .31 31 Temmuz 1974 İkinci Dünya Harbi içindeydik. Balıkesir lisesinde ya­ tılı talebeydik. Almanlar

görünüşte,

Balkaniara sıçratmış bulunan

harbi çoktan beri

ve aylardır

Arnavutluk

cephesinde bocalayan, kendileri için müttefik değil, ayak bağı olan İtalyanların yardımına koşmak : fakat bilhassa yakında girişecekleri

büyük Rusya taarruzunda sağ ka­

natlannı ve cephe gerisini emniyete almak için, Balkanla­ n işgale başlamış ve bir yıldınm harekatı ile Selanik'e in­

mişlerdi. Bir gece okul idaresi bütün yatılı telebeyi topla-, mış, hepimizin eline kocaman birer

paket tutuşturarak

bizi nizaıni bir yürüyüşle istasyona sevk etmişti. Vazife­ miz o gec.e Balıkesir'den geçecek olan bir trenin yolcuları­ na yardım malzemesi ve hediyeler da;ğıtmaktı. Tabit her tarafta karartma vardı. Peronda sıralana­ rak karanlıkta, uzun uzun, gelecek katan bekledik. Niha­ yet tren · istasyona girdi. Gelen misafirler Yunan askerle­ riydi. Almanlar Selanik'e girince,

Batı Trakya'da tecrit

edilmiş olan Yunan birlikleri, canlarını kitleler halinde Türkiye'ye

kurtarmak için,

iltica etmişlerdi. Türkiye de

onları Tekirdağ üzerinden Eandırmaya geçirerek trenlerle Ege'ye sevk ediyor ve Yunan adalarına kıçararak tekrar Almanların karşısına dikiyordu

82

Hareket, geceleri ve bü-


yük bir gizlili kiçinde yapılıyordu. Fakat her an Almanİa­ rın haklı gazabını çekebilir ve yangını tırabilirdi. Almanlar

o günlerde

Türkiye'ye bulaş­

yirmi dört saatte bir

memleket �gal ediyor, bazan da bir kaç saatte bir devle­ ti haritadan siliyorlardı. Sığınan Yunan birliklerini enter­ ne edecek yerde, tekrar

Almanıann

karşısına çıkaran

Türkiye, böyle bir zamanda pek ala harp tehlikesini göze alıyor, karşılarından kaçan birlikleri takip edip zararsız ha­ le getirmek üzere Türk topraklarına girmek i çin Almanla­ rın eline mükemmel bir bahane veriyordu. Kafilenin içinde Türk soylu perişan askerler de vardı. Türkiye bu Türkleri bile ayırınayı düşünmüyor ,Türk

çocuklarım yad ellerde

yad ülkeler için ölüme göndermekten geri kalmıyordu. Ni­ çin ? Yunanistan'a yardım için ... Bu Türk

merhametinden

1974 Yunanistan

marazı­

nın, hasıl olması ne güzel değil mi ? Gerçekten,

merhametten

maraz hasıl

olacağını bil­

diren Türk ata sözü sanki Yunanistan için söylenmiş gibi­ dir. İki milletin bin, daha doğurusu beş yüz senelik mü­ nasebetlerini .ele alın : Türk tarafından daima merhamet, Şefkat, himaye, dostluk, insanlık ; Yunan hile, nankörlük, düşmanlık, vahşet Yunan düşmanlık

ve vahşeti

tarafında kin,

görürsünüz. Öyle ki

karşısında

Türk tutumu

merhamet hudutlarını çoktan aşarak bir gaflet, bir saflık ve hatta onlara göre bir akılsızlık mertebesine ulaşır. Bu merhamet, insanlık, gaflet ve saflıkta neler yoktur, neler ? Yeri göğü ve denizleri titreten İstanbul'un genç Fati­ hi Sultan Mehmet hazretleri,

bütün Bizans artıklan ve

hiristiyanlar tir tir titrerken ve ölümlerden

ölüm bekle­

mek durumunda olduklarına inanırken, patrikhaneye şe­ ref veriyor v.e patrik Gennadios'a bütün kilise, manastır ve teşkilatı ile tam bir serbesti

lütfediyordu. Bu merha­

metler yalnız patrikanenin inat için bugün hala açılmayan

83


kapısında bir patriğin idamını icap ettirecek kadar azıtan beş yüz senelik Ortodoks kilisesi fitnesi ve yirminci asnn ikinci yarısında kasaba papazı Makarios hasıl olmuştur. Bu merhametten Mora isyanı, sayısız Yunan ayaklan­ ması ve vahşeti, Bakan faciası ve lstiklal Harbi do:ğmuş, fakat biz yine akıllanamamışız. Geçen asırdan beri tek mukaddesatı ve toprak kazanma metodu Türk kanı dök­ mek olan Yunanlllann karşısında adeta eli kolu, dili ve idraki bağlanmış olarak bir Eyüp Sultan sabn içine hap­ solup kalmışız. İstihlal Harbi'nin, yalnız Anadolu'yu istilaya kalk­ maktan ibaret kalmayıp, hamile Türk kadınlarının karın­ larını yararak dışanya çıkan bebekleri süngülerinin ucu­ ne takıp eğlenecek kadar, bu topraklardan, caniyane imha suretiyle, Türk varlığını kazımaya yönelen facialarından sonra, hiç Yunanistan'a dostluk eli uzatılır mıydı ? Uzattık ve bundan Edirne'ye ve lstanbul'a yıldırım taarruzları ha­ yal edecek ve planlıyacak bugUnkü Yunan generalleri doğ­ du. tkinci Dünya Harbi'nin sonunda Alman istilası çeki­ lir çekilmez, üç yüz bin komünistin tutuşturduğu iç harp­ ten sonra Yunanistan katmerli bir perişanlık ve bitkinlik içinde kalmıştı. O ağır günlerde fakir Türkiye, yetimleri­ nin boğazından keserek, Yunanistan'ı adeta çeşitli yardım nimetlerine boğmuştur. ·

İkinci Dünya Harbi'nde İtalyanlar Arnavutluk üze­ rinden Yunanistan'a hücum. edince, bu savaşa en çok üzü­ len biz olmuştuk. Bunda yalnız harbin Balkanlar'a sıçra­ yarak kapımıza dayanması endişesi yer almıyor, aynı za­ manda aziz komşu saydığımız Yunanistan'ın tehlikeye gir­ mesi yüzünden kapıldığımız hassasiyet de büyük bir yer işgal ediyordu. 84


lstikUU Harbi'nde savaşı biz kazanmıştık, fakat Lo­ zan'da İngiliz patronunun hiınayesinde, Yunanlılar, harbi sanki kendileri kazanmış gibi davranarak, Batı Trakya'yı, Atatürk'ün sevgili memleketi olan Selanik'i, Anadolu ada­ larını büyük bir tarihi haksızlık olarak elimizden almış­ lardı. Bugünkü Klerides ve Mavros'un ağzı ile Lefkoşe ve Cenevre'de Kıbrıs savaşını sanki kendisi kazanmış gibi' konuşan Yunanistan, o zaman, ma,ğliip oturduğu Lozan'­ dan öyle galip çıkmıştır ki, sonradan önlerinden vapurla geçen Başvekil İsmet Paşa bile kaybedilen Anadolu ada­ ları için "Bu kadar yakın mıydılar" diye hayıflanmaktan kendisini alamamıştır. Hele Oniki Adalar meselesi, büsbütün yürek yakıcı­ dır. Vaktiyle Kıbrıs'ı İngilizlere olduğu gibi, Oniki Adaları da İtalyanlara temelli olarak değil,adeta emaneten bırak­ mıştık. Günü gelince Türkiye'nin bu ayrılmaz parçaları elbet geri alınacaktı. Fakat sonradan Kıbrısta olduğu gi­ bi, Oniki ada meselesinde de, miskin dış politika yüzün­ den, iade muamelesini kaçırdık. Haritayı açın, Meis ada­ sını bulun" ibretle göreceksiniz ki, böyle bir yerin Yuna­ nistan'a verilmesi, Türkiye kadar, yani veren kadar, ver­ tliren ve alan için sadece utanç verici bir baksızlıktır. Türk ve Yunan münasebetlerinde bu gibi haksızlıklar sayınakla bitmez. Bu haksızlıkların içinde Patrikhane ve Kilise teşkilatından, İstanbul'da tıkır tıkır işleyen Rum okuHanna v.e ticaretine kadar çeşitli Yunan imtiyaziarına mukabil, Batı Trakya Türklerine karşı yürütülen siyasi, sosyal, kültürel ve nihayet bugünkü iktisadi zulümler vardır, Kendi tarihi eserlerimiz yıkılırken, şehrin ana meydanlarını köstebek yuvası haline getiren ve bu toprak­ larm adeta Türk olmadığını ispata yönelen aşırı bir Bi­ zans ve Yunan hayranlığı vardır. Türk kültürünü terk edip devlet parasiyle Yunan kültürünü, yalnız sokakta de85


ğil, masum

Türk

çocuklarının

körpe zihinlerine

karşı

okullarda da baş tacı etmek vardır. Tarih derslerinde Yu­ nan tarihine Türk vardır.

6-7

tarihinden daha çok sayfa ayırmak

Eylül hadiselerinden

sonra İzmir'de Yunan

bayrağını bir Türk bakanının eliyle direğe çektirrnek gibi akıl almaz davranış bile vardır. Hülasa, neresinden bakar­ sanız, bakınız, Türkiye'nin Yunanistan

bahsinin üstüne

ihtimarola örttüğü bir gaflet ve delalet perdesi ile karşı­ laşırsınız. Bugün de

7-8

milyonluk çelimine bakmadan emperya­

lizm peşinde koşan bir Yunanistan karşısındayız. Eleniz­ min vaz geçilmez hakkı diyerek

Kıbrıs'ın tamamını iste­

mekten, Ege Denizi'ni bir Yunan gölü yavmaktan, Türki­ ye'yi kendi sahilleri içinde hapsederek denizi olan, fakat denize hasre t kalan bir memleket haline getirmekten, Tür­ kiye'ye yıldırım baskınlar planlamaktan haya etmeyen bir Yunanistan karşısındayız. Bu Yunanistan'ın Türkiye bugün de bağazım

sıksa

canı çıkar. Bizden önce aldığı üç beş fantoma, ilk baskın­ dan sonra

6.

Filo'nun oraya girmesine

ve Hiristiyan Batı

dünyasına güvenen bu Yunanistan'ı, her zaman doğduğu­ na pişman edecek bir orduya Türkiy.e sahiptir. Fakat far­

zı muhal Türk ordusu olmasa bile, yalnız Türk halkı Yu­ nan sürülerini tırnakları ile didik didik etmeye yeter. An­ laşılan yalnız Batı Anadolu'nun değil, o zaman her nasıl­ so kurtuldukları Doğu ve · Batı Trakya'nın da kendilerine mezar olmasını istiyorlar. Türkiy.e artık bu Yunanistan

karşısında nihayet ve

son defa uyanmalıdır. Yunanistan artık Türkiye'nin dost­ luk, kardeşlik ve insanlık defterinden

ebediyen silinme­

lidir. Sahte dostluk ve kardeşlik nutuklarını tatlısu frengi hariciyecilerin

diplomasi nezaketlerinin bir santim bile

dışına taşırmamalıyız.

86


Geçen asırdan beri Yunanistan kendisini Türkiye'nin bir numaralı düşmanı mevkiine oturtmuştur. 60 seneden beri de Hiristiyan Batının, Türkiyeyi Viyanada başlayan geri itme tazyikinin, tek ileri karakolu olmak durumunda­ dır. Türkiye artık

Yunanistan'ın

bu israrlı

düşmanlığını olduğu gibi kabul etmek

ve gönüllü

mecburiyetindedir.

Yunanistan talip olduğu bu Türk düşmanlığının tek geçer­ li cevabı artık ayni şekilde

şaşmaz bir Yunanistan düş­

manhğıdır. Yunanistan Türkiye'ye hiç bir hayrı olmayan ve yal­ nız zararı dokunan hayırsız bir komşudan başka bir şey değildir. Komünist tehlike ve tehdidine karşı Yunanistan'ın Türkiye'ye vereceği hiç bir şey yoktur. NATO içinde de Türkiye bakımından fuzuli bir ağırlıktır. Türkiye

zaten

kuzey kıyılarında komünis t blokla temas halindedir. Yu­ nanistan bu tehdit için bir perde değil, bilakis Türkiye'nin Yunanistan siyaseti bu pardenin tamamiyle ortadan kalk­ ması hedefine yönelmelidir. Bir Yunanistan ortada kaldıkça, Türkiye rahat yüzü görmeyecektir. Türkiye bu küçük canavarın elini kolunu bağlamak ve hatta onu gerekirse ortadan kaldırmak için elindeki her kozu kullanmalıdır. Bunların arasında Yugos­ lavya, Arnavutluk ve Bulgaristan'la

işbirliği yapmak ve

Bulgaristan'a Batı Trakya'nın Yunan tarafındaki bitimin­ de bir koridor verer.ek komünist dünyanın Akdeniz'e açıl­ ması gayretlerini teşvik etmek bile vardır. Böyle bir ko­ ridor Türkiye'ye zarar vennez, bilakis Boğazlar üzerinde­ ki ezeli Rus tazyikinin

hafiflemesine yardımcı olur. Onu

o zaman İngiliz ve Amerikalılar düşünsün. Rusya'nın na­ sıl olsa, bugün değilse bile yann

Yugoslavya üzerinden

Akdeniz'e çıkacağını Palarka planı da göstermektedir. Bugün esasen halli imkansız görünen Kıbns davası halledilse bile, Türkiye'nin Yunanistan'la hesabı bitmeye-

8,7


cektir. Kıt'a salıanlığı ve Yunan emperyalizminin çılgın­ lıklan ortadadır. Her şey bu hesabın Yunanistan ortadan kalkıncaya kadar devam edeceğini göstermektedir. Türkiye bugünden itibaren artık bu hesabın icapları­ na adapte olmalı ve Yunanistan'ın çok hevesli göründüğü şaşmaz ve bitmez düşmanlık sandalyasından indirmek ham hayallerinden vaz geçmelidir. ras

88

Bu konuda her Türk'ün eviadına bırakacağı tek mi­ ancak şu olabilir : Yunan'dan dost olmaz.


AKTiF POLİTİKA 2 Ağustos 1974

Gazeteci Metin Toker, geçen gün bir yazısında İsmet Paşa'nın ölümünden sekiz ay sonra Türkiye'nin harbe gir­ diğine dikkati çekiyordu. Bu, şüphesiz bir vakıanm tespi­ tinden çok, bir hayıflanma idi. İsmet Paşa ekolüne mensup bir kimse için, bu şekilde hayıflanmak ve adeta İsmet Paşa'yı aramak elbette ki tamamiyle nonnaldir. Zira içte ve dışta bir çok kimsenin,

·

yine siyasi baskı yapıyor, blöf yapıyor, bir iki gösteriden sonra bu sefer de eskisi gibi gerisin geriye çark eder diye beklediği Türkiye, tahminleri alt üst ederek, nihayet uyu­ şulduğu üzerinden atmış ve harbe başlaml§tı. Hiç şüphe yok, İsmet Paşa olsa, İsmet Paşa'ya kalsa ne harp olur, ne de çıkarma kararı alınabilirdi. Bu sebeple, Kıbns ha­ rekatı bir bakıma İsmet Paşa politikasının

Türkiye'de

bitmesi, İsmet Paşa zihniyetinin tarihe karışması demek­ tir. Onun dizinin dibinde yetişenler, onun politikasında ke­ ramet bulanlar, ona a.lı§anlar buna hayıflanmakta tabii kendi açılarmdan tamamiyle haklıdırlar. Türkiye gibi münevveri az gelişmiş, geri kalmış, zi­ hin tenbeli olan memleketlerde, aklın ve ilmin hakimiyeti yerine, her şeyi umumiyetle bir takım kişiler, hazır for­ müller, sloganlar idare eder. Üstelik çok defa da ortalı89


ğa hakim olan şey bunlann yanlış yorumları ve esasın­ dan saptırılmış şekilleridir. Türkiye'nin dış politikasına bu şekilde hakim olan slo­ gan ise, bilindiği gibi, Atatürk'ün güzel bir sözüdür : Yuıt­ ta sulh, cihanda sulh ! Aslında çok doğru bir parola olan bu sözün manası cihanda sulhun şartının yurtta sulh ol­ duğu bu ikisinin birbirine bağlı bulunduğu ve birbirine te­ sir edeceği, her ne pahasına olursa olsun şeklinde bir ba­ rışın düşünülemiyeceği, bu esaslar dahilinde banşın ve barışçılığın aranacağıdır. Fakat Türk dış politikasında bu söz, çok yanlış d�erlendirilerek, pasifist bir politikanın formülü olup çıkmıştır. Halbuki yurtta sulh, cihanda sul­ hun icabı, şartı ve metodu pasif değil, yalnız ve yalnız ak­ tif bir dış politikadır. Cumhuriyet devrini dış politika bakımından dört dev­ reye ayırabiliriz. Birincisi Atatürk devresidir. Bu devrede Türk dış siyasetine tamamiyle aktif politika hakim olmuş­ tur. Yurtta sulh, cihanda sulh formülünün sahibi olan Atatürk, bu prensibi tabü en doğru ve örnek şekli ile tat­ Cik etmiş ve İstiklal Harbinin Türkiye'ye kazandırdığı prestij, üstünlük ve teşebbüs mirasını heder etmiyerek, büyük bir ustalıkla tam yerinde kullanmış't:ır. Dünya'da Türkiye'nin o zamanki itiban, Balkan paktından Sadabad paktma kadar Türkiye'yi çevretiyen bir çok anlaşma, dost­ luk ve ittifak çenberi hep bu aktif politikanın neticesi idi. Hatay'ın alınması ise bu aktif politikanın zirvesini teşkil etmiştir. Hatay meselesi Atatürk'ün bu bakımdan Türk dış politikasını tayin için miras olarak bıraktığı en büyük nirengi noktasıdır. Atatürk'ün aktif dış politikasına daha o devirde İnönü ayak uyduramamaya başlamış ve onun Başvekiliikten uzaklaştırılmasının esas sebebi de bu dış politika ihtilafı olmuştur. 90


Cumhuriyet dış politikasında ikinci devre Atatürk'ten sonraki 1nönü devresidir. Büyük bir kısmı İkinci Dünya Harbi içinde geçen bu devrenin politikası artık pasif poli­ tikadır. Kabul etmek 18.zımdır ki, bu devredeki dünya şart­ lan da Türkiye'nin İnönü'nün tabiatı icabı olan pasif poli­ tikaya oturtulmasını kolaylaştırmıştır.

Türkiye kabuğu

içine çekilerek ve 1ngilizlerin müttefikiyiz, Almanların dos­ tuyuz diyerek bu devrede harbin dışında kalmış, bunda da tabii çok iyi etmiştir. Fakat bu harp korkusu ile İnönü'­ nün içeride arslan kesilen, dışarıdt ise ürken mizacı birle­ şince, pasif politika, harbin dışında kalmak hudutlarını aşarak, Türkiye'nin kaderi olup çıkmıştı.

Oniki Ada'nın

kaybedilmesi, İkinci Dünya Harbinin sonundaki, o Türki­ ye'yi büyük tehlikelerle karşı karşıya

getiren korkunç

yalnızlık. Rusların Boğazlan ve Kars'ı, Ardahan'ı isteme­

si, harpten herhangi bir kazançla değil, bilakis Türkiye'yi kimsenin kaale almıyacağı büyük itibar kayıpları ile çıkıl­ ması, İngilizlerin Kıbrıs'ı Yunanistan'a

verrneğe hazırla­

nırken Türkiye'yi ve onun tarihi haklarını hiç hatırına getirmemesi, Türkiye'nin harbin sonunda güvenliğinin or­ tada ve askıda kalması, teşebbüs kabiliyetinden tamamiy­ le mahrum bir duruma düşmesi hep bu pasif politikanın ağır neticeleridir. Dış palitikada üçüncü merhaleyi Demokrat Parti dev­ resi teşkil eder. Bu devrede Türkiye pasif politikadan tek­ rar aktif politikaya geçmek gayretleri içine girmiştir. Ko­ re Harbine kaWmayı göze almak. Türkiye'nin askıda bu­ lunan güvenliğini teminat altına almak üzere NATO'ya gir­ me,ği başarmak ve Kıbrıs'ın Yunanistan'a

bırakılınasına

karşı çıkarak Londra ve Zürih anlaşmalan ile Türkiye'nin varlığını kabul ettirmek, Türkiye'de yeniden aktif poli­ tikaya dönüşün kesin belirtileri ve neticeleridir. Cumhuriyet devri dış politikanın dördüncü merhale­ sini 1960'tan sonraki devre teşkil eder. Bu devrede aktif

91


politikadan tekrar pasif politikaya dönüldüğü görülür. Türkiye'nin hayatında yine bir çeşit İnönü devri başla.­ mıştır. Çeşitli sebeplerle l'nönü'nün nüfuzu artmış, ikti­ darda olsun muhalefette olsun, bu devrede daima İnönü'­ nün ağırlığı ön planda kalmıştır. Bu devrede Türk dış po­ litikası, pasif politikanın neticesi olarak, bir yandan bü­ tün dünyada, fakat bilhassa Batı'ya karşı, şahsiyetini kaybetmiş, bir yandan da bu devrenin Türkiye bakımın­ dan başlıca dış politika · konusu olan Kıbrıs meselesinde · arka arkaya çeşitli tarihi fırsatları kaçırmıştır. Bu devre­ de Kıbrıs bombardımanı ile ve bilhassa Demirel'in fazla Yunan kuvvetlerini Ada'dan çıkarması ile bir iki silki.niş olmuş, fakat pasif pilitikanın miskinlik çemberini kırmak mümkün olmamıştır. Şimdi Kıbns harekatı ile Türk dış politikasının beşin­ ci devresi başlamış bulunmaktadır. Bu devre bugünlerde Türkiye'yi yeniden, hem de çok kuvvetli bir şekilde aktif politikaya, ta Atatürk devrinin aktif politikasma döndür­ m�tür. Türkiye artık dış politikada, çok şükür, üzerinden uyuşukluğu ve miskinliği atmıştır. Şimdi bütün mesele bu aktif politikayı tamamiyle yerleştirerek, artık bir daha pasif politikaya dönülmeyecek şekilde Türkiye'nin kade­ ri haline getirmektir. Aktif dış politikanın, tabii, bir takım şartları var­ dır. İlk şart kuvvettir. Kuvvetli bir ordu gücü ile destek­ lenmeyen bir politikanın, her devletin gözünün açılmış ol­ duğu bugünkü dünyada aktif hale gelmesi ve tesirli ol­ ması hemen hemen imkansızdır. Aktif ve tesirli politika askeri, iktisadi, jeopolitik ve sosyal kozlardan daima kuv­ vet almak durumundadır. Aktif politikanın ikinci şartı ehliyetli ve aktif bir ha­ riciyedir. Hadiselerin başında ve içinde olmayan, daima gerisinde kalan, başkalarının çevirdiği dış politika çarkıııa 92


sadece seyirci durumunda bununan, hariciyeciliği harici­ ye kalem efendiliği zanneden bir hariciye, ordu ne kadar kuvvetli olursa olsun memleketi, aktif bir dış politikanın nimetlerine kavuşturamaz. Aksine, kudretli bir hariciye bazan kovvet ve koz unsuru olmadan bile büyük fayda­ lar temin eden bir varlık gösterebilir. Aktif dış politikanın üçüncü şartı sağlam bir sosyo­ kültürel bünyedir. Bu şart aynı zamanda aktif ve yırtı­ cı bir hariciyellin de ilk şartıdır. Sağlam bir kültüre da­ yanmayan, kendi milli kültürünün ne olduğunu bilmeyen, _onunla beslenmemiş olan, memleketin nereden gelip nere­ ya gittiğinin farkında olmayan, yalıuz yaşadığı günü bi­ len, milli siyasetten ve hedeflerden mahrum bir cemiyetin de, onun hariciyesinin de aktif bir politika içinde başarı­ lı olmasına imkan yoktur. Kısacası, sağlam bir Milli Eği­ tim politikası olmayan bir devletin sağlam ve aktif bir dış politikası da olamaz. Aktif dış politikamn dördüncü şartı şahsiyettir. Şah­ siyet demek dünyamn merkezi olarak kendisini gönnek, bflşkalarının havasına kapılınama iradesini göstermektir. Bunun için de dış dünyaya kendisini teslim etmemek ge­ rekir. Aman ne derler, şu devlet bu devlet ne der, şu teş­ kilat ne der, şu yabancı şunu dedi, şu yabancı gazete şu­ nu yazdı diye başkalarının tavırlarına, fikirlerine ve hü­ kümlerine değer vermekteki çılgınlık bir cemiyetin başlı­ ca rehberi olursa, o cemiyetten yalmz aktif politika de­ ğil, hiç birşey beklenemez. Etrafı kollamak ve yoklamak, fakat onu fazla dinlemernek aktif politikanın can daman­ dır. Teşebbüsü elden kaçırmamak, müzakere masasına ha­ kim durumda durmağa bakmak aktif politikamn temeli­ dir. Nihayet aktif politikamn beşinci şartı gerçekçi olmak­ tır. Gerçeği elden bırakıp beynelmilel anlaşmalann ve dip93


lomasinin insafına güvenmekle aktif ve faydalı bir politika takip etmek mümkün değildir. İşte Türkiye'de aktif politikanın birinci unsuru olan ordu, kendimize göre, her devirde sağlam olmuş, fakat di­ ğer şartlar hep bozuk olduğu için umumiyetle pasif poli­ tika Türkiye'nin elini kolunu bağlamıştır. Şimdi Türkiye bu pasif politikadan silkinmiş bulunu­ yor. Bu sebeple, başta şanlı Türk ordusu olmak üzere, bu silkinişte payı olan herkes her türlü takdire ve tebrike la­ yıktır. Bu arada hükümetin hissesini, muhalif muvafık her­ kes, kemaliyle teslim etmekten geri kalmamaktadır. Hü­ kümet ve bilhassa Ecevit parlak bir iş yapmış, umulmadık bir başarı göstermiştir. Gerçi Ecevit'in iç politikada

yarattığı talihsizlikler­

den sonra böyle bir dış politika hareketini fırsat bildiği doğrudur. Esas amilin, kararın ve başarnun asıl sahibi­ nin Türk ordusu olduğu doğrudur. Millete on senelik bek­ leyişten doğan azınin ve sabır tükenikliğinin,

hükümeti

böyle bir karara iten milli bir destek teşkil ettiği doğru­ dur. Dış politika davalarında

muhalefetle iktidann yek

vücut olması şeklindeki ananenin devam ettiği, parlamen­ tonun deste,ğinin sağlanacağının belli bulunduğu

doğru­

dur. Yunan cuntasının, komünistleri ezdiği için Komünist blokta, hürriyeti tehdit ettiği için Hür Dünya'da, müda­ halenin dış şartlan bakımından kullanılmaması çok akılsız­ lık ve beceriksizlik teşkil edecek bulunmaz bir fırsat yarat­ tığı doğrudur. Fakat buna rağmen menşei

bakımından

Ecevit kendisini aşmayabilir ve hareketsiz kalabilirdi Gerçek odur ki Ecevit Kıbns

karan ile Türkiye'ye

NATO'yu kazandıran Menderes'i aşmamıştır. Fazla Yu-

94


nan kuvvetlerini Kıbns'tan çıkartan Demirel'i aşmamış­ tır. Fakat İnönü'yü ve İnönü paraletindeki diğer Başba­ kanlan aşmıştır. İnönü ve CHP ekolünün ananevi pasif politikasını, tabir caizse, CHP'nin makfi.s talihini aşmıştır. Bu, Ecevit'in kendi kendisini aşması demektir. CHP'nin bugünkü durumunda bile, hatta bugünkü sola yatkın ve milli kültüre, milli siyasete sırt çevirmiş durwnuna rağ­ n:ıen, böyle bir davranış büyük bir başandır. Ve Ecevit'in asıl başarısı budur. Yoksa, bu son fırsatta hangi hükümet olsa ordunun müdahale karanna evet derdi. Çıkarma karannda önce tereddüt ettiği, sonradan katıldığı söylenen Demirel ve Ni­ hat Erim de olsaydı, başka türlü yapamazlardı. Şimdi Ece­ vit iktidardadır ve müdahale karanna, Allah için, büyük bir enerji ile damgasını basmıştır. Başarısı milletin başa­ rısı olmuştur. CHP'yi ve kendi kendisini aştığı için bu ba­ şarı bir kat daha kıymettidir. Artık bu başan ile, yalnız kaybeditme yolunda olan Kıbns davasında tekrar bir şans doğmamış, fakat aynı zamanda Türkiye'nin değişmez ataletini kader yapan pa­ sif politika devri de kapanmı.ştır. Ecevit'i bu bakımdan da kutlamak lazımdır. Hatta biz, herkesin o kadar sinirine gitmiş olmasına rağmen, Turan Güneş'in Dışişleri Bakarn olmasını bu ba­ kımdan bir fali-hayır kabul ettiğimizi de söylemekte te­ reddüt etmiyeceğiz. Onun külhanbeyi edasının ve kabada­ yı tavırlannın bizim çıtkırıldım hariciyeye yeni bir ruh ge­ tirebileceğine, bunun zannedildiği gibi bir mahzur teşkil etmediğine kaniyiz. Protokol salıtetiği ile kabili telif gö­ rünmeyen bu tam ve edasını arkasında, Turan Güneş'te tuttuğunu koparan, elinden kolay kolay bir şey alınamaz, kararlı, ne istediğini bilen ve ona sahip çıkan, cerbezeli, 95


taviz vermiyen, çetin müzakereci vasıflannı müşahede et­ tiğimizi söylemezsek samimiyetsizlik etmiş oluruz. Ka­ naatimizce, başansızlık ihtimalinin tehlikesi Turan Güneş'­ te değil, hükümetin Kıbns tezindeki yanlışlıktadır. Henüz vakit varken bu yanlış düzeltilirse Turan Güneş'in, eline verilecek doğru tezi, babayani tavırlan ile beraber, başa­ nya götürebileceğine pekala güvenebiliriz. Cenevre Kon­ feransının neticesi de bunu göstermektedir. Unutmayalım ki, geçen asırdan kalma frak smokin hariciyeciliği, İkinci Dünya Harbinden sonra Amerikalı­ lar ve Ruslar tarafından alt üst edilmiştir. Artık bizim ha­ riciyecilerirnizin de diplomasiyi giyinip kuşanmaktan, otu­ rup kalkmaktan, kadeh tokuşturmaktan, salon adabından, döviz bozdurmaktan, merkeze gelmek korkusundan, iyi yere gitmek endişesinden ibaret görmemelerinin zamanı çoktan gelmiştir. Bugün hariciye demek aktif politika de­ mektir. Türkiye Kıbns harekatı ile bu yolu bulmuştur. Aman, bu politikaya devam..

.96


BİZİM BAŞBAKANLAR

9 Ağustos 1974

Türkiye, tarihi gelişmenin

kendisine yüklediği vazi­

felerin zamanla ağırlaşan şartlan karşısında yıpranarak, son asırlarda bir türlü kendisini toparlayamamış ve niha­ yet kaybedilen geniş Türk ülkeleri ile beraber imparator­ luğun ve devletin de yıkılınası faciası ile karşı karşıya kal­ mıştır. Bu yıkılışın en büyük sebebi ise, süphesiz, bugünkü dünyaya şekil veren başlıca amil durumunda bulunan sa­ nayi inkilabını Türkiye'nin kaçırmasıdır. 18. asnn sonunda buhann makineye tatbiki ile başlayan ve 19. asırda yer­ leşip gelişen sanayi inkilabı çağımızdaki teknolojik iler­ lemenin ve kalkınmış ülkelerdeki yükselmenin ana temeli­

dir. Türkiye, imparatorluğun yıkıntısından, son anda, bel­ ki küçük fakat yeni bir devlet çıkarmaya muvaffak ol­ muştur. Bu devlet bugün kırk milyonluk Türkiye h8.line gelmiş, üstelik elli senelik harpsiz bir sulh ve sükun dev­ resi yaşamak şansına da sahip

bulunmuştur. Fakat sa­

nayileşme, yani iki asırlık sanayi inkilabına ayak uydurma, Türkiye'de hala günün meselesi ve kavga konusudur. De­ nilebilir ki sanayi inkilabırun Türkiye ancak bir asır son­ ra Atatürk devrinde farkına varabilmiş, fakat tam şuuru­ na ise her halde daha sonra, ancak 1950'den sonra ulaş­ mıştır. Bugün bu idrakin tam zirvesinde, kaybedilen za-

97


manın telafisi ile uğraşmaktadır. Fakat çok geç kalınmış, bu iktisadi ve teknik gecikmeye diğer sosyal ve kültürel bulıranlar da katılınca, ortaya bugünün son derece ra­ hatsız ve sıkıntılı Türkiye'si çıkmıştır. Teknik ilerlemeyi ve kalkınmayı birçok devletler da­ ha geçen asırda, birçokları Birinci Dünya Harbinden önce bir çokları Birinci Dünya

Harbinden

sonra

birçokları

da İkinci Dünya Harbinden sonra başarın.ışken, Türkiye'­ deki bu kalıredici gecikmenin sebebi nedir ? Gecikmenin Cumhuriyetten önceki sebepleri oldukça bellidir. Hiç de­ ğilse o devreye sövüp sayarak kendimizi tatmin ediyoruz. Fakat, Atatürk gibi bir liderin de gelmiş olmasına rağ­ men, Cumhuriyet devrindeki elli senelik gecikmeye ne de­ meli ? Çağımızda elli sene, değil Türk milleti gibi istidatlı bir cemiyetin, nisbeten basit bir cemiyetin bile kalkınmış­ lık tahtına oturması için asla

küçümsenmiyecek bir za­

man bölümüdür. Türkiye niye bu elli senede mucizeyi ya­ kalayamamış, saadeti bulamamış, kalkınmasını tamamla­ yamamış, 1960'lardan 70'lere iç ve dış sayısız buhranlarla karşı karşıya kalmıştır ? Şüphesiz bunun bir çok siyasi, iktisadi, sosyal ve kül­ türel sebepleri vardır. Fakat bu sebeplerin en önünde ge­ len bir tanesi vardır ki, onu hepimiz kolaylıkla teşhis ede­ bilir, onda hepimiz ittifaka varabiliriz. Bu sebep zayıf devlet adamları, yetersiz idareciler,

mevkiini doldurma­

yan liderlerdir. Gerçekten, Atatürk hariç, Türkiye son de­ virde bir kaht-i rical krizinin devamlı olarak tam ortasm­ da kalmıştır. Bu yüzden Türkiye'de Atatürk'ün ölümün­ den sonra gittikçe ·kesafet peydalı ederek, çeşitli sahalar­ da sayısız bulıranlar birbirini kovalamaktadır. Kıbrıs bulı­ ham da bunlardan sadece bir tanesidir. Bütün bu bulıran­ lardan birinci derecede sorumlu olanlar elbette ki devlet adamlarıdır, idarecilerdir.

98


Şüphesiz sorumlu devlet adamlan denince her şey­ den önce akla hükümet üyeleri, başbakanlar, iktidar lider­ leri gelir. Bilhassa başbakanlar Türkiye'de yerleşmiş sis­ teme ve tatbikata göre başlıca sorumlu durumunda olan­ lardır. Bu bakımdan bizim başbakanları şöyle toptan bir tenkit ve mukayese süzgecinden geçirmek her halde ortaya faydalı bir d�erlendirme tablosu çıkaracaktır. Türkiye'de başbakanlan "memur başbakanlar, atılım­ cı başbakanlar" diye iki kısma ayırabiliriz. Atılımcı başbtı.­ kanlar Menderes, Demirel ve Ecevit'tir. Memur başbakan­ lar ise İnönü ve çizgideki diğer başbakanlardır. Memur başbakanlar statükocudurlar. Mevcudu tabii inkişafı içinde muhafaza ederek sızıltısız bir devlet idare­ si yürütmek bu tip başbakanların

başlıca

politikasıdır.

Bunlarda zaten yenilenmiş kurulu

düzene ve onun mü­

kemmeliyetine sahip çıkmak esastır. Bürokrasiye dayanan bir hükümet İcraatma önem verirler. Atılımcı başbakanlar ise mevcudu hiç yeter görmeyen, onu değiştirmek, tabii gelişiplin üstünde bir sıçrama getirmek peşinde olan lider­ Ierdir. Rahmetli İsmet Paşa statükocu, bürokrat memur tipi başbakanların şüphesiz en büyüğü idi. Bu tip başbakanlar bir önderin gölgesi altında, eğer ehliyetli iseler, fevkalade hizmetler yapabilirler. İsmet Paşa da Atatürk'ün kanatla­ rı altında fevkalade parlak bir başbakanlık yapmış ve dev­ leti ilk defa yerine oturtmakta büyük hizmet görmüştür. Onun içindir ki Başvekilliğinde

İsmet Paşa'yı,

yediden

yetmişe kadar, Türk milleti çok severdi. Atatürk ölünce Büyük Millet Meclisi oy birliği ile kendisini Cumhurbaşka­ nı seçmişti. Hiç şüphe yok, bu o zaman milletin de oy bir­

liği demekti, imkan olsa bütün millet eksiksiz ona rey ve­ rirdi.

99


Bu tip devlet adamlan, büyük önderi kaybedip kendi başlarına kalınca umumiyetle eskisi kadar başarılı olamaz­ lar. Gerçekten İnönü de Atatürk'ten sonra kendi başına kalınca hem milletin nazarında, hem de hizmet çizgisinde eski yerini muhafaza edememiştir. Ondan sonraki uzun si­ yasi hayatında İnönü'nün hiç seçim kazanam3.mış olması da bundandır. Yani İnönü ikinci adam yerinde son derece başarılı olmuş, birinci adam mevkünde ise hiç başarılı ola­ mamıştır. Memur tipi başbakanların diğeri de, ta Celal Bayar'­ dan Naim Talu'ya kadar, hep İnönü'nün Cumhuriyet bü­ rokratı çizgisinde kalarak, hükümet çarkını hemen hemen hep aynı şekilde döndürmüşler ve bu makineye vaziyeti idare etmekten fazla bir şey katmıyarak mutad işlerin yü­ rütülmesine nezaret etmişlerdir. Atılımcı başbakanlar ise Türkiye'yi mutadın dışına sürüklerneğe çalışmışlar ve Türkiye'nin kaderine yeni un­ surlar katmışlardır. Bu yeni unsurlar Türkiye'nin çehre­ sini çok değiştirmekle beraber, bütün sahalara şamil ol­ madığı için, belirli konuların içinde kalarak, topyekfın ka­ d:er harbini kazanınağa yetmemiş ve ancak belirli nokta­ larda cepheyi delme hareketinin başansı seviyesini aşa­ mamıştır. Yani bu atılımlarla Türkiye'nin makus talibini meydana getiren cephe parçalanmış, fakat tam netice bir türlü alınamamıştır. Türkiye'nin atılımcı ilk başbakanı rahmetli Mende­ res'tir. Menderes'in Türkiye'nin kaderine getirdiği başlıca yeni unsur Türk insanına kazanç şevkini ve ekonomik di­ namizmi aşılamak ve memleketin imarıdır. Denilebilir ki Türk insanı ve memleket, iktisadi ataletini Menderes'le birlikte üzerinden atmış, kazanmanın ve gelişmenin tadını derinden hissetmeye başlamıştır. Menderes'in Türkiye'nin 100


iktisadi potansiyeline üflediği bu ruh o zamandan bugü­ ne kadar m emleketin kalkınma aşkına ve faaliyetine can­ lılık veren başlıca amildir diyebiliriz. Fakat Menderes'in bu hizmetinin,

neticeye bakınca,

memlekette layıkıyle makes bulamadığım görüyoruz. Bu­ lamamış ve umulmadık bir netice ortaya çıkmıştır. Çünkü Menderes hareketi tek cepbeli olmaktan

ileri

gidememiş,

iktisat ve iınann dışına çıkamamıştır. Menderes nefesi ke­ silmiş olan iktisadi hayata teneffüs ferahlığı ve harap bir ülkeye imar sihri getirmiş, fakat bunların dar kalıpları içinde hapsolup kalmaktan kurtulamaıruştır. Bilakis siya­ si, sosyal ve kültürel diğer sahalan ihmal ederek memle­ ketin süratle bozulan muvazenesine hakimiyeti elden ka­ çırmıştır. Dengeli ve şümullü kalkınmanın anahtarını bu­ lamamanın yanında, ikinci olarak, Menderes tek cepbeli hareketinde de enflasyona yakalanmanın

müşkülatından

kurtulamamış ve hamlesini tamamlayamamıştır. Neticede o da bilhass a iınarda karar kılmıştır. Bu iki sebepten dola­ yı Menderes sadece hamleci ve imarcı bir başbakan olarak kalmaktan ileri gidememiştir. Bütün sahalan kavramayan, üstelik tek cephede

de nefesi kesilen bir

hamleeilik ve

imarcılık ise, atılımcı ve iddialı bir başbakan için, bilhassa Türkiye gibi bir memlekette, kafi değildir. Bu olsa olsa bir iktisat veya bayındırlık bakanının mükemmel, tatmin­ kar bir vasfıdır. Türkiye'de atılımcı bir başbakana kafi değildir. Nitekim kafi gelmemiştir. Eğer Menderes sıra­ dan memur tipi bir başbakan olsaydı, hiç şüphesiz sonun­ da kaybetmez ve sadece sırasını savıp geçerdi. Ama atı­ lımcı bir başbakan için bir iktisat veya bilhassa bayındır­ lık bakanında aranacak vasıf kafi gelmez. Menderes her hükümette ve her ülkede birinci sınıf bir imar bakanı ola­ cak kudrette idi. Fakat bu kudret Başbakan Menderes'e

kafi

gelmemiştir.

101


Türkiye'nin atılımcı ikinci Başbakanı Demirel'dir. De­ mirel'in Türkiye'nin kaderine getirdiği yeni unsur ise ik­ tisadi büyüme hummasıdır denilebilir. Gerçekten Türki­ ye de iktisadi büyümenin ehemmiyetini D.emirel kadar kav­ ramış, bunun idrakine onun kadar kemaliyle Va.rıiU§ bir kimse ne ilim adamlan, ne siyaset adamlan içinde mev­ cut değildir. Demirel iktisadi büyümenin sırrını hem fikir olarak, hem de bilhassa tatbikat olarak en iyi bilen adam olduğunu tamamiyle ispat etmiştir. Bugün de bu tahtta rakipsiz olarak oturan adam odur. Üstelik Demirel ikti­ sadi büyüme hamlesini enflasyona kaptırmadan planlı, şuurlu ve hesaplı olarak yürütmekte tam bir başan gös­ termiştir. Fakat yeni Türk devlet adamlannın müşterek bir ta­ raflarının Demirel de tam dışında kalamamıştır. Bu müş­ terek hususiyet, yukanda da işaret ettiğimiz, tek cepheli olmaktır. Gerçi Demirel, Menderes'in kaele almadığı den­ geli kalkınmayı oldukça gözetmiştir. Demirel'in düştüğü zaman ipe gitmemesinin başlıca sebebi de esasen budur. öte yandan, gerçi Demirel milli kültüre en çok aklı yatan başbakan oluşudur. Fakat her iki noktada da gösterdiği varlık Demirel'i tek cepheli olmaktan .kurtaracak bir vüs'at ve derinlik kazanamamıştır. Hele partinin dilim di­ lim bölünmesine mani olaınıyarak, Türkiye'nin istikbiU için başlıca teminatı olan, milliyetçi oy tabanını param­ parça etmesi çok cephede başan göstermesi lizım gelen bir başbakan ve lider için son derece büyük kusurdur. Bu sebeple neticede Demirel de şümullü atılımcı bir başbakan olmak mevziinde tutunamamış ve ideal bir iktisat bakanı olmak vasfının üstüne pek çıkamamıştır. Gerçekten De­ mirel Türkiye için ve her memleket için daha iyisi bulun­ maz bir iktisadi büyümeci bakan vasfını ideal ölçüde taşı­ dığını isbat etmiştir. Fakat bu vasıf da Türkiye'de atılım­ cı bir başbakan için kafi değildir. Nitekim kafi gelmemiş·

102


tir. Demirel gençtir ve siyasi hayatı devam etmektedir. Fa­ kat, eğer bir gün Demirel tekrar başbakanlık koltuğuna oturursa bu vasfmı aşmak mecburiyetinde olduğunu her halde bugün kendisi kabul etmektedir. Türkiye'nin atılımcı üçüncü Başbakanı Ecevit'tir. Ece­ vit'in Türkiye'nin kaderine getirdiği yeni unsur

da mem­

leketi sola ve hatta sosyalizme kaydırma teşebbüsüdür. Henüz ilk neticeleri bile almmamış olan bu teşebbüs şim­ dilik tehlikeli bir macera olarak meçhul ihtimallerle Tür­ kiye'nin karşısındadır. Ecevit, çok iddialarla

bezeli bu

ana atılımında bugüne kadar hiçbir başarılı netice alama­ mıştır. Bilakis iktisadi büyürneyi tehlikeye düşürmüş, ağır ve bitip tükenmiyen bir pahalılık getirmiş,

memlekette

bazan kan dökerek ve şehit vererek kurulmuş olan iç den­ geyi, tesirli çevreleri haklı olarak endişeye düşürecek ve bütün siyasi partileri karşısına alacak ve tedirgin edecek şekilde bozmuştur. Bütün bunlarda şümullü atılımcı mu­ vaffak bir başbakanın vasıflarını bulmağa elbette ki im­ kan yoktur. Buna mukabil Ecevit Kıbrıs harekatmda, kabul et­ mek 18.zımdır ki, çok göz dolduran bir varlık göstermiştir. Hükümetin son Kıbrıs hadisesinin bağırarak gelen ve ken­ dini belli eden ilk hazırlık safhasındaki tutumunda başa­ n değil, bilakis tam bir başarısızlık ve tedbirsizlik vardır. Fakat hadise patlak verdikten sonra hükümet ve bilhas­ sa Ecevit meselenin icabma süratle ve mükemmel bir şe­ kilde adapte olmuş, gerek müdahale karannda, gerek si­ yasi platformda, orduyla onun işini kolaylaştıracak isa­ betli bir uyum haline getirmek başansını göstermiştir. Fakat bu başarıyı bir kısım basının yaptığı gibi müba­ la,ğalı ve ölçüsüz bir menkibe haline getirmekten, ciddi bir insan olarak, zannederim şimdi Ecevit de rahatsızdır.

103


·zira ölçüyü kaçınp son derece ciddi ve ağır bir

durumuı

henüz büyük tehlikeler ve vehametler taşımağa devam ettiği bir sırada bir Ecevit şenliği haline sokmakta hiç­ bir isabet ve vekar yoktur. İkinci bir Atatürk olmak öyle sanıldığı kadar kolay ve ucuz değildir, bunu muhakkak ki Ecevit de böyle kabul edecektir. Ecevit'in Kıbrıs başarısı­ nı inkar etmek gibi, onu Kıbrıs davasının ciddiyetine göl­ ge düşüren gürültücü ve şakşakçı b88ının çarkına terk et­ mek de yalnız Ecevit'e değil, Türkiye'ye de zarar verebi­ liı·. Evet, şimdi Kıbrıs harekatı daha önce başbakanlıkta pek göz doldurmayan Ecevit'in gerçek meziyetini ortaya çıkarmıştır. Fakat acaba bu meziyet, Ecevit'teki üstün va­

sıf nedir ? Ciddi ve tarafsız bir gözle bakılırsa, Ecevit'in Kıbrıs harekatındaki tutumu ve tavn aşağı yukarı şöyledir : Şartlanmış basının bitmez tükenmez Ecevit destanla­ rından ; Wilson'un, Callaghan'ın, Sisco'nun,

Kissinger'in,

Waldheim'in, Luns'un bürolarında ve yatak odalarında ha­ zır imişler gibi nakiller yapan muhabirierinden anlaşıldı­ ğına göre Ecevit Kıbrıs harekatında biraz gazetecilik yap­ mıştır. Çoktan elinin altına almış olduğu TRT'nin yaynla­ rından görülmüştür ki biraz spikerlik yapmıştır.

Basın

toplantılarında görüldüğü gibi biraz tercümanlık yapmış­ tır. Bu arada fırsat buldukça biraz da başbakanlık yap­ mıştır. Ama, Allah için, tam ve mükemmel bir dışişleri bakanlığı yaptığı muhakkaktır.

Ecevit'in bütün başba­

kanlığındaki başaMsı veya başarısızlığı çok söz götürür. Fakat Kıbrıs harekatında çok liyakatli bir dışişleri baka­ nı vazifesi gördüğüne hiç şüphe yoktur. Ecevit, başlangıç­ ta Turan Güneş'in Çin'de bulunması dolayısiyle kendili­ ğinden ve belki de farkında olmayarak bu vazifeyi üzeri-

104


ne almış ve bu vesileyle iyi bir dışişleri bakanı vasfı taşı­ dığını ortaya koymuştur. Yalnız Türkiye ölçüsünde değil, her memleket için birinci sınıf bir dışişleri bakanı ... Ecevit de Demirel gibi gençtir ve siyasi hayatı de­ vam etmektedir. Onun da dışişleri bakanı

terdiği bu başanyı başbakanlık

ölçüsünde gös­

ölçüsünde de göstererek

asıl barajı aşması çok temenni olunur. Ama

Şımd:iki başa­

rısı sadece bakan seviyesindedir. İşte o kadar. Demek ki Türkiye'nin kaderini değiştirrneğe

namzet

atılımcı başbakanların hepsinde Türkiye'nin muhtaç oldu­ ğu başbakanlık ölçüsü tutturulamamı.ş, hep birinci sınıf bir bakan ölçüsünde kalmıştır.

Kimi imar bakanı, kimi

iktisat bakanı, kimi dışişleri bakanı... İşte bu, Türkiye'ye yetmemektedir. Bu ölçü belki rayına oturmuş, meselesi az ve yalnız mutad işleri olan memleketler için kafidir. Hatta eski dev­ rin kahraman büyük lider tipi artık demokrasi ülkelerin­ de yerini sıradan, alelade siyaset adamlarına çoktan bı­ rakmış gibidir. Fakat Türkiye gibi memleketin hala bü­ yük- lider tipi insanlara şiddetle ihtiyacı vardır. Türkiye'de başbakanlık ve liderlik için bakan çapı kafi gelmemektedir. Düşünmeli ki Türkiye'nin

karşısında hiçbir memlekette

bulunmayan fevkalade bir kültür buhranı vardır. Böyle bir memlekette bakan başarısında başbakanlar meseleleri hal­ ledemezler. Memur tipi başbakanlan bir tarafa bırakalım. Fakat bizim atılımcı başbakanlar niye bakan ölçüsünden yukan çıkamıyorlar ? Burada hemen şunu belirtelim ki, bu lider­ lerin militan taraftartannın çeşitli karşılıklı ithamlannın hakikatle hiçbir alakası yoktur. Başarısızlıkta katiyen bir art niyetin veya bir dış tesirin rolü bahis konusu olamaz. Türkiye başbakanlarının hepsi iyi niyetli,

mutlak vatan­

perver insanlardır. O mevkie gelmiş insanlarda, hata olur,

105


gaflet olur, ama bir kötü niyet veya hiyanet düşünmek son derece çirkin ve yakışıksızdır. Bütün mesele, dediğimiz gibi, çap meselesid:ir. Tür­ kiye bakan çapında başbakanın

değil, başbakan çapında

başbakanın hasreti içindedir. Demirel ve Ecevit'in bu çapa ulaşmasını gönülden diliyoruz. Ama,

eğer ulaşamazl arsa

Türkiye'nin o çapta yeni bir lider ihtiyacı ve arayışı devam .edecektir. Devam edecek ve sonunda bulunacaktır. Bundan kim­ senin şüphesi olmasın.

106


HÜKVMET

VE KIBRIS

12

Ağustos

1974

CHP'nin ; dün İsmet Paşa'nın, bugün de Ecevit'in gö­ nüllü, körii körline alkışçısı ; hür, müstakil, serbest ve mü­ nakaşalı düşüncenin mevcudiyet ve faziletinden habersiz ; köle ruhlu ve peşin maksatlı güriiltücü bir kısım basın tek cepheli, tek istikametli ve her türlü tenkit değerinden mahrum bulunduğu için, İsmet Paşa'ya olduğu gibi Ece­ vit'e de aslında hayırlı ve akıllı dost olamamaktadır. Doğ­ ru yolu bulmak hususunda her türlü yardım kabiliyetinden uzak olan böyle bir basın, insana ışık tutacak yerde, onu sadece yanılmanın karanlık yollarına sevk ederek aslında liizmetine girdiğine de, dolayısıyle

memlekete de zarar

vermekten başka bir işe yaramaz. Maalesef güzel memle­ ketimizin ciddi bir baş ağrısı olan bu basın Türkiye'nin kalkınmasının, gelişmesinin ve yükselmesinin başlıca ayak bağlarından biridir. Milli birlik ve beraberliğin kıyınetini hiç bir zaman

bilmemiş, manasını hiç bir zaman kavramamış olan bu basının son marifeti, Kıbrıs harekatı dolayısiyle, hükümet ve Ecevit lehine, hiç lüzum yokken, bir manevi terör ha­ vası yaratmağa kalkması, düşüneeye ambargo koymağa yeltenmesidir. Bu basma göre Kıbrıs konusunda herkes, diğer par­ tiler de, onların liderleri de, hür basın da, münevverler de 107


hiç bir şey düşünmemeli, hiç bir tenkitte bulunmamalı, hükümeti ve Ecevit'i sadece ve sadece alkışlamalı, onun İcraatında münakaşasız olarak sadece keramet görmelidir. Hatta MSP hükümetin diğer kanadının tezine karşı mı çıkıyor, öyleyse derhal koalisyon bozulacak DP ile anlaş­ manın yollarına bakılmalıd.ır. Kıbns davasında kuvvetli görünmemizin şartını muhalefetin sus pus olmasında gö­ ren bu basın, böylece bu sırada bir hükümet bulıranını tek­ lif etmekle düştüğü tezadın bile farkında olmamaktadır. Kıbrıs politikasında doğru istikameti bulmanın, an­ cak çeşitli alternatiflerin karşılaştınlması ile kabil olaca­ ğını ve bu nazik meselede hakikatın sadece tek bir insa­ nın, bir partinin veya iktidann bir kanadının inhisarında bulunmadığını her zamanki alışkanlığı ile çoktan unutan bu basın, Kıbns harekatının en hararetli anlannda Ece­ vit'in hadiseyi ustalıkla ve hatta kurnazlıkla demokrasi nutuklanna vesile yapmasından bile en ufak demokrasi dersi almamış görünmektedir. Halbuki yumruk vurulacağı zaman, son harekatta ol­ duğu gibi daima müşterek sıkılacak ; fakat Kıbns davası bitineeye kadar meselenin, icraatın ve kim olurlarsa olsun­ lar o icratı yürütenlerin her açıdan münakaşası, böylece bu konuda hakikatı bulmaya yarayacak gerçek yardım asla bitmeyecektir. Bu davada tenkit, tenkit edilene zaaf değil, daima kuvvet verir. Buna manevi terör şeklinde de olsa bir yasak koymak kimsenin hakkı ve haddi değildir. Mesela bu yazıda biz hükümetin Kıbns politikasının bir değerlendirmesini yapmak istiyoruz. Bunu yaparken maksat elbette ki, şunun veya bunun hakkını yemeğe ça­ lışmak d�ğil ; sadece devletçe, milletçe ve hükümetçe Kıb­ ns davasında daha kuvvetli olmaya hizmet etmektir. Hemen ifade edelim ki, bu konuda hükümetin İcraatı­ nın böyle tenkitlere değerlendirmelere adam akıllı ihtiya108


cı olduğu şüphesizdir. Zira hükümetin Kıbns politikasının çeşitli safhalarında müsbet taraflar da vardır, menfi ta­ raflar da. Doğru işlerin yanında

hatalar da yapılrnlştır.

Bunlar gözönüne alınmaz ve unutulur

giderse gelecekte

de yanlış hareket için kapılar daima açık kalmış olur. Hükümetin Kıbns politikasını harekat öncesi, hare­ kat sonrası olmak üzere üç safhada inceleyebiliriz. Kıbrıs davasında iktidarın harekat açık yanlışlarla doludur. Bu safhada

öncesi politikası

hükümete

müsbet

not verrneğe hiç bir şekilde imkan yoktur. Yeni iktidann bu safhadaki tutumunu gaflet değilse bile, tehlikeli bir tedbirsizlik olarak vasıflandırabiliriz. Hükümet, sanki as­ keri ve sivil istihbarat elinin altında değilmiş gibi bu saf­ hada o kadar geniş davranmıştır ki patlak veren hadise, ondan sonra üç beş gün daha dönemiyecek

olan Dışişleri

Bakanı Çin'in içinde. Başbakanı ise Haşhaş gezisine çıktı­ ğı Afyon uçağının merdivenlerinde yakalamıştır. Bu tedbirsizlik tabü hepsi uyanık

insanlar olan hü­

kümet üyelerinin iktidar olduktan sonraki asla düşünüle­ miyecek şahsi gafletlerinden değil, yeni iktidarın berabe­ rinde getirdiği tabü mirastan

ileri geliyordu. Neydi bu

miras : Yanlış Amerikan düşmanlığı ve yanlış Yunan dost­ luğu. Türkiye'de

Amerikan

düşmanlığının

asıl sebebini,

kaynağını ve seyrini bilmeyen yoktur. Komünist emper­ yalizmini 25 - 30 senedir

bugünkü hudutlarında

tutan

Amerika ve NATO elbetteki marksizmin bütün şimşekleri­ ni üzerine çekecek ve Türkiye'de bundan bol bol hissesini alacaktı.

İşte bu hissede bugünkü ana iktidar

partisinin

eski politikasının ne kadar müessir olduğunu da herkes ye­ terince bilmektedir. Şimdi Ecevit Sisco'ya siz bizi beğen-

109


mezsiniz ama, eskiden gemileriniz Türk limaniarına gele­ miyordu, şimdi biz iktidardayız, 6. Filoyu Türkiye'yt> da­ vet ediyorum, her istediğiniz limana

gelebilirsiniz diyor.

