EKONOMiK VE SOSYAL YAYlNLAR A.Åž. ANKARA 1976 -
SOSYAL YAYlNLAR SERISI YAYlN NO. 8
MiLLiYETÇiLER KORKMA Y INZ I BiRL EıiNiZ
- Siyasi
Makaleler -
Prof. Dr.
Muharrem ERGİN
Ayyıldız Matbaası A. Ş. Ankara
-
1976
ÖN SÖZ Bu kitap Orta Doğu gazetesinde yayınlanan makale lerimizden bir kısmını içine almaktadır. Burada toplanan makaleler Mayıs 1974'ten Mayıs 1975'e kadar olan bir se nelik siyasi gelişmelerin ana batiarım vermektedir. Bu bir senelik devre Türk siyasi hayatında fevkalade mühim bir safhayı teşkil etmektedir. Bu bir senede Türkiye, Ecevit iktidarını görmüş, Kıbrıs harekatını görmüş, büyük hüku met bulırarum görmüş, nihayet Milliyetçi Cephe hükumeti nin kurulmasım görmüştür. Burada sıralanan makalelerde bu gelişme çizgisine uy gun olarak Ecevit iktidarının başlattığı TRT bulıranının en can alıcı bölümünü, Kıbns harekatının
getirdiklerini,
Ecevit iktidarının çekilmesi ile ortaya çıkan hilldirnet bulı ranını ve nihayet Milliyetçi hükümetin iş başına gelmesini adım adım takip edeceksiniz. Milliyetçi Cephe birliği son yıllann en büyük sosyal, kültürel ve siyasi hadisesidir. Milliyetçiler birleşmişler ve solun karşısındaki tek kurtuluş yolunu keşfetmişlerdir. Bu yalnız geçmiş bir hadise değil, geleceğe de ışık tutan fevkalade mühiın tarihi bir inkişaftır. Bu itibarla burada top lanan yazılar milliyetçilik tarihinin yalmz bir senelik bir panarınasını vermekle kalmamakta, aynı zamanda milli yetçiliğini ve dolayısiyle bütün Türkiye'nin istikbalindeki kaderinin de anahtarını ortaya koymaktadır.
·
Lütfen siz de, bu yazılan geçmişin bir hikayesi gibi değil, geleceğin bir ibret dersi gibi okuyunuz!
Prof. Dr. Mulıa.rrem
Ergin V
İÇİNDEKll.ER Sayfa. -
İsmail Cem'le Açık
Oturum . .. . .... . . . . . . . . . .. . .. . . . . . . . Fırsat . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
- Kıbrıs'ta Doğan Yeni
. .
- Kıbrıs Harekatının Yonunu . . . . . . . . .. . . . . . .. . . . . . . . . . . . . .
. Süper Türkiye, Süper Ordu ... . . . .... . .... . . . .. . . .. ... . . Şu Yunanistan Aktif Politika . .... . .. . ... .. ...... . . . . ........... . . . . . .. . . . .. Bizim Başkanlar . . .. . . . . . . . .. . . . .. . . ... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Hükümet ve KIBRIS . . ...... .. . . .. . .. . . . .. . .. ..... . . . . . .. . tki Ahbap Çavuşlar . . . . . Ecevit Doğruyu Buldu . . . . . ........ . ... . . . . . . . . . . ... .. ... Doğudaki Ayaklanma . . ... ... ... ... ...... . . . . . . . ... . .. .. . . . . Milli İradenin Zaafı . ... ...... ... . . .. . . ..... . ......... .. . . . .. Nasıl Bir Hükümet? .. . . . . . Milliyetçi Cephe Birliği . . . . ... . . :. . Tehlikeli Ala.kalar . . . .. . . . . .... . . . ....... . ... . . . .. . .. ...... . Hükümetsiz Türkiye . . . ..... . . . . . .... . . ... . . .. .. . .. . .... . . Kuvvet Korkusu . . . . . . .... ... . . . . ... . . . . . . . .. . .. .... . . . .. . ... Tek Çıkar Yol B�li Hükümet . . .. . . . . . .... . .... . . ... . . . Ecevit Haklıdır ... . .. . . . . ..... . . . . . . .. . . . . .. . .. ..... . .. . . . ....
- Kıbrıs Harekatının Yorumu Tehlikeler -
-
-----
-- --
. . . . .
. . . . . .
.
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
.
.
.
. . . . . . . . . .
. . . . . .
. . . . . . .
. . . . . .
. . .
. .
.
.
.
. . . . . . . . .
.
. . . .
. . . . .
.
. . . . . . . . .
. . . . .
.
. . . . . .
. . . . . . . . .
. . .
. . .
.
.
.
-- Siz, 260 Milletvekilleri
.
. . . . . .. . . . .. . . . . . . . ... . . . . . . . . . . . . .
ı 54 59 69 79 82 89 97 ı07 113 ı22 ı31 ı37 ı4ı ı50 ı54 ı58 ı63 168 ı 72 ı77
. .. .. .
ı82
- -- Milliyetçiler Birieşiniz .. . . ... . . . . ... ... . . . . . . . . . . .. . . . .. . . ..
ı87
- Profesörler, Liderleri Göreve Çağırdı .
.
. .
.
. .
.
. .
vn
Sayfa Efendiler Birieşiniz . ..... . . .. . . . . . .. .... .. .. . . . . ... . . . ... . . . . Korkmayınız Birieşiniz .. . .... .. . .. . . .. .. . . . . ... . . . .... . ... Beşli Birieşiniz . . . . . . .. ... . .. ...... . .. ... . . . . ..... . ........ . .. "Ölen Ölür, Kalan Sağlar Biziındir.. " .......... .. . . . Satılmışlar, Öylemi? . . Son Şansınız .. .. ... . . .. .... . . . .. . . ... .. . . . ...... ...... ...... . . 9 Milliyetçi Çıkmayacak mı? .. . Daha Ne Bekliyorsunuz? . . ... . Bayram Rediyesi Süleymancılık. ... . . . . .. .. ... .. .... . .. .. . . ... . . . .. .. .. . .. . . . . . Demirel Dökümü - ı - ....... . ...... .. ....... .. .. .. . . . .. . .. .. Demirel'in Dökümü - 2 - . ..... ..... ...... . . ... . .......... . . . Sayın Cumhurbaşkanımız - ı Sayın Cumhurbaşkanımız - 2 Sayın Cumhurbaşkanımız - 3 - .. . . .......... ..... . .. .. Sayın Cumhurbaşkammız - 4 - ....... ...... ...... .. ... . .. Sayın Cumhurbaşkanımız - 5 Demirel Meselesi (ı) .. .. .... .............. .... .. ....... . .. . Demirel Meselesi (2) .............................. . ........ Demirel Doktrini . .... ............ . .. .. ...... ................ Niçin Böyle Oldu? .. ... . ............... ....... . . . .. ... . .. . Yeni Reçete ...... . . . . .... .... ... . . . . . . ..... . . .. .. . . ... . . ..... Milliyetçi Hükümete Doğru .... .. .. .... .. .. .... . .. . . .. .. Sağduyunun Zaferi .. ... ...... ... .. . . ... .. .. ... .. .... .. .. .. .. Milliyetçiler, Toplanınız ... ................. ............. Ohh Çok Şükür Yarabbi ... .... . .. ... ................ .. .
ı92 ı97 20ı 206 209 213 2ı7 22ı 224 229 232 236 243 246 251 256 262 266 268
- İşler İyi Gidiyor . .. .. .... .......... .. .... . . ... .. .. .. .. .... . .
306
- Hedef ı977
3ıı
-
-
.
. . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . .
.
. . . . . . . . . . . . . . . .
. .
. . . . .
. . . .
. . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
.
.
. .
.
.
. . .
.
.
vm
. . . . .
.
271
276 28ı 288 294 297 302
lSMAlL
CEM'LE AÇIK OTURUM
Sayın İsmail Cem; Televizyon'da sizin de katıld�ğuıız, daha doğrusu sizin ır.erkezini te;?kil ettiğiniz açık oturumu dinledik. Bu açık oturum TRT'nin tenkidi, değerlendirilmesi ve münakaşa smdan çok, sizin şahsınızın takdimi, tanıWması ve genel müdür olarak bir çeşit aklanması şeklinde cereyan etti. Fakat yine de çok faydalı oldu. Hemen ilave edeyim ki program, açık oturum olarak son derece başarısızdı. Sorulan şeylerden hemen hiç biri nin ciddi bir sual değeri ve ağırlığı yoktu. Bu sebeple, programın, sonradan kanaatlerini öğrendiğim aklı başın da bir çok kimsede, danışıklı döğüş intibaı uyandırdığını gördüm. Ben sizi de, gazeteci arkadaşlarınızı da bundan tenzih etmek isterim. Bende sizin böyle birşey.e ihtiyaç duymayacak ve tenezzül etmeyecek bir kimse intibamı uyandırdığınızı belirtmezsem, burada samimiyetsizlik ve insafsızlık etmiş olurum. Ama ortada bir dikkatsizlik, bir yanlış seçim, bir ha talı hareket, kısacası mazur görülemiyecek bir titizlik ve incelik eksikliği olduğu da meydanda idi. Bir kerre oto rum nisbetsizdi. Dört kişi idiniz, ikisi sizin gazetedendi. Hatta üçünüz aynı gazetedendiniz. Milliyet'in ve Cumhuri yet'in müşterek Ankara nüshası haline getirHen TRT ga zetesindendiniz de diyebiliriz. Bu, gözden kaçabilir miydi? Siz nasıl Milliyet'ten bir arkadaşınızı kal'1?ınıza alıp, taraf sız bir durum muhakemesi yapabilirsiniz? Cumhuriyet de 3
sizin zaten eski gazetenizdi. Bugün de Milliyet ve Cumhu riyet iki boyunduruk arkadaşıdırlar. Onların koşulduğu bir arabaya kurulup kendinizi nasıl bir tarafsızlık tahtm da hisse debilirsiniz? Sonra Tercüman'ın yanmda niye Milliyet ve Cumhuriyet de, diğer büyük ve küçük gazete ler değil? Sizin yalnız büyük gazetelere değer verdiğiniz anlaşılıyor. Öyleyse niye Hürriyet, Tercüman, Günaydın değil de, bu tertip? Yoksa, siz tirajm büyüklüğünü kas detmiyor, Hürriyet ve Günaydın'ı fikir gazetesi sayınıyar fikir gazetelerinin büyükleri mi demek istiyorsunuz? Bun da belki haklı olabilirsiniz, fakat öyleyse niye Son Hava dis ve di;ğerleri yoktu. Milliyet ve Cumhuriyet'ten niye birisi kafi görülmemişli? Yoksa fikir gazetesi deyince, yalnız, aklınıza sol fikirlerio öncüleri mi g.elir? Her ne olursa olsun, sözün kısası şu ki, açık oturumda bir siz varken bir de ikinci bir Milliyet temsilcisi fazla idi; aynı zamanda, hem Milliyet hem Cumhuriyet fazla idi. tki ideal arkadaşlillZla baş başa verip milletin huzuruna çık manız, kabul edin ki, normal bir durum muhakemesine iml{an bırakmayan fazla kendi kendinize bir manzara arz ediyordu. Bu manzara, en az, zarif değildi. Belki bu ter tipte bir kasıt yok�u. Fakat düşüncesiz davranıldığı muhak kaktı ve doğrusu sizin zarefetinize hiç yakışmıyordu. TRT' de keserin yalnız Milliyet ve Cumhuriyet tarafına yonttuğu bir müddettir gözden kaçmıyor. Fakat kendinizin. katıldı .ğınız bir programı da böyle rahatsız edici bir renge boya maktan kaçınmak inceliğini gösteremez miydiniz? Nitekim, öyle kendi kendinize idiniz ki, arkadaşınız, sırf sizi konuş turmak için, sizi mazur göstermek için sıralanmış sorular sormaktan bir adım öteye geçemediler. Sonra ikinci bir zarafetsizlik örneğini, arkadaşla rınızın Tarık Buğra'yı ad.eta konuşturmamak yarışına girmelerinde gördük. Biri alıp biri bırakıyor. Tarık Buğra' ya sanki fırsat vermek istemiyorlardı. Hele bunlardan bivın
rinin Tarık Buğra'nın
sözünü kesip, sizi
kaparak onun
sualini cevapsız bıraktırması, bir televizyonda hoş karsı lanması mümkün olmayan bir kalabalık örneği idi.
Ter�ü
man yazarının istemiye istemiye davet edildiği, adeta ya sak savmk için çıkarıldığı o kadar çok belli oluyordu. TRT' nin karşı düşünc.eye tahammülsüzlüğünün sizin önünüzde bu kadar açık bir şekilde
sahneye
konması, gerçekten
ayrı bir talihsizlik olmuştur. Sade vatandaşlar, böyle programlarda TRT'nin karşı düşüncedeki
kimselere de kendiliğinden
yer
verdiğini
zanneder ve bunu itinalı bir tarafsızlık sayabilirler. Hal buki bu bir kanuni
mecburiyettir.
"Açık oturumlarda da karşı
Zira TRT
kanunu
görüşlere imkan ölçüsünde
yer verilmesi .esastır." hükmünü
taşımaktadır. İşte TRT
bu kanun emrine uymakta, fakat her seferinde bunu iste miye istemiye yerine getirdiğini, ramamaktadır. Sizin açık
dikkatli gözlerden kaçı
oturumunuzda bu isteksizliğini
büsbütün açı:ğa vurmuştur. Yalnız aziz Tarık Buğra kolay hakkını yedirece'k in san değildi ve TRT'yi de en iyi tenkit edebilecek insanlar dan biri olmak mevkiindedir. Fakat o gün, nedense, o da bir tutukluk içinde göründü. Belki de mikrofon veya ka mera şoku denen bir şey vardır. Veya herkesin gözünün önünde bir çekişmeye girmekten ed.ep ve yorgunluk duy du. Her ne hal iSe, netice olarak o da mühim bir şey sora madı. Bunu kendisi de hemen
anlamış olacak ki otorum
biterken "Sorulacak o kadar çok şey vardı ki." diye ha yıflanmaktan geri kalmadı. Soru cephesinin bu umumi
yetersizliğine karşılık ve
buna rağmen, sizin cephed.eki başarının bir hayli göz dol dm:·duğunu ve sizin şahsen o gün bir çok gönülleri fethet tiğinizi
rahatlıkla
söyleyebilirim.
Zeki,
kararlı
hatta
3
iddialı, fakat ukala olmayan bir insan olarak göründünüz. Kendinize güvenin bariz bir ifadesi hatlık ve istiğna
içindeydiniz.
olan ş3§ılacak bir ra
Karşısındakini
de hemen
güven atmosferine sokan böyle çarpıcı bir rahatlık, bilgisi ile şahsiyeti arasmda bir denge kurmuş ve münevverliğini ·
hazmetmiş nadir insanlarda görülür. Siz bu rahatlığı ku sursuz bir nezaketle de süslüyorsunuz. Kısacası, çok genç yaşta büyük bir olgunluğu temsil lazımdır. Bu itibarla,
ettiğinizi kabul etmek
sözün başında,
meziyetlerinizden
dolayı size tebriklerimi ve takdirlerimi bildiririm. Soruların
hiçliğine
rağmen
da, anlayanlar için, son derece
yaptığınız
açıklamalar
tatminkardı. Açık oturu
rnun kısırlığı içinde, TRT konusundaki fikirlerinizin, ni yetlerinizin ustalıkla,
ve
tutumunuzun
dürüstlükle
ve
ana çizgilerini
cesaretle
ortaya
büyük bir koydunuz.
Bunların bir kısmı ümit kıncı olmakla beraber, bir kısmı da çok ümit verici idi. Sözleriniz bir yandan TRT'nin isla hını bekleyenler için bir çok ümit
parı!tıları taşıyor, bir
yandan da çıkmaz yollara yönelmiş yanlışlıklar ihtiva edi yordu. Fakat bir şey belli olmuştu: Size yardım edilebilir di ve yardım etmek lazımdı. Siz bir sesle ortaya çıkmıştınız.
değişik ve
Hatalannız
alışılmamış
giderilirse bu
mti.esseseye çok faydalı olabilir, bu müessesede beklenen bir çok inkilaplan yapabilirdiniz. İşte açık oturum, yukarı da işaret ettiğim gibi, bu bakımdan çok faydalı oldu. Eğer gazeteci arkadaşlarınız, can alıcı sorularla, size daha faz. la açıklama imkarn verselerdi, açık oturum her halde daha çok faydalı olurdu. Fakat maalesef bu fırsatı şimdilik siz de kaçırdınız, biz de. Zaten aslında bu gibi açık
oturumlan gazetecilerle
yapmamak lazımdır. TRT buna
öteden beri pek hevesli
görünür. Bu belki de TRT'nin bir kurnazlığıdır, kendisini kolay temize çıkarma taktiğidir. Zira
4
sanıldığının aksine
gazetecinin söyelyeceği
fazla bir şey
yoktur. Gazeteci,
söy!eyeceğini, zaten her gün söyler. Ondan yeni ve değişik bir şey beklemek doğru
değildir. Açık
gibi bir şeydir. Onun söyleyeceğini
kapıyı zorlamak
gazeteden takip ede
bilırsiniz. Bir de mikrafonda ve ekranda dinlemek boş bir tekrardan ileri gitmez. Yeni ve değişik fikir ve görüşler için, gözünüzü daima gazetecilerin
dışına çevirmelisiniz.
Sonra, gazeteci esas itibariyle umumi bilgilerin adamıdır. Çok defa her hangi bir ihtisası temsil etmez. Nihayet, ga zeteci bilhassa bizde umuıniyetle angajedir. Partiye anga jedir, ideolojiye angajedir, büyük bir kJ.smı sol ideoiojiye angajedir. Böylece maales.ef cemiyetin en şartlanmış ke simini teşkil ederler.
TRT ise, yeni
ve değişik
görüşe
muhtaçtır. İlıata ettiği konular bakımından bir çok ihti sas sahasını içine almaktadır, istisas adarnma muhtaçtır. Şartlalanmışlığa kapalı bir tarafsızlığa muhtaçtır. Bu se beplerle, TRT aradığını veya araması lazım geldiğini ga zetecide kolay kolay bulamaz. Bütün bu hususlarda, mem lekette, gazetelerin dışında büyük potansiyeller mevcut tur. TRT gazetecilere değil, oralara
yönelmeli, yönelme
sini bilmeli ve becermelidir. Bu sözlerden gazetecileri kü çük gördiiğümü veya küçümse<llğimi saiımayınız. Onlann içinde, mesela Ahmet Kabaklı gibi her türlü tebcile layık olanları da vardır. Benim söylemek istediğim şey gazetecinin, işini gaze te dahilinde görmesidir. Ve gazete de esa.c:ıen çok geniş bir sahadır. Gazeteciye onun
içinde kalmak hem yeter, hem
de imkanların en hudutsuzudur. Her halde ona hiç bir şey kaybettirmez. Buna karşılık
gazeteci de, bilinmelidir ki,
TRT'ye hiçbir ş.ey kazandırmaz. Onun için TRT'nin gaze tecilerle açık oturum yapması pek makbul bir iş değildir. Sizinki de bu bakımdan pek makbule geçmedi. Bu sebeple, isterseniz, gelin sizinle burada bir de iki miz bir açıkoturum yapalım.
Şu
anda sizin lrarşımda bu-
5
lunmamanız, buna bir engel teşkil etmez. Çünkü siz, kendi açık oturumunuzda yeter derecede konuştunuz, sizin fikir leriniz yeter derecede açığa çıktı.
Şimdi, söylediklerinizin
ışığı altında fikirlerinizi, icraatınızı ve TI<.T'nin durumunu gelin bir de burada süzgeçten geçirelim. Sayın İsmail Cem; Söz hazır gazetecilikten açılmışken, önce bu noktadan sizin radyo - televizyon telakkinize geçmemiz yerinde ola caktır. Siz 'fRT'yi de aşağı yukan bır gazete zaıınedıyor ve; bu zaıına dayanarak onu gazeteleştirmek istiyorsunuz TRT'ye gazete manşetlerini v.e haberlerini ölçü olarak al maktan oraya gazetecileri doldurma arzwuna kadar, bü tün niyet, tutum ve planınız
böyle bir telak.ki ve gayreti
ortaya koymaktadır. Gazetecileri TRT'ye doldurmak
düşüncenize imkan
v.ermeyen mevzuata ve yüksek ücret verilememesine kızı yor ve hayıflanıyorsunuz.
Bir veya iki çiçekle bağ olmu
yor, baştan başa gazetecilerle süslemek imkanı olsa, TRT' yi nasıl bir gülistana çevirebileceğimi görürsünüz demek istiyorsunuz. Bundan daha büyük bir yanlış, bundan daha yanlış bir radyo - televizyon telekkisi olamaz. Bu öyle bir yanlıştır ki, sizin her şeyinizi sıfıra indirmeğe tek başına kafi gelebilir. Sizin her şeyden önce, bu yanlış radyo - televizyon te lakkisinden kurtulmanız
lazımdır. Bir kerre, radyo - te
levizyon katiyyen gazete de,ğildir. İkisi ayn ayrı müesse se!erdir. Bazı hizmetlerinin birbirine benzemesi, yayın va sıtası olmak, haber organı olmak, bazı müşterek kaynak ları kullanmak bu iki
müesseseyi bir mü.essese gibi gör
rneğe yetmez. Bilakis, radyo - televizyon bir bakıma gaze telerin
6
paralelinde ise bir bakıma da onların karşısında
bulunan bir kuruluştur. O bu vasfı ile hem gazetecilerin rakibi, hem tamamlayıcısı, hem de kontrolcüsü olmak mevkiindedir. Radyo - televizyonu da bir gazete yaptınız mı, ortada radyo - televizyon kalmaz, mevcut sayısız gaze telere sıradan bir gazete daha ekiemiş olursunuz. Radyo T.elevizyonun hizmet sahası da, hizmet şekli de, hizmet yolları da, hizmet sorumluluğu da gazeteninkinden çok farklıdır. O hizmet, gazeteci değil, radyo - televizyoncu ister, aynı zamanda o hizmeti gazeteci yapamaz, radyo televizyoncu yapar. İki kuruluş arasındaki ortak ve ayrı noktalar çok dikkat edilmesi lazım gelen büyük bir hassa siyet çizgisi teşkil ederler. Diğer taraftan, gazeteci,
gazeteci kaldığı müddetçe
bir değer ifade eder. Gazete yalnız ve yalnız bir müraka be vasıtasıdır. Bu çizginin dışına çıkıp, icra ile uğraşmaz, iktidar olmaz. Dünyanın
hiç bir yerinde gazetecilerden
ibaret bir iktidar yoktur, düşünülemez. Türkiyeye de ga zeteci bir Başbakan ve gazeteci bir TRT Genel Müdürü yeter de artar bile. Onun için icra kadr�lannı daha fazla gazeteci ile doldurmağa kalkmak ne Türkiye için, ne de gazetecilik için iyi bir alamettir. Herkes yerini bilmeli, gazeteci g$J.zeteci olarak kalmalı, gazete dışında gazeteci olmanın manasızlığı anlaşılmalıdır. Şu halde, TRT'ye ga zeteci yerleştirmek, TRT'yi gazetecilerin işgali altına al mak hevesinden kesinlikle vazgeçmek gerekir. TRT'nin başına gazeteci İsmail Cem'in gelmesi bu bakımdan gerçek bir talihsizliktir. Eğer bu talihsizliği talihe çevirmek isti yorsanız, gazeteci İsmail Cem'in gazeteci tarafını ve sıfa tını süratle lstanbul'a, Milliyet'e geri gönderiniz ve TRT' nin başında Ankara'da sadece devlet adamı İsmail Cem'i muhafaza etmeğe çalışınız. TRT'ye şimdiye kadar getirdi ğiniz bir kaç gazeteci bile, memleket için, daha şimdiden baş ağrısı olmağa başlamıştır. TRT'yi daha fazla gazete7
leştirm.ek ve oraya durmadan
gazeteci istif etmek heve
sinden vazgeçmezseniz, yakmda sizin de başınız çok ağn yabilir ve hep birlikte tekrar matbaalanmza postalanmak ta gecikmezsiniz. Sizin, büyük gazetelerin manşetlerine pek hayran ol duğunuz anlaşılıyor. TRT'ye de bunu,
ideal hedef olarak
gösteriyorsunuz. Bunu sizin tahsil ve terbiyenize, görgü nüze ve olgunluğunuza do,ğrusu, pek yakıştıramadım. Dü şünün ki, bizdeki en büyük
gazete, son sayfaya atılacak
haberi ilk sayfada manşete çıkarmak felsefesi üzerine kurulmuştur. Diğer büyük
gazetelerde de manşetlerin, ne
kadar gerçeklerden ve hakiki bir seviyeden mahrum ola rak, çok defa tahrik duygu sizin pek rua bilip
ve düşüncesi ile beslendiğini
anlamanız lazımdır. O halde böyle bir
manşet ölçüsünü TRT için nasıl hedef kabul edebilirsiniz? TRT'yi gazeteleştirmek yanında, sizi başansızhğa dü çar edecek ikinci
büyük yanlışınız, değişiklik tutkusudur.
Değişiklikte keramet arama fikrine kendinizi tehlikeli bir şekilde kaptırmış görünüyorsunuz.
Bilirsiniz
değişiklği,
durmadan değişmeyi marksist diyalektik putlaştırır. Ama bunu mutlak hakikat sanmamak lazımdır. Gerektikçe de ğişmek, elbette ki
iyidir, şarttır.
Fakat iyiye ve güzele
doğııı değişrnek bir şey ifade eder. Değişiklik olsun diye değişrnek değişikliği her ne olursa olsun lresin zaruret gi· bi görmek manasızdır ve bir ilerleme ve gelişme vasfı ta şımaz. Dünyada, değişrnek kadar müesseseleşrnek de var dır ve faydahdır. Medeniyetin de,ğişme ve yenileşme kadar mi'iesses.eleşme üzerine de oturduğunu, yine sizin bilmeniz lazımdır. !yiyi ve güzeli bulmuşken, onu elden çıkarıp bir meçhulü aramağa kalkmak hele onun yerine daha kötüye ve çirkine gitmek,
insan aklının
dışına çıkmak, ilerleme
zannı içinde gerçekte gerilernek demektir. Bilhassa mües-
8
seseler, TRT gibi kuruluşlar,
müesseseleştikçe Herler ve
gelişirler. Böyle kuruluşları daimi bir değişiklik ve çalkan
b rüzgarının içine
atmak, onların
kökleşmesini engelle
mekten başka bir netic.e vermez. TRT'nin şuursuz değişik liklere değil, durup
oturmaya ve cemiyet
hakiki yerini almaya ihtiyacı TRT'yi
vardır. Bunu unutmayınız.
değerlendirirken,
tartmak yerine,
bünyesindeki
onu
bulunduğu
noktada
ondaki gelişmeye, nereden nereye gelin
diğine, gelişmenin seyrine bakmak gerektiği hususundaki fikriniz tamamiyle doğrudur. Fakat acaba bu fikir çerçe vesinde bakılınca, TRT'deki verici olduğunu
gidişin memnunluk ve ümit
belirten hükmünüzde
isabet var mıdır? Bunu anlamak
de aynı derecede
için, TRT'deki değişik
likleri ana çizgileri ile şöyle bir sıralamak her halde çok faydalı olacaktır. Siz, az
önce temas ettiğimiz
değişiklik tutkusu ile,
TRT'deki değişmeleri umumiyetle bir gelişme, he�
de
ümit verici bir gelişme olarak görüyorsunuz. Bilhassa ken di zamanınızdaki şaşırtıcı değişiklikleri, ler gibi gösterrneğe çalışıyorsunuz. her iki noktada da bu
müsbet gelişme
Hemen belirtelim ki,
hükmünüze toptan katılmak veya
katılmamak mümkün değildir.
TRT'deki değişikliklerin
hepsini müsbet bir gelişme gibi görmek de, hiç bir gelişme olmadığını ileri sürmek de insanı gerçekten hakikatin dı şına düşürür. Evet, TRT'de bazı müsbet gelişmeler oldu ğu inkar edilemez. Fakat bet olduğunu söylerneğe
değişikliklerin
hepsinin müs
de insanın dili varmamaktadır.
İsterseniz bu konuya biraz daha yakından bakalım: TRT.deki
başlıca
müsbet gelişme,
hiç şüphe yok,
maddi sahada görülen teknik gelişmedir. TRT'nin ve bil hassa televizyonun kurulduğu günden beri süratli bir ge lişme seyri içinde bulunduğu göz önündedir. Televizyonun
9
kısa zamanda gösterdiği teknik inkişaf,
yaygınlaşma ve
güçlenme, insafla söylemek gerekir ki, bir patlama dere cesindedir. Fakat zannederim bundan kendinize bir pay çıkarmazsınız. Bu konudaki bütün hizmetin şerefinin siz den önceki genel müdüre ait olduğunu sizin de teslim ede ceğinizden eminim. Hatta o genel müdür dikkatini bu tek nik ve maddi büyürneğe o kadar teksif etmiştir ki, TRT' isla.hına fırsat bulumayarak, veya busaha onun kapasitesinin dışında kaldığı için, altın
nin muhteva bakımından
kadar kıymetli ve bir daha kolay kolay ele geçmeyecek aylar ve yılların boşa geçmesine sebep olmuştur. Yani, sizin anlayacağı.nıg, TRT 12 Mart'tan sonra dış tan fethedilmiş, fakat içten fethedilememiştir. Siz TRT'yi maddi bakımdan böyle süratle uzanan bir atılım çizgisi üzerinde buldunuz. Bu teknik inkişaf tabü sizin zamanınız da da plan mucibince ve aynı yönetim kurulunun idaresi altında devam etti. Televizyona İstanbul stüdyosunu ka zandırdınız, Mudanya vericisini tamamladınız v.s. v.s.
ce
öte yandan televizyon yayınını da genişlettiniz. Ön altı güne, sonra bütün haftaya yaydığınız gibi, bir çok
gündüz programları ca ilave ettiniz. Geceleri programlar da bazı zaman ayarlamaları da yaptınız. Yani bu konuda da boş durmuş sayılmazsınız. Ama, bilmiyorum, bu pek büyük olmayan hizmetleri kendi hanenize fevkalade bir başarı olarak kaydettirmekte ısrar eder misiniz? Sizin zamanınızdal(i muhteva değişikliklerine gelince, müsaade edin bunu da burada insafla değerlendirelim. Bu sahada yaptığınız ilk değişiklik, haber dairesinin yönetici ekibini dağıtmak olmuştur. Gelir gelmez, tç Haberler Mü dürü Doğan Kasaroğlu'nun görevinden aldınız. Bunu haz medemiyerek üç arkadaşı daha aflannı istedi ve siz de kabul ederek, haber dairesinin bulduğunuz şekline ağır 10
bir darbe indirmiş oldunuz.
Bu icraatınızı ben maalesef
müsb3t olarak değerlendiremiyeceğim. Hatta siz bununla haber dairesini çökerttiniz de
diyebilirim. Neydi bu dört
kişinin suçu? 'I·RT içinde adeta bir cunta mı? Eğer onlar böyle bir cunta
kurmuş olmak
idilerse, şüphe yok, bu
aynı zamanda ehliyetin ve liyakatın cuntası idi. Böyle bir cuntadan ise korkmamak lazımdır. Haydi diyelim ki cun4;ayı ortadan kaldırmak gerekliydi.
Fakat ehliyet ve li
yakatı bir kenara itmeden cuntayı dağıtmak mümkün değil miydi? Adamları bir canta olmaktan, öyle bir tesir icra et mekten çıkarır, fakat vazifelerinde kendilerinden yine eski si gibi istifade edebilirdiniz. Böyle yapmayarak, bu gerçek ten büyük elemanları yerlerinden oynatınca, o mevkileri hiç değilse aynı liyakatta elemanlarla doldurmak gerekirdi. Siz bunu yapamadınız. Zaten kolay kolay yapamazdınız, çünkü o kıratta elemanlar bulmak kolay değildi. Böyle olunca ha berdairesini ve haber hizmetini adeta kuşa çevirdiniz. Ha berler yavanlaştı, tarafsızlığını
kaybetti, maksatlı hale
geldi ve bir radyo - televizyon için facia
denecek bir du
rum ortaya çıktı. Diyeceksiniz ki, ben yalnız Doğan Kasaroğlu'nu de ğiştirdim, diğerleri kendiliklerinden ayrılma talep ettiler, bu bir nevi isyan hareketi idi, idarenin otoritesi çin ben de restlerni görmek mecburiy.etinde
kaldım. Fakat başlıca
esas, hizmetin iyi yürütülmesi olunca, bu hususta hiç bir mazeret geçerli sayılamaz. Siz
bu ayrılmalara ne yapıp
yapıp mani olmalıydınız. Eğer mani olsaydınız, haber ve diğer ilgili programlar, sizden
şikayetleri, gazetelerden
parlamento kürsüsüne kadar taşacak ve ayyuka çıkacak şekle getirmezdi. Başka bir çok kusurları
olabilir, fakat
o tecrübeli elemanlar bu husustaki dozu ayarlamasını iyi ll
öğrenmişlerdi. Bunu her gün biraz
daha anlayacaksınız
ve tam anlayınca kork arun ki vakit geçmiş olacaktır. Haber dairesinin ve günlerindeki o
harcadı;ğınız
insanların seçim
barikulade ve unutulmaz hizmet örneğini
hatırlamak bile, sizin onlara kıyınaya elinizin varmaması için kafi gelmeliydi. Kabahatleri
neydi? Büsarnettin Çe
lebi'nin seçim gecesi "İlk neticelere arkadan gelen haber ler katıldıkça CHP lehindeki durumun AP tarafına dön düğü
görülüyor."
şeklinde
Yoksa, bu ehliyet ve
bir .. sözünü
hatırlıyorum.
liyakatin gerçekten
zat, o sözünden dolayı mı cezalandırıldı?
çelebisi olan Bir de Doğan
Kasaroğlu'nun seçimlere doğru yaptığı bir konuşmayı ha tırlıyorum. Seçim sistemimizi ve
demokrasiyi tahlil eden
o konuşmasında, Kasaroğlu, Marksizme ve anarşik hare
ketlere şiddetle çatmıştı. Hismillah der demez KSBaroğ lu'nu azietmenize sebep, yoksa, o konuşma Şüphesiz ki ne o ne bu? Fakat
mı olmuştur?
bu değişiklikler o kadar
yersiz düşmüştür ki insanın aklına ister istemez böyle ga rip düşünceler geliyor. Hele Büsarnettin Çelebi'nin daha önceki bir açık oturumda sizi, gazeteci olarak bulunurken, konunun ve basının mütefekkiri
gibi bir takdimi vardı,
onu düşündükçe birbirinize karşı gösterdiğiniz muameleye ve mukabeleye şaşmamak elden gelmiyor. Bu şahısların TRT'nin daha önceki ve sevaplarındaki yerlerini ve
günahlarındaki
rollerini iyi
bilmiyorum.
Fakat bilhassa Doğan Kasaroğlu'nun her halde TRT'nin eski kusurlarında mühim payları
vardır. Diğerlerinin de
derece derece sorumlulukları olmuş olabilir. Ama bütün bunlara rağmen, sizin bu habercilere satır atmanız mazur görülemez. Hem de en yetişkin, olgun ve durulmuş hizmet günlerinde. Aklınıza bir şey gelmemesi için, hemen ilave edeyim ki, bu insanların hiçbirisini TRT ekranlarının dı şında görmüş ve tanımış değilim. Ama onların ehliyet ve
12
liyakatleriyle yakından tanıştığımı tereddütsüz söyleye bilirim. Doğan Kasaroğlu saat gibi işleyen bir iç haber dairesi kurduğunu isbat etmiştir. Hüsamettin Çelebi de, Zeki Sözer de meslek ve vazifenin vekarını, bilgisini, tav rını, konuşma gücünü, ses tonunu zirvede bir noktaya ulaştırmış müstesna kabiliyetlerdir. Siz TRT.yi ve mem leketi bunlardan mahrum ettiniz. Bari yerlerine koydu,ğu nuz elemanlar biraz göz doldursa. Kimseyi küçük görmü yorum, ama bir Hüsamettin Çelebi'nin, bir Zeki Sözer'in yeri hususi vasıflar istiyen yerlerdir. Adamlarınız çok mükemmel insan olabilirler. Fakat o yerlere uygun ola mazlar. Nitekim ne seyirci karşısındaki oturuşları, ne ko nuşmalan, ne ses tonlan evvelkilerle mukayese edilebile bilecek durumdadır. Belki değerli, fakat eline verilen met ni okuyamayacak kadar acemi kimseleri seyircinin önüne çıkarırsanız, yaptığınız değişikliğin TRT için bir gelişme olduğuna, ne kadar nezaketle söylerseniz söyleyin, kim seyi inandıramazsınız, Mikrofon da ekran da acemileri ye tiştirme yeri değil, onlan arkada ve içerde yetiştirip pi şirdikten sonra çıkanlacak yerlerdir. Sizinle beraber ma alesef ekranda bir acemiler resmi geçidi başladı, başladı ve bitmedi gitti. Yeni elemanlannızın hepsini toplasanız, ne yazık ki, tek başına bir Hüsamettin Çelebi veya Zeki Sö zer etmez. Bu menfi icreatınız neticesinde haberler, dediğimiz gibi, iyice yavanlaştı. Adeta gittikçe çalkanan dünyada haber kıtlığı başladı. Verilen haberlerin haber değeri öl çüsü de değişmiş gibidir. Her halde TRT'ye gelen haber lerle seçilip mikrofona çıkarılan haberlerin bir mukayesesİ çok enteresan bir netice ortaya koyar. Belki durumdan tam hab.erdar değilsiniz. Isterseniz, böyle bir araştırma yaptırın, eminim ki çok dikkate değer bir netice ile karşı laşacaksınız. 13
Yen{ haber politikanızın garip örnekleri sayınakla bitmez. Mesela geçenlerde Süleyman Demirel, "Partisinin Eskişehir gençlik koliarına bir mesaj göndermişti. Akşam televizyondan dinledik, garibimize gitti. Ertesi gün gaze teden aslını okuyunca sizin haberi ne k2.dar maksatlı ver diğinizi bir kere daha ibretle görmüş olduk. Yine, mesela af konusunda milyonlara varan imza haberlerinin gazete lerde metrelerle kıvnlıp giden listelerinin resimleri çıktığı halde, TRT'de hiç yer almamasına mukabil, bilmem ne odasının karşı telgrafının tehalükle verilmesindeki gara bet gibi sayısız misaller de sizin gerçekten dikkatinizi çek miyar mu? Sizin gibi bir insanın gözü bu kadar kapalı olabilir mi? Bu misaller bir değil, beş değil. Ne burada sayınakla biter, ne buna Iüzum vardır. O kadar çok ve o kadar göz önündedir. Burada ancak TRT'nin yeni haberciliğinin ana çizgi lerini hülasa edebiliriz ki, oda şöyledir: Iktidarın parale linde olmak, muhalefete ya hiç yer vermemek veya gelen metni tanınmaz halde ve işine geldiği şekilde vermek, mil liyetçi kanattan gelen haberlere kapalı olmak, sola ve soldan gelen haberlere tam bir teslimiyet. Şimdi bu durumda TRT'nin haber
dairesinde ve ha
ber dilimindeki değişiklikleri bir gelişme, bır iyiye gidiş olarak kabul edebilir miyiz? Bilakis manzara odur ki TRT bugün bu hususta adeta hafızasını kaybetmiş; ihtilalleri, anayasaları unutmuş; yıllar ve yıllar önc.esinin kendi se sinden başkasını duymayan vurdum duymazlı:ğının içine girerek; gerilernek şöyle dursun, ta gerilere gitmiştir. De mek ki haber diliminde yaptığınız değişikliklerden iyi not almanıza imkan yoktur. Bu arada sizin, haberlerde yaptığınız iyi bir işi de bu rada kaydetmekten geri kalmayacağım. O da TRT'yi bir 14
sahada bir olur olmaz haber
furyasından kurtarmış ol
manızdır. Gerçekten TRT'nin öteden beri sürüp gelen bir hastalığı vardı. Her ajansta
bilmem
hangi
partilerin
v3ya sendikaların, bilmem hangi kademedeki adamlannın, bilmem hangi köylerde ki veya kahvelerdeki ipe sapa gel mez konuşmaları büyük bir havadismiş gibi heyecanla sı ralanır, adeta memleketi daimi bir kavga ve huzursuzluk havası içinde tutmaya hususi bir itina bunda da muhalefetten, bilhassa sol
gösterilirdi. Tabü muhalefetten gelen
kavgacılık, düşmanlık, kışkırtmacılık, yıpratıcılık, yıkıcı lık ön pHinda tutulurdu. Şimdi siz bu ananeye son vermiş görünüyorsunuz. Eğer bu, iktidar değiştiği
için, muhalefete karşı bir
tedbir değilse ve samimi bir davranış ise, salıiden büyük bir
1-Jzmettir. İnşallah bugünün iktidan yann gittikten
sonra da bu kararınız yürürlükte kalır. Yanlış anlamarnanız için, bir noktaya daha işaret et mek istiyorum. Ben şahsen bir insanın kendi ekibi ile ça lışmak istemesini çok tabü görürüm ve her yere bu gele neğin yerleşmesini isterim. Bir iktidarın da kendi adam ları ile çalışmak istemesinden Bu sebeple sizin değişiklik
daha tabii bir şey yoktur.
yapmak hakkımza
ve kendi
adamlarınızla işleri yürütmek istediğinize herkesin saygı lı olması lazımdır. Yalnız bu hak ve bu isteğin bir hududu vardır ki. o da ihtisas isteyen işlerde
ihtisasa riayet et
mektir. Bir iktidar, bir amir, bir insan,
tasarruf hakkımdır
diye ihtisas sahasında gelişi güzel kılıç sallayamaz. Ihti sas adarnma kolay kolay dokunamaz, dokununca da yeri ne en az ayni seviyede birini getirmek mecburiyetindedir. İşte sizin tayinleriniz bu bakımdan bir keyfilik, haksızlık ve yanlışlık manzarası t�ıyor. Ve sizin asıl güzel icraatı-
15
nızı köstekler diye üzülüyonız. Attığınızm yerine daha iyi sini getiremediniz mi, hakkınız ne olursa olsun, yakanı kimsenin elinden kurtaramazsınız.
zı
Unutmayınız ki, TRT Türkiye'nin şüphesiz en parlak genel müdürlüğü olmakla beraber, en göz önünde olan, en saklanınası güç genel müdürlüğüdür de. Sizin her şeyiniz milletin gözünün önünde cereyan eder ve dikkatleri size çevrili kırk milyon murakıbmız vardır. Başarısızlıklarını zı ve kayırdıkla.nnızı, hatalannızı ve elemanlarınızı kim senin gözünden kaçıramazsınız. Ekrana çıkardığmız ihti18.lci bıyığından, perdenin arkasında geldiği gazetenin rek lamım yapan sese kadar hiç bir şeyiniz, hiç bir tasarrufu nuz, hiç bir icraatınız kimsenin dikkatinden kaçmaz. TRT hiç bir keyfiliği, hiç bir pervasızlığı milletin gözünden ka çıramayacak bir otopsi masasıdır. Oraya gelen herkesin öğreneceği ilk şey ayağını denk almasını bilmek olmalı dır. Işte siz haberlerde ve haber dairesinde aynı zamanda haber çerçevesi etrafında toplanan sözlü yayınlarda maa lesef bu basireti gösteremediniz. Sözlü yayınlar meselesi ne biraz aşağıda tekrar döneceğiz. Haber bahsini şimdilik burada bırakıp, isterseniz, konuya geçelim.
değişikliklerle ilgili başka bir
TRT'nin haber cephesinde görülen ve onun bünyesi eden tarafsızlığı temelinden
nin esas karakterini teşkil
sarsarak bütün varlığım tehdit eden
değişiklikten sonra,
TRT'de sizinle başlayan ve milletin hayret nazariarı önün de süratle gelişen ikinci büyük değişiklik 12 Martın res torasyonu harekatıdır. TRT sizin İdarenizde 12 Martın neticelerine açıkça isyan bayrağı açmıştır. 12 Martın, çok zaruri; hayati ve en son dakikada ortaya çıkmış Türki ye'yi kurtarıcı bir tepki olarak, kendilerinin karşısına di-
16
kilmiş bulunduğu bütün fikirler ve şahıslar, TRT mikro fon ve ekranlarında çok sistemli bir şekilde aradaki ko pukluğu kapatmak istercesine
bir stir3.t ve
israrla boy
gösterrneğe başlaınışbr ve bu durum her gün biraz daha kesafet peydah etmektedir.
Siz çok iyi bilirsiniZ ki komünizm Türkiye'de sadece bir neticedir. Önce demokratik ihtilil mutfağı safhasın da, dört başı marnur hazırlıkların Türkiye'de birden
neticesinde marksizm
partayarak su yüzüne
çıkmış ve her
tarafı kaplaınıştır. Işte şimdi TRT'de bu mutfağm tence releri yeniden fokurdamaya başlamış bulunmaktadır. 12 Marttan
sonra hayatlannı
kaybeden veya .h·apse giren
gençlerden, bu işte daha çok sorumlu olan zemin hazırla yıcı fikirler, eserler
ve şahıslar
huzura
çıkanlarak 12
Mart'ın tesirleri yok edilı=ıek ve buna maruz kalanlar te mize çıkarılmak istenmektedir. Bir yandan zararları telafi, yaralan tedavi, itibarla rı iade kampanyası olarak
yürütülen bu
harekette bir
yandan, en değersizine kadar solcu ve yıkıcı eserlerin ve şahıstann devlet parası ile reklamı yapılmakta, bir yan dan da 12 Martın sanıklan
ve
mevkufları her vesileyle
programlarda arz-ı endam ederek kıymetli fikirlerini tek rarlamaktadırlar. Bir tarafta henüz 12 Mart'ın mahkeme leri devam ederken, bir tarafta TRT'nin böyle bir resta rasyana girişmesi çok ibret adamı olduğunuz hükümet
verici değil midir? Belki de gibi, 12 Mart'ın tasfiyesinin
zamanı geldiğini düşünüyorsunuz. Onun için sizi bu husus ta fazla sıkıştırmayacağım. Esasen ben bu açık oturumu siyasi ve ideolojik me selelere sürüklemek istemiyorum. Asıl münakaşa etmek istediğim �ey TRT'nin en mühim meselesi olan, siyaset ve ideolojiden de önde gelen kültür
ve hizmet meselesidir. 17
Siyaset ve ideolojiye istemiye böyle etmas etmek affedin. lrin
mecburiyetinde
Bu mecburiyetin,
TRT'de
asıl
istemiye ve zaman zaman
siyasi
üzerinde
kaldığım
ve
ideolojik
durulması
için
beni
faleiyet
grekli
konu
olan kültür ve hizmet faaliyetlerine zarar vermeleri yü zünden doğduğunu, başka bir endişe taşımadığımı lütfen kabul edin. Biz siyasetin ve ideolojinin
üstüne çıkmasını
bilen insanlarız. Siya setten de, ideolojiden de hiç bir şey beldemeyen ilim adamlarıyız,
tarafsız kimseleriz.
setten ve ideolojiden blı.e ne, hatta
size
restorasyonu bahis konusu imiş, bunu ğiz? Bunu
önce hükümet
düşünsün.
Türk milletinin ve devletinin akıp Türkiye
biz mi düşünece
O düşünmüyorsa,
giden tarihi bekasımn
zamanımıza rastlayan bölümünden ba�kanı düşünsün.
Siya
ne? 12 Martın
sorumlu olan devlet
Cumhuriyeti'ni dışarda ve
içerde kollamakla vazifeli sil8hlı kuvvetlerin başkuman dam olan GenelKurmay Başkanı düşünsün, kumandanlar düşünsün.Kendisine kurşun sıkılan orgeenral ve arkadaş ları düşünsün. Kendilerinin karşısına halk ordusu, halk kurtuluş ordusu gibi kuruluşlarla çıkılan ve yerlerine göz dikilen aziz subaylanmız düşünsün. Cephe gerisi tehlike ye düşmüş ve düşecek olan ordu düşünsün. Partiler dü şünsün, millet vekilieri düşünsün, MİT düşünsün, devletin çeşitli idareciler düşünsün, adliyeciler
parlamento düşünsün.
müesseseleri
düşünsün,
düşünsün. Komünizmin
uçlarını hudarnakla kökünün kazmacağını sanan safdiller ve yarım tedbirciler düşünsün. Hatta, hatta sermayesi ilk ağızda tehlikede olan patran düşünsün. Bunlar düşünür se ve bunlar düşününce mesele kalmaz. Görüyorsunuz ki
kolay kolay size, bana; sizi bilmem ama. her halde bana sıra gelmez. Biz ilim ve kültür adamlannın sadece bir ikaz vazifesi vardır. Onu da yapıyoruz. Ne 12 Mart öncesinin, ne 12 Mart'ın sorumluluğu, ne de memleketin yükü bizim omuzumuzdadır. Onu, dediğim
18
gibi, düşünecek mevkide
olanlar düşünsünler. Düşünüyorlarsa ve mahzur görmü yorlarsa 12 Mart da tasfiye edilir, karde� kavgası da son bulur demektir. Sizin, bizim kendimizi yormamız biraz da boşunadır. Onun için bu konuda, dediğim gibi, niye yapı yorsunuz niye ediyorsunuz diye sizi fazla sıkıştırmayaca ğım. Bir bakıma meydanı boş bulunca, yapacağımı tabü ben de yaparım. Fırsat elinize geçmiş, düşündüğünüzü niye yapmıyasınız? Kendi bakımınızdan bunda tamamiyle haklısınız. Yalnız, burada bir noktaya temas etmek istiyorum. Bu tutumunuz ya bir cesaret meselesidir; o takdirde sizin bu cüretinizi ve pervasızlığınızı gerçekten tebrik edip geçmek gerekiyor. Veya bunu gençlik ve tecrübesiziikten yapıyorsunuz; o zaman size söyleyec�ğim bir şey var: Sosyal bünyedeki bir rahatsızlık kısa zamanda kestirip atılamaz ve tedavi edilemez. Bu sebeple böyle bir resto rasyon çok erkendir. Ve sosyal yapının bu hareket netice sinde hangi şekle dönüşeceğinden emin olunamaz. Erken ve zamansız bir müdahale, tabii tasfiyeyi çabuklaştırma ğa çalışmak, zamanın halledeceği bazı meseleleri öne al mak cemiyete de, hatta yareları sarılmak istenilenlere de daha büyük dertler getirebilir. Yoksa, iyiliği kim istemez. Yanılmış olanlara kim merhametli edavranmak istemez, bu memleketteki bütün Türk çocuklarının kardeş kardeş iç barış içinde oturmalarını kim arzu etmez? 12 Mart'ın beka daYası vasfının ağırlığı yanında 27 Mayıs romantik bir hür riyet mücadelesinden ibarettir. Ama bir 27 Mayıs'ın teda visi bile 14 sene sürdü. Ondan çok dahı:ı_ vahim bir duru mu.n ortaya çıkardığı 12 Mart hadisesinin dalgalarının cemiyetin sathında yayılıp kaybolması için belki 15 sene, belki daha fazla bir zamana ihtiyaç vardır. Her şeyi bir oldu bittiye getirmenin umulmadık neticelerini hiç hesa-
19
ba katınamak olur mu? Kendisinin pek fazla sorumlulu ğu ve dalıli olmayan bir 27 Mayıs'a
14
sene sahip çıkiiUŞ
bulunan bir ordunun, kendisinin işi olan bir
12
Mart'a en
az 27 Mayıs kadar sahip çıkaınıyacağını sanmak, insanı,
ne büyük hataya düştüğünü anladığı zaman çok geç ka lacağı büsranların içine atabilir. Onun için eğer gençlik ten ve tecrübesiziikten dolayı,
sosyal oluşmanın üzerine
gaflete çalan bir gözü peklikle yürüyorsanız, size halisa ne dikkatli olmanızı, lütfen ayağınızı denk almanızı tav siye ederim. Eğer sizi
oraya
getirenler veya etrafınızı
alan çevreler, sizi buna teşvik ediyorlarsa, veya böyle bir şey yok da, gayretkeşlikten
bunu yapıyorsanız, teşvike
kapılmaktan da, gayretkeşlikten de vaz geçiniz. Hadisele ri biraz arkadan takip etmekte TRT için de, sizin için de sayısız faydalar vardır.
Nenize lazım?
TRT'nin mutad
hizmetleri: mUziği, alıcısı vericisi, akıllı uslu işleri ile uğ raşmak size yeter de artar bile. Emin olun,
onlarla da
büyük hizmetler yapabilirsiniz. Sayın İsmail Cem, TRT'de sizin zamanınızda şekil bakımından
görülen bir değişiklik de,
hipileşme temayülünün artmış olması
dır. TRT'nin bu rahatsızlı:ğı
da
eskiden beri mevcuttur.
Onun için, bundan yalnız sizi sorumlu tutmak tabü, insa fa sığmaz. Ama sizden sonra bu hususta belirli bir değiş menin ortaya çıktığı da gözden kaçmamaktadır. Şüphesiz kılık kıyafet, saç sakal ferdin hususi haya tını ilgilendirir, şahsi hak ve hürriyetlere girer. Ama bu, ferdin hususi hayatında; sokakta, evde, dışarda böyledir. Radyo - televizyon ne sokaktır, ne de umumi veya hususi bir yerdir. Orada vatandaş huzuruna çıkan herkes kılık kıyafetinden, şekil şemailinden, hareket ve tavnndan so rumludur. Oraya yalnız bir terbiye ve telkin edasıyla çı-
20
kılır, eğlence kasdiyle olsa da. Orası bilhassa örnek ve ib rct alınacak resmi bir yerdir. öte yandan Türkiye'de hiç bir batı ülkesinde olmayan bir kıyafet kanunu vardır. Kıyafet kanunu yalnız bir fes - şapka, takke - bere kanunu değil, yazılı olmasa da o ay ni zamanda bir şekil şernail kanunudur. Türkiye Cumhu riyeti'nin temelinde medent kılık kıyafet ve şekil şernail yatar. Bizzat Atatürk bütün hayatında bunun sembolü olrrıuştur. İnönü'nün de tıraşsız gördüğü darnadına, maze ret beyan edince, "Küçük beyin vakti yokmuş, ben muha r.ebe meydanında bile bir gün tıraşsız olmadım" dediği meşhurdur. Atatürkçülüğün en iyi örneği olan Türk or dusuna bakınız, tıraşsız saçlı sakallı bir subaya ve ere rastlayabilir misiniz? lnönü, Cumhurba.,<Utanı iken, kosko ca Maarif Vekili Hasan Ali Yücel'in nokta kadar bıyıklarına bile tahammül edememişti. Zamanın konser vatuvar müdürünün lnönü var diye, temsilin sahne arasın da bıyıklarını kesip bir gecede iki görünüşle salonda bulun duğu pek meşhurdur. Hillasa bu yeni Türk cemiyetinin hamurunda saç, sakal, bıyık, perişanlık, acayiplik değil, temizlik. tertip ve düzen vardır. Böyle bir devletin radyo ve televizyonu hipilik modasının öncüsü imiş gibi davra namaz. Nedir o uzun saçlar? Nedir o kimi taklit ettikleri bilinen sarkık bıyıklar? Nedir o sanatçılığın icabı imiş gi bi bürünülen acayip kıyafetler? Nedir kravatsız, yaka bağır açık olarak çıkıp göğüslerinin kılını teşhir etmeler? Nedir o çeşit çeşit sakallar? Türk çocuklarına Atatürk'ün Türkiyesinde böylemi örnek olmak istiyorsunuz? Bir nak len yayında, bir hususi hayatın aktarılmasında tabii du ruma karışılmaz, bir şey denemez. Ama hazırlanıp televiz yona çıkacak insanlarda kılık kıyafet v.e şekil şernail ara mak lazımdır, sayın genel müdür. Bunu nasıl ihmal edersınız.., .
.
21
İlımal ne kelime,
sanki teşvik
ediyorsunuz. Sarkık
ihtilalci taklidi bıyıklan sizden sonra televizyonda görül meye başladı. Siz geldikten sonra, spor servisinin gerçek ten işlerinin ehli spikerlerin bile süratle saçlarının omuz larına indiğini gördük. O kadar saç sakalın arasında ken disini çok çıplak görmüş olacak ki, sevgili Zafer Cilasun bile son günlerde bıyık bıraktı. TRT'den bu manzaraları ve bu zihniyeti kavunuz, sayın İsmail C.em. TRT'ye Ata türk'ün medeni kılık
kıyafetini ve şekil şernailini hakim
kılınız. Çekinmeyin, tereddüt etmeyin, bu hem hakkınız, hem vazifenizdir. Bu saç sakal, bu
acayip ve tırnarhane
kaçkını kıyafet, yanında bir de laübaliliği, TRT'ye soku yor. Bazı sanatçı topluluklan mahalle kahvesi laübalilik lerini ekrana getirmekten çekinmiyorlar. Tarık Buğra'nın dediği gibi, bu laübalilikleri, küfrü,
argoyu da TRT'den
kovunuz. TRT programlarında dikkati çeken bir değişiklik de tarafsızlığın ihlalidir. Bitaraf olmak yerine bir taraf ol mayı TRT öteden beri marifet sayar. Fakat sizden bu hastalığın da seyri daha da Haberlerdeki tarafsızlığın
sonra
ağırtaşmaya başlamıştır.
nasıl çığırından
çıkarıldığını
yukarda söylemiştik. Fakat ben bu siyasi taraf tutmaya fazla ehemmiyet vermiyorum.
Bizde politikacılar taraf
sızlık deyince daima bu siyasi çerçevede kalır ve şu parti ye bu kadar, bu partiye şu kadar, hükümete şöyle, mu halefete böyle yer verildiğinin kavgasını yaparlar. Hal buki bu hem pek mühim değildir, hem
de çok defa geri
tepen bir silahtır. Rahmetli Menderes'i ipe götüren sebep lerden biri her ajansa spikerin ağzını açar açmaz Adnan Menderes diye başlaması idi. Öyle ki bu yüzden Yassıada' ya spikerlerin sürüklenmesi gibi
bir gariplik bile ortaya
çıkmıştır. Rahmetli İnönü'nün ömür
boyunca seçim ka
zanamamasında TRT'nin İnönü propagandasını bir mes-
22
Ick haline getirmesinin büyük bir payı olduğu ayni dere cede muhakkaktır. Bugün de TRT Bülent Ecevit veya Sü leyman Demirel veya bir başkası diye mi ağzını açıyor, bilin ki onun falmda gök yüzü gittikçe kapanmaktadır. Çünkü biz henüz tesirli, ahenkli ve ince propaganda sa natını öğrenmemişizdir. Kaş yapayım derken göz çıkarır, körü körüne kaba bir propagandaya saplanır kalırız. Bu sebeple, siyasi konuda haberleri nasıl ayariaraanız ayar Iayın. İsterseniz arada sırada Süleyman Demirel'in de sözlerini ver.erek dostlar alış verişte görsün kabilinden yasak savmaya devam edin. Bunun merak etmeyiniz, tut tuklarınızdan başkasına hiç bir zaran yoktur. TRT'nin asıl bir kültür tarafgirliği vardı ki işte o her vatanseverin yüreğini paramparça etmekte, memleketi sürekli olarak kanayan tedavisi imkansız. bir yara ile kar şı karşıya bırakmaktadır. TRT artık her zaman dile düşen siyasi tarafgirliğinin yanmda bu vahim sosyo-kültürel ta rafgirliği ile hem anayasanın 119. maddesini, hem de TRT kanununun ikinci maddesindeki yayın esaslannın her fık rasını bıkıp usanmadan ihlal etmekte v:e son derece açık bir suç işleyip durmaktadır. Eğer milli devletin gerçek icapları yerine getirilse bu TRT'nin sorumlularını yediden yetmişe kadar Anayasayı, TRT Kanununu ihlalden ve sosyo-kültürel suçtan bir hayırsız adada toplamak işten bile d�ğildir. Eğer bir gün milli şuur şahlaanrak böyle bir iş yapılırsa bu, memleketin selameti ve geleceği bakımın dan şüphesiz en haklı bir Yassıada olacaktır. TRT'nin açık oturumiarına bakıyorsunuz, sonunda silme olarak taraflı ve solcu bir kadroda karar kıldığını görüyorsunuz. Edebiyat programiarına bakıyorsunuz yal nız tek taraflı ve solcu yıkıcı edebiyatla karşılaşıyorsu nuz. Tiyatrosuna bakıyorsunuz öyle, Köy saatine bakı yorsunuz öyle. Dünya görüşüne bakıyorsunuz öyle, Eği23
tim programın a bakıyorsunuz öyle. Müziğine, eğlencesine bakıyorsunuz öyle. Tavrına ve edasına bakıyorsunuz öy
le. Diline bakıyorsunuz beterin beteri. Sonra da niye mem lekette anarşi oluyor, niye vatan
ve millet duygusundan
soyunuyoruz diye hep beraber baş başa verip kara kara düşünüyoruz. Sayın genel müdür, Bilhassa sizden sonra gittikçe artan ve billurlaşan bu taraflılık niye ? Niye bir marksist yazarın ölüm yıl dönü münde yer yerinden
oynamak da, bir devre
damgasını
vurmuş milli şair Faruk Nafiz'in ölümünü şöyle bir geçiş tirrnek ? Geçenlerde biri haklı olarak soruyordu : Niye sol cusu anılıyor da, Falih Rıfkı'nın ölüm
günü hatırlanmı
yor ? Niye meselA. Oktay Akbal, mesela Edip Cansever de, mesela Zeki ömer veya Sezai Karakoç değil ? Niye Mesela Furuzan da, mesela Emine lşınsu veya hikaye hayatımı za fırtına gibi giren Sevinç Çokuro değil ? Nerde her gün ellinci yıl marşı tekrarlanan Bekir Sıtkı Erdoğan, nerde "Bu Ülke" adlı şaheseri ellerden
ve dillerden düşmeyen
Cemil Meriç ? Atsız adında bir dev vardır. nimde, irfanda, şiirde romanda. Emsalsiz tarihi romanlar yazmıştır. "Boz Kurtlar" adındaki kahramanlık ve gençlik romanı türünün en büyük eseri
olarak her kesimden Türk çocuklarının
başlıca besleyici kaynaklarından
biridir.
Son eseri olan
"Ruh Adam" romanı iki yıldır el üstünde tutulmaktadır. Ne:rde bu büyük Atsız ? Üstelik onun, hapse girip çıkmak gibi, TRT'nin çok itibar ettiği anlaşılan meziyeti de eksik değil. Edebiyatı bilmeyenierin ahkam kestiği TRT'de, yıl lardır lise edebiyat
derslerine hakim olan kitabın sahibi
Nihat Sami Banarlı
nerde ? Bugün roman da üç büyük
vardır : Kemal Tahir - Tank Buğra - Necati Sep.etçioğlu, Devlet Ana - Küçük Ağa - Kilit üç zirvedir,
24
Niye TRT'de yalnız Kemal Tahir de, Tank Buğra ve Necati Sepetçioğlu yok. Bugün gerçekten Türk romanında yeni bir dev zuhur etmiştir.
Bu Necati Sepetçioğhı'dur
Alın son romanı "Konak"'ı okuyun, nefE'.siniz kesilecek ve görec.eksiniz ki sol taifeyi bütün eserleri ve gövdeleri ile beraber terazinin bir kefesine. Konak'ı bir kefesine koy sanız yine bu ikincisi
ağır basacaktır. Peki, bunlan Türk
okuyuculan merak etmiyorda TRT ekranlannda yalnız solcuların sevimli portrelerini mi seyretmek istiyor ? Niye yalnız dörüte, oyküye, yapıta evet de
sanaya. hikayeye,
esere hayır? Tarafgir olmak kolaydır, yatarsmız bir tara fa olur biter. Zor olan tarafsız
olmaktır, ufku geniş ol
maktır, çok cepheli olmaktır. Siz kolayı değil, zoru seçiniz sayın İsmail Cem ! göreceksiniz ki, hiç değilse kendi içiniz de daha çok büyüyeceksiniz. Hadi diyelim ki, tarafsızlık TRT'nin elinden gelmiyor. Bu hususta şartlanmıştır, şerbetlenmiştir. Ya seviye ? Hiç olmazsa, belirli takımla yapılan
bu programlar da, yük
sek şöyle dursun, normal bir ilim ve kUltür seviyesi olsa ! Fakat ne gezer ? Gerçekten TRT programlarında dikkati çeken bir de ğişiklik de ihtisassızlığm, kalitesizliğin gittikçe artması, seviyenin gitgide düşmesidir. Mesela belli bir takımla televizyonda seri programlar yaparak Türk milletine edebiyat anlatılınağa kalkılır. İç lerinden biri aruz kelimesini bile telaffuz edemiyerek aruz der durur. Öyle bir dil sürçmesi falan değil, bir defa değil on defa. Adam millete edebiyat dersi
vermeğ(> kalkıyor,
daha aruz kelimesini bilmiyor. Eskiler böylesine "cehlin ol mertebesi sehl olmaz" derlerdi. Gerç.ekten bu kadar ce halet ancak TRT'de bulunur. Bu ne zavallılıktır sayın ge nel müdür ? Bu aruzun ertesi günü profesörler evinde bir
25
hukuk profesörünün TRT'ye nasıl hiddetlendi:ğini gönne nizı isterdim. Mesela şiirler takdim edilir. Diksiyon, vurgu, ahenk, mana bir yana, şiirin yanlış okunduğunu : mesela herkesin ezllere bildiği "Çanakkale" şiirinin mısralarının değiştiril diğini görürsünüz. Mesela bir açık oturum yapılır. Koca koca adamlar yedi sekiz kişi dizilmiştir. Manzara karşısında saygıdan nerdeyse televizyonu kalkıp ayakta seyretmek gelir içi nizden. Konuşulunca, bir de bakarsınız, hazretler değil an latmak, daha konuşulan şeyin manasını bilmiyorlar. Mesela bir köy saati veya tiyatrosu seyredersiniz. Konunun perişanlığı bir yana, konuşanlar baştan aşağıya yar.lış bir köy dili kullanırlar. Duymuşlardır ki, Anadolu da bir sağır kef vardır. Ama nerede olduğunu bilmedikleri için ağızlarına gelen her n'yi genizden söylerneğe kalkar lar. Edebi dil nedir, köy dili nedir, ağız nedir, tiyatro ne dir, TRT mevcut bilgi seviyesi ve tutumuyla bunları ne bilsin? Mesela plak şirketlerinin kapılarından, gazinalardan veya okul heveslilerinden bir takım gençler toplanır geti rilir. Mübareklerin hepsi de b.estekardır. Hafif müziğe meraklı olup da bestekar olmayan yoktur. Size bir kaç bestemi okuyayım der. Herkes esas vaziyetine geçer ve dinler. Evet dinlersiniz ki ne melodi değeri var, ne musiki cümlesi var, ne ritm var, ne ahenk var. Bir takım zevksiz bağirmalardan ibaret. Tank �uğra, haklı olarak, bunun bir kontrolü yok mu diyordu? Evet, her önüne gelenin beste sandığı şeyi dinlemek işkencesine TRT mükellefleri acaba mecbur mudur? Bu memlekette eli kalem tutan her kes aşağı yukan şiir denemesi yapar. Şimdi bu milyonlar ca şair gelip es.erlerini takdim etmek isterlerse TRT onla-
26
ra ne cevap verir ? Hele TRT çevresinde bulunan bir takım kimselerin alelade çocuklarını bilmem ne kardeş diye sa natkar göstermeye kalkmasına ne demeli ? Sevgili Tarık Bu,ğra üzülınesin. TRT'de hiç kontrol olmaz olur mu ? Ama o kontrol daima yıkıcılığın emıin dedir. Ne olur ne olmaz. Mikrofona veya ekrana milli gö rüş sızar, normal dil sızar diye her an tetikte, yirmi dört saat vazife başındadır. Mesela Cumhuriyetin 50. yılı dola yısiyle devlet resmen profesörlerin konuşmalarından iba ret bir dizi program hazırlamıştır. Televizyonda verile cektir. Fakat günü gelince programın yalnız radyoda ve rilmesine müsaade edilir. Çünkü milli görüş vardır. llmi ye, milliye daima hayİr demek esastır. TRT kontrolü hiç atlar mı ? Bu kontrol ki, parayla verilen reklamlan bile, aman normal ve tabii dil sızmasın diye didik didik eder, reklam şirketlerine uydurma dil şartı koyar. Ama reklamda eski ve meşhur bir spiker koskoca gazetenin adını yanlış olarak Hüriyet şeklinde bir r ile tekrarlar durur. Bunun zaran yoktur. Çünkü bu müessesede bilgi ve seviye şart değildir. Mesela TRT, hakkında ilmin hüküm vermemiş oldu ğu taze edebiyatçılan oturmuş sanatkar olarak görür ve gösterir. Şiiri şaire, romanı romancıya sormayı marifet sayar. Bir gün bakarsınız, bir saz sanatkan divan edebi yatı hakkında konferanslar veriyor. Bru;ıka gün bir şair, şiirlerine hiç yakışmayan acaip bir dille, kendilerinin İs tanbul Türkçesine karşı Anadolu Türkçesi ile yazdıklarını söyleyecek kadar ağızın, dilin, kültür dilinin, yazı dilinin, konuşma dilinin şivesinin, kelimenin, lügatın, cümlenin, gramerin farkında değil. Ankara'da bir Prof. Kenan Akyüz, İstanbul'da bir Prof. Mehmet Kaplan varken, yeni Türk edebiyatmda o 27
huzura çıkarılanların latı olamayacağını TRT niye bil mez, aramaz, sormaz, öğrenmez, sayın İsmail Cem ? Her sahada, eşi dostu, belli isimleri, yalancı şöhretleri, ş ariatanlan değil ; işinin erbabını arayın, bulun. Ufkunu zn geniş tutun ; bundan hiç bir zarar görmezsiniz. Mesela piyesler oynamr. Bakarsınız, bir gün, karısı nın ihanetini öğrenen adam köpürür ; çünkü kansının fa lan adamla seviştiğini zanneder ; fakat kansı bu işi fa lanla değil filanla yaptığını söyleyince adam onun zararı yok diye sakinleşir. Başka bir gün, evinde kalan baldızla eniştenin aşkı, evlerinde oturan Türk ailelerinin harim-i isınetinde talevizyon sahnesindedir. Mesela bir kaç yıl önce bir gün radyoda çocuk saatini dinliyorsunuz. Küçük sınıfta ilkokul çocuklan konuşuyor. Bir kız çocuğu diğerine sen evleninc.e mazsan ne yaparsın diye soruyor.
kocanla
aniaşa
Cevap şahaserdir : Haftasında boşanırım, eğer boşan mazsam, mesela kocamdan su istesem benim bardağıma gizlice zehir .koyar ve beni öldürür diyor. Son günlerde, si zin zamanınızda, bir gün televizyonu açıyorsunuz ki bir genç kızın nasıl intihar ettiği öğretiliyar ve bunun psiki atrik mazereti anlatılıyor. Zaten bu TRT, çoluk çocu:ğun
ödünü koparmak için
olacak, cinayete, korkuya ve dehşete çok meraklıdır. Me sela yine son zamanlarda hem de, bir gazetecinin yazdığı iki haftalık bir cinayet programı takdim edildi. Seyreden ler salınelerin korkunçluğundan çok TRT'nin nerede bu lunduğunun dehşeti ile donup kaldılar. Görüyorsunuz ya, Sayın İsmail Cem, muhtevada bi raz derinleşince İnsan TRT.nin ne gelişmesinde, ne değiş mesinde sizin müşahade ettiğiniz gibi iç açıcı bir manzara
ile karşılaşmıyor. Hatta yalnız hiç bir salah eseri göster meyen muhtevada değil, şekil
değişikliklerinde de acaip
bir hocalamadan ileri gidildiği pek görülmüyor. Mesela dekorları ele alm Televizyonun başlangıçtan beri en başarılı taraflanndan biri dekorlan idi. Dekorlar şaşırtıcı bir mükemmellikle başlamıştı ve devam ediyor du. Fakat siz gelir gelmez birden bu düzen bozuldu ve dü şüş başladı. Güzel, oyalayıcı ve dinlendiri şekillerin yerini mücerret çizgilerden ibaret
acaiplikler aldı. Ne yaptınız
dekorcularıda mı değiştirdiniz ? Yoksa, adamlar size inat . olsun diye sanatlarını esirgeyerek mi ortada ruhsuz so ğuk siyah beyaziıkiardan başka bir şey bırakmadılar ? Zaten te!evizyonda her şey güzel başlamıştı. Televhı yonun kısa zaman içinde aldığı merhalede esas amil olan şey de bu ilk atılımdı. Anlaşılan iyi bir
hazırlık yapılmış
ve hocalamadan birden bire yüks.ek seviye tutturulan bir başlangıç yapılmıştır. Siz hiç
televizyonda
bir ilerleme
yaptım gibi bir kuruntuya düşmeyiniz. Televizyonun ulaş tığı seviyenin bütün şerefi bu hazırlıklı iyi başlangıçtadır. Şimdi size sadece ulaşılmış olan bu seviyt>yi muhafaza edip edemeyeceğiniz meselesi kalıyor ki, belirtiler
aleyhinizdedir.
beceriksizlik,
bu hususta da bütün
Taraflılık,
kalitesizlik, cehalet,
kanunun dışına düşerek suç işlernek
solculuk,
zevksizlik,
millete ters düşmek, bir müddettir tele
vizyonun yakasına yapışmış gibidir. Mesela eskiden arıza fasılalarında görüntü olarak din lendirici bir tabiat
manzarası
yer alırdı.
Sizden sonra
onun bile yerini zevksiz bir ışıklı şekil aldı. Buna mukabil reklamlardaki göz alıcı dönen helezon bUtün sinir bozucu çirkinliği ile dönüp duruyor. Çünkü TRT'de yalnız iyi ve güzel değiştirilir, kötünün ve çirkinin ise muafiyeti vardır.
29
Haberlerde görüntüyü
arttırınakla övünüyorsunuz.
Eskiden de yeter derecede
görüntü veriliyordu. Miktar
bakımından öyle pek fazla bir fark bir fark oldu : Eskiden
verilen
görülmüyor. Yalnız
görüntülerin
hakikaten
görüntü değeri vardı. Şimdiki görüntüler görülmeğe de ğer olmak bakımından büyük
bir fukaralık arzediyorlar.
Değersiz, lüzumsuz, maksatlı görüntüler ajansları berbat .etme:ğe başladı. Hele hava durumu programının başına gelen, pişmiş tavuğun başına gelmiş değildir. Hava raporunun gerçekten çok kabiliyetli ve ehliyetli takdimcisi
başlangıçta tebe
şirle kara tahtada programı ne tabii ne güzel bir şekilde veriyordu. Çocuğa musaHat olundu, sunuşu şekilden şek le daha doğrusu çirkinden
çirkine
sokuldu v.e nihayet
uzaktan görünen acaip şemsiyeler yapıştırılmış soğuk ve suni bir harita ile başbaşa bırakılmış bugünkü en zevksiz şekilde karar kılındı. Siz gelDiğiniz zaman
üç yarışma vardı. Siz bu üçün
den ikisini iptal ettiniz, en kötüsü olan Kim Bilir progra mını tuttunuz. Hadi Cenk Koray'ı Son Havadis muhabi ridir diye attınız. Halit Kıvanç'ı da Tercüman'dan diye mi uzaklaştırdınız. Hele hele Olcay Poyraz, üstün Savcı ve Göktay Akman üçlüsünün suçu neydi. Bu değerli artistler iyi ve normal bir Türkç.eyle konuştukları, hatta arada bir uydurma dili alaya aldıkları, her şeyleri ile ve anlattıkla rı ile daima efendi ve mazbut kaldıkları, yıkıcı olmadık ları, irticalen konuştukları halde sizin elinde kağıt kem küm eden adamlarınızın seviyesini
ortaya koyan billur
konuşmalarla su gibi akıp gittikleri için mi cezalandınl dılar? Sizinle beraber bir de Türkçe alt yazılı filimler orta ya çıktı. Burası müstemleke mi dir Sayın Genel Müdür,
80
yoksa TRT İpek film stüdyosu veya sineması mıdır ? Ney se, itirazlar yükselince bundan vazgeçilmiş görünülüyor ama tekrarlanmayacağından tam emin değiliz. Bu misalleri ve bu didiklerneyi istediğiniz kadar, TRT'nin programlarının sayısı, çeşidi, saati ve dakikası kadar uzatabilirsiniz. Hiç değişmeyecek netice daima şu olacaktır : TRT'de ümit verici bir gelişme ; iyiye, güzele, doğruya, ilmiye, milliye bir değişiklik esas itibariyle yok tur. TRT'nin dokusu buna müsait değildir. Çünkü bu mü essese yanlış kurulmu�tur, yanlış işlemektedir, yanlış adamların elinde kalmış, yanlış adamların eline geçmiştir. Devletin niyetlerine, ınilyonlarına, milletin ümitlerine ya zık olmuştur, yazık olmaktadır. Bu durumda TRT'nin itibarını ve programların haygi yetini başlıca kurtaranlar kabiliyetli spikerlerdir denilebilir. Jülide Gülizar, Ülkü Kuranel, Aytaç Kardüz, Çetin Çeki, Erkan Oyal, Zafer Cilasun, Can Akbel, Ülkü lıns.et canlan m dişlerine takmış, bu sevimsiz müessesenin memleket ufuklarına dalga dalga yaydığı havanın ağırlığım kudretli dilleri ve vafize vekarı ile durup dinlenmeden hafifletmeğe çalışmaktadırlar. Bu spikerlerle bir iki müzik programı da olmasa, TRT'yi boynuna taş bağlayıp rahatlıkla Saraybur nundan aşağı atabilirsiniz. Bir de ellerine verilen metinte rin talimatın ve TRT'nin kahrolası sözlüğünün uydurma dili olmasa, TRT'nin bu altın çocuklan kim bilir daha nasıl bülbül kesilirler ve kim bilir bugün de dinlemekle doyul mayan konuşmalan, o zaman nasıl büsbütün doyum olmaz ha.le gelir. Fakat yazık ki, TRT'nin bir milli kültür suikasti, millete, milli kültüre, akla, ilme ve sa:ğduyuya isyan teşkil eden korkunç dili vatamn hür ufuklarında durmadan kanayan ve kanatılan onulmaz bir yara gibi her şeyi berbat ve pe31
ri§an edip gitmektedir. Bir yandan devıik cümle, bir yan dan uydurma kelime hançeri her gün bin kere Türkçenin kara bağrına saplanıp saplanıp çıkmaktadır. TRT'nin en büyük vebali, en canlı suçu budur. Bu öyle bir
suçtur ki
bir yandan neticesi memleket için facia olan manevi bir cürüm, bir yandan da gerçek bir milli devlette mikrofon Ianna kelepç.e taktıracak kadar ileri giden bir anayasa ve kanun ihlilidir. Anayasanın 121. maddesi TRT'ye iki şeyi emreder. Bi
ri tarafsızlık, biri milli bütünlüğün korunmasıdır. TRT'nin dili bu iki noktada da anayasayı ihlal etmekte, dilde hem feci bir §ekilde taraf tutmakta, hem de ,
milli bütünlüğü
hem tarih içinde derinliğine hem de vatan sathında geniş liğine parça parça etmektedir. TRT'nin uydurma ve yıkıcı
kasıtlı dili Anayasanın
2.
maddesinde yer alan ve diğer bir çok maddelere de sira yet eden milli, demokratik ve sosyal devlet prensiplerinin de tam bir ihlilidir.
Milli devlet, evveli dili milli olan devlet demektir. Mil li dil ise milletin dilidir. Türkçe Türk milletinin konuştuğu dildir.
