Muharrem Ergin - Türkiye'nin Bugünkü Meseleleri

Page 1


TÜRKiYENiN BUGÜNKÜ MESELELERi


/

GOryay Matbaacılık


Aziz

T端rkiyeye ve b端t端n T端rklere ithat olunur ...



İÇİNDEKİLER

GİRİŞ 1-39

Insan ve cemiyet

.

Tabii cemiyetler

.

Aile M i l let

..................................................... . . ........ . .... . ... ..... .. . ....... .... . ..... .. .. . . .. .

1

.

. . . .

.. .. . .

..

Kültür ned i r 5

. �... .. . . . . ..... . ....... .. . . . ...... . . ... .. . . ....

2

2 - 16

3- 4

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . .

. .

-

4 - 14

6

-

Kültür unsurları 6 - 11 Dil 7 örf ve adetler 7 - B Dünya görüşü B Din B- 9 San'at 9 - 10 Tari h 1 0 M i l let oluş 11 - 14 Diğer tabii cemiyetler Sun'i cemiyetler

Ct! m i alar

..

..

. . .

. .. . .

. . . . .

. ..

... .. ...

. . . . . . �.

. . . .

....

. .

. . .. . .

. . .. .

........

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . .

.... . . 0 0 0 0. .. . . 0 0 0 0 • • o • o · · · · o • • • o o o . . . . . . . o . o · · · o . . . .

14 - 16 16

-

20

17 - 1B

Imparatorluklar 17 D int camialar 1B Siyasi camialar 1B Karışık cemiyetler

. . .. . .

.. ....

. .

.

Göç cemiyetleri 18 - 19 Yer l i cemiyetler 19 20 Coğrafya cemiyetleri 20 -

o . . . . . . . . . . o . . . . . . . . . . . . . . . . . .

1B - 20


VIII

20

l radt cem iyetler En yüksek cemiyet ve kültür .... . . . . ... . .. . .. .. .. ..... ....... . ..

Kü ltürün mahiyeti ve vasıfları

21

-

39

21 - 28

M i l lil i k 21 Orij inal l i k 22 Tabiil i k ve canl ı l ı k 22 Devam l ı l ı k 22 Müştereklik 23 Şüm u l lü l ü k ve si rayet 23 özün de�işmezli�i 23 K ü ltür dereceleri 24 Kü ltü r de� işmeleri 24 K ü ltür çeşitleri 24 - 25 K ü ltür gel işmesi 25 A henk ve bütünl ü k 25 Akraba l ı k ve benzerl ikler 25 - 26 Kültür ve medeniyet 26 K ü ltürün inti kal i 27 Kültürün hizmeti 27 Kültür ve isti klal 27 - 28 K ü ltü rlerin mu kayasesi

.. .... .. .... .... .... .... .... .... ........ ........

28

Türk kü ltürü . .... . . .. .... ... . .......... . ....... ................ ..

29 - 31

Türk kü ltürünün bu günkü durumu .... . ......... ...... . . . . Türk tipi 33 - 34 Kü ltürlerin mücadelesi 34 - 35 Kü ltür ve m i l l i g üven l i k 35 __; 36 De�işen stratej i 36 37 Türkiye meydan muharebesi 37 Acıklı manzara 37 - 38 Kültür buhranı 38 - 39

3 1 - 39

.

-


TÜRKİY E NİN BUGüN.KÜ M E S E L E L E Rİ 40-408

1.

V A R

O LM A

. . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . ... . . .. . . .. . . . . . ... . . .. .

Türkiyeyi varlı k dAvası i le karşı karşıya getiren sebepler . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Tarihi sebepler Tari hT zaaflar

42 - 226

42 - 226

. ........................................

43 - 78

.

..

44 - 51

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Yaln ız kavim 45 - 46 Iyi likler adası 46 - 47 Yayılma 47 - 48 Iç mücadele 48 Yerleşme güçlüğü 48 - 49 Ço!}almama 49 Kültürü ihmal 49 - 50 Medeniyete ayak uyd uramama 50 - 51 Tü rkiyeye yönelen tehditler

.

.

. . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . .

5 1 - 78

Batı tehdidi 51 - 53 Kuzey tehd idi 53 - 65 lbret levhası 56 - 65

l'"·

Komşu ları n tehd idi 65 - 72 1. 2. 3. 4.

Yunan tehd idi 65 - 68 Ermeni tehdidi 68 - 69 Arap ü l ke leri nden gelen tehdit 69 - 71 Bulgaristan tehdTdi 71 5. Iran 71 - 72


X

Uzak tehditler 72 - 77 ısrail, Balkan ülkeleri 72 - 73 Orta Avrupa 73· Batı Avrupa, Avrupa B i rliği 73 - 76 Çin 76 üçüncü dü nya 76 - 77 Birleşm iş M i l letle r 77 Geepo l itik sebepler

. . .

............. . ......................

78 - 85

1. Boğazlar 78 - 80

2. 3. 4. 5. 6. 7.

Anadolu Köprüsü 80 Tü rk seddi 80 - 82 Petrol çemberi nin merkezi Yang ı na komşu 83 Aç ı k hudutlar 83 - 84 Tabi i ve tarihi gü zel l i k

Ideoloj i k sebepler En uğursuz Yeni n izarn Amerikanın Ameri kan ın

82

- 83

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

;

. . . ... .

85- 94

b uluş 8 5 - 87 87- 88 rolü 88 - 89 hata ları 89 - 94

Iç sebepler ....... ... .... ...... ...... .... .. ........... . . ... .

Komünizm

95

-

226

95 - 179

Ma rksizm nedir .. ........ ......... ........ .. ....

95 - 107

Marksizmin tan k i d i ............. .................

107 - 147

Materyal izm 1 07 - 1 08 Maksatir materyal izm 108 D iyalektik 1 08 - 1 09 Madde ve cemiyet 1 09 lnhisarcı l ı k 1 09 Madde ve şu u r 11 0 Tek buut 1 1 0 Tezatlar 1 1 0


Xl Faraziyeler sistemi

111

Boşa çıkan kehanetler Kar hadleri

111

112

Sermaye birikimi

111 112

Işsizlik ve setalet

112 Sınıfi<avgası 1 1 2 Proleterleşme

Sermaye ekonomisinin akıbeti Sanayi ve ihtilal

112

1 13

,Ihtilal ve işçi sendikaları

1 13

1 13 - 114 Tarih telakkisi 1 1 4 Sınıf fikri 1 1 4 - 1 1 5 Emek fikri 1 1 5 - 1 1 6 Eşitlik fikri 1 1 6 - 1 1 7 Hata fikri 1 1 7 Mülkiyet 1 1 7- U 9

Sömürgecilik

Insanı red 1 20 Işçi ve manevi de�erler

1 20

Ferdiyet 1 21

1 21 Zorbalık 1 22 - 1 24 Milletiere tecavüz 1 24 Kavga ve düşmanlık 1 24- 1 25 Gaye ve vasıta 1 25 Şartlanma 1 25 Halklar ve beynelmilellik 1 27 Gerçekten kaçış 1 27 - 1 28 Iftira 1 28 Şiddet ve işkence 1 28 - 1 29 Kapalılık 1 29 Paye vermek 1 29 Gericilik ve kölelik 1 30 Kaide dışı oyun 1 30 - 1 31 Marksizm bir reaksiyondur 1 31 Ihtilalcilik 1 36 - 1 40 Rusyadaki ilerleme 1 40 - 1 45 Adam öldürme

-

Komünizmin gelişmesinin sebepleri

1 36

1 45 - 1 47


XII

..

1 47 - 1 53

....................

1 53 - 1 61

Komünizme karşı tedbirler

. . . .

.

. . . . . . . . . . .

1 48 - 1 5 1 Polis 1 48 - 1 49 Istihbarat 1 49 - 1 50 Idare 1 50 Adiiye 1 50 Ordu 1 50 - 1 51

A. Kuvvet

1. 2. 3. 4. 5.

1 51 - 1 52

B. Milli kültür

C. 1 ktisadi refah 1 52 - 1 53 Komünizm ve sosyalizm Komünizm ve Türkiye

.

.

.

. . . .

.

. . . . . . .

...

. . . . .

.

.

1 61 - 1 79

1 62 1 62 Parlama safhası 1 63 - 1 72 Toparlanma safhası 1 72 - 1 79 Deneme safhası Hazırlık safhası

Hümanizm

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Materyalizm .. .. . ...... .............. .. ..............

.

Dincilik, mezhepçilik, tarikatçı lık

. . . .

. . . ... . .

. .

.

Tedbirsizlik ......................... ................. Doğum kontrolü 222 - 225 S 1VAS1

H U

Z U R ...................................

Yanlış demokrasi Yanlış başlangıç

228 228 - 229 229 - 230 230 - 231

Oyunun ksidelerine uymamak Yanlış hürriyet mücadelesi

232 232 Partizanlık 232 - 233 Faziletsizlik 233 Macera mesleği 233 - 234 Yelpaze merakı 234 - 235 Talihsiz tesadüf

Tecrübeyi tekrar

1 93 - 1 9e 1 96 - 203

Bölücülük

2.

1 79 - 1 93

.

203 - 21 4 2 1 4 - 225

227 - 275


XI I I

,.

Birlikte çal ışamama 235 - 236 Lider tahakküm ü 236 - 237 Zayıf hükümetler 237 - 238 Kuvvetli iktidar korkusu 238 - 239 Tavizler rejimi 239 - 240 Eksik temsil 240 - 242 Parlamento çalışması 242 - 244 Askeri müdahaleler 245 - 247 1961 Anayasası 247 - 252 Yanlış mu kaddesat 252 - 253 Devleti kuvvetlendi rrnek 254 Kara düzen 254 - 255 Muhtar müessese ler 255 Tedbirler . . . tedbi rler 256 - 259 O rdu - Iktidar bütün leşmesi 259 - 262 Devlet başkan l ı ğ ı 262 - 265 Devlet başkan l ı ğ ı 262 - 265 Tek yol demokrasi 265 - 273 14 Ekim seçimi 273- 274

3.

ı KT ıSAD1

KALKıNMA

Kültür ve i kti sat 276 Milli i ktisat 277 - 278 Geri kalmışlık edebiyatı 278 - 281 I ktisadi sistemler 281 - 282 Karma ekonomi 282 - 283 N için ve nas ı l karma e konomi 283 - 285 Devlet m üdahe lesi 285 - 286 Iş birliği ekonomisi 286 Devlet kontrolü 286 Planlı ekonomi 286 - 287 Sosyal adalet 287 Sınırlı sendi kac ı l ı k 287 - 288 Hızlı tekamülcül ü k 288 - 289 Parlamenter demokrasi - 290

276 - 303


XIV I ktisadi büyüme 289 - 291 Sanayi leşme 291 Zi raat 291 - 292 Tu rizm 292 Işsiz l i k 292 Kalifiye eleman 292 - 293 Enerji ve su 293 Şehi rleşme 293 - 294 Yavaş çalışma 294 Mal iye korkaklığı 295 Kalkınma ve memur 296 Orta tabakalar �96 Kavga yeri ne sükunet 296 _: 297 Zengin l erin d urumu 297 M i l lileşti rme 297 - 296 Kolay kazanç 299 Kar hadleri 299 Verg i 299 - 300 Fiyat kontrol mekanizması 300 M üstahsil ve aracı 301 Kaçakçı l ı k 301 Denge l i kalkınma 301 Ortak pazar 302 Ithal kanalları 302

4.

AKLıN

VE

ı LM ıN

.i

H A K ı M 1 Y E T ı .. . .. . ...

Atatürkçü l ü k Atatürk istismarı 30 9 - 31 5 Atatürk doktrini 3 1 5 - 31 7 Kültür m i l l iyetç i l i ğ i 31 7 - 3 1 8 Atatürk devrindeki tatbikat 3 1 8 - 320 Türk m i l l iyetçiliğinin manifestosu 320 - 322 Atatü rk inkı lapları 322 - 324 Atatürk p rensipleri 324 - 338 Cumhu riyetç i l i k 325 M i l l iyetç i l i k 325 - 238 Lai k l i k 328 - 331

304- 382

306- 348


xv

Halkçı l ı k 331 - 333 Devletç i l i k 333 - 335 lnkı lapç ı l ı k 335 - 338 Atatürkün diğer fiki rleri 338 - 348 Komün izm 338 - 339 Hürriyet 339 - 340 Dernekç i l i k ve send i kac ı l ı k 341 Sosyal adalet 341 Toprak reformu 342 ·Devlet otoritesi 342 - 343 Dış pol i t i ka 344 - 345 Dogmatizm 345 Eğitim 346 - 347 Medeniyetç i l i k 347 - 348 . . . .. .. . . ... 348 - 352 Bas ı n . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 352 - 357 Adalet . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 357 - 35S l rtica . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 359 - 360 Genç l i k . . . . . . . . . . . . . . . :. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 360 - 364 Devrim . 364 Bağımsızlık . . .. . . . . . . 364 - 365 Düzen ve reform . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 365 - 367 ı rkçı l ı k - Turanc ı l ı k . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 367 - 369 Tarih . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 369 - 372 . 372 - 379 Di l .. . .. . . . . . . .. . .. . . . .. .. . ... . . .. . . . . .-:. Musiki . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . 380 - 387 Diğer sanatlar . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 388 - 392 Batılılaşma

.. . .

.

. . . . . . .. .

. . . . .. . . ..

.

...

. .

. . . .

.. . . . ..... . .

. .

. . . . . . . . . . . . . . . . .•. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . .. . . . ..

. . . ..

. . . . . .

. . . .. .

. . . .

. . . . . ... . .

.

. .

. . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . .

.

.

1.

M 1 L L 1

1! a 1 T 1 M

.

. .. ...... .. ...... .. .. .... .... ...

Eğitim buhranı 393 Asıl sorumlu 394 Anlaşılan gerçek 394 - 395 Tekl i fler 395 Bakanlık ve reform 396 - 397 G erçek reform 397 401 -

393

-

408


XVI Kü ltür değerleri 401 - 407 1 . D i l 401 - 402 2. örf ve adetler 402 3. Dünya görüşü 402 - 405 a. b. c. ç. d. e.

Ahlak 403 Aile 403 Devlet 403 - 404 Ordu 404 Hukuk 404 I ktisat 405 f, Ferdi davranışlar 405 4. D i n 405 5. Sanat 405 - 406 6. Tari h 406 - 407 öğretim reformu 407 - 408 Netice 408


GIRIŞ

İNSAN

V E

C E M1Y E T

I nsan sosyal bir varlı ktır. Yaratıldı!)ı g ü nden beri daima d i rsek teması aramağa, birbirine sokulmağa, el ele verrneğe çalışmış; hayat sahnesinde iptidai veya medeni, küçük veya büyü k bir takım cemi­ yetler halinde faal iyet göstermiş, b i r çok sosyal o rganizasyonlar meydana getirmiştir. Böylece i nsan oğlu daima k�inattaki büyük yal­ nız l ı ğ ı n ı g iderrneğe gayret etmiştir. Insan aslında ve mutlak manada gerçekten ya lnız yaratılmıştır. Ya lnız doğar, yalnız yaşar ve yalnız ölür. Bedeni ve ruhi varl ı ğ ı n ı n bütün h udutları tam manasıyle yalnız kend isine açı ktır. Neşesi, ke­ deri, duygusu , düşüncesi, zevki, acısı hep kendisinindir Ancak insan ı n tabii kaderi olan bu yalnızlı!)ın tabiatıeki düzene uymad ı ğ ı görülür. I nsan yalnız, tek tek varlıkt ır, fakat tabiatte yalnız olarak, tek tek yaşayamaz, yaşayamamıştır. Tabiat tek tek varlı kla­ rın değ i l , c ins cins varl ı kların tabiatidir. Bu yüzden insan tabiatte yalnızlı ğ ı ile daima mücadele edegelmiş, onu g idermeğe, onu hafi� letmeğe , onu en az hissedi l i r b i r du ruma getirrneğe çalışmıştır. Bu m ü cadelede tabiat de insana daima yardımcı ve destek olmuş, böy­ lece onun kendi kanuniarına i ntibakını kolaylaştırmıştır. Netice ola­ rak i nsanın yalnızl ı k kaderi birli kte yaşama kaderine dönüşmüştür. Insan olğunun ilk keşfettiği şey her halde bu birlikte yaşama formü­ lü olmuştur denilebilir. Bu formü l yaratı lışın yalnız insanını , tabiatın sosyal bir varlık olan i nsanı haline g et i rmiştir. Birlikte yaşamak demek sosyal organizasyon meydana getirmek,


TORKIYE N I N B U G Ü N K Ü M ESELELERI

2

cem iyet teşkil etmek demekt ir. Şu halde sosyal organizasyona g it­ mek, cemiyet hal ine gel mek insan ı n tabiate inti bakıd ı r. I nsan canl ı b i r varl ı ktır. Doğar, beslen i r, gelişir, büyür, değ işir, duyar, düşünür, hareket eder, yapar, yaratı r. Hayat için çeşitli ihti­ yaçları vard ı r . Ruh ve vücuttan meydana gelen varl ı k olarak bedeni ve ruht çeşitli ihtiyaç ları mevcuttu r. Bu ihtiyaçları karşı larkan de i n­ san, çevresi ile karşı karşıya gel i r. Insan b i r can lı ve cansız tabiatle, bir başka sosyal varl ı klarla, bir de inanışlar d ünyası ile çevrilidir. Yani tabiatle, i nsanla ve tsbiat ve Insan üstü ile münasebet halinded i r. Bu münasebetlerini düzene koyarak b iyoloj i k , sosyal ve ruhi i htiyaçların ı karşı lamak için insan oğlu kalnatın karşısına hep cemiyetler hal i nde, sosyal o rganizasyon­ lar meydana geti rerek ç ı kmak zorundad ı r. Demek ki hayat mücade­ lesinde fertler daima cemiyet halinde taazzuv etm işler, teşkilatlan­ mışlar; insan oğlu çeşit çeşit sosyal organizasyonlar meydana ge­ tirm işti r. Cemiyet ler, insan oğl unun meydana getirdiği sosyal organizas­ yonl::ı;- iki çeşitt i r : 1. Tabii sosyal o rganizasyonlar, 2. Sun'i sosyal o rganizasyonlar. Kısa ifadesiyle : Tab ii cemiyetler, suni cemiyetler.

TABli

CEMİYE TLER

Bunlar tabiT olan, kendiliğinden meydana gelen, kuvvetl i temel­ ler üzerine kurulan, sosyal bütünleşmesi tam olan cemiyetlerdir. Bu cemiyetleri teşki l eden fertler arası nda çok sıkı bağlar mevcuttur. Onun için en hakiki cemiyetler, ası l cemiyetler bunlard ı r d iyebiliriz. Cemiyet b irden faz la insanın meydana getird i ğ i uzvi ve ahenkli bir to pluluktur . Cemiyet gelişi g üzel bir insan topluluğu veya kala­ bal ı ğ ı , i nsan ların veya _insan guruplarının üst üste y ı ğ ı l ması demek değ i l d i r. Cemiyet bi rleşt i rici ve bağlayıcı unsurları n bir araya getir­ d i ğ i fertlerden kurulu sosyal b i r organizasyondur . Bu unsurlar ayrı ayrı fertlerden, bütünlüğü olan b i r topluluk meydana getirirler. Ce­ m iyet böyle bütün lüğü olan, manası ve ahengi bulunan uzvi bir bir­ leşmed i r.