Acaba bu sözlerin manası, biz devlet otoritesini kurduk demek midir ; yoksa eskiden gemilerinizi denize atan biz­ dik, şimdi iktidardayız, biz atmayınca yoktur demek şeklinde mi anlaşılır?

başka da atacak

Bunu vatandaşıann

idrakine bırakıyoruz. Her ne hal ise yeni hükümetin büyük kanadı iktidar olunca, işte böyle bir Amerikan düşmanlığı, kendi safla­ rında buram buram tütüyordu Bunu körüklercesine işe bir de hem tavır hem esasta yanlış haşhaş meselesi karış­ tırıldı. Neticede Kıbrıs hadisesi hem askeri yardım, hem siyasi destek bakımından Amerika ile aramıza giren ke­ sinti ve soğukluk içinde bizi yakalaclı. Buna mukabil, Yu­ nan bunu istismar vesilesi yapmak cüretini kazandı. Be­ reket versin ki, hadise patlak verince, Amerikalıların aklı başına geldi de bu yanlış ön politikanın zararlan nisbeten ucuz atlatıldı. F:;ı.kat bu yanlış politikanın Türkiye'ye kay­ lıettirdiği altın gibi bir kaç günü unutınağa bilhassa imkan yoktur. Ayrıca bu yanlış politika Amerikan gerçeğini de unut­ mamıza ve bugün Amerika'yı Kıbns meselesine şimdikin­ den daha ileri bir derecede yanınuza almak imkamna da set çekmiştir. Bu yanlış politika olmasaydı, Amerika bu­ gün taksim tezinde Türkiye ile her engeli aşacak şekilde elele olur ve biz de federasyon tezi ile yetinmek durumuna düşmezdik. Yunan dostluğu hatasının ise daha derin bir geçmişi VSJ'dır. Düşman bir kerre affedilir. Yunan düşmanınıda Venizelos'a dostluk elini uzatarak affetme hakkını Atatürk kullanıp bitirmişti. Ve o yaşasaydı bu hakkı bir daha kul-

110


lanmazdı. Fakat sonra biz bu milli hakkımızı mütemadi­ yen suistimal edip durduk. Yunan düşmaruru ne yaptıysa affettik. Gün geldi ki , bizim de dini liderimizmiş gibi At­ henagoras'ın sakalının altında resim çektirrnek için yan­ şa girdik. Bizi adalardaki gayn meşru hava alanlan değil, kaatil kasaba papazı Makarios bile uyandıramadı. Bere­ ket versin nihayet Sampson imdada yetişti de kendimize gelebildik Dostluk şiiri falan ne de olsa edebiyattır, laf­ tır ve o kadar üzerinde durulacak bir şey değildir.

Ama

Yunan dostlarıımza karşı Fantom almaya muhalefet eden bir parti liderinin son Kıbrıs hadisesini göğüslemek zorun­ da kalan Türkiye Başbakanı olması kaderin garip bir cil­ vesi ve hükümetin harekat öncesi politikasının yanlışlığını gösteren yeter bir delil değil midir? Hükümetin harekat sırasındaki tutumunda da menfi noktalar yok değildir. Müdahale kararı ve onun getirdiği enerjik ve cevval hareket bu safhada elbette hükümetin müsbet İcraatını teşkil etmektedir. Ama siyasi sorumluluk hükümetlere ait olmakla beraber, en demokrat memleket­ ler de bile perde arkasında asıl harp kararını verenin har­ bedecek ordu olduğunu bilmeyen yoktur. Kararı o verir, hükümetler düğmeye hasarlar, yani imzasını atarlar. Bu itibarla, Kıbrıs harbinin asıl kahramanı karar safhasında da, ateş safhasında da büyük Türk Ordusudur. Onun yük­ sek tevazuundan da ders almayarak bir kısım basının bu­ nu hakkından fazla başkalanna mal etmeğe kalkması kim­ senin gözünden kaçmamaktadır.

Hatta eminiz, buna biz­

zat Ecevit de üzülmektedir. Hükümetin harekat safhasındaki hatalarma gelince, bunları da başlıca üç noktada toplayabiliriz. Şöyle ki : 1

-

Hükümet harekatı küçük hedefli tutmuş, buna

mukabil ilk gün Rauf Denktaş'a Türk ordusu Kıbrıs'ın her tarafına çıkartma ve indirme yapmaktadır dedirtecek ka-

lll


dar geniş göstermiş , milletin lüzumsuz şekilde ümidiyle oy­ namıştır. 2

-

Harekatta az kuvvet kullanmış, kısa zamanda

adayı işgal edecek, hiç değilse Limasol - Girne, veya Lar­ naka Girne veya Magosa - Lefke hattında adanın bugün­ künden daha büyük bir kısmını kurtararak Türkiye'yi da­ ha büyük bir şansla masaya oturtmak fırsatını değerlen­ dirememiştir. İstihbaratı daima kuvvetli olan Türkeş gibi bir liderin bunu beyan etmesi, bu noktaya büyük ve ke­ sin bir açıklık getirecek ve hükümeti tenkide haklı bir esas teşkil edecek değerdedir.

3

-

Hükümet ateş kes'in erken tahakkukunu önleye­

memiştir. Ateş kesi geeiktirecek tedbirleri siyasi sahada alamad�ğı gibi, buna daha geç uymak cesaretini de gös­ terememiş, neticede hem Kıbrıs'ta ilerleyen subayların ve erlerin, hem de Türkiye'de heyecanla bekleyen milletin derinden hayıflanmasına sebep olmuştur. Hükümetin harekat sonrası safhasındaki müsbet ic­ raatının yanında da yine menfi noktalar yok değildir. Bun­ lan da şimdilik şöyle toparlayabiliriz. 1

-

Kıbrısta Rum kesiminde kalan asıl büyük Türk

kütlesinin cehennem hayatından kurtulmasına yeter dere­ cede enerjik davranmamıştır. 2

-

Romantik ve hayalperest siyasi tutumun Batı

dünyasını ve hatta komünist bloku devamlı bizim tarafı­ mızda tutacağım sanarak tedbirsizlik etmiştir.

3

-

Esasında yanlış bir teze saplanmış kalmıştır.

En sonunda federasyona coğrafi esası koymuş olmakla beraber, taksim dışındaki her tez Kıbrıs için yanlıştır. Bu harekat sonrası durum bugün de inkişaf edip git­ mektedir. Bu safhaya, gelişmelere göre, tekrar dönecek ve Kıbns tezinin münakaşasını ayrıca yapacağız. 112


İKİ

AIIBAP ÇAVUŞLAR

27 Ağustos 1974

Doğu Anadolu'da, daha doğrusu Azeri Türkçesinde bir söz vardır. Kızılan ölüler için kullanılır ve "derin gitsin" denir. "Derin gitmek" ölüye hakaret edilmiyeceği için, ineelikle bulunmuş güzel bir bedduadır. Bu beddua ile, gö­ mülmüş olan ölünün, toprağın daha da derinliklerine git­ mesi temenni olunarak, kendisine karşı duyulan memnuni­ yetsizlik ve hınç dile getirilmiş olur. Böylece, hayırla yad edilmiyecek bir ölü, "derin gitsin, derin gitmiş, derin gi­ desi" denilerek manevi bir intikam duygusu içinde öfkey­ le ve nefretle anılır. İkinci Dünya Harbinin ve bugün de insanlığın bu bed­ duaya müstahak, derin gitmiş ölüsü vardır. Bunlar Ruzv.elt ile Çörçil'dir. Ruvzelt ve Çörçil Cihan tarihinin en büyük savaşı olan İkinci Dünya Harbinin neticelerini berbat ede­ rek bu bedduaya tam manasiyle layık iki insan ve iki ölü haline gelmişlerdir. On miylonlarca insan hayatma mal olan İkinci Dünya Harbi yer yüzünün en büyük savaşı olduğu kadar, en boşa yapılnuş savaşdır da denilebilir. İkinci Dünya Harbinin getirdiği tehlikeler götürdüğünün yanında hiç kalmış, sonunda insanlık bu savaşla başlan­ gıcındakinden çok daha büyük problemler ve belalarla karşı karşıya bırakılmak talihaizliğine uğramıştır. Faşizm, 113


nazizm, ve Mihver yıkılmış, fakat ondan binkat daha bü­ yük bir bela olan komünizm, devleşerek, emsali görülme­ miş bir afet ve felaket halinde dünyanın üzerine çöküp kalmıştır. Bugün yer yüzünü bir uçtan bir uca sarmış bu­ lunan, çağımızın kurtulunması imkasız bu büyük kabusu­ nun baş sorumluları işte o derin gidesi, Ruzvelt ve Çörçil'­ dir. Çörçi'li Hitler ve nazizm, Rozvelt'i Japon korkusu salim düşünceden ve uzak görüştülükten uzaklaştırmış, böylece ortaya bugünün semirmiş komünizm heyulası çıka­ rılarak, İkinci Dünya Harbinin neticeleri cihanın huzuru bakımından hemen hemen tamamiyle heder edilmiştir. Bu ağır tarihi mirasın yanında, İkinci Dünya Har­ binin insanlığın yüzüne gülen yalnız bir müsbet neticesi olmuştur diyebiliriz. O da İngiliz imparatorluğunun da­ ğılmasıdır. Hitler harp içinde, sonunda İngiliz imparator­ luğunun yıkılacağını söyler dururdu. Fakat buna bir çok kimse ihtimal vermezdi. Neticede Hitler'in yalnız bu ke­ haneti doğru çıktı ve gerçekten üstünde güneş batmayan karanlık İngiliz imparatorluğu kar gibi eriyerek ortada bugünün sipsivri Britanya adası kaldı. Harbi İngiltere ga­ lip, Almanya mağlıip olarak bitirmişti. Fakat o mağlıip Almanya'dan bugünün bir süper devleti olan Almanya, o galip İngiltere'den ise ancak Marshall yardımıyle ayakta duran kudretsiz bir ada ortaya çıktı. Bu, galibin mağlıip olması demekti ve şüphesiz İngiltere bundan daha beterine de bin kere layıktı. Onun için bu neticeyi ilahi bir ceza olarak görmek, inanmış insanlar için hiç de yabaE�, atıla­ cak bir düşünce değildir. Gerçekten İngiliz müstemlekçiliği iki asır müddetle bütün dünyada öyle ağır bir insanlık suçu işlemiştir ki, Atıantik okyanusu yanlsa da İngiliz adası içine hatıp kay­ bolsa, mazlıim milletierin ahı yine yerde kalmış olur. Bu müstemlekecilikte vahşetten hilekarlığa kadar her türlü 114


sömürgecilik usulleri tümen tümen mevcuttur. Afrika'da, Orta Doğu'd:a, Hindistan'da, Uzak Doğu'da İngilizler mil­ letierin kanını öyle emınişlerdir ki İngiliz kini yüz milyon­ larca insamn iliklerine, adeta şuur altına işlemiştir. Bilhas­ sa Orta Doğu'da her milletin her ferdi hangi taşı kaldırsa­ nız altından akrep ve yılanla beraber İngilizin çıkacağına inanmıştır. İngiliz, sömürgeciliğin kan ve göz yaşını asır­ larca masum insanların uzak diyariarında dolaştınp dur­ muştur. Bugün kan ve ateş, ilahi adaletin mevcudiyetini ispat eder gibi, İngiliz ana vatanının bağrına gelip yerleş­ miştir. Dünya'nın her yerinde tedhiş hadiseleri çeşitli ha­ yıflanmalara sebep olur. İRA'nın İngiliz adasında devam ettirdiği terörün herkes

tarafından

duygusuz ve acıma­

sız bir şekilde ibretle Beyredilmesi ise çok manidardır. İn­ giltere dünyaya o kadar çok çektirmiştir ki değil Kuzey İrlanda'nın da kopması, varın İskoçya'nın ve Gal'in de ayrılarak İngiliz adasının parça uarça olmasını herkes adeta sevinçle karşılayacaktır. İngiltere önce ticari inkilabı, sonra sanayi inkilabını herkesten evvel keşfetmiş, fakat medeniyet, kültür, in­ sanlık, hak, adalet ve vicdan inkilabına bir türlü ulaşama­ mıştır. İngiltere bir adadır, formillünden başka bir gerçek tanımamış, hayatın manasının dünya servetlerini yalnız bu ada için yağmalamaktan ibaret olduğuna inanmıştır. Çeşit çeşit sömürgecilik adlan ve kademeleri icat etmiş sonunda müstemlekeler istiklallerini isteyince bu sefer de İngiliz Milletler Topluluğu formülünü icat ederek eski si­ yasi imparatorluğu büyük bir kurnazlıkta bir ticaret im­ paratorluğu haline getirmiştir. Bugün de bu ticaret im­ paratorluğu için, gerekirse, onun dışında kalan herkesi gözünü kırpmadan ateşe atabilir. Fakat bugün bu ticaret imparatorluğunun da nefesi kesilmek üzeredir. Bu bina da yıkılacak ve İngiltere onun

115


altında kalmaktan her halde kurtulamıyacaktır. Bugün Kıbns'taki çabalamaları da bu son çırpınışlardan biridir. Görünen odur ki, ne yaparsa yapsın, İngiltere mukadder akibetten kurtulamıyacak, bugün Britanya adasının so­ ğuk ve gamlı kıyılarına çekilen siyasi hudutlannın arka­ sından, yann ticari hudutlan da o adanın sisleri içine çe­ kilecektir. İngiltere'nin dünyaya borcu çoktur. Her yerde kompradoru o icat etmiştir. Esir milletleri hür dünya ve Batı düşmanı yaparak istiklallerine kavuşan birçok mem­ leketin komünizmin ve sosyalizmin kucağına düşmesine sebep olan odur. Gerillacılığı onun ektiği tohumlar yeşert­ miştir. İngiltere Türkiye'ye de daima yalnız bu hasis, tüccar, sömürgeci, adalı İngiliz gözü ile bakmıştır. Osmanlı lm­ paratorluğunu kemire kemire bitiren ve Rusya'nın işini kolaylaştıran güvelerin başı odur. Son asırlarda Rusya'nın Akdenize ve Hindistan yoluna inmesi tehlikesi büyüyün­ ce, Osmanlı devleti için Rusya'nın karşısında başlıca den­ ge unsuru olduğu doğrudur. Fakat bunu yalnız kendi ha­ sis menfaati uğruna yaptığı için, Rusya'yı bir noktada durdurmuş. Türkiye'nin ise bu vazifenin dışına taşacak kadar kuvvetlenmemesine hususi itina göstermiştir. Ne batan ne çıkan Türkiye İngiltere'nin bizim için değişmez formüldür. Türkiye Rusya'nın önünde bir perde olmalı fakat ondan fazla bir ş.ey olmamalıdır. İngiltere'nin Türkiye cephesinde en büyük korkusu blihassa onun İslam aleminin lideri olacak duruma gel­ mesidir. Buna mani olmak için elinden gelen her şeyi ya­ par. Tabii bunun en kolay tedbiri de kuvvetlenmeyen, da­ ima başı dertte olan bir Türkiye'dir. Bunun için el altın­ dan Türkiye'nin zaaflannı daima diri tutmaya çalışır. Türkiye'de bölücülüğün de, marksizmin de en büyük kış­ kırtıcılanndan biri ve belki de birincisi İngiltere'dir. Bü116


tün saman allından su yörütmesine rağmen Türkiye'de birçok kimse bu gerçekleri bilmektedir. Hatta son yıllarda­ ki Amerikan düşmanlığının başlıca teşvikcileri de onlardır. Yalnız Türkiye' de değil, bütün dünyada Amerikan düş­ manlığı için İngiliz'ler büyük gayretler gösterir. Sebep de dünyadaki köhne İngiliz nüfuz ve ticaretinin yerine taze Amerikan kudretinin geçmesidir.

Aslında biraz saflıkla­

rının kurbam olarak "çirkin Amerika"lı sıfatını alınış bu­ lunan Amerikalılar

için imajı

yaratanlar biraz da İn­

gilizlerdir. "Çirkin İngiliz" imajı ustalıkla bu hale çevril­ miştir. Şimdi bu İngiltere, çirkin İngiliz oyununu bu sefer Kıbrıs'ta oynamaktadır. Değerli gazeteci Ergun Göze'nin güzel buluşu ile "İngiliz tuzu içmiş suratlı" Dışişleri Ba­ kanı Callaghan Cenevre'de Turan Güneş'e "bugün Kıb­ rıs Türk ordusunun esiridir, Yann

Türk ordusu Kıbrıs'ın

esiri olabilir" demek pervasızlığımn içine girebiliyor. Ayni Bakanın bir gün Yunan generallerine ertesi gün Türk hariciyecilerine mantıksızhk isnat ettiğine ·

şahit oluyoruz.

Times gazetesi yeni bir haçlı seferi düzrnek gayretleri içinde Türkiye'nin tecrit edilmesini ; askeri siyasi. İktisadi abluka altına alınmasını ; Rusya'nın

da bu tecride iştirak

ettirilmesini İstiyecek kadar İngiliz soğukkanhhğım kay­ bediyor. Ada'ya Gurkha'lar, fantomlar sevk ediyorlar. Zaten K.ıbns'ı bir zayıf zamanında hile ile emaneten Türkiye'den alan, sonra da emanete ihanet

eden İngiltere

Kıbns davasının Yunanlılardan daha büyük sorumlusu ve suçlusudur. Ada'da üslerini ve hakimiyetini yeni İstik­ laller çağında da devam ettirsin diye kendisine karşı Rum­ lan baş kaldırmaya teşvik ederek, onlara adayı devret­ menin şartlarını hazırhyan da, Makarios'a önce terör yap­ tırtan sonra onu bir gün Seyşel

adalarına başka bir gün

Malta'ya kaçıran ve şimdi Londra'da himayesine alan da

117


yine İngiltere'dir. Bugün bu İngiltere kalkmış Kıbrıs m e­ selesinde hakem veya patran pazuna bürünmeye çalışı­ yor. Ecevit'in başlıca hatalanndan biri herekattan önce kalkıp Londra'ya İngiliz'lerin ayağına gitmesidir. Türki­ ye'nin evvela bu tutumunu tashih etmesi lazımdır. Kıbrıs­ 'ta patran ancak ve yalnız Türkiye'dir. Kıbrıs meselesin­ de Türk hükümeti kaya gibi Ankara'da oturacak prob­ lemi çözmek isteyen herkes onun ayağına gelecektir. Ata­ türk olmaya özeneneler Atatürkçü dış politikarun bu de­ mek olduğunu unutmamalıd:ırlar. Hükümet, nerede ise, konferans için de heyeti Londra'ya gönderecekti. Bereket versin Cumhurbaşkanı Korutürk buna mani oldu. Bu İngiliz'le dostluktan değil, nezaketden de anla­ mazlar. Protokolü bir yana bırakın. İngiliz Başbakanı 'Iurkiye'ye gelse Ecevit karşılamaz mıydı. Ecevit'i niye Wilson cenapları karşılamadı. Onların kraliçeleri bile İs­ tanbul'a geldi de, sanki kendisini ağırlıyacak saray yok­ muş gibi, kendi yatında yatıp kalktı. Bu Türk halkının hiç de gözünden kaçmış değildir. Türk halkı Kraliçe ile bir zaman Ankara havaalanında görüşen rahmetli Gür­ sel'in misafiri için "zarif bir bayan" diye yaptığı esprinin tam yerini bulduğunu bu son seferde tebessümle hatırladı. Tek başına Refah faciası bile İngiliz cibilliyetini or­ taya koymaya yeter. Refah şiiebinin hatırılmasının gü­ nahı da resmen olmasa bile, çok büyük ihtimalle İ.ngiliz'­ lerin boynunda kalmıştır. O sırada kendilerine de lazım olduğu için taahhüt ettikleri üç buçuk silahı vermesinler diye İngiliz'ler kendi memleketlerine giden Türk deniz­ cilerini ve havacılarını yolda Refah şilebini torpilliyerek batırmaktan hiçbir vicdan kaygısı duymamışlardır. Dostluk ferdi bir davranı.ştır. Devletler ve milletler arasında dostluk değil, sadece menfaatler dengesi söz 118


konusudur. Bu bilhassa İngiliz'ler için böyledir. Öte yan­ dan bizim menfaatimize ters düşenlere küfretmenin de manası yoktur. İngiliz'lere de küfretmemeli, kızmamalı, sadece münasebetlerimizi akıllıca ayarlamalıyız. Kıbrıs meselesi Türkiye'yi çok mühim bir yol ayırı­ rnma getirmiştir. Bu yol ayırımında dış politikamızı yeni­ den, yeni baştan tespit etmek zarureti ile karşı karşıyayız. Kıbrıs meselesinde bugüne kadar olduğu gibi bundan son­ ra da İngiltere'nin ağacı Yunanistan tarafına yontınaya çalışacağını unutmamalıyız. Bu konuda İngiltere'ye sora­ ca,ğırnız ilk şey "Sizin Kıbrıs'ta ne işiniz var ? " suali ol­ malıdır. Arkasından İngiliz üslerinin adadan çıkarılması teklifini müzakere masasına koymalıyız. Bugün İngiltere Akrotiri ve

Dik.elya'da iki çok ge­

niş arazili büyük üs ve yüz kadar da tesis ve taliıngalı sahibidir. Yani Kıbrıs biri Yunan'ın biri İngiliz'in olmak üzere iki tabakalı işgal altındadır. Türkiye bundan son­ raki Kıbrıs politikasında İngiliz'lerin . çıkarılması

hedefini

başlıca

nirengi

adadan gerçekten noktalarından biri

yapmalı, hele patran ve hakem rölünden İngiltere'yi der­ hal aşağı indirmelidir. Bu İngiltere hiçbir hakemliğe tayık değildir. Patronluğu ise bütün dünyada çoktan bitmiştir. Bu müflis patronun Fransa adında bir arkadaşı daha vardır. Bu iki ahbap çavuşlar eski emperyalizmlerinin rü­ yası içinde zaman zaman patronluk sevdasına kapılırlar. Nasır Süveyşi millileştirince bu iki ahbap çavuşlar baş başa verip Süveyşe çıkartma yapma;ğa yeltenmişler, fa­ kat Amerikan ültimatomunu yiyince kös kös g�ri dönmüş­ ler ve Eden başbakanlıktan olmuştur. Şimdi ilk turda pek az oy alan, sonra cumhurbaşkan­ lığı mevkiini solcular kapmasın diye, Fransız'ların kıl pa­ yı farkla çaresiz olarak başkan seçtikleri eski Maliye Ba-

119


kanı D'Estaing Türkiye'yi suçluyor ve Yunanistan'a silah veriyor ki harbe tutuşalım. Mazereti de Yunanistan'la alış veriş yapmak. Türkiye'nin taksim tezini doğru bulan General De Gaulle Galatasaray nutkunda Türk ruhunu ve Türk tarihi­ ni ne güzel anladığını çok veciz bir şekilde ortaya koy­ muştu.

Şimdi onun yerinde oturan Cumhurbaşkanı iki

komşu arasmda harp kışkırtmacılığı yapıyor. Demokrasi­ lerde artık d3.hi lider tipi yerine küçük adamlar devri baş­ lamıştır. Ama bir cumhurbaşkanının eski Maliye Bakanı seviyesinden yukarı çıkmaması yine de bir talihsizliktir. Fransa'nın tutumu ayni zamanda bize verilmiş büyük bir ibret dersi de olmuştur. Daha dün biz Birleşmiş Milletlerde Fransa için Cezayir'in alehinde oy kullanıyorduk. Fransa'­ nın buna cevabı ne güzel değil mi ? Hayır efendiler, Türkiye'de artık her şeyin değişme­ si,

kendimize dönmemizin, şahsiyetimizi bulmamızın za­

manı gelmiştir. Türkiye, inanın ki, bir yol ayırımındadır. Bütün iç ve dış politikasına yeni bir hüviyet vermenin zamanı gelip geçmektedir.

Artık Türkiye Fransa'ya da İngiltere'ye de bundan sonra daima soğuk davranmalıdır. Hiçbir milletlerarası meselede bu iki devletin yanında yer almamalıdır. Fran­ sa'yı pasifikteki atom denemelerinde protesto eden millet­ Iere en büyük sesle biz de katılmalıyız. Fransa'nın manasız bir hayali olan Avrupa birliğinden ve Ortak Pazar'dan kopmalıyız.

Bu devletlerle yalnız NATO ittifakı içinde

çalışmalıyız. Ticaretimizi Avrupa'ya dönük olmaktan çı­ kanp Amerika'ya İslam alemine ve Japonya'ya çevirmeli­ yiz. Amerika'nın yeni NATO fikri, bizim de çıkarianınıza tamamiyle uygundur. Bütün bunlardan daha mühim olarak Fransa'nın ve İngiltere'nin bütün sosyo-kültürel

120

nüfuzunun artık Tür-


kiye'den kovulmasının günü gelmiştir. Zaten bu iki ülke­ den bize kokmuş fikirlerden, bayatlamış hürriyet terane­ lerinden başka bir şey gelmemiş, muasırlaşacak yerde ba­ tılılaşma sevdasına kapılarak bunların kültür emperya­ lizmine kapılanmızı ardına kadar açınış ve kalkınmamı­ zı boşuna geciktirınişiz. Batılaşmış Türkiye için muasır­ laşmak, kısacası sanayileşme ve eğitim demektir. Yan münevverin ve okumuş cahillerin zannettiği gibi bab­ laşma ne Fransız'a ne lngiliz'e benzemektir, ne de artık ilim ve teknik Avrupa'nın inhisarındadır. Fransa'dan ve İngiltere'den bize bizim milli kültürü­ müzü yıkmayı hedef alan ve emperyalizmin bir sil3.hından başka bir şey olmayan Türkiye'nin en büyük ayak bağı­ nı teşkil eden hümanizm gelmiştir. Türkiye bu hümaniz­ mi kovmadan asla rahat yüzü görmeyecektir. Eğer Kıbns harekatı bizi böyle bir uyanışa sevkederse, bu Türk mil­ leti için Kıbns'ın tamamını almaktan daha büyük bir zafer olacaktır.

121


ECEVİT DOGRUYU BULDU

29 Ağustos 1974 Rus tarihi aşağı yukarı Türk tarihi demektir. Rusların başka milletlerle de, mesela do:ğuda Japonlada batıda Al­ manlarla, zaman zaman savaşları olmuş, fakat esas itiba­ riyle Rus tarihi Türkler'e karşı girişilen bitmez tükenmez mücadelelerle ve geniş Türk topraklarının ele geçirilmesi hamleleri ile geçmiştir. Beşyüz sene süren bu tarihi çekiş­ menin neticesinde Ruslar yeryüzündeki Türk toprakları­ mn tamamına çok yakın bir kısmının, Türklük sahalarının ise üçte ikisinden daha büyük bir bölümünün üzerine otur­ muşlardır. llmi bakımdan üç Türklük sahası mevcuttur : sahası, Kuzey sahası Orta Asya'nın başlayarak Hazar Denizinin ve

Doğu

kuzey kıyılarından

Karadeniz'in

devam eden geniş bozkırı, Batı sahası ise Orta

kuzeyinde Asya'nın

bitiminden ta Balkaniara kadar Hazar'ın ve Karadeniz'in güneyinde kalan bölgeleri içine alır. Bunlardan Kuzey Türklüğünün tamamı, Doğu Türklüğünün tamamına ya­ kın bir bölümü, Batı Türklüğünün ise bir kısmı Rus işgali altındadır. Orta Asya'dan yalnız Doğu Türkistan'ı Ruslar her nasılsa Çin'lilere kaptırmışlardır ve bugünkü Rus ve Çin kavgasının temel sebebi de Orta Asya'daki bu ve di­ ğer Türk ülkelerinin üzerinde bol keseden oynanan hazin 122


kumardır. Orta Asya Türklüğünüıı bir kısmı ile Batı Türk­ lüğünüıı Türkiye dışındaki bölgeleri de diğer küçük dost­ larımızın Ruslarınkinden daha yumuşak olmayan sessiz işgalleri altındadır. Ruslar da dahil, Slavların asıl vatanı Moskova'nın kuzeyindeki soğuk ve karlı taygalar bölgesidir. Bu iptidai orman kavmini oradan ovaya ve gün ışığına Türkler çı­ karmışlardır. Türklerle Slavların ilk münasebeti Türkle­ rin bu kalabalıklan hizmetlerine almaları şeklinde başla­ mış ; önce Avarlar, Slavları peşlerinden sürükleyerek Do­ ğu Avrupa'ya ve Balklnlar'a yaymışlar, sonra da Hazar­ lar geri kalanlarını ormandan Hazar ve Karadeniz'in ku­ zeyindeki geniş bozkıra indirmişlerdir. Kuzey sahasındaki Türk hakimiyeti Hunlar'dan baş­ layarak Altınordu devletinin 15. asırda yıkılmasından sonra ortaya çıkan hanlıklar devrine kadar bin seneden fazla devam etmiş, ondan sonra Ruslar bu bin yıllık top­ raklan efendilerine karşı ayaklanarak bir uçtan işgal et­ rneğe başlamışlardır. 15. asırda Kasım Harlığını, 16. asır­ da Kazan ve Astrahan Hanlıklarını, 16 ve 17. asırda Sibir Hanlığını, 18. asırda Kırım Hanlığını işgal ederek , adı ile sanı ile Türk olan Deşt-i Kıpçak yani Kıpçak bozkın de­ nilen bin yıllık Türk ülkelerini .ele geçirmişlerdir. Kuzey Türklüğünden sonra iç Asya'da güneye yöne­ len Ruslar 18 ve 19. asırlarda da Doğu Türklüğünü esaret altına alarak ikinci Türklük sahasının istiklal ve hürriye­ tine son vermişlerdir. Böylece yirminci asır başlarken Kuzey ve Doğu Türklük sahaları, Doğu Türkistan hariç, tamamiyle Rusların .eline geçmiş bulunuyordu. Tabü, Türk ülkelerini ele geçirme hedefi Batı Türklü­ ğünü de kendi istikametinin dışında bırakmamıştır. Bu Türklük sahasındaki Rus saldırısı da tam beşyüz sene 123


gittikçe kesafet peydalı ederek devam etmiş ve Türklü­ ğiin büsbütün hazin bir büyük tarihi destanım

meydana

getirmiştir. Bu destanın içinde sayısız zaferler, mağlfibi­ yetler, göz yaşı, kan, ateş ve buz karma karışık şekilde büyük bir ibret tablosu halinde sıralanır. Bu arada

üç­

yüz sene içinde yirmiye yakın Türk-Rus harbi patlak ve­ rerek, hemen hemen her Türk nesli asırlarca bir Rus sa­ vaşının ıztırabı ile yüz yüze gelmiştir. Bolşevik ihtila.Ii Çarlığı

yıkbğı

zaman

Türklük üç

cephedeki bu tarihi macera neticesinde Türkiye hariç bü­ tün Türk ülkelerini kaybetmişti. Komünistler kısa bir oya­ lamadan sonra Çarlığın bütün bu emperyalist mirasına sa­ hip çıktığı gibi, onun bütün emperyalist arzu ve emellerine de daha büyük bir şevkle sarıldılar. Rus emperyalizmi üs­ telik bu sefer sefaletin ve fakirliğin istismarına dayanan komünizm gibi bulunmaz cihanşumül bir silahı da ele ge­ çirmişti. Nitekim Ruslar bu silahı

en şiddetli bir şekilde

kullanarak, Çarlığın bıraktığı imparatorluğu kendi zaman­ larında da genişletmeye devam .ederek bir çok ülkeyi zap­ tedip hudutlannı Avrupanın içlerinden Baltık Denizinden Japon adalarına kadar genişletmişlerdir. Bugün de bu hu­ dutlan heran zorlamanın fırsatını kollayıp durmaktadır­ lar. Komünist Rusya son kalan Türk ülkesinde ilk dene­ meyi lstiklal Harbinin sonunda Türkiye'yi komünistleştir­ me teşebbüsü ile ortaya koymuş, fakat bu niyetleri Ata­ türk tarafından boşa çıkarılmıştır. Ondan sonra Türkiye­ yi içten, derinden ve sessiz, kendileri için olgun hale getir­ me gayretlerinin peşine

takılmışlardır.

Böylece

İkinci

Dünya Harbine gelinmiştir. İkinci Dünya Harbinin başlangıcında müttefikler Al­ manya'ya karşı Rusya'yı yanlarına çekmek istediler. Bu

124


arada Türkiye de Dışişleri Bakanını göndererek Rusya ile anlaşmak istedi. Fakat Rusya bizi ve müttefikleri atıata­ rak Hitler' le anlaştı ve Polonya'nın

yarısını ilhak etti.

Böylece Türkiye bir yandan ne yapacağı ve hangi istika­ mete döneceği belli olmayan Alman, bir yandan da yeni­ lenmiş ezeli Rus tehdidi ile karşı karşıya kaldı. Derken Alman - Rus harbi başladı çekten derin bir nefes aldı. Türkiye

ve Türkiye ger­

için biri muhakkak,

öbürii muhtemel iki tehlike birbirleriyle kapışmıştı.

Tür­

kiye'nin o günlerde duyduğu ferahlığı bugün üade ede­ cek kelime bulmak imkansızdır. Türkiye o derece bahtiyar olmuştu. Odesa ve Kırım'daki top sesleri Sinop'tan duyulan bu Alman Rus harbi boyunca Türkiye mükemmel bir taraf­ sızlık örneği verdi. Hatta öyle ki, Rusya harp içinde ken­ disinin çok işine yarayan ; Karadeniz'i, Baku petro llerini, İran yardım yolunu, Hazar ötesini, Türkistan ve Rusların fabrikalarını taşıdığı Uralların arkasını Almanlar'a kapa­ yan Türkiye'nin bu tarafsızlı;ğını

övüyor ve Türkiye'ye

teşekkür ediyordu. Fakat kendileri için tehlike geçince ezeli Slav hususi­ yeti ve tutumu derhal ortaya çıktı. Harbin sonunda Rus­ ya Türkiye'den Kars'ı, Ardahan'ı ve Boğazları istemeye ,

başlamıştı. Zaman çok iyi seçilmişti. Rusya harpten belki on misli daha büyük bir kudret ve nüfuzla çıkmıştı. Batılı müttefiklerde barış havası ortalığı kasıp kavuruyor

as­

kerler evlerine dönüyorlardı. Türkiye yalnızdı, Rusya'ya karşı müttefiksizdi. Harp içinde kafi derecede silah

ve

teçhizat bile temin edememişti. Amerikan diplamasisi he­ nüz Ruzvelt ekolünün havası

içinde

idi ve Türkiye'nin

ehemmiyetini idrakten uzaktı. Rus taleplerinin deniz böl­ gesi ve Ukrayna Rusya'nın yumuşak karnını teşkil ediyor-

125


du. Bu açık karını Rusya emniyete almalıydı. Bunun

ilk

şartı da Boğazlarm ele geçirilmesiydi. Kırım da bu yüzden Türklerden boşaltılmış ve 300.000 Kırım Türk'ü, Alman­ larla işbirliği yaptı bahanesiyle Orta Asya.ya sürülmüştü. Boğazlann kontrolü Türkiye gibi nisbeten zayıf bir devlete bırakılamaz, ancak Rusya'nın kuvvetli eline verilebilirdi. Kars ve Ardahan ise eski Gürcü toprakları idi ve Gürcis­ tan Sovyetlerine katılmalıydı. Ruslarm doğu Anadoluda toprak, Boğazlar'da üs is­ teyen bu ağır taleplerinin arkasındaki plan da kısa zaman­ da ortaya çıktı. Ruslar ayrıca Türkiye'de peyk

bir hükü­

met d.e istiyorlar ve Türkiye'nin geleceği ile ilgili daha ile­ ri niyetler de taşıyorlardı. Boğazlara

yerleşince Türkiye­

yi ikiye ayıracaklar, Trakya'da önce ayrı bir halk cumhu­ riyeti kuracaklardı. Daha sonra, Boğazlar bölgesini

Türklerden boşalta­

caklar, sonra yavaş yavaş ve kademe kademe Anadoluda aynı işi yapacaklardı. Böylece önce Boğazlardan başlaya­ rak Türkiye Slavlaştırılacaktı. Güney istil{ametindeki ta­ rihi Rus genişlemesi bu plana gelip dayanmıştı. Türkiye o zaman en çaresiz günlerinde bu Rus talep­ lerini reddetti ve tek başına direndi. O günler Cumhuri­ yet devrinin en sıkıntılı günleriydi. Fakat Türkiye direni­ yordu. Bu direnişin arkasından Amerikan desteği ortaya çıktı ve Türkiye yalnızlıktan kurtularak Cumhuriyet de­ vinin en büyük kabusunu atıatmanın ferahlığına kavuştu. Türkiye'nin o günkü sevinci Cumhuriyet devrinin üç bü­ yük milli bahtiyarlığmdan biri ve belki de birincisidir. Di­ ğer ikisi Rus-Alman harbi ile son Kıbrıs

çıkarmasmda

duyulmuştur. Amerka'da, harbin sonundaki ölümü ile Ruzvelt dev­

ri kapanmış, onun aksine büyük Truman Rus tehlikesini 126


görrneğe başlamıştı. Ruslan tran'dan çıkaran Truman bu sefer de Truman doktrini ile Türkiye'nin yardımına koş­ muştu. O sıralarda Türkiye'nin Büyükelçisi ölmüş, Ame­ rika elçinin tabutunu Missuri zırhlı

ile Boğazın mavi su­

larına göndermişti. Missuri Türkiye'de

görülmemiş bir

bayram sevinci ile karşılandı. Öyle ki, sonradan marksist olan şairler o zaman Missuri'ye şiirler yazıyorlar, bugü­ nün komünistleri Amerikalı

denizcileri adeta el üstünde

dolaştınyorlardı. Ruslar Türkiy.e'nin umulmadık direnişi ve Amerika'­ nın vaziyet alması karşısında durdular ve taleplerini uyut­ tular. Daha sonra Türkiye NATO'ya girerek Rus niyetle­ rinin önüne batının müşterek müdafaasının güney cephe­ sini yerleştirdi. O tarihten beri Türkiye artık tarihi emperyalizmine karşı NATO

Rus

sİperlerinin arkasında ve

Arnerikan nükleer ş.emsiyesinin altında kendisini dış teh­ like bakımından emniyete almış durumdadır. Ruslar bu durum karşısında sonradan resmen talep­ lerinden vaz geçtiklerini ilan ettiler. Bu talepler hata idi ve artık mirası reddedilen Stalin'in bir hatası idi. tki dev­ let bunlan unutup yeniden Atatürk ve Lenin devrindeki dostluğa dönmeliydiler. Son resmi Rus tutumu budur ve gerçekten iki devlet son yıllarda bu tutum çerçevesinde iyi komşuluk münasebetlerini

geliştirrneğe

çalışrnakta­

d.ırlar. Fakat bu resmi dış

görünüştür.

Ruslar

satıhdaki

dostluğun altında bu sefer de emperyalizme yer

altında

yol açmak ve Türkiye'de komünist ihtilal yapmak faaliye­ tine de hız vermişlerdir. Bu perde arkası harekat Rus emperyalizminin Tür­ kiye

istikametindeki

en son

taarruzudur.

Buna en son

Türk-Rus harbi de diyebiliriz. Türkiye'yi bir komünist ih-

127


til8liyle ele geçirmek şeklindeki bu savaş çok gelişmiş ve Türkiye kayhetmek üzere iken 12 Mart imdada yetişmiş­

tir. Türk Ordusu ve Türkiye 12 Marttan

sonra şimdi bu

tehlikeyi atıatmak peşindedir. Fakat açıkça görünen odur ki, tehlikenin bu son saf­

hasının ilk kadernesi atlaWdıktan sonra da tehlike bitme­ miştir ve bitmeyecektir. Böyle bir şey Rus tarihine, adeta eşyanın tabiatma aykırı olur. Kuzey tehdidi daha uzun za­ man Türkiye'nin tepesinde asılan bir kılıç olmakta devam edecektir. Hem yalnız asılan değil, sık sık sallanan ve inip çıkan, Türkiye'nin hiç bir dalgınlığını ve gafletini affet­ miyecek olan bir kılıç. Türkiye bu kılıç karşısında daima uyanık olmağa mecburdur. Ve tabii eğer yaşamak istiyor­ sa ... Bugün de Türkiye'nin Kıbrıs davasını gönlünce çöz­ mesine başlıca engel de görüldüğü gibi

yine bu kılıçtır.

Türkiye bu kılıç karşısında milli birlik ve beraberliğini boz­ ma gayretlerini boşa çıkararak bünyesini sağlam tutmağa mecburdur. Türkiye NATO'nun

ve Amerikan ittifakının

vazgeçilmezliğinin ve bir ölüm kalım meselesi olduğunun idrakine bütün kuruluşlan ve politikacıları

ile varmağa

mecburdur. Osmanlıların son devrinde Türkiye'yi, olduğu kadar da olsa, Rus tazyikinin başlıca dış denge unsuru

karşısında

İngiltere

onun yerine geçen Amerikan

ayakta tutan

idi. Bugün

dengesinin

Türkiye

ve NATO'nun

.ehemıniyetini küçültme hatasını işleyemez. Fakat son yıllarda bu gerçekleri görmeyenierin unu­ tanların sayısı Türkiye'de

ne kadar korkunç bir şekilde

artmıştı ? Türkiye'yi tecrit ve Rusyanın karşısında yalnı_z bırakmak için, sadece ve sadece

ustalıkla yürütülen bir

komünist kışkırtmasından ibaret bulunan "NATO'ya ha­

yır" ve Amerikan düşmanlığı

kampanyasındaki niyet ve

vahametin farkında olmayan nice nice aklı başında insa­ nımızın ve kuruluşumuzun gürültüsü ortahğı nasıl kapla-

128


mıştı ? Dışa bağlı marksistler aldıkları emri ve vazifeyi yerine getirdiği için elbette ki, bunda tamamiyle mazur­ · dular. Ama en aşırısından en "ılımlısına" kadar bütün solculann ve sol kuruluşlar'ın buna gözü kapalı angaje olmasına ne demeli ? Şimdi Ecevit'in sözleri ile Türkiye'de büyük bir tarihi ınkilabın başladığım memnunlukla müşahade ediyoruz. Ecevit 6. filoyu Türkiye'ye davet ediyor. Yunanistan'ın NATO'da bıraktığı boşluğun Türkiye tarafından dolduru­ labileceğini bildiriyor. Dünün "NATO'ya hayır" diyen, Amerikan düşmanlığını körükleyen çevrelerinin ağır mi­ rası boynunda olan bir Ecevit'in bugün o çevrelerin sisli perdelerini böylesine yırtıp atarak doğruyu bulması sade­ ce Türkiy.e için büyük bir kazanç değil, emin olsun ki, Ece­ vit için de şereftir. Milli Güvenlik Kuruluna giren, devlet dosyalannı gören her icra adamının Türkiye için başka alternatifi olmayan bu hakikati görmesi tabiidir. Şimdi bu yeni Ecevit'i eski Ecevit'in alkışçılan şüphesiz destekle­ miyecekler ve daha şimdiden mırıldanmaya da 1aşlamış­ lardır. Fakat .korkmasın bundan yalnız Ecevit ve böyle yeni bir Ecevit kazanan Türkiye karlı çıkacaktır. Artık bundan sonra en büyük dile;ğimiz Ecevit'in, bulduğu bu gerçeği CHP'nin bütün gövdesine de yerleştirmesidir. Ecevit hiçbir şeyden çekinmesin, elbette ki, Türkiye NATO'dan ve Amerikan ittifakından şaşmayacaktır. NATO'nun her üye ülkede elbette ki, gerekli her türlü üs­ sü ve tesisi bulunacaktır. 6. filoyu Akdeniz'de elbette ki !imansız bırakmak hudalılığını hiç bir NATO üyesi gös­ teremez. Aziz Genelkurmay Başkanımız da hemen kendi­ sini teyit etmiştir. Bu yola devam. Çünkü Türkiye için tek doğru yol budur. Evet Sayın Başbakan, gelin elele verip, Türkiye'de NATO ve Amerikan düşmanlığını yalnız, onun asıl sahip129


leri olan dışa bağlı komünistlere bırakalım. Kuvvetli par­ tilerimizin hiç birini

onların desteğine

vermiyelim,

belli

başlı partileri, kuruluşları ve müesseseleri onların arkasm­ dan çekelim. Göreceksiniz ki, siz asıl

o

2'Aman kahraman

olacaksınız ve Türkiye de o zaman gerçekten bahtiyar ola­ caktır.

130


DOGUDAKt AYAKLANMA

3 Eylül 1974 Bir müsibet bin nasihattan evladır demişler. Yıllardır ve yıllardır, milliyetçi fikir adamlan Türkiye'nin bilhassa son otuz seneden, hele son on seneden beri içine düştüğü buhranı, hatalan ve talihsizlikleri bıkıp

usanmadan dile

getirmekteydiler. Fakat cemiyelimizi saran yaygın ve de­ rin gaflet karşısında

her şey, her ikaz ve her alarm son

günlere kadar bir sağırlar diyaloğunun karanlıkianna ka­ rışıp gitmekten bir türlü kurtulamamıştır. Şimdi Kıbns harekatı Türkiye'ye Kıbrıs meselesinin hudutlannı çok aşan birtakım sürprizler ve yeni kazançlar sağlamak istidadını göstermektedir. Böyle Kıbrıs başarısı Türkiye için bir kat daha büyümekte ve güzelleşmektedir. Bizim kendi kendimize bir türlü beceremediğimiz bir çok şeyi, hihayet bir gün, kanlı kasaba

papazı Makarios'un,

- Tethişçi Grivas'ın ve EOKA'sının, katil Sampson'un, had­ dini bilmez Yuanidis'in, medeni kılıklı Klerides'in ve Ka­ ramanlis'in, hülasa topyekun Yunanlı'nın yaptıklan, Yunan musibetinin, bizim namımıza adeta enaz çaresizlik açısından büyük bir nimet değerinde sayılmak lazım gelir. Bu sebep­ le, Ecevit Yunanistan'a demokrasiyi getirdik diye ne ka­ dar övünürse övünsün, hakikatte Yunanistan'ın Türkiye'­ ye yaptığı hizmet Türkiye'nin Yunanistan'a yaptığı rejim

131


yardımından şüphesiz çok daha büyük olmuştur. Dolayı­ siyle, Yunan düşmanına insanın adeta

teşekkür edeceği

geliyor. Ve galiba başkasının musibeti ile değil, kendi na­ sihatimizle aklımızı başımıza toplayacak bir cemiyet hali­ ne gelinceye kadar da daima, düşmanımızın mevcut olma­ sını temenni etmeğe mecbur kalacağız. Yunan düşmanı bu sefer hem Kıbns meselesinde nihayet bizim gözümüzü aç­ mış, hem de manasız iç kavgamızda aklımızı başımıza bir hayli getirir gibi olmuştur. Şüphesiz asaletimizden, yaratılışımızdaki

büyüklük­

ten kötülük düşünmemekten, herkesi kendimiz gibi maktandır ; fakat, tarih boyunca, mak, yakamızı hiçbir

zaman

uyanıklıktan

bırakmamış

san­

uzak ol­

bulunan milli

bir kusurumuzdur. Destanımızda bile Türklerin başına ne geldiyse daima uykudan gelmiştir

diye israrla belirtilen

mühim bir kayıt vardır. Nitekim elli sene evvel de bir mil­ li şairimiz yine ayni düşman karşısında tarihi uykumuza acı acı işar.et etmekten kendisini alamıyor ve

Vur eski kölesi, utandır onu, Derin uykulardan uyandır onu. .. diye feryat ediyordu. Ondan bir müddet sonra

hakikaten uyandık. Fakat

Atatürk ölünce tekrar uykuya dalmışız ki, eski Yunan kö­ lemiz, on beş sene Türkün hakkını çiğneye çi;ğneye, Kıb­ ns'ta Türk kanı döke döke efendisini utandırdı durdu ve birçok fırsatın kaçırılmasından sonra nihayet onu uyan­ dırmağa muvaffak oldu. Uyandık ve Türk ordusunun mü­ barek penç.esi Kıbns'ın üzerine şimşek gibi indi. Ayrıca bu iniş sadece bir askeri hareket ve zafer olarak kalmadı, ay­ ni zamanda Türkiye için adeta

beklenıniyen bir yeniden

doğuş, bir rönesans müjdecİSİ haline de geldi.

Kıbns'taki

askeri başarı büyüktür. Fakat harekabn Türkiye'ye içeri-

132


de kazandırdığı şeyler, Ada'da kazandırdığı yanın Kıbrıs­ tan daha az değildir, belki de daha mühimdir. Türkiye yeni bir uyanıklığın içine girmiştir. Türk

dış

politikasının karşısında yeni ufuklar açılmıştır. Kendimizi bulmanın ve başkalarına da kabul ettirmenin, adeta ken­ dimizi tazelemenin yeni şevki ve imkanları ortaya çıkmış­ tır. Dostu düşmanı daha iyi tanımak

ve gerçeklerle yüz

yüze gelmek iktidardaki politikacılarımızın mesnetsiz sap­ lantilarını törpillemiş görünüyor. Kıbrıs harekatından son­ ra artık yeni bi rdünya

ve bu dünyada Türkiye'nin yeni

bir yeri vardır. Fakat Kıbrıs harekatının belki bütün bunların üstün­ de olan en büyük yan kazancı milli birlik ve beraberliğin ehemmiyetini

Türkiye'nin

gözlerinin

önüne sermesidir.

Milli birlik ve beraberliğin hem zarureti, hem de kuvveti

Türkiye için Kıbrıs harekatmda büyük bir

ders mahiye­

tinde ve belirli bir şekilde ortaya çıkmıştır. Türkiye hiçbir devlete benzemiyen tarihi, coğrafi, beşeri şartlardan gelen ço.k istisnai durumda bir memlekettir. Çok nazik bir geo­ politiği olduğu gibi, her şeyden önce kendi gücüne güven­ mek zarureti de herkesten fazladır. Böyle bir devletle mil­ Ii birlik ve beraberliğe gölge

düşürmek, f.elaketlerin en

büyüğüdür. Bu sebeple. Türkiye'de milli birlik ve beraber­ liğin zarureti daima kesindir ve bu hep böyle kalacaktır. Diğer taraftan, milli birlik ve beraberlik olunca, Türk Milletinin cihanı tek başına sarsacak kadar üstün bir kud­ rete eriştiği de Türk Milletine mahsus müstesna bir vakı­ adır. Türk milletinin bu .emsalsiz

potansiyeli Türkiye'nin

en büyük, belki de yegane silahıdır. Askeri sahada da, sos­ yal sahada da, iktisadi sahada da... Bu silalım paslanma­ ması için, milli birlik ve beraberliğin

zarureti, büsbütün

ehemmiyet kazanmaktadır.

133


Halbuki Türkiye bu gerçeği son yıllarda çoktan kay­ betmiş ve tam bir gaflete gömülmüştü. Onlar sanki baş­ kasının vatanında cereyan ediyormuş gibi. Milli birlik ve beraberliğin çatır çatır yıkılmasına, büyük bir seyirci ra­ hatlığı içinde, gafletle göz yumuyorduk. Cahil ve gafil politikacılar, kendi küçük menfaatlerini devletin yüksek menfaatlerinin üzerine çıkarmakta hiçbir beis görmüyor­ lardı. Türkiye'nin yumuşak karnına, bu hava içinde, iki hançer birden dayanmıştı. Bunlardan biri komünizm, di­ ğeri bölücülüktü. İşin dikkate değer bir yönü de komünizm ve bölücülüğün iş birliği idi. İki hançer ya ayni, ya para­ lel ellerde beraberce Türk milli birlik ve beraberliğinin üzerine pervasız bir şekilde yqneltilmişti. Bir yandan sı­ nıf mücadelesi, bir yandan da Türkiye halklan kavgası en amansız bir şekilde yürütülüyor ve memleket elden gidi­ yordu. Tam kaybetmek üzere iken, bereket versin, yine Türk ordusu imdada yetişerek, 12 Mart tedbirini getirdi. .

Fakat, bugünkü iktidar da dahil, birçok kimsenin ve çevrenin gözünü açmaya maalesef 12 Mart da kafi gelme­ mişti. Öyle ki, Kıbns hadisesinde ateş bacayı sarmak üze­ re iken, biz h8.la, af kanunu bahanesi ile, milli birlik ve beraherlik suikastçilerini serbest bırakmak peşinde idik. !şte Kıbrıs'a çıkarma günü, bizi tam bunlan mükafatlan­ dırma sarhoşluğu içinde buldu. Yani milli birlik ve bera­ berlikteki perişanlık ve dağınıklıktan yeni bir milli birlik ve beraberlik çıkarmak meselesi ile karşı karşıya geldik. ·

Çok şükür, gerek komünistler, gerek bölücüler yalnız belli bir seviy.ede, belirli çevrelerde ve partilerde kalmışlar ve Türk Milletinin derinliğine inememişlerdi. Bu sebeple Kıbrıs için gereken milli birliği sağlamakta güçlük çekil­ medi. Sadece, Kıbns harekatı gafiller için tam bir şok te, siri yaptı. Bu şokun neticesinde, dışa bağlı komünistler dışında her.kes birbirinin vazgeçilmez kardeşi olduğunun 134


farkına vardı. Şimdi mesele bu farkına varışm, başta Ece­ vit v.e CHP olmak üzere, bütün eski

yanlış

yoldakilerin

şuuruna işlemesidir. Kıbrıs harekatının yarattığı milli bir­ lik ve beraberlikten artık tekrar sınıf

mücadelesinin ve

halklar kavgasının çıkmaz yollarına sapılacak mıdır. İşte şimdi bütün mesele buradadır. Eğer sapılacaksa, Kıbrıs fedakarlığının ve atılunının en büyük neticesi boşa çıkacak demektir. Fakat biz Ecevit'in son

günlerdeki sözlerinde

bunun boşa çıkarılmayacağını anlamak istiyoruz. Bu husus­ ta hepimizin kula;ğına küpe olacak bir büyük ders

daha

vardır ki burada bahsi o dersle ve o büyük işaretle kapa­ mak son derece yerinde olacaktır. Şöyle ki : Marksistlerle el ele veren bölücüler.

Doğu Anadolu'­

yu Türkiy.e 'den koparmak sevdası peşindedirler. Türkiye'­ de bölücülüğün de uzun bir geçmişi vardır ve ayni zaman­ da bunun da kaynaklan dıştadır. İlk defa bu konuyu, ge­ çen asırda Ruslar icat etmişler, sonra onu başta İngilizler olmak üzere bir kısım batılılar da körüklemiştir. Son on yılda ise bu cereyan Türkiye'nin içinde bir doğu ayaklan­ masını ümit edecek şekilde cüret kazanmıştır. Fakat ge­ rek Türk devleti ve gerek ona yardımcı olan vatanperver, doğu halkı bütün bu gayretleri 12 Mart sonrasında çıkarmıştır. Esasen Türk milletinin

boşa

çok aziz bir parçası

olan, doğu Anadolu'nun v.efalı, fedakar, namuslu, devlet ve milletine sadık, bu vatanda bahtiyar olmaktan başka bir şey düşünmeyen, işinde gücünde, dan bundan başka bir şey

cesur Türk halkın­

beklenmeyeceğini, onu yakın­

dan tanıyanlar gayet iyi bilirler. Şimdi son Kıbrıs harekatmda

bu bölgede gerçekten

büyük bir ayaklanma olmuştur. Fakat bu ayaklanma bö­ Iücülerin beklediği ayaklanma değil, tam tersine vatan­ perverliğin, milli şuurun, Türklük duygusunun ayaklanma­ sıdır. Nüfusu nisbeten az olan, Türklük duygusunun ayak135


lanmasıdır. Nüfusu nisbeten az olan. Türkiye'nin kendisi gibi gönlü de yüksek bu yayla bölgesinde Kıbrıs hareka­ tının ilk günlerinde bir yerde seksen bin, bir yerde

otuz

bin, bir yerde kırk bin gönüllü yazılmıştır. Doğu'daki bu yüce ayaklanma, gazete sayfalannda kalıp giden bu ına­ nalı ayaklanma bölücülülere, milli birlik ve beraberlik düş­ manlarına, sınıf ve halk kavgacılarına ve onların gafil des­ tekçilerine ne güzel bir cevaptır değil mi ? İşte Kıbrıs ha­ rekatı,

bu mübarek galeyana vesile olduğu için de, bir

kere daha tebcil edilmeğe değer. Hasılı, Kıbrıs'ta akan şehit kam v.e dökülen milyarlar her bakımdan tam manasiyle yerini bulmuştur. Şimdi o şehit kanlarının

ve yapılan fedakarlıklann

bizden beklediği şey : Türk vatanını, bir daha sımf mücade­ le.şi ile ve halklar kavgası ile kirletmemektir. Nasıl, Sayın Ecevit, buna var mıyız, buna hazır mıyız ?..