Bir zümrenin zoraki, yapmacık, çirkin, maksatlı
kontrolü dahili ve harici bedbabların eline geçmiş argosu değildir. Demokratik devlet de bir zümre devleti değil, topye kun bir millet devleti demektir.
TRT'nin
dili bu demok
ratik devlet ruhuna da açıkça aykırıdır. Hiç bir demokra tik devlette,
hatta hiçbir
demokratik
olmayan devlette
ayrı bir devlet dili, ayrı bir millet dili yoktur ve olamaz. TRT'nin minasına
32
dili hele
çok özendiğiıniz,
kaçmak için çok
sosyalist devlet
özendiğimiz, bilhass a sizin
taifenin çok özendiği sosyal devlet prensibine taban taba na zıttır. Siz bilirsiniz ki, veya siz bilmeseniz de tek taraf lı düşünmeyenler bilir ki, bugün artık sosyal devlet yalnız iktisadi bakımdan zayıf zümreleri koruyan, yalnız ekono mik ihtiyaçlan karşılayan devlet şeklindeki ilk manasını çok geride bırakmış, ayni zamanda halkın manevi ihtiyaç larını da karşılamak vazifesini yerine getiren devlet ma nasını kazanmıştır. Bu itibarla Sosyal devlet her şeyden önce dili sosyal olan
devlet demektir. Siz halkın elinden
ana baba dilini alır da, ona takır tukur
bir karga dili ile
işkence ederseniz, yalnız sosyal -devlet prensibini değil, en aziz insan
haklannı da çiğnemiş,
ayaklar
altına almış
olursunuz. Yine anayasanın
3.
maddesi
"Resmi dil Türkçedir."
der, öz Türkçedir, uydurma dildir demez. Tekrar hatırla talım, Türkçe Türk Milletinin konuştuğu dildir. TRT ayn bir dil konuşarak bu anayasa hükmünü de ihlal suçu işle mektedir. Yalnız bununla kalmamakta, aynı zamanda dev let ve millet ikiliğini körüklemekte, anayasanın
11.
mad
desindeki devletin ülkesi ve milleti ile bütünlüğünün ma nevi cephesini hoyratça ve barbarca yıkmaktadır. Evet TRT'nin uydurma, çirkin ve sun'i dili Türk insa nina, Türk cemiyetine ve Türk kültürüne yönelmiş ve me deni veya gayri medeni
alemde emsaline
rastlanmayan
bir barbarlıktır, zulümdür. Millet on sene bu barbarların ve zalimlerin dilinden o kadar bizar olmuştur ki nihayet Meclis sırf uydurmaca yı önlemek için, TRT
kanunun da, hem de
ana maddeyi
teşkil eden 2. maddede "Yayınların kolay anl�ılabilecek bir dille yapılmasını sağlayıcı tedbirleri almak" hükmünü getirmiştir. Bu hükmün tek hedefi uydurma dile mani ol maktır. Bunu maddenin
müzakeresinin zabıtlarından da,
33
kanunu çıkaranlardan da anlamak mümkündür. Esasen hüKüm açıktır. Kolay aniaşılmak ne demektir ? lnsan ana dilinin öteden beri kullanıla gelen bildiği kelimelerini mi kolay anlar yoksa hiç bir tutar tarafı olmayan ölü ve fo sil sözcükleri mi ? Çaldığınız şarkıyı "Bir ihtimal daha var" diye mi söylerseniz halk kolay anlar, yoksa "Bir ola sılık daha var." deyince mi ? Millet konuşurken birbirine "Ah hayatım" mı der, "Ah yaşamım" mı ? Halk birbirine "Bu imkansızdır, imkan yok." mu der, yoksa "Bu olanak sızdır, olanağı yok" mu, diye kem küm eder? Vatandaş "İhtiyacını" mı görür yoksa "Gereksinmesini" mi ? Türk ağzı sizin gibilerine "Şartlanmış" mı ? Sokakta, bakkalda, otobüste vapurda kulak verin Türkler "Kaç defa her se fer" mi der, "Kaç kez, her kez" mi ? Türk Milleti TRT'nin bu haline beddua etse "Sebebin gözü kör olsun" mu der, "nedenin gözü kör olsun" mu ? Bilmem bu misalleri daha uzatmağa lüzum var mı ? Kanunun ne demek istediğini, TRT'nin nasıl suç işlediğini, kanun manun dinlemediğini, bilmem, bu misaller en sığ ve bedbaht kafalara bile sok mağa kafi değil midir ? Bu dil konusunda, doğrusu, söylediklerimi sizin anla yacağınızdan pek ümitli değilim. Çünkü siz de, TRT'de bu hususta tedavisi imkansız bir şekilde şartlanmışsınız. He le bugün TRT iki uydurmacı gazetenin ve kol edebiyatın eline geçmişken böyle bir ümit, hayal olur. Müsaade eder seniz o kadar saf değiliz. Yalnız bu, size şiddetli bir ihtar da bulunmama mani değildir. Evet sizi ikaz ve size ihtar ediyorum : Milli dile hıncınızı, Türk kültürüne karşı duy duğunuz bu anlaşılmaz öfkeyi Cumhuriyet'te, Milliyet'te istediğiniz gibi devam ettirebilirsiniz, ama buna devlet müessesesi olan TRT'yi alet edemezsiniz. Ettiğiniz müd detçe yakanızı bırakmayacak, bu milli hakkımızın her gün biraz daha artan şiddetle takipçisi olmakta devam 34
edeceğiz. Ta ki, Orhun'da "Titre ve almış bulunan Türk milleti kendi sevimsiz argoyu uydurmacıların
kendine dön" emrini
çirkin icatleri olan bu boğazına tıkayarak, bu
zulüm ve barbarlığa bir son versin. Çünkü, uydurma dille vatan öldürücü bir saldırı karşısındadır. Sayın İsmail Cem, isterseniz sizin yumuşak tarafını za hitap edeyim. Siz zarif bir İstanbul çocuğusunuz. Ama inanın ki, İstanbul Türkçesi sizden de benden de bin kerre daha zariftir. Türkçenin
as.ırlardan beri işlene işlene in
celmiş olan bu edebi dilinin, kültür dilinin dışına çıkmayı nız. Selamet orda, huzur orda, sanat, edebiyat ve tefekkür ordadır. Konuşurken "cevaplayayım" diyorsunuz, hiç ağ zınıza yakışmıyor. Bunun
Türkçesi, İstanbulcası "cevap
vermek, cevaplandırmak"
tır. Bir (la) eki var diye onu
her yere getiremeyiz.
Postalamak deriz de,
hasta1 amak
diyemeyiz. Diyen ağızlan da biliyorum, a ma müşterek dil de diyemeyiz. İstanbul'da "şehir hatları" vapurlarına mı binlyorsunuz, yoksa "Kent çizgileri" vapurlanna mı ? İstanbul
Türkçesinden vaz
geçmeyiniz. TRT'nin bu
konudaki ceha1et nutuklarına rağmen, Türkiye'nin bir tek edebi dili, kültür dili, yazı dili vardır ve o da İstanbul şi vesi
üzerine
kurulmuştur. Müşterek
şehirlerin. kırlann
dilimiz,
bölgelerin
hayırların ortak bağı odur. Bu anayı
kaybedersek Türkiye bin parça olur. Bu vesileyle TRT'nin bir yim. Köy piyesleri,
hastasınıt daha işaret ede
köy saatleri
kullanmaya kalkıyorsunuz,
yapıyorsunuz. Köy dili
o da yalan yanlış. Müşterek
bir köy dili yoktur. Türkiyenin kırk bin köyünde belki bin köy dili vardır. Hangisiyle konuşacaksınız ? Ağızlar, edebi dille birbirine bağlanır, bir biriyle değil. Bir Özay Gönlüm var. Kabiliyetli bir türkücüdür. Ona Batı Anadolu'nun bir ağzı ile konuşmalar yaptınyorsunuz. Bu nedir bu ? Mesela
35
Karadeniz halkı, Doğu Anadolu halkı v.s. bundan ne an lar, ne zevk alır ? Dediğim
gibi ;
Anadolu'da
yüzlerce
Bari, kültür dilini bir yana bırakıp,
ağız
vardır.
hepsini konuşturun
da ortalık tam manasiyle çorbaya dönsün. Köy dilini tak litten bir şey çıkmaz. Unutmayın ki, tiyatro bir taklit sa natı değil, temsil sanabdır. Sayın
Cem, galiba
siz çok
yalnızsınız.
Anlaşılan
çevrenizde aklı başında müşavirleriniz yok. Halbuki TRT çeşitli ihtisas sahalannı çek mütehassıs
kavradığı için, alaylı değil, ger
müşavirlere
merak ettiğim şey yönetim Bunlar hiç açık saçık
Benim
kurulunuzun ne yaptığıdır.
piyeslerden rahatsız olmazlar mı?
TRT teknesinin tehlikeli tehlikesi ile karşı
çok ihtiyacı vardır.
şekilde sola yattığını ve batına
karşıya olduğunu
hissetmezler mi ?
Hızmet-i vücudu olan tarafsızlığını kaybetmenin sorumlu luğunu düşünmezler mi ? Ai gecesi düzmece sahnelerle Mil let Meclisinin müzakerelerini bile tesir �.ltına alınağa yel tenecek kadar hukuku çiğnemeğe kalktığının farkına var mazlar mı ? Bir gazetenin, mazisiyle alakası kalmamış bir gazetenin reklamı için koca koca programlar tertip edile rek reklam saatinin çalındığını
görmezler mi ? Yanılmı
yorsam, perde arkasında o reklamı aynı gazeteden trans fer edilen ideal arkadaşınız okudu, bunu nasıl hazmeder ler ? TRT'nin sorumsuz bir derne.k
olan Dil Kurumu adlı
derneğin ve sol aşınlığın yayın organı imiş gibi ve bir kan davası şeklinde yürüttüğü uydurma dilinden rahatsız ol mayacak
kadar hassasiyetlerini
kayıp mı
etmişlerdir ?
TRT'nin kanunlan, aklı ve ilmi çiğnediğini, onu bu hudut ların içine çekmek gerektiğinin
vazifeleri icabı olduğunu
bilmiyorlar mı ? Yoksa bu muhterem zevatın espri kritikleri mi nok sandır ? Sanmıyorum. Olsa olsa bu muhterem zevat prog-
36
ramları yeter derecede takip etmiyorlar. Halbuki yönetim kurulu üyelerinin ilk vasfı iyi bir radyo - televizyon seyir cisi olmaktır. Kanun, büyük masrafları göze alarak, yö netim kurulunun ayda iki defa toplanmasını biraz da bu nun için hükme bağlamıştır. Bizde iki çeşit yönetim kurulu vardır. Bir, işleri haki katen idare eden
yönetim kurulu ; bir de toplantı memur
larmdan ibaret yönetim kurulu. Sizinki hangi cinstendir ? Niye size yardımcı olmuyo_rlar ? Sizden önceki genel müdür yönetim kurulunu galiba sadece bir ihale ve satın alma komisyonu gibi görüyordu. Ümit ederim siz böyle düşünmüyor ve her toplantıda TRT' nin gidişi hakkında onların serbest fikirlerine imkan ve riyorsunuz. Bunu yapınız ve onlardan israrla fikir ve ten kit isteyiniz, onları gidişe ortak ediniz sayın genel müdür ! Onların yalnız programlan müzakere etmek değil, prog ramların nasıl yiiriitüldüğünü de takip etmek vazifeleri dir. Geçen veya evvelki sene programların gerekçesi ola rak hazırlanmış etraflı bir TRT metni okwnuştum. O bü yük gerekçe ne kadar güzeldi ! Sonradan o gerekçe rafa mı kaldırıldı ? Onu kimler hazırladıysa, onları bulun, eğer sa mimi fikirleri idiyse
ve göz boyama
değil idiyse, aman,
onlardan istifade edin.
Sayın İsmail Cem ; Yukarıdan beri sıraladıklanmıza bakararak beni sa kın yalnız menfi taraflan gören ve büyüten, kötümser ve karamsar düşüneeli bir
insan zannetmeyin. Biz kimsenin
hakkını yemeyiz. Onun için güzel fikirterinizi ve icraatını zı da burada sıralamaktan geri kalmayacağım.
37
Bunlardan biri ve çok
mühimi TRT'nin avan - gard
bir müessese olmadığı yolundaki ten
TRT'de
kulade hada onu
inkilap
sürpriz bir
yapacak,
görüştür.
çıkınazın
avan-gard
bir
fikrinizdir. Bu, gerçek o
müessese
TRT'yi
içine
on
saplayan
müessese
olarak
için
yıldır yanlış görmek
hari
her
sa
zihniyet, anlayı
şıdır. TRT'nin caltil idarecileri bu konuda kanunun "Ata türk devrimlerinin,
Türk toplumunun
düzeyine erişmesini ön gören dünya mek" hükmünün
istismarını da
kullanıp Atatürk inkilaplannı
çağdaş
uygarlık
görüşünü yerleştir
yegane bayrak olarak
yerleştirme ve geliştirme
vazifesinin kendilerine verildiği,
kendilerinin yalnız bu
nunla vazifeli kılındı:ğı vehmine kapılarak, daha doğrusu masum bir kanuni işareti kasden işlerine geldiği gibi an layarak bu milli yayın
vasıtasını avan-gard bir kuruluş,
hem de yalnız solculuğun ve yıkıcılığın öncüsü haline ge tirmişler, ve memlekete o kadar
ızdırap çektirmişlerdir.
Devrimciliği ihtila.Icilik, milli kültürü
gericilik, zıpırlığı
ilericilik gibi görmek ve göstermek istemeleri ve TRT'yi tedavi edilmez bir hasta haline getirmeleri hep bundandır. Şimdi siz gökten gelen bir ses gibi ortaya çıkıyor ve TRT' nin bu öldürücü ve kunıtucu zihniyet ve tutumunda mu azzam bir inkilaba namzet
görünüyorsunuz. Gerçekten
TRT avan-gard bir müessese
değildir, ve Atatürkçülüğü
yerleştirmek ve geliştirmek de onun ne olduğunu bilmeyen TRT'nin tarafgir ve maksatlı programcılannın haddi de ğildir. İşte şimdi sizin bu büyük düşünceniz ne kadar ayakta alkışlansa yeridir. Yalnız bunun sadece sözde kalması bir şey ifade etmez. Maalesef tutumunuzdan ve icraatmızdan, bu kurtarıcı fikrin yalnız sözde ve askıda kalacağı endi şesini taşıyorum. TRT sanatta
Paris'in avan-gard akım
lannın yerli taklitçilerinin işgali altmda kaldıkça. TRT'ye 38
dilde avan - gard'çı lığın en kötUsü olan uydurmacılık ha kim oldukça, müzi.kte her ipini koparma hareketi bir ön cülük sayılıp baş tacı edildi.kçe, hatta hatta kılık kıyafet te pasaklılık, züppelik ve
perişanlık moda öncülüğü gibi
takdım kılındıkça bu fikrinizin hiç bir geçerliliği, dolayı siyle hiç bir değeri kalmayacaktır. İkinci güzel düşünceniz,
TRT'nin milletin sesi oldu
ğu, olması gerektiği yolundaki fikrinizdir. Fakat tatbikatta maalesef bu düşüncenizin de gerçekleşme şansının çok za yıf olduğu görülüyor. Milletin sesi olmak için önce taraf sız olmak lazımdır.
Tarafsızlık için de, hem dün olduğu
gibi muhalefetin, sol muhalefetin hemde bugün olduğu gi bi iktidarın borazanı
durumunda bulunmaktan dikkatle
kaçınmak gerekir. Sonra, hem siyasi ve ideolojik tutum da, hem de sanat ve kültür
politikasında belli bir zümre
hakimiyetinin esiri olmamak, milletin asıl dünya görüşü nün, milli kültürün yaşatıcı mak icap eder.
istikametinin
içinde bulun
TRT bütün bunlardan mahrum iken ve
mahrum kalmakta devam edeceğe benzerken, sizin bu ko nudaki düşüncenizin ve sözlerinizin bir değeri olabilir mi ? Üçüncü güzel düşünceniz TRT'nin özerkliğine lüzum olmadığı yolundaki fikrinizdir. Gerçekten TRT'nin muh tariyetine ne ihtiyaç vardır ne de TRT muhtariyete layık tır. Muhtariyet bizde yalnız kanun meselesi gibi görülür ve bu açıdan değerlendirilir. temeli ihtisastır. lhtisası
Halbuki
muhtariyetin asıl
temsil etmeyen hiçbir kuruluşa
ve şahsa muhtariyet verilmez. Muhtariyet bu konuda na sıl hareket edilmesi lazım geldiğini
ihtisasın dolayısiyle
yine en iyi sen bilirsin, kendi kendini sen idare et demek tir. Böyle olmazsa hiç bir
ihtisası
olmayan vasıfsız bir
zümreye hayati bir iş teslim edilmiş olur ve bundan da en az devlet için de devlet doğar.
39
Çok defa da, bu muhtariyete ehliyetli olmayan zümre şu veya bu tesirin avucuna giren bir çete durumuna gelir. Bu itibarla, TRT'nin tarafsız olması için muhtar olması 18.zı.ınd.ır şeklindeki her bakımdan sakat fikre sizin de ka pılmamış olmanız, 1961 anayasasının on sene memleketi kasıp kavuran bu yaniışından sizin de kendinizi kurtarmış bulunmanız sevinilecek bir şeydir. Yalnız bu düşüncenizin de makbul olmaBI için, samimi olmanız 18.zımd.ır. Bunun için de tarafsız kalabilmek gere kir. Yoksa, sırtını kendisini getiren hükiunete dayamp, ayın zamanda onun emrinde kraldan daha fazla kralcı ol duğu için böyle düşünmek, kendisini rahat hissetmek bir şey üade etmez. Siz gerçekten tarafsız ve milletin sesi ol duğunuz halde bu rahatı duyacak bir forma kavuşursanız, bu fikrinizin de o zaman bir değeri olur.
Bu konuda zaten sizin hükfiınetle münaBebetleriniz de bir karışıklık arzediyor. Millete ters düşen bir temsile başlamıştınız. O zaman Başkan Yardımcısı, böyle şeyler yapmaması için TRT Genel Müdürüne emir verdim dedi. Hakikaten sonra temsil durduruldu. Siz bunu, ben karar verdim diye, kendinize miU ediyorsunuz. İnşallah öyledir. Fakat diğer müstehcen piyeslerde niye ayni hassa siyetiniz devam etmiyor ? Son defa aynı Başbakan Yar dımcısı, Mecliste, bu sefer de programlar eskiden yapıl mış olduğu için bu durum devam ediyor, değiştirilemiyar gibi garip bir beyanda bulundu. Hiç böyle şey olur mu ? Zararın neresinden dönülürse kardır. Programda var diye kötü de israrın manasızlığı kimi kandırabilir ? Toplarsınız Yönetim Kurulunu, programı islah edersiniz, olur biter. Sonra Görevimiz Tehlike dizisinin kaldırılmaBı da bu balıiste sizi rahatsız edecek bir konudur. O programı siz mi kaldırdınız, yoksa Başbakan mı ? Veya ikiniz de aynı 40
anda mı bu hakikate ulaştıniZ ? Eğer öyleyse, bu ne uyum, sayın Genel Müdür ? Her ne hal ise, Görevimiz Tehlike'nin Başbakan'ın peşin peşin Millet'e beyan
kaldırılacağını
etmesi her halde
büyük bir talihsizlik olmuştur. Dünyanın neresinde daha doğrusu hangi hür bir memlekette bir başbakan televizyon programiarına bu şekilde karışır ? Sonrıı neydi Görevimiz Tehlike'nin günahı ? Hürriyete, demokrasiye, halkın men faatlerine, hak ve ahlaka karşı
gelen diktatörlere, vur
gunculara, zatimiere sahtekarlara, baskı rejimlerine ar tık hiçbir çare kalmadığı anda, müdahale edip onları za rarsız hale getiren istihbarat operasyonlarını konu alması mı ? Bu arada zaman zaman komünist
rejim ve faaliyet
leri, casuslukları iğnelernesi mi ? Demokrasiye ve h ür dü şünceye aykırı ise ; hedefi daima iyi doğru ve ahlaki olan bu diziyi yıllarca oynatan, kendilerine hoş görünmek için yırtındığımız, başka işlerde, konıünistlerin affında, sonra bize ne derler diye telaşlandığımız hür batı memleketleri nin hiç aklı yok mu ? Herkes görüyor ki,bu
yabancı diziler, televizyonculu
ğun yalnız bizde değil, her yerde gerçek yüz akıdır. Bizim televizyonun yerli ayıplarını da yine bu programların
gü
zelliği kapamaktadır. Hayat sahnelerini ve insan manza ralannı barikulade bir ineelikle işleyen ve hedefleri daima ahlaki olan kaçak, Uzay Yolu, Sirk Dünyası, Hayata Dö nüş, Kaygısızlar, Görevimiz Tehlike gibi cliziler her tele viz:vona sadece alaka, itibar ve revnak kazandırır. Bun lardan, zaman zaman sol baskılan hedef alıyor ve yönelmiş istihbarat
başarılarını işliyor
onlara
diye, Görevimiz
Tehlike'ye sinidenmek niye ? Kaygısız'ların son parçala rında da böyle konular canlandırılıyor. Sayın Ecevit'i şim di o dizi de rahatsız etmeye başladıysa, ne yaparsınız ? Hü lasa, Sayın İsmail Cem, bu iktidar ve TRT münasebetleri
41
konusunda, şapkanızı önünüze koyup
bir daha düşünme
niz, her halde sizin şahsiyetiniz ve TRT'nin selameti bakı ınından çok faydalı olacaktır. D ördüncü güzel düşünceniz Türk musikisi hakkındaki değerli fikrinizdir. Bu düşünceniz de TRT'de inkilap ya pacak olan ve çoktan beri bütün milletçe hasreti çekilen, sahibine şerefierin ve minnetlerin en büyüğünü getirecek olan doğru ve asil bir görüşün
tenısilcisidir. Üstelik bu
noktada yalnız düşünce ve söz planında kalmıyor, tatbi kat ve İcraata da geçmiş
bulunuyorsunuz. Binkerre sağ
olun, var olun ! Yalnız bu konuda yapılanlan henüz sizin de kafi gör mediğinizden eminim. Gerçekten, tam tahtına oturabilmesi
bu güzel düşüncenizin
için bu sahada yapılacak daha
çok şey vardır. Dr. Nevzat
Atlığ'ın çalışmalanna büyük
değer verrneğe ve içten alaka
gösterrneğe başladınız. O
nun kıymetli ve saf Türk musikisini veren korosunun res men bir radyo - televizyon korosu haline getirdiniz. Evvel ce nakledilmeyen
veya verilmeyen Türk
musikisi prog
ramianna dakikalar ve saatler ayırmaya başladınız. Yah ya Kemal konseri,
Nevzat Atlığ
korosunun konserleri,
Samsun korosu gibi. Türk musikisini bir avam-ı nas işi kabul ederek yayın zamanının eşref saatlerini
ondan
kıskananların yanlış
düşüncesine bir müddetten beri son verilmiş, Türk musi kisinin günün ve gecenin her
saatinde çalınabilecek bir
sanat olduğu gösterilmeğe başlanmıştı ; bunu devam et tiriyorsunuz. Son olarak Türk musikisi mensupları ile ol dukça iyi bir toplu sözleşme
imzaladınız. Bunlar hep gü
zel ve iyi şeyler. Fakat kafi değil ve daha yapılacak çok şey vardır.
42
Bunlardan birincisi Türk musikisine karşı başlattığı arttırılarak ona tam layık
nız bu müsbet ilginin gittikçe
bir seviyeye çıkarılması, Türk musikisinin hakkının tam verilmesidir. Bilindiği dilimini sanat ve
gibi TRT
yayınlarının en büyük
halk musikisi
olarak
Türk muskisi teşkil etmektedir. size kadar Türk
bütün halin de
Buna mukabil TRT de
bir üvey evlat muamelesi,
musikisine
millet tuttuğu için atılıp satılamayan bir baş belası mua melesi yapılmıştır. Şimdi sizinle bu
anlayışın
yaprağını kapayıp Türk
musikisini baş köşeye oturtmanın günü gelmiştir. Bu yol da hiç bir gayreti esirgemeyin. İkinci olarak TRT'de
müzik dairesinin tasnifinin ve
teşkilatının yeni baştan düzenlenmesi zarureti vardır. Bu tasnif inanılmaz bir şekilde bugün Batı müziği, Türk halk müiziği, modal ve tek sesli müzik şeklinde yürürlüktedir. Yani Türk musikisi şubesinin alnında moda! ve tek sesli müzik levhası vardır. Bu ne demektir Sayın İsmail Cem ? Bu türkiye'de Türk kültürünün
esareti demektir. Türk
mu.cıikisi Türk'ün musukisidir ve onun adı da Türk musi kisidir, moda! ve tek sesli müzik değildir. Ona bu adı kim koyabilir ? İşte şimdi sizden tanındaki bu esaretine derhal
Türk kültürünün kendi va son vermenizi bekliyoruz.
Bunu hemen yapacağınızdan şüphe etmiyorum. Son duru mu bilmiyorum, belki de bu satırları
yazdığım günlerde
siz bunu yaptınız bile. Eğer hala yapmadıysanız,
aman,
daha geç kalmayın. Bu noktada, sizin, bundan sonraki gayretierinizde de yanılmamak için, bir esası daima manız gerekecektir. O da
göz önünde bulundur
Türk musikisinin kaderini Türk
musikisi mensuplarının eline vermektir. Sakın, şimdiye ka dar olduğu gibi, yanlış bir alışkanlıkla, Türk musikisine
43
kader ve değer biçmeği Batı müzikçilerine bırak mayınız. Biri veya bir şey hakkında düşmanına hüküm biçtirrnek zulümlerin en büyüğüdür. Bizde de Batı müzik çileri maalesef Türk musikisinin anlaşılmaz bir şekilde can düşmanıdırlar. İşte görüyorsunuz, kalkıp TRT'de Türk musikisine moda! ve tek sesli müzik adını biçmişlerdir. hüküm,
Bunlar öteden beri yalnız kendi müzik sahalan içinde kalmazlar, Türk musikisini yok etmeye ve büyük bir emek ayırırlar. Yalnız sanatın içinde halis sanatkar gibi kal ınakla yetinmez, üstlerine lazım olmayan bir politikaya da can atarlar. Türk musikisine Türkiye'de ve TRT'de yap tıkları yetmiyormuş gibi şimdi de Türk musikisi üzerinde dernekler kurup İstanbul Festivalinde bir milletlerarası modal müzik kongresi toplamaya kalkmışlardır. Bu, kendi sahalarının dışına el atınalanna geçen gün Abdi İpekçi de şaşıyordu. Gerçekten garip bir şey. Bir yanda Batı müzikçileri bir yanda Türk musikisi üzerinde bir kongre. Ama aslında bu bir sürpriz değildir. Maksat Türk musikisini vurmaktır. Demek istiyorlar ki, Türk musikisi modal müzik, yani makami musıki, makam musikisidir. Dolayısıyle makamların dışına çıkmayan bir kalıp musi kisidir. Eski, basit, yeni ihtiyaçlara cevap vermeyen ma kamların, daha doğrusu iptidai kalıpların içine hapsolup kalmıştır. Türk musikisi Akdeniz çevresinin basit müzik lerinden biridir. Bugün artık o sadece bir malzemedir. Şimdi mesele şudur. Batı müziği için ve o yolda bu malze meden nasıl istifade edebiliriz? Esasen bu musiki Meragi' de başlayıp Zekai Dede'de bitmiş tarihi köhne bir hatıra dır. Onu antikacılarda satılan eski Türk halı ve kilimieri gibi kesip biçip ültra modern koltuklanmızın üzerine na sıl oturma örtüsü yaparız, bunu düşünmeliyiz. İşte, sayın İsmail Cem, Türk musikisi konusunda size düşen en büyük vazife, TRT'de Türk musikisini bunların 44
hükmünden ve niyetinden korumanızdır. Onlan dinleme yiniz. Türk musikisi bahsinde yalnız Türk musikisi men suplannı dinleyiniz.
Doğru yolu size
gösterecektir. Bir Ercüment
yalnız bu ikinciler
Berker'i dinleyiniz, bir Yıl
maz öztuna'yı dinleyiniz, Bir İsmail Baha Sürelsan't, bir Alaettin Yavaşça'yı, bir Necdet Varol'u. bir Haydar Sa nal'ı, bir Cahit Atasoy'u, bir Tank Kip'i, bir Ali Rıza Av ni'yi, bir Münir Nurettin'i ve daha burada adını sayama dığım diğer bir çok
değerli Türk
musikisi
mensupbunu
dinleyin. Yakınınızda, emrinizde olanlar var, onlan dinle yin. Sorun, Dr. Nevzat Athğ ne
diyor ! daire başkanınız,
hem bir virtüoz sanatkar olan, hem de Türk musikisinin meselelerini çok iyi bilen
Cüneyt Orhon'a sorun müdürü
nüı. Çinuçen Tanrıkorur'a sorun, ne diyorlar. Fakat asla ve asla Türk musikisini
batı müzikçilerine sormayın. On
ların, gerçekten büyük bir musiki olan Batı müziğinin ay dınlığı ile gönüllerinin yıkanmış olduğu!lu ne kadar ister dik. Fakat ne gezer ? Onlar, maalesef, her millet için iftihar vesilesi teşkil edecek bir d3.hi olan ltri'nin konserine bir salonu verdir meyecek, ve böylece yeryüzünün belkide en büyük sanat ayıbını işleme.kten
çekinmeyecek
kadar
Türk musikisi
karşısında gözü dönmüş ve ruhu kararmış olan kimseler dir. TRT'de Türk musikisini
onlara sormayın, onlardan
ve onlann zihniyetinden sakının ! Türk musikisi sahasında yapacağınız üçüncü iş, TRT' nin her zaman muhtaç olduğu ve olacağı sanatkarlan ye tiştirmek için.
Türkiye'de bu yolda çok kapatılmış olan
kapılan onun, kendi çevresinde açık tutmağa çalışmaktır. Bunun için de TRT'nin kendi bünyesinde, en büyük yayın dilimini, okullaştırması, öğretim yapılacak bir düzen kur ması gerekmektedir. TRT bunu bir devre yaptı ve bundan
45
çok iyi netice aldığını da bugün kullandığı ordan yetişme koristler ve solistler isbat etmektedir. Esasen TRT kanununun
43.
maddesi hem buna im
kan vermekte, hem bunu emretmekte, bu iş için düzenlen miş bulunmaktadır.
Böyle bir okuilaşma Türk musikisi
sahasında kalite bakımından herkesin şikayet ettiği başı boşluğu ve disiplinsizliği de zamanla ortadan kaldıracak tır. Bu disiplin bahsinde, sizin TRT'de Türk musikisi için yapacağınız dördüncü hizmet de kendiliğinden ortaya çı kıyor.
Gerçekten
Türk musikisi
bugün
Türkiye'de de,
TRT'de de kaliteye zarar veren bir disiplinsizlik içindedir. marifetin bugün iltifata tabi
Bunun başlıca sebebi de bu olmamasıdır.
Herkes kendi gayreti
ile ve bin güçlükle
yetişmekte, bir de sonra elinden tutulmamaktadır. Türk musikisi sanatkarlarının, bunu düzeltmek üzere TRT içinde kalkındırılması ilk şarttır, sayın genel müdür. Aldıkları para hiç birinde
sanat aşkı, şevki ve disiplini
bırakmıyor. Sanatkarlarınıza, Emel Sayın veya Zeki Mü ren gibi günde on bin lira, on beş bin lira verin demiyoruz. Fakat ayda üç beş yüz, bir iki bin lira ile hiç bir yerde sa natkar sanatldir olmaz. Bir yandan bir kaç yüz kişiyi oyalayanlar milyonlara konsunlar, bir yanda milyonları sanatlarıyla oyalayanlar aç kalsın, bu olmaz. Sosyalist memleketlerde halkı oyal� dıklan için sanatkarlar halk sanatkan ünvanı ile krallar gibi yaşarlar. Biz de halkın gönlünü okşayarak milyonla rın ruhunu oyalayan ve
dinlendiren Türk musikisi men
suplarını o gözle görmeliyiz.
Biliyorum mevzuat müsait
değil, biliyorum ancak toplu sözleşme çerçevesinde hare ke edebiliyorsunuz. Fakat artık bu çenberleri kırmak za manıdır. Siz kırabilir, mevzuatı, kanunlar çıkarmaya çalı-
46
şarak, bu istikamete çevirebilirsiniz. Kendimizi aldatma yalım, sanatkar ne memurdur, ne işçidir. Onu sanatkar olarak ayrı bir çerçevede tatmin edeceğiz ki sanat sanat olsun. Bu mesut günler gelinceye kadar, şimdilik, hiç ol mazsa, imkanlan zorlayarak hepsini kaşeli çalıştırıp, kaşe ücretlerini mesela bir programa iştirakte en az bin lira, solistlere bir kaç bin lira verecek şekilde arttırmak lazım dır. Bunu yaparsanız, nuntulmaz bir hizmet görmüş olur su!luz. Sayın İsmail Cem. Dertleşmemiz galiba bir açık otururnun hudutlarını çok aştı. Ne yapalım ki, söyleyecek çok şey vardı. Artık son bir kaç noktaya dokunarak bu açık oturumu yavaş yavaş kapatabiliriz. Dokunmak istediğim bir nokta TRT'de güç beğenir olmanızdır. TRT'den ve onun gidişinden söylediğiniz gibi kolay memnun olursanız, fazla bir şey yapmak arzusunu daha baştan çok zayıflatmış olursunuz. Başka bir nokta, karşı fikirleri yalnız nezaketle ve tarafdır düşüncesi ile karşılamanın sizi yanıltabileceğidir. Saygı duyanm deyip geçiyorsunuz. İnsan yalnız saygı duymakla, saygılı olmakla haklı olmuş olmaz. Sonra, he men, bir iddiayı, bunu söyleyen de bir tarafdır diye ge çiştiriyorsunuz. Ne saygı kalkanı, ne taraf olmak kalkanı kendinizi aldatmamalı, daha baştan tek cepbeli dar görüş lülüğün içine hapsetmemelisiniz, gözünüze bu bahaneler bir perde çekmemelidir. Sayın İsmail Cem: Görüyorsunuz ki konuşulacak ne çok şey, sorulacak ne kadar sual var. Bunlar dururken kalkıp size soyadını47
zı niye kullanmıyorsunuz diye soruyorlar. Soyadınızı kul lanaanız ne olur, kullanmasanız
ne olur ? Bu TRT'ye ne
kazandırır, ne kaybettirir ? Halbuki mesela iddiaların kesafeti karşısında herkes merak ediyor ki, siz marksist misiniz, değil misiniz ? Size böyle bir şey sorulsaydı, vereceğiniz cevabı, müsaade eder seniz burada yine ben söyleyeyim : Elbette ki siz marksist değilsiniz. Siz marksizme ka palı bir anayasanın tarafsız bir kuruluşunun başına gelme yi, marksist olsanız, kabul etmeyecek kadar dürüst görü nüyorsunuz. Marksizm reddederdiniz.
Ama
ler,
Onun
diyorlar.
bu tarafsızlığa müsait değil der,
"Evvelce da
yazdıklarıniZ ?"
cevabı
var.
lar pek ala bir gençlik heyecanı, yalizmi,
bir kendini
tırmak olabilir.
Bu
12
Mart'tan
şekilde
diyecek
Şöyle
ki :
On
bir yinni
yaş
sos
önceki
havaya
günah çıkarmış
kap
üniversite
hocalarını bile herkes görmüştür, sizde niye olmasın ? Yok, Kasım 1972'de Moskova'da Büyük Rusya otelinde topla nan Sosyalist gençlik kongresine katıldığınız söyleniyor. Ben buna da inanmıyorum. Zira, siz
Moskova'da kongre
yapacak bir sosyalizmin neme ne bir sosyalizm olacağını bilirsiniz. Böyle bir kongreye hiç katılmış olabilir misiniz ? Katılmış olsanız bile, şüphe edilemez ki, sırf gazeteci te cessüsü ve aşkı ile katılmışsınızdır.
Şu halde bu söylen
tinin de değeri yoktur. Siz kapitalist bir ailenin ne marksizmin
çocuğusunuz. Siz, geçen se
başlıca sebebi vücudu ve hasını olan ser
maye kanadından, tirajda dördüncü olduğu haJde, Hürri yet'ten sonra hemen ikinci muamelesi görerek Tercuman' ın önüne geçen ve altmış milyona
yakın hususi ilan alan
Milliyet gazetesinden geliyorsunuz. Siz Amerikan kolejin de, İsviçre'de okumuzsunuz v.s. v.s. Siz hiç
marksist ola
bilir misiniz ? Fakat böyledir işte, işi gücü olmayan insan-
48
lar adama biz de kolayca böyle sıfatlar yapıştırırlar, sa yın tsrnail Cem. Onun için aldırış etmeyin. Yalnız, gaze teci arkadaşlarıniZ size böyle bir açıklama imkanı verse lerdi, o . gece dinleyenler böyle cevaplarınızla sizi her hal de daha çok severlerdi. Sayın İsmail Cem, Bu açık oturumu burada kapıyorum. Ümit ederim ki sizi kıracak, gücendirecek bir söz söylemedim. Her şeyin iyi niyetle söylendiğini kabul etmezseniz günahımı almış olursunuz. Bazı cümleleri biraz sert bulmuş olabilirsiniz. Bilhassa dil bahsinde, içimiz çok yandığı ve inanılmaz bir sağırlıkla karşılaştığımiZ için, belki tesiri olur ümidiyle, biraz sert konuştuk. Bunlan da bağışlayın, ve on yıldır dil konusunda TRT'den gelen ağır tahrikin bir meşru mü dafaası sayın. Yoksa, sizi niye kırmak isteyeyim ? Bu va tanda hep kardeşiz ve TRT de, nihayet, üzerinde titreye ceğimiz bir milli müessesemizdir. Hep beraber onun iyili ği için çalışıyoruz.
,
Söylediklerimi sizin de iyi niyetle n:ı.zan itibara alına nızı isterim. Ama büyük gazete değil diyerek, tarafdır di yerek bu yazdıklarıma sadece saygı duyar geçerseniz ya zık etmiş olursunuz. Bunlan bir büyük gazetede de yaz mak mümkündü. Ama ben küçük, fakat gittikçe büyüyen, ve küçük büyük hiç bir gazeteye benzemeyen yerini der hal almış bulunan tam tarafsız ve tam bir fikir gazetesi olduğu için Orta Doğu'yu tercih ettim. Vaktiyle bir milletvekili kendisini dinlemek istemeyen heyete "Size değil, zabıtlara hitap ediyorum" demişti. Şimdi siz de beni dinlemernek isterseniz, ne yapayım, ben de sütunlara hitap etmiş olurum. 49
Sayın İsmail Cem. TRT'den Anayasasının yalnız özüne değil sözüne bile uymayan uydurma dili kovunuz, tarafgirliği kovunuz, mil li görüşleri engelleyen zihniyeti kovunuz, Türk musikisini daha da koruyunuz, seviyeyi tutturunuz, kanunun dediği ni yapınız ; o zaman
hepimiz sizin TRT'nin başmda ihti
yarlam anızı temenni edelim. Zannederim o zaman bu te menniye attıklannız bile, Doğan Kasaroğlu, Hüsamettin Çelebi, barikulade dış ve iç icmalleri zevkle dinlenen Zeki Sözer ve ekranda pek görünmeyen, fakat dirayeti bilinen Muammer Yaşar ve arkadaşlan bile katılırlar. Siz mesutlan çok az olan bir memleketin tıka basa mesut ettiği bir ailedensiniz. Siz, ben, bu durumda olanlar, bu aziz vatanın çorak bağrında yabancı otlar gibi kala mayız. Onun için bunlan yapın ve borcunuzu cömertçe ödeyin.
memlekete karşı olan
Bundan sadece şeref kaza
nırsınız. Bakınız kanun ne istiyor, TRT ne yapıyor ? Bunu gör meleri için ben burada bir şey söylemiyor ve hükmü oku yuculann idrakine bırakarak, TRT kanununun yayınlan nı tesbit eden
2.
maddesinin
hükümlerini
aynen veriyo
rum :
"Türkiye Radyo - Televizyon Kurumunun başlıca ya
yın esasları şunlardır : Her
çeşit çalışma ve yayın faaliyetlerinde Anayasa'
nın özüne ve sözüne bütünü ile bağlı olmak ; İnsan haklarına dayanan Milli, demokratik, laik ve sosyal Cumhuriyete ; Türk Devletinin ülkesi ve milleti ile bütünlüğüne bağlılığı güçlendirmek ;
50
Atatürk devrimlerinin, Türk toplumunun çağdaş uy garlık düzeyine erişmesini
öngören dünya görüşünü yer
leş tirrnek ve geliştirmek ;
Milli güvenlik ile genel
ahiakın gereklerini ve milli
gelenekleri gözetmek ;
Milli kültür ve Eğitime
yardımcılık görevinde, Türk
Milli Eğitiminin temel görüş, amaç ve ilkelerine uymak ; Haberlerin toplanması, seçilmesi ve yayınlanmasında tarafsızlık, doğruluk ve çabukluk
ilkeleriyle çağdaş ha
hercilik teknik ve metodlarına bağlı olmak ; Haberlerle yorumlan
birbirinden açık olarak ayır
mak ;
18.
madde kapsamı dışında kalan yorum niteliğindeki
yayınlan bu kanunda belirtilen esaslara uygun olarak ve Anayasa'ya aykın olmayan
karşıt görüşleri içine alacak
şekilde hazırlamak ; kaynaklannı belirtmek ve yorumları hazırlayaniann ad ve ünvanlannı açıklamak ; Açık oturumlarda da karşıt görüşlere imkan ölçüsün de yer verilmesi esastır." İşte kanun bu. Niye çekişiyoruz, gelin elbirliği ile ka nunun hudutlarına girelim, mesele bitsin. Olmaz mı ? Sayın Cem : İsterseniz bir de anayasanın TRT ile ilgili
121..
mad
desini buraya alalım : "Radyo ve televizyon istasyonları, ancak Devlet eliy le kurulur ve idareleri tarafsız bir kamu tüzel kişiliği ha linde kanunla düzenlenir. ve yönetim organlannın
Kanun yönetim ve denetimde kuruluşunda tarafsızlık ilkesini
'bozacak hükUmler koyamaz.
51
Her türlü radyo ve esaslarına göre yapılır.
televizyon yayınları, tarafsızlık
Haber ve programiann seçilmesinde ve sunulmasında ve kültür ve eğitime yardımcılık görevinin yerine geti rilmesinde Devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünün, in san haklarına dayanan milli, demokratik, laik ve sosyal Cumhuriyetin, milli güvenliğin ve genel ahiakın gerekleri ne uyulması, haberlerin doğruluğunun sağlanması esas ları ile organların seçimi, yetki, görev ve sorumlulukları kanunla düzenlenir. Devlet tarafından kurulan veya Devletten mali yardım alan haber ajanslarının tarafsızlığı esastır." İşte anayasa da bu. Şimdi okuyucular bir tarafa TRT' nin programlarını ve gidişini koysunlar ; bir tarafada ka nunların çizdiği tarafsızlık, devletin ülkesi ve milleti ile bütünlüğü, milli, demokratik, laik ve sosyal Cumhuriyet, milli güvenlik, genel ahlak, anayasanın özüne ve sözüne bağlı olmak, Atatürk devrimlerinin çağdaş medeniyet gö rüşü, milli gelenekler, milli kültür, milli eğitim, doğruluk, kat'Şı görüş sınırlarını koysunlar ve insaflanyla, vicdanla rıyla hüküm versinler. 12 Mart'tan çok önce bir gün TRT'den bir arkadaşla yaptığımız bir münakaşayı hatırlıyorum. Kendisine TRT
'nin bu gidişine milletin ve devletin bir gün muhakkak el koyacağım söylemiştim. Sonra 12 Mart hadiseleri arasın da o arkadaş galiba habse bile girdi. Tabii kimseye böyle bir neticeyi temenni etmem. Ama TRT'nin bugünkü gidi şine bir gün yine milletin ve devletin hiç olmazsa yumu şak bir şekilde mutlaka yine el koyacağım tekrarlarsam bu da bir kehanet olmayacaktır. Çünkü bütün tarih be yunca barikulade bir yaşama gücü göstermiş olan Türk Milleti ve Türk devleti bugün de, yarın da ısrarla ve sıh-
hatle yaşamak isteyecektir. letten kopmuş
bir
Fakat kanaatim odur ki mil
radyo-televizyon
ile uzun zaman sıh
hatli yaşamak mümkün olmaz. Bunun mutlaka bir çare sine bakmak, TRT'yi milli istikamette islah etmek lazım dır. İşte bu yazılar bu islahatta
sizin payınızın pek fazla
olmasını görmek arzusunun bir ifadesidir. İnşallah dile ğimiz yer de kalmaz. TRT'deki ikametiniz kısa sürmezse, inşallah, yine ko nuşuruz. Şimdilik ağır
sorumluluklarınızla baş başa ve
hoşça kalın ! ...
53
KIBRIS'TA DOGAN YENİ FlRSAT 29 Mayıs 1974 Türkiye için artık çoktan
mUzmin bir det haline gel
miş olan Kıbrıs meselesi bir kerre daha tehlikeli bir şekil de parlaınış
bulunmaktadır. Türkiye'nin iç siyaseti gibij
ve onun yanında, dış politikası da bir yanlışlıklar, becerik sizlikler ve şahsiyetsizliklerle
doludur. Öyle ki, çok uzun
zamandan beri Türkiye'nin işi adeta Allah'a, başkalarının insafına ve bir de sadece ateş bacayı sardığı zaman Türk Ordusunun kudretine
kalmıştır denilebilir. Bu durumda
Kıbrıs'taki soğuk harbin ve çekinmenin birdenbire alev lenmesi, çok dikkat, basiret, azim, karar ve yüksek düşün ce isteyen tarihi günleri karşımıza çıkarmış bulunmakta dır. Bu hususta Türkiye'ye
düşen ilk iş telaşlanmamak,
şaşkınlığa düşmernek ve soğukkanlılığı kaybetmemektir. Gerçi meselenin içinde büyük tehlikeler ve kötü ihtimaller mevcuttur. Fakat Türkiye için
tehlikeden kaçılacak
gün
değildir. Bu konudaki tehlike, Türkiye kaçbkça büyüye cek ve daha şiddetli bir şekilde
onun üzerine gelecek ka
rakterdedir. Türkiye bir an önce bu tehlikenin üzerine yü rü..•·nek mecburiyetinde
olduğunu unutmamalı ve gözünü
kırpmadan yürümelidir de. tkinci olarak unutulmaması lazım gelen husus tehli kenin her zaman yalnız
54
tehlikeden ibaret olmayacağıdır.
Tehlikeler bazan fırsatları da beraber getirir. Kıbrıs tehli
kesi de bugün tam o cinstendir ve Türkiye'nin karşısına beklenmedik bir fırsat çıkarmıştır. Eğer Türkiye otuz se nelk uyuşukluğundan kurtulamayarak bu fırsatı da kaçı nrsa millelimize çok yazık olur. Türkiye bu konuda ilk fırsatı tkinci Dünya Harbinden sonra kaçırmış ve İngilizler isteyerek
veya istemiyerek
adayı bırakmaya hazırlanırken derin bir gaflette kalmış
tır. Ikinci fırsat Türk katilarnı arasında zuhur etmiş ve Türkiye o günlerde Kıbns cek bir durum da
meselesini kökünden hallede
iken, yalnız
hadiselere
seyirci kalmış,
Kıbrıs Türklerini değil, kendi alayının subayının çoluk ço cuğunu banyolarda kurşuna
dizilmekten bile koruyama
mış ve kurtaramamıştır. Üçüncü
fırsat
Türk köylülerini
hedef
alan ikinci
Türk katliamında ortaya çıkmış ; dördüncü fırsat Türkle ri sahilde sıkıştıran Rum muhasaracılarının Türk uçakları tarafından bombalanması ile yetinilen günlerde doğmuş ; beşinci fırsat fazla Yunan kuvvetlerinin adadan çıkarıl maması sırasında ufukta görünmüş ; fakat bu fırsatların hepsi birer birer heder edilmiştir. Bu fırsatıann kaçınlmasının başlıca sebebi bizim za
yıf
devlet adamlarımızdır. Atatürk'ün
ölümünden sonra
Türkiye'nin kötü kaderi olarak bir zayıf devlet adamlan devri yaşanmış ve
yaşanmaktadır. Bu zayıf
idareciler
Türkiye'nin her meselesi gibi, Kıbrıs meselesini de yüzle rine gözlerine bulaştırmışlar ve bu arada tabii hiçbir fır satı değerlendirmek kudretini de gösterememişlerdir. Bu na mukabil, Kıbrıs davasında yalnız memleket içinde ka lan ve memlekette
başka
istikamette
tahri�at yapmak
55
için kullanılan büyük gürültüler koparılmaktan geri kalın mamıştır. Vaktinde kullanılmayan
fU"Satlar, doğaşak her yeni
fU"Satın kullanılmasını biraz daha güçleştirir. Kıbrıs me selesinde de, fırsatlardan istifade, gittikçe güçleşmiş ve
ilk fırsatlar kaçırılınca, Rumlar adayı sür'atle silahlandır mış, tahkim etmiş ve müdafaa tedbirlerini takviye etmiş lerdir. Milletlerarası çok
daha
büyük
bu takviye,
politika sahasında ise,
ölçüde
geliştirilmiş
ve
Kıbrıs
Rum
devleti, Makarios'un usta siyaseti ile bir yandan beynel milel dengenin hassas bir noktasına oturtulmuş, bir yan dan da müstakil devlet dokunulmazlığına kavuşturulmuş tur. Neticede, Türkiye'ye göz kırpan her fırsat, bizim ac zimizden başka bir mukabele görmemiş ; sadece, bizi, olur olmaz bir takım mazeretler icat etmeye sevk etmiştir. Bizim zayıf idarecilerin Kıbrıs fırsatları için ileri sür düideri mazeretierin başlıcaları üç tanedir. Bunlardan en çok
rağbet
göreni
ve
memleketi
alt-üst
edeni, Kıb
mani
0lduğu
masalıdır.
rıs'a çıkmamıza Amerika'nın
Johnson'un mektubu da bayrak
yapılarak büyütülen bu
bahane, aslında komünist menşeli ve maksatlı Amerikan düşmanlığından
başka bir şey değildir.
çıkmamıza mani olmamış,
Kimse Kıbrıs'a
hatta Amerikan'nın Kıbrıs'ın
taksimini gerçekleştirmek için müdahale etmemizi bekle diği ve temenni ettiği anlar
bile olmuştur. Siz fırsatları
kaçırırsanız, bir gün Akdeniz'in
doğusunda, Orta Doğu'
nun tepesinde ve NATO'nun güney kanadında harp çık ması doğru değildir diyen ve sadece bunu diyen bir Ame rika'yı suçlamakla, zaafınıza .kolay bir bahane bulmaktan ileri gidemezsiniz. Amerika ve Batı ve Birleşmiş Milletler elbette. aman harp çıkmasın diyecek tazyik, ve hatta teh dit edeceklerdir. Fakat mesele bu tazyik ve tehdidi aşabil-
56
mektir. Aşamayınca, fırsatlar kaçar ve kabahat de yal nız aşamayanın boynunda kalır. Bizim zayıf idareciler, iş te bu
kabahatlerini,
mihverinden kaydırarak
Tükiye'yi
12 Mart'tan önceki uçurumun kenarına getiren marksist mücadelenin çok tesirli silahı olarak da kullanmışlardır. Kıbrıs fırsatlannın kaçmasında bizim zayıf politika cıların kullandığı ikinci
mazeret, ilk zamanlarda yeterli
çıkarma gemilerine sahip olmamamızdır. Tabü bu politi kacılara kimse, çıkarma gemisi yoktu, fakat siz niye var dınız, diye sormamıştır. Üçüncü mazeret, baştan fırsatlar kaçınca Makarios ada'yı tahkim etti, ada'yı işgal için yüz bin kayıp verebi liriz ; bunu nasıl göze alalım, şeklinde idi. Yine, bu idare cilere, ada sila.hlandırılırken siz nerede idiniz diyen de tabii çıkmamıştır. Esasen başka bahaneler de vardı. Sulhu ko rumak, dünyayı düşünmek , yabancıları darutmamak her zaman bunların başındadır. Netice Türkiye böylece zayıf idarecileri
olarak, aziz ve büyük yüzünden yıllarca elleri
böğründe, acz içinde bekleyip durmuştur. İşte şimdi Türkiye'nin karşısına altın ve yeni bir fır sat daha çıkmıştır.
Bu çok değerli
fırsatın
bu sefer iyi
kullanılacağını ümit ederiz. Yıllar süren acı tecrübelerden ve kıt'a sahanlığı meselesinin su yüzüne
çıkmış olmasın
dan sonra ve ordumuzun en kudretli devrinde artık Tür kiye'nin gözü açılmalıdır.
Başka devletler böyle milli ve
hay ati meselelerde el altından zorla fırsatlar yaratır, ve sileler tertip ederler. Bugün Türkiye'nin karşısına, Allah'ın bir lütfU olarak, düşman, bulunmaz bir fırsat çıkarmıştır. Türkiye bunu değerlendirmernek edemez, etmemelidir. Bu itibarla, bugün bu şen şey Makarios idaresinin
yeni durumda Türkiye'ye dü devrilmesini, açıkça belli et
mese bile sevinçle karşılamak, bu konuda yapılmamaktır. _
57
TUrkiye'nin bu darbeyi
esefle karşılaması için hiçbir se
bep yoktur. Olan iyi olmuştur ve Kıbrıs davasının çözül mesi için umulmadık bir kapı açı.lınl§tır. Bütün
risklerine
ve tehlikelerine, hatta darbenin kaynağına rağmen bu ha dise Türkiye'nin yakın, uzak jisinden çoktan kopmuş
menfaatlerinden ve strate
bulunan gayri milli basının Ma
karios'a adeta meraiyeler düzen
yayınları idarecileri ve
bilhassa Türk Ordusu'nu yanıltmamalıdır. Kıbrıs mesele sinin Türkiye lehine nihai çözüme kavuşması için Makari os yönetiminin
yıkilması
şarttı. Kimse
Türkiye'nin yapması şarth. Şimdi bu den, kendi içlerinden vukuu
yıkmazsa bunu
yıkılış kendiliğin
bulmuştur. Türkiye bundan
ancak memnun olmalı ve yeni tavrını almalıdır !..
58
KIBRIS HAREKATININ YORUMU Kıbns'ta doğan yeni fırsatı bu sefer Türkiye kaçır madı. Her zaman olduğu gibi yine Türk müdahalesini hiç istemeyen Makarios'un bile, çıkarmadan sonra, "Fakat bu harekatta kimin sorumlu olduğunu araştırmalıyız. Yuna niqtan'm tezgahlayıp sahneye koyduğu darbeden sonra Türkiye'nin eline bir fırsat geçmiştir." diyerek işaret et tiği tarihi fırsatı, Türkiye bu sefer elbette kaçıramazdı. demek, Kıbrıs davasının Uzerine bir bardak su içmek ve düşmanın artık Anadaluyu hedef almasına davetiye çı karmak demek olacaktı. Giırçekten Kıbrıs davası Türkiye için yalnız Kıbns davası değildir. Türkiye Kıbnsı sonuna kadar, ölesiyc mU dafaa edecektir, etmeğe mecburdur. Bu müdafaa sadece bir ada parçasının ve yüz yirmi bin Türk'ün müdafaası ve ya çok tekrarlanan dünya barışını koruma ; insanlığa, hürriyete, demokrasiye hizmet gibi parlak sözler ve hatta safsatalar uğruna değil, ayni zamanda ve onlardan daha çok Türkiye'nin müdafaası ; Bozcaadanın, lmroz'un kıta sahanlığını, lzmir'in, İstanbul'un Anadolunun müdataası uğruna yapılmaktadır ve yapılacaktır. Kısacası Kıbrıs davası Türk Milletinin geri itilmesi davasıdır. Viyana boz gunundan sonra başlayan ve asırlardır hala bitmeyen bu davada Türk'ü Avrupa'da v:e bu topraklarda bir türlü hazmedemiyen Kiristiyan Batı, Türk milletini mümkün olduğu kadar geri itmek, kabilse geldiği yere kadar geri 59
itmek, kabilse geldiği yere kadar sürmek sevdasının, daha doğrusu kara sevdasının peşindedir. Efendiliği hiç bir Av rupa milleti ile mukayese edilerniyecek olan ve Avrupa'ya efendilikten başka bir şey getirmediği gibi ; başlıca kaba bati de Avrupa milletlerine, elinde fırsat
varken, şiddet
kull anma dığı v.e kan dakmediği için, efendiliği ve insanlı:ğı öğretmemiş olmaktan ibaret bulunan Türk
Milleti daha
ne kadar geriye gitsin ? Geldiği yer boş değil ki oraya dö nebilsin. Orası da. Türkün ilk vatanı da başka vahşi sürü lerin işgali altındadır. Bu sebeple Türk Milleti dişi ile tır nağı ile Anadolu'da, Ege'de,
Trakya'da. Kıbrıs'ta tutun
mak mecburiyetindedir. Dışta ve bilhassa içte her şeyden önce bunun böyle bilinmesi ve her hesabın
mutlaka buna
göre yapılması, asla gafil olunmaması gerekir. TÜRK ORDUSU Bu Türklük davasında ve Kıbrıs
davasınrla Türkiye
için göz önünde bulundurulacak ilk unsur askeri kudrettir. Önce ona bakacağız. Onu düşüneğiz. ona kulak vereceğiz. Türk
Milletinin Türk
ordusundan
başka bir
dayanağı
yoktur ve olmayacaktır Dünyanın bütün tarihte tek başı na kalmış ve hareket etmiş olan bu yalnız kavmi, ,başlıca' imkanı yalnız kendi kudretinde
aramak
Kıbrıs h arekatın da orduya hazır mısın deyince de yürü denmiştir. Bugün de
durumundadır. denmiş. Hazırım
yann
d� Türkiye:
daima bu esası göz önünde bulunduracak ve orduyu daima Türkiyenin hareket serbestisim sağlayacak bir güç sevi yesinde tutmağa başlıca itinayı göstermek
hususunu ha
yatı esas olarak muhafaza edec.ektir. Bu itibarla Kıbrıs harekatın · da Türkiye'nin aldığı ve ya almış olması gereken ilk ders ordunun a sla ihmal edi lemiyeceğidir. İdari, siyasi, iktisadi ve sosyal, her sahada Türkiyenin ilk işinin ordunun vurucu gücünün mütema-
60
diyen arttırılması hedefinden şaşmamak olduğu kesin şe kilde anlaşılmıştır. Elli senedir Türkiye'nin barış içinde harpsiz bir dev re geGirmesi, bir çok çevrelerde orduyu ihmal, hiç değilse orduyu da diğer işler sırasına koymak düşüncesine itmiş tir. Zaman zaman sil8.hlı kuvvetlerin azaltılması fikirleri ileri sürülmekte, orduyu oluşturan kütlelerin müstehlik durumundan çıkarılarak ekonomiye yöneltilmesi gibi sa kat düşünceler ortaya atılmaktadır. Tam Kıbrıs harekatı sırasında Türkiye'nin yedek subaylığı dört aya indiren kanunu yürürlüğe koymak mecburiyetinde kalması çok hazin bir tecellidir. Türkiye süratle bu tutumdan silkinip çok daha büyük bir orduyu ernebilecek bir yapıya kavuş mak zorundadır. Türkiye önce kapasitesini düşünüp ona göre bir ordu bulundurmak değil, önce çok büyük bir or duyu hedef alıp kapasitesini ona göre ayarlamak mecbu riyetindedir. Ekonomisini, iç kavgasını, rejimini, kültürü nü, her şeyini ona göre ayarlamak mecburiyetindedir.
Türkiye bu bakımdan Kıbrıs harekatında ucuz atıatı lan bir siyasi gaflet örneği ile karşılaşmıştır. Bu yüzden Kıbrıs harekatı Türkiye'yi ordunun ikmal sıkıntısı içinde yakalamış ve kahraman ordu buna rağmen bir kaç gün içinde hazırlıklarını tamamlamağa muvaffak olmuştur. Hükumetin Amerika'ya meydan okuma ve yanlış haşhaş politikası yüzünden, mukarrer yardım programında bir müddetten beri tıkanıklık baş göstermiş ve taksitler ge cikmeğe başlamıştı. Buna başka ihmaller de katılınca, or dunun bir kısım yedek malzemesinde açıklar ortaya çık ması tabii idi. Bunun vuku bulduğu, harekattan önceki günlerde tran, Irak, Libya ve Batı Almanya'dan eksikte rin giderildiği yolundaki haberlerden anlaşıldığı gibi, ha rekatın bir kaç günlük hazırlık i�ap ettirmesinden de an laşılmaktadır. Bu bir kaç günlük siyasi ve askeri hazırlık
sı
sırasında Yunanistan'ın adaya yeni kuvvetler sürmüş ol du�unu Genel Kurmay Başkanlığı da açıklamıştır. Böyle gecikme olmadan Türkiye, darbe ile beraber, Kıbrıs'a mü dahale etseydi, her halde Türk Ordusunun işi daha kolay Iaşmış olurdu. Bu sebeple politikacılar bundan azami derecede ibret dersi almalı, ba§ka sahalarda bile her adım atışlarında Türkiye'nin tek dayanağı ve sığınağı olan Türk Ordusu nun kudreti üzerine en ufak bir menfi gölge düşürmeme lidirler. Bu vesileyle, seçmenin oylarını düşünen bütün partilerin i ttifalona ve basının gürültülü kampanyasına rağmen, açıkça beyan etmek isteriz ki yeni hükümetin haşhaş yasağını, hem de gürültülü bir şekilde kaldırması hata olmuştur. ngili bölgede haşhaş ekımi zamretinin bü lün cephelerini biz de biliyoruz. Fakat buna rağmen, ha ta edilmiştir. Yasak olmasa, mesele yoktu. Ama y�sak· tan dönmek doğru değildi. Yani ilk ve asıl hata haşhaşı ya<ıak etmekti. Fakat, yine Türkiye'nin attığı bu adımdan sonra, yasa;ğın kaldmiması ikinci bir hata olmuştur. Marksizm Türkiye'yi uzun zamandan beri Amerikan ittifakından koparmak mücadelesini· yürütmektedir. Bunu da askeri ve siyasi devlet kademeleri seviyesinde gerçek leştirmenin mümkün olmadığını bildiği için, Amerikayı bezdirrnek ve uzaklaştırmak kampanyaeı şeklinde sUrdür müştür. Bu düşman oyunu, maalesef, çok muvaffak 0lmuş ve Türkiye'den .k ovulan Amerika'yı Yunanistan dört elle yakalayarak bağrına basmıştır. İşte bu Amerikan düş manlığı yetmiyormuş gibi, bir de haşhaş meselesini alevlendirmek, tam Yunan düşmanının ekmeğine yağ sür mek olmuştur. Neticede Yunanistan Türkiye'ye kıta sa hanlığını kapıyacak, Türk limaniarına ve donanmasına yıldırım baskınlar düzenlemek planları yapacak ve Kıb nsta pervasızca Enosisi sahneye koyacak şımanklık ve 62
çılgınlıklarm içine girmiştir. Görülüyor ki Amerikan den gffli, yalnız Rusya bakımından değil, Yunanistan bakımın dan da Türkiye için hayati bir meseledir. Bu sebeple Tür kiye Amerikan
düşmanlığının tehlikelerini görmemezlik
edemez. Bu noktada hem şahsım, hem Türk milliyetçileri, hem de gazetemiz adına bir hususu kesinlikle ve en yüksek ses le belirtmek isterim : Hiçbir milliyetçi için Amerikan hay ranlığı ve Amerikan uşaklığı bahis konusu değildir. Hiçbir milliyetçi Amerikalılardan menfaatlenmeği ve beslenmeği düşünmez. Amerikalılarm
etrafında en çok bulunanlar,
onlara gerdan kıranlar ve Amerikan nimetleriyle perverde olanlar da solculardır, Amerikan düşmanlığını mezhep ve meslek haline getirenler de
Milliyetçiler, Türk tarihinin
gidişini ve istikametini iyi blmek ve tesbit etmek haysiye tiyle yalnız Amerikan ittifakını isterler ; onun ehemmye tini müdriktirler ; eşit şartlarla, her iki tarafın menfaati ne dayanan akıllı bir Türk - Amerikan ittifakının vazgeçi lemez bir esas olduğu davasındadırlar. ye'de uzun zamandır
Bu itibarla Türki
Marksistlerin idaresinde yürütülen
Amerikan düşmanlığının aslında Türkiyeyi tecrit ve yal nız bırakma gayretinden başka birşey olmadığını bilerek, onunla mücadele .e tmektedirler. Yoksa kimse Amerikanın kaşının gözünün hayranı değildir, ve kimse Türk'ün Türk' ten başka dostu
olmaığını
milliyetçiler
kadar bilemez.
Amerika meselesi Türkiye için Amerikan gerçeğidir. Şim di bu Amerikan gerçeğini geç de olsa Ecevit'in de anlamış olduğu görülmektedir. Kıbns harekatının bir kazancı da bu olmuştur. Türk Ordusu Kıbrıs'ta sağlamış mühim bir zafer
gerçekten büyük bir başan kazanmıştır. lç ve dış bir çok
çevrelerin ve bir çok kimsenin !ahmin ve kanaatleri hila fına, Kıbns askeri bir müdahalede bulunmak son derece
63
zordu. Kolay müdahale imkanlarını Makarios ve Rumlar yıllarca evvel ortadan
kaldırmışlar ve adayı tabir caizse
dişinden tırnağına k adar
silahlandırmışlardı. Her taraf
tahkim edilmiş her köşe adeta bir kale haline getirilmiş
ti. Umumiyetle adalarda bulunan çetin tabiat şartları da mevcuttu. Kasaba ve şehirleri ev ev
almak gibi güç bir
muharebe şekli gerekliydi. Adanın tabiat, iskan ve sosyal şartları hem gerilla savaşını, çetecilik ve kundakçılığı içi ne alıyor, hemde adada muntazam bir ordunun nizami müdafaa hatları sıralanıyordu. Üstelik bütün bunlar yal nız bir tek devlete, Türkiye'ye
karşı, adeta
Türkiye'ye
göre hazırlanmıştı. Rumlar arasına sıkışmış Tiirk köyle ri, mahalleleri v:e evleri, peşin
ve hazır rehin olarak bir
Türk harekatının çok can sıkıcı bir ayak bağı idi. Bir Türk harekatında bu masum sivil
Türkler de göz
göre ateşe
atılmış olacaktı. Adada yalnız yıllarca Yunan
subaylarının talim et
tirdiği on bin kişilik Milli Muhafızlar denen Makarios or dusu değil, doğrudan doğruya büyük Yunan kuvvetleri de vardı. Bunların
sayısı bilhassa son günlerde çok artmıştı.
Tank ve top dahil, külliyetli miktarda ağır ve hafif
silah
larla ada dopdolu idi. Limanlarda Türk gemilerine mayın lardan deniz altı beton kazıkiarına kadar, her türlü tuzak da hazırlanmıştı. Hastanelerin ve turist
otelielinin danı
ları ve pencerelerini makineli tüfeklerle ve uçaksavarlarla dolduran adi harp hilelerini ise Rumlar büyük bir rahatlık la kullanıyorlardı. Bu hileler masum
sivil Türk kitlelerini
toplayıp askeri hedeflerde kilitleyerek Türk bombalarına maruz bırakmak gibi insanlık için yüz karası olan vahşet ve barbarlık örneklerini bile içine alıyordu. Hülasa Türki ye'nin karşısında belki de elli altmış bin kişilik muntazam kuvvetlerin koruduğ, on senelik
gayretlerle pekiştirilen
müstahkem bir ada vardı. Ayrıca bir askeri harekatın ge-
64
tireceği dış tehlikeler de, çeşitli milletiere mensup çeşitli uçak ve gemi filolarının etrafta kaynaştığı tekin olmayan bir denizde karanlık meşhuller halinde uzayıp gidiyordu. Böyle bir adaya çıkartma ve indirm.e yapmak elbette ki son derece giiçtü. Esasen adalara çıkartma yapmak, bir deniz aşırı harekat, karada bile en güç işlerinden biri nehirleri aşmak olan her büyük orduyu daima düşündüren bir husustur. O zaman dünyanın en kudretli harp makine si olan Alman Ordusu bile Dünkerk'ten perişan bir şekilde canlarını gemilere atan üçyüzbin kişilik İngiliz ordusumin peşinden Manş Denizini karadan ve havadan geçrneğe ce saret .edememişti. Goring'in uçak filolan havadan indir me yaparak Giridi işgal ettiği zaman bunun dehşetiyle yer yerinden oynamış, Almanlar da adeta çocuklar gibi bayram yal?mışlardır. Eisenhower, bile denizlere sığmaya cak kadar dünyanın görebildiği en büyük gemi falolarını çıkartma harekatında kullanmak için uzun tereddütlerle kara kara düşünmekten kendisini· alamamıştı. Japonların ve Amerikalıların dev hava ve deniz kuvvetleri ile yüklen dikleri küçüçük Pasifik adalarmda haftalarca ve aylarca nasıl kumsala çakılıp kaldıkları ve her adada onbinlerce zayiat verdikleri herkesin bildiği şeylerdir. İşte şimdi Türk Ordusu böyle bir deniz aşırı ada harekatı ile karşı karşıya idi. Üstelik Türk Ordusu elli senedir, Kore tec:r:iibesi hariç, harbetmediği gibi, böyle deniz aşırı se ferlerden de daha çok uzun zamandanberi uzak kalmıştı. öte yandan bundan önceki müdahale fırsatlarında, bir Kıbrıs çıkarınasının yüzbin kayba mal olacağı bile söylen miş.ti. İşte bu durumda son Kıbrıs harekatının yalnız kara rım vermek bile başlıbaşına bir kahramanlıktı. Türk yük selt kumandanlığı evvela bu kahramanlığı göstermiş ve ordulanna çok mesuliyetli.. tarihi bir emri gözünü kırpma dan vermek yürekliliğini ortaya koymuştur. 65
Evet, işte durum bu kadar ciddi idi. Onun için İngiliz Başbakanı, müdahale edeceğiz diyen
Türk BaŞbak anına,
"çıkartma yapabilir misiniz" diye tereddüdünü ve şüphe lerini beyan etmekten kendisini alamamıştı. Hal böyle iken, içerde ve dışarda Türkiye Kıbrıs'ı 48 veya 72 saatte işgal eder diye manşetler atan gazetecilerin tahminlerini işi bi raz bilenlerin, tabü ciddiye almasına imkan yoktu. Böyle bir adada bu şartlarda 48 veya 72 saatte sağlam bir köp rü başı kurmak bile her büyük ordu için sadece şir şeref
tir. Türk Ordusu yalnız bir köprü
başı kurmak şerefine
erişmemiş, çok hayati büyük bir ada parçasım da koparıp almıştır. Hem de içinde altın
değerinde
Girne Limam,
stratejik Girne - Lefkoşe yolu, Beşparmak dağları ve Kıb rıs'ın can damarı Lefkoşe hava alanı bulunan bir
ada par
çasını ... Böyle çıkarma ve indirmelerde en büyük güçlük köp rü başı kurmaktır ve ilk gündedir. Türk Ordusu bu çetin ilk günü üstün başarı ile geçirmiş, ikinci günü de
Girne
limanını alarak harekatın ilk kısmını tamamlamıştır. On dan sonra rahat rahat Girne limanından çıkarılacak ağır kuvvetlerle üçüncü gün adanın
tam olarak fethine sıra
gelmişti. Fakat bu ikinci ve son safhanın başında Ateş kes, düc;;manın imdadına yetişerek
Rum ve Yunan ordu
sunu Türk askerlerinin elinden almıştır. Şüphesiz çok ya zık olmuş, fakat zaruret olmuştur. Zira, böyle hassas bit bölgede, ateşin önce iki devletin ana kuvvetlerini, arkasından bütün dünyayı tutuşturacağı bir noktada kimseye daha fazla öyle sürecek savaş fırsatı vermezler.
günlerce haftalarca
Kıbrısta yapılacak bir
savaş çok kısa devreli bir yıldırım harbi karekterinde ola bilirdi ve tabii bunu Türk Ordlisu da biliyordu. Onun için üç günde, her günü bir · kaç misline
çıkararak, arslanlar
gibi döğüşmüş ve Kıbns'in makfıs talihini yenecek bir fiili
66
durum yaratarak milletine kıymetli bir zafer kazandırmış tır. Türkiye'yi üç günde mahkum durumundan hakim du rumuna getirerek masa başına oturtan bu zaferin, Türki ye'ye kattığı değerli ada bölgesine ilave olarak, Türk O r dusunun her bölgede Kıbrıslı Rumların
belini kırmak ol
muştur. Böylece toprak olarak Kıbrıs'ın yalnız bir bölgesi, fakat askeri hedef olarak bütün Kıbrıs fethPdilmiş ve Rum ların artık bir daha bellerini doğrultına imk�nlan aşağı yu kan ortadan kaldırılmıştır. Gönül Kıbrıs'ın tamamının hiç olmazsa Magosa - Lefke hattının bütün edilmesini çok isterdi, fakat dediğimiz
kuzeyinin işgal gibi, buna zaman
müsait degildi. Üçüncü olarak Türk ordusu, aklı havalardaki çılgın Yunanİstana onun anlayacağı miştir. Kıbrıs'ta
mükemmel
bir ders ver
gerçekte cereyan eden şey, mahalli bir
Tüı:-k-Yunan savaşıdır. Asıl anavatanların savaşım hayal ed.en Yunanistan'a Kıbrıs'ta bunun miş ve bu prova Türklerin
bir provası gösteril
mutlak galebesiyle neticelen
miştir. Bundan sonraki ilk kıpırdanışta, bugün elde ettiği degerli ve sağlam mevzilerinden hareket edecek olan Türk Ordusunun Kıbrıs'ın geri kalan kısmını da
işgal etmesi
artık işten bile değildir. Bu mübarek zaferde Türk ordusunun
iki üstünlüğü
vardı. Bir hava kuvvetleri, bir de Mehmetçiğin iman dolu göğsü. Yalnız bu sonuncusu bile Rumların ve Yunanlıların adadaki sayı, silah ve mekan üstünlüğünü alt üst etmeğe kafi idi. İsteyen bundan sonra da deneyebilir. Son olarak Kıbrıs
harekatmda Türk Ordusunun ka
zandığı bir başka zafere de işaret etmeden geçemiyeceğiz. Bu da vekar ve haysiyetin zaferidir.
Türk GenelkurmaY'
Başkanlığı, tarihi asaletine yakışır bir şekilde harekat bo' 67
yunca gayet mütevazi konuşmuş, asla yüksekten atıp tut mamış sözü filliyatın konuşmasına bırakmıştır. Acemi ve heyecanlı hükümet mensuplarının ve Türk milletinin cid diyet ve ağır başlılığı ile kabili telif olmayan farfaracı ga zetelerin harekat sırasındaki mübalağalı beyanları ve yay garalan, Türk Milletinin silahlı bir modelinden başka bir şey olmayan Türk Ordusunun ağırbaşlı tutumuyla tam bir tezat teşkil etmiştir. Hükümet de, basın da milletle sanki askeri harekat hedefine ulaşmamış gibi, vahim psikolojik çöküntülere sebep
olabilecek
bu gibi
kontrolsüzlüklerin
ehemıniyetini idrak etmeli ve kendilerini daima ölçülü ol maya alıştırmalıdırlar. Kıbrıs harekatı, bu bakımdan da bir ders olmalıdır. Bu seferlik bize yakışmayan bu aşırılık ları milletteki görülmemiş
bayram sevincinin bir yanlış
serpintisi olarak affedip geçebilirz.
68
KIBRIS HAREKATININ YORUMU TEliLİKELER
28 Temmuz 1974 Kıbrıs har.ekatı şüphesiz bir çok tehlikeleri ve riskle ri beraberinde
taşıyordu. Harekatın başarısiyle bu tehli
kelerin bir kısmı aşılmıştır. Harekat askeri zafer, adanın beşte birinin işgali, Yunanistan'ın
burnunun
kırılması,
Türk hapishanesinden farksız olan Kıbrıs'ta siyasi ve tisadi bir koridor açılması ve Türkiye'nin
ik
teşebbüsü ele
geçirmesi kazançlarının yanı..�da ; ateşin dışarı sıçraması, yabancı devletlerin müdahalesi ve bir Akdeniz, dolayısiy le dünya harbinin patlak vermesi
tehlikelerini aşmıştır.
Ancak bazı tehlikeler aşılamamış
veya olduğu gibi dur
maktadır. Aşılamıyan
bir
tehlike harekatın
vaktinden önce
durdurulmasıdır. Maalesef askeri harekat pişmeden, ada nın tamamını veya hiç olmazsa yarısını
işgal altına ala
cak ikinci
gelip çatmıştır.
safhaya
geçmeden, ateşkes
At�şkeste Yunanistan'ın Türkiye'ye taarruz tehdidi bizim için elbette ki hiç bir rol oynamamıştır. Fakat bir Türk Yunan harbi NATO'yu ve Amerikayı ürkütmüş, ayrıca savaşın bir Amerikan - Sovyet
çatışmasına dönüşmesi
ihtimalleri her iki tarafı da tedirgin .etmiştir. Bunda ise kimseyi kınamamak lazımdır. Kıbrıs gibi bir yerde uzun
69
süreli bir tırmanma savaşı yapılmasına dünya şartlarının müsait olmadığına ve ancak baskın şeklinde bir olup bitti harekatına göz yumulabileceğini yukarda işaret etmiştik. Allah için göz yumma hizmetini çeşitli sebeplerle,
herkes
yapmış üç günlük savaşa kimse karışmamıştır. Fakat so nunda ateşkeste her taraf ittifak etmiştir. Güvenlik konse yinde kararın ittifakla çıkması bu bakımdan manidardır. veya Amerika itiraz etmemiştir.
Biri, mesela Sovyetler
Neticede Amerika'nın ağırlığını
koyması ile ateşkese gi
dilmiştir. Harekatın sonunda,
Kuvvetli Amerikan,
Sovyet ve
İngiliz deniz filolan, kendi vatandaşlarını tahliye adı
al
tında, adaya karşılıklı yaklaşmıştır. Üç beş yüz sivili tah liye için içlerinde uçak gemilerinin de bulunduğu bir sürii harp gemisinin sevkedilmesi aslında tahliyenin bir bahane çok yükseldiğini
olduğunu ve ada etrafında tansiyonun göstermekte idi. Bu durumda ağırlığını koyması ve
Amerika'nın ateş kes için
Türkiye'nin de buna uyması tabii
idi. Nitekim böyle olmuş. Amerika ateş kesi istemiş ve Türkiye'de buna uymuştur. Ateş kesi Amerika'nın sağla dığ1, başta Nixon olmak üzere da açıklanmıştır.
Yoksa
bir çok kimse
Türkiye'nin
Milletler istedi diye, ateşi kestiğini
mahut
tarafından Birleşmiş
zannetrn.ek safdillik
olur. O, işin merasim tarafıdır ve daha çok Birleşmiş Mil letiere itibar kazandırmak içindir. Bu
sebeple. Birleşmiş
Milletler'in ateşkes çağrısının manasız teferruatı ve ger çel{çi olmayan
maddeleri asla Türkiye'yi
bağlayamaz.
Türkiye yalnız ateşkese uymuştur. O da, Birleşmiş Millet ler istediği için değil, müttefik Amerika istediği için. Her kes bunu böyle bilmeli ve Türkiye derhal bunu ilan da et melidir. Aksi takdirde, harekatın aşamadığı ke, yani Birleşmiş Milletierin
70
işe
başka bir tehli
karışması tehlikesi bütün
vehametile ortaya çıkacaktır.