TÜRKIYEN IN B U G Ü N K Ü MESELELERI

3

Cemiyetin temeli sosyal bütün leşmedi r. Sosyal bütün leşmeyi ise cem iyeti teşki l eden fertlerin müşterek vasıfları, müştere k bağ­ ları meydana getiri r. Bu bağ lar fertler arası nda b u l u nan yakı n l ı k­ lar, benzerl i kler, ayn i l ikler ve birbirini tamamlayan ahenkli fark l ı l ı k­ lardı r . Bu benzerl i kler ve ahenkli farkl ı l ı klar fertler aras ında mensu­ biyet duygusunu meydana getirir, mensubiyet d uyg usu ise ko l lektif şuuru, cem iyet şuurunu ortaya ç ı karı r. Demek ki cem iyet sosyal bü­ tünleşmeye dayanan, mensubiyet duygusu ve cem iyet ş u u runun bü­ tün leştird i ğ i , bir u zviyet g ib i muntazam ve ahen k l i bir şekilde işleyen sağ lam b i r mekanizmad ır. Başka b i r ifade ile cemiyet, aralarında be­ l i r l i yakı n l ı klar olmayan gelişig üzel fertlerin meydana getirdiği iğ re­ ti b i r topl u l u k değ i l , araları nda maddi ve manevi akraba l ı k b u l u nan, kardeş l i k b u lu nan fertlerin meydana getird iğ i sağ lam ve ahen kli bir top l u l u ktur. Birbirine akraba olan insanlar sosyal bütünleşme iç inde cemiyet hal ine gelerek birlikte yaşama hedefini gerçek leşti rirler. Işte tab ii cemiyetlerde b u sosya l bütünleşme esas itibariyle tamdı r. Tam bir sosyal bütünleşmeyi sağ layacak bi rleşti rici akraba­ l ı k unsurları mevcuttu r. Onun içindi r ki tabii cemiyetlere hakiki ce­ m iyetler, ası l cemiyetle r d iyoruz. Bun ların d ışı nda kalan cemiyatiere cem iyet dememek, başka bir ad vermek de mümkündür ve bunun tecrübeleri daima yapılmışt ı r. Fakat suni cemiyetler adı da maksadı karşı layabi lmekte ve farkı göstermektedir. Hatta a sıl cem iyetlerle bu i kinci derecedeki cemiyetler arasındaki m ünasebeti daha iy gös­ termek bak ım ından böyle bir adiandı rma belki de daha faydalı ola­ cakt ı r. Z i ra tabii ve suni cemiyetler yan yana b u l unmakta, birbirine tesi r etmekte , bir çok defa da maksat l ı ve maksats ı z o larak birbi ri­ ne karıştırı lmaktad ı r. Bu noktaları belirttikten sonra şimdi bu iki tip cemiyeti inceleme!)e devam edebi l i riz. Tabii cemiyetler üç çeşittir : 1 . Aile, 2. M i l let, 3 . Diğer tabii cemiyetler.

AILE A i l e en tabii cem iyett i r, temel cem iyettir. Insa nın en sıkı sos­ yal o rgan izasyonu ve ayn ı zamanda d iğer bütün cemiyatierin temel i-


4

TÜRKIYEN IN BU GÜN K Ü M ESELELERI

d i r. Ai lede sosyal bütünleşme, mensubiyet duygusu en yüksek ölçü­ ded i r. Bu bütünleşmeyi temin eden müşterek unsurlar, maddi ve mfınevi yak ı n l ı klar ayn i l iğe varacak kadar kuvvetlidir. Bu yakı nlı klar a krabal ı k bağları dır. Aile, akrabal ı k bağ ına dayanan cemiyet demek.. t i r. Ai lenin fertleri arası nda, karı.. koca hariç, derece derece soy b i r­ liği vard ı r. Akraba evlilik lerinde karı - koca arası nda da soy birliği bu­ l u n u r. Akraba dışı evli l i klerde ise karı ve koca arasında çocukları va­ sıtasiyle soy birliği teşekkü l eder. Kan ve ruh yakı n l ı ğ ı n ı kuran soy birliğinin yanında ai leyi teşkil eden i kinci unsur akraba l ı k duygusu­ dur, aile şuurud ur . Ai leyi aile yapan ve yü rüten esas unsur da bu şuur­ d u r. Karı ve koca da dahi l , ai lenin bütün fertleri aileyi bu şuur için­ de oluşturu rlar, ailenin bütün fertleri arası nda bu şuur vard ır. Ana, baba , evlfıt, kardeş v. s. gibi karı-koca akrabal ı ğ ı da bu şuur içinde teşekkül eder. Aile şuuru soy birliğinden başka, sevg i , aşk, n i kfıh, ayn ı yuvanın sah ibi olma, birbirini tamamlayan fıhenkli farkl ı l ı ğ ı ta­ şıma, birl ikte yaşama, maddi ve ruhi yaklaşma duygularının da kur­ du!;}u b i r müessesedir. Aile sosyal bütünleşmeyi en tam ölçüde sa{Ji ayan bu akrabalı k ba!;}ları n ı n kudreti do layısiyle, başlang ıçtan beri bütün insanl ı !;}ı n ha· yolını d üzen leyen ve bakasını tem in eden vazgeçi l mez bir sosyal m üessese olagel miştir . Ancak ayrı cemiyetlerde ve ayrı devi rlerde aile şuuru, aile telAkkisi, a i le fertlerinin ai ledeki yeri üzerinde farklı tutum ve davran ışların daima görüleb i ldiğini kaydetmeliyiz. Fakat esas yapısı itibariyle aile bütün insan l ı ğ ı n en tabii, en eski , en de­ vam l ı ve en geçerli kuruluşudur.

MILLI!T

M i l let tabiT cem iyatıerin en büyüğüdür. Bi r kere m illet de aile gibi tabii bir top l u l u ktur. M i l leti meydana get i ren fertler birbi rlerine tabii bağlarla bağland ığ ı g ib , fertlerin m i l leti teşkil etmesi de ken­ d i l i ği nden, tabii b ir şekilde vuku bulmuştur. Demek ki m i l leti teşkil eden fertler arası nda da bel irli bir takım müşterek vasıflar vardı r. Mensubiyet duyg usunu doğuran benzerlik­ ler ve fıhenkli fark l ı l ı klar mevcuttur. Bu yakı n l ı klar, bu birleşti rici un­ su rlar mi l let dediğimiz büyük i nsan cemiyeti içinde sosyal bütünleş-


5

T Ü R K IYENIN BUGÜNKÜ M ESELELERI

meyi tem in ederler. Bu büyü k cemiye\ içinde de sosyal bütünleşme tamd ı r. Ai leden sonra sosyal bütünleşmesi en tam olan toplu l u k m i l­ lettl r. Şu halde mi llet de vasıfsız fe rtlerin değil, bazı temel vasıfları m üşterek olan, aynı bel i r l i vas ıfları taşı yan fertlerin meydana geti r­ d i ğ i to plul uktur. Yan i, aile gibi, bazı bakım l ardan b i rbi rine akraba olan fertlerin teşkil ettiğ i cemiyetti r. öyle ki b i r terdi n kendi ai lesi içindeki yakın ları onun bi rinci derecedeki akrabaları, ai lesi dışı ndaki m i l letdaşları da ik inci derecedeki erkabaları d ı r d iyeb i l i riz. Aile içindeki arkaba l ı ğ ı n mah iyetini ba mi l leti teşkil eden fertler arasındaki ne gibi yakı nlı klard ı r ki m i l let çapı ndaki yal bütünleşmeyi , uzvi bi rleşmeyi tem i n

yukarıda gördük. Şimdi aca­ akrabalıklar nelerd i r ? Bunlar koskocaman bir kütlede sos­ edebi l mektedi r?

M i l let menşe bakı m ından şü phesiz karan l ı k devirlerden beri dal budak salan ailele rden tü remiştir. Onun için alleyi teşkil eden soy b i r l i ğ i ve aile şuurundan, çok d erinlerde tabii, millet de nasibini al·­ m ıştı r. Fakat geçen uzun zaman boyunca m i l let hayatında bu ai l e akrabal ı k l a rından her hangi b i r iz kaldığ ı düşünülemez. M i lleti teşki l eden fertler arası ndaki akrabal ı klar, onların ana hayat tezahürlerl, yaşama tarzları a ras ında görü len aynili kler, benzerlikler, yakı n l ı klar­ d ı r. Bu ana hayat tezahü rlerinin hepsine b irden kültür adını veriyo· ruz. Şu halde m i l let ana hayat teza h ü rleri b i rb i rinin aynı olan, yani a ralarında kü ltür akrabal ı ğ ı bu lunan fertlerin meydana getird i ğ i top· l u lu ktur, teşkil ettiği büyük ailed i r. Tabii bu rada hayat tezahürü der­ ken b iyoloj i k hayat tezahürleri n i d eğ i l , sosyal hayat tezahürlerini kas­ tediyoruz. Şimdi acaba hepsine birden kültü r adı nı verd i ğ i m i z bu hayat te· zahürleri nelerd i r ? Kültür ned i r, kü ltürün unsurları nelerd ir. Millet d edi ğ i m i z büyük insan cem iyetini meydana geti ren bu yüksek cev­ her nedir? Bu nokta üzerinde b iraz dura l ım .

KUltUr nedir?

Kü ltürün d i l im izde b i r kaç ku l l a n ı l ışı vardı r . Bun lardan b i ri fen sahasında, zi raat, botanik, t ı p v.s.'deki kul-


6

TÜRKIYEN IN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

lanı lışı olup1 üretme, yetiştirme, ço�altma çalışmaları ve tertipleri manasına gelmekte ve kel i menin topra� ı verim lendirme, verimini a rt· tı rmaya çalışma şeklindeki asli manasına dayanmaktad ı r: bakteri kü ltürleri, nebat kü ltürleri, bal ı k kü ltürleri v.s. g ib i . I kincisi öğretimle u laşılan, tahsil v e terbiye görmüşlerin yaşadı­ � ı yü ksek hayat tarz ı n ı ifade eden kullanı lışı d ı r : kültürlü aile, kültür· lü muhit tabirinde olduğu gibi. üçüncüsü umumi b i lg i veya sadece bilgi mfmasına gelen kulla­ n ı l ı ş ı d ı r : kültürlü adam, umumi kültürü zayıf, t ı p kültürü kuvvetli ta· b i rlerinde olduğu gibi. Dördüncüsü her türlü fiki r ve b i l hassa sanat sahasındaki hare­ ketler ve faal iyetler için kullan ı l an, kataya ve zevke hitap edici b i l · gi v e de�erler ifade eden manas ı d ı r : kültür faal iyetleri, kültür te­ masları, kültür kuruluşları v.s. g ibi. Bu son üç manası tabii birb iriyle i l g i l i nüanslar o l up çok defa ka­ rışı k olarak kullanılmaktad ı r. Bunlardan b i lhassa sonuncusu yayg ı n b i r kul lanış ve kanaat halinde ası l kültür ile karışt ı r l maktadı r. As ı l kültür, sosyal bağ, sosyal müessese, m i l let denilen insan cemiyetinin temel akraba l ı k unsuru olan kü ltür şüphesiz bunların h i ç b i risi de�i l d i r. As ı l kültürü kısaca ve derli toplu o l arak şöyle tarif edeb i l i riz : Kültür b i r topl u l u ğ u , bir cem iyeti, bir m i l leti m i l let yapan, onu d i�er milletlerden farklı kı lan hayat tezahürlerin i n bütünü d ü r. Bu hayat tezahürleri her m i l letin kendisine has olan m i l l i değerlerid i r. Aynı et ve kem i kten yaratı lan i nsan toplu lukları bu farklı değerlere göre ayrı ayrı milletiere ayr ı l ı rlar.

Kültür unsurları

Demek ki kültür mi l l i hayat tezahürlerinin heyeti umumiyesi, bir m i l li değerler manzumesi, bir m i l li cemiyetin sosyal akrabalı k bağla­ r ı n ı n yekOnudur. Bu mi ll i hayat tezahü rleri, bu m i l li değerler, bu sos­ yal akrabalık bağları ise belli başl ı olarak d i l , örf ve adetler, dünya görüşü, d in , san'at ve tarihtir. Bun lardan :


TÜRKIYENIN BUGÜNKÜ MESELELERI

7

Dil Dil bir m il letin di�er m i lletlerden farklı olan terennümü ve ko,_ nuşmas ı d ı r. Dil bir m i l letin ses d ü nyasıdır. Sesler kflinatındaki hayat tezahürüdür, kflinatı kendisine göre seslendirmesi, kainatı ve hayatı kendisine göre ad landı rması, ona kendi damgasını vurmasıd ır. Her m i l let, her milli cemiyet kflinat ı , duygu ve düşünceleri , meramları ayrı şekilde seslendirmiş, ayrı şeki lde ifade etmiştir. Dil düşüncen in aynas ı d ı r. Onun için dil bir m i l letin düşünce sis­ temini gösterir. Insan d i l ile düşünür. Bir d i l , onu kul lanan mil letin kafa yapı s ı n ı , nas ıl düşündü�ünü , o m i l letin fertlerinin zihninin nas ı l çal ı ştı� ı n ı ortaya koyar, m i l l i d üşünce tarzı nı aksettirir . I kinci olarak d i l m i l li hafızan ı n , m i l li hat ıraları n , duyguların ve düşüncelerin, bütün maddi ve manevi de�erlerin, bütün buluş ve ya­ ratı şların m üşterek hazinesidi r. üçüncü olarak d il fertleri bi rbirine ba� layan i l k bağdı r. Kuşlar ötüşerek, hayvanlar koklaşarak, i nsanlar konuşarak anlaşı rlar. An­ " l aşma vasıtası olarak d i l en yaklaşt ın cı sosyal akrabaı ı k ba� ı d ı r. Dördüncü olarak d i l m i l li damgası en belirli olan kültür u nsuru­ d u r. H ü iAsa d il mil let deni len insan cemiyetinin en mühim sosyal var­ l ı � ı d ı r. Kü ltürün i l k ve temel unsurudur. Kültür unsurları n ı n toplan­ d ı {lı dairenin meydana getird i�i bütünün en az yarısını dil işgal eder. M i l let her şeyden önce ve daha çok dil birli�i demektir.

örf ve adetler

örf ve fldetler b i r m i l letin yazı l ı olmayan veya hepsi yazı l ı ol­ mayan kanunları ve nizamları d ı r. Kanun i nsanı n sosyal çevresi ile m ünasebetini düzenler. Insan cemiyetleri uzun zaman bu münasebet­ leri sosyal kanunlar demek olan ört ve adetlerle tanzim etmişler, son­ radan yaz ı l ı hukuka geçerken yine bu asli kaideleri n büyük b i r kıs­ m ın ı göz önünde bulundurmuşlard ı r. Ama bugün bile yaz ı l ı anayasa-


TÜRKIYE N I N B U G Ü N K Ü MESELELERI

8

sı olmayan cemiyetler vardır. On larda hAla örf ve adetler geniş öl­ çüde meriyettedirler. Ayrıca ferdin bütün sosyal münasebetini hukuki metinler içinde tesbit etmek hiç bir yerde mümkün de{J ildi r. Modern hukuk umumi­ yetre hakları ve cezaları tayi n eder. Halbuki insan ların hak ve ceza konusuna girmeyen daha bir sürü sosyal m ünasebeti vardı r. Aile fert­ lerinin birb i riyle münasebeti, i nsanın diğer insanlarla ve m üessese­ lerra münasebeti , bu m ünasebetler sırasındaki tutu m ve davranışlar, m uaşeretten sosyal vazife ve dayanışmaya kadar çeşit çeşit m üna­ sebetler g ibi. Yazılı hukukta yeri olmayan bütün bu sosyal m ünase­ betleri her cemiyetin kendisine mahsus örf ve adetleri d üzenler. Böy­ le hallerde örf ve �detler mevcut boşlukları doldurmakta, öte yan­ dan yeni kanunlar üzerindeki baskısını da mu hafaza etmektedi r. Ka­ nunların milli örf ve adetlere ters düşmesi millet hayatı nda önemli sosyal hastalı klar meydana getirir.

Dünya görUf(l Dü nya görüşü b i r milletin başka miletlerden farkl ı olan hayat felsefesidir. Bir m i l letin, b i r mi lli cemiyetin fertleri, müşterek kültür dolayısiyle , tutum, zihniyet, tel�kki ve davranış bakımından bir takım ortak vasıflar gösteri rler . Tabii, sosyal ve ruhi hadiseler karşısında fertlerin bu müşterek tutum, zihniyet ve davranışları o m i lletin dün­ ya g örüşünü teşkil eder. Bunun için her cemiyette de{Jerler, değer ölçüleri, bu değerler karşısındaki ferdi tutum , zihniyet ve davranış­ lar başka başkad ı r. Askerlik, kahramanl ı k , aşk, madde, namus, te­ mizlik , ahl�k. ölüm, şeref, eğlence v.s. v.s. hayat Mdiseleri ve değer­ leri her cemiyette farklı tutum ve davranışlarla karşı lan ı r. Bir ce­ miyette fertleri kızd ı ran, g üldüren , sevindiren veya nefret ettiren şeyler başka cemiyette bakarsı nız apayrı tutumlarla karşı lanmakta­ d ı r. Çünkü her cemiyetin kendi kültüründen oluşan ayrı b i r dünya görüşü vard ı r ve bu da k ültürün bir bölümünü teşki l eder.

Din Din bir milletin kendisine has olan iman ve inanışlar manzume­ sidir. Aynı dine mensup olan ayrı m i lletierin bağ l ı l ı k tarzları ve dere-


TÜRKIYENIN BUGÜ N K Ü MESI!LELERI

9

eeleri her m i l letin kültür hususiyeti ol arak birbirinden fark l ı d ı r. Di n önem l i , küçümsenmeyecek, çok d i k kate değer b ii kü ltür unsurud ur . Bil hassa eski devi rlerde asırlarca bu kültü r unsuru ön planda bu­ lunmuş ve d iğer kültür unsurları n ı gölgede b ı rakmış, onları adeta baskı altına almıştır. K landan imparatorlukların sonuna kadar bütün eski, orta ve yeni çağ larda i nsan cemiyetleri baş ur:sur olarak bu din değerinin hakimiyeti altında kal mışl ard ı r. Onun içindir ki dünya tari­ hi din ler tarihinden ibaretti r d iyen tari hçiler mevcuttu r . Dinin bu hakim iyeti insan cemiyetleri nin tekamülünde impara­ torl u klardan milli cemiyetlere geçineeye kadar devam etmiştir. Mil­ l iyetç i l i k çağı nda m i l letler en mütekam i l son cem iyetler olarak o r­ taya ç ı k ı nca dinin diğer kültür unsurları üzerindeki baskısı da orta­ dan kalkmış ve dinler devri biterek kültürler devri başlamıştı r. Bu­ gün i nsan cemiyetleri kültürler devrini yaşamaktad ı r. Bu devirde ar­ tı k m i lleti m i l let yapan, cemiyetteki sosyal bütünleşmeyi temin eden bütün kültür unsurları hakiki yerlerini bulmuş, sosyal akraba l ı k de­ ğerleri as ırlar süren b ir tekamü lden sonra nihayet gün ışığına ç ı k­ m ı ş , ferdi ve kol lektif şuurun malı olmuştu r. Böylece insan cem iyet­ leri din cemiyetleri safhası n ı kapatarak kültür cem iyetleri haline gel,_ m iştir. Dinin baskı s ı n ı n ve hakimiyetinin sona ermesi demek tablt dinin tamamiyle ortadan kalkması demek değ i ld ir. Tek veya baş sosyal bağ olmaktan çı ktı ktan sonra di n kü ltür unsurlarından biri olan m i l­ li cem iyetlerdeki yen i yerini alm ışt ı r. Art ı k din tek veya baş unsur değ i l , d iğer unsurlarla beraber kültür manzumesini teşkil eden, onun bir parçası olan önemli bir unsurdur. Böylece din bir bakıma, m i llet dediğ im iz insan cem iyetlerinde ye rine oturmuştu r denileb i l i r.