136


MİLLİ İRADENİN ZAAFI

ı Ekim 1974 Türkiye bugün derin bir siyasi buhran içinde bulun­ maktadır. Otuz kırk seneden beri Türkiye':vi kasıp kavuran ve cemiyetin bünyesini kemiren sosyo kültürel buhran, ni­ hayet acı meyvelerini vererek, bugün

memleketi en had

safhaya ulaşmış ağır bir siyasi buhranla karşı karşıya ge­ tirmiştir. Her türlü kudretin ve çıkış yolunun kaynağı ol­ ması lazım gelen parlamentonun kuvvetini azaltarak onu adeta takatsiz düşüren, ancak çaresizlik zayıf hükümetleri iş başına getiren,

iktidarlarını ve

Türkiye'yi kudr.etli

parlamento, kuvvetli iktidar ve güçlü hükümetlerden uzak zaman mahrum kılacağı anlaşılan bu siyasi buhran, Türki­ ye'nin bekletilmeye, yavaşiablmaya ve ihmale tahammültl olmayan hayati meselelerini askıya

alarak, memleketin

geleceğini ciddi bir şekilde karartmaktadır. Hiç belirtmey.e lüzum yok ki, Türkiye

bugün çözüm

bekleyen sayısız meselelerle karşı - karşıyadır. Bu toprak­ larda dirlik ve düzenlik içinde ayakta durmak ve varlığını, bütünlüğünü korumak her an, dün olduğu gibi bugün de Türkiye'nin has meselesi olarak bütün ciddiyetiyle ortada­ dır. Bu en büyük meselenin

aktüel

bir tezahürU olarak

Türkiye bugün Kıbns'ta bütün dünyaya karşı tek başına Türklüğün beka davasının çetin bir imtihanını vermekte­ dir. Diğ.er taraftan, cemiyet can alıcı bir iktisadi kalkınma

137


meselesiyle karşı karşıyadır. Ayrıca Türkiye bunlann da üstünde ve bunların hepsinin kaynağı olan şümullü bir milli eğitim ve insan yetiştirme davası ile bir yere kıpırda­ mıyacak kadar yüz yüze gelmiş bulunmaktadır. Bu ana da­ valara bağlı olarak daha yüzlerce dert ve alt mesele Tür­ kiye'nin sıkıntılı ve kavruk bağnnda adeta sıra dağlar gibi uzayıp gitmektedir. Bütün bu dertler, meseleler ve davalara karşı elde bulunan tek çare ise, Türkiye'nin başlıca müessir silahını teşkil eden milli birlik ve beraberliği sa;ğlayacak ve mem­ leketi en kudretli bir lokomotif gibi alıp sürükleyecek kuv­ vetli bir siyasi iktidar ve o iktidan ortaya çıkaracak siyasi huzurdur. Bugün işte Türkiye herşeyin gelip kendisinde dü­ ğüınlendiği bu siyasi huzurdan mahrum olmanın derin ız­ brabını çekmekte ve aşağı yukan ne yapacağını bilemez bir hale gelmiş bulunmaktadır. Türkiye'ye, her şeyin tedavisi için bir başlangıç ve ilk §art olan böyle bir siyasi huzurun getirilip yerleştirilmesi için ne yapmak lazımdır. Şüphesiz bunu tespit etmek evve­ IA. ortadaki hastalığı doğru olarak teşhis etmeğe bağlıdır. Acaba hastalık nedir ? Türkiye bugün ntçin böyle bir siyasi huzur ve istikrar buhranı içine düşmüştür. ·

Fakat tabii satıhtaki bu görünüş sadece bir netice­ dir. Asıl sebep. Türkiye'yi bugünkü siyasi bulıran ve ik­ tikrarsızlık içine atan asıl ft.mil bu dış görünüşün altında yatan milli irade zaafıdır. Gerçekten Türkiye'deki asıl köklü buhran, siyasi kanşıklıktan sorumlu olan siyasi is­ tikrarsızlığı doğuran esas hastalık milli iradedeki zaaftır Türkiye'de milli iradenin sıhhati tehlikeli şekilde bozul muştur. Bu büyük varlığa bölünmeden, doğru hüküm verme alışkanlığını kaybetmeye, bıkkınlıktan günlük heyecaniara kapılmaya kadar çeşitli hastalıklar arız olmuştur. Duru­ mu büsbütün vehimleştiren. Türkiyeyi tam bir çıkınaza so 138


kan şey de, şüphesiz, görünürdeki siyasi bulıran değil, onun temelinde yatan bu milli irade buhranıdır. Bu mill i irade buhranında, milli iradenin rahatsızlığında elbetteki masum Türk çu, hiçbir günahı yoktur. Ayni

bu tehlikeli

halkının hiçbir su­

şekilde böyle bir

zafiyete

düçar olması milli iradenin bünyesinin aslında zayıf olduğu manasma da gelmez. Bilakis Türkiye'de milli irade aslında çok sağlam olduğunu uzun zaman ispat etmiştir. Fakat ne kadar mukavim olursa olsun her şey gibi onun da nihayet bir dayanma gücü vardır. Milli iradeye karşı tazyikler Tür­ kiye'de bir çeliği bile bükec.ek kadar

devamlı, ısrarlı ve

kuvvetli olmuş, neticede o iradenin de dayanma gücü büyük ölçüde sarsılmıştır. Türkiye'de milli irade dıştan ve içten olmak üzere iki başlı bir tazyik karşısında kalmıştır. Dış tazyik milli irade üzerine, bazan açık bazan kapalı, bazan hafif bazan şiddetli olarak tatbik edilen bunaltıcı baskıdır. İçinde 1960 ihtilali­ ni de bulunduran bu dış baskı aşağı yukan otuz sene milli iradenin tabii gelişmesini bir c.endere içine almış, onu tah­ rip etmiş zedelemiş, tabialinin dışına çekmiştir. Milli ira­ deye içten yönelen tazyik ise

milli iradeyi temsil edenle­

rin, milli iradenin bir kurtarıcı gibi

kendilerine sarıldığı

partilerin, kadrolann ve liderlerin o iradeye layık olama­ malandır. İşte bu iki sebep, dış baskı karşısında otuz sene mukavemet

ile iç liyakatsizlik

ettikten sonra nihayet

milli iradenin sıhhati derinden sarsılmıştır. Bu sarsmtıyı ilk defa 14 Ekim 1973

seçimleri bütün

dehşeti ile ortaya çıkarmış bulunm aktadır. 1'4 Ekim seçim­ lerinde milli iradenin hastalığı başlıca iki araz halinde or­ taya çıkmıştır. Bunlardan biri milli ginlik ve bunun

neticesinde

iradede görülen bez­

milli iradenin

partizanlığa teslimiyetidir. Digeri ise ondan

militanlığa ve daha vahim

139


olmak üzere, memleket istikbalinin başlıca

teminatı olan

milliyetçi oy tabanının parçalanmasıdır. İşte bugünkü hü­ kümet buhranırun , bir seneden beri Türkiye'nin dertli başı­ na bir de yeni tipte bir siyasi iktikrarsızlık derdi açmış bulunm ası siyasi buhramn temelinde yatan vahim g.erçek budur. Şimdi Türkiye süratle bu milli irade zaafını tedavi et­ mek meselesi ile karşı karşıyadır.

Milli iradeyi, bezginlik­

ten kurtaracak parçalanmış milliyetçi oy tabanını birleştir­ medikçe Türkiye hükümet buhranlannda da süratle rejim buhramna doğru giden siyasi

istikrarsızlıklardan da, çö­

zi.im bekleyen meselelerin çokluğu ve ağırlığı altında ezil­ me.kten de kurtulamayacaktır.

Onun için kurulacak ye.ni

hükümeti bekliyen en büyük iş Türkiye'de bulunan bu milli irade zaafının

ortaya çıkmış

tedavisine gidecek yolları

açmaktr. Bu yolları nasıl bir hükümet açabilir, ve açmak için ne yapmak lazımdır, bunu da gelecek yazıya bırakalım.

1'40


NASn. BİR HÜKÜMET?

3 Ekim 1974

Bundan önceki yazımızda Türkiye'nin bugün milli ira­ de zaafmdan doğan derin bir siyasi bulıran içinde olduğu­ nu tespit etmiştik. Uzun zaman bir yandan dış baskılar al­ tında tutulan, öte yandan kendisine tercüman olmağa talip kadrolarda umduğunu bulamayan milli iradenin, kendi üze­ rindeki tazyik ve uğradığı hayal inkisan neticesinde, niha­ yet dayanma gücü sarsılmış ve sıhhati ciddi bir şekilde bo­ zulmuştur. Tabiatine aykın tazyikler nasıl canlı organiz­ ınada normal gelişme seyrini ve hücre yapısını de:ğiştiri­ yorsa, canlı sosyal bir organizma olan cemiyette de içten ve dıştan bir mengene arasına alınmak normal yapıyı ister istemez kendi tabiatının dışına düşürerek büyük tereddüt . ve şaşkınlıklar doğurur. Bu Türk cemiyetinde de böyle ol­ muş ve 14 Ekim seçimlerinde milli iradenin sıhhatindeki bozukluk bir yandan yorgunluk ve benzerlik, bir yandan da dağınıklık ve parçalanma şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu yüzden bir seneden beri sürüp giden ve memleketi çaresiz­ lik içine bırakan huzursuzluklarla ve bugünkü vakitsiz si­ yasi buhranla karşı karşıya gelinmiştir. Yalnız büyük ve mazisi olan bir c.emiyette bulıranla­ rın karışıklıklan ve karartılan arasından çok defa yeni bir çıkış parıltısı doğar. Türkiye de böyle bir cemiyettir. Bu 141


sebeple bugün çok kesif bir

şekilde

çökmüş bulunan siyasi bulıran aynı

Türkiye'nin üzerine zamanda bugünlerde

büyük bir tarihi fırsatı da memleketin karşısına çıkarmış bulunmaktadır. Bu fırsat yorulmuş ve dağılmış, bölünmüş milli iradeyi yeniden sıhhatine kavuşturmaktır. Ecevit'in acı ve ibret verici bir tecrübeden sonra iktidan ortada bı­ rakması memlekete böyle bir bulunmaz fırsat kazandırmış­ tır. Şimdi bütün mesele onun hayırlı veya hayırsız evlat­ larının bu fırsatı kullanıp kullanamayacağıdır. Bu 1a.ususta gözden kaçınlmaması lazım gelen ilk nokta iktidara

mutlaka sahip

çıkmak

iradesini göstermektir.

Hem memleket hükümetsiz kalacak günlerde değildir. Hem de bundan daha önemli olarak

milli iradeyi sıhhatine ka­

vuşturmanın ilk şartı, kendilerini kaderin akıntısına terk etmiş görünen partllerin artık silkinerek elem verici mis­ kinliği üzerlerinden atmalarıdır. CHP'li iktidar veya CHP iktidan daha uzun müddet memleketin kaderi imiş gibi bir hava yaratmak ve buna devam etmek aşağı yukarı bu par­ tilerin intiharı ve milli iradenin sıhhatinin büsbütün bozul­ ması demektir. Yüzde otuz üç oya

yüzde

altmış yedinin

teslim olması asla bağışlanacak bir şey olmadığı gibi CHP iktidan da katiyen memleketin kaderi olarak kafalara yer­ Ieştirilemez. CHP'nin hakimiyetinde bir iktidarın veya bir CHP azınlık iktidannın bütün yollan mutlaka tıkanmalı­ dır. İkinci olarak üzerinde durulacak nokta milliyetçi par­ tilerin iktidar olma korkaklığından kendilerini süratle kur­ tarmaları ve hükümet olmaya azimle c.esaret etmeleridir. Gerçi Ecevit iktidan çok ürkütücü bir miras bırakmıştır. Ordunun Kıbrıs başarısını koynuna koyup gitmiş, geriye Kıbrıs davasının en çetin safhası kalmıştır. Ekonomiyi alt üst etmiş, ve Türkiye'yi dünyadaki enflasyon mazeretinin arkasına sığınarak uçsuz bucaksız

142

bir pahalılık denizinin


ortasına atmıştır. 12 Mar'tan sonra bin bir güçlükle tek­ rar yerine oturtulan devlet düzenini ve teşkilatını ideolojik ve partizan gayretlerle rayındkn

çıkarmış ve kilit mües­

seseler kadrolan ters yüz etmiştir.

N eticede bugün başta

Ecevit olmak üzere herkesin hükümet etmekten korkacağı bir vasat ortaya çıkmıştır. Fakat bütün bunlara rağmen milliy.etci partiler iktidar olmanın üzerine yine de cesaretle yürümelidirler. Yeni bir iktidara Kıbrıs davasının bundan sonraki safhasında da şeref kazandıracak başanlan Tür­ kiye elde edebilir. Ekonomik durumun bugünkü feci zarasından müstafi hükümetin

felsefesinden

man­

tatbikatma

kadar baştan başa yanlışlarla dolu politikası sorumludur. Sermaye ürkütülmüş, yatınmlar durmuş, lafla ve hayaile ekonomi yapılmağa kalkışılmış,

neticede dünyadaki enf­

lasyonun Türkiye'deki serpintisinin çok

üstüne çıkan bir

hayat pahalılığının ve iktisadi bulıranın içine düşülmüştür. Yeni bir iktidar hayalden ve ön fikirlerden ayrılarak Tür­ kiye ekonomisini iktisat ilminin sayfalarına uydurdu mu birçok şeylerin düzeldiğini görebilecek

ve yedi aylık ma­

kfıs talihi yenmek yollarını bularak milletin itibarma hak kazanacaktır. Unutulmayacak üçüncü nokta CHP'nin den korkmamak, onu göze alabilmektir.

muhalefetin­

CHP muhalefete

geçince tekrar sokak kavgaları başlar endişesi yaygın bir korku olarak birçok kimsenin gözünde büyümektedir. Böy­ le bir korkuya kapılmak daha baştan teslim olmak demek­ tir. Böyle bir korkuyu yüreklerinde taşıyaniann parti ha­ yatından da, devlet hayatından da çekilmeleri gerekir. Çe­ kilsinler ve her şeyi CHP'ye teslim etsinler de bari mem­ leket rahat etsin. Tabii bu mümkün olmadığı gibi CHP'nin sokağa döneceğinden

korkmak için de sanıldığı kadar se­

bep yoktur. Bir kere Ecevit'e hiç olmazsa son iktidan bu­ nun doğru bir yol olmadığı tecrübesini her halde yeter de-

14:3


recede kazandırmıştır. Ayrıca sokağa ve anarşiye, komü­ nizme ve bölücülüğl karşı 12 Mart'tan sonra iyice bilenmiş olan ordunun bu bilenmişliğinin paslandığını za.nnetmek hataların en büyüğü olur. Türkiye bugün Kıbrıs'ta yarın Kıbrıs bitince başka sahalarda, Yunanistan'la ilan edilme­

miş bir harp halindedir ve harp halinde kalacaktır. Böyle bir Türkiye'nin 12 Mart öncesine döndürülebileceğini hayal edenlerin bu hayalleri sadece kursaklarında kalır. Hülasa, neresinden bakılırsa bakılsın

milli iradedeki

zaafın giderilme ve milliyetçi partilerin iktidar olma günü gelmiştir. Yalnız bu noktada bir büyük gerçek karşımıza çıkmaktadır. O gerçe.k de bugün milliyetçi cephenin nasıl bir hükümet kurabileceği, kurması lazım geleceğidir. Bu ta­ rihi fırsat günleri ayni zamanda kıl kadar hassas ölçüyü de beraberinde taşımaktadır. Eğer kurulacak hükümet zayıf olur, idare-i masiahat hükümeti olur, çaresizlik hükümeti olursa bu tarihi fırsatm getirecekleri tamamiyle tersine döner ve milli iradenin sıhhati büsbütün bozulur. Bugün gelecek milliyetçi hükümet son derece kuvvetli bir hükü­ met, Türkiye'yi bugün içine girmiş olduğu çıkmazdan kur­ taracak kadar kudretli ve kuvvetli hükümet olmak zorun­ dadır. Bugün Türkiye uzun zamandır görülmeyen ve has­ reti çekilen en kudretli bir hükümet ihtiyacı içindedir. Hemen söyleyelim ki böyle bir hükümetin temeli Tür­ kiyenin bugünkü ağır ihtiyacına cevap verecek bir Başba­ kan bulmakta düğümlenmektedir. Bu potansiyelin partile­ rin bu günkü lider kadrosunda, şahsi liyakatleri dolayısiyle değil, şartıann oluşturduğu imkansızlıklar yüzünden, mev­ cut olmadığı, inkar edilemez bir vakıadır. Bu potansiyel Ankara bürokrasisinde de yoktur, bugünkü parlamentoda da yoktur. Bugün bu potansiyel yalnız milliyetçi üniversite profesörleri camiasında mevcuttur. Bu camiadan konten­ jan senatörlüğü yolu ile Başbakan bulunan �ok kuvvetli 144


bir hükümet kurulmalıdır. Bugün

Türkiye'yi çıkmazdan

kurtaracak te kformül budur. Niçin mi ? Bunu aniatmağa ve konuyu derinleştirme­ ğe devam edeceğiz. bağlı olduğu bü­

Türkiye bugün her şeyin kendisine

yük bir ihtiyaç içindedir. Bu ihtiyaç milli iradenin sıhhatin­ deki bozukluğun ve Türkiye'nin başlıca teminatı olan milli­ yetçi milli iradedeki yorgunluk ve dağınıklığın tedavisine derhal başlanmasıdır. Türkiye'nin bugün içine düşmüş bu­ lunduğu siyasi bulıran buna eşsiz bir fırsat da yaratmıştır. Hem şiddetli bir ihtiyaç, hem de bu ihtiyacı karşılayacak değerli bir fırsat kapımızı çalmıştır. Bu fırsatı kullanama­ yanlan her halde tarih de, kader de affetmiyecektir. Üstelik, yedi sekiz aylık pahalı bir tecrübeden sonra, memleketin bir daha veya daha fazla, hudutları böylesine belirsiz solcu bir iktidara

bırakılamayacağı artık herkes

tarafından anlaşılmış olmalıdır.

Aksi takdirde hem işler

bir daha kolay kolay düzeltilemiyecek alt üst olacak, hem de üzerinde

şekilde

büsbütün

ısrarla durulması lazım

gelen milli irade zaafı büsbütün derinleşecektir. Fakat aynı derecede

önemli olan şey ortaya çıkmış

bulunan fırsatın iyi bir şekilde değerlendirilmesidir. Zayıf bir hükümet bu fırsab

değerlendiremez, bilakis durumu

büsbütün ağırlaştıracak menfi bir unsur olur. Türkiye bu­ gün demir gibi bir

hükümetin

vazifeyi

devralacağı bir

gündedir. Kıbrıs davasının çok çetin bir imtihan bekliyen ikinci safhasını, halkı akıl almaz pahalılıkla karşı karşıya bırakan vahim iktisadi durumu,

politikayı sokağa taşır­

maya her zaman hevesli partizan bir muhalefetin beklenen hırçınlığını ancak böyle çok kuvvetli bir hükümet göğüsle­ yebilir. Milliyetçi milli iradeyi bütünleştinnek ve dinarniz­ me kavuşturmak da yalnız böyle bir hükümetle kabildir.

145


Bugünböyle

bir hükümetin

adayı ise, hiç değilse şimdilik

anahtarı olan Başbakan

sadece milliyetçi üniversite

profesörleri camiası içinde bulunabilir.

Siyasi kadrolar ve

milliyetçi partiler bugün kendi içlerinden böyle bir başba­ kan çıkaracak durumda değildirler. Niçin mi

Şöyle ki :

Evvela beş milliyetçi partinin liderlerini başbakanlığa layık olmamak gibi bir düşünceden

tenzih etmek isteriz.

Bilakis hepsi ayrı ayrı birer dejğerdir vehepsi de bir çok vasıfları ve meziyetleri olan değerli devlet anamlarıdır. An­ cak çeşitli menfi şartlar içinde oluşan

kaderin kendilerini

bugün için bu işe ters düşürdüğünün bir vakıa olduğunu da kabul etmek lazımdır. AP ile DP'nin lider kadrosu

içinde derin bir uçurum

açılmıştır. Bu iki kadronun birleşmesi tamamiyle imkansız­ dır. Siyasette birbirleriyle mücadeleye tutuşan, mücadeleyi aslında altında tutum farkı saklı şahıs kavgası haline geti­ ren insanların birbirleriyle barışması, birinin diğerine itaat etmesi, birbirlerini hiç bir şey olmamış gibi kucaklamalan hiç bir yerde görülmemiştir.

Diktatörlüklerde ve komü­

nizmde bu mücadeleler umumiyetle iki taraftan birinin im­ hası, hayatının ortadan kaldırılması ile biter. Diğer sistem­ lerde de bir tarafın mağliibiyeti,

silinmesi

ayrılması ile neticelenir. Bu sebeple

veya yoUann

Demirel ve Bozbeyli

ekiplerini birleştirmek boş bir hayaldir. Bu husustaki gay­ retierin hiç bir manası ve başan şansı yoktur. Onlan za­ manla hangisinin ağır basacağı belli olacak tabii inkişaflan ve kaderleri içinde bırakmaktan başka bir yol yoktur. Bu durumda Demirel'in DP'nin bağlubiyeti kabul

başbakanlığına

razı

olmak

ederek AP'ye iltihakı demektir.

Bunu Bozbeyli'den ve DP'den kimse

beklememelidir. DP

olmadıkça da Demirel'in hükümet kurması mümkün değil­ dir.

146


Demirel'in Dp'nin dışandan

destekleyeceği bir hükü­

mete girmesi de onu işaret ettiğimiz viyesine ulaştıramaz. Hele MSP 226'yı tutturacak bir hükümetle

kuvvetli iktidar se­

ve etraftan derlenerek Demiral bugünün şartla­

rına cevap verecek sıhhatli bir hükümeti hiç teşkil edemez. İdar.e-i masl3lıat hükümeti yerine demir gibi bir hüküme­ tin Türkiye'nin bugünkü vazgeçilmez ihtiyacı ve şartı ol­ duğunu tekrar tekrar belirtmeliyiz. Bu itibara kırık dökük bir Demirel hükümeti hükümet olmamaktan daha mahzur­ ludur. AP'den ikinci, üçüncü v.s. bir adamın kuracağı hükü­ met de her bakımdan malul

kalacaktır.

Başbakan eğer

Demirel'in adamı ise otomatik olarak onun emrinde ve za­ yıf bir hükümet olacaktır. Kuvvetli ve Demirel .ekibi kar­ şışmda dikleşecek şahsiyetli bir AP'liyi ise Demirel'in ka­ bul etmesini beklemek haksızlık olur. Bu Demirel'in ikinci kadernede parti başkanlığını da ona Kaldı ki AP içinde böyle kuvv.etli

bırakması demektir.

başbakan olabilecek ve

ayni zamanda Demirel'in ve grubunun tasvibini ve desteği­ ni alabilecek bir parlamenter de

yoktur. AP'nin en kuv­

vetlisinin Demirel olduğu münakaşa edilmez bir gerçektir. Binaenaleyh Bozbeyli'nin, AP içinden bir başbakan formü­ lünün istediğimiz başbakanı bize verec.e;ğini ümit etmek için fazla iyimser olmak lazımdır. öte yandan CHP koalisyonunda MSP ve Erbakan'ın Demirel için sayı olmama hassasını

da

çok yıpranmış

bir

dışmda bir kuvvet

hesaba katmak gerekir.

Demirel

DP'yi tam yanına almadan Erbakan ağırlığı ile memleke­ tin beklediği bir hükümeti ortaya çıkaramaz. Bozbeyli'nin veya bir başka DP'linin başbakanlığına is.e AP imkan vermez. lmkan olsa

idi şüphesiz

Bozbeyli

kuvvetli bir başbakan olabilirdi. Böylece görülüyor ki, im-

147


kanlar

aslında

kuvvetli iki insan olan Demirel'in de, Boz­

beyil'nin de başbakanlığına elverişli bulunmamaktadır. Erbakan'ın başbakanlığım ise zannederiz, kendisi bile aklından geçirmez.

CHP ortaklığının

yıpranmışlığından

sonra Erbakan'ın ve MSP'nin adamakıllı

bir dinlenmeye

ihtiyaçları vardır. AP-DP kavgasına karışmamış olan Feyzioğlu ve Tür­ keş mükemmel birer kuvvetli başbakan adayıdırlar. Fakat onların da küçük parti liderleri olmak ellerini kollarını bağ­ lamaktadır. Oturup bunlardan birinin başbakanlığını kabul etmeği büyük partiler maalesef haysiyet

meselesi yapa­

caklan gibi, onların liderleri bunlara, .k endilerine birer ra­ kip gibi de bakmaktan kurtulamazlar. Böyle olmasa bu iki aday da AP ve DP kavgasının arasına hükümet seviyesinde pek ala girebilir. Fakat nerde o sağduyu ? Parlamento içinde geriye tarafsız bir başbakan çıkar­ mak kalıyor. Fakat parlamentoda hem milliyetçi cephenin peşinden gitmeyi kabul edeceği, hem de Türkiyenin bugün­ kü meselelerinin üzerine yürümek

dirayetini gösterebile­

cek tarafsız bir zat katiyen ve katiyen yoktur. Bu manzara karşısında, dün de dediğimiz gibi Türki­ ye'nin tek şansı,

tek çıkış yolu başbakanı milliyetçi pro­

fesörler kadrosu içinde aramaktır.

Milliyetçi profesörler,

aslında partili olmamakla beraber milliyetçi partilerin dı­ şardaki akademik uzantılan durumundadırlar. Yalnız ora­ dan çıkacak bir başbakan milliyetçi partiler arasında hükü­ met seviyesinde bir hakem olabilir. Aynı zamanda Türkiye' nin hem sosyo ekonomik, hem sosyo kültürel meselelerine bu geçiş devrinde ancak böyle bir başbakan çözüm getirebi­ lir. Bu potansiyel şimdilik yalnız milliyetçi profesörler ca­ miasında vardır. Böyle bir başbakan milliyetçi milli irade­ nin bütünleşmesinin hazırlık ve yumuşama safhasını kolay-

148


lıkla yürüterek bir müddet beklernesi lazun gelen liderleri de pürüzsüz bir iktidar olmak imkanianna kavuşturabilir. Ancak böyle bir başbakan partilerden, müşterek çok kuv­ v.etli bir hükümet ortaya çı.karabilir. Milliyetçi partiler hemen başbaşa

verip üzerinde bir­

leşecekleri böyle bir başbakan adayını tesbit ederek Cum­ hurbaşkanına teklif etmelidirler. Bu, milliyetçi kamuoyu için hakiki bir müjde olacaktır.

149


M1LLIYETÇt CEPHE BlRLtGt

ll Ekim 1974

Atatürk'ün ölümünden sonra tatbik sahasına konulan, kırk senelik yanlış kültür politikası ile millet hayatı üze­ rinde zümre hakimiy.etini devam ettirmek isteyenlerin tez­ gahladı.ğı yirmi beş senelik yanlış demokrasi Türk cemi­ yetinin altını üstüne getirmiştir. Bu birbiriyle at başı yürü­ yen ve birbirini tamamlayan iki sosyal hastalığın, cemi­ yetin sı.hlıatini nasıl bozduğunu ve sosyal bütünleşmeye herkesten daha fazla muhtaç bir memleketi nasıl bir sos­ yal dağılma ve çözülme ile karşı karşıya g.etirdiğini, 12 Marttan önceki umumi manzara, iyi niyetli olmak şartiyle, en idrak fukarasına bile anlatmış olmalıdır. Türkiye'de sü­ rüp giden bugünkü siyasi bulıran da şüphesiz bu çok cep­ lıeli sosyo kültürel dağılma ve çözülmenin tabi bir neticesi, ön plana geçmiş bir parçasıdır. Bu sosyal dağılma ve çözülm.enin siyasi hayatı doğru­ dan doğruya ilgilendiren kısmı milli iraded�ki parçalanma­ dır. Milli irade önce sağ ve sol diye ve tabü eşit olmayan, fakat belirli bir kopmaya dayanan iki parçaya ayrılmış, sonra da bu parçalar kendi içlerinde dilimiere bölünmüştür. Ancak, soldaki dilimlenme fazla kopukluk meydana getir­ memiş, bu kanat bir işaretle daima tek bir sol vücut olacak şekilde kalmış, bunun semeresini de 14 Ekim seçimlerinde 150


ve ondan sonra adamakıllı görmüş ve aralarında paylaş­ mışlardır. Sağdaki dilimlenme ise daha merhem kabul et­ mez bir istikamette seyrederek ı4 Ekim'le ve bugünkü peri­ şanlıkla neticelenmiştir. Gerek sağ ve sol parçalanmasının, gerek ondan sonraki dilimlenmelerin müşterek ve bariz karakteri bu dağılmamn memleketin gerçeklerine ve cemi­ yetin bünyesine uymadığı ve esas itibariyle sun'i olduğu­ dur. Türkiye ne sağ ve sol kavgası yapılacak bir memleket­ tir, ne de bilhassa sağ kanattaki bölünme tabiidir. Bu ko­ nuyu burada daha fazla derinleştirmeyeceğiz. Şimdi konu­ muz bu değildir ve buna sonradan ayrı bir yazıda her halde tekrar dönebileceğiz. Şimdilik sadece bu bölünmenin sun'i oldu;ğunu tespitle iktifa ederek esas geliştirmek istediğimiz noktaya yönelmemiz gerekmektedir. Gerçekten siyasi hayattaki bu bölünme aslında tabii değildir, sunidir. Fakat sun'llikten burada daha çok zorla­ ma ve itmelerle, kendi içindeki tabii farklılıklar körüklene­ rek ve büyültülerek bu duruma düşmüştUr. Bir kanatta geniş bUtunlük içinde bir takım farklılıkların bulunması çok tabi'dir. Ancak bu farklılıkların derinleştirerek bUtUn­ lüğü bozması için de hiç bir sebep yoktur. Aynı şekilde Tür­ kiye'nin şartlarında sağ ve sol kanatlar arasındaki farklı­ lığın bütünün ahengini bozacak bir dereceye çıkarılması da akıl karı ve vatanperverlik icabı değildir. Hele bilhassa sağdaki bölünme, bu kanadın büyüklüğU ve bütünlüğü memleket istikbalinin başlıca teminatı olduğu için asla ta­ bii ve mazur görülm.e hakkına sahip değildir. Sağ yani mil­ liyetçi kanat tamamen sun'i zorlamalarla, dış tazvik ve iç liyakatsizlikle paramparça olmuştur. Mi!liyetçi kanadın kendiliğinden bu hale gelmediğini zorla bu bezginlik peri­ şanlık ve tesirsizliğe itHdiğini anlamak için onun bünyesi­ ne şöyle toptan bir bakmak kafidir. Türkiye'de, 14 Ekim'de filli oyların yüzde altmış yedi­ buçuğunu temsil eden, seçime katılmayan bıkkın yüzde otuz 151


altının da hemen hemen tamamını içine aldığı düşünülür­

se, hakikatte yüzde seksenin üstünde olan milliyetçi kana­ dı oluşturan temel fikir, mülkiyet, hürriyet, milliyet, me­ deniyet ve muhafazakarlıktır. Mülkiyet Türk milletinin maddi dünya görüşünün ve iktisat telakkisinin temelidir. Hürriyet hem iktisadi sahada hür teşebbüsün değerini kav­ ramak, hem de siyasi sahada millet hakimiyetinin kayıtsız ve şartsızlığını kabul etmek demektir. Milliyet milli cemi­ yet ve milli devlet olarak yaşamanın hayatm başıca şartı oldUjğu görüşünü benimsemektir. Medeniyetçilik yeniliğe, ileriliğe ve çağdaş teknolojiye mutlaka açık olmak, muasır medeniyet seviyesini tutturmağa çalışmaktır. Muhafaza­ karlık ise en yüksek bir kaç beş.er kültüründen biri olan Türk milli kültürünün zamanların üstünde kalan ölmez de­ ğerlerini, Türk milletini millet yapan onu Türk kılan ve Türk olarak muhafaza edebilecek karakterini çağdaş mede­ niyet içinde ayakta tutmak demektir. !şte bu ana temeller üzerine oturan böylesine geniş milliyetçi kanadın kendi içinde ferdin ve sosyal bünyenin canlılığından gelen bir takım farklılıklar oiması elbette ki pek tabiidir. Mühim olan o farklılıkların bu temel yapının kurduğu bütünlüğü bozınamasıdır. Fakat işte tatbikatta maalesef böyle olmamış ve tabii küçük farklılıkların üze­ rine yüklenilerek büyük bütünlük çatlamış ve bölünmüştür. Milliyetçi kanatta her kese düşen şey farklılıklan bütünlük içinde bağdaştıracak gayreti, bu kanadın liderlerine düşen şey de bu mahareti göstermekter. Fakat iste lider kadrosu bu mahareti göstermemiş ve onlann beceriksizliklerine kendisini uyduran fertler de gereken birlik gayretinden geri kalmıştır. . Beceriksiz ve .ehliyetsiz liderler milliyetçi milli iradeyi layikiyle temsil edememişlerdir. Milliyetçiliği temsil edeme­ mişler ve ümitle toplanılan büyük partileri kozmopolitlerin hakimiyeti altına düşürünce milliyetçiler kopmuştur. Laik152


liğin yanlış tatbikabm düzeltecek bir varlık göstereme­ mişler ve dindar zümreyi soğutmuşlardır. Ne mülkiyete, ne hürriyete, ne milli kültüre ve ne de medeniyete, kalkm­ maya layıkiyle sahip çıkmışlar ve böylece milliyetçi tabam hayal kırıklığının ve parçalanmanın derin boşluğuna at:mış­ lardır. Tabii bir kere bölünme b�ladı mı asıl bünyedeki ta­ bii farklılıklar bütünlük içinde yumuşayacak yerde tek b�larına hükümran oldu mu bunun arkasından her fikrin ifratı ortaya çıkmış ve aşınlıklar teşekkül etmiştir. Her parti aşağı yukan bir aşırılığa saplanmıştır. Ya renksizliğin aşırılığına ya r.enkliliğin aşırılığına... Ortalarda kalanlar da takatsizlikle karşı karşıya kalmışlardır. Bu noktaya gelmişken, şunu da ehemmiyetle belirt­ meliyiz ki bugün bölünmüş milliyetçi kanadın hemen bir çatı altında ve bir parti etrafında toplanması da şimdilik imk8.nsızdır. Bu sebeple böyle bir birleştirme yolundaki gayretierin hiçbir manası yoktur. İstikbalde Türk cemiyeti mutlaka böyle bir birleşmeye gidecektir. Fakat ondan önce bugün bir intikal devri geçirildiği ve bunun geçirilmesi li.­ zım geldiği asla unutulmamalıdır. Bugün yapılacak tek şey mesut birlik günleri doğuncaya kadar şimdilik bir milli­ yetçi cephe birliği kurmaktır. Böyle bir milliyetçi c.ephe birliği bugün derhal kurularak önce hükümet krizine el koymalı, sonra başta se­ çim olmak üzere sol cephe karşısında her işte berab.er hare­ ket etmeğe koyulmalıdır. Vatan bunu bekliyor, millet bu­ nu bekliyor. Bunun başlıca şartı da herkesin kendi parti çıkarlarına ve şahsi itibar aldanmasına yapışıp kalmaması­ dır. Bir birleşik cephede tek bir liderin ve tek bir partinin hakimiyeti asla bahis konusu olamaz. Veyl, bunları düşünmeyer.ek feragatin de bir fazilet ol­ duğunu unutanlara... Veyl, kendisini çağdaş dünyada mo­ dern bir partinin lideri gibi değil, ben ben diyerek inadiye tarikatının postnişini gibi gören lidere veya liderlere... 153


TEHLİKELİ ALAKALAR

15 Ekim 1974 Bugün tatbikatta iki tip demokrasi vardır. Bunlardan birine Anglo Sakson tipi demokrasi, diğerine latin tipi de­ mokrasi diyebiliriz. Anglo Sakson tipi demokraside

rejim esas itibariyle

ikili parti hayatı üzerine kuruludur. Bunun en belirli örneği Demokrat ve Cumhuriyetçi Partilere dayalı Amerikan de­ mokrasisidir. İngiliz demokrasisi

de aşağı yukan bu ya­

pıdadır. Latin tipi demokraside ise ikiden fazla, bazan da çok fazla parti mevcuttur. Bu haliyle bu demokrasiye sulandı­ nlmış demokrasi de diyebiliriz. Gerçekten ikili demokraside istikrar, çoklu demokraside h uzursuzluk, karışıklık, bitmez tükenmez hükümet bulıranlan ve istikrarsızlık göze çar­ par. Şüphesiz demokrasinin bu tiplerini tercih etmek biraz da milletierin karakteri ve sosyal yapılan ile ilgilidir. An­ cak Marksizmin ortaya çıkması, mesi de Avrupa'da çoklu

kuvvetlenınesi ve geliş­

demokrasiyi teşvik eden bir un­

sur olmuştur. Aslında Marksizmde demokrasi yoktur. Fa­

kat bu sistem ihti.lAlin demokratik safhasını elde etmek için komünist

154

kamp

dışmda her yerde

çoklu demokrasinin


amansız müdafii kesilınek fırsatını hiç kimseye kaptırmaz. Marksizm için en ideal, en teşvike değer demokrasi müm­ kün olduğu kadar bölünmüş ve zıtlatmış bir memleket ya­ ratan demokrasid.ir. Yine bununla

ilgili bir nokta

ikili demokrasilerdeki

kütle partisi gerçeğine karşılık çoklu demokrasilerde dokt­

rin partilerinin ön planda bulunmasıdır.

Doktrin partileri

yolu daima zıtlaşmayı derinleştiren ve sayıca çoğaltan

bir

yol olduğu için zıtların çatışmasına dayanan Marksist diya­ lektiğin ekmeğine yağ sürmüş olur. Marksistler yalnız par­ tilerin ikiden çok olmasına değil ayni

zamanda partiler

dışındaki çeşitli gruplan ve kuvvetleri siyasi mücadele si­ yasi hakimiyetin bölüşülm.esi

mücadelesine sokmağa

çok

hevesli görünerek ağızlarından plüralist demokrasi sözünü düşürmek istemezler. Hülasa Marksizmin cevelanına ikili demokrasi elv:erişsiz,

çoklu

demokrasi

Onun için bunlardan birine medeni

çok elverişlid.ir.

demokrasi, ikincisine

kavgalı döğüşlü demokrasi de diyebiliriz. Marksizmin kav­ galı döğüşlü demokrasiyi tercih etmesinden tabii bir şey de olamaz. Demokrasi tipi bakımından Türk demokrasisinin gös­ terdiği manzaraya

gelince, başlıca

düğümün bu ikili ve

çoklu sistem arasındaki hocalamadan doğduğunu görürüz. Türk Milleti'nin karakteri ve sosyal yapısı ikili demokrasi­ ye müsaittir. Bunun böyle olduğu

mütemadiyen milletin

iki kanatta toplanmak istemesinden de açıkça anlaşılmak­ tadır. Esasen Türk Milletinin tarihi karakterine de bu ikili sistem uygundur. Türk Milleti otoriter bir idare, disiplinli bir hayat ister. Demokraside bunun yolu ise ikili düzen­

dir. Türk Milleti Angio-Sakson

kavimleri gibi siyasette

ikiden fazla gerçeğin mevcut olduğuna inanmaz, inanma­ maktadır.

155


Öte yandan Türkiye'nin

demokrasiye

başlaması da

böyle olmuştur. Demokrasinin ilk m.erhalesinde millet CHP ve DP olarak tabii iki partiye

ayrılmış,

fakat sonradan

1960 ihtilali milletin bu tabii temayülünü durdurarak sn'i bir istikamete sevk etmiştir. Neticede dış zorlamalar hük­ münü icra etmiş ve çoklu parti hayatı ile koalisyonlar devri başla.mıştır. Fakat 1965'te Türk Milleti ikinci defa bu oyu­ nu bozmuş ve yine iki siyasi kampta toplanma temaviiiün­ de israr etmiştir. Ancak münevverler parçalanma

ve dilimlenıne arzu

ve ihtiraslanndan, yanlış vadilere saparak milletin tema­ yülünün sıhhatini bozma ve Türkiye'yi

bölük bölük ayır­

ma gayretlerinden bilerek veya bilmeyerek, iyi niyetle veya gafletle, bir türlü vaz geçmemişlerdir.

Bu sefer kanatları

altında toplanılan partileri içinden parçalara ayırarak ço­ ğaltmak çaresini bulmuşlardır. CHP iki defa AP şeklen bir defa, fakat hakikatte, birkaç defa bölünmüş ve parçalan­ mıştır.

İşte

bugün hüküm sürmekte olan siyasi bulıran da

bu yüzden ortaya çıkmıştır. Şimdi bu buhrana çare

ararken

iki büyük partinin

kendilerini aynı doğrultuya sokmak isteyen bir takım ala­ kalar kurmaya niyetlendikleri sezilmektedir. İki büyük par­ ti diğer partileri silmek için seçim sisteminde Anayasaya kadar uzanan bir takım değişiklik

planiarına yönelmek

arazları gösteriyorlar. Şüphesiz ikili sisteme dönmek Türkiye için şarttır ve Türkiye neticede yanlarında bir de üçüncü bir denge par­

tisi olan iki büyüklü

sisteme

gidecektir. Ancak hemen

söyleyelim ki bunun yolları, tıpkı parçalamakta tatbik edil­

diği gibi, suni zorlamalar değildir. Seçim sistemi ile kanun­ larla parçaları birleştirmek,

bölünmeye engel olmak hem

mümkün değildir, hem de mümkün olsa bile uzun ömürlü

156


bir sağlamlık meydana getirilemez. İkili sisteme tabii yol­ lardan yüriimek, milletin tabialına ve Türkiye'nin şartları­ na uymak suretiyle gidilebilir ve gidilmelidir. Bunun ilk şartı Türkiye'yi evvela kanlı bıçaklı sağ..,sol çekişmesinden kurtarmaktır. Bu ise, yalnız v.e yalnız, solu mutedil hudutlar içine, sadece ekonomi sahasına inti­ kal ettirmekle mümkün olur. İkili parti sisteminde karşı karşıya gelen partiler kütle partileridir ekip farkını çok aşan bir uçurum yoktur. Türkiye'de bugün sol sağa ve merkeze adamakıllı yakla.şmadıkça ikili sistemin nimetle­ rini beklemek hayal olacaktır. İkili düzene gitmenin ikinci şartı büyük partilerin ken­ di içinde parçalanmalarının önüne geçecek sartlan hazırla­ maktır. Bunun için de bir yandan doktrini kitle düşüncesi içinde eritmek gerektiği gibi bir yandan da bilhassa ve bil­ hassa liderin ve lider kadrosunun parti tabanını, kütleyi hakkiyle temsil etme liyakatını göstermesi icap eder. Siz kitleyi hakkıyla temsil edemeyin, tabana layık olmayın, milli iradeyi boşa çıkarın, sonra da kalkın sun'i yollarla, metinlerle sosyal bütünleşmeyi gerçekleştirrneğe çalışın Mümkün müdür? Asla !

Her halde Türk Cemiyeti Ecevit ile Demirel'in pazarlı� ğıyle şekiilenecek bir cemiyet değildir. Kendi sosyal şartlan vardır. Ona yönelmeğe bakılmalıdır. Ancak o zaman abesle iştigal edilmemiş olur.

157


HU.KüMETStz TÜRKİYE

29 Ekim 1974 Ekim seçimlerinin neticeleri bir seneden beri Türkiye­ yi temelden kemirmeğe devam etmektedir. Bu seçimler, hiç bir partiyi tek başına iktidara getirmemekle memleketi La­ tın tipi çok partili demokrasinin dağınıklığı, istikrarsızlığı

ve perişanlığı içine elsiz ayaksız yuvarlamış ve her sahada vatanın ufuklarına sayısız kara bulutlar kümetenrneğe baş­ lamıştır. Türkiye cemiyetinin bütün tarih içindeki ana vasfı di­ siplinli bir millet olmasıdır. Bu disiplinli cemiyet daima oto­ riter idareyi tercih etmiştir. Kuvvetli devlet ve kuvvetli hü­ kümet Türk dirlik ve düzenliğinin temel şartıdır. 14 Ekim seçimleri her şeyden önce, Türk milletinin bu disiplinli ha­ yat

telakkisini

yıkmıştır.

Türkiye'de

kuvvetli

devletin

v.e kuvvetli hükümetin gölgesi demokrasi içinde zaten fer­ din ve cemiyetin hayatından sokaktan, meydandan, kırdan bayırdan gittikçe silinmeğe çoktan yüz tutmuştu. Bir se­ neden beri ise bu silinme adeta resmileşmiştir. Bu bir sene içinde olanlar

son

derece ümit kırıcıdır.

Bu yeni devrenin en belirli ve sarsıcı işi 12 Martın tasfiye­ sidir. 12 Mart Türk cemiyetinin kendisini bulması, insan­ larımızın aklını başına toplaması,

memleketin uzun yıllar­

dan beri ihtiyacı ile kavrulduğu Türk rönesansına ulaşma-

158


sı kısacası Orhun abidelelindeki ifadesiyle Türkiye'nin tit­ reyip kendisine dönmesi için adeta gökten inmiş bir ışık gi­ biydi. İşte 1'4 Ekimden sonra bu ışık söndürülmüş 12 Mart fırsatı heder edilmiş, titreyen Türkiye kendisine dönecek yerde akıbeti çok şüpheli riıeçhullere yönelmiştir. Bu meç­ hullerden Türkiye'yi o istikamete zorlayaniann ve solcu­ ların neticede yüzlerinin güleceklerini sanmak aslında bü­ yük bir aldanma, feci bir yanılmadır. Bu gidişin sonunda solcusu ve sağcısı ile bütün büyük ıztıraplarla

memleket evlatlannın daha

karşılaşmalan

kuvvetle muhtemeldir.

Yanda kesilen bir tedavi geçici bir iyileşme içinde olan has­ taya o anda ferahlık vermiş gibi olabilir. Fakat hastalık daha şiddetle nüksedince eskisinden daha sert bir tedavi ile müdahale etmek zarureti kaçınılmaz bir tabiat kaidesidir. Son bir senedir sürüp giden yeni devrenin ikinci belirli ve sarsıcı işi iktisadi kalkınmadaki tökezlenmedir. Türki­ ye'nin manevi dünyası, cemiy.etin milli kültürü daha önce­ lerden, çok uzun zamandan beri yıkılmakta idi. Arka arka­ ya gelen iktidarlar ve hükümetler memleketin tek işinin yol ve fabrika yapmaktan ibaret olduğunu sanmışlar ve mane­ vi cepheyi adeta bir kenara itmişlerdi. Fakat ortada bir ümit vardı. Maddi cihazlanma, iktisadi kalkınma gerçek­ leşsin, manevi kalkınmaya da sıra gelecektir diye avunu­ yorduk. Şimdi, manevi dünyası devamlı yıkılagelen Tür­ kiye'nin iktisadi ümitleri de derin bir hüsrana gömülmek­ tedir. Son sollu sağlı koalisyon iktidan memleketin İkinci Dünya Harbinden sonra başlayan Demokrat Parti devrinde parlayan, AP iktidarında bir kat daha büyüyen iktisadi ci­ hazlanma arzu ve iştiyakını adeta gırtlağında düğümlemiş­ tir. Bunda

dünyayı saran

durgunluk

içindeki enflasyon

krizinin payı olmadığını iddia etmek insafsızlık olur. Ancak Türkiye'nin bugünkü feci iktisadi durumunda ve cemiyeti korkunç bir şekilde bunaltan pahalılık .kasırga.sında en az

dış tesirler kadar içeride hükümetin

takip

ettiği yanlış, 159


hayalperest, ilimsiz iktisadi politikanın menfi rolü olduğu muhakkaktır. 14 Ekimden beri milletin

maddi kalkınma

flmitleri de söndürülmüştür. Bu devr.ede manevi sahada da­ ha da hızlanan çöküntünün cemiyette gereken telaşla kar­ şılanmamasının sebebi de herkesin bu maddi ümitsizlik içinde geçiın derdine düşmüş olmasıdır. Bu manzara ve gidiş

karşısında memleket

ne yapıp

yapıp, silkinrnek toparianmak ve bu makus talihe süratle bir çare bulmak manevi ve maddi yıkıntıyı bir an önce dur­ durmak mecburiyetindedir. Memleket işleri sıraya dizilmiş, kuvvetli bir hükümetin önlerine gelmesini beklemektedir. Hal böyle iken Türkiye'de ller

şey güllük gülistanlıkmış

gibi bir siyasi rehavet içinde gevşedikçe gevşiyor ; geopoli­ tiğin, hayat kavgasının, siyasi konjonktürün en hassas ül­ kesini hükümetsiz Türkiye haline getirmiş bulunuyoruz. Türkiye'de bugün

istifa etmiş

bir hükümet vardır.

Yenisi kuruluncayıl kadar tabü olarak bu hükümet vazife­ sine devam edecektir. Hukuki şekil, kanuni durum tamdır. Fakat Türkiye'nin hakikatte bugün hükümetsiz olduğu da

inkar edilemez bir vakıadır. Zaten baştan beri her biri ayn ayrı telden çalan milli irade tabaniyle ters düşmüş istifa

etmiş,

istifa ettikten sonra

da

birbirine

dargın iki kanadı

bir araya gelip kabine toplantısı bile yapamayan işleri ba­ kanlann şahsi temayüllerine bırakmış olan, imza yetkisi boşlukta kalmasın diye koltuğuna iğreti bir şekilde ilişmiş bulunan

gölge bir hükümet, Türkiyenin bugünkü şartla­

rında memlekete hükümetsiz Türkiye dedirtmeyecek bir hükümet ağırlığında görülebilir mi ? Fakat bilmem dikkatinizi çekti

mi, bu siyasi buhranda

beklenmedik bir şey oldu ve gerçekten hiç umulmadık bir şekilde adeta hükümetsizliğe alışmış olduk. Birinci sefer

yüz gün, ikinci defa bir ay oldu Türkiye hükümetsizdir. 160


Hükümetsiz dini bayram geçirdik. Cumhuriyet bayramını da güle oynaya geçiriyoruz. Herkes kaderini yaşıyor işler kınk dökük yuvarlanıp gidiyor. lık bakışta insan bunun müsbet bir g�lişme olduğunu tatsız bir siyasi bulırandan cemiyet için hükümetsiz de yo­ luna devam edecek bir olgunluk dorğduğunu zannedebilir. Bunda da bir hayır olduğunu düşüner.ek iyimserliğe kapıla­ bilir, hatta hükümetsiz de oluyormuş diyerek işi bir eğlen­ ceye vurabilir veya Marksizmin devletsizlik, hükümetsizlik idealine paralel bir felsefi hayale bile kendimizi .kaptırabi­ Iiriz. Fakat meselenin dış görünüş altındaki asıl yüzü bun­ lara imkan verıniyecek kadar ciddi ve düşündürücüdür. ;Evvela bu yokluktan, hükümetsizlikten · rejimin ve de­ mokrasinin manevi bir sosyal yara alması tehlikesi vardır. Var ile yok arasında bir hükümet, bir hükümet çıkarama­ yan bir parlamento vatandaşın kafasının içinde varlık şar­ tını kaybedebilir. Bu kayıptan ise Türkiye'nin şartlarında bir memlekette bulunması, ortaya çıkması çok kolay olan tepeden inmeeller rahatlıkla istifade edebilirler. Siyasi par­ tiler, parlamento ve hükümet niye var olduklarını varlık sebeplerini unuturlarsa kendi kendilerini yokluğa mah­ kUm. etmiŞ olurlar. İkinci nokta bundan daha hazindir. Türkiye'nin hükü­ metsizliğe alışması, hükümetsizliğin korkulan sarsıntılan getirmemiş olması aslında bu halin Türkiye için yeni olma­ masıdandır. Zira Türkiye hükümetsizliğe çok uzun yıllar­ dan heri hükümetler varken alışmıştır. Hükümetli iken hü­ kümetsiz olmak artık Türkiye'nin·kaderi olmuş gibidir. Ar­ ka arkaya gelen zayıf hükümetler hiç bir zaman tam bir hükümet varhğı gösterememişler, · memleketi arka arkaya daima hayal kınklığına uğratmışlardır. Milletin arzulanna 161


tercüman olarak ne cemiyetin manevi yapısını yükseltmiş­ ler, ne de iktisadi

kalkınınayı

selamete çıkarmışlardır.

Daima gölge hükümetler olarak kalmışlardır. Bu bakım­ dan hükümet ha varmış ha yokmuş, hepimiz buna çoktan alıştık. Bugünkü hükümetsiz devreyi geçirirken partilerin eğlenceli pazarlıklarını televizyonda bir maç seyircisi gibi rahatlıkla takip etmemiz bundandır. Onun için parti liderlerimiz de kuvvetli bir hükümet çıkarmak değil, çıkarmamak oyunlarına zekalannın bütün kıvraklığı ile ve huzur içinde istedikleri kadar devam ede­ bilirler. Vatandaş, olsa da bir olmasa da bir noktasına çok­ tan ulaşmış ve kendi başının çaresine bakmaktan başka bir gerçek olmadığını çoktan beliemiş bulunuyor.

162


KUVVET KORKUSU 31 Ekim 1974

1950 seçimlerinde üniversiteden çok değerli bir arka­ daşımızı

Demokrat

Parti saflarında

Milletvekili olarak

Meclise uğurlamıştık. Bir kaç ay sonra eski ocağmı ziyare­ te geldiği zaman başına üşüşüp kendisini sual yağmuruna tuttuk. İlimden sonra siyaseti nasıl bulmu"?tu ? Ankara'da durum ne idi ? Demokrat Partinin yeni iktidarı neler vaade­ diyordu ? Bilhass a yeni Başbakan Adnan Menderes nasıl bir insandı? Adnan Menderes'i memleket bir müddetten beri dört­ lerden biri ölarak tanıyordu. Fakat dört kurucunun en g.en­ ci idi ; vasıfları ve meziyetleri yeter derecede bilinmiyordu. Başbakanlı;ğı Türkiye için hakikaten yepyeni idi ve hatta aşağı yukan

sürprizdi. Zeki Hocamız

ve arkadaşımız o

gün Adnan Menderes'i anlatırken söylediği bir sözü yirmi dört senedir hiç unutmadım. Genç Milletv.ekili henüz orta­ da belirli bir işaret yokken, çok erkenden Menderes'e fev­ kalade mühim bir teşhis koyuyor ve hükmünü şöyle beyan ediyordu : Adnan Menderes'in en büyük dikkati Demokrat Parti içinde Başbakan tipinde adam bırakmamaktır. Bu teşhisin ne kadar isabetli olduğu ondan sonraki on sene zarfında bizzat Menderes

tarafından gittikçe artan

bir israrla doğrulanmıştır. İktidarı alan ilk Demokrat Parti 163


grubu 1946 ve 1950 heyecan fırbna.sı ve birlik ruhu ile Meclise pek çok kuvvetli insan getirmişti. Adnan Mende­ res'in ilk işi bunları sindirrnek ve sonraki seçimlerde temiz­ lemek olmuştur. Yalnız bir Refik Ş.evket İnce'nin harcan­ ması hadisesi bile siyasi tarihimize bu tutumun ve o devrin acı bir ibret vesikası olarak geçecek mahiyettedir. Mende­ res böylece farkında olmadan kendi bindiği dalı kesrneğe devam etmiş ve her seçimde daha yumuşak daha kuvve-­ siz bir grup getirmek hedefinden şaşmamıştır. Bir seferin­ de kendisini ve hükümetini şahlanarak köşeye sıkıştırmış bulunan Meclis grubunu arslanlar siz isterseniz bilafeti bile getirebilirsiniz diyerek okşamış, dünya siyasi tarihinde em­ sali görülmemiş bir şekilde bütün bakanları o anda feda edip kendisini kurtarmış, bir müddet sonra ortalık yatışın­ ca aynı bakanlan tekrar kabineye almak talihsizliğini bile göstermiştir. Neticede Menderes tam hedefine ulaşmış ve Demokrat Parti grubu içinde kendisine yanlış diyecek, ha­ yır diyecek kimse v.e hava bırakmamıştır. Fakat maalesef bu aynı zamanda o kıymetli insanın sonu olmuştur. Eğer etrafında kendisine yanlış diyecek hayır diyecek insanlar olsaydı, hiç Menderes ipe gider ve memleket. onun kabiliyet ve meziyetlerinden bugün mahrum kalır mıydı Yalnız rahmetli Menderes mi ? Şüphesiz ki, hayır. Bi­ zim son devir siyasi hayatımızda kuvvetten korkmanın, kuvvetiiyi istememenin, zayıfı kuvvetliy:e tercih etmenin hiç bir istisnası yoktur. İnönü'den Demirel'e ve Ecevit'e kadar herkes bu, Türkiye'ye mahsus kanunun değişmez hükmüne tabidirler. Etraflarına zayıf kimseleri toplamak etrafıarın zayıf kimselerle çevirmek, kuvvetli insandan ürkrnek zayıf bakanlar seçmek bizim liderlerin müşterek vasıflandır. Bu vasıf ve bu tutum CHP mektebinin Türk siyasi hayatına ve hatta bütün Türkiye'ye yerleştirdiği bir sistemdir. Demokrasi devrinde kurulan her kabinenin önce

164


üan edildiği Mecliste bir hayal kırıklığı ile karşılanması artık bizde adet haline gelmiş gibidir.

Rahmetli İnönü'nün kuvvetli karşısındaki allerjisi, tek parti içindeki icraatırun yam sıra, daha bir Mareşala ta­ hammül edemediği zaman kendisini belli etmişti.· Kendisi­ nin Cumhurbaşkam olmasındaki desteğine ve Türkiye'yi İkinci Dünya Harbine sokmayan asıl insan olmak mevkiine rağmen İnönü'nün bu tutumu Rahmetli Fevzi Çakmak'ın ölüm döşeğinde kendisini ziyarete gelen Cumhurbaşkam İnönü'yü kabul etmemesine ve iki eski silah arkadaşının öbür dünyaya dargın gitmesine bile sebep olmuştur. Sonra­ dan çok partili hayatta da İnönü'nün hem parti içinde, hem hükümet kurarken tercihi daima zayıf, daima kuvvetliden ürkrnek istikametinde olm:uştur. Bu yüzden onun harcadığı adamın haddi hesabı yoktur. Kasım Gülek'in popülaritesi bile onu tedirgin etmiştir. Turhan Feyzioğlu'nu harcaması da onun kuvvetinde gördüğü tehlikedendir. İnönü, Bülent Ecevit'i de aym gözle görmüş, fakat bu sefer zamanlama hatası yapınca nihayet o da Menderes gibi sonunda kendi oyununa kurban olup yenik düşmekten kurtulamamıştır. Demirel Türk siyasi hayatına adeta sıfırdan, tabiri caizse yeni bir güneş gibi doğmuştu. Büyük ve yepyeni bir potansiyel ifade ediyordu. Fakat zayıfı tercih, zayıfa esir düşme prensip ve iştiyakından, kuvvetliye tah ammül ede­ memek zaafından kendisini o da kurtaramadı. Demokrat Partiden itibaren oluşa gelen Adalet Partisi asıl fikriyatını temsil eden ve partinin kuvvetli adamlan olan 40 kişiyi gözünü kırpmadan ihraç ederek etrafıru bir zayıflar halka­ sı ile çevirip, huzuru bulacağını sandı. Bu yüzden neticede kendisi de memleket de kaybetti. Bugün Türkiyenin içinde bulunduğu kanşıklığın ve siyasi bulıranın hiç şüphe yok ki temel sebebi budur. Şimdi AP kongresi Demirel'in 165


etrafındaki bu zayıf halkayı, tıpkı Menderes'in bakanlan gibi zorla kırıp atmıştır. Bundan sonra artık Demirel'in de, AP'nin de, milliyetçi cephenin de akibeti Demirel'in bu ta­ ban ve kongre tazyikinden alacağı derse bağlıdır, Bu ders alınacak ve tutumlar, tavırlar değişicek midir ? Demirel'in şahsına derin sevgim ve saygım vardır. Fakat böyle bir değişmenin olacağını hiç sanmıyorum. Sanmıyorum, çünkü kuvvet korkusu bu memlekette hepimizin tabiatı haline gelmiştir. Eskiden Türk devletleri Başbuğa, Sultana, Padişaha kellesi pahasına fikrini açık açık söyleyen vezirler idrak ederek yükselmişti. Şimdi li­ dere ve başbakana hayır demenin adeta ayıp sayıld1ğı bir devirde yaşıyoruz. Taptaze Bülent Ecevit'in bunda bir istis­ na teşkil etmediği muhakkaktır. Ecevit rakiplerine nasıl ta­ hammül edemediği, partiyi nasıl hakimiyeti altına aldığını, nasıl kendi partisinin bile gözünü doldurmayan bakanlar seçtiği, zayıf kuvvetli demeden mektep arkadaşlarını nasıl iş başına getirdiğini yeter derecede göstermiş ve kuvvetli­ den ürkme dairesinin dışında kalmadiğını ispat etmiştir. Şüphesiz kuvvet korkusu yalnız siyasi kademe için bahis konusu değildir. Zamanımızda bu esas, memleketin adeta taşına toprağına sinmiştir. Bütün medeni dünyanın aksine, Türkiye'de öyle bir seleksiyon vardır ki ince, zayıf taneler eleğin üstünde kalır, iri taneler altına geçer. Kuv­ vetli adam korkusu, kuvvetli gelirse acaba ne olur endişesi iliklerimize kadar işlemiş ve bizi peşin peşin zayıfa makkum bir cemiyet haline getirmiştir. Her yerde, her kadernede bu böyledir. Üniversitede bile vaktiyle bir rektör "Üniver­ sitede prens istemiyoruz, şahsiyet istemiyoruz" diye fik­ rini açık ilan ederek, bir hukuk profesörünü bir ay fakülte­

sinden uzaklaştırıyor ve onun boş yere kahraman olması­ teşvikle, 1960 ihtilal davetiyesine ayrı bir katkıda bulu­ nuyordu. Hangi müesseseye bakarsanız bakınız zayıflar nı

166


kazamr, kuvvetliler kaybeder. Eğer binde bir bunun istis­ nası oluyorsa, billniz ki orada şeytanın hacağı kırılmıştır. Şimdi hükümet kurulmaya çalışılırken, yine bu zayıf­ lık tutkumuzun, kuvvetten korkma tabiatımızın ön planda olduğunu elemle müşahede ediyoruz. Bir AP

-

CHP koalis­

yonu istikametinde zorlamalar var. Halbuki AP - CHP koa­ lisyonundan yalnız zayıf bir hükümet çıkar. Bunun tahlilini gelecek yazıya bırakıyoruz. Yalnız şimdilik şu kadarını söyleyelim ki, bu iki partinin en kuvvetli iki parti olması onlardan çıkacak müşterek hükümetin zayıf olmasım ön­ leyemez. Bu bir paradoks değildir. Bu yola gitmeyelim. Li­ derler lütf etsin de, hiç değilse bu sefer zayıfı kuvvetliye tercih etmeyelim. Unutmayalım ki Türkiye mutlaka ve edebiyen zayıf hükümetlerle ve ikinci derecede kabiliyetlerle idare edilmek mecburiyelinde değildir.