Türkiye'nin erken bir ateş
kes tehlikesini aşamaması normaldir. Ama Birleşmiş Mil letierin işe karışması tehlikesi mutlaka aşılmalıdır. Türki ye İsrail'in ve Arapların veya komünist devletlerin Birleş miş Milletiere gösterdiği itibardan daha fazlasını göster memelidir. Onlar veya başkaları Birleşmiş Milletleri kendi işlerine ne kadar kanştınyorlarsa, Türkiye'de ancak o ka dar karıştırabilir. Kıbrıs davasında Türkiye'nin başında, bir de, bir Birleşmiş Milletler
belası
vardır. Bu belamn
zararıanın azaltmak için ona kolunu fazla kaptırmamak gerekir. Kıbrıs meselesini Türkiye Birleşmiş Milletler plat formundan çekip bir Türk-Yunan ve müttefikleri mese lesi yapmazsa çok acemilik etmiş olur. Kıbrıs harekatı ile gelen başka bir tehlike, ele geçi rilmeyen
bölgelerdeki ve
müdafaasız
harekat
Türk varlığının
rumdur. Adadaki
Türk varlığının
eden bu Türkler Rumiann iyi
sahasından uzaktaki
içine düştüğü korkunç du beşte dördünü
teşkil
bilinen akıl almaz vahşet
lerine maruz kalmışlardır. Yalnız Limasol'da bin
Türkün
toplanıp katledildiği, on bin Türkün de zorla askeri
he
deflere hapsedilerek Türk
uçaklannın bombalarına ma
ruz
bildirilmiştir.
bırakılıp
öldürüldüğü
Daha bir
çok
yerlerde de insanlık dışı Rum katliam ve tecavüzleri yü rütülmüş ve yürütülmektedir. Böylece adadaki Türk var hğı inanılmaz tehlikeler karşısındadır. Şin-;.di Türkiye, bu Türklere "keşke Türk çıkarması olmasaydı" dedirtıneye cek çareleri düşünmenin derin müşkülatı içindedir. Kıbrıs'ta başka bir tehlike de son
çare ve kurtarıcı
olarak kabul edilen Türk müdahalesinin kısa sürmesi yü zünden, tamir edilmez
bir ümit kınklığına sebep olması
idi. Erken ateşkes, sınırlı bir netice Türk katliamı ve sİ·· yasi gelişmelerin aldığı istikamet dolayısiyle, Kıbrıs Türk topluluğunun bu son ümidinin kınlmağa yüz tuttuğunun
71
belirtileri görülmeğe başlamıştır. Böyle bir ümit kınklığı Kıbrıs'taki Türk varlığınin geleceği için son derece tahrip kar olacaktır. Kıbrıs harekatının ortada duran başka bir tehlikesi de muntazaın çarpışmadan kaçan aslında korkak Yunan lıların ve Rumların işi çeteciliğe dökmesidir. önce İngi lizlere karşı sonra kendi aralarında bu işin talimini zaten uzun zamandan beri yapmış ve tecrübe kazanmışlardır. Fakat Kıbrıs harekatında en büyük tehlike hareka tın neticesiz kalması, verilen savaşın kazancının heder edilmesi, Kıbrıs davasının kesin çözüme bağlanmaınasıdır. Maalesef bu tehlikenin belirtileri ve bugünlerde hemen suyun yüzüne çıkmaya başlamıştır. Eğer Türkiye kendi sini toparlaınaz ve kesin neticeyi elinden kaçınrsa, işte o zaman, yalnız verilen şehitlerin kemikleri değil, Akdenizin dibinde huzurla edebi uykusuna daimağı düşünen Kocate pe'nin mübarek çelik gövdesi de sızım sızım sızlayacak tır. Kıbrıs'ta kesin çözüm Kıbrıs haritasını değiştirmek tir. Kıbrıs harekatı yalnız ve yalnız bu maksatla yapıl mış ve haritanın değiştirilmesi için ilk sağlam adım atıl mıştır. Artık şimdi Türkiye'nin hududu Antalya'dan Ana mur'dan değil, Kıbrıs'ın ortasından, Lefkoşe'den geçmek tedir. Türkiye için bugün Kıbrıs'ta tek tez vardır : Ya tak sim, ya Kıbnsın tamamı. Bunun için Türkiye yeni feda karlıkiara da hazırdır, hazır olmalıdır. Başka bir tez, üçüncü bir şık Türkiye için yoktur. Olmamalıdır. Türkiye Kıorıs harekatından sonra artık her türlü pamuk ipliği veya fasit daire formüllerinden vazgeçmek zorundadır. Tabü, bunun için de Türk hariciyesi aklını başına toplama lı, Türkiye Kıbns politikasını derhal de:ğiştirmelidir. Artık 1960 anlaşmalarına dönülemez. Londra ve Zü rih anlaşmaları aslında dört elle sarılacak metinler değil, 72
ihmal yüzünden kaçan fırsatlar karşısında
çaresizlik yü
zünden tutulan son daldır. Türkiye'ye sağladığı tek imkan da Kıbrıs'ta
bir Türk alayı
bulundurmaktır. Garantör
devlet olarak sağlar göründüğü
müdahale hakkının ise
aslında işler bir şey olmadığı açıkça görülmüştür. Müda hale hakkının kullanılmasını
kimse istememiş, müdahale
anlarında da herkes bunu durdurmaya çalışmıştır. Esasen Birleşmiş Milletler
üyesi müstakil bir
devlet kurmakla
müdahale hakkı kendiliğinden ortadan kalkmıştır. Eğer, Türkiye bugün Kıbrıs harekatını yapmışsa, bu ilan edil diği gibi müdahale hakkını kullanmak dE;ğil, zor kullan mak, milli hakları için Türk ordusunun kalıredici kuvveti ni kullanmaktır. Müdahaleyi
meşrulaştıran şey aslında
bu kuvvettir. Bugün herkesin Türkiye'ye hak verir görünmesi
ve
Yunanistan'ı kınamasının Türkiye'nin müdaahle hakkına saygıdan ileri geldiğini
sanmak tamamiyle
gülünçdür.
Onun ayrı sebepleri vardır. Mesela bugün, kendi tezi ba kımından, Türkiye haklıdır diyen Sovyet Rusya, daha dün, Erenköy müdahalesinde Knışçef'in ağziyle "Türkiye Kıb rıs'ı bombalayamaz"
diye protestolar ve tehditler savu
ruyordu. Kıbrıs'ta Makarios veya benzeri Rum idaresine dön mek Türkiye için hiç bir şey ifade etmez. Yalnız 1963'ten sonraki anayasa dışı idar.eye değil, ondan önceki anayasa içi idare de hiç bir şey ifade etmez. Easesen Kıbrıs anaya sası manasızdır. Kıbrıs devleti manasızdır. Londra ve Zu
rih anlaşmalarını meflfı•ç hale getiren ve her zaman geti recek olan husus da kendi içlerindeki bu manasızlıktır. Kıbrıs diye ayrı bir millet yoktur,
hem de biribirine
düşman iki milletin bir arada yaşamağa mahkum edilmek istı:.-nen iki cemaati, iki uzantısı vardır, Kıbrıs diye bir va-
73
tanda yoktur. Bu noktada ise ortada sadece Anadolu de nen vatanın tabii bir parçası mevcuttur. Türkiye için müs takil Kıbrıs devleti demek biri batıda , birisi güneyde
iki
Yunan devleti demektir. Bu sebeple, Kıbrıs meselesinde artık ağızlarda sakız haline
getirilen
anlaşmalardan,
"Kıbrıs'ın bağımsızhğı,
toprak bütünlüğü ve egemenliği"
de manasızdır. Kıbrıs
kim ; Türkçesiyle, istiklal, toprak bütünlüğü ve hakimiyet kim? Türkiye bu manasız ve suni
devleti kabul edemez,
etmemelidir. Türkiye kendisini Londra ve Zürih anlaşma larının bu manasızhğından, tabir caizse Londra ve
Zürih
anlaşmalarının tembelliğinden kurtarmak zorundadır. Açık söylemek ger.ekir ki aslında müstakillikle müda Birleşmiş Milletler statüsü
hale, Kıbrıs anlaşmalan ile
bağdaşmaz. Makarios Kıbrıs devletini
derhal açıkça bir
Rum devleti haline getirirken bu tezattan faydalanmiŞ ve tam destek görmüştür. Bu sebeple, Kıbrıs meselesinde artık
anlaşmalardan
anayasadan falan bahsetmek Türkiye için tamamiyle ma nasızdır.
Yapılacak tek şey
Kıbrıs'ı devletlikten çıkar
maktır. Kıbrıs devlet kaldıkça, Türkiy.e'ye de Türklere de asla huzur gelmiyecektir. Eğer Kıbrıs
devlet kalmakta
devam edecekse, Türkiye'nin Kıbrıs'ın kaybını sineye çek mesini ve ikide bir Türk Milleti'nin yüreğini ağzına getir mekten vazgeçmesini büyük acı ile, fakat halisane tavsi ye ederiz. Zira, Kıbrıs'ta zaman
Yunanlı'ların Jehine çalışıyor.
Kıbns devlet olarak kaldıkça bu çarkı kimse geriye düremiyecektir. Vaktiyle Türklerde bugün Rumiara geçmiştir.
Bugünkü Türk akalliyetinin
bir yandan Rumlar tarafından
öldürülüp adım adım te
ınizlenerek, bir yandan da çaresiz
14
dön
olan ada ekseriyeti
göç .ederek,
Kıbns'ta
tamamiyle silinmesinin önüne "Bağımsız Kıbrıs" laafla riyle kimse geçemez. Oradaki kahraman Türkler şimdilik Türkiye ümidiyle
topraklarından
olmak
istemiyorlar.
Ama Rumlar'la birlikte yaşamaya, yani cehennem haya tı yaşamaya daha fazla mahkum edilirlerse, onları kimse orada tutamaz. Türkiye'nin Türkiye'ye göçü yasak etmiş olması kesin bir tedbir değildir. Onlar da İngiltere'ye ve ya başka bir yere giderler. Nitekim gitmektedirler. Rumlada birlikte
yaşamak, dostluk, olanları
mak, kardeşlik, demokrasi,
unut
hürriyet, bölge barışı, cunta,
Makarios, Samson, Klerides, Gizikis, Karamanlis lafların, hayallerin, tercihterin hepsi boştur, manasızdır, masaldır. Düşmanın akılsızı akıllısından daha iyidir. Onun için Sam son, Makarios'tan Davos veya Yuanides, Karamanlis'ten, Yunan Cuntası Yunan demokrasisinden Türkiye için daha iyidir. Sanki Megalo ideayı Cunta ortaya çıkarmış, sivil ler, Papaandreu v.s. bütün Rumlar ve Yunanlılar enosisçi değilmiş, gibi Kıbrıs meselesini Yunanistan'ın rejim me selesi zanneden bizim hükümet
adamlannın
acemi de
mokrasi nutukları ve gülünç sevinçleri, sadece kendilerini gerçeğin ve Türk çıkarlarının
dışına düşürmekten başka
bir işe yaramaz. Gerçek şudur ki, Yunanlılar Rumlar yediden yetmişe enosisçidirler. Yalnız bazıları derhal oldu bitti ile ; bazıları zamanla sindire sindire, kanıra kanıra enosis peşindedirler. Makarios'un
"bağımsız
Kıbrıs'ı askıya
Kıbrıs"ı
alınaktan başka
muhaddes enosis için bir şey değildir. Cunta
enosisi icat etmiş değil, sadece yüzüne mıştır. Mavros'un veya Klerides'in Samson'un ağzı arasında fark
gözüne bulaştır
ağzı ile Grivas veya
görmek, ancak bizim saf
dil ve cahil politikacıların harcıdır. Kıbrıs davası bu nev zuhur politikacılara, bu
İsmet Paşa torunlarına,
İsmet 75
Paşa ekolünün k alıntilanna bırakılamaz. Atatürk'e dön mek lazımdır. Kıbrıs'ta Yunanistan ve Rumlar erken veya geç bir enosis istiyorlar. Komünist dünya, NATO'nun güney kanadında daimi bir ihtila.f kalsın, çatışma ve
huzursuzluk
devam etsin,
Kıbrıs'ta komünistler güçlenerek zamanla adayı ikinci bir Küba haline getirsinler, Nato üssü haline gelmesin diye ; İkinci Dünya Harbinden
sonraki,
işleri pamuk ipliğine
ba.ğlayan ülkeleri, şehirleri ikiye bölen, zayıf noktalar ya ratan alemşumul komünist stratejisine uygun olarak, iki cemaatı zorla bir arada tutan sun'i federatif "tam ba
ğımsız,
toprak bütünlüğüne sahip , egemen" Kıbrıs davası
peşindedir. Amerika bilhassa NATO'nun
güney kanadında hu
zuru sağlamak ve mümkün olursa ileride NA TO üssü ola rak faydalanmak için, Orta Doğudaki petrol gölünün ve Süveyş'in tepesinde, Doğu Akdeniz'de sağlam bir nokta ortaya çıksın diye adadaki Türk-Yunan ihtila.fının bit mesini istemektedir. Amerika'ya göre Türkler itiraz et mezse ada Yunanistan'a, Yunanlılar razı olursa ada Tür kiye'ye ilhak edilmelidir. Tabii kendilerine karşı daha yu muşak başlı oldukları için Yunanistan tercih olunur.
Ama
her iki taraf itiraz ettiğine göre, tek yol adayı taksim et mektir. Böylece Amerikan tezi gelip
adamn taksiminde
düğümlenmektedir. Daha baştan, ta Acheson'un taksim planından
beri
bu böyledir. En büyük taraf olan Türkiye'nin ise Kıbrıs tezi yok tur denilebilir. Kıbns Türktür demiş, sonra
dün taksim
demiş, nihayet bugün solcu bir iktidann idaresinde, güya
76
tarafdar ve destek kazanarak dengeyi kurmak ve enosise bu yolla mani olmak üzere Moskova'nın fcderatif "bağım sız Kıbrıs" tezini benimsemiştir. Rumların enosis için iki kozları y.et, diğeri lngilizler'e
vardır. Biri ekseri
karşı verdikleri
ve İngiliz yüksek
komiserinin yatağının altına bomba koyacak kadar
ileri
giden sözde istikl81 mücadelesi. Buna mukabil Türkiye'nin tarihi, coğrafi, geopolitik
hakları, üstünlükleri, bir nevi
toprak ekseriyeti, toprak self
determinasyonu ile bugün
Kıbrıs harekatı sonunda yarattıkları ve Rum istiklal mü cadelesine benzemeyen gerçek
fiili durum kozları vardır.
Türkiye bu kozlan heder edemez, etmeme!idir. Anlaşmalar, arkalannda kuvvet olmazsa daima
boş
kağıt parçalanndan ibaret metinlerdir. Onlara can ve ge çerlik veren yalnız ve yalnız
mevcut
kuvvet dengesinin
hukuki kılıfı olmaktan ibarettir. Kuvvet dengesi bozulun ca kılıfı da ortadan kalkar ve yeni bir kılıf bulunur. Bugün Türkiye Kıbrıs'ın yanlış v.e haksız eski kuv vet dengesini bozan, böylece yeni bir kılıfı
gerekli kılan
bir fiili durum yaratmıştır. Şimdi oturup o kılıfı bulmağa çalışacaktır. Bunun iç� yapılacak tek şey Amerilta ile baş başa verip taksimi gerçekleştirrnektir.
Taksimi · yalnız Türki
ye'yi yanına almış bir Amerika gerçekleştirebilir. Bunun Yunanistan'a tatlılıkla veya zorla
kabul ettirecek
tek
kuvvet Arnerikadır. Amerika Türk desteğini görürse bü tün dünyaya da bunu empoze edecek tek kuvvettir. Türki ye ve Yunanistan'ın böyle bir karanna
herkes seyirci
kalmağa mecburdur. Bu itibarla Ecevit hükümeti derhal Kıbrıs politikası nı ve federatif, birlikte yaşayan, "bağımsız" Kıbrıs
tezini
77
değiştirmelidir. De,ğiştirmezse bu hükümet
değiştirilme
lidir. Hükümetin Erbakan kanadı Kıbns konusunda gerçe ğin ve Türkiye'nin menfaatlerinin
tam ortasındadır. Bu,
hükümet bakımından büyük bir şanstır. Eğer hükümetin CHP kanadı Erbakan'ın Kıbrıs görüşüne gelmezse hükü met derhal değiştirilmelidir. Suyu geçerken at değiştirilmez
diye . Kıbrıs hareka
tının boşa çıkmasına müsaade etmek kimsenin hakkı d� ğildir. Bu hükümet iç politikada
yarattığı çalkanWarla
düşmek üzere iken imdada, dış politikanın kıta salıanlığı ve Kıbrıs meselesi yetişmiştir.
Eğer Kıbrıs
konusunda
doğru teze hizmet edecekse devam .etsin. Yoksa, Üstündağ gensorusunda dış politikanın hatırı ve nezaketi için men fi oy vermemiş olan MSP kanadı
her halde
durumu sineye çekemez. Dış politikanın
bu sefer de
hatırı için ikti
darda kalan bugünkü koalisyon yine dış politikanın hatı rı için tabii akıbetini bulmuş olur. Hükümetin değiştirilip CHP'nin iktidardan uzaklaştırılması ile Türkiye bu ktirik anda zayıflamaz. bi18.kis daha kuvvetli,
kararlı ve azimli
bir duruma gelmiş olur. Tıpkı Yunanistan'ın bu kritik du rumda hükümet değiştirmekle kuvvetlenınesi gibi. Bütün milliyetçi partiler CHP kanadına, önce, Kıbrıs tezini de- ' ğiştirip herkesin benimseyeceği milli bir tez etrafında bir leşmeği teklif etmeli, olmazsa koalisyon bozulup
süratle
parlamento yeni bir hükümet çıkarmalıdır. Kıbrıs harekatımn heder edilmesine Türkiye'nin hammülü yoktur.
78
ta
St!PER TVRKtYE� St!PER ORDU
29 Temmuz 1974
Yalnız Kıbrıs hareka.tı değil. Yunanistan'ın bütün tavn ve Türkiye'nin karşısına çıkardığı tehlikeler, Türk ordusunun kudreti bakımından bugün karşımıza yepyeni ve acil bir hedef de çıkarmış bulunmaktadır. Bu hedef, mübarek Türk ordusunun bugünkü yüksek kudretinin çok üstünde yeni bir vurucu güç, meydana ge tirm.ekdir. Bu güç Türk ordusunun bugünkü kuvvetinin en az iki misli olmalıdır. Hem karada, hem havada, hem denizde. Hedef bugünkü beş yüz bin kişinin, bir milyonluk bir orduya dönüştürülmesi olmalıdır. Havada bin (1000) uçaklık bir varlık ; denizde ayrı ayrı Karadeniz filosu, Ege filosu, Akdeniz filosu olmak üezere üç filodan kurulu çok büyük bir donanma, ilk he def olarak bir an önce gerçekleştirilmelidir. Türkiye, Amerika ve Sovyetlerden sonra bölgede en büyük güç olmalıdır. Bugün de böyledir, fakat ka.sdetmek istediğimiz, kalıredici en büyük güç olmaktır. 79
Bir Yunanistan Türkiye'yi
tehdit mi edebilmelidir ?
Yunanistan ve emsali, Türkiye limanıanna ve donanma sına yıldırım taaiTUzu yapmak planlarını aklından değil, hayalinden bile geçirememelidir. Türkiye'yi böyle bir çaydırıcılık gücüne, her ne paha sına olursa olsun, gerektiğinde tırnaklarırmzı etimize ge çirerek, mutlaka kavuşturmak mecburiyetinde olduğumu zu unutmamalıyız.
Sağlam ve büyük bir ordunun ekonomiye ve sosyal yapıya bağlı
sağlam ve büyük bir olduğl.'nu da unutma
dan, bunda israr ediyor ve konuda imkanları aşmak za rureti ile karşı karşıya olduğumuzu tekrarlamak
istiyo
ruz. Bu satırlar bir harp heyecanı ile yazılmış ölçüsüz di lekler olarak kabul edilmemeli. Türkiye'nin geopolitiğinin icabı karşısında soğukkanlılıkla yapılmış teklifler olarak görümelidir. Türkiye'nin geopolitiği ; içinde Boğazlar,Asya ve Av rupa arasında uzayan Anadolu köprüsü, Kuzey ve Güney arasındaki Türk seddi, petrol çemberinin merkezi, yangı na komşuluk, müdafaası güç uzun ve açık hudutlar, çok ko�ulu olmak gibi hassas noktalar ve zaaflar taşımakta dır. Böyle bir geopolitikte kims.e normal ölçüler içinde kal maktan bahsedemez. Aziz askerlerimiz bu gerçeği
herkesten
önce idrak
etmişlerdir. Bir müddetten
beri büyük kumandanların,
canlannı dişlerine takarak
Deniz ve Hava Kuvvetlerini
Güçlendirme Vakıflarını kurmaları ve yürütmeleri, milli harp sanayünde, durmadan israr etmeleri hep bundandır. Türkiye'nin geopolitiği üç Türk ordusundan her biri nin vuruş gücünü bugünkü bütün ordunun vuruş gücü se-
80
viyesine çıkarmayı gerektirmektedir.
Son hadiseler gös
termiştir ki, tehlike, hiç istemediğimiz halde, her an kapı mızı çalabilir. Bugün Yunanistan'dan, yarın başka taraf tan .... Türkiye, ne yapıp yapıp, böyle bir süper ordu gücünü yaratmak üzere bugünden harekete geçmelidir. Son Kıb rıs harekatından
alacağımız, istikbale dönük ilk ders bu
dur. Kahraman ordumuz, Kıbrıs başarısiyle, bu mukaddes ilitimama nasıl layık olduğunu bir ker.e daha göstermiştir.
81
ŞU YUNANİSTAN .31 31 Temmuz 1974 İkinci Dünya Harbi içindeydik. Balıkesir lisesinde ya tılı talebeydik. Almanlar
görünüşte,
Balkaniara sıçratmış bulunan
harbi çoktan beri
ve aylardır
Arnavutluk
cephesinde bocalayan, kendileri için müttefik değil, ayak bağı olan İtalyanların yardımına koşmak : fakat bilhassa yakında girişecekleri
büyük Rusya taarruzunda sağ ka
natlannı ve cephe gerisini emniyete almak için, Balkanla n işgale başlamış ve bir yıldınm harekatı ile Selanik'e in
mişlerdi. Bir gece okul idaresi bütün yatılı telebeyi topla-, mış, hepimizin eline kocaman birer
paket tutuşturarak
bizi nizaıni bir yürüyüşle istasyona sevk etmişti. Vazife miz o gec.e Balıkesir'den geçecek olan bir trenin yolcuları na yardım malzemesi ve hediyeler da;ğıtmaktı. Tabit her tarafta karartma vardı. Peronda sıralana rak karanlıkta, uzun uzun, gelecek katan bekledik. Niha yet tren · istasyona girdi. Gelen misafirler Yunan askerle riydi. Almanlar Selanik'e girince,
Batı Trakya'da tecrit
edilmiş olan Yunan birlikleri, canlarını kitleler halinde Türkiye'ye
kurtarmak için,
iltica etmişlerdi. Türkiye de
onları Tekirdağ üzerinden Eandırmaya geçirerek trenlerle Ege'ye sevk ediyor ve Yunan adalarına kıçararak tekrar Almanların karşısına dikiyordu
82
Hareket, geceleri ve bü-
yük bir gizlili kiçinde yapılıyordu. Fakat her an Almanİa rın haklı gazabını çekebilir ve yangını tırabilirdi. Almanlar
o günlerde
Türkiye'ye bulaş
yirmi dört saatte bir
memleket �gal ediyor, bazan da bir kaç saatte bir devle ti haritadan siliyorlardı. Sığınan Yunan birliklerini enter ne edecek yerde, tekrar
Almanıann
karşısına çıkaran
Türkiye, böyle bir zamanda pek ala harp tehlikesini göze alıyor, karşılarından kaçan birlikleri takip edip zararsız ha le getirmek üzere Türk topraklarına girmek i çin Almanla rın eline mükemmel bir bahane veriyordu. Kafilenin içinde Türk soylu perişan askerler de vardı. Türkiye bu Türkleri bile ayırınayı düşünmüyor ,Türk
çocuklarım yad ellerde
yad ülkeler için ölüme göndermekten geri kalmıyordu. Ni çin ? Yunanistan'a yardım için ... Bu Türk
merhametinden
1974 Yunanistan
marazı
nın, hasıl olması ne güzel değil mi ? Gerçekten,
merhametten
maraz hasıl
olacağını bil
diren Türk ata sözü sanki Yunanistan için söylenmiş gibi dir. İki milletin bin, daha doğurusu beş yüz senelik mü nasebetlerini .ele alın : Türk tarafından daima merhamet, Şefkat, himaye, dostluk, insanlık ; Yunan hile, nankörlük, düşmanlık, vahşet Yunan düşmanlık
ve vahşeti
tarafında kin,
görürsünüz. Öyle ki
karşısında
Türk tutumu
merhamet hudutlarını çoktan aşarak bir gaflet, bir saflık ve hatta onlara göre bir akılsızlık mertebesine ulaşır. Bu merhamet, insanlık, gaflet ve saflıkta neler yoktur, neler ? Yeri göğü ve denizleri titreten İstanbul'un genç Fati hi Sultan Mehmet hazretleri,
bütün Bizans artıklan ve
hiristiyanlar tir tir titrerken ve ölümlerden
ölüm bekle
mek durumunda olduklarına inanırken, patrikhaneye şe ref veriyor v.e patrik Gennadios'a bütün kilise, manastır ve teşkilatı ile tam bir serbesti
lütfediyordu. Bu merha
metler yalnız patrikanenin inat için bugün hala açılmayan
83
kapısında bir patriğin idamını icap ettirecek kadar azıtan beş yüz senelik Ortodoks kilisesi fitnesi ve yirminci asnn ikinci yarısında kasaba papazı Makarios hasıl olmuştur. Bu merhametten Mora isyanı, sayısız Yunan ayaklan ması ve vahşeti, Bakan faciası ve lstiklal Harbi do:ğmuş, fakat biz yine akıllanamamışız. Geçen asırdan beri tek mukaddesatı ve toprak kazanma metodu Türk kanı dök mek olan Yunanlllann karşısında adeta eli kolu, dili ve idraki bağlanmış olarak bir Eyüp Sultan sabn içine hap solup kalmışız. İstihlal Harbi'nin, yalnız Anadolu'yu istilaya kalk maktan ibaret kalmayıp, hamile Türk kadınlarının karın larını yararak dışanya çıkan bebekleri süngülerinin ucu ne takıp eğlenecek kadar, bu topraklardan, caniyane imha suretiyle, Türk varlığını kazımaya yönelen facialarından sonra, hiç Yunanistan'a dostluk eli uzatılır mıydı ? Uzattık ve bundan Edirne'ye ve lstanbul'a yıldırım taarruzları ha yal edecek ve planlıyacak bugUnkü Yunan generalleri doğ du. tkinci Dünya Harbi'nin sonunda Alman istilası çeki lir çekilmez, üç yüz bin komünistin tutuşturduğu iç harp ten sonra Yunanistan katmerli bir perişanlık ve bitkinlik içinde kalmıştı. O ağır günlerde fakir Türkiye, yetimleri nin boğazından keserek, Yunanistan'ı adeta çeşitli yardım nimetlerine boğmuştur. ·
İkinci Dünya Harbi'nde İtalyanlar Arnavutluk üze rinden Yunanistan'a hücum. edince, bu savaşa en çok üzü len biz olmuştuk. Bunda yalnız harbin Balkanlar'a sıçra yarak kapımıza dayanması endişesi yer almıyor, aynı za manda aziz komşu saydığımız Yunanistan'ın tehlikeye gir mesi yüzünden kapıldığımız hassasiyet de büyük bir yer işgal ediyordu. 84
lstikUU Harbi'nde savaşı biz kazanmıştık, fakat Lo zan'da İngiliz patronunun hiınayesinde, Yunanlılar, harbi sanki kendileri kazanmış gibi davranarak, Batı Trakya'yı, Atatürk'ün sevgili memleketi olan Selanik'i, Anadolu ada larını büyük bir tarihi haksızlık olarak elimizden almış lardı. Bugünkü Klerides ve Mavros'un ağzı ile Lefkoşe ve Cenevre'de Kıbrıs savaşını sanki kendisi kazanmış gibi' konuşan Yunanistan, o zaman, ma,ğliip oturduğu Lozan' dan öyle galip çıkmıştır ki, sonradan önlerinden vapurla geçen Başvekil İsmet Paşa bile kaybedilen Anadolu ada ları için "Bu kadar yakın mıydılar" diye hayıflanmaktan kendisini alamamıştır. Hele Oniki Adalar meselesi, büsbütün yürek yakıcı dır. Vaktiyle Kıbrıs'ı İngilizlere olduğu gibi, Oniki Adaları da İtalyanlara temelli olarak değil,adeta emaneten bırak mıştık. Günü gelince Türkiye'nin bu ayrılmaz parçaları elbet geri alınacaktı. Fakat sonradan Kıbrısta olduğu gi bi, Oniki ada meselesinde de, miskin dış politika yüzün den, iade muamelesini kaçırdık. Haritayı açın, Meis ada sını bulun" ibretle göreceksiniz ki, böyle bir yerin Yuna nistan'a verilmesi, Türkiye kadar, yani veren kadar, ver tliren ve alan için sadece utanç verici bir baksızlıktır. Türk ve Yunan münasebetlerinde bu gibi haksızlıklar sayınakla bitmez. Bu haksızlıkların içinde Patrikhane ve Kilise teşkilatından, İstanbul'da tıkır tıkır işleyen Rum okuHanna v.e ticaretine kadar çeşitli Yunan imtiyaziarına mukabil, Batı Trakya Türklerine karşı yürütülen siyasi, sosyal, kültürel ve nihayet bugünkü iktisadi zulümler vardır, Kendi tarihi eserlerimiz yıkılırken, şehrin ana meydanlarını köstebek yuvası haline getiren ve bu toprak larm adeta Türk olmadığını ispata yönelen aşırı bir Bi zans ve Yunan hayranlığı vardır. Türk kültürünü terk edip devlet parasiyle Yunan kültürünü, yalnız sokakta de85
ğil, masum
Türk
çocuklarının
körpe zihinlerine
karşı
okullarda da baş tacı etmek vardır. Tarih derslerinde Yu nan tarihine Türk vardır.
6-7
tarihinden daha çok sayfa ayırmak
Eylül hadiselerinden
sonra İzmir'de Yunan
bayrağını bir Türk bakanının eliyle direğe çektirrnek gibi akıl almaz davranış bile vardır. Hülasa, neresinden bakar sanız, bakınız, Türkiye'nin Yunanistan
bahsinin üstüne
ihtimarola örttüğü bir gaflet ve delalet perdesi ile karşı laşırsınız. Bugün de
7-8
milyonluk çelimine bakmadan emperya
lizm peşinde koşan bir Yunanistan karşısındayız. Eleniz min vaz geçilmez hakkı diyerek
Kıbrıs'ın tamamını iste
mekten, Ege Denizi'ni bir Yunan gölü yavmaktan, Türki ye'yi kendi sahilleri içinde hapsederek denizi olan, fakat denize hasre t kalan bir memleket haline getirmekten, Tür kiye'ye yıldırım baskınlar planlamaktan haya etmeyen bir Yunanistan karşısındayız. Bu Yunanistan'ın Türkiye bugün de bağazım
sıksa
canı çıkar. Bizden önce aldığı üç beş fantoma, ilk baskın dan sonra
6.
Filo'nun oraya girmesine
ve Hiristiyan Batı
dünyasına güvenen bu Yunanistan'ı, her zaman doğduğu na pişman edecek bir orduya Türkiy.e sahiptir. Fakat far
zı muhal Türk ordusu olmasa bile, yalnız Türk halkı Yu nan sürülerini tırnakları ile didik didik etmeye yeter. An laşılan yalnız Batı Anadolu'nun değil, o zaman her nasıl so kurtuldukları Doğu ve · Batı Trakya'nın da kendilerine mezar olmasını istiyorlar. Türkiy.e artık bu Yunanistan
karşısında nihayet ve
son defa uyanmalıdır. Yunanistan artık Türkiye'nin dost luk, kardeşlik ve insanlık defterinden
ebediyen silinme
lidir. Sahte dostluk ve kardeşlik nutuklarını tatlısu frengi hariciyecilerin
diplomasi nezaketlerinin bir santim bile
dışına taşırmamalıyız.
86
Geçen asırdan beri Yunanistan kendisini Türkiye'nin bir numaralı düşmanı mevkiine oturtmuştur. 60 seneden beri de Hiristiyan Batının, Türkiyeyi Viyanada başlayan geri itme tazyikinin, tek ileri karakolu olmak durumunda dır. Türkiye artık
Yunanistan'ın
bu israrlı
düşmanlığını olduğu gibi kabul etmek
ve gönüllü
mecburiyetindedir.
Yunanistan talip olduğu bu Türk düşmanlığının tek geçer li cevabı artık ayni şekilde
şaşmaz bir Yunanistan düş
manhğıdır. Yunanistan Türkiye'ye hiç bir hayrı olmayan ve yal nız zararı dokunan hayırsız bir komşudan başka bir şey değildir. Komünist tehlike ve tehdidine karşı Yunanistan'ın Türkiye'ye vereceği hiç bir şey yoktur. NATO içinde de Türkiye bakımından fuzuli bir ağırlıktır. Türkiye
zaten
kuzey kıyılarında komünis t blokla temas halindedir. Yu nanistan bu tehdit için bir perde değil, bilakis Türkiye'nin Yunanistan siyaseti bu pardenin tamamiyle ortadan kalk ması hedefine yönelmelidir. Bir Yunanistan ortada kaldıkça, Türkiye rahat yüzü görmeyecektir. Türkiye bu küçük canavarın elini kolunu bağlamak ve hatta onu gerekirse ortadan kaldırmak için elindeki her kozu kullanmalıdır. Bunların arasında Yugos lavya, Arnavutluk ve Bulgaristan'la
işbirliği yapmak ve
Bulgaristan'a Batı Trakya'nın Yunan tarafındaki bitimin de bir koridor verer.ek komünist dünyanın Akdeniz'e açıl ması gayretlerini teşvik etmek bile vardır. Böyle bir ko ridor Türkiye'ye zarar vennez, bilakis Boğazlar üzerinde ki ezeli Rus tazyikinin
hafiflemesine yardımcı olur. Onu
o zaman İngiliz ve Amerikalılar düşünsün. Rusya'nın na sıl olsa, bugün değilse bile yann
Yugoslavya üzerinden
Akdeniz'e çıkacağını Palarka planı da göstermektedir. Bugün esasen halli imkansız görünen Kıbns davası halledilse bile, Türkiye'nin Yunanistan'la hesabı bitmeye-
8,7
cektir. Kıt'a salıanlığı ve Yunan emperyalizminin çılgın lıklan ortadadır. Her şey bu hesabın Yunanistan ortadan kalkıncaya kadar devam edeceğini göstermektedir. Türkiye bugünden itibaren artık bu hesabın icapları na adapte olmalı ve Yunanistan'ın çok hevesli göründüğü şaşmaz ve bitmez düşmanlık sandalyasından indirmek ham hayallerinden vaz geçmelidir. ras
88
Bu konuda her Türk'ün eviadına bırakacağı tek mi ancak şu olabilir : Yunan'dan dost olmaz.
AKTiF POLİTİKA 2 Ağustos 1974
Gazeteci Metin Toker, geçen gün bir yazısında İsmet Paşa'nın ölümünden sekiz ay sonra Türkiye'nin harbe gir diğine dikkati çekiyordu. Bu, şüphesiz bir vakıanm tespi tinden çok, bir hayıflanma idi. İsmet Paşa ekolüne mensup bir kimse için, bu şekilde hayıflanmak ve adeta İsmet Paşa'yı aramak elbette ki tamamiyle nonnaldir. Zira içte ve dışta bir çok kimsenin,
·
yine siyasi baskı yapıyor, blöf yapıyor, bir iki gösteriden sonra bu sefer de eskisi gibi gerisin geriye çark eder diye beklediği Türkiye, tahminleri alt üst ederek, nihayet uyu şulduğu üzerinden atmış ve harbe başlaml§tı. Hiç şüphe yok, İsmet Paşa olsa, İsmet Paşa'ya kalsa ne harp olur, ne de çıkarma kararı alınabilirdi. Bu sebeple, Kıbns ha rekatı bir bakıma İsmet Paşa politikasının
Türkiye'de
bitmesi, İsmet Paşa zihniyetinin tarihe karışması demek tir. Onun dizinin dibinde yetişenler, onun politikasında ke ramet bulanlar, ona a.lı§anlar buna hayıflanmakta tabii kendi açılarmdan tamamiyle haklıdırlar. Türkiye gibi münevveri az gelişmiş, geri kalmış, zi hin tenbeli olan memleketlerde, aklın ve ilmin hakimiyeti yerine, her şeyi umumiyetle bir takım kişiler, hazır for müller, sloganlar idare eder. Üstelik çok defa da ortalı89
ğa hakim olan şey bunlann yanlış yorumları ve esasın dan saptırılmış şekilleridir. Türkiye'nin dış politikasına bu şekilde hakim olan slo gan ise, bilindiği gibi, Atatürk'ün güzel bir sözüdür : Yuıt ta sulh, cihanda sulh ! Aslında çok doğru bir parola olan bu sözün manası cihanda sulhun şartının yurtta sulh ol duğu bu ikisinin birbirine bağlı bulunduğu ve birbirine te sir edeceği, her ne pahasına olursa olsun şeklinde bir ba rışın düşünülemiyeceği, bu esaslar dahilinde banşın ve barışçılığın aranacağıdır. Fakat Türk dış politikasında bu söz, çok yanlış d�erlendirilerek, pasifist bir politikanın formülü olup çıkmıştır. Halbuki yurtta sulh, cihanda sul hun icabı, şartı ve metodu pasif değil, yalnız ve yalnız ak tif bir dış politikadır. Cumhuriyet devrini dış politika bakımından dört dev reye ayırabiliriz. Birincisi Atatürk devresidir. Bu devrede Türk dış siyasetine tamamiyle aktif politika hakim olmuş tur. Yurtta sulh, cihanda sulh formülünün sahibi olan Atatürk, bu prensibi tabü en doğru ve örnek şekli ile tat Cik etmiş ve İstiklal Harbinin Türkiye'ye kazandırdığı prestij, üstünlük ve teşebbüs mirasını heder etmiyerek, büyük bir ustalıkla tam yerinde kullanmış't:ır. Dünya'da Türkiye'nin o zamanki itiban, Balkan paktından Sadabad paktma kadar Türkiye'yi çevretiyen bir çok anlaşma, dost luk ve ittifak çenberi hep bu aktif politikanın neticesi idi. Hatay'ın alınması ise bu aktif politikanın zirvesini teşkil etmiştir. Hatay meselesi Atatürk'ün bu bakımdan Türk dış politikasını tayin için miras olarak bıraktığı en büyük nirengi noktasıdır. Atatürk'ün aktif dış politikasına daha o devirde İnönü ayak uyduramamaya başlamış ve onun Başvekiliikten uzaklaştırılmasının esas sebebi de bu dış politika ihtilafı olmuştur. 90
Cumhuriyet dış politikasında ikinci devre Atatürk'ten sonraki 1nönü devresidir. Büyük bir kısmı İkinci Dünya Harbi içinde geçen bu devrenin politikası artık pasif poli tikadır. Kabul etmek 18.zımdır ki, bu devredeki dünya şart lan da Türkiye'nin İnönü'nün tabiatı icabı olan pasif poli tikaya oturtulmasını kolaylaştırmıştır.
Türkiye kabuğu
içine çekilerek ve 1ngilizlerin müttefikiyiz, Almanların dos tuyuz diyerek bu devrede harbin dışında kalmış, bunda da tabii çok iyi etmiştir. Fakat bu harp korkusu ile İnönü' nün içeride arslan kesilen, dışarıdt ise ürken mizacı birle şince, pasif politika, harbin dışında kalmak hudutlarını aşarak, Türkiye'nin kaderi olup çıkmıştı.
Oniki Ada'nın
kaybedilmesi, İkinci Dünya Harbinin sonundaki, o Türki ye'yi büyük tehlikelerle karşı karşıya
getiren korkunç
yalnızlık. Rusların Boğazlan ve Kars'ı, Ardahan'ı isteme
si, harpten herhangi bir kazançla değil, bilakis Türkiye'yi kimsenin kaale almıyacağı büyük itibar kayıpları ile çıkıl ması, İngilizlerin Kıbrıs'ı Yunanistan'a
verrneğe hazırla
nırken Türkiye'yi ve onun tarihi haklarını hiç hatırına getirmemesi, Türkiye'nin harbin sonunda güvenliğinin or tada ve askıda kalması, teşebbüs kabiliyetinden tamamiy le mahrum bir duruma düşmesi hep bu pasif politikanın ağır neticeleridir. Dış palitikada üçüncü merhaleyi Demokrat Parti dev resi teşkil eder. Bu devrede Türkiye pasif politikadan tek rar aktif politikaya geçmek gayretleri içine girmiştir. Ko re Harbine kaWmayı göze almak. Türkiye'nin askıda bu lunan güvenliğini teminat altına almak üzere NATO'ya gir me,ği başarmak ve Kıbrıs'ın Yunanistan'a
bırakılınasına
karşı çıkarak Londra ve Zürih anlaşmalan ile Türkiye'nin varlığını kabul ettirmek, Türkiye'de yeniden aktif poli tikaya dönüşün kesin belirtileri ve neticeleridir. Cumhuriyet devri dış politikanın dördüncü merhale sini 1960'tan sonraki devre teşkil eder. Bu devrede aktif
91
politikadan tekrar pasif politikaya dönüldüğü görülür. Türkiye'nin hayatında yine bir çeşit İnönü devri başla. mıştır. Çeşitli sebeplerle l'nönü'nün nüfuzu artmış, ikti darda olsun muhalefette olsun, bu devrede daima İnönü' nün ağırlığı ön planda kalmıştır. Bu devrede Türk dış po litikası, pasif politikanın neticesi olarak, bir yandan bü tün dünyada, fakat bilhassa Batı'ya karşı, şahsiyetini kaybetmiş, bir yandan da bu devrenin Türkiye bakımın dan başlıca dış politika · konusu olan Kıbrıs meselesinde · arka arkaya çeşitli tarihi fırsatları kaçırmıştır. Bu devre de Kıbrıs bombardımanı ile ve bilhassa Demirel'in fazla Yunan kuvvetlerini Ada'dan çıkarması ile bir iki silki.niş olmuş, fakat pasif pilitikanın miskinlik çemberini kırmak mümkün olmamıştır. Şimdi Kıbns harekatı ile Türk dış politikasının beşin ci devresi başlamış bulunmaktadır. Bu devre bugünlerde Türkiye'yi yeniden, hem de çok kuvvetli bir şekilde aktif politikaya, ta Atatürk devrinin aktif politikasma döndür m�tür. Türkiye artık dış politikada, çok şükür, üzerinden uyuşukluğu ve miskinliği atmıştır. Şimdi bütün mesele bu aktif politikayı tamamiyle yerleştirerek, artık bir daha pasif politikaya dönülmeyecek şekilde Türkiye'nin kade ri haline getirmektir. Aktif dış politikanın, tabii, bir takım şartları var dır. İlk şart kuvvettir. Kuvvetli bir ordu gücü ile destek lenmeyen bir politikanın, her devletin gözünün açılmış ol duğu bugünkü dünyada aktif hale gelmesi ve tesirli ol ması hemen hemen imkansızdır. Aktif ve tesirli politika askeri, iktisadi, jeopolitik ve sosyal kozlardan daima kuv vet almak durumundadır. Aktif politikanın ikinci şartı ehliyetli ve aktif bir ha riciyedir. Hadiselerin başında ve içinde olmayan, daima gerisinde kalan, başkalarının çevirdiği dış politika çarkıııa 92
sadece seyirci durumunda bununan, hariciyeciliği harici ye kalem efendiliği zanneden bir hariciye, ordu ne kadar kuvvetli olursa olsun memleketi, aktif bir dış politikanın nimetlerine kavuşturamaz. Aksine, kudretli bir hariciye bazan kovvet ve koz unsuru olmadan bile büyük fayda lar temin eden bir varlık gösterebilir. Aktif dış politikanın üçüncü şartı sağlam bir sosyo kültürel bünyedir. Bu şart aynı zamanda aktif ve yırtı cı bir hariciyellin de ilk şartıdır. Sağlam bir kültüre da yanmayan, kendi milli kültürünün ne olduğunu bilmeyen, _onunla beslenmemiş olan, memleketin nereden gelip nere ya gittiğinin farkında olmayan, yalıuz yaşadığı günü bi len, milli siyasetten ve hedeflerden mahrum bir cemiyetin de, onun hariciyesinin de aktif bir politika içinde başarı lı olmasına imkan yoktur. Kısacası, sağlam bir Milli Eği tim politikası olmayan bir devletin sağlam ve aktif bir dış politikası da olamaz. Aktif dış politikamn dördüncü şartı şahsiyettir. Şah siyet demek dünyamn merkezi olarak kendisini gönnek, bflşkalarının havasına kapılınama iradesini göstermektir. Bunun için de dış dünyaya kendisini teslim etmemek ge rekir. Aman ne derler, şu devlet bu devlet ne der, şu teş kilat ne der, şu yabancı şunu dedi, şu yabancı gazete şu nu yazdı diye başkalarının tavırlarına, fikirlerine ve hü kümlerine değer vermekteki çılgınlık bir cemiyetin başlı ca rehberi olursa, o cemiyetten yalmz aktif politika de ğil, hiç birşey beklenemez. Etrafı kollamak ve yoklamak, fakat onu fazla dinlemernek aktif politikanın can daman dır. Teşebbüsü elden kaçırmamak, müzakere masasına ha kim durumda durmağa bakmak aktif politikamn temeli dir. Nihayet aktif politikamn beşinci şartı gerçekçi olmak tır. Gerçeği elden bırakıp beynelmilel anlaşmalann ve dip93
lomasinin insafına güvenmekle aktif ve faydalı bir politika takip etmek mümkün değildir. İşte Türkiye'de aktif politikanın birinci unsuru olan ordu, kendimize göre, her devirde sağlam olmuş, fakat di ğer şartlar hep bozuk olduğu için umumiyetle pasif poli tika Türkiye'nin elini kolunu bağlamıştır. Şimdi Türkiye bu pasif politikadan silkinmiş bulunu yor. Bu sebeple, başta şanlı Türk ordusu olmak üzere, bu silkinişte payı olan herkes her türlü takdire ve tebrike la yıktır. Bu arada hükümetin hissesini, muhalif muvafık her kes, kemaliyle teslim etmekten geri kalmamaktadır. Hü kümet ve bilhassa Ecevit parlak bir iş yapmış, umulmadık bir başarı göstermiştir. Gerçi Ecevit'in iç politikada
yarattığı talihsizlikler
den sonra böyle bir dış politika hareketini fırsat bildiği doğrudur. Esas amilin, kararın ve başarnun asıl sahibi nin Türk ordusu olduğu doğrudur. Millete on senelik bek leyişten doğan azınin ve sabır tükenikliğinin,
hükümeti
böyle bir karara iten milli bir destek teşkil ettiği doğru dur. Dış politika davalarında
muhalefetle iktidann yek
vücut olması şeklindeki ananenin devam ettiği, parlamen tonun deste,ğinin sağlanacağının belli bulunduğu
doğru
dur. Yunan cuntasının, komünistleri ezdiği için Komünist blokta, hürriyeti tehdit ettiği için Hür Dünya'da, müda halenin dış şartlan bakımından kullanılmaması çok akılsız lık ve beceriksizlik teşkil edecek bulunmaz bir fırsat yarat tığı doğrudur. Fakat buna rağmen menşei
bakımından
Ecevit kendisini aşmayabilir ve hareketsiz kalabilirdi Gerçek odur ki Ecevit Kıbns
karan ile Türkiye'ye
NATO'yu kazandıran Menderes'i aşmamıştır. Fazla Yu-
94
nan kuvvetlerini Kıbns'tan çıkartan Demirel'i aşmamış tır. Fakat İnönü'yü ve İnönü paraletindeki diğer Başba kanlan aşmıştır. İnönü ve CHP ekolünün ananevi pasif politikasını, tabir caizse, CHP'nin makfi.s talihini aşmıştır. Bu, Ecevit'in kendi kendisini aşması demektir. CHP'nin bugünkü durumunda bile, hatta bugünkü sola yatkın ve milli kültüre, milli siyasete sırt çevirmiş durwnuna rağ n:ıen, böyle bir davranış büyük bir başandır. Ve Ecevit'in asıl başarısı budur. Yoksa, bu son fırsatta hangi hükümet olsa ordunun müdahale karanna evet derdi. Çıkarma karannda önce tereddüt ettiği, sonradan katıldığı söylenen Demirel ve Ni hat Erim de olsaydı, başka türlü yapamazlardı. Şimdi Ece vit iktidardadır ve müdahale karanna, Allah için, büyük bir enerji ile damgasını basmıştır. Başarısı milletin başa rısı olmuştur. CHP'yi ve kendi kendisini aştığı için bu ba şarı bir kat daha kıymettidir. Artık bu başan ile, yalnız kaybeditme yolunda olan Kıbns davasında tekrar bir şans doğmamış, fakat aynı zamanda Türkiye'nin değişmez ataletini kader yapan pa sif politika devri de kapanmı.ştır. Ecevit'i bu bakımdan da kutlamak lazımdır. Hatta biz, herkesin o kadar sinirine gitmiş olmasına rağmen, Turan Güneş'in Dışişleri Bakarn olmasını bu ba kımdan bir fali-hayır kabul ettiğimizi de söylemekte te reddüt etmiyeceğiz. Onun külhanbeyi edasının ve kabada yı tavırlannın bizim çıtkırıldım hariciyeye yeni bir ruh ge tirebileceğine, bunun zannedildiği gibi bir mahzur teşkil etmediğine kaniyiz. Protokol salıtetiği ile kabili telif gö rünmeyen bu tam ve edasını arkasında, Turan Güneş'te tuttuğunu koparan, elinden kolay kolay bir şey alınamaz, kararlı, ne istediğini bilen ve ona sahip çıkan, cerbezeli, 95
taviz vermiyen, çetin müzakereci vasıflannı müşahede et tiğimizi söylemezsek samimiyetsizlik etmiş oluruz. Ka naatimizce, başansızlık ihtimalinin tehlikesi Turan Güneş' te değil, hükümetin Kıbns tezindeki yanlışlıktadır. Henüz vakit varken bu yanlış düzeltilirse Turan Güneş'in, eline verilecek doğru tezi, babayani tavırlan ile beraber, başa nya götürebileceğine pekala güvenebiliriz. Cenevre Kon feransının neticesi de bunu göstermektedir. Unutmayalım ki, geçen asırdan kalma frak smokin hariciyeciliği, İkinci Dünya Harbinden sonra Amerikalı lar ve Ruslar tarafından alt üst edilmiştir. Artık bizim ha riciyecilerirnizin de diplomasiyi giyinip kuşanmaktan, otu rup kalkmaktan, kadeh tokuşturmaktan, salon adabından, döviz bozdurmaktan, merkeze gelmek korkusundan, iyi yere gitmek endişesinden ibaret görmemelerinin zamanı çoktan gelmiştir. Bugün hariciye demek aktif politika de mektir. Türkiye Kıbns harekatı ile bu yolu bulmuştur. Aman, bu politikaya devam..
.96
BİZİM BAŞBAKANLAR
9 Ağustos 1974
Türkiye, tarihi gelişmenin
kendisine yüklediği vazi
felerin zamanla ağırlaşan şartlan karşısında yıpranarak, son asırlarda bir türlü kendisini toparlayamamış ve niha yet kaybedilen geniş Türk ülkeleri ile beraber imparator luğun ve devletin de yıkılınası faciası ile karşı karşıya kal mıştır. Bu yıkılışın en büyük sebebi ise, süphesiz, bugünkü dünyaya şekil veren başlıca amil durumunda bulunan sa nayi inkilabını Türkiye'nin kaçırmasıdır. 18. asnn sonunda buhann makineye tatbiki ile başlayan ve 19. asırda yer leşip gelişen sanayi inkilabı çağımızdaki teknolojik iler lemenin ve kalkınmış ülkelerdeki yükselmenin ana temeli
dir. Türkiye, imparatorluğun yıkıntısından, son anda, bel ki küçük fakat yeni bir devlet çıkarmaya muvaffak ol muştur. Bu devlet bugün kırk milyonluk Türkiye h8.line gelmiş, üstelik elli senelik harpsiz bir sulh ve sükun dev resi yaşamak şansına da sahip
bulunmuştur. Fakat sa
nayileşme, yani iki asırlık sanayi inkilabına ayak uydurma, Türkiye'de hala günün meselesi ve kavga konusudur. De nilebilir ki sanayi inkilabırun Türkiye ancak bir asır son ra Atatürk devrinde farkına varabilmiş, fakat tam şuuru na ise her halde daha sonra, ancak 1950'den sonra ulaş mıştır. Bugün bu idrakin tam zirvesinde, kaybedilen za-
97
manın telafisi ile uğraşmaktadır. Fakat çok geç kalınmış, bu iktisadi ve teknik gecikmeye diğer sosyal ve kültürel bulıranlar da katılınca, ortaya bugünün son derece ra hatsız ve sıkıntılı Türkiye'si çıkmıştır. Teknik ilerlemeyi ve kalkınmayı birçok devletler da ha geçen asırda, birçokları Birinci Dünya Harbinden önce bir çokları Birinci Dünya
Harbinden
sonra
birçokları
da İkinci Dünya Harbinden sonra başarın.ışken, Türkiye' deki bu kalıredici gecikmenin sebebi nedir ? Gecikmenin Cumhuriyetten önceki sebepleri oldukça bellidir. Hiç de ğilse o devreye sövüp sayarak kendimizi tatmin ediyoruz. Fakat, Atatürk gibi bir liderin de gelmiş olmasına rağ men, Cumhuriyet devrindeki elli senelik gecikmeye ne de meli ? Çağımızda elli sene, değil Türk milleti gibi istidatlı bir cemiyetin, nisbeten basit bir cemiyetin bile kalkınmış lık tahtına oturması için asla
küçümsenmiyecek bir za
man bölümüdür. Türkiye niye bu elli senede mucizeyi ya kalayamamış, saadeti bulamamış, kalkınmasını tamamla yamamış, 1960'lardan 70'lere iç ve dış sayısız buhranlarla karşı karşıya kalmıştır ? Şüphesiz bunun bir çok siyasi, iktisadi, sosyal ve kül türel sebepleri vardır. Fakat bu sebeplerin en önünde ge len bir tanesi vardır ki, onu hepimiz kolaylıkla teşhis ede bilir, onda hepimiz ittifaka varabiliriz. Bu sebep zayıf devlet adamları, yetersiz idareciler,
mevkiini doldurma
yan liderlerdir. Gerçekten, Atatürk hariç, Türkiye son de virde bir kaht-i rical krizinin devamlı olarak tam ortasm da kalmıştır. Bu yüzden Türkiye'de Atatürk'ün ölümün den sonra gittikçe ·kesafet peydalı ederek, çeşitli sahalar da sayısız bulıranlar birbirini kovalamaktadır. Kıbrıs bulı ham da bunlardan sadece bir tanesidir. Bütün bu bulıran lardan birinci derecede sorumlu olanlar elbette ki devlet adamlarıdır, idarecilerdir.
98
Şüphesiz sorumlu devlet adamlan denince her şey den önce akla hükümet üyeleri, başbakanlar, iktidar lider leri gelir. Bilhassa başbakanlar Türkiye'de yerleşmiş sis teme ve tatbikata göre başlıca sorumlu durumunda olan lardır. Bu bakımdan bizim başbakanları şöyle toptan bir tenkit ve mukayese süzgecinden geçirmek her halde ortaya faydalı bir d�erlendirme tablosu çıkaracaktır. Türkiye'de başbakanlan "memur başbakanlar, atılım cı başbakanlar" diye iki kısma ayırabiliriz. Atılımcı başbtı. kanlar Menderes, Demirel ve Ecevit'tir. Memur başbakan lar ise İnönü ve çizgideki diğer başbakanlardır. Memur başbakanlar statükocudurlar. Mevcudu tabii inkişafı içinde muhafaza ederek sızıltısız bir devlet idare si yürütmek bu tip başbakanların
başlıca
politikasıdır.
Bunlarda zaten yenilenmiş kurulu
düzene ve onun mü
kemmeliyetine sahip çıkmak esastır. Bürokrasiye dayanan bir hükümet İcraatma önem verirler. Atılımcı başbakanlar ise mevcudu hiç yeter görmeyen, onu değiştirmek, tabii gelişiplin üstünde bir sıçrama getirmek peşinde olan lider Ierdir. Rahmetli İsmet Paşa statükocu, bürokrat memur tipi başbakanların şüphesiz en büyüğü idi. Bu tip başbakanlar bir önderin gölgesi altında, eğer ehliyetli iseler, fevkalade hizmetler yapabilirler. İsmet Paşa da Atatürk'ün kanatla rı altında fevkalade parlak bir başbakanlık yapmış ve dev leti ilk defa yerine oturtmakta büyük hizmet görmüştür. Onun içindir ki Başvekilliğinde
İsmet Paşa'yı,
yediden
yetmişe kadar, Türk milleti çok severdi. Atatürk ölünce Büyük Millet Meclisi oy birliği ile kendisini Cumhurbaşka nı seçmişti. Hiç şüphe yok, bu o zaman milletin de oy bir
liği demekti, imkan olsa bütün millet eksiksiz ona rey ve rirdi.
99
Bu tip devlet adamlan, büyük önderi kaybedip kendi başlarına kalınca umumiyetle eskisi kadar başarılı olamaz lar. Gerçekten İnönü de Atatürk'ten sonra kendi başına kalınca hem milletin nazarında, hem de hizmet çizgisinde eski yerini muhafaza edememiştir. Ondan sonraki uzun si yasi hayatında İnönü'nün hiç seçim kazanam3.mış olması da bundandır. Yani İnönü ikinci adam yerinde son derece başarılı olmuş, birinci adam mevkünde ise hiç başarılı ola mamıştır. Memur tipi başbakanların diğeri de, ta Celal Bayar' dan Naim Talu'ya kadar, hep İnönü'nün Cumhuriyet bü rokratı çizgisinde kalarak, hükümet çarkını hemen hemen hep aynı şekilde döndürmüşler ve bu makineye vaziyeti idare etmekten fazla bir şey katmıyarak mutad işlerin yü rütülmesine nezaret etmişlerdir. Atılımcı başbakanlar ise Türkiye'yi mutadın dışına sürüklerneğe çalışmışlar ve Türkiye'nin kaderine yeni un surlar katmışlardır. Bu yeni unsurlar Türkiye'nin çehre sini çok değiştirmekle beraber, bütün sahalara şamil ol madığı için, belirli konuların içinde kalarak, topyekfın ka d:er harbini kazanınağa yetmemiş ve ancak belirli nokta larda cepheyi delme hareketinin başansı seviyesini aşa mamıştır. Yani bu atılımlarla Türkiye'nin makus talibini meydana getiren cephe parçalanmış, fakat tam netice bir türlü alınamamıştır. Türkiye'nin atılımcı ilk başbakanı rahmetli Mende res'tir. Menderes'in Türkiye'nin kaderine getirdiği başlıca yeni unsur Türk insanına kazanç şevkini ve ekonomik di namizmi aşılamak ve memleketin imarıdır. Denilebilir ki Türk insanı ve memleket, iktisadi ataletini Menderes'le birlikte üzerinden atmış, kazanmanın ve gelişmenin tadını derinden hissetmeye başlamıştır. Menderes'in Türkiye'nin 100
iktisadi potansiyeline üflediği bu ruh o zamandan bugü ne kadar m emleketin kalkınma aşkına ve faaliyetine can lılık veren başlıca amildir diyebiliriz. Fakat Menderes'in bu hizmetinin,
neticeye bakınca,
memlekette layıkıyle makes bulamadığım görüyoruz. Bu lamamış ve umulmadık bir netice ortaya çıkmıştır. Çünkü Menderes hareketi tek cepbeli olmaktan
ileri
gidememiş,
iktisat ve iınann dışına çıkamamıştır. Menderes nefesi ke silmiş olan iktisadi hayata teneffüs ferahlığı ve harap bir ülkeye imar sihri getirmiş, fakat bunların dar kalıpları içinde hapsolup kalmaktan kurtulamaıruştır. Bilakis siya si, sosyal ve kültürel diğer sahalan ihmal ederek memle ketin süratle bozulan muvazenesine hakimiyeti elden ka çırmıştır. Dengeli ve şümullü kalkınmanın anahtarını bu lamamanın yanında, ikinci olarak, Menderes tek cepbeli hareketinde de enflasyona yakalanmanın
müşkülatından
kurtulamamış ve hamlesini tamamlayamamıştır. Neticede o da bilhass a iınarda karar kılmıştır. Bu iki sebepten dola yı Menderes sadece hamleci ve imarcı bir başbakan olarak kalmaktan ileri gidememiştir. Bütün sahalan kavramayan, üstelik tek cephede
de nefesi kesilen bir
hamleeilik ve
imarcılık ise, atılımcı ve iddialı bir başbakan için, bilhassa Türkiye gibi bir memlekette, kafi değildir. Bu olsa olsa bir iktisat veya bayındırlık bakanının mükemmel, tatmin kar bir vasfıdır. Türkiye'de atılımcı bir başbakana kafi değildir. Nitekim kafi gelmemiştir. Eğer Menderes sıra dan memur tipi bir başbakan olsaydı, hiç şüphesiz sonun da kaybetmez ve sadece sırasını savıp geçerdi. Ama atı lımcı bir başbakan için bir iktisat veya bilhassa bayındır lık bakanında aranacak vasıf kafi gelmez. Menderes her hükümette ve her ülkede birinci sınıf bir imar bakanı ola cak kudrette idi. Fakat bu kudret Başbakan Menderes'e
kafi
gelmemiştir.
101
Türkiye'nin atılımcı ikinci Başbakanı Demirel'dir. De mirel'in Türkiye'nin kaderine getirdiği yeni unsur ise ik tisadi büyüme hummasıdır denilebilir. Gerçekten Türki ye de iktisadi büyümenin ehemmiyetini D.emirel kadar kav ramış, bunun idrakine onun kadar kemaliyle Va.rıiU§ bir kimse ne ilim adamlan, ne siyaset adamlan içinde mev cut değildir. Demirel iktisadi büyümenin sırrını hem fikir olarak, hem de bilhassa tatbikat olarak en iyi bilen adam olduğunu tamamiyle ispat etmiştir. Bugün de bu tahtta rakipsiz olarak oturan adam odur. Üstelik Demirel ikti sadi büyüme hamlesini enflasyona kaptırmadan planlı, şuurlu ve hesaplı olarak yürütmekte tam bir başan gös termiştir. Fakat yeni Türk devlet adamlannın müşterek bir ta raflarının Demirel de tam dışında kalamamıştır. Bu müş terek hususiyet, yukanda da işaret ettiğimiz, tek cepheli olmaktır. Gerçi Demirel, Menderes'in kaele almadığı den geli kalkınmayı oldukça gözetmiştir. Demirel'in düştüğü zaman ipe gitmemesinin başlıca sebebi de esasen budur. öte yandan, gerçi Demirel milli kültüre en çok aklı yatan başbakan oluşudur. Fakat her iki noktada da gösterdiği varlık Demirel'i tek cepheli olmaktan .kurtaracak bir vüs'at ve derinlik kazanamamıştır. Hele partinin dilim di lim bölünmesine mani olaınıyarak, Türkiye'nin istikbiU için başlıca teminatı olan, milliyetçi oy tabanını param parça etmesi çok cephede başan göstermesi lizım gelen bir başbakan ve lider için son derece büyük kusurdur. Bu sebeple neticede Demirel de şümullü atılımcı bir başbakan olmak mevziinde tutunamamış ve ideal bir iktisat bakanı olmak vasfının üstüne pek çıkamamıştır. Gerçekten De mirel Türkiye için ve her memleket için daha iyisi bulun maz bir iktisadi büyümeci bakan vasfını ideal ölçüde taşı dığını isbat etmiştir. Fakat bu vasıf da Türkiye'de atılım cı bir başbakan için kafi değildir. Nitekim kafi gelmemiş·
102
tir. Demirel gençtir ve siyasi hayatı devam etmektedir. Fa kat, eğer bir gün Demirel tekrar başbakanlık koltuğuna oturursa bu vasfmı aşmak mecburiyetinde olduğunu her halde bugün kendisi kabul etmektedir. Türkiye'nin atılımcı üçüncü Başbakanı Ecevit'tir. Ece vit'in Türkiye'nin kaderine getirdiği yeni unsur
da mem
leketi sola ve hatta sosyalizme kaydırma teşebbüsüdür. Henüz ilk neticeleri bile almmamış olan bu teşebbüs şim dilik tehlikeli bir macera olarak meçhul ihtimallerle Tür kiye'nin karşısındadır. Ecevit, çok iddialarla
bezeli bu
ana atılımında bugüne kadar hiçbir başarılı netice alama mıştır. Bilakis iktisadi büyürneyi tehlikeye düşürmüş, ağır ve bitip tükenmiyen bir pahalılık getirmiş,
memlekette
bazan kan dökerek ve şehit vererek kurulmuş olan iç den geyi, tesirli çevreleri haklı olarak endişeye düşürecek ve bütün siyasi partileri karşısına alacak ve tedirgin edecek şekilde bozmuştur. Bütün bunlarda şümullü atılımcı mu vaffak bir başbakanın vasıflarını bulmağa elbette ki im kan yoktur. Buna mukabil Ecevit Kıbrıs harekatmda, kabul et mek 18.zımdır ki, çok göz dolduran bir varlık göstermiştir. Hükümetin son Kıbrıs hadisesinin bağırarak gelen ve ken dini belli eden ilk hazırlık safhasındaki tutumunda başa n değil, bilakis tam bir başarısızlık ve tedbirsizlik vardır. Fakat hadise patlak verdikten sonra hükümet ve bilhas sa Ecevit meselenin icabma süratle ve mükemmel bir şe kilde adapte olmuş, gerek müdahale karannda, gerek si yasi platformda, orduyla onun işini kolaylaştıracak isa betli bir uyum haline getirmek başansını göstermiştir. Fakat bu başarıyı bir kısım basının yaptığı gibi müba la,ğalı ve ölçüsüz bir menkibe haline getirmekten, ciddi bir insan olarak, zannederim şimdi Ecevit de rahatsızdır.
103
·zira ölçüyü kaçınp son derece ciddi ve ağır bir
durumuı
henüz büyük tehlikeler ve vehametler taşımağa devam ettiği bir sırada bir Ecevit şenliği haline sokmakta hiç bir isabet ve vekar yoktur. İkinci bir Atatürk olmak öyle sanıldığı kadar kolay ve ucuz değildir, bunu muhakkak ki Ecevit de böyle kabul edecektir. Ecevit'in Kıbrıs başarısı nı inkar etmek gibi, onu Kıbrıs davasının ciddiyetine göl ge düşüren gürültücü ve şakşakçı b88ının çarkına terk et mek de yalnız Ecevit'e değil, Türkiye'ye de zarar verebi liı·. Evet, şimdi Kıbrıs harekatı daha önce başbakanlıkta pek göz doldurmayan Ecevit'in gerçek meziyetini ortaya çıkarmıştır. Fakat acaba bu meziyet, Ecevit'teki üstün va
sıf nedir ? Ciddi ve tarafsız bir gözle bakılırsa, Ecevit'in Kıbrıs harekatındaki tutumu ve tavn aşağı yukarı şöyledir : Şartlanmış basının bitmez tükenmez Ecevit destanla rından ; Wilson'un, Callaghan'ın, Sisco'nun,
Kissinger'in,
Waldheim'in, Luns'un bürolarında ve yatak odalarında ha zır imişler gibi nakiller yapan muhabirierinden anlaşıldı ğına göre Ecevit Kıbrıs harekatında biraz gazetecilik yap mıştır. Çoktan elinin altına almış olduğu TRT'nin yaynla rından görülmüştür ki biraz spikerlik yapmıştır.
Basın
toplantılarında görüldüğü gibi biraz tercümanlık yapmış tır. Bu arada fırsat buldukça biraz da başbakanlık yap mıştır. Ama, Allah için, tam ve mükemmel bir dışişleri bakanlığı yaptığı muhakkaktır.
Ecevit'in bütün başba
kanlığındaki başaMsı veya başarısızlığı çok söz götürür. Fakat Kıbrıs harekatında çok liyakatli bir dışişleri baka nı vazifesi gördüğüne hiç şüphe yoktur. Ecevit, başlangıç ta Turan Güneş'in Çin'de bulunması dolayısiyle kendili ğinden ve belki de farkında olmayarak bu vazifeyi üzeri-
104
ne almış ve bu vesileyle iyi bir dışişleri bakanı vasfı taşı dığını ortaya koymuştur. Yalnız Türkiye ölçüsünde değil, her memleket için birinci sınıf bir dışişleri bakanı ... Ecevit de Demirel gibi gençtir ve siyasi hayatı de vam etmektedir. Onun da dışişleri bakanı
terdiği bu başanyı başbakanlık
ölçüsünde gös
ölçüsünde de göstererek
asıl barajı aşması çok temenni olunur. Ama
Şımd:iki başa
rısı sadece bakan seviyesindedir. İşte o kadar. Demek ki Türkiye'nin kaderini değiştirrneğe
namzet
atılımcı başbakanların hepsinde Türkiye'nin muhtaç oldu ğu başbakanlık ölçüsü tutturulamamı.ş, hep birinci sınıf bir bakan ölçüsünde kalmıştır.
Kimi imar bakanı, kimi
iktisat bakanı, kimi dışişleri bakanı... İşte bu, Türkiye'ye yetmemektedir. Bu ölçü belki rayına oturmuş, meselesi az ve yalnız mutad işleri olan memleketler için kafidir. Hatta eski dev rin kahraman büyük lider tipi artık demokrasi ülkelerin de yerini sıradan, alelade siyaset adamlarına çoktan bı rakmış gibidir. Fakat Türkiye gibi memleketin hala bü yük- lider tipi insanlara şiddetle ihtiyacı vardır. Türkiye'de başbakanlık ve liderlik için bakan çapı kafi gelmemektedir. Düşünmeli ki Türkiye'nin
karşısında hiçbir memlekette
bulunmayan fevkalade bir kültür buhranı vardır. Böyle bir memlekette bakan başarısında başbakanlar meseleleri hal ledemezler. Memur tipi başbakanlan bir tarafa bırakalım. Fakat bizim atılımcı başbakanlar niye bakan ölçüsünden yukan çıkamıyorlar ? Burada hemen şunu belirtelim ki, bu lider lerin militan taraftartannın çeşitli karşılıklı ithamlannın hakikatle hiçbir alakası yoktur. Başarısızlıkta katiyen bir art niyetin veya bir dış tesirin rolü bahis konusu olamaz. Türkiye başbakanlarının hepsi iyi niyetli,
mutlak vatan
perver insanlardır. O mevkie gelmiş insanlarda, hata olur,
105
gaflet olur, ama bir kötü niyet veya hiyanet düşünmek son derece çirkin ve yakışıksızdır. Bütün mesele, dediğimiz gibi, çap meselesid:ir. Tür kiye bakan çapında başbakanın
değil, başbakan çapında
başbakanın hasreti içindedir. Demirel ve Ecevit'in bu çapa ulaşmasını gönülden diliyoruz. Ama,
eğer ulaşamazl arsa
Türkiye'nin o çapta yeni bir lider ihtiyacı ve arayışı devam .edecektir. Devam edecek ve sonunda bulunacaktır. Bundan kim senin şüphesi olmasın.
106
HÜKVMET
VE KIBRIS
12
Ağustos
1974
CHP'nin ; dün İsmet Paşa'nın, bugün de Ecevit'in gö nüllü, körii körline alkışçısı ; hür, müstakil, serbest ve mü nakaşalı düşüncenin mevcudiyet ve faziletinden habersiz ; köle ruhlu ve peşin maksatlı güriiltücü bir kısım basın tek cepheli, tek istikametli ve her türlü tenkit değerinden mahrum bulunduğu için, İsmet Paşa'ya olduğu gibi Ece vit'e de aslında hayırlı ve akıllı dost olamamaktadır. Doğ ru yolu bulmak hususunda her türlü yardım kabiliyetinden uzak olan böyle bir basın, insana ışık tutacak yerde, onu sadece yanılmanın karanlık yollarına sevk ederek aslında liizmetine girdiğine de, dolayısıyle
memlekete de zarar
vermekten başka bir işe yaramaz. Maalesef güzel memle ketimizin ciddi bir baş ağrısı olan bu basın Türkiye'nin kalkınmasının, gelişmesinin ve yükselmesinin başlıca ayak bağlarından biridir. Milli birlik ve beraberliğin kıyınetini hiç bir zaman
bilmemiş, manasını hiç bir zaman kavramamış olan bu basının son marifeti, Kıbrıs harekatı dolayısiyle, hükümet ve Ecevit lehine, hiç lüzum yokken, bir manevi terör ha vası yaratmağa kalkması, düşüneeye ambargo koymağa yeltenmesidir. Bu basma göre Kıbrıs konusunda herkes, diğer par tiler de, onların liderleri de, hür basın da, münevverler de 107
hiç bir şey düşünmemeli, hiç bir tenkitte bulunmamalı, hükümeti ve Ecevit'i sadece ve sadece alkışlamalı, onun İcraatında münakaşasız olarak sadece keramet görmelidir. Hatta MSP hükümetin diğer kanadının tezine karşı mı çıkıyor, öyleyse derhal koalisyon bozulacak DP ile anlaş manın yollarına bakılmalıd.ır. Kıbns davasında kuvvetli görünmemizin şartını muhalefetin sus pus olmasında gö ren bu basın, böylece bu sırada bir hükümet bulıranını tek lif etmekle düştüğü tezadın bile farkında olmamaktadır. Kıbrıs politikasında doğru istikameti bulmanın, an cak çeşitli alternatiflerin karşılaştınlması ile kabil olaca ğını ve bu nazik meselede hakikatın sadece tek bir insa nın, bir partinin veya iktidann bir kanadının inhisarında bulunmadığını her zamanki alışkanlığı ile çoktan unutan bu basın, Kıbns harekatının en hararetli anlannda Ece vit'in hadiseyi ustalıkla ve hatta kurnazlıkla demokrasi nutuklanna vesile yapmasından bile en ufak demokrasi dersi almamış görünmektedir. Halbuki yumruk vurulacağı zaman, son harekatta ol duğu gibi daima müşterek sıkılacak ; fakat Kıbns davası bitineeye kadar meselenin, icraatın ve kim olurlarsa olsun lar o icratı yürütenlerin her açıdan münakaşası, böylece bu konuda hakikatı bulmaya yarayacak gerçek yardım asla bitmeyecektir. Bu davada tenkit, tenkit edilene zaaf değil, daima kuvvet verir. Buna manevi terör şeklinde de olsa bir yasak koymak kimsenin hakkı ve haddi değildir. Mesela bu yazıda biz hükümetin Kıbns politikasının bir değerlendirmesini yapmak istiyoruz. Bunu yaparken maksat elbette ki, şunun veya bunun hakkını yemeğe ça lışmak d�ğil ; sadece devletçe, milletçe ve hükümetçe Kıb ns davasında daha kuvvetli olmaya hizmet etmektir. Hemen ifade edelim ki, bu konuda hükümetin İcraatı nın böyle tenkitlere değerlendirmelere adam akıllı ihtiya108
cı olduğu şüphesizdir. Zira hükümetin Kıbns politikasının çeşitli safhalarında müsbet taraflar da vardır, menfi ta raflar da. Doğru işlerin yanında
hatalar da yapılrnlştır.
Bunlar gözönüne alınmaz ve unutulur
giderse gelecekte
de yanlış hareket için kapılar daima açık kalmış olur. Hükümetin Kıbns politikasını harekat öncesi, hare kat sonrası olmak üzere üç safhada inceleyebiliriz. Kıbrıs davasında iktidarın harekat açık yanlışlarla doludur. Bu safhada
öncesi politikası
hükümete
müsbet
not verrneğe hiç bir şekilde imkan yoktur. Yeni iktidann bu safhadaki tutumunu gaflet değilse bile, tehlikeli bir tedbirsizlik olarak vasıflandırabiliriz. Hükümet, sanki as keri ve sivil istihbarat elinin altında değilmiş gibi bu saf hada o kadar geniş davranmıştır ki patlak veren hadise, ondan sonra üç beş gün daha dönemiyecek
olan Dışişleri
Bakanı Çin'in içinde. Başbakanı ise Haşhaş gezisine çıktı ğı Afyon uçağının merdivenlerinde yakalamıştır. Bu tedbirsizlik tabü hepsi uyanık
insanlar olan hü
kümet üyelerinin iktidar olduktan sonraki asla düşünüle miyecek şahsi gafletlerinden değil, yeni iktidarın berabe rinde getirdiği tabü mirastan
ileri geliyordu. Neydi bu
miras : Yanlış Amerikan düşmanlığı ve yanlış Yunan dost luğu. Türkiye'de
Amerikan
düşmanlığının
asıl sebebini,
kaynağını ve seyrini bilmeyen yoktur. Komünist emper yalizmini 25 - 30 senedir
bugünkü hudutlarında
tutan
Amerika ve NATO elbetteki marksizmin bütün şimşekleri ni üzerine çekecek ve Türkiye'de bundan bol bol hissesini alacaktı.
İşte bu hissede bugünkü ana iktidar
partisinin
eski politikasının ne kadar müessir olduğunu da herkes ye terince bilmektedir. Şimdi Ecevit Sisco'ya siz bizi beğen-
109
mezsiniz ama, eskiden gemileriniz Türk limaniarına gele miyordu, şimdi biz iktidardayız, 6. Filoyu Türkiye'yt> da vet ediyorum, her istediğiniz limana
gelebilirsiniz diyor.
Acaba bu sözlerin manası, biz devlet otoritesini kurduk demek midir ; yoksa eskiden gemilerinizi denize atan biz dik, şimdi iktidardayız, biz atmayınca yoktur demek şeklinde mi anlaşılır?
başka da atacak
Bunu vatandaşıann
idrakine bırakıyoruz. Her ne hal ise yeni hükümetin büyük kanadı iktidar olunca, işte böyle bir Amerikan düşmanlığı, kendi safla rında buram buram tütüyordu Bunu körüklercesine işe bir de hem tavır hem esasta yanlış haşhaş meselesi karış tırıldı. Neticede Kıbrıs hadisesi hem askeri yardım, hem siyasi destek bakımından Amerika ile aramıza giren ke sinti ve soğukluk içinde bizi yakalaclı. Buna mukabil, Yu nan bunu istismar vesilesi yapmak cüretini kazandı. Be reket versin ki, hadise patlak verince, Amerikalıların aklı başına geldi de bu yanlış ön politikanın zararlan nisbeten ucuz atlatıldı. F:;ı.kat bu yanlış politikanın Türkiye'ye kay lıettirdiği altın gibi bir kaç günü unutınağa bilhassa imkan yoktur. Ayrıca bu yanlış politika Amerikan gerçeğini de unut mamıza ve bugün Amerika'yı Kıbns meselesine şimdikin den daha ileri bir derecede yanınuza almak imkamna da set çekmiştir. Bu yanlış politika olmasaydı, Amerika bu gün taksim tezinde Türkiye ile her engeli aşacak şekilde elele olur ve biz de federasyon tezi ile yetinmek durumuna düşmezdik. Yunan dostluğu hatasının ise daha derin bir geçmişi VSJ'dır. Düşman bir kerre affedilir. Yunan düşmanınıda Venizelos'a dostluk elini uzatarak affetme hakkını Atatürk kullanıp bitirmişti. Ve o yaşasaydı bu hakkı bir daha kul-
110
lanmazdı. Fakat sonra biz bu milli hakkımızı mütemadi yen suistimal edip durduk. Yunan düşmaruru ne yaptıysa affettik. Gün geldi ki , bizim de dini liderimizmiş gibi At henagoras'ın sakalının altında resim çektirrnek için yan şa girdik. Bizi adalardaki gayn meşru hava alanlan değil, kaatil kasaba papazı Makarios bile uyandıramadı. Bere ket versin nihayet Sampson imdada yetişti de kendimize gelebildik Dostluk şiiri falan ne de olsa edebiyattır, laf tır ve o kadar üzerinde durulacak bir şey değildir.