>:.�����

Din ferdi tutu mlardan örf ve fıdetlere ve sanata kadar bugün de her cemiyette kendi d i l i m i d ı şında en tesirli b i r kültür unsurud ur. Bu bakı mdan müstesna b i r mevkii ve kü ltü r daire leri meydana geti r­ me hassası vard ı r : Hristiyan camias ı , Islam camiası g ibi. Sanat Sanat b ir m il leti başka m i l letlerden ayıran, bir m i l l ete has olan zevk ve duyg u ların tezahü rü ve şekil lenmesidir, bir m i lletin güzeli yaratma ve bulma tarz ını ortaya koyan kü lt ü r unsu rudr. Insan oğlu


TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

10

barınır, beslenir, sosyal ve ruhi ihtiyaçlarını giderrneğe çalışır. Bütün bu ihtiyaçlarını karşılarkan oyalanmak, ruhunu okşamak, güzeli ya­ kalamak, yeni güzellikler yaratmak ister. Bunun neticesinde ortaya sanat temayülü, sanat faaliyeti ve sanat eseri çıkar.

Her milletin

sanat temayülü ayrı bir karakter taşır, ayrı bir şekilde ortaya çıkar. Söz, ses, mekan, renk, ışık, şekil anlayış ve zevki, milletten millete değişir. Bir milletin fertleri bu anlayış ve zevk bakımından da birbir­ lerine benzerler. Demek ki sanat bir milletin müşterek zevkinin ifa­ desidir. Milli bir damga taşır. Milletin yaratma gücünün temsilcisi­ dir. Hülasa sanat da milli cemiyeti teşkil eden temel kültür unsur­ larından biridir. Bu kültür unsuru, sahalarına göre edebiyat, musiki, mimarlık, resim, heykel, süsleme v.s. sanat koliarına ayrılır. Bu kol­ ların her biri kültür unsuru olarak cemiyet hayatında pek büyük rol oynar. Dolayısiyle topyekün sanatın sosyal bağ olarak değeri bir ce­ miyet için hayati önemi haizdir.

Tarih Tarih bir milletin kendisine has kültürünün, kültür tavrının, ha­ yat tarzının, kültür potansiyelinin çağlar içindeki yürüyüşü, fiil ve ha­ reket haline gelmiş şeklidir. Tarih, içinde hem diğer kültür unsurla­ rını taşır, hem de kendisi fertleri birbirine bağlayan çok önemli sos­ yal akrabalık bağı olarak bir kültür unsuru teşkil eder . Tarih bir mil­ letin çağlar içinde aksiyon halinde ortaya çıkan cephesidir, aksiyon şeklindeki kültür unsurudur. Millet, ömrünün pek uzun kısmı mazi­ de, ancak bugünü halihazırda olan bir vücuda benzetilebilir. Böyl� bir vücudun bugünü gibi geleceği için de mazisinin önemi aşikardır. Ta­ rih mazidir, fakat bu mazi bugünün ve geleceğin fertlerini millet için­ de birbirine bağlayan temel kültür unsurlarından biridir. Tarih fertler arasında kader birli(Jini temsil eden kültür unsurudur. Zaferleri ve yenilgileri ile; övünç, sevinç ve kederleriyle fertterin ortak mazisini teşkil eder. Sosyal bütünleşmenin bütün geçmişi onun içindedir. Fert­ ler onunla, yalnız bugün de(Jil, geçmişte de birbirlerinin akrabaları olduklarını anlarlar, bunun şuuruna varırlar. Tarih bir milletin nere­ den gelip nereye gittiğini gösteren kültür unsurudur. Fertler onda geçmişteki beraberliklerini gördükleri gibi gelecekteki beraberlikleri­ ni de bulurlar.

O, fertleri böylece hem kaderde, hem de ülkülerde bir­

leştirir.

*


TÜRK IYEN IN BUGÜN K Ü MESELELERI

11

I şte başl ıca k ültür unsurları, mil leti meydana geti ren bel l i başlı sosyal akrabalı k bağları bunlard ı r. Kü ltürün bu ana değerleri nin, bu to playı cı zirve unsurlarının içinde ve etrafı nda daha bir çok başka u nsurlar sı ralanarak büyük m i l li kü ltü r manzumesini meydana getirir­ ler. Coğrafya ve vatandan h ukuk ve iktisada, ahlak ve askerli kten aile ve devlete, ferdi davranışlardan kol lektif tasavvurlara, k ı l ı k kıyafet­ ten yerleşme ve barınma şeki l l erine , soy birliğinden hayat ve yaşa­ yış birliğ ine kadar sayısız kültür değerleri y ukarıdaki ana unsu rla­ rın içinde ve etrafında toplanara k hep birden m i l let dedi{limiz i nsan cemiyetinin sosyal rengini vücuda getirirler. Bir m i lletin fertleri b u m üşterek u nsurtarla birb i rine bağlan ı r, bu akraba l ı k u nsurları m i l l i kardeşliği meydana getirirler. Demek ki kültür m i l li değerler manzu­ mesidir, milli ak raba l ı k unsurları toplulu{ludur. M i l let de bu unsur­ larla birbirine bağ lanan fertterin meydana getirdiği insan cem iyeti­ d i r. M i l l iyet ise m i l leti teşkil eden m i l li akraba l ı k, sosyal akrabalık demekti r ve m ill iyetçi l i k de b u kü ltür unsurlar ını ön plana alan, bun­ ları sosyal hayatın temeli sayan fikir cereyanıd ı r. Millet olut Bu kültür unsu rları , bir m i l letin fertleri arası nda b u l u nan bu sos­ yal akraba l ı k ba{lları tabii sonradan ortaya çıkmış şeyler değildir. Bunlar başlangıçtan beri, cemiyetterin doğuşu ile beraber birer iki­ şer var olan ve gitti kçe dallanıp budaklanan nesnelerd i r . lptidiii ce­ miyetlerden itibaren bütün i nsan cemiyetlerinde daima bu unsurlar sosyal şeki llenmeye az veya çok istikamet veren değerler olarak gö­ rüle gelmişlerd i r. Aşiretler, kabileler, boylar, kavimler hep bu u n­ surlar etrafı nda şeki llenip gelmiştir. Aileden kavime kada r geçen b u safhaya m illetin o l u ş safhası d iyeb i liriz. Bu safhanın karakterini şu dört nokta etrafında toplayab i l i riz : 1. Cemiyet içinde o cemiyetle birlikte doğmuş b u l u nan bir takım kültür unsu rları mevcutt ur ve vazife görmektedir. 2. Cem iyette ayrıca kü ltü r unsurları g itti kçe gelişmekte ve zenginleşmektedir.

3. Cem iyette kültür unsu rları hakiki yerlerini henüz b u l mam ı şt ı r. Bir kültür unsuru (mesela din) d iğerlerini gölgede b ı raktığı


12

TÜRKIYENIN BUGÜ N K Ü M ESELE LERI ı

gibi, bir kültür unsurunun teferruattaki farkları (mesela d i l i n şiveleri) cemiyetin şekil lenmesinde rol oynam aktad ı r. Mensubiyet d uygusu henüz şuur haline gelmem iştir. Kül· 4. tür unsurları henüz şuura çı kmam ıştı r. Bunlar fertleri tabii olarak, adeta sevk-i tabii ile kümelendirmektedir. Ya lnız bunlardan bir ta­ nesi , d i n unsuru şuur haline gelmiştir, çok kuvvetli mensubiyet duy­ gusu yaratmaktadı r. Işte karakterini çizd iğimiz bu oluş safhası ndan sonra m i l let saf­ hasına geçilmiş o l u r. M illet safhas ı n ı n karakterini ise şöyle tesbit edeb i l i r!z : Kültür unsurları umumiyetle bütün sosyal hayatı kaplaya1. cak, bütün milli i htiyaçlara cevap verecek b i r gelişme, zengin l i k ve olgunluğa kavuşmuştur. Veya kültür u nsurları , bazı kolları gelişme­ miş o lsa b i le, cemiyeti bağlay ı p birleşti rrneğe yetecek ve çevresin­ deki d iğer kü ltürlerden fark l ı olduğunu gösterecek asgarT belirlilik kazanmışt ı r. Kültür unsurları şuura mal olmuştur. Ferdt ve kollektif 2. şuurda hakiki değerleri i le su yüzüne çıkmışt ı r. Bunların sarsı lmaz mi lli ve sosyal akraba l ı k bağları olduğunun farkına varı lmıştı r. Kısa­ cası m i l l i şuur teşekkül etmiştir. Kültür unsurları n ı n gel işmesi şü phesiz her m i l lette aynı olma­ m ı şt ı r. En mütekamil m i lletler kültür u nsurları nın genişlik ve derece bakı m ından gel işmesi tam olan m i lletlerd i r. Ancak kültür gelişmesi daha az olan veya kültür u nsurları asgari bir birliği sağlayacak du­ rumda olan mil letler de vardı r. Bu noktada milleti kuran ası l unsurun m i llt �uur olduğu ortaya çı kmaktad ı r. Milli ş u u r büyük bir kültür varlığına da, daha küçük bir kültür varl ı ğ ı na da dayanab i l i r. Yalnız tabii, milli şuur için asg a ri kül­ tür varlığı şarttır. Bu kültür varlığı ise başta d i l olmak üzere, zaten her kavimde mevcuttur. Ancak kültür varlı ğ ı zayıf olan m i lletler m il­ let hayatı nın henüz emekleme çağında olan mi lletlerdi r ve bunlarda cemiyetin sosyal bütünleşmesi çok geri lerdedi r.


TÜRKIYE N I N B U G Ü N K Ü M ESELELERI

13

Işte mil letierin gel işmişliği ve az gel işm işliği ası l bu ölçüye gö­ re tayin ed i l i r veya edilmelidir. I ktisadi ve teknik sahalardaki ilerilik ve geril i k m i l letierin sosyal bü nyesini, bu bünyen in seviyesini ve sıh­ hatini aksettiremez. Gerçekten bugün dünyada kültür bakımdan gelişmiş veya az ge­ lişm i ş bir çok mil letler vard ı r. Insan cemiyetleri çağ ı m ııda m i l let dev­ rini yaşadı ğı için her tarafta milli şuur hareketleri sü r'atle inkişaf et· miş ve gelişmiş m il letierin yanı nda az gelişmiş b i r sürü sözde m i l­ let ortaya ç ı kmı şt ı r. Bunların aras ı nda kavim ve hatta kabile devri ni yaşayanlar bile vard ı r. Tabii bunlar m i l li bütünleşmeye dayanan ce­ m iyet olmaktan çok uzaktı rlar ve tam manasıyle m i l let olmak için daha uzun zaman geçmesi gerekecektir. M i l li şuurun teşekkülünün ası l sebeb i tabii, kültürlerin gel işme­ si, i nsan cemiyetlerinin tabii tekamü l ü, bu tekam ülün mi llet çağ ı na ulaşm ı ş olmasıdı r. Bunun yan ı nda d iğer kültürler ve m i l letler de m i l­ let olmamı ş cem iyetlerde mukayese, özenti ve takl it yolu i l e milli ş u r u n uyanmasını teşvik etmektedi r. Bu uyanışta ise her yerde m ü­ nevverler öncül ü k etmekte, önce onlarda uyanan m i l l i şuur sonra halk tabakaianna aşı lanmaktad ı r. Böylece çağ ı m ı ıda her tarafta kesit bir milli şuu r faaliyetine şahit olmaktayız . Hatta bu sahada pek çok ha.. z ı msızlı klar da görülmekte ve bi r çok yerlerde vaktinden evvel orta­ ya ç ı kmış, kültür mesnedi nden mahrum m i l li şuur uyanışları n ı n sı­ kıntı ları çekilmektedi r. Bugün Afrikada, Asyada ve başka yerlerde çok defa görülen hep budur. M i l lf şuurun i l k temayülü istikiAI arzusudur. ısti kiAline kavuşma.. m ı ş topluluklar m i l li şuura ulaşı r ulaşmaz derhal veya i l k fı rsatta, er veya geç, fakat mutlaka istiklal kavgasına başlarlar. Demek ki is­ tiklal, mi l let dediğ imiz cemiyetin tabii b i r i cabı d ı r. Buna rağmen bu­ g ünkü dünya haritası henüz bu icabın şartları na uygun olmaktan bir hayli uzaktır. M i l l i şuurun ortaya ç ı kışı da m i l letler aras ı nda fa rklı b i r sey ir göstermiştir . Bazı m i lletlerde m illi şuurun i l k belirti leri çok eski de­ virlere kadar ç ı kabilir. M i l letierin bir çoğunda ise bu şuur zaman ba­ k ı m ı ndan çok yen i d i r. Hfts ı l ı , mil let hayatında m i l li şuu run çok önemli bir yeri vard ı r.


14

TÜRKIYEN IN B U G ÜNKÜ M ESELELERI

Onun için yukarıda yaptı!)ımız m il let tarifini biraz daha genişleterek burada şu şekilde tekrarlayabi l iriz : M i l let, kültür unsurları ile bir­ biri n e ba!) lanan ve bunun şuuruna varan fertlerin meydana getirdi!)i toplu l u ktur. Gerçekten terd in m i l let hal ine gelmesi m i l li şuura ulaş­ mas ı , terdin ve cem iyetin m i l li şuura ulaşması m i l let oldu!)unun far­ kına varması demektir. M i l let m i l li şuuru olan kavim demektir. Onun içindi r ki m i l let hayat ı n ı n teme l i , kültürle beraber ve onun tamamla­ yıcısı olarak , milli şuurdur. Hatta m i l l i şuur da b ir bakıma b i r kültür unsurudur. Ferdin ve cem iyetin d ü nya görüşünün bir parçası olarak, bir tutum ve zihniyeti o larak kültür unsurları arasında yer a l ı r. M illi şuurdan mahrum b i r m i l let varl ı !) ı , ham b i r meyva durumunda oldu­ !)u g i b i , mil let hayatın ın devam etmesi için de m i l li şuurun daima canl ı ve uyan ı k tutulması şartt ı r. Mi l l i şuuru gevşeyen ve çöken bir cemiyet ç ü rük b i r meyva g i b i perişan olup g ider. Kısacas ı , m i llet mi lli şuuru olan cemiyet, milli şuur ise m i l li kü ltüre sahip ç ıkmak de­ mekt i r. M i lleti ku ran kültü r unsurları tabii oldu!)u gibi, m i l letin bu şe­ kilde m i l let haline gelmesi, yani kültür u nsurları nın tamamlanması ve m i l l i şuurun teşekkü l ü de i nsan cemiyetlerinde tabii bir gel işme neticesinde ortaya çıkmışt ı r. Hatta bu tabii gel işme ça!)lar boyunca bir yandan din hakimiyetine mukavemet etm iş ve onu aşmış, b i r yandan da siyasi baskıların tazyikinden süzülüp çı kmasını bil miştir. öyle ki m i l lete kend isinden küçük olan boylar ve kavimler mücade­ lesinden geçild i!)i gibi, kendisinden daha geniş b i r topl u l u k olan im­ paratorlukların küçü lmesinden de geç il m işti r . Yani m i l let, hem kü­ çü kten b üyüğe g iden, hem d e fazla büyüyenden geriye ve asıla dö­ nüşü temsil eden tabii b i r gelişmenin neticesinde u l aşı l an en son ve en m ütekam i l insan cemiyetid ir . Hü lasa m i l let, var l ı !) ı da gelişmesi de tabii olan en büyük insan cem iyetldir. Aile en küçük, m i l let en büyük tabii cemiyett i r. Aile fer­ di akrabalı kları n, m i l let sosya l akraba l ı kların teşkil ettiği b i r l i ktir.

DICER TABII CEMIYETLER Bu cem iyet ler de tab ii o larak , kend i l i!)inden teşekkül etmişler­ d i r. Aynı zamanda sosyal b ütü nleşme de bu cemiyetlerde vard ı r. Ya-


TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

15

n i bu cemiyetleri teşkil eden fertler arası nda da tabii olan sosyal akrabal ı k bağ ları , bi rleştirici kültür unsurları mevcuttur. Yalnız bunlarda d iğer iki tab ii cemiyete, aileye ve m i l lete, b i l­ hassa m i l lete nazaran tabii bağlarda, kü ltü r unsurlarında eks i k l i kler ve farkl ı l ı klar vardır. Bu ayrı l ı kları üç nokta etrafı nda toplayab i l i riz : M i l li şuurun teşekkül etmemiş oiması, kab ile ve kavim şuurunun da devam etmesi, bazı kültür unsurlarının noksanl ı ğ ı . B u cemiyetler üç çeşitti r : 1.

AILE ILE MILLET ARASINDAKI CEMIYETLE R

Bunlar, yukarıda da gördüğümüz, m i lletin oluş devresindeki i l k şek i l lerid i r. Milletten önceki aşiretler, kab ileler, boylar ve kavimlerdir. Bunlar m i l letin ham maddeleri d u rumundad ı r. Bun larda tabii kültür unsurları nın meydana geti rd iğ i mensubiyet duygusu vard ı r. Fakat bu mensubiyet duygusu kademe kademe sınırl ı d ı r ve m i l li şuura ulaşıl­ mamı şt ı r. Ayrıca kültür unsurları da tam gelişmiş değ ildir. Ya asgari bağlayıcı ölçüsünded ir veya m i l let seviyesi ndeki olgunluk ve geniş­ l i kten d erece derece daha küçü k b i r kültür varl ı ğ ı hAl indedi r . 2.

MILLETIN IÇINDEKi DAHA KÜÇÜK CEMIYETLER

Bunlar m i l letin parçaları d ı r . Aynı zamanda m i l letten önceki ce­ m iyetlerin mil let içindeki devamları d ı r. Bu cemiyetlerde milli şuur te­ şekkül etm iştir. Fakat kendileri de dağ ı l mamışlar, daha önceki men­ subiyet duyguları ve kavim , kabil e şu urları da devam etmektedir. Zi­ ra kültür unsu rları n ı n teferruatında m i l leti teşki l eden diğer kavim­ lerden fark l ı bazı dei)işikli kler gel işm iştir. Kısacası bunlar m i l li şah­ siyelin içinde kendi şahsiyetlerini de koruyan kavim ler, boylar, kabi­ leler ve aşiretlerdir. Yan i m i lletin büyük, küçük bölümleri, kısımları ve d i l i m leridi r. 3.

CEMAATLER

Bunlar mil letin siyasi veys coğrafi bakımdan uzak düşmüş fi­ ziki parçalarıd ı r. Cemaatler bulundukları yerde ya b i r m i l leti n için­ de bu lunurlar (ki bu takdi rde ekall iyet teşkil ederler : her memleket­ teki ekal l iyetler g ibi), ya başka cemaat veya cemaatler!e müşterek yaşarlar (Kıbrıstaki Türk ve Rum cemaatları g ibi) veya hakim b i r cemaat olarak ayrı devletler kurarlar (Ingiliz m i l letinden kopmuş Ka­ nada, Rodezya v.s. parçalar gibi) . Bu sonun cular aynı zamanda, bi-


TÜRK IYENI N BUG Ü N K Ü MESELELERI

raz aşa(Jıda görece(Jimiz g öç cemiyetlerine dahi ld irler ve bir bakıma onların şartları nı taşı rlar. Cemaatler m i lletin fiziki parçaları oldu(Ju için k ü ltür ve şuur ba­ k ı m ı ndan esas milletten farksızdı rlar. Yalnız ayrı yaşama, ayrı co(J­ rafya ve ayrı kader g ib i bazı küçük kültür farkları taşı rlar. Bu farklar g öç cemiyetlerinde zamanla gelişerek ayrı ve ana cemiyetten kopuk yen i cemiyetler meydana getirebi l i rler.

SUN'İ

C EMİY E TLER

Bunlar , aralarında tabii bağ lar olmayan, m üşterek kültür unsur­ ları b u l unmayan veya yetersiz kü ltür unsurları na dayanan fertlerden, cemaatlerden ve milletlerden kurulu , karışı k, tesadüfi, iğreti, zoraki , suni veya i radi cemiyetlerd i r. Ası l cemiyetler olan tabii cemiyetie­ rin yanında bunlar ikinci derecedeki cemiyetlerdi r. Bu cemiyetlerin vasıflarını şu noktalar etrafında toplayabilirlz. 1. M üşterek kültür unsurları ya yoktur veya yetersizdir. Onun için sosyal b ütün leşmeleri tam de!)i ld i r, ya hiç yoktur veya zayıftır. 2. Karışıktırlar. Ya vasıfsız, gelişi g üzel fertlerden veya ayrı cilmaatlerden ve milletlerden kurulmuşlard ı r.