167


TEK

ÇlKAR YOL BEŞLİ lfOK(JMET 5 Kasım 1974

Demirel Ecevit'in dokuz roaddeli teklifini onbeş gün evirip çevirdikten sonra nihayet toptan reddeti. Ve böylece Türkiye zayıf bir hükümet ihtimalini geride bU"akarak kuv­ vetli hükümet istikametinde çok kıymetli bir adım atmanın bahtiyarlığına kavuşmuş oldu. On beş yirmi gündür sağduyu çevrelerinde ciddi endişe bulutları kümelenmeğe başlamıştı. AP kongresine denk ge­ len veya getirilen teklifler, kongrenin seyrine göre, iki par­ tiyi beraberlik içine, itebilir ve bundan

Pek hayırlı olmaya­

cak neticelerdoğabilirdi. Şimdi görülüyor ki Demirel kon­ greden bu teklifierin altında ezilmeyecek kadar kuvvetli çıkmış arkasından da gerekli tavrı takınarak biriken en­ dişe bulutlarını dağıtmıştır. Gerçekten, bundan önceki yazımızda da işaret ettiği­ miz gibi, bir CHP ve AP koalisyonundan ancak ve ancak zayıf bir hükümet çıkabilrdi. Miskinliği memleketin kaderi zanneden kimselerin beklediğinin aksine, Türkiye'nin bugün bekledği şey kuvvetli bir hükümettir. Kuvvetli bir hükü­ metin bugün böyle bir koalisyondan çıkması ise tamamiyle imkansızdır. AP ve CHP koalisyonu İsmet Paşa'nın başkanlığında denenmiş ve o zaman ihtilalci çevreler karşısında siviilere nefes aldırmak bakımındaı:ı. faydalı olmuştu. Ancak o günkü

168


şartlada bugünkü Şartlar arasmda hiçbir benzerlik yoktur. Ayrıca unutulmaması 13.z:ım gelen bir nokta da o günkü CHP'nin bugünkü CHP olmadığıdır. O günkü CHP'de aşağı yukan AP gibi bir merkez, bir kütle partisi idi. Bugünkü

CHP ise alabildiği kadar sola kaymış ve AP ile arasmda .doldurulmaz uçurumlar açılmış bulunan bir sınıf partisidir.

O günkü koalisyon, birbirine yakın iki kütle partisinin, si­ yaset icabı birbirine zıt düşmüş ki ekibinin dış kuvvetiere k3.r§ı zaruri olan bir birleşmesi idi. Zaten başarısı da yalnız bu dış kuvvetler kaT§ısında çok kıymetli bir zaman kazan­ makla sınırlanmıştır. Yoksa, o koalisyon bile başka bakımlardan bir idare-i maslahat hükümeti olmaktan ileri gelen kuvvetli bir ka­ bineyi asla getirmiş değildi. Öyle ki, dıştan en kuvvetli gö­ ründüğü anda bile içerde düşrneğe hazır bir diş gibi salian­ tıdan kendisini kurtaranuyordu. Her iki parti de, fakat bil­ . hassa AP bu koalisyonu ciddiye alınıyordu.

O sıralarda bir gün Mecliste müzakereleri takip ediyor­ dum. Hükümetin İcraatı münakaşa ediliyor, kürsüde cer­ bezeli bir AP milletvekili müşterek hükümeti hararetle mü­ dafaa ediyordu. Fakat bir ibret sahnesi gözler önünde idi. AP sıralarmdan kendi milletvekilierine devamlı sataşılıyor, laf atılıyor, sözleri ile alay ediliyordu. Koalisyonun havası bu idi. Ve bu havanın ihtiyar İsmet Paşa'ya ne kadar sıkın­ tılı günler yaşattığını görmerneğe imkan yoktu. Nitekim

dış

ihtilalci çevreler karşısında nefes aldırma vazifesi biter

bitmez, bir saniye bile beklenmeden, İsmet Paşa yurt dı­ şında iken, koalisyon yıkılmış ve hükumet düşürülmüştür. Bugün ise bir AP ve CHP koalisyonunun hiç, ama hiç heves edilecek tarafı yoktur. Eminim ki bunu Ecevit de, Demirel de ta baştan beri pek ala biliyorlar . Fakat bile bile siyasi bir oyun oynamak işlerine geliyor. Bu sefer de bile bile herkesin yüreğini ağzına getirdiler. Herkes bugünü değil, ilerisini düşünüyor. Ecevit'in iş yapmaktan çok, da-

169


ha doğrusu yapılan işten çok, o işin propagandasına önem verdiği bütün icraatında açıkça kendisini göstermiştir. Bu dokuz alternatifli teklifinde maksat hükümet kurmak değil yeni bir propaganda yatırımı yapmaktır. Belli ki E'cevit memleketi ve partileri devamlı olarak bir erken seçim bas­ kısı altına almak istemekte, herkesi aslında imkansız bir seçimden kaçma durumuna düşürerek CHP'ni cümleye mey­ dan okuyacak kadar kuvvetli gösterip, bu gösterişten ayrı bir kuvvet kazanmak manevrası ıçinde bulunmaktadır. K.ıb­ ns heyecanı yatışmadan seçimi kabul ettirebilirsem belki seçimi vururum, kabul ettiremezsem o zaman da herkesi kaçıran bir kuvvetim olduğu intibaını memlekte yerleştire­ rek kuvvet kazanırım düşüncesindedir. Demirel'den red ce­ vabı alınca, diğer partileri denemeden, ilk beyanatında bir azınlık hükümeti kurmak cesaretini gösterebilme tehdidin­ de bulunması da bundandır. ASLINDA, dokuz alternatif getiriyor görünmekle be­ tekraber, Deınirel'e yapılan teklif tek buutlu bir teklifti. Bu tek buut CHP'nin keyfine ve çıkarına göre bir hükümet kurmaktan ibaretir. Maksat bu keyif ve çıkan çok cepbeli gösterip Demirel'i köşeye sıkıştırmak ve AP raundunu da kazanmaktı. Fakat Demirel ve AP adeta şahlanmış, kendi­ sine yönelen propaganda tehdini mükemmel bir şekilde gel­ diği köşeye geri çevirmiştir. Demirel Türkiye'nin bugünkü şartlannı çizmış, bu şartiann beklediği hükümetin vasıf­ larını mükemmel tespit etmiş, böyle bir hükümete biz va­ evet diyenler beri gelsin demiş ; böylece topu Ecevit' e atmış, pek tabii Ecevit de kendi icraatına ters düşen böyle bir hükümet tablosuna evet diyememiş ve top elinde kal­ mıştır. Bu, Türkiye için çok ümit verici bir gelişmedir. Tatsız bir hükümet buhranından tatlı bir netice ortaya çıkıyor gibidir. Zayıf hükümet ihtimalleri gittikçe kayboluyor, za­ yıf hükümetler k.urulması ihtimalleri her gün biraz daha nz,

170


imkansızlaşıyor. Bozbeyli'den, Türkeş'den Feyzioğlu'ndan, Erbakan'dan sonra Demirel de kuvvetli hükümet zarure­ tine gelmiş bulunuyor. Bir de hala ipleri pamuk ipliğine bağlama kisteyen, hala idarei masiahat hükümetleri peşin­ de olan akl-ı evvel kafalar değişse, o zaman büsbütün se­ lamete çıkılmış olacaktır. HüLASA son AP ve CHP kopmasİyle bir kere daha görülmüştür ve anlaşılmış olmalıdır ki :

1

-

Türkiye'nin iç ve dış bütün şartları bugün yal­

nız ve yalnız kuvvetli bir hükümeti gerekli kılmaktadır.

2

-

Kuvvetli hükümet kuvvetli başbakan, kuvvetli

bakanlar, kuvvetli parlamento zemini ve kuvvetli millet zemini demektir.

3

-

Kuvvetli parlamento zemini en kalabalık iktidar

zemini demek değildir. Birbirine zıt iki partiden parlamen­ toda bir kalabalık meydana getirebilir, fakat bu ahenksiz kalabalık bir kuvvetli parlamento desteği meydana getir­ mez.

4

-

Parlamentoda da, milletin sinesinde de meydana

gelecek, yaşlanılacak tek kuvvetli hükümet tabam, aynı cephedeki partilerin el ele vermesinden doğacak tabandır.

5 - Böyle bir taban bugün sadece AP. MSP. DP. CGP. MHP yani beş partinin kuracağı milliyetçi cephe bir­ liğinde 260 milletvekili ile yüzde altmış yedi buçuk oy bü­ tününde mevcuttur. Başka memleketlerde olsaydı bu müş­ terek taban bir nimet sayılırdı.

6

-

Netice olarak, Türkiye'de bugün tek kuvvetli

hükümet potansiyeli milliyetçi beşli koalisyondadır. Türki­ ye bu gerçekten kaçamaz. Her şeyi göze alıp milli bir cesa­ retle bu gerçeğin üzerine yürümek lazımdır. Ey beş parti ve ey devletin sorumlulan, bu gerçeğin üzerine yürüyonız ! Tarih bunu bekliyor. Millet bunu bekli­ yor.

Ve unutmayınız ki, bugün kullanamazsanız, bir daha bu fırsatı bulamazsanız !

171


ECEVİT HAKLIDffi

7 Kasım 1974 Türk cemiyetinin son devirde gittikçe belirli hale gelen bir vasfını artık herkes bilmektedir. Bu vasıf vaktinde ted­ bir, zamanında islah yerine yumurta kapıya gelince ateş hacayı sarınca harekete geçmektedir. Ondan evvel kati­ yen akıllar başlara toplanmaz. Olanlar sanki başkasının vatanında cereyan ediyormuş gibi derin bir galet ve reha­ vet içinde, bakalım ne olacak diyen bir maç seyircisinin merakı ile, eğlenceli bir kayıtsızlığın içine bağazırmza kadar gömülür kalırız. Hayat ve hayatın safhalan bizim için sade­ ce finali olan bir yarıştır. Finalinde son saniyeleri mühim­ dir. O saniyelerde bütün gücümüzü toplarak ya batar, ya çıkanz. Böylece işi kumara bırakan bir kadercilik adeta bizim ikinci tabiatımız olmuştur. Şimdi hükümet bulıranında da bu kader saniyelerine süratle yaklaşan safhası başlamış bulunuyor. Bunu fev­ kalade büyük bir sevinçle karşılamak lazımdır.

Hükümet

bulıranının manasız, gayesiz, hedefsiz, aldatıcı ve tenbel oyalanma safhası çok şükür nihayet sona ermiş bulunuyor. Artık ne olursa olsun merhalesine, kafamızı taşa çarpmak saatine gelmiş bulunuyoruz. Artık Türkiye ümit dönemine girmiş, kurtuluş ihtimaline gebe hale gelmiş demektir. Hiç işimiz ve meselemiz yokmuş gibi tembel tembel oyalaruna safhasını siyasi kadrolar

172

ve devlet sorumluları


ve tam

beş

ay devam ett�lerdir. Aslında ilk üç aylık

hükümetsiz devre ile şimdiki bir buçuk iki aylık devre bir bütündür. Onun için bugün iki aylık bir bulıran içinde değil, hakikatte beş aylık bir bulıran içL'ldeyiz. Hatta talihsiz koalisyonu da katarsak bulıranın aslında bir senelik oldu­ ğunun rahatça söyleyebilir. Bu bulıranda boşuna zaman öldürülmüş, eski tabirle tamamen abesle işgal edilmiştir. İlla CHP ile diğer parti­ lerin koalisyon yapmalanna , yine eski tabirle, adeta mez­ biıhane gayret sarf olunmuştur. Halbuki bu ikisinden Tür­ kiye'de istikrarlı, tutarlı, rahat müessir, tek kelime ile sıh­ hatli bir hükümet çıkarmak tamamİyle imkansızdır ve im­ kansızdı. Şüphesiz bunu idrak edernemenin sorumluluğu ne Sayın Cumhurbaşkanında, ne de CHP dedir. Bunun so­ rumluluğu tamamiyle sağda ki partilerdedir. CHP ile anla­ şılabilinir, geçinilebilir zanneden bizim kurdun karşısındaki

kuzu tabiatlı ve sa.fiyetli irli ufaklı sağ partilerimizdedir. Şimdi çok şükür AP'den sonra DP ile de ortaklık yolu ara­ manın ve beklemenin beyhudeliği anlaşılmış ve siyasi oya­ lanma devresinin bütün kapılan kapanarak Türkiye başı taşa çarpacak saatin düzlüğüne çıkmıştır. Şimdi bu

düzlükte

Ecevit'in koalisyonsuz hükümet

dediği azınlık hükümeti faslı başlamıştır. Şüphesiz azınlık hükümetinin işler bir çözüm şekli olmadığını Ecevit de gö­ rüp biliyor. Fakat akıllan başlara toplamak veya toptat­ mak için başka hiç bir yol da kalmamaıştır. Bu sebeple Ecevit'in azınlık hükümeti kurması, bir azınlık iktidanna heves etmek değil, gerçek bir zorlamadır. Bu zorlamadan başka bir geçerli silahın, Türkiye için de Ecevit için de, kalmadığım kabul etmemek insafsızlık olur. E'cevit bu yola gitmekle yerden göğe kadar haklıdır. Yok niye koalisyonu bozdu, yok hükümetsiziikten kendisi sorumludur gibi sa­ tıhta kalınağa mahkum boş laflann hiç bir manası yoktur.

173


CHP - MSP koalisyonu mutlaka bozulması lazım gelen bir koalisyondu. Bu koalisyonu her bakımdan Türkiye için ger­ çek bir facia idi. Artık daha dehşetli bir hale getirmekten başka bir şey olınayacaktı Ecevit bu koalisyonu bozmakla memlekete büyük bir hizmette bulunmuştur. Haylilanacak tek husus bu bozulmanın gecikmiş olması, Kıbns harekatın­ dan önce mesela üstündağ gensorusunda bu fırasın ka­ çırılmış bulunmasıdır. Türkiye'nin bugünkü ve gelecekte­ ki sıkıntılarında bu gecikmenin çok büyük bir rolü vardır ve olacaktır. Bu gecikme CHP'ye ve Ecevit'e Türkiye'de dengeyi daha bir müddet bozmakta devam edecek lüzum­ suz ve yanıltıcı bir fırsat ve itibar kazandırmıştır. Türki­ ye bu gerçeğe aykırı aldatıcılığın acısını çok çekecektir. Bugün artık Türkiye'nin ve siyasi partilerimizin kar­ şısında ikili bir yol ayırımı vard1r. Ya azınlık hükümetinin devamma razı olunacak veya tabii mecraya oturularak sağ­ daki beş milliyetçi parti devreye girecektir. Azınlık hükümetini aslında, Marksistlerin dışında Ece­ vit

dahil

alınayacağı

hiç

kimse

belli

olan

istemiyor. böyle

bir

Ecevit geçici

güven

oyu

hükümete

git­

mekle, onu bugünkü perişan müstafi hükümetin yerine koyarak MSP'Ii bakanlardan

kurtulmak

istemektedir.

Bu kurtuluş ona hem MSP'de kalmış bakanlıklarda, hem de kendi bakanlıklarının MSP'nin bütün devlet mekanizmasına mutlak hakimiyetini sağlayacaktır. Ondan sonra CHP ikti­ dardan gitse bile yine iktidarın gerçek sahibi olarak kala­ caktır. Zaten CHP'nin böyle bir ananesi de mevcuttur. Diğer taraftan azınlık hükümeti ile Ecevit hem erken seçim konusunda, hem propaganda sahasında karşılann­ daki partileri ve bütün memlekti çok daha amansız bir bas­

kı altına alabilecektir. Bunda da başan ihtimalleri son dere­ ce kuvvetlidir. Böyle bir azınlık hükümeti CHP'nin kuv-

174


vetine kuvvet itibanna itibar katacaktır. Bunda kimsenin şüphesi olmasın. DiGER partilerin iyimser fakat, CHP'nin uzunca bir müddet böyle bir kadere başbaşa bırakılması, onu yıprat­ manın en iyi yoludur gibi bir düşünce çok hatalı görünebi­ lir. Fakat bu tamamiyle kısa görüşlü bir tutumdur. Bugün­ kü vahim iktisadi durumun, eski bir Türk tabıriyle, düşman gibi bir hayal olmaktan öteye geçemez. Bu ağır geçecek kışta millet iktisadi sıkıntının altında büsbütün ezilecektir. Fakat bu ezilmeden kismenin CHP ni sorumlu tutmayacağı da ayni derecede muhakkaktır. Düunyadaki krizin neticesi denecek bunlar, çok usta bir TRT basın ve siyasi kampanya propagandası ile milletin beynine dolduracak ve böylece hiç şüphe edilmesin ki bulırandan zarar yerine kar temin olunacaktır. Ayrıca Türk cemiyetinin sosyal tavrını da iyi hesaba katmak lazımdır. Türk cemiyetinin her türlü ve bilhassa siyasi reaksiyon kısa devreli değildir. Kamuoyu geniş ara­ lıklarla değişir. Bu cemiyette milletin yöneldiği birinden dönmesi ve sqğuması için öyle kısa bir zaman, bir ki seçim devresi kafi gelmemekte millet gönül verdiğini ve ümit bağ­ ladığını bir kaç seçim müsamaha ile desteklemeğe devam etmektedir. Değişiklik, son devirde göriJ.lmüştür ki, aşağı yukarı on senede devresini tamamlamaktadır. Böyle bir cemiyette CHP'nin ve Ecevit'in kolay yıpranacağını, henten gerileyeceğini beklemek asla doğru değildir. Bugün de il(ti­ sadi bulıran yokluk ves pahalılık ortalığı kasıp kavuruyor, Siz bundan, muhalif parti mensupları dışında, sokakta va­ tandaşın cahilin veya o.kumuşun CHP'yi ve Ecevit'i sorum­ lu tuttuğunu, onları suçladiğını hiç gördünüz mü ? Hasılı, hiç bir şey yapmadan, memleketi CHP'ye teslim ederseniz, cemiyetin kendiliğinden kısa devrede ona sırt çevireceğini sanmak saflıktan başka bir şey olmaz. 175


Kaldı ki, aslında mukabil sil8.hı da, yani muhalefeti de çok usta ve tesirli bir şekilde kullanacağını bildiği için E<!e­ vit sıkınblı bir iktidan sağ lwalisyona bırakınağa da ha­ zırdır. Azınlıkla iktidarda yapacağını muhalefetle iktidarda olmayınca da yapaca.ğını hesap etmektedir. Böylece Ecevit şimdi azınlık hükümeti ile karşısında­

ki cepheye iki başı da ateşli bir değnek sunmaktadır. Bu, Türkiye'yi kurtaracak bir zorlamadır. Hayırlı, uğurlu, se­ vinçle selamlanacak bir zorlamadır. Beş milliyetçi partiyi bir araya getirmek için Türkiye'­ nin elde kalan tek şansı budur. Bu zorlamanın hayra tebdili için, yalnız beşli birleşmenin de tek şart olduğunu unutma­ mak 18.zımdır. Zayıf bir sağ koalihyonun elini E<!evit'in sunduğu ateşli değnek hemen yakar. Fakat beşli milliyetçi koalisyon bu değneğin kendisine uzablan ucundaki ateşi söndürecek kudreti

bünyesinde taşımaktadır. Türkiye o

zaman selamete çıkacaktır. Aksi takdirde Türkiye'de du­ rum büsbütün alt üst olacak, milliyetçi partiler için hayat

hakkı belki de hiç kalmıyacaktır. Şimdi her şey milliyetçi partilerin bu son zorlamayı da değerlendirip değerlendirmeyeceklerine, bu intihan göze alıp alınıyacaklarına bağlıdır. Göze alırlarsa, kendileri bi­ lirler. Millet artık ne olursa olsun noktasına gelmiştir. Bu itibarla Ecevit'in azınlık hükümeti hararetle ve ümitle kar­ şrlanmalıdır. Artık ne olacaksa olsun.

176


Stz, 260 MlLLETVEKliJJ.ERİ 12 Kasım 1974

ORTA DOGU Gazetesinin dünkü sayısında profesör­ lerin beş milliyetçi partiyi hükümet bulıranında birlik ol­ maya çağıran müşterek beyanatını okudunuz.

Evvela şunu billniz ki, imzalannı birleştiren bu 14 pro­ fesör siyaset yapmak istememektedirler ve siyasete kanş­ ınağa meraklı da değillerdir. Bila.kis bu ilim adamları siya­ setin asıl sizin işiniz olduğunu bilmeye ve bildirrneğe her za­ man herkesten daha önce hazır bulunmaktadırlar. Bu profesörlerin bir baskı grubu olmağa da niyetleri yoktur. Bu fikir adamlan baskı gruplarıwn Türk Anayasa­ sında mevcut olmadığım Türkiye'de tek meşru baskı gru­ bunun bizzat pralamento olduğunu eminim ki yine herkes­ ten çok müdriktirler. Fakat memleketin umumi manzarasında ateş hacayı sarmıştır. Hepimizin içinde bulunduğumuz gemide çıkan yangın yalnız kaptan köşkünde kalmamaktadır. Türkiye'­ nin yörüngesinden kopmuş bir yıldız gibi boşluğunda kont­ rolsüz bir şekilde yuvarlandığı siyasi, sosyal ve ekonomik bulıran yediden yetmişe kadar hepimize rnUessir olmakta, hepimizi derinden sarsmaktadır. Sosyal ve ekonomik ba­ kımdan bütün vatandaşlar için huzur ve sükıln içinde ya177


şamanın şartları gibi ilim adamları ve her türlü vazifeliler için huzur ve sükfm içinde hizmet yapmanın şartları da teh­ likededir. Herkes bu gidişin nereye varacağını görüp bili­ yor. Bu itibarla profesörlerin bu alarmı tam zamanında verilmiştir ve bu kesin bir zarurettir. Esasen verilen alarm kimseyi tenkit veya tehdit hede­ fini gütmemekte sadece memlektin ağır şartları karşısında nazik bir vazifeye davet manasını taşımaktadır. Ayrıca, müşterek çağn lider kadrolarına seslenmekle beraber, esas hitabın size yönelmiş olduğunu rahatlıkla kabul edebilirsiniz. Zira gelişmeleri yakından takip eden bu profesörler liderlerin bu bulıranda malaasef adeta bir sağırlar diyaloğu içinde

bulunduklarını

görmektedirler.

Kendi aralarında anlaşamadıklarını ve meselenin tekrar çaresizlik içinde sayın Cumhurbaşkanımızın huzuruna gö­ türüldüğünü, yukandan vazifetendirilecek tarafsız bir baş­ bakan ihtimalinin ağırlık kazandığını bile bile beş partiyi son bir kerre daha vazifeye çağırmaktan kendilerini alama­ mışlardır. Bu çağnnın liderierimize tesir etmeyeceği mu­ hakkaktır. Ama millet ve tarih önünde kesin çizgilerle böyle bir davetin yapılması yine

de zaruri idi. Bu daveti,

son bir ümit olarak siz üzerinize alırsanız ayrıca son derece faydalı da olabilir. Bu fayda niçin sağlanmasın ve siz artık şahlanarak memleketin siyasi sahadaki makfis talibini niçin yenmiyesi­ niz ?

SİZİN işiniz, elinizi kolunuzu bağlayıp bizimle beraber liderlerimizin bitip

tükenmez çekişmelerini

birbirleriyle

uyuşmayacağı önceden belli olan kararlannı ve onların dü­ ğümü çözecek

olanlarının isteksiz

beklemek midir ?

178

isteksiz

hareketlerini


Sizi liderlerinize baş kaldırınağa teşvik etmiyorum. Fakat milletvekili olarak ; onbinlerin, kırk binlerin, yüzbin­ lerin mümessili olarak sizin hepiniz aslında birer lidersiniz, liderler

topluluğusunuz. Bütün milliyetçi cephenin, bütün

partilerin ve hatta bütün

rejimin

mukadderatını yalnız

ve yalnız liderlerin elinde bırakamazsınız. Buhranı çözmek­ teki vazifeniz elbette ki sadece gurup salonlarımza çekilip liderlerinize bu konuda tam yetki vermekten ibaret değil­ dir. ŞİMDİ

Ecevit

Cumhuriyet

tarihinde

görülmemiş

bir şekilde parlamentoyu itharn etmektedir. Ecevit'in ken­ di grubunu bu

suçlamanın

dışında tuttuğu şüphesizdir.

Geriye di,ğer partilerin siz 260 milletvekili kahyorsunuz. Senatodaki topluluğunuza sıra daha sonra gelir. İlk hedef sizsiniz. Bu itharn karşısında ne yapacaksınız? Hemen ilave edelim ki Ecevit'e ayni şekilde itharn ile ağır cevaplar ver­ mekle hücumla karşı koymanın hiç bir manası yoktur. Mu­ kabil hücum, kavga, ağır söz

ve hatta küfür ne getirir ?

Siz bu itharn altından kalmak mı istiyorsunuz, yapacağınız en müessir davranış ortaya atılan maktır. Siz siyasi

buhrana

itharnı boşlukta bırak­

kahir ekseriyet

teşkil eden

ağırhğınızı koyun. İçinizden her zaman mümkün olan de­ mir gibi bir hükümet çıkann, milli iradenin sizi 260'lık bir grubu olarak Ankaraya gönderdiğinin şuuruna vann ; göreceksiniz ki o zaman Ecevit'de Ecevit'in sözleri de sa­ dece boşlukta kalacaktır.

MEMLEKET öyle bir bulıran ile karşı karşıya ve siz tavrınızı takınmazsanız parlamentonuz öyle ağır bir baskı altındadır ki hepinizin siyasi ködüğüm iradeniz istikametin­ de çözülünceye kadar gece yatmak için bile evinize gitme­ meniz ve 260 kişilik tek bir gövde halinde Meclis sıralann­ da nöbet tutmanız gerekmektedir.

179


Hepinizin ayrı ayrı gruplar halinde ayrı salonlarda na­

sıl toplamyorsanız, tek tek bir gurup halinde bir salonda bir araya gelerek el ele veriniz. Parti disiplini, parti men­ faati, parti çek4lmesi Türkiye'nin bugünkü şartlannda ta­ mamiyle ikinci planda kalmıştır. Siz de onları bir müddet, fevkalade hal geçineeye kadar niye ikinci plan da bırakma­ yasınız? SİZ daha iyi bilirsiniz. Vicdanlarınızla baş başa kalarak kararınızı veriniz. Eğer onlardan sonra Demirel bu ateşli günlerde ortalığa hakim olacak bir hükümet kurmamn din­ lenmişliğine henüz kavuşınamışsa, henüz sokağı sindirecek gençliği yatıştıracak çeşitli kuvvetler üzerinde tam otorite kuracak bir durumda bulunmuyarsa bunun için Türkiye'­ nin daha bir müddet hazırlanmasına ihtiyaç varsa, siz AP'­ liler, Deınirel'i sizden olan tarafsız bir başbakana mecbur ediniz. Eğer bunun tersi doğru ise, buna karşı iseniz siz DP' liler Bozbeyli'yi Demirel'in başbakanlığına mecbur ediniz. Ve siz AP'liler ve DP'liler bu hususta lider kadrolarını aşan bir fiili durum yaratınız. Sizin seçeceğiniz, liderlerinize biraz daha zaman ka­ zandırmaktan başka bir şey yapmayacak olan gönlünüzce bir tarafsız başbakan bulup liderlerinizi de beraber sürük­ leyecek bir fırtına yukandan takdim edilen başka bir taraf­ sızın etrafında nasıl toplanacaksımz ? Seçime zorlanıyorsunuz ? Niçin seçim ?

Siz bir Seçi­

me zorlanıyorsunuz ? Siz biz bu işi yapamıyoruz diyerek se­ çimi kabul mü edeceksiniz ? Niçin üç sene daha parlamento olmayasımz ? Ne eksiğiniz var ? Siz aslında ayrı otoriteler değil bir ana partinin kar­ deş kollarsımz,

ya seçim Ecevit'in zannettiği gibi CHP

ekseriyetini. Demirel'in sandığı gibi de diğer milliyetçi par­ tileri AP'de toplamayı getirmezse ? 180


Türkiye zorla sokulduğu koalisyonlar sisteminden son­ ra bir de seçim müeessesenini mi laçka hale getirecek TUrk milletinin her istediğimiz zaman seçimle oynamağa acaba tahammülü var mıdır ? Niçin toplanıp iktidar olmuyorsu­ nuz ? Siz, 260 milletvekili siz, niye harekete geçmiyorsunuz?

181


PROFESÖRLER, LIDERLERİ GöREVE ÇAÖIRDI ll Kasım 1974 İstanbul Üniversitesi ve İstanbul Teknik Üniversite­ sine mensup 1'4 profesör son günlerin aktüel konusu o­ lan "Hükümet buhranına" bir çözüm getirmeleri için Halk Partisi dışında kalan 5 miliyetçi parti liderine hitaben dün müşterek bir açıklama yapmışlardır. Liderleri vazifeye ve Cumhurbaşkanına yardıma .davet eden açıklama mn tam metni aşağıdadır : "Demokrasi, memleketin ekseriyet tarafından idare edilmesi demektir. Türk Milleti 14 Ekim 1973 seçimlerinde tercihini yap­ mış ve ekseriyeti, yüzde 67 oyla, birbirine çok yakın parti­ lerden oluşan milliyetçi cepheye vermiştir. Şu halde, içinde bulunduğumuz dört senelik seçim devresinde memleketin, milletin arzusu istikametinde, bu milliyetçi cephe trafından idare edilmesi gerelonektedir. Bu tabü yolun dışında kalan her şekil, tecelli etmiş milli iradeye ters düşen bir zorlamadır. Böyle zorlamalar ise ülkeye sadece bulıran getirir. Nitekim bu yüzden Türkiye, hükümetli ve hükümetsiz olarak geçen, son bir sene zarfında devamlı bir şekilde derin bir bulıran içine sürüklenmiştir. 182


Bu buhran, Türkiye'nin iç ve

dış,

tarihi ve şimdiki

şartlarından doğan hassas durumunu büsbütün ağırlaştıra­ rak, memleketin siyasi, sosyal ve ekonomik yapısını bu­ günkü son derece nazik ve tehlikeli merhaleye getirmiş . bulunmaktadır. Türkiye bugün Kıbrıs meselesi dolayısiyle, çağmuz stratejisinin hususiyetlerinden olan bir sıcak savaş içinde­ dir. Bu savaşın başarı ile sonuçlanan askeri harekat saf­ hası h.er an yeni ve hudutsuz patlamalarla

karşı karşıya

olduğu gibi, aynı derecede çetin olan siyasi safhasında da Türkiye'yi sayısız güclükler beklemektedir. Türk ekonomisi bugün en ağır şartlar içindedir. Fiyat artı.şları bilhassa dar gelirli geniş vatandaş kütleleri için büyük sıkıntılar ve ıstıraplar meydana getirmekte, cemi­ yetimizde esasen sağlam bir şekilde gerçekleştirUmemiş olan sosyal denge ve sosyal adalet tehlikeli bir şekilde da­ ha da bozulmaktadır. Yatırımlar ekonomik gelişme ve is­ tihdam tesirleri bakımından da, endişe verici şekilde ya­ vaşlamıştır. Türk ekonomisi takip edilen isabetsiz iktisadi politika yüzünden düşürüldüğü, enflasyon içinde durgun­ luğun tipik bir örneğini vermekte,

işsizlik ve

dış ticaret

açıklan sür'atle artmaktadır. İktisadi alanda ortaya çıkan bu menfi ağır şartlar

milletlerarası

kalkınma yarışında

bizi gerilere itmekte ve memleketimizin geleceği için ha­ yati olan büyük projelerde önemli gecikmeler meydana gelmiş bulunmaktadır. Eğitim ve öğretim hayatımız adeta bir kazan gibi kaynamakta ve kanlı bir anarşi istikametine sür'atle kay­ maktadır. Boykotlar, işgaller ve sokak hareketleri, milli birlik ve beraberliğe en muhtaç olduğumuz bir zamanda, memleket dirlik ve düzenliğini ağır bir surette tehdit

edecek şekilde

gelişmektedir. 183


Türkiye'nin dağ gibi biriken dertleri karşısında, her türlü çarenin esas kaynağı olan siyasi platformda ise, ina­ nılmaz bir sorumsuzluk havası ve dağımklık hüküm sür­ mektedir. Hülasa, memlekte adeta Atatürk'ün işaret ettiği harap ve bitip düşme noktaama doğru yaklaşmaktadır. Türkiye ne yapıp yapıp bu gidişi durdurmak mecburi­ yetindedir. Bu vazifede ise, bütün vatandaşiara iş düşmekle be­ raber, ilk sorumluluk hiç şüphe yok, siyasi kadrolardadlr. Siyasi kadrolar içinde de, asıl sorumluluk elbette ki milli­ yetçi partiler cephesindedir. Bu partilere düşen tek şey, ekseriyetleri ile muhalefet­ te kalınağa çalışarak yapılan icraatı tenkid etmek değil, iktidara gelerek, beğenmedikleri icraata imkan bırakma­ maktır. Bu konuda hiç bir bahane makbul ve geçerli değil­ dir. Zira son bir senelik bütün siyasi, sosyal ve ekonomik sıkıntıların temel sebebi, hükümet konusunun, milli iradeye ters düşen bir istikamette zorlanmış olmasıdır. Şimdi Türkiye artık bu zorlamayı, bu sun'i yolu ter­ kederek, siyasi hayatı tabii mecrasına oturtmanın tarihi anına gelmiş bulunmaktadır. Yüzde 67 oya ve 260 millet­ vekili ekseriyetine dayanan bir iktidar. Türkiye'de siyasi .çözümün de, sosyal ve ekonomik kördüğümlerin çözümü­ nün de ortadaki tek şartı ve çaresidir. Türkiye'nin meseleleri bugün ancak kuvvetli bir hü­ kümetin varlığını zaruri kılmaktadır. Kuvvetli hükümet ise, kuvvetli bakanlardan kurulu bir kabine halinde, kuvvetli bir fikir tutum ve siyasi tercih zeminine ; kuvvetli bir par­ lamento zeminine ve kuvvetli bir milli irade zeminine otu­ ran hükümet demektir. Bu potansiyel de, bugün sadece 184


beş partinin elele vermesinden doğacak milliyetçi birliğinde mevcuttur.

cephe

Bu itibarla beş partiyi, milletin huzurunda birlik olarak iktidan devralma vazifesine ve Sayın Cumhurbaşhanımı­ za yardımcı olmaya davet ediyoruz. Partilerin lider kadrosu, bu beş p artiye oy vermiş olan geniş vatandaş kütlelerinin de bu birliği ve bu vazi­ feyi şiddetle arzu ettiğini hesaba katmak zorundadırlar. Türkiye'nin bugünkü sun'i bulıranının da, bundan sonraki gelişmelerinin de tarihi sorumluluğu ve vebali ken­ dilerinin omuzlarındadır. Türkiye küçük hesapların şahıs ve parti çekişmelerinin, siyaset ve siyasi menfaat oyunlannın ikinci plana aWma.sı l8.zım gelen, fevkalada nazik günler yaşamaktadır. Türkiye herkesten fedakarlıklar beklemektedir. Kim­ sede bu fedakarlıklardan kaçma hakkı yoktur ve kaçmak isteyen, kendisini tarihin ağır hükmünden asla kurtaramı­ yacaktır. Bu fedakarlıklan gösteremeyenleri millet de, tarih de asla affetmeyecektir. Bu sebeplerle beş partinin lider kad:rolarını, memleke­ tin bugünkü ağır şartlan karşısında, sorumluluklarını müd­ rik olmaya ve vatanın gidişabna sahip çıkacak bir hükü­ meti gecikmeden kurmağa davet ediyoruz." Prof. Dr. Muharrem

ERGlN (İ. "Ü. Ed. Fak. Öğretim "Üyesi)

Prof. Dr. Sabahattin ZAlM (İ. n. İktisat Fak. Oğ. "Üyesi)

Nevzat YALÇINTAŞ (İ. U. İktisat Fak. öğ. Vyesi)

Prof. Dr.

185


Prof. Dr. Süleyman YALÇIN (İ. ü. Tıp Fak. Öğ. Üyesi) Prof. Dr. İbrahim KAFEsoGLU (1. Ü. Ed. Fak. Öğretim Üyesi) Prof. Dr. Oktay ASLANAPA (İ. Ü. Ed. Fa.k. Öğretim Üyesi) Prof. Dr. Mustafa KÖSEOGLU (İ. Teknik Ün. Öğ. Üyesi) Prof. Dr. Hayri OOMANİÇ (İ. Ü. Hukuk Fak. Öğ. Üyesi ) Prof. Dr. A. Selçuk ÖZÇELİK (İ. Ü. Hukuk Fak. Öğ. Üyesi) Prof. Rr. Tahsin BANGUOOLU (İ. ü. Ed, Fak. Em. öğ. Vyesi) Prof. Dr. Ali URAS (İ. ü. Tıp Fak. Öğ. Üyesi) Prof. Dr. Nuri MUGAN (İ. V. Diş Hek. Fak. Öğ. Üyesi) Prof. Dr. Faruk K. TİMURTAŞ (İ. Ü. Ed. Fak. Öğretim Üyesi) Prof. Dr. Cevat BABUNA (İ. ü. Tıp Fak. Öğ. Üyesi)

186


MİLLİYETÇİLER BlRLEŞlNtZ ! 5 Aralık 1974 Türkiye'yi bir seneden beri sarsan hükümet buhranı ,bugün memleketin kaderi bakımından nihayet en kritik noktaya ulaşmış bulunmaktadır. Hakikatte, cereyan eden hadise çok partili istikrarsiZ demokrasilerde görülen hükümet buhranlanndan biri de­

ğildir.

Türkiye'nin şartlannda bu bulıran kendi hudutlan­

nı çok aşan bir mukadderat mücadelesi şeklinde bir parti­ ler çekişınesi karşısında değil, topyekun bir kader çekişme­ si karşısındadır. Isteyenin ve sebebin, isteyenlerin ve sebeplerin gözü kör olsun ! Fakat gerçek şudur ki, Türkiye iki cepheye ay­ rılmıştır. Türkiyede karşı karşıya gelmiş olan milliyetçi cephe ve sol cephe vardır, başka bir şey yoktur. Partiler, .liderler taraflar, kadrolar, bu esasın yanında sadece satıh­ taki teferruattan ibarettirler. Türkiye tarihi bir mücadele içindedir. Bu mücadelede . milliyetçilikle hümanizm ve marksizm Türk milletinin ka­ der harbini vermektedir. Milliyetçi cephe ile hümanist-koz­ (mopolt ve Marksit - materyalist cephenin bu hakimiyet mücadelesinde ayn ayn partiler de, onların liderlerin de bir hiç kalır. Onun için cereyan eden hükümet buhranı yal-

187


nız siyasi kaderneyi içine alan bir hadise değil, milli mu­ kadderatı tayin edecek olan temel bir dAvadır. Siz, prtiler, merkez kadroları, liderler ! Evvel3. hadiseyi böyle görmek bunun şuuruna varmak mecburiyetindesi­ niz. Bunun şuuruna varırsamz, kendi çerçevenizi ; parti, şahıs, lider, siyasi menfaat hudutıannı aşmak gerektiğinin idrakinin içine girmek zaruretini de derinden hissedebilir­ siniz.

İlk işiniz birleşmektir. Marksizmin işçiler birleşiniz, sosyalistler birieşiniz şeklindeki beynelmilel direktifini bi­ lirsiniz. Şimdi de Türkiye'de gerçek olan iki slogan vardır :

Bir yanda "solcular birleşiniz", bir yandan

"milliyetçiler

birleşiniz".

Savaş kaybedilmek üzeredir. Birleşmezseniz her şey kaybedilecektir. Birbirinizi yemek, birbirinizin oylannıza göz dikmek kendi aranızda birbirinize galip gelmek düşün­ cesi ve gayretleri basittir, iptidaidir, küçüktür, gülUnçtür. Ecevit hareketi katiyen küçümsenemez. ECevit tazyi­ kine karşı koyamazsınız hem de vaktinde karşı koyamaz­ sanız ayrı ayn tek tek hepiniz eriyeceksiniz ve ondan çok daha mühim olarak hümanizme ve marksizme karşı Türk milletinin elindeki son fırsatı da heder etmiş olacaksınız. Türk milletinin hümanizm ve marksizm karşısındaki başlıca teminatı memleketin kahir ekseriyetini teşkil eden milliyetçi oy tabamdır. Bu teminatın işleyebilmesi için hem erirnemesi hem de bölünmemesi, bütünlüğünü muhafaza etmesi lazımdır. Gafil almayınız ! Bu taban, milliyetçi milli irade, itina görmeden ilelebet sağlam kalamaz. Siz ona layık olamaz­ sanız, o bütünlüğe tercüman olmazsanız, o bütünlük kar gibi değilse bile, tuz gibi eriyip bitebilir. Unutmayı nız, milli

188


irade de hiç değilse zaman zaman yanılabilir. Gerçi milli irade sonradan kendi yanılgısını yine tamir etmek kabiliye­ tindedir. Fakat bunun için bazan bir zaman devresinin ta­ mamlanması lazım gelir. Böyle bu tedavi imkanı ise cemi­ yetin eline bazan geçmiyebilir. Türk cemiyeti fırsat kaçarsa bir daha tedaviye imkan bulamayacak olan böyle bir sıkı­ şıklığın şartları içinde bir cemiyet durumundadır. Türkiye'­ nin jeopolitik şartlan tedavi fırsatını ona bir daha verıniye­ cek şekilde bir hassasiyet arzetmektedir.

önce birieşiniz hükümet olunuz ve iktidan devralınız. Sonra el birliği ile Türkiye'nin ufuklarına örtülınek iste­ nen zamansız, yersiz, sun'i seçim kabusunu kaldınnız. Demokraside seçim esastır, seçimden korkulmaz ve ka­ çılmaz. Fakat seçim bir fırsata kurnazlığa ve aldatıcı bir atmosfere dayanmazsa. Seçim şartları bakunından Türki­ ye'nin bünyesi bugün hastadlr. Bu bünyeyi tedavi etme­ den gidilecek bir seçim asla salim bir netice vermez. Milliyetçi partiler için seçimi kabul etmek Ecevit'e onun iradesine teslim olmak demektir. Kendi iradenizi, teşebbüs kabiliyetinizi kaybetmeniz demektir. Eğer, anlaşılmaz bir teslimiyetle erken seçimi kabul ederseniz, billniz ki, Ecevit seçimi vuracaktır. Zaman zaman iktidarda iken çaresizliğe düşüp AP'yi liderini niktidardan isteye isteye çekmek düşüncesine kapıldığı iddiasını duy­ muşsunuzdur. Onu bilmem, fakat bugün eğer liderleriniz­ den biri veya bir kaçı erken seçimi size kabul ettirmek isti­ yorsa, hiç şüphe etmeyin ki, lider veya liderler iktidarı Ece­ vit'e bile bile, şuurla teslim etmek hazırlığı içindedirler. Ecevit seçimi alacak diye seçimi istememek demokra­

tik düşünceyle elbette ki bağdaşmaz. Eğer aldatıcı şartlar olmasaydı, sıhhatli netice çıkacak bir seçim teklifi karşı189


sınd:a olsaydık ; şüphesiz, madem ki, ekseriyet istiyor, öy­

leyse Ecevit gelsin derdik.

Fakat şartlar öyle değildir. Bu geliş sıhhatli bir geliş plmayacaktır. Onun için bünyeyi sıhhate kavuşturuncaya kadar seçim kabul edilemez. Bu demokrasiye hizmet de

olmaz.

E'cevit Kıbrıs harekatından büyük, inanılmaz bir pres­ tijle çıkmıştır. Ekonomik durumdan kimse onu sorumlu tutmamaktadır. Milliyetçi

cephedeki

perişanlık

ve sun'i

şahıs kavgaları Ecevit'i başlıca ümit haline getirmektedir. Bunları görmemek için sizin liderlerinizin bazılannda müşa­ hade edilen cinsten bir gaflette bulunmak gerekir. Aynı liderler hem Ecevit'in Kıbrıs harekatını oya tah­

vil etmek istediğini beyan ederler hem de onun erken se­ çim isteğine teslim olurlar. Bu gafleti de aşan çok ibret verici bir garabettir. Milliyetçi partiler aynı zamanda seçim zemininin de sağlam olmadığını düşünmek zorundadırlar. Ecevit ve ar­ kadaşları takdire değer bir beceriklikle bütün tesir vasıta­ larını ve sandık hakimiyetine giden yollan MSP'nin saf­ lığından yararlanarak ele geçirmişlerdir.

Basma bir şey

denemez. Ama TRT tarafsızlaştınlmadan ve yedi aylık ta­ yinler ters çevrUmeden bir seçime gitmek, milliyetçi par­

tiler için tam bir intihar olacaktır. Hiç bir milliyetçi parti lideri benden sonra tufan zihniyetille kapılınağa mezun de­ ğildir. Ecevit böyle aldatıcı değil, sıhhatli bir zemine seçime gitse ve iktidar olsa onu biz de alkışlardık. Fakat bugün­ kü zeminde yalnız miliyetçi partiler için değil, memleketin istikbal için de büyük bir tehlike görüyoruz. Önce milliyetçi beş parti cephe halinde iktidar olma­ lı, bir senelik yaralan tedavi etmeli, 1977'ye kadar Türki190


ye'yi seçim yarışına çıkacak kadar sıhhatine kavuşturma­ lı, ondan sonra Ecevit'in restini görmelidir. Milliyetçi par­ tilere düşen tarihi rol bugün budur. Kendisini bu tarihi role uydurmayan her lider ve par­ ti büyük bir milli vebal altında kalacak ve tarihin laneti­ ne hedef olacaktır. Ey beş milliyetçi partinin !iderleri, merkez kadrolan, milletvekilleri, senatörleri ! Size doğru dolu dizgin gelen bu lanetten kendinizi sakınınız ! Sakınıruz ve birieşiniz !

191


EFEN'DİLER BlRLEŞ:tNtZ !

6 Aralık 1974 Un var, şeker var, yağ var, fakat helva yapıp yemesini bil­ miyor. Bu halk nüktesi sanki sizin milliyetçi partileriniz için söylen.miş, Yüzde altmış yedi buçuk oy tabanınız var, 260 millietvekiliniz var, Senatoda kahir ekseriyetiniz var, dev­ let tecrübesinden geçmiş sayısız elemenlannız var, komü­ nizme karşı müşterek azminiz var, Milliyetçi, hürriyetçi, mülkiyetçi, serbest iktisatçı, milli iradeci müşterek ideal­ leriniz programlarınız, tutumunuz var. Fakat helva yapıp ağız tadi ile yemek ve millete de yedirmek gayretini gös­ teremiyor, iktidar alamıyor, hükümet kuramıyorsunuz. Siz niye bu kadar beceriksizsiniz ? Kendi aklınıza bir

takım büyük ve derin

hesaplar

içindesiniz. Bitip tükenmeyen bir takım hesaplar ... Türki­ ye'nin ekonomik dar boğazlara girdiği bir devrede iktidar olursam yıpranınm diyorsunuz. Muhalefet olursam rahat rahat ve kendi kendime kuvvetlenirim diyorsunuz. Ecevit iktidardan kaçtı, ben niye kaçmıyayım diyorsunuz. Millet beni iktidar

yapmamanın

hatasını anlasın

diyorsunuz.

1960'tan sonra da bölünmüştük toplandık, bu sefer de bö­ lünme bitecek ve toplanacağız diyorsunuz. Hepiniz bu toP­ lanma er geç benim yanımda olacak, direnen kazanacak, direnmeyim diyorsunuz. Fakat bu arada fırsatlar birer bi­ rer kaçıyor, atı alan Üsküdar'ı geçiyor, sosyal g.elişme sizin 192


yüksek hesaplannız çerçevesinde değil, kendi kanwıları içinde yürüyor, siz bunun farkında değilsiniz.

Bazan pusuya yatmak elbette ki iyidir. Ama uyuyup kalmamak şartiyle. Siz her halinizle pusuda uyuyup kal­ mışa benziyorsunuz. Teşebbüs denen bir şey vardır. Ak­ siyon denen bir şey vardır. Fırsatları değerlendirme de­ nen bir şey vardır. Sabır güzel şeydir. Fakat siyasette sabır zannettiğiniz kadar makbul ve sevimli bir usul de­ ğildir. Siyaset demek dinamizm demektir.

Hele baş dön­

dürücü bir değişme içinde olan bugünkü dünyada...

Si­

yasetin sizi oluşturmasını beklemiyecek, siyaseti siz oluş­ turmaya bakacaksınız. Siz Türk milletinin, akıllı sayı sa­ yıncaya kadar deli köprüyü geçer dediğini bilmiyor mu­ sunuz? Siz niye bu kadar gevşeksiniz? Ecevit iktidardan kaçabilir. Fakat siz kaçamazsınız. Rolleriniz ve durumunuz tamamiyle farklıdır. Ecevit ikti­ dardan ayrılsa da hükümetten çekiise de aslında ve ha­ kikatte yine iktidardadır. CHP yirmi beş senedir bir gün bile iktidardan uzaklaşmış değildir ki...

Ecevit bu hükü­

metsiz CHP iktidannı kısa za manda büsbütün perçinle­

.miştir.

Bütün icra mekanizması kendi kontrolünde olduk­

tan sonra, Ecevit'in hükümeti bırakması sadece ona şah­ si bir dinlenme bahseder. Bu itibarla o her zaman şekli iktidarı seve seve, güle oynaya bırakıp gidebilir.

Ama

siz böyle misiniz ? Siz ki, iktidara gelince bile gölge ikti­ dar olmaktan ileri gitmiyorsunuz. Bol bol çalışıyorsunuz. Kan ter içinde memleketi büyütüyorsunuz. Fakat hiç bir müesseriyetiniz olmuyor. Böylece siz iktidarda iken de CHP'ye çalışıyorsunuz. İktidardan uzakta kalınca elinize ne gececek ? Köşenizde beklemekten ne umabilirsiniz ? Bu­ nun ::;adece milletin sizden ümit kesmesine sebep olduğunu beey-inlik içinde sandık başına bile gitmek isteksizliği ya­ rattığını, sandık başını teşkilatınızın dahi beklemeyi fu-

ıro


zuli

addetmesi

neticesini

doğurdu�unu

idrak

etmiyor

musunuz ? Siz niye bu kadar safsınız. 14 Ekim seçimlerinden hemen sonra iktidara yanaş­

mamakta haklı idiniz. Meclisteki sayısını lOO'den 184'e çı­ karmış, büyük şehir Belediyelerini vurmuş, bilhassa aldığı oyun kat kat fazlasıyla bir güriiltü ve yüzde doksan ekseri­ yet almış gibi bir kıyamet koparmasını bilmiş CHP'yi ikti� dann karşısına almak gerçekten bir facia olurdu. Fakat yalnız ve yalnız o an için... Ondan sonra durum inanılmaz bir süratle değişti. Öyle ki üç ay sonra bir bir yaygara ve şatafatla gelmiş Ecevit iktidarı üç ay sonra bir fiske ile devrilecek hale düştü. Siz bu değişmeden, Ecevit iktidarının üç aylık icra­ atınm yarattığı hayal kırıklığından faydalanamadınız ve gereken fiskeyi vuramadınız. Ne yapıp yapıp, gerekirse kabinedeki yerlerinden çok fazlasını kendilerine verip MSP desteğini Üstündağ gensorusunda geri çekemediniz. Siz MSP olarak bu uyanıklığı ve şuuru, siz diğerleri de bunu her ne pahasına olursa olsun sağlayacak gayreti gösterme­ diniz. Eğer o zaman düşürülse idi bugün Ecevit yoktu. Fakat gafletiniz bu tarihi fırsatı kaçırdı ve Ecevit tesadü­ fen ortaya çıkan Kıbrıs hadisesiyle iade-i itibar etti. Hem de kat kat fazlasıile ...

E:ğer bu gaflet gösterilmeyip fırsat kaçırılmasaydı, �imdi Kıbns başarısı sizin olacak ve onu siz oya tahvil etmek isteyecektiniz. Her gün yeni bir günün doğduğu bir dünyadayız.

Fırsatlar umulmadık şeyleri getirir ve

götüriir. Fırsatlan iyi kovalamak lazımdır. Siyaset uyu­ şukluğu, pısınklığı ve gafleti asla affetmez. Siz niye bu kadar gafilsiniz ? Sizin kazanmanız içinde, Türkiye'nin kazanması için de ilk iş ve vazgeçilmez şart milliyetçi partiler olarak hep

194


beraber hükümet kurmanız, iktidara gelmenizdir. Ece­ vit'in talih karşısına Kıbrıs'ı çıkardı ve o iade-i itibar et­ ti. Onun karşısına çıkmak için sizin de iade-i itibar etmeniz şarttır. Zira hadiselerin gelişmesinde büyük itibar kay­ bınız vardır. 12 Marta kadar yıprandınız sonra bölündünüz ondan sonra da bu aşınmışlığı giderecek hiç bir fırsat elinize geç­ medi. Şimdi iktidar olarak milletin karşısında silkinmiş gö­ rünmeye şiddetle ihtiyacınız vardır. Millet ekonomik krizi Ecevit'in beceriksizliğinden çok dünya krizine bağlamağa dünden hazırdır. Siz iktidar olacak ve 1977'ye kadar paha­ lılığı durdurarak milletin yüzünü güldüreceksiziniz ki, sizi besieyecek yeni bir itibar kazanmış olasınız. Aynı zamanda tutarlı ve soldan aksamayan bir dış politika il� ve metnetle, sizi Kıbrıs'ta yeni başarılar, Ecevit'i geride bırakacak başarılar da bekliyor. Bunun meyvelerini hem kendiniz için hem memleket için top lamak üzere de derhal iktidar olmanız şarttır. Ecevit'in dağarcığında Kıbrıs, memleketi inanılmaz bu propaganda bombardımanı altında tutan tesir vasıtaları sandık ha­ kimiyetini sağlayacak militanca bir dinamizm ve sizin perişanlığınız, dağınıklığınız var; Sizin dağarcığınız şim­ dilik bomboştur. Onu üç yıllık akıllı bir icraatla doldur­ madan seçim yolculuğuna nasıl çıkabilirsiniz? Siz kendi iç kavganızın kısır hırsı içinde salim düşünceyi niye bu kadar kaybetmişsiniz ? Milli davayı şahıs, hizip, parti ve hatta doğruluğuna yüzde yüz inandı,ğınız ayrı telakkilere sapianma davası haline getirmeye katiyen hakkınız yoktur. Bu coğrafya da, bu jeopolitikte, bu dünya çalkantısında Türk milleti canını dişine takmış olarak kendisini mütemadiyen zor­ layan marksizme ve bölücülüğe karşı görülmemiş bir ha­ yat mücadelesi, bir var olma ve yok olma muharebesi ver­ mektedir. 195


Bu savaşta sizin şahsi düşünceniz ve çıkarınız. de­ ğil, şahıslannız ve partileriniz bile bir hiçtir. Bu tarihi mücadele küçük hesaplar değil, büyük yürekler, büyük ve geniş perspektifler ister. Şahsi hırslardan, saplantılardan parti menfaatıerinden sı ynimaya mecbursunuz. Türkiye'­ yi tehdit eden tehlikeler bir tabü afet gibi milletin üzerine geliyor. Şahıslarınıza, görüşlerinize ve partilerinize yapı­ şıp kalacak günler değildir. Eanşmasını bilmeyen, iş bir­ liği yapamayan bencil insanlar yalnız başanlı siyaset adam­ ları değil, modern medeni insanlar bile olamazlar. Siz niye bu kadar bencilsiniz ? Efendiler birleşiniz! birieşiniz !

196

Efendiler birleşiniz !

Efendiler


KORKMAYINIZ BİRLEŞİNİZ!

7

Aralık 1974.