Ama
Yunan dostlarıımza karşı Fantom almaya muhalefet eden bir parti liderinin son Kıbrıs hadisesini göğüslemek zorun da kalan Türkiye Başbakanı olması kaderin garip bir cil vesi ve hükümetin harekat öncesi politikasının yanlışlığını gösteren yeter bir delil değil midir? Hükümetin harekat sırasındaki tutumunda da menfi noktalar yok değildir. Müdahale kararı ve onun getirdiği enerjik ve cevval hareket bu safhada elbette hükümetin müsbet İcraatını teşkil etmektedir. Ama siyasi sorumluluk hükümetlere ait olmakla beraber, en demokrat memleket ler de bile perde arkasında asıl harp kararını verenin har bedecek ordu olduğunu bilmeyen yoktur. Kararı o verir, hükümetler düğmeye hasarlar, yani imzasını atarlar. Bu itibarla, Kıbrıs harbinin asıl kahramanı karar safhasında da, ateş safhasında da büyük Türk Ordusudur. Onun yük sek tevazuundan da ders almayarak bir kısım basının bu nu hakkından fazla başkalanna mal etmeğe kalkması kim senin gözünden kaçmamaktadır.
Hatta eminiz, buna biz
zat Ecevit de üzülmektedir. Hükümetin harekat safhasındaki hatalarma gelince, bunları da başlıca üç noktada toplayabiliriz. Şöyle ki : 1
-
Hükümet harekatı küçük hedefli tutmuş, buna
mukabil ilk gün Rauf Denktaş'a Türk ordusu Kıbrıs'ın her tarafına çıkartma ve indirme yapmaktadır dedirtecek ka-
lll
dar geniş göstermiş , milletin lüzumsuz şekilde ümidiyle oy namıştır. 2
-
Harekatta az kuvvet kullanmış, kısa zamanda
adayı işgal edecek, hiç değilse Limasol - Girne, veya Lar naka Girne veya Magosa - Lefke hattında adanın bugün künden daha büyük bir kısmını kurtararak Türkiye'yi da ha büyük bir şansla masaya oturtmak fırsatını değerlen dirememiştir. İstihbaratı daima kuvvetli olan Türkeş gibi bir liderin bunu beyan etmesi, bu noktaya büyük ve ke sin bir açıklık getirecek ve hükümeti tenkide haklı bir esas teşkil edecek değerdedir.
3
-
Hükümet ateş kes'in erken tahakkukunu önleye
memiştir. Ateş kesi geeiktirecek tedbirleri siyasi sahada alamad�ğı gibi, buna daha geç uymak cesaretini de gös terememiş, neticede hem Kıbrıs'ta ilerleyen subayların ve erlerin, hem de Türkiye'de heyecanla bekleyen milletin derinden hayıflanmasına sebep olmuştur. Hükümetin harekat sonrası safhasındaki müsbet ic raatının yanında da yine menfi noktalar yok değildir. Bun lan da şimdilik şöyle toparlayabiliriz. 1
-
Kıbrısta Rum kesiminde kalan asıl büyük Türk
kütlesinin cehennem hayatından kurtulmasına yeter dere cede enerjik davranmamıştır. 2
-
Romantik ve hayalperest siyasi tutumun Batı
dünyasını ve hatta komünist bloku devamlı bizim tarafı mızda tutacağım sanarak tedbirsizlik etmiştir.
3
-
Esasında yanlış bir teze saplanmış kalmıştır.
En sonunda federasyona coğrafi esası koymuş olmakla beraber, taksim dışındaki her tez Kıbrıs için yanlıştır. Bu harekat sonrası durum bugün de inkişaf edip git mektedir. Bu safhaya, gelişmelere göre, tekrar dönecek ve Kıbns tezinin münakaşasını ayrıca yapacağız. 112
İKİ
AIIBAP ÇAVUŞLAR
27 Ağustos 1974
Doğu Anadolu'da, daha doğrusu Azeri Türkçesinde bir söz vardır. Kızılan ölüler için kullanılır ve "derin gitsin" denir. "Derin gitmek" ölüye hakaret edilmiyeceği için, ineelikle bulunmuş güzel bir bedduadır. Bu beddua ile, gö mülmüş olan ölünün, toprağın daha da derinliklerine git mesi temenni olunarak, kendisine karşı duyulan memnuni yetsizlik ve hınç dile getirilmiş olur. Böylece, hayırla yad edilmiyecek bir ölü, "derin gitsin, derin gitmiş, derin gi desi" denilerek manevi bir intikam duygusu içinde öfkey le ve nefretle anılır. İkinci Dünya Harbinin ve bugün de insanlığın bu bed duaya müstahak, derin gitmiş ölüsü vardır. Bunlar Ruzv.elt ile Çörçil'dir. Ruvzelt ve Çörçil Cihan tarihinin en büyük savaşı olan İkinci Dünya Harbinin neticelerini berbat ede rek bu bedduaya tam manasiyle layık iki insan ve iki ölü haline gelmişlerdir. On miylonlarca insan hayatma mal olan İkinci Dünya Harbi yer yüzünün en büyük savaşı olduğu kadar, en boşa yapılnuş savaşdır da denilebilir. İkinci Dünya Harbinin getirdiği tehlikeler götürdüğünün yanında hiç kalmış, sonunda insanlık bu savaşla başlan gıcındakinden çok daha büyük problemler ve belalarla karşı karşıya bırakılmak talihaizliğine uğramıştır. Faşizm, 113
nazizm, ve Mihver yıkılmış, fakat ondan binkat daha bü yük bir bela olan komünizm, devleşerek, emsali görülme miş bir afet ve felaket halinde dünyanın üzerine çöküp kalmıştır. Bugün yer yüzünü bir uçtan bir uca sarmış bu lunan, çağımızın kurtulunması imkasız bu büyük kabusu nun baş sorumluları işte o derin gidesi, Ruzvelt ve Çörçil' dir. Çörçi'li Hitler ve nazizm, Rozvelt'i Japon korkusu salim düşünceden ve uzak görüştülükten uzaklaştırmış, böylece ortaya bugünün semirmiş komünizm heyulası çıka rılarak, İkinci Dünya Harbinin neticeleri cihanın huzuru bakımından hemen hemen tamamiyle heder edilmiştir. Bu ağır tarihi mirasın yanında, İkinci Dünya Har binin insanlığın yüzüne gülen yalnız bir müsbet neticesi olmuştur diyebiliriz. O da İngiliz imparatorluğunun da ğılmasıdır. Hitler harp içinde, sonunda İngiliz imparator luğunun yıkılacağını söyler dururdu. Fakat buna bir çok kimse ihtimal vermezdi. Neticede Hitler'in yalnız bu ke haneti doğru çıktı ve gerçekten üstünde güneş batmayan karanlık İngiliz imparatorluğu kar gibi eriyerek ortada bugünün sipsivri Britanya adası kaldı. Harbi İngiltere ga lip, Almanya mağlıip olarak bitirmişti. Fakat o mağlıip Almanya'dan bugünün bir süper devleti olan Almanya, o galip İngiltere'den ise ancak Marshall yardımıyle ayakta duran kudretsiz bir ada ortaya çıktı. Bu, galibin mağlıip olması demekti ve şüphesiz İngiltere bundan daha beterine de bin kere layıktı. Onun için bu neticeyi ilahi bir ceza olarak görmek, inanmış insanlar için hiç de yabaE�, atıla cak bir düşünce değildir. Gerçekten İngiliz müstemlekçiliği iki asır müddetle bütün dünyada öyle ağır bir insanlık suçu işlemiştir ki, Atıantik okyanusu yanlsa da İngiliz adası içine hatıp kay bolsa, mazlıim milletierin ahı yine yerde kalmış olur. Bu müstemlekecilikte vahşetten hilekarlığa kadar her türlü 114
sömürgecilik usulleri tümen tümen mevcuttur. Afrika'da, Orta Doğu'd:a, Hindistan'da, Uzak Doğu'da İngilizler mil letierin kanını öyle emınişlerdir ki İngiliz kini yüz milyon larca insamn iliklerine, adeta şuur altına işlemiştir. Bilhas sa Orta Doğu'da her milletin her ferdi hangi taşı kaldırsa nız altından akrep ve yılanla beraber İngilizin çıkacağına inanmıştır. İngiliz, sömürgeciliğin kan ve göz yaşını asır larca masum insanların uzak diyariarında dolaştınp dur muştur. Bugün kan ve ateş, ilahi adaletin mevcudiyetini ispat eder gibi, İngiliz ana vatanının bağrına gelip yerleş miştir. Dünya'nın her yerinde tedhiş hadiseleri çeşitli ha yıflanmalara sebep olur. İRA'nın İngiliz adasında devam ettirdiği terörün herkes
tarafından
duygusuz ve acıma
sız bir şekilde ibretle Beyredilmesi ise çok manidardır. İn giltere dünyaya o kadar çok çektirmiştir ki değil Kuzey İrlanda'nın da kopması, varın İskoçya'nın ve Gal'in de ayrılarak İngiliz adasının parça uarça olmasını herkes adeta sevinçle karşılayacaktır. İngiltere önce ticari inkilabı, sonra sanayi inkilabını herkesten evvel keşfetmiş, fakat medeniyet, kültür, in sanlık, hak, adalet ve vicdan inkilabına bir türlü ulaşama mıştır. İngiltere bir adadır, formillünden başka bir gerçek tanımamış, hayatın manasının dünya servetlerini yalnız bu ada için yağmalamaktan ibaret olduğuna inanmıştır. Çeşit çeşit sömürgecilik adlan ve kademeleri icat etmiş sonunda müstemlekeler istiklallerini isteyince bu sefer de İngiliz Milletler Topluluğu formülünü icat ederek eski si yasi imparatorluğu büyük bir kurnazlıkta bir ticaret im paratorluğu haline getirmiştir. Bugün de bu ticaret im paratorluğu için, gerekirse, onun dışında kalan herkesi gözünü kırpmadan ateşe atabilir. Fakat bugün bu ticaret imparatorluğunun da nefesi kesilmek üzeredir. Bu bina da yıkılacak ve İngiltere onun
115
altında kalmaktan her halde kurtulamıyacaktır. Bugün Kıbns'taki çabalamaları da bu son çırpınışlardan biridir. Görünen odur ki, ne yaparsa yapsın, İngiltere mukadder akibetten kurtulamıyacak, bugün Britanya adasının so ğuk ve gamlı kıyılarına çekilen siyasi hudutlannın arka sından, yann ticari hudutlan da o adanın sisleri içine çe kilecektir. İngiltere'nin dünyaya borcu çoktur. Her yerde kompradoru o icat etmiştir. Esir milletleri hür dünya ve Batı düşmanı yaparak istiklallerine kavuşan birçok mem leketin komünizmin ve sosyalizmin kucağına düşmesine sebep olan odur. Gerillacılığı onun ektiği tohumlar yeşert miştir. İngiltere Türkiye'ye de daima yalnız bu hasis, tüccar, sömürgeci, adalı İngiliz gözü ile bakmıştır. Osmanlı lm paratorluğunu kemire kemire bitiren ve Rusya'nın işini kolaylaştıran güvelerin başı odur. Son asırlarda Rusya'nın Akdenize ve Hindistan yoluna inmesi tehlikesi büyüyün ce, Osmanlı devleti için Rusya'nın karşısında başlıca den ge unsuru olduğu doğrudur. Fakat bunu yalnız kendi ha sis menfaati uğruna yaptığı için, Rusya'yı bir noktada durdurmuş. Türkiye'nin ise bu vazifenin dışına taşacak kadar kuvvetlenmemesine hususi itina göstermiştir. Ne batan ne çıkan Türkiye İngiltere'nin bizim için değişmez formüldür. Türkiye Rusya'nın önünde bir perde olmalı fakat ondan fazla bir ş.ey olmamalıdır. İngiltere'nin Türkiye cephesinde en büyük korkusu blihassa onun İslam aleminin lideri olacak duruma gel mesidir. Buna mani olmak için elinden gelen her şeyi ya par. Tabii bunun en kolay tedbiri de kuvvetlenmeyen, da ima başı dertte olan bir Türkiye'dir. Bunun için el altın dan Türkiye'nin zaaflannı daima diri tutmaya çalışır. Türkiye'de bölücülüğün de, marksizmin de en büyük kış kırtıcılanndan biri ve belki de birincisi İngiltere'dir. Bü116
tün saman allından su yörütmesine rağmen Türkiye'de birçok kimse bu gerçekleri bilmektedir. Hatta son yıllarda ki Amerikan düşmanlığının başlıca teşvikcileri de onlardır. Yalnız Türkiye' de değil, bütün dünyada Amerikan düş manlığı için İngiliz'ler büyük gayretler gösterir. Sebep de dünyadaki köhne İngiliz nüfuz ve ticaretinin yerine taze Amerikan kudretinin geçmesidir.
Aslında biraz saflıkla
rının kurbam olarak "çirkin Amerika"lı sıfatını alınış bu lunan Amerikalılar
için imajı
yaratanlar biraz da İn
gilizlerdir. "Çirkin İngiliz" imajı ustalıkla bu hale çevril miştir. Şimdi bu İngiltere, çirkin İngiliz oyununu bu sefer Kıbrıs'ta oynamaktadır. Değerli gazeteci Ergun Göze'nin güzel buluşu ile "İngiliz tuzu içmiş suratlı" Dışişleri Ba kanı Callaghan Cenevre'de Turan Güneş'e "bugün Kıb rıs Türk ordusunun esiridir, Yann
Türk ordusu Kıbrıs'ın
esiri olabilir" demek pervasızlığımn içine girebiliyor. Ayni Bakanın bir gün Yunan generallerine ertesi gün Türk hariciyecilerine mantıksızhk isnat ettiğine ·
şahit oluyoruz.
Times gazetesi yeni bir haçlı seferi düzrnek gayretleri içinde Türkiye'nin tecrit edilmesini ; askeri siyasi. İktisadi abluka altına alınmasını ; Rusya'nın
da bu tecride iştirak
ettirilmesini İstiyecek kadar İngiliz soğukkanhhğım kay bediyor. Ada'ya Gurkha'lar, fantomlar sevk ediyorlar. Zaten K.ıbns'ı bir zayıf zamanında hile ile emaneten Türkiye'den alan, sonra da emanete ihanet
eden İngiltere
Kıbns davasının Yunanlılardan daha büyük sorumlusu ve suçlusudur. Ada'da üslerini ve hakimiyetini yeni İstik laller çağında da devam ettirsin diye kendisine karşı Rum lan baş kaldırmaya teşvik ederek, onlara adayı devret menin şartlarını hazırhyan da, Makarios'a önce terör yap tırtan sonra onu bir gün Seyşel
adalarına başka bir gün
Malta'ya kaçıran ve şimdi Londra'da himayesine alan da
117
yine İngiltere'dir. Bugün bu İngiltere kalkmış Kıbrıs m e selesinde hakem veya patran pazuna bürünmeye çalışı yor. Ecevit'in başlıca hatalanndan biri herekattan önce kalkıp Londra'ya İngiliz'lerin ayağına gitmesidir. Türki ye'nin evvela bu tutumunu tashih etmesi lazımdır. Kıbrıs 'ta patran ancak ve yalnız Türkiye'dir. Kıbrıs meselesin de Türk hükümeti kaya gibi Ankara'da oturacak prob lemi çözmek isteyen herkes onun ayağına gelecektir. Ata türk olmaya özeneneler Atatürkçü dış politikarun bu de mek olduğunu unutmamalıd:ırlar. Hükümet, nerede ise, konferans için de heyeti Londra'ya gönderecekti. Bereket versin Cumhurbaşkanı Korutürk buna mani oldu. Bu İngiliz'le dostluktan değil, nezaketden de anla mazlar. Protokolü bir yana bırakın. İngiliz Başbakanı 'Iurkiye'ye gelse Ecevit karşılamaz mıydı. Ecevit'i niye Wilson cenapları karşılamadı. Onların kraliçeleri bile İs tanbul'a geldi de, sanki kendisini ağırlıyacak saray yok muş gibi, kendi yatında yatıp kalktı. Bu Türk halkının hiç de gözünden kaçmış değildir. Türk halkı Kraliçe ile bir zaman Ankara havaalanında görüşen rahmetli Gür sel'in misafiri için "zarif bir bayan" diye yaptığı esprinin tam yerini bulduğunu bu son seferde tebessümle hatırladı. Tek başına Refah faciası bile İngiliz cibilliyetini or taya koymaya yeter. Refah şiiebinin hatırılmasının gü nahı da resmen olmasa bile, çok büyük ihtimalle İ.ngiliz' lerin boynunda kalmıştır. O sırada kendilerine de lazım olduğu için taahhüt ettikleri üç buçuk silahı vermesinler diye İngiliz'ler kendi memleketlerine giden Türk deniz cilerini ve havacılarını yolda Refah şilebini torpilliyerek batırmaktan hiçbir vicdan kaygısı duymamışlardır. Dostluk ferdi bir davranı.ştır. Devletler ve milletler arasında dostluk değil, sadece menfaatler dengesi söz 118
konusudur. Bu bilhassa İngiliz'ler için böyledir. Öte yan dan bizim menfaatimize ters düşenlere küfretmenin de manası yoktur. İngiliz'lere de küfretmemeli, kızmamalı, sadece münasebetlerimizi akıllıca ayarlamalıyız. Kıbrıs meselesi Türkiye'yi çok mühim bir yol ayırı rnma getirmiştir. Bu yol ayırımında dış politikamızı yeni den, yeni baştan tespit etmek zarureti ile karşı karşıyayız. Kıbrıs meselesinde bugüne kadar olduğu gibi bundan son ra da İngiltere'nin ağacı Yunanistan tarafına yontınaya çalışacağını unutmamalıyız. Bu konuda İngiltere'ye sora ca,ğırnız ilk şey "Sizin Kıbrıs'ta ne işiniz var ? " suali ol malıdır. Arkasından İngiliz üslerinin adadan çıkarılması teklifini müzakere masasına koymalıyız. Bugün İngiltere Akrotiri ve
Dik.elya'da iki çok ge
niş arazili büyük üs ve yüz kadar da tesis ve taliıngalı sahibidir. Yani Kıbrıs biri Yunan'ın biri İngiliz'in olmak üzere iki tabakalı işgal altındadır. Türkiye bundan son raki Kıbrıs politikasında İngiliz'lerin . çıkarılması
hedefini
başlıca
nirengi
adadan gerçekten noktalarından biri
yapmalı, hele patran ve hakem rölünden İngiltere'yi der hal aşağı indirmelidir. Bu İngiltere hiçbir hakemliğe tayık değildir. Patronluğu ise bütün dünyada çoktan bitmiştir. Bu müflis patronun Fransa adında bir arkadaşı daha vardır. Bu iki ahbap çavuşlar eski emperyalizmlerinin rü yası içinde zaman zaman patronluk sevdasına kapılırlar. Nasır Süveyşi millileştirince bu iki ahbap çavuşlar baş başa verip Süveyşe çıkartma yapma;ğa yeltenmişler, fa kat Amerikan ültimatomunu yiyince kös kös g�ri dönmüş ler ve Eden başbakanlıktan olmuştur. Şimdi ilk turda pek az oy alan, sonra cumhurbaşkan lığı mevkiini solcular kapmasın diye, Fransız'ların kıl pa yı farkla çaresiz olarak başkan seçtikleri eski Maliye Ba-
119
kanı D'Estaing Türkiye'yi suçluyor ve Yunanistan'a silah veriyor ki harbe tutuşalım. Mazereti de Yunanistan'la alış veriş yapmak. Türkiye'nin taksim tezini doğru bulan General De Gaulle Galatasaray nutkunda Türk ruhunu ve Türk tarihi ni ne güzel anladığını çok veciz bir şekilde ortaya koy muştu.
Şimdi onun yerinde oturan Cumhurbaşkanı iki
komşu arasmda harp kışkırtmacılığı yapıyor. Demokrasi lerde artık d3.hi lider tipi yerine küçük adamlar devri baş lamıştır. Ama bir cumhurbaşkanının eski Maliye Bakanı seviyesinden yukarı çıkmaması yine de bir talihsizliktir. Fransa'nın tutumu ayni zamanda bize verilmiş büyük bir ibret dersi de olmuştur. Daha dün biz Birleşmiş Milletlerde Fransa için Cezayir'in alehinde oy kullanıyorduk. Fransa' nın buna cevabı ne güzel değil mi ? Hayır efendiler, Türkiye'de artık her şeyin değişme si,
kendimize dönmemizin, şahsiyetimizi bulmamızın za
manı gelmiştir. Türkiye, inanın ki, bir yol ayırımındadır. Bütün iç ve dış politikasına yeni bir hüviyet vermenin zamanı gelip geçmektedir.
Artık Türkiye Fransa'ya da İngiltere'ye de bundan sonra daima soğuk davranmalıdır. Hiçbir milletlerarası meselede bu iki devletin yanında yer almamalıdır. Fran sa'yı pasifikteki atom denemelerinde protesto eden millet Iere en büyük sesle biz de katılmalıyız. Fransa'nın manasız bir hayali olan Avrupa birliğinden ve Ortak Pazar'dan kopmalıyız.
Bu devletlerle yalnız NATO ittifakı içinde
çalışmalıyız. Ticaretimizi Avrupa'ya dönük olmaktan çı kanp Amerika'ya İslam alemine ve Japonya'ya çevirmeli yiz. Amerika'nın yeni NATO fikri, bizim de çıkarianınıza tamamiyle uygundur. Bütün bunlardan daha mühim olarak Fransa'nın ve İngiltere'nin bütün sosyo-kültürel
120
nüfuzunun artık Tür-
kiye'den kovulmasının günü gelmiştir. Zaten bu iki ülke den bize kokmuş fikirlerden, bayatlamış hürriyet terane lerinden başka bir şey gelmemiş, muasırlaşacak yerde ba tılılaşma sevdasına kapılarak bunların kültür emperya lizmine kapılanmızı ardına kadar açınış ve kalkınmamı zı boşuna geciktirınişiz. Batılaşmış Türkiye için muasır laşmak, kısacası sanayileşme ve eğitim demektir. Yan münevverin ve okumuş cahillerin zannettiği gibi bab laşma ne Fransız'a ne lngiliz'e benzemektir, ne de artık ilim ve teknik Avrupa'nın inhisarındadır. Fransa'dan ve İngiltere'den bize bizim milli kültürü müzü yıkmayı hedef alan ve emperyalizmin bir sil3.hından başka bir şey olmayan Türkiye'nin en büyük ayak bağı nı teşkil eden hümanizm gelmiştir. Türkiye bu hümaniz mi kovmadan asla rahat yüzü görmeyecektir. Eğer Kıbns harekatı bizi böyle bir uyanışa sevkederse, bu Türk mil leti için Kıbns'ın tamamını almaktan daha büyük bir zafer olacaktır.
121
ECEVİT DOGRUYU BULDU
29 Ağustos 1974 Rus tarihi aşağı yukarı Türk tarihi demektir. Rusların başka milletlerle de, mesela do:ğuda Japonlada batıda Al manlarla, zaman zaman savaşları olmuş, fakat esas itiba riyle Rus tarihi Türkler'e karşı girişilen bitmez tükenmez mücadelelerle ve geniş Türk topraklarının ele geçirilmesi hamleleri ile geçmiştir. Beşyüz sene süren bu tarihi çekiş menin neticesinde Ruslar yeryüzündeki Türk toprakları mn tamamına çok yakın bir kısmının, Türklük sahalarının ise üçte ikisinden daha büyük bir bölümünün üzerine otur muşlardır. llmi bakımdan üç Türklük sahası mevcuttur : sahası, Kuzey sahası Orta Asya'nın başlayarak Hazar Denizinin ve
Doğu
kuzey kıyılarından
Karadeniz'in
devam eden geniş bozkırı, Batı sahası ise Orta
kuzeyinde Asya'nın
bitiminden ta Balkaniara kadar Hazar'ın ve Karadeniz'in güneyinde kalan bölgeleri içine alır. Bunlardan Kuzey Türklüğünün tamamı, Doğu Türklüğünün tamamına ya kın bir bölümü, Batı Türklüğünün ise bir kısmı Rus işgali altındadır. Orta Asya'dan yalnız Doğu Türkistan'ı Ruslar her nasılsa Çin'lilere kaptırmışlardır ve bugünkü Rus ve Çin kavgasının temel sebebi de Orta Asya'daki bu ve di ğer Türk ülkelerinin üzerinde bol keseden oynanan hazin 122
kumardır. Orta Asya Türklüğünüıı bir kısmı ile Batı Türk lüğünüıı Türkiye dışındaki bölgeleri de diğer küçük dost larımızın Ruslarınkinden daha yumuşak olmayan sessiz işgalleri altındadır. Ruslar da dahil, Slavların asıl vatanı Moskova'nın kuzeyindeki soğuk ve karlı taygalar bölgesidir. Bu iptidai orman kavmini oradan ovaya ve gün ışığına Türkler çı karmışlardır. Türklerle Slavların ilk münasebeti Türkle rin bu kalabalıklan hizmetlerine almaları şeklinde başla mış ; önce Avarlar, Slavları peşlerinden sürükleyerek Do ğu Avrupa'ya ve Balklnlar'a yaymışlar, sonra da Hazar lar geri kalanlarını ormandan Hazar ve Karadeniz'in ku zeyindeki geniş bozkıra indirmişlerdir. Kuzey sahasındaki Türk hakimiyeti Hunlar'dan baş layarak Altınordu devletinin 15. asırda yıkılmasından sonra ortaya çıkan hanlıklar devrine kadar bin seneden fazla devam etmiş, ondan sonra Ruslar bu bin yıllık top raklan efendilerine karşı ayaklanarak bir uçtan işgal et rneğe başlamışlardır. 15. asırda Kasım Harlığını, 16. asır da Kazan ve Astrahan Hanlıklarını, 16 ve 17. asırda Sibir Hanlığını, 18. asırda Kırım Hanlığını işgal ederek , adı ile sanı ile Türk olan Deşt-i Kıpçak yani Kıpçak bozkın de nilen bin yıllık Türk ülkelerini .ele geçirmişlerdir. Kuzey Türklüğünden sonra iç Asya'da güneye yöne len Ruslar 18 ve 19. asırlarda da Doğu Türklüğünü esaret altına alarak ikinci Türklük sahasının istiklal ve hürriye tine son vermişlerdir. Böylece yirminci asır başlarken Kuzey ve Doğu Türklük sahaları, Doğu Türkistan hariç, tamamiyle Rusların .eline geçmiş bulunuyordu. Tabü, Türk ülkelerini ele geçirme hedefi Batı Türklü ğünü de kendi istikametinin dışında bırakmamıştır. Bu Türklük sahasındaki Rus saldırısı da tam beşyüz sene 123
gittikçe kesafet peydalı ederek devam etmiş ve Türklü ğiin büsbütün hazin bir büyük tarihi destanım
meydana
getirmiştir. Bu destanın içinde sayısız zaferler, mağlfibi yetler, göz yaşı, kan, ateş ve buz karma karışık şekilde büyük bir ibret tablosu halinde sıralanır. Bu arada
üç
yüz sene içinde yirmiye yakın Türk-Rus harbi patlak ve rerek, hemen hemen her Türk nesli asırlarca bir Rus sa vaşının ıztırabı ile yüz yüze gelmiştir. Bolşevik ihtila.Ii Çarlığı
yıkbğı
zaman
Türklük üç
cephedeki bu tarihi macera neticesinde Türkiye hariç bü tün Türk ülkelerini kaybetmişti. Komünistler kısa bir oya lamadan sonra Çarlığın bütün bu emperyalist mirasına sa hip çıktığı gibi, onun bütün emperyalist arzu ve emellerine de daha büyük bir şevkle sarıldılar. Rus emperyalizmi üs telik bu sefer sefaletin ve fakirliğin istismarına dayanan komünizm gibi bulunmaz cihanşumül bir silahı da ele ge çirmişti. Nitekim Ruslar bu silahı
en şiddetli bir şekilde
kullanarak, Çarlığın bıraktığı imparatorluğu kendi zaman larında da genişletmeye devam .ederek bir çok ülkeyi zap tedip hudutlannı Avrupanın içlerinden Baltık Denizinden Japon adalarına kadar genişletmişlerdir. Bugün de bu hu dutlan heran zorlamanın fırsatını kollayıp durmaktadır lar. Komünist Rusya son kalan Türk ülkesinde ilk dene meyi lstiklal Harbinin sonunda Türkiye'yi komünistleştir me teşebbüsü ile ortaya koymuş, fakat bu niyetleri Ata türk tarafından boşa çıkarılmıştır. Ondan sonra Türkiye yi içten, derinden ve sessiz, kendileri için olgun hale getir me gayretlerinin peşine
takılmışlardır.
Böylece
İkinci
Dünya Harbine gelinmiştir. İkinci Dünya Harbinin başlangıcında müttefikler Al manya'ya karşı Rusya'yı yanlarına çekmek istediler. Bu
124
arada Türkiye de Dışişleri Bakanını göndererek Rusya ile anlaşmak istedi. Fakat Rusya bizi ve müttefikleri atıata rak Hitler' le anlaştı ve Polonya'nın
yarısını ilhak etti.
Böylece Türkiye bir yandan ne yapacağı ve hangi istika mete döneceği belli olmayan Alman, bir yandan da yeni lenmiş ezeli Rus tehdidi ile karşı karşıya kaldı. Derken Alman - Rus harbi başladı çekten derin bir nefes aldı. Türkiye
ve Türkiye ger
için biri muhakkak,
öbürii muhtemel iki tehlike birbirleriyle kapışmıştı.
Tür
kiye'nin o günlerde duyduğu ferahlığı bugün üade ede cek kelime bulmak imkansızdır. Türkiye o derece bahtiyar olmuştu. Odesa ve Kırım'daki top sesleri Sinop'tan duyulan bu Alman Rus harbi boyunca Türkiye mükemmel bir taraf sızlık örneği verdi. Hatta öyle ki, Rusya harp içinde ken disinin çok işine yarayan ; Karadeniz'i, Baku petro llerini, İran yardım yolunu, Hazar ötesini, Türkistan ve Rusların fabrikalarını taşıdığı Uralların arkasını Almanlar'a kapa yan Türkiye'nin bu tarafsızlı;ğını
övüyor ve Türkiye'ye
teşekkür ediyordu. Fakat kendileri için tehlike geçince ezeli Slav hususi yeti ve tutumu derhal ortaya çıktı. Harbin sonunda Rus ya Türkiye'den Kars'ı, Ardahan'ı ve Boğazları istemeye ,
başlamıştı. Zaman çok iyi seçilmişti. Rusya harpten belki on misli daha büyük bir kudret ve nüfuzla çıkmıştı. Batılı müttefiklerde barış havası ortalığı kasıp kavuruyor
as
kerler evlerine dönüyorlardı. Türkiye yalnızdı, Rusya'ya karşı müttefiksizdi. Harp içinde kafi derecede silah
ve
teçhizat bile temin edememişti. Amerikan diplamasisi he nüz Ruzvelt ekolünün havası
içinde
idi ve Türkiye'nin
ehemmiyetini idrakten uzaktı. Rus taleplerinin deniz böl gesi ve Ukrayna Rusya'nın yumuşak karnını teşkil ediyor-
125
du. Bu açık karını Rusya emniyete almalıydı. Bunun
ilk
şartı da Boğazlarm ele geçirilmesiydi. Kırım da bu yüzden Türklerden boşaltılmış ve 300.000 Kırım Türk'ü, Alman larla işbirliği yaptı bahanesiyle Orta Asya.ya sürülmüştü. Boğazlann kontrolü Türkiye gibi nisbeten zayıf bir devlete bırakılamaz, ancak Rusya'nın kuvvetli eline verilebilirdi. Kars ve Ardahan ise eski Gürcü toprakları idi ve Gürcis tan Sovyetlerine katılmalıydı. Ruslarm doğu Anadoluda toprak, Boğazlar'da üs is teyen bu ağır taleplerinin arkasındaki plan da kısa zaman da ortaya çıktı. Ruslar ayrıca Türkiye'de peyk
bir hükü
met d.e istiyorlar ve Türkiye'nin geleceği ile ilgili daha ile ri niyetler de taşıyorlardı. Boğazlara
yerleşince Türkiye
yi ikiye ayıracaklar, Trakya'da önce ayrı bir halk cumhu riyeti kuracaklardı. Daha sonra, Boğazlar bölgesini
Türklerden boşalta
caklar, sonra yavaş yavaş ve kademe kademe Anadoluda aynı işi yapacaklardı. Böylece önce Boğazlardan başlaya rak Türkiye Slavlaştırılacaktı. Güney istil{ametindeki ta rihi Rus genişlemesi bu plana gelip dayanmıştı. Türkiye o zaman en çaresiz günlerinde bu Rus talep lerini reddetti ve tek başına direndi. O günler Cumhuri yet devrinin en sıkıntılı günleriydi. Fakat Türkiye direni yordu. Bu direnişin arkasından Amerikan desteği ortaya çıktı ve Türkiye yalnızlıktan kurtularak Cumhuriyet de vinin en büyük kabusunu atıatmanın ferahlığına kavuştu. Türkiye'nin o günkü sevinci Cumhuriyet devrinin üç bü yük milli bahtiyarlığmdan biri ve belki de birincisidir. Di ğer ikisi Rus-Alman harbi ile son Kıbrıs
çıkarmasmda
duyulmuştur. Amerka'da, harbin sonundaki ölümü ile Ruzvelt dev
ri kapanmış, onun aksine büyük Truman Rus tehlikesini 126
görrneğe başlamıştı. Ruslan tran'dan çıkaran Truman bu sefer de Truman doktrini ile Türkiye'nin yardımına koş muştu. O sıralarda Türkiye'nin Büyükelçisi ölmüş, Ame rika elçinin tabutunu Missuri zırhlı
ile Boğazın mavi su
larına göndermişti. Missuri Türkiye'de
görülmemiş bir
bayram sevinci ile karşılandı. Öyle ki, sonradan marksist olan şairler o zaman Missuri'ye şiirler yazıyorlar, bugü nün komünistleri Amerikalı
denizcileri adeta el üstünde
dolaştınyorlardı. Ruslar Türkiy.e'nin umulmadık direnişi ve Amerika' nın vaziyet alması karşısında durdular ve taleplerini uyut tular. Daha sonra Türkiye NATO'ya girerek Rus niyetle rinin önüne batının müşterek müdafaasının güney cephe sini yerleştirdi. O tarihten beri Türkiye artık tarihi emperyalizmine karşı NATO
Rus
sİperlerinin arkasında ve
Arnerikan nükleer ş.emsiyesinin altında kendisini dış teh like bakımından emniyete almış durumdadır. Ruslar bu durum karşısında sonradan resmen talep lerinden vaz geçtiklerini ilan ettiler. Bu talepler hata idi ve artık mirası reddedilen Stalin'in bir hatası idi. tki dev let bunlan unutup yeniden Atatürk ve Lenin devrindeki dostluğa dönmeliydiler. Son resmi Rus tutumu budur ve gerçekten iki devlet son yıllarda bu tutum çerçevesinde iyi komşuluk münasebetlerini
geliştirrneğe
çalışrnakta
d.ırlar. Fakat bu resmi dış
görünüştür.
Ruslar
satıhdaki
dostluğun altında bu sefer de emperyalizme yer
altında
yol açmak ve Türkiye'de komünist ihtilal yapmak faaliye tine de hız vermişlerdir. Bu perde arkası harekat Rus emperyalizminin Tür kiye
istikametindeki
en son
taarruzudur.
Buna en son
Türk-Rus harbi de diyebiliriz. Türkiye'yi bir komünist ih-
127
til8liyle ele geçirmek şeklindeki bu savaş çok gelişmiş ve Türkiye kayhetmek üzere iken 12 Mart imdada yetişmiş
tir. Türk Ordusu ve Türkiye 12 Marttan
sonra şimdi bu
tehlikeyi atıatmak peşindedir. Fakat açıkça görünen odur ki, tehlikenin bu son saf
hasının ilk kadernesi atlaWdıktan sonra da tehlike bitme miştir ve bitmeyecektir. Böyle bir şey Rus tarihine, adeta eşyanın tabiatma aykırı olur. Kuzey tehdidi daha uzun za man Türkiye'nin tepesinde asılan bir kılıç olmakta devam edecektir. Hem yalnız asılan değil, sık sık sallanan ve inip çıkan, Türkiye'nin hiç bir dalgınlığını ve gafletini affet miyecek olan bir kılıç. Türkiye bu kılıç karşısında daima uyanık olmağa mecburdur. Ve tabii eğer yaşamak istiyor sa ... Bugün de Türkiye'nin Kıbrıs davasını gönlünce çöz mesine başlıca engel de görüldüğü gibi
yine bu kılıçtır.
Türkiye bu kılıç karşısında milli birlik ve beraberliğini boz ma gayretlerini boşa çıkararak bünyesini sağlam tutmağa mecburdur. Türkiye NATO'nun
ve Amerikan ittifakının
vazgeçilmezliğinin ve bir ölüm kalım meselesi olduğunun idrakine bütün kuruluşlan ve politikacıları
ile varmağa
mecburdur. Osmanlıların son devrinde Türkiye'yi, olduğu kadar da olsa, Rus tazyikinin başlıca dış denge unsuru
karşısında
İngiltere
onun yerine geçen Amerikan
ayakta tutan
idi. Bugün
dengesinin
Türkiye
ve NATO'nun
.ehemıniyetini küçültme hatasını işleyemez. Fakat son yıllarda bu gerçekleri görmeyenierin unu tanların sayısı Türkiye'de
ne kadar korkunç bir şekilde
artmıştı ? Türkiye'yi tecrit ve Rusyanın karşısında yalnı_z bırakmak için, sadece ve sadece
ustalıkla yürütülen bir
komünist kışkırtmasından ibaret bulunan "NATO'ya ha
yır" ve Amerikan düşmanlığı
kampanyasındaki niyet ve
vahametin farkında olmayan nice nice aklı başında insa nımızın ve kuruluşumuzun gürültüsü ortahğı nasıl kapla-
128
mıştı ? Dışa bağlı marksistler aldıkları emri ve vazifeyi yerine getirdiği için elbette ki, bunda tamamiyle mazur · dular. Ama en aşırısından en "ılımlısına" kadar bütün solculann ve sol kuruluşlar'ın buna gözü kapalı angaje olmasına ne demeli ? Şimdi Ecevit'in sözleri ile Türkiye'de büyük bir tarihi ınkilabın başladığım memnunlukla müşahade ediyoruz. Ecevit 6. filoyu Türkiye'ye davet ediyor. Yunanistan'ın NATO'da bıraktığı boşluğun Türkiye tarafından dolduru labileceğini bildiriyor. Dünün "NATO'ya hayır" diyen, Amerikan düşmanlığını körükleyen çevrelerinin ağır mi rası boynunda olan bir Ecevit'in bugün o çevrelerin sisli perdelerini böylesine yırtıp atarak doğruyu bulması sade ce Türkiy.e için büyük bir kazanç değil, emin olsun ki, Ece vit için de şereftir. Milli Güvenlik Kuruluna giren, devlet dosyalannı gören her icra adamının Türkiye için başka alternatifi olmayan bu hakikati görmesi tabiidir. Şimdi bu yeni Ecevit'i eski Ecevit'in alkışçılan şüphesiz destekle miyecekler ve daha şimdiden mırıldanmaya da 1aşlamış lardır. Fakat .korkmasın bundan yalnız Ecevit ve böyle yeni bir Ecevit kazanan Türkiye karlı çıkacaktır. Artık bundan sonra en büyük dile;ğimiz Ecevit'in, bulduğu bu gerçeği CHP'nin bütün gövdesine de yerleştirmesidir. Ecevit hiçbir şeyden çekinmesin, elbette ki, Türkiye NATO'dan ve Amerikan ittifakından şaşmayacaktır. NATO'nun her üye ülkede elbette ki, gerekli her türlü üs sü ve tesisi bulunacaktır. 6. filoyu Akdeniz'de elbette ki !imansız bırakmak hudalılığını hiç bir NATO üyesi gös teremez. Aziz Genelkurmay Başkanımız da hemen kendi sini teyit etmiştir. Bu yola devam. Çünkü Türkiye için tek doğru yol budur. Evet Sayın Başbakan, gelin elele verip, Türkiye'de NATO ve Amerikan düşmanlığını yalnız, onun asıl sahip129
leri olan dışa bağlı komünistlere bırakalım. Kuvvetli par tilerimizin hiç birini
onların desteğine
vermiyelim,
belli
başlı partileri, kuruluşları ve müesseseleri onların arkasm dan çekelim. Göreceksiniz ki, siz asıl
o
2'Aman kahraman
olacaksınız ve Türkiye de o zaman gerçekten bahtiyar ola caktır.
130
DOGUDAKt AYAKLANMA
3 Eylül 1974 Bir müsibet bin nasihattan evladır demişler. Yıllardır ve yıllardır, milliyetçi fikir adamlan Türkiye'nin bilhassa son otuz seneden, hele son on seneden beri içine düştüğü buhranı, hatalan ve talihsizlikleri bıkıp
usanmadan dile
getirmekteydiler. Fakat cemiyelimizi saran yaygın ve de rin gaflet karşısında
her şey, her ikaz ve her alarm son
günlere kadar bir sağırlar diyaloğunun karanlıkianna ka rışıp gitmekten bir türlü kurtulamamıştır. Şimdi Kıbns harekatı Türkiye'ye Kıbrıs meselesinin hudutlannı çok aşan birtakım sürprizler ve yeni kazançlar sağlamak istidadını göstermektedir. Böyle Kıbrıs başarısı Türkiye için bir kat daha büyümekte ve güzelleşmektedir. Bizim kendi kendimize bir türlü beceremediğimiz bir çok şeyi, hihayet bir gün, kanlı kasaba
papazı Makarios'un,
- Tethişçi Grivas'ın ve EOKA'sının, katil Sampson'un, had dini bilmez Yuanidis'in, medeni kılıklı Klerides'in ve Ka ramanlis'in, hülasa topyekun Yunanlı'nın yaptıklan, Yunan musibetinin, bizim namımıza adeta enaz çaresizlik açısından büyük bir nimet değerinde sayılmak lazım gelir. Bu sebep le, Ecevit Yunanistan'a demokrasiyi getirdik diye ne ka dar övünürse övünsün, hakikatte Yunanistan'ın Türkiye' ye yaptığı hizmet Türkiye'nin Yunanistan'a yaptığı rejim
131
yardımından şüphesiz çok daha büyük olmuştur. Dolayı siyle, Yunan düşmanına insanın adeta
teşekkür edeceği
geliyor. Ve galiba başkasının musibeti ile değil, kendi na sihatimizle aklımızı başımıza toplayacak bir cemiyet hali ne gelinceye kadar da daima, düşmanımızın mevcut olma sını temenni etmeğe mecbur kalacağız. Yunan düşmanı bu sefer hem Kıbns meselesinde nihayet bizim gözümüzü aç mış, hem de manasız iç kavgamızda aklımızı başımıza bir hayli getirir gibi olmuştur. Şüphesiz asaletimizden, yaratılışımızdaki
büyüklük
ten kötülük düşünmemekten, herkesi kendimiz gibi maktandır ; fakat, tarih boyunca, mak, yakamızı hiçbir
zaman
uyanıklıktan
bırakmamış
san
uzak ol
bulunan milli
bir kusurumuzdur. Destanımızda bile Türklerin başına ne geldiyse daima uykudan gelmiştir
diye israrla belirtilen
mühim bir kayıt vardır. Nitekim elli sene evvel de bir mil li şairimiz yine ayni düşman karşısında tarihi uykumuza acı acı işar.et etmekten kendisini alamıyor ve
Vur eski kölesi, utandır onu, Derin uykulardan uyandır onu. .. diye feryat ediyordu. Ondan bir müddet sonra
hakikaten uyandık. Fakat
Atatürk ölünce tekrar uykuya dalmışız ki, eski Yunan kö lemiz, on beş sene Türkün hakkını çiğneye çi;ğneye, Kıb ns'ta Türk kanı döke döke efendisini utandırdı durdu ve birçok fırsatın kaçırılmasından sonra nihayet onu uyan dırmağa muvaffak oldu. Uyandık ve Türk ordusunun mü barek penç.esi Kıbns'ın üzerine şimşek gibi indi. Ayrıca bu iniş sadece bir askeri hareket ve zafer olarak kalmadı, ay ni zamanda Türkiye için adeta
beklenıniyen bir yeniden
doğuş, bir rönesans müjdecİSİ haline de geldi.
Kıbns'taki
askeri başarı büyüktür. Fakat harekabn Türkiye'ye içeri-
132
de kazandırdığı şeyler, Ada'da kazandırdığı yanın Kıbrıs tan daha az değildir, belki de daha mühimdir. Türkiye yeni bir uyanıklığın içine girmiştir. Türk
dış
politikasının karşısında yeni ufuklar açılmıştır. Kendimizi bulmanın ve başkalarına da kabul ettirmenin, adeta ken dimizi tazelemenin yeni şevki ve imkanları ortaya çıkmış tır. Dostu düşmanı daha iyi tanımak
ve gerçeklerle yüz
yüze gelmek iktidardaki politikacılarımızın mesnetsiz sap lantilarını törpillemiş görünüyor. Kıbrıs harekatından son ra artık yeni bi rdünya
ve bu dünyada Türkiye'nin yeni
bir yeri vardır. Fakat Kıbrıs harekatının belki bütün bunların üstün de olan en büyük yan kazancı milli birlik ve beraberliğin ehemmiyetini
Türkiye'nin
gözlerinin
önüne sermesidir.
Milli birlik ve beraberliğin hem zarureti, hem de kuvveti
Türkiye için Kıbrıs harekatmda büyük bir
ders mahiye
tinde ve belirli bir şekilde ortaya çıkmıştır. Türkiye hiçbir devlete benzemiyen tarihi, coğrafi, beşeri şartlardan gelen ço.k istisnai durumda bir memlekettir. Çok nazik bir geo politiği olduğu gibi, her şeyden önce kendi gücüne güven mek zarureti de herkesten fazladır. Böyle bir devletle mil Ii birlik ve beraberliğe gölge
düşürmek, f.elaketlerin en
büyüğüdür. Bu sebeple. Türkiye'de milli birlik ve beraber liğin zarureti daima kesindir ve bu hep böyle kalacaktır. Diğer taraftan, milli birlik ve beraberlik olunca, Türk Milletinin cihanı tek başına sarsacak kadar üstün bir kud rete eriştiği de Türk Milletine mahsus müstesna bir vakı adır. Türk milletinin bu .emsalsiz
potansiyeli Türkiye'nin
en büyük, belki de yegane silahıdır. Askeri sahada da, sos yal sahada da, iktisadi sahada da... Bu silalım paslanma ması için, milli birlik ve beraberliğin
zarureti, büsbütün
ehemmiyet kazanmaktadır.
133
Halbuki Türkiye bu gerçeği son yıllarda çoktan kay betmiş ve tam bir gaflete gömülmüştü. Onlar sanki baş kasının vatanında cereyan ediyormuş gibi. Milli birlik ve beraberliğin çatır çatır yıkılmasına, büyük bir seyirci ra hatlığı içinde, gafletle göz yumuyorduk. Cahil ve gafil politikacılar, kendi küçük menfaatlerini devletin yüksek menfaatlerinin üzerine çıkarmakta hiçbir beis görmüyor lardı. Türkiye'nin yumuşak karnına, bu hava içinde, iki hançer birden dayanmıştı. Bunlardan biri komünizm, di ğeri bölücülüktü. İşin dikkate değer bir yönü de komünizm ve bölücülüğün iş birliği idi. İki hançer ya ayni, ya para lel ellerde beraberce Türk milli birlik ve beraberliğinin üzerine pervasız bir şekilde yqneltilmişti. Bir yandan sı nıf mücadelesi, bir yandan da Türkiye halklan kavgası en amansız bir şekilde yürütülüyor ve memleket elden gidi yordu. Tam kaybetmek üzere iken, bereket versin, yine Türk ordusu imdada yetişerek, 12 Mart tedbirini getirdi. .
Fakat, bugünkü iktidar da dahil, birçok kimsenin ve çevrenin gözünü açmaya maalesef 12 Mart da kafi gelme mişti. Öyle ki, Kıbns hadisesinde ateş bacayı sarmak üze re iken, biz h8.la, af kanunu bahanesi ile, milli birlik ve beraherlik suikastçilerini serbest bırakmak peşinde idik. !şte Kıbrıs'a çıkarma günü, bizi tam bunlan mükafatlan dırma sarhoşluğu içinde buldu. Yani milli birlik ve bera berlikteki perişanlık ve dağınıklıktan yeni bir milli birlik ve beraberlik çıkarmak meselesi ile karşı karşıya geldik. ·
Çok şükür, gerek komünistler, gerek bölücüler yalnız belli bir seviy.ede, belirli çevrelerde ve partilerde kalmışlar ve Türk Milletinin derinliğine inememişlerdi. Bu sebeple Kıbrıs için gereken milli birliği sağlamakta güçlük çekil medi. Sadece, Kıbns harekatı gafiller için tam bir şok te, siri yaptı. Bu şokun neticesinde, dışa bağlı komünistler dışında her.kes birbirinin vazgeçilmez kardeşi olduğunun 134
farkına vardı. Şimdi mesele bu farkına varışm, başta Ece vit v.e CHP olmak üzere, bütün eski
yanlış
yoldakilerin
şuuruna işlemesidir. Kıbrıs harekatının yarattığı milli bir lik ve beraberlikten artık tekrar sınıf
mücadelesinin ve
halklar kavgasının çıkmaz yollarına sapılacak mıdır. İşte şimdi bütün mesele buradadır. Eğer sapılacaksa, Kıbrıs fedakarlığının ve atılunının en büyük neticesi boşa çıkacak demektir. Fakat biz Ecevit'in son
günlerdeki sözlerinde
bunun boşa çıkarılmayacağını anlamak istiyoruz. Bu husus ta hepimizin kula;ğına küpe olacak bir büyük ders
daha
vardır ki burada bahsi o dersle ve o büyük işaretle kapa mak son derece yerinde olacaktır. Şöyle ki : Marksistlerle el ele veren bölücüler.
Doğu Anadolu'
yu Türkiy.e 'den koparmak sevdası peşindedirler. Türkiye' de bölücülüğün de uzun bir geçmişi vardır ve ayni zaman da bunun da kaynaklan dıştadır. İlk defa bu konuyu, ge çen asırda Ruslar icat etmişler, sonra onu başta İngilizler olmak üzere bir kısım batılılar da körüklemiştir. Son on yılda ise bu cereyan Türkiye'nin içinde bir doğu ayaklan masını ümit edecek şekilde cüret kazanmıştır. Fakat ge rek Türk devleti ve gerek ona yardımcı olan vatanperver, doğu halkı bütün bu gayretleri 12 Mart sonrasında çıkarmıştır. Esasen Türk milletinin
boşa
çok aziz bir parçası
olan, doğu Anadolu'nun v.efalı, fedakar, namuslu, devlet ve milletine sadık, bu vatanda bahtiyar olmaktan başka bir şey düşünmeyen, işinde gücünde, dan bundan başka bir şey
cesur Türk halkın
beklenmeyeceğini, onu yakın
dan tanıyanlar gayet iyi bilirler. Şimdi son Kıbrıs harekatmda
bu bölgede gerçekten
büyük bir ayaklanma olmuştur. Fakat bu ayaklanma bö Iücülerin beklediği ayaklanma değil, tam tersine vatan perverliğin, milli şuurun, Türklük duygusunun ayaklanma sıdır. Nüfusu nisbeten az olan, Türklük duygusunun ayak135
lanmasıdır. Nüfusu nisbeten az olan. Türkiye'nin kendisi gibi gönlü de yüksek bu yayla bölgesinde Kıbrıs hareka tının ilk günlerinde bir yerde seksen bin, bir yerde
otuz
bin, bir yerde kırk bin gönüllü yazılmıştır. Doğu'daki bu yüce ayaklanma, gazete sayfalannda kalıp giden bu ına nalı ayaklanma bölücülülere, milli birlik ve beraberlik düş manlarına, sınıf ve halk kavgacılarına ve onların gafil des tekçilerine ne güzel bir cevaptır değil mi ? İşte Kıbrıs ha rekatı,
bu mübarek galeyana vesile olduğu için de, bir
kere daha tebcil edilmeğe değer. Hasılı, Kıbrıs'ta akan şehit kam v.e dökülen milyarlar her bakımdan tam manasiyle yerini bulmuştur. Şimdi o şehit kanlarının
ve yapılan fedakarlıklann
bizden beklediği şey : Türk vatanını, bir daha sımf mücade le.şi ile ve halklar kavgası ile kirletmemektir. Nasıl, Sayın Ecevit, buna var mıyız, buna hazır mıyız ?..
136
MİLLİ İRADENİN ZAAFI
ı Ekim 1974 Türkiye bugün derin bir siyasi buhran içinde bulun maktadır. Otuz kırk seneden beri Türkiye':vi kasıp kavuran ve cemiyetin bünyesini kemiren sosyo kültürel buhran, ni hayet acı meyvelerini vererek, bugün
memleketi en had
safhaya ulaşmış ağır bir siyasi buhranla karşı karşıya ge tirmiştir. Her türlü kudretin ve çıkış yolunun kaynağı ol ması lazım gelen parlamentonun kuvvetini azaltarak onu adeta takatsiz düşüren, ancak çaresizlik zayıf hükümetleri iş başına getiren,
iktidarlarını ve
Türkiye'yi kudr.etli
parlamento, kuvvetli iktidar ve güçlü hükümetlerden uzak zaman mahrum kılacağı anlaşılan bu siyasi buhran, Türki ye'nin bekletilmeye, yavaşiablmaya ve ihmale tahammültl olmayan hayati meselelerini askıya
alarak, memleketin
geleceğini ciddi bir şekilde karartmaktadır. Hiç belirtmey.e lüzum yok ki, Türkiye
bugün çözüm
bekleyen sayısız meselelerle karşı - karşıyadır. Bu toprak larda dirlik ve düzenlik içinde ayakta durmak ve varlığını, bütünlüğünü korumak her an, dün olduğu gibi bugün de Türkiye'nin has meselesi olarak bütün ciddiyetiyle ortada dır. Bu en büyük meselenin
aktüel
bir tezahürU olarak
Türkiye bugün Kıbns'ta bütün dünyaya karşı tek başına Türklüğün beka davasının çetin bir imtihanını vermekte dir. Diğ.er taraftan, cemiyet can alıcı bir iktisadi kalkınma
137
meselesiyle karşı karşıyadır. Ayrıca Türkiye bunlann da üstünde ve bunların hepsinin kaynağı olan şümullü bir milli eğitim ve insan yetiştirme davası ile bir yere kıpırda mıyacak kadar yüz yüze gelmiş bulunmaktadır. Bu ana da valara bağlı olarak daha yüzlerce dert ve alt mesele Tür kiye'nin sıkıntılı ve kavruk bağnnda adeta sıra dağlar gibi uzayıp gitmektedir. Bütün bu dertler, meseleler ve davalara karşı elde bulunan tek çare ise, Türkiye'nin başlıca müessir silahını teşkil eden milli birlik ve beraberliği sa;ğlayacak ve mem leketi en kudretli bir lokomotif gibi alıp sürükleyecek kuv vetli bir siyasi iktidar ve o iktidan ortaya çıkaracak siyasi huzurdur. Bugün işte Türkiye herşeyin gelip kendisinde dü ğüınlendiği bu siyasi huzurdan mahrum olmanın derin ız brabını çekmekte ve aşağı yukan ne yapacağını bilemez bir hale gelmiş bulunmaktadır. Türkiye'ye, her şeyin tedavisi için bir başlangıç ve ilk §art olan böyle bir siyasi huzurun getirilip yerleştirilmesi için ne yapmak lazımdır. Şüphesiz bunu tespit etmek evve IA. ortadaki hastalığı doğru olarak teşhis etmeğe bağlıdır. Acaba hastalık nedir ? Türkiye bugün ntçin böyle bir siyasi huzur ve istikrar buhranı içine düşmüştür. ·
Fakat tabii satıhtaki bu görünüş sadece bir netice dir. Asıl sebep. Türkiye'yi bugünkü siyasi bulıran ve ik tikrarsızlık içine atan asıl ft.mil bu dış görünüşün altında yatan milli irade zaafıdır. Gerçekten Türkiye'deki asıl köklü buhran, siyasi kanşıklıktan sorumlu olan siyasi is tikrarsızlığı doğuran esas hastalık milli iradedeki zaaftır Türkiye'de milli iradenin sıhhati tehlikeli şekilde bozul muştur. Bu büyük varlığa bölünmeden, doğru hüküm verme alışkanlığını kaybetmeye, bıkkınlıktan günlük heyecaniara kapılmaya kadar çeşitli hastalıklar arız olmuştur. Duru mu büsbütün vehimleştiren. Türkiyeyi tam bir çıkınaza so 138
kan şey de, şüphesiz, görünürdeki siyasi bulıran değil, onun temelinde yatan bu milli irade buhranıdır. Bu mill i irade buhranında, milli iradenin rahatsızlığında elbetteki masum Türk çu, hiçbir günahı yoktur. Ayni
bu tehlikeli
halkının hiçbir su
şekilde böyle bir
zafiyete
düçar olması milli iradenin bünyesinin aslında zayıf olduğu manasma da gelmez. Bilakis Türkiye'de milli irade aslında çok sağlam olduğunu uzun zaman ispat etmiştir. Fakat ne kadar mukavim olursa olsun her şey gibi onun da nihayet bir dayanma gücü vardır. Milli iradeye karşı tazyikler Tür kiye'de bir çeliği bile bükec.ek kadar
devamlı, ısrarlı ve
kuvvetli olmuş, neticede o iradenin de dayanma gücü büyük ölçüde sarsılmıştır. Türkiye'de milli irade dıştan ve içten olmak üzere iki başlı bir tazyik karşısında kalmıştır. Dış tazyik milli irade üzerine, bazan açık bazan kapalı, bazan hafif bazan şiddetli olarak tatbik edilen bunaltıcı baskıdır. İçinde 1960 ihtilali ni de bulunduran bu dış baskı aşağı yukan otuz sene milli iradenin tabii gelişmesini bir c.endere içine almış, onu tah rip etmiş zedelemiş, tabialinin dışına çekmiştir. Milli ira deye içten yönelen tazyik ise
milli iradeyi temsil edenle
rin, milli iradenin bir kurtarıcı gibi
kendilerine sarıldığı
partilerin, kadrolann ve liderlerin o iradeye layık olama malandır. İşte bu iki sebep, dış baskı karşısında otuz sene mukavemet
ile iç liyakatsizlik
ettikten sonra nihayet
milli iradenin sıhhati derinden sarsılmıştır. Bu sarsmtıyı ilk defa 14 Ekim 1973
seçimleri bütün
dehşeti ile ortaya çıkarmış bulunm aktadır. 1'4 Ekim seçim lerinde milli iradenin hastalığı başlıca iki araz halinde or taya çıkmıştır. Bunlardan biri milli ginlik ve bunun
neticesinde
iradede görülen bez
milli iradenin
partizanlığa teslimiyetidir. Digeri ise ondan
militanlığa ve daha vahim
139
olmak üzere, memleket istikbalinin başlıca
teminatı olan
milliyetçi oy tabanının parçalanmasıdır. İşte bugünkü hü kümet buhranırun , bir seneden beri Türkiye'nin dertli başı na bir de yeni tipte bir siyasi iktikrarsızlık derdi açmış bulunm ası siyasi buhramn temelinde yatan vahim g.erçek budur. Şimdi Türkiye süratle bu milli irade zaafını tedavi et mek meselesi ile karşı karşıyadır.
Milli iradeyi, bezginlik
ten kurtaracak parçalanmış milliyetçi oy tabanını birleştir medikçe Türkiye hükümet buhranlannda da süratle rejim buhramna doğru giden siyasi
istikrarsızlıklardan da, çö
zi.im bekleyen meselelerin çokluğu ve ağırlığı altında ezil me.kten de kurtulamayacaktır.
Onun için kurulacak ye.ni
hükümeti bekliyen en büyük iş Türkiye'de bulunan bu milli irade zaafının
ortaya çıkmış
tedavisine gidecek yolları
açmaktr. Bu yolları nasıl bir hükümet açabilir, ve açmak için ne yapmak lazımdır, bunu da gelecek yazıya bırakalım.
1'40
NASn. BİR HÜKÜMET?
3 Ekim 1974
Bundan önceki yazımızda Türkiye'nin bugün milli ira de zaafmdan doğan derin bir siyasi bulıran içinde olduğu nu tespit etmiştik. Uzun zaman bir yandan dış baskılar al tında tutulan, öte yandan kendisine tercüman olmağa talip kadrolarda umduğunu bulamayan milli iradenin, kendi üze rindeki tazyik ve uğradığı hayal inkisan neticesinde, niha yet dayanma gücü sarsılmış ve sıhhati ciddi bir şekilde bo zulmuştur. Tabiatine aykın tazyikler nasıl canlı organiz ınada normal gelişme seyrini ve hücre yapısını de:ğiştiri yorsa, canlı sosyal bir organizma olan cemiyette de içten ve dıştan bir mengene arasına alınmak normal yapıyı ister istemez kendi tabiatının dışına düşürerek büyük tereddüt . ve şaşkınlıklar doğurur. Bu Türk cemiyetinde de böyle ol muş ve 14 Ekim seçimlerinde milli iradenin sıhhatindeki bozukluk bir yandan yorgunluk ve benzerlik, bir yandan da dağınıklık ve parçalanma şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu yüzden bir seneden beri sürüp giden ve memleketi çaresiz lik içine bırakan huzursuzluklarla ve bugünkü vakitsiz si yasi buhranla karşı karşıya gelinmiştir. Yalnız büyük ve mazisi olan bir c.emiyette bulıranla rın karışıklıklan ve karartılan arasından çok defa yeni bir çıkış parıltısı doğar. Türkiye de böyle bir cemiyettir. Bu 141
sebeple bugün çok kesif bir
şekilde
çökmüş bulunan siyasi bulıran aynı
Türkiye'nin üzerine zamanda bugünlerde
büyük bir tarihi fırsatı da memleketin karşısına çıkarmış bulunmaktadır. Bu fırsat yorulmuş ve dağılmış, bölünmüş milli iradeyi yeniden sıhhatine kavuşturmaktır. Ecevit'in acı ve ibret verici bir tecrübeden sonra iktidan ortada bı rakması memlekete böyle bir bulunmaz fırsat kazandırmış tır. Şimdi bütün mesele onun hayırlı veya hayırsız evlat larının bu fırsatı kullanıp kullanamayacağıdır. Bu 1a.ususta gözden kaçınlmaması lazım gelen ilk nokta iktidara
mutlaka sahip
çıkmak
iradesini göstermektir.
Hem memleket hükümetsiz kalacak günlerde değildir. Hem de bundan daha önemli olarak
milli iradeyi sıhhatine ka
vuşturmanın ilk şartı, kendilerini kaderin akıntısına terk etmiş görünen partllerin artık silkinerek elem verici mis kinliği üzerlerinden atmalarıdır. CHP'li iktidar veya CHP iktidan daha uzun müddet memleketin kaderi imiş gibi bir hava yaratmak ve buna devam etmek aşağı yukarı bu par tilerin intiharı ve milli iradenin sıhhatinin büsbütün bozul ması demektir. Yüzde otuz üç oya
yüzde
altmış yedinin
teslim olması asla bağışlanacak bir şey olmadığı gibi CHP iktidan da katiyen memleketin kaderi olarak kafalara yer Ieştirilemez. CHP'nin hakimiyetinde bir iktidarın veya bir CHP azınlık iktidannın bütün yollan mutlaka tıkanmalı dır. İkinci olarak üzerinde durulacak nokta milliyetçi par tilerin iktidar olma korkaklığından kendilerini süratle kur tarmaları ve hükümet olmaya azimle c.esaret etmeleridir. Gerçi Ecevit iktidan çok ürkütücü bir miras bırakmıştır. Ordunun Kıbrıs başarısını koynuna koyup gitmiş, geriye Kıbrıs davasının en çetin safhası kalmıştır. Ekonomiyi alt üst etmiş, ve Türkiye'yi dünyadaki enflasyon mazeretinin arkasına sığınarak uçsuz bucaksız
142
bir pahalılık denizinin
ortasına atmıştır. 12 Mar'tan sonra bin bir güçlükle tek rar yerine oturtulan devlet düzenini ve teşkilatını ideolojik ve partizan gayretlerle rayındkn
çıkarmış ve kilit mües
seseler kadrolan ters yüz etmiştir.
N eticede bugün başta
Ecevit olmak üzere herkesin hükümet etmekten korkacağı bir vasat ortaya çıkmıştır. Fakat bütün bunlara rağmen milliy.etci partiler iktidar olmanın üzerine yine de cesaretle yürümelidirler. Yeni bir iktidara Kıbrıs davasının bundan sonraki safhasında da şeref kazandıracak başanlan Tür kiye elde edebilir. Ekonomik durumun bugünkü feci zarasından müstafi hükümetin
felsefesinden
man
tatbikatma
kadar baştan başa yanlışlarla dolu politikası sorumludur. Sermaye ürkütülmüş, yatınmlar durmuş, lafla ve hayaile ekonomi yapılmağa kalkışılmış,
neticede dünyadaki enf
lasyonun Türkiye'deki serpintisinin çok
üstüne çıkan bir
hayat pahalılığının ve iktisadi bulıranın içine düşülmüştür. Yeni bir iktidar hayalden ve ön fikirlerden ayrılarak Tür kiye ekonomisini iktisat ilminin sayfalarına uydurdu mu birçok şeylerin düzeldiğini görebilecek
ve yedi aylık ma
kfıs talihi yenmek yollarını bularak milletin itibarma hak kazanacaktır. Unutulmayacak üçüncü nokta CHP'nin den korkmamak, onu göze alabilmektir.
muhalefetin
CHP muhalefete
geçince tekrar sokak kavgaları başlar endişesi yaygın bir korku olarak birçok kimsenin gözünde büyümektedir. Böy le bir korkuya kapılmak daha baştan teslim olmak demek tir. Böyle bir korkuyu yüreklerinde taşıyaniann parti ha yatından da, devlet hayatından da çekilmeleri gerekir. Çe kilsinler ve her şeyi CHP'ye teslim etsinler de bari mem leket rahat etsin. Tabii bu mümkün olmadığı gibi CHP'nin sokağa döneceğinden
korkmak için de sanıldığı kadar se
bep yoktur. Bir kere Ecevit'e hiç olmazsa son iktidan bu nun doğru bir yol olmadığı tecrübesini her halde yeter de-
14:3
recede kazandırmıştır. Ayrıca sokağa ve anarşiye, komü nizme ve bölücülüğl karşı 12 Mart'tan sonra iyice bilenmiş olan ordunun bu bilenmişliğinin paslandığını za.nnetmek hataların en büyüğü olur. Türkiye bugün Kıbrıs'ta yarın Kıbrıs bitince başka sahalarda, Yunanistan'la ilan edilme
miş bir harp halindedir ve harp halinde kalacaktır. Böyle bir Türkiye'nin 12 Mart öncesine döndürülebileceğini hayal edenlerin bu hayalleri sadece kursaklarında kalır. Hülasa, neresinden bakılırsa bakılsın
milli iradedeki
zaafın giderilme ve milliyetçi partilerin iktidar olma günü gelmiştir. Yalnız bu noktada bir büyük gerçek karşımıza çıkmaktadır. O gerçe.k de bugün milliyetçi cephenin nasıl bir hükümet kurabileceği, kurması lazım geleceğidir. Bu ta rihi fırsat günleri ayni zamanda kıl kadar hassas ölçüyü de beraberinde taşımaktadır. Eğer kurulacak hükümet zayıf olur, idare-i masiahat hükümeti olur, çaresizlik hükümeti olursa bu tarihi fırsatm getirecekleri tamamiyle tersine döner ve milli iradenin sıhhati büsbütün bozulur. Bugün gelecek milliyetçi hükümet son derece kuvvetli bir hükü met, Türkiye'yi bugün içine girmiş olduğu çıkmazdan kur taracak kadar kudretli ve kuvvetli hükümet olmak zorun dadır. Bugün Türkiye uzun zamandır görülmeyen ve has reti çekilen en kudretli bir hükümet ihtiyacı içindedir. Hemen söyleyelim ki böyle bir hükümetin temeli Tür kiyenin bugünkü ağır ihtiyacına cevap verecek bir Başba kan bulmakta düğümlenmektedir. Bu potansiyelin partile rin bu günkü lider kadrosunda, şahsi liyakatleri dolayısiyle değil, şartıann oluşturduğu imkansızlıklar yüzünden, mev cut olmadığı, inkar edilemez bir vakıadır. Bu potansiyel Ankara bürokrasisinde de yoktur, bugünkü parlamentoda da yoktur. Bugün bu potansiyel yalnız milliyetçi üniversite profesörleri camiasında mevcuttur. Bu camiadan konten jan senatörlüğü yolu ile Başbakan bulunan �ok kuvvetli 144
bir hükümet kurulmalıdır. Bugün
Türkiye'yi çıkmazdan
kurtaracak te kformül budur. Niçin mi ? Bunu aniatmağa ve konuyu derinleştirme ğe devam edeceğiz. bağlı olduğu bü
Türkiye bugün her şeyin kendisine
yük bir ihtiyaç içindedir. Bu ihtiyaç milli iradenin sıhhatin deki bozukluğun ve Türkiye'nin başlıca teminatı olan milli yetçi milli iradedeki yorgunluk ve dağınıklığın tedavisine derhal başlanmasıdır. Türkiye'nin bugün içine düşmüş bu lunduğu siyasi bulıran buna eşsiz bir fırsat da yaratmıştır. Hem şiddetli bir ihtiyaç, hem de bu ihtiyacı karşılayacak değerli bir fırsat kapımızı çalmıştır. Bu fırsatı kullanama yanlan her halde tarih de, kader de affetmiyecektir. Üstelik, yedi sekiz aylık pahalı bir tecrübeden sonra, memleketin bir daha veya daha fazla, hudutları böylesine belirsiz solcu bir iktidara
bırakılamayacağı artık herkes
tarafından anlaşılmış olmalıdır.
Aksi takdirde hem işler
bir daha kolay kolay düzeltilemiyecek alt üst olacak, hem de üzerinde
şekilde
büsbütün
ısrarla durulması lazım
gelen milli irade zaafı büsbütün derinleşecektir. Fakat aynı derecede
önemli olan şey ortaya çıkmış
bulunan fırsatın iyi bir şekilde değerlendirilmesidir. Zayıf bir hükümet bu fırsab
değerlendiremez, bilakis durumu
büsbütün ağırlaştıracak menfi bir unsur olur. Türkiye bu gün demir gibi bir
hükümetin
vazifeyi
devralacağı bir
gündedir. Kıbrıs davasının çok çetin bir imtihan bekliyen ikinci safhasını, halkı akıl almaz pahalılıkla karşı karşıya bırakan vahim iktisadi durumu,
politikayı sokağa taşır
maya her zaman hevesli partizan bir muhalefetin beklenen hırçınlığını ancak böyle çok kuvvetli bir hükümet göğüsle yebilir. Milliyetçi milli iradeyi bütünleştinnek ve dinarniz me kavuşturmak da yalnız böyle bir hükümetle kabildir.
145
Bugünböyle
bir hükümetin
adayı ise, hiç değilse şimdilik
anahtarı olan Başbakan
sadece milliyetçi üniversite
profesörleri camiası içinde bulunabilir.
Siyasi kadrolar ve
milliyetçi partiler bugün kendi içlerinden böyle bir başba kan çıkaracak durumda değildirler. Niçin mi
Şöyle ki :
Evvela beş milliyetçi partinin liderlerini başbakanlığa layık olmamak gibi bir düşünceden
tenzih etmek isteriz.
Bilakis hepsi ayrı ayrı birer dejğerdir vehepsi de bir çok vasıfları ve meziyetleri olan değerli devlet anamlarıdır. An cak çeşitli menfi şartlar içinde oluşan
kaderin kendilerini
bugün için bu işe ters düşürdüğünün bir vakıa olduğunu da kabul etmek lazımdır. AP ile DP'nin lider kadrosu
içinde derin bir uçurum
açılmıştır. Bu iki kadronun birleşmesi tamamiyle imkansız dır. Siyasette birbirleriyle mücadeleye tutuşan, mücadeleyi aslında altında tutum farkı saklı şahıs kavgası haline geti ren insanların birbirleriyle barışması, birinin diğerine itaat etmesi, birbirlerini hiç bir şey olmamış gibi kucaklamalan hiç bir yerde görülmemiştir.
Diktatörlüklerde ve komü
nizmde bu mücadeleler umumiyetle iki taraftan birinin im hası, hayatının ortadan kaldırılması ile biter. Diğer sistem lerde de bir tarafın mağliibiyeti,
silinmesi
ayrılması ile neticelenir. Bu sebeple
veya yoUann
Demirel ve Bozbeyli
ekiplerini birleştirmek boş bir hayaldir. Bu husustaki gay retierin hiç bir manası ve başan şansı yoktur. Onlan za manla hangisinin ağır basacağı belli olacak tabii inkişaflan ve kaderleri içinde bırakmaktan başka bir yol yoktur. Bu durumda Demirel'in DP'nin bağlubiyeti kabul
başbakanlığına
razı
olmak
ederek AP'ye iltihakı demektir.
Bunu Bozbeyli'den ve DP'den kimse
beklememelidir. DP
olmadıkça da Demirel'in hükümet kurması mümkün değil dir.
146
Demirel'in Dp'nin dışandan
destekleyeceği bir hükü
mete girmesi de onu işaret ettiğimiz viyesine ulaştıramaz. Hele MSP 226'yı tutturacak bir hükümetle
kuvvetli iktidar se
ve etraftan derlenerek Demiral bugünün şartla
rına cevap verecek sıhhatli bir hükümeti hiç teşkil edemez. İdar.e-i masl3lıat hükümeti yerine demir gibi bir hüküme tin Türkiye'nin bugünkü vazgeçilmez ihtiyacı ve şartı ol duğunu tekrar tekrar belirtmeliyiz. Bu itibara kırık dökük bir Demirel hükümeti hükümet olmamaktan daha mahzur ludur. AP'den ikinci, üçüncü v.s. bir adamın kuracağı hükü met de her bakımdan malul
kalacaktır.
Başbakan eğer
Demirel'in adamı ise otomatik olarak onun emrinde ve za yıf bir hükümet olacaktır. Kuvvetli ve Demirel .ekibi kar şışmda dikleşecek şahsiyetli bir AP'liyi ise Demirel'in ka bul etmesini beklemek haksızlık olur. Bu Demirel'in ikinci kadernede parti başkanlığını da ona Kaldı ki AP içinde böyle kuvv.etli
bırakması demektir.
başbakan olabilecek ve
ayni zamanda Demirel'in ve grubunun tasvibini ve desteği ni alabilecek bir parlamenter de
yoktur. AP'nin en kuv
vetlisinin Demirel olduğu münakaşa edilmez bir gerçektir. Binaenaleyh Bozbeyli'nin, AP içinden bir başbakan formü lünün istediğimiz başbakanı bize verec.e;ğini ümit etmek için fazla iyimser olmak lazımdır. öte yandan CHP koalisyonunda MSP ve Erbakan'ın Demirel için sayı olmama hassasını
da
çok yıpranmış
bir
dışmda bir kuvvet
hesaba katmak gerekir.
Demirel
DP'yi tam yanına almadan Erbakan ağırlığı ile memleke tin beklediği bir hükümeti ortaya çıkaramaz. Bozbeyli'nin veya bir başka DP'linin başbakanlığına is.e AP imkan vermez. lmkan olsa
idi şüphesiz
Bozbeyli
kuvvetli bir başbakan olabilirdi. Böylece görülüyor ki, im-
147
kanlar
aslında
kuvvetli iki insan olan Demirel'in de, Boz
beyil'nin de başbakanlığına elverişli bulunmamaktadır. Erbakan'ın başbakanlığım ise zannederiz, kendisi bile aklından geçirmez.
CHP ortaklığının
yıpranmışlığından
sonra Erbakan'ın ve MSP'nin adamakıllı
bir dinlenmeye
ihtiyaçları vardır. AP-DP kavgasına karışmamış olan Feyzioğlu ve Tür keş mükemmel birer kuvvetli başbakan adayıdırlar. Fakat onların da küçük parti liderleri olmak ellerini kollarını bağ lamaktadır. Oturup bunlardan birinin başbakanlığını kabul etmeği büyük partiler maalesef haysiyet
meselesi yapa
caklan gibi, onların liderleri bunlara, .k endilerine birer ra kip gibi de bakmaktan kurtulamazlar. Böyle olmasa bu iki aday da AP ve DP kavgasının arasına hükümet seviyesinde pek ala girebilir. Fakat nerde o sağduyu ? Parlamento içinde geriye tarafsız bir başbakan çıkar mak kalıyor. Fakat parlamentoda hem milliyetçi cephenin peşinden gitmeyi kabul edeceği, hem de Türkiyenin bugün kü meselelerinin üzerine yürümek
dirayetini gösterebile
cek tarafsız bir zat katiyen ve katiyen yoktur. Bu manzara karşısında, dün de dediğimiz gibi Türki ye'nin tek şansı,
tek çıkış yolu başbakanı milliyetçi pro
fesörler kadrosu içinde aramaktır.
Milliyetçi profesörler,
aslında partili olmamakla beraber milliyetçi partilerin dı şardaki akademik uzantılan durumundadırlar. Yalnız ora dan çıkacak bir başbakan milliyetçi partiler arasında hükü met seviyesinde bir hakem olabilir. Aynı zamanda Türkiye' nin hem sosyo ekonomik, hem sosyo kültürel meselelerine bu geçiş devrinde ancak böyle bir başbakan çözüm getirebi lir. Bu potansiyel şimdilik yalnız milliyetçi profesörler ca miasında vardır. Böyle bir başbakan milliyetçi milli irade nin bütünleşmesinin hazırlık ve yumuşama safhasını kolay-
148
lıkla yürüterek bir müddet beklernesi lazun gelen liderleri de pürüzsüz bir iktidar olmak imkanianna kavuşturabilir. Ancak böyle bir başbakan partilerden, müşterek çok kuv v.etli bir hükümet ortaya çı.karabilir. Milliyetçi partiler hemen başbaşa
verip üzerinde bir
leşecekleri böyle bir başbakan adayını tesbit ederek Cum hurbaşkanına teklif etmelidirler. Bu, milliyetçi kamuoyu için hakiki bir müjde olacaktır.