3. Tabii bir kümelenmeye değ i l , bir y ı ğ ı l maya dayanı rlar. Onun için yekpl'ıre b ir kütle de!) i l , b i r y ı (J ı n manzarası a rzederler.

4. Bir kısmı mevcut eski ayrı kü ltü rlere dayanmaya devam ederken, b ir kısmı yen i b i r k ü ltür terkibi yaratmak gayretinded i r. Bir kısmı ise mevcut b ir kültürün başka b i r vatandaki parçası durumun­ dadır. 5. TarihT ve siyasi tesadüflerin, zorlamaların , baskı ların veya sun'i, i radi gayretierin neticesinde teşekkül etm işlerdi r. Ya istilA ve işgallerin, ya göçlerin, ya d i ni yay ıl maları n, ya geepo l itik d u rumların veya iradi gayretierin neticesidirler. 8.

Hepsi tabii cemiyatiere nazaran iOreti ve suni cemiyetıer-


TÜRK IYENIN BUGÜNKÜ M ESELELERI

"'

17

d i r. Ancak bazı larında bu iğret i l i k ve zorakil i k çok belirlidir, bazı ların­ da ise tabii cemiyatiere yaklaşan bir sağ lam l ı k var gibidir. Bu ikin­ c i ler hususi tari hi, co� rafi ve b i lhassa maddi şartlardan faydalanmak­ tad ı r la r. 7. I radi küçük cemiyetler hariç, hemen hepsi siyasi konjonktüre ve devletler hegemonyasına dayanmaktad ı r. 8. Tabiatieri icabı olarak suni cemiyatıerin aralarında büyük farklar vard ı r. Bazısı tam manasiyle suni b i r cemiyet manzerası a r­ zederken bazısı tabii cemiyatıere çok yaklaşarak adeta suni cemi­ yetl e tabii cemiyet arası nda b i r yer işgal eder. Işte başl ıca hususiyatleri böyle o lan suni cemiyetler kendi ara­ larında şu çeşitlere ayrı l ı rlar : 1 . camialar, 2. kar ışık cemiyetler, 3. i radi cemiyetler.

CAMIALAR

Bunlir da üç ça�itti r : lmparatorlu kl ar, dini cam ialar, siyast ca­ mialar. IMPARATORLUKLAR

Ayrı ayrı kavim lerden, m i l letlerden ve vatanlardan meydana ge­ l i rler. En suni cem iyetlerd i r. Fertleri arasında hiç b i r kültür ba� ı yok­ tur. K ü ltür unsurları sıfı rd ı r. Bunlarda b i r kavim veya m i l let di�erle­ rini zapt ve işgal suretiyle tahakkümü altına almışt ı r ve öyle idare ed i l i r. Bir kavim veya mi l let efendi, d iğerleri esirdir. Bu cemiyetie­ rin temel i emperyal izmdi r. Siyasi, i ktisadi, sosyal ve kültü rel sömü r­ meye dayan ı r. Eski devirlerde imparatorluklarda bazen fütuhat ön planda, sömürme ise yok denecek d u rumda bu lunab i l i rd i (Osmanlı lm paratorlu�unda olduğu g ibi). Fakat bu nadirdir ve diğer impara­ torl uklar hep söm ürgeci camialard ı r. Bugün imparatorluk cemiyeti­ n i n baş lıca mümessili Sovyetler Birli�idir. Imparatorluk devrinin bit­ ti�i m i l letler çağ ı nda bu Sovyet camiası i nsan cemiyetlerinin tarihi ve sosyal tekamü l ü i l e ters d üşen çok şaş ı rtıcı ve ibret verici bir manzara teşkil etmektedi r ve tabi i yalnız zorbalığa , tahakküme, söo­ m ü rmeye ve z ulme dayanmaktadı r.


TURKIVENiN BUG Ü N K Ü M ESELELERI

1il DINI CAMIALAR

Tek bir kültür unsuruna, yani d i ne dayanan toplu l uklard ı r. Din tabil bugün artık te k başına sosyal bütünleşmeyi sağlayacak bir u n su r değildir. O nun için d ini camialar su ni y ı ğ ı nlar olmaktan ileri g i dememektedi rler. Bunlar bir devlet içinde de olabilirler (Doğu ve Batı Pakistandan kurulu eski Pakistan gibi ve umum iyetle Pakis­ tan ve Bengaldeş g ibi), ayrı m i l letleri de içine alabilirler (Islam ca­ m iası, Hıristiyan camiası gibi). SIYASI CAMIALAR

Ayrı ayrı cemaatlerin, kavimlerin veya m i llet parçalarının tek b i r memlekette teşkil etti ğ i topl uluklard ı r . Siyasi coğrafyanın, tarihi şartların mahsulüd ürler . Bünyeleri umumiyetle federasyona müsait­ tir. Ayrı kültürleri yan yana yaşat ı rlar. Bir ortak yaşama hali içinde bulunurlar. ısviçre, Yugoslavya, K ı brıs gibi.

KARIŞIK CEMIYETLER

Karı ş ı k cemiyetleri bugün şu üç tipe ayırmak m ümkündür : göç cemiyetleri, yer li cemiyetler, coğrafya cemiyetlliri. Göç cemiyetleri

Bunlar da tam karı ş ı k göç cemiyetleri ve az karışık g öç cemiyet­ leri olmak üzere ik i tiptirler. Tam karışık göç cemiyetleri göç ile ge­ lenlerin karış ı k olması, değ işik m i l letiere mensup olması demektir. Az karışık göç cemiyetlerinde ise ya g elenler umumiyetle b i r veya i ki ası llıdır ve bunlar başlangıçta cemaat durumundadı rlar veya da­ ha çok yerli kavimlerle karışmışlard ı r. Amerika, Kanada , G üney Afri­ ka, Avustralya, Orta ve G üney Amerika cemiyetleri hep böyle çok veya az karışık göç cemiyetleridi r. Medeniyet bakı m ı ndan göç cemiyetlerinin b i r kısmı çok gelişmiş, çok i lerlemiş cemiyetlerdir; bir kısmı ise az gelişmiş, i leri olmayan cemiyetlerd i r. Bu i leri l i k ve geril i kte tabii zenginlikler, tari hi, coğra­ fi ve sosyal hususi şartlar, göç kaynağ ına dayanan dinamik kuvvet başlıca rol leri oynamışlard ı r.


TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü MESELı:LEAi

I leri göç cem iyetlerinin başında Amerika gel i r. Onu Kanada, G ü­ ney Afrika, Avustralya v.s . gibi cemiyetler takip eder. Bu nların ara­ sı nda Amerikan ın çok müstesna b i r yeri vard ı r. Amerika tabi zen­ g i n l iklerle dolu çok geniş ve bereketli topraklar, ka labalı k nüfus , ge­ n i ş iç pazarlar, i leri sanayi hamleleri, göç kaynağ ı gelişmiş d inam i k kütleler v e elverişli coğrafya dolayısiyle bütün dü nyanin teknoloj i k seviyesi e n yü ksek esrn iyeti haline gelmiştir. Amerika göçlerfe teşekkü l eden ve menşe bakı m ı ndan ayrı fert­ lerin, ai lelerin, grupların teşki l ettiği tam karışık yeni ve çok t ipik bir cemiyettir . Ferdi karışma i le bütün memlekette yan yana ayrı ce­ maatler ve kavi m ler yerine, adeta bir kül teşkil edilmiştir. Böylece yen i b i r terkip doğmuştur. Tek b i r ü lke vardı r. Tarihi ve sosyal şart­ lar terkibi teşvik etmişti r. Fertler uzak b i r kıtada, yeni bir d ünya kurmakla karşı karşıya kalm ı şlard ı r. N üfusun hakim unsurlar ı n ı n d i l i ortak b i r d i l olarak bütün cemiyeti kaplamıştır. Ayrıca dilin yanın­ da maddi medeniyetin, kuvvetli teknoloj inin yaratt ı ğ ı yeni b i r hayat tarzı bütün ülkeye o rtak b i r unsur olarak yay ı lm ıştı r. Kısa da olsa bi rleştirici müşterek bir tari h de teşekkül etmiştir. Sanat ve d iğer sahalarda da birleştirici yeni bir kültüre gidiş vard ı r. Ferdi telakki:. ler ve kol lektif şuur kuvvetli b i r mensubiyet duygusu yaratma yolun­ dad ı r. M i l li şuur tam olmasa bile mem leket şuuru teşekkül etm iştir. Hü lasa sosyal bütün leşme tabii cemiyetlerdeki kadar tam olmamakla beraber, ona yaklaşmaktad ır. Daha çok fertleri n yü ksek hayat sevi­ yesine, ferdi refaha, terd in önemine dayanan b i r cemiyet muvazene­ si kuru l m uştu r. Bu cemiyet ferdi refah , yü ksek hayat seviyesi ve eri­ şi l ma m i ş konforda birleşen fertlerin teşkil ettiği muazzam bir ş i r­ kete benzer. Fakat sosyal bütünleşme tam olmad ı ğ ı , müşterek kül­ tür unsu rları m i l letlerdeki kadar sağlam bulunmad ı ğ ı , milli bir cem i­ yet yerine ferdi b i r cemiyet manzarası arzettiğ i için karış ı k bir top­ luluğun bütün sıkıntılarını, bu hranlar ı n ı , hastalı klarını bünyesinde ta­ şı maktad ı r. Cemiyet, kudreti i le bu zaafları gölgeleyebilmektedi r. Fa­ kat her h alde bu tip cemiyetler henüz son sözü söylenmamiş cemi­ yetlerd i r.

Yerli cemiyetler Bunlar yerl i ve eskiden kalma , d inamik ol mayan karı ş ı k cemiyet­ lerd i r. Tari ht, sosyal ve kültüre l karı ş ı klığın bütün talihsizli klerini bü n-


TÜRKiYENiN B U GÜ N K Ü M ESELELERI

20

yelerinde taşı rlar. Medeni seviyeleri düşük, fak i r ve perişandırlar. Göç cemiyetlerindaki yeni terkip gelişmeleri bunl arda yoktur. Sos­ yal b ütünleşm e ve kollektif şuur da o nisbette zayıftır. Gelişmiş kül­ tü rleri yok de!}ildir, fakat karışı ktır. ( Hindistan ve d i!}er bazı Asya ce­ miyetleri gibi ).

Coğrafya cemiyetleri

Bunlar iptidai karı ş ı k cemiyetlerd i r. Kü ltürleri gelişmemiştir. Umumiyetle henüz kabi le devri içindedirler. Müşterek gelişmiş b i r kültür, sosyal bütünleşme v e m i l l i ş u u r bahis konusu de!}ildir. Siyasi ve tarihi inkişaf bunları hazır l ı ksız o rtaya ç ı karm ı ş g ibidir. Bu cemi­ yetlerde bugün için fertleri ba!} layan başlıca unsur co!}rafi b i rliktir. Ikinci D ünya Harbinden sonra ortaya çı kan bir çok Afrika devleti böy­ le cemiyatıerin örnekleridi r.

IRADI CEMIYETLER

Bunlar, mahalli, milli veya milletlerarası sun'i o rganizasyonlar­ d ı r. Dernekler, klüpler, parti ler, teşki latlar, birlikler v.s. böyle cemi­ yetlerd i r. Bunları n bariz vasfı i rade i le, insan e l i ile, anlaşma ve söz­ leşme ile kuru lmaları d ı r. Daha çok maddi veya manevi menfaat ve meşgale birlikleridir. Mahalli ve milli olanlarında birlik daha sağlam, milletlerarası olanlard a daha sun'i ve gevşektir. Bunların lüzumun­ dan fazla inkişafı ve kuwetlenmesi daima milli cemiyetin, m i lletin aleyhined i r. M il li olması lazım gelenlerin, derneklerin, klüplerin , par­ tilerin mil letlerarası hale gelmesi ise m i l let hayatı için üzerinde has­ sasiyetle d u rulması gereken b i r noktadı r. Cemiyet-i A kvam, Birleşmiş M i lletler teşkilatı, Avrupa Birliği g i bi organizasyonlar bu iradi cemi­ yatıerin m i lletlerarası sı nıfını teşki l ederler. Mahalli ve milli sun'i cemiyetler gibi m illetlerarası sun'i cemiyetlerin de m i l let ile o lan mü­ nasebetlerinin d i kkatle ayarlanması m i l let d ediğimiz insan cemiyeti ıçın hayati bir zaru rettir. Zira onlardaki fazla gelişme daima mi llet adlı cemiyetın temelle rini sarsar.


TÜRKIYEN IN BUGÜN K Ü MESELELERI

21

EN YüKSEK CEMİYET VE KÜLTÜR Bütün bu yukarıdan beri söylediklerimizden çı kan netlee �udur : I nsan cemiyetlerinin en mütek�mili, en sağlamı, en gerçeği ve en bü­ yüğü millettir. M i l lete bu vasfı n ı veren, onu bu yapıya kavuşturan şey i se kü ltürdür, kültür unsurları d ı r. Kültür varl ı ğ ı n ı n iki cephesi vardı r. Bunlardan biri davranış, di­ ğeri o rtaya çıkan şekildir. Biri saik, öbürü netice; biri yaratma, d iğe­ ri eserd ir. Biri m i l li tav ı r, ikincisi m i l l i mahsuldür. Yani kültür m i l li davranışın ortaya koyduğu değerlerdir. Kültürde m i l li davranış, ta­ v ı r, tutum esas olduğu g ibi, ortaya bütün b iyolojik, sosyal ve ruhi i h­ tiyaçları kaplayan değerler manzumesinin çıkması ve şumullenmasi de şartt ı r. KOLTORON MAHIYETI V! VASlFLARI

Kültürü daha iyi kavramak için onun mahiyetin i ve vasıfları nı maddeler halinde şöyle tasbit edeb i liriz : MILLILIK

Kültür mi llidir. Har milletin bir kültürü vard ı r. Yer yüzün­ de m i lletiere göre ayrı ayrı kültürler mevcuttur. Ayrı ayrı m i lletiere mensup fertleri veya ayrı ayrı kavimleri ve m i l letleri içine alan b i r kültür yoktur. Bu sebeple batı kültürü, d o ğ u kültürü, hiristiyan kül­ türü, islAm kültürü, hümanist kültür, sosyalit kültür, ziraat kültürü, sanay i kültürü , a k ı lcı kültür, hayalci kültür gibi kullanışiarın hiç bir i lmi değeri yoktur. Din bir kültür değeri olduğu için, b u unsur bakı­ m ı ndan bel irli bir yak ı n l ı k ifade etmek üzere kullanı lan lsl�m kültürü , hiristiyan kültürü gibi tabirler ancak tek cepheli b i r mfına taşı rlar. Umumi bilginin veya gelişigüzel, ren ksiz ve vasıfsız fikir veya sa­ nat faaliyetlerinin asıl kültürle karışt ı n lmaması gerekir. Bu karış ı k l ı ğ ı önlemek i ç i n ç o k defa asıl kültüre m i l l i kültür denilmektedir. Aslın­ d a kültü r zaten m i lli olduğu için buna lüzum yoktur. Fakat bilmeye­ rek veya bilerek ve kasden bu i ki kullanış birbirine karıştı n l d ı ğ ı için milli k ü ltür tabiri umumiyetle b i r kurtuluş yolu o lmaktadı r. Kültürden ayrı veya kültürün üstünde bir k ü ltür yoktur. Kozmopolit kültür de­ nen şey bir kültür değil, kültürsüzlüktür; kültürün yokl uğunu ifade 1.


TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

22

eder. K ü ltür bir m i l leti m i l let yapan , m i llet ad ı n ı verd iğimiz insan cemiyetini kuran bir varlıktır. Bu varl ı ğ ı n unsurları, dediğimiz g ib i : d i l , örf ve Metler, d ü nya g örüşü, din, san'at tari h ve milli şuurdur. • .

ORIJINALLIK 2. Kültür orij inaldir. K ü ltür davranış ve şeki l, yaratma ve eser olduğu için b i r kerre ortaya ç ı kan mahsul o yaratma ve davra­ n ı ş ı n damgasını taşı r. Ayrıca yaratma ve davran ı ş zaten mil lidir. De­ mek ki kültür cemiyetin kendi tabiatine, kendi yeratıl ışına bağ l ı d ı r . Temelinde m i l l i benlik, m i l l i kabi liyet, milli istikamet v e tarz, milli hususiyat yatar. Başka kültürün eserlerini tak lit h iç bir yaratma ifa­ de etmez ve cemiyete veya kültüre bir şey kazand ı rmaz. Orijinal ve yaratıcı olmak ancak kendi k ü ltürü içinde kalmak ve ondan hareket etmekle kabild ir. Beynelmilel d i l , beynelmilel san'at v.s. yoktur; m i l­ li d i l , milli san'at v.s. ; m il li d i l ler, m illi san'atlar v.s . vard ı r. Kültür şahsiyetsizlik değil, şahsiyetli olmanı n ta kendisidir. Bu bakımdan kültür b i r milletin karakteristiğidir, hatta karakteridir d iyeb i l i riz.

TABIILIK VE CANLillK

3. Kültür tabii ve canlı bir varlıktır. Cemiyetin tabialinden doğar, tabii bir şekilde yaşar ve gelişir. Fertlerin gelişigüzel, keyfi m ü dahalelerine elverişli değildir. Kendisine mahsus b i r takı m ka.. nunları, kendisine mahsus b i r nizarnı vardı r. Bu nizama uymayan dış m üdahaleler daima kültürün s ı h hatini tehdit eder; gelişmesini, vazi­ fe g örmesini, varl ı ğ ı n ı g ü çleştirir ve tehlikeye sokar. Kültürün tabia­ tine aykırı hareketler karşısı nda kü ltür daima b i r reaksiyon gösterir. Reaksiyon kültürün aksaması ve o kültürün kurduğu cemiyette h u­ zursuzluk ve buhranların baş göstermesi şeklinde tezahür eder.

Kültür aynı zamanda canlı bir varl ı ktır. Daima serpi lip gelişen, dal budak salan u l u bir ağaç, d u rmadan akıp g iden b i r nehir gibid i r. K ü lt ü r b i r kenarda d u ran b i r şey değ i l , her zaman geçerli ve yürürlük­ te olan, hayata karışan , hayattan kopmayan, hayatı n kendisi olan, fer­ di ve cemiyeti yapan, yoğu ran ve idare eden b i r varl ı kt ı r. DEVAMLillK

4.

K ültür devam lı ve tarihid ir. Kültürün devam l ı l ı k ve tarihi· l i k vasfı vard ı r. Kesinti ve fasıla kabul etmez . Birbirini takip eden tB"


TÜRKIYEN I N BUGÜNKÜ M ESELELERI

23

zahürler manzumesi, birb irine eklenen halkalardan örü l ü bir zincir­ d i r. Bugünün veya bıçakla kesi len b ir anın eseri de� i l d i r . Tarihi seyri vard ı r. Bugünü g i b i , geleceği de bu tarihi seyi rle sıkı sı kıya ba� l ı­ d ı r. O n u n reng ini bütün öm rü , bütün tari hi hayatı verir. O nun iç in kültürün tarihi gel işmesi tab iatinin, tabii varl ı ğ ı v e ca nlı varlığ ının b i r icabı ol arak d aima esas teşkil eder. K ü ltür unsurları birdenbire ne gökten ine r, ne yerden bite r. B i r tekAm ü l ü n ifadesidi r, neticesi­ d i r, çizg isid i r. Mese la d i l unsurunun, san'at unsurunun bugünkü du­ rumu kendi kollarındaki gel işme zincirinin bugünkü halkal arı d ı r, öyle o lmak zorundadı r. MÜŞTEREKLIK 5. K ültür cem iyetin müşterek m a l ı d ı r. Fertlerin veya zümre­ lerin hususi malları g i bi muamele göremez. Kü ltür müşterek vatan­ d ı r. Kü ltür yalnız bugünkü cemiyetin d eğ i l , geçmişteki cemiyeti n de, gelecekteki cemiyetin de m üşterek m a l ı d ı r. Bugünün fertleri ve ce­ miyetleri onun b i r ecdat ve torunlar malı da oldu�unu düşünmek; geçmiş, bugünkü ve gelecek nesil lerin onun üzeri ndeki hakkı n ı gözet­ mek mecbu riyetindedirler. Kü ltür m i l li ve sosyal müesseseler toplu­ l uğudur.