İki gündür sizinle acı konuştum. Ne yapalım, dost acı söyler. Ancak bu acılık şüphesiz bizim gönlümüzden ve

dilimizden gelmektedir. Bu acılığın kaynağı sizsiniz. Sizin inadınızdır, tavrınızdır, tutumunuzdur. Asıl davayı ve ta­ banınızı unutmanız, ondan kopar hale gelmenizdir. Hiç şüpheniz olmasın ki millet de sizi bizim gibi ·acı ile takip ediyor. Eğer böyle giderseniz milletteki bu bu­ rukluk sonunda sizi muhakkak kahredecek, üzerinize al­ dığıwuz rolü yapainaz hale gelince millet sizi silkip ata­ caktır. Bu sebeple yol yakınken rolünüze sahip çıkın, ta­ rihi misyonunuza layık olun. Bu vazifenin yürütücülüğüne hasbelkader de gelmiş olasınız, onun hakkını vermeğe, milli davanın liderliğine layık olmağa mecbursunuz. Ya bırakır gider, ya layık olursunuz. Yüklendiğiniz iş oyun da, oyuncak da değildir. Türk milleti, büyük kütleler siyaseti size bir meslek ola­ rak oyalanasınız meslek icra edesiniz diye değil, kendisini kurtarasınız diye vermiştir. Bunu unutamazsınız. Nedir işiniz, nedir vazifeniz ? İki vazifeniz vardır. Biri memlekette milli iradenin hakimiyetini kemaliyle kur­ mak, diğeri Türkiye'yi tehdit eden tarihi tehlikeyi önle­ mektir. 197


Türkiye'de yinnibeş otuz senedir sürüp giden demok­ rasi hayatı aslında bir milli hakimiyet mücadelesidir. Ha­ kimiyet kayıtsız şartsız milletin midir değil midir müca­ delesidir. Bir zümre hakimiyeti ve milli irade mücade­ lesidir. Bürokrasi ve yan aydınlar ile halk ve gerçek ay­ dınlar mücadelesidir. Siz bu mücadeleye layık olmağa mecbursun uz. İkinci işiniz, gittikçe daha büyük dalgalar ha­ linde Türkiye'nin üzerine gelen marksizm tehlikesini her­ taraf etmek. Türkiye'yi komünizme ve onun getirdiği di­ ğer yıkıcılıklara kaptınnamaktır. Komünizm ve bölücülü­ ğe karşı Türkiye bugün bir meydan muharebesi ver­ mektedir. Siz bu Türkiye meydan muharebesine de layık olmağa mecbursunuz. Bu iki konu da sizin karşınıza birer dağ gibi yığıl­ mıştır. Bu iki geşit vermez görünen dağı aşmak için el bir­ liği, iş birliği, kuvvetleri bir yerde yapmak ve kuvvet­ leri bir yerde toplamak şarttır. Bu şart ise, fedakarlık­ tan, feragattan, faziletten, dirsek temasından geçer. Dar­ gınlıktan, inattan, iptidai aşiret kavgasından, kan dava­ sından değil... Sizi bekleyen müşküllerin altından tek başınıza lider olarak da, parti olarark da hiç biriniz kalkamazsınız. Aşıl­ maz mii§küller ancak birliğimizle, milliyetçi cephe birliği ile aşılacaktır. Beşli milliyetçi cephe birliği bugün Türki­ ye'nin tek çıkış yoludur. Siz manada bir, fakat maddede beş partisiniz. Ah maddede beşiniz. bir olabilirseniz. Milliyetçi cepheye bu­ gün tek bir lider, tek bir kumanda tek bir liderlik 18.zım­ dır. Ah dördünüz feragat gösterebilseniz. Ama olan olmuştur ve her şey kaybedilıniş değildir. Çağımızda diktatörlüklerde bile kollektif liderlik merha198


lesine gelinir olmuştur. Siz tek lider, tek parti alamayın­ ca, sizi ve memleketi bir ejderha ağzı gibi bekleyen teh�

likeler karşısında niçin milliyetçi cephe birliği kollektif liderliğini kurmayasmız. Siz ya ayn partilersiniz, ya bir partilisiniz. Ayn par­ tiler iseniz birbirinize sanki kendi partinizin bir unsuru

imiş gibi kanşamazsınız. Ben seni istemem derneğe hiç birinizin hakkı yoktur. Eşit haklarla bu denge ile, birbiri­ nizi beğenmeseniz de yan yana gelebilirsiniz. Bu ayrı par­ ti olmanın aynı zamanda bir mazhariyeti de aynı partide kontrol daha

iyi

edemediğiniz şahsı ayn partiler koalisyonunda kontrol imkaruna kavuşmanızdır. Eşit şartlarla

ve protokolle koalisyon liderliği masasına da, hükümet masasma da daha rahat oturabilir ve birbirinizi kollaya­ bilirsiniz. Yok siz bir parti iseniz, o zaman daha kolay birbiri­ nize destek olmanız l§.zım gelir. Gerçekte ise siz bugün ne bir, ne ayn partilersiniz. Türkiye'deki siyasi kaderin gay­ n tabii şekilde ortaya çıkardığı, bir nehrin orta yerde beşe ayırdığı, fakat biraz ilerde yine birleşecek kollansınız. Müşterek olarak, milliyetçi cephe birliği olarak kol­ lektif liderlik altmda iktidan devralınız. Birleşirseniz ikti­ dardan korkmanız için hiç bir sebep kalmaz. İktisadi durumun ağırlığından korkmaymız. Bu mem­ lekette iktisadi gelişmenin de, büyümenin de, sanayileş­ menin de hem patenti ve hem de şerefi milliyetçi partilere aittir. Solun bunda hiç bir hak iddiası olamaz. Siz bugün de pahalılığı durdurursunuz. Çünkü siz ilimcisiniz ; mace­ racı

değilsiniz ;

hayalci değilsiniz; plancısınız ;

iktisadın

bir ilim ve çalışma işi olduğunu bilirsiniz. Sermayeyi ür­ kütmez, yatırımlan baltalamazsınız. Halk sektörü gibi, üc199


retleri fiyatların önünde

götünnek gibi hayalleriniz

ve

fantazileriniz yoktur. Anarşiden, ihtilal tazyiklerinden, sokaktan korkma­ yınız. Bunlar büyük tehlikedir. Fakat hem bu tehdit res­ tinin bir an önce görülmesi lazımdır, ki bunun en müsait am bu günlerdir ; hem de siz bunu görecek cesaret ve kuv­ veti temsil edebilirsiniz. Yeter ki birleşiniz ! Aman birleşiniz ! birleşiniz !

200

Korkmayınız


BEŞLİ B1RLEŞ!N1Z !

8 Aralık 1974 !ki tarhi vazifemizde yani milli irade hakimiyetinde ve komünizmi durdurmada muvaffak olmak için yeni bir imtihan vermeniz gerekmektedir. Bu imtihamn ilk kade­ rnesi cesaret, ikinci kadernesi güven, üçüncü kadernesi ic­ raattır.

Evvela Türkiye'nin bu sıkışık ve zor günlerinde hüku­ met ve iktidar olma cesaretini göstereceksiniz. Bu cesa­ ret size derhal büyük bir itibar sağlayacak : sizde güçlük­ Ierin üzerine yürürnek kudreti olduğunu, sizin zor günlerin adamlan ve partileri olduğunuzu isbat edecektir. Devle­ tin hakiki sahibinin siz olduğunuzu zihinlere yerleştirrne­ ğe mecbursunuz. İkinci olarak imtihanın güven kademesini de aşmak zorundasınız. Sizin dağınıklığınız, düşmana ümit, dosta ü­ mitsizlik vermektedir. Karşı cephenin bütün cüreti, bütün stratejisi sizin bu dağınıklığınıza dayanmaktadır. Millet­ teki hayal kırıklığını yeni bir ümit şahlanmasına çevire­ cek bir güven havası yatarmaya mecbursunuz. Birleşecek ve birlik olacaksınız ki milletin kahir ekseriyeti kendi içinden çıkararak Ankara'ya gönderdiklerinin ve bu gay­ retinin işe yaradığının ve �a gitmediğinin şevkine kavuş­ sun. Bu güven gelecekte de sizin temel sebebiniz ve de201


mokratik hayatın temel kaynağı olacaktır. El birl�ği ile hükfımet ve iktidar olarak bu güveni yaratımz. üçüncü kadernede başarılı bir icraat imtiham vermek mecburiyetindesiniz. leraat olarak sizi ve Türkiye'yi bü­ yük işler bekliyor. Birlikten doğan destani bir azirole bu işlerin üzerine atılacak ve mutlaka hakkından geleceksi­ niz. Korkmayınız işler ağır fakat şartlar mükemmeldir. Bir kerre İcraatta siz ehliyetlisiniz. İşin propagandasına değil, esasına yönelmek gibi büyük bir üstünlüğünüz var. Siz her kudretin kaynağı ve her güçlüğün çaresi olan mil­ li irade ekseriyetine dayamyorsunuz. Bu iradeden, halktan geniş destek, sizin işinizi kolaylaştıran şevk ve çalışkanlık göreceksiniz. İkinci olarak, ürkeklik yerine cesaret ve ser­ besttikle hareket etmek imk3.nlarına açık bir ortanıla kar­ şı karşıyasınız. Türkiye öyle bir noktaya gelmiştir ki has­ tanın başında kimse doktorun elini bağlayamıyacaktır. Herkes bu durumdan çıkmak için imkanı verrneğe hazır ve mecburdur. Sizi iktidarda tehdit edecek hiç bir kuvvet yoktur. Artık bıçak kemiğe dayanmıştır. İktidara görül­ memiş bir yetki ile geleceksiniz. İcraat safhasında iktisadi durumu düzeltip pahaWı­ ğı durdurmak baş işiniz olacaktır. Bunu makbul bir za­ manda makbul bir şekilde_ yerine getirmeniz mümkündür. Zira bugünkü iktisadi bulıran yalnız dünyada ki şartlar­ dan doğmamıştır. Bunda on aylık yanlış iktisadi politika­ nın esas payı vardır. Siz bu yanlışlığı düzeltebilir, böylece büyük bir itibar kazanırsınız. Kıbns konusu vardır. Askeri başan siyasi sahadaki hakkını beklemektedir. Siz bu hakkı daha iyi tescil ettire­ bilirsiniz. Çünkü sizin dış politikanız soldan aksamıyacak­ tır. Kıbns konusundaki hareketinizle felsefeniz çelişme­ mektedir. Yunanistan'a demokrasiyi getirmek peşinde de202


ğilsiniz. Davayı demokrasi ve diktatörlük mücadelesi gibi gösteren bozuk gözlükleriniz yoktur. Amerika ile daha iyi uyuşabilirsiniz. Ordunun başansını istismara yeltenınezsi­ niz. En güç işiniz her türlü ihtilal tazyiklerini hertaraf etmek, çok uzun zamandan beri kaybolmuş bulunan dev­ let otoritesini yeniden kurmak ; Türkiye'yi bir huzur, em­ niyet, kardeşlik ve banş ülkesi haline getirmektir. Dev­ leti hakim kılacaksınız. Sokağın, Okulun ve fabrikanın hu­ zur ve silld'inunu temin edeceksiniz. Bu, çok zor bir

iş ol­

makla beraber, altından kalkılmayacak bir mesele değil­ dir. Siz meşruiyetçisiniz. İhtila.lcilik ve cuntacılık bugün­ lerde her cüreti ku'acak kadar, dünyada, etrafımızda ve içerde, çok zayıflamıştır. Ecevit'in yeni CHP'si de çok şü­ kür bu metodu reddeder görünmektedir. Bütün bunların üstünde olarak yüzde altmışyedilik birliğinizdir. Milletin ekseriyeti ve devletin meşru kuvvetleri en büyük teminat­ tır. Ancak bu konudaki başannın vazgeçilmez bir şartı vardır ve o da mutlaka beşli birleşmedir. İhtilal her zaman kavgalı döğüşlü, toplu tüfekli ol­ maz. Türkiye'de her gün iki çeşit ihtilal devamlı olarak sahnededir. Bunlardan biri sokak ve anarşi hareketiyle bütün yurdu kaplamak istidadında olan sıcak ihtilaldir ve bunu marksistler yürütmektedir. İkincisi Ecevit ihtilalidir. Bu ihtilal siyasette yapılan ihtilaJdir. İsterseniz buna demokratik ihtilal de diyebilir­ siniz, meşru ihtilal de diyebilirsiniz. Gerçekten Ecevit si­ yasi sahada her gün ihtilal yapmaktadır. Ecevit halk iktidannı kuracağız diyor. Düzen deği­ şikliği yapacağız diyor. İktidara gelsek de düzeni hemen d�iştiremeyiz diyor. Parlamento on yıl halkın gerisin­ dedir diyor. Bizden başka herkes gericidir diyor. Halkla 203


beraber seçim seçim seçim diye diye seçime gideceğiz di­ yor. Tazyik mitingleri yapıyor. Kalabalıklan harekete ge­ çirmek istiyor. Niyeti ile zorluyor, hareketi ile zorluyor, edası ile zorluyor ; karşısındakileri durmadan zorluyor. Hiç şüphe yok ki bu meşrudur, fakat siyasette ihtilal de­ mektir. İşte Türkiye bütün böyle ikili maddi ve manevi ihti­ lal karşısındadır. Bir yandan marksist tazyik Türkiye'ye komünizrni, diğer taraftan Ecevit zorlaması memlekete demokratik solu getirmek istiyor. Yani sosyalizm fırtınası Türkiye'nin üzerine çullanmıştır. İster mutedil olsun, is­ ter şiddetli olsun. Türkiye'yi bu fırtınadan kurtarmaya siz memursu­ nuz. Fakat ancak hep birlikte, tek ve tam bir cephe ola­ rak, beşli bir ittifakla bunun üstesinden gelebilirsiniz. En ufak bir kuvvet israfına vaziyetin tahammülü yoktur. Türkeşsiz ve Feyzioğlusuz bir birleşme daha baştan mahil doğmuş olur. Beşinizin tabanının da iktidar bizimdir de­ mesinin sayısız faydalan ve hayati ehemrniyeti vardır. Bugün artık yalnız 226 ile kuvvetli bir iktidar olmak mümkün değildir. Kuvvvetin sayı kadar ve hatta ondan daha çok mahiyet şartı vardır. Gittikçe ileriiyen 565 bin oyu ile, kudretli gençliği ile yılmaz kararlığı ile vazgeçil­ mez bir kuvvet olan MHP'yi koalisyon dışı bırakmak gaf­ let olur. Devletin sağlam kuvetleri nezdindeki itibarlı mev­ kü ve yüksek tecrübesi dolayısiyle Güven partisini aranız­ da bulundurmanız şarttır. Bu iki yıpranmamış kuvvet Marksizme karşı mücadelede çok önemli iki kilit taşı du­ rumundadır. Aynı zamanda bunlar diğerlerinizdeki yıpran­ mışlığm telafisinin de iki panzehiri olacaktır. Aranızdaki bazı şahıslann yıpranmışlığı mühimdir. Fakat kurulacak beşli kollektif liderlik bunun zaafını gi204


derecektir. Onun için bu zaafı mütemadiyen öne sürmek, ona saplanıp kalmak haksızlıktır. En inatçı görünenleri­ niz, bu saplantılarından vazgeçmelidirler. Beşinizin kuv­ veti biriniZin veya ikinizin zaafını gölgeliyecektir. Yeter ki hepiniz yan yana dizilin ve sağlam hizaya gelin. Milli iradenin Ankara garında bittiğini siz iyi bilir­ siniz. Bugün artık hem oyla hem kuvvetle iktidar oluna­ bilmektedir. Oyunuz var, kuvetiniz ise birleşmenizden, kenetlenmenizden doğacaktır. Birieşiniz ve iktidar olunuz.

Fakat gafil olmayınız, beşli birleşiniz ! . .

205


''ÖLEN öLVR, KALAN SAÖLAR BİZİMDİR..''

15 Aralık 1974

Milliyetçi cephe konusunda DP'nin beklenen karan­ nı evvelki akşam Ferruh Bozbeyli televizyonda okudu. Bu ne talihsiz metin ve bu ne talihsiz liderdi yarabbi? Bu me­ tin Türk milletine vemilyonlarca milliyetçiye bir mesaj de­ ğil, bir küfürdü. Ve sahibi de onun için o kadar bedbaht ve soğuktu. Daima aydınlatıcı manevi bir nur ile dolu, olan her milliyetçi evinde o anda nasıl buz gibi bir havanın estiği­ ni ancak bu marifetin taş yürekli kahramanları olan bir avuç katı DP idarecisi tasavvur edemez. Ortalığı öylesine bir matem karanlığı, öylesine bir hiddet ve nefret soğuk­ luğu kapladı ki bunun altından artık sadece DP'nin ölüsü çıkar. Gerçekten bilhassa milliyetçiler için artık DP ölmüş­ tür. Dün milliyetçi cephenin beş partisi vardı. Bugün bun­ lardan biri intihar etmiş, geriye dört milliyetçi parti kal­ mıştır. Artık ruhu kaybolmuş boş kalıbını daha ne kadar sürüklerse sürüklesin milliyetçiler için DP yoktur. İçin­ de ne kadar yakınırnız ve dostumuz bulunursa bulunsun netice ve hüküm değişmez. Bir avuç hırslı politikacı öy� le bir iş yapmıştır ki onlan dostlannın değil, kardeşleri­ nin ve aile fertlerinin bile kaderlerinin makfıs yolunda yüzüstü bırakmalan ve terk etmeleri gerekir. 206


Bozbeyli iki gün önce parti grubunun bu konudaki toplantısını açarken iki hususun karara bağlanacağını söyleyerek gündemi tesbit ve ilan etmişti. Milliyetçi cep­ heye, ya hükfımete bakan vererek veya bakan vermeden dışardan destekleme yolu ile katılmak bahis konusu idi. Bunlar müzakere edilecek ve karara bağlanacaktı. İki

gün

sonra televizyonda partinin lideri milletin karşısına çıka­ rak hayır bunlar konuşulmadı, açıkladığım kararı konuş­ tuk diyor. Eğer toplantının hikmeti vücudu olan asıl me­ sele konuşulmadıysa daha baştan onu teklif eden lide­ rini grubu kaale

almaıruş

demektir.

Bu kadar itibar­

sız, teklifi konuşulmayacak kadar ciddiye alınmamış bir liderlik olur mu ? Yok eğer konuşulduysa, Bozbeyli mil­ letin önünde açıkça yalan söylemiştir. Her iki halde bir parti lideri için parlak bir manzara değildir. Tabii, parti liderliğini

sadece

liderlik protokolünü yerine getirmeye

memur edilmiş olmaktan ibaret görmeyenler için. Hemen ilave edelim ki bu hazin karar yalnız kendi­ leri için, ölüm ilanlanm kendi boyuruanna asanlar için geri döndürülmez bir kayıptır. Aslında bu karar milliyet­ çi cephe için gerçek bir kazanç olmuştur. Bir kısım in­ sanlara bağlanan ümitlerio beyhudeliği meydana çıkmış, safların

sıkılaştınlmasım

engelleyen mühim bir pürüz,

içinden çıkılmaz bir kördüğüm kendi elleri ile milliyetçi milli iradenin önünden sökülüp atılmıştır. Artık dört par­ ti ile milliyetçi cephe daha sağlam, daha tutarlı ve daha kuvvetli hale gelmiştir. Böylece milliyetçi cephe büyük bir rahatlıkla safrasını atmış ve feraha çıkm�tır. Nitekim dört

partinin liderleri derhal

müessir bir işbirliğinin

temellerini

la atmış ve bu ferahlığın

toplanarak

süratle ve kolaylık­

gittikçe verimli hale gelecek

olan neticelerinin ilk meyvelerini vermişlerdir.

İki gün

sonra dö:r.dü. Dörtlü toplantıdaki canWığın beşli toplan-

207


tıdaki kasvetle mukayesesi, malfun tutumuyla DP'nin mil­ liyetçi cephe için nasıl fuzuli bir ayak bağı olduğunu açık­ ça ortaya koymuştur. Bu ayak bağını kendileri kopararak milliyetçi cepheyi feraha çıkardılar.

Artık DP'nin milliyetçi cephede de, milliyetçilikte de yeri yoktur. Milliyetçilik 18.f ebeliği mesleği değildir. Ey­ lem 18.zım eylem. Milliyetçilik milliyetçi gibi hareket et­ mek demektir. DP. ölmüş, fakat milliyetçi cephe kuvvet­ lenmiştir. Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir !

208


SATILMIŞLAR, ÖYLE Mİ?

1 6 Aralık 1974 Tam sayınız galiba 45'tir. Otuz beşiniz toplanmış, onbeşe karşı yirmi ile o mahut karan almışsınız. Milliyet­ çi cepheye katılmak taraflısı olan basireti bağlanmamış onbeş arkadaşımza "satılmışlar ! " diye bağırmışsınız. He­ le gelin, parti olarak sizin bir senelik tutumunuzu bir so­ ğukkanlılık süzgecinden geçirelim, bakalım satılmış olan kim ve hangi taraftır ? İlk marifetinizi Cumhurbaşkanlığı seçiminde göster­ miştiniz. Ondan önceki günahlannızın AP'yi parçalamak­ taki hissenize ve hatta AP içindeki daha eski varlığımza kadar gittiği bugün artık gün ışığına çıkmıştır. Bunlann üzerinde ayn ayn duracak ve milletin huzurunda etraf­ lıca hesabmızı gözden geçireceğiz. Bugün için ele alacağı­ mız kısrm seçimlerden sonraki bir senelik devredir. 14 Ekim seçimleri malfı.m dağınık neticeyi verince siz sağ koalisyon istediniz. CHP'nin bir gün bile iktidara getirilemiyeceğini ilan ettiniz. Bol bol komünizme karşı mücadele edebiyatı yaptınız. Fakat tabii sol cephe de kar­ şı hücuma geçmekte geç kalmadı. Bunun üzerine siz he­ men ürktünüz ve ilk hızınız kaybolmağa, politikanız de­ ğişmeye yüz tuttu. Bu sizin soluğunuzun kolay tükendi­ ğinin ilk alameti ve istikametinizdeki ilk sapma idi. Bun·

209


dan sonra sapmalar gittikçe artacak ve siyasi yolunuz zikzaklarla dolu karmakarışık bir hüviyete bürünecekti. Artık milliyetçi cepheden kopuyor ve siyaset minde­ rindeki yeni yerinizi almaya hazırlanıyordunuz, sağ koa­ lisyon ve komünizmle müştereken mücadele arzularınız bitmişti. .Th:inci safhaya ulaşmıştımz. Bu safhanın ana ka­ rekterini sizin CHP ye yaı:iaşmamz şeklinde hülasa ede­ biliriz. Artık sa,ğdan kopmuş, CHP ile flört etmenin peşine düşmüştünüz. Sağ partilere karşı bütün huysuzluğunuzu, hırçınlığınızı, geçimsizliğinizi takınmış ve Ecevit'e hoş gö­ rünme fırsatlarını kollar hale gelmiştiniz. İlk fırsat Kıbrıs harekatında elinize geçti. Kıbrıs için normal, tabü ve güzel olan hükümet desteğini, hükümeti desteği halinde ortaya koyarak Ecevit'in gözüne girmeyi başardımz. O günden bugüne de hep CHP ile koalisyon yapma peşindesiniz. Artık hiç bir şey söylediğiniz sözün Ecevit tarafından takdir edilmesi kadar sizi mest etme­ mektedir. Her toplantıda Ecevit'e yatkın bir teklif ileri sürmek sizin için adet haline geldi. Ecevit'e göz kırparak, ümit vererek koalisyonu onun vaktinden evvel bozmasına hisse kattınız. Menderes ve iki arkadaşı olmasa CHP ile ortaklığı da kuruyordunuz. Ecevit'in erken seçim şartına da ilk teslim olan sizsiniz. Ecevit karara Haziran yerine Ekim dese, siz hemen koa­ lisyondasımz. Milli koalisyon gibi Türkiye için akıl ve demokrasi dışı formülden, AP'den ikinci bir şahsın kuracağı hükü­ met formülüne kadar en çıkmaz yolların şampiyonluğwıu daima siz yaptınız. Yüzde altmış yedi gerçeğini en önce siz unuttunuz. Bir yıllık hükümet bulıranının en büyük sorumlusu sizin ne istediğinizi bilmemeniz, istediğinize memleketin şartlarına uymamasıdır. Bir yıldan beri va-

216


tandaşın dilinde "Peki bu adamla.r ne istiyor ?;' diye ifade­ sini bulan hükmün tek hedefi sizsiniz. Ne istediğiniz ne kadar belli olmasada CHP ile işbirliğine can attığınız mu­ hakkaktır. Öyle ki, bütün milliyetçi cephe size ortaklık teklif edip cevap beklerken, siz Kırıkkale'de CHP'ye ortaklık teklif etmeye kalktınız. Şimdi son karannızda da, içinde CHP'nin bulunacağı seçim hükümeti istiyorsunuz. CHP ile işbirliği artık sizin için esas olmuştur. Anlaşılan, bir saniye bile devletin kendisine teslim edilemiyeciğini söylediğiniz CHP on aylık icraatı ile sizi mestetmiştir. Bu iktidarın milliyetçi icraatına doymamış­ sınız ki daha 1975 Ekimine kadar da devam' etmesini is­ tiyorsunuz. Allahtan ki, Ecevit buna yanaşmıyor. Yoksa memleket bir yıl daha eline geçince, solu artık hakimi mutlak olmaktan kimse ala koyamaz. Bir yandan milliyetçi ol, öte yandan milliyetçiliğin de­ ğil solun hem de memleketin iliklerine işleyen Ecevit so­ lunun iktidara gelmesine çalış ; milliyetçiliğe iktidann yo­ lunu kapmağa azmet. Haydi efendi ! .. Siz kim milliyetçilik kim ? Siz bu bir senelik buhranlı devrenin başında da yan­ lış yolda idiniz, şimdi sonunda yanlış

yoldasınız. Birinci

safhada CHP iktidarı istiyorsunuz, yanlıştır. Sizin sağ koalisyon istediğiniz zamanda bu istek ger­ çekleşseydi. Ecevit'in karşısında bir gün bile tutunamaz ve Ecevit'e yüzde ellinin üstünde bir iktidar yolunu açar­ dınız. Bereket versin ki, Süleyman Demirel akıllıdır ve o gün Ecevit'i iktidar yıpranmışlığının içine atmak gerekti­ ğini kavrayarak bu zamansız hisleri önledi . .

211


Milliyetçi koalisyonun, sizin tabirinizle sağ koalisyo­ nun bugün tam zamanıdır. Ecevit balonu sönmüş, milliyet­ çi cephe olgunlaşmiş, sol tehlike durdurolma noktasına varmiştır. Fakat bu sefer de

siz CHP'ye teslim oluyor

ve sağ koalisyonu baltalıyorsunuz. Ve böylece yanlış yap­ ma vazifenize tam sadakat gösteriyorsunuz. Sizin bugün flöı:ıte çalıştığınız CHP size "eş kiyanın yarın ne yapacağı belli olmaz" diyenlerin, size "zehir ha­ fiye" adını takanların partisidir. Siz bunlarla iş birliği anyor ve buna rağbet etmeyenlere, milliyetçi partilerle iş birliği yapalım diyenlere "satılmişlar ! " diye bağırıyor­ sunuz. SatıliDiş kimdir efendiler ? Bizde olsun dünyada olsun , sosyalist kapmta olsun, milliyetçi kampta olsun, ideolojide satılmışlığın bir tek öl­ çüsü vardır. O da bir kamptakinin kendi kapınındakileri bırakıp diğer kamptakilerle birlik olmasıdır. o halde bir daha düşününüz ve cevap veriniz ;

212

Satılmış

kimdir ?


SON ŞANSlNIZ 17 Aralık 197 4 Milliyetçi cephe kurulurken DP olarak bir haftada üç beyanınız oldu.

- önce Kırıkkale'de CHP'nin sizi uydu yapmak is­

temesine karşılık, AP'nin de sizi bölmek istediğini beyan ettiniz. Bu arada milliyetçi cephe için üzerinizde tazyik­

ler olduğunu açıklayarak bazı kimselerin ticarl kredileri için hükümet kurmağa yanaşmayacağınız şeklinde ipe sa­ pa gelmez laflar söylediniz. Sermayeyi ürküten ve yatı­

rımlan durduran on aylık sol bir iktidardan sonra sana­ yici, iş adamı ve tüccarın, kredileri açacak sermaye düş­

manı olmayan bir iktidan oluşturmağa çalışması hem ta­ biidir hem de vatanperveranedir. Ayrıca böyle milliyetçi bir sağduyu hükumetinin

bütün bir milliyetçi

kurulmasını

cephe

yalnız tüccar değil

istemiş ve teklif etmiştir.

Profesöründen gazetecisine, siyasetçisinden bürokratına,

partilisinden partisizine kadar bütün bir milliyetçi cep­ he ... Biz de mi kredi peşindeyiz efendiler ? . . Kredisi de, her türlü ikbal mevkileri de sizin olsun.. Bize milliyetçi bir hükümet verin, hepsi o kadar .. Zira memleketin sos­ yal ve kültürel yapısı her gün elimizden biraz daha ka­

yıp gidiyor. Biz kredi değil, bunu durduracak bir hükü­ met istiyoruz. Fakat yazık ki, yazıklar ki siz bunu anla­ ·

mıyorsunuz.

213


İkinci olarak AP'nin mektubuna verdiğiniz güzel ce­ vap ortaya çıktı. Bunda kendinizi toparladığınız, milliyetçi koalisyona

yardımcı olacağınız anlaşılıyordu.

Herkes,

tabii solcular hariç herkes rahat etti. Sağ duyu galip gel­ miş görünüyordu. Sağ koalisyona yardımcı olmak için bi­ ze düşen fedakarlığı

yapınağa hazırız diyordunuz. Ga­

liba şeytanın hacağı kırılmış, sizden de yapıcı bir tutum gelebileceğine inanmıştık. Bu beyanla toplandınız. Toplantının sonunda üçüncü beyanınızla karşılaştık. Bunda da başka bir hava çalıyordunuz. İlk defa sizin tek­ lif ettiğinizi söylüyerek sık sık övündüğünüz sağ koalis­ yonu reddediyar ve seçim hükümeti isternek k ahramanlı­ ğına hevesleniyordunuz. Ecevit bunu istiyor,

sol

basın

bunu istiyordu. Milliyetçi cepheyi ters yüz ederken diğer­ lerinin bir kerre daha hoşuna gitmenin tam zamanıydı. Bir haftada ikişer gün ara ile bu ne zikzaktı yarabbi, bu ne tutarsıziıktı ? Siz bunu siyaset mi sanıyorsunuz ar­ kadaşlar? Siz niye bu kadar "herkesi kör, alemi sersem" sanmaya yelteniyor, kendinizi cümleden akıllı görmek gu­ ruruna kapılıyorsunuz? Şüphesiz bu da bir siyasettir. Siyasetin de iyisi var­ dır, kötüsü

vardır.

Başarılısı vardır, başarısızı vardır ..

Sizinki de elbet siyasettir. Fakat sizin icadınız olan bu siyasetin tek vasfı eriyip bitme siyasetidir. Eğer böyle giderseniz, eriyip biteceksiniz arkadaşlar. Eriyip bitecek­ siniz. . . Sizi bugüne kadar ayakta tutan dört sermayeniz var­ dı. Bunlardan biri milliyetçilik, ikincisi Demokrat Parti­ nin mirasındaki hisseniz, üçüncüsü Celal Bayar'ın gölgesi, dördüncüsü Demirel düşmanlığıdır. Siz Demirel'i milletin gözünde de

kendi gözünüzde

de büyüttükçe büyüttünüz. Fakat unutmayınız ki Demirel

214


ne kadar büyük olursa olsun, bir partinin hayatını idame ettirmeğe bir adamın düşmanlığı kafi gelmez. Bir parti­ nin programı bir adam düşmanlığından ibaret olmaz. De­ mirel düşmanlığı sizi getirdiği yere kadar getirmiştir. Ar­ tık her geçen gün bu sermaye altınızdan kaymakta, hat­ ta geriye tepmekte, sizi sevimsizleştirmektedir. Demokrat Partinin mirasındaki hisseniz de artık teh­ likeye girmiştir. Onun asıl mirasçıları bugünlerde haklan­ na sahip çıkmaya hazırlanmaktadırlar ve çok muhtemel­ dir ki ikinci takım olarak size bir şey kalmıyacaktır. Ay­ rıca Demokrat Partinin mirasçısının artık tesir kabiliye­ tini de hesaba katmak lazımdır. 1960 ihtilalini yazılardan, Menderes'i resimlerinden

öğrenip tanıyan genç nesiller

oy verme yaşına gelmişlerdir. Siz değilseniz bile, dünya değişiyor. Demokrat Partinin eski havası ve kuvveti ar­ tık bir hayal olmaktan ileri gidemez. Artık bu sermaye­ ye güvenıneniz için de hiç bir sebep kalmamıştır. Celal Bayar'ın gölgesinden de aynı şekilde daha fazla istifade imkanı bulaca,ğınız çok şüphelidir. Artık ne devir Celal Bayar devridir, ne de Bayar'ın

14

Ekim seçimlerin­

deki rolünü oynamasına imkan kalmıştır. Milliyetçilik sermayenizi ise, hovardaca demeye terbi­ yem müsait olmadığı için, fütursuzca ve sorumsuzca yi­ yip bitirmek üzere olduğunuzu

söylüyeceğim.

Demirel

düşmanlığı ile gözünüzü öyle kan bürümüş ki milliyetçi­ liği değil dünyayı , ışığı, taşı toprağı göremez hale gel­ mişsiniz. Hülasa, sizi eriyip yok olmaktan kurtaracak hiç bir şey kalmamış gibidir. Yalnız son bir şansınız hala mev­ cuttur. O da bu son kararımzdan derhal dönüp milliyetçi cepheye katılmanızdır. Eğer parti olarak bu dönüşü, · bu hakka dönüşü gerçekleştiremezseniz ;

fertler olarak bu

tarihi ve milli vebal altından kalkınağa bakınız. Siz on-

215


beşler, siz yirmibeşler, siz otuzlar bu makus çenberi mut­ laka, ama mutlaka kırınız ve milliyetçi cepheyi, milliyet­ çi cephe hükümetini oylarınızia destekleyiniz. Bize "Bütün Türkler bir ordu, katılmayan kaçaktır" işareti verilmişti. Buna layık olamadık ve bugünlere gel­ dik. Şimdi artık milliyetçilerin bir ordu olmasının vazge­ çilmez günlerindeyiz. Bu orduya

katılmaayan

Derhal katılınız ve kaçak olmaymız. Bu sizin son şansınızdır.

216

kaçaktır.


9

MİLLİYETÇİ ÇlKMAYACAK MI?

18 Aralık 1974

Nasredd:in Hoca bir gün yaramaz bir çocuğu evire çevire dövüyormuş. Çocuk hem dayak yiyor, hem de dur­ madan "millet, bakın ben hocayı dövüyorum" diye bağı­ rıyormuş. Nasreddin Hocanın buna cevabı çok tatlıdır : "Gören Allah için desin"' Şimdi siz de Nasreddin Hocanın uslamaz çocuğu gibi durmadan feryad ediyorsunuz : AP bizi parçalamak istiyor diye . . . Buna en kestirme cevap Nasreddin Hocanın karşı­ lığıdır : Gören Allah için desin . . . A P m i sizi parçalamak istiyor, yoksa siz m i parça­ lanma sath-ı maJinde dolu dizgin inatla, adeta şuurla par­ çalamak, yok etmek için mümkün olan her ş eyi yapıyor­ sunuz. Bu gidişle mutlaka parçalanacak, parçalanmak ne kelime, süratle eriyip biteceksiniz. Bunu nasıl görmüyor­ sunuz, şaşılacak şeydir. Gönnemenize, duymamanıza as­ lında imkan yoktur. Çünkü sizin tutumunuzu tasvip eden bir tek vatandaşa artık hiç bir yerde ratalamak mümkün değildir. Herkes sizi tenkit etmekte size öfkelenmektedir. Kulağınızın bu kadar tıkalı, gözünüzün bu kadar kapalı olmasına ihtimal verilemez. Demek ki, basiretiniz bağlan­ mıştır. Demek ki, "benden sonra tufan" zihniyetinin esiri olup kalmışsınız. 217


Milliyetçi cepheye davet ederken kim size parçalanın diyor ? Şimdi bu cepheye seve seve katılan MSP, CGP ve MHP kendilerini parçalanma arneliyesine mi terk ediyor­ lar ? Siz bütün halinde, haysiyetle, nefsinize güvenle müs­ takil bir parti olarak eşit şartlarla milliyetçi koalisyona katılınca mı

parçalanırsınız, yoksa aranızdaki

hasiret

erbabına satılmışlar diye bağınnca mı, milliyetçilik bir hükümetin oluşmasını engelleyerek solun ekmeğine yağ sürünce mi ? Hepimiz sizi milliyetçi koalisyona davet ediyor ve hü­ kümette bütün olarak şerefle kendi yerinizi alınanızı is­ tiyoruz. Hani sağ koalisyon sizin fikrinizdi ? Eğer iste­ diğiniz zamanda ve istediğiniz gibi bir sağ koalisyon ku­ rulsaydı bu da parçalanmak ını olacaktı ? Bu nasıl iştir ki beşli koalisyon Demirelsiz olursa siz parçalanmıyorsu­ nuz, fakat Demirel'li olursa parçalanıyorsunuz. Şimdi düşünün, Demirel'in başbakanlığında beşli mil­ liyetçi koalisyon kuruldu. Siz DP olarak beş altı bakanlık aldınız ve partiniz koalisyonun ortağı oldu.

O zaman sizin

bir kısım arkadaşlarınız, mademki hükümette yan yana geldik, gelin istifa edip AP' ye katılalım mı diyecekler? Bu ne ters mantıktır arkadaşlar ? Siz bu kadar pamuk ip­ liği ile mi birbirinize bağlısınız ki, ortağı olduğunuz koa­ lisyonu bir kısmınız hemen Demirel'in tarafına geçmek için fırsat bilsin ? İktidar olmanın,

iktidarda bir kanat

olmanın birleştirme yerine parçalanma unsuru olacağı an­ cak sizin ters mantığınızın kabul edebileceği bir gara­ bettir. Gerçek odur · ki, siz Demirel Başbakan olursa parça­ lanıriZ diye değil, Demirel çekilsin ki, biz AP'yi ele geçi­ relim diye düşünüyorsunuz. Doğrusu bu düşünce de tam bir ham hayaldir dersem, bilmem bana gücenir misiniz ? Bir kerre Demirel gitse de siz AP'yi zor ele geçirirsiniz.

218


Siz, AP elinizde iken ona sahip çıkmayı beceremiyen bir ekipsiniz. Şimdi onu dışarıdan nasıl fethed:eceksiniz ? Son• ra sizin git demenizle Demirel'in gitmeyeceği de

yeter

derecede anlaşılmıştır. AP size ayrı, müstakil bir parti muamelesi yaparak sizi milliyetçi koalisyona çağırıyor.

Fakat siz kendinizi

AP ile bir parti imişsiniz gibi görmek hesaplarından kur­ tulamıyorsunuz.

Kurtulamayınca da parçalanma yolunu

kendiniz açık tutmuş oluyorsunuz. Görünen odur ki, Demirel kalacak, Başbakan olacak ve siz bölüneceksiniz. Madem ki, Demirel'in Başbakanlığı sizi bölecek sihirli bir değnektir, o halde Demirel Başba­ kan olunca siz otomatik şekilde bölüneceksiniz demektir. Kimsede bir kabahat aramayınız. Ama sizin bugünlerde tarihi bir kabahatiniz, milli bir suçunuz teşekkül etmiştir ki, hiç bir şey olmasa, yalnız bu sizi bölecek, mutlaka ve mutlaka bölecektir, çünkü bölmesi 18.zımdır.

Milliyetçiliğin ve memleketin istikbali için bu

bölünme şarttır. Bu bölünme mukaddes bir bölünme olacak, mübarek bir çıkış teşkil edecektir. Bu çıkışın kahramanları Türk milletine unutulmaz bir hizmette bulunacaklar, memleke­ tin makfıs talibini yenecek imkanın kör düğümünü beş on tane mübarek oyları ile çözüp atacaklardır. Aranızda böy­ le basiretli vatanseverlerin çok oldu,ğunu ve onların bu­ günlerde milli vicdanlannın sesine kulak vererek hareket halinde bulunduklarını herkes ümit ve sevinçle görüp bili­ yor. Milliyetçi cephe değil, Demirel cephesi kuruluyor di­ yerek bugünkü milli kıyamı yozlaştırmaya çalışmaruz sizin içinizdeki bu mübarek huruç ha reketini durduramayacak­ tır.

' 219


Bakın, dörtlü milliyetçi cephenin 212 sayısı beş vatan­ perver bağımsız katılma bildirisi ile 217'ye çıktı. Sizin içi­ nizdeki onbeşlerden, yirmibeşlerden kongrenizi bekleme­ den bir dokuz kişi çıkmayacak mı ? 226 sayısını milliyetçi cepheye bahsedecek bir dokuz kişi... Hiç şüphe etmeyiniz ki, çıkacaktır. Türkiye ve milli hayatımız öyle bir ölüm kalım mücadelesi günleri içinde çırpınıyor ki, bunun yanında her şey, parti de, parti men­ faatİ ve disiplini de, lider de kaale alınmaz derecede ba­ sit kalıyor. Öyle bir mahşerdeyiz ki her milletvekili, lideri­ nin ağzına değil : Allah'a, vicdanına ve vatanperverli­ ğin icaplarına bağlı kalarak, kendi kararını kendisi ver­ mek durumundadır. Bu durumda biz onların vatanperver.: liklerine hitap ediyoruz, siz ne dersiniz, sizin içinizden : 9 basiretli milliyetçi çıkmayacak mı ?

220


DAHA NE BEKLiYORSUNUZ? 19

Aralık 1974

Ey Sadettin Bilgiç'le beraber hareket eden onb�, yir­ mi, yirmibeş DP milletvekili ! Hiç vakit kaybetmeden bir araya gelin ve bir bildiri hazırlayarak altını imzalayın. Millet ve bütün bir milliyetçi cephe, geniş milliyetçi çevre­ ler, ümitsizlik içinde bezgin ve adeta hayata küskün bir hale gelmiş bulunan milyonlar sizden bunu, bu ışığı bek­ liyor. Bu müşterek tarihi ve milli

beyanınızda

deyinki :

Milliyetçi cephe, milliyetçiler koalisyonu bizim fikri­ mizdir. Bu fikri en baştan biz ortaya atmıştık. Bugün de fikre sadıkız. Bugün bu fikrin gerçekleşme zamanı gel­ miştir. Bu fırsatı geri tepmek değil, bilakis sevinçle kar­ şılamanız gerekir. Aksi takdirde kendi kendimizle ters düşmüş oluruz. Milliyetçi koalisyonun iktidara gelerek memleketin makus gidişine el koymasının bir gün bile gecikmesine vatanın tahammül yoktur. Kurulacak milli­ yetçi koalisyon hükümetini beyaz oy vererek destekleyece­ ğimizi milletin huzurunda beyan ediyoruz. Bu beyan milliyetçi iktidarın yolunu, hem le Ferruh Bozbeyli ve etrafındaki bir avuç hırslı politikacının gözü­ nü açacaktır. Yani bir taşla iki kuş vurmuş olacaksınız. 221


Bir yandan millete ve milliyetçiliğe hizmetin engin şe­ refine nail olacak, bir yandan da partinizi ve kendi arka­ daşlarınızı doğru yola çevireceksiniz. B ozbeyli ve etrafındakiler kendilerini nefislerinin ka­ palı duvarlannın içine öyle hapsetmişlerdir ki, o duvarları yıkmak ve onları uyandırmak için sizin milli, feragatkar ve faziletli huruç hareketinizden başka hiçbir çare kalma­ mıştır. Onlar kulaklarını ve gözlerini gelişmelere, acı ger­ çekiere ve sağ duyu ikazlanna öyle kapamışlardır ki mü­ essir baskı grubu ve vasıtası olarak ortada yalnız siz ve sizin vatanperverane atağınız kalmış durumdadır. Eliniz­ deki bu kurtarıcı silahı vaktinde kullanamazsanız, bu kud­ reti zam2.nında harekete geçirmiyecek bir gevşekliğin için­ de kalırsanız memlekete de, milliyetçiliğe de, siz de, arka­ daşlarımza da yazık olacaktır. Bozbeyli ve etrafındaki bir avuç milletten ve realiie­ den kopmuş hırslı arkadaşın ihtirası bari güzel bir şey, müspet bir şey olsaydı . . . Ne gezer ? Maalesef bu ihtiras ve hatta bu iptila düşmanlık, şahıs düşmanlığı gibi bir un­ surun üzerine kurulmuştur. Düşmanlık ihtiras ve iptilala­ nnın kurduğu kalelerin içine kendisini hapsedip

kalm�

olan nefis en bedbaht bir nefistir. Böyle bir nefis kendi­ sini küçük bir cehenneme çevirmiş olmaktan başka hiçbir şey yapamaz. Her yardımı bir hile, her ilgiyi bir tuzak, her dostluk çağrısını bir düşmanlık halinde görerek ken­ disini hakikatten, huzurdan · ve çevreden tecrit eder. Böy­ le olunca bu nefis mahkumlarının başlıca işi kendi ken­ dilerini kandırmaktan ibaret kalır.

Artık bunlar başını

kuma gömen deve kuşlarının kendi aramızdaki temsilci­ leri olur çıkarlar. Bakın, sizin partiyi yönettiğini zanneden arkadaşla­ rıniZ neler söylüyorlar, nasıl kendi kendilerini kandırmak­ la meşguldürler. Bir gün Ankara'da, bir gün İstanbul'da,

222


bir gün Edirne'de Milliyetçi cepheyi Demirel cephesi di­ yorlar. Milliyetçi cepheyi oluşturmak isteyen idealist ga­ zetelere Demirel'in basını diyorlar. Küçük ihtiraslar bu arkadaşların gözlerini bu derece k arartmış, basiretierini böylesine bağlamış. Milliyetçi cepheyi oluşturmada geniş bir üniversite öğretim üyesi kadrosunun desteği ile başı Orta Doğu ga­ zetesi çekmektedir ve çekrneğe devam edecektir. Bu ga­ zeteye Demirel'in basını derneğe insanın nasıl dili varır ? Yalnız bu isnat bile sizin liderinizin ve etrafındaki bir avuç hırslı

politikacının milliyetçi gelişme ile ve sağduyu

ile nasıl ters düştüğünün yeter delilidir. Bu tersliğe,

memleketteki milli sosyal ve kültürel

yapıının her gün bir daha geri döndürülemez şekilde tah­ ribine, korkunç bir sol icraatın

hükümferma

olmasına

milliyetçi bir koalisyonun iktidara gelmemesine, memle­ ketin muhtaç olduğu hükümetin kuruimamasma daha ne kadar seyirci kalacaksınız. Şunu asla unutmayınız ki sizin partilerin beklerneye belki sabrınız müsaittir. Fakat bu yolda bir gün bile gecikmeye memleketin ve milliyetçili­ ğin kaderinin tahammülü yoktur. Türkiye 'nin kurtuluşu yolunu açacak olan istikame­ tin anahtarı tarihi ve ilahi bir fırsat olarak bugün sizin elinize geçmiştir. Bu fırsata ve bu şerefe layık olmağa mecbursunuz. Derhal, bir saniye bile keybetmeden beyaz oylarınızı ilan ediniz. Hesap kitap yapmaktan vazgeçiniz. Şerefli, haysiyetli ve vatanperver atağınızı yapınız. He­ men yapınız, durmayınız yapınız, Tarihin altın hükmü bir taç olarak kendisini başımıza geçirmenizi, alınlannızı süs­ lemeyi bekliyor. Böyle bir atak her küçük insanı büyük yapar. Sizler büyüksünüz, büyüklüğünüzü ispat ediniz. Daha ne bekliyorsunu ? 223


BAYRAM IIEDİYESİ

20 Aralık

1974

Bayram geliyor. Fakat çoktandır hiç bir bayramın artık eski tadı kalmadı. Çünkü hayırsız evlatları yüzün­ den güzel Türkiye'nin uzun zamandan beri ağzının tadı adamakıllı

bozulmuş bulunmaktadır. Bu bozukluk daha

ne kadar devam edecek, bitmek bilmeyecek mi, o da belli d�ildir ? Aziz vatanın gamlı ve sıkıntılı havasında Türk insanının tükenmez çilesi ve burukluğu her bayram sevin­ cini adeta onun boğazında düğümlemektedir. Sosyal çö­ küntü, kültürel aşınma, yıkıcı akımlar ve iktisadi perişan­ lık yakamızı bir türlü bırakmamakta, bu görmii§ geçir­ miş kanaatkar millete gülmeyi her gün biraz daha unut­ turmaktadır. Son yıllarda gittikçe büyüyen ümitsizlik sebepleri bir seneden beri büsbütün heybet kazanarak bugün memleke­ ti belki de en ağır bir bayram öncesi şartları ile yüz yüze getirmiştir denilebilir. Bu vahim durumda artık bıçağın k emiğe dayandığını gören harniyet erbabı ve milliyetçi güçler nihayet toparlanma şansının son saatlerinin yaşan­ dığını görerek çok ümit verici bir milli kıyam hareketi­ ne başladılar. Bu tarihi karar ve hareket milletimiz için önümüz­ deki Kurban bayramının eski güzel bayramlar gibi bir

224


sevinç kaynağı teşkil etme ihtimalini ortaya çıkarak ha­ kiki bir müjde mahiyetindedir. Dün akşam milliyetçi cep­ henin dört lideri toplantı halinde iken, Feyzioğlu tarafın­ dan açıklanan müşterek deklerasyon gamlı ruhlara bay­ ram arifesinde ışık serpecek harikfılade bir metindi. Türk milleti kurulan milliyetçi cephe ile galiba kurtuluşa açılan kapılarm anahtarını bulmuştur. Fakat ne yazık ki, bu sefer de karşımıza DP'nin tat­ sızlığı çıkmıştır. Sanki görünmez elle, Türk milletine bir bayram sevincini mutlaka çok görmekte ve bugün belir­ miş olan müjdeli havayı zehirlernek istemektedir. Geçen gün bir büyük sanatkar "yahu, yoksa bunların arkasında bilinmeyen menfi kuvvetler mi var ? İpler başkasının elin­ de de,

bunlara kasden mi böyle hareket ettiriyorlar?"

diye şüphesini dile getiriyordu. Gerçekten bir avuç DP'li öyle olmaz bir yanlışın peşindedir ki, insanın aklına böyle acı ihtimaller bile gelebilmektedir. Elbette k, böyle bir ihtimal asla varit değildir. Fa­ kat bu bir avuç DP'liyi kontrolüne alınış, onları milliyet­ çiliğe ve sağ duyuya ters düşüren bir merkez ve bir kuvvet mevcuttur. Sonra bu kuvvet gizli değildir, meydana çıkmış­ tır. Bir avuç DP'liyi milliyetçiliğe uymayan hareketlerin sahibi birer robot haline getirmiş bulunan bu kuvvet, şa­ hıs düşmanlığının şekillendirdiği bir hırstır. Bu hırs eski değerli milliyetçileri bir avuç hırslı politikacı haline getir­ rneğe yetip artmıştır bile. Bu

yüzden her bayram

başka bir

vesile ile ağzının tadı kaçmış Türk milletine bu bayram öncesi de bir avuç DP'li tarafından yıllardır hasret kal­

dığı

bayram sevinci çok görülmek istenmektedir. Milliyetçilik iki dava karşısınladır. Bugün herkes ve

her şey, partiler de, şahıslar da, hırs da, her türlü kavga ve küskünlük de bu iki ana davanın altında ve berisinde kalır.

225


Bunlardan biri milli iradenin hakimiyeti davasıdır, otuz senelik demokrasi mücadelesine rağmen milli irade üzerindeki zümre hakiniiyeti baskısı henüz kaldırılama­ mıştır. Milliyetçilik işte bu hürriyet davasının yılmaz takip­ çis i olmak mevkiindedir. Bir avuç hırslı DP politikacısı şa ­ hıs kavgası yüzünden bu ana davayı götüreniere hiç yar­ dımcı olmamakta, baştan beri sırça köşklerinde seyirci olarak kalmaktadırlar. Demirel son yıllarda başını koya­ cak kadar bu davanın en müessir bir israrcısı olmuştur. Bunu görmemek için insan vicdanının her türlü insaf hu­ dutlannın dışına düşmesi l3.zımdır. Milliyetçiliğin ve Türk milletinin ikinci ana davası git­ tikçe daha büyük dalgalar halinde üzerine gelen bir çığ gibi büyüyen komünizm tehlikesini durdurmaktır. Bugün Türkiye bu afet karşısında tek bir kurtuluş noktasına ge­ lip dayanmıştır. O noktada bütün milliyetçi güçlerin bir­ leşmesi, birlikte hareket etmesi, tek bir milliyetçi cephe teşkil etmesidir. Eğer bu milliyetçi cephe tehlikenin kar­ şısına çıkmazsa, kurulmazsa marksizm Türkiye'ye gelip oturacaktır. Bu kesindir. Onu durduracak

başka hiç bir

hükümet ve hiç bir çare kalmamıştır. Marksizmin bu dev­ leşmesinde Demirel'i sorumlu tutmak ise sadece budala­ lıktır. Bu itibarla milliyetçi cephenin süratle gelişmesi ve iktidan ele alması hayati bir zarurettir. Bugün milliyet­ çi hükümetin, milliyetçiler koalisyonunun kurulması işte böyle alelade ve hatta fevkalade hükümet meselesini aşan bir ölüm kalım davasıdır. DP'nin bir avuç politikacısı ise bu hayati davanın hiç farkında değildir. Farkında değildir. Çünkü bugün marksizm, savaşı siyasi kadernede

değil, onun altında doğrudan doğruya

cemiyetin bünyesinde vermekte ve ilerlemektedir.

Dur­

madan ilerlemektedir. Her geçen gün sosyal ve kültürel

226


bünyeden artık bir daha geri getirilmesi iırıkansız bir çok şeyi alıp götürmektedir. öyle ki, bu gidiş durdurulmazsa, yarın seçimleri kazanıp bir milliyetçi parti veya partiler iktidarı kurulsa bile artık o zaman çok geç kalınml§ ola­ cak, artık cemiyette kurtarılacak bir değerin kalmadığı görülecektir. Türkiye'de marksizmin yaygın icraab hemen bugün durdurulacak mıdır ? Dava budur. Bunu durdurmak için de saniye kaybetmeden icra sahasına el koyacak bir milliyetçi koalisyona ihtiyaç vardır. Ya hemen milliyetçi hükümet kurulacak veya artık marksizme teslime hazır­ lanmaktan başka yol kalmıyacaktır. Milliyetçilik bugün bu noktaya gelmiştir. Ya derhal milliyetçi hükümet veya felaketlerden felaket beğen. Kar­ şımızdaki dava budur. Artık bekliyen milliyetçilik olamaz. DP'nin bekliyen milliyetçileri işte böyle bir uykunun rü­ yalarında dolaşmaktadırlar. Komünizmin bugün ulaştığı merhale de, ne yapılması lazım geldiğini hiç bilmemekte, destek değil bilakis köstek olmaktadırlar. Ey Sadettin Bilgiç ve arkadaşlan ! Ümit sizdedir. Siz bir avuç hırslı DP politikacısım bu uykularında yalmz bırakacak mısınız bırakınıyacak mısınız.

Milli dava hiç

bir arkadaşlık, vefa, particilik tanımaz. Milli dava sizin uyamklığımzın füle dökülmesini bekliyor. Üstelik bu fi­ il belki arkadaşlarınızı da bizim arkadaşlarımızı da uyan­ dıracaktır. Dün akşam dört partinin gönüllere nur saçan dekler­ asyonundan sonra, televizyon Bozbeyli'nin Kastamonu'daki hiç bir çözüm getirmeyen sisli beyanatım verdi. Bu be­ yanatın millet için adeta soğuk duş tesiri yapacak bir va­ sıfta olduğunu siz nasıl görmezsiniz ? DP'nin pişmiş aşa su katmasına, milletin üzerinde yalnız soğuk duş tesiri yapmakla vazifeli imiş gibi hareket etmesine nasıl göz

yu mabilirsiniz ? Nasıl ve ne zamana kadar ? 227


Milliyetçi cephenin hükümet kurması ile millet bu Kurban bayramında yıllardır belki ilk defa bayram yap­ tığının farkına varacaktır. Milletin ümitle açılan ellerini boş bU"akmayın. Bayram ertesine kadar düşünelim deme­ yin. Millet sizin üç beş mübarek beyaz oyunuzu en büyük bir bayram hediyesi gibi bekliyor.

Aziz ınilletimize bu mübarek bayram hediyesini geyecekmisiniz? ..

228

eısir­


SÜLEDIANCILIK 21 Aralık 1974 Türk milleti bütün tarihinde mezhep kavgalarmdan çok çekinmiştir. Zaten mezhep ayrılığı her yerde insan­ lığın mühim. bir baş bel8.sıdır. En medeni milletler ve en modern cemiyetler bile bu sosyal felaketin pençesinden bugün dahi kendilerini kurtaramamaktadırlar. İrlanda'daki sürekli kavga ve Londra'dan gelen bomba sesleri bunun tipik bir örneğidir. Eskiden ise bu kavgalar millet haya­ bm kemiren en büyük tehdidi teşkil ediyordu. Bilhassa ba­ tı Türklüğü bu kavgalar yüzünden suni bir şekilde ikiye bölünmüştür. Bugün de Türkiye'nin içinde en büyük baş ağrılarmdan biri yine bu mezhep aynlığıdır. Alevilik ve Sünnilik çekişmesi bugün kendi hudutlarını da aşarak Türkiye'de siyasi ve ideolojik sahalara taşma istidadını çoktan ortaya koymuş bulunmaktadır. Mezhep ayrılığının altında bir de tarikatçılık vardır. Eskiden bir sosyal nizarn unsuru olan tarikatçılık cemi­ yeti birbiriyle bağdaşmaz dilimiere ayırmak sınırına va­ nnca tabü bir sihhatsizlik alameti olmaktadır.

Ancak bütün milleti çok sağlam birleştirici unsurlar etrafında toplamanın sırnna ermedikçe cemiyette mezhep ve aşın tarikat ayrılıklarının önüne geçmek de mümkün değildir.

229


Türk cemiyeti de bugün modern bir topluluk iddialanna rağmen mezhepçilik ve tarikatçılık

olma

hareket­

lerinin çalkanlıları içinde oldukça şiddetli bir şekilde sar­ sılmaktan kurtulamamıştır. Bu arada birer din tarikatı demek olan Nurculuk ve Süleyınancılık cereyanı da ortaya çıkarak geniş bir taraftar kitlesi ve müessir bir kuvvet kazanmıştır.

Din sahasındaki bu mezhep ve tarikat ayrıklarını son zamanlarda DP'nin idarecileri siyaset sahasına da getirip yerleştirmişlerdir. Din. sahasında mezhepçilik, ve bilhassa tarikatçılık daima sosyal bir ihtiyaca, tarihi gelişmenin zaruretlerine dayalı olarak eskiden beri tefrikanın yanın­ da hakim bulunduğu kütleye müsbet bir destek gücü de sağlamaktan geri kalmamaıştır. Siz bütün cerniyeti sarsıl­ maz bir millet bütünlüğü etrafında toplayamazsanız, küt­ lelerin tarikatıerde, kulüplerde,

localarda

bağlayıcı

bir

teslimiyet aramasının önüne geçemezseniz. Buna mukabil DP'nin ortaya çıkardığı mezhepçiliğin hiç bir müsbet tarafı yoktur. Bu yeni mezhebe veya tari­ kata

Süleyınancılık adını verebiliriz.