149
M1LLIYETÇt CEPHE BlRLtGt
ll Ekim 1974
Atatürk'ün ölümünden sonra tatbik sahasına konulan, kırk senelik yanlış kültür politikası ile millet hayatı üze rinde zümre hakimiy.etini devam ettirmek isteyenlerin tez gahladı.ğı yirmi beş senelik yanlış demokrasi Türk cemi yetinin altını üstüne getirmiştir. Bu birbiriyle at başı yürü yen ve birbirini tamamlayan iki sosyal hastalığın, cemi yetin sı.hlıatini nasıl bozduğunu ve sosyal bütünleşmeye herkesten daha fazla muhtaç bir memleketi nasıl bir sos yal dağılma ve çözülme ile karşı karşıya g.etirdiğini, 12 Marttan önceki umumi manzara, iyi niyetli olmak şartiyle, en idrak fukarasına bile anlatmış olmalıdır. Türkiye'de sü rüp giden bugünkü siyasi bulıran da şüphesiz bu çok cep lıeli sosyo kültürel dağılma ve çözülmenin tabi bir neticesi, ön plana geçmiş bir parçasıdır. Bu sosyal dağılma ve çözülm.enin siyasi hayatı doğru dan doğruya ilgilendiren kısmı milli iraded�ki parçalanma dır. Milli irade önce sağ ve sol diye ve tabü eşit olmayan, fakat belirli bir kopmaya dayanan iki parçaya ayrılmış, sonra da bu parçalar kendi içlerinde dilimiere bölünmüştür. Ancak, soldaki dilimlenme fazla kopukluk meydana getir memiş, bu kanat bir işaretle daima tek bir sol vücut olacak şekilde kalmış, bunun semeresini de 14 Ekim seçimlerinde 150
ve ondan sonra adamakıllı görmüş ve aralarında paylaş mışlardır. Sağdaki dilimlenme ise daha merhem kabul et mez bir istikamette seyrederek ı4 Ekim'le ve bugünkü peri şanlıkla neticelenmiştir. Gerek sağ ve sol parçalanmasının, gerek ondan sonraki dilimlenmelerin müşterek ve bariz karakteri bu dağılmamn memleketin gerçeklerine ve cemi yetin bünyesine uymadığı ve esas itibariyle sun'i olduğu dur. Türkiye ne sağ ve sol kavgası yapılacak bir memleket tir, ne de bilhassa sağ kanattaki bölünme tabiidir. Bu ko nuyu burada daha fazla derinleştirmeyeceğiz. Şimdi konu muz bu değildir ve buna sonradan ayrı bir yazıda her halde tekrar dönebileceğiz. Şimdilik sadece bu bölünmenin sun'i oldu;ğunu tespitle iktifa ederek esas geliştirmek istediğimiz noktaya yönelmemiz gerekmektedir. Gerçekten siyasi hayattaki bu bölünme aslında tabii değildir, sunidir. Fakat sun'llikten burada daha çok zorla ma ve itmelerle, kendi içindeki tabii farklılıklar körüklene rek ve büyültülerek bu duruma düşmüştUr. Bir kanatta geniş bUtunlük içinde bir takım farklılıkların bulunması çok tabi'dir. Ancak bu farklılıkların derinleştirerek bUtUn lüğü bozması için de hiç bir sebep yoktur. Aynı şekilde Tür kiye'nin şartlarında sağ ve sol kanatlar arasındaki farklı lığın bütünün ahengini bozacak bir dereceye çıkarılması da akıl karı ve vatanperverlik icabı değildir. Hele bilhassa sağdaki bölünme, bu kanadın büyüklüğU ve bütünlüğü memleket istikbalinin başlıca teminatı olduğu için asla ta bii ve mazur görülm.e hakkına sahip değildir. Sağ yani mil liyetçi kanat tamamen sun'i zorlamalarla, dış tazvik ve iç liyakatsizlikle paramparça olmuştur. Mi!liyetçi kanadın kendiliğinden bu hale gelmediğini zorla bu bezginlik peri şanlık ve tesirsizliğe itHdiğini anlamak için onun bünyesi ne şöyle toptan bir bakmak kafidir. Türkiye'de, 14 Ekim'de filli oyların yüzde altmış yedi buçuğunu temsil eden, seçime katılmayan bıkkın yüzde otuz 151
altının da hemen hemen tamamını içine aldığı düşünülür
se, hakikatte yüzde seksenin üstünde olan milliyetçi kana dı oluşturan temel fikir, mülkiyet, hürriyet, milliyet, me deniyet ve muhafazakarlıktır. Mülkiyet Türk milletinin maddi dünya görüşünün ve iktisat telakkisinin temelidir. Hürriyet hem iktisadi sahada hür teşebbüsün değerini kav ramak, hem de siyasi sahada millet hakimiyetinin kayıtsız ve şartsızlığını kabul etmek demektir. Milliyet milli cemi yet ve milli devlet olarak yaşamanın hayatm başıca şartı oldUjğu görüşünü benimsemektir. Medeniyetçilik yeniliğe, ileriliğe ve çağdaş teknolojiye mutlaka açık olmak, muasır medeniyet seviyesini tutturmağa çalışmaktır. Muhafaza karlık ise en yüksek bir kaç beş.er kültüründen biri olan Türk milli kültürünün zamanların üstünde kalan ölmez de ğerlerini, Türk milletini millet yapan onu Türk kılan ve Türk olarak muhafaza edebilecek karakterini çağdaş mede niyet içinde ayakta tutmak demektir. !şte bu ana temeller üzerine oturan böylesine geniş milliyetçi kanadın kendi içinde ferdin ve sosyal bünyenin canlılığından gelen bir takım farklılıklar oiması elbette ki pek tabiidir. Mühim olan o farklılıkların bu temel yapının kurduğu bütünlüğü bozınamasıdır. Fakat işte tatbikatta maalesef böyle olmamış ve tabii küçük farklılıkların üze rine yüklenilerek büyük bütünlük çatlamış ve bölünmüştür. Milliyetçi kanatta her kese düşen şey farklılıklan bütünlük içinde bağdaştıracak gayreti, bu kanadın liderlerine düşen şey de bu mahareti göstermekter. Fakat iste lider kadrosu bu mahareti göstermemiş ve onlann beceriksizliklerine kendisini uyduran fertler de gereken birlik gayretinden geri kalmıştır. . Beceriksiz ve .ehliyetsiz liderler milliyetçi milli iradeyi layikiyle temsil edememişlerdir. Milliyetçiliği temsil edeme mişler ve ümitle toplanılan büyük partileri kozmopolitlerin hakimiyeti altına düşürünce milliyetçiler kopmuştur. Laik152
liğin yanlış tatbikabm düzeltecek bir varlık göstereme mişler ve dindar zümreyi soğutmuşlardır. Ne mülkiyete, ne hürriyete, ne milli kültüre ve ne de medeniyete, kalkm maya layıkiyle sahip çıkmışlar ve böylece milliyetçi tabam hayal kırıklığının ve parçalanmanın derin boşluğuna at:mış lardır. Tabii bir kere bölünme b�ladı mı asıl bünyedeki ta bii farklılıklar bütünlük içinde yumuşayacak yerde tek b�larına hükümran oldu mu bunun arkasından her fikrin ifratı ortaya çıkmış ve aşınlıklar teşekkül etmiştir. Her parti aşağı yukan bir aşırılığa saplanmıştır. Ya renksizliğin aşırılığına ya r.enkliliğin aşırılığına... Ortalarda kalanlar da takatsizlikle karşı karşıya kalmışlardır. Bu noktaya gelmişken, şunu da ehemmiyetle belirt meliyiz ki bugün bölünmüş milliyetçi kanadın hemen bir çatı altında ve bir parti etrafında toplanması da şimdilik imk8.nsızdır. Bu sebeple böyle bir birleştirme yolundaki gayretierin hiçbir manası yoktur. İstikbalde Türk cemiyeti mutlaka böyle bir birleşmeye gidecektir. Fakat ondan önce bugün bir intikal devri geçirildiği ve bunun geçirilmesi li. zım geldiği asla unutulmamalıdır. Bugün yapılacak tek şey mesut birlik günleri doğuncaya kadar şimdilik bir milli yetçi cephe birliği kurmaktır. Böyle bir milliyetçi c.ephe birliği bugün derhal kurularak önce hükümet krizine el koymalı, sonra başta se çim olmak üzere sol cephe karşısında her işte berab.er hare ket etmeğe koyulmalıdır. Vatan bunu bekliyor, millet bu nu bekliyor. Bunun başlıca şartı da herkesin kendi parti çıkarlarına ve şahsi itibar aldanmasına yapışıp kalmaması dır. Bir birleşik cephede tek bir liderin ve tek bir partinin hakimiyeti asla bahis konusu olamaz. Veyl, bunları düşünmeyer.ek feragatin de bir fazilet ol duğunu unutanlara... Veyl, kendisini çağdaş dünyada mo dern bir partinin lideri gibi değil, ben ben diyerek inadiye tarikatının postnişini gibi gören lidere veya liderlere... 153
TEHLİKELİ ALAKALAR
15 Ekim 1974 Bugün tatbikatta iki tip demokrasi vardır. Bunlardan birine Anglo Sakson tipi demokrasi, diğerine latin tipi de mokrasi diyebiliriz. Anglo Sakson tipi demokraside
rejim esas itibariyle
ikili parti hayatı üzerine kuruludur. Bunun en belirli örneği Demokrat ve Cumhuriyetçi Partilere dayalı Amerikan de mokrasisidir. İngiliz demokrasisi
de aşağı yukan bu ya
pıdadır. Latin tipi demokraside ise ikiden fazla, bazan da çok fazla parti mevcuttur. Bu haliyle bu demokrasiye sulandı nlmış demokrasi de diyebiliriz. Gerçekten ikili demokraside istikrar, çoklu demokraside h uzursuzluk, karışıklık, bitmez tükenmez hükümet bulıranlan ve istikrarsızlık göze çar par. Şüphesiz demokrasinin bu tiplerini tercih etmek biraz da milletierin karakteri ve sosyal yapılan ile ilgilidir. An cak Marksizmin ortaya çıkması, mesi de Avrupa'da çoklu
kuvvetlenınesi ve geliş
demokrasiyi teşvik eden bir un
sur olmuştur. Aslında Marksizmde demokrasi yoktur. Fa
kat bu sistem ihti.lAlin demokratik safhasını elde etmek için komünist
154
kamp
dışmda her yerde
çoklu demokrasinin
amansız müdafii kesilınek fırsatını hiç kimseye kaptırmaz. Marksizm için en ideal, en teşvike değer demokrasi müm kün olduğu kadar bölünmüş ve zıtlatmış bir memleket ya ratan demokrasid.ir. Yine bununla
ilgili bir nokta
ikili demokrasilerdeki
kütle partisi gerçeğine karşılık çoklu demokrasilerde dokt
rin partilerinin ön planda bulunmasıdır.
Doktrin partileri
yolu daima zıtlaşmayı derinleştiren ve sayıca çoğaltan
bir
yol olduğu için zıtların çatışmasına dayanan Marksist diya lektiğin ekmeğine yağ sürmüş olur. Marksistler yalnız par tilerin ikiden çok olmasına değil ayni
zamanda partiler
dışındaki çeşitli gruplan ve kuvvetleri siyasi mücadele si yasi hakimiyetin bölüşülm.esi
mücadelesine sokmağa
çok
hevesli görünerek ağızlarından plüralist demokrasi sözünü düşürmek istemezler. Hülasa Marksizmin cevelanına ikili demokrasi elv:erişsiz,
çoklu
demokrasi
Onun için bunlardan birine medeni
çok elverişlid.ir.
demokrasi, ikincisine
kavgalı döğüşlü demokrasi de diyebiliriz. Marksizmin kav galı döğüşlü demokrasiyi tercih etmesinden tabii bir şey de olamaz. Demokrasi tipi bakımından Türk demokrasisinin gös terdiği manzaraya
gelince, başlıca
düğümün bu ikili ve
çoklu sistem arasındaki hocalamadan doğduğunu görürüz. Türk Milleti'nin karakteri ve sosyal yapısı ikili demokrasi ye müsaittir. Bunun böyle olduğu
mütemadiyen milletin
iki kanatta toplanmak istemesinden de açıkça anlaşılmak tadır. Esasen Türk Milletinin tarihi karakterine de bu ikili sistem uygundur. Türk Milleti otoriter bir idare, disiplinli bir hayat ister. Demokraside bunun yolu ise ikili düzen
dir. Türk Milleti Angio-Sakson
kavimleri gibi siyasette
ikiden fazla gerçeğin mevcut olduğuna inanmaz, inanma maktadır.
155
Öte yandan Türkiye'nin
demokrasiye
başlaması da
böyle olmuştur. Demokrasinin ilk m.erhalesinde millet CHP ve DP olarak tabii iki partiye
ayrılmış,
fakat sonradan
1960 ihtilali milletin bu tabii temayülünü durdurarak sn'i bir istikamete sevk etmiştir. Neticede dış zorlamalar hük münü icra etmiş ve çoklu parti hayatı ile koalisyonlar devri başla.mıştır. Fakat 1965'te Türk Milleti ikinci defa bu oyu nu bozmuş ve yine iki siyasi kampta toplanma temaviiiün de israr etmiştir. Ancak münevverler parçalanma
ve dilimlenıne arzu
ve ihtiraslanndan, yanlış vadilere saparak milletin tema yülünün sıhhatini bozma ve Türkiye'yi
bölük bölük ayır
ma gayretlerinden bilerek veya bilmeyerek, iyi niyetle veya gafletle, bir türlü vaz geçmemişlerdir.
Bu sefer kanatları
altında toplanılan partileri içinden parçalara ayırarak ço ğaltmak çaresini bulmuşlardır. CHP iki defa AP şeklen bir defa, fakat hakikatte, birkaç defa bölünmüş ve parçalan mıştır.
İşte
bugün hüküm sürmekte olan siyasi bulıran da
bu yüzden ortaya çıkmıştır. Şimdi bu buhrana çare
ararken
iki büyük partinin
kendilerini aynı doğrultuya sokmak isteyen bir takım ala kalar kurmaya niyetlendikleri sezilmektedir. İki büyük par ti diğer partileri silmek için seçim sisteminde Anayasaya kadar uzanan bir takım değişiklik
planiarına yönelmek
arazları gösteriyorlar. Şüphesiz ikili sisteme dönmek Türkiye için şarttır ve Türkiye neticede yanlarında bir de üçüncü bir denge par
tisi olan iki büyüklü
sisteme
gidecektir. Ancak hemen
söyleyelim ki bunun yolları, tıpkı parçalamakta tatbik edil
diği gibi, suni zorlamalar değildir. Seçim sistemi ile kanun larla parçaları birleştirmek,
bölünmeye engel olmak hem
mümkün değildir, hem de mümkün olsa bile uzun ömürlü
156
bir sağlamlık meydana getirilemez. İkili sisteme tabii yol lardan yüriimek, milletin tabialına ve Türkiye'nin şartları na uymak suretiyle gidilebilir ve gidilmelidir. Bunun ilk şartı Türkiye'yi evvela kanlı bıçaklı sağ..,sol çekişmesinden kurtarmaktır. Bu ise, yalnız v.e yalnız, solu mutedil hudutlar içine, sadece ekonomi sahasına inti kal ettirmekle mümkün olur. İkili parti sisteminde karşı karşıya gelen partiler kütle partileridir ekip farkını çok aşan bir uçurum yoktur. Türkiye'de bugün sol sağa ve merkeze adamakıllı yakla.şmadıkça ikili sistemin nimetle rini beklemek hayal olacaktır. İkili düzene gitmenin ikinci şartı büyük partilerin ken di içinde parçalanmalarının önüne geçecek sartlan hazırla maktır. Bunun için de bir yandan doktrini kitle düşüncesi içinde eritmek gerektiği gibi bir yandan da bilhassa ve bil hassa liderin ve lider kadrosunun parti tabanını, kütleyi hakkiyle temsil etme liyakatını göstermesi icap eder. Siz kitleyi hakkıyla temsil edemeyin, tabana layık olmayın, milli iradeyi boşa çıkarın, sonra da kalkın sun'i yollarla, metinlerle sosyal bütünleşmeyi gerçekleştirrneğe çalışın Mümkün müdür? Asla !
Her halde Türk Cemiyeti Ecevit ile Demirel'in pazarlı� ğıyle şekiilenecek bir cemiyet değildir. Kendi sosyal şartlan vardır. Ona yönelmeğe bakılmalıdır. Ancak o zaman abesle iştigal edilmemiş olur.
157
HU.KüMETStz TÜRKİYE
29 Ekim 1974 Ekim seçimlerinin neticeleri bir seneden beri Türkiye yi temelden kemirmeğe devam etmektedir. Bu seçimler, hiç bir partiyi tek başına iktidara getirmemekle memleketi La tın tipi çok partili demokrasinin dağınıklığı, istikrarsızlığı
ve perişanlığı içine elsiz ayaksız yuvarlamış ve her sahada vatanın ufuklarına sayısız kara bulutlar kümetenrneğe baş lamıştır. Türkiye cemiyetinin bütün tarih içindeki ana vasfı di siplinli bir millet olmasıdır. Bu disiplinli cemiyet daima oto riter idareyi tercih etmiştir. Kuvvetli devlet ve kuvvetli hü kümet Türk dirlik ve düzenliğinin temel şartıdır. 14 Ekim seçimleri her şeyden önce, Türk milletinin bu disiplinli ha yat
telakkisini
yıkmıştır.
Türkiye'de
kuvvetli
devletin
v.e kuvvetli hükümetin gölgesi demokrasi içinde zaten fer din ve cemiyetin hayatından sokaktan, meydandan, kırdan bayırdan gittikçe silinmeğe çoktan yüz tutmuştu. Bir se neden beri ise bu silinme adeta resmileşmiştir. Bu bir sene içinde olanlar
son
derece ümit kırıcıdır.
Bu yeni devrenin en belirli ve sarsıcı işi 12 Martın tasfiye sidir. 12 Mart Türk cemiyetinin kendisini bulması, insan larımızın aklını başına toplaması,
memleketin uzun yıllar
dan beri ihtiyacı ile kavrulduğu Türk rönesansına ulaşma-
158
sı kısacası Orhun abidelelindeki ifadesiyle Türkiye'nin tit reyip kendisine dönmesi için adeta gökten inmiş bir ışık gi biydi. İşte 1'4 Ekimden sonra bu ışık söndürülmüş 12 Mart fırsatı heder edilmiş, titreyen Türkiye kendisine dönecek yerde akıbeti çok şüpheli riıeçhullere yönelmiştir. Bu meç hullerden Türkiye'yi o istikamete zorlayaniann ve solcu ların neticede yüzlerinin güleceklerini sanmak aslında bü yük bir aldanma, feci bir yanılmadır. Bu gidişin sonunda solcusu ve sağcısı ile bütün büyük ıztıraplarla
memleket evlatlannın daha
karşılaşmalan
kuvvetle muhtemeldir.
Yanda kesilen bir tedavi geçici bir iyileşme içinde olan has taya o anda ferahlık vermiş gibi olabilir. Fakat hastalık daha şiddetle nüksedince eskisinden daha sert bir tedavi ile müdahale etmek zarureti kaçınılmaz bir tabiat kaidesidir. Son bir senedir sürüp giden yeni devrenin ikinci belirli ve sarsıcı işi iktisadi kalkınmadaki tökezlenmedir. Türki ye'nin manevi dünyası, cemiy.etin milli kültürü daha önce lerden, çok uzun zamandan beri yıkılmakta idi. Arka arka ya gelen iktidarlar ve hükümetler memleketin tek işinin yol ve fabrika yapmaktan ibaret olduğunu sanmışlar ve mane vi cepheyi adeta bir kenara itmişlerdi. Fakat ortada bir ümit vardı. Maddi cihazlanma, iktisadi kalkınma gerçek leşsin, manevi kalkınmaya da sıra gelecektir diye avunu yorduk. Şimdi, manevi dünyası devamlı yıkılagelen Tür kiye'nin iktisadi ümitleri de derin bir hüsrana gömülmek tedir. Son sollu sağlı koalisyon iktidan memleketin İkinci Dünya Harbinden sonra başlayan Demokrat Parti devrinde parlayan, AP iktidarında bir kat daha büyüyen iktisadi ci hazlanma arzu ve iştiyakını adeta gırtlağında düğümlemiş tir. Bunda
dünyayı saran
durgunluk
içindeki enflasyon
krizinin payı olmadığını iddia etmek insafsızlık olur. Ancak Türkiye'nin bugünkü feci iktisadi durumunda ve cemiyeti korkunç bir şekilde bunaltan pahalılık .kasırga.sında en az
dış tesirler kadar içeride hükümetin
takip
ettiği yanlış, 159
hayalperest, ilimsiz iktisadi politikanın menfi rolü olduğu muhakkaktır. 14 Ekimden beri milletin
maddi kalkınma
flmitleri de söndürülmüştür. Bu devr.ede manevi sahada da ha da hızlanan çöküntünün cemiyette gereken telaşla kar şılanmamasının sebebi de herkesin bu maddi ümitsizlik içinde geçiın derdine düşmüş olmasıdır. Bu manzara ve gidiş
karşısında memleket
ne yapıp
yapıp, silkinrnek toparianmak ve bu makus talihe süratle bir çare bulmak manevi ve maddi yıkıntıyı bir an önce dur durmak mecburiyetindedir. Memleket işleri sıraya dizilmiş, kuvvetli bir hükümetin önlerine gelmesini beklemektedir. Hal böyle iken Türkiye'de ller
şey güllük gülistanlıkmış
gibi bir siyasi rehavet içinde gevşedikçe gevşiyor ; geopoli tiğin, hayat kavgasının, siyasi konjonktürün en hassas ül kesini hükümetsiz Türkiye haline getirmiş bulunuyoruz. Türkiye'de bugün
istifa etmiş
bir hükümet vardır.
Yenisi kuruluncayıl kadar tabü olarak bu hükümet vazife sine devam edecektir. Hukuki şekil, kanuni durum tamdır. Fakat Türkiye'nin hakikatte bugün hükümetsiz olduğu da
inkar edilemez bir vakıadır. Zaten baştan beri her biri ayn ayrı telden çalan milli irade tabaniyle ters düşmüş istifa
etmiş,
istifa ettikten sonra
da
birbirine
dargın iki kanadı
bir araya gelip kabine toplantısı bile yapamayan işleri ba kanlann şahsi temayüllerine bırakmış olan, imza yetkisi boşlukta kalmasın diye koltuğuna iğreti bir şekilde ilişmiş bulunan
gölge bir hükümet, Türkiyenin bugünkü şartla
rında memlekete hükümetsiz Türkiye dedirtmeyecek bir hükümet ağırlığında görülebilir mi ? Fakat bilmem dikkatinizi çekti
mi, bu siyasi buhranda
beklenmedik bir şey oldu ve gerçekten hiç umulmadık bir şekilde adeta hükümetsizliğe alışmış olduk. Birinci sefer
yüz gün, ikinci defa bir ay oldu Türkiye hükümetsizdir. 160
Hükümetsiz dini bayram geçirdik. Cumhuriyet bayramını da güle oynaya geçiriyoruz. Herkes kaderini yaşıyor işler kınk dökük yuvarlanıp gidiyor. lık bakışta insan bunun müsbet bir g�lişme olduğunu tatsız bir siyasi bulırandan cemiyet için hükümetsiz de yo luna devam edecek bir olgunluk dorğduğunu zannedebilir. Bunda da bir hayır olduğunu düşüner.ek iyimserliğe kapıla bilir, hatta hükümetsiz de oluyormuş diyerek işi bir eğlen ceye vurabilir veya Marksizmin devletsizlik, hükümetsizlik idealine paralel bir felsefi hayale bile kendimizi .kaptırabi Iiriz. Fakat meselenin dış görünüş altındaki asıl yüzü bun lara imkan verıniyecek kadar ciddi ve düşündürücüdür. ;Evvela bu yokluktan, hükümetsizlikten · rejimin ve de mokrasinin manevi bir sosyal yara alması tehlikesi vardır. Var ile yok arasında bir hükümet, bir hükümet çıkarama yan bir parlamento vatandaşın kafasının içinde varlık şar tını kaybedebilir. Bu kayıptan ise Türkiye'nin şartlarında bir memlekette bulunması, ortaya çıkması çok kolay olan tepeden inmeeller rahatlıkla istifade edebilirler. Siyasi par tiler, parlamento ve hükümet niye var olduklarını varlık sebeplerini unuturlarsa kendi kendilerini yokluğa mah kUm. etmiŞ olurlar. İkinci nokta bundan daha hazindir. Türkiye'nin hükü metsizliğe alışması, hükümetsizliğin korkulan sarsıntılan getirmemiş olması aslında bu halin Türkiye için yeni olma masıdandır. Zira Türkiye hükümetsizliğe çok uzun yıllar dan heri hükümetler varken alışmıştır. Hükümetli iken hü kümetsiz olmak artık Türkiye'nin·kaderi olmuş gibidir. Ar ka arkaya gelen zayıf hükümetler hiç bir zaman tam bir hükümet varhğı gösterememişler, · memleketi arka arkaya daima hayal kınklığına uğratmışlardır. Milletin arzulanna 161
tercüman olarak ne cemiyetin manevi yapısını yükseltmiş ler, ne de iktisadi
kalkınınayı
selamete çıkarmışlardır.
Daima gölge hükümetler olarak kalmışlardır. Bu bakım dan hükümet ha varmış ha yokmuş, hepimiz buna çoktan alıştık. Bugünkü hükümetsiz devreyi geçirirken partilerin eğlenceli pazarlıklarını televizyonda bir maç seyircisi gibi rahatlıkla takip etmemiz bundandır. Onun için parti liderlerimiz de kuvvetli bir hükümet çıkarmak değil, çıkarmamak oyunlarına zekalannın bütün kıvraklığı ile ve huzur içinde istedikleri kadar devam ede bilirler. Vatandaş, olsa da bir olmasa da bir noktasına çok tan ulaşmış ve kendi başının çaresine bakmaktan başka bir gerçek olmadığını çoktan beliemiş bulunuyor.
162
KUVVET KORKUSU 31 Ekim 1974
1950 seçimlerinde üniversiteden çok değerli bir arka daşımızı
Demokrat
Parti saflarında
Milletvekili olarak
Meclise uğurlamıştık. Bir kaç ay sonra eski ocağmı ziyare te geldiği zaman başına üşüşüp kendisini sual yağmuruna tuttuk. İlimden sonra siyaseti nasıl bulmu"?tu ? Ankara'da durum ne idi ? Demokrat Partinin yeni iktidarı neler vaade diyordu ? Bilhass a yeni Başbakan Adnan Menderes nasıl bir insandı? Adnan Menderes'i memleket bir müddetten beri dört lerden biri ölarak tanıyordu. Fakat dört kurucunun en g.en ci idi ; vasıfları ve meziyetleri yeter derecede bilinmiyordu. Başbakanlı;ğı Türkiye için hakikaten yepyeni idi ve hatta aşağı yukan
sürprizdi. Zeki Hocamız
ve arkadaşımız o
gün Adnan Menderes'i anlatırken söylediği bir sözü yirmi dört senedir hiç unutmadım. Genç Milletv.ekili henüz orta da belirli bir işaret yokken, çok erkenden Menderes'e fev kalade mühim bir teşhis koyuyor ve hükmünü şöyle beyan ediyordu : Adnan Menderes'in en büyük dikkati Demokrat Parti içinde Başbakan tipinde adam bırakmamaktır. Bu teşhisin ne kadar isabetli olduğu ondan sonraki on sene zarfında bizzat Menderes
tarafından gittikçe artan
bir israrla doğrulanmıştır. İktidarı alan ilk Demokrat Parti 163
grubu 1946 ve 1950 heyecan fırbna.sı ve birlik ruhu ile Meclise pek çok kuvvetli insan getirmişti. Adnan Mende res'in ilk işi bunları sindirrnek ve sonraki seçimlerde temiz lemek olmuştur. Yalnız bir Refik Ş.evket İnce'nin harcan ması hadisesi bile siyasi tarihimize bu tutumun ve o devrin acı bir ibret vesikası olarak geçecek mahiyettedir. Mende res böylece farkında olmadan kendi bindiği dalı kesrneğe devam etmiş ve her seçimde daha yumuşak daha kuvve- siz bir grup getirmek hedefinden şaşmamıştır. Bir seferin de kendisini ve hükümetini şahlanarak köşeye sıkıştırmış bulunan Meclis grubunu arslanlar siz isterseniz bilafeti bile getirebilirsiniz diyerek okşamış, dünya siyasi tarihinde em sali görülmemiş bir şekilde bütün bakanları o anda feda edip kendisini kurtarmış, bir müddet sonra ortalık yatışın ca aynı bakanlan tekrar kabineye almak talihsizliğini bile göstermiştir. Neticede Menderes tam hedefine ulaşmış ve Demokrat Parti grubu içinde kendisine yanlış diyecek, ha yır diyecek kimse v.e hava bırakmamıştır. Fakat maalesef bu aynı zamanda o kıymetli insanın sonu olmuştur. Eğer etrafında kendisine yanlış diyecek hayır diyecek insanlar olsaydı, hiç Menderes ipe gider ve memleket. onun kabiliyet ve meziyetlerinden bugün mahrum kalır mıydı Yalnız rahmetli Menderes mi ? Şüphesiz ki, hayır. Bi zim son devir siyasi hayatımızda kuvvetten korkmanın, kuvvetiiyi istememenin, zayıfı kuvvetliy:e tercih etmenin hiç bir istisnası yoktur. İnönü'den Demirel'e ve Ecevit'e kadar herkes bu, Türkiye'ye mahsus kanunun değişmez hükmüne tabidirler. Etraflarına zayıf kimseleri toplamak etrafıarın zayıf kimselerle çevirmek, kuvvetli insandan ürkrnek zayıf bakanlar seçmek bizim liderlerin müşterek vasıflandır. Bu vasıf ve bu tutum CHP mektebinin Türk siyasi hayatına ve hatta bütün Türkiye'ye yerleştirdiği bir sistemdir. Demokrasi devrinde kurulan her kabinenin önce
164
üan edildiği Mecliste bir hayal kırıklığı ile karşılanması artık bizde adet haline gelmiş gibidir.
Rahmetli İnönü'nün kuvvetli karşısındaki allerjisi, tek parti içindeki icraatırun yam sıra, daha bir Mareşala ta hammül edemediği zaman kendisini belli etmişti.· Kendisi nin Cumhurbaşkam olmasındaki desteğine ve Türkiye'yi İkinci Dünya Harbine sokmayan asıl insan olmak mevkiine rağmen İnönü'nün bu tutumu Rahmetli Fevzi Çakmak'ın ölüm döşeğinde kendisini ziyarete gelen Cumhurbaşkam İnönü'yü kabul etmemesine ve iki eski silah arkadaşının öbür dünyaya dargın gitmesine bile sebep olmuştur. Sonra dan çok partili hayatta da İnönü'nün hem parti içinde, hem hükümet kurarken tercihi daima zayıf, daima kuvvetliden ürkrnek istikametinde olm:uştur. Bu yüzden onun harcadığı adamın haddi hesabı yoktur. Kasım Gülek'in popülaritesi bile onu tedirgin etmiştir. Turhan Feyzioğlu'nu harcaması da onun kuvvetinde gördüğü tehlikedendir. İnönü, Bülent Ecevit'i de aym gözle görmüş, fakat bu sefer zamanlama hatası yapınca nihayet o da Menderes gibi sonunda kendi oyununa kurban olup yenik düşmekten kurtulamamıştır. Demirel Türk siyasi hayatına adeta sıfırdan, tabiri caizse yeni bir güneş gibi doğmuştu. Büyük ve yepyeni bir potansiyel ifade ediyordu. Fakat zayıfı tercih, zayıfa esir düşme prensip ve iştiyakından, kuvvetliye tah ammül ede memek zaafından kendisini o da kurtaramadı. Demokrat Partiden itibaren oluşa gelen Adalet Partisi asıl fikriyatını temsil eden ve partinin kuvvetli adamlan olan 40 kişiyi gözünü kırpmadan ihraç ederek etrafıru bir zayıflar halka sı ile çevirip, huzuru bulacağını sandı. Bu yüzden neticede kendisi de memleket de kaybetti. Bugün Türkiyenin içinde bulunduğu kanşıklığın ve siyasi bulıranın hiç şüphe yok ki temel sebebi budur. Şimdi AP kongresi Demirel'in 165
etrafındaki bu zayıf halkayı, tıpkı Menderes'in bakanlan gibi zorla kırıp atmıştır. Bundan sonra artık Demirel'in de, AP'nin de, milliyetçi cephenin de akibeti Demirel'in bu ta ban ve kongre tazyikinden alacağı derse bağlıdır, Bu ders alınacak ve tutumlar, tavırlar değişicek midir ? Demirel'in şahsına derin sevgim ve saygım vardır. Fakat böyle bir değişmenin olacağını hiç sanmıyorum. Sanmıyorum, çünkü kuvvet korkusu bu memlekette hepimizin tabiatı haline gelmiştir. Eskiden Türk devletleri Başbuğa, Sultana, Padişaha kellesi pahasına fikrini açık açık söyleyen vezirler idrak ederek yükselmişti. Şimdi li dere ve başbakana hayır demenin adeta ayıp sayıld1ğı bir devirde yaşıyoruz. Taptaze Bülent Ecevit'in bunda bir istis na teşkil etmediği muhakkaktır. Ecevit rakiplerine nasıl ta hammül edemediği, partiyi nasıl hakimiyeti altına aldığını, nasıl kendi partisinin bile gözünü doldurmayan bakanlar seçtiği, zayıf kuvvetli demeden mektep arkadaşlarını nasıl iş başına getirdiğini yeter derecede göstermiş ve kuvvetli den ürkme dairesinin dışında kalmadiğını ispat etmiştir. Şüphesiz kuvvet korkusu yalnız siyasi kademe için bahis konusu değildir. Zamanımızda bu esas, memleketin adeta taşına toprağına sinmiştir. Bütün medeni dünyanın aksine, Türkiye'de öyle bir seleksiyon vardır ki ince, zayıf taneler eleğin üstünde kalır, iri taneler altına geçer. Kuv vetli adam korkusu, kuvvetli gelirse acaba ne olur endişesi iliklerimize kadar işlemiş ve bizi peşin peşin zayıfa makkum bir cemiyet haline getirmiştir. Her yerde, her kadernede bu böyledir. Üniversitede bile vaktiyle bir rektör "Üniver sitede prens istemiyoruz, şahsiyet istemiyoruz" diye fik rini açık ilan ederek, bir hukuk profesörünü bir ay fakülte
sinden uzaklaştırıyor ve onun boş yere kahraman olması teşvikle, 1960 ihtilal davetiyesine ayrı bir katkıda bulu nuyordu. Hangi müesseseye bakarsanız bakınız zayıflar nı
166
kazamr, kuvvetliler kaybeder. Eğer binde bir bunun istis nası oluyorsa, billniz ki orada şeytanın hacağı kırılmıştır. Şimdi hükümet kurulmaya çalışılırken, yine bu zayıf lık tutkumuzun, kuvvetten korkma tabiatımızın ön planda olduğunu elemle müşahede ediyoruz. Bir AP
-
CHP koalis
yonu istikametinde zorlamalar var. Halbuki AP - CHP koa lisyonundan yalnız zayıf bir hükümet çıkar. Bunun tahlilini gelecek yazıya bırakıyoruz. Yalnız şimdilik şu kadarını söyleyelim ki, bu iki partinin en kuvvetli iki parti olması onlardan çıkacak müşterek hükümetin zayıf olmasım ön leyemez. Bu bir paradoks değildir. Bu yola gitmeyelim. Li derler lütf etsin de, hiç değilse bu sefer zayıfı kuvvetliye tercih etmeyelim. Unutmayalım ki Türkiye mutlaka ve edebiyen zayıf hükümetlerle ve ikinci derecede kabiliyetlerle idare edilmek mecburiyelinde değildir.
167
TEK
ÇlKAR YOL BEŞLİ lfOK(JMET 5 Kasım 1974
Demirel Ecevit'in dokuz roaddeli teklifini onbeş gün evirip çevirdikten sonra nihayet toptan reddeti. Ve böylece Türkiye zayıf bir hükümet ihtimalini geride bU"akarak kuv vetli hükümet istikametinde çok kıymetli bir adım atmanın bahtiyarlığına kavuşmuş oldu. On beş yirmi gündür sağduyu çevrelerinde ciddi endişe bulutları kümelenmeğe başlamıştı. AP kongresine denk ge len veya getirilen teklifler, kongrenin seyrine göre, iki par tiyi beraberlik içine, itebilir ve bundan
Pek hayırlı olmaya
cak neticelerdoğabilirdi. Şimdi görülüyor ki Demirel kon greden bu teklifierin altında ezilmeyecek kadar kuvvetli çıkmış arkasından da gerekli tavrı takınarak biriken en dişe bulutlarını dağıtmıştır. Gerçekten, bundan önceki yazımızda da işaret ettiği miz gibi, bir CHP ve AP koalisyonundan ancak ve ancak zayıf bir hükümet çıkabilrdi. Miskinliği memleketin kaderi zanneden kimselerin beklediğinin aksine, Türkiye'nin bugün bekledği şey kuvvetli bir hükümettir. Kuvvetli bir hükü metin bugün böyle bir koalisyondan çıkması ise tamamiyle imkansızdır. AP ve CHP koalisyonu İsmet Paşa'nın başkanlığında denenmiş ve o zaman ihtilalci çevreler karşısında siviilere nefes aldırmak bakımındaı:ı. faydalı olmuştu. Ancak o günkü
168
şartlada bugünkü Şartlar arasmda hiçbir benzerlik yoktur. Ayrıca unutulmaması 13.z:ım gelen bir nokta da o günkü CHP'nin bugünkü CHP olmadığıdır. O günkü CHP'de aşağı yukan AP gibi bir merkez, bir kütle partisi idi. Bugünkü
CHP ise alabildiği kadar sola kaymış ve AP ile arasmda .doldurulmaz uçurumlar açılmış bulunan bir sınıf partisidir.
O günkü koalisyon, birbirine yakın iki kütle partisinin, si yaset icabı birbirine zıt düşmüş ki ekibinin dış kuvvetiere k3.r§ı zaruri olan bir birleşmesi idi. Zaten başarısı da yalnız bu dış kuvvetler kaT§ısında çok kıymetli bir zaman kazan makla sınırlanmıştır. Yoksa, o koalisyon bile başka bakımlardan bir idare-i maslahat hükümeti olmaktan ileri gelen kuvvetli bir ka bineyi asla getirmiş değildi. Öyle ki, dıştan en kuvvetli gö ründüğü anda bile içerde düşrneğe hazır bir diş gibi salian tıdan kendisini kurtaranuyordu. Her iki parti de, fakat bil . hassa AP bu koalisyonu ciddiye alınıyordu.
O sıralarda bir gün Mecliste müzakereleri takip ediyor dum. Hükümetin İcraatı münakaşa ediliyor, kürsüde cer bezeli bir AP milletvekili müşterek hükümeti hararetle mü dafaa ediyordu. Fakat bir ibret sahnesi gözler önünde idi. AP sıralarmdan kendi milletvekilierine devamlı sataşılıyor, laf atılıyor, sözleri ile alay ediliyordu. Koalisyonun havası bu idi. Ve bu havanın ihtiyar İsmet Paşa'ya ne kadar sıkın tılı günler yaşattığını görmerneğe imkan yoktu. Nitekim
dış
ihtilalci çevreler karşısında nefes aldırma vazifesi biter
bitmez, bir saniye bile beklenmeden, İsmet Paşa yurt dı şında iken, koalisyon yıkılmış ve hükumet düşürülmüştür. Bugün ise bir AP ve CHP koalisyonunun hiç, ama hiç heves edilecek tarafı yoktur. Eminim ki bunu Ecevit de, Demirel de ta baştan beri pek ala biliyorlar . Fakat bile bile siyasi bir oyun oynamak işlerine geliyor. Bu sefer de bile bile herkesin yüreğini ağzına getirdiler. Herkes bugünü değil, ilerisini düşünüyor. Ecevit'in iş yapmaktan çok, da-
169
ha doğrusu yapılan işten çok, o işin propagandasına önem verdiği bütün icraatında açıkça kendisini göstermiştir. Bu dokuz alternatifli teklifinde maksat hükümet kurmak değil yeni bir propaganda yatırımı yapmaktır. Belli ki E'cevit memleketi ve partileri devamlı olarak bir erken seçim bas kısı altına almak istemekte, herkesi aslında imkansız bir seçimden kaçma durumuna düşürerek CHP'ni cümleye mey dan okuyacak kadar kuvvetli gösterip, bu gösterişten ayrı bir kuvvet kazanmak manevrası ıçinde bulunmaktadır. K.ıb ns heyecanı yatışmadan seçimi kabul ettirebilirsem belki seçimi vururum, kabul ettiremezsem o zaman da herkesi kaçıran bir kuvvetim olduğu intibaını memlekte yerleştire rek kuvvet kazanırım düşüncesindedir. Demirel'den red ce vabı alınca, diğer partileri denemeden, ilk beyanatında bir azınlık hükümeti kurmak cesaretini gösterebilme tehdidin de bulunması da bundandır. ASLINDA, dokuz alternatif getiriyor görünmekle be tekraber, Deınirel'e yapılan teklif tek buutlu bir teklifti. Bu tek buut CHP'nin keyfine ve çıkarına göre bir hükümet kurmaktan ibaretir. Maksat bu keyif ve çıkan çok cepbeli gösterip Demirel'i köşeye sıkıştırmak ve AP raundunu da kazanmaktı. Fakat Demirel ve AP adeta şahlanmış, kendi sine yönelen propaganda tehdini mükemmel bir şekilde gel diği köşeye geri çevirmiştir. Demirel Türkiye'nin bugünkü şartlannı çizmış, bu şartiann beklediği hükümetin vasıf larını mükemmel tespit etmiş, böyle bir hükümete biz va evet diyenler beri gelsin demiş ; böylece topu Ecevit' e atmış, pek tabii Ecevit de kendi icraatına ters düşen böyle bir hükümet tablosuna evet diyememiş ve top elinde kal mıştır. Bu, Türkiye için çok ümit verici bir gelişmedir. Tatsız bir hükümet buhranından tatlı bir netice ortaya çıkıyor gibidir. Zayıf hükümet ihtimalleri gittikçe kayboluyor, za yıf hükümetler k.urulması ihtimalleri her gün biraz daha nz,
170
imkansızlaşıyor. Bozbeyli'den, Türkeş'den Feyzioğlu'ndan, Erbakan'dan sonra Demirel de kuvvetli hükümet zarure tine gelmiş bulunuyor. Bir de hala ipleri pamuk ipliğine bağlama kisteyen, hala idarei masiahat hükümetleri peşin de olan akl-ı evvel kafalar değişse, o zaman büsbütün se lamete çıkılmış olacaktır. HüLASA son AP ve CHP kopmasİyle bir kere daha görülmüştür ve anlaşılmış olmalıdır ki :
1
-
Türkiye'nin iç ve dış bütün şartları bugün yal
nız ve yalnız kuvvetli bir hükümeti gerekli kılmaktadır.
2
-
Kuvvetli hükümet kuvvetli başbakan, kuvvetli
bakanlar, kuvvetli parlamento zemini ve kuvvetli millet zemini demektir.
3
-
Kuvvetli parlamento zemini en kalabalık iktidar
zemini demek değildir. Birbirine zıt iki partiden parlamen toda bir kalabalık meydana getirebilir, fakat bu ahenksiz kalabalık bir kuvvetli parlamento desteği meydana getir mez.
4
-
Parlamentoda da, milletin sinesinde de meydana
gelecek, yaşlanılacak tek kuvvetli hükümet tabam, aynı cephedeki partilerin el ele vermesinden doğacak tabandır.
5 - Böyle bir taban bugün sadece AP. MSP. DP. CGP. MHP yani beş partinin kuracağı milliyetçi cephe bir liğinde 260 milletvekili ile yüzde altmış yedi buçuk oy bü tününde mevcuttur. Başka memleketlerde olsaydı bu müş terek taban bir nimet sayılırdı.
6
-
Netice olarak, Türkiye'de bugün tek kuvvetli
hükümet potansiyeli milliyetçi beşli koalisyondadır. Türki ye bu gerçekten kaçamaz. Her şeyi göze alıp milli bir cesa retle bu gerçeğin üzerine yürümek lazımdır. Ey beş parti ve ey devletin sorumlulan, bu gerçeğin üzerine yürüyonız ! Tarih bunu bekliyor. Millet bunu bekli yor.
Ve unutmayınız ki, bugün kullanamazsanız, bir daha bu fırsatı bulamazsanız !
171
ECEVİT HAKLIDffi
7 Kasım 1974 Türk cemiyetinin son devirde gittikçe belirli hale gelen bir vasfını artık herkes bilmektedir. Bu vasıf vaktinde ted bir, zamanında islah yerine yumurta kapıya gelince ateş hacayı sarınca harekete geçmektedir. Ondan evvel kati yen akıllar başlara toplanmaz. Olanlar sanki başkasının vatanında cereyan ediyormuş gibi derin bir galet ve reha vet içinde, bakalım ne olacak diyen bir maç seyircisinin merakı ile, eğlenceli bir kayıtsızlığın içine bağazırmza kadar gömülür kalırız. Hayat ve hayatın safhalan bizim için sade ce finali olan bir yarıştır. Finalinde son saniyeleri mühim dir. O saniyelerde bütün gücümüzü toplarak ya batar, ya çıkanz. Böylece işi kumara bırakan bir kadercilik adeta bizim ikinci tabiatımız olmuştur. Şimdi hükümet bulıranında da bu kader saniyelerine süratle yaklaşan safhası başlamış bulunuyor. Bunu fev kalade büyük bir sevinçle karşılamak lazımdır.
Hükümet
bulıranının manasız, gayesiz, hedefsiz, aldatıcı ve tenbel oyalanma safhası çok şükür nihayet sona ermiş bulunuyor. Artık ne olursa olsun merhalesine, kafamızı taşa çarpmak saatine gelmiş bulunuyoruz. Artık Türkiye ümit dönemine girmiş, kurtuluş ihtimaline gebe hale gelmiş demektir. Hiç işimiz ve meselemiz yokmuş gibi tembel tembel oyalaruna safhasını siyasi kadrolar
172
ve devlet sorumluları
ve tam
beş
ay devam ett�lerdir. Aslında ilk üç aylık
hükümetsiz devre ile şimdiki bir buçuk iki aylık devre bir bütündür. Onun için bugün iki aylık bir bulıran içinde değil, hakikatte beş aylık bir bulıran içL'ldeyiz. Hatta talihsiz koalisyonu da katarsak bulıranın aslında bir senelik oldu ğunun rahatça söyleyebilir. Bu bulıranda boşuna zaman öldürülmüş, eski tabirle tamamen abesle işgal edilmiştir. İlla CHP ile diğer parti lerin koalisyon yapmalanna , yine eski tabirle, adeta mez biıhane gayret sarf olunmuştur. Halbuki bu ikisinden Tür kiye'de istikrarlı, tutarlı, rahat müessir, tek kelime ile sıh hatli bir hükümet çıkarmak tamamİyle imkansızdır ve im kansızdı. Şüphesiz bunu idrak edernemenin sorumluluğu ne Sayın Cumhurbaşkanında, ne de CHP dedir. Bunun so rumluluğu tamamiyle sağda ki partilerdedir. CHP ile anla şılabilinir, geçinilebilir zanneden bizim kurdun karşısındaki
kuzu tabiatlı ve sa.fiyetli irli ufaklı sağ partilerimizdedir. Şimdi çok şükür AP'den sonra DP ile de ortaklık yolu ara manın ve beklemenin beyhudeliği anlaşılmış ve siyasi oya lanma devresinin bütün kapılan kapanarak Türkiye başı taşa çarpacak saatin düzlüğüne çıkmıştır. Şimdi bu
düzlükte
Ecevit'in koalisyonsuz hükümet
dediği azınlık hükümeti faslı başlamıştır. Şüphesiz azınlık hükümetinin işler bir çözüm şekli olmadığını Ecevit de gö rüp biliyor. Fakat akıllan başlara toplamak veya toptat mak için başka hiç bir yol da kalmamaıştır. Bu sebeple Ecevit'in azınlık hükümeti kurması, bir azınlık iktidanna heves etmek değil, gerçek bir zorlamadır. Bu zorlamadan başka bir geçerli silahın, Türkiye için de Ecevit için de, kalmadığım kabul etmemek insafsızlık olur. E'cevit bu yola gitmekle yerden göğe kadar haklıdır. Yok niye koalisyonu bozdu, yok hükümetsiziikten kendisi sorumludur gibi sa tıhta kalınağa mahkum boş laflann hiç bir manası yoktur.
173
CHP - MSP koalisyonu mutlaka bozulması lazım gelen bir koalisyondu. Bu koalisyonu her bakımdan Türkiye için ger çek bir facia idi. Artık daha dehşetli bir hale getirmekten başka bir şey olınayacaktı Ecevit bu koalisyonu bozmakla memlekete büyük bir hizmette bulunmuştur. Haylilanacak tek husus bu bozulmanın gecikmiş olması, Kıbns harekatın dan önce mesela üstündağ gensorusunda bu fırasın ka çırılmış bulunmasıdır. Türkiye'nin bugünkü ve gelecekte ki sıkıntılarında bu gecikmenin çok büyük bir rolü vardır ve olacaktır. Bu gecikme CHP'ye ve Ecevit'e Türkiye'de dengeyi daha bir müddet bozmakta devam edecek lüzum suz ve yanıltıcı bir fırsat ve itibar kazandırmıştır. Türki ye bu gerçeğe aykırı aldatıcılığın acısını çok çekecektir. Bugün artık Türkiye'nin ve siyasi partilerimizin kar şısında ikili bir yol ayırımı vard1r. Ya azınlık hükümetinin devamma razı olunacak veya tabii mecraya oturularak sağ daki beş milliyetçi parti devreye girecektir. Azınlık hükümetini aslında, Marksistlerin dışında Ece vit
dahil
alınayacağı
hiç
kimse
belli
olan
istemiyor. böyle
bir
Ecevit geçici
güven
oyu
hükümete
git
mekle, onu bugünkü perişan müstafi hükümetin yerine koyarak MSP'Ii bakanlardan
kurtulmak
istemektedir.
Bu kurtuluş ona hem MSP'de kalmış bakanlıklarda, hem de kendi bakanlıklarının MSP'nin bütün devlet mekanizmasına mutlak hakimiyetini sağlayacaktır. Ondan sonra CHP ikti dardan gitse bile yine iktidarın gerçek sahibi olarak kala caktır. Zaten CHP'nin böyle bir ananesi de mevcuttur. Diğer taraftan azınlık hükümeti ile Ecevit hem erken seçim konusunda, hem propaganda sahasında karşılann daki partileri ve bütün memlekti çok daha amansız bir bas
kı altına alabilecektir. Bunda da başan ihtimalleri son dere ce kuvvetlidir. Böyle bir azınlık hükümeti CHP'nin kuv-
174
vetine kuvvet itibanna itibar katacaktır. Bunda kimsenin şüphesi olmasın. DiGER partilerin iyimser fakat, CHP'nin uzunca bir müddet böyle bir kadere başbaşa bırakılması, onu yıprat manın en iyi yoludur gibi bir düşünce çok hatalı görünebi lir. Fakat bu tamamiyle kısa görüşlü bir tutumdur. Bugün kü vahim iktisadi durumun, eski bir Türk tabıriyle, düşman gibi bir hayal olmaktan öteye geçemez. Bu ağır geçecek kışta millet iktisadi sıkıntının altında büsbütün ezilecektir. Fakat bu ezilmeden kismenin CHP ni sorumlu tutmayacağı da ayni derecede muhakkaktır. Düunyadaki krizin neticesi denecek bunlar, çok usta bir TRT basın ve siyasi kampanya propagandası ile milletin beynine dolduracak ve böylece hiç şüphe edilmesin ki bulırandan zarar yerine kar temin olunacaktır. Ayrıca Türk cemiyetinin sosyal tavrını da iyi hesaba katmak lazımdır. Türk cemiyetinin her türlü ve bilhassa siyasi reaksiyon kısa devreli değildir. Kamuoyu geniş ara lıklarla değişir. Bu cemiyette milletin yöneldiği birinden dönmesi ve sqğuması için öyle kısa bir zaman, bir ki seçim devresi kafi gelmemekte millet gönül verdiğini ve ümit bağ ladığını bir kaç seçim müsamaha ile desteklemeğe devam etmektedir. Değişiklik, son devirde göriJ.lmüştür ki, aşağı yukarı on senede devresini tamamlamaktadır. Böyle bir cemiyette CHP'nin ve Ecevit'in kolay yıpranacağını, henten gerileyeceğini beklemek asla doğru değildir. Bugün de il(ti sadi bulıran yokluk ves pahalılık ortalığı kasıp kavuruyor, Siz bundan, muhalif parti mensupları dışında, sokakta va tandaşın cahilin veya o.kumuşun CHP'yi ve Ecevit'i sorum lu tuttuğunu, onları suçladiğını hiç gördünüz mü ? Hasılı, hiç bir şey yapmadan, memleketi CHP'ye teslim ederseniz, cemiyetin kendiliğinden kısa devrede ona sırt çevireceğini sanmak saflıktan başka bir şey olmaz. 175
Kaldı ki, aslında mukabil sil8.hı da, yani muhalefeti de çok usta ve tesirli bir şekilde kullanacağını bildiği için E<!e vit sıkınblı bir iktidan sağ lwalisyona bırakınağa da ha zırdır. Azınlıkla iktidarda yapacağını muhalefetle iktidarda olmayınca da yapaca.ğını hesap etmektedir. Böylece Ecevit şimdi azınlık hükümeti ile karşısında
ki cepheye iki başı da ateşli bir değnek sunmaktadır. Bu, Türkiye'yi kurtaracak bir zorlamadır. Hayırlı, uğurlu, se vinçle selamlanacak bir zorlamadır. Beş milliyetçi partiyi bir araya getirmek için Türkiye' nin elde kalan tek şansı budur. Bu zorlamanın hayra tebdili için, yalnız beşli birleşmenin de tek şart olduğunu unutma mak 18.zımdır. Zayıf bir sağ koalihyonun elini E<!evit'in sunduğu ateşli değnek hemen yakar. Fakat beşli milliyetçi koalisyon bu değneğin kendisine uzablan ucundaki ateşi söndürecek kudreti
bünyesinde taşımaktadır. Türkiye o
zaman selamete çıkacaktır. Aksi takdirde Türkiye'de du rum büsbütün alt üst olacak, milliyetçi partiler için hayat
hakkı belki de hiç kalmıyacaktır. Şimdi her şey milliyetçi partilerin bu son zorlamayı da değerlendirip değerlendirmeyeceklerine, bu intihan göze alıp alınıyacaklarına bağlıdır. Göze alırlarsa, kendileri bi lirler. Millet artık ne olursa olsun noktasına gelmiştir. Bu itibarla Ecevit'in azınlık hükümeti hararetle ve ümitle kar şrlanmalıdır. Artık ne olacaksa olsun.
176
Stz, 260 MlLLETVEKliJJ.ERİ 12 Kasım 1974
ORTA DOGU Gazetesinin dünkü sayısında profesör lerin beş milliyetçi partiyi hükümet bulıranında birlik ol maya çağıran müşterek beyanatını okudunuz.
Evvela şunu billniz ki, imzalannı birleştiren bu 14 pro fesör siyaset yapmak istememektedirler ve siyasete kanş ınağa meraklı da değillerdir. Bila.kis bu ilim adamları siya setin asıl sizin işiniz olduğunu bilmeye ve bildirrneğe her za man herkesten daha önce hazır bulunmaktadırlar. Bu profesörlerin bir baskı grubu olmağa da niyetleri yoktur. Bu fikir adamlan baskı gruplarıwn Türk Anayasa sında mevcut olmadığım Türkiye'de tek meşru baskı gru bunun bizzat pralamento olduğunu eminim ki yine herkes ten çok müdriktirler. Fakat memleketin umumi manzarasında ateş hacayı sarmıştır. Hepimizin içinde bulunduğumuz gemide çıkan yangın yalnız kaptan köşkünde kalmamaktadır. Türkiye' nin yörüngesinden kopmuş bir yıldız gibi boşluğunda kont rolsüz bir şekilde yuvarlandığı siyasi, sosyal ve ekonomik bulıran yediden yetmişe kadar hepimize rnUessir olmakta, hepimizi derinden sarsmaktadır. Sosyal ve ekonomik ba kımdan bütün vatandaşlar için huzur ve sükıln içinde ya177
şamanın şartları gibi ilim adamları ve her türlü vazifeliler için huzur ve sükfm içinde hizmet yapmanın şartları da teh likededir. Herkes bu gidişin nereye varacağını görüp bili yor. Bu itibarla profesörlerin bu alarmı tam zamanında verilmiştir ve bu kesin bir zarurettir. Esasen verilen alarm kimseyi tenkit veya tehdit hede fini gütmemekte sadece memlektin ağır şartları karşısında nazik bir vazifeye davet manasını taşımaktadır. Ayrıca, müşterek çağn lider kadrolarına seslenmekle beraber, esas hitabın size yönelmiş olduğunu rahatlıkla kabul edebilirsiniz. Zira gelişmeleri yakından takip eden bu profesörler liderlerin bu bulıranda malaasef adeta bir sağırlar diyaloğu içinde
bulunduklarını
görmektedirler.
Kendi aralarında anlaşamadıklarını ve meselenin tekrar çaresizlik içinde sayın Cumhurbaşkanımızın huzuruna gö türüldüğünü, yukandan vazifetendirilecek tarafsız bir baş bakan ihtimalinin ağırlık kazandığını bile bile beş partiyi son bir kerre daha vazifeye çağırmaktan kendilerini alama mışlardır. Bu çağnnın liderierimize tesir etmeyeceği mu hakkaktır. Ama millet ve tarih önünde kesin çizgilerle böyle bir davetin yapılması yine
de zaruri idi. Bu daveti,
son bir ümit olarak siz üzerinize alırsanız ayrıca son derece faydalı da olabilir. Bu fayda niçin sağlanmasın ve siz artık şahlanarak memleketin siyasi sahadaki makfis talibini niçin yenmiyesi niz ?
SİZİN işiniz, elinizi kolunuzu bağlayıp bizimle beraber liderlerimizin bitip
tükenmez çekişmelerini
birbirleriyle
uyuşmayacağı önceden belli olan kararlannı ve onların dü ğümü çözecek
olanlarının isteksiz
beklemek midir ?
178
isteksiz
hareketlerini
Sizi liderlerinize baş kaldırınağa teşvik etmiyorum. Fakat milletvekili olarak ; onbinlerin, kırk binlerin, yüzbin lerin mümessili olarak sizin hepiniz aslında birer lidersiniz, liderler
topluluğusunuz. Bütün milliyetçi cephenin, bütün
partilerin ve hatta bütün
rejimin
mukadderatını yalnız
ve yalnız liderlerin elinde bırakamazsınız. Buhranı çözmek teki vazifeniz elbette ki sadece gurup salonlarımza çekilip liderlerinize bu konuda tam yetki vermekten ibaret değil dir. ŞİMDİ
Ecevit
Cumhuriyet
tarihinde
görülmemiş
bir şekilde parlamentoyu itharn etmektedir. Ecevit'in ken di grubunu bu
suçlamanın
dışında tuttuğu şüphesizdir.
Geriye di,ğer partilerin siz 260 milletvekili kahyorsunuz. Senatodaki topluluğunuza sıra daha sonra gelir. İlk hedef sizsiniz. Bu itharn karşısında ne yapacaksınız? Hemen ilave edelim ki Ecevit'e ayni şekilde itharn ile ağır cevaplar ver mekle hücumla karşı koymanın hiç bir manası yoktur. Mu kabil hücum, kavga, ağır söz
ve hatta küfür ne getirir ?
Siz bu itharn altından kalmak mı istiyorsunuz, yapacağınız en müessir davranış ortaya atılan maktır. Siz siyasi
buhrana
itharnı boşlukta bırak
kahir ekseriyet
teşkil eden
ağırhğınızı koyun. İçinizden her zaman mümkün olan de mir gibi bir hükümet çıkann, milli iradenin sizi 260'lık bir grubu olarak Ankaraya gönderdiğinin şuuruna vann ; göreceksiniz ki o zaman Ecevit'de Ecevit'in sözleri de sa dece boşlukta kalacaktır.
MEMLEKET öyle bir bulıran ile karşı karşıya ve siz tavrınızı takınmazsanız parlamentonuz öyle ağır bir baskı altındadır ki hepinizin siyasi ködüğüm iradeniz istikametin de çözülünceye kadar gece yatmak için bile evinize gitme meniz ve 260 kişilik tek bir gövde halinde Meclis sıralann da nöbet tutmanız gerekmektedir.
179
Hepinizin ayrı ayrı gruplar halinde ayrı salonlarda na
sıl toplamyorsanız, tek tek bir gurup halinde bir salonda bir araya gelerek el ele veriniz. Parti disiplini, parti men faati, parti çek4lmesi Türkiye'nin bugünkü şartlannda ta mamiyle ikinci planda kalmıştır. Siz de onları bir müddet, fevkalade hal geçineeye kadar niye ikinci plan da bırakma yasınız? SİZ daha iyi bilirsiniz. Vicdanlarınızla baş başa kalarak kararınızı veriniz. Eğer onlardan sonra Demirel bu ateşli günlerde ortalığa hakim olacak bir hükümet kurmamn din lenmişliğine henüz kavuşınamışsa, henüz sokağı sindirecek gençliği yatıştıracak çeşitli kuvvetler üzerinde tam otorite kuracak bir durumda bulunmuyarsa bunun için Türkiye' nin daha bir müddet hazırlanmasına ihtiyaç varsa, siz AP' liler, Deınirel'i sizden olan tarafsız bir başbakana mecbur ediniz. Eğer bunun tersi doğru ise, buna karşı iseniz siz DP' liler Bozbeyli'yi Demirel'in başbakanlığına mecbur ediniz. Ve siz AP'liler ve DP'liler bu hususta lider kadrolarını aşan bir fiili durum yaratınız. Sizin seçeceğiniz, liderlerinize biraz daha zaman ka zandırmaktan başka bir şey yapmayacak olan gönlünüzce bir tarafsız başbakan bulup liderlerinizi de beraber sürük leyecek bir fırtına yukandan takdim edilen başka bir taraf sızın etrafında nasıl toplanacaksımz ? Seçime zorlanıyorsunuz ? Niçin seçim ?
Siz bir Seçi
me zorlanıyorsunuz ? Siz biz bu işi yapamıyoruz diyerek se çimi kabul mü edeceksiniz ? Niçin üç sene daha parlamento olmayasımz ? Ne eksiğiniz var ? Siz aslında ayrı otoriteler değil bir ana partinin kar deş kollarsımz,
ya seçim Ecevit'in zannettiği gibi CHP
ekseriyetini. Demirel'in sandığı gibi de diğer milliyetçi par tileri AP'de toplamayı getirmezse ? 180
Türkiye zorla sokulduğu koalisyonlar sisteminden son ra bir de seçim müeessesenini mi laçka hale getirecek TUrk milletinin her istediğimiz zaman seçimle oynamağa acaba tahammülü var mıdır ? Niçin toplanıp iktidar olmuyorsu nuz ? Siz, 260 milletvekili siz, niye harekete geçmiyorsunuz?
181
PROFESÖRLER, LIDERLERİ GöREVE ÇAÖIRDI ll Kasım 1974 İstanbul Üniversitesi ve İstanbul Teknik Üniversite sine mensup 1'4 profesör son günlerin aktüel konusu o lan "Hükümet buhranına" bir çözüm getirmeleri için Halk Partisi dışında kalan 5 miliyetçi parti liderine hitaben dün müşterek bir açıklama yapmışlardır. Liderleri vazifeye ve Cumhurbaşkanına yardıma .davet eden açıklama mn tam metni aşağıdadır : "Demokrasi, memleketin ekseriyet tarafından idare edilmesi demektir. Türk Milleti 14 Ekim 1973 seçimlerinde tercihini yap mış ve ekseriyeti, yüzde 67 oyla, birbirine çok yakın parti lerden oluşan milliyetçi cepheye vermiştir. Şu halde, içinde bulunduğumuz dört senelik seçim devresinde memleketin, milletin arzusu istikametinde, bu milliyetçi cephe trafından idare edilmesi gerelonektedir. Bu tabü yolun dışında kalan her şekil, tecelli etmiş milli iradeye ters düşen bir zorlamadır. Böyle zorlamalar ise ülkeye sadece bulıran getirir. Nitekim bu yüzden Türkiye, hükümetli ve hükümetsiz olarak geçen, son bir sene zarfında devamlı bir şekilde derin bir bulıran içine sürüklenmiştir. 182
Bu buhran, Türkiye'nin iç ve
dış,
tarihi ve şimdiki
şartlarından doğan hassas durumunu büsbütün ağırlaştıra rak, memleketin siyasi, sosyal ve ekonomik yapısını bu günkü son derece nazik ve tehlikeli merhaleye getirmiş . bulunmaktadır. Türkiye bugün Kıbrıs meselesi dolayısiyle, çağmuz stratejisinin hususiyetlerinden olan bir sıcak savaş içinde dir. Bu savaşın başarı ile sonuçlanan askeri harekat saf hası h.er an yeni ve hudutsuz patlamalarla
karşı karşıya
olduğu gibi, aynı derecede çetin olan siyasi safhasında da Türkiye'yi sayısız güclükler beklemektedir. Türk ekonomisi bugün en ağır şartlar içindedir. Fiyat artı.şları bilhassa dar gelirli geniş vatandaş kütleleri için büyük sıkıntılar ve ıstıraplar meydana getirmekte, cemi yetimizde esasen sağlam bir şekilde gerçekleştirUmemiş olan sosyal denge ve sosyal adalet tehlikeli bir şekilde da ha da bozulmaktadır. Yatırımlar ekonomik gelişme ve is tihdam tesirleri bakımından da, endişe verici şekilde ya vaşlamıştır. Türk ekonomisi takip edilen isabetsiz iktisadi politika yüzünden düşürüldüğü, enflasyon içinde durgun luğun tipik bir örneğini vermekte,
işsizlik ve
dış ticaret
açıklan sür'atle artmaktadır. İktisadi alanda ortaya çıkan bu menfi ağır şartlar
milletlerarası
kalkınma yarışında
bizi gerilere itmekte ve memleketimizin geleceği için ha yati olan büyük projelerde önemli gecikmeler meydana gelmiş bulunmaktadır. Eğitim ve öğretim hayatımız adeta bir kazan gibi kaynamakta ve kanlı bir anarşi istikametine sür'atle kay maktadır. Boykotlar, işgaller ve sokak hareketleri, milli birlik ve beraberliğe en muhtaç olduğumuz bir zamanda, memleket dirlik ve düzenliğini ağır bir surette tehdit
edecek şekilde
gelişmektedir. 183
Türkiye'nin dağ gibi biriken dertleri karşısında, her türlü çarenin esas kaynağı olan siyasi platformda ise, ina nılmaz bir sorumsuzluk havası ve dağımklık hüküm sür mektedir. Hülasa, memlekte adeta Atatürk'ün işaret ettiği harap ve bitip düşme noktaama doğru yaklaşmaktadır. Türkiye ne yapıp yapıp bu gidişi durdurmak mecburi yetindedir. Bu vazifede ise, bütün vatandaşiara iş düşmekle be raber, ilk sorumluluk hiç şüphe yok, siyasi kadrolardadlr. Siyasi kadrolar içinde de, asıl sorumluluk elbette ki milli yetçi partiler cephesindedir. Bu partilere düşen tek şey, ekseriyetleri ile muhalefet te kalınağa çalışarak yapılan icraatı tenkid etmek değil, iktidara gelerek, beğenmedikleri icraata imkan bırakma maktır. Bu konuda hiç bir bahane makbul ve geçerli değil dir. Zira son bir senelik bütün siyasi, sosyal ve ekonomik sıkıntıların temel sebebi, hükümet konusunun, milli iradeye ters düşen bir istikamette zorlanmış olmasıdır. Şimdi Türkiye artık bu zorlamayı, bu sun'i yolu ter kederek, siyasi hayatı tabii mecrasına oturtmanın tarihi anına gelmiş bulunmaktadır. Yüzde 67 oya ve 260 millet vekili ekseriyetine dayanan bir iktidar. Türkiye'de siyasi .çözümün de, sosyal ve ekonomik kördüğümlerin çözümü nün de ortadaki tek şartı ve çaresidir. Türkiye'nin meseleleri bugün ancak kuvvetli bir hü kümetin varlığını zaruri kılmaktadır. Kuvvetli hükümet ise, kuvvetli bakanlardan kurulu bir kabine halinde, kuvvetli bir fikir tutum ve siyasi tercih zeminine ; kuvvetli bir par lamento zeminine ve kuvvetli bir milli irade zeminine otu ran hükümet demektir. Bu potansiyel de, bugün sadece 184
beş partinin elele vermesinden doğacak milliyetçi birliğinde mevcuttur.
cephe
Bu itibarla beş partiyi, milletin huzurunda birlik olarak iktidan devralma vazifesine ve Sayın Cumhurbaşhanımı za yardımcı olmaya davet ediyoruz. Partilerin lider kadrosu, bu beş p artiye oy vermiş olan geniş vatandaş kütlelerinin de bu birliği ve bu vazi feyi şiddetle arzu ettiğini hesaba katmak zorundadırlar. Türkiye'nin bugünkü sun'i bulıranının da, bundan sonraki gelişmelerinin de tarihi sorumluluğu ve vebali ken dilerinin omuzlarındadır. Türkiye küçük hesapların şahıs ve parti çekişmelerinin, siyaset ve siyasi menfaat oyunlannın ikinci plana aWma.sı l8.zım gelen, fevkalada nazik günler yaşamaktadır. Türkiye herkesten fedakarlıklar beklemektedir. Kim sede bu fedakarlıklardan kaçma hakkı yoktur ve kaçmak isteyen, kendisini tarihin ağır hükmünden asla kurtaramı yacaktır. Bu fedakarlıklan gösteremeyenleri millet de, tarih de asla affetmeyecektir. Bu sebeplerle beş partinin lider kad:rolarını, memleke tin bugünkü ağır şartlan karşısında, sorumluluklarını müd rik olmaya ve vatanın gidişabna sahip çıkacak bir hükü meti gecikmeden kurmağa davet ediyoruz." Prof. Dr. Muharrem
ERGlN (İ. "Ü. Ed. Fak. Öğretim "Üyesi)
Prof. Dr. Sabahattin ZAlM (İ. n. İktisat Fak. Oğ. "Üyesi)
Nevzat YALÇINTAŞ (İ. U. İktisat Fak. öğ. Vyesi)
Prof. Dr.
185
Prof. Dr. Süleyman YALÇIN (İ. ü. Tıp Fak. Öğ. Üyesi) Prof. Dr. İbrahim KAFEsoGLU (1. Ü. Ed. Fak. Öğretim Üyesi) Prof. Dr. Oktay ASLANAPA (İ. Ü. Ed. Fa.k. Öğretim Üyesi) Prof. Dr. Mustafa KÖSEOGLU (İ. Teknik Ün. Öğ. Üyesi) Prof. Dr. Hayri OOMANİÇ (İ. Ü. Hukuk Fak. Öğ. Üyesi ) Prof. Dr. A. Selçuk ÖZÇELİK (İ. Ü. Hukuk Fak. Öğ. Üyesi) Prof. Rr. Tahsin BANGUOOLU (İ. ü. Ed, Fak. Em. öğ. Vyesi) Prof. Dr. Ali URAS (İ. ü. Tıp Fak. Öğ. Üyesi) Prof. Dr. Nuri MUGAN (İ. V. Diş Hek. Fak. Öğ. Üyesi) Prof. Dr. Faruk K. TİMURTAŞ (İ. Ü. Ed. Fak. Öğretim Üyesi) Prof. Dr. Cevat BABUNA (İ. ü. Tıp Fak. Öğ. Üyesi)
186
MİLLİYETÇİLER BlRLEŞlNtZ ! 5 Aralık 1974 Türkiye'yi bir seneden beri sarsan hükümet buhranı ,bugün memleketin kaderi bakımından nihayet en kritik noktaya ulaşmış bulunmaktadır. Hakikatte, cereyan eden hadise çok partili istikrarsiZ demokrasilerde görülen hükümet buhranlanndan biri de
ğildir.
Türkiye'nin şartlannda bu bulıran kendi hudutlan
nı çok aşan bir mukadderat mücadelesi şeklinde bir parti ler çekişınesi karşısında değil, topyekun bir kader çekişme si karşısındadır. Isteyenin ve sebebin, isteyenlerin ve sebeplerin gözü kör olsun ! Fakat gerçek şudur ki, Türkiye iki cepheye ay rılmıştır. Türkiyede karşı karşıya gelmiş olan milliyetçi cephe ve sol cephe vardır, başka bir şey yoktur. Partiler, .liderler taraflar, kadrolar, bu esasın yanında sadece satıh taki teferruattan ibarettirler. Türkiye tarihi bir mücadele içindedir. Bu mücadelede . milliyetçilikle hümanizm ve marksizm Türk milletinin ka der harbini vermektedir. Milliyetçi cephe ile hümanist-koz (mopolt ve Marksit - materyalist cephenin bu hakimiyet mücadelesinde ayn ayn partiler de, onların liderlerin de bir hiç kalır. Onun için cereyan eden hükümet buhranı yal-
187
nız siyasi kaderneyi içine alan bir hadise değil, milli mu kadderatı tayin edecek olan temel bir dAvadır. Siz, prtiler, merkez kadroları, liderler ! Evvel3. hadiseyi böyle görmek bunun şuuruna varmak mecburiyetindesi niz. Bunun şuuruna varırsamz, kendi çerçevenizi ; parti, şahıs, lider, siyasi menfaat hudutıannı aşmak gerektiğinin idrakinin içine girmek zaruretini de derinden hissedebilir siniz.
İlk işiniz birleşmektir. Marksizmin işçiler birleşiniz, sosyalistler birieşiniz şeklindeki beynelmilel direktifini bi lirsiniz. Şimdi de Türkiye'de gerçek olan iki slogan vardır :
Bir yanda "solcular birleşiniz", bir yandan
"milliyetçiler
birleşiniz".
Savaş kaybedilmek üzeredir. Birleşmezseniz her şey kaybedilecektir. Birbirinizi yemek, birbirinizin oylannıza göz dikmek kendi aranızda birbirinize galip gelmek düşün cesi ve gayretleri basittir, iptidaidir, küçüktür, gülUnçtür. Ecevit hareketi katiyen küçümsenemez. ECevit tazyi kine karşı koyamazsınız hem de vaktinde karşı koyamaz sanız ayrı ayn tek tek hepiniz eriyeceksiniz ve ondan çok daha mühim olarak hümanizme ve marksizme karşı Türk milletinin elindeki son fırsatı da heder etmiş olacaksınız. Türk milletinin hümanizm ve marksizm karşısındaki başlıca teminatı memleketin kahir ekseriyetini teşkil eden milliyetçi oy tabamdır. Bu teminatın işleyebilmesi için hem erirnemesi hem de bölünmemesi, bütünlüğünü muhafaza etmesi lazımdır. Gafil almayınız ! Bu taban, milliyetçi milli irade, itina görmeden ilelebet sağlam kalamaz. Siz ona layık olamaz sanız, o bütünlüğe tercüman olmazsanız, o bütünlük kar gibi değilse bile, tuz gibi eriyip bitebilir. Unutmayı nız, milli
188
irade de hiç değilse zaman zaman yanılabilir. Gerçi milli irade sonradan kendi yanılgısını yine tamir etmek kabiliye tindedir. Fakat bunun için bazan bir zaman devresinin ta mamlanması lazım gelir. Böyle bu tedavi imkanı ise cemi yetin eline bazan geçmiyebilir. Türk cemiyeti fırsat kaçarsa bir daha tedaviye imkan bulamayacak olan böyle bir sıkı şıklığın şartları içinde bir cemiyet durumundadır. Türkiye' nin jeopolitik şartlan tedavi fırsatını ona bir daha verıniye cek şekilde bir hassasiyet arzetmektedir.
önce birieşiniz hükümet olunuz ve iktidan devralınız. Sonra el birliği ile Türkiye'nin ufuklarına örtülınek iste nen zamansız, yersiz, sun'i seçim kabusunu kaldınnız. Demokraside seçim esastır, seçimden korkulmaz ve ka çılmaz. Fakat seçim bir fırsata kurnazlığa ve aldatıcı bir atmosfere dayanmazsa. Seçim şartları bakunından Türki ye'nin bünyesi bugün hastadlr. Bu bünyeyi tedavi etme den gidilecek bir seçim asla salim bir netice vermez. Milliyetçi partiler için seçimi kabul etmek Ecevit'e onun iradesine teslim olmak demektir. Kendi iradenizi, teşebbüs kabiliyetinizi kaybetmeniz demektir. Eğer, anlaşılmaz bir teslimiyetle erken seçimi kabul ederseniz, billniz ki, Ecevit seçimi vuracaktır. Zaman zaman iktidarda iken çaresizliğe düşüp AP'yi liderini niktidardan isteye isteye çekmek düşüncesine kapıldığı iddiasını duy muşsunuzdur. Onu bilmem, fakat bugün eğer liderleriniz den biri veya bir kaçı erken seçimi size kabul ettirmek isti yorsa, hiç şüphe etmeyin ki, lider veya liderler iktidarı Ece vit'e bile bile, şuurla teslim etmek hazırlığı içindedirler. Ecevit seçimi alacak diye seçimi istememek demokra
tik düşünceyle elbette ki bağdaşmaz. Eğer aldatıcı şartlar olmasaydı, sıhhatli netice çıkacak bir seçim teklifi karşı189
sınd:a olsaydık ; şüphesiz, madem ki, ekseriyet istiyor, öy
leyse Ecevit gelsin derdik.
Fakat şartlar öyle değildir. Bu geliş sıhhatli bir geliş plmayacaktır. Onun için bünyeyi sıhhate kavuşturuncaya kadar seçim kabul edilemez. Bu demokrasiye hizmet de
olmaz.
E'cevit Kıbrıs harekatından büyük, inanılmaz bir pres tijle çıkmıştır. Ekonomik durumdan kimse onu sorumlu tutmamaktadır. Milliyetçi
cephedeki
perişanlık
ve sun'i
şahıs kavgaları Ecevit'i başlıca ümit haline getirmektedir. Bunları görmemek için sizin liderlerinizin bazılannda müşa hade edilen cinsten bir gaflette bulunmak gerekir. Aynı liderler hem Ecevit'in Kıbrıs harekatını oya tah
vil etmek istediğini beyan ederler hem de onun erken se çim isteğine teslim olurlar. Bu gafleti de aşan çok ibret verici bir garabettir. Milliyetçi partiler aynı zamanda seçim zemininin de sağlam olmadığını düşünmek zorundadırlar. Ecevit ve ar kadaşları takdire değer bir beceriklikle bütün tesir vasıta larını ve sandık hakimiyetine giden yollan MSP'nin saf lığından yararlanarak ele geçirmişlerdir.
Basma bir şey
denemez. Ama TRT tarafsızlaştınlmadan ve yedi aylık ta yinler ters çevrUmeden bir seçime gitmek, milliyetçi par
tiler için tam bir intihar olacaktır. Hiç bir milliyetçi parti lideri benden sonra tufan zihniyetille kapılınağa mezun de ğildir. Ecevit böyle aldatıcı değil, sıhhatli bir zemine seçime gitse ve iktidar olsa onu biz de alkışlardık. Fakat bugün kü zeminde yalnız miliyetçi partiler için değil, memleketin istikbal için de büyük bir tehlike görüyoruz. Önce milliyetçi beş parti cephe halinde iktidar olma lı, bir senelik yaralan tedavi etmeli, 1977'ye kadar Türki190
ye'yi seçim yarışına çıkacak kadar sıhhatine kavuşturma lı, ondan sonra Ecevit'in restini görmelidir. Milliyetçi par tilere düşen tarihi rol bugün budur. Kendisini bu tarihi role uydurmayan her lider ve par ti büyük bir milli vebal altında kalacak ve tarihin laneti ne hedef olacaktır. Ey beş milliyetçi partinin !iderleri, merkez kadrolan, milletvekilleri, senatörleri ! Size doğru dolu dizgin gelen bu lanetten kendinizi sakınınız ! Sakınıruz ve birieşiniz !