ŞÜMULLÜLÜK VE SI RAYET 6. Kültür şumu l l ü ve sarid i r. Bütün mi lli cemiyet yap ısına ve fertlere müessir o l u r. Yalnız bazı fertlerde veya gruplarda görülen davranış ve değerler kültür unsuru olamazlar . K ü ltür tecrit kabul etmez, dolayısiyle otomatik si reyeti olmayan zorlamalar kültür çerçe­ vesine g i rmez. B i r cemiyete zorla b ir d i l , b ir adet, bir sanat, b i r tu­ tum, yerleştiri lemez. Yerleştirild iğ i zaman da o cem iyet kalmaz.

ÖZÜN DEGIŞMEZLIGI

Kültürün özü değiştiri lemez. Kültür toptan terk ed i l i p yeri­ ne başka bir k ültür konulaiıı az. Bir kültür de, bir cemiyet de yok edi­ leb i l i r. Ama bir kültürün özü ve bütünü başka kü ltüre dönüştürüle­ mez. Dönüştü rüldüğü takdi rde art ı k o cemiyetten eser kalmaz. N ite­ kim 1 0. asra kadar b i r Tü rk kavmi olan Bulgarlar, o tari hten sonra kültürleri değişince slavlaşm ışlard ı r. Kü ltür önce m i l l i ve orijinal b i r tav ı rd ı r. B u tavı r tabiid i r v e insanlara, cemiyete sun'i b i r şekilde 7.


TÜRKIYENIN B UG Ü N K Ü M ESELELERI

24

veri lemez. Kültür bir cemiyetin yaratma tarzına ba{l l ı d ı r. Yaratma tar­ zı n ı n de{lişmeyeceği ise tabiid i r. Ancak kültürün teferruatında aynı cemiyette bazı de{lişmeler olab i l i r ve kültürün canlı varl ı ğ ı n ı n icabı o larak b u çok tabiid i r de. KOLTORON DERECELERI 8. Kültür unsurları arasında büyüklük küçüklük, önem l i l i k önem­ sizlik, kuvvetlilik zayıfl ı k, ası l olmak tali olmak bakı m ı ndan derece farkları mevcuttur. Kültürün asıl u nsurları , ikinci derecedeki unsur­ ları, cemiyette hissed i l i r b i r tesirleri o lmayan çok basit unsurları var­ d ı r. Ası l unsurlar yukarıda saydı klarımızdır. Bunların yanı nda bir cemiyette ikinci üçüncü derecede sayısız kültür unsurları bulunur: kıyafetten en küçük Adetlere kadar. Değişmeler de b ilhassa bu ta li u nsurların şekle ait olanlarında görü l ü r. KOLTOR DEcliŞMELERI 9. Kü ltür değ işmeleri iki türlüdür : Serbest kültür değişmeler!, mecburT kültür değişmeleri. Serbest kültür de{lişmeleri kültürlerin birbirleriyle temasları n ı n neticesinde ortaya çıka r. Zamanla, kendi l i­ ğ inden ve sarsıntısız gerçekleşir. Mecburi kültür değişmelerinde zor­ lama, zaman sıkışık l ı ğ ı ve sun'ilik vard ı r. Onun için bu tip değiş­ meler cemiyette sonu meçhu l sarsıntı l a r meydana getirir. Bu sarsın­ t ı lar tali unsurlardan ası l unsurlara kaydı kça büyür. KOLTORON ÇEŞinERI 1 0. Kültür bir cemiyetin hayat tezah ürleri olarak tabii yaşama i htiyaçlarından do!}muş, onlara çare bulma tarzları olara k ortaya ç ı k... m ı ştı r. Insan o{llunun b iyoloj ik, sosyal ve ruhi olmak üzere üç türlü i htiyacı vard ı r. Biyoloj i k i htiyacı barı nma ve beslenmedi r. Bunun için meskenler kurmuş , yiyecek içecekler bulmuş ve yapmıştır: ev, yemek v.s. gibi . Bu ihtiyaç tabii her cemiyette vard ı r, fakat b u i htiyacı karşı­ larken her cemiyet ayrı şekiller bulmuş ve geliştirm iştir , ki kültür de bud u r. Sosyal ihtiyacını ise i nsan oğlu bir tak ı m n izamlarla g iderrneğe çalışmış, kendisine mahsus b i r tak ı m örf ve adetler, kaideler, teşki lat­ lar yaratmıştı r. Ruhi i htiyaçlarını da bir yandan iman ve inanışlarla tanzim etmiş, bir yandan da san'at eserleriyle gidermişt i r. Işte biyo­ loj ik, sosyal ve ruhi i htiyaçlar için cemiyette b i r sürü kültür unsurları,


TÜRKIYENIN BUGÜNKÜ MESELELEAI

25

de�erleri, eserleri o rtaya ç ı km ı şt ı r. Bu kü ltür unsurların ı n maddi olan­ larına mddi kültür unsurları, mAnevi olanları na m anevi kültür u nsur­ ları denir. Kültür de�işmeleri maddi unsurlarda daha çok görü l ü r ve daha kolay o lur. KOL TOR GELIŞMESI 1 1 . Kü ltür umum iyetle bir yaratma, do�uş ve başlangıç safha­ sında kalmaz . Ancak bazı cemiyetler güç şartlar dolayısıyle ömür­ lerin i yalnız b iyoloj i k i htiyaçları nı g iderrneğe hasredebilirler. Böyle cemiyetler kültür bakımından i ptidai b i r d u rumda kal ı r, sosyal ve ruhi sahalarda bir k ü ltü r varlığı geliştiremezler. M ütekAmil kültürler her üç sahada da gel işme imkanları bulan cemiyatierin meydana getird i � i ç o k yön lü manzumelerdir. AHENK VE BOTONLOK

Kültür ahenkli b i r bütündür. Bir m i l li cemiyette asıl u nsur­ ları n ı n tamam ı n ı n bulunması şarttı r. D i lsiz, örf ve adetsiz, dünya gö­ rüşsüz, d insiz, san'atsız, tari hsiz, m i l li şuursuz bir m i l let olmaz. Ayrı­ ca bunlardan b i r veya bir kaçı olmayan m i l let de ol maz. öte yandan bu unsurla r arasındaki denge ve ahenk de m i l let hayatı için çok mü­ h i m d i r. Birindeki aşırı l ı k veya zayıfl ı k öbürlerine zarar verir. Hepsi ye­ rinde, yeterince ve ahenkli b i r şekilde işlemelidir ki cemiyet · bü nye­ sinde sarsıntı lar ve boşluklar meydana gelmesin. K ültür parçalanamaz, bölünemez ve her unsuru kend i ölçüsünde vazife görerek onun aksa­ madan işlemesine yardımcı o l u r, birbiriyle irtibat l ı d ı r. Ayrı ca m i l li k ü l­ tür deı:Jerlerinin karakterleri de b irbirlerine benzer, birbirlerine zıt ol­ maz . Hepsi muvazene li b i r paralell i k içinde bulunurlar. 1 2.

AKRABALIK VE BENZERLIKLER 1 3. Yer yüzünde ne kadar m i l let varsa o kadar da kültür vard ı r. Fakat m i l letler gibi kü ltürler arasında da gurup gurup akrabal ıklar gö­ rü l ü r. Akraba kü ltürler arasında a l ı ş veriş daha kolay olur. Fakat a k­ raba olmayan kü ltürler arasında da m ü nasebet her zaman görülebilir ve bir takım öze inmeyen temas ve alış verişler yapılabilir. Kü ltür, kü ltür mü nasebetlerine ve zararsız alış verişlere her zaman elverişli­ d i r. Ayrı cemiyatiere ait de olsalar i nsan eseri olarak kültürler ara• sında bir tak ı m benzerli kler daima bulunab i l i r ve bu benzerlikler tak-


T Ü RKIYEN IN BUG ÜNKÜ MESELELERI

26

l i t ve özentiyi de teşvik ederek bazı kültür değ işmelerine yol açabi­ lirler. Benzerlikler bilhassa kültürün din unsuru sahas ı nda, din m i l­ letler arası oldu{Ju için , daha belirli b i r manzara arz eder. KÜLTÜR VE MEDENIYET 1 4. Kültür ile meden iyet arasında fa rk vard ı r . Medeniyet fer· di b i l g i lere, tecessüse, i l im ve tekniğe dayanan, konforu ve yaşama . i m ka.nlarını arttı rmayı hedef alan, m i l li rengi ol mayan faal iyet ve eser­ lerd i r. K ü ltür duygulardan, medeniyet bilgilerden mürekkeptir. Mede­ n iyelin milliyeti yoktur. Akl ı n ve ilmin doğurduğu b i r b i rikimdir. Hatta teknikt i r, tek niğin gerektirdiği m üesseselerin bütünüdür, . kı saca tek­ noloj i d i r de d iyeb i l iriz . Fakat medeniyet ile kültürün birbi rlerine kar­ ş ı l ı klı tesi rleri de yok değ i ld i r. Kü ltür yarattığı insan unsuruyla mede­ niyelin gel işmesine ve i l erlemesine tesir ettiği gibi, medeniyet de kültür değerlerinin şekil lenmesinde ve değişmesinde rol oynayabi l i r. B i r kerre maddi kültürün medaniyetle yakı ndan i lg isi vard ı r. Manevi kü ltürün gel işmesinde, tutum ve telakkiler v.s . 'de de maddi . ve i ktisa­ dT hayatı n belirli tesirleri görü l ü r. Medeniyelin sağlad ı ğ ı yeni konforlu yü ksek hayat seviyesi her yerde kültürü n b i lhassa d ü nya görüşü, fer­ di tutum ve davran ışlar unsurunda, d in unsurun d a büyük değ işikli kler meydana geti rmişt i r. Mesela d i n unsuru bütün dü nyada eski şum u l l ü mevki i n i kaybetmiş , iman v e inan ışlar sahasına itilm iştir. Eskiden dinde bulduğu bir çok sosya l ve psikoloj i k çareyi bugünün insanı art ı k i l i mde, fende, teknoloj ide bulduğunu sanm aktad ı r. Sonra Amerikan cem iyetinde olduğu g i b i yü ksek maddi gel işme, kültür unsurlarının meydana getird iği sosyal bütünleşmeyi bir dereceye kadar sağlar g i­ bi görünmekte ve kültü r ayrı l ı ğ ı n ı n boşluğunu , tam olmasa da bir de­ receye kadar doldurmaya yaramaktad ı r. Serbest kültür değişmelerin­ de medeniyetin, medeni hayat tarzı nın tesirleri her zaman açı kça gö­ rü l ü r. Mecburi kültür değişmelerinde de medeniyete ayak uydurma end işesi büyük rol oyn ar.

Kü ltürün unsurları a rasında ahenk bu lunur, meden iyette bu o l­ maz. Kültür önce gelir; medeniyet sonradan ortaya çı kar, b i r neticedi r. Medeniyet kültürün üzerine otu rur . Medeni gelişme neticesinde bir yerde kültür i le meden iyet birleşir.


TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

27

KÜLTÜR ÜN INTIKALI 15. Kültür, varl ı ğ ı n ı nesi lden nesile intikale borçludur. Kü ltü­ rün nesi lden nesile geçmesi, böylece devamı ve yaşaması kültür ta­ şıyıcı eserler, terbiye ve öğretim yolu ile olur. Onun içindir ki kültür eserleri, terbiye ve öğretim kültürün hayat şartıdır. Dolayısiyle ter­ b iye ve öğretimin esas vazifesi kü ltürün intikal ve devam ı n ı sağ l a­ maktı r.

KÜLTÜR ÜN HIZMETI 1 6. Kültür fertlere ve cemiyete h izmet eder. Her şeyden önce cerriiyeti kurar ve sosyal bütünleşmeyi sağlar. Sonra fertleri ve cemi­ yeti koru r. Gerniyete s ıhhat verir. Fertlere ise sayısız hizmetler görür. En büyük hizmeti, ferdi vatansever yapmas ı d ı r. M i l l i kültürle besle­ nen, m i l li kültürü sağlam b i r k i mse mutlaka m i l liyetçi ve vatanperver o l u r. Vatanperverliğin tek çaresi budu r. Onun için, vatanperver olma­ yan kimselerde u mumi o larak görülen başlıca eksiklik milli kültür nok­ san l ı ğ ı d ı r. Kültür ayrıca insanı şahsiyet sahibi yapar. Fazi let ve feda­ kAr l ı k aş ı l ar. Huzur ve sükOna kavuştu rur. Her türlü insani mezlyetle­ rini takviye eder. Namuslu ve ahl�klı yapar. Bütün bunların üstünde müthiş bir uya n ı k l ı k verir. Bu uyan ı k l ı k bilhassa sosyal ve milli saha­ da görü l ü r ve mil leti muhtemel teh l i kelerden koru makta büyük bir rol oynar. Zira kültür insana başka k ültü rlerin teh l i kesini derhal haber ve­ rir. Bu suret le m illi teh l i keler konusunda insana büyük bir seziş kabi­ l iyeti bahşeder. Her zaman ve her yerde m i l li teh l i keleri ve felaketleri herkesten önce m illi kültürü sağlam olanların sezip, görüp haber ver-­ mesi bundand ı r. Kültür unsu rları nın i hmal veya terk edil mesi ve sap­ tın lması ise b i r cemiyetin başına sayısız belalar getirir. Kültür unsur­ ları n ı n bozu ldu!;ju b i r cem iyet teh l i kelere karşı karnı çok aç ı l mış ve m u kavemetini kaybetmiş bir varlı k d u rumu ndad ı r. Işin di kkate değer bir yönü de ortaya ç ı kan sarsıntıların bundan i leri geldiğini cemiyet çok defa fark etmez. KÜLTÜR VE ISTIKLAL

· Kü ltür istiklal ister. Kü ltür için yapılan m i l li mücadeleler, o cemiyet var o ld u kça söndürü lemez. B i r memlekette ayrı bir kü ltü­ rün varl ı ğ ı bu bakı mdan en büyük teh l i keyi, o mem leketin en büyük baş ağrıs ı nı teşkil eder. Bu yolda yapılan kültür asimilasyonu taşeb­ büsleri ise çok defa boşa çıkar ve a ldatıcı olmaktan i leri gidemez. Bu 1 7.


TÜRKIYI!N IN B UG Ü N K Ü M ESELELERI

28

konuda zulmün de kafi gelmed i il i isbat edilm iştir. Onun için cemiyet­ ler kendi topraklarında ayrı b i r kültürün gelişip boy göstermesine, haklı olarak, umumiyetle tahamm ü l edemez ve bunun tedbirini a l ı r­ lar. Bu konuda en ç ı kar yol realist olmak, yer yüzünün b i r m i lletler ve k ültürler mücadelesi sahası oldui:)unu kabul ederek , ona göre tedb i r almaktır. Bu husustaki ölçü şu olmal ı d ı r : Bir kültür kendi va­ tanı nda, kendi beşill inde istiklal mücadelesine kalkıyorsa hakl ı d ı r; te­ sadüfen bulundui:)u ve s ı ğ ı n d ı i:) ı , ekall iyet o larak g ird iği, kendisinin vatanı ol mam ış topra klarda buna yelteniyorsa haksızd ı r v e buna mü­ saade edi lemez. Zira bir vatanda ancak bir kültür gelişebilir ve bu hak da tabii vatanın asıl kültürü ne aittir. Dünyadaki tatbikat en aşa­ !:)ı budur. Hatta öyle ki bazı zulüm idareleri gasp etti kleri ü l kelerde kü ltürün kendi vatan ları ndaki istiklal hakkına bile müsaade etme­ mektedi rler.

KOLT ORLERIN MUKAYESESI

Kültür insan oi:)lunun ve insan cemiyetinin kendi tavrı ndan doğan bir varlı k olarak her şek l i i l e de!:)erlidir. Bütün kültürlerin hedefi m üs... bettir ve insana , cemiyete hizmettir. Her kavmin kend i kültürü kendi ihtiyaçlarına cevap verir ve ona kendisine has bir yaşama düzeni sağ­ lar. Her k ü ltür kendi cemiyetine saadet getirir ve onu her hangi bir seviyede tatmin eder. Kültür nerede olursa olsun insan eserid i r, insa­ ni değerler manzumesi d i r. Bu bakımdan kü ltürler arasında üstün veya aşağı, değerli ve değersiz d iye bir mukayese esas itibariyle doğru de­ ğildir. Bu konuda gelişmiş veya gelişmemiş kü ltürlerden bahsetmek daha iyi o l u r. Gerçekten bazı kültü rler, yu karıda da i şaret ettiğimiz gi­ b i , başlangıç noktasında kalm ışt ı r, bazı kültürlerde eksi k unsurlar var­ d ı r, bazı kültü rler ise bütün unsurlariyle d a l budak salmışt ı r. Ancak kültürler aras ı nda m ut laka bir mukayese yapmak gerekir­ se bir kü ltürün büyü k l ü ğ ü şu dört k ı stasa göre ölçülebilir : 1.

Yetiştird i ğ i insan tipi

2.

Ortaya koyd u!:)u cemiyet şek l i

3.

Tesir, n üfuz ve müessiriyet kab i l iyeti

4.