Ancak

bu siyasi

meslek Süleyman taraftarlığı değil, Süleyman düşmanlığı ; yani menfi bakımından bir Süleymancılıktır. Böylece Türkiye'de bugün iki Süleymancılık vardır. Birisi Çamlıcalı Süleyman Efendi ile başlayan din saha­ smdaki Süleymancılık diğeri DP'Iilerin başlattığı siyaset sahasındaki Süleymancılık.

Birinci Süleymancılık kendi

şartları içinde ele alınması lazım gelen ve konumuz dışında kalan Süleymancılıktır. İkinci ise her bakımdan kısır o­ lan, bir esasa dayanınıyan manasız bir Süleymancılıktır. Bu Süleymancılık yalnız kısır ve manasız siyasi bir mezhep değil, aynı zamanda cemiyetimiz için bir ayıptır. Milletler dışarda aya gidiyor, içerde kütleleri yerinden oy-

230


natarak harekete geçınyor, biz milliyetçi kanat olarak Süleyman Bey düşmanlığını bir doktrin haline getirmeye çalışıyoruz. Daha doğrusu siz böyle yapıyorsunuz, ey DP'­ nin bir avuç hırslı politikacısı ! Süleyman Bey düşmanlığının muhtevası nedir, sistemi nedir, programı nedir ? Bir şahıs düşmanlığı Türkiye'nin hangi derdine deva olacak ? Türkiye'ye fabrika mı kazan­ dıracak, silah mı temin edecek, yol mu yapacak ? Hadi di­ yelim ki, hep. beraber bu düşmanlığa teslim olduk elinize, daha doğrusu elimize ne geçecek? Eskiden böylesi işlere, bilirsiniz, "abesle iştigal et­ mek" denirdi. Türkiye'nin bu şartlarında Süleyman Bey düşmanlığını bir Orta Çağ mezhepçiliği haline getirmek yalnız ve yalnız abesle iştigal etmektir beyler. Siz böyle yapmakla kendinizi sadece çağ dışına düşürmüyor, aynı ?..amanda Türk siyasi ve sosyal hayatındaki yerinizi de manasız hale getiriyorsunuz. Bilakis Türkiye bugün bu meseleyi ve bu kavgayı aş­ mak mecburiyetindedir. Süleyman Bey davası onun ken­ ıli- şahsını, hatta kendi kusurlarını ve bu arada tabii sizi de aşmış bir rejim davası haline gelmiştir. Bu ınilli irade mücadelesi, bir hürriyet meselesi hüviyetine bürünmüş­ lür. Bunu daha etraflı bir şekilde izaha devam edeceğiz, l �ugünlük şunu tesbit edelim ki, her şeye rağmen Süley­ man Bey krizini, sizin büyük payınız olan bu krizi Türk milleti atıatmak mecburiyetinde, aşmak zorundadır ve aşa­ ı�ak ve milliyetçi cephe teşekkül edecektir. Beyhude ve kısır gayretlerden vazgeçiniz. E,y Bil­ ve arkadaşları bu gerçeği hiç olmazsa siz görünüz. Tiirk milletinin bu merhaleyi aşmasına yardım ediniz. Ne duruyorsunuz yoksa siz millet hayatına ve milliyetçiliğe lı ı yamette mi şefaat edeceksiniz ? ı.:-iç

231


DEMİREL DöKtJMü - 1 22 Aralık

1974

Ey yeni mezhep kavgacıları, ey siyaset Süleymancı­ ları ! Gelin, bu gün sizinle eğri oturup .doğru konuşalım. Ve Demirel meselesinin bir dökümünü yapalım. Ama hak­ çasına, ama insafla ve vicdanla... Demirel'le ihtilafınızın başlangıcı Ragıp Gümüşpa­ la'nın ölümünden sonraki parti kongresinde yapılan ge­ nel başkanlık seçicimine gider dayanır. Orada başkanlık için iki rakip grup karşı karşıya gelmiş ve bu ikilik maale­ sef AP'nin ondan sonra ki hayatını zehirleyen umulma­ dık menfi bir unsur olmuştur. Umulmadık, çünkü tabii normal oldukça sakin ve mütecaviz olmayan bir seçim yarışının taraflarda daha doğrusu bir tarafta bu kadar derin bir iz bırakmasını anlamağa imkan yoktur. Demirel'in kendisini bu rekabet duygusundan kurta­ ramaması

bu seçimi unutamaması şaşılacak bir

şeydir

ve açık bir haksızlıktır. .A,ma buna iki sebep bulmak müm­ kündür. Birincisi, siyasette rakip tarafın rekabetini unutma­ mak umumi bir hastalıktır. Bu hastalıktan hiç bir siyasetçi kendisini

hiç bir lider

kurtaramamaktad.u".

edebiyatta şiirde aşığın en affetmediği

Rakip,

bir düşmandır.

Bunun siyasette de bir şiir unsuru gibi yüreklerde çörek­ Jenip kaldığı anlaşılmaktadır.

232


İkinci sebep araya giren gorunmez fitne unsurları­ dır. Sizin grubu Demirel'e mütemadiyen bir öcü gibi gös­ teren, iki tarafın arasımn, açılmasında fayda gören bir ta­ kım menfi kimselerin sureti

haktan görünerek ayrılığı

sıcak tutmağa çalıştığı, mütemadiyen körüklecliği bir va­ kıad.ır. Ama bu iki sebebi de Demirel'i mazur göstermek için söylemiyorum. Dolayısiyle ilk raund elbette ki, De­ mirel'in lehinde değildir. Sonra ikinci safha başlamıştır. Bu safhayı barış, yak­ laşma ve işbirliği safhası diye adland.ırabilirz. Bu 1969 seçimlerine kadar devam etmiştir. Bu

merhalede sizin

Demirel'in liderliğine karşı hiç bir itirazınız yoktur.

De­

mirel de gerek partinin, gerek hükümetin fakat bilhassa hükümetin idaresini sizinle isteye isteye paylaşmıştır. AP ve millet için mesut bir işbirliği gerçekleştirilmiş ve her sahada bunun neticesinde büyük işler başarılmıştır. Fakat bu ikinci devrede de ilk devrenin zehiri alttan alta hükmünü icra etmeğe devam etmiştir. Yalmz çekiş­ me lider seviyesinde değil alt kadernede seyreder görün­ müştür. öyle ki 1969 seçimlerine giderken ve AP için­ deki iki grup listeler üzerinde çekişirken yine sizin Demi­ rel'in liderliğine bir itirazınız yoktu. Demirel'i tek lider olarak görüyor ve bunu tereddütler karşısında ilan da ediyordunuz. Bu arada Demirel'in arka planda sizin lis­ telerin karşısındakilerin tarafına ağırlığım koyduğu hük­ mü yaygınlaşmıştı. Fakat buna rağmen haklılık haksız­ lık bakımından bu ikinci raundu berabere ilan etmek müm­ ki,indür. Seçimlerden sonra üçüncü safha başladı. Bu safha Demirel'in sizinle işbirliğinden uzaklaştığı safhad:ır. Demi­ rel'in en büyük haksızlığı ve en büyük hatası böyle başla-

233


mıştır. Sizin grubu kabine dışına bırakarak Demirel şek­ len ve hukuken normal olan kendi tercihi platformunda kalır gibi görünmüş fakat aslında bir grubu karşısına al­ mak

demek olan ağır bir tahrik hareketinin içine gir­

miştir. Demirel bunu niye yapmıştır ? Eski rekabeti unuta­ mamıştır. Yeminli grup tarafından

adeta esir alınarak

istemeye istemeye bu yola sürüklenmiştir. Kendisi kar­ şısında dikleşecek adam istememiş ve dikensiz gül bahçe­ si hevesine kapılmıştır. Bu grubun tasfiyesi dışandan ken­ disine telkin ve tavsiye edilmiştir. AP'nin alternatifsiz kuv­ vet olmasından çekinmiş ve partiyi muhalefete çekmek istemişti. Sizin grubun alttan alta, bazan evlerde küçük toplantılar yaparak Demirel'i tenkit ettiği, yeni çareler aradığı kendisine ulaştırılmıştır. Aslında bu hareket milli­ yetçi değildi ve günü gelince de milliyetçilere sırt çevirmiş­ tir. Bu konuda ileri sürülen başlıca iddialar bunlardır. Bu iddialar üzerinde durmayacağım. Bunlarda veya bunların bazılannda

hakikat

payı vardır veya yoktur.

Fakat Demirel'in parti içindeki kuvvetli bir grupla bu şe­ kilde ipleri koparması haksızdı. Kaldı ki, bu grup AP fikri­ yatını hakkiyle temsil eden, AP'ye kuruluşunda ruh ver­ miş bulunan, tabanın temayüllerine ve ideallerine uygun bir kesim teşkil ediyordu. Bu kopmada Demirel'in bile bile partiyi zayıf düşür­ mek yoluna gittiğini asla düşünülemez.

Ancak Demirel

açık bir hesap yaniışı yapmıştır. Demirel gibi bir hesap adamının böyle bir hata yap­ ması yine şaşılacak şeydir. Fakat bunun da aldatıcı bir sebebi mevcuttur. Zira o güne kadar ki, tatbikatta eski DP'den kopan gruplar ve partiler zamanla erimiş ve ona gövdeye hacim bakımından hiç bir zarar verememiştir.

234


Bu aldatıcı gelişme seyri Demirel'e de sizin grubu kaale almama cesaretini kazandırmış ve böylece Demirel AP'nin ve milli iradenin Demirel

ve

etrafındakiler

tarafından

umulmayan dramı başlamıştır. Bu haksızlıktarla dolu lüzumsuz sebepsiz ve

talihsiz

gidişin bundan sonraki safhalarına isterseniz yarın devam edelim.

235


DEMİREL'İN DÖKÜMÜ - 2 23 Aralık

1974

Türk siyasi hayatının son devresinde bir Süleyman Demirel hadisesi vardır. Demirel'in AP başkanlığına gel­ mesiyle başlayıp bugün de devam etmekte olan bu hadise siyasi hayatın inkişafmda ve şekillenmesinde normalin çok üstünde tesiri bulunan pek şfimullü bir amil karakte­ rini almıştır. Demirel'in sizinle olan bağları kopannası üzerine bu hadisenin üçüncü safhasında sizin onun liderliğine karşı isyanınız ortaya çıktı. Bu sizin Demirel'in liderliğine ilk itirazınızdı. Bundan kısa bir müddet sonra siz AP'den ko­ parak DP'yi kurdunuz ve böylece Demirel hadisesinin en buhranlı merhalesi olan dördüncü safhası başlamış oldu. Bu safhanın esa� vasfım Demirel'in ve AP'nin mevkünin sarsılması şeklinde tesbit edebiliriz. Parti parçalanmış Demirel adeta bir yalnızlığa itilmişti. Bu yalmzlık içinde Demirel çeşitli kuvvetler tarafından köşeye sıkıştırılıp is­ rarla yıpratılmaya çalışılmıştır. Bu yıpratma Demirel'in hem meziyetlerinden hem kusurlarından başka bir tabirle hem başarılarından hem başansızlıklarmdan doğuyordu. Demirel'in başansı bilhassa büyük iktisadi hamle­ sinde belirleniyor ve bu başarı parti endişesinden ideolo­ jik endişeye kadar mutedilinden ihtilalcisine bütün solu 236


rahatsız ediyordu. Aynca ikinci olarak eski Demokrat Partinin yerini alan kuvvetli Demirel AP'si cuntacıları da tedirgin etmekten geri kalmıyordu . Demirel'in başarısızlığı ise partiyi parçalanma duru­ muna getirmesi en azından bu parçalanmayı önleyecek bir idare gösterememesi, hatta adeta onun üzerine isteye­ rek gitmesi idi. Bu da sizin muhalefet kampanyanızı or­ taya çıkarmıştı. Böylece sizin ayrılmanızdan

12

Marta kadar devam

eden dördüncü safhada Demirel çok cepbeli kesif bir yıp­ ratılma muamelesine maruz bırakıldı, etrafını dört tazyik unsuru sarmıştı. Bunlardan biri marksistler ikincisi solcu

CHP

üçüncüsü bitmek bilmeyen cuntacılık,

dördüncüsü

ise sizin dosyalı muhalefetinizdi. Böyle bir durum Türki­ ye'deki basın içinde kendi kararkterinin bir icabı olarak bulunmaz bir fırsattı. Dört unsurun tercüınanı olarak, hatta ondan da ileri gelen beşinci unsur alarak bu basın Demirel'i ateş altına alma kampanyasının gönüllü tamam­ layıcısı idi.

Demirel'in etrafındaki bu çember

gittikçe

daraltılarak Süleyman bey devamlı bir şekilde zayıflatıl­ dı. Aynı zamanda bu ameliye ile Türkiye'nin de zayıfla­ dığının kimse farkında değildi. Neticede

12

Martta Süley­

man Demirel zorla iktidardan uzaklaştırıldı. Bu safharun ana karakterini Demirel'e karşı ortaya çıkan reaksiyonun onun müstahak olmadığı bir seviyeye çıkarılması şeklinde hillasa edebiliriz. Bu reaksiyoncia De­ mirel'in kendi haksızlığı mevcut olduğu gibi karşısındaki­ lerin bu haksızlığı aşan haksızlıklarının da yer aldığını kabul etmemek insafsızlık olur.

Ancak her reaksiyonun

gerekenden fazlasını getirmesi bir tabiat kanunudur. Bu tabiat kanunu, Demirel hadisesinde de hükmünü icra et­ miştir.

237


Fakat burada kesinlikle tesbit edeceğimiz bir husus Türkiye'yi 12 Marta getiren sol yıkıcılıktan Demirel'in sorumlu olduğu şeklindeki ithamın yanlışlığı, manasızlığı ve hafifliğidir. Böyle bir iddia marksizmin mahiyetinden habersiz olmaktan başka manaya gelmiyen bir budala­ lıktır. Demirel'in o zaman bu konuda yapacağı tek şey hadiseler karşısında hükümeti israrla yalnız bırakan kuv­ vetiere alın emanetinizi ne yaparsanız yapın diyerek bir beyanname ile iktidarı ortada bırakması idi. Fakat iktidar kime bırakılacaktı ve bırakılması da­ ha ağır şartlar getirmez miydi ? Bunu diişünürsek, Demi­ rel'in bu tarihi jesti niye yapmayarak işin ağırlığını üze­ rine almasının özünü de bulabiliriz. 12 Marttan sonra Demirel hadisesinin beşinci safha­ sına girildi ve bu safha 14 Ekim seçimlerine kadar devam etti. Bu merhalede Demirel'in mükemmel bir imtihan ver­ diğini kimse inkar edemez. Demirel bu safhada hem Tür­ kiye'nin tarihi milli irade hakimiyeti davasına en iyi şe­ kilde sahip çıkmış hem de komünizmin durdurulması da­ vasına kesin ağırlığını koymuştur.

Böylece bu devrede

Demirel yabana atılmayacak bir lider olduğunu isbat et­ miştir. Fakat buna rağmen bir önceki safhada başlatılan yıpratma kampanyası da daha zayıflam� olmakla bera­ ber yine yürütülmüştür. Ancak müsbet tarafın ağır bas­ ması bu safhayı Demirel için ilk iade-i itibar merhalesi haline getirmekten geri kalmamaıştır. 14 Ekim seçimleri ile Demirel hadisesinin altıncı saf­ hası başlamıştır. Bu safhaya Demirel şahıs olarak değil, fakat parti olarak büyük bir kayıpla girmiştir. Demirel'in partiyi bölmekteki idaresizliği en ağır meyvesini vermiş ve seçim sonunda bir eski AP'den AP, DP ve MSP olarak üç parti ortaya çıkm�tır. Tavandaki bölünmeyi tabana da indiren bu netice Türk milleti için gerçek bir talihsizlik

238


olmuştur. Aynı zamanda bu tablo Demirel hadisesini ken­

Ç

di gelişmesinin en kritik noktasına da getirmiştir. Se im­ den sonra AP'nin erimesi AP milletvekillerinden kopma­ lar ve Demirel'in nihayet oyunu kaybetniesi ihtimali ile yüz yüze gelinmiştir. Fakat Demirel bu kritik durumu umulmadık bir şe­ kilde atlatmıştır. Bu hususta kendisine iki şey yardımcı olmuştur : hassa

Birisi Ecevit koalisyonunun başansızlığı

iktisadi

kalkınınayı

bil­

yüzüne gözüne bulaştırması,

ikincisi DP'nin yanlış ve katı tutumudur. Gerçekten seçimden sonra AP'deki kayması ihtimali adam · akıllı belirmişti.

ağırlığın DP'ye

45

milletvekili ile

ve belirli bir başan ile Meclise gelen DP gittikçe büyüye­ cek kuvvetli bir çekirdekti. Fakat kendisini yeni duruma intibak ettiremeyerek hep yerinde saydığım Demirel düş­ manlığından başka beliediği birşey olmadığını ortaya ko­ yunca bir ümit olmaktan çıkmış ve AP'nin yerini alma­ ya namzet olamamıştır. DP'nin intibak edemediği yeni durum Ecevit solunun Türkiye'de ortaya çıkardığı yeni gerçekleri, CHP'nin yüz­ de otuz üç reyi eski İsmet Paşa Halk Partisinin değil solcu CHP'nin oylan idi. Bu Türkiye için fevkalade bir durumdu. Bu fevkalade hal artık Demirel düşmanlığım mesele ol­ maktan çıkarmış, ayn bir yapıcılık

isteyen yeni şartlar

getirmişti. İşte Demirel bu iki gelişme dolayısiyle

14 Ekim

se­

çimlerinden sonraki kritik devreyi oldukça rahat atlata­ rak, hem AP'deki birliğin parçalanmaması, hem de bü­ yük kongreden sağlam çıkmak fırsatlarını elde etti. Şimdi milliyetçi cephe merbalesinde Demirel badise­ sinin son safhası, başlamıştır. Ve artık bu safhada De­ mirel güven oyunu bulursa başbakan olabilecek şekilde

239


ayaktadır. Bunu DP'nin katı kanadından başka hiç kimse de yadırgamamaktadır. Demirel hadisesinin bu uzun seyri içinde görülüyor ki, Süleyman Beyin hem meziyetleri hem de

zaaflan

vardır.

Kul hatadan salim olamaz. Hepimiz gibi elbette ki, Demi­ rel'in de bir takım kusurlan olacaktır. Bu kusurlan üç: maddede toplayabiliriz. Bir, vefa duy­ sunun azlığı, iki fikri ile füli arasındaki çelişki ; üç, parti lideri olarak toplayıcı olacak yerde parçalayıcı olması. Başlıca şikayetler bunlardır. Bu şikayetlerin hepsi haklı da olabilir, bir kısmının mazeretleri de bulunabilir. Fa­ kat şurası bir gerçektir ki, bu kusurlar DP'nin bir ka­ nadı için affedilmez, mutlak uzlaşılınaz sebepler olabilir, ama güven oyunu bulduğu zaman veya milliyetçi cephe içinde Demirel'in Türkiye'nin başbakanı olmasına mani değildir. Zira Demirel yalnız bunlardan ibaret değildir, bir de meziyetleri vardır. Demirel'in bir dereceye kadar yıpranmışlığı bir vakıa­ dır. Ama yıpranmışlığının kendi kusurlannı aştığı da bir vakıadır. Ayrıca bir amansız yıpratma kampanyasına mu­ kavemeti de bir vakıadır. Sarsılmış, fakat ezilmemiştir. Demirel'in bir müddet kenarda kalması çok isten­ miştir. Biraz dinlendikten sonra tekrar daha kuvetli bir şekilde dönebileceği ifade edilmiştir. Biz başbakanlığı bir müddet bırakması için yüzüne karşı tekiifte bulunmuşuz­ dur. Fakat burada inaafla belirtmek lizımdır ki, Demirel bu teklifleri olgunlukta karşılamış ve kızıp darılmamıştır. Kesinlikle belirtelim ki

Demirel'in bir

müddet feda­

karlık yapmasının istenmesi, onun sadece DP ile ihtilafına çözüm getirmekten, DP'nin oylarına ihtiyaç duyulmasın­ dandır. Yoksa başbakanlık yapamıyacağı endişesine asla

240


dayanmamaktadır. Kuvvetli başbakan olması zordur der� ken, DP'nin oy desteğinin kuvvetinden mahrumdur denil­ rnek istenmiştir. Yoksa bütün bir milliyetçi cephenin des­ teğine dayanırsa kuvvetli olmaması için yeter sebep asla mevcut değildir. Bilakis Demirel'in başbakanlığı bugün yalnız onun me­ selesi olmaktan da çıkmış, bir milli irade davası haline gel­ miştir. Zira Türk milleti ekseriyeti temin edince kimseye, hiç bir çevreye başbakan beğendirmek mecburiyetinde de­ ğildir. Ayrıca milliyetçi cephe içinde Demirel'in başbakan­

lığını

kolaylaştıracak ve ona kuvvet katacak yeter sebep­

ler ve güçler de bol bol vardır. Bu cephe birliği yalnız Demirel'in değil başkalarının da zaaflarını zararsız hale getirecek niteliktedir. Bu itibarla Demirel bu cephenin başbakanlığını götüremez iddiası bir masaldır. Milliyetçi cephede teklik değil, işbirliği bahis konusu­ dur. Tek liderlik, tek buutlu hükümet değil ; kollektif lider­ lik ve çok buutlu hükümet bahis konusudur. Demirel bahsinde üç şey söz konusu olabilir, Demirel'­ in tasfiyesi, DP'nin tasfiyesi, anlaşma .. Bunların ilk ikisi mümkün olmadığına göre eşit ve adil şartlarla uzlaşmaya, yani ortaklığa gitmekten başka çare yok demektir. Demirel'e sen çekil diye ancak dost tavsiyesi yapıla­

bilir.

Fakat kimsenin ona bunu zorla kabul ettirmeğe hak­

kı yoktur. O kabul etmediğine göre de bu yol kapanmıştır. DP'nin AP'ye katılıp Demirel'in idaresine girmesini de kimse zorlayamaz. Bu yol da kapalıdır. Öyleyse her iki ta­ rafın şahsiyetini ve durumunu koruyacak ortaklık yolu tek haysiyetli ve işlerliği olan çıkar yoldur. Bunu yalnız

241


DP'nin bir avuç hırslı politikacısı dışmda kavramayan yok­ tur. DP'lilerin bu gerçeği anlayamamaları ne acı ve ne ga­ riptir ? Kaldı ki, Türkiye'nin milli irade hakimiyeti davası ile komünizm.i

durdurma

davasının

bugün

merhale hala Demirel hadisesini mesele çakılıp kalmaktadır.

ulaşmış olduğu yapmak yerinde

Türkiye'nin şartları yerinde durmu­

yor, yürüyor ve bu yürüyüşte

artık Demirel hadisesi de,

Demirel düşmanlığı da manasım kaybetmiştir. Fakat

gelin de bunu

bir avuç

bizim donup

kaşmış

DP'li arkadaşlarımıza anlatm .. Ey DP'li milletvekilleri İçinizde bunu aniayacak ve anladığını da oyları ile

hemen açıkayacak

mu dur ? Soruyoruz ve bekliyoruz. . .

242

beş kişi yok


SAYIN CUMURBAŞKANIMIZ ! (1) 12 Ocak 1974

Türkiye'yi nazik dünya şartlan ve memleketin ağır .•1w.;yal ve ekonomik durumu muvacehesinde, iyice köşeye : 1 ı kıştırmı.ş bulunan hükümet buhranı karşısında, en büyü­ �iimüz olarak zat-ı devletlerinin duyduğu izdırabı millet l'Prtleri olarak hepimiz derinden hissediyor ve acı ile pay­ lıtşıyoruz. Böyle tarihi karar günlerinde sizin yüksek tu­ lumunuz ve diri.yetiniz, başta politikacılar olmak üzere he­ pimizin bu aziz vatanda adeta el birliği ile yarattığımız ı:ok cepbeli temel buhrana, kesif siyasi, sosyal ve ekono­ mik huzursuzluğun kararnlığında milletimiz için başlıca iimit ı.şığıdır. Sizin tavır ve tutumunuzun ve devlet başkanlığı va­ sıflarınızın keskin çizgileri kısa zamanda tebellür etmiştir. Bu çizgilerden bir tanesi demokratik usullere riayet edil­ mesi hususundaki titizliğinizdir. Bu titizlik bugün de­ mokratik rejim için büyük bir teminat teşkil etmketedir. Kabul etmek lazımdır ki, siz talihsiz bir devrede dev­ başkanlığı vazifesini yüklenmiş bulunuyorsunuz. Üste­ lik Türk cemiyetinin bünyesine ve Türkiye'nin şartıanna uygun olmayan ve size o kadar ızdırap verdiği belli olan bir Anayasa ile adeta eliniz kolunuz bağlı bulunmaktadır.

let

243


Devleti, hükümeti, icrayı zayıftatan aşın f.erdiyetçi bir Ana­ yasa her yerde devlet adamlarını devlet hayatını yürü­ türken derin müşkillerle ve çaresizliklerle karşı karşıya bı­ rakır. Fakat sizin için talihsiz olan bu vazife millet için bü­ yük bir talih eseridir. Zira sizin varlığınız ve tutumunuz bu talihsiz devrede bugüne kadar muhtemel bir çok ilitilat­ ları önlemiş görünüyor. Gerçekten Cumhurbaşkanı seçil­ diğiniz günlerden beri ve bilhassa 14 Ekim seçimlerinden sonraki bir seneyi aşkın karışık safhada hadiselerin inkişafı her türlü ihtilatlara müsait bir seyir takip etmekten hiç geri kalmamıştır. Bunlan aşmakta sizin demokrasi titiz­ liğinizin büyük bir payı olduğuna hiç şüphe yoktur. Sizin tutumunuzun beliren ikinci çizgisi çevrenin ve etrafm fikirlerine ve temayüllerine verdiğiniz değerdir. Hükümet kurma konusunda bile vatandaşların düşünce­ lerini ve müracaatlarını talep etmiş bir Cumhurbaşkanı­ sınız. Dışandan gelen dilek ve temennilere, arz ve teklifiere engin bir müsamaha ile kapılarınızı açık bulunduruyor­ sunuz. . Bu bakımdan sizi Türkiye'nin dışa en açık Cum­ hurbaşkanı olarak görmek her halde yanlış olmayacak­ tır. Sizin devlet başkanlığınızın bu iki ana vasfı, yani de­ mokrasi titizliğiniz ve dışa

açıklığmız diğer yüksek şahsi

meziyetlerinizle de birleşerek

bugüne kadar olduğu gibi

acaba bundan sonra da başarılı olacak mıdır ? Türkiye'yi bugün içinde bulunduğu vahim hükümet buhranından, re­ jim bulıranını da aşan sosyo kültürel tarihi bulırandan kur­ tarabilecek midir ? Başannız için dileğimiz tam, ümitler yaygın ve sabırlar geniştir. Ancak dilek, ümit ve sabır kafi değildir. Herkesin size ması da gerekmektedir. 244

samimi bir şekilde yardımcı ol­


Çeşitli gelişmelerden sonra bugün hükümet bulıram­ nın düğümü adeta her kesin elinden çıkarak, siyasi par­ tileri ve parti liderlerini de aşarak büsbütün ve hatta mün­ hasıran sizin parmaklarınızın arasına geçmiştir. Düğümün başlıca sorumluluğu artık sizdedir ve düğümün çözülmesi şerefi de artık yalnız sizin yüksek .dirayetinize kalmıştır. Ancak bu çözüm için çok ciddi, daha doğrusu çok mües­ sir pürüzlerle karşık arşıya bulunduğunuz da bir gerçektir. Bu pürüzler kanaatimizce ne parlamento

aritmetiğinden,

ne de siyasi partiler dengesinden gelmektedir. Görünüşte ortadaki sorumlu parlamento aritmetiği ve siyasi parti­ lerin çekişmesidir. Fakat bu safhadaki manzaradır. Asıl bu satbın altına inmek ve derindeki fikirlere ulaşmak la­ zımdır. Zira çözüm derindeki o fikirlerde, fikirlerin yaniışı ile doğrusunu birbirinden ayırmaktadır. Bu sebeple bugün zat-ı devletlerine yapılacak en büyük yardım bu fikir pü­ rüzlerinin münakaşa süzgecinden geçirilerek ortadan kal­ dırılmasıdır. Konuya bu şekilde bir yaklaşım sizin işinizi çok kolaylaştıracaktır. Sizin hükümet ve rejim bulıranını salim bir şekilde çözmeniz için bugün aşılması

lazım

gelen fikirler

ne­

lerdir ? Yarın yüksek müsadelerinizle bunları sıralamağa ve arztmeğe başlayacağız.

245


SAYIN CUMJ«JRBAŞKANIMIZ! (2) 13 Ocak 1975 Hükümet ve rejim bulıranını çözmek için aşılması 13.zım gelen ilk pürüz MSP hakkındaki tereddütlerdir. MSP nin dahil olacağı bir koalisyonun istenınediği alttan alta yayılmaktadır. MSP koalisyonu, Erbakan hükümete gir­ memeliymiş. Erbakan'la milli bir hükümet kurulamaz, MSP ile milli bir siyaset yürütülemezmiş. MSP koalisyon ve hükümet dışı bırakılmazsa hatta askeri müdahale olur­ muş. Bu tehlike göze alınamazmış. Bu her tarafı yanlış düşünceyi kim ve kimler kafa­ sında oluşturur ? Kim, kimler ve ne bakla ? Şüphesiz bu fikrin imalatçılan bellidir. Bunlar Türkiye'nin gerçek ze­ mine bir türlü oturmaması peşinde koşan zümre hakimi­ yeti taraftarlandır, Bunlar Atatürk'ün milli hakimiyet, Türkiye'nin milli irade davasına kendilerini bir türlü in­ tibak ettirememiş kimselerdir. Bunlar siyasi partilerde vardır, bürokraside vardır, basında vardır. Türkiye'nin 1975'lerde bu tip düşüncelere sahne olması bu kadar yan­ lış, gerçek dışı ve maksatlı fikirlerin 1975 Türkiye'sinde hala müessir olabilmesi dünyanın ve insanlığın vardığı bugünkü merhalede sadece esef verici bir rnanzaradır. Her şeyden önce, bu son derece antidemokratik bir düşüncedir. Böyle fikirlere itibar edenlerin demokrasi id-

246


dialarını derhal bir kenara bırakıp milleti boşuna oyala­ maması lazımdır. Demokraside birinci sınıf, ikinci sınıf parti ayırımı da

yapılmaz. Yapıldığı anda ve yerde de­

mokrasi yoktur. Türkiye öteden

beri bu sakat düşünce­

nin derin ızdırabını çekmektedir. Zinare hakimiyetinin bir ifadesi olan bu ayırımdan zihinleriınizi temizlemedikçe biz Türkiye olarak demokraside de, umumi hayatta da hiç bir yere gidemeyiz, hiç bir noktaya ulaşamayız. Demokraside her parti milli iradeden aldığı oyların sayısı nispetinde memleketin

işlerine ağırlığını koymak

hakkına sahiptir. Bu hak mukaddestir. lzne, müsaadeye, ruhsata, atifete tabi değildir. Demokrasi göstermelik bir siyasi oyun değil, memleketin

bütün kaderini derinden

saran sosyo politik bir hadisedir. Onu sulandırmaya asla hakkımız yoktur. Türkiye'yi devamlı olarak şekli demok­

rasi içinde mi tutacağız, yoksa asli demokrasiyi mi hakim kılmağa çalışacağız ? Herkesin oturup bunca gelişmeler­ den sonra kendi kendisine evvela bu suali sorması lazım­ dır. . Güdümlü demokrasiyi anlamak kabildir. Ama yalnız kısa bir geçiş devresi

için... Türkiye bu geçiş devresini

1946 - 1950 arasında kullanıp intikalin icabını yerine ge­ tirmiş ve sırasını savmıştır. Ondan sonra artık Türkiye'de güdümlü demokrasinin yeri ve lüzumu olmamak icap eder­ di. Fakat bu hastalık maalesef bir türlü yakamızı bırak­ madı. Ama artık 1975'te yetsin bu yanlışlık . . . Güdümlü demokrasiyi kısmen anlaşılır v e mazur gö­ rülür hale getiren bir şart da güdüm prensibinin sağlam ve makul olmasıdır. llencilik - gericilik gibi milleti irtica içinde görmek gibi akıl dışı, ilim dışı ve çağ d1şı sun'i hü­ kümlere dayanan bir güdümün ne haklılığı ve ne de ge­ çerliliği vardır. Böyle bir güdüm cemiyete yumuşak bir gelişme değil, bilakis sayısız sertlikler ve tehlikeler getirir. 247


Kaldı ki

1975 Türkiyesi ile güdüm zihniyetini birbi­

riyle bağdaşbrmak da artık tamamiyle

imkansızlaşmış­

tır. Türkiye'de bugün güdüme hiç elverişli olmayan bir aşın hürriyetler anayasası caridir. Böyle hür bir anayasa ile güdümü yan yana getirdiniz mi cemiyet için sadece va­ him bir sıhhatsizlik neticesi ve alametleri ortaya çıkar. MSP aslında zorlanmış ve teşvik edil.miş bir bölün­ menin ortaya çıkardığı bir partidir. Her bölünme bir uç­ laşmadır. Eğer birbirine yakın farklılıklan tatmin etmez­ sek, körüklersek bir kütle partisi içinde ahenkli bir bü­ tüne götürmezsek, bölünmeye itersek elbette ki uçlaşma­ dan başka bir şey elde edemeyiz. Bu sebeple uçlaşmayı tahrik değil, birleşmeye ve bütünleşmeye doğru yumuşak yumuşak teşvik etmek gerekir. Bunun yolu ise MSP'yi gittikçe uçlaşacak bir yalnızlığa değil, yakın partiler bir­ liğine itmektir. Koalisyon dışı bırakmak değil iktidar, hü­ kümet ve sorumluluk içine çekmektir. Türkiye'de bazı mihraklar milliyetçi oy tabanını par­ çalamayı başlıca gaye edinmişlerdir.

Demokrat Partinin

ve Adalet Partisi'nin arka arkaya aldığı oylar, karşı ta­ raftakileri bu oyları kendi taraflarına çekmek çarelerine sevkedecek yerde, böyle menfi bir yola, bu sağlam bü­ tünlüğü parçalama gayretlerine yöneltmiştir. Türkiye'nin siyasi huzursuzluğunun da, bugünkü hükümet bulıranının da temelinde bu gayretler yatar. Milli Nizarn Partisi ve MSP böyle bir parçalanmadan doğmuştur. Ve bu yüzden teşvik görmüştür. Şimdi, MSP'yi hem bölünmeyi

gerçekleştirsin

diye

teşvik edelim hem de sonradan kalkıp onu iktidar için saf

dışı tutmaya kalkalım. lşimize gelince baş tacı edelim, gel­ meyince yerin dibine batıralım. Bunu hangi sağduyuya hangi insafa sığdırabiliriz ? 248


öte yandan MS.P solun

yani CHP'nin

olunca altın, milliyetçi partilerin

desteğinde

yanında olunca bakır

kesilsin. Bunun akla ve vicdana uyar tarafı var mıdır? Aslında MSP milliyetçi partilerin yanında CHP'nin yanında olmaktan daha munis ve faydalı

olur. MSP'nin

iktidarda tedirginlik yaratan tavırları olmuşsa, bu, solun tutumuyla olmuştur. İki şekilde olmuştur. Bir, kendi desteğinde

tutmak ve maksatları

MSP'yi

istikametinde

kullanmak için bir "tarihi yanılgı" doktrini ortaya ata­ rak CHP bu yolda teşvik etmiştir. İkincisi, sol ve sağ iki parti Türkiye'yi parselliyerek birbirlerine karşı adeta ta­ viz yarışına girmişlerdir. CHP ideolojik ve partizan mak­ satları için tarihi yanılgı formülü ile, MSP'yi, etrafı ür­ küten bir tavnn içine itmiştir. Milliyetçi cephe içinde MSP ne bu taviz yarışını ne de tarihi yanılgı doktrinini

bulabilir. Bu sebeple MSP

milliyetçi cephe ortaklığında CHP ortaklığındakinden çok daha sevimli hale gelir. Buna hiç şüphe yoktur. Şimdi milliyetçi cephe oluşturularak Türkiye'nin sağ­ lam oy tabanındaki suni çatlaklar giderilmeğe çalışılırken MSP meselesini ortaya çıkarmak sadece milli iradeye kar­ şı girişilen tarihi suikastın yeni bir tezalıüründen başka bir şey değildir. Bu istismar bugün hayatta

Süleyman Demirel'den

başka bir problemi olmadığı anlaşılan DP'nin de eline bir yer altı silahı olarak verilmiş bulunm aktadır. Bu baba­ neye veya bu korkuya sığ·ınmakta DP büyük bir fırsat yakalamanın sevinci içindedir. Ama bu memlekete hizmet d�ğildir. Herkesin bunu böyle bilmesi gerekir. MSP'nin iktidar döneminde zannedildiği kadar yaygın bir devleti ele geçirme teşebbüsü de olmamıştır. Kendi ba-

249


kanlıklarının ve icraat sahalarının merkez

kadrolarında

bir kısım tayinler yapmıştır, hepsi o kadar. Bu tayinler CHP'nin yaptığı ideolojik ve partizanca tayinierin yanın­ da devede kulak bile kalmaz. Gerçek şudur ki CHP

-

MSP'­

yi 8.J.et ederek asıl devleti ele geçirme operasyonunu ken­ disi gerçekleştirmiştir. MSP'nin Türkiye'ye karşı başlıca günahı da budur. Ve bu günah için MSP'ye ne ceza ve­ rilse azdır. Ama düşünülen ceza bu günah için değil, bam­ başka bir zihniyetle

tasarlanmaktadır.

Bu tasarılardan

vazgeçip MSP'nin milliyetçi cephe hükümetine ithali ile hükümet buhranını çözmek ve onun CHP ortaklığında işlediği gün8.hı da sil.meye imkan hazırlamak başlıca müs­ bet yoldur. Hülasa, Sayın Cumhurbaşkammız, hükümet buhram konusunda belli çevrelerden gelen MSP üzerindeki maksat­ lı ve hesaplı tereddütlerin üzerine kalın bir çarpı işan:ti çekerek bu beyhude pürüzü gönül rahatlığıyle aşmak la­ zımdır. Sizin yüksek dirayetinizden de yalnız bunu bekli­ yoruz. ..

250


SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ ! (3) 14 Ocak 1.975

Hükümet ve dolayısiyle rejim bulıranını sağlam bir çözüme kavuşturmak için aşılması 18.zım gelen bir engel de CHP'nin devlet partisi olduğu şeklindeki köklü fikir ve kanaattir. Bu yanlış düşünce başlangıçtan beri demok­ ratik hayatın ayrılmaz bir parçası imiş gibi otuz senedir sürüp gitmektedir. Türkiye 1945'te çok partili hayata geçerken başta büyük bir hata yapılmıştır. Bu hata yarışa başlayan par­ tilerin başlangıçtaki eşitsizliğidir. Partiler mücadeleye ay­ nı şartlarla girmeliydiler, hepsi sıfırdan başlamalıydılar.

Halbuki öyle olmadı ve yarış anormal başlatıldı. CHP köklü bir iktidar partisi idi. Aynı zamanda ku­ rucusu Atatürk'tü. Atatürk'ün partisi, yeni Türkiye'nin kurucu partisi, inkilapların partisi etiketini üzerinde taşı­ yor ; bürokrasi ve aydınlara, tabii olarak çok derinden nüfuz etmiş bulunuyordu. Onun karşısına geçecek par­ tilerin halk tabakalarında yıpranmamışlıktan doğan bü­ yük bir şansı olacaktı. Fakat bu partiler psikolojik ze­ minde halkla bürokrasiyi karşı karşıya getirecekti. Ni­ tekim getirdi de... Halbuki yapılacak şey daha baştan CHP'nin herke­ sin malı olan müşterek tarihi devresini devlet partisi ol251


ma vasfını orada kapatmaktı.

CHP'nin bu devresi her­

kes için ana devreydi. Bu faslın altına şerefle bir çizgi çekilir ve ondan sonra herkes yeni partilere ayrılarak, yeni isimlerle karşı karşıya geçerdi. Bu yapılmadı ve o gün için pek farkına vanlmayan bu hata Türkiye'de son­ radan bütün demokrasi ve partiler hayatını zehirleyen bir milırak

oldu . Türkiyede partiler mücadelesini bir aşiret

kavgası, bürokrasi halk kavgası haline dönüştüren sebep­ lerin başlangısı budur. CHP Atatürk'ten beri devletle bütünleşmişti. Bu bü­ tünleşmenin kolay kolay çözülmesi mümkün değildi. Ni­ tekim bu yüzden CHP daima devletin sahibi pozunda kal­ mıştır. Bunu kendisi öyle hissettiği gibi, derinden işledi­ diği bürokrasi ve aydınlar bile daima öyle kabul etmiştir. CHP muhalefet olmuş, fakat devletin salıipliğini elden bı­ rakmamıştır. Bu demokrasiye ters durumu ve

tutumu, Demokrat

Partinin yanlış politikası da büsbütün kökleşmiştir. De­ mokrat Parti "Memleketin yüzde sekseni köylüdür, biz yalnız ona dayanarak

2000

yılına kadar iktidarda kalı­

rız" gibi bir felsefe ile, büyük bir iktisadi gelişme çağı ol­ duğu şüphe götürmez bulunan kendi devrinde, memuru ve aydını adeta aç bırakmış, bu da CHP'nin devlete sa­ hipliği fikrine kuvvet kazandırmıştır. CHP'nin adeta resmi parti olarak böylece devlete sa­ hip çıkması

12

Mart'a kadar,

Genel Başkanlıktan

daha doğrusu İnönü'nün

çekilmesine

kadar devam etmiştir.

Ondan sonra yeni CHP'nin idarecileri bu mirası reddede­ rek CHP + Ordu

=

İktidar formülünden vazgeçtiklerini

ilan etmişlerdir. Ecevit'in denilebilir ki memlekete en bü­ yük hizmeti de budur. Fakat buna rağmen CHP'yi devlet partisi rolünden tam uzaklaştırmak yine de mümkün olmamıştır. Ecevit

252


ve arkadaşlan bu mirası reddettikleri halde, bürokrasi ve aydınlar bir türlü kendilerini bu telakkiden kurtarama­ makta. CHP'nin yakasım bir türlü bırakmamaktadırlar. Bu israr kısa bir fasıladan sonra maalesef Ecevit ve arkadaşlarına da tatlı gelrneğe başlamıştır. E�evit sağ­ lam prensibinden dönüş yaparak yeniden devlet partisi ol­ mak rolüne heveslenmiş görünmektedir. Kısa iktidar dev­ resinde devleti ele geçirme gayretlerinden zorbalık teşeb­ büslerine kadar her şey Ecevit'in tekrar bu yola girdiği­ ni göstermektedir. Anlaşılan kendi hükümetinin Kıbrıs harekatından önceki başarısızl�ğı ve itibarsızlığı Ecevit'e çok menfi tesir yapmış, buna mukabil Kıbrıs harekatın­ dan sonra devletin güçleri nezdinde kazandığı itibar ona çok tatlı gelmiştir. Gerçekten Ecevit iktidannın süratli ve planı tayinle­ ri açık bir devleti ele geçirme teşebbüsüdür. Bu ise bir yerde devlet partisi olmak gayretidir. Diğer partilerle bü­ rokrasiyi karşı karşıya getirerek yeniden devletin sahipli­ ğine talip olma teşebbüsüdür. Öte yandan devlet partisi rolü ona sahip olan partiyi daima zorba tabiatine büründürür. CHP de demokrasi ha­ yatında daima görünür görünmez, fakat ustalıklı bir zor­ balığın içinde bulunmuştur. Şimdi Ecevit CHP'nin bu zor­ ba tabiatını daha da ileriye götürmekten geri kalmamak­ tadır. Halk iktidan kurmak iddialan, parlamentoyu kü­ çültme teşebbüsleri, seçim kararını Meclis yerine ağaç gövdelerinde ve duvarlarda araması, başka partileri gerl­ eilikle suçlaması, milli siyasete ve devlet iktidanna layık görmemesi siyasi sahada zorbalık peşinde olmanın tipik belirtileridir. İlericiliği kendi inhisanna almak, kendi dı­ şında herkese üvey evlat gözüyle bakmak, başkalarını adeta ihanet ve satılınışlık içinde göstermek, Cumhuri­ yetin ve inkilapların bekçiliğini kimseye bırakmamak, 253


emanet ve emniyet etmemek zorba devlet partisi rolünün çeşitli tezahürleridir. Bu gibi tezahürleri göstermekten eski CHP gibi yeni CHP de bir an bile geri kalmamak­ tadır. İşte, Sayın Cumhurbaşkarumız, CHP'yi bu resmi par­ ti, bu devlet partisi rolünden uzaklaştırroadıkça ne hükü­ met buhranını, ne de rejim bulıranını salim bir şekilde çözmek ve hatta ne de Türkiye'nin kaderini değiştirmek mümkün olmayacaktır. Kaldı ki, devlet partisi rolünde israr demokrasiye ol­ duğu gibi CHP'ye de asla hayır getirmez. Otuz senedir CHP bunun neticelerini görmüştür. Şimdi yeniden onu bu mevkide tutmağa çalışmak aslında CHP'sine fenalık yap­ maktır. Yeni CHP idarecilerinin buna heves etmeleri şa­ şılacak bir şeydir. Hele CHP'nin yeni idarecileri açıkça talip olmadan bürokrasinin ve resmi çevrelerin onu bu vadiye çekmekte­ ki isran büsbütün şaşırtıcı ve ümit kıncıdır. Bu israrda bugün biri müspet biri menfi iki şık göze çarpmaktadır. Bunlardan biri CHP'siz bir iktidarla selamete çıkılamaz inancıdır, diğeri CHP'yi muhalefette bırakmak tehlikeli olur korkusudur. Bunlann ikisi bir araya geldi mi ayni şahsın kafasında toplandı mı, Türkiye'nin artık çıkmaz­ dan kurtulması mümkün değil demektir. Gürünen de bu­ gün bu ikisinin zihinlere birlikte hakim olduğudur. CHP'siz Türkiye selamete çıkmaz, işler düzelmez inan­ cı şüphesiz boş bir sapıantıdan başka bir şey değildir. Yeni CHP bilhassa iktisadi sahada henüz denenınemiş bir takım teklifierin peşindedir. Bu yoldaki on aylık bir de­ neme de başanlı olmamıştır. Böyle olmasa da mademki demokrasi içindeyiz, her partinin memleketi kendi prog­ ramı ile selamete çıkarmak ihtimaline saygılı olacağız. Bu hususta CHP'ye öncelik tanımak asla bahis konusu ola­ maz. 254


CHP'nin muhalefetinin tehlikeli olacağını düşünmek ise CHP'nin şerrinden korkmak demektir. Bu, her şeyden önce CHP'ye haksızlık etmek olur. Biz Ecevit'in 12 Mart'­ tan yeter derecede ders alınış olduğuna kaniyiz. Vatan­ perverliği elden bırakmayacağına kaniyiz. Sokak hareket­ lerine itibar edeceğini sanmayız. Olsa olsa kendi içlerine sızmış aşırı militanlar böyle eylemiere geçer ki o zaman da bunlar CHP'nin desteğinden uzaklaşmış olur. Bu ise Türkiye için kazançların en büyüğüdür. Diyelim ki, CHP sokak anarşisine itibar etti. O za­ man da devlete güvenmek 13.zımdır. Devletin buna karşı koyma gücü yoksa, artık Türkiye'de her şey bitmiş de­ mektir. Bu hususta zaman kazanmak, tehlikeyi ertelernek hiç bir şey ifade etmez. Bilakis gerçek odur ki Türkiye anarşi tehlikesini göğüslemek için, bu muhasebeyi kabul etmek için en müsait durumda bugün bulunmaktadır. Bu­ günler Türkiye'nin bu konudaki fırsat için altın günleri­ dir. Bugünler kaçırılırsa artık gelecekte Türkiye için tes­ lim olmaktan başka bir muamele kalmıyacaktır. Hülasa, CHP'siz hükümet olmaz, CHP devlet partisi­ dir, bizi selamete o çıkarır, CHP'yi dışarda bırakmak teh­ likelidir, Ecevit'ten başka başbakan adayı yoktur gibi hep­ si yanlış düşüncelerin artık 1975 Türkiyesinde

aşılması

lazımdır. CHP devletin sahibi değildir. Buna talip olmak mem­ lekete de, CHP'ye de hayır ve uğur getirmez. Üstelik bu­ günkü CHP eski CHP'de değildir. CHP büyük bir parti­ dir. Vatanperverdir. Fakat sadece partilerden biridir. Sa­

dece partilerden biri olarak muamele görebilir. Ona yeri ve değeri ölçüsünde itibar edelim, güvenelim. Fakat res­

mi parti hüviyeti vermekte israr etmeyelim. Hepimiz için, her çevre için bu konudaki öncülük de hiç şüphe yok, sizin yüksek dirayetinize düşüyor, Sayın Cumhurbaşkanımız !

255


SAYIN CUMHURBAŞKANlMIZ (4) 15 Ocak 1975 Hükümet bulıranını çözmek için aşılması lazım gelen bir engel de AP ile CHP'yi aynı kaba koyma düşüncesi­ dir. Kendilerini herkesten akıllı sanan bazı kimseler bir

AP

-

CHP koalisyonunun en çıkar yol olduğunu tekrarla­

yıp durmakta, başta zat:..ı devletleri olmak üzere herke­ sin zihnine yerleştirrneğe bu hiç de parlak olmayan teklifi daima yürürlükte tutmaya gayret etmektedirler. Bu gayretin sahipleri Türkiye'nin tipik rahat ve ra­ hatçı aydınlarıdır. Bunlar sığ düşüneeli basitçi ve kolay­ cıdırlar. AP ve CHP mademki Türkiye'nin en büyük iki partisidir. Bu ikisi birleşti mi mesele kalmaz. Hem kahir bir oy çokluğu elde edilmiş olur, hem kavga biter, hem de iki güç ve hamle bir araya getirilerek büyük başan sağ­ lanır. AP'nin iktisadi büyüme davası ve kabiliyeti ile CHP'­ nin sosyal adalet davası ve kabiliyeti

birleşince nurlu

ufuklara ulaştık demektir. Bu rahatçı, basitçi ve kolaycı aydınlann fonnillü ve rüyası budur. Bunlar eyyamcıdırlar. Bunlar idarei maslahatçıdırlar. Bunla hiç bir şey olmamış gibi etrafı güllük gülüstanlık görmeye kendilerini alıştır­ nuş fikir ve siyaset esnafıdır. Ne hafızaya değer verirler, ne de gelişmelerin farkındadırlar. Köprülerin altından ge­ çen sular bunlan ilgilendirmez. O suların geçmesinde ken­ di payları olsa bile . .

256


Ha!buki Türkiye'nin

ekonomik, sosyal ve

kültürel

yapısı ve gelişmesi karşısında gerçek tam bunun tersidir. Bir AP ve CHP koalisyonu tamamiyle faydasız, lüzum­ suz ve eşyanın tabiatine aykırı denecek kadar imkansız­

dır. Buna aklını takmak, bu gayretierin peşinde koşmak tam manasıyle abesle iştigaldir. Böyle bir koalisyon Tür­ kiye'nin dertlerine hiç bir çare getirmez. Bilakis Türkiye'­ yi duraklamaya ve hatta senelerce geriye götürür. Tür­ kiye'nin inkişafına taban tabana zıttır. Türkiye akıncı atılımlara

muhtaç ve buna hazır bir

memlekettir. Böyle bir memleketi renksizliğin içine itmek ona yapılacak en büyük fenalıktır. Bu renksizlikten Tür­ kiye çok çekmiştir. Atatürk'ün ölümünden beri çekmek­ tedir. Denilebilir ki, Türkiye'nin en büyük hastaiğı ve ça­ resizliği Atatürk'ten sonra içine düşülen bu renksizliktir. Bu renksizlik yalmz

ekonomik sahada değil, hatta

en az o sahadadır. Bu renksizlik siyasi, sosyal ve kültürel bütün sahaları da ve bilhassa bu sahaları Türk milletinin müsellem tarihi hayatiyetini felce uğratacak kadar kap­ samıştır. Bu renksizliğin bugün siyasetteki AP

-

teklifi işte

CHP koalisyonudur. AP ile CHP'nin koalisyonu bugün tamamİyle mev­

simsiz ve imkansızdır. Bu iki parti birbiriyle koalisyon yapamayacak kadar ayrı çizgilerin üzerindedirler. Ayrılık ve farklılık yalnız ekonomik

görüşlerde kalsa, Türkiye'­

nin iktisadi gerçekleri ve kurulu düzeni muvacehesinde bunları bir dereceye kadar telif etmek ve birleştirilmese bile bir arada yaşatmak mümkündür. Zira Türkiye'de . ne yaparsa yapsın CHP özel sektörü ortadan kaldıran tam devletleştirmeci bir sosyalizmi AP de kamu sektörünü or­ tadan kaldıran tam kapitalist

bir sermaye ekonomisini

yerleştirrneğe muvaffak olamaz.

257


Ancak ayrılık ve farklılıklar ekonomik sahada kal­ mamakta, bütün sosyal ve lcültürel sahalan da içine al­ maktadır. Bilhassa bu sosyal ve kültürel ayrılıklardır ki, bu iki partiyi bir araya getirmeyi

tamamiyle imkansız

kılmaktadır. Eğer ortada bu ayrılıklar varken bu iki par­ tiyi birleştirirseniz, o zaman da üzeri kabuk bağlamış ya­ ralar gibi memleket için daha büyük bir sıhhatsizlik du­ rumu ortaya çıkmış olur. AP ve CHP'yi sağ ve sol iki parti diye ayırmak pek bir şey ifade etmez. Dünyadaki sağ ve sol ayırımı bun­ lar için pek açık bir ölçü değildir. Dünyada sağ ve sol esas itibariyle ekonomik salıayı içine alan bir ayınmdır. Bu bize pek uymaz. Bizde bugün bir sol vardır ve bir de milliyetçilik vardır. Bizdeki sol, faaliyetinin esas ağırlığı­ nı bilakis ekonomi dışındaki sahalara teksif etmiştir. Bu sebeple bizde sol ve milliyetçilik vardır. Ve bu iki cephe meşru kalmasını dilediğimiz mücadelesini asıl ekonomi dı­ şındaki siyasi, sosyal ve kültürel bilhassa kültürel saha­ da vermektedir. Ekonomi bu tarihi mücadelenin

adeta

bahanesi durumundadır. Tabii, milliyetçiliği memleket kalkınması için çalış­ mak şeklindeki hafif man8.sıyle

düşünmemek

18.zımdır.

Bu iddia da olmayan, dolayısiyle bu manada milliyetçi ol­ mayan hiç bir parti yoktur ve o takdirde elbette ki, sol partiler de milliyetçidir. Ancak milliyetçilik bir doktrin­ dir, bir dünya görüşüdür. Cemiyeti milli kültür içinde tu­ tarak geliştirmek demektir. Bu ilmi manası bahis konusu olunca gerçek fark or­ taya çıkar ve o zaman solun milliyetçi olamayacağı anla­ şılır. Gerçekten sol, dünya görüşü olarak milliyetçi değil­ dir. Yalnız milliyetlerini kurduktan sonra sola yönelmiş devletlerde sol artık milliyet müessesesinin dışında tutu­ larak, bir ekonomik dava konusu halinde kalmaktan ileri

258


gitmez. Ama milli kültürü, oturmamış devletlerde bizde olduğu gibi sol, kültür sahasını da ve daha çok o salıayı hedef alır. Bir de Rus ve Çin solu vardır ki, orada da solun al­ tında gizli bir Rus ve Çin milliyetçiliği mevcuttur E·sascn solun asıl merkezleri buradadır. Ve dünyadaki bütün sol temayüller bu marksist merkezlerde toplanan fikirlerio serpintilerinden ibaarettir. Solu Rus ve Çin milliyetçili­ ğinin paravanası olarak kullanan bu merkezler dışındaki sol çevrelerde tabiatiyle milliyetçiliği istemezler. Onun için dışarda sol için milliyetçilik yasaktır. Bütün sol, dokt­ rinden gelen bu yasağa uyar. Yalnız müesseseleri otur­ muş memleketlerde sol yerleşik milliyetçiliğe kanşmaz, ama oturmamış memleketlerde milliyetçiliğin geliştiril­ memesi hedefinden vaz geçilmez. Umumi durum budur. Yani sol ile milliyetçilik kabil değildir. Şimdi yeni CHP bütün sahalara el atan, hiç bir şeyi dışarıda bırakmayan kuvvetli bir sol partidir. Onun kar­ şısında da milliyetçi partiler vardır. AP'de bunların kuv­ vet bakımından başında gelmektedir. Artık milliyetçi doktrin yerine sol doktrini benimsemiş bir CHP ile mil­ liyetçi dünya görüşü içindeki AP'yi nasıl yan yana geti­ rebiliriz. Böyle bir birlik CHP'nin de, AP'nin de inkarın­ dan başka bir şey olmaz. Buna CHP'nin de AP'nin de razı olması nasıl beklenebilir ? Hangisi haklıdır, ona gir­ miyoruz. Ama her ikisi de kendisini haklı görmektedir. CHP Türkiye'nin geleceğin sol doktrinde, AP milliyetçi doktrinde görmektedir. Ve bunların bağdaştırılması il­ mi bakımdan da, pratikte de tamamiyle imkansızdır. Türkiye bir günde bu nonktaya gelmiş değildir. 1960'tan sonra bu gelişmede tam onbeş senelik hummalı bir gayret yatmaktadır. Bunda ne bizim ne sizin sorumlu­ luğumuz vardır. Ama ne yapalım ki, politikacılar ve fikir 259


cereyanlan Türkiye'yi sol ve milliyetçi diye iki doktrin etrafında toplamayı kaçınılmaz görmüşlerdir. Şimdi Tür­ kiye'yi doktriner olmayan, bir birine yakın ve sadece ekip farkına dayanan iki kütle partisine irca etmek için mu­ azzam bir inkilap 13.zıındır. Böyle bir inkilabı yapacak ta­ kat ise kimsede yoktur. Sol fikirler Türkiye'ye yerleşmiş­ tir. Yapılacak tek şey bu solu mutedil bir çizgide tutma­ ya çalışmaktır. Bunun ise tek yolu onun karşısına milli­ yetçi doktrin ile çıkmaktır. Yoksa milliyetçi doktrin ile sol doktrini telif etmenin beyhude gayretlerine girmek değil. Sol milliyetçi olamaz. Olursa ortaya nasyonal sosya­ lizm çıkar. Ne solu ve sol bir partiyi milliyetçiliğe zorla­

mağa, ne de milliyetçiliği ve milliyetçi bir partiyi sola aç­ mağa hakkımız ve imkanımız yoktur. AP ve CHP koalisyonu bu gerçekler muvacehesinde ancak bir harp halinde veya bir iç savaş durumunda dü­ şünülebilir. Türkiye'de ise çok şükür böyle bir durum mevcut değildir. AP ve CHP arasmda İsmet Paşa'nın başbakanlığında bir deneme yapıldı. O zaman CHP bugünkü gibi bir sol doktrin partisi olmadığı halde bile bunun . zorluklan gö­ rüldü. Kaldı ki, o işbirliği bir ihtilal devresi geçirdiğinde yapılmıştı. Sizin Cumhurbaşkanı seçiminizde de yeni CHP kanadı ile AP arasmda bir işbirliği görüldü. Fakat o ka­ dar. Böyle fevkalade haBerin, sınırlı ve belirli hedefleri işbirlikleri dışında yeni CHP ile AP arasmda artık kimse şfunullü işbirliği ve bir koalisyon ortaklığı beklenemez. Bunun pratikte de geçerli tarafı yoktur. Diyelim ki, AP ve CHP hükfımeti kuruldu. O zaman daha ilk toplan­

tıda AP'nin isteyeceği ilk işler TRT Genel Müdürü ile Milli 260


Eğitimdeki tayinierin değiştirilmesidir. Bunlara CHP ra­ zı olur mu ? Olmayınca bu ortaklık yürür mü ?