191
EFEN'DİLER BlRLEŞ:tNtZ !
6 Aralık 1974 Un var, şeker var, yağ var, fakat helva yapıp yemesini bil miyor. Bu halk nüktesi sanki sizin milliyetçi partileriniz için söylen.miş, Yüzde altmış yedi buçuk oy tabanınız var, 260 millietvekiliniz var, Senatoda kahir ekseriyetiniz var, dev let tecrübesinden geçmiş sayısız elemenlannız var, komü nizme karşı müşterek azminiz var, Milliyetçi, hürriyetçi, mülkiyetçi, serbest iktisatçı, milli iradeci müşterek ideal leriniz programlarınız, tutumunuz var. Fakat helva yapıp ağız tadi ile yemek ve millete de yedirmek gayretini gös teremiyor, iktidar alamıyor, hükümet kuramıyorsunuz. Siz niye bu kadar beceriksizsiniz ? Kendi aklınıza bir
takım büyük ve derin
hesaplar
içindesiniz. Bitip tükenmeyen bir takım hesaplar ... Türki ye'nin ekonomik dar boğazlara girdiği bir devrede iktidar olursam yıpranınm diyorsunuz. Muhalefet olursam rahat rahat ve kendi kendime kuvvetlenirim diyorsunuz. Ecevit iktidardan kaçtı, ben niye kaçmıyayım diyorsunuz. Millet beni iktidar
yapmamanın
hatasını anlasın
diyorsunuz.
1960'tan sonra da bölünmüştük toplandık, bu sefer de bö lünme bitecek ve toplanacağız diyorsunuz. Hepiniz bu toP lanma er geç benim yanımda olacak, direnen kazanacak, direnmeyim diyorsunuz. Fakat bu arada fırsatlar birer bi rer kaçıyor, atı alan Üsküdar'ı geçiyor, sosyal g.elişme sizin 192
yüksek hesaplannız çerçevesinde değil, kendi kanwıları içinde yürüyor, siz bunun farkında değilsiniz.
Bazan pusuya yatmak elbette ki iyidir. Ama uyuyup kalmamak şartiyle. Siz her halinizle pusuda uyuyup kal mışa benziyorsunuz. Teşebbüs denen bir şey vardır. Ak siyon denen bir şey vardır. Fırsatları değerlendirme de nen bir şey vardır. Sabır güzel şeydir. Fakat siyasette sabır zannettiğiniz kadar makbul ve sevimli bir usul de ğildir. Siyaset demek dinamizm demektir.
Hele baş dön
dürücü bir değişme içinde olan bugünkü dünyada...
Si
yasetin sizi oluşturmasını beklemiyecek, siyaseti siz oluş turmaya bakacaksınız. Siz Türk milletinin, akıllı sayı sa yıncaya kadar deli köprüyü geçer dediğini bilmiyor mu sunuz? Siz niye bu kadar gevşeksiniz? Ecevit iktidardan kaçabilir. Fakat siz kaçamazsınız. Rolleriniz ve durumunuz tamamiyle farklıdır. Ecevit ikti dardan ayrılsa da hükümetten çekiise de aslında ve ha kikatte yine iktidardadır. CHP yirmi beş senedir bir gün bile iktidardan uzaklaşmış değildir ki...
Ecevit bu hükü
metsiz CHP iktidannı kısa za manda büsbütün perçinle
.miştir.
Bütün icra mekanizması kendi kontrolünde olduk
tan sonra, Ecevit'in hükümeti bırakması sadece ona şah si bir dinlenme bahseder. Bu itibarla o her zaman şekli iktidarı seve seve, güle oynaya bırakıp gidebilir.
Ama
siz böyle misiniz ? Siz ki, iktidara gelince bile gölge ikti dar olmaktan ileri gitmiyorsunuz. Bol bol çalışıyorsunuz. Kan ter içinde memleketi büyütüyorsunuz. Fakat hiç bir müesseriyetiniz olmuyor. Böylece siz iktidarda iken de CHP'ye çalışıyorsunuz. İktidardan uzakta kalınca elinize ne gececek ? Köşenizde beklemekten ne umabilirsiniz ? Bu nun ::;adece milletin sizden ümit kesmesine sebep olduğunu beey-inlik içinde sandık başına bile gitmek isteksizliği ya rattığını, sandık başını teşkilatınızın dahi beklemeyi fu-
ıro
zuli
addetmesi
neticesini
doğurdu�unu
idrak
etmiyor
musunuz ? Siz niye bu kadar safsınız. 14 Ekim seçimlerinden hemen sonra iktidara yanaş
mamakta haklı idiniz. Meclisteki sayısını lOO'den 184'e çı karmış, büyük şehir Belediyelerini vurmuş, bilhassa aldığı oyun kat kat fazlasıyla bir güriiltü ve yüzde doksan ekseri yet almış gibi bir kıyamet koparmasını bilmiş CHP'yi ikti� dann karşısına almak gerçekten bir facia olurdu. Fakat yalnız ve yalnız o an için... Ondan sonra durum inanılmaz bir süratle değişti. Öyle ki üç ay sonra bir bir yaygara ve şatafatla gelmiş Ecevit iktidarı üç ay sonra bir fiske ile devrilecek hale düştü. Siz bu değişmeden, Ecevit iktidarının üç aylık icra atınm yarattığı hayal kırıklığından faydalanamadınız ve gereken fiskeyi vuramadınız. Ne yapıp yapıp, gerekirse kabinedeki yerlerinden çok fazlasını kendilerine verip MSP desteğini Üstündağ gensorusunda geri çekemediniz. Siz MSP olarak bu uyanıklığı ve şuuru, siz diğerleri de bunu her ne pahasına olursa olsun sağlayacak gayreti gösterme diniz. Eğer o zaman düşürülse idi bugün Ecevit yoktu. Fakat gafletiniz bu tarihi fırsatı kaçırdı ve Ecevit tesadü fen ortaya çıkan Kıbrıs hadisesiyle iade-i itibar etti. Hem de kat kat fazlasıile ...
E:ğer bu gaflet gösterilmeyip fırsat kaçırılmasaydı, �imdi Kıbns başarısı sizin olacak ve onu siz oya tahvil etmek isteyecektiniz. Her gün yeni bir günün doğduğu bir dünyadayız.
Fırsatlar umulmadık şeyleri getirir ve
götüriir. Fırsatlan iyi kovalamak lazımdır. Siyaset uyu şukluğu, pısınklığı ve gafleti asla affetmez. Siz niye bu kadar gafilsiniz ? Sizin kazanmanız içinde, Türkiye'nin kazanması için de ilk iş ve vazgeçilmez şart milliyetçi partiler olarak hep
194
beraber hükümet kurmanız, iktidara gelmenizdir. Ece vit'in talih karşısına Kıbrıs'ı çıkardı ve o iade-i itibar et ti. Onun karşısına çıkmak için sizin de iade-i itibar etmeniz şarttır. Zira hadiselerin gelişmesinde büyük itibar kay bınız vardır. 12 Marta kadar yıprandınız sonra bölündünüz ondan sonra da bu aşınmışlığı giderecek hiç bir fırsat elinize geç medi. Şimdi iktidar olarak milletin karşısında silkinmiş gö rünmeye şiddetle ihtiyacınız vardır. Millet ekonomik krizi Ecevit'in beceriksizliğinden çok dünya krizine bağlamağa dünden hazırdır. Siz iktidar olacak ve 1977'ye kadar paha lılığı durdurarak milletin yüzünü güldüreceksiziniz ki, sizi besieyecek yeni bir itibar kazanmış olasınız. Aynı zamanda tutarlı ve soldan aksamayan bir dış politika il� ve metnetle, sizi Kıbrıs'ta yeni başarılar, Ecevit'i geride bırakacak başarılar da bekliyor. Bunun meyvelerini hem kendiniz için hem memleket için top lamak üzere de derhal iktidar olmanız şarttır. Ecevit'in dağarcığında Kıbrıs, memleketi inanılmaz bu propaganda bombardımanı altında tutan tesir vasıtaları sandık ha kimiyetini sağlayacak militanca bir dinamizm ve sizin perişanlığınız, dağınıklığınız var; Sizin dağarcığınız şim dilik bomboştur. Onu üç yıllık akıllı bir icraatla doldur madan seçim yolculuğuna nasıl çıkabilirsiniz? Siz kendi iç kavganızın kısır hırsı içinde salim düşünceyi niye bu kadar kaybetmişsiniz ? Milli davayı şahıs, hizip, parti ve hatta doğruluğuna yüzde yüz inandı,ğınız ayrı telakkilere sapianma davası haline getirmeye katiyen hakkınız yoktur. Bu coğrafya da, bu jeopolitikte, bu dünya çalkantısında Türk milleti canını dişine takmış olarak kendisini mütemadiyen zor layan marksizme ve bölücülüğe karşı görülmemiş bir ha yat mücadelesi, bir var olma ve yok olma muharebesi ver mektedir. 195
Bu savaşta sizin şahsi düşünceniz ve çıkarınız. de ğil, şahıslannız ve partileriniz bile bir hiçtir. Bu tarihi mücadele küçük hesaplar değil, büyük yürekler, büyük ve geniş perspektifler ister. Şahsi hırslardan, saplantılardan parti menfaatıerinden sı ynimaya mecbursunuz. Türkiye' yi tehdit eden tehlikeler bir tabü afet gibi milletin üzerine geliyor. Şahıslarınıza, görüşlerinize ve partilerinize yapı şıp kalacak günler değildir. Eanşmasını bilmeyen, iş bir liği yapamayan bencil insanlar yalnız başanlı siyaset adam ları değil, modern medeni insanlar bile olamazlar. Siz niye bu kadar bencilsiniz ? Efendiler birleşiniz! birieşiniz !
196
Efendiler birleşiniz !
Efendiler
KORKMAYINIZ BİRLEŞİNİZ!
7
Aralık 1974.
İki gündür sizinle acı konuştum. Ne yapalım, dost acı söyler. Ancak bu acılık şüphesiz bizim gönlümüzden ve
dilimizden gelmektedir. Bu acılığın kaynağı sizsiniz. Sizin inadınızdır, tavrınızdır, tutumunuzdur. Asıl davayı ve ta banınızı unutmanız, ondan kopar hale gelmenizdir. Hiç şüpheniz olmasın ki millet de sizi bizim gibi ·acı ile takip ediyor. Eğer böyle giderseniz milletteki bu bu rukluk sonunda sizi muhakkak kahredecek, üzerinize al dığıwuz rolü yapainaz hale gelince millet sizi silkip ata caktır. Bu sebeple yol yakınken rolünüze sahip çıkın, ta rihi misyonunuza layık olun. Bu vazifenin yürütücülüğüne hasbelkader de gelmiş olasınız, onun hakkını vermeğe, milli davanın liderliğine layık olmağa mecbursunuz. Ya bırakır gider, ya layık olursunuz. Yüklendiğiniz iş oyun da, oyuncak da değildir. Türk milleti, büyük kütleler siyaseti size bir meslek ola rak oyalanasınız meslek icra edesiniz diye değil, kendisini kurtarasınız diye vermiştir. Bunu unutamazsınız. Nedir işiniz, nedir vazifeniz ? İki vazifeniz vardır. Biri memlekette milli iradenin hakimiyetini kemaliyle kur mak, diğeri Türkiye'yi tehdit eden tarihi tehlikeyi önle mektir. 197
Türkiye'de yinnibeş otuz senedir sürüp giden demok rasi hayatı aslında bir milli hakimiyet mücadelesidir. Ha kimiyet kayıtsız şartsız milletin midir değil midir müca delesidir. Bir zümre hakimiyeti ve milli irade mücade lesidir. Bürokrasi ve yan aydınlar ile halk ve gerçek ay dınlar mücadelesidir. Siz bu mücadeleye layık olmağa mecbursun uz. İkinci işiniz, gittikçe daha büyük dalgalar ha linde Türkiye'nin üzerine gelen marksizm tehlikesini her taraf etmek. Türkiye'yi komünizme ve onun getirdiği di ğer yıkıcılıklara kaptınnamaktır. Komünizm ve bölücülü ğe karşı Türkiye bugün bir meydan muharebesi ver mektedir. Siz bu Türkiye meydan muharebesine de layık olmağa mecbursunuz. Bu iki konu da sizin karşınıza birer dağ gibi yığıl mıştır. Bu iki geşit vermez görünen dağı aşmak için el bir liği, iş birliği, kuvvetleri bir yerde yapmak ve kuvvet leri bir yerde toplamak şarttır. Bu şart ise, fedakarlık tan, feragattan, faziletten, dirsek temasından geçer. Dar gınlıktan, inattan, iptidai aşiret kavgasından, kan dava sından değil... Sizi bekleyen müşküllerin altından tek başınıza lider olarak da, parti olarark da hiç biriniz kalkamazsınız. Aşıl maz mii§küller ancak birliğimizle, milliyetçi cephe birliği ile aşılacaktır. Beşli milliyetçi cephe birliği bugün Türki ye'nin tek çıkış yoludur. Siz manada bir, fakat maddede beş partisiniz. Ah maddede beşiniz. bir olabilirseniz. Milliyetçi cepheye bu gün tek bir lider, tek bir kumanda tek bir liderlik 18.zım dır. Ah dördünüz feragat gösterebilseniz. Ama olan olmuştur ve her şey kaybedilıniş değildir. Çağımızda diktatörlüklerde bile kollektif liderlik merha198
lesine gelinir olmuştur. Siz tek lider, tek parti alamayın ca, sizi ve memleketi bir ejderha ağzı gibi bekleyen teh�
likeler karşısında niçin milliyetçi cephe birliği kollektif liderliğini kurmayasmız. Siz ya ayn partilersiniz, ya bir partilisiniz. Ayn par tiler iseniz birbirinize sanki kendi partinizin bir unsuru
imiş gibi kanşamazsınız. Ben seni istemem derneğe hiç birinizin hakkı yoktur. Eşit haklarla bu denge ile, birbiri nizi beğenmeseniz de yan yana gelebilirsiniz. Bu ayrı par ti olmanın aynı zamanda bir mazhariyeti de aynı partide kontrol daha
iyi
edemediğiniz şahsı ayn partiler koalisyonunda kontrol imkaruna kavuşmanızdır. Eşit şartlarla
ve protokolle koalisyon liderliği masasına da, hükümet masasma da daha rahat oturabilir ve birbirinizi kollaya bilirsiniz. Yok siz bir parti iseniz, o zaman daha kolay birbiri nize destek olmanız l§.zım gelir. Gerçekte ise siz bugün ne bir, ne ayn partilersiniz. Türkiye'deki siyasi kaderin gay n tabii şekilde ortaya çıkardığı, bir nehrin orta yerde beşe ayırdığı, fakat biraz ilerde yine birleşecek kollansınız. Müşterek olarak, milliyetçi cephe birliği olarak kol lektif liderlik altmda iktidan devralınız. Birleşirseniz ikti dardan korkmanız için hiç bir sebep kalmaz. İktisadi durumun ağırlığından korkmaymız. Bu mem lekette iktisadi gelişmenin de, büyümenin de, sanayileş menin de hem patenti ve hem de şerefi milliyetçi partilere aittir. Solun bunda hiç bir hak iddiası olamaz. Siz bugün de pahalılığı durdurursunuz. Çünkü siz ilimcisiniz ; mace racı
değilsiniz ;
hayalci değilsiniz; plancısınız ;
iktisadın
bir ilim ve çalışma işi olduğunu bilirsiniz. Sermayeyi ür kütmez, yatırımlan baltalamazsınız. Halk sektörü gibi, üc199
retleri fiyatların önünde
götünnek gibi hayalleriniz
ve
fantazileriniz yoktur. Anarşiden, ihtilal tazyiklerinden, sokaktan korkma yınız. Bunlar büyük tehlikedir. Fakat hem bu tehdit res tinin bir an önce görülmesi lazımdır, ki bunun en müsait am bu günlerdir ; hem de siz bunu görecek cesaret ve kuv veti temsil edebilirsiniz. Yeter ki birleşiniz ! Aman birleşiniz ! birleşiniz !
200
Korkmayınız
BEŞLİ B1RLEŞ!N1Z !
8 Aralık 1974 !ki tarhi vazifemizde yani milli irade hakimiyetinde ve komünizmi durdurmada muvaffak olmak için yeni bir imtihan vermeniz gerekmektedir. Bu imtihamn ilk kade rnesi cesaret, ikinci kadernesi güven, üçüncü kadernesi ic raattır.
Evvela Türkiye'nin bu sıkışık ve zor günlerinde hüku met ve iktidar olma cesaretini göstereceksiniz. Bu cesa ret size derhal büyük bir itibar sağlayacak : sizde güçlük Ierin üzerine yürürnek kudreti olduğunu, sizin zor günlerin adamlan ve partileri olduğunuzu isbat edecektir. Devle tin hakiki sahibinin siz olduğunuzu zihinlere yerleştirrne ğe mecbursunuz. İkinci olarak imtihanın güven kademesini de aşmak zorundasınız. Sizin dağınıklığınız, düşmana ümit, dosta ü mitsizlik vermektedir. Karşı cephenin bütün cüreti, bütün stratejisi sizin bu dağınıklığınıza dayanmaktadır. Millet teki hayal kırıklığını yeni bir ümit şahlanmasına çevire cek bir güven havası yatarmaya mecbursunuz. Birleşecek ve birlik olacaksınız ki milletin kahir ekseriyeti kendi içinden çıkararak Ankara'ya gönderdiklerinin ve bu gay retinin işe yaradığının ve �a gitmediğinin şevkine kavuş sun. Bu güven gelecekte de sizin temel sebebiniz ve de201
mokratik hayatın temel kaynağı olacaktır. El birl�ği ile hükfımet ve iktidar olarak bu güveni yaratımz. üçüncü kadernede başarılı bir icraat imtiham vermek mecburiyetindesiniz. leraat olarak sizi ve Türkiye'yi bü yük işler bekliyor. Birlikten doğan destani bir azirole bu işlerin üzerine atılacak ve mutlaka hakkından geleceksi niz. Korkmayınız işler ağır fakat şartlar mükemmeldir. Bir kerre İcraatta siz ehliyetlisiniz. İşin propagandasına değil, esasına yönelmek gibi büyük bir üstünlüğünüz var. Siz her kudretin kaynağı ve her güçlüğün çaresi olan mil li irade ekseriyetine dayamyorsunuz. Bu iradeden, halktan geniş destek, sizin işinizi kolaylaştıran şevk ve çalışkanlık göreceksiniz. İkinci olarak, ürkeklik yerine cesaret ve ser besttikle hareket etmek imk3.nlarına açık bir ortanıla kar şı karşıyasınız. Türkiye öyle bir noktaya gelmiştir ki has tanın başında kimse doktorun elini bağlayamıyacaktır. Herkes bu durumdan çıkmak için imkanı verrneğe hazır ve mecburdur. Sizi iktidarda tehdit edecek hiç bir kuvvet yoktur. Artık bıçak kemiğe dayanmıştır. İktidara görül memiş bir yetki ile geleceksiniz. İcraat safhasında iktisadi durumu düzeltip pahaWı ğı durdurmak baş işiniz olacaktır. Bunu makbul bir za manda makbul bir şekilde_ yerine getirmeniz mümkündür. Zira bugünkü iktisadi bulıran yalnız dünyada ki şartlar dan doğmamıştır. Bunda on aylık yanlış iktisadi politika nın esas payı vardır. Siz bu yanlışlığı düzeltebilir, böylece büyük bir itibar kazanırsınız. Kıbns konusu vardır. Askeri başan siyasi sahadaki hakkını beklemektedir. Siz bu hakkı daha iyi tescil ettire bilirsiniz. Çünkü sizin dış politikanız soldan aksamıyacak tır. Kıbns konusundaki hareketinizle felsefeniz çelişme mektedir. Yunanistan'a demokrasiyi getirmek peşinde de202
ğilsiniz. Davayı demokrasi ve diktatörlük mücadelesi gibi gösteren bozuk gözlükleriniz yoktur. Amerika ile daha iyi uyuşabilirsiniz. Ordunun başansını istismara yeltenınezsi niz. En güç işiniz her türlü ihtilal tazyiklerini hertaraf etmek, çok uzun zamandan beri kaybolmuş bulunan dev let otoritesini yeniden kurmak ; Türkiye'yi bir huzur, em niyet, kardeşlik ve banş ülkesi haline getirmektir. Dev leti hakim kılacaksınız. Sokağın, Okulun ve fabrikanın hu zur ve silld'inunu temin edeceksiniz. Bu, çok zor bir
iş ol
makla beraber, altından kalkılmayacak bir mesele değil dir. Siz meşruiyetçisiniz. İhtila.lcilik ve cuntacılık bugün lerde her cüreti ku'acak kadar, dünyada, etrafımızda ve içerde, çok zayıflamıştır. Ecevit'in yeni CHP'si de çok şü kür bu metodu reddeder görünmektedir. Bütün bunların üstünde olarak yüzde altmışyedilik birliğinizdir. Milletin ekseriyeti ve devletin meşru kuvvetleri en büyük teminat tır. Ancak bu konudaki başannın vazgeçilmez bir şartı vardır ve o da mutlaka beşli birleşmedir. İhtilal her zaman kavgalı döğüşlü, toplu tüfekli ol maz. Türkiye'de her gün iki çeşit ihtilal devamlı olarak sahnededir. Bunlardan biri sokak ve anarşi hareketiyle bütün yurdu kaplamak istidadında olan sıcak ihtilaldir ve bunu marksistler yürütmektedir. İkincisi Ecevit ihtilalidir. Bu ihtilal siyasette yapılan ihtilaJdir. İsterseniz buna demokratik ihtilal de diyebilir siniz, meşru ihtilal de diyebilirsiniz. Gerçekten Ecevit si yasi sahada her gün ihtilal yapmaktadır. Ecevit halk iktidannı kuracağız diyor. Düzen deği şikliği yapacağız diyor. İktidara gelsek de düzeni hemen d�iştiremeyiz diyor. Parlamento on yıl halkın gerisin dedir diyor. Bizden başka herkes gericidir diyor. Halkla 203
beraber seçim seçim seçim diye diye seçime gideceğiz di yor. Tazyik mitingleri yapıyor. Kalabalıklan harekete ge çirmek istiyor. Niyeti ile zorluyor, hareketi ile zorluyor, edası ile zorluyor ; karşısındakileri durmadan zorluyor. Hiç şüphe yok ki bu meşrudur, fakat siyasette ihtilal de mektir. İşte Türkiye bütün böyle ikili maddi ve manevi ihti lal karşısındadır. Bir yandan marksist tazyik Türkiye'ye komünizrni, diğer taraftan Ecevit zorlaması memlekete demokratik solu getirmek istiyor. Yani sosyalizm fırtınası Türkiye'nin üzerine çullanmıştır. İster mutedil olsun, is ter şiddetli olsun. Türkiye'yi bu fırtınadan kurtarmaya siz memursu nuz. Fakat ancak hep birlikte, tek ve tam bir cephe ola rak, beşli bir ittifakla bunun üstesinden gelebilirsiniz. En ufak bir kuvvet israfına vaziyetin tahammülü yoktur. Türkeşsiz ve Feyzioğlusuz bir birleşme daha baştan mahil doğmuş olur. Beşinizin tabanının da iktidar bizimdir de mesinin sayısız faydalan ve hayati ehemrniyeti vardır. Bugün artık yalnız 226 ile kuvvetli bir iktidar olmak mümkün değildir. Kuvvvetin sayı kadar ve hatta ondan daha çok mahiyet şartı vardır. Gittikçe ileriiyen 565 bin oyu ile, kudretli gençliği ile yılmaz kararlığı ile vazgeçil mez bir kuvvet olan MHP'yi koalisyon dışı bırakmak gaf let olur. Devletin sağlam kuvetleri nezdindeki itibarlı mev kü ve yüksek tecrübesi dolayısiyle Güven partisini aranız da bulundurmanız şarttır. Bu iki yıpranmamış kuvvet Marksizme karşı mücadelede çok önemli iki kilit taşı du rumundadır. Aynı zamanda bunlar diğerlerinizdeki yıpran mışlığm telafisinin de iki panzehiri olacaktır. Aranızdaki bazı şahıslann yıpranmışlığı mühimdir. Fakat kurulacak beşli kollektif liderlik bunun zaafını gi204
derecektir. Onun için bu zaafı mütemadiyen öne sürmek, ona saplanıp kalmak haksızlıktır. En inatçı görünenleri niz, bu saplantılarından vazgeçmelidirler. Beşinizin kuv veti biriniZin veya ikinizin zaafını gölgeliyecektir. Yeter ki hepiniz yan yana dizilin ve sağlam hizaya gelin. Milli iradenin Ankara garında bittiğini siz iyi bilir siniz. Bugün artık hem oyla hem kuvvetle iktidar oluna bilmektedir. Oyunuz var, kuvetiniz ise birleşmenizden, kenetlenmenizden doğacaktır. Birieşiniz ve iktidar olunuz.
Fakat gafil olmayınız, beşli birleşiniz ! . .
205
''ÖLEN öLVR, KALAN SAÖLAR BİZİMDİR..''
15 Aralık 1974
Milliyetçi cephe konusunda DP'nin beklenen karan nı evvelki akşam Ferruh Bozbeyli televizyonda okudu. Bu ne talihsiz metin ve bu ne talihsiz liderdi yarabbi? Bu me tin Türk milletine vemilyonlarca milliyetçiye bir mesaj de ğil, bir küfürdü. Ve sahibi de onun için o kadar bedbaht ve soğuktu. Daima aydınlatıcı manevi bir nur ile dolu, olan her milliyetçi evinde o anda nasıl buz gibi bir havanın estiği ni ancak bu marifetin taş yürekli kahramanları olan bir avuç katı DP idarecisi tasavvur edemez. Ortalığı öylesine bir matem karanlığı, öylesine bir hiddet ve nefret soğuk luğu kapladı ki bunun altından artık sadece DP'nin ölüsü çıkar. Gerçekten bilhassa milliyetçiler için artık DP ölmüş tür. Dün milliyetçi cephenin beş partisi vardı. Bugün bun lardan biri intihar etmiş, geriye dört milliyetçi parti kal mıştır. Artık ruhu kaybolmuş boş kalıbını daha ne kadar sürüklerse sürüklesin milliyetçiler için DP yoktur. İçin de ne kadar yakınırnız ve dostumuz bulunursa bulunsun netice ve hüküm değişmez. Bir avuç hırslı politikacı öy� le bir iş yapmıştır ki onlan dostlannın değil, kardeşleri nin ve aile fertlerinin bile kaderlerinin makfıs yolunda yüzüstü bırakmalan ve terk etmeleri gerekir. 206
Bozbeyli iki gün önce parti grubunun bu konudaki toplantısını açarken iki hususun karara bağlanacağını söyleyerek gündemi tesbit ve ilan etmişti. Milliyetçi cep heye, ya hükfımete bakan vererek veya bakan vermeden dışardan destekleme yolu ile katılmak bahis konusu idi. Bunlar müzakere edilecek ve karara bağlanacaktı. İki
gün
sonra televizyonda partinin lideri milletin karşısına çıka rak hayır bunlar konuşulmadı, açıkladığım kararı konuş tuk diyor. Eğer toplantının hikmeti vücudu olan asıl me sele konuşulmadıysa daha baştan onu teklif eden lide rini grubu kaale
almaıruş
demektir.
Bu kadar itibar
sız, teklifi konuşulmayacak kadar ciddiye alınmamış bir liderlik olur mu ? Yok eğer konuşulduysa, Bozbeyli mil letin önünde açıkça yalan söylemiştir. Her iki halde bir parti lideri için parlak bir manzara değildir. Tabii, parti liderliğini
sadece
liderlik protokolünü yerine getirmeye
memur edilmiş olmaktan ibaret görmeyenler için. Hemen ilave edelim ki bu hazin karar yalnız kendi leri için, ölüm ilanlanm kendi boyuruanna asanlar için geri döndürülmez bir kayıptır. Aslında bu karar milliyet çi cephe için gerçek bir kazanç olmuştur. Bir kısım in sanlara bağlanan ümitlerio beyhudeliği meydana çıkmış, safların
sıkılaştınlmasım
engelleyen mühim bir pürüz,
içinden çıkılmaz bir kördüğüm kendi elleri ile milliyetçi milli iradenin önünden sökülüp atılmıştır. Artık dört par ti ile milliyetçi cephe daha sağlam, daha tutarlı ve daha kuvvetli hale gelmiştir. Böylece milliyetçi cephe büyük bir rahatlıkla safrasını atmış ve feraha çıkm�tır. Nitekim dört
partinin liderleri derhal
müessir bir işbirliğinin
temellerini
la atmış ve bu ferahlığın
toplanarak
süratle ve kolaylık
gittikçe verimli hale gelecek
olan neticelerinin ilk meyvelerini vermişlerdir.
İki gün
sonra dö:r.dü. Dörtlü toplantıdaki canWığın beşli toplan-
207
tıdaki kasvetle mukayesesi, malfun tutumuyla DP'nin mil liyetçi cephe için nasıl fuzuli bir ayak bağı olduğunu açık ça ortaya koymuştur. Bu ayak bağını kendileri kopararak milliyetçi cepheyi feraha çıkardılar.
Artık DP'nin milliyetçi cephede de, milliyetçilikte de yeri yoktur. Milliyetçilik 18.f ebeliği mesleği değildir. Ey lem 18.zım eylem. Milliyetçilik milliyetçi gibi hareket et mek demektir. DP. ölmüş, fakat milliyetçi cephe kuvvet lenmiştir. Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir !
208
SATILMIŞLAR, ÖYLE Mİ?
1 6 Aralık 1974 Tam sayınız galiba 45'tir. Otuz beşiniz toplanmış, onbeşe karşı yirmi ile o mahut karan almışsınız. Milliyet çi cepheye katılmak taraflısı olan basireti bağlanmamış onbeş arkadaşımza "satılmışlar ! " diye bağırmışsınız. He le gelin, parti olarak sizin bir senelik tutumunuzu bir so ğukkanlılık süzgecinden geçirelim, bakalım satılmış olan kim ve hangi taraftır ? İlk marifetinizi Cumhurbaşkanlığı seçiminde göster miştiniz. Ondan önceki günahlannızın AP'yi parçalamak taki hissenize ve hatta AP içindeki daha eski varlığımza kadar gittiği bugün artık gün ışığına çıkmıştır. Bunlann üzerinde ayn ayn duracak ve milletin huzurunda etraf lıca hesabmızı gözden geçireceğiz. Bugün için ele alacağı mız kısrm seçimlerden sonraki bir senelik devredir. 14 Ekim seçimleri malfı.m dağınık neticeyi verince siz sağ koalisyon istediniz. CHP'nin bir gün bile iktidara getirilemiyeceğini ilan ettiniz. Bol bol komünizme karşı mücadele edebiyatı yaptınız. Fakat tabii sol cephe de kar şı hücuma geçmekte geç kalmadı. Bunun üzerine siz he men ürktünüz ve ilk hızınız kaybolmağa, politikanız de ğişmeye yüz tuttu. Bu sizin soluğunuzun kolay tükendi ğinin ilk alameti ve istikametinizdeki ilk sapma idi. Bun·
209
dan sonra sapmalar gittikçe artacak ve siyasi yolunuz zikzaklarla dolu karmakarışık bir hüviyete bürünecekti. Artık milliyetçi cepheden kopuyor ve siyaset minde rindeki yeni yerinizi almaya hazırlanıyordunuz, sağ koa lisyon ve komünizmle müştereken mücadele arzularınız bitmişti. .Th:inci safhaya ulaşmıştımz. Bu safhanın ana ka rekterini sizin CHP ye yaı:iaşmamz şeklinde hülasa ede biliriz. Artık sa,ğdan kopmuş, CHP ile flört etmenin peşine düşmüştünüz. Sağ partilere karşı bütün huysuzluğunuzu, hırçınlığınızı, geçimsizliğinizi takınmış ve Ecevit'e hoş gö rünme fırsatlarını kollar hale gelmiştiniz. İlk fırsat Kıbrıs harekatında elinize geçti. Kıbrıs için normal, tabü ve güzel olan hükümet desteğini, hükümeti desteği halinde ortaya koyarak Ecevit'in gözüne girmeyi başardımz. O günden bugüne de hep CHP ile koalisyon yapma peşindesiniz. Artık hiç bir şey söylediğiniz sözün Ecevit tarafından takdir edilmesi kadar sizi mest etme mektedir. Her toplantıda Ecevit'e yatkın bir teklif ileri sürmek sizin için adet haline geldi. Ecevit'e göz kırparak, ümit vererek koalisyonu onun vaktinden evvel bozmasına hisse kattınız. Menderes ve iki arkadaşı olmasa CHP ile ortaklığı da kuruyordunuz. Ecevit'in erken seçim şartına da ilk teslim olan sizsiniz. Ecevit karara Haziran yerine Ekim dese, siz hemen koa lisyondasımz. Milli koalisyon gibi Türkiye için akıl ve demokrasi dışı formülden, AP'den ikinci bir şahsın kuracağı hükü met formülüne kadar en çıkmaz yolların şampiyonluğwıu daima siz yaptınız. Yüzde altmış yedi gerçeğini en önce siz unuttunuz. Bir yıllık hükümet bulıranının en büyük sorumlusu sizin ne istediğinizi bilmemeniz, istediğinize memleketin şartlarına uymamasıdır. Bir yıldan beri va-
216
tandaşın dilinde "Peki bu adamla.r ne istiyor ?;' diye ifade sini bulan hükmün tek hedefi sizsiniz. Ne istediğiniz ne kadar belli olmasada CHP ile işbirliğine can attığınız mu hakkaktır. Öyle ki, bütün milliyetçi cephe size ortaklık teklif edip cevap beklerken, siz Kırıkkale'de CHP'ye ortaklık teklif etmeye kalktınız. Şimdi son karannızda da, içinde CHP'nin bulunacağı seçim hükümeti istiyorsunuz. CHP ile işbirliği artık sizin için esas olmuştur. Anlaşılan, bir saniye bile devletin kendisine teslim edilemiyeciğini söylediğiniz CHP on aylık icraatı ile sizi mestetmiştir. Bu iktidarın milliyetçi icraatına doymamış sınız ki daha 1975 Ekimine kadar da devam' etmesini is tiyorsunuz. Allahtan ki, Ecevit buna yanaşmıyor. Yoksa memleket bir yıl daha eline geçince, solu artık hakimi mutlak olmaktan kimse ala koyamaz. Bir yandan milliyetçi ol, öte yandan milliyetçiliğin de ğil solun hem de memleketin iliklerine işleyen Ecevit so lunun iktidara gelmesine çalış ; milliyetçiliğe iktidann yo lunu kapmağa azmet. Haydi efendi ! .. Siz kim milliyetçilik kim ? Siz bu bir senelik buhranlı devrenin başında da yan lış yolda idiniz, şimdi sonunda yanlış
yoldasınız. Birinci
safhada CHP iktidarı istiyorsunuz, yanlıştır. Sizin sağ koalisyon istediğiniz zamanda bu istek ger çekleşseydi. Ecevit'in karşısında bir gün bile tutunamaz ve Ecevit'e yüzde ellinin üstünde bir iktidar yolunu açar dınız. Bereket versin ki, Süleyman Demirel akıllıdır ve o gün Ecevit'i iktidar yıpranmışlığının içine atmak gerekti ğini kavrayarak bu zamansız hisleri önledi . .
211
Milliyetçi koalisyonun, sizin tabirinizle sağ koalisyo nun bugün tam zamanıdır. Ecevit balonu sönmüş, milliyet çi cephe olgunlaşmiş, sol tehlike durdurolma noktasına varmiştır. Fakat bu sefer de
siz CHP'ye teslim oluyor
ve sağ koalisyonu baltalıyorsunuz. Ve böylece yanlış yap ma vazifenize tam sadakat gösteriyorsunuz. Sizin bugün flöı:ıte çalıştığınız CHP size "eş kiyanın yarın ne yapacağı belli olmaz" diyenlerin, size "zehir ha fiye" adını takanların partisidir. Siz bunlarla iş birliği anyor ve buna rağbet etmeyenlere, milliyetçi partilerle iş birliği yapalım diyenlere "satılmişlar ! " diye bağırıyor sunuz. SatıliDiş kimdir efendiler ? Bizde olsun dünyada olsun , sosyalist kapmta olsun, milliyetçi kampta olsun, ideolojide satılmışlığın bir tek öl çüsü vardır. O da bir kamptakinin kendi kapınındakileri bırakıp diğer kamptakilerle birlik olmasıdır. o halde bir daha düşününüz ve cevap veriniz ;
212
Satılmış
kimdir ?
SON ŞANSlNIZ 17 Aralık 197 4 Milliyetçi cephe kurulurken DP olarak bir haftada üç beyanınız oldu.
- önce Kırıkkale'de CHP'nin sizi uydu yapmak is
temesine karşılık, AP'nin de sizi bölmek istediğini beyan ettiniz. Bu arada milliyetçi cephe için üzerinizde tazyik
ler olduğunu açıklayarak bazı kimselerin ticarl kredileri için hükümet kurmağa yanaşmayacağınız şeklinde ipe sa pa gelmez laflar söylediniz. Sermayeyi ürküten ve yatı
rımlan durduran on aylık sol bir iktidardan sonra sana yici, iş adamı ve tüccarın, kredileri açacak sermaye düş
manı olmayan bir iktidan oluşturmağa çalışması hem ta biidir hem de vatanperveranedir. Ayrıca böyle milliyetçi bir sağduyu hükumetinin
bütün bir milliyetçi
kurulmasını
cephe
yalnız tüccar değil
istemiş ve teklif etmiştir.
Profesöründen gazetecisine, siyasetçisinden bürokratına,
partilisinden partisizine kadar bütün bir milliyetçi cep he ... Biz de mi kredi peşindeyiz efendiler ? . . Kredisi de, her türlü ikbal mevkileri de sizin olsun.. Bize milliyetçi bir hükümet verin, hepsi o kadar .. Zira memleketin sos yal ve kültürel yapısı her gün elimizden biraz daha ka
yıp gidiyor. Biz kredi değil, bunu durduracak bir hükü met istiyoruz. Fakat yazık ki, yazıklar ki siz bunu anla ·
mıyorsunuz.
213
İkinci olarak AP'nin mektubuna verdiğiniz güzel ce vap ortaya çıktı. Bunda kendinizi toparladığınız, milliyetçi koalisyona
yardımcı olacağınız anlaşılıyordu.
Herkes,
tabii solcular hariç herkes rahat etti. Sağ duyu galip gel miş görünüyordu. Sağ koalisyona yardımcı olmak için bi ze düşen fedakarlığı
yapınağa hazırız diyordunuz. Ga
liba şeytanın hacağı kırılmış, sizden de yapıcı bir tutum gelebileceğine inanmıştık. Bu beyanla toplandınız. Toplantının sonunda üçüncü beyanınızla karşılaştık. Bunda da başka bir hava çalıyordunuz. İlk defa sizin tek lif ettiğinizi söylüyerek sık sık övündüğünüz sağ koalis yonu reddediyar ve seçim hükümeti isternek k ahramanlı ğına hevesleniyordunuz. Ecevit bunu istiyor,
sol
basın
bunu istiyordu. Milliyetçi cepheyi ters yüz ederken diğer lerinin bir kerre daha hoşuna gitmenin tam zamanıydı. Bir haftada ikişer gün ara ile bu ne zikzaktı yarabbi, bu ne tutarsıziıktı ? Siz bunu siyaset mi sanıyorsunuz ar kadaşlar? Siz niye bu kadar "herkesi kör, alemi sersem" sanmaya yelteniyor, kendinizi cümleden akıllı görmek gu ruruna kapılıyorsunuz? Şüphesiz bu da bir siyasettir. Siyasetin de iyisi var dır, kötüsü
vardır.
Başarılısı vardır, başarısızı vardır ..
Sizinki de elbet siyasettir. Fakat sizin icadınız olan bu siyasetin tek vasfı eriyip bitme siyasetidir. Eğer böyle giderseniz, eriyip biteceksiniz arkadaşlar. Eriyip bitecek siniz. . . Sizi bugüne kadar ayakta tutan dört sermayeniz var dı. Bunlardan biri milliyetçilik, ikincisi Demokrat Parti nin mirasındaki hisseniz, üçüncüsü Celal Bayar'ın gölgesi, dördüncüsü Demirel düşmanlığıdır. Siz Demirel'i milletin gözünde de
kendi gözünüzde
de büyüttükçe büyüttünüz. Fakat unutmayınız ki Demirel
214
ne kadar büyük olursa olsun, bir partinin hayatını idame ettirmeğe bir adamın düşmanlığı kafi gelmez. Bir parti nin programı bir adam düşmanlığından ibaret olmaz. De mirel düşmanlığı sizi getirdiği yere kadar getirmiştir. Ar tık her geçen gün bu sermaye altınızdan kaymakta, hat ta geriye tepmekte, sizi sevimsizleştirmektedir. Demokrat Partinin mirasındaki hisseniz de artık teh likeye girmiştir. Onun asıl mirasçıları bugünlerde haklan na sahip çıkmaya hazırlanmaktadırlar ve çok muhtemel dir ki ikinci takım olarak size bir şey kalmıyacaktır. Ay rıca Demokrat Partinin mirasçısının artık tesir kabiliye tini de hesaba katmak lazımdır. 1960 ihtilalini yazılardan, Menderes'i resimlerinden
öğrenip tanıyan genç nesiller
oy verme yaşına gelmişlerdir. Siz değilseniz bile, dünya değişiyor. Demokrat Partinin eski havası ve kuvveti ar tık bir hayal olmaktan ileri gidemez. Artık bu sermaye ye güvenıneniz için de hiç bir sebep kalmamıştır. Celal Bayar'ın gölgesinden de aynı şekilde daha fazla istifade imkanı bulaca,ğınız çok şüphelidir. Artık ne devir Celal Bayar devridir, ne de Bayar'ın
14
Ekim seçimlerin
deki rolünü oynamasına imkan kalmıştır. Milliyetçilik sermayenizi ise, hovardaca demeye terbi yem müsait olmadığı için, fütursuzca ve sorumsuzca yi yip bitirmek üzere olduğunuzu
söylüyeceğim.
Demirel
düşmanlığı ile gözünüzü öyle kan bürümüş ki milliyetçi liği değil dünyayı , ışığı, taşı toprağı göremez hale gel mişsiniz. Hülasa, sizi eriyip yok olmaktan kurtaracak hiç bir şey kalmamış gibidir. Yalnız son bir şansınız hala mev cuttur. O da bu son kararımzdan derhal dönüp milliyetçi cepheye katılmanızdır. Eğer parti olarak bu dönüşü, · bu hakka dönüşü gerçekleştiremezseniz ;
fertler olarak bu
tarihi ve milli vebal altından kalkınağa bakınız. Siz on-
215
beşler, siz yirmibeşler, siz otuzlar bu makus çenberi mut laka, ama mutlaka kırınız ve milliyetçi cepheyi, milliyet çi cephe hükümetini oylarınızia destekleyiniz. Bize "Bütün Türkler bir ordu, katılmayan kaçaktır" işareti verilmişti. Buna layık olamadık ve bugünlere gel dik. Şimdi artık milliyetçilerin bir ordu olmasının vazge çilmez günlerindeyiz. Bu orduya
katılmaayan
Derhal katılınız ve kaçak olmaymız. Bu sizin son şansınızdır.
216
kaçaktır.
9
MİLLİYETÇİ ÇlKMAYACAK MI?
18 Aralık 1974
Nasredd:in Hoca bir gün yaramaz bir çocuğu evire çevire dövüyormuş. Çocuk hem dayak yiyor, hem de dur madan "millet, bakın ben hocayı dövüyorum" diye bağı rıyormuş. Nasreddin Hocanın buna cevabı çok tatlıdır : "Gören Allah için desin"' Şimdi siz de Nasreddin Hocanın uslamaz çocuğu gibi durmadan feryad ediyorsunuz : AP bizi parçalamak istiyor diye . . . Buna en kestirme cevap Nasreddin Hocanın karşı lığıdır : Gören Allah için desin . . . A P m i sizi parçalamak istiyor, yoksa siz m i parça lanma sath-ı maJinde dolu dizgin inatla, adeta şuurla par çalamak, yok etmek için mümkün olan her ş eyi yapıyor sunuz. Bu gidişle mutlaka parçalanacak, parçalanmak ne kelime, süratle eriyip biteceksiniz. Bunu nasıl görmüyor sunuz, şaşılacak şeydir. Gönnemenize, duymamanıza as lında imkan yoktur. Çünkü sizin tutumunuzu tasvip eden bir tek vatandaşa artık hiç bir yerde ratalamak mümkün değildir. Herkes sizi tenkit etmekte size öfkelenmektedir. Kulağınızın bu kadar tıkalı, gözünüzün bu kadar kapalı olmasına ihtimal verilemez. Demek ki, basiretiniz bağlan mıştır. Demek ki, "benden sonra tufan" zihniyetinin esiri olup kalmışsınız. 217
Milliyetçi cepheye davet ederken kim size parçalanın diyor ? Şimdi bu cepheye seve seve katılan MSP, CGP ve MHP kendilerini parçalanma arneliyesine mi terk ediyor lar ? Siz bütün halinde, haysiyetle, nefsinize güvenle müs takil bir parti olarak eşit şartlarla milliyetçi koalisyona katılınca mı
parçalanırsınız, yoksa aranızdaki
hasiret
erbabına satılmışlar diye bağınnca mı, milliyetçilik bir hükümetin oluşmasını engelleyerek solun ekmeğine yağ sürünce mi ? Hepimiz sizi milliyetçi koalisyona davet ediyor ve hü kümette bütün olarak şerefle kendi yerinizi alınanızı is tiyoruz. Hani sağ koalisyon sizin fikrinizdi ? Eğer iste diğiniz zamanda ve istediğiniz gibi bir sağ koalisyon ku rulsaydı bu da parçalanmak ını olacaktı ? Bu nasıl iştir ki beşli koalisyon Demirelsiz olursa siz parçalanmıyorsu nuz, fakat Demirel'li olursa parçalanıyorsunuz. Şimdi düşünün, Demirel'in başbakanlığında beşli mil liyetçi koalisyon kuruldu. Siz DP olarak beş altı bakanlık aldınız ve partiniz koalisyonun ortağı oldu.
O zaman sizin
bir kısım arkadaşlarınız, mademki hükümette yan yana geldik, gelin istifa edip AP' ye katılalım mı diyecekler? Bu ne ters mantıktır arkadaşlar ? Siz bu kadar pamuk ip liği ile mi birbirinize bağlısınız ki, ortağı olduğunuz koa lisyonu bir kısmınız hemen Demirel'in tarafına geçmek için fırsat bilsin ? İktidar olmanın,
iktidarda bir kanat
olmanın birleştirme yerine parçalanma unsuru olacağı an cak sizin ters mantığınızın kabul edebileceği bir gara bettir. Gerçek odur · ki, siz Demirel Başbakan olursa parça lanıriZ diye değil, Demirel çekilsin ki, biz AP'yi ele geçi relim diye düşünüyorsunuz. Doğrusu bu düşünce de tam bir ham hayaldir dersem, bilmem bana gücenir misiniz ? Bir kerre Demirel gitse de siz AP'yi zor ele geçirirsiniz.
218
Siz, AP elinizde iken ona sahip çıkmayı beceremiyen bir ekipsiniz. Şimdi onu dışarıdan nasıl fethed:eceksiniz ? Son• ra sizin git demenizle Demirel'in gitmeyeceği de
yeter
derecede anlaşılmıştır. AP size ayrı, müstakil bir parti muamelesi yaparak sizi milliyetçi koalisyona çağırıyor.
Fakat siz kendinizi
AP ile bir parti imişsiniz gibi görmek hesaplarından kur tulamıyorsunuz.
Kurtulamayınca da parçalanma yolunu
kendiniz açık tutmuş oluyorsunuz. Görünen odur ki, Demirel kalacak, Başbakan olacak ve siz bölüneceksiniz. Madem ki, Demirel'in Başbakanlığı sizi bölecek sihirli bir değnektir, o halde Demirel Başba kan olunca siz otomatik şekilde bölüneceksiniz demektir. Kimsede bir kabahat aramayınız. Ama sizin bugünlerde tarihi bir kabahatiniz, milli bir suçunuz teşekkül etmiştir ki, hiç bir şey olmasa, yalnız bu sizi bölecek, mutlaka ve mutlaka bölecektir, çünkü bölmesi 18.zımdır.
Milliyetçiliğin ve memleketin istikbali için bu
bölünme şarttır. Bu bölünme mukaddes bir bölünme olacak, mübarek bir çıkış teşkil edecektir. Bu çıkışın kahramanları Türk milletine unutulmaz bir hizmette bulunacaklar, memleke tin makfıs talibini yenecek imkanın kör düğümünü beş on tane mübarek oyları ile çözüp atacaklardır. Aranızda böy le basiretli vatanseverlerin çok oldu,ğunu ve onların bu günlerde milli vicdanlannın sesine kulak vererek hareket halinde bulunduklarını herkes ümit ve sevinçle görüp bili yor. Milliyetçi cephe değil, Demirel cephesi kuruluyor di yerek bugünkü milli kıyamı yozlaştırmaya çalışmaruz sizin içinizdeki bu mübarek huruç ha reketini durduramayacak tır.
' 219
Bakın, dörtlü milliyetçi cephenin 212 sayısı beş vatan perver bağımsız katılma bildirisi ile 217'ye çıktı. Sizin içi nizdeki onbeşlerden, yirmibeşlerden kongrenizi bekleme den bir dokuz kişi çıkmayacak mı ? 226 sayısını milliyetçi cepheye bahsedecek bir dokuz kişi... Hiç şüphe etmeyiniz ki, çıkacaktır. Türkiye ve milli hayatımız öyle bir ölüm kalım mücadelesi günleri içinde çırpınıyor ki, bunun yanında her şey, parti de, parti men faatİ ve disiplini de, lider de kaale alınmaz derecede ba sit kalıyor. Öyle bir mahşerdeyiz ki her milletvekili, lideri nin ağzına değil : Allah'a, vicdanına ve vatanperverli ğin icaplarına bağlı kalarak, kendi kararını kendisi ver mek durumundadır. Bu durumda biz onların vatanperver.: liklerine hitap ediyoruz, siz ne dersiniz, sizin içinizden : 9 basiretli milliyetçi çıkmayacak mı ?
220
DAHA NE BEKLiYORSUNUZ? 19
Aralık 1974
Ey Sadettin Bilgiç'le beraber hareket eden onb�, yir mi, yirmibeş DP milletvekili ! Hiç vakit kaybetmeden bir araya gelin ve bir bildiri hazırlayarak altını imzalayın. Millet ve bütün bir milliyetçi cephe, geniş milliyetçi çevre ler, ümitsizlik içinde bezgin ve adeta hayata küskün bir hale gelmiş bulunan milyonlar sizden bunu, bu ışığı bek liyor. Bu müşterek tarihi ve milli
beyanınızda
deyinki :
Milliyetçi cephe, milliyetçiler koalisyonu bizim fikri mizdir. Bu fikri en baştan biz ortaya atmıştık. Bugün de fikre sadıkız. Bugün bu fikrin gerçekleşme zamanı gel miştir. Bu fırsatı geri tepmek değil, bilakis sevinçle kar şılamanız gerekir. Aksi takdirde kendi kendimizle ters düşmüş oluruz. Milliyetçi koalisyonun iktidara gelerek memleketin makus gidişine el koymasının bir gün bile gecikmesine vatanın tahammül yoktur. Kurulacak milli yetçi koalisyon hükümetini beyaz oy vererek destekleyece ğimizi milletin huzurunda beyan ediyoruz. Bu beyan milliyetçi iktidarın yolunu, hem le Ferruh Bozbeyli ve etrafındaki bir avuç hırslı politikacının gözü nü açacaktır. Yani bir taşla iki kuş vurmuş olacaksınız. 221
Bir yandan millete ve milliyetçiliğe hizmetin engin şe refine nail olacak, bir yandan da partinizi ve kendi arka daşlarınızı doğru yola çevireceksiniz. B ozbeyli ve etrafındakiler kendilerini nefislerinin ka palı duvarlannın içine öyle hapsetmişlerdir ki, o duvarları yıkmak ve onları uyandırmak için sizin milli, feragatkar ve faziletli huruç hareketinizden başka hiçbir çare kalma mıştır. Onlar kulaklarını ve gözlerini gelişmelere, acı ger çekiere ve sağ duyu ikazlanna öyle kapamışlardır ki mü essir baskı grubu ve vasıtası olarak ortada yalnız siz ve sizin vatanperverane atağınız kalmış durumdadır. Eliniz deki bu kurtarıcı silahı vaktinde kullanamazsanız, bu kud reti zam2.nında harekete geçirmiyecek bir gevşekliğin için de kalırsanız memlekete de, milliyetçiliğe de, siz de, arka daşlarımza da yazık olacaktır. Bozbeyli ve etrafındaki bir avuç milletten ve realiie den kopmuş hırslı arkadaşın ihtirası bari güzel bir şey, müspet bir şey olsaydı . . . Ne gezer ? Maalesef bu ihtiras ve hatta bu iptila düşmanlık, şahıs düşmanlığı gibi bir un surun üzerine kurulmuştur. Düşmanlık ihtiras ve iptilala nnın kurduğu kalelerin içine kendisini hapsedip
kalm�
olan nefis en bedbaht bir nefistir. Böyle bir nefis kendi sini küçük bir cehenneme çevirmiş olmaktan başka hiçbir şey yapamaz. Her yardımı bir hile, her ilgiyi bir tuzak, her dostluk çağrısını bir düşmanlık halinde görerek ken disini hakikatten, huzurdan · ve çevreden tecrit eder. Böy le olunca bu nefis mahkumlarının başlıca işi kendi ken dilerini kandırmaktan ibaret kalır.
Artık bunlar başını
kuma gömen deve kuşlarının kendi aramızdaki temsilci leri olur çıkarlar. Bakın, sizin partiyi yönettiğini zanneden arkadaşla rıniZ neler söylüyorlar, nasıl kendi kendilerini kandırmak la meşguldürler. Bir gün Ankara'da, bir gün İstanbul'da,
222
bir gün Edirne'de Milliyetçi cepheyi Demirel cephesi di yorlar. Milliyetçi cepheyi oluşturmak isteyen idealist ga zetelere Demirel'in basını diyorlar. Küçük ihtiraslar bu arkadaşların gözlerini bu derece k arartmış, basiretierini böylesine bağlamış. Milliyetçi cepheyi oluşturmada geniş bir üniversite öğretim üyesi kadrosunun desteği ile başı Orta Doğu ga zetesi çekmektedir ve çekrneğe devam edecektir. Bu ga zeteye Demirel'in basını derneğe insanın nasıl dili varır ? Yalnız bu isnat bile sizin liderinizin ve etrafındaki bir avuç hırslı
politikacının milliyetçi gelişme ile ve sağduyu
ile nasıl ters düştüğünün yeter delilidir. Bu tersliğe,
memleketteki milli sosyal ve kültürel
yapıının her gün bir daha geri döndürülemez şekilde tah ribine, korkunç bir sol icraatın
hükümferma
olmasına
milliyetçi bir koalisyonun iktidara gelmemesine, memle ketin muhtaç olduğu hükümetin kuruimamasma daha ne kadar seyirci kalacaksınız. Şunu asla unutmayınız ki sizin partilerin beklerneye belki sabrınız müsaittir. Fakat bu yolda bir gün bile gecikmeye memleketin ve milliyetçili ğin kaderinin tahammülü yoktur. Türkiye 'nin kurtuluşu yolunu açacak olan istikame tin anahtarı tarihi ve ilahi bir fırsat olarak bugün sizin elinize geçmiştir. Bu fırsata ve bu şerefe layık olmağa mecbursunuz. Derhal, bir saniye bile keybetmeden beyaz oylarınızı ilan ediniz. Hesap kitap yapmaktan vazgeçiniz. Şerefli, haysiyetli ve vatanperver atağınızı yapınız. He men yapınız, durmayınız yapınız, Tarihin altın hükmü bir taç olarak kendisini başımıza geçirmenizi, alınlannızı süs lemeyi bekliyor. Böyle bir atak her küçük insanı büyük yapar. Sizler büyüksünüz, büyüklüğünüzü ispat ediniz. Daha ne bekliyorsunu ? 223
BAYRAM IIEDİYESİ
20 Aralık
1974
Bayram geliyor. Fakat çoktandır hiç bir bayramın artık eski tadı kalmadı. Çünkü hayırsız evlatları yüzün den güzel Türkiye'nin uzun zamandan beri ağzının tadı adamakıllı
bozulmuş bulunmaktadır. Bu bozukluk daha
ne kadar devam edecek, bitmek bilmeyecek mi, o da belli d�ildir ? Aziz vatanın gamlı ve sıkıntılı havasında Türk insanının tükenmez çilesi ve burukluğu her bayram sevin cini adeta onun boğazında düğümlemektedir. Sosyal çö küntü, kültürel aşınma, yıkıcı akımlar ve iktisadi perişan lık yakamızı bir türlü bırakmamakta, bu görmii§ geçir miş kanaatkar millete gülmeyi her gün biraz daha unut turmaktadır. Son yıllarda gittikçe büyüyen ümitsizlik sebepleri bir seneden beri büsbütün heybet kazanarak bugün memleke ti belki de en ağır bir bayram öncesi şartları ile yüz yüze getirmiştir denilebilir. Bu vahim durumda artık bıçağın k emiğe dayandığını gören harniyet erbabı ve milliyetçi güçler nihayet toparlanma şansının son saatlerinin yaşan dığını görerek çok ümit verici bir milli kıyam hareketi ne başladılar. Bu tarihi karar ve hareket milletimiz için önümüz deki Kurban bayramının eski güzel bayramlar gibi bir
224
sevinç kaynağı teşkil etme ihtimalini ortaya çıkarak ha kiki bir müjde mahiyetindedir. Dün akşam milliyetçi cep henin dört lideri toplantı halinde iken, Feyzioğlu tarafın dan açıklanan müşterek deklerasyon gamlı ruhlara bay ram arifesinde ışık serpecek harikfılade bir metindi. Türk milleti kurulan milliyetçi cephe ile galiba kurtuluşa açılan kapılarm anahtarını bulmuştur. Fakat ne yazık ki, bu sefer de karşımıza DP'nin tat sızlığı çıkmıştır. Sanki görünmez elle, Türk milletine bir bayram sevincini mutlaka çok görmekte ve bugün belir miş olan müjdeli havayı zehirlernek istemektedir. Geçen gün bir büyük sanatkar "yahu, yoksa bunların arkasında bilinmeyen menfi kuvvetler mi var ? İpler başkasının elin de de,
bunlara kasden mi böyle hareket ettiriyorlar?"
diye şüphesini dile getiriyordu. Gerçekten bir avuç DP'li öyle olmaz bir yanlışın peşindedir ki, insanın aklına böyle acı ihtimaller bile gelebilmektedir. Elbette k, böyle bir ihtimal asla varit değildir. Fa kat bu bir avuç DP'liyi kontrolüne alınış, onları milliyet çiliğe ve sağ duyuya ters düşüren bir merkez ve bir kuvvet mevcuttur. Sonra bu kuvvet gizli değildir, meydana çıkmış tır. Bir avuç DP'liyi milliyetçiliğe uymayan hareketlerin sahibi birer robot haline getirmiş bulunan bu kuvvet, şa hıs düşmanlığının şekillendirdiği bir hırstır. Bu hırs eski değerli milliyetçileri bir avuç hırslı politikacı haline getir rneğe yetip artmıştır bile. Bu
yüzden her bayram
başka bir
vesile ile ağzının tadı kaçmış Türk milletine bu bayram öncesi de bir avuç DP'li tarafından yıllardır hasret kal
dığı
bayram sevinci çok görülmek istenmektedir. Milliyetçilik iki dava karşısınladır. Bugün herkes ve
her şey, partiler de, şahıslar da, hırs da, her türlü kavga ve küskünlük de bu iki ana davanın altında ve berisinde kalır.
225
Bunlardan biri milli iradenin hakimiyeti davasıdır, otuz senelik demokrasi mücadelesine rağmen milli irade üzerindeki zümre hakiniiyeti baskısı henüz kaldırılama mıştır. Milliyetçilik işte bu hürriyet davasının yılmaz takip çis i olmak mevkiindedir. Bir avuç hırslı DP politikacısı şa hıs kavgası yüzünden bu ana davayı götüreniere hiç yar dımcı olmamakta, baştan beri sırça köşklerinde seyirci olarak kalmaktadırlar. Demirel son yıllarda başını koya cak kadar bu davanın en müessir bir israrcısı olmuştur. Bunu görmemek için insan vicdanının her türlü insaf hu dutlannın dışına düşmesi l3.zımdır. Milliyetçiliğin ve Türk milletinin ikinci ana davası git tikçe daha büyük dalgalar halinde üzerine gelen bir çığ gibi büyüyen komünizm tehlikesini durdurmaktır. Bugün Türkiye bu afet karşısında tek bir kurtuluş noktasına ge lip dayanmıştır. O noktada bütün milliyetçi güçlerin bir leşmesi, birlikte hareket etmesi, tek bir milliyetçi cephe teşkil etmesidir. Eğer bu milliyetçi cephe tehlikenin kar şısına çıkmazsa, kurulmazsa marksizm Türkiye'ye gelip oturacaktır. Bu kesindir. Onu durduracak
başka hiç bir
hükümet ve hiç bir çare kalmamıştır. Marksizmin bu dev leşmesinde Demirel'i sorumlu tutmak ise sadece budala lıktır. Bu itibarla milliyetçi cephenin süratle gelişmesi ve iktidan ele alması hayati bir zarurettir. Bugün milliyet çi hükümetin, milliyetçiler koalisyonunun kurulması işte böyle alelade ve hatta fevkalade hükümet meselesini aşan bir ölüm kalım davasıdır. DP'nin bir avuç politikacısı ise bu hayati davanın hiç farkında değildir. Farkında değildir. Çünkü bugün marksizm, savaşı siyasi kadernede
değil, onun altında doğrudan doğruya
cemiyetin bünyesinde vermekte ve ilerlemektedir.
Dur
madan ilerlemektedir. Her geçen gün sosyal ve kültürel
226
bünyeden artık bir daha geri getirilmesi iırıkansız bir çok şeyi alıp götürmektedir. öyle ki, bu gidiş durdurulmazsa, yarın seçimleri kazanıp bir milliyetçi parti veya partiler iktidarı kurulsa bile artık o zaman çok geç kalınml§ ola cak, artık cemiyette kurtarılacak bir değerin kalmadığı görülecektir. Türkiye'de marksizmin yaygın icraab hemen bugün durdurulacak mıdır ? Dava budur. Bunu durdurmak için de saniye kaybetmeden icra sahasına el koyacak bir milliyetçi koalisyona ihtiyaç vardır. Ya hemen milliyetçi hükümet kurulacak veya artık marksizme teslime hazır lanmaktan başka yol kalmıyacaktır. Milliyetçilik bugün bu noktaya gelmiştir. Ya derhal milliyetçi hükümet veya felaketlerden felaket beğen. Kar şımızdaki dava budur. Artık bekliyen milliyetçilik olamaz. DP'nin bekliyen milliyetçileri işte böyle bir uykunun rü yalarında dolaşmaktadırlar. Komünizmin bugün ulaştığı merhale de, ne yapılması lazım geldiğini hiç bilmemekte, destek değil bilakis köstek olmaktadırlar. Ey Sadettin Bilgiç ve arkadaşlan ! Ümit sizdedir. Siz bir avuç hırslı DP politikacısım bu uykularında yalmz bırakacak mısınız bırakınıyacak mısınız.
Milli dava hiç
bir arkadaşlık, vefa, particilik tanımaz. Milli dava sizin uyamklığımzın füle dökülmesini bekliyor. Üstelik bu fi il belki arkadaşlarınızı da bizim arkadaşlarımızı da uyan dıracaktır. Dün akşam dört partinin gönüllere nur saçan dekler asyonundan sonra, televizyon Bozbeyli'nin Kastamonu'daki hiç bir çözüm getirmeyen sisli beyanatım verdi. Bu be yanatın millet için adeta soğuk duş tesiri yapacak bir va sıfta olduğunu siz nasıl görmezsiniz ? DP'nin pişmiş aşa su katmasına, milletin üzerinde yalnız soğuk duş tesiri yapmakla vazifeli imiş gibi hareket etmesine nasıl göz
yu mabilirsiniz ? Nasıl ve ne zamana kadar ? 227
Milliyetçi cephenin hükümet kurması ile millet bu Kurban bayramında yıllardır belki ilk defa bayram yap tığının farkına varacaktır. Milletin ümitle açılan ellerini boş bU"akmayın. Bayram ertesine kadar düşünelim deme yin. Millet sizin üç beş mübarek beyaz oyunuzu en büyük bir bayram hediyesi gibi bekliyor.
Aziz ınilletimize bu mübarek bayram hediyesini geyecekmisiniz? ..
228
eısir
SÜLEDIANCILIK 21 Aralık 1974 Türk milleti bütün tarihinde mezhep kavgalarmdan çok çekinmiştir. Zaten mezhep ayrılığı her yerde insan lığın mühim. bir baş bel8.sıdır. En medeni milletler ve en modern cemiyetler bile bu sosyal felaketin pençesinden bugün dahi kendilerini kurtaramamaktadırlar. İrlanda'daki sürekli kavga ve Londra'dan gelen bomba sesleri bunun tipik bir örneğidir. Eskiden ise bu kavgalar millet haya bm kemiren en büyük tehdidi teşkil ediyordu. Bilhassa ba tı Türklüğü bu kavgalar yüzünden suni bir şekilde ikiye bölünmüştür. Bugün de Türkiye'nin içinde en büyük baş ağrılarmdan biri yine bu mezhep aynlığıdır. Alevilik ve Sünnilik çekişmesi bugün kendi hudutlarını da aşarak Türkiye'de siyasi ve ideolojik sahalara taşma istidadını çoktan ortaya koymuş bulunmaktadır. Mezhep ayrılığının altında bir de tarikatçılık vardır. Eskiden bir sosyal nizarn unsuru olan tarikatçılık cemi yeti birbiriyle bağdaşmaz dilimiere ayırmak sınırına va nnca tabü bir sihhatsizlik alameti olmaktadır.
Ancak bütün milleti çok sağlam birleştirici unsurlar etrafında toplamanın sırnna ermedikçe cemiyette mezhep ve aşın tarikat ayrılıklarının önüne geçmek de mümkün değildir.
229
Türk cemiyeti de bugün modern bir topluluk iddialanna rağmen mezhepçilik ve tarikatçılık
olma
hareket
lerinin çalkanlıları içinde oldukça şiddetli bir şekilde sar sılmaktan kurtulamamıştır. Bu arada birer din tarikatı demek olan Nurculuk ve Süleyınancılık cereyanı da ortaya çıkarak geniş bir taraftar kitlesi ve müessir bir kuvvet kazanmıştır.
Din sahasındaki bu mezhep ve tarikat ayrıklarını son zamanlarda DP'nin idarecileri siyaset sahasına da getirip yerleştirmişlerdir. Din. sahasında mezhepçilik, ve bilhassa tarikatçılık daima sosyal bir ihtiyaca, tarihi gelişmenin zaruretlerine dayalı olarak eskiden beri tefrikanın yanın da hakim bulunduğu kütleye müsbet bir destek gücü de sağlamaktan geri kalmamaıştır. Siz bütün cerniyeti sarsıl maz bir millet bütünlüğü etrafında toplayamazsanız, küt lelerin tarikatıerde, kulüplerde,
localarda
bağlayıcı
bir
teslimiyet aramasının önüne geçemezseniz. Buna mukabil DP'nin ortaya çıkardığı mezhepçiliğin hiç bir müsbet tarafı yoktur. Bu yeni mezhebe veya tari kata
Süleyınancılık adını verebiliriz.
Ancak
bu siyasi
meslek Süleyman taraftarlığı değil, Süleyman düşmanlığı ; yani menfi bakımından bir Süleymancılıktır. Böylece Türkiye'de bugün iki Süleymancılık vardır. Birisi Çamlıcalı Süleyman Efendi ile başlayan din saha smdaki Süleymancılık diğeri DP'Iilerin başlattığı siyaset sahasındaki Süleymancılık.
Birinci Süleymancılık kendi
şartları içinde ele alınması lazım gelen ve konumuz dışında kalan Süleymancılıktır. İkinci ise her bakımdan kısır o lan, bir esasa dayanınıyan manasız bir Süleymancılıktır. Bu Süleymancılık yalnız kısır ve manasız siyasi bir mezhep değil, aynı zamanda cemiyetimiz için bir ayıptır. Milletler dışarda aya gidiyor, içerde kütleleri yerinden oy-
230
natarak harekete geçınyor, biz milliyetçi kanat olarak Süleyman Bey düşmanlığını bir doktrin haline getirmeye çalışıyoruz. Daha doğrusu siz böyle yapıyorsunuz, ey DP' nin bir avuç hırslı politikacısı ! Süleyman Bey düşmanlığının muhtevası nedir, sistemi nedir, programı nedir ? Bir şahıs düşmanlığı Türkiye'nin hangi derdine deva olacak ? Türkiye'ye fabrika mı kazan dıracak, silah mı temin edecek, yol mu yapacak ? Hadi di yelim ki, hep. beraber bu düşmanlığa teslim olduk elinize, daha doğrusu elimize ne geçecek? Eskiden böylesi işlere, bilirsiniz, "abesle iştigal et mek" denirdi. Türkiye'nin bu şartlarında Süleyman Bey düşmanlığını bir Orta Çağ mezhepçiliği haline getirmek yalnız ve yalnız abesle iştigal etmektir beyler. Siz böyle yapmakla kendinizi sadece çağ dışına düşürmüyor, aynı ?..amanda Türk siyasi ve sosyal hayatındaki yerinizi de manasız hale getiriyorsunuz. Bilakis Türkiye bugün bu meseleyi ve bu kavgayı aş mak mecburiyetindedir. Süleyman Bey davası onun ken ıli- şahsını, hatta kendi kusurlarını ve bu arada tabii sizi de aşmış bir rejim davası haline gelmiştir. Bu ınilli irade mücadelesi, bir hürriyet meselesi hüviyetine bürünmüş lür. Bunu daha etraflı bir şekilde izaha devam edeceğiz, l �ugünlük şunu tesbit edelim ki, her şeye rağmen Süley man Bey krizini, sizin büyük payınız olan bu krizi Türk milleti atıatmak mecburiyetinde, aşmak zorundadır ve aşa ı�ak ve milliyetçi cephe teşekkül edecektir. Beyhude ve kısır gayretlerden vazgeçiniz. E,y Bil ve arkadaşları bu gerçeği hiç olmazsa siz görünüz. Tiirk milletinin bu merhaleyi aşmasına yardım ediniz. Ne duruyorsunuz yoksa siz millet hayatına ve milliyetçiliğe lı ı yamette mi şefaat edeceksiniz ? ı.:-iç
231
DEMİREL DöKtJMü - 1 22 Aralık
1974
Ey yeni mezhep kavgacıları, ey siyaset Süleymancı ları ! Gelin, bu gün sizinle eğri oturup .doğru konuşalım. Ve Demirel meselesinin bir dökümünü yapalım. Ama hak çasına, ama insafla ve vicdanla... Demirel'le ihtilafınızın başlangıcı Ragıp Gümüşpa la'nın ölümünden sonraki parti kongresinde yapılan ge nel başkanlık seçicimine gider dayanır. Orada başkanlık için iki rakip grup karşı karşıya gelmiş ve bu ikilik maale sef AP'nin ondan sonra ki hayatını zehirleyen umulma dık menfi bir unsur olmuştur. Umulmadık, çünkü tabii normal oldukça sakin ve mütecaviz olmayan bir seçim yarışının taraflarda daha doğrusu bir tarafta bu kadar derin bir iz bırakmasını anlamağa imkan yoktur. Demirel'in kendisini bu rekabet duygusundan kurta ramaması
bu seçimi unutamaması şaşılacak bir
şeydir
ve açık bir haksızlıktır. .A,ma buna iki sebep bulmak müm kündür. Birincisi, siyasette rakip tarafın rekabetini unutma mak umumi bir hastalıktır. Bu hastalıktan hiç bir siyasetçi kendisini
hiç bir lider
kurtaramamaktad.u".
edebiyatta şiirde aşığın en affetmediği
Rakip,
bir düşmandır.
Bunun siyasette de bir şiir unsuru gibi yüreklerde çörek Jenip kaldığı anlaşılmaktadır.
232
İkinci sebep araya giren gorunmez fitne unsurları dır. Sizin grubu Demirel'e mütemadiyen bir öcü gibi gös teren, iki tarafın arasımn, açılmasında fayda gören bir ta kım menfi kimselerin sureti
haktan görünerek ayrılığı
sıcak tutmağa çalıştığı, mütemadiyen körüklecliği bir va kıad.ır. Ama bu iki sebebi de Demirel'i mazur göstermek için söylemiyorum. Dolayısiyle ilk raund elbette ki, De mirel'in lehinde değildir. Sonra ikinci safha başlamıştır. Bu safhayı barış, yak laşma ve işbirliği safhası diye adland.ırabilirz. Bu 1969 seçimlerine kadar devam etmiştir. Bu
merhalede sizin
Demirel'in liderliğine karşı hiç bir itirazınız yoktur.
De
mirel de gerek partinin, gerek hükümetin fakat bilhassa hükümetin idaresini sizinle isteye isteye paylaşmıştır. AP ve millet için mesut bir işbirliği gerçekleştirilmiş ve her sahada bunun neticesinde büyük işler başarılmıştır. Fakat bu ikinci devrede de ilk devrenin zehiri alttan alta hükmünü icra etmeğe devam etmiştir. Yalmz çekiş me lider seviyesinde değil alt kadernede seyreder görün müştür. öyle ki 1969 seçimlerine giderken ve AP için deki iki grup listeler üzerinde çekişirken yine sizin Demi rel'in liderliğine bir itirazınız yoktu. Demirel'i tek lider olarak görüyor ve bunu tereddütler karşısında ilan da ediyordunuz. Bu arada Demirel'in arka planda sizin lis telerin karşısındakilerin tarafına ağırlığım koyduğu hük mü yaygınlaşmıştı. Fakat buna rağmen haklılık haksız lık bakımından bu ikinci raundu berabere ilan etmek müm ki,indür. Seçimlerden sonra üçüncü safha başladı. Bu safha Demirel'in sizinle işbirliğinden uzaklaştığı safhad:ır. Demi rel'in en büyük haksızlığı ve en büyük hatası böyle başla-
233
mıştır. Sizin grubu kabine dışına bırakarak Demirel şek len ve hukuken normal olan kendi tercihi platformunda kalır gibi görünmüş fakat aslında bir grubu karşısına al mak
demek olan ağır bir tahrik hareketinin içine gir
miştir. Demirel bunu niye yapmıştır ? Eski rekabeti unuta mamıştır. Yeminli grup tarafından
adeta esir alınarak
istemeye istemeye bu yola sürüklenmiştir. Kendisi kar şısında dikleşecek adam istememiş ve dikensiz gül bahçe si hevesine kapılmıştır. Bu grubun tasfiyesi dışandan ken disine telkin ve tavsiye edilmiştir. AP'nin alternatifsiz kuv vet olmasından çekinmiş ve partiyi muhalefete çekmek istemişti. Sizin grubun alttan alta, bazan evlerde küçük toplantılar yaparak Demirel'i tenkit ettiği, yeni çareler aradığı kendisine ulaştırılmıştır. Aslında bu hareket milli yetçi değildi ve günü gelince de milliyetçilere sırt çevirmiş tir. Bu konuda ileri sürülen başlıca iddialar bunlardır. Bu iddialar üzerinde durmayacağım. Bunlarda veya bunların bazılannda
hakikat
payı vardır veya yoktur.
Fakat Demirel'in parti içindeki kuvvetli bir grupla bu şe kilde ipleri koparması haksızdı. Kaldı ki, bu grup AP fikri yatını hakkiyle temsil eden, AP'ye kuruluşunda ruh ver miş bulunan, tabanın temayüllerine ve ideallerine uygun bir kesim teşkil ediyordu. Bu kopmada Demirel'in bile bile partiyi zayıf düşür mek yoluna gittiğini asla düşünülemez.
Ancak Demirel
açık bir hesap yaniışı yapmıştır. Demirel gibi bir hesap adamının böyle bir hata yap ması yine şaşılacak şeydir. Fakat bunun da aldatıcı bir sebebi mevcuttur. Zira o güne kadar ki, tatbikatta eski DP'den kopan gruplar ve partiler zamanla erimiş ve ona gövdeye hacim bakımından hiç bir zarar verememiştir.
234
Bu aldatıcı gelişme seyri Demirel'e de sizin grubu kaale almama cesaretini kazandırmış ve böylece Demirel AP'nin ve milli iradenin Demirel
ve
etrafındakiler
tarafından
umulmayan dramı başlamıştır. Bu haksızlıktarla dolu lüzumsuz sebepsiz ve
talihsiz
gidişin bundan sonraki safhalarına isterseniz yarın devam edelim.
235
DEMİREL'İN DÖKÜMÜ - 2 23 Aralık
1974
Türk siyasi hayatının son devresinde bir Süleyman Demirel hadisesi vardır. Demirel'in AP başkanlığına gel mesiyle başlayıp bugün de devam etmekte olan bu hadise siyasi hayatın inkişafmda ve şekillenmesinde normalin çok üstünde tesiri bulunan pek şfimullü bir amil karakte rini almıştır. Demirel'in sizinle olan bağları kopannası üzerine bu hadisenin üçüncü safhasında sizin onun liderliğine karşı isyanınız ortaya çıktı. Bu sizin Demirel'in liderliğine ilk itirazınızdı. Bundan kısa bir müddet sonra siz AP'den ko parak DP'yi kurdunuz ve böylece Demirel hadisesinin en buhranlı merhalesi olan dördüncü safhası başlamış oldu. Bu safhanın esa� vasfım Demirel'in ve AP'nin mevkünin sarsılması şeklinde tesbit edebiliriz. Parti parçalanmış Demirel adeta bir yalnızlığa itilmişti. Bu yalmzlık içinde Demirel çeşitli kuvvetler tarafından köşeye sıkıştırılıp is rarla yıpratılmaya çalışılmıştır. Bu yıpratma Demirel'in hem meziyetlerinden hem kusurlarından başka bir tabirle hem başarılarından hem başansızlıklarmdan doğuyordu. Demirel'in başansı bilhassa büyük iktisadi hamle sinde belirleniyor ve bu başarı parti endişesinden ideolo jik endişeye kadar mutedilinden ihtilalcisine bütün solu 236
rahatsız ediyordu. Aynca ikinci olarak eski Demokrat Partinin yerini alan kuvvetli Demirel AP'si cuntacıları da tedirgin etmekten geri kalmıyordu . Demirel'in başarısızlığı ise partiyi parçalanma duru muna getirmesi en azından bu parçalanmayı önleyecek bir idare gösterememesi, hatta adeta onun üzerine isteye rek gitmesi idi. Bu da sizin muhalefet kampanyanızı or taya çıkarmıştı. Böylece sizin ayrılmanızdan
12
Marta kadar devam
eden dördüncü safhada Demirel çok cepbeli kesif bir yıp ratılma muamelesine maruz bırakıldı, etrafını dört tazyik unsuru sarmıştı. Bunlardan biri marksistler ikincisi solcu
CHP
üçüncüsü bitmek bilmeyen cuntacılık,
dördüncüsü
ise sizin dosyalı muhalefetinizdi. Böyle bir durum Türki ye'deki basın içinde kendi kararkterinin bir icabı olarak bulunmaz bir fırsattı. Dört unsurun tercüınanı olarak, hatta ondan da ileri gelen beşinci unsur alarak bu basın Demirel'i ateş altına alma kampanyasının gönüllü tamam layıcısı idi.