Kendisini koruma ve dayanma kud ret ve hassası


TÜRKIYENIN BUGÜNKÜ MESELELERI

29

TüRK KOLTüRü

B u bakım lardan Türk kü ltürü yer yüzünde mevcut en büyük bir kaç be�er kültürden biridir. Yeti�tirdiği insan tipi m ü kemme l d i r. Dünya tari hine istikamet veren, örnek b i r cemiyet şekli ortaya koy­ mu�tur. Sayısız yabancı kültür çevrelerine serbest olarak kolayl ı kla n üfuz etmi�tir. En zal im ve kan l ı beskı lara karşı b i l e bünyesini israrla korumu�tur. Bütün bunlar Türk kültürünün ne yüksek bir hayat cevhe­ ri olduğunu açıkça ortaya koymaktad ı r. Türk kültürünün yetiştird i ğ i insan tipi m ü kemmeldir . Bu tip, han­ gi kadernede o l u rsa olsun, en yü ksek i nsani meziyetler ve fazi letlerle m ücehhezdir. Atti ladan Fatiha, Kül Tiginden Kanuniye, Alp Arslan­ dan Atatürke, Barbarostan Mareşal Çakmaka, Kaşgarlı Mahmuttan M imar Si nana, Yusuf Has Hacibden Uluğ Beye, Yunus Emreden Fu­ zQiiye, Evliya Çelebiden Nasred d i n Hocaya, G aspı ra l ı tsrnailden Zi­ ya G ökalpa, Ali Şir Nevaiden Yahya Kemale kadar sayısız y üksek in­ san tipleri Türk kü ltürünün sinesinden ç ıkmışt ı r. Yaln ız Mehmetç i k tipi Türk insan ı n ı n ne müstesna b i r varl ı k olduğunu gösterrneğe kafid i r. Kore harbi nde esi r d üşen müttef i k askerlerine Ç inliler kamplard a çe­ şitli tazyi kler yapmışlar, beyin yı kama ve komünistleştirme metod ları tatbik etmişlerdir. Bu muameleler diğer m üttefik ve Amerikan asker­ leri üzerinde kademe kademe m üessi r olmuş, fakat Türk esirlerinin kı­ lını b i l e k ı p ı rdatmamışt ı r. Işte kültür budur . Türk kü ltürü budur. O kül­ türün yetiştird i ğ i insan tipi budur. Türk kü ltürü üstün bi r cemiyet şekli ortaya koymuştu r. Insan ce­ miyetleri nin en yü ksek faal iyetleri devlet kurmakt ı r. Türk cemiyeti çok karışı k ve çenkant ı l ı b ir dünyada iki bin sene kesintisiz olarak devlete sahip olmuş tek cemiyettir. Türkler bu m üddet zarfında geniş sahal ar­ da 100 kadar devlet kurmuşlard ı r ki bu hiç b i r m i l latta görülmez. Bun­ l a rı n içinde beylik lerden imparatorlukl ara kadar her çeşit devlet şekli vard ı r. Büyük b ir d ü nya tarihçisi u yer yüzü i ki buçuk imparatorlu k gör­ m üştür, bunlardan biri Roma Impa ratorluğu , biri Osma nlı Imparatorlu­ ğ u , yarımı da Ingiliz lm paratorluğudurn demişti r. Türk cem iyetinin d i­ ğer sosyal, kültürel ve medeni vasıfları da onun n.ısı l örnek bir insan cemiyeti olduğunu aç ı kça ortaya koymaktadı r. Burada Türk kültürünün değeri bakı mı ndan d i kkati çeken iki hu-


30

TÜ RKiYEN IN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

susu b i lhassa belirtmek gerekir. Bunlardan biri Türk mucizesi, diğeri Orta Asya kaynağı d ı r. Gerçekten insanl ı k tarihinde bir Türk mucizesi vard ı r. Bu mucize Türklerin tari hte aynad ı kları büyük rol , tarihe yön vermeleri, tari hin çok geniş b i r d i l imini işgal etmeleridir. 2500 y ı l l ı k b i r tarih devresinde eski dü nyanın her yerinde Tü rklerin var olduğu görü l ü r. Bu var ol ma­ daki sürat, şuur, israr, teşki lat, zaman ve mekan ölçüsü eski devirlerin güç şartları içinde akıllara du rgu nl u k verecek bir m anzara arz eder. Insan l ı ğ ı n i ki büyük tarihi macerasından b i ri Avrupadan kalkıp Ame­ rikan ın vatan ed inilmesi ise, diğeri de hiç şüphesiz Altayla rdan kal k ı p Anadolunun ve d i ğ e r T ü r k ü lkelerinin vatan ed i n i l mesid ir. B u büyük bir i nsan l ı k sol uğu isteyen gerçek bir mucized ir. Türk kültürü bu mucizeyi göstererek ası rlarca adeta tabiati Türkleştirme mücadelesi vermiş ve başarm ıştı r. Onun için şairin : Orhunda Tanrıdan başlamıştım, Taşı Türkleştirdim lstanbulda ..

demesinde bir mübalaga yoktur . Gerçekten Orhun Abidalarinde Tan­ rıdan bahsed il i rken ıc Türk Tanrısı ıı tabiri kullan ı l ı r. lstanbulun ise adeta taşı toprağ ı Tü rkleşmiştir ve şai r ona hitap ederken : Mermerlerin Türkçe konuşur çeşmelerde, Türkçe düşünür mahallelerin, Ey her yerden daha çok vatan şehir!

demekte yerden göğe kada r haklı d ı r. Bu Türk mucizesin in yanı nda di kkati çeken ikinci husus bu mu­ cizeyi besleyen Orta Asya kaynağ ıdı r. Gerçekten Orta Asya yeni Türk ü l keleri için bitmez tükenmez b i r kaynak olmuş ve ası rl arca kend isini ve onları beslemiştir. M ütemadiyen i leri ufu klara ham le­ ler yapan Türk ord ularından arka arkaya gelen dalgalar halindeki Türk boylarına, ilim ve i rfan hazine ve önderlerinden Horasan eren­ lerine kadar her şey taze b i r kan hal inde yeni ü lkelerin damarları­ na ası rlarca oradan pompalanm ıştı r. öyle ki IslAmiyat ve Islam dü­ şüncesi bile bu yeni ü l ke lere doğ ru ran doğ ruya Arabistandan gel­ memiş, Orta Asyaya g i di p onun potası nda piştikten sonra ve ora­ dan yay ı l m ıştır. Işte O rta Asya kaynağı n ı n bu bitmez tü kenmezllği,


lU RKIVENiN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

31

şüphesiz, o beşikteki Türk kültürünün bitmez tükenmezli�idir. Türk kü ltürünün hayatiyeti, zeng i n l iği ve verimliliği Orta Asyayı son ası r­ Iara kadar böyle b i r hayat kayn ağ ı hal inde tutmu ştur. Türk kü ltürü k ü ltür münasebetlerinde ve kü ltürler alış verişin­ de d ikkate değer bir nüfuz ve tesir kab il iyat ve değeri göstermiştir. Türk kültürü diğer kültü rlere sayg ı l ı , onlara baskı yapmaya l üzum görmeyen m üsamahal ı ve kendisinden emin b ir kü ltürdür. Onun için karşı laşt ı ğ ı kültürleri hiç bir zaman mecbu ri değişmelere tabi tutma­ m ı ştı r. Fakat serbest değişmeler yolu ile yabancı kü ltürler üzerin­ de daima büyük tes i rler icra etmiştir. MeselA Türk d i l i Asya'da ası r-­ l arca b i r çok m i l letierin m üşterek d i l i o larak k u l l a n ı l m ıştır. Bugün uzak ü l kelere göç etmiş eka l liyet unsurları nın, Ermeni ler v.s.'nin ken­ di ana d i l lerini değ i l , hala Tü rkçayi kul land ı k ları görü lür. Müşterek batı ve doğ u d i l lerini bilen batı l ı alim ler bile bir araya gelince ara­ larında çok defa Tü rkçe konuşmayı tercih ederler. Uzak Do�udan Orta Avrupaya kadar içine Tü rkçeden binlerce kelime almamış d i l y o k gibidir. Türk ört v e adet lerinden d e komşu kavimler derece de­ rece daima b i r takım unsurlar almışlard ı r. Türk sanatı da ü l keler aş­ m ı ş , başka kavimlere tesi r etm iştir. Başka kavi mlere mensup hadsiz hesapsız insan tarih boyunca serbest olarak kendi l i� i nden Türktaş­ m i ştir. Bütün bunlar ve buna benzer tesirler Türk k ü ltürünün nüfuz ve m üessiriyet kab iliyetini açıkça ortaya koymaktadı r. Türk kültürünün müthiş bir kendisini koruma, dayanma, yaşama ve yaşatma gücü vard ı r. Kapalı bir kültür ol mad ı ğ ı halde Türk kü ltürü başka kültürler karşısı nda, daima şahsiyetini korumasını bitmiştir. Temas ettiği çevrelerin çokl u ğ una, çeşitli l iğine, kudretine ve tarihi ka­ dere rağmen Türk k ü ltüründeki b u dayanma g ücü bütün tahminleri boşa çı karan şaş ı l acak bir seyi r takip etmiştir. Bu kültür dış ü l keler­ deki en za lim ve kanl ı baskılara b i le m ukavemet ederek mecburi de­ ğ işmeler istikametindeki d ı ş ve iç barbarlı klara karşı direnmeye bu­ g ü n de kendi l iğ inden başarıyla devam etmekted i r.

TORK. KüLTORüNüN BUGüNKü DURUMU

Bugün yer yüzünde Türk kü ltürünü taşıyan 1 20 mi lyondan fazla i nsan vardı r. Bunun 38 m i lyonu Türkiye'de, bir kaç m ilyonu Bal kan-


32

T Ü RKIYEN I N B U G Ü N K Ü MESELELE R I

larda, 1 20 bini Kıbrısta, 1 ,5 m i lyonu I ra k ve Su riyede, 1 4 m i lyonu l randa, 5 m i lyonu Afganistahda, 1 5 m i lyonu Çinde, 50 - 60 mi lyonu da Sovyetler Bi rliğinde b u lunmaktad ır. Bu Türklerin bugün tek müstaki l devleti Türkiyed i r. K ı brıs Türkleri isti klal mücadelesi içinded irler ve cemaat istiklfılini kısmen temi n etm işlerdi r. Diğer 80 m i lyon civarın­ daki Türkler esaret altındad ı rlar. Sovyetler B irl iğ indekiler 1 5'ten fazl a kısma bölünmüşler ve çe­ şitli cumhuriyetler ve m u htar i dareler altında toplanmışlard ı r. Bunlar a rasında 6 Türk cumhuriyeti i le bir çok m u htar Türk idaresi vardı r. Cumhuriyetler Azerbaycan, özbekistan, Kazakistan, Türkmenistan, Tac ikistan ve K ı rgızistan Cumhuriyetleridi r. Mu htar idareler ise Baş­ kı rdistan, Çuvaşistan, Tataristan; Yakutistan, Dağ ıstan, K ı rı m (Şimdi yok) ve cumhu riyetiere bağlı bazı eyalet ve vilayetlerdi r. Bunlar, ta­ b ii, şekil cumhu riyetler ve m u htar idare lerd i r. Sovyet anayasası nda gerçi Sovyetler Birliğini meydana getire n hal klar, yani m i l letler, iste­ d ikleri zaman bu birlikten ayrı l m a hakkına sahiptirler. Fakat bu söz­ dlil kalan a ldatıcı b ir hükümdür ve hakikatte Sovyetler Birliğindeki bü­ tün m i lletler (Tü rkler ve diğerleri) Rus esareti altında bu lunan ve kurtuluş gününü bekleyen ta l ihsiz m i l letlerd i r. Ruslar bu asareti te­ m i n için m i lyon l arca Türkü öldürm üşl er, hapis ve sürg ü n etmişlerdir. Fakat şunu da belirtmek gerekir ki başka bakımlardan en ağ ı r baskı­ lar altında b ulunan Sovyet esiri Türkler kendi kültürlerine sahip ç ı k­ mak bakımı ndan başka ü l kelerdeki esi r Türklerden daha fazla imkan­ lara sahipti rler. Başka ü l ke lerdeki esir Türklerin ferdi h ü rriyetleri da� ha fazlad ı r. Fakat Tü rk k ü ltürünü kul lanmak bakı mından Sovyetlerde­ kilerden çok daha ağ ır şartlar altındadırlar. H ü lasa Türk kültürü, b u yü ksek cevher, bugün dünyada en büyük tazy i k ve tehdide maruz kalmış bulunan başlıca yüksek başer kültü­ rüdür. Çok büyük b i r kısmı tarihin en son ve belki de tek asareti a l­ tı nda bulunduğu için Türk cem iyeti ve Türk kü ltürü zamanı m ı ıda böylece en büyük imtihanını vermekte ve bu d u ru m tari hi m u kaddera ­ tı n hazin b i r cilvasini teşkil etme kte d i r. Bitişi k kıtaların sayısız çal­ kantı ları içinde iki bin y ı l l ı k insan l ı k tarihinde yeryüzünün kesintisiz olarak devlete sah i p olmuş bu lunan tek cemiyetinin ve kültürünün bu acı devreyi b i r gün geride bı rakacağ ı n ı tah m in etmek için yüksek Türk kültürünün ölmez cevheri onu yakı ndan takip edenlere kuvvetl i bir . ümit kaynağ ı olm aktadı r. Ancak Türk kü ltürünün Tü rkiyedeki d u ru­ munun da pek iç açıcı o lmaması Türk kültürcülerini derin derin dü-


TÜRKIYENIN BUGÜNKÜ M ESELELERI

. .

33

şündürmekten geri kalmamaktadı r. Biraz aşağ ıda bu konuyu ele ala­ cağız. Şimdi ona geçmeden burada b i raz da Türk kültürünü taşıyan I nsan tipi, yani Türk tipi üzerinde d u ralım.

TOrk tipi

Yer yüzünde renk bakı m ı ndan dört ı rk vard ı r : Beyaz ı rk, siyah ırk, sarı ı rk , kızıl ı rk. Türkler bunlardan beyaz ı rka mensupturlar. Türkler tarihte insan tipi bakım ı ndan Iki şeyin sembolü olmuşı­ lard ı r : 1. kuvvet, 2 . g üzel l i k. N itekim ııTürk gibi kuvvetl i n sözü bir çok yabancı d i l lerde bir tabir haline gelmiştir. öte yandan ııTürkn keli mesi ayni zamanda güzel manasında da kullan ı lmışt ı r. Bugün de lstanbulda köprüye çı kan bir yabancının d i kkatini çeken i l k şey in­ sanların güzelliği, g üzel insanların çokluğudur. Onun için Keriman Halis'in d ü nya g üzeli seçilmesi dolayısiyle Atatürk haklı o larak uTürk ırkının d ü nyanın en g üzel ı rkı olduğunu ta­ rihi olarak bildiğim Için , Tü rk kızlarından birinin d ü nya güzel i aaçll­ miş o l masını ço k tabii buldum ıı demişti r. Gerçek olan şudur ki, ayrı bariz ve y ü ksek bir Türk kü ltü rü oldu­ ğ u gibi, görünüşte bel irli b i r Türk tipi de vard ı r. Bu I nsan tipinin va.. sıflarını şöyle sı ralayabi liriz: 1 . Türkler um umiyetle uzuna yakın orta boyludurlar. Uzun boy­ l u ları da çoktur. Çok uzun boylu larla kısa boylular azdı r.

2. Renk baJ...ı mı ndan Türkler yayı ldıkları geniş i kl imierin b ütün h ususiyatlerini gösterirler. Eskiden beri sarışı nları, süt beyazları , açı k ve mavi gözlüleri olduğu gibi, esmerleri, siyah gözlüle rl de çoktur. Ama hakim renk açı k buğday rengi ve ela gözdür. 3. Türkler umumiyetle yuvarlak yüzlüdürler. Fakat b u yuvar­ laklık mongoloid yuvarlaklığı değ i l d i r. G özlerde uzak doğu çeklkllği yoktur. Türklerde çekik göz değ i l, süzme göz vard ı r. Eskiden TO rk çehresi için a ay yüzlü, badem gözlü n denlrd i .


TÜRKIYEN IN B U G Ü N K Ü MESELE LERI

34

4. Türk tipinde tenevvü haki mdir, yeknesakl ı k yoktur. Bazı mil Jetlerde insanlar ayni tornadan çıkm ış gibi b ir manzara arzederler. I lahi kudretin en büyük tece l l i lerinden b i ri i nsan yüzündeki tenevvü­ d ü r. Küçücük b i r insan yüzünde, ayn i iki göz, iki kulak, b i r ağız , b i r burun v.s.'de Allah m i lyarlarca fark. l ı kompozisyon, mi lyarlarca tip ya­ ratmı şt ı r. Işte Türk insan ı bu tenevvüden bol bol nasibini alan b i r varl ı k olarak görü l ü r. ..

5. Türk tipi hatl ı insan tipidir . Bazı kavi mlerde hatlar pek be- , l i r l i deQ i l ve yüz sil i ktir. Türk tipi s i l i k tip de� i ld i r ve onun bel i r l i hat­ ları vard ı r. Baz ı kavimlerde ise hatlar aşı rıdır. Türk tipi bundan fark­ l ı d ı r ve çok sert ve deri n hatlı değ il d ir. Türk i nsanı ne s i l i k , ne keski n v e derin hatlıdır; belirli fakat, yumuşak ve tatlı hatlıd ı r. 6. Türk tipinin sayd ı ğ ı m ı z bu ahenkli vasıfları ona müstesna b i r cana yakı n l ı k vermekted i r. Gerçekten Türk tipi i l k bakışta cana yakın insan tipi olarak d ik kati çeker.

Türk tipi sağ lam yapı l ı i nsan tipid i r. Toprağa sağ lam şekilde basan kaya parçası g i b i bir görünüşü vard ı r. Bu yal n ı z maddt görü­ n üşte değ i l , manevi yapıda da böyled ir. Türk insanı maddi ve b i l­ hassa manevi meşakkat lere, dertlere, , b u h ranlara ve teh l i kelere karş ı çok dayanı k l ı , metin b i r insan tipid i r. Dolayısiyle Türk tipi sinirli, gü­ rültücü ve farfara olmayan, sakin tab iat l ı , ağı rbaş l ı i nsan tipi görünü­ şündedlr. 7.

Kültürlerin mücadelesi Satıhteki görünüş ister siyasi, ister ideoloj i k v.s. çatışmalar şek­ l inde olsun, ası l derinden bakı l d ı ğ ı zaman i nsan l ı k tari h i n i n b i r kültür­ ler m ücadelesinden ibaret olduğu görü l ü r. Büyü k insan cemiyetleri kend i hayat tarzl arı n ı yaymak kayg ısını bitip tü kenmaden devam et­ tirerek bugüne gelmişlerd i r. Bugün bu ezeli ve ebedi çekişmeni n kül­ tür rengi daha açı k bir şekilde ortaya ç ı km ı ştır. Bloklar çatışmasın­ da da, bölge çatı şmalarında da su yüzüne ç ı kan hep budur. Insan ce­ m iyetlerinin bugün yaşad ı ğ ı m i l letler çağ ında bunun böyle ol ması da tablid i r. Bütün tari hf mücadeleler g itti kçe beli r l i b i r şekilde m i l let mü­ cadeleleri şekline dönüşmüştür. Bu m ücadeleler harpte silahlı savaş-


TÜRKIYENIN B UG Ü N K Ü MESELELERI

36

lar h�linde görünür, fakat barışta da kültür yarışması halinde devam eder. Yer yüzü kültürlerin boy ölçüştüğü bir kainat meydanı d ı r. Bu meydanda k ültürü kuvvetl i ve sağlam olan mil letler daima karlı ç ı kar. Tarih bunun şahididir. Türk m i l leti de ne zaman kültürüne sarı l m ı şsa şahlanmış, ne zaman onu i hmal etmişse dar boğazlara g i rm iştir. Bü­ tün Türk tari hinin başlıca izahı, Türk tarihindeki tek ölçü budur. Esa­ sen kültür cemiyetleri de fertleri de sağlam ve kuvvetli yapan başlıca kudret kaynağ ı d ı r. Onun için tari h i n seyrini onun tayin etmesi tab itd ir.

KüllUr va milli güvenlik Demek ki kültür bir m i l leti n her şeyden önce bir m illi güvenl i k me­ selesidir. Mi lli g üven liği en sade olarak, m il leti iç ve d ı ş tehlikelere kar­ şı emniyet altında b u l undurmak diye tarif edebiliriz. M i l let, kültürü aynı olan fertlerin topluluğu olduğuna g öre, onun varl ı ğ ı n ı n korunması de­ mek m i l li bütünlüğün, siyasi bütünlüğün, devlet b ütünlüğünün, vatan b ütünlüğünün korunması, m i l leti m i llet yapan m üşterek değerlerin ko­ runması demektir. Bu ise kültürün ta kendisidir. B i r m i llet ve devletin varl ı ğ ı n ı korumas ı . idame ettirmesi ve ge­ leştirmesi için elinde bulunan kuvvetlerden biri veya birincisi sosyal g üçtür. Sosyal gücü, yani milli cemiyet bünyesinin sağlam l ı ğ ı n ı temi n edecek unsur ise o bünyeni n çatısını kuran, o bünyeyi yapan, o bün­ yen i n h i kmeti vucudu olan kü ltürdür, kültür bütünlüğüdür, kültür birliği ve beraberliği, kültürel entegrasyondur. Kü ltürel birleşmeden mahrum bir toplulukta ahenkli b i r bütün ve uzviyet olan sosyal o rganizasyon dağ ı larak yerini sosyal dezorganizazyon, sosyal çözülmeye, karışıklığa ve çürüklüğe b ı rak ı r. Yekpare, yekvucut, dayan ışmalı bir varl ı k olan cemiyet sun'i ve insicamsız b i r i nsan kalaba l ı ğ ı haline gelir. Yıkı lacak b i r cemiyetin önce d i l i yıkı l ı r, örf ve adetleri y ı k ı l ı r, dünya görüşü y ı k ı l ı r, san'atı y ı k ı l ı r, tarih i y ı k ı l ı r , milli şuuru y ı k ı l ı r. Onun için bugün kü ltüre1 casusluk ön plana geçmiştir. Eskiden casusluk ve beşinci kol faaliyeti daha çok askeri, siyasi ve i ktisadi sahada cereyan ederdi . Bugün ise d üşman önce v e daha çok kültü rel beşinci kol kullanmakta, yerli ve yabancı ajanlar önce ve pll\nlı olarak cemiyetin kü ltürünü çökertmeğe çalışmaktadı rlar, M i lli bünye için, m illi cemiyet, m i l let ve devlet için gerekli o lan ilk şart şüpesiz sosyal s ı h hatt i r. lik ve en büyük kuvvet budur. Askeri


36

TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

kuvvet, siyasi kuvvet, I ktisadi kuvvet v.s. hep ondan sonra gelir ve ona bağlı g üven l i k vasrta ve şartlarıd ı r.