Yanlış anlaşılmasın. Tercih yapmıyoruz. Bilakis biz CHP'nin yaptığı bütün tayinleri kendisi bakımın dan hak­ lı buluyoruz. Her iktidar kendi ekibi ile çalışır. AP de ge­ lince elbet değişiklik yapacak ve kendi ekibini getirecek­ tir. CHP'ye de birşey derneğe, yarın AP'ye de bir şey derneğe kimsenin hakkı yoktur. Ancak iki parti birleşir­ se hangi ekiple çalışacaklar ? Kırtasiyeci yorgun bürokrat­ larla mı ? Bundan memleket ne kazanır. Hülasa, Sayın Cunıhurbaşkanımız, bir AP CHP ko­ alisyonunun imk8.nsızlığı hususunda, bu tür maruzatta bu­ lunanları, yüksek dirayetinizle

lütfen irşat buyurunuz.

Buna muhtaç olanlarımız o kadar çoktur ki ..

261


SAYIN CUMHURBAŞKANlMIZ (5) 16 Ocak 1975 Hükümet buhranının çözümü için aşılması lazım ge­ len bir engel de milli koalisyon fikridir. Milli koalisyon, yani bütün partilerin iştirakiyle kurulacak bir hükumet Türkiye'nin şartlannda ancak bir savaş koalisyonu ola­ bilir. Savaş dışında böyle bir koalisyon hem düşünülemez, hem de teşkil edilemez. Bu konuda Ecevit haklıdır. Milli koalisyon ancak ön­ ceden tayin edilen belli bir iş ve hedef için kurulur. Tür­ kiye'de bugün her şeyden tecrit edilecek, diğer işleri ikin­ ci plana atacak belli bir iş yoktur. Türkiye'nin her mese­ lesi acil çözüm veya alaka bekliyor.

Savaş gibi üzerine

ağırlık verilecek bir hal olmayınca partileri zorla bir kamp­ ta toplamak onların prensiplerini sulandırmak eritmek ve tahrip etmek demektir. Buna böyle savaş dışı zaamanlar­ da ne CHP razı olabilir, ne de diğerleri... Razı olmaları parti hüviyetiyle ve Türkiye'nin siyasi gelişmeleri ile as­ la bağdaşmaz.

Milli koalisyon yalnız ortak bir fikir, ortak bir pren­ sip etrafında teşek.kül edebilir. Türkiye'deki partilerin or­ tak olduklan tek fikir ve husus dış politikadır. Bu da Türkiye'de milli koalisyonun ancak bir

dış politika bir­

liği, bir savaş h8.Ii tedbiri olduğunu gösterir. Diğer saha

262


larda fikirler ve tutumlar hep zıttır. Bu zıtlıklardan bir

milli koalisyon çıkarmak kabil değildir. Türkiye'de ikti­ dann sadece iki namzedi vardır. Ya solcu bir iktidar ve­ ya milliyetçi bir iktidar. .. İkisinin karması hiç bir çare getirmeyecek boşuna bir vakit kaybetmedir. Hükümet bulıranının çözümü için aşılması

18.zı.m ge­

len bir engel de seçim tukusudur. Seçim fikri yalnız bir partinin bayraklaştınnağa çalıştığı fikirdir. Böyle bir fikir bir milli koalisyonun esasını teşkil edecek ağırlığı asla haiz değildir. Erken seçim yapacağız, gelin bunun i�in milli bir koalisyon kuralım

demek,

siyaset

sahasında çok

&

fif düşmek demektir. Seçim bir bayrak olamaz. Seçim fikrine saplanmak

her şeyden önce partinin

arzusuna teslim olmak demektir. Böyle kuzu kuzu testi­ rniyeti diğer partilerden parlamentodan ve hatta CHP'nın bütün milletvekillerinden beklemeye, onları bu yolda teş­ vik ve telkin altında bulundurmaya, seçim emri vakisi ve oldu bittisi yapınağa kimsenin hakkı yoktur. Bilhassa ta­ rafsız mevkide olanların, tesiiiniyete kendilerini

icrada vazife görenlerin bu

bulaştınnaması, tek bir partinin

paraleline düşmekten kendilerini koruması şarttır. Şeçim parlamentonun bileceği bir iştir. Hariçten kimse bu işe kanşmamalıdır. Türkiye'de bugün seçimin hiç bir şartı tam değildir. Seçimin meseleye çözüm getireceği tek bir partiyi iktidar yapacağı meçhuldür. İşler bir seçim sürüncemesine terke­ dilmiyecek kadar sıhhatli bir seçimin şartları mevcut de­ ğildir. Aldatıcı şartlarda yapılacak seçimin neticesi mem­ lekete hayır getinnez. Böyle bir seçime itmek milleti yan­ lış bir ata oynamakla karşı karşıya bırakmak demektir. Partiler 14 Ekimden sonraki yeni

dönemde sağlam bir

zemini teşkil edecek bir imtihan vermemişler ve göz boya­ maktan ileri gitmemişlerdir. Türkiye bugün partileri an-

263


cak üç senelik bir imtihana tabi tuttuktan sonra gerçek bir seçim zemini bulabilir. Bu konuda da Demirel haklıdır, seçim beklenen is­ tikrarı temin edecek neticeyi getirmezse, ne olacak. Böy­ le bir meçhule Türkiye'nin şartlarında bir memleket nasıl evet diyebilir ? Nisbi temsille, bu seçim kanunuyla, bugün­ kü iç dağılımıyla oylarıo birden bu torbaya kayacağım sanmak sadece hayaldir. Hükumet bulıranını ve dolayısiyle rejim bulırarum ve hatta Türkiye'nin kader bulıranını çözmek için aşılma­ sı lB.zım gelen bir engel de milliyetçi cephe üzerindeki te­ reddütlerdir. Memleket cephelere bölünür müymüş ? İki­ ye nasıl ayrılınz ? Bu, milleti bölmektir gibi birtakım fi­ kirlerin dile getirildiği görülüyor. Bu son derece geri, iptidai veya kasıtlı bir düşünce­ dir. Milliyetçi cephe bir savaş cephesi değildir. Cephe ke­ limesini duyunca saV&§ı akla getirmek siyaseti bilmernek demektir. Siyasette ve demokraside cepheler her yerde kurulur. Bunlar savaş cepheleri değil, politikanın belli müştereklerinde birlikte hareket etmek demektir. Bu iti­ barla milliyetçi cephenin memleketi böldüğü fikrinin cid­ diye alınacak hiç bir tarafı yoktur. Milliyetçi cephe koalisyonu bugün gerçekleşmesi mümkün tek çözüm yoludur. Bir kerre nisbi temsil, koa­ lisyonu zaruri kılar. 14 Ekim seçimleri de bu zarureti ge­ tirmişti. Koalisyon kurulacak, bu idareye alışacağız. Ko­ alisyon ise ancak ortak fikirli partiler arasında kurulur ve ömürlü olur. Zıt fikirlecin koalisyonu yanlıştır ve ge­ çersizdir. Bugün ancak milliyetçi partilerin iş birliği ile geniş tabanlı bir hükiimet kurma imkanı vardır. Bu imkan tek264


tir ve başka bir ihtimal yoktur. CHP ile hiç bir milliyet­ çi partinin, bu arada DP'nin de ortak olması bahis konu­ su olamaz. Sonra Türkiye'nin istikbali bakımından da milli ira­ de tab anındaki suni çatlamaların giderilmesi hayaati bir zarurettir. Bunun ilk merhalesi ise bir koalisyon milliyet­ çi partilerin yan yana gelmesidir. Nihayet iktisadi durumdan dış politikaya, asayiş ve huzurdan siyasi istikrara kadar Türkiye'nin çözüm bekle­ yen bütün meselelerine müessir bir yaklaşım içine girecek potansiyel de gerek kadro olarak, gerek oy desteği olarak milliyetçi cephede vardır. Milliyetçi cephe hükiımetinden başka hiç bir alterna­

tif yoktur. Güven oyu alabilecek tek bir hükiimet de böy­ le bir hükiimettir. Şimdi artık Türkiye'yi bu tek çözüm yolundan da mahrum etmeğe kimsenin hakkı yoktur. Bu tarihi bir so­ rumluluk olur. Bu sebeplerle bugün milliyetçi cepheye karşı çıkmak de,ğil ona ilitimarn göstermek 18.zırndır. Bu ihtimamı en büyüğümüz olarak elbetteki önce ve en çok zat-ı devlet­ lerinden bekliyoruz sayın ve aziz Cumhurbaşkanımız ! . .. Derin saygılarımızla ...

265


DEMiREL MESELESI (1) 1 Şubat 1975 Türk siyasi hayatında bir Demirel meselesi vardır. Bu mesele, partinin bölünmesinden ve 12 Mart vakasın­ dan sonra buhran karakterine bürünmüş ve bilhassa 14

Ekim seçimlerinden itibaren had safhaya ulaşan bir ha­ dise haline gelmiştir. Bu hadise aylardlr siyasi trafiği tı­ kayan başlıca engel durumundadır. Nihayet bugünlerde hadisenin en nazik anlan yaşanmaktadır.

Kısa zamanda

ya bu engelin düğümü müsbet istikamette çözillecek veya Türkiye hep beraber çok hevesli göründüğümüz, bulıran­ lardan bulıran beğeneceği bir kaosun içine büsbütün otu­ racaktır. Nedir Demirel meselesi ? Demirel hadisesi nedir? Tür­ kiye niye Demirel'le uğraşmaktaclır? Demirel nasıl orta­ ya çıkmıştır? Hadise nasıl gelişerek

bugünkü can alıcı

noktasına ulaşmıştır ? Türkiye Demireli feda edecek veya

Demirel' den vaz geçecek midir ? Feda eder veya vazge­ çerse Türkiye bu hesabı karla mı, yoksa zararla mı ka­ patmış olur ? Feda etmez veya vazgeçmezse Türkiye'nin

kazancı ne olacak, kaybı ne olacaktır? Karar anına çok yaklaştığımız bugünlerde ve hatta bu saatlerde bütün bu

sorularm derinlemesine düşünülmesi ve objektif bir şe­ kilde tahlili, zannederim problemin

çözülmesine ve çö­

zümde hizmeti, çözümde tesiri, çözümde imkarn olacak-

266


lara çok yardımı dokunacak ve büyük bir ıŞık tutacak­ tır ? Bugün Demirel hangi cepheleri ile karşımızdadır ? Demirel'in bu gün bir fikriyatı ile, bir icraatı ile, bir de şahsiyeti ile karşı karşıyayız. Bütün bu cepheleriyle De­ mirel'in iyi, doğru ve dürüst bir şekilde değerlendirilme­ si 18.zı.mdır.

Bu

değerlendirmeyi

okuyuculann dikkat ve alakasma

yarından itibaren aziz sun.mağa çalışacağız.

Bugün bu ilk yazıda Demirel meselesinin nasıl başladı­ ğının• ve Demirel hadisesinin günümüze nasıl ulaştığının kısa bir tasvirini yapacağız. Böylece bugün karşımıza çık­ mış bulunan ve konumuzu teşkil eden Demirel gerçeğine Demirel gerçeği bahsine bu ilk yazı bir giriş teşkil ede­ cektir. Türk siyasi hayatmda Demirel nasıl ortaya çıkmış­ tır ? Gelin, evvela bu sualin cevabını arayalım. Solculara ve solcu değilken bile solun paralelinde olmaktan kendi­ sini alamamış bulunan CHP'ye göre Demire'li Amerika bulmuştur. Hatta galiba rahmetli İnönü bile bir gün bu kanaati ifade etmekten çekinmemişti. Bunlara göre gü­ nün birinde bir Amerikan generali Türkiye'ye gelerek baş­ bakan aramış ve Süleyman Demirel'i bulmuştur.

John­

son'un başkan yardımcısı iken Türkiye'ye yaptığı ziyaret­ te Demirel'le görüşmesi de bununla ilgilidir. Nitekim

bu

Amerikan keşfinden kısa bir zaman sonra Demirel Tür­ kiye başbakarn olmuştur. Ben bu haberi henüz hiç yayılmamışken, yani daha ilk imal edildiği güride bahis konusu Amerikan generali Ankara'da iken kulağı çok delik olan bir solcudan duy­ muştum. Akılları, resimli romanlara ve polisiye filmiere düşkün çocuklar gibi, CIA'm maceralanna

takılıp kal­

maktan bir türlü kurtulamıyan kimseler ve çevreler uy-

267


durduklan bu masalı öyle beğenmişlerdir ki sonradan yıl­ larca bunu kullanarak sığ dii§ünceli aydınlann zaten ha­ fif olan beyinlerini kolaylıkla alt üst edebilmişlerdir. Bu masalcıların yıllar sonra günün birinde Amerika'nın De­ mirel'i istemedjği, Ecevit'i istediği hikayesinin de imalat­ çıları olmaları çok ibret vericidir.

268


DEMİREL MESELESİ (2 ) •

8 Şubat 1975

Dünkü yazımızda Demirel'in ortaya çıkışı hakkında­ ki solcu kanat ve iddiayı tesbit etmiştik. Bu solcu teoriye veya masala göre Demirel'i Amerikalılar bularak başba­ kanlığa sürm�lerdir. Şüphesiz gerçek bu değildir. Demirel'i Amerikallla­ nn keşfi değil, Türkiye'nin şartları ve kendi potansiyeli

ortaya çıkarmıştır. Şaşkınlık yaratan,

sebep aratan ve

tatmini masalda bulduran husus Demirel'in ortaya çıkış tarzıdır. Gerçekten Demirel'in ortaya çıkışında son de­ rece çarpıcı ve şaşırtıcı bir birdenbirelik, bir barikulade fırlayış vardır. Öyle ki Demirel adeta

siyasi karİyerine

başbakanlıkla başlamış, başlamış ve devam ettirmiş bir insanın çok müstesna görünümüne sahip olmuştur. Kısa­ cası Demirel Türk siyasi hayatına

adeta bir yıldız

gibi

doğmuştur. Bu benzetmeyi yaparken Demirel'i övmek is­ tediğim samlmasın. llim ve fikir adamı,

kültür adamı

medhiyeler yapmaz, yapmamalıdır. Gazete yazısı yazar­ ken, politika için fikrini söylerken de buna mezun değil­ dir. llim ve kültür adamı yalnız tenkit yapar ve yapmalı­ dır. Ancak ilim adamı tenkit kelimesinden sokaktaki ma­ nayı anlamaz. Tenkidin asıl manası yermek,

kötülemek,

yalnız menfi tarafiara yüklenmek değil ; müsbet taraflan da söylemek, tek kelime ile ele alınan şahsı ve konuyu

269


değerlendirmektir. Müsbet ve menfi taraflan ile değer­ lendirmek. Ben de burada yıldız gibi doğdu derken şüphesiz De­ ınirel'i öçmüyor, sadece ortaya çıkışındaki sürprize, bek­ lenmedik hale işaret etmek istiyorum. Gerçekten böyle ol­ muş, ve isterseniz başka bir ifade ile söyleyeyim, Demirel Türk siyasi hayatında sıfırdan milyoner olmuş insaniann hızı ile barikulade bir sıçrama yapmıştır. Bu tırmanmasız fırla� ise cemiyette, insafla kabul etmek lazımdır ki, ağır bir hazımsızlık meydana getirmiştir. Bu hazımsızlı­ ğın neticeleri bugün de sürüp gitmektedir. Halbuki bu sıçrama, dediğimiz gibi, Türkiye'nin şart­ larından, Demirel'in potansiyelinden

ve ilahi

takdirden

doğmuştur. Bu noktada isterseniz yazıyı ben de bir hi­ kaye ile bağlayayım. Ama uydurma değil, olmuş bir hi­ kaye ile :

1960 ihtilalinin ateşli günlerindeyiz. Hafta sonu ta­ tilinde yedek subay okulundan iki arkadaş yürüyerek şeh­ re inmektedirler. Görünüşleri pek parlak değildir. Öyle çakı gibi asker denecek halleri yoktur. Postailan tozludur, üzerlerine oturmayan asker elbiseleri belki de emsallerin­ den, yaşlı bu yedek subay talebelerini fazla yakışıklı yap­ mamaktadır. İkisi de mühendistir. Siyasi alıvali konuşa konuşa yürümektedirler. Birinin adı Süleyman Demireldir. Diğeri, bir köşede birden arkadaşını durdurarak "Süley­ man, der, sana bir düşüncemi söyleyeceğim. Yann Tür­ kiye'nin başbakanı sen olacaksın. Buna hazırlan ve şun­ ları unutmayacağına söz ver" şeklinde son derece beklen­ medik bir beyanda bulunur. Bu, Başbakan Süleyman De­ mirel'in galiba ilk keşfedildiği gündür. Bu gösterişsiz ada­ mı keşfeden ilk insan da her halde kendisinin o mühen­ dis arkadaşıdır. Ve vakit masaldaki Amerikalıların keşfinden henüz yıllarca öncedir. 270


DEMİREL OOKTRİNİ 10 Şubat 1975

Demirel'in evindeki kabul salonuna girerseniz çıplak masa başına kurulmuş bir kalem efendisiyle değil, kitap­ lar, dosyalar, vesikalar, evraklar, dergiler, gazeteler, ku­ pürler arasında adeta kaybolmuş, hümmalı bir kütüpha­ ne ve laboratuvar çalışması içinde bir araşatırmacı lider ile karşılaşırsınız. Kendisi de politikanın artık bunsuz ol­ madığını söylemektedir. Türkiye'de kolay bitmiştir. Lider araştıracak, tahliller,

liderlik devri

terkipler yapacak,

fikirle... Un.al edecek, sonra bu esaslara göre siyaset yapa­ cak, partiyi yönetecektir. Türkiye'de liderliğin bu yorucu duyurucu, doyurucu ve verimli merhaleye ulaşmış, olma­ sı siyasi inkişaf bakımından çok memnuniyet verici

bir

manzaxadır. Yalnız kuru bir yönetici olmak gereçkten bugün ar­ tık kütleleri tatmin etmemektedir. Mektepte öğrendikle­ riyle kalmak, ondan sonra kitap yüzü açmamak, düşünce­ yi geliştirmernek bugün artık hiç bir sahada hayatı da­ ha ileri götürm�e kafi gelmemektedir. Politikada ise böy­ le bir durgunluk mesleğin bugünkü dinamizmine hiç ce­ vap vermez. Siyasetçi başarılı olmak istiyorsa didinecek, düşünceyi geliştirecek, kütlelerin hem fikirde hem de iş­ te önünde gidecektir. Hazırcı olmayan,

çalışan,

kendisi­

ne uygun gelen sistemi her yeni günün ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde canlı tutan

bir lider ise

eğer kafa yapı-

271


sı da müsaitse karşımıza bir fikriyatla, bu fikriyatı top­ layan eserlerle, yani kendi doktrini ile çıkar. Demirel de bugün karşımıza bu vasfı ile çıkan bir liderdir. Demirel sadece bir siyaset idarecisi, bir icra ada­ mı değil, ayın zamanda bir fikir sistemini geliştirip ken­ di doktrinini ortaya koymuş bir devlet adamıdır. Bugün Demirel'in kitabı vardır, doktrini vardır. Doktrini burada, tabü,

dış

kaynaklı belli felsefi, sos­

yal ve iktisadi sistemleri ifade eden dar manasiyle kullan­ mıyoruz. Doktrinin ithal malı olması şart değildir. Umu­

mi manasiyle doktrin bir sisteme bağlanmış yeni teklifler getiren ve sahibinin damgasını taşıyan fikirler topluluğu­ dur. Bu tek bir salıayı da, bütün sahalan da içine alabi­ lir. Kelimenin bu umumi günlük kullanılışma dışarıda sık sık rastlanır : Brejnef doktrini, Nixon doktrini gibi. Bizim kendi adamlanmızı küçük görmek için hiç bir sebep yok­ tur. Bizde de pekala bir Demirel doktrini, bir Türkeş dokt­ rini vardır. Ve bunlar kendi partileri çerçevesinde haya­ ta da tatbik edilmektedirler. Her doktrin sahibi insan gibi Demirel'in de kendi sistemini ihtiva eden kitabı vardır. Demirel'in bir çok ki­ taplan ve makaleleri mevcuttur. Fakat son olarak yayın­ lanan "Yeni Bir Sosyal Mukaveleye Doğru" adlı eseri, ken­ di doktrinini derli toplu olarak ve etraflı bir şekilde or­ taya koymaktadır. Geçen cumartesi günü Aydınlar Ocağında bu Demi-:­ rel doktrininin münakaşasını yaptık. Toplantı büyük bir aydınlık getirdi. Demirel'in fikriyatı çok değişik bir top­ luluğun ve çeşitli temayüllerin ortasında gerekli ve

son

derece faydalı bir süzgeçten geçirildi. Toplantı bittiği za­ man elde kalan en bariz netice geniş bir tatminkarlık idi. Ayri fikir ve çevrelere mensup aydınlar Demirel fikriya-

272


tım bugün ulaşmış olduğu merhalede, üzerinde ittifak edi­ lecek bir sistem olarak tasvip etmekte birleşmişlerdi. Bü­ tünleşen kanaate göre Demirel bulunduğu mevki için son derece yeterli idi. Demirel haklı idi, Demirel doğru yolda idi, Demirel desteklenmeli idi. Demirel doktrini üçlü bir temele otunnaktadır. Bu saçayağının bir ayağı milli hakimiyet, bir ayağı iktisadi bü}'ÜP.le, bir ayağı da milliyetçiliktir. Milli hakimiyet Demirel doktrininin çok ısrarlı bir

davasıdır. Milli irade hakimiyeti, son sözün ınillette ol­ ması, parlamentonun üstünlüğü, demokratik cumhuriyet esası en büyük müdafiini itiraf etmek lazımdır ki Türk siyasi hayalında Demirel'in şahsında bulmuştur. Namık Kemal'den beri hiç bir siyaset ve tefekkür adamı bu da­ vaya Demirel ölçüsünde sanlınamıştır. Demirel hem fi.kri­ yat olarak hem icraat olarak gelmiş geçmiş en büyük de­ mokratik cumhuriyet ve milli irade takipçisi durumun­ dadır. Kitabında bu fikri en geniş ölçüde işlemiştir. Bu işleyiş sırasında klasik demokrasi ve milli irade bahsine bir çok yeni unsurlar ve yorumlar getirmiş, yeni buutlar kazandırmıştır. Hatta Demirel bu hususta o kadar ileri gitmektedir ki bir yerde gerçekiere ehemmiyet vermiyen bir idealiz­ me ulaşmaktadır. Bu noktada doktrin adamı olarak De­ mirel, icraat adamı olan Demirel'i seve seve, bile bile, bel­ ki de feda ede ede geride bırakmaktadır. Demirel'in bu idealist hürriyetçi demokratik cumhuriyet fikri tatbikat­ ta Türkiye'deki umumi seviyenin de, parti menfaatlerinin de çok üstüne çıkmaktadır. 14 Ekim seçimlerinde Demirel ısrarla bu idealist tutumun içinde kalmış, fakat bu hür­ riyet ve milli irade davası cemiyetin pratik dertlerinin çok üstünde mücerret bir seviye tutturduğu için denilebilir ki layıkiyle

anlaşılamamış,

değerlendirilememiş ve dolayı-

273


siyle parti için kayıplara sebep olmuştur. Gerçek şudur ki Demirel demokratik cumhuriyet davasını bütün cemiyeti çok geride bırakan bir mücahit

gibi idealist planda yü­

rütmektedir ve yürütmeye devam edeceği anlaşılmakta­ dır. Bunun Türkiye için ne büyük bir mana taşıdığının ve uzun vadede de olsa ne büyük bir hayati zaruret olduğu­

nun anlaşılacağı günlere kadar siyasi istikrarın askıda kalacağını unutmamak lazımdır. Demirel doktrininin ikinci ayağı iktisadi büyümedir. Demirel sosyal kavga, kısır sınıf mücadelesi yerine Tür­ kiye'nin iktisadi kalkınmasını ekonomik büyürnede gör­ mekte ve sosyal adalete giden yolun da sosyal refah dev­ letinden geçtiğine inanmaktad:ır. Kitabında bu fikri Tür­ kiye'ye tatbik ederek Türkiye'nin iktisadi büyümesinin bü­ tün unsurlarını yerli yerine bütün teferruatı ile oturtmuş ve hiç bir boşluk bırakmamıştır. Bu balıiste Demirel'in karşımıza çıkan fikriyatı ve icraaatı onun memleketi en iyi tanıyan, Türkiye'yi büyütıneDin

sırrına en çok ermiş

bulunen insan hüviyetini en şaşmaz bir şekilde ortaya koy­ maktadır. Haksızlık etmemek için bu sahada Türkiye'de Demirel'in önüne geçecek hiç kimsenin mevcut olmadığı­

m itiraf etmek lazımdır. Türkiye Demirel'le iktisadi çare­ sizliğinin en büyük doktorunu bulmuştur. Bunu bulduğu­ nu bilmek mevkiindedir. Milliyetçilik ise Demirel doktrinin

üçüncü ayağı, fa­

kat belki de nihai hedefidir. Demirel Türkiye'nin topye­ kun kalkınma

hummasının içine atılmasım istemektedir.

Bu atılımda iktisadi cihazianma daha çok bir vasıtadır. Asıl hedef Türk insanının ve Türk cemiyetinin saadetidir. Bu saadet ise ancak maddi refah yanında manevi kalkın­ maya ulaşınakla temin olunabilir. Manevi

kalkınma da

milletin kendi milli kültürü içinde yaşatlıması, şekillendi­ rilmesi ve yüceltilmesidir. Bütün Türklüğü içine alan Türk

274


kültürcülüğü ve İslamiyetle bezeli

Türk - İslam yaşayışı

ve telakkisi Demirel maneviyatçılığının

ve milliyetçiliği­

nin temelidir. Bu hedefin ve doktrinin vasıtası ise mede­ niyetçiliktir. Böylece Demirel,

Gökalp'le başlayan Türk

milliyetçiliğinin Türkleşmek, İslamiaşmak ve Muasırlaş­ mak formülünü çağımızda yeni bir hududa ve realiteye kavuşturmaktadır. İjte ana

hatlariyle

Demirel doktrini budur.

Türkiye kendisine sağlam ufuklar

Şimdi

vaadeden böyle bir

doktrinden ve onun bilgili, dirayetli sahibinden müstağni kalabilir mi ? Demirel gibi milli hakimiyet ve demokratik cumhuriyetin yılmaz bir müdafiini

bir kenara bırakmak

Türkiye için doğru mudur? Demirel ayarında bir kalkın­ ma adamının potansiyelinden mahrum kalmayı Türkiye nasıl göze alabilir? Bu sahada onun yerine kanacak ikin­ ci bir adam var mıdıi- ve kolay kolay yetişir mi ? Demi­ rel'in milli kalkınmanın milliyetçilik cephesindeki yerini ve anlayışını Türkiye ihmal edebilir mi ? İnsafla kabul etmek lazımdır ki Demirel Türkiye'de Dede Korkut kitabını, Or­ hun Abidelerini, Kutat-gu - Bilig'i okumuş ilk ve son baş­ bakandır. Bunun ifade ettiği manaya gözlerimizi kapata­ bilir miyiz? İşte şimdi herkes şapkasını önüne koyup derin derin bu soruların cevabını düşünmek mevkiinde ve zorundadır. Düşünecek ve ona göre karar verecektir. Eğer bu sorula­ ra vicdanla, insafla ve akılla menfi cevaplar vermek müm­ kün ise gelin hep beraber Demirel'i feda edelim. Türkiye'yi bu kuvvetli eviadının meziyet ve kaabiliyetlerinden mah­ rum bırakalım.

275


NİÇİN

BOYLE OLDU ! 7 Mart 1975

Okuyuculann benden devamlı bir şikayetleri vardır. Zaman zaman yazılar arasına uzun fasılalar verdiğimi söylüyorlar. Haklıdırlar. Bu sefer de öyle oldu. Milliyetçi cephe hareketi iyice oluştuktan ve hilldirnet kurma nok­ tasına geldikten sonra, bu oluşmaya hizmet eden yazıla­ nmıza ara vererek, bir müddet neticeyi beklerneğe koyul­ duk ... Yalnız bir değil, bütün memleket bu bekleyişin için­ de idi. Hatta aziz Türkiye'ınizin zorla çığnndan çıkarılan kaderi de bunu bekliyordu. Çünkü Türkiye'nin makfıs ta­ lihini yenecek tek ve son §8.llS milliyetçi cephe iktidan idi. Bugün de öyledir, yann da öyle olacaktır. Türkiye'­ yi yalnız milliyetçiler kurtaracaktır. Türkiye'yi kurtara­ cak düşünce sistemi de, güç de , kadro da yalnız onlarda vardır. Bu sistemi, gücü ve kadroyu iktidara gelmesin di­ ye engellemek sadece ve sadece Türkiye'nin feraha çıka­ cağı günü geriye atmak demektir. Bunun sorumluluğunu üzerine alanlar ve bu yolda bitmez tükenmez gayretin için­ de bulunanlar, hiç değilse tarihin hükmünden kendilerini kurtaramayacaklardır. Hemen şunu ilave edelim ki, hükfunetin milliyetçi cepheye verilmesi memleket ölçüsünde büyük bir sürpriz ol­ muş, fakat milliyetçi cephe hareketinin başında olanlar için her hangi bir şaşkınlık yaratmamıştır. Milliyetçi cep­ henin liderleri ve yürütücüleri milliyetçi fikrin karşısında

276


memlekette ne büyük ve sistemli bir direnişin mevcut bu­ lunduğunu herkesten iyi bilmektedirler. Bu arada herke­ sin beklemesine rağmen böyle bir ihtimalin çok kuvvetli olmadığını, ancak yüzre elli civarında dolaşbğını işin için­ de olan milliyetçiler yakından görüp teşhis etmekteydi­ ler. Zaten milliyetçiliğin Türkiye'de iktidara gelmesi o kadar !tolay olsa hiç memleket bu şekilde bulırandan bulı­ rana d�er miydi ? Türkiye'de milliyetçilik Atatürk'ün ölü­ münden sonra iktidardan sürülmü.ştür. Geri gelmemesi için de kırk senedir her türlü fikri ve milli tahkimat ted­ birleri alınmışbr. Bu yüzden kırk senedir Türkiye'de mil­ liyetçi fikir muhalefet kaderi içindedir. Milliyetçi fikir mu­ halefet olmaktan kurtulup iktidar olabilse Türkiye güllük gülistanlık olur ve Cumhurbaşkanımızın da dilegetirdiği bugünkü karanlık manzaraya bürünmezdi. Ayrıca milliyetçi partilerin bu buhranlı devrede yıp­ ranmay� çok müsait bir hükfunete pek hevesli olmadık­ larını da bilmek lazrmdır. Milliyetçi cephenin hükumet ol­ maktan çok daha mühim. başka işleri de yok değildir. Bun­ ların başmda derlenip toparianmak ve kader birliği yap­ mak gelir. Devleti ve rejimi işletmek gelir. Devleti ve re­ jimi sahipsiz bırakmamak gelir. Vatandaşın ümidi olmak gelir. Milli iradeye sahip çıkmak, yıkıcılığın karşısına di­ kilmek gelir. v.s. vs. Milliyetçi cephe kendisini bekleyen bu vazifelerde kısa zamanda başarının yolunu da bulmuş­ tur. Bu arada milliyetçi cephe hükümete de talip olmuş­ tur. Ekonomik sıkıntıların kör düğümünü bile bile, Tür­ kiye'nin akıl almaz şekilde bozulan, bozulmasına seyirci kalınan iç ve dış durumunu göre göre hükıimete talip ol­ muştur. Bu yalnız bir fedakarlıkbr. Memleketin gözönün­ de reyip bitmesine razı olmamaktır. Ters dönen çarkı ya-

277


vaşlatıp durduracağına ehliyetli olduğunu bilmektir. Tek kelimeyle hizmet arzetmektir. Yoksa ne bir heves, ve de ikbal düşüncesi milliyetçilerio hükumet isteğini gölgele­ memiştir. Fakat maalesef Türkiye şimdilik bu şanstan, bu tek şanstan, kapısına kadar gelen bu tek kurtarıcı talihten mahrum bırak.ılmıştır. Acaba neden böyle olmuştur? Milliyetçiler ve milliyet­ çi partiler için şimdi oturup bunu iyi düşünmek, sağlam bir durum muhakemesi yapmak ve bu son hadiseden lazım gelen ibret dersini alarak ona göre hareket etmek gerek­ mektedir. Şaşkınlığa, paniğe ve ümitsizlığe hiç bir sebep yoktur. Soğukkanlılıkla yapılacak bir değerlendirme mem­ leketin hangi noktada bulunduğunu gösterecek ve hepimi­ ze ışık tutacaktır.

Evet acaba neden böyle olmuş ve milliyetçi cepheye hükumet verilmemiştir ? Sebepleri şöyle sıralayabiliriz : 1

-

Milliyetçi cephe hükfımetini engelleyen en mü­

him sebep Türkiye'nin bugünkü fikir yapısıdır. Memleketi aslında devlet başkanı,

hükumet, partiler, müesseseler,

şahıslar değil mevcut fikir cereyanları idare etmektedir. Bu fikir cereyanları müsbet veya menfi bir takım görü­ nür görünmez tesirler icra ederek en büyüğünden en kü­ çüğüne herkesi tesiri altına alır. Hiç kimse bu şartlan­ madan kendisini ve hareketini

kurtaramaz.

Türkiye'de

bugün belli başlı cereyanlar olarak milliyetçilik, hümanizm komünizm, materyalizm,

bölücülük ve mezhepçilik vardır.

Bu cereyanlardan beşi milliyetçiliğe karşı daima işbirliği halindedir. Türkiye'de insanlarımız

kırk senedir maalesef

milliyetçiliğin karşısındadır, Türkiye'nin tek meşru fikir cereyanı olan milliyetçiliğe yabancı düşürülmüştür.

2 - CHP'nin eski devlet partisi olmak fikrini Ecevit bile devlet mekanizmasında söküp aatamamış, CHP lehi-

278


ne bir tercih hakkı Ankara'ya yerleşip kalmıştır. CHP'siz olmaz düşüncesi en az CHP'nin izni olmadan olmaz şek­ linde devam etmektedir.

3

-

Türkiye'de yüz senelik hürriyet ve otuz sene­

lik demokrasi mücadelesine rağmen milli hakimiyet, mil­

li irade meselesi henüz askıdadır.

Demokraside

gerçek

manasiyle henüz bir arpa boyu yol alınmamıştır. •

4

-

1960 ihtilalinden sonra geliştirilen ve iki partili

demokrasi yerine, kütleleri, bölen sayısız partili ve koalis­ yonlu rejimi uygun gören fikir yürürlüktedir.

Milliyetçi

milli iradenin AP, MSP, DP, CGP, MHP şeklinde, gerekir­ se ondan daha fazla bölünmesi tasvip ve teşvik edilecek, birleşmesinin yolları tıkanacaktır.

5

-

Bazı partilerin parti olarak kalması faydalı, fa­

kat iktidar olması

mahzurlu

görülmektedir.

Bilhassa

MSP'nin iktidara ortak olması istenmemektedir. MSP için CHP'ye destek, AP'ye köstek olmak kaderi biçilmiştir.

6

-

CHP'nin sokak hareketlerinin

tuttuğuna inamlmaktadır.

Bu

yüzden

iplerini elinde huzur

ve asayiş

şartının CHP'yi hükfunet dışında bırakmamakhn geçtiği kanaatı hakimdir.

7

-

Milliyetçi cephe hükumetinin cezri tedbirler al­

mak zorunda olduğu bilinmektedir. Esasen Türkiye'nin an­ cak cezri tedbirlerle selamete çıkmak durumunda olduğu kabul edilmektedir. Ancak bu göze alınmamakta ve ça­ tışmaya müncer olmasından korkulmaktadır. Her zaman­ ki ümitsiz idare-i masiahat yolunun, hiç değilse tehlikeyi biraz erteleyeceği sanılmaktadır. 8

-

Celal Bayar'ın iki partiyi birleştirme teşebbüsü

ters yorumlanmış ve işe kanşma şeklinde kabul edilmiş­ tir. Bilhassa seçilmiş bir parlamenter ifadesi tepki ya­ ratmıştır.

279


9

-

Kıbns ve Ege meselesi ile askeri yardımın kesil­

mesi, Türkiye'nin fevkalade hal içindeki durumunu

de­

mokrasinin üzerine geçici bir şal örtme ağırlığına ulaştır­ mıştır. Bu vaziyette fevkalade hal hükiımetlerine baş vu­ rulabileceği inancına kapılnuştır.

10

-

Rejim için yeni bir askeri

müdahale ihtimali

belirmiştir. Memleketin yüksek siyasi tansiyonundan ür­ külmektedir.

11

-

Basından CHP ve DP'ye kadar Milliyetçi cephe

hükümetinin kurulmaması için yapılan telkin ve tazyikler tesirli olmuştur. İşte görünürde ve olmayan, mesnetli veya mesnetsiz başlıca sebepler bunlardır.

Bunlar haklı mıdır ? Başka

sebepler de vardır? Hadiseyi tahille devam edeceğiz.

280


YENİ

REÇETE 11 Mart 1975

Türkiye'deki hükıim.et buhranına Mart ayı yeni bir reçete getirmiştir. Bu reçete Cumhurbaşkanımızın 1 Mart günü yapbğı konuşmayla yürürlüğe konmuştur. 10 gün­ den beri de bu reçete ile uğraşıl.makta, daha doğrusu va­ kit geçirilmekte, belki de vakit kazanılmaktadır. Bu reçete en son· teklif olarak zaman bakımından yenidir. Fakat içindeki ilaçlann tertibi itibariyle hiç bir yenilik getirmemiştir. Eski tavsiyeler, eski tertip ilaçlar bir defa daha, fakat biraz daha kuvvetle ve israrla ileri sürülın�tür. Milli koalisyon teklif edilmiştir, yeni değildir. Seçim tavsiye edilmiştir, yeni değildir. Hatta ortaya konan ge­ rekçe de yeni değildir. Memleketin gerçekten karanlık tab­ losu keskin Çizgilerle belirtilmiş, fakat hiç bir yenilik teş­ kil etmeyerek, sadece bir tekrar olmuştur. Zaten memle­ ketin bugünkü karanlık manzarasında hiç bir yenilik ve hiç bir beklenmediklik bahis konusu olamaz. Türkiye'nin böyle bir karanlığın içine dolu dizgin gitmekte olduğunu yıllardır tekrarlayıp durmaktayız. Bugün ul�ılmış olan nokta ne Cumhurb�kanııruz için, ne de bizim için bir süp­ riz değildir. Bu vahim durum oL<ıa olsa bir avuç, hayır hayır, bir avuç değil bir sürü gafil için bir yeniliktir. Demek ki Cumhurbaşkanımız da bu son teşebbüsün­ de yeni bir tutum ve teklif ortaya koymaktan kaçınmış 281


ve eski fikir ve karannda isarar etmiştir. Bu israrı ay­ lardan beri bir çok çevrelerde ve bir kısım Iiierlerde mem­ leket görüp durmaktaydı. Mesela Ecevit seçim diyor baş­ ka bir şey demiyor. Bozbeyli yer yüzünde Demirel başba­ kan olmasın fikrinden başka bir fikrin mevcut olabilece­ ğini aklına getirmiyordu. Karşıdakilerin bu katı, bu do­ nup kalmış tutumlan karşısında anlaşılan Cumhurbaşka­ nımız da kendi tavnndan başka çare olmadığına inanmış­

tır. Böylece milletin kansına bir yenilikle değil, bir israr­ la, kendi isran ile çıkmıştır. Halbuki gittikçe kördüğüm haline gelen ve usanç ve­ ren hükumet buhranı, denenmiş, işlememiş, böylece yıp­

ranmış eski formüllerle değil, ancak yeni bir formülle, ye­ ni tertip ilaçlar ihtiva eden gerçekten yeni bir reçete ile çözülebilir. Bugün bu konudaki tek yeni reçete ise Milli­ yetçi Cephe hükfımetidir. Evet, Türkiye'nin dış durumu daha da ağırlaşmıştır. Fakaat bu durum bile itibar görmemiş

eski formülleri

muteber hale getirrn eğe yetmez. Kaldı ki, durumun ağır­ Iaşması yıpranmış eski formülleri daha da geçersiz hale getirmiştir. Türkiye'ye, içine düştüğü bulırandan çıkmak için yalnız ve yalnız yeni formül gerektir. Mutlaka yeni­ lik, yeni formül, yeni tedbir gerektir. Türkiye'nin ufuk­

lannda ise Milliyetçi Cephe hükumetinden başka hiç bir yeni potansiyel mevcut değildir.

Fakat Cumhurbaşkanı­

mız şimdilik bu yeni tedbiri işletmemiştir. Cumhurbaşkanı, yüksek mevkü itibariyle tarafsızdır. Cumhurbaşkanımız da baştan beri doğrusu bu tarafsızlı­ ğı koruroağa çalışınağa çalışmaktadır. Ama hangi mev­ kide olursa olsun nihayet insanın bir kanaati vardır. Bu kanaat ise yakın ve uzak çevreden ve umumi atmosfer­ den tamamiyle tecrit edilemez. İnsan elbette ki kendisini

halka halkla çerleyen şahıslann, zümrelerin ve fikirlecin 282


tesirinde kalacaktır. Hele bizde siyaset adamlan, içinde bulunduklan hazır fikirlere itibar etme alışkanlığını öte­ den beri adeta değişmez kaide haline getirmişlerdir. Bu­ gün başlıca tesir vasıtalarından Ankara bürokrasisine ka­ dar, TRT'ye, büyük gaazetelere ve devlet mekanizması­ mn kilit mevkiinde bulunanlara hakim olan fikirler ise or­ tadadır. Bu fikirler aaslında memleket gerçeklerine ters dililse de -ki öyledir- tesir imkanlan dolayısiyle ister istemez insanı saracak ve doğruyu bulmayı güçleştirecek­ tir. Cumhurbaşkanımızın bu tesirle kendi gönlünde ve ka­ fasında ne kadar mücadele ettiği ve tarafsızlığını koru­ mağa ne büyük bir gayret gösterdiği beyanıtırun satır­ lan arasına sinrnekten geri kalmamıştır. Ama her şeye rağmen kanaatinde bir tarafın görililünün ağır bastığı gi>­ rülmektedir. Nitekim Ecevit hemen kendisinin yanında yer alnuş, milliyetçi partiler ise derhal karşısına geçmiş­ lerdir. Bu Cumhurbaşknımızın beyanatının başlıca talih­ sizliği olmuştur diyebiliriz. Ama büyük propaganda vasıta­ larİyle ustaca yapılan ve bütün gerçekleri örten yoğun ve yaygın bir kampanyadan kurtulmanın bugünkü şartlar­ da kolay olmadığını düşünerek bu beyanatı anlayışla kar­ şılamak gerekir. Kaldı ki Cumhurbaşkanımızın mühim noktalarda orta bir yolu tuttuğu da açıkça görülmektedir. Seçim tavsiye ederek Ecevit'in fikrine katılmış, fakat seçim kanunu değiştirmeden seçime gidilemiyeceğini be­ lirterek de daha çok Milliyetçi Cephenin görüşüne yaklaş­ mıştır. Azınlık hükumeti fikrini reddederek ECevit'in için­ de beslediği kuvvetli bir arzuya karşı gelmiş, öte yandan Milliyetçi Cephenin milleti cephelere böleceği yolundaki yanlış iddialan da benimser gibi olmuştur. Bu parlamen­ todan istikrarlı hükumet çıkamıyacağı fikrine katılmış, fakat aynı parlamentodan milli koalisyon gibi çok ileri bir 283


terkip istemiştir. Seçimden başka yol yoktur demiş, fa­ kat seçimin parlamentonun bileceği iş olduğunu ilave et­ miştir. Milliyetçi Cephenin milleti cephelere bölmek oldu­ ğwıa işaret ederek milliyetçi partileri incitmiş, fakat aynı partilerden Irmak hükumetine

katılm.alannı

istemiştir.

Hatta bazı Anayasa değişiklikleri beklediğini bile ima et­ miştir. Kısacası Cumhurbaşkanımızın beyanatı bir yandan sesi fazla çıkanların yarattığı umumi beyanın izlerini ta­ şımakta, fakat bir yandan da Türkiye'nin

uzlaşmaz hale

getirilen zıtlıklarının tam ortasında yer almaktadır.

ise bu beyanattaki teklifierin

işlerliğinin

Bu

daha baştan

mümkün olmadığının ifadesinden başka bir şey değildir.

Yani bu beyanat çözüm ararken hem gerekçesi ile, hem teklifleri ile, karşımıza bir çıkmaz getirmiştir. Fakat in­ safla belirtmek gerekir ki bu çıkmaz Türkiye'nin çıkma­ zıdır. Cumhurbaşkanımızın bu çıkmazda

şahsen geçmiş

bir sorumluluğu yoktur. Çıkmaz, Cumhurbaşk anımızı da içine almıştır. Cumhurbaşkanımız sadece iyi niyetle bu çıkınazı dile getirmektedir. Şimdi acaba Cumhurbaşkanımızın müsellem iyi niye­ ti Türkiye'yi bu çıkmazdan kurtaracak mıdır? Bu yeni re­ çetenin eski tertip ilaçları bu sefer müessir olacak mıdır? Bu tertipten bir hükiımet çıkacak mıdır? Hemen belirtelim ki bu tertipten bir hükiimet yani gü­ venoyu alacak bir hükiimet çıkmasını beklemek fazla iyim­ serlik olur. Bir büklımetin çık:mayaca,ğı Cumhurbaşkanı­ mızın beyanatında yer alan işaret ettiğimiz çıkmazlardan da açıkça anlaşılmaktadır. Siyasi partiler tablosuna şöy­ le bir göz atmak ise bu gerçeği büsbütü nortaya koyma­ ğa kafi gelmektedir : CHP'nin son ve kuvvetli korkusu

Milliyetçi

Cephe

birliğidir. Bu birlik CHP'ye bundan sonra seçim kazan­ dırmamak ihtimallerini kuvvetle içinde taşımaktadır. Onun

284


içirı CHP'nin uykusunu kaçırmıştır.

Şimdi CHP'nin bütün işi

bu birliği bozmağa çalışmaktır. Millet cephelere bölünü­ yor iddiasının, da, AP'ye el uzatmak manevralannın da, Milli koalisyona yanaşmak mecburiyetleride, bir CHP

-

AP hükfimetini el altından teşvik etmenin de, bir takım baskı ve tehdit unsurlarını kull anmanın da aslı, asıl se­ bebi ve gayesi budur. Fakat CHP kendisinin ihtiyatsızlığı yüzünden herkesi

ve liderinin

darıltmıştır.

Herkesin

aleyhinde konuşa konuşa, parti liderine de, partilere de, parlamentoya da çata çata, onlarla kendi arasmda doldu­ rulmaz uçurumlar açmıştır. Milliyetçi Cephe partilerinin, rejim pahasına da olsa, kendisi ile işbirliği yapması ta­ mamiyle imkansızlaşmıştır. DP bile Ecevit'i hiç isteme­ mekte, CHP ile de ancak Bozbeyli grubu koalisyona zır bulunmakta, DP'nin diğer yansı bunu

ha­

da kesinlikle

reddetmektedir. Böylece bir milli koalisyon gibi bir CHP

-

DP hükfimeti de imkansız bulunmaktadır. AP haklı olarak, başmda bulunmadığı hiç bir hüku­ mete katıimamayı, kendi tabirleriyle partiyi kiraya ver­ meği artık düşünemiyeceklerini,

evvelce bundan ağızlan

çok yanmış olduğu için, asla bükülmez bir kesinlikle ka­ rara bağlamış ve ilan etmiştir. Aynca AP memleket is­ tikbalinin teminatının Milliyetçi Cephe birliğinde olduğu­ nu keşfetmiştir. AP'nin bundan dönmesi, Milliyetçi Cep­ lıeye ihaneti aynı zamanda kendisinin intihan demek olur. Bu sebeplerle gerek AP için, gerek diğer üç parti için, ar­ tık Milliyetçi Cephe hükumetinden başka bir hükfunet dü­ şünmek mümkün değildir. DP'nin asıllan milliyetçi olan, fakat milliyetçi gibi hareket etmesini bilmeyen lideri ve arkadaşlan içinse de Demirel'den başka bir mesele yoktur. Demirel'i herta­ raf edecek her şekle gözü kapalı hazırdırlar. Milli koalis-

285


yon da Irmak başkanlığında bir CHP dışı koalisyon da onlar

için bir can kurtaran simididir. Fakat

odur ki

gorunen

kendilerine kimse bu fırsatı verıniyecek ve onlar

kapılanın çalmış olan parçalanma, erime ve ilk seçimde de bitme kaderlerinden kurtulamayacaklardır. Maalesef kim­ se onlan kurtaramıyacak, onlara yardım

edemiyecektir.

Çünkü bu kaderi onların kendileri istemiş, kendileri çiz­ miştirr. MSP, CGP ve MHP de Milliyetçi

Cephe birliğinde

gerçeği, hizmet aşkını ve imkanını bulmuşlardır. taraf bunları eritmek ve kapatmak

Karşı

niyetini açığa vur­

maktan bile çekinmemiştir. Artık bunları CHP ile aynı kaba koymak mümkün olabilir mi ? Sonra kısa zamanda öyle bir milliyetçi taban birleşmesi olmuştur ki dört mil­ liyetçi partinin hiç birisi artık bu tabanı tepmeyi göze ala­ rak Milliyetçi Cepheden ayrılamaz. İşte tablo budur. Bu tablodan hiç bir milli koalisyon, bir AP - CHP koalisyonu, bir CHP - DP koalisyonu, Irmak başkanlığında bir sağ koalisyon çıkabilir mi? Elbette ki çıkamaz. Böyle bir şey demokrasinin de, milletin de, fikir­ terin de, eşyanın da tabiatine

aykın olur. Kanaatİmiz­

ce çıksa bile böyle hükümetler aziz Cumhurbaşkanımızın ve hepimizin yüreğini yakan karanlık tabloya hiçbir ışık getirmez. Sun'i yollan, zorla güzellik yapma gayretlerini bırak­ mak için artık vakit gelmiştir. Türkiye'de iki siyasi ger­ çek vardır. Bir sol cephe, bir Milliyetçi Cephe. Hepimize düşen şey bu iki siyasi kanadı, çatışmaya asla müsaade etmeyerek, kardeşçe bir siyasi yanşma içinde tutmaktır. Bu da pek

8.18.

mümkündür,

kolaydır.

Yeter ki bu iki

tabii rekabet kutuplanın bir kaba koyarak idare-i mas­ lahat hayellerine kapılmayalım. Demokrasinin bünyesi bu-

286


dur, kaidesi budur, hayırlısı budur. Türkiye bunu başara­ caktır, başarmaya mecburdur. Bu sebeple her şeyden önce bunu bir kaba koyma uğ­ nında ileri sürülen baskılardan ve tehditlerden vazgeçme­ liyiz. Yok müdahale

olurmuş, yok demokrasi

bitermiş.

Doğrusunu isterseniz, böyle güdümlü bir demokrasi mil­ let bünyesinin sıhhati ve geleceği için herhangi bir dik­ tatörlükten daha tehlikelidir. Öyle veya böyle, fakat Tür­ kiye bir karar vermelidir. Bugün Türkiye için her karar, oyalanmaktan, meseleleri ileriye atmaktan bin kere daha hayırlıdır. Çünkü zaman aleyhe işlemektedir. Şimdi bunlan şu aklımızia biz düşünüyoruz da aziz Cumhurbaşkanımız görüp bilmiyor, buna imkan var mı­ dır. Bu son reçeteden bir hükii.met çıkmayacağını, elbet­

te ki muhterem Cumhurbaşkanımız da iyi bilmektedir. O halde niçin bu denemeye lüzum görm� ve beklendiği gi­ bi hükfuneti Milliyetçi Cepheye

vermemiştir?

Kanaati­

mizce bunda mutlaka bir yüksek hesap vardır. Sadi Ir­ mak denemesinden çıkacak ihtimalleri sıralarsak bu he­ sabı bulabiliriz. Bundan sonraki yazıda bu hesabı araya­ cağız.

287


14 Mart 1975 Bu denemeden güvenoyu alacak bir hükfı.met çıkma­ yacağı daha baştan belli olduğuna, daha doğrusu önceden bilindiğine göre, son Sadi lrmak denemesi niçin yapılmış­

br

Son yazımızda bu denemenin bir yüksek hesaba da­

yandığını ileri sürmüştük. Bu hesap nedir ? Mevcut durum, bu hesabm milliyetçi bükilmetin ku­ ruluşunu hazırlamak olduğunu göstermektedir. Yani Sadi lrmak denemesi milliyetçi cepheye hükUmeti vermek için aşılması lazım gelen bir merhale idi. Milliyetçi hükumet ku­ ruluşunun olgunlaşması için bu safhanın da geçilmesi ve bazı çevrelerde bulunan son tereddütlerin ortadan kalkma­ sı gerekiyordu. Her ihtimali denemek, denenmemiş hiç bir ihtimal bırakmamak, hem tereddüt erbabını tatmin edecek, hem de iddialı bir milliyetçi bükilmetin kuvvetini arttıra­ caktı . Şimdi bu yapılmış ve yoldaki son tıkanıklık da gi­ derilmek istenmiştir. Böylece siyasi sahada bir yumuşak inişin gerekli şartlan, hazırlanmıştır. Bu yorum bir iyimserlik, hatta bir zorlama gibi gö­ rünebilir. Ama içinden hükumet çıkmayacak bu son de­ nemenin taşıdığı ihtimalleri teker teker tesbit edip ayık­ layınca insanın elinde en geçerli unsur olarak sadece bu

288


milliyetçi bükuroete hazırlık hesabı kalmaktadır. İsterse­

·

niz gelin bu ihtimalleri birlikte gözden geçirelim :

1

-

Son Sadi Irmak denemesinin taşıdığı birinci ih­

timal diyelim ki Cumhurbaşkanımızın istifa etmek niye­ tidir. Yani muhterem Cumhurbaşkanımız bu tercihi cid­

di bir şekilde düşünmektedir. Bir kısım partilerin anlayış­ sızlığından, herkesin kendisini yalnız bırakmasından bık­ mış,

usanmıştır. Bütün ağırlık ve ıztırap

kendi yüksek

omuzlarına yüklenmiştir. Halbuki, Allah için, kendisinin Türkiye'nin çok uzun zamandan beri hazırlanan bu dra­

mında hiç bir payı yoktur. Başkalan Türkiye'yi bugünkü çıkınaziara sokmuş. Cumhurbaşkanıımza

sadece bu ağır

neticeyi fedakarlıkla göğüslemek düşmüştür. Üstelik ken­ disine fazla bir yardım da yapılmamaktadır. Bu durumda bu taşınmaz tarihi sorumluluğu niçin tek başına yürütsün ? Diğer taraftan Cumhurbaşkarunın bir istifa tehdit ve tazyiki bile herkesin aklını başına getirebilecek bir koz­ dur. Bu koz kullanılırsa inatçı bir çok kimseler müşkül mevkide kalabilirler.

!stifa

gerçekleşirse

memlekette

umulmadık gelişmeler vuku bulur ve belki de Türkiye'nin makus talihi böyle büyük bir hadisenin

reaksiyonundan

bambaşka bir istikamet alabilir. Bu itibarla Cumhurbaş­ kanımızın istifası son denemenin içinde bulunan ciddi bir ihtimaldir diye düşünülebilir. Bu ihtimali biz kendiliğimizden

ortaya

atmıyoruz.

Cumhurbaşkanımızın istifasını isteyenleri de dikkat

na­

zarına almıyoruz. Bu konuyu bir ihtimal olarak hesaba katmamızın başlıca sebebi gazetelerde bir müddetten be­ ri bu istifa ihtimalinin yazılıp çizilmesidir. Bilhassa Çan­ kaya'dan iyi haber alan kaynaklann ağzında bu konunun dolaşması çok dikkati çekecek mahiyette olmuştur. Gerçekten mesela Günaydın ve Milliyet gazetelerinde son zamanlarda satırlar arasına bu ihtimalin

bir tehdit

289


veya koz olarak sıkıştll'ıldığı sık sık göze çarpmıştll'. Bu arada bu ihtimalle beraber verilen haberlerin

sonradan

doğru çıkması araya sıkıştırılan ihtiınalin de doğru ola­ bileceğini göstermektedir. Nitekim milliyetçi cephe hüku­ meti konusunun iyice olgunlaştığı ve hemen hemen her­ kesin bunu beklediği günlerde mesela hükümetin Sadi

lrınak'a

Günaydın gazetesi

verileeeğim ve bir AP - CHP

koalisyonunun istendiğini israrla bildirerek günlerce her­ kesi şaşırtmıştll'. Sonradan

bu beklenmedik

haberlerin

doğru olduğu hayretle görülmüştür. O zaman bu haberle­ rin içindeki istifa işaretlerinin de sağlam kaynaklara da­ yandığını kabul etmek lazımdır. Bereket versin ki, son günlerde Sadi Irmak Cumhur­ başkanı ile görüşmesine dayanarak bu haberleri tekzip et­ ti. Böylece tatsız bir ihtimalin derin endişesi bir dereceye kadar zail olmuş oldu. Gerçekten böyle bir ihtimalin ger­ çekleşmesi katiyen temenni olunaınaz. Bir kerre Cumhur­ başkanı seçiminin ne büyük bir hadise olduğu ve muhte­ rem Cumhurbaşkanımızın seçilmesinin nasıl yüreklere su serptiği hatll'lardadır. TürkiyerJn

bugünkü s1kışık gün­

lerinde bir de Cumhurbaşkanı meselesinin yeniden ortaya ç1kması son derece üzücü bir hadise olur. Aynca Cumhur­ başkanımızın mümtaz şahsiyeti, tarafsızlığı, demokrasiye ba,ğlılığı ve milliyetçiliği

bugün gerçekten

darda kalmış

olan memleketimiz için mühim bir teminattll'. Kendileri­ nin dirayetinden yurdu mahrum bırakmak son derece bü­ yük bir kayıp olur.