Demirel'in etrafındaki bu çember
gittikçe
daraltılarak Süleyman bey devamlı bir şekilde zayıflatıl dı. Aynı zamanda bu ameliye ile Türkiye'nin de zayıfla dığının kimse farkında değildi. Neticede
12
Martta Süley
man Demirel zorla iktidardan uzaklaştırıldı. Bu safharun ana karakterini Demirel'e karşı ortaya çıkan reaksiyonun onun müstahak olmadığı bir seviyeye çıkarılması şeklinde hillasa edebiliriz. Bu reaksiyoncia De mirel'in kendi haksızlığı mevcut olduğu gibi karşısındaki lerin bu haksızlığı aşan haksızlıklarının da yer aldığını kabul etmemek insafsızlık olur.
Ancak her reaksiyonun
gerekenden fazlasını getirmesi bir tabiat kanunudur. Bu tabiat kanunu, Demirel hadisesinde de hükmünü icra et miştir.
237
Fakat burada kesinlikle tesbit edeceğimiz bir husus Türkiye'yi 12 Marta getiren sol yıkıcılıktan Demirel'in sorumlu olduğu şeklindeki ithamın yanlışlığı, manasızlığı ve hafifliğidir. Böyle bir iddia marksizmin mahiyetinden habersiz olmaktan başka manaya gelmiyen bir budala lıktır. Demirel'in o zaman bu konuda yapacağı tek şey hadiseler karşısında hükümeti israrla yalnız bırakan kuv vetiere alın emanetinizi ne yaparsanız yapın diyerek bir beyanname ile iktidarı ortada bırakması idi. Fakat iktidar kime bırakılacaktı ve bırakılması da ha ağır şartlar getirmez miydi ? Bunu diişünürsek, Demi rel'in bu tarihi jesti niye yapmayarak işin ağırlığını üze rine almasının özünü de bulabiliriz. 12 Marttan sonra Demirel hadisesinin beşinci safha sına girildi ve bu safha 14 Ekim seçimlerine kadar devam etti. Bu merhalede Demirel'in mükemmel bir imtihan ver diğini kimse inkar edemez. Demirel bu safhada hem Tür kiye'nin tarihi milli irade hakimiyeti davasına en iyi şe kilde sahip çıkmış hem de komünizmin durdurulması da vasına kesin ağırlığını koymuştur.
Böylece bu devrede
Demirel yabana atılmayacak bir lider olduğunu isbat et miştir. Fakat buna rağmen bir önceki safhada başlatılan yıpratma kampanyası da daha zayıflam� olmakla bera ber yine yürütülmüştür. Ancak müsbet tarafın ağır bas ması bu safhayı Demirel için ilk iade-i itibar merhalesi haline getirmekten geri kalmamaıştır. 14 Ekim seçimleri ile Demirel hadisesinin altıncı saf hası başlamıştır. Bu safhaya Demirel şahıs olarak değil, fakat parti olarak büyük bir kayıpla girmiştir. Demirel'in partiyi bölmekteki idaresizliği en ağır meyvesini vermiş ve seçim sonunda bir eski AP'den AP, DP ve MSP olarak üç parti ortaya çıkm�tır. Tavandaki bölünmeyi tabana da indiren bu netice Türk milleti için gerçek bir talihsizlik
238
olmuştur. Aynı zamanda bu tablo Demirel hadisesini ken
Ç
di gelişmesinin en kritik noktasına da getirmiştir. Se im den sonra AP'nin erimesi AP milletvekillerinden kopma lar ve Demirel'in nihayet oyunu kaybetniesi ihtimali ile yüz yüze gelinmiştir. Fakat Demirel bu kritik durumu umulmadık bir şe kilde atlatmıştır. Bu hususta kendisine iki şey yardımcı olmuştur : hassa
Birisi Ecevit koalisyonunun başansızlığı
iktisadi
kalkınınayı
bil
yüzüne gözüne bulaştırması,
ikincisi DP'nin yanlış ve katı tutumudur. Gerçekten seçimden sonra AP'deki kayması ihtimali adam · akıllı belirmişti.
ağırlığın DP'ye
45
milletvekili ile
ve belirli bir başan ile Meclise gelen DP gittikçe büyüye cek kuvvetli bir çekirdekti. Fakat kendisini yeni duruma intibak ettiremeyerek hep yerinde saydığım Demirel düş manlığından başka beliediği birşey olmadığını ortaya ko yunca bir ümit olmaktan çıkmış ve AP'nin yerini alma ya namzet olamamıştır. DP'nin intibak edemediği yeni durum Ecevit solunun Türkiye'de ortaya çıkardığı yeni gerçekleri, CHP'nin yüz de otuz üç reyi eski İsmet Paşa Halk Partisinin değil solcu CHP'nin oylan idi. Bu Türkiye için fevkalade bir durumdu. Bu fevkalade hal artık Demirel düşmanlığım mesele ol maktan çıkarmış, ayn bir yapıcılık
isteyen yeni şartlar
getirmişti. İşte Demirel bu iki gelişme dolayısiyle
14 Ekim
se
çimlerinden sonraki kritik devreyi oldukça rahat atlata rak, hem AP'deki birliğin parçalanmaması, hem de bü yük kongreden sağlam çıkmak fırsatlarını elde etti. Şimdi milliyetçi cephe merbalesinde Demirel badise sinin son safhası, başlamıştır. Ve artık bu safhada De mirel güven oyunu bulursa başbakan olabilecek şekilde
239
ayaktadır. Bunu DP'nin katı kanadından başka hiç kimse de yadırgamamaktadır. Demirel hadisesinin bu uzun seyri içinde görülüyor ki, Süleyman Beyin hem meziyetleri hem de
zaaflan
vardır.
Kul hatadan salim olamaz. Hepimiz gibi elbette ki, Demi rel'in de bir takım kusurlan olacaktır. Bu kusurlan üç: maddede toplayabiliriz. Bir, vefa duy sunun azlığı, iki fikri ile füli arasındaki çelişki ; üç, parti lideri olarak toplayıcı olacak yerde parçalayıcı olması. Başlıca şikayetler bunlardır. Bu şikayetlerin hepsi haklı da olabilir, bir kısmının mazeretleri de bulunabilir. Fa kat şurası bir gerçektir ki, bu kusurlar DP'nin bir ka nadı için affedilmez, mutlak uzlaşılınaz sebepler olabilir, ama güven oyunu bulduğu zaman veya milliyetçi cephe içinde Demirel'in Türkiye'nin başbakanı olmasına mani değildir. Zira Demirel yalnız bunlardan ibaret değildir, bir de meziyetleri vardır. Demirel'in bir dereceye kadar yıpranmışlığı bir vakıa dır. Ama yıpranmışlığının kendi kusurlannı aştığı da bir vakıadır. Ayrıca bir amansız yıpratma kampanyasına mu kavemeti de bir vakıadır. Sarsılmış, fakat ezilmemiştir. Demirel'in bir müddet kenarda kalması çok isten miştir. Biraz dinlendikten sonra tekrar daha kuvetli bir şekilde dönebileceği ifade edilmiştir. Biz başbakanlığı bir müddet bırakması için yüzüne karşı tekiifte bulunmuşuz dur. Fakat burada inaafla belirtmek lizımdır ki, Demirel bu teklifleri olgunlukta karşılamış ve kızıp darılmamıştır. Kesinlikle belirtelim ki
Demirel'in bir
müddet feda
karlık yapmasının istenmesi, onun sadece DP ile ihtilafına çözüm getirmekten, DP'nin oylarına ihtiyaç duyulmasın dandır. Yoksa başbakanlık yapamıyacağı endişesine asla
240
dayanmamaktadır. Kuvvetli başbakan olması zordur der� ken, DP'nin oy desteğinin kuvvetinden mahrumdur denil rnek istenmiştir. Yoksa bütün bir milliyetçi cephenin des teğine dayanırsa kuvvetli olmaması için yeter sebep asla mevcut değildir. Bilakis Demirel'in başbakanlığı bugün yalnız onun me selesi olmaktan da çıkmış, bir milli irade davası haline gel miştir. Zira Türk milleti ekseriyeti temin edince kimseye, hiç bir çevreye başbakan beğendirmek mecburiyetinde de ğildir. Ayrıca milliyetçi cephe içinde Demirel'in başbakan
lığını
kolaylaştıracak ve ona kuvvet katacak yeter sebep
ler ve güçler de bol bol vardır. Bu cephe birliği yalnız Demirel'in değil başkalarının da zaaflarını zararsız hale getirecek niteliktedir. Bu itibarla Demirel bu cephenin başbakanlığını götüremez iddiası bir masaldır. Milliyetçi cephede teklik değil, işbirliği bahis konusu dur. Tek liderlik, tek buutlu hükümet değil ; kollektif lider lik ve çok buutlu hükümet bahis konusudur. Demirel bahsinde üç şey söz konusu olabilir, Demirel' in tasfiyesi, DP'nin tasfiyesi, anlaşma .. Bunların ilk ikisi mümkün olmadığına göre eşit ve adil şartlarla uzlaşmaya, yani ortaklığa gitmekten başka çare yok demektir. Demirel'e sen çekil diye ancak dost tavsiyesi yapıla
bilir.
Fakat kimsenin ona bunu zorla kabul ettirmeğe hak
kı yoktur. O kabul etmediğine göre de bu yol kapanmıştır. DP'nin AP'ye katılıp Demirel'in idaresine girmesini de kimse zorlayamaz. Bu yol da kapalıdır. Öyleyse her iki ta rafın şahsiyetini ve durumunu koruyacak ortaklık yolu tek haysiyetli ve işlerliği olan çıkar yoldur. Bunu yalnız
241
DP'nin bir avuç hırslı politikacısı dışmda kavramayan yok tur. DP'lilerin bu gerçeği anlayamamaları ne acı ve ne ga riptir ? Kaldı ki, Türkiye'nin milli irade hakimiyeti davası ile komünizm.i
durdurma
davasının
bugün
merhale hala Demirel hadisesini mesele çakılıp kalmaktadır.
ulaşmış olduğu yapmak yerinde
Türkiye'nin şartları yerinde durmu
yor, yürüyor ve bu yürüyüşte
artık Demirel hadisesi de,
Demirel düşmanlığı da manasım kaybetmiştir. Fakat
gelin de bunu
bir avuç
bizim donup
kaşmış
DP'li arkadaşlarımıza anlatm .. Ey DP'li milletvekilleri İçinizde bunu aniayacak ve anladığını da oyları ile
hemen açıkayacak
mu dur ? Soruyoruz ve bekliyoruz. . .
242
beş kişi yok
SAYIN CUMURBAŞKANIMIZ ! (1) 12 Ocak 1974
Türkiye'yi nazik dünya şartlan ve memleketin ağır .•1w.;yal ve ekonomik durumu muvacehesinde, iyice köşeye : 1 ı kıştırmı.ş bulunan hükümet buhranı karşısında, en büyü �iimüz olarak zat-ı devletlerinin duyduğu izdırabı millet l'Prtleri olarak hepimiz derinden hissediyor ve acı ile pay lıtşıyoruz. Böyle tarihi karar günlerinde sizin yüksek tu lumunuz ve diri.yetiniz, başta politikacılar olmak üzere he pimizin bu aziz vatanda adeta el birliği ile yarattığımız ı:ok cepbeli temel buhrana, kesif siyasi, sosyal ve ekono mik huzursuzluğun kararnlığında milletimiz için başlıca iimit ı.şığıdır. Sizin tavır ve tutumunuzun ve devlet başkanlığı va sıflarınızın keskin çizgileri kısa zamanda tebellür etmiştir. Bu çizgilerden bir tanesi demokratik usullere riayet edil mesi hususundaki titizliğinizdir. Bu titizlik bugün de mokratik rejim için büyük bir teminat teşkil etmketedir. Kabul etmek lazımdır ki, siz talihsiz bir devrede dev başkanlığı vazifesini yüklenmiş bulunuyorsunuz. Üste lik Türk cemiyetinin bünyesine ve Türkiye'nin şartıanna uygun olmayan ve size o kadar ızdırap verdiği belli olan bir Anayasa ile adeta eliniz kolunuz bağlı bulunmaktadır.
let
243
Devleti, hükümeti, icrayı zayıftatan aşın f.erdiyetçi bir Ana yasa her yerde devlet adamlarını devlet hayatını yürü türken derin müşkillerle ve çaresizliklerle karşı karşıya bı rakır. Fakat sizin için talihsiz olan bu vazife millet için bü yük bir talih eseridir. Zira sizin varlığınız ve tutumunuz bu talihsiz devrede bugüne kadar muhtemel bir çok ilitilat ları önlemiş görünüyor. Gerçekten Cumhurbaşkanı seçil diğiniz günlerden beri ve bilhassa 14 Ekim seçimlerinden sonraki bir seneyi aşkın karışık safhada hadiselerin inkişafı her türlü ihtilatlara müsait bir seyir takip etmekten hiç geri kalmamıştır. Bunlan aşmakta sizin demokrasi titiz liğinizin büyük bir payı olduğuna hiç şüphe yoktur. Sizin tutumunuzun beliren ikinci çizgisi çevrenin ve etrafm fikirlerine ve temayüllerine verdiğiniz değerdir. Hükümet kurma konusunda bile vatandaşların düşünce lerini ve müracaatlarını talep etmiş bir Cumhurbaşkanı sınız. Dışandan gelen dilek ve temennilere, arz ve teklifiere engin bir müsamaha ile kapılarınızı açık bulunduruyor sunuz. . Bu bakımdan sizi Türkiye'nin dışa en açık Cum hurbaşkanı olarak görmek her halde yanlış olmayacak tır. Sizin devlet başkanlığınızın bu iki ana vasfı, yani de mokrasi titizliğiniz ve dışa
açıklığmız diğer yüksek şahsi
meziyetlerinizle de birleşerek
bugüne kadar olduğu gibi
acaba bundan sonra da başarılı olacak mıdır ? Türkiye'yi bugün içinde bulunduğu vahim hükümet buhranından, re jim bulıranını da aşan sosyo kültürel tarihi bulırandan kur tarabilecek midir ? Başannız için dileğimiz tam, ümitler yaygın ve sabırlar geniştir. Ancak dilek, ümit ve sabır kafi değildir. Herkesin size ması da gerekmektedir. 244
samimi bir şekilde yardımcı ol
Çeşitli gelişmelerden sonra bugün hükümet bulıram nın düğümü adeta her kesin elinden çıkarak, siyasi par tileri ve parti liderlerini de aşarak büsbütün ve hatta mün hasıran sizin parmaklarınızın arasına geçmiştir. Düğümün başlıca sorumluluğu artık sizdedir ve düğümün çözülmesi şerefi de artık yalnız sizin yüksek .dirayetinize kalmıştır. Ancak bu çözüm için çok ciddi, daha doğrusu çok mües sir pürüzlerle karşık arşıya bulunduğunuz da bir gerçektir. Bu pürüzler kanaatimizce ne parlamento
aritmetiğinden,
ne de siyasi partiler dengesinden gelmektedir. Görünüşte ortadaki sorumlu parlamento aritmetiği ve siyasi parti lerin çekişmesidir. Fakat bu safhadaki manzaradır. Asıl bu satbın altına inmek ve derindeki fikirlere ulaşmak la zımdır. Zira çözüm derindeki o fikirlerde, fikirlerin yaniışı ile doğrusunu birbirinden ayırmaktadır. Bu sebeple bugün zat-ı devletlerine yapılacak en büyük yardım bu fikir pü rüzlerinin münakaşa süzgecinden geçirilerek ortadan kal dırılmasıdır. Konuya bu şekilde bir yaklaşım sizin işinizi çok kolaylaştıracaktır. Sizin hükümet ve rejim bulıranını salim bir şekilde çözmeniz için bugün aşılması
lazım
gelen fikirler
ne
lerdir ? Yarın yüksek müsadelerinizle bunları sıralamağa ve arztmeğe başlayacağız.
245
SAYIN CUMJ«JRBAŞKANIMIZ! (2) 13 Ocak 1975 Hükümet ve rejim bulıranını çözmek için aşılması 13.zım gelen ilk pürüz MSP hakkındaki tereddütlerdir. MSP nin dahil olacağı bir koalisyonun istenınediği alttan alta yayılmaktadır. MSP koalisyonu, Erbakan hükümete gir memeliymiş. Erbakan'la milli bir hükümet kurulamaz, MSP ile milli bir siyaset yürütülemezmiş. MSP koalisyon ve hükümet dışı bırakılmazsa hatta askeri müdahale olur muş. Bu tehlike göze alınamazmış. Bu her tarafı yanlış düşünceyi kim ve kimler kafa sında oluşturur ? Kim, kimler ve ne bakla ? Şüphesiz bu fikrin imalatçılan bellidir. Bunlar Türkiye'nin gerçek ze mine bir türlü oturmaması peşinde koşan zümre hakimi yeti taraftarlandır, Bunlar Atatürk'ün milli hakimiyet, Türkiye'nin milli irade davasına kendilerini bir türlü in tibak ettirememiş kimselerdir. Bunlar siyasi partilerde vardır, bürokraside vardır, basında vardır. Türkiye'nin 1975'lerde bu tip düşüncelere sahne olması bu kadar yan lış, gerçek dışı ve maksatlı fikirlerin 1975 Türkiye'sinde hala müessir olabilmesi dünyanın ve insanlığın vardığı bugünkü merhalede sadece esef verici bir rnanzaradır. Her şeyden önce, bu son derece antidemokratik bir düşüncedir. Böyle fikirlere itibar edenlerin demokrasi id-
246
dialarını derhal bir kenara bırakıp milleti boşuna oyala maması lazımdır. Demokraside birinci sınıf, ikinci sınıf parti ayırımı da
yapılmaz. Yapıldığı anda ve yerde de
mokrasi yoktur. Türkiye öteden
beri bu sakat düşünce
nin derin ızdırabını çekmektedir. Zinare hakimiyetinin bir ifadesi olan bu ayırımdan zihinleriınizi temizlemedikçe biz Türkiye olarak demokraside de, umumi hayatta da hiç bir yere gidemeyiz, hiç bir noktaya ulaşamayız. Demokraside her parti milli iradeden aldığı oyların sayısı nispetinde memleketin
işlerine ağırlığını koymak
hakkına sahiptir. Bu hak mukaddestir. lzne, müsaadeye, ruhsata, atifete tabi değildir. Demokrasi göstermelik bir siyasi oyun değil, memleketin
bütün kaderini derinden
saran sosyo politik bir hadisedir. Onu sulandırmaya asla hakkımız yoktur. Türkiye'yi devamlı olarak şekli demok
rasi içinde mi tutacağız, yoksa asli demokrasiyi mi hakim kılmağa çalışacağız ? Herkesin oturup bunca gelişmeler den sonra kendi kendisine evvela bu suali sorması lazım dır. . Güdümlü demokrasiyi anlamak kabildir. Ama yalnız kısa bir geçiş devresi
için... Türkiye bu geçiş devresini
1946 - 1950 arasında kullanıp intikalin icabını yerine ge tirmiş ve sırasını savmıştır. Ondan sonra artık Türkiye'de güdümlü demokrasinin yeri ve lüzumu olmamak icap eder di. Fakat bu hastalık maalesef bir türlü yakamızı bırak madı. Ama artık 1975'te yetsin bu yanlışlık . . . Güdümlü demokrasiyi kısmen anlaşılır v e mazur gö rülür hale getiren bir şart da güdüm prensibinin sağlam ve makul olmasıdır. llencilik - gericilik gibi milleti irtica içinde görmek gibi akıl dışı, ilim dışı ve çağ d1şı sun'i hü kümlere dayanan bir güdümün ne haklılığı ve ne de ge çerliliği vardır. Böyle bir güdüm cemiyete yumuşak bir gelişme değil, bilakis sayısız sertlikler ve tehlikeler getirir. 247
Kaldı ki
1975 Türkiyesi ile güdüm zihniyetini birbi
riyle bağdaşbrmak da artık tamamiyle
imkansızlaşmış
tır. Türkiye'de bugün güdüme hiç elverişli olmayan bir aşın hürriyetler anayasası caridir. Böyle hür bir anayasa ile güdümü yan yana getirdiniz mi cemiyet için sadece va him bir sıhhatsizlik neticesi ve alametleri ortaya çıkar. MSP aslında zorlanmış ve teşvik edil.miş bir bölün menin ortaya çıkardığı bir partidir. Her bölünme bir uç laşmadır. Eğer birbirine yakın farklılıklan tatmin etmez sek, körüklersek bir kütle partisi içinde ahenkli bir bü tüne götürmezsek, bölünmeye itersek elbette ki uçlaşma dan başka bir şey elde edemeyiz. Bu sebeple uçlaşmayı tahrik değil, birleşmeye ve bütünleşmeye doğru yumuşak yumuşak teşvik etmek gerekir. Bunun yolu ise MSP'yi gittikçe uçlaşacak bir yalnızlığa değil, yakın partiler bir liğine itmektir. Koalisyon dışı bırakmak değil iktidar, hü kümet ve sorumluluk içine çekmektir. Türkiye'de bazı mihraklar milliyetçi oy tabanını par çalamayı başlıca gaye edinmişlerdir.
Demokrat Partinin
ve Adalet Partisi'nin arka arkaya aldığı oylar, karşı ta raftakileri bu oyları kendi taraflarına çekmek çarelerine sevkedecek yerde, böyle menfi bir yola, bu sağlam bü tünlüğü parçalama gayretlerine yöneltmiştir. Türkiye'nin siyasi huzursuzluğunun da, bugünkü hükümet bulıranının da temelinde bu gayretler yatar. Milli Nizarn Partisi ve MSP böyle bir parçalanmadan doğmuştur. Ve bu yüzden teşvik görmüştür. Şimdi, MSP'yi hem bölünmeyi
gerçekleştirsin
diye
teşvik edelim hem de sonradan kalkıp onu iktidar için saf
dışı tutmaya kalkalım. lşimize gelince baş tacı edelim, gel meyince yerin dibine batıralım. Bunu hangi sağduyuya hangi insafa sığdırabiliriz ? 248
öte yandan MS.P solun
yani CHP'nin
olunca altın, milliyetçi partilerin
desteğinde
yanında olunca bakır
kesilsin. Bunun akla ve vicdana uyar tarafı var mıdır? Aslında MSP milliyetçi partilerin yanında CHP'nin yanında olmaktan daha munis ve faydalı
olur. MSP'nin
iktidarda tedirginlik yaratan tavırları olmuşsa, bu, solun tutumuyla olmuştur. İki şekilde olmuştur. Bir, kendi desteğinde
tutmak ve maksatları
MSP'yi
istikametinde
kullanmak için bir "tarihi yanılgı" doktrini ortaya ata rak CHP bu yolda teşvik etmiştir. İkincisi, sol ve sağ iki parti Türkiye'yi parselliyerek birbirlerine karşı adeta ta viz yarışına girmişlerdir. CHP ideolojik ve partizan mak satları için tarihi yanılgı formülü ile, MSP'yi, etrafı ür küten bir tavnn içine itmiştir. Milliyetçi cephe içinde MSP ne bu taviz yarışını ne de tarihi yanılgı doktrinini
bulabilir. Bu sebeple MSP
milliyetçi cephe ortaklığında CHP ortaklığındakinden çok daha sevimli hale gelir. Buna hiç şüphe yoktur. Şimdi milliyetçi cephe oluşturularak Türkiye'nin sağ lam oy tabanındaki suni çatlaklar giderilmeğe çalışılırken MSP meselesini ortaya çıkarmak sadece milli iradeye kar şı girişilen tarihi suikastın yeni bir tezalıüründen başka bir şey değildir. Bu istismar bugün hayatta
Süleyman Demirel'den
başka bir problemi olmadığı anlaşılan DP'nin de eline bir yer altı silahı olarak verilmiş bulunm aktadır. Bu baba neye veya bu korkuya sığ·ınmakta DP büyük bir fırsat yakalamanın sevinci içindedir. Ama bu memlekete hizmet d�ğildir. Herkesin bunu böyle bilmesi gerekir. MSP'nin iktidar döneminde zannedildiği kadar yaygın bir devleti ele geçirme teşebbüsü de olmamıştır. Kendi ba-
249
kanlıklarının ve icraat sahalarının merkez
kadrolarında
bir kısım tayinler yapmıştır, hepsi o kadar. Bu tayinler CHP'nin yaptığı ideolojik ve partizanca tayinierin yanın da devede kulak bile kalmaz. Gerçek şudur ki CHP
-
MSP'
yi 8.J.et ederek asıl devleti ele geçirme operasyonunu ken disi gerçekleştirmiştir. MSP'nin Türkiye'ye karşı başlıca günahı da budur. Ve bu günah için MSP'ye ne ceza ve rilse azdır. Ama düşünülen ceza bu günah için değil, bam başka bir zihniyetle
tasarlanmaktadır.
Bu tasarılardan
vazgeçip MSP'nin milliyetçi cephe hükümetine ithali ile hükümet buhranını çözmek ve onun CHP ortaklığında işlediği gün8.hı da sil.meye imkan hazırlamak başlıca müs bet yoldur. Hülasa, Sayın Cumhurbaşkammız, hükümet buhram konusunda belli çevrelerden gelen MSP üzerindeki maksat lı ve hesaplı tereddütlerin üzerine kalın bir çarpı işan:ti çekerek bu beyhude pürüzü gönül rahatlığıyle aşmak la zımdır. Sizin yüksek dirayetinizden de yalnız bunu bekli yoruz. ..
250
SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ ! (3) 14 Ocak 1.975
Hükümet ve dolayısiyle rejim bulıranını sağlam bir çözüme kavuşturmak için aşılması 18.zım gelen bir engel de CHP'nin devlet partisi olduğu şeklindeki köklü fikir ve kanaattir. Bu yanlış düşünce başlangıçtan beri demok ratik hayatın ayrılmaz bir parçası imiş gibi otuz senedir sürüp gitmektedir. Türkiye 1945'te çok partili hayata geçerken başta büyük bir hata yapılmıştır. Bu hata yarışa başlayan par tilerin başlangıçtaki eşitsizliğidir. Partiler mücadeleye ay nı şartlarla girmeliydiler, hepsi sıfırdan başlamalıydılar.
Halbuki öyle olmadı ve yarış anormal başlatıldı. CHP köklü bir iktidar partisi idi. Aynı zamanda ku rucusu Atatürk'tü. Atatürk'ün partisi, yeni Türkiye'nin kurucu partisi, inkilapların partisi etiketini üzerinde taşı yor ; bürokrasi ve aydınlara, tabii olarak çok derinden nüfuz etmiş bulunuyordu. Onun karşısına geçecek par tilerin halk tabakalarında yıpranmamışlıktan doğan bü yük bir şansı olacaktı. Fakat bu partiler psikolojik ze minde halkla bürokrasiyi karşı karşıya getirecekti. Ni tekim getirdi de... Halbuki yapılacak şey daha baştan CHP'nin herke sin malı olan müşterek tarihi devresini devlet partisi ol251
ma vasfını orada kapatmaktı.
CHP'nin bu devresi her
kes için ana devreydi. Bu faslın altına şerefle bir çizgi çekilir ve ondan sonra herkes yeni partilere ayrılarak, yeni isimlerle karşı karşıya geçerdi. Bu yapılmadı ve o gün için pek farkına vanlmayan bu hata Türkiye'de son radan bütün demokrasi ve partiler hayatını zehirleyen bir milırak
oldu . Türkiyede partiler mücadelesini bir aşiret
kavgası, bürokrasi halk kavgası haline dönüştüren sebep lerin başlangısı budur. CHP Atatürk'ten beri devletle bütünleşmişti. Bu bü tünleşmenin kolay kolay çözülmesi mümkün değildi. Ni tekim bu yüzden CHP daima devletin sahibi pozunda kal mıştır. Bunu kendisi öyle hissettiği gibi, derinden işledi diği bürokrasi ve aydınlar bile daima öyle kabul etmiştir. CHP muhalefet olmuş, fakat devletin salıipliğini elden bı rakmamıştır. Bu demokrasiye ters durumu ve
tutumu, Demokrat
Partinin yanlış politikası da büsbütün kökleşmiştir. De mokrat Parti "Memleketin yüzde sekseni köylüdür, biz yalnız ona dayanarak
2000
yılına kadar iktidarda kalı
rız" gibi bir felsefe ile, büyük bir iktisadi gelişme çağı ol duğu şüphe götürmez bulunan kendi devrinde, memuru ve aydını adeta aç bırakmış, bu da CHP'nin devlete sa hipliği fikrine kuvvet kazandırmıştır. CHP'nin adeta resmi parti olarak böylece devlete sa hip çıkması
12
Mart'a kadar,
Genel Başkanlıktan
daha doğrusu İnönü'nün
çekilmesine
kadar devam etmiştir.
Ondan sonra yeni CHP'nin idarecileri bu mirası reddede rek CHP + Ordu
=
İktidar formülünden vazgeçtiklerini
ilan etmişlerdir. Ecevit'in denilebilir ki memlekete en bü yük hizmeti de budur. Fakat buna rağmen CHP'yi devlet partisi rolünden tam uzaklaştırmak yine de mümkün olmamıştır. Ecevit
252
ve arkadaşlan bu mirası reddettikleri halde, bürokrasi ve aydınlar bir türlü kendilerini bu telakkiden kurtarama makta. CHP'nin yakasım bir türlü bırakmamaktadırlar. Bu israr kısa bir fasıladan sonra maalesef Ecevit ve arkadaşlarına da tatlı gelrneğe başlamıştır. E�evit sağ lam prensibinden dönüş yaparak yeniden devlet partisi ol mak rolüne heveslenmiş görünmektedir. Kısa iktidar dev resinde devleti ele geçirme gayretlerinden zorbalık teşeb büslerine kadar her şey Ecevit'in tekrar bu yola girdiği ni göstermektedir. Anlaşılan kendi hükümetinin Kıbrıs harekatından önceki başarısızl�ğı ve itibarsızlığı Ecevit'e çok menfi tesir yapmış, buna mukabil Kıbrıs harekatın dan sonra devletin güçleri nezdinde kazandığı itibar ona çok tatlı gelmiştir. Gerçekten Ecevit iktidannın süratli ve planı tayinle ri açık bir devleti ele geçirme teşebbüsüdür. Bu ise bir yerde devlet partisi olmak gayretidir. Diğer partilerle bü rokrasiyi karşı karşıya getirerek yeniden devletin sahipli ğine talip olma teşebbüsüdür. Öte yandan devlet partisi rolü ona sahip olan partiyi daima zorba tabiatine büründürür. CHP de demokrasi ha yatında daima görünür görünmez, fakat ustalıklı bir zor balığın içinde bulunmuştur. Şimdi Ecevit CHP'nin bu zor ba tabiatını daha da ileriye götürmekten geri kalmamak tadır. Halk iktidan kurmak iddialan, parlamentoyu kü çültme teşebbüsleri, seçim kararını Meclis yerine ağaç gövdelerinde ve duvarlarda araması, başka partileri gerl eilikle suçlaması, milli siyasete ve devlet iktidanna layık görmemesi siyasi sahada zorbalık peşinde olmanın tipik belirtileridir. İlericiliği kendi inhisanna almak, kendi dı şında herkese üvey evlat gözüyle bakmak, başkalarını adeta ihanet ve satılınışlık içinde göstermek, Cumhuri yetin ve inkilapların bekçiliğini kimseye bırakmamak, 253
emanet ve emniyet etmemek zorba devlet partisi rolünün çeşitli tezahürleridir. Bu gibi tezahürleri göstermekten eski CHP gibi yeni CHP de bir an bile geri kalmamak tadır. İşte, Sayın Cumhurbaşkarumız, CHP'yi bu resmi par ti, bu devlet partisi rolünden uzaklaştırroadıkça ne hükü met buhranını, ne de rejim bulıranını salim bir şekilde çözmek ve hatta ne de Türkiye'nin kaderini değiştirmek mümkün olmayacaktır. Kaldı ki, devlet partisi rolünde israr demokrasiye ol duğu gibi CHP'ye de asla hayır getirmez. Otuz senedir CHP bunun neticelerini görmüştür. Şimdi yeniden onu bu mevkide tutmağa çalışmak aslında CHP'sine fenalık yap maktır. Yeni CHP idarecilerinin buna heves etmeleri şa şılacak bir şeydir. Hele CHP'nin yeni idarecileri açıkça talip olmadan bürokrasinin ve resmi çevrelerin onu bu vadiye çekmekte ki isran büsbütün şaşırtıcı ve ümit kıncıdır. Bu israrda bugün biri müspet biri menfi iki şık göze çarpmaktadır. Bunlardan biri CHP'siz bir iktidarla selamete çıkılamaz inancıdır, diğeri CHP'yi muhalefette bırakmak tehlikeli olur korkusudur. Bunlann ikisi bir araya geldi mi ayni şahsın kafasında toplandı mı, Türkiye'nin artık çıkmaz dan kurtulması mümkün değil demektir. Gürünen de bu gün bu ikisinin zihinlere birlikte hakim olduğudur. CHP'siz Türkiye selamete çıkmaz, işler düzelmez inan cı şüphesiz boş bir sapıantıdan başka bir şey değildir. Yeni CHP bilhassa iktisadi sahada henüz denenınemiş bir takım teklifierin peşindedir. Bu yoldaki on aylık bir de neme de başanlı olmamıştır. Böyle olmasa da mademki demokrasi içindeyiz, her partinin memleketi kendi prog ramı ile selamete çıkarmak ihtimaline saygılı olacağız. Bu hususta CHP'ye öncelik tanımak asla bahis konusu ola maz. 254
CHP'nin muhalefetinin tehlikeli olacağını düşünmek ise CHP'nin şerrinden korkmak demektir. Bu, her şeyden önce CHP'ye haksızlık etmek olur. Biz Ecevit'in 12 Mart' tan yeter derecede ders alınış olduğuna kaniyiz. Vatan perverliği elden bırakmayacağına kaniyiz. Sokak hareket lerine itibar edeceğini sanmayız. Olsa olsa kendi içlerine sızmış aşırı militanlar böyle eylemiere geçer ki o zaman da bunlar CHP'nin desteğinden uzaklaşmış olur. Bu ise Türkiye için kazançların en büyüğüdür. Diyelim ki, CHP sokak anarşisine itibar etti. O za man da devlete güvenmek 13.zımdır. Devletin buna karşı koyma gücü yoksa, artık Türkiye'de her şey bitmiş de mektir. Bu hususta zaman kazanmak, tehlikeyi ertelernek hiç bir şey ifade etmez. Bilakis gerçek odur ki Türkiye anarşi tehlikesini göğüslemek için, bu muhasebeyi kabul etmek için en müsait durumda bugün bulunmaktadır. Bu günler Türkiye'nin bu konudaki fırsat için altın günleri dir. Bugünler kaçırılırsa artık gelecekte Türkiye için tes lim olmaktan başka bir muamele kalmıyacaktır. Hülasa, CHP'siz hükümet olmaz, CHP devlet partisi dir, bizi selamete o çıkarır, CHP'yi dışarda bırakmak teh likelidir, Ecevit'ten başka başbakan adayı yoktur gibi hep si yanlış düşüncelerin artık 1975 Türkiyesinde
aşılması
lazımdır. CHP devletin sahibi değildir. Buna talip olmak mem lekete de, CHP'ye de hayır ve uğur getirmez. Üstelik bu günkü CHP eski CHP'de değildir. CHP büyük bir parti dir. Vatanperverdir. Fakat sadece partilerden biridir. Sa
dece partilerden biri olarak muamele görebilir. Ona yeri ve değeri ölçüsünde itibar edelim, güvenelim. Fakat res
mi parti hüviyeti vermekte israr etmeyelim. Hepimiz için, her çevre için bu konudaki öncülük de hiç şüphe yok, sizin yüksek dirayetinize düşüyor, Sayın Cumhurbaşkanımız !
255
SAYIN CUMHURBAŞKANlMIZ (4) 15 Ocak 1975 Hükümet bulıranını çözmek için aşılması lazım gelen bir engel de AP ile CHP'yi aynı kaba koyma düşüncesi dir. Kendilerini herkesten akıllı sanan bazı kimseler bir
AP
-
CHP koalisyonunun en çıkar yol olduğunu tekrarla
yıp durmakta, başta zat:..ı devletleri olmak üzere herke sin zihnine yerleştirrneğe bu hiç de parlak olmayan teklifi daima yürürlükte tutmaya gayret etmektedirler. Bu gayretin sahipleri Türkiye'nin tipik rahat ve ra hatçı aydınlarıdır. Bunlar sığ düşüneeli basitçi ve kolay cıdırlar. AP ve CHP mademki Türkiye'nin en büyük iki partisidir. Bu ikisi birleşti mi mesele kalmaz. Hem kahir bir oy çokluğu elde edilmiş olur, hem kavga biter, hem de iki güç ve hamle bir araya getirilerek büyük başan sağ lanır. AP'nin iktisadi büyüme davası ve kabiliyeti ile CHP' nin sosyal adalet davası ve kabiliyeti
birleşince nurlu
ufuklara ulaştık demektir. Bu rahatçı, basitçi ve kolaycı aydınlann fonnillü ve rüyası budur. Bunlar eyyamcıdırlar. Bunlar idarei maslahatçıdırlar. Bunla hiç bir şey olmamış gibi etrafı güllük gülüstanlık görmeye kendilerini alıştır nuş fikir ve siyaset esnafıdır. Ne hafızaya değer verirler, ne de gelişmelerin farkındadırlar. Köprülerin altından ge çen sular bunlan ilgilendirmez. O suların geçmesinde ken di payları olsa bile . .
256
Ha!buki Türkiye'nin
ekonomik, sosyal ve
kültürel
yapısı ve gelişmesi karşısında gerçek tam bunun tersidir. Bir AP ve CHP koalisyonu tamamiyle faydasız, lüzum suz ve eşyanın tabiatine aykırı denecek kadar imkansız
dır. Buna aklını takmak, bu gayretierin peşinde koşmak tam manasıyle abesle iştigaldir. Böyle bir koalisyon Tür kiye'nin dertlerine hiç bir çare getirmez. Bilakis Türkiye' yi duraklamaya ve hatta senelerce geriye götürür. Tür kiye'nin inkişafına taban tabana zıttır. Türkiye akıncı atılımlara
muhtaç ve buna hazır bir
memlekettir. Böyle bir memleketi renksizliğin içine itmek ona yapılacak en büyük fenalıktır. Bu renksizlikten Tür kiye çok çekmiştir. Atatürk'ün ölümünden beri çekmek tedir. Denilebilir ki, Türkiye'nin en büyük hastaiğı ve ça resizliği Atatürk'ten sonra içine düşülen bu renksizliktir. Bu renksizlik yalmz
ekonomik sahada değil, hatta
en az o sahadadır. Bu renksizlik siyasi, sosyal ve kültürel bütün sahaları da ve bilhassa bu sahaları Türk milletinin müsellem tarihi hayatiyetini felce uğratacak kadar kap samıştır. Bu renksizliğin bugün siyasetteki AP
-
teklifi işte
CHP koalisyonudur. AP ile CHP'nin koalisyonu bugün tamamİyle mev
simsiz ve imkansızdır. Bu iki parti birbiriyle koalisyon yapamayacak kadar ayrı çizgilerin üzerindedirler. Ayrılık ve farklılık yalnız ekonomik
görüşlerde kalsa, Türkiye'
nin iktisadi gerçekleri ve kurulu düzeni muvacehesinde bunları bir dereceye kadar telif etmek ve birleştirilmese bile bir arada yaşatmak mümkündür. Zira Türkiye'de . ne yaparsa yapsın CHP özel sektörü ortadan kaldıran tam devletleştirmeci bir sosyalizmi AP de kamu sektörünü or tadan kaldıran tam kapitalist
bir sermaye ekonomisini
yerleştirrneğe muvaffak olamaz.
257
Ancak ayrılık ve farklılıklar ekonomik sahada kal mamakta, bütün sosyal ve lcültürel sahalan da içine al maktadır. Bilhassa bu sosyal ve kültürel ayrılıklardır ki, bu iki partiyi bir araya getirmeyi
tamamiyle imkansız
kılmaktadır. Eğer ortada bu ayrılıklar varken bu iki par tiyi birleştirirseniz, o zaman da üzeri kabuk bağlamış ya ralar gibi memleket için daha büyük bir sıhhatsizlik du rumu ortaya çıkmış olur. AP ve CHP'yi sağ ve sol iki parti diye ayırmak pek bir şey ifade etmez. Dünyadaki sağ ve sol ayırımı bun lar için pek açık bir ölçü değildir. Dünyada sağ ve sol esas itibariyle ekonomik salıayı içine alan bir ayınmdır. Bu bize pek uymaz. Bizde bugün bir sol vardır ve bir de milliyetçilik vardır. Bizdeki sol, faaliyetinin esas ağırlığı nı bilakis ekonomi dışındaki sahalara teksif etmiştir. Bu sebeple bizde sol ve milliyetçilik vardır. Ve bu iki cephe meşru kalmasını dilediğimiz mücadelesini asıl ekonomi dı şındaki siyasi, sosyal ve kültürel bilhassa kültürel saha da vermektedir. Ekonomi bu tarihi mücadelenin
adeta
bahanesi durumundadır. Tabii, milliyetçiliği memleket kalkınması için çalış mak şeklindeki hafif man8.sıyle
düşünmemek
18.zımdır.
Bu iddia da olmayan, dolayısiyle bu manada milliyetçi ol mayan hiç bir parti yoktur ve o takdirde elbette ki, sol partiler de milliyetçidir. Ancak milliyetçilik bir doktrin dir, bir dünya görüşüdür. Cemiyeti milli kültür içinde tu tarak geliştirmek demektir. Bu ilmi manası bahis konusu olunca gerçek fark or taya çıkar ve o zaman solun milliyetçi olamayacağı anla şılır. Gerçekten sol, dünya görüşü olarak milliyetçi değil dir. Yalnız milliyetlerini kurduktan sonra sola yönelmiş devletlerde sol artık milliyet müessesesinin dışında tutu larak, bir ekonomik dava konusu halinde kalmaktan ileri
258
gitmez. Ama milli kültürü, oturmamış devletlerde bizde olduğu gibi sol, kültür sahasını da ve daha çok o salıayı hedef alır. Bir de Rus ve Çin solu vardır ki, orada da solun al tında gizli bir Rus ve Çin milliyetçiliği mevcuttur E·sascn solun asıl merkezleri buradadır. Ve dünyadaki bütün sol temayüller bu marksist merkezlerde toplanan fikirlerio serpintilerinden ibaarettir. Solu Rus ve Çin milliyetçili ğinin paravanası olarak kullanan bu merkezler dışındaki sol çevrelerde tabiatiyle milliyetçiliği istemezler. Onun için dışarda sol için milliyetçilik yasaktır. Bütün sol, dokt rinden gelen bu yasağa uyar. Yalnız müesseseleri otur muş memleketlerde sol yerleşik milliyetçiliğe kanşmaz, ama oturmamış memleketlerde milliyetçiliğin geliştiril memesi hedefinden vaz geçilmez. Umumi durum budur. Yani sol ile milliyetçilik kabil değildir. Şimdi yeni CHP bütün sahalara el atan, hiç bir şeyi dışarıda bırakmayan kuvvetli bir sol partidir. Onun kar şısında da milliyetçi partiler vardır. AP'de bunların kuv vet bakımından başında gelmektedir. Artık milliyetçi doktrin yerine sol doktrini benimsemiş bir CHP ile mil liyetçi dünya görüşü içindeki AP'yi nasıl yan yana geti rebiliriz. Böyle bir birlik CHP'nin de, AP'nin de inkarın dan başka bir şey olmaz. Buna CHP'nin de AP'nin de razı olması nasıl beklenebilir ? Hangisi haklıdır, ona gir miyoruz. Ama her ikisi de kendisini haklı görmektedir. CHP Türkiye'nin geleceğin sol doktrinde, AP milliyetçi doktrinde görmektedir. Ve bunların bağdaştırılması il mi bakımdan da, pratikte de tamamiyle imkansızdır. Türkiye bir günde bu nonktaya gelmiş değildir. 1960'tan sonra bu gelişmede tam onbeş senelik hummalı bir gayret yatmaktadır. Bunda ne bizim ne sizin sorumlu luğumuz vardır. Ama ne yapalım ki, politikacılar ve fikir 259
cereyanlan Türkiye'yi sol ve milliyetçi diye iki doktrin etrafında toplamayı kaçınılmaz görmüşlerdir. Şimdi Tür kiye'yi doktriner olmayan, bir birine yakın ve sadece ekip farkına dayanan iki kütle partisine irca etmek için mu azzam bir inkilap 13.zıındır. Böyle bir inkilabı yapacak ta kat ise kimsede yoktur. Sol fikirler Türkiye'ye yerleşmiş tir. Yapılacak tek şey bu solu mutedil bir çizgide tutma ya çalışmaktır. Bunun ise tek yolu onun karşısına milli yetçi doktrin ile çıkmaktır. Yoksa milliyetçi doktrin ile sol doktrini telif etmenin beyhude gayretlerine girmek değil. Sol milliyetçi olamaz. Olursa ortaya nasyonal sosya lizm çıkar. Ne solu ve sol bir partiyi milliyetçiliğe zorla
mağa, ne de milliyetçiliği ve milliyetçi bir partiyi sola aç mağa hakkımız ve imkanımız yoktur. AP ve CHP koalisyonu bu gerçekler muvacehesinde ancak bir harp halinde veya bir iç savaş durumunda dü şünülebilir. Türkiye'de ise çok şükür böyle bir durum mevcut değildir. AP ve CHP arasmda İsmet Paşa'nın başbakanlığında bir deneme yapıldı. O zaman CHP bugünkü gibi bir sol doktrin partisi olmadığı halde bile bunun . zorluklan gö rüldü. Kaldı ki, o işbirliği bir ihtilal devresi geçirdiğinde yapılmıştı. Sizin Cumhurbaşkanı seçiminizde de yeni CHP kanadı ile AP arasmda bir işbirliği görüldü. Fakat o ka dar. Böyle fevkalade haBerin, sınırlı ve belirli hedefleri işbirlikleri dışında yeni CHP ile AP arasmda artık kimse şfunullü işbirliği ve bir koalisyon ortaklığı beklenemez. Bunun pratikte de geçerli tarafı yoktur. Diyelim ki, AP ve CHP hükfımeti kuruldu. O zaman daha ilk toplan
tıda AP'nin isteyeceği ilk işler TRT Genel Müdürü ile Milli 260
Eğitimdeki tayinierin değiştirilmesidir. Bunlara CHP ra zı olur mu ? Olmayınca bu ortaklık yürür mü ?
Yanlış anlaşılmasın. Tercih yapmıyoruz. Bilakis biz CHP'nin yaptığı bütün tayinleri kendisi bakımın dan hak lı buluyoruz. Her iktidar kendi ekibi ile çalışır. AP de ge lince elbet değişiklik yapacak ve kendi ekibini getirecek tir. CHP'ye de birşey derneğe, yarın AP'ye de bir şey derneğe kimsenin hakkı yoktur. Ancak iki parti birleşir se hangi ekiple çalışacaklar ? Kırtasiyeci yorgun bürokrat larla mı ? Bundan memleket ne kazanır. Hülasa, Sayın Cunıhurbaşkanımız, bir AP CHP ko alisyonunun imk8.nsızlığı hususunda, bu tür maruzatta bu lunanları, yüksek dirayetinizle
lütfen irşat buyurunuz.
Buna muhtaç olanlarımız o kadar çoktur ki ..
261
SAYIN CUMHURBAŞKANlMIZ (5) 16 Ocak 1975 Hükümet buhranının çözümü için aşılması lazım ge len bir engel de milli koalisyon fikridir. Milli koalisyon, yani bütün partilerin iştirakiyle kurulacak bir hükumet Türkiye'nin şartlannda ancak bir savaş koalisyonu ola bilir. Savaş dışında böyle bir koalisyon hem düşünülemez, hem de teşkil edilemez. Bu konuda Ecevit haklıdır. Milli koalisyon ancak ön ceden tayin edilen belli bir iş ve hedef için kurulur. Tür kiye'de bugün her şeyden tecrit edilecek, diğer işleri ikin ci plana atacak belli bir iş yoktur. Türkiye'nin her mese lesi acil çözüm veya alaka bekliyor.
Savaş gibi üzerine
ağırlık verilecek bir hal olmayınca partileri zorla bir kamp ta toplamak onların prensiplerini sulandırmak eritmek ve tahrip etmek demektir. Buna böyle savaş dışı zaamanlar da ne CHP razı olabilir, ne de diğerleri... Razı olmaları parti hüviyetiyle ve Türkiye'nin siyasi gelişmeleri ile as la bağdaşmaz.
Milli koalisyon yalnız ortak bir fikir, ortak bir pren sip etrafında teşek.kül edebilir. Türkiye'deki partilerin or tak olduklan tek fikir ve husus dış politikadır. Bu da Türkiye'de milli koalisyonun ancak bir
dış politika bir
liği, bir savaş h8.Ii tedbiri olduğunu gösterir. Diğer saha
262
larda fikirler ve tutumlar hep zıttır. Bu zıtlıklardan bir
milli koalisyon çıkarmak kabil değildir. Türkiye'de ikti dann sadece iki namzedi vardır. Ya solcu bir iktidar ve ya milliyetçi bir iktidar. .. İkisinin karması hiç bir çare getirmeyecek boşuna bir vakit kaybetmedir. Hükümet bulıranının çözümü için aşılması
18.zı.m ge
len bir engel de seçim tukusudur. Seçim fikri yalnız bir partinin bayraklaştınnağa çalıştığı fikirdir. Böyle bir fikir bir milli koalisyonun esasını teşkil edecek ağırlığı asla haiz değildir. Erken seçim yapacağız, gelin bunun i�in milli bir koalisyon kuralım
demek,
siyaset
sahasında çok
&
fif düşmek demektir. Seçim bir bayrak olamaz. Seçim fikrine saplanmak
her şeyden önce partinin
arzusuna teslim olmak demektir. Böyle kuzu kuzu testi rniyeti diğer partilerden parlamentodan ve hatta CHP'nın bütün milletvekillerinden beklemeye, onları bu yolda teş vik ve telkin altında bulundurmaya, seçim emri vakisi ve oldu bittisi yapınağa kimsenin hakkı yoktur. Bilhassa ta rafsız mevkide olanların, tesiiiniyete kendilerini
icrada vazife görenlerin bu
bulaştınnaması, tek bir partinin
paraleline düşmekten kendilerini koruması şarttır. Şeçim parlamentonun bileceği bir iştir. Hariçten kimse bu işe kanşmamalıdır. Türkiye'de bugün seçimin hiç bir şartı tam değildir. Seçimin meseleye çözüm getireceği tek bir partiyi iktidar yapacağı meçhuldür. İşler bir seçim sürüncemesine terke dilmiyecek kadar sıhhatli bir seçimin şartları mevcut de ğildir. Aldatıcı şartlarda yapılacak seçimin neticesi mem lekete hayır getinnez. Böyle bir seçime itmek milleti yan lış bir ata oynamakla karşı karşıya bırakmak demektir. Partiler 14 Ekimden sonraki yeni
dönemde sağlam bir
zemini teşkil edecek bir imtihan vermemişler ve göz boya maktan ileri gitmemişlerdir. Türkiye bugün partileri an-
263
cak üç senelik bir imtihana tabi tuttuktan sonra gerçek bir seçim zemini bulabilir. Bu konuda da Demirel haklıdır, seçim beklenen is tikrarı temin edecek neticeyi getirmezse, ne olacak. Böy le bir meçhule Türkiye'nin şartlarında bir memleket nasıl evet diyebilir ? Nisbi temsille, bu seçim kanunuyla, bugün kü iç dağılımıyla oylarıo birden bu torbaya kayacağım sanmak sadece hayaldir. Hükumet bulıranını ve dolayısiyle rejim bulırarum ve hatta Türkiye'nin kader bulıranını çözmek için aşılma sı lB.zım gelen bir engel de milliyetçi cephe üzerindeki te reddütlerdir. Memleket cephelere bölünür müymüş ? İki ye nasıl ayrılınz ? Bu, milleti bölmektir gibi birtakım fi kirlerin dile getirildiği görülüyor. Bu son derece geri, iptidai veya kasıtlı bir düşünce dir. Milliyetçi cephe bir savaş cephesi değildir. Cephe ke limesini duyunca saV&§ı akla getirmek siyaseti bilmernek demektir. Siyasette ve demokraside cepheler her yerde kurulur. Bunlar savaş cepheleri değil, politikanın belli müştereklerinde birlikte hareket etmek demektir. Bu iti barla milliyetçi cephenin memleketi böldüğü fikrinin cid diye alınacak hiç bir tarafı yoktur. Milliyetçi cephe koalisyonu bugün gerçekleşmesi mümkün tek çözüm yoludur. Bir kerre nisbi temsil, koa lisyonu zaruri kılar. 14 Ekim seçimleri de bu zarureti ge tirmişti. Koalisyon kurulacak, bu idareye alışacağız. Ko alisyon ise ancak ortak fikirli partiler arasında kurulur ve ömürlü olur. Zıt fikirlecin koalisyonu yanlıştır ve ge çersizdir. Bugün ancak milliyetçi partilerin iş birliği ile geniş tabanlı bir hükiimet kurma imkanı vardır. Bu imkan tek264
tir ve başka bir ihtimal yoktur. CHP ile hiç bir milliyet çi partinin, bu arada DP'nin de ortak olması bahis konu su olamaz. Sonra Türkiye'nin istikbali bakımından da milli ira de tab anındaki suni çatlamaların giderilmesi hayaati bir zarurettir. Bunun ilk merhalesi ise bir koalisyon milliyet çi partilerin yan yana gelmesidir. Nihayet iktisadi durumdan dış politikaya, asayiş ve huzurdan siyasi istikrara kadar Türkiye'nin çözüm bekle yen bütün meselelerine müessir bir yaklaşım içine girecek potansiyel de gerek kadro olarak, gerek oy desteği olarak milliyetçi cephede vardır. Milliyetçi cephe hükiımetinden başka hiç bir alterna
tif yoktur. Güven oyu alabilecek tek bir hükiimet de böy le bir hükiimettir. Şimdi artık Türkiye'yi bu tek çözüm yolundan da mahrum etmeğe kimsenin hakkı yoktur. Bu tarihi bir so rumluluk olur. Bu sebeplerle bugün milliyetçi cepheye karşı çıkmak de,ğil ona ilitimarn göstermek 18.zırndır. Bu ihtimamı en büyüğümüz olarak elbetteki önce ve en çok zat-ı devlet lerinden bekliyoruz sayın ve aziz Cumhurbaşkanımız ! . .. Derin saygılarımızla ...
265
DEMiREL MESELESI (1) 1 Şubat 1975 Türk siyasi hayatında bir Demirel meselesi vardır. Bu mesele, partinin bölünmesinden ve 12 Mart vakasın dan sonra buhran karakterine bürünmüş ve bilhassa 14
Ekim seçimlerinden itibaren had safhaya ulaşan bir ha dise haline gelmiştir. Bu hadise aylardlr siyasi trafiği tı kayan başlıca engel durumundadır. Nihayet bugünlerde hadisenin en nazik anlan yaşanmaktadır.
Kısa zamanda
ya bu engelin düğümü müsbet istikamette çözillecek veya Türkiye hep beraber çok hevesli göründüğümüz, bulıran lardan bulıran beğeneceği bir kaosun içine büsbütün otu racaktır. Nedir Demirel meselesi ? Demirel hadisesi nedir? Tür kiye niye Demirel'le uğraşmaktaclır? Demirel nasıl orta ya çıkmıştır? Hadise nasıl gelişerek
bugünkü can alıcı
noktasına ulaşmıştır ? Türkiye Demireli feda edecek veya
Demirel' den vaz geçecek midir ? Feda eder veya vazge çerse Türkiye bu hesabı karla mı, yoksa zararla mı ka patmış olur ? Feda etmez veya vazgeçmezse Türkiye'nin
kazancı ne olacak, kaybı ne olacaktır? Karar anına çok yaklaştığımız bugünlerde ve hatta bu saatlerde bütün bu
sorularm derinlemesine düşünülmesi ve objektif bir şe kilde tahlili, zannederim problemin
çözülmesine ve çö
zümde hizmeti, çözümde tesiri, çözümde imkarn olacak-
266
lara çok yardımı dokunacak ve büyük bir ıŞık tutacak tır ? Bugün Demirel hangi cepheleri ile karşımızdadır ? Demirel'in bu gün bir fikriyatı ile, bir icraatı ile, bir de şahsiyeti ile karşı karşıyayız. Bütün bu cepheleriyle De mirel'in iyi, doğru ve dürüst bir şekilde değerlendirilme si 18.zı.mdır.
Bu
değerlendirmeyi
okuyuculann dikkat ve alakasma
yarından itibaren aziz sun.mağa çalışacağız.
Bugün bu ilk yazıda Demirel meselesinin nasıl başladı ğının• ve Demirel hadisesinin günümüze nasıl ulaştığının kısa bir tasvirini yapacağız. Böylece bugün karşımıza çık mış bulunan ve konumuzu teşkil eden Demirel gerçeğine Demirel gerçeği bahsine bu ilk yazı bir giriş teşkil ede cektir. Türk siyasi hayatmda Demirel nasıl ortaya çıkmış tır ? Gelin, evvela bu sualin cevabını arayalım. Solculara ve solcu değilken bile solun paralelinde olmaktan kendi sini alamamış bulunan CHP'ye göre Demire'li Amerika bulmuştur. Hatta galiba rahmetli İnönü bile bir gün bu kanaati ifade etmekten çekinmemişti. Bunlara göre gü nün birinde bir Amerikan generali Türkiye'ye gelerek baş bakan aramış ve Süleyman Demirel'i bulmuştur.
John
son'un başkan yardımcısı iken Türkiye'ye yaptığı ziyaret te Demirel'le görüşmesi de bununla ilgilidir. Nitekim
bu
Amerikan keşfinden kısa bir zaman sonra Demirel Tür kiye başbakarn olmuştur. Ben bu haberi henüz hiç yayılmamışken, yani daha ilk imal edildiği güride bahis konusu Amerikan generali Ankara'da iken kulağı çok delik olan bir solcudan duy muştum. Akılları, resimli romanlara ve polisiye filmiere düşkün çocuklar gibi, CIA'm maceralanna
takılıp kal
maktan bir türlü kurtulamıyan kimseler ve çevreler uy-
267
durduklan bu masalı öyle beğenmişlerdir ki sonradan yıl larca bunu kullanarak sığ dii§ünceli aydınlann zaten ha fif olan beyinlerini kolaylıkla alt üst edebilmişlerdir. Bu masalcıların yıllar sonra günün birinde Amerika'nın De mirel'i istemedjği, Ecevit'i istediği hikayesinin de imalat çıları olmaları çok ibret vericidir.
268
DEMİREL MESELESİ (2 ) •
8 Şubat 1975
Dünkü yazımızda Demirel'in ortaya çıkışı hakkında ki solcu kanat ve iddiayı tesbit etmiştik. Bu solcu teoriye veya masala göre Demirel'i Amerikalılar bularak başba kanlığa sürm�lerdir. Şüphesiz gerçek bu değildir. Demirel'i Amerikallla nn keşfi değil, Türkiye'nin şartları ve kendi potansiyeli
ortaya çıkarmıştır. Şaşkınlık yaratan,
sebep aratan ve
tatmini masalda bulduran husus Demirel'in ortaya çıkış tarzıdır. Gerçekten Demirel'in ortaya çıkışında son de rece çarpıcı ve şaşırtıcı bir birdenbirelik, bir barikulade fırlayış vardır. Öyle ki Demirel adeta
siyasi karİyerine
başbakanlıkla başlamış, başlamış ve devam ettirmiş bir insanın çok müstesna görünümüne sahip olmuştur. Kısa cası Demirel Türk siyasi hayatına
adeta bir yıldız
gibi
doğmuştur. Bu benzetmeyi yaparken Demirel'i övmek is tediğim samlmasın. llim ve fikir adamı,
kültür adamı
medhiyeler yapmaz, yapmamalıdır. Gazete yazısı yazar ken, politika için fikrini söylerken de buna mezun değil dir. llim ve kültür adamı yalnız tenkit yapar ve yapmalı dır. Ancak ilim adamı tenkit kelimesinden sokaktaki ma nayı anlamaz. Tenkidin asıl manası yermek,
kötülemek,
yalnız menfi tarafiara yüklenmek değil ; müsbet taraflan da söylemek, tek kelime ile ele alınan şahsı ve konuyu
269
değerlendirmektir. Müsbet ve menfi taraflan ile değer lendirmek. Ben de burada yıldız gibi doğdu derken şüphesiz De ınirel'i öçmüyor, sadece ortaya çıkışındaki sürprize, bek lenmedik hale işaret etmek istiyorum. Gerçekten böyle ol muş, ve isterseniz başka bir ifade ile söyleyeyim, Demirel Türk siyasi hayatında sıfırdan milyoner olmuş insaniann hızı ile barikulade bir sıçrama yapmıştır. Bu tırmanmasız fırla� ise cemiyette, insafla kabul etmek lazımdır ki, ağır bir hazımsızlık meydana getirmiştir. Bu hazımsızlı ğın neticeleri bugün de sürüp gitmektedir. Halbuki bu sıçrama, dediğimiz gibi, Türkiye'nin şart larından, Demirel'in potansiyelinden
ve ilahi
takdirden
doğmuştur. Bu noktada isterseniz yazıyı ben de bir hi kaye ile bağlayayım. Ama uydurma değil, olmuş bir hi kaye ile :
1960 ihtilalinin ateşli günlerindeyiz. Hafta sonu ta tilinde yedek subay okulundan iki arkadaş yürüyerek şeh re inmektedirler. Görünüşleri pek parlak değildir. Öyle çakı gibi asker denecek halleri yoktur. Postailan tozludur, üzerlerine oturmayan asker elbiseleri belki de emsallerin den, yaşlı bu yedek subay talebelerini fazla yakışıklı yap mamaktadır. İkisi de mühendistir. Siyasi alıvali konuşa konuşa yürümektedirler. Birinin adı Süleyman Demireldir. Diğeri, bir köşede birden arkadaşını durdurarak "Süley man, der, sana bir düşüncemi söyleyeceğim. Yann Tür kiye'nin başbakanı sen olacaksın. Buna hazırlan ve şun ları unutmayacağına söz ver" şeklinde son derece beklen medik bir beyanda bulunur. Bu, Başbakan Süleyman De mirel'in galiba ilk keşfedildiği gündür. Bu gösterişsiz ada mı keşfeden ilk insan da her halde kendisinin o mühen dis arkadaşıdır. Ve vakit masaldaki Amerikalıların keşfinden henüz yıllarca öncedir. 270
DEMİREL OOKTRİNİ 10 Şubat 1975
•
Demirel'in evindeki kabul salonuna girerseniz çıplak masa başına kurulmuş bir kalem efendisiyle değil, kitap lar, dosyalar, vesikalar, evraklar, dergiler, gazeteler, ku pürler arasında adeta kaybolmuş, hümmalı bir kütüpha ne ve laboratuvar çalışması içinde bir araşatırmacı lider ile karşılaşırsınız. Kendisi de politikanın artık bunsuz ol madığını söylemektedir. Türkiye'de kolay bitmiştir. Lider araştıracak, tahliller,
liderlik devri
terkipler yapacak,
fikirle... Un.al edecek, sonra bu esaslara göre siyaset yapa cak, partiyi yönetecektir. Türkiye'de liderliğin bu yorucu duyurucu, doyurucu ve verimli merhaleye ulaşmış, olma sı siyasi inkişaf bakımından çok memnuniyet verici
bir
manzaxadır. Yalnız kuru bir yönetici olmak gereçkten bugün ar tık kütleleri tatmin etmemektedir. Mektepte öğrendikle riyle kalmak, ondan sonra kitap yüzü açmamak, düşünce yi geliştirmernek bugün artık hiç bir sahada hayatı da ha ileri götürm�e kafi gelmemektedir. Politikada ise böy le bir durgunluk mesleğin bugünkü dinamizmine hiç ce vap vermez. Siyasetçi başarılı olmak istiyorsa didinecek, düşünceyi geliştirecek, kütlelerin hem fikirde hem de iş te önünde gidecektir. Hazırcı olmayan,
çalışan,
kendisi
ne uygun gelen sistemi her yeni günün ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde canlı tutan
bir lider ise
eğer kafa yapı-
271
sı da müsaitse karşımıza bir fikriyatla, bu fikriyatı top layan eserlerle, yani kendi doktrini ile çıkar. Demirel de bugün karşımıza bu vasfı ile çıkan bir liderdir. Demirel sadece bir siyaset idarecisi, bir icra ada mı değil, ayın zamanda bir fikir sistemini geliştirip ken di doktrinini ortaya koymuş bir devlet adamıdır. Bugün Demirel'in kitabı vardır, doktrini vardır. Doktrini burada, tabü,
dış
kaynaklı belli felsefi, sos
yal ve iktisadi sistemleri ifade eden dar manasiyle kullan mıyoruz. Doktrinin ithal malı olması şart değildir. Umu
mi manasiyle doktrin bir sisteme bağlanmış yeni teklifler getiren ve sahibinin damgasını taşıyan fikirler topluluğu dur. Bu tek bir salıayı da, bütün sahalan da içine alabi lir. Kelimenin bu umumi günlük kullanılışma dışarıda sık sık rastlanır : Brejnef doktrini, Nixon doktrini gibi. Bizim kendi adamlanmızı küçük görmek için hiç bir sebep yok tur. Bizde de pekala bir Demirel doktrini, bir Türkeş dokt rini vardır. Ve bunlar kendi partileri çerçevesinde haya ta da tatbik edilmektedirler. Her doktrin sahibi insan gibi Demirel'in de kendi sistemini ihtiva eden kitabı vardır. Demirel'in bir çok ki taplan ve makaleleri mevcuttur. Fakat son olarak yayın lanan "Yeni Bir Sosyal Mukaveleye Doğru" adlı eseri, ken di doktrinini derli toplu olarak ve etraflı bir şekilde or taya koymaktadır. Geçen cumartesi günü Aydınlar Ocağında bu Demi-: rel doktrininin münakaşasını yaptık. Toplantı büyük bir aydınlık getirdi. Demirel'in fikriyatı çok değişik bir top luluğun ve çeşitli temayüllerin ortasında gerekli ve
son
derece faydalı bir süzgeçten geçirildi. Toplantı bittiği za man elde kalan en bariz netice geniş bir tatminkarlık idi. Ayri fikir ve çevrelere mensup aydınlar Demirel fikriya-
272
tım bugün ulaşmış olduğu merhalede, üzerinde ittifak edi lecek bir sistem olarak tasvip etmekte birleşmişlerdi. Bü tünleşen kanaate göre Demirel bulunduğu mevki için son derece yeterli idi. Demirel haklı idi, Demirel doğru yolda idi, Demirel desteklenmeli idi. Demirel doktrini üçlü bir temele otunnaktadır. Bu saçayağının bir ayağı milli hakimiyet, bir ayağı iktisadi bü}'ÜP.le, bir ayağı da milliyetçiliktir. Milli hakimiyet Demirel doktrininin çok ısrarlı bir
davasıdır. Milli irade hakimiyeti, son sözün ınillette ol ması, parlamentonun üstünlüğü, demokratik cumhuriyet esası en büyük müdafiini itiraf etmek lazımdır ki Türk siyasi hayalında Demirel'in şahsında bulmuştur. Namık Kemal'den beri hiç bir siyaset ve tefekkür adamı bu da vaya Demirel ölçüsünde sanlınamıştır. Demirel hem fi.kri yat olarak hem icraat olarak gelmiş geçmiş en büyük de mokratik cumhuriyet ve milli irade takipçisi durumun dadır. Kitabında bu fikri en geniş ölçüde işlemiştir. Bu işleyiş sırasında klasik demokrasi ve milli irade bahsine bir çok yeni unsurlar ve yorumlar getirmiş, yeni buutlar kazandırmıştır. Hatta Demirel bu hususta o kadar ileri gitmektedir ki bir yerde gerçekiere ehemmiyet vermiyen bir idealiz me ulaşmaktadır. Bu noktada doktrin adamı olarak De mirel, icraat adamı olan Demirel'i seve seve, bile bile, bel ki de feda ede ede geride bırakmaktadır. Demirel'in bu idealist hürriyetçi demokratik cumhuriyet fikri tatbikat ta Türkiye'deki umumi seviyenin de, parti menfaatlerinin de çok üstüne çıkmaktadır. 14 Ekim seçimlerinde Demirel ısrarla bu idealist tutumun içinde kalmış, fakat bu hür riyet ve milli irade davası cemiyetin pratik dertlerinin çok üstünde mücerret bir seviye tutturduğu için denilebilir ki layıkiyle
anlaşılamamış,
değerlendirilememiş ve dolayı-
273
siyle parti için kayıplara sebep olmuştur. Gerçek şudur ki Demirel demokratik cumhuriyet davasını bütün cemiyeti çok geride bırakan bir mücahit
gibi idealist planda yü
rütmektedir ve yürütmeye devam edeceği anlaşılmakta dır. Bunun Türkiye için ne büyük bir mana taşıdığının ve uzun vadede de olsa ne büyük bir hayati zaruret olduğu
nun anlaşılacağı günlere kadar siyasi istikrarın askıda kalacağını unutmamak lazımdır. Demirel doktrininin ikinci ayağı iktisadi büyümedir. Demirel sosyal kavga, kısır sınıf mücadelesi yerine Tür kiye'nin iktisadi kalkınmasını ekonomik büyürnede gör mekte ve sosyal adalete giden yolun da sosyal refah dev letinden geçtiğine inanmaktad:ır. Kitabında bu fikri Tür kiye'ye tatbik ederek Türkiye'nin iktisadi büyümesinin bü tün unsurlarını yerli yerine bütün teferruatı ile oturtmuş ve hiç bir boşluk bırakmamıştır. Bu balıiste Demirel'in karşımıza çıkan fikriyatı ve icraaatı onun memleketi en iyi tanıyan, Türkiye'yi büyütıneDin
sırrına en çok ermiş
bulunen insan hüviyetini en şaşmaz bir şekilde ortaya koy maktadır. Haksızlık etmemek için bu sahada Türkiye'de Demirel'in önüne geçecek hiç kimsenin mevcut olmadığı
m itiraf etmek lazımdır. Türkiye Demirel'le iktisadi çare sizliğinin en büyük doktorunu bulmuştur. Bunu bulduğu nu bilmek mevkiindedir. Milliyetçilik ise Demirel doktrinin
üçüncü ayağı, fa
kat belki de nihai hedefidir. Demirel Türkiye'nin topye kun kalkınma
hummasının içine atılmasım istemektedir.
Bu atılımda iktisadi cihazianma daha çok bir vasıtadır. Asıl hedef Türk insanının ve Türk cemiyetinin saadetidir. Bu saadet ise ancak maddi refah yanında manevi kalkın maya ulaşınakla temin olunabilir. Manevi
kalkınma da
milletin kendi milli kültürü içinde yaşatlıması, şekillendi rilmesi ve yüceltilmesidir. Bütün Türklüğü içine alan Türk
274
kültürcülüğü ve İslamiyetle bezeli
Türk - İslam yaşayışı
ve telakkisi Demirel maneviyatçılığının
ve milliyetçiliği
nin temelidir. Bu hedefin ve doktrinin vasıtası ise mede niyetçiliktir. Böylece Demirel,
Gökalp'le başlayan Türk
milliyetçiliğinin Türkleşmek, İslamiaşmak ve Muasırlaş mak formülünü çağımızda yeni bir hududa ve realiteye kavuşturmaktadır. İjte ana
hatlariyle
Demirel doktrini budur.
Türkiye kendisine sağlam ufuklar
Şimdi
vaadeden böyle bir
doktrinden ve onun bilgili, dirayetli sahibinden müstağni kalabilir mi ? Demirel gibi milli hakimiyet ve demokratik cumhuriyetin yılmaz bir müdafiini
bir kenara bırakmak
Türkiye için doğru mudur? Demirel ayarında bir kalkın ma adamının potansiyelinden mahrum kalmayı Türkiye nasıl göze alabilir? Bu sahada onun yerine kanacak ikin ci bir adam var mıdıi- ve kolay kolay yetişir mi ? Demi rel'in milli kalkınmanın milliyetçilik cephesindeki yerini ve anlayışını Türkiye ihmal edebilir mi ? İnsafla kabul etmek lazımdır ki Demirel Türkiye'de Dede Korkut kitabını, Or hun Abidelerini, Kutat-gu - Bilig'i okumuş ilk ve son baş bakandır. Bunun ifade ettiği manaya gözlerimizi kapata bilir miyiz? İşte şimdi herkes şapkasını önüne koyup derin derin bu soruların cevabını düşünmek mevkiinde ve zorundadır. Düşünecek ve ona göre karar verecektir. Eğer bu sorula ra vicdanla, insafla ve akılla menfi cevaplar vermek müm kün ise gelin hep beraber Demirel'i feda edelim. Türkiye'yi bu kuvvetli eviadının meziyet ve kaabiliyetlerinden mah rum bırakalım.
275
NİÇİN
BOYLE OLDU ! 7 Mart 1975
Okuyuculann benden devamlı bir şikayetleri vardır. Zaman zaman yazılar arasına uzun fasılalar verdiğimi söylüyorlar. Haklıdırlar. Bu sefer de öyle oldu. Milliyetçi cephe hareketi iyice oluştuktan ve hilldirnet kurma nok tasına geldikten sonra, bu oluşmaya hizmet eden yazıla nmıza ara vererek, bir müddet neticeyi beklerneğe koyul duk ... Yalnız bir değil, bütün memleket bu bekleyişin için de idi. Hatta aziz Türkiye'ınizin zorla çığnndan çıkarılan kaderi de bunu bekliyordu. Çünkü Türkiye'nin makfıs ta lihini yenecek tek ve son §8.llS milliyetçi cephe iktidan idi. Bugün de öyledir, yann da öyle olacaktır. Türkiye' yi yalnız milliyetçiler kurtaracaktır. Türkiye'yi kurtara cak düşünce sistemi de, güç de , kadro da yalnız onlarda vardır. Bu sistemi, gücü ve kadroyu iktidara gelmesin di ye engellemek sadece ve sadece Türkiye'nin feraha çıka cağı günü geriye atmak demektir. Bunun sorumluluğunu üzerine alanlar ve bu yolda bitmez tükenmez gayretin için de bulunanlar, hiç değilse tarihin hükmünden kendilerini kurtaramayacaklardır. Hemen şunu ilave edelim ki, hükfunetin milliyetçi cepheye verilmesi memleket ölçüsünde büyük bir sürpriz ol muş, fakat milliyetçi cephe hareketinin başında olanlar için her hangi bir şaşkınlık yaratmamıştır. Milliyetçi cep henin liderleri ve yürütücüleri milliyetçi fikrin karşısında
276
memlekette ne büyük ve sistemli bir direnişin mevcut bu lunduğunu herkesten iyi bilmektedirler. Bu arada herke sin beklemesine rağmen böyle bir ihtimalin çok kuvvetli olmadığını, ancak yüzre elli civarında dolaşbğını işin için de olan milliyetçiler yakından görüp teşhis etmekteydi ler. Zaten milliyetçiliğin Türkiye'de iktidara gelmesi o kadar !tolay olsa hiç memleket bu şekilde bulırandan bulı rana d�er miydi ? Türkiye'de milliyetçilik Atatürk'ün ölü münden sonra iktidardan sürülmü.ştür. Geri gelmemesi için de kırk senedir her türlü fikri ve milli tahkimat ted birleri alınmışbr. Bu yüzden kırk senedir Türkiye'de mil liyetçi fikir muhalefet kaderi içindedir. Milliyetçi fikir mu halefet olmaktan kurtulup iktidar olabilse Türkiye güllük gülistanlık olur ve Cumhurbaşkanımızın da dilegetirdiği bugünkü karanlık manzaraya bürünmezdi. Ayrıca milliyetçi partilerin bu buhranlı devrede yıp ranmay� çok müsait bir hükfunete pek hevesli olmadık larını da bilmek lazrmdır. Milliyetçi cephenin hükumet ol maktan çok daha mühim. başka işleri de yok değildir. Bun ların başmda derlenip toparianmak ve kader birliği yap mak gelir. Devleti ve rejimi işletmek gelir. Devleti ve re jimi sahipsiz bırakmamak gelir. Vatandaşın ümidi olmak gelir. Milli iradeye sahip çıkmak, yıkıcılığın karşısına di kilmek gelir. v.s. vs. Milliyetçi cephe kendisini bekleyen bu vazifelerde kısa zamanda başarının yolunu da bulmuş tur. Bu arada milliyetçi cephe hükümete de talip olmuş tur. Ekonomik sıkıntıların kör düğümünü bile bile, Tür kiye'nin akıl almaz şekilde bozulan, bozulmasına seyirci kalınan iç ve dış durumunu göre göre hükıimete talip ol muştur. Bu yalnız bir fedakarlıkbr. Memleketin gözönün de reyip bitmesine razı olmamaktır. Ters dönen çarkı ya-
277
vaşlatıp durduracağına ehliyetli olduğunu bilmektir. Tek kelimeyle hizmet arzetmektir. Yoksa ne bir heves, ve de ikbal düşüncesi milliyetçilerio hükumet isteğini gölgele memiştir. Fakat maalesef Türkiye şimdilik bu şanstan, bu tek şanstan, kapısına kadar gelen bu tek kurtarıcı talihten mahrum bırak.ılmıştır. Acaba neden böyle olmuştur? Milliyetçiler ve milliyet çi partiler için şimdi oturup bunu iyi düşünmek, sağlam bir durum muhakemesi yapmak ve bu son hadiseden lazım gelen ibret dersini alarak ona göre hareket etmek gerek mektedir. Şaşkınlığa, paniğe ve ümitsizlığe hiç bir sebep yoktur. Soğukkanlılıkla yapılacak bir değerlendirme mem leketin hangi noktada bulunduğunu gösterecek ve hepimi ze ışık tutacaktır.
Evet acaba neden böyle olmuş ve milliyetçi cepheye hükumet verilmemiştir ? Sebepleri şöyle sıralayabiliriz : 1
-
Milliyetçi cephe hükfımetini engelleyen en mü
him sebep Türkiye'nin bugünkü fikir yapısıdır. Memleketi aslında devlet başkanı,
hükumet, partiler, müesseseler,
şahıslar değil mevcut fikir cereyanları idare etmektedir. Bu fikir cereyanları müsbet veya menfi bir takım görü nür görünmez tesirler icra ederek en büyüğünden en kü çüğüne herkesi tesiri altına alır. Hiç kimse bu şartlan madan kendisini ve hareketini
kurtaramaz.
Türkiye'de
bugün belli başlı cereyanlar olarak milliyetçilik, hümanizm komünizm, materyalizm,
bölücülük ve mezhepçilik vardır.
Bu cereyanlardan beşi milliyetçiliğe karşı daima işbirliği halindedir. Türkiye'de insanlarımız
kırk senedir maalesef
milliyetçiliğin karşısındadır, Türkiye'nin tek meşru fikir cereyanı olan milliyetçiliğe yabancı düşürülmüştür.