De{llşen •tratejl

K ü ltür birlik ve bütünlüğüne dayanan sosyal bünye sağlam l ı ğ ı ça­ ğ ı mızda büsbütün önem kazanm ı ştır. Bunun sebebi m i l letler arası mü­ nasebetlerln tarihi şeyri ve bugün almış bul unduğu şekildi r. Bu konu­ da de!)işen stratej idi r. ı

I ki nci Dünya Harbine kadar cari olan başlıca strateji kuvvetlinin zayıfa taarruzu i l e onu tahakkümü altına a lması şeklinde idi. I kinci Dünya Harbi ile b u strateji yerini yeni b i r stratej iye b ı rakm ı şt ı r. M i l letler arası yeni denge, kuvvetler m uvazenesi, nükleer silahlar, d ün­ yanın m i l l iyetç i l i k çağına g i rmesi ve b i lhassa Amerikanı n cihan ta­ rihinde görül memiş ve erişilmez b i r askeri kudrete u laşması ve b u kud retin dünya nizarn ı n ı n koruyucu gücü haline gelmesi , m i l letleri iç­ ten bölüp parçalamak ve d ıştan yard ı m istetmek stratejisini ön pla­ na geçirmişitir. Eskiden harp harpte yapı l ı rd ı . Bugün harp sulhte ya­ p ıl makta, sıcak harple soğu k harp birleşmiş b u lunmaktad ı r. I kinci Dünya Harbi milyonlarca insan ı n hayatına mal olmuş, fakat devraldığı dünyayı problemleri ve dertleri daha büyük, daha huzursuz b i r d ünya hal inde b ı rakmıştır. B u sebeple ci han tari hinin en boşa yap ı l m ı ş har­ bl Ikinci Dünya Harb i d i r den i leb i l i r. Bu harp faşizmi y ı kmış, fakat da­ ha büyük b i r tehl i ke olan komünizmi semirtmiş ve inan ı l maz hudutlara u laşt ı rm ıştı r. Tarih Çörç i l i le Ruzvelt'in, fakat b i lhassa Ruzvelt'in bu.. na llmil olan g afletin i ve kısı r görüşünü daima büyük b i r hayıfla yad edecektir. Bugün komünizm ve onun yeni stratejisi milletierin başı n­ da Demoklesin k ı l ı cı g ib i her an asılı du rmaktad ı r. B u yeni stratej i daha Ikinci Dü nya Harbi içinde i ken tatbik saha­ sına konmaya başlanmış, önce I rianda tecrübe edilerek sonra Alman­ yada , Doğu Avrupada, Korede, Vietnamda dolaştı r ı l m ı ş , son defa Pa­ kistanda denenmişt i r. Vietnamdan sonra s ı ran ı n Pakistan, I ran, Tür­ kiye ve Yunanistana geleceği Batı isti hbarat kaynakları n ı n yı l larca ev­ vel tesbit ve i lan ettiği b i r vakıadı r. Son zamanlarda bu yeni stratej i­ ye b i r unsur daha katılmıştır ki o da silflhlı tedhiş ve anarşidi r. Stra­ tej inin bu yen i unsuru ise bütün m i lletiere tatbik edi l mek istenmekte,


TÜRKIYENIN BUGÜNKÜ M !SEL!LI!! R I

37

şimd i l i k Fransa, Amerika, Batı Almanya başta olmak Ozere bir çok m i l­ letler bundan i l k nasiplerini almış b u l u nmaktadı rl ar. Tü rkiyenin dahil bulunduğu hassas zincire tabii yeni stratejinin h�r iki şıkkı d a tatbik edilmektedir.

TOrkiye meydan muharebesi Yunanistan teh l i keyi askert idare i l e son anda ucuz atl atmışa benzemektedir. Fakat askeri idarenın Tü rkiye ve K ı brıs ç ı l g ı n l ı kların­ dan sonra Yunanistan tekrar tehlikeye doğru yuvarlanmakta d ı r. Pa­ kistanı Yahya Han Form ü l ü bile kurtaramadı . I ran s ı k ı ş ı k vaziyette­ d i r, f�kat b ünyesindeki zaaflara rağmen görünüşe göre iyi direnmek­ ted i r. En büyük hedef olan Türkiyenin d u rumu ise çok naziktir. Türk M i l leti, lstiklal Harbinden sonra, Cumhuriyet devri nin en tehlikeli dar boğazına s ı kıştı r ı l m ı ş görünmektedir. Bu dar boğazı bütün karan l ı k ihtimaliere rağmen Türkiye geçecektir, geçmelidir, geçrneğe me� b u rd u r. Bugün verilen savaş Türkiye meydan muharebesid lr. Türk kül­ t ü ründe Türkiye meydan m uharebesini de kazanacak g ücü Türk M i l­ letine verebilecek yüksek cevher mevcuttur. Bütün mesele b u gücü kullanabilmekti r. 12 Martta Türkiye teh l i kenin i l k m arhalesi n i atlet­ m ı ştı r. Fakat henüz s ı hhate kavuşmaktan çok uzakt ı r. Tü rkiye bugün her şeyden önce kaçını lmaz b i r Iç barış, yurtta su l h ü lkesi haline gelrneğe mecburdur. Türkiyenin varl ı ğ ı için hiç b i r şey; ne hü rriyet , n e rejim, n e demokrasi, n e iktisadi kalkınma bunun önüne geçemez. Sosyal b ü nyenin sağ lam l ı ğ ı ; fertlerin ve müessese­ lerin vatan ve m il let mefhum ların ı n etrafı nda tek vücut Mli nde b i r­ leşme leri, dayanışmaları, ahenkleşmeleri ; kültür kardeşl iğinin tam b ir bütünleşme içinde b u lunması hayatT zarurettir.

Acıklı manzara Fakat maalesef Türkiyenin bugünkü durumu, K ı b rıs harekAtı n ı n geçici o larak h e r şeyi unuttu rmuş görünmasine rağmen, bu bakı mdan iç açıcı olmaktan çok uzakt ı r. Bugün Türkiyenin u mu mi durumuna bakacak olursak, son y ı llarda uzunca b i r zamandan beri g örü len man­ zara şudur:


38

T Ü RKIYEN IN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

Tü rkiye, Türk M i l leti n i n , Tü rk insanı n ı n kültüründen gelen yü ksek yaşama kudreti dolayısiyle maddi bakı mdan su götü rmez bir şekilde kuvvetlenmekte, büyümekte ve gelişmektedir. Fakat manevi bakım­ dan, bir yandan dış ve iç düşmanların, bir yandan ve daha çok ken­ di i hmalinin getirdiği büyük sarsıntılar geçirmektedir. Kalkı nmasını tamamlamış büyük ve m üreffeh Türkiye hedefine ulaşı ncaya kadar bu sarsıntıların memleketi y ı kmaması na çok d ikkat etmek gerekmekte­ d i r. Z i ra teh l i ke çan ları çal maktad ı r : M ü nevverleri n büyük bir kısmı m i l li ruhu geniş ölçüde kaybetm iş lerd ir. Vatanperverl ik duyguları teh­ l i keli derecede sarsı lm ıştı r . M i l li vicdan, m i l li şuur, vatani ahlak, medeni ve mesleki ahla k kaybolmaya yüz tutmuştur. Şa hsi menfaat h ı rsı ve ç ı karc ı l ı k, cemiyet ve m i l let menfa&tinin önüne geçmiştir. Dev­ lete sadakat, devlet ve m i l let vekarı büyük ölçüde tahribe uğ ram ış, devlet hayatına gölge d üşürülmüştür. Doğru hüküm verme al ışkanl ı'" ğı kaybolmuştu r. Sevg i , sayg ı , kardeşl i k, birlik duygularında endişe verici rahneler açı lm ıştı r. M i l l i imanda ve inançlarda büyük sarsıntı­ lar görü lmektedi r. Hak ve vazife duygusu kaybolmakta, fazi let ve fe­ ragatin tesiri g itti kçe zayıflamaktad ı r. Zevklerde müthiş b i r geril eme, güze l l i k ve sanat anlayışı nda hayret edi lecek bir basitli k , iptidai l ik v e bozulma hük üm sürmektedir. Türkiyeden her Türkün ve bu vatanda yaşayan her fardin sorumlu olduğu haki kati g özden kaç ı r ı lmaktad ı r. Türkiyenin geepolitik d u rumu ve şartları karşısında veba g i b i kaçı lma­ sı gereken ideoloj i k ve aslında y ı kıç ı careyan lar kurtarıcı g ibi sunul­ maktadı r. Müesseseler milli teh l i keler karşısı nda hassasiyeti n i geniş ölçüde kaybetmişlerd i r. Uya n ı k l ı k yerini şaş ı l acak umumi bir gaflete b ı rakm ıştı r. Tek cümle il e hülasa edil mek gerekirse Tü rkler çoğal­ makta, fakat Türk gib i d üşünenler azalmaktad ı r.

KUltUr buhranı Bu manzara, kültür adam ı gözü i le, Tü rkiyenin son y ı l l arda büyü k b i r sosyal karı ş ı k l ı k, sosyal çözülme, sosyal ve kültürel dağ ı lma ve bozu lma, sosyal ve kültürel bütünl ü ğünü ve birliğini kaybetme krizi içinde bu lunduğunu göstermektedir. Sosyal akrabal ı k bağ l a rı , birleş­ tirici kültür unsurları tahrip edi lmekte ve bütünleşme vazifesini yapa­ maz hale getirilmektedi r. Türkiye ren ksizleşmektedir. Bu ise bir kül­ tür buhran ı d ı r. Gerçekten Türkiye bugün tam bir kültür buhranı geçir­ mektedir. Tü rkiyenin bütün ıztı rapları n ı n temelinde bu kültür buhra-


T Ü R K IYEN IN B U G Ü N K Ü MESELELERI

39

n ı yatmaktad ır. Cemiyette sosyal karı ş ı k l ı k va çözülmenin, kü ltürel bozulma ve da(J ılman ı n beli rtileri elle tutu lur hale gelmişt ir. Bu yüz­ den, her milletten önce m i llet olmuş, çok eskiden mi lli şuura ermiş bul unan Türk cemiyeti bugün adeta m i l letl i kten ç ıkma, kültür bağları­ nı kaybetme teh l i kesine maruz bir toplu l u k olmak i htimali ile karşı karşıya gelmiştir. Sosyal ve kü ltü rel y ı k ı m d iğer tehli keleri davet et� tiği için dolayı siyle Tü rkiyen i n m i l li g üvenl iğ i ağır bir tehdit altı nda­ d ı r. Bunu daha iyi kavramak, sosyal çözülme ve kültürel bozulman ı n mahiyeti ni, şek i l lerini v e sebeplerini tesbit etmek v e bugünkü d a r bo­ ğazdan kurtu lmanın çarelerini araştı rmak için burada, daha derinlere g i rmek, Türkiyenin meselelerini bütünü i l e ele almak ve onlara da­ ha yakından e�i lmek gerekmektedir. Gelin şimdi bunu yapma(Ja ça­ l ı şalım .


TÜRKiYENiN BUGÜNKÜ M E S ELELE Ri

Türkiye, tarihinden, co{lrafyası ndan, geopolitiğinden, sosyal, kül­ tü rel ve ekonom i k yapısından doğan sebepler yüzünden bugün bir çok meselelerle karş ı karşıya gelmiş b u l unmaktad ı r. Sanayi l eşme me­ selesinden toprağın verimini artt ı rma meselesine, rej im meselesin­ den m i l li güven lik mese lesine, cehaleti g iderme meselesinden ü niver­ site meselesine, orman meseles inden , şehirleşme meselesine, sula­ m a meselesinden erozyon meselesine, köy kalkınması meselesinden sağ l ı k meselesine, Kıbrıs meselesinden Ortak Pazar meselesine, istih­ dam meselesinden kalifiye işçi meselesine, dil meselesinden basın meselesine, siyasf huz ur meselesinden asayiş meselesine, vergi top-


TÜRKIYI!N IN BUGÜNKÜ M!SELI!! L I!RI

41

lama meselesinden kaçakçı l ı k meselesine, çalışma meselesinden di.. siplinli cemiyet olma meselesine, turizm meselesinden ihracat mese­ lesine, maden meselesinden yabancı sermaye meselesine, hayvancı­ l ı k meselesinden u laşı m meselesine, personel kanunu meselesinden hizmetler meselesine, gecekondu meselesinden imar meselesine, top­ rak reformu meselesinden adli isiahat meselesine, anayasa meselesin­ den Atatürkçülük meselesine, sosyal yardım meselesinden dilencilik meselesine, milli harp sanayii meselesinden gizli silAh imali mesele­ sine, kooperatifçilik meselesinden konserveeilik meselesine, sendika· c ı l ı k meselesinden grev meselesine, TRT meselesinden tiyatro ve si· neme meselesine, sanat meselesinden ilim meselesine, Eğitim mese­ lesinden kültür meselesine, seçim meselesinden bürokrasi meselesi­ ne, münewer lşsizliği meselesinden ihtisaslaşma meselesine, haşhaş meselesinden balıkç ı l ı k meselesine, mesken meselesinden kira mese­ lesine, beslenme meselesinden çevre kirlenmesi meselesine, spor meselesinden terbiye ve ahlAk meselesine, elektrikleşme meselesin­ den baraj meselesine, ekalliyet meselesinden muhaceret meselesine, trafik meselesinden yol meselesine , kazalar meselesinden lifetler me­ selesine, kan davası meselesinden kadı n ve cinayet meselesine, te­ mizlik meselesinden su meselesine, rüşvet meselesinden iltimas me-­ selesine, kitap meselesinden yayın meselesine, dernekler meselesin­ den partiler meselesine v.s. v.s.'ye kadar Türkiyenin siyasi, Idari, iktisadt, sosyal, kültürel ve teknik binlerce meselesi vard ı r. Yüzlerce dert Türkiyenin bağrında Adeta sıra dağlar gibi uzayıp gitmektedir. Ancak maseieierin kalabalığında kaybolmamak için bunları mu­ ayyen ana meseleler etrafında toplamak lazımdır ve bu da müm­ kündür. Gerçekten Türkiyenin meselelerine tepeden kuş bakışı bs­ kıldığı zaman bunların, tıpkı tabiatte, coğrafyada olduğu gibi, belirli büyük zirveler etrafında topland ığı ve sıralandığı görülür. Türkiyenin bütün problemlerini, bütün dertlerini Içine alan veya onlara Mkim olan bu zirve meseleler, bu ana davalar da ayrıca birbiriyle irtibatlı, birbirine bağlı bulunmaktadı r. Bu şekilde hareket ederek bir sisteme bağlanmağa çalıştığımız zaman Türkiyenin, bugün bütün meselelerini etrafında toplayan beş ana masele i le, beş ana dava lle karşı karşıya bulunduğunu görürüz. Bu beş zirve mesela, bu beş ana dava sıra­ siyle şunlardır:


1.

VAR OLMA

Türkiyen in b i rinci meselesi varlı k ve . beka d flvasıd ır . Bu yalnız s ı ra bak ı mından değ i l , önem bakımı ndan da böyledir. Ayni zamanda bu yalnız bugün değ i l , görünüşe göre uzun zaman, belki bütün gele­ cekte de böyle olm akta devam edecektir. Gerçekten Türkiye bugün tam b ir var olma veya yok olma me· selesi i l e karşı karşıyad ı r. Türkiye hem de en kudretli devrinde yı­ kı l m a tehli kesiyle yüz yüze gelm işt i r. Bu ilk bakışta insana paradoks g i b i görünüyor. Fakat gerçek budur. Türkiye bugün gerek askeri güç, gerek ekonomik durum bakımı ndan Cumhuriyet devri nin en kudretl i seviyesinded i r. Böyle olduğu halde, Türkiyenin maddi kuvvet v e kud­ reti arttı ğ ı halde, memleket b i r var olma veya yok olma davası i l e karşı karşıya gelmiş, devletin istiklali ve bütü nlüğü için inan ı l maz derecede te hl ike li b i r durum ortaya çı kmışt ı r. Türkiye en kuvvetl i za­ manı nda bir iç harp, istiklalini kaybetme, esi r olma, bölünme ve par­ çalanma tehdidi i le yüz yüze gelmiştir.