Bu sebeplerle

Cumhurbaşkanımızın

memleketi böyle bir talihsizlikle karşı karşıya bırakmaya­ cağma güvenle bakabiliriz. N eti ce olarak, ısrarlı haberle­ re rağmen, Sadi Irmak denemesinin

arkasında Cumhur­

başkanının istifası ihtimalinin bulunmadığına

rahatlıkla

hülcmedebiliriz. Demek ki bu birinci ihtimal yoktur. 2

-

Son Sadi Irmak denemesinde yatan ikinci ihtimal

olarak bugünkü lrmak hükumeti modelinde bir geçici hü-

290


kurnet düşünüldüğü akla gelebilir. Buna göre bugünkü Ir­ mak hükumeti artık affedilmeye hak kazallllllŞtır. Bakan­ lar huzursuzdur ve içlerinde bir an önce evlerine dönmek isteyenler vardır. Senatoda kendilerine bitkisel hükumet denmiş, bu yüzden değerli ve haysiyetli bir bakan hırsın­ dan ağlamıştır. Bu hükfı.metin takati kesilmiştir. Halbuki Türkiye'nin bir müddet böyle şimşekleri üzerine çekmeyen, demokratik olmasa bile pek ala bürokratik olan bir hü­ kumete ihtiyacı vardır. Öyleyse nöbeti değiştirip aynı tipte bir hükumet getirmek lazımdır. Böyle bir hükumet CHP'lilerle kurulabilir veya CHP nüfuzunda olabilir. O takdirde birinci Sadi Irmak hüku­ metinin kurulması Ecevit hükumetini iki kanadiyle değil, MSP kanadı için icradan uzaklaştırmak

manasını taşır.

Böylece geniş bir daire çizilmiş olarak, MSP'den kurtul­ mak mümkün olunca, iktidarı yeniden CHP'ye teslim et­ menin yolu yeniden S8l'sıntısız açılmış olur. Bu ise CHP'­ yi destekleyen çevrelerin arzulanın yerine getirmek de­ mektir. Veya bu ikinci geçici hükumet birincisi gibi kurula­ bilir ve bir müddet de onlar idareyi yürüterek memlekete zaman kazandırırlar. Yahut üçüncü ihtimal olarak, bugünlerde belli çevre­ lerce çok teşvik edilen CHP desteğinde bir DP - teknokrat hükumeti

üzerinde çalışır. Böyle bir hükfı.met hem Milli­

yetçi Cepheyi engeller, hem de AP'nin aylannın bölünme­

si şeklindeki değişmez plana uygun düşer. İkinci ihtimal içindeki bu üç şeklin de,ne memleket için, ne rejim için, pek cazip tarafı yoktur. Kaldı ki bu tip düşüncelerin gayretkeşleri kimler olursa olsun, Cum­ hurbaşkanımızın katında rağbet göreceğine ihtimal ver­ mek devlet başkanımıza en büyük haksızlığı

yapmak de­

mektir. Cumhurbaşkanımız ne idareyi CHP'ye teslim et­ mek düşüncesinde olabilir. Ne nöbet değiştirecek, fakat eli

291


kolu bağlı ikinci bir geçici hükfımet, kendilerinin yüksek demokrasi anlayışiyle bağdaşabilir. Ne de CHP himaye­ sinde bir DP ve teknokratlar hükumeti gibi anlaşılmaz ve işlemez formüllere itibar edecek gerçekçi ve yapıcı olma­ yan bir tutum ve zihniyete sahiptir. Şu halde Sadi lrmak denemesinde akla gelebilecek bu ikinci ihtimal de mesnetsizdir. 3 Son denemenin ihtiva ettiği üçüncü ihtimal ise bunun Milliyetçi Cephe hükfımetinde karar kılmak için atılmış bulunan son adım olmasıdır. Zira Cumhurbaşka­ nının uzun zamandan beri Milliyetçi Cephe hükfımeti fik­ rinin olgunlaşmasını beklediği biliniyordu. Esasen herkes, Başbakan Irmak da, hatta Ecevit de bunu bekliyordu. Şubat içinde rnuhterem Cumhurbaşkanımızın bu yoldaki kanaati iyice olmuşa benziyordu. Fakat bu arada CHP ve sol çevrelerin endişesi, teıaşı, engel olma gayretleri de geometrik bir şekilde büyümeye başlamıştı. Derken ba­ zı vilayetler ve çatışmalar da çıktı ve memleketin tansi­ yonu yükseldi. Üstelik bu iç manzara Ege ve Arnerikan yardımı buhranlariyle de birleşti. Bu durumda Milliyetçi Cephe hükumetine karşı belli çevrelerde esasen mevcut olan allerjiler tesirli olacak bir seviyeye ulaştı. -

Öte yandan Milliyetçi Cephenin bir iç zaafı da tam giderilmişti. Bilgiç ve arkadaşlarının usanç verici tered­ dütleri kendilerine iş düşenierin her zaman veya zamanın­ da işe yaramadıklarını gösteriyordu. Ayrıca Milliyetçi Cephe hükumetini pek istemiyenler, bunun en son çare olarak kabul edilebileceğini, fakat da­ ha önce denenınesi gereken. lrmak'ın vazifelendirilnıesi .gibi yolların bulunduğunu sanıyorlardı. İşte bütün bu karışık manzarada Cumhurbaşkanımız Milliyetçi büklımete vazife vermeyi bir müddet ertele­ zarureti ile karşı karşıya kaldığı anlaşılıyor. Bu yüzden 292


Sadi Irmak'a vazife vermiş ve Milliyetçi Cephe dışındaki bütün ihtimalleri tüketmek istemiştir. Diğer taraftan Milliyetçi Cepheye hükfuneti teslim etmek için Şubat sonundaki yüksek tansiyonun da düşü­ rülmesi her halde zaruri görülm�tür. Doğrusu Sadi Ir­ mak'ın vazifelendirilmesi herkesi hükunetli bir bekleme devresi içine sokarak bu tansiyonu derhal büyük ölçüde düşürmüştür. Sadi Irmak'ın hükumet kurmak için başvurduğu çe­ şitli kombinezonlar da herkesi, bilhassa allerjisi olanlan Milliyetçi Hükfunet teşkiline alıştıracak m.ahiyettedir. Bu hususta lrmak'm beşli bir sağ koalisyon kurmaya çalış­ ması çok dikkat çekici bir gelişmedir. Eğer Sadi Irmak bunu başarsa demek ki CHP dışında, demek ki MSP'nin içinde bulunacağı bir hükumet gerçekleşecekti. Şu halde MSP'nin hükumette istenınediği · yolundaki iddialann bir değeri yoktur ve milliyetçi cephe pek ala MSP'yi de içine alarak bir hükümet kurabilir, kurarsa kıyamet kopmaz. Bütün bunlar ve bunlarla ilgili diğer noktaları da top­ tan düşününce, son Sadi Irmak denemesinin en kuvvetli ihtimali olarak milliyetçi cephe hükfımetine yol açma dü­ şüncesinin ağır bastığı emniyetle ileri sürülebilir. Tabii, as­ la yalnız bu hedef için deneme yapılmıştır. denemez. Sadi Irmak değerli bir insan<lır. Eğer kurabilirse pek ala kur­ sun, yürütsün. Fakat kurarnazsa hiç olmazsa kuracak olan­ lara imkan hazırlasın denmiştir. Bilmem bu yorumu yabana atabilir misiniz? Biz muh­ terem Cumhurbaşkanımızın müsellem iyi niyetini, demokra­ si titizliğini, milliyetçi şahsiyetini ve yüksek dirayetini göz önüne alınca bundan başka bir netice çıkaramıyoruz. aı

Şu halde milliyetçi hükfımete doğru çok yakl.a§tığımı­ söyleyebiliriz. 293


SAGDUYUNUN ZAFERi 21 Mart 1975 Her şey tahmin ettiğimiz gibi çıktı. Hükfı.met bulıra­ mndaki en yeni gelişmeleri geçen hafta birbirini takip eden üç yazı ile derinliğine tahlil etmiş ve hükfunetin Mil­ liyetçi Cepheye verilmeye hazırlandığını belirtmiştik. "Mil­ liyetçi hükfımete doğru" adım taşıyan ve cuma günü ya­ yınlanmış olan son yazımızda dünkü mesut neticenin tab­ losunu altı gün öncesinden bütün unsurlan ile tesbit et­ miş olduğumuzu okuyucularımız hatırlıyacaklardır. Bugün aynen tahakkuk etmiş olan o yorum şüphesiz bir kehanet değildi. Veya bir temenni, hayal ve iyimser­ lik de değildi. Fakat Milliyetçi Cepheye karşı olan ve ona hükfı.meti verdirnıemeye inanılmaz bir gayretle azınetmiş bulunan çevreler öyle boğucu bir hava yaratmaya muvaf­ fak olmuşlardı ki o günlerde bugünkü neticeyi çıkannak tamaıniyle imkansız gibi görünür hale gelmişti. O günle­ rin içinden bu neticeyi gönnek fevkalade bir hadise idi. Ama kullandığımız vasıta ne kehanet, ne hayal ne de iyim­ serlikti. Elimizde sadece dikkatli bir sağduyu ölçüsü var­ dı. Sağduyu ise her zaman zaferin en şaşmaz anahtandır. Hükfı.met buhramnda da sağ duyu nihayet her ihtimale galip gelmiş ve Milliyetçi cepheye hükfı.meti teslim ederek büyük bir zafer kazanmıştır. Zafer gibi mukaddes kelimelerin ulu orta kullanılma­ sından daima rahatsız oluruz. Fakat burada bu kelime 294


yerine tam olarak oturmaktadır, gerçekten Milliyetçi cep­ lıeye hükümetin verilmesi hakiki bir zafer, bir sağduyu zaferi görünümündedir. Zira milliyetçilikten

ve milliyetçi

partiler topluluğundan rahatsız olanların yarattığı atmos­ fer bu yolda her türlü ümidi kıracak mahiyette idi. Mil­ liyetçi cephe için hükümet adeta aslan ağzında idi. Bu iti­ barla onu oradan çekip çıkarmak hakiki bir zafer olmuş­ tur. Bu zafer şüphesiz herkesten önce Cumhurbaşkanının­ dır. Cumhurbaşkanımız dünkü son saatiere kadar etraftan adeta yağdırılan bütün tazyikleri, telkinleri, tesirleri, bü­ tün mezbuhane gayretleri elinin tersi ile bir kenara itmiş ve bunaltıcı karışıklıktan doğru fikri ve doğru hükmü bü­ yük bir isabetle çekip çıkarmıştır. Böylece Cumhurbaş­ kanımız demokrat bir başk anın

sarsılmaz prensiplerine

sahip bulunduğunu gösterdiği gibi, zor günlerin adaını ol­ duğunu da mükemmel bir şekilde isbat etmiştir. Bu ha­ reket onun şerefli mevkiine ve şahsiyetine sadece yeni bir tarihi şeref katacak mahiyettedir. Bu zafer ikinci olarak Milliyetçi Cephenin ve milliyet­ çi partilerin zaferidir. Milliyetçi partiler son haftalardaki sarsıcı gelişmeler karşısında ilk mühim imtihanlarını ver­ mişler ve bundan tam başarı ile çıkmışlardır. Yılmamışlar. da,ğılmamışlar, direnmişler, çözülme alameti göstermemiş­ ler, bilakis saflannı daha da sıklaştırmak lüzumunu duy­ muşlardır. Bunun şuuruna ermişlerdir. Türkiye'nin kurtu­ luşunun tek çaresi bundan sonra da yalnız bu şuura bağlı kalacaktır. Bu şuur Türkiye ufuklanndaki tek ümit ışığı­ dır. Dolayısiyle hükumeti alma zaferinde Milliyetçi Cephe­ nin haklı bir payı vardır. Ayrıca

Milliyetçiler zaferi her

zaman böyle kanıra kanıra alacaklannı da hem göstermiş, hem öğrenınişlerdir. Bu zafer üçüncü olarak milliyetçilik fikrinin zaferidir. Milliyetçi cepheyi kuran, milliyetçi partileri ilk toplanma-

295


ya sevk eden, memleketin en zor günlerinde işleri göğüs­ lerneye hazır ve aynı zamanda ehliyetli olan tek fikrin, tek ciddi fikrin kendisi olduğunu gözler önüne seren Türkiye'­ yi güçlükler içinden çıkarmaya namzet tek doktrin olduğu­ nu gösteren ve hizmete hazır bulunan meşale milliyetçilik­ tir. Bu meşale etrafında toplaruhnca her türlü makfıs gay­

retierin işlemez hale geldiği gözler önüne serilmiştir. Bu zafer dördüncü olarak demokrasinin zaferidir. Hü­ kiımetin milliyetçi partilere verilmesi, milli iradenin, mil­

li hakimiyet davasırun

önündeki çok mühim bir engelin

aşılmasıdır. Bu aşma otuz yıllık demokrasi gidişinin en büyük dönüm noktalanndan birini teşkil etmektedir. Bu dönüm noktası aşılmasaydı Türkiye için demokrasinin de ayakta durrna gayretlerinin de hiç değilse sonunun başlan­ gıcı ile karşı karşıya gelinmiş olurdu.

Şimdi bu zaferle milletimizin yüzü bir daha gülrnek imkanını bulacaktır. Ancak bu gelişmeden herkes payına düşen hisseyi almalıdır. Bu arada milliyetçi partilere dü­ şen en büyük vazife, parti menfaatlerini, milliyetçi cephe menfaatlerinin üstüne çıkarmamak titizliğini göstermeleri­ dir. Herşey buna bağlıdır, herşey buna bağlıdır. . .

296


MİLLİYETÇİLER, roPLANINIZ

9 Nisan 1975 Hükumet programı meclislerde okunmuştur.

Şimdi

güven oyuna gidilmektedir. Programın okunması ile Mil­ liyetçi hükümet güven oylaması muamelesinin çok mühim bir merhalesini başarı ile aşmıştır. Bu ilk merhale hayati bir ehemmiyeti haiz idi. Yeni hükümetin, güven oyuna te­ sir edecek olan itibarı, bir imtihandan geçiriyordu. Mecliste toplantı ekseriyeti sağlanamazsa Milliyetçi Cephe için git­ tikçe ağırlaşan moral bir çöküntü başlayacak ve sonunda güven oyu da tehlikeye girecekti. Muhalefet bunun için bir obstrüksiyona hazırlanıyordu. Pazar günü programın oku­ nuşuna yakın dakikalara kadar bu istikamette kesif gay­ retler sarfedilmiştir. Fakat neticede otururnun 226'nın üs­ tünde bir ekseriyetle toplanacağı anlaşılınca, biraz sonra da toplantı başlarken bu ekseriyetin oluştuğu görülünce, muhalefetin engelleme niyetleri ortada kalmıştır. Bu milliyetçi cephe için çok mühim bir başarıdır. Mil­ liyetçi hükümet böylece gittikçe büyüyen sıhhatli bir iti­ barla güven oyu yarışına başlamıştır

Nitekim Pazard,an

sonra geçen iki günde güven oyu alma ihtimali saat saat hızlı bir şekilde kuvvet kazanmıştır ve kazaıunaktadır. Şu anda anlaşılan odur ki menfi oyların sayısı 210'u pek geç­ meyecek buna mukabil menfi olmayan milletvekili sayısı belki de 230'u aşacaktır. Yani beyaz oylar ve iştirak et­ meyenler 230 civarında olacaktır.

297


Milliyetçi hükümet, programın

okunuşunu

engel­

leme gayretlerini atıatarak büyük bir itibar kazancı sağ­ larken, bizzat programın kendisi ile de elle tutulur bir ma­ nevi üstünlük temin etmiştir. Zira okunan program gerçek bir tarihi hadise olmuştur. Bu program Atatürk'ten son­ raki kırk senede en milliyetçi hükümet programı olmak şe­ refini taşımaktadır. Milli kültürün mahiyeti ve rolü şim­ diye kadar hiç bir programda bu kadar iyi doğru ve ilmi ölçülere uygun şekilde anlaşılmaiDJ§b. Türkiyenin kurulu­ şuna bu derece doğru bir teşhis koyan fevkalade güzel bir programla işe başlamak çok ümit vericidir ve dört parti için de bu bir şeref ve iftihar

kaynağıdır.

Böylece bu

programın kendisi bile başlı başına onun sahiplerini iti­ barlı kılacak değerdedir. Bu sebeple programın okunınası ekseriyetinin yanında, programın muhtevası da, güven oyu yolunda Milliyetçi Cepheye bağlanan ümitleri adamakıllı kuvvetlendirmiş ve müsbet bir manevi hava yaratmıştır. Artık bu manevi havada milletvekill erine, önlerinde ııçı­ lan milliyetçi kapıdan gönül huzuru ile geçmek ve bu işi başan ile bağlayarak yeni bir tarihi devreyi başlatmak va­ zifesi kalmıştır. Bu vazifenin alelade bir parlamento hizmeti olmaılığ-ı meydandadır. Türkiye bugün mutat bir güven oyu hadltıo­ si ile karşı karşıya değil fevkalade ehemmiyetli bir gt�r·i l l ­

rni

çözmek meselesi ile yüz yüzedir. Bir kere bu güven oyu

Türkiye'yi Cumhuriyet tarihinin en sıkışık iç ve dış şnrl­ lar karşısında aylardır devam eden görülmemiş bir bulı­ randan kurtarmaya namzettir. Ya kurtaracak veya md1. memleketimiz sonu meçhul yeni bir bulıranlar denizin e gli­ mülecektir. İkinci olarak, bu güven oyu, Türkiye içi ı ı lı; ve dış nazik şartlar kadar ve h atta ondan daha mll l ı i ı ı ı olan b ir fikir cereyanının, milliyetçilik cereyanının ı n ı ı kadderatı bakımından büyük b ir önem taşımaktadır. il:irrı Türkiye'de bugün cereyan eden şey şahısların

298

part i l ı • ı- l ı ı


mücadelesi değil ; şahıslara da, partilere de, müesseselere de istikamet veren fikir cereyanlannın

çekişmesidir.

Bu

hususta Türkiye'de adeta bir meydan muharebesi cereyan etmektedir. Buna Türkiye meydan muharebesi diyebiliriz. Bu boy ölçüşmede bir yanda milliyetçilik cereyanı,

bir

yanda diğer fikir cereyanlan vardır. İşte güven oyu bu meydan muharebesinin de mukadderatını tayin edecektir. Hülasa, Türkiye bugün alelade bir güven oyu meselesini çok aşan ; şahıslan da, partileri de, hükümeti de çok aşan bir güven oylaması ; tarihi sosyal, ekonomik ve kültürel fevkalade bir hadise karşısındadır. Türkiye'de mevcut bulunan ve memlekete yön veren, Türkiye'nin sosyal bünyesini avuçlannın içine alan, şahıs­ lan ve partileri idare eden fikir cereyanlan nelerdir ? Bun­ lan şöyle sıralayabiliriz : hümanizm, marksizm bölücülük, materyalizın, mezhepçilik, milliyetçilik. Objektif olmak için hemen arzedelim ki iddia plarunda bu fikir cereyanlannın hepsi müsbet bir hedef peşinde görünmektedirler. Hepsi Türkiye'ye kendilerinin saadet getirecekleri iddia ve da­ vasındadırlar. Bunlardan. Hümanizm modern kozmopolitlik, beynelmilelcilik ve batı insaniyetçiliğidir. İnsani değer

olarak eski grek ve

latine dayanan batının insani değerini ön planda tutar. Yani sözde ve aldatıcı bir insaniyetçiliktir. Diğer milli ve insani değerleri yok etme peşindedir. Böylece hümanizm askeri emperyalizm devrinin bittiği çağımızda batının eko­ nomik, sosyal ve kültürel emperyalizmini

yürütmek için

kullandığı çok müessir bir silahtır. Bu yüzden bu cere­ yanm arkasında sayısız imkanlanyle büyük bir batı dün­ yası vardır. Marksizm · elli seneden beri dünyayı sarsan ve itiraf etmek lazımdır ki çeşitli sebeplerle gittikçe kuvvetleneo ve yaygınlaşan en büyük beşer hastalığıdır. Fakat vakıadır, gerçektir. Arkasında ise başlıca Rus emperyalizmi vardır.

2.99


Şimdi Çin emperyalizmi de buna katılmıştır. Yani bu fi­ kir cereyanının arkasında da geniş imkanlan ile büyük

dış

kuvvetler vardır. Bölücülük Türkiye'de bir millet değil ayn halklar ol­ duğu, iddiası ile Türk ülkesini bölmek isteyen cereyandır. Bunun da arkasında dış kuvvetler ve tehlikeler olmakla beraber, yerli mihraklar da vardır. Materyalizm maddeyi putlaştıran fikir cereyanıdır. Felsefi bakımdan marksizmin de içinde vardır. Fakat bu­ radaki kastımız felsefi veya mekanik materyalizm değil, alelade maddecilik ve çıkarcılıktır. Bu cereyan ise esas iti­ bariyle bütün ceiniyeti sarmış yerli bir varlık halindedir. Manevi dünyayı, milli kültür değerlerini dikkat nazarına almaz. Mezhepçilik sunni ve şi'i aynlığını canlı ve kavgalı tut­ mak isteyen cereyand.ır. Türkiye'de baş meselenin alevilik ve sunnilik meselesi olduğu iddiasmdadır. Bu cereyan da esas itibariyle yerli bir varlıktır. Milliyetçilik ise Türkiye'nin milli kültür içinde geliş­ mesini esas sayan fikir cereyanıdır ve tamamiyle yerlidir. Hiç bir dış destek ve kaynağı yoktur. İşte Türkiye'ye hakim olan fikir cereyanlan bunlardır. Bunların en bariz hususiyetleri milliyetçiliğin bir taraf, diğerlerinin de toptan bir taraf teşkil etmesidir. Diğerle­ ri sık sık birbirleriyle . iş birliğine girerler Milliyetçilik yal­ nızdır. Diğerlerinin de sayısız imkanlan ve kuvveti var­ dır. Milliyetçiliğin ise tek silahı Türklerin birlik olmalan, milli birlik ve bütünlük, milliyetçilerin birleşmeleridir. Çe­ şitli gruplara bölünmüş bir milliyetçilik cereyanı bu diğer dev cereyanlarla katiyen başa çıkamaz. Tek silah ve çare birleşrnek ve bütünleşmektir. Fakat milliyetçiler birleşmesini ve asgari müşterekler­ de bütünleşmesini bilmedikleri ve beceremedikleri için, di­ ğer cereyanlar son zamanlarda milliyetçiliği dolayısıyla 300


millet bütünlüğünü ve Türkiyenin bekasını iyice köşeye sı­ kıştırmışlardır. İşte şimdi milliyetçi cephe birliği ve hükümeti ile, milliyetçilik sıkıştınldığı köşeden çıkınağa çalışmaktadır. Bu çıkışta sen ben yok, şahıs ve parti mevki ve makam yok, yalnız ve yalnız milliyetçiliğin taparlanması vardır. Bu toparlanma ise ne yalnız şu veya bu şahsın, şu veya bu partinin işi ve vazifesidir ne de yalnız onların inhisa­ rındadır. lş herkesin işi, dava herkesin davasıd:ır. Bu sebeple bu tarihi vazife yalnız AP, MSP, CGP ve MHP'nin değil ; bütün milliyetçilerindir. Yalnız tamamı milliyetçi olan DP değil, içinde bir çok milliyetçi bulunan CHP grubu da bunun dışında düşünülemez. Diğer taraftan yalnız milliyetçilik fikri taşımak bir şey ifade etmez, mühim olan milliyetçi gibi hareket et­ mektir. Şimdi memleket bütün DP'den ve CHP'nin milli­ yetçi kanadından yalnız kuru milliyetçi olarak kalmak de­ ğil milliyetçi gibi hareket etmek bekliyor, gözlüyor ümit ve dua ediyor. Kimse Bozbeyli'nin Sükan'ın Korkmazcan'ın ve DP ilc CHP'nin diğer milliyetçilerinin ağzından güven oylamasında "red" kelimesinin çıkabileceğim ummuyor Bozbeyli de Sükan da güzel işaretler vermişlerdir. Milliyet­ çi hükümet güven oyu alırsa yapacağı müsbet işleri des;.. tekleyeceğiz demişlerdir. Geriye bir güven oyuna evet de­ mek kabul demek kalıyor. Bu kadarcık şeyi onların milli­ yetçiliğinden beklemek Türk milletinin hakkı değil midir ? Bunu diyenleri Türk milletinin de milliyetçi seçmenin de nasıl yeniden bağrına basacağını düşünmemek mümkün müdür ? Ey Milliyetçilik cereyanının mensupları ; ister dört koalisyon partisinde, ister DP'de, ister CHP'de ; nerede milletvekili olursanız olunuz toplanınız ! Toplanınız ve kırk yılda bir milletin yüzünü güldürünüz !

301


OOH ÇOK ŞüKVR YARABBl ! 16

Nisan 1975

Hükfunet kuruldu ve güven oyu aldı diye böylesine sevinç gösterisinde

bulunmak ilk bakışta bir üniversite

hocasını n ağırbaşlılığı, tarafsızlığı ve manevi sorumluluğu ile bağdaşmaz. Bunu biz de doğru

bulmayız. Ancak bu

normal şartlar ve normal ölçüler için gerekli olacak bir hükümdür. Eğer normal bir siyasi muamele, alelade bir güven oyu hadisesi karşısında bulunsaydık gerçekten böy­ le bir sevinç tezahürü en azından hissi bir davranış olurdu ve o zaman ilim hayatına uygun

düşmeyecek bir hafiflik

teşkil edebilirdi. Fakat bugün karşı karşıya olduğumuz güven oyu ha­ disesi alelade bir hadise d�, fevkal3.de bir had:isedir. Bu hadise yalnız siyası kaderneyi ilgilendiren ve yalnız ken­ di hudutlan içinde kalan basit bir gelişme

olarak kabul

edilemez. Hadise siyasi zeminin dışına taşarak bütün sos­ yal, kültürel ve hatta ekonomik sahaları da içine almak­ ta ve kendi hudutları dışında bütün Türk cemiyeti için fevkalade ehemmiyetli bir milli gelişme ağırlığını ve vü­ satini de beraberinde getirmiş bulunmaktadır. Hepimiz bu geminin içindeyiz. Aziz Türkiye'yi

bir zelzele dehşetiyle

sarsan siyasi sosyal ve kültürel dalgalanmanın istesek de dışmda kalamayız kalmamalıyız. İster üniversite mensubu olalım, ister siyasi kadernede bulunalım, ister s:ıkakta işin­ de gücünde vakur fakat sade vatandaş olalım, cereyan eden

302


bu barikulade oluşuma bu tabiat dışı akıntıya bigane kala­ mayız. Bu güven oyu, Türk cemiyeti için öyle bir tarihi hadisesidir ki Cumhurbaşkanından en küçük

vazifeli bir

ferde kadar herkes yediden yetmişe bu mesut neticeye se­ vinmek ve Allah'a olan şükran borcunu içinden veya açık­ ça dile getirmek durumundadır. Bunun particilkle, taraf tutmakla, hissilikle hiçbir alakası yoktur Allah Türk mil­ letinin yüzüne bir kere daha gülmUş, memleketimiz netice­ si herkese şamil, kırmızı oy verenlere de şamil mühim bir milli başan kazanmıştır. Türk milletinin hayatiyetnin bü­ yük yaşama azminin çok ümitsiz bir anda yeni bir delili ortaya konmuştur. Buna nasıl sevinmez bunun için nasıl şükretmeyiz? Hiç unutmam. 1950 seçimlerinde Demokrat Partinin iktidara geldiği anlaşılınca, ertesi gün Ahmet Emin Yai­ rnan şimdi bizim bu yazıya koyduğumuz isim gibi bir baş­ lıkla coşkun bir başmakale yazmıştı. Yüz senelik bir hür­ riyet fikri ve mücadelesi büyük meyvesini vermiş ve ilk defa iktidar seçimle el değiştirmişti. Yenibir devir millete saadet getireceği umulan yeni bir siyasi hayat tarzı baş­ lıyordu. Bugün de Türkiye'de ona benzer bir coşkunluğun şart­ lan ve makbul sebepleri vardır. Üç gün önce alınan güven

oyu Türk milletinin tarihin içinden akıp gelen barikulade yaşama gücünün yeni bir tezahürü, kötü kadere teslim ol­ mayacağının son bir ifadesi olmuştur. Bu güven oyu ile, Türkiye çok sıkışık iç ve dış şartlar ve fevkalade vahim gelişmeler karşısında bulunduğu bir zama nda makfı:s gibi görünen talihine rıza göstermeyeceğini

ortaya koymuş­

tur. Bu millet hayatı bakımından hakiki bir şahlanmadır. Kim olursak olalım, buna nasıl sevinmez, nasıl şükret­ meyiz? Bir kere, rejim büyük bir tehlike atıatmıştır Hükumet buhranı ayiara ve neredeyse yıllara yayılarak zaten çok

303


iyi beceremediğimiz demokrasi hamlesini sıfıra müncer kı­ lacak bir manzaraya bürünmüştü. Temenni olunınaz ted­ birlerin zarureti hatta bir askeri müdahalenin kaçınılmaz­ lığı bile kapıınızı çalacak hale gelmişti. Sonra parlamentonun itibarı bahis konusu idi. Demok­ rasi ve milli irade hakimiyeti meselesi parlamentonun iti­ bariyle sıkı sıkıya bağlıdır. İçinden hükfunet çıkmaz bir parlamentonun itibarı değil, varlığı bile sual mevzuu ola­ bilir. Şimdi bu suale de müsbet bir cevap verilmiştir. Bunlann üstünde hükfunet buhranı Türkiye'de dev­ letin varlığını da açık veya kapalı olarak tehdit ediyordu. Devlet yalnız hudut, nüfus toprak ve dış münasebet değil­ dir. Bunlar devletin maddi çerçevesidir. Eğer bu çerçeve­ nin içine hakiki devlet makanizması oturmazsa dış çerçeve de kısa zamanda çözülmekten kendisini kurtaramaz. Şim­ di güven oyu ile, gittikçe içi boşalan devlet peteğillin yeni­ den daldurulması imkanlan da ortaya çıkml§tır. Türk insanı iki bin yıldan beri saadeti devlette devlet olmada gören bir insandır. Devletsiz olmayı, Türk insanı bedbaht olmak sayar. Türk telakkisinde ferdin saadeti devletle birleşir ve bütünleşir. Bu sebeple, Türkler mes'ut ve bahtiyar olmaya devletli olmak derler. Son zamanlarda devleti zayıfladıkça Türk insanının saadetine de git gide koyulaşan bir gölge düşüyor ve çöküyordu. Şimdi güven oyu ile fert olarak hepimizin refah ve bahtiyarlığı üzerinde­ ki bu haskılann da kalkması ihtimali belirmiştir. Devleti­ miz kuvvetlenecek ve bu kuvvetten biz de fert fert mesut ve bahtiyar olacağız. Dış tehlikeler ise, Türkiye'nin hükumet bulıranını as­ la affettirmeyecek bir istikamet aliDI§tı. Adeta dış düşman­ lar Türkiye'deki hükumetsizliği bir vesile sayınağa baş­ laiDI§lardı. Yunanistan bugün Meriç nehrinin bir karışlık 304


yatağında bile petrol arama,ğa kalkacak şekilde belasım aramakta israr etmektedir. Türkiye'nin etrafındaki yakın uzak bütün dış çemberler görünen ve görünmeyen elierin gittikçe sıkıştığı bir mengene halindedir. Böyle bir karan­ lık gibi iptidai ve sorumsuz bir demokrasicilik oyununa kendisni kaptırması ve hükfunetsizlikte israrı felaketierin en büyüğünü bu aziz vatanın üstüne yağdırabilirdi. Şimdi bu karanlık ihtimalin de önüne çıkmak imkanlan belirmiş­ tir. Nihayet, memleketin istikbali bakımından çok vahim bir tefrika milliyetçi partiler arasına yerleşerek kurtuluş ümitlerini bile yüzlerimize kapalı tutuyordu. Şimdi bu uğursuz tefrika da ortadan kalkmağa ve partilerin akılları başlarına gelrneğe başlamıştır. Hülasa neresinden bakılırsa bakılsın alınan güven oyu Türkiye'nin taşına toprağına huzur getirecek ve dev gibi büyüyen gerilimi çözecek mahiyettedir. Bu itibarla gelin hep beraber tekrarlıyalım : Ooh çok şükür yarabbi !

305


1ŞLER İYİ GİDİYOR 7 Mayıs 1975 Milliyetçi cephenin kurulması ve iktidan alması, yal­ nız Cumhuriyet tarihinin değil, bütün Türk tarihinin en

büyük hadiselerinden biridir. Türkiye'de her şey tarihi öl­ çüde kaybedilınek üzere iken, son anda gerçek bir muci­ ze vukubulmuş ve milliyetçi hükümet iş başina geçmiştir. Derinden bakılınca bu bir milli kıyamdır. Türk milleti ma­ kiıs talihine baş kal� ve kendisine biçilmiş görünen hazin kadere boyun

eğmeyeceğini en umulmadık bir za­

manda bir kere daha isbat etmiştir. Bütün memleketi ade­ ta yerinden oynatan taşkın vefakat vakur sevincin sebebi de budur. Haftalarca görülmemiş bir sel gibi Başbakanlık koridorlanndan akıp giden ve ardı arkası kesilmeyen adeta bütün Anadolu'nun özünü Ankara'nın kalbine ulaştırma manasını taşıyan bahtiyarlık dalgası sadece büyük bir teb­ rik fırtınası değil, aynı zamanda çok manalı bir bayram­ laşma hareketi olmak vasfındadır. Türk milleti gerçekten büyük bir iş başarmış ve bahtiyar olmuştur. Geniş çevreler bir yana, bugün onu gerçekleştirmiş parti liderleri için bile birkaç ay önce beklenmedik bir ha­ dise olan bu mucizenin izahı da şüphesiz Türk milletinin tarihi karekterindedir. Türk milletinin en büyük tarihi vas­ fı müthiş bir yaşama gücüne sahip olması ve ölmezliğin SUTını doğuştan beraberinde getirmesidir. Bu . barikulade kudretle Türk milleti ta Ergenekondan beri ne zaman dar

306


boğaza sık�mışsa, sonunda ondan silkinip kurtulmasını bil­ miştir. İstiklal Harbi de daha dün cereyan etmiş böyle bir Ergenekon'dan başka bir şey midir? Fakat kurtulmakta gösterdiği becerikliliği fevkalade bir sanat eseri şeklinde tekrar tekrar görmek ve cihana göstermek ister gibi tarihi kader bu büyük milleti sık sık dar boğazlara sürüklemekten bir türlü vazgeçmemektedir. Nitekim İstiklal Harbinin daha şehit kanlan kurumadan elli yıl sonra 1970'lerde Türk milleti

yeni bir dar bağaza

itilmiştir. Atatürk'ün ölümünden sonra baş kaldıran

ve

batı emperyalizminin silahı olmaktan başka bir şey olma­ yan kozmopolit hümanizm, Türkiye'yi ve Türkiye'deki mil­

U kültürü kasıp kavurarak memleketi derin bir çıkmazın eşiğine getirme hazırlığını yapmıştır. 1961 Anayasasının getirdiği şartlar ise bu hazır zemindeki kaymaya yeni hız­ lar ve yeni unsurlar ilave etmiş ve aziz Türkiye'mizin üze­ rine başta Marksizm olmak üzere bir sürü yıkıcı cereyan bütün dehşeti ile çullanmıştır.

Neticede Türk milleti son

yıllarda onun bütün varlığını tehlikeye atan yeni bir dar boğazın tam ortasına düşmüş ve modern bir Ergenekonla karşı karşıya kalmıştır. Şimdi milliyetçi hükumet formülü ile Türk milleti işte bu çok bunaltıcı çağdaş Ergenokondan çıkışın ilk ip ucunu yakalamıştır. Marksizmi, bölücülüğü ve diğer yıkıcı cere­ yanlan durdurmanın ve memleketi selamete

çıkarmamn

ilk ve tek şansı tam zamanında kullamlmıştır. Bu şans kul­ lanılmasa vemilliyetçi hükümet kurulmasa idi, Türkiye'­ yi Marksizmin ve yıkıcılığın pençesinden kurtarmak, kaza­ sız belasız kurtarmak hemen hemen

imkansız hale gele­

cekti. Buitibarla milliyetçi hükümetin işbaşı yapması mil­

U kadere tam zamanında yapılan bir müdahaledir ve ger­ çek bir mucizedir barikulade bir başandır. Fakat şüphesiz henüz başlangıçtayız.

Yeni Ergene­

kon'dan çık�ın tek sım keşfed.ilmiş, milliyetçi hükümet

307


kurulmuş fakat henüz dar boğazdan çıkılmamıştır. Mil­ liyetçi cephe hükümetinin kuruluşundaki başan büyüktür, fakat kafi değildir. Şimdi bu hükümetin İcraatının da ba­ şanlı olması lazundır. Şimdi herkese, bütün milliyetçilere bu başarıya yardımcı olmak düşmektedir. Yardımcı olacak ve Türkiye'yi bu en karanlık dar boğazdan el birliği ile kurtaracağız. Hemen belirteyim ki milliyetçi hükümetin başanlı ola­ cağına benim tam bir itimadım vardır. Bu güvenin bir te­ menniye ve mesnetsiz iyimserliğe dayanmadığım okuyucu­ lara temin etmek isterim. Bilakis, bu hükümetin varlığı kendiliğinden bir çok mantıki başarı sebebini bünyesinde taşımaktadır. Kuruluşu gerçek bir başan olan bu hükü­ metin icraatı de gerçek bir başarı olacaktır. Bundan hiç şüphe etmiyorum. Bir kere bu hükümet alternatifsizdir. Türkiye'nin şart­ larmda bu hükümet tertibinden milliyetçi cepheden başka hiç bir kurtarıcı formül memleket ufkunda gözükmemek­ tedİr. Ya milliyetçi cephe iktidar olacak veya Türkiye sos­ yalizmin meçhul karanlığına gömülecektir. Çaresizlik in­ sana da millete de üstün bir kuvvet verir. Türkiye milliyet­ çi cephe dıŞlllda çaresizdir ve milliyetçi hükümet bu ça­ resizlikten ayn bir güç alacaktır. tkinci olarak bu hükümet geniş bir milli irade desteği­ ne, büyük vatandaş kütlelerinin yardımına açıktır. Bu hü­ kümet Türk milletinin büyük bir siyasi susuzluğuna ce­ vap vermiştir. Bu yüzden büyük bir sempati ile işe ·başla­ mıştır. İşinde gücünde Türk halkımn hükümeti geniş bir sevgi halesi ile bağrına basmış, kendi hükümetini bulma­ nın huzuruna kavuşmuştur. Gerçekten bu hükümetle bü­ tün memlekete huzur ve bereket yağdığı adeta elle tutulur bir haldedir. Bu huzur ve destek içinde hükümet rahat ça­ lışmamn bütün imkanlannı ve cesaretini kendisinde göre­ bilecektir. 308


Üçüncü olarak bu hükümet milliyetçi doktrinin zafe­ ri üzerine kurulmuştur Türkiye'de milliyetçilikten başka hiç bir fikrin çıkar yol olmadığının en geniş şekilde anla­ şıldığı bir sırada milliyetçili,ğin değerinin kabul edildiği bir vasatta kurulan milliyetçi bir hükümet başan için çok şanslı demektir. Bu satışta en büyük pay ise şüphesiz mil­ liyetçi cephe partilerinin ve liderlerinin milliyetçiliğin de­ ğerini kavramaları ondan başka bir şeyin kendilerini kur­ taramayacağını anlamalarıdır. Bilhassa bu idrak Türkiye'­ nin kurtuluşunda belki en büyük merhaledir. Dördüncü olarak bu hükümet gerçekten kuvvetli ku­ ruluştur. Türkiye'de öteden beri alışılmış başlıca model, kuvvetli başbakan fakat zayıf hükümet tipidir. Başbakan­ lar zayıf bakanlar seçmeğe adeta itina gösteregelmişlerdir. Şimdi yeni hükümetle bu model değişmiş ve kuvvetli bir hükümet ortaya çıkmıştır. Kuvvetli hükümet kuvvetli baş­ bakan, kuvvetli bakanlar ve ahenk demektir. Bu hükümet­ te bu unaurlann bulunduğu açıkça görülmektedir. Başba­ kan kuvvetlidir. Ayrıca tecrübeler onun kuvvetine kuvvet katmıştır. Diğer taraftan kuvvetli bir başbakanlık divanı teşekkül etmiştir. Her birinin ayrı bir ağırlığı olan üç baş­ bakan yardımcısı başbakanla birlikte Türkiye'nin çıkara­ bileceği en kuvvetli hükümet ekibini meydana getirmekte­ dirler. Bakanlar da parlamento ölçüsünde kuvvetli tatmin­ kar asla hayal kınldığı yaratmayan bir kadro olarak se­ çilmiştir. Kabinenin ahengi ise tek parti kabinelerindekin­ den bile belki daha göz doldurucudur. Zaten aynı fikri ta­ şıyanların teşkil ettiği bütünlük tek partiden olmaktan doğacak bütünlükten aslında daha ahenkli ve daha mana­ lıdır. Hasılı hükümet neresinden bakılırsa bakılsın kuvvet­ li kurulmuştur. Cumhuriyet

devrinin en kuvvetli ve en

muktedir bir kabinesi ile karşı karşıya olduğumuzu sami­ rniyetle söyleyebiliriz. Ayrıca bu hükümet derin bir bilen­ mişliği de temsil etmektedir. Ufuktaki tehlike hepsini bi309


lem.iştir. Bir de geri dönülmez bir yoldadırlar. Bütün dö­ nüş yollan kaparunıştır. Bu bilenmişlik ve kapalı dönüş yolu elbette ki bu hükümete sahip olduklanndan daha bü­ yük bir kuvvet verecektir. Muvaffak olmaya mecburdurlar ve muvaffak olacaklardır. Hülasa hükümetin başanlı olması için bütün sebep­ ler mevcuttur. Nitekim

şu beş on günlük icraat çok göz

doldurucudur. İyi başlamışlardır. Hari.kulade bir gidiş var­

dır. Milletin yüzünü güldüren ve dahada güldürecek olan bu başlangıcm tahlilini bundan sonraki yazıya bırakarak gelin bu günlük yukarıdaki hastalığı sevinçle güvenle ve Allah'a şükür diyerek bir kerre daha tekrarlıyahm. İşler iyi gidiyor ! . .

310


HEDEF 1977 21 Mayıs 1975 işler hem iyi gidiyor, hem de tahmin

ettiğimiz gibi

gidiyor. Bir buçuk iki ay önce Türkiye bir yol ayırımina gelip dayanınıştı : Bir tarafta sosyalizmin ve Marksizmin meçhul ve korkunç karanlığı, iktisadi çöküntü, bölücülük, fede­

rasyon tehlikesi, anarşi, iç savaş ihtimali, çok cepbeli ve karmakarışık bir kardeş kavgası, bunaltıcı bir yalnızlık ve çaresizlik, siyasi kamp değiştirme ve peyk olma ; fa­ şizm veya komünizm ihtimalleri ; diğer tarafta toparlan­ ma, kendine dönüş, yaraları sarma, milli birlik ve bütün­ lük, demokratik rejimi kurtarma ve sıhhatine kavuşturma, pahalılığı durdurma ve iktisadi cihazlanmaya kaldığı yer­ den devam, yalnızlıktan kurtulma, milli devlete gidiş ... Bu yol ayırımını fikir pl8.wnda ifade edersek, bir yanda hümanizm, komünizm, materyalizm,

bölücülük, mezhep­

çilik ; bir yanda milliyetçilik bahis konusu idi.

Fertler

bakımından ise bir yanda nemelazımcılık, gaflet ve da­ lalet, bir yanda uyanış ve milli şuur karşımızda idi. Türkiye, Cumhuriyet tarihinin bu en çetin yol ayı­ rımında en büyük tarhi imtihanını vermiş ve milliyetçi­ li,ği seçmiştir.

Milliyetçi

kümet güven oyu

cephe kurulmuş, milliyetçi hü­

almış, milliyetçi partiler iktidar

ol­

muştur. Türkiye'yi sola yedirmeyecek olan ipin ucu böy­ lece yakalanmıştır.

311


Yalnız bu iktidar oluş

bile, hükümetin güven oyu

alıp işe başlaması bile Türk milleti için bu serin ve bere­ ketli ilkbahar ayiarına çok uygun düşen emsalsiz bir ba­ har müjdesidir. Bir düşünün, bir hükumet kurulup işlere el koymasaydı, manzara ne olurdu ? Herkesin tahmin ede­ ceği gibi, bunun aksi, Türkiye için yalnız derin bir karı­ şıklık, sonu nereye varacağı belli olmayan vahim bir buh­ ran, uğursuz ve felaketli gayri milli bir gidiş vadediyordu. Onun içindir ki, yalnız bu tehlikeli alternatiften kurtulmak bile bu büklımetin kuruluşunu Türk milleti için Allahın bir lfıtfu olarak kabul etmeyi gerektirmektedir. Bu sebeple bu hükümetin kuruluşunda payı olan herkes, Cumhurbaş­ kanımız, parti !iderleri, partiler, milletvekilleri, bu neticeyi, içten ve dıştan oluşturanlar, hasılı emeği geçen herkes iyi bilsin ki çok şerefli bir işi yapmışlardır. Galiba Türkiye'nin makfıs talihi yenilmiş ve düzlüğe çıkışın yolu bulunmuş­ tur. Bu yol Türkiye için, dolayısiyle Türkiye'deki herkes için aslında en hayırlı olan yoldur. Hayırlı tek yoldur. Bu itibarla muhalif ve muvafık herkes bu işe derinden sevin­ meli ve Türkiye'nin bu şerefini paylaşmalıdır. Bugün ken­ dileri için talihsizlik gibi görünse de, emin olsunlar ki, mu­ halefet için de uzun vadede başlıca kurtuluş yolu budur. Üstelik Bugün hükümetin kuruluşunun yanında bütün Türk milletinin ikinci bir bahtiyarlık sebebi daha ortaya çıkmıştır. O da büklımetin bir buçuk aylık icraatıdır. Bu icraat barikulade bir başlangıç olarak istikbal için insana çok büyük ümitler vermektedir. Bir buçuk ayda adeta Tür­ kiye'nin çehresi değişmiş, memlekti nice zamandan beri saran kasvetli hava çok süratli bir şekilde dağılmaya yüz tutmuştur. Bu başanya da, muhalif muvafık hepimiz bu va­ tanın aynı gemideki çocuklan olarak elbette ki sevinme­ li ve Allah'a şükretmeliyiz. Türkiye çok layık olduğu balı­ Uyarlık kıyısına adımını atmıştır. Hepimiz bu balıUyarlık

312


ülkesinin derinliklerine gitmek imkanlarına yardımcı ol­ malıyız. Bu hükumet başanya namzet olduğunu bir bu­ çuk ayda i.sbat etmiştir. Unutmayalım ki bu başan yalnız milliyetçilerin değil, hepimizin, bütün memleketin başa­ nsı olacaktır. Fakat bu başarıların lokomotifini milliyetçiler teşkil edecektir. Milliyetçilik ve milliyetçiler Türkiye'nin İstik­ baldeki saadetinin başlıca kaynağıdırlar. Fikir ve tam kad­ ro olarak ilk defa bu hükümetle işe başlamışlardır. İyi baş­ lamışlardır ve muvaffak olacaklardır. Bir buçuk ayda böyle parlak bir başlangıç ortaya koyan bir fikir ve kadro yan­ nın büyük Türkiye'si hedefine ulaşmaya elbette ki başlıca namzettir. Bütün milliyetçiler, bütün milliyetçi partiler bu şuurun derin idrakine varmalıdırlar, varmak zorundadırlar. Bakın bir buçuk ayda ne güzel bir başlangıç yapılmıştır. 1

-

Memlekette siyasi bulıran bitmiştir. İcraatı bir

kenara bırakmış diken üstünde bir ülke yerine, İcraata başlamış ve ona yönelmenin huzuruna kavuşmuş bir Tür­ kiye ortaya çıkmıştır. Boş bir gerilim bırakılmış, hummalı bir çalışma devresine girilmiştir. Huzur, hareket, rahatlık ve istikrar kısa zamanda şaşılacak bir şekilde yerleşmiş­ tir.

2

-

Muesseseler itibar kazanmış, parlamento mües­

sir ve verimli olmaya başlamıştır. En mühimi, seçim anar­ şisi bitmiştir. Memleketin seçim kavgası değil, iş beklediği kısa zamanda isbat edilmiştir. Aynı zamanda memleketin laf ebeliği ile değil, iş yaparak idare edileceği dersi veril­ miştir. 3

-

Pahalılık durdurolmuş ve fiyatlarda gerilemeler

başlamıştır. Mısır Çarşısmdan geçenler beyaz peynirin 45 liradan 28 liraya indiğini hayretle görmektedirler. Vitrin­ Iere dağ gibi yağlar birikmiş, yokluk ve kuyruk ortadan kalkmış, bir paket sana yağı için millet birbirini ezmekten kurtulmuştur. Bakanlar Kurulu adeta bir ucuziatma cet313


veli ve takviıni yapmış, gübre ve demir ucuzlukları sürat­ le gerçekleştirilmiş, sıra diğer mallara gelmiştir.

4 - "Benzine yapılan zamdan hususi arabası olan zenginler mütessir olacaklardır" veya "Zamdan korkmayın, gelirleri zamların önünde götüreceğiz." gibi iktisadi saf­ satalarla değil : ilimle, bilgi ile, vakufla idare edilebileceği gösterilmiştir.

5 - Köylü payları kaldırılarak köylüye, memura yar­ dıma koşulmuştur. Fakiriere parasız tedavi ve parasız ilaç sağlanmıştır.

6 - Dış polikada Türkiye'yi siyasi yalnızlıktan kur­ taracak kesif bir diplomatik faaliyete gerişilmiştir. tık ka­ demede Üçüncü Dünya, ikinci safhada sosyalist kamp he­ veslerinden "Bağımsız Türkiye" sloganından ve "NATO'ya hayır ! " felsefesinden doğan ve planlı bir şekilde Türkiye'­ yi yalnızlaştırmak isteyen, politika zehirli meyvelerini ver­ mek üzere idi. Buna süratle el konulmuş ve dış politikamiZ batı ittifakının ne demek olduğu hususundaki gaflete izin verilmeyeceği idrakine derhal kavuşulmuştur.

7 - Milli harp sanayii dahil, ordunun bütün ihti­ yaclarını zamanında karşılamak için gereken bütün mali destek karar ve plan sağlanmıştır.

8 - Türkiye'nin varlığının da, demokratik rejimin sıhhatinin de temeli ordu -iktidar bütünleşmesidir. Bu bütünleşmenin iktidara düşen bütün veeibelerinin yerine getirmeye layık olduğunu hükfunet kısa zamanda isbat etmiştir. Esasen iç politikaya Avrupalı partileri ve çevreleri bulaştırmak isteyen, ordunun cephe gerisini tehlikeye dü­ şürecek olan anarşistleri himaye eden, Barzani'ye hudut­ ların açılmasına taraftar olan, assubay ailelerinin

yürüyü­

şünü teşvik eden alternatifler karşısında milliyetçi cephe konusunda haiz olduğu ehliyet de büsbütün güven verici olmuştur.

314


9 Milliyetçi hükıiıneti engellemek için anarşinin ha­ rekete geçirileceği bilinmekte idi. Bu hareket başlamış, bi­ raz artış olmuş, fakat zannedilen vüsate ulaşmamıştır. Bundan sonra da ulaşamayacaktır. Hükıiınetin gürültüye pabuç bırakmayacak kararlı tutumu bu konuda da serne­ resini vermiştir. Yann getirilecek yeni kanun ve idari ted­ birlere anarşinin yenileceğine bilhassa anayasanın istediği öğrenme hürriyetinin temin olunacağma dair kanaat kuv­ vetlenmiştir. Her halde, korkulduğu şekilde kıyamet kop­ mamış, buna imkan verilmezniştir. 10 Tayinler fevkalade bir gelişme göztemektedir. Başbakanlık müsteşarlığından TRT Genel Müdürlüğüne -

-

kadar barikulade tayinler yapılmıştır. Bilhassa Milli Eği­ timdeki kadrolaşma çok ümit vericidir. Türkiye'de Milli Eğitim reformu en büyük ihtiyaçtır. Böyle giderse beklenen gerçek reformu yapmak şerefi Ali Naili Erdem'e nasip olacak demektir. TRT'ye Prof. Nevzat Yalçıntaş'ın getiril­ mesi ise başlıbaşına hükfunet için övünç ve güvenç kay­ nağıdır. İsmail Cem ile Nevzat Yalçıntaş'ı mukayese et­ mek, en nazik bir tutum içinde, bir çocukla bir olgun insanı karşılaştırmak gibi şey olur, diyebiliriz. Arada o kadar fark vardır, Sol İsmail Cem gibi bir gazeteciyi, Milliyetçiler Nevzat Yalçıntaş gibi muktedir bir profesörü getirmiştir. Yalnız bu tayin bile solun miliyetçilik karşısında ne kadar hafif kaldığının yeter bir delilidir. Bir buçuk aylık tayin­ lerde görülen ana karakter bunlarda partizanlığın değil, or­ tak milliyetçiliğin ve memleketin yüksek menfaatlerinin esas teşkil ettiğidir. Bunun ise partizanlıklara ve statüko­ culuğa alışmış bir Türkiye'de manası çok büyüktür.

11

-

Birbuçuk aylık icraat Süleyman Demirel hak­

kındaki eski tereddütlecin yersizliğiili de ortaya koymuş ve onların sahipledini malıcup etmiştir. Bu, Türkiye için çok büyük bir kazançtır. Allah için, Başbakan fevkalade bir olguzıluk, tecrübe ve dirayet içinde görünmektedir. '315


Kendisi asla AP Başkanı gibi hareket etmemekte, milliyet­ çi cephenin ve yüzde altmışyedi oy tabanının temsilcisi ve bütün Türkiye'nin hakkıyla Başbakanı gibi çalışmaktadır. Bu, siyasi hayatımızın barikulade bir hadisesi ve milliyet· çiliğin istikbalinin çok mühirn bir teminatıdır. Diğer lider­ ler ve hilldırnet üyesi bakanlar da milliyetçi cephe birliği­ nin müşterek ·davasına başarılı bir uyum göstermektedir­ ler. Esasen aksıyanlan milletin ve kaderin affetmiyeceği­ ni hepsi bilmek mevkiindedirler. Hulasa, neresinden bakılırsa bakılsın, milliyetçi hü­ kfımet çok başanlı bir başlangıç arzetmektedir. Şimdi bü­ tün milliyetçilere bu başaniann devamına destek olmalan tarihi vazifesi düşmektedir. Şöyle ki :

1.

lık ve mutlak tarihi vazife, birliği bozmamak, za­

yıflatmamak, parti menfaatini asla ve asla milliyetçi cep­ he menfaatinin üstüne çıkarmamaktır. Bu titizlik, çok ha­ yatidir. Pek hayatidir.

2.

İkinci vazife milliyetçi cephe'nin mevcut kuvve­

tiyle yetinmemek, onun kuvvetine kuvvet katmaktır. Bil­ hassa Mecliste ezici bir ağırlık teşkil edilmelidir. Bozbeyli de, Sükan da, Korkmazcan da dahil, bütün DP milletvekil­ Ierini milliyetçi cephe bekliyor. Hepsi katılmalı. İnatların­ dan kurtulamayacaklar varsa, bari onlann kablmalıdır

..

dışındakiler

Artık ne bekliyorlar, neyi ve kimi ve niçin

bekliyorlar ? Bu hükfımete Bilgiç'in etrafındaki bir avuç milliyetçi vücut vermiş ve tarihe geçecek bir şeref listesi meydana getirmişlerdir. Bu şeref listesine diğer DP'liler nasıl katıl­ maz ? Solun hırçın hücumlan Türkiye'de bir AP - DP me­ selesi, bir Demirel meselesi değil, sadece ve sadece bir sol­ culuk ve milliyetçilik meselesi olduğunu

açıkça

göster­

mektedir. Başbakana yapılan tecavüz de bunun ibret do­ lu bir belirtisidir. Bütün milliyetçiler

316

birleşmeye, kimse


birlik dışmda kalmamaya mecburdur.

Hatta

CHP'deki

milliyetçiler bile bu tarihi ve tabii davetin �ında kala­ mazlar. 222 yeter, fakat bu sayının 230'a, 240'a çıkması milliyetçiliğe de, Türkiye'ye de saadet getirecektir. Bu unutulmamalı ve ihmal edilmemelidir.

3.

Üçüncü vazife bu hükümetin uzun müddet d�va­ mını sağlamaktır. Milliyetçi hükfımet mümkün olduğu ka­ dar fazla devam etmelidir. Bir kere başlamış olan parlak icraata bu memleketin müthiş susuzluğu vardır. 1976'da seçim düşünceleri varsa, terk edilmelidir. Bir senelik bir iktidar milliyetçi partilerin taparlanması için de, memle­ kette solun kirlettiği havanın temizlenmesi için de, milli­ yetçi mekanizmamn yerleşmesi için de, memleketin ikti­ sadi ferahlığa çıkması için de kafi gelmez. 1977 seçimle­ rine kadar iktidara devam olunmalıdır. Herkes kendisini buna göre hazırlamalıdır. Türkiye'nin tam selameti için iş 1977'de de bitmeye­ cektir. Ondan sonra yapılacak bir şey daha vardır. Fakat bu ikinci hedefi bundan sonraki yazıya bırakarak, bugün­ lük ilk hedefi kuvvetle tekrarlıyalım ve unutmayalım : Hedef 1977'dir...

317



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.