2 - CHP'nin eski devlet partisi olmak fikrini Ecevit bile devlet mekanizmasında söküp aatamamış, CHP lehi-
278
ne bir tercih hakkı Ankara'ya yerleşip kalmıştır. CHP'siz olmaz düşüncesi en az CHP'nin izni olmadan olmaz şek linde devam etmektedir.
3
-
Türkiye'de yüz senelik hürriyet ve otuz sene
lik demokrasi mücadelesine rağmen milli hakimiyet, mil
li irade meselesi henüz askıdadır.
Demokraside
gerçek
manasiyle henüz bir arpa boyu yol alınmamıştır. •
4
-
1960 ihtilalinden sonra geliştirilen ve iki partili
demokrasi yerine, kütleleri, bölen sayısız partili ve koalis yonlu rejimi uygun gören fikir yürürlüktedir.
Milliyetçi
milli iradenin AP, MSP, DP, CGP, MHP şeklinde, gerekir se ondan daha fazla bölünmesi tasvip ve teşvik edilecek, birleşmesinin yolları tıkanacaktır.
5
-
Bazı partilerin parti olarak kalması faydalı, fa
kat iktidar olması
mahzurlu
görülmektedir.
Bilhassa
MSP'nin iktidara ortak olması istenmemektedir. MSP için CHP'ye destek, AP'ye köstek olmak kaderi biçilmiştir.
6
-
CHP'nin sokak hareketlerinin
tuttuğuna inamlmaktadır.
Bu
yüzden
iplerini elinde huzur
ve asayiş
şartının CHP'yi hükfunet dışında bırakmamakhn geçtiği kanaatı hakimdir.
7
-
Milliyetçi cephe hükumetinin cezri tedbirler al
mak zorunda olduğu bilinmektedir. Esasen Türkiye'nin an cak cezri tedbirlerle selamete çıkmak durumunda olduğu kabul edilmektedir. Ancak bu göze alınmamakta ve ça tışmaya müncer olmasından korkulmaktadır. Her zaman ki ümitsiz idare-i masiahat yolunun, hiç değilse tehlikeyi biraz erteleyeceği sanılmaktadır. 8
-
Celal Bayar'ın iki partiyi birleştirme teşebbüsü
ters yorumlanmış ve işe kanşma şeklinde kabul edilmiş tir. Bilhassa seçilmiş bir parlamenter ifadesi tepki ya ratmıştır.
279
9
-
Kıbns ve Ege meselesi ile askeri yardımın kesil
mesi, Türkiye'nin fevkalade hal içindeki durumunu
de
mokrasinin üzerine geçici bir şal örtme ağırlığına ulaştır mıştır. Bu vaziyette fevkalade hal hükiımetlerine baş vu rulabileceği inancına kapılnuştır.
10
-
Rejim için yeni bir askeri
müdahale ihtimali
belirmiştir. Memleketin yüksek siyasi tansiyonundan ür külmektedir.
11
-
Basından CHP ve DP'ye kadar Milliyetçi cephe
hükümetinin kurulmaması için yapılan telkin ve tazyikler tesirli olmuştur. İşte görünürde ve olmayan, mesnetli veya mesnetsiz başlıca sebepler bunlardır.
Bunlar haklı mıdır ? Başka
sebepler de vardır? Hadiseyi tahille devam edeceğiz.
280
YENİ
REÇETE 11 Mart 1975
Türkiye'deki hükıim.et buhranına Mart ayı yeni bir reçete getirmiştir. Bu reçete Cumhurbaşkanımızın 1 Mart günü yapbğı konuşmayla yürürlüğe konmuştur. 10 gün den beri de bu reçete ile uğraşıl.makta, daha doğrusu va kit geçirilmekte, belki de vakit kazanılmaktadır. Bu reçete en son· teklif olarak zaman bakımından yenidir. Fakat içindeki ilaçlann tertibi itibariyle hiç bir yenilik getirmemiştir. Eski tavsiyeler, eski tertip ilaçlar bir defa daha, fakat biraz daha kuvvetle ve israrla ileri sürülın�tür. Milli koalisyon teklif edilmiştir, yeni değildir. Seçim tavsiye edilmiştir, yeni değildir. Hatta ortaya konan ge rekçe de yeni değildir. Memleketin gerçekten karanlık tab losu keskin Çizgilerle belirtilmiş, fakat hiç bir yenilik teş kil etmeyerek, sadece bir tekrar olmuştur. Zaten memle ketin bugünkü karanlık manzarasında hiç bir yenilik ve hiç bir beklenmediklik bahis konusu olamaz. Türkiye'nin böyle bir karanlığın içine dolu dizgin gitmekte olduğunu yıllardır tekrarlayıp durmaktayız. Bugün ul�ılmış olan nokta ne Cumhurb�kanııruz için, ne de bizim için bir süp riz değildir. Bu vahim durum oL<ıa olsa bir avuç, hayır hayır, bir avuç değil bir sürü gafil için bir yeniliktir. Demek ki Cumhurbaşkanımız da bu son teşebbüsün de yeni bir tutum ve teklif ortaya koymaktan kaçınmış 281
ve eski fikir ve karannda isarar etmiştir. Bu israrı ay lardan beri bir çok çevrelerde ve bir kısım Iiierlerde mem leket görüp durmaktaydı. Mesela Ecevit seçim diyor baş ka bir şey demiyor. Bozbeyli yer yüzünde Demirel başba kan olmasın fikrinden başka bir fikrin mevcut olabilece ğini aklına getirmiyordu. Karşıdakilerin bu katı, bu do nup kalmış tutumlan karşısında anlaşılan Cumhurbaşka nımız da kendi tavnndan başka çare olmadığına inanmış
tır. Böylece milletin kansına bir yenilikle değil, bir israr la, kendi isran ile çıkmıştır. Halbuki gittikçe kördüğüm haline gelen ve usanç ve ren hükumet buhranı, denenmiş, işlememiş, böylece yıp
ranmış eski formüllerle değil, ancak yeni bir formülle, ye ni tertip ilaçlar ihtiva eden gerçekten yeni bir reçete ile çözülebilir. Bugün bu konudaki tek yeni reçete ise Milli yetçi Cephe hükfımetidir. Evet, Türkiye'nin dış durumu daha da ağırlaşmıştır. Fakaat bu durum bile itibar görmemiş
eski formülleri
muteber hale getirrn eğe yetmez. Kaldı ki, durumun ağır Iaşması yıpranmış eski formülleri daha da geçersiz hale getirmiştir. Türkiye'ye, içine düştüğü bulırandan çıkmak için yalnız ve yalnız yeni formül gerektir. Mutlaka yeni lik, yeni formül, yeni tedbir gerektir. Türkiye'nin ufuk
lannda ise Milliyetçi Cephe hükumetinden başka hiç bir yeni potansiyel mevcut değildir.
Fakat Cumhurbaşkanı
mız şimdilik bu yeni tedbiri işletmemiştir. Cumhurbaşkanı, yüksek mevkü itibariyle tarafsızdır. Cumhurbaşkanımız da baştan beri doğrusu bu tarafsızlı ğı koruroağa çalışınağa çalışmaktadır. Ama hangi mev kide olursa olsun nihayet insanın bir kanaati vardır. Bu kanaat ise yakın ve uzak çevreden ve umumi atmosfer den tamamiyle tecrit edilemez. İnsan elbette ki kendisini
halka halkla çerleyen şahıslann, zümrelerin ve fikirlecin 282
tesirinde kalacaktır. Hele bizde siyaset adamlan, içinde bulunduklan hazır fikirlere itibar etme alışkanlığını öte den beri adeta değişmez kaide haline getirmişlerdir. Bu gün başlıca tesir vasıtalarından Ankara bürokrasisine ka dar, TRT'ye, büyük gaazetelere ve devlet mekanizması mn kilit mevkiinde bulunanlara hakim olan fikirler ise or tadadır. Bu fikirler aaslında memleket gerçeklerine ters dililse de -ki öyledir- tesir imkanlan dolayısiyle ister istemez insanı saracak ve doğruyu bulmayı güçleştirecek tir. Cumhurbaşkanımızın bu tesirle kendi gönlünde ve ka fasında ne kadar mücadele ettiği ve tarafsızlığını koru mağa ne büyük bir gayret gösterdiği beyanıtırun satır lan arasına sinrnekten geri kalmamıştır. Ama her şeye rağmen kanaatinde bir tarafın görililünün ağır bastığı gi> rülmektedir. Nitekim Ecevit hemen kendisinin yanında yer alnuş, milliyetçi partiler ise derhal karşısına geçmiş lerdir. Bu Cumhurbaşknımızın beyanatının başlıca talih sizliği olmuştur diyebiliriz. Ama büyük propaganda vasıta larİyle ustaca yapılan ve bütün gerçekleri örten yoğun ve yaygın bir kampanyadan kurtulmanın bugünkü şartlar da kolay olmadığını düşünerek bu beyanatı anlayışla kar şılamak gerekir. Kaldı ki Cumhurbaşkanımızın mühim noktalarda orta bir yolu tuttuğu da açıkça görülmektedir. Seçim tavsiye ederek Ecevit'in fikrine katılmış, fakat seçim kanunu değiştirmeden seçime gidilemiyeceğini be lirterek de daha çok Milliyetçi Cephenin görüşüne yaklaş mıştır. Azınlık hükumeti fikrini reddederek ECevit'in için de beslediği kuvvetli bir arzuya karşı gelmiş, öte yandan Milliyetçi Cephenin milleti cephelere böleceği yolundaki yanlış iddialan da benimser gibi olmuştur. Bu parlamen todan istikrarlı hükumet çıkamıyacağı fikrine katılmış, fakat aynı parlamentodan milli koalisyon gibi çok ileri bir 283
terkip istemiştir. Seçimden başka yol yoktur demiş, fa kat seçimin parlamentonun bileceği iş olduğunu ilave et miştir. Milliyetçi Cephenin milleti cephelere bölmek oldu ğwıa işaret ederek milliyetçi partileri incitmiş, fakat aynı partilerden Irmak hükumetine
katılm.alannı
istemiştir.
Hatta bazı Anayasa değişiklikleri beklediğini bile ima et miştir. Kısacası Cumhurbaşkanımızın beyanatı bir yandan sesi fazla çıkanların yarattığı umumi beyanın izlerini ta şımakta, fakat bir yandan da Türkiye'nin
uzlaşmaz hale
getirilen zıtlıklarının tam ortasında yer almaktadır.
ise bu beyanattaki teklifierin
işlerliğinin
Bu
daha baştan
mümkün olmadığının ifadesinden başka bir şey değildir.
Yani bu beyanat çözüm ararken hem gerekçesi ile, hem teklifleri ile, karşımıza bir çıkmaz getirmiştir. Fakat in safla belirtmek gerekir ki bu çıkmaz Türkiye'nin çıkma zıdır. Cumhurbaşkanımızın bu çıkmazda
şahsen geçmiş
bir sorumluluğu yoktur. Çıkmaz, Cumhurbaşk anımızı da içine almıştır. Cumhurbaşkanımız sadece iyi niyetle bu çıkınazı dile getirmektedir. Şimdi acaba Cumhurbaşkanımızın müsellem iyi niye ti Türkiye'yi bu çıkmazdan kurtaracak mıdır? Bu yeni re çetenin eski tertip ilaçları bu sefer müessir olacak mıdır? Bu tertipten bir hükiımet çıkacak mıdır? Hemen belirtelim ki bu tertipten bir hükiimet yani gü venoyu alacak bir hükiimet çıkmasını beklemek fazla iyim serlik olur. Bir büklımetin çık:mayaca,ğı Cumhurbaşkanı mızın beyanatında yer alan işaret ettiğimiz çıkmazlardan da açıkça anlaşılmaktadır. Siyasi partiler tablosuna şöy le bir göz atmak ise bu gerçeği büsbütü nortaya koyma ğa kafi gelmektedir : CHP'nin son ve kuvvetli korkusu
Milliyetçi
Cephe
birliğidir. Bu birlik CHP'ye bundan sonra seçim kazan dırmamak ihtimallerini kuvvetle içinde taşımaktadır. Onun
284
içirı CHP'nin uykusunu kaçırmıştır.
Şimdi CHP'nin bütün işi
bu birliği bozmağa çalışmaktır. Millet cephelere bölünü yor iddiasının, da, AP'ye el uzatmak manevralannın da, Milli koalisyona yanaşmak mecburiyetleride, bir CHP
-
AP hükfimetini el altından teşvik etmenin de, bir takım baskı ve tehdit unsurlarını kull anmanın da aslı, asıl se bebi ve gayesi budur. Fakat CHP kendisinin ihtiyatsızlığı yüzünden herkesi
ve liderinin
darıltmıştır.
Herkesin
aleyhinde konuşa konuşa, parti liderine de, partilere de, parlamentoya da çata çata, onlarla kendi arasmda doldu rulmaz uçurumlar açmıştır. Milliyetçi Cephe partilerinin, rejim pahasına da olsa, kendisi ile işbirliği yapması ta mamiyle imkansızlaşmıştır. DP bile Ecevit'i hiç isteme mekte, CHP ile de ancak Bozbeyli grubu koalisyona zır bulunmakta, DP'nin diğer yansı bunu
ha
da kesinlikle
reddetmektedir. Böylece bir milli koalisyon gibi bir CHP
-
DP hükfimeti de imkansız bulunmaktadır. AP haklı olarak, başmda bulunmadığı hiç bir hüku mete katıimamayı, kendi tabirleriyle partiyi kiraya ver meği artık düşünemiyeceklerini,
evvelce bundan ağızlan
çok yanmış olduğu için, asla bükülmez bir kesinlikle ka rara bağlamış ve ilan etmiştir. Aynca AP memleket is tikbalinin teminatının Milliyetçi Cephe birliğinde olduğu nu keşfetmiştir. AP'nin bundan dönmesi, Milliyetçi Cep lıeye ihaneti aynı zamanda kendisinin intihan demek olur. Bu sebeplerle gerek AP için, gerek diğer üç parti için, ar tık Milliyetçi Cephe hükumetinden başka bir hükfunet dü şünmek mümkün değildir. DP'nin asıllan milliyetçi olan, fakat milliyetçi gibi hareket etmesini bilmeyen lideri ve arkadaşlan içinse de Demirel'den başka bir mesele yoktur. Demirel'i herta raf edecek her şekle gözü kapalı hazırdırlar. Milli koalis-
285
yon da Irmak başkanlığında bir CHP dışı koalisyon da onlar
için bir can kurtaran simididir. Fakat
odur ki
gorunen
kendilerine kimse bu fırsatı verıniyecek ve onlar
kapılanın çalmış olan parçalanma, erime ve ilk seçimde de bitme kaderlerinden kurtulamayacaklardır. Maalesef kim se onlan kurtaramıyacak, onlara yardım
edemiyecektir.
Çünkü bu kaderi onların kendileri istemiş, kendileri çiz miştirr. MSP, CGP ve MHP de Milliyetçi
Cephe birliğinde
gerçeği, hizmet aşkını ve imkanını bulmuşlardır. taraf bunları eritmek ve kapatmak
Karşı
niyetini açığa vur
maktan bile çekinmemiştir. Artık bunları CHP ile aynı kaba koymak mümkün olabilir mi ? Sonra kısa zamanda öyle bir milliyetçi taban birleşmesi olmuştur ki dört mil liyetçi partinin hiç birisi artık bu tabanı tepmeyi göze ala rak Milliyetçi Cepheden ayrılamaz. İşte tablo budur. Bu tablodan hiç bir milli koalisyon, bir AP - CHP koalisyonu, bir CHP - DP koalisyonu, Irmak başkanlığında bir sağ koalisyon çıkabilir mi? Elbette ki çıkamaz. Böyle bir şey demokrasinin de, milletin de, fikir terin de, eşyanın da tabiatine
aykın olur. Kanaatİmiz
ce çıksa bile böyle hükümetler aziz Cumhurbaşkanımızın ve hepimizin yüreğini yakan karanlık tabloya hiçbir ışık getirmez. Sun'i yollan, zorla güzellik yapma gayretlerini bırak mak için artık vakit gelmiştir. Türkiye'de iki siyasi ger çek vardır. Bir sol cephe, bir Milliyetçi Cephe. Hepimize düşen şey bu iki siyasi kanadı, çatışmaya asla müsaade etmeyerek, kardeşçe bir siyasi yanşma içinde tutmaktır. Bu da pek
8.18.
mümkündür,
kolaydır.
Yeter ki bu iki
tabii rekabet kutuplanın bir kaba koyarak idare-i mas lahat hayellerine kapılmayalım. Demokrasinin bünyesi bu-
286
dur, kaidesi budur, hayırlısı budur. Türkiye bunu başara caktır, başarmaya mecburdur. Bu sebeple her şeyden önce bunu bir kaba koyma uğ nında ileri sürülen baskılardan ve tehditlerden vazgeçme liyiz. Yok müdahale
olurmuş, yok demokrasi
bitermiş.
Doğrusunu isterseniz, böyle güdümlü bir demokrasi mil let bünyesinin sıhhati ve geleceği için herhangi bir dik tatörlükten daha tehlikelidir. Öyle veya böyle, fakat Tür kiye bir karar vermelidir. Bugün Türkiye için her karar, oyalanmaktan, meseleleri ileriye atmaktan bin kere daha hayırlıdır. Çünkü zaman aleyhe işlemektedir. Şimdi bunlan şu aklımızia biz düşünüyoruz da aziz Cumhurbaşkanımız görüp bilmiyor, buna imkan var mı dır. Bu son reçeteden bir hükii.met çıkmayacağını, elbet
te ki muhterem Cumhurbaşkanımız da iyi bilmektedir. O halde niçin bu denemeye lüzum görm� ve beklendiği gi bi hükfuneti Milliyetçi Cepheye
vermemiştir?
Kanaati
mizce bunda mutlaka bir yüksek hesap vardır. Sadi Ir mak denemesinden çıkacak ihtimalleri sıralarsak bu he sabı bulabiliriz. Bundan sonraki yazıda bu hesabı araya cağız.
287
14 Mart 1975 Bu denemeden güvenoyu alacak bir hükfı.met çıkma yacağı daha baştan belli olduğuna, daha doğrusu önceden bilindiğine göre, son Sadi lrmak denemesi niçin yapılmış
br
Son yazımızda bu denemenin bir yüksek hesaba da
yandığını ileri sürmüştük. Bu hesap nedir ? Mevcut durum, bu hesabm milliyetçi bükilmetin ku ruluşunu hazırlamak olduğunu göstermektedir. Yani Sadi lrmak denemesi milliyetçi cepheye hükUmeti vermek için aşılması lazım gelen bir merhale idi. Milliyetçi hükumet ku ruluşunun olgunlaşması için bu safhanın da geçilmesi ve bazı çevrelerde bulunan son tereddütlerin ortadan kalkma sı gerekiyordu. Her ihtimali denemek, denenmemiş hiç bir ihtimal bırakmamak, hem tereddüt erbabını tatmin edecek, hem de iddialı bir milliyetçi bükilmetin kuvvetini arttıra caktı . Şimdi bu yapılmış ve yoldaki son tıkanıklık da gi derilmek istenmiştir. Böylece siyasi sahada bir yumuşak inişin gerekli şartlan, hazırlanmıştır. Bu yorum bir iyimserlik, hatta bir zorlama gibi gö rünebilir. Ama içinden hükumet çıkmayacak bu son de nemenin taşıdığı ihtimalleri teker teker tesbit edip ayık layınca insanın elinde en geçerli unsur olarak sadece bu
288
milliyetçi bükuroete hazırlık hesabı kalmaktadır. İsterse
·
niz gelin bu ihtimalleri birlikte gözden geçirelim :
1
-
Son Sadi Irmak denemesinin taşıdığı birinci ih
timal diyelim ki Cumhurbaşkanımızın istifa etmek niye tidir. Yani muhterem Cumhurbaşkanımız bu tercihi cid
di bir şekilde düşünmektedir. Bir kısım partilerin anlayış sızlığından, herkesin kendisini yalnız bırakmasından bık mış,
usanmıştır. Bütün ağırlık ve ıztırap
kendi yüksek
omuzlarına yüklenmiştir. Halbuki, Allah için, kendisinin Türkiye'nin çok uzun zamandan beri hazırlanan bu dra
mında hiç bir payı yoktur. Başkalan Türkiye'yi bugünkü çıkınaziara sokmuş. Cumhurbaşkanıımza
sadece bu ağır
neticeyi fedakarlıkla göğüslemek düşmüştür. Üstelik ken disine fazla bir yardım da yapılmamaktadır. Bu durumda bu taşınmaz tarihi sorumluluğu niçin tek başına yürütsün ? Diğer taraftan Cumhurbaşkarunın bir istifa tehdit ve tazyiki bile herkesin aklını başına getirebilecek bir koz dur. Bu koz kullanılırsa inatçı bir çok kimseler müşkül mevkide kalabilirler.
!stifa
gerçekleşirse
memlekette
umulmadık gelişmeler vuku bulur ve belki de Türkiye'nin makus talihi böyle büyük bir hadisenin
reaksiyonundan
bambaşka bir istikamet alabilir. Bu itibarla Cumhurbaş kanımızın istifası son denemenin içinde bulunan ciddi bir ihtimaldir diye düşünülebilir. Bu ihtimali biz kendiliğimizden
ortaya
atmıyoruz.
Cumhurbaşkanımızın istifasını isteyenleri de dikkat
na
zarına almıyoruz. Bu konuyu bir ihtimal olarak hesaba katmamızın başlıca sebebi gazetelerde bir müddetten be ri bu istifa ihtimalinin yazılıp çizilmesidir. Bilhassa Çan kaya'dan iyi haber alan kaynaklann ağzında bu konunun dolaşması çok dikkati çekecek mahiyette olmuştur. Gerçekten mesela Günaydın ve Milliyet gazetelerinde son zamanlarda satırlar arasına bu ihtimalin
bir tehdit
289
veya koz olarak sıkıştll'ıldığı sık sık göze çarpmıştll'. Bu arada bu ihtimalle beraber verilen haberlerin
sonradan
doğru çıkması araya sıkıştırılan ihtiınalin de doğru ola bileceğini göstermektedir. Nitekim milliyetçi cephe hüku meti konusunun iyice olgunlaştığı ve hemen hemen her kesin bunu beklediği günlerde mesela hükümetin Sadi
lrınak'a
Günaydın gazetesi
verileeeğim ve bir AP - CHP
koalisyonunun istendiğini israrla bildirerek günlerce her kesi şaşırtmıştll'. Sonradan
bu beklenmedik
haberlerin
doğru olduğu hayretle görülmüştür. O zaman bu haberle rin içindeki istifa işaretlerinin de sağlam kaynaklara da yandığını kabul etmek lazımdır. Bereket versin ki, son günlerde Sadi Irmak Cumhur başkanı ile görüşmesine dayanarak bu haberleri tekzip et ti. Böylece tatsız bir ihtimalin derin endişesi bir dereceye kadar zail olmuş oldu. Gerçekten böyle bir ihtimalin ger çekleşmesi katiyen temenni olunaınaz. Bir kerre Cumhur başkanı seçiminin ne büyük bir hadise olduğu ve muhte rem Cumhurbaşkanımızın seçilmesinin nasıl yüreklere su serptiği hatll'lardadır. TürkiyerJn
bugünkü s1kışık gün
lerinde bir de Cumhurbaşkanı meselesinin yeniden ortaya ç1kması son derece üzücü bir hadise olur. Aynca Cumhur başkanımızın mümtaz şahsiyeti, tarafsızlığı, demokrasiye ba,ğlılığı ve milliyetçiliği
bugün gerçekten
darda kalmış
olan memleketimiz için mühim bir teminattll'. Kendileri nin dirayetinden yurdu mahrum bırakmak son derece bü yük bir kayıp olur.
Bu sebeplerle
Cumhurbaşkanımızın
memleketi böyle bir talihsizlikle karşı karşıya bırakmaya cağma güvenle bakabiliriz. N eti ce olarak, ısrarlı haberle re rağmen, Sadi Irmak denemesinin
arkasında Cumhur
başkanının istifası ihtimalinin bulunmadığına
rahatlıkla
hülcmedebiliriz. Demek ki bu birinci ihtimal yoktur. 2
-
Son Sadi Irmak denemesinde yatan ikinci ihtimal
olarak bugünkü lrmak hükumeti modelinde bir geçici hü-
290
kurnet düşünüldüğü akla gelebilir. Buna göre bugünkü Ir mak hükumeti artık affedilmeye hak kazallllllŞtır. Bakan lar huzursuzdur ve içlerinde bir an önce evlerine dönmek isteyenler vardır. Senatoda kendilerine bitkisel hükumet denmiş, bu yüzden değerli ve haysiyetli bir bakan hırsın dan ağlamıştır. Bu hükfı.metin takati kesilmiştir. Halbuki Türkiye'nin bir müddet böyle şimşekleri üzerine çekmeyen, demokratik olmasa bile pek ala bürokratik olan bir hü kumete ihtiyacı vardır. Öyleyse nöbeti değiştirip aynı tipte bir hükumet getirmek lazımdır. Böyle bir hükumet CHP'lilerle kurulabilir veya CHP nüfuzunda olabilir. O takdirde birinci Sadi Irmak hüku metinin kurulması Ecevit hükumetini iki kanadiyle değil, MSP kanadı için icradan uzaklaştırmak
manasını taşır.
Böylece geniş bir daire çizilmiş olarak, MSP'den kurtul mak mümkün olunca, iktidarı yeniden CHP'ye teslim et menin yolu yeniden S8l'sıntısız açılmış olur. Bu ise CHP' yi destekleyen çevrelerin arzulanın yerine getirmek de mektir. Veya bu ikinci geçici hükumet birincisi gibi kurula bilir ve bir müddet de onlar idareyi yürüterek memlekete zaman kazandırırlar. Yahut üçüncü ihtimal olarak, bugünlerde belli çevre lerce çok teşvik edilen CHP desteğinde bir DP - teknokrat hükumeti
üzerinde çalışır. Böyle bir hükfı.met hem Milli
yetçi Cepheyi engeller, hem de AP'nin aylannın bölünme
si şeklindeki değişmez plana uygun düşer. İkinci ihtimal içindeki bu üç şeklin de,ne memleket için, ne rejim için, pek cazip tarafı yoktur. Kaldı ki bu tip düşüncelerin gayretkeşleri kimler olursa olsun, Cum hurbaşkanımızın katında rağbet göreceğine ihtimal ver mek devlet başkanımıza en büyük haksızlığı
yapmak de
mektir. Cumhurbaşkanımız ne idareyi CHP'ye teslim et mek düşüncesinde olabilir. Ne nöbet değiştirecek, fakat eli
291
kolu bağlı ikinci bir geçici hükfımet, kendilerinin yüksek demokrasi anlayışiyle bağdaşabilir. Ne de CHP himaye sinde bir DP ve teknokratlar hükumeti gibi anlaşılmaz ve işlemez formüllere itibar edecek gerçekçi ve yapıcı olma yan bir tutum ve zihniyete sahiptir. Şu halde Sadi lrmak denemesinde akla gelebilecek bu ikinci ihtimal de mesnetsizdir. 3 Son denemenin ihtiva ettiği üçüncü ihtimal ise bunun Milliyetçi Cephe hükfımetinde karar kılmak için atılmış bulunan son adım olmasıdır. Zira Cumhurbaşka nının uzun zamandan beri Milliyetçi Cephe hükfımeti fik rinin olgunlaşmasını beklediği biliniyordu. Esasen herkes, Başbakan Irmak da, hatta Ecevit de bunu bekliyordu. Şubat içinde rnuhterem Cumhurbaşkanımızın bu yoldaki kanaati iyice olmuşa benziyordu. Fakat bu arada CHP ve sol çevrelerin endişesi, teıaşı, engel olma gayretleri de geometrik bir şekilde büyümeye başlamıştı. Derken ba zı vilayetler ve çatışmalar da çıktı ve memleketin tansi yonu yükseldi. Üstelik bu iç manzara Ege ve Arnerikan yardımı buhranlariyle de birleşti. Bu durumda Milliyetçi Cephe hükumetine karşı belli çevrelerde esasen mevcut olan allerjiler tesirli olacak bir seviyeye ulaştı. -
Öte yandan Milliyetçi Cephenin bir iç zaafı da tam giderilmişti. Bilgiç ve arkadaşlarının usanç verici tered dütleri kendilerine iş düşenierin her zaman veya zamanın da işe yaramadıklarını gösteriyordu. Ayrıca Milliyetçi Cephe hükumetini pek istemiyenler, bunun en son çare olarak kabul edilebileceğini, fakat da ha önce denenınesi gereken. lrmak'ın vazifelendirilnıesi .gibi yolların bulunduğunu sanıyorlardı. İşte bütün bu karışık manzarada Cumhurbaşkanımız Milliyetçi büklımete vazife vermeyi bir müddet ertele zarureti ile karşı karşıya kaldığı anlaşılıyor. Bu yüzden 292
Sadi Irmak'a vazife vermiş ve Milliyetçi Cephe dışındaki bütün ihtimalleri tüketmek istemiştir. Diğer taraftan Milliyetçi Cepheye hükfuneti teslim etmek için Şubat sonundaki yüksek tansiyonun da düşü rülmesi her halde zaruri görülm�tür. Doğrusu Sadi Ir mak'ın vazifelendirilmesi herkesi hükunetli bir bekleme devresi içine sokarak bu tansiyonu derhal büyük ölçüde düşürmüştür. Sadi Irmak'ın hükumet kurmak için başvurduğu çe şitli kombinezonlar da herkesi, bilhassa allerjisi olanlan Milliyetçi Hükfunet teşkiline alıştıracak m.ahiyettedir. Bu hususta lrmak'm beşli bir sağ koalisyon kurmaya çalış ması çok dikkat çekici bir gelişmedir. Eğer Sadi Irmak bunu başarsa demek ki CHP dışında, demek ki MSP'nin içinde bulunacağı bir hükumet gerçekleşecekti. Şu halde MSP'nin hükumette istenınediği · yolundaki iddialann bir değeri yoktur ve milliyetçi cephe pek ala MSP'yi de içine alarak bir hükümet kurabilir, kurarsa kıyamet kopmaz. Bütün bunlar ve bunlarla ilgili diğer noktaları da top tan düşününce, son Sadi Irmak denemesinin en kuvvetli ihtimali olarak milliyetçi cephe hükfımetine yol açma dü şüncesinin ağır bastığı emniyetle ileri sürülebilir. Tabii, as la yalnız bu hedef için deneme yapılmıştır. denemez. Sadi Irmak değerli bir insan<lır. Eğer kurabilirse pek ala kur sun, yürütsün. Fakat kurarnazsa hiç olmazsa kuracak olan lara imkan hazırlasın denmiştir. Bilmem bu yorumu yabana atabilir misiniz? Biz muh terem Cumhurbaşkanımızın müsellem iyi niyetini, demokra si titizliğini, milliyetçi şahsiyetini ve yüksek dirayetini göz önüne alınca bundan başka bir netice çıkaramıyoruz. aı
Şu halde milliyetçi hükfımete doğru çok yakl.a§tığımı söyleyebiliriz. 293
SAGDUYUNUN ZAFERi 21 Mart 1975 Her şey tahmin ettiğimiz gibi çıktı. Hükfı.met bulıra mndaki en yeni gelişmeleri geçen hafta birbirini takip eden üç yazı ile derinliğine tahlil etmiş ve hükfunetin Mil liyetçi Cepheye verilmeye hazırlandığını belirtmiştik. "Mil liyetçi hükfımete doğru" adım taşıyan ve cuma günü ya yınlanmış olan son yazımızda dünkü mesut neticenin tab losunu altı gün öncesinden bütün unsurlan ile tesbit et miş olduğumuzu okuyucularımız hatırlıyacaklardır. Bugün aynen tahakkuk etmiş olan o yorum şüphesiz bir kehanet değildi. Veya bir temenni, hayal ve iyimser lik de değildi. Fakat Milliyetçi Cepheye karşı olan ve ona hükfı.meti verdirnıemeye inanılmaz bir gayretle azınetmiş bulunan çevreler öyle boğucu bir hava yaratmaya muvaf fak olmuşlardı ki o günlerde bugünkü neticeyi çıkannak tamaıniyle imkansız gibi görünür hale gelmişti. O günle rin içinden bu neticeyi gönnek fevkalade bir hadise idi. Ama kullandığımız vasıta ne kehanet, ne hayal ne de iyim serlikti. Elimizde sadece dikkatli bir sağduyu ölçüsü var dı. Sağduyu ise her zaman zaferin en şaşmaz anahtandır. Hükfı.met buhramnda da sağ duyu nihayet her ihtimale galip gelmiş ve Milliyetçi cepheye hükfı.meti teslim ederek büyük bir zafer kazanmıştır. Zafer gibi mukaddes kelimelerin ulu orta kullanılma sından daima rahatsız oluruz. Fakat burada bu kelime 294
yerine tam olarak oturmaktadır, gerçekten Milliyetçi cep lıeye hükümetin verilmesi hakiki bir zafer, bir sağduyu zaferi görünümündedir. Zira milliyetçilikten
ve milliyetçi
partiler topluluğundan rahatsız olanların yarattığı atmos fer bu yolda her türlü ümidi kıracak mahiyette idi. Mil liyetçi cephe için hükümet adeta aslan ağzında idi. Bu iti barla onu oradan çekip çıkarmak hakiki bir zafer olmuş tur. Bu zafer şüphesiz herkesten önce Cumhurbaşkanının dır. Cumhurbaşkanımız dünkü son saatiere kadar etraftan adeta yağdırılan bütün tazyikleri, telkinleri, tesirleri, bü tün mezbuhane gayretleri elinin tersi ile bir kenara itmiş ve bunaltıcı karışıklıktan doğru fikri ve doğru hükmü bü yük bir isabetle çekip çıkarmıştır. Böylece Cumhurbaş kanımız demokrat bir başk anın
sarsılmaz prensiplerine
sahip bulunduğunu gösterdiği gibi, zor günlerin adaını ol duğunu da mükemmel bir şekilde isbat etmiştir. Bu ha reket onun şerefli mevkiine ve şahsiyetine sadece yeni bir tarihi şeref katacak mahiyettedir. Bu zafer ikinci olarak Milliyetçi Cephenin ve milliyet çi partilerin zaferidir. Milliyetçi partiler son haftalardaki sarsıcı gelişmeler karşısında ilk mühim imtihanlarını ver mişler ve bundan tam başarı ile çıkmışlardır. Yılmamışlar. da,ğılmamışlar, direnmişler, çözülme alameti göstermemiş ler, bilakis saflannı daha da sıklaştırmak lüzumunu duy muşlardır. Bunun şuuruna ermişlerdir. Türkiye'nin kurtu luşunun tek çaresi bundan sonra da yalnız bu şuura bağlı kalacaktır. Bu şuur Türkiye ufuklanndaki tek ümit ışığı dır. Dolayısiyle hükumeti alma zaferinde Milliyetçi Cephe nin haklı bir payı vardır. Ayrıca
Milliyetçiler zaferi her
zaman böyle kanıra kanıra alacaklannı da hem göstermiş, hem öğrenınişlerdir. Bu zafer üçüncü olarak milliyetçilik fikrinin zaferidir. Milliyetçi cepheyi kuran, milliyetçi partileri ilk toplanma-
295
ya sevk eden, memleketin en zor günlerinde işleri göğüs lerneye hazır ve aynı zamanda ehliyetli olan tek fikrin, tek ciddi fikrin kendisi olduğunu gözler önüne seren Türkiye' yi güçlükler içinden çıkarmaya namzet tek doktrin olduğu nu gösteren ve hizmete hazır bulunan meşale milliyetçilik tir. Bu meşale etrafında toplaruhnca her türlü makfıs gay
retierin işlemez hale geldiği gözler önüne serilmiştir. Bu zafer dördüncü olarak demokrasinin zaferidir. Hü kiımetin milliyetçi partilere verilmesi, milli iradenin, mil
li hakimiyet davasırun
önündeki çok mühim bir engelin
aşılmasıdır. Bu aşma otuz yıllık demokrasi gidişinin en büyük dönüm noktalanndan birini teşkil etmektedir. Bu dönüm noktası aşılmasaydı Türkiye için demokrasinin de ayakta durrna gayretlerinin de hiç değilse sonunun başlan gıcı ile karşı karşıya gelinmiş olurdu.
Şimdi bu zaferle milletimizin yüzü bir daha gülrnek imkanını bulacaktır. Ancak bu gelişmeden herkes payına düşen hisseyi almalıdır. Bu arada milliyetçi partilere dü şen en büyük vazife, parti menfaatlerini, milliyetçi cephe menfaatlerinin üstüne çıkarmamak titizliğini göstermeleri dir. Herşey buna bağlıdır, herşey buna bağlıdır. . .
296
MİLLİYETÇİLER, roPLANINIZ
9 Nisan 1975 Hükumet programı meclislerde okunmuştur.
Şimdi
güven oyuna gidilmektedir. Programın okunması ile Mil liyetçi hükümet güven oylaması muamelesinin çok mühim bir merhalesini başarı ile aşmıştır. Bu ilk merhale hayati bir ehemmiyeti haiz idi. Yeni hükümetin, güven oyuna te sir edecek olan itibarı, bir imtihandan geçiriyordu. Mecliste toplantı ekseriyeti sağlanamazsa Milliyetçi Cephe için git tikçe ağırlaşan moral bir çöküntü başlayacak ve sonunda güven oyu da tehlikeye girecekti. Muhalefet bunun için bir obstrüksiyona hazırlanıyordu. Pazar günü programın oku nuşuna yakın dakikalara kadar bu istikamette kesif gay retler sarfedilmiştir. Fakat neticede otururnun 226'nın üs tünde bir ekseriyetle toplanacağı anlaşılınca, biraz sonra da toplantı başlarken bu ekseriyetin oluştuğu görülünce, muhalefetin engelleme niyetleri ortada kalmıştır. Bu milliyetçi cephe için çok mühim bir başarıdır. Mil liyetçi hükümet böylece gittikçe büyüyen sıhhatli bir iti barla güven oyu yarışına başlamıştır
Nitekim Pazard,an
sonra geçen iki günde güven oyu alma ihtimali saat saat hızlı bir şekilde kuvvet kazanmıştır ve kazaıunaktadır. Şu anda anlaşılan odur ki menfi oyların sayısı 210'u pek geç meyecek buna mukabil menfi olmayan milletvekili sayısı belki de 230'u aşacaktır. Yani beyaz oylar ve iştirak et meyenler 230 civarında olacaktır.
297
Milliyetçi hükümet, programın
okunuşunu
engel
leme gayretlerini atıatarak büyük bir itibar kazancı sağ larken, bizzat programın kendisi ile de elle tutulur bir ma nevi üstünlük temin etmiştir. Zira okunan program gerçek bir tarihi hadise olmuştur. Bu program Atatürk'ten son raki kırk senede en milliyetçi hükümet programı olmak şe refini taşımaktadır. Milli kültürün mahiyeti ve rolü şim diye kadar hiç bir programda bu kadar iyi doğru ve ilmi ölçülere uygun şekilde anlaşılmaiDJ§b. Türkiyenin kurulu şuna bu derece doğru bir teşhis koyan fevkalade güzel bir programla işe başlamak çok ümit vericidir ve dört parti için de bu bir şeref ve iftihar
kaynağıdır.
Böylece bu
programın kendisi bile başlı başına onun sahiplerini iti barlı kılacak değerdedir. Bu sebeple programın okunınası ekseriyetinin yanında, programın muhtevası da, güven oyu yolunda Milliyetçi Cepheye bağlanan ümitleri adamakıllı kuvvetlendirmiş ve müsbet bir manevi hava yaratmıştır. Artık bu manevi havada milletvekill erine, önlerinde ııçı lan milliyetçi kapıdan gönül huzuru ile geçmek ve bu işi başan ile bağlayarak yeni bir tarihi devreyi başlatmak va zifesi kalmıştır. Bu vazifenin alelade bir parlamento hizmeti olmaılığ-ı meydandadır. Türkiye bugün mutat bir güven oyu hadltıo si ile karşı karşıya değil fevkalade ehemmiyetli bir gt�r·i l l
rni
çözmek meselesi ile yüz yüzedir. Bir kere bu güven oyu
Türkiye'yi Cumhuriyet tarihinin en sıkışık iç ve dış şnrl lar karşısında aylardır devam eden görülmemiş bir bulı randan kurtarmaya namzettir. Ya kurtaracak veya md1. memleketimiz sonu meçhul yeni bir bulıranlar denizin e gli mülecektir. İkinci olarak, bu güven oyu, Türkiye içi ı ı lı; ve dış nazik şartlar kadar ve h atta ondan daha mll l ı i ı ı ı olan b ir fikir cereyanının, milliyetçilik cereyanının ı n ı ı kadderatı bakımından büyük b ir önem taşımaktadır. il:irrı Türkiye'de bugün cereyan eden şey şahısların
298
part i l ı • ı- l ı ı
mücadelesi değil ; şahıslara da, partilere de, müesseselere de istikamet veren fikir cereyanlannın
çekişmesidir.
Bu
hususta Türkiye'de adeta bir meydan muharebesi cereyan etmektedir. Buna Türkiye meydan muharebesi diyebiliriz. Bu boy ölçüşmede bir yanda milliyetçilik cereyanı,
bir
yanda diğer fikir cereyanlan vardır. İşte güven oyu bu meydan muharebesinin de mukadderatını tayin edecektir. Hülasa, Türkiye bugün alelade bir güven oyu meselesini çok aşan ; şahıslan da, partileri de, hükümeti de çok aşan bir güven oylaması ; tarihi sosyal, ekonomik ve kültürel fevkalade bir hadise karşısındadır. Türkiye'de mevcut bulunan ve memlekete yön veren, Türkiye'nin sosyal bünyesini avuçlannın içine alan, şahıs lan ve partileri idare eden fikir cereyanlan nelerdir ? Bun lan şöyle sıralayabiliriz : hümanizm, marksizm bölücülük, materyalizın, mezhepçilik, milliyetçilik. Objektif olmak için hemen arzedelim ki iddia plarunda bu fikir cereyanlannın hepsi müsbet bir hedef peşinde görünmektedirler. Hepsi Türkiye'ye kendilerinin saadet getirecekleri iddia ve da vasındadırlar. Bunlardan. Hümanizm modern kozmopolitlik, beynelmilelcilik ve batı insaniyetçiliğidir. İnsani değer
olarak eski grek ve
latine dayanan batının insani değerini ön planda tutar. Yani sözde ve aldatıcı bir insaniyetçiliktir. Diğer milli ve insani değerleri yok etme peşindedir. Böylece hümanizm askeri emperyalizm devrinin bittiği çağımızda batının eko nomik, sosyal ve kültürel emperyalizmini
yürütmek için
kullandığı çok müessir bir silahtır. Bu yüzden bu cere yanm arkasında sayısız imkanlanyle büyük bir batı dün yası vardır. Marksizm · elli seneden beri dünyayı sarsan ve itiraf etmek lazımdır ki çeşitli sebeplerle gittikçe kuvvetleneo ve yaygınlaşan en büyük beşer hastalığıdır. Fakat vakıadır, gerçektir. Arkasında ise başlıca Rus emperyalizmi vardır.
2.99
Şimdi Çin emperyalizmi de buna katılmıştır. Yani bu fi kir cereyanının arkasında da geniş imkanlan ile büyük
dış
kuvvetler vardır. Bölücülük Türkiye'de bir millet değil ayn halklar ol duğu, iddiası ile Türk ülkesini bölmek isteyen cereyandır. Bunun da arkasında dış kuvvetler ve tehlikeler olmakla beraber, yerli mihraklar da vardır. Materyalizm maddeyi putlaştıran fikir cereyanıdır. Felsefi bakımdan marksizmin de içinde vardır. Fakat bu radaki kastımız felsefi veya mekanik materyalizm değil, alelade maddecilik ve çıkarcılıktır. Bu cereyan ise esas iti bariyle bütün ceiniyeti sarmış yerli bir varlık halindedir. Manevi dünyayı, milli kültür değerlerini dikkat nazarına almaz. Mezhepçilik sunni ve şi'i aynlığını canlı ve kavgalı tut mak isteyen cereyand.ır. Türkiye'de baş meselenin alevilik ve sunnilik meselesi olduğu iddiasmdadır. Bu cereyan da esas itibariyle yerli bir varlıktır. Milliyetçilik ise Türkiye'nin milli kültür içinde geliş mesini esas sayan fikir cereyanıdır ve tamamiyle yerlidir. Hiç bir dış destek ve kaynağı yoktur. İşte Türkiye'ye hakim olan fikir cereyanlan bunlardır. Bunların en bariz hususiyetleri milliyetçiliğin bir taraf, diğerlerinin de toptan bir taraf teşkil etmesidir. Diğerle ri sık sık birbirleriyle . iş birliğine girerler Milliyetçilik yal nızdır. Diğerlerinin de sayısız imkanlan ve kuvveti var dır. Milliyetçiliğin ise tek silahı Türklerin birlik olmalan, milli birlik ve bütünlük, milliyetçilerin birleşmeleridir. Çe şitli gruplara bölünmüş bir milliyetçilik cereyanı bu diğer dev cereyanlarla katiyen başa çıkamaz. Tek silah ve çare birleşrnek ve bütünleşmektir. Fakat milliyetçiler birleşmesini ve asgari müşterekler de bütünleşmesini bilmedikleri ve beceremedikleri için, di ğer cereyanlar son zamanlarda milliyetçiliği dolayısıyla 300
millet bütünlüğünü ve Türkiyenin bekasını iyice köşeye sı kıştırmışlardır. İşte şimdi milliyetçi cephe birliği ve hükümeti ile, milliyetçilik sıkıştınldığı köşeden çıkınağa çalışmaktadır. Bu çıkışta sen ben yok, şahıs ve parti mevki ve makam yok, yalnız ve yalnız milliyetçiliğin taparlanması vardır. Bu toparlanma ise ne yalnız şu veya bu şahsın, şu veya bu partinin işi ve vazifesidir ne de yalnız onların inhisa rındadır. lş herkesin işi, dava herkesin davasıd:ır. Bu sebeple bu tarihi vazife yalnız AP, MSP, CGP ve MHP'nin değil ; bütün milliyetçilerindir. Yalnız tamamı milliyetçi olan DP değil, içinde bir çok milliyetçi bulunan CHP grubu da bunun dışında düşünülemez. Diğer taraftan yalnız milliyetçilik fikri taşımak bir şey ifade etmez, mühim olan milliyetçi gibi hareket et mektir. Şimdi memleket bütün DP'den ve CHP'nin milli yetçi kanadından yalnız kuru milliyetçi olarak kalmak de ğil milliyetçi gibi hareket etmek bekliyor, gözlüyor ümit ve dua ediyor. Kimse Bozbeyli'nin Sükan'ın Korkmazcan'ın ve DP ilc CHP'nin diğer milliyetçilerinin ağzından güven oylamasında "red" kelimesinin çıkabileceğim ummuyor Bozbeyli de Sükan da güzel işaretler vermişlerdir. Milliyet çi hükümet güven oyu alırsa yapacağı müsbet işleri des;.. tekleyeceğiz demişlerdir. Geriye bir güven oyuna evet de mek kabul demek kalıyor. Bu kadarcık şeyi onların milli yetçiliğinden beklemek Türk milletinin hakkı değil midir ? Bunu diyenleri Türk milletinin de milliyetçi seçmenin de nasıl yeniden bağrına basacağını düşünmemek mümkün müdür ? Ey Milliyetçilik cereyanının mensupları ; ister dört koalisyon partisinde, ister DP'de, ister CHP'de ; nerede milletvekili olursanız olunuz toplanınız ! Toplanınız ve kırk yılda bir milletin yüzünü güldürünüz !
301
OOH ÇOK ŞüKVR YARABBl ! 16
Nisan 1975
Hükfunet kuruldu ve güven oyu aldı diye böylesine sevinç gösterisinde
bulunmak ilk bakışta bir üniversite
hocasını n ağırbaşlılığı, tarafsızlığı ve manevi sorumluluğu ile bağdaşmaz. Bunu biz de doğru
bulmayız. Ancak bu
normal şartlar ve normal ölçüler için gerekli olacak bir hükümdür. Eğer normal bir siyasi muamele, alelade bir güven oyu hadisesi karşısında bulunsaydık gerçekten böy le bir sevinç tezahürü en azından hissi bir davranış olurdu ve o zaman ilim hayatına uygun
düşmeyecek bir hafiflik
teşkil edebilirdi. Fakat bugün karşı karşıya olduğumuz güven oyu ha disesi alelade bir hadise d�, fevkal3.de bir had:isedir. Bu hadise yalnız siyası kaderneyi ilgilendiren ve yalnız ken di hudutlan içinde kalan basit bir gelişme
olarak kabul
edilemez. Hadise siyasi zeminin dışına taşarak bütün sos yal, kültürel ve hatta ekonomik sahaları da içine almak ta ve kendi hudutları dışında bütün Türk cemiyeti için fevkalade ehemmiyetli bir milli gelişme ağırlığını ve vü satini de beraberinde getirmiş bulunmaktadır. Hepimiz bu geminin içindeyiz. Aziz Türkiye'yi
bir zelzele dehşetiyle
sarsan siyasi sosyal ve kültürel dalgalanmanın istesek de dışmda kalamayız kalmamalıyız. İster üniversite mensubu olalım, ister siyasi kadernede bulunalım, ister s:ıkakta işin de gücünde vakur fakat sade vatandaş olalım, cereyan eden
302
bu barikulade oluşuma bu tabiat dışı akıntıya bigane kala mayız. Bu güven oyu, Türk cemiyeti için öyle bir tarihi hadisesidir ki Cumhurbaşkanından en küçük
vazifeli bir
ferde kadar herkes yediden yetmişe bu mesut neticeye se vinmek ve Allah'a olan şükran borcunu içinden veya açık ça dile getirmek durumundadır. Bunun particilkle, taraf tutmakla, hissilikle hiçbir alakası yoktur Allah Türk mil letinin yüzüne bir kere daha gülmUş, memleketimiz netice si herkese şamil, kırmızı oy verenlere de şamil mühim bir milli başan kazanmıştır. Türk milletinin hayatiyetnin bü yük yaşama azminin çok ümitsiz bir anda yeni bir delili ortaya konmuştur. Buna nasıl sevinmez bunun için nasıl şükretmeyiz? Hiç unutmam. 1950 seçimlerinde Demokrat Partinin iktidara geldiği anlaşılınca, ertesi gün Ahmet Emin Yai rnan şimdi bizim bu yazıya koyduğumuz isim gibi bir baş lıkla coşkun bir başmakale yazmıştı. Yüz senelik bir hür riyet fikri ve mücadelesi büyük meyvesini vermiş ve ilk defa iktidar seçimle el değiştirmişti. Yenibir devir millete saadet getireceği umulan yeni bir siyasi hayat tarzı baş lıyordu. Bugün de Türkiye'de ona benzer bir coşkunluğun şart lan ve makbul sebepleri vardır. Üç gün önce alınan güven
oyu Türk milletinin tarihin içinden akıp gelen barikulade yaşama gücünün yeni bir tezahürü, kötü kadere teslim ol mayacağının son bir ifadesi olmuştur. Bu güven oyu ile, Türkiye çok sıkışık iç ve dış şartlar ve fevkalade vahim gelişmeler karşısında bulunduğu bir zama nda makfı:s gibi görünen talihine rıza göstermeyeceğini
ortaya koymuş
tur. Bu millet hayatı bakımından hakiki bir şahlanmadır. Kim olursak olalım, buna nasıl sevinmez, nasıl şükret meyiz? Bir kere, rejim büyük bir tehlike atıatmıştır Hükumet buhranı ayiara ve neredeyse yıllara yayılarak zaten çok
303
iyi beceremediğimiz demokrasi hamlesini sıfıra müncer kı lacak bir manzaraya bürünmüştü. Temenni olunınaz ted birlerin zarureti hatta bir askeri müdahalenin kaçınılmaz lığı bile kapıınızı çalacak hale gelmişti. Sonra parlamentonun itibarı bahis konusu idi. Demok rasi ve milli irade hakimiyeti meselesi parlamentonun iti bariyle sıkı sıkıya bağlıdır. İçinden hükfunet çıkmaz bir parlamentonun itibarı değil, varlığı bile sual mevzuu ola bilir. Şimdi bu suale de müsbet bir cevap verilmiştir. Bunlann üstünde hükfunet buhranı Türkiye'de dev letin varlığını da açık veya kapalı olarak tehdit ediyordu. Devlet yalnız hudut, nüfus toprak ve dış münasebet değil dir. Bunlar devletin maddi çerçevesidir. Eğer bu çerçeve nin içine hakiki devlet makanizması oturmazsa dış çerçeve de kısa zamanda çözülmekten kendisini kurtaramaz. Şim di güven oyu ile, gittikçe içi boşalan devlet peteğillin yeni den daldurulması imkanlan da ortaya çıkml§tır. Türk insanı iki bin yıldan beri saadeti devlette devlet olmada gören bir insandır. Devletsiz olmayı, Türk insanı bedbaht olmak sayar. Türk telakkisinde ferdin saadeti devletle birleşir ve bütünleşir. Bu sebeple, Türkler mes'ut ve bahtiyar olmaya devletli olmak derler. Son zamanlarda devleti zayıfladıkça Türk insanının saadetine de git gide koyulaşan bir gölge düşüyor ve çöküyordu. Şimdi güven oyu ile fert olarak hepimizin refah ve bahtiyarlığı üzerinde ki bu haskılann da kalkması ihtimali belirmiştir. Devleti miz kuvvetlenecek ve bu kuvvetten biz de fert fert mesut ve bahtiyar olacağız. Dış tehlikeler ise, Türkiye'nin hükumet bulıranını as la affettirmeyecek bir istikamet aliDI§tı. Adeta dış düşman lar Türkiye'deki hükumetsizliği bir vesile sayınağa baş laiDI§lardı. Yunanistan bugün Meriç nehrinin bir karışlık 304
yatağında bile petrol arama,ğa kalkacak şekilde belasım aramakta israr etmektedir. Türkiye'nin etrafındaki yakın uzak bütün dış çemberler görünen ve görünmeyen elierin gittikçe sıkıştığı bir mengene halindedir. Böyle bir karan lık gibi iptidai ve sorumsuz bir demokrasicilik oyununa kendisni kaptırması ve hükfunetsizlikte israrı felaketierin en büyüğünü bu aziz vatanın üstüne yağdırabilirdi. Şimdi bu karanlık ihtimalin de önüne çıkmak imkanlan belirmiş tir. Nihayet, memleketin istikbali bakımından çok vahim bir tefrika milliyetçi partiler arasına yerleşerek kurtuluş ümitlerini bile yüzlerimize kapalı tutuyordu. Şimdi bu uğursuz tefrika da ortadan kalkmağa ve partilerin akılları başlarına gelrneğe başlamıştır. Hülasa neresinden bakılırsa bakılsın alınan güven oyu Türkiye'nin taşına toprağına huzur getirecek ve dev gibi büyüyen gerilimi çözecek mahiyettedir. Bu itibarla gelin hep beraber tekrarlıyalım : Ooh çok şükür yarabbi !
305
1ŞLER İYİ GİDİYOR 7 Mayıs 1975 Milliyetçi cephenin kurulması ve iktidan alması, yal nız Cumhuriyet tarihinin değil, bütün Türk tarihinin en
büyük hadiselerinden biridir. Türkiye'de her şey tarihi öl çüde kaybedilınek üzere iken, son anda gerçek bir muci ze vukubulmuş ve milliyetçi hükümet iş başina geçmiştir. Derinden bakılınca bu bir milli kıyamdır. Türk milleti ma kiıs talihine baş kal� ve kendisine biçilmiş görünen hazin kadere boyun
eğmeyeceğini en umulmadık bir za
manda bir kere daha isbat etmiştir. Bütün memleketi ade ta yerinden oynatan taşkın vefakat vakur sevincin sebebi de budur. Haftalarca görülmemiş bir sel gibi Başbakanlık koridorlanndan akıp giden ve ardı arkası kesilmeyen adeta bütün Anadolu'nun özünü Ankara'nın kalbine ulaştırma manasını taşıyan bahtiyarlık dalgası sadece büyük bir teb rik fırtınası değil, aynı zamanda çok manalı bir bayram laşma hareketi olmak vasfındadır. Türk milleti gerçekten büyük bir iş başarmış ve bahtiyar olmuştur. Geniş çevreler bir yana, bugün onu gerçekleştirmiş parti liderleri için bile birkaç ay önce beklenmedik bir ha dise olan bu mucizenin izahı da şüphesiz Türk milletinin tarihi karekterindedir. Türk milletinin en büyük tarihi vas fı müthiş bir yaşama gücüne sahip olması ve ölmezliğin SUTını doğuştan beraberinde getirmesidir. Bu . barikulade kudretle Türk milleti ta Ergenekondan beri ne zaman dar
306
boğaza sık�mışsa, sonunda ondan silkinip kurtulmasını bil miştir. İstiklal Harbi de daha dün cereyan etmiş böyle bir Ergenekon'dan başka bir şey midir? Fakat kurtulmakta gösterdiği becerikliliği fevkalade bir sanat eseri şeklinde tekrar tekrar görmek ve cihana göstermek ister gibi tarihi kader bu büyük milleti sık sık dar boğazlara sürüklemekten bir türlü vazgeçmemektedir. Nitekim İstiklal Harbinin daha şehit kanlan kurumadan elli yıl sonra 1970'lerde Türk milleti
yeni bir dar bağaza
itilmiştir. Atatürk'ün ölümünden sonra baş kaldıran
ve
batı emperyalizminin silahı olmaktan başka bir şey olma yan kozmopolit hümanizm, Türkiye'yi ve Türkiye'deki mil
U kültürü kasıp kavurarak memleketi derin bir çıkmazın eşiğine getirme hazırlığını yapmıştır. 1961 Anayasasının getirdiği şartlar ise bu hazır zemindeki kaymaya yeni hız lar ve yeni unsurlar ilave etmiş ve aziz Türkiye'mizin üze rine başta Marksizm olmak üzere bir sürü yıkıcı cereyan bütün dehşeti ile çullanmıştır.
Neticede Türk milleti son
yıllarda onun bütün varlığını tehlikeye atan yeni bir dar boğazın tam ortasına düşmüş ve modern bir Ergenekonla karşı karşıya kalmıştır. Şimdi milliyetçi hükumet formülü ile Türk milleti işte bu çok bunaltıcı çağdaş Ergenokondan çıkışın ilk ip ucunu yakalamıştır. Marksizmi, bölücülüğü ve diğer yıkıcı cere yanlan durdurmanın ve memleketi selamete
çıkarmamn
ilk ve tek şansı tam zamanında kullamlmıştır. Bu şans kul lanılmasa vemilliyetçi hükümet kurulmasa idi, Türkiye' yi Marksizmin ve yıkıcılığın pençesinden kurtarmak, kaza sız belasız kurtarmak hemen hemen
imkansız hale gele
cekti. Buitibarla milliyetçi hükümetin işbaşı yapması mil
U kadere tam zamanında yapılan bir müdahaledir ve ger çek bir mucizedir barikulade bir başandır. Fakat şüphesiz henüz başlangıçtayız.
Yeni Ergene
kon'dan çık�ın tek sım keşfed.ilmiş, milliyetçi hükümet
307
kurulmuş fakat henüz dar boğazdan çıkılmamıştır. Mil liyetçi cephe hükümetinin kuruluşundaki başan büyüktür, fakat kafi değildir. Şimdi bu hükümetin İcraatının da ba şanlı olması lazundır. Şimdi herkese, bütün milliyetçilere bu başarıya yardımcı olmak düşmektedir. Yardımcı olacak ve Türkiye'yi bu en karanlık dar boğazdan el birliği ile kurtaracağız. Hemen belirteyim ki milliyetçi hükümetin başanlı ola cağına benim tam bir itimadım vardır. Bu güvenin bir te menniye ve mesnetsiz iyimserliğe dayanmadığım okuyucu lara temin etmek isterim. Bilakis, bu hükümetin varlığı kendiliğinden bir çok mantıki başarı sebebini bünyesinde taşımaktadır. Kuruluşu gerçek bir başan olan bu hükü metin icraatı de gerçek bir başarı olacaktır. Bundan hiç şüphe etmiyorum. Bir kere bu hükümet alternatifsizdir. Türkiye'nin şart larmda bu hükümet tertibinden milliyetçi cepheden başka hiç bir kurtarıcı formül memleket ufkunda gözükmemek tedİr. Ya milliyetçi cephe iktidar olacak veya Türkiye sos yalizmin meçhul karanlığına gömülecektir. Çaresizlik in sana da millete de üstün bir kuvvet verir. Türkiye milliyet çi cephe dıŞlllda çaresizdir ve milliyetçi hükümet bu ça resizlikten ayn bir güç alacaktır. tkinci olarak bu hükümet geniş bir milli irade desteği ne, büyük vatandaş kütlelerinin yardımına açıktır. Bu hü kümet Türk milletinin büyük bir siyasi susuzluğuna ce vap vermiştir. Bu yüzden büyük bir sempati ile işe ·başla mıştır. İşinde gücünde Türk halkımn hükümeti geniş bir sevgi halesi ile bağrına basmış, kendi hükümetini bulma nın huzuruna kavuşmuştur. Gerçekten bu hükümetle bü tün memlekete huzur ve bereket yağdığı adeta elle tutulur bir haldedir. Bu huzur ve destek içinde hükümet rahat ça lışmamn bütün imkanlannı ve cesaretini kendisinde göre bilecektir. 308
Üçüncü olarak bu hükümet milliyetçi doktrinin zafe ri üzerine kurulmuştur Türkiye'de milliyetçilikten başka hiç bir fikrin çıkar yol olmadığının en geniş şekilde anla şıldığı bir sırada milliyetçili,ğin değerinin kabul edildiği bir vasatta kurulan milliyetçi bir hükümet başan için çok şanslı demektir. Bu satışta en büyük pay ise şüphesiz mil liyetçi cephe partilerinin ve liderlerinin milliyetçiliğin de ğerini kavramaları ondan başka bir şeyin kendilerini kur taramayacağını anlamalarıdır. Bilhassa bu idrak Türkiye' nin kurtuluşunda belki en büyük merhaledir. Dördüncü olarak bu hükümet gerçekten kuvvetli ku ruluştur. Türkiye'de öteden beri alışılmış başlıca model, kuvvetli başbakan fakat zayıf hükümet tipidir. Başbakan lar zayıf bakanlar seçmeğe adeta itina gösteregelmişlerdir. Şimdi yeni hükümetle bu model değişmiş ve kuvvetli bir hükümet ortaya çıkmıştır. Kuvvetli hükümet kuvvetli baş bakan, kuvvetli bakanlar ve ahenk demektir. Bu hükümet te bu unaurlann bulunduğu açıkça görülmektedir. Başba kan kuvvetlidir. Ayrıca tecrübeler onun kuvvetine kuvvet katmıştır. Diğer taraftan kuvvetli bir başbakanlık divanı teşekkül etmiştir. Her birinin ayrı bir ağırlığı olan üç baş bakan yardımcısı başbakanla birlikte Türkiye'nin çıkara bileceği en kuvvetli hükümet ekibini meydana getirmekte dirler. Bakanlar da parlamento ölçüsünde kuvvetli tatmin kar asla hayal kınldığı yaratmayan bir kadro olarak se çilmiştir. Kabinenin ahengi ise tek parti kabinelerindekin den bile belki daha göz doldurucudur. Zaten aynı fikri ta şıyanların teşkil ettiği bütünlük tek partiden olmaktan doğacak bütünlükten aslında daha ahenkli ve daha mana lıdır. Hasılı hükümet neresinden bakılırsa bakılsın kuvvet li kurulmuştur. Cumhuriyet
devrinin en kuvvetli ve en
muktedir bir kabinesi ile karşı karşıya olduğumuzu sami rniyetle söyleyebiliriz. Ayrıca bu hükümet derin bir bilen mişliği de temsil etmektedir. Ufuktaki tehlike hepsini bi309
lem.iştir. Bir de geri dönülmez bir yoldadırlar. Bütün dö nüş yollan kaparunıştır. Bu bilenmişlik ve kapalı dönüş yolu elbette ki bu hükümete sahip olduklanndan daha bü yük bir kuvvet verecektir. Muvaffak olmaya mecburdurlar ve muvaffak olacaklardır. Hülasa hükümetin başanlı olması için bütün sebep ler mevcuttur. Nitekim
şu beş on günlük icraat çok göz
doldurucudur. İyi başlamışlardır. Hari.kulade bir gidiş var
dır. Milletin yüzünü güldüren ve dahada güldürecek olan bu başlangıcm tahlilini bundan sonraki yazıya bırakarak gelin bu günlük yukarıdaki hastalığı sevinçle güvenle ve Allah'a şükür diyerek bir kerre daha tekrarlıyahm. İşler iyi gidiyor ! . .
310
HEDEF 1977 21 Mayıs 1975 işler hem iyi gidiyor, hem de tahmin
ettiğimiz gibi
gidiyor. Bir buçuk iki ay önce Türkiye bir yol ayırımina gelip dayanınıştı : Bir tarafta sosyalizmin ve Marksizmin meçhul ve korkunç karanlığı, iktisadi çöküntü, bölücülük, fede
rasyon tehlikesi, anarşi, iç savaş ihtimali, çok cepbeli ve karmakarışık bir kardeş kavgası, bunaltıcı bir yalnızlık ve çaresizlik, siyasi kamp değiştirme ve peyk olma ; fa şizm veya komünizm ihtimalleri ; diğer tarafta toparlan ma, kendine dönüş, yaraları sarma, milli birlik ve bütün lük, demokratik rejimi kurtarma ve sıhhatine kavuşturma, pahalılığı durdurma ve iktisadi cihazlanmaya kaldığı yer den devam, yalnızlıktan kurtulma, milli devlete gidiş ... Bu yol ayırımını fikir pl8.wnda ifade edersek, bir yanda hümanizm, komünizm, materyalizm,
bölücülük, mezhep
çilik ; bir yanda milliyetçilik bahis konusu idi.
Fertler
bakımından ise bir yanda nemelazımcılık, gaflet ve da lalet, bir yanda uyanış ve milli şuur karşımızda idi. Türkiye, Cumhuriyet tarihinin bu en çetin yol ayı rımında en büyük tarhi imtihanını vermiş ve milliyetçi li,ği seçmiştir.
Milliyetçi
kümet güven oyu
cephe kurulmuş, milliyetçi hü
almış, milliyetçi partiler iktidar
ol
muştur. Türkiye'yi sola yedirmeyecek olan ipin ucu böy lece yakalanmıştır.
311
Yalnız bu iktidar oluş
bile, hükümetin güven oyu
alıp işe başlaması bile Türk milleti için bu serin ve bere ketli ilkbahar ayiarına çok uygun düşen emsalsiz bir ba har müjdesidir. Bir düşünün, bir hükumet kurulup işlere el koymasaydı, manzara ne olurdu ? Herkesin tahmin ede ceği gibi, bunun aksi, Türkiye için yalnız derin bir karı şıklık, sonu nereye varacağı belli olmayan vahim bir buh ran, uğursuz ve felaketli gayri milli bir gidiş vadediyordu. Onun içindir ki, yalnız bu tehlikeli alternatiften kurtulmak bile bu büklımetin kuruluşunu Türk milleti için Allahın bir lfıtfu olarak kabul etmeyi gerektirmektedir. Bu sebeple bu hükümetin kuruluşunda payı olan herkes, Cumhurbaş kanımız, parti !iderleri, partiler, milletvekilleri, bu neticeyi, içten ve dıştan oluşturanlar, hasılı emeği geçen herkes iyi bilsin ki çok şerefli bir işi yapmışlardır. Galiba Türkiye'nin makfıs talihi yenilmiş ve düzlüğe çıkışın yolu bulunmuş tur. Bu yol Türkiye için, dolayısiyle Türkiye'deki herkes için aslında en hayırlı olan yoldur. Hayırlı tek yoldur. Bu itibarla muhalif ve muvafık herkes bu işe derinden sevin meli ve Türkiye'nin bu şerefini paylaşmalıdır. Bugün ken dileri için talihsizlik gibi görünse de, emin olsunlar ki, mu halefet için de uzun vadede başlıca kurtuluş yolu budur. Üstelik Bugün hükümetin kuruluşunun yanında bütün Türk milletinin ikinci bir bahtiyarlık sebebi daha ortaya çıkmıştır. O da büklımetin bir buçuk aylık icraatıdır. Bu icraat barikulade bir başlangıç olarak istikbal için insana çok büyük ümitler vermektedir. Bir buçuk ayda adeta Tür kiye'nin çehresi değişmiş, memlekti nice zamandan beri saran kasvetli hava çok süratli bir şekilde dağılmaya yüz tutmuştur. Bu başanya da, muhalif muvafık hepimiz bu va tanın aynı gemideki çocuklan olarak elbette ki sevinme li ve Allah'a şükretmeliyiz. Türkiye çok layık olduğu balı Uyarlık kıyısına adımını atmıştır. Hepimiz bu balıUyarlık
312
ülkesinin derinliklerine gitmek imkanlarına yardımcı ol malıyız. Bu hükumet başanya namzet olduğunu bir bu çuk ayda i.sbat etmiştir. Unutmayalım ki bu başan yalnız milliyetçilerin değil, hepimizin, bütün memleketin başa nsı olacaktır. Fakat bu başarıların lokomotifini milliyetçiler teşkil edecektir. Milliyetçilik ve milliyetçiler Türkiye'nin İstik baldeki saadetinin başlıca kaynağıdırlar. Fikir ve tam kad ro olarak ilk defa bu hükümetle işe başlamışlardır. İyi baş lamışlardır ve muvaffak olacaklardır. Bir buçuk ayda böyle parlak bir başlangıç ortaya koyan bir fikir ve kadro yan nın büyük Türkiye'si hedefine ulaşmaya elbette ki başlıca namzettir. Bütün milliyetçiler, bütün milliyetçi partiler bu şuurun derin idrakine varmalıdırlar, varmak zorundadırlar. Bakın bir buçuk ayda ne güzel bir başlangıç yapılmıştır. 1
-
Memlekette siyasi bulıran bitmiştir. İcraatı bir
kenara bırakmış diken üstünde bir ülke yerine, İcraata başlamış ve ona yönelmenin huzuruna kavuşmuş bir Tür kiye ortaya çıkmıştır. Boş bir gerilim bırakılmış, hummalı bir çalışma devresine girilmiştir. Huzur, hareket, rahatlık ve istikrar kısa zamanda şaşılacak bir şekilde yerleşmiş tir.
2
-
Muesseseler itibar kazanmış, parlamento mües
sir ve verimli olmaya başlamıştır. En mühimi, seçim anar şisi bitmiştir. Memleketin seçim kavgası değil, iş beklediği kısa zamanda isbat edilmiştir. Aynı zamanda memleketin laf ebeliği ile değil, iş yaparak idare edileceği dersi veril miştir. 3
-
Pahalılık durdurolmuş ve fiyatlarda gerilemeler
başlamıştır. Mısır Çarşısmdan geçenler beyaz peynirin 45 liradan 28 liraya indiğini hayretle görmektedirler. Vitrin Iere dağ gibi yağlar birikmiş, yokluk ve kuyruk ortadan kalkmış, bir paket sana yağı için millet birbirini ezmekten kurtulmuştur. Bakanlar Kurulu adeta bir ucuziatma cet313
veli ve takviıni yapmış, gübre ve demir ucuzlukları sürat le gerçekleştirilmiş, sıra diğer mallara gelmiştir.
4 - "Benzine yapılan zamdan hususi arabası olan zenginler mütessir olacaklardır" veya "Zamdan korkmayın, gelirleri zamların önünde götüreceğiz." gibi iktisadi saf satalarla değil : ilimle, bilgi ile, vakufla idare edilebileceği gösterilmiştir.
5 - Köylü payları kaldırılarak köylüye, memura yar dıma koşulmuştur. Fakiriere parasız tedavi ve parasız ilaç sağlanmıştır.
6 - Dış polikada Türkiye'yi siyasi yalnızlıktan kur taracak kesif bir diplomatik faaliyete gerişilmiştir. tık ka demede Üçüncü Dünya, ikinci safhada sosyalist kamp he veslerinden "Bağımsız Türkiye" sloganından ve "NATO'ya hayır ! " felsefesinden doğan ve planlı bir şekilde Türkiye' yi yalnızlaştırmak isteyen, politika zehirli meyvelerini ver mek üzere idi. Buna süratle el konulmuş ve dış politikamiZ batı ittifakının ne demek olduğu hususundaki gaflete izin verilmeyeceği idrakine derhal kavuşulmuştur.
7 - Milli harp sanayii dahil, ordunun bütün ihti yaclarını zamanında karşılamak için gereken bütün mali destek karar ve plan sağlanmıştır.
8 - Türkiye'nin varlığının da, demokratik rejimin sıhhatinin de temeli ordu -iktidar bütünleşmesidir. Bu bütünleşmenin iktidara düşen bütün veeibelerinin yerine getirmeye layık olduğunu hükfunet kısa zamanda isbat etmiştir. Esasen iç politikaya Avrupalı partileri ve çevreleri bulaştırmak isteyen, ordunun cephe gerisini tehlikeye dü şürecek olan anarşistleri himaye eden, Barzani'ye hudut ların açılmasına taraftar olan, assubay ailelerinin
yürüyü
şünü teşvik eden alternatifler karşısında milliyetçi cephe konusunda haiz olduğu ehliyet de büsbütün güven verici olmuştur.
314
9 Milliyetçi hükıiıneti engellemek için anarşinin ha rekete geçirileceği bilinmekte idi. Bu hareket başlamış, bi raz artış olmuş, fakat zannedilen vüsate ulaşmamıştır. Bundan sonra da ulaşamayacaktır. Hükıiınetin gürültüye pabuç bırakmayacak kararlı tutumu bu konuda da serne resini vermiştir. Yann getirilecek yeni kanun ve idari ted birlere anarşinin yenileceğine bilhassa anayasanın istediği öğrenme hürriyetinin temin olunacağma dair kanaat kuv vetlenmiştir. Her halde, korkulduğu şekilde kıyamet kop mamış, buna imkan verilmezniştir. 10 Tayinler fevkalade bir gelişme göztemektedir. Başbakanlık müsteşarlığından TRT Genel Müdürlüğüne -
-
kadar barikulade tayinler yapılmıştır. Bilhassa Milli Eği timdeki kadrolaşma çok ümit vericidir. Türkiye'de Milli Eğitim reformu en büyük ihtiyaçtır. Böyle giderse beklenen gerçek reformu yapmak şerefi Ali Naili Erdem'e nasip olacak demektir. TRT'ye Prof. Nevzat Yalçıntaş'ın getiril mesi ise başlıbaşına hükfunet için övünç ve güvenç kay nağıdır. İsmail Cem ile Nevzat Yalçıntaş'ı mukayese et mek, en nazik bir tutum içinde, bir çocukla bir olgun insanı karşılaştırmak gibi şey olur, diyebiliriz. Arada o kadar fark vardır, Sol İsmail Cem gibi bir gazeteciyi, Milliyetçiler Nevzat Yalçıntaş gibi muktedir bir profesörü getirmiştir. Yalnız bu tayin bile solun miliyetçilik karşısında ne kadar hafif kaldığının yeter bir delilidir. Bir buçuk aylık tayin lerde görülen ana karakter bunlarda partizanlığın değil, or tak milliyetçiliğin ve memleketin yüksek menfaatlerinin esas teşkil ettiğidir. Bunun ise partizanlıklara ve statüko culuğa alışmış bir Türkiye'de manası çok büyüktür.
11
-
Birbuçuk aylık icraat Süleyman Demirel hak
kındaki eski tereddütlecin yersizliğiili de ortaya koymuş ve onların sahipledini malıcup etmiştir. Bu, Türkiye için çok büyük bir kazançtır. Allah için, Başbakan fevkalade bir olguzıluk, tecrübe ve dirayet içinde görünmektedir. '315
Kendisi asla AP Başkanı gibi hareket etmemekte, milliyet çi cephenin ve yüzde altmışyedi oy tabanının temsilcisi ve bütün Türkiye'nin hakkıyla Başbakanı gibi çalışmaktadır. Bu, siyasi hayatımızın barikulade bir hadisesi ve milliyet· çiliğin istikbalinin çok mühirn bir teminatıdır. Diğer lider ler ve hilldırnet üyesi bakanlar da milliyetçi cephe birliği nin müşterek ·davasına başarılı bir uyum göstermektedir ler. Esasen aksıyanlan milletin ve kaderin affetmiyeceği ni hepsi bilmek mevkiindedirler. Hulasa, neresinden bakılırsa bakılsın, milliyetçi hü kfımet çok başanlı bir başlangıç arzetmektedir. Şimdi bü tün milliyetçilere bu başaniann devamına destek olmalan tarihi vazifesi düşmektedir. Şöyle ki :
1.
lık ve mutlak tarihi vazife, birliği bozmamak, za
yıflatmamak, parti menfaatini asla ve asla milliyetçi cep he menfaatinin üstüne çıkarmamaktır. Bu titizlik, çok ha yatidir. Pek hayatidir.
2.
İkinci vazife milliyetçi cephe'nin mevcut kuvve
tiyle yetinmemek, onun kuvvetine kuvvet katmaktır. Bil hassa Mecliste ezici bir ağırlık teşkil edilmelidir. Bozbeyli de, Sükan da, Korkmazcan da dahil, bütün DP milletvekil Ierini milliyetçi cephe bekliyor. Hepsi katılmalı. İnatların dan kurtulamayacaklar varsa, bari onlann kablmalıdır
..
dışındakiler
Artık ne bekliyorlar, neyi ve kimi ve niçin
bekliyorlar ? Bu hükfımete Bilgiç'in etrafındaki bir avuç milliyetçi vücut vermiş ve tarihe geçecek bir şeref listesi meydana getirmişlerdir. Bu şeref listesine diğer DP'liler nasıl katıl maz ? Solun hırçın hücumlan Türkiye'de bir AP - DP me selesi, bir Demirel meselesi değil, sadece ve sadece bir sol culuk ve milliyetçilik meselesi olduğunu
açıkça
göster
mektedir. Başbakana yapılan tecavüz de bunun ibret do lu bir belirtisidir. Bütün milliyetçiler
316
birleşmeye, kimse
birlik dışmda kalmamaya mecburdur.
Hatta
CHP'deki
milliyetçiler bile bu tarihi ve tabii davetin �ında kala mazlar. 222 yeter, fakat bu sayının 230'a, 240'a çıkması milliyetçiliğe de, Türkiye'ye de saadet getirecektir. Bu unutulmamalı ve ihmal edilmemelidir.
3.
Üçüncü vazife bu hükümetin uzun müddet d�va mını sağlamaktır. Milliyetçi hükfımet mümkün olduğu ka dar fazla devam etmelidir. Bir kere başlamış olan parlak icraata bu memleketin müthiş susuzluğu vardır. 1976'da seçim düşünceleri varsa, terk edilmelidir. Bir senelik bir iktidar milliyetçi partilerin taparlanması için de, memle kette solun kirlettiği havanın temizlenmesi için de, milli yetçi mekanizmamn yerleşmesi için de, memleketin ikti sadi ferahlığa çıkması için de kafi gelmez. 1977 seçimle rine kadar iktidara devam olunmalıdır. Herkes kendisini buna göre hazırlamalıdır. Türkiye'nin tam selameti için iş 1977'de de bitmeye cektir. Ondan sonra yapılacak bir şey daha vardır. Fakat bu ikinci hedefi bundan sonraki yazıya bırakarak, bugün lük ilk hedefi kuvvetle tekrarlıyalım ve unutmayalım : Hedef 1977'dir...
317