TÜRKİ YEYİ V ARLIK DA V AS I İLE KARŞI KARŞIY

A

GETİREN S EBEPLER

Bu neden ve nası l böyle olmuştur? Neden Türk iye 1 960'1arda 70'1erde böyle ağır b i r durum la karş ı l aşmıştır? Şü phesiz bu vahim du rum b i r anda ortaya ç ı k m ı ş bir buhran değ i ld i r. Bunun kökü derin­ lerdedi r ve Tü rkiyenin şartlarına bağlı bir çok sebepleri vard ı r. Bu se­ bepleri şöyle sı ralayabi liriz:


TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELEL!RI

43

TARİHİ S EBEPLER Türk ta rihi Orta Asyada, kuzey sahasınd a ve gü ney sahas ı nda olmak üzere, baş l ı ca üç büyük sahada gelişmiş, daha başka küçük yan kollar da görü l mekle beraber, bu üç sahadaki in kişaf Türkl üğ ün b u g ü n k ü mu kadderatı nda esas ol muştur. Bu g ü n de Türkler buna uy­ gun olarak üç büyük daire teşki l etmektedirler : Doğu Türkleri, Batı Türkleri, Kuzey Türkleri. Türk varl ı ğ ı Orta Asyada iki bin yı ldan çok fazla, kuzey sahasında iki bin y ı l a yakın, gü ney sahasında da bin y ı l kadar bir zamandan beri devam etmekted ir. B i l inen Türk tari hi Hunlarla başlar. Türklerin ilk mühim tarihi te­ mas ve çatışmaları Orta Asyanın doğusundaki , Altaylar ve G ü ney Si­ biryadaki ilk vatanları n ı n komşusu bu lunan Çinl i lerle olmuştur. Bu yüzden Türklerle i l g i l i ilk kayıtlara eski Çin kayn aklarında rastl an­ maktadı r. Bu kayıtlar gitti kçe müphem leşerek çok eskilere, M i lattan ası rlarca öncelere kadar çı kmaktad ı r. Fakat g ittikçe büyüdüğü anlaşı­ lan Hun devleti ancak M i l attan bir kaç asır öncesi nden, üçüncü ası r­ dan itibaren tari hin gün ışığına çı karak be l i r l i b i r şeki l de taki p edil­ mektedi r. Hunlar daha sonra batıya yönel mişler, Hazar denizi ve Ural dağ­ larına kadar bütün Orta Asyayı Türk hakim iyeti altına a l d ı ktan sonra, bir yanda Asyada i l k Türk devletini devam etti rirken, Mil ad ı n i l k ası r­ l arı ndan itibaren Hazar denizinin kuzeyinden Avrupaya da yayı l mışlar, 4 . ve 5. ası rlarda Atlas okyanusuna kadar bütün doğu, orta ve batı Avru payı hakimiyetleri altına almış, böylece Tü rklüğe Kuzey sahas ı n ı da açm ışlard ı r. Hun hakim iyetini ve dalgaları nı sonra Oğurlar, 6. asırdan itibaren de Avarlar devam etti rmişler, böylece i l k Türk yurdu kaynağı ndan kopan bitmez tüken mez Türk boyları b i rbirini ite ite arka arkaya tari h sahnesine çıkm ı şlard ı r. Avar dalgaları ta Bal kani ara kadar kuzeyde kend isini üç dört ası r kuvvetl e hissetti rmiş, bunu Bu lgarlar, Sibiryaya ad ını veren Sab ı rlar ve Hazarlar takip etmişler, arkalarından Peçe.. nekler ve Uzlar görünmüşlerdir. Böylece i l k Hun ve Avar varl ı kların­ dan son ra ve onların üzerine gelerek 7 - 8. ası rlardan 1 1 - 1 2. asra ka-


44

TÜRKIYEN IN B U G ÜN K Ü M ES!LELERI

dar yeni Türklük dalgaları kuzey sahası üzerindeki tabakaleşmaya devam etmiştir. 1 1 - 1 2. ası rdan sonra bu saha Kuman - K ı pçak ya­ yı lması i l e yen i b ir Tü rklük da lgasına şahit olmuş ve 1 3 - 1 5 . asırlar arasında burada büyü k Altın Ordu devleti hüküm sürmüştür. Bu yüz­ den ası rlarca Orta Asyanı n ·kuzeyinden başlayarak karpati ara kadar uzayan bozkı r sahası na K ı pçak Bozkırı ( Deşt-i K ı pçak) adı verilmiş­ t i r. 1 5. asırdan itibaren bu rada Türk varlı (ı ı n ı n Hanlı·k lar devri başlar ve bir kaç asırlı k d id inmeden son ra d a bugünkü perişan d u ruma ulaş ı l ı r. Türklü(ıün kayna�ı olan Orta Asyada ise Hunl ardan başlay ı p Avar­ lar, Göktü rkler, Uyg urlar v.s. i l e devam eden ve ayn ı Türk halkına d a­ yalı bulunan Türk devleti değişen bu Türk sülftlelerinin idaresinde bü .. yüklü küçüklü hakim iyetl e rle, devletler, i mparatorluklar ve han i ıkiaris 1 9. as ı r son ralarına kadar gelmiş, bu arada Hindistan g ibi bazı yan kolları d a olml..lı§ , ondan sonra bugünkü asaret devrine girm işti r. Doğu Tü rklüğünün Hindistan kolu 1 1 . asırda Gazneli lerle başlamı ş ve son­ radan Ti mur sülftlesi , Babü r ve halefieri i le devam ederek 1 9. asırd a Ingiliz işgaline kadar s ü rmüşt ü r. Türklüğün en büyük var l ı k gösteren ve en parlak kolu olan Batı Türkleri de 1 1 . asırdan i tibaren Hazar denizinin g üneyinden m ütema­ d iyen batıya doğru akmış lar, çok kesif kütlelerle, Horasandan Bal­ kanlara kadar olan sahayı Türkleşti rerek Selçuklular, Anadolu Sel­ ç ukluları, beyli kler, Arap ve Azeri sahasındaki çeşitli devletler ve hanlıklar ile bir çok hakimiyetler kurmuşlar, Osman l ı larla tarihin en büyük imparatorluğunu gel işt i rd i kten sonra, Tü rklüğün tek müstakil devleti olarak kalan bugünkü Tü rkiye Cum huriyetinde karar k ı l m ı ş­ lard ı r.

TARIHI ZAAFLAR

Işte Türk tarihinin Tü rklü�ün bugünkü mukadderat ı n ı tayin eden en kısa tablosu budur. Bu tabloda b i r tak ı m zaafları n ve Türklüğü bu­ g ünkü noktaya getiren sebeplerin bulunduğunu da kabul etmek l a­ zımd ı r. Bu zaafları şöyle toparlayabi liriz:


TÖRKIVE N I N B UGÜNKÜ M ESELELERI

45

Yalnız kavim Türk m i l leti tari hin yalnız kavmidir. Türkler Ural - Altay kavim le­ rindendi r. Bunları n içinde Tü rklerden başka tarihte büyük b i r varl ı k g österen U ral - Altay kavmi pek yoktu r. Yalnız Moğollar b i r aralı k sa­ man alevi gibi pariayıp sönmüştür . Fakat Moğol hareketinde de yine Tü rklerin büyük desteği ol muştur. HüiAsa tarihe ağırlığını koyan tek Ural - Altay kavmi Türklerd i r ve bu ağırlık ya1 n ı z U ral - Altay kavi m.. leri ölçüsünde değil, bütün diğer kavim ler ölçüsünde de büyük ve ge­ niş olmuştur. Türkler biraz Çinli lerle, b i raz Sami kavimleriyle, fakat bilhassa Hint-Avrupa kavimleriyle tarihi paylaşm ışlard ı r. Bun lardan b i lhassa H i nt-Avrupa kavimleri dünyanı n en geniş akraba m i l letler toplu luğu­ dur ve Türk tarihi , hattA aşağı yukarı Asya-Avrupa tarihi demek Türk m i lleti i le H int-Avrupa m i lletlerinin çatışması demektir. Bu m i l­ letler Türkleri daima yabancı görmüşler, Tü rkler dünyada daima ak­ raba kavimlerin destek ve anlayışından mahru m yalnı z bir m i l let o l a­ rak hayat kavgasını sürdürmüşlerd i r. Bir Ural-Altay kavmi olarak Türklerin H i nt-Avrupa kavimleri karşısındaki bu yalnızlı ğ ı n ı sonradan d in unsuru b i r kat daha a rttır­ m ı şt ı r. H int-Avrupa l ı ları n büyük kısmı ve dinamik kavimleri hı risti­ yandı r. Tü rkler onuncu asırda müslüman olunca önlerindeki dünya­ n ı n hı ristiyan vasfı i l e de karşı karşıya kalmışla r, H int-Avrupaya ya­ bancılı kları büsbütün keskinleşmişti r. Tü rkler Ural-Altay ı n tek d i namik kavmi olduğu g iiDi, müslüman­ l ı ğ ı n kabulünden sonra da IslAmlığ ı n büyük varl ı k gösteren tek kavmi o l muştur. Böylece Türklükten başka Islamiyelin müdefaası da Türk M i l l etinin omuzunda kalm ış, Türkler Islamiyelin içinde de, mühim b i r akraba kavim desteği görmüyerek, yaln ızl ı k çanberi nden kurtu lama­ m ışlard ı r. Türklerin bu yalnızl ı ğ ı tarihte daima rol oynam ış, muharebe mey.. danlarından ilim ve kültür sahalarına kadar Türk mi lleti daima tehli­ kelerle, tarafgi rliklerle, haksızlı klarla ve eşitsizliklerle karşı laşmıştır. Slyast ve iktisadi mücadelelerde de, sosyal ve kültü rel boy ölçüşme-


TÜRKIYENIN B U G ÜN K Ü M ESELELERI

46

lerde de hep bu görü l ü r. Dün de böyle idi, bugün de böyled i r. Her hal­ de Türk mi l leti düşmanı en çok olan mi l l et d u rumundad ı r. Tü rk m i l le­ tine karşı öyle b ir hava vard ı r ki Avrupa i l m i eski b i r eseri, bir de­ ğeri, b i r meziyeti Türke mal etmemek, Tü rkün hakkı nı teslir.ıı etmemek için el inden geleni yapmaktan bile geri kalmaz.

Iyilikler adası Türk M i l leti , iyi l i kte de d ünyanı n yalnız kavmi d i r. Türkler gitti kle­ ri her yere fazilet, i nsan l ı k, adalet, eşitl ik, kardeşlik, tolerans ve ni­ zam götürmüşlerd i r. Bugünkü bir çok m i l letler varl ı kların ı ve geliş­ melerini Türklere borç ludurlar. Türkler bir çok m i l letiere yeni hayat sahaları kazand ı rm ı ş , b ir çoklarını korumuş ve himaye etmiş, b i r çek­ Iarına da destek olm uştur. Türkler yalnız m i l letleri değ i l , yabancı kültür leri ve d i nleri de sayg ı ile korumuş lard ı r. Bu Türkün tabiatidir, karakteridir. Dünyada Tü r k kadar düşman olmas ı n ı , kin tutmasını bil­ meyen m i l let yoktu r denileb i l i r . Türk o kadar dü şman l ı ktan uzakt ı r ki, yakın can düşmaniarına bile d üşmanl ı k hisleri beslemez. Fakut Türk M i l :etinin bu iyi l i k vasfı d ü nyaya ve hatta tabiate daima ters düşm üş­ t ü r. Türkler bu karakterleriyle d ü nyaya b i r türlü intibak edememişler­ d i r. Çünkü dü nya köt ü l ü klerle doludur. Tabiatı n temel inde kuvvetin hakimiyeti vard ı r. Egoizm canlı varl ı ğ ı n sökülmez b i r yan ı d ı r. Bir kendisini koruma ve yaşama hassasıd ı r . Her insan da, her cemiyet de önce kendisi için vard ı r. Onun için Türk m i l letinin iyi l iğ i tarihte daima mual lakta kal m ı ş ve hemen hemen hiç karş ı l ı k görmemiştir. Karşı l ı k görmek şöy le du rsun, tam manasiyle, Türk M i i l letinin mer­ hametinden maraz has ı l olm uştur. Tü rkten iyi l i kten başka bir şey gör­ meyenler, en az kölenin, h izmetkar ın efendisine karşı duyduğu hased i ve k ı s kanç l ı ğ a d uymuş, g ü nü geli nce onu arkadan hançerlamekten çekinmemişlerdi r. K u rnazlı klar, şirret l i kler, kötü l ükler d ü nyası nda Türk M i l letinin eli kolu adeta bağ lı kalm ıştır. Türk, g ittiğ i hiç bir yere zulüm götürmemişt i r, vahşet götürmemişti r, mecburi kültü r değ işmesi götürmem işt i r. Yer yüzünde imparatorluk kurup da em peryal ist ol ma­ yan tek m i l let belki de Türk M i l letidir. Türk M i l leti adeta başka ları için yaşayan m i llet o l muştu r . ü lkeler a l m ış, imparatorluklar kurmuş, fakat bunu sömürmek için değ i l , fütuhat ve cihang i r l i k için yapmıştı r. Ci hana nizarn götürmek için yapm ışt ı r. Tü rk M i l leti müstemlekesiz i mparatorl u k kurman ın şerefine u l aşan tek m i l let olm uşt ur. Idaresi al-


TÜRKIYEN IN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

47

tı ndakileri sömürecek yerde, kendisi el indekini avucundakini onlara vermişti r. Herkes en az onun kadar yaşam ış, o herkesten daha çok ö l müştü r. Türkten başka hiç bir mil let yoktur ki imparator luğu da�ı­ l ınca ana unsurunun ve ana vatanı n ı n perişan düşmüş olduğu görül­ sün , ayrı lanlardan çok geri kalm ış olsun. Bu ne Roma'nın, ne lngilte­ renin, ne Fransan ın, ne Hollandanın, ne de b i r başka müstemlekeci m i l letin başı na gelmişti r. Bu bakımdan Türk Mi lleti kötü l ü k yapma ka­ biliyeti olmayan b i r m i l lettir d iyebi l i riz. Bu ise d ünyaya göre bir hal d e� i l d i r. Kötü l ü k yapma kab i liyeti olmayanları n d ünyası meleklerin d ü nyas ı d ı r. Onun içindir ki Türk Mi l leti, bütün tarih boyunca, dünyayı kaplayan kötü lükler o kyanusunda daima b i-r iyilikler adası olarak kal­ m ı şt ı r.

Yayılma Hiç bir m i llet, hele dinamik b i r millet, Orta Asyanın sert ve kapa l ı iklim ve tab iatınde sonuna kadar kalamazd ı . N itekim bugünkü Avrupa m i l letlerinin menşeini teşkil eden H int-Avru pa kavimlerinin m üşterek ana vatanı da Orta Asyada ve Türklerin g ü ney-batısı nda bu­ lu nuyordu. Karan l ı k devirde onlar d a buradan yay ı l m ı şlardı r. Türk M i l­ letinin d i namizmi ise ebediyen O rta Asya çemberinde kalmaya hiç elverişli değildi . N itekim başlangı çtan itibaren Türkler bu çemberi k ı r­ m ı ş ve suyun, denizin, yeni iklimierin peşine d üşmüşlerd i r. Bu arayı­ şı Türkün fütuhat ve cihangirlik d uyguları büsbütün körüklemi ştir. N ü­ fusu çok az ve oldukça boş b i r d ünya o eski devirlerde fütuhatı zaten tabii ve meşrO b ir hale getiriyord u . Onun içind i r ki, Türklerin tarihi yayılması tabit ve meşrOdur. Bu yayı lmada üç tal i hsizlik olm uştur. Birincisi : Türk birliği par­ çalan mı şt ı r. Bu yüzden Türk M i l leti nin her şeye kad ir müşterek potan­ siye l i dağılmış, parçalanmış ve zayıflamıştı r . Bir yandan Türklüğün m ü şterek yumruğu zayıflarken, b i r yandan d a yay ı lan Türklük kolları ana kaynakla her zaman irtibatı n ı devam etti rememiş, bazan çok ay­ rı ve uzak d üşmüş, desteksiz ve kend i başı na kalmışt ı r. I kinci talihsizlik yeni Türkl ü k kolları nın g ittikleri yerlerde nüfus bakı m ı ndan her zaman geniş sahalara yaygı n yeterli kesafeti peyda edernemeleri ve böylece bazı yerlerde adacı klar halinde kalmaları d ı r.


TÜRKIYEN IN B UGÜNKÜ MESELELERI

48

Bu bilhassa Kuzey sahasında böyle olmuştur. Kesafet kurulamayan d a­ ha i leri mevzi lerde ise geniş ölçüde erimeler ve başkalaşmalar vuku bulmuş, böylece bir çok Tü rkl ü k kolları çölde kaybolup g iden ı rmak­ lara dönmüştür. üçüncü tali hsizlik Türk M i l letinin b i rden fazla cephede çarpış­ mak şekl indeki en kötü stratej inin içine düşmüş olmas ı d ı r. Türkün kaderi ası rlarca hep böyle olm uş, tek bir Türk M i l leti ayrı kollar ha­ l inde doğuda, batıda, kuzeyde, güneyde hep, halk tabi ri i le , yedi dü­ vele karşı mücadele etmiştir.

Iç mücadele Türk tarihinde görülen b i r zaaf da iç mücadeled i r. Bunun bir se­ bebi Türk Milletinin kabı n a sığ mayan y ü ksek potansiyeli ve dinamiz� m i ise, Ikinci ve asıl sebebi tarihin Asya, Avrupa ve Afri kada uzun za­ man yalnız Türk tarihi şeklinde seyretmesi d i r. Türk kavim leri karş ı la­ rı nda yabancı bir kuvvet görmeyince bir çok defa kendi araları nda ha­ kimiyet mü cadelesine g i rmişlerd i r. Türklüğün bu iç kavgaları Türk kültürünün gelişmesi nde ve bugünkü hazin duruma düşm esinde men­ fi neticeleri olan çok acı durumlar yaratm ışt ı r. Bu konuda sadece Osmanl ı devletinin gelişmesini b i r müddet geciktiren Timu r - Yıldı­ rı m Bayezid çatışmas ı n ı ve bil hassa Tim u run Altın Ordu devletini çö­ kertmesini hat ı rlatmak kafidir.

Yerleşme gUçlüOU

Türk M i l leti h i ç b i r zaman göçebe b i r m i l let deği ldir. Türkler eskiden de göçebe d eğ i l lerd i. Eski Türk boyları, vatan ların ı n iklim ve tabiati icabı olarak, yaz l ı k ve kışl ı k belirli yerleşme mekanları, yani yayiaiarı ve kışiaiarı olan topluluklard ı . Tıpkı bugünkü insanlar ve cemiyetler gibi . Yoksa Türkler her gün bir yerde konup göçen gez­ ginci i nsan lar değildi. G öçebeni n asl ı nda vatan ı ol maz. Türklerde da­ ha başlangı çtan beri vatan mefhumu vardı r ve şehirleşme, yerleşik hayat çok eski deviriere ç ı ka r. Tarihi kayıtlardan başka yeni yeni baş­ layan Türk arkeoloj isinin i lk netleeleri de bunu göstermektlildi r. B i l l-


TÜRK IYEN IN BUGÜNKÜ M ESELELERI

. .

49

nen tari h i devirlerde ise Türk yerleşi k hayatı, şehirleri ve eserleri i le meydandad ı r. Onun için Türklerin göçebe olduğu şek l i ndeki yaygı n v e kolay kanaat ilim bak ı m ı n dan tamamiyle yan l ı ştı r. Yal n ı z Türk tarihinde fütuhat ve yeni yurt araman ı n gerektirdiğ i b ü y ü k b i r hareketl i l i k var� ı r. Bu hareket l i l i k ise yerleşmeda g ü ç l ü kler meydana geti rmiş, g i d i len ve yerleşi len her yerde gerekli ölçüde kök salmaya b ir çok defa engel ol muştu r .

Çoğalmama B i lhassa hareketli hayatı n ve oturup rahatça yerleşmemenin ta­ bii b i r neticesi olarak Türk tarihinde b i r de nüfus zaafı görü l ü r. Ger­ çekten Türklerin nüfusu yeteri kadar çoğalmamışt ı r. Türkler daha Türk tarihinin başında dünyan ı n sayı l ı kalabal ı k m i l letlerinqen biri idi. Aradan geçen iki bin senede Türk nüfusunun yüz m i lyonu yeni geç­ m i ş ol ması çok yavaş b i r ço�almad ı r. Buna karşı l ı k Türklerin komşu­ ları çok h ı z l ı ço�alarak bugünkü nüfus kalabalı kları n ı meydana getir­ mişlerd i r. Türkler de onlar g i bi çoğalsalardı bugün b i r kaç yüz mil­ yon olmaları gerekird i . Türklerdeki nüfus azl ı ğ ı b i r yandan bitmez tükenmez harplerdeki telef ol malardan, bir yandan eriyip başkalaşmalardan, bir yandan d a n üfusun çoğalmasını sa�layacak rahat b i r yerleşi k hayata her zaman kavuşamam ış olmaktan i leri gelmişti r . Neticede Türkl üğün bütün kol­ ları bugün her yerde Türkleri tehdit eden kalaba l ı k yabancı millet­ lerle sarı l m ıştır.

Kültürü ihmal Türk tari hinin en büyük zaafları ndan b i ri Türk Mil letinin, bilhassa i dareci lerinin ve m ünevverinin kendi kü ltürünü fazl a ihmal etmesidir. Türk ayd ınları nda şaşılacak b i r d ışa dönük l ü k , yabancı hayran l ı ğ ı ve kendi değerlerine sahip ç ı kmama hali görülür. Türk kü ltürü büyük b i r kült ü rd ü r, fakat Türkler adeta b u n u n farkında deği l lerd ir. Bu yüzden serbest kü ltü r değişmeleri bazı Türk zümrelerinde şaşı l acak ölçülere


TÜRKIYEN IN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

50

varmıştır. Türk M i l letinin yakasını b ırakmayan taklitç i l i k hasta l ı ğ ı n ı n m ü h i m bir sebebi de budur. Kendi kültü rünü ihmalde, yabancı kü ltür mensupları nın Türk idare hayatına girmelerinin ve yabancı kültür propaganda ve tazyik­ lerinin büyük b ir rolü olduğu muhakkakt ır. Fakat kendi değerleri üze­ rinde titrernek hususunda Tü rklerin yarat ı l ı şından gelen m i l li bir ku­ surları olduğunu da kabul etmek lazımd ı r . Belki de Türkün alçak gö­ n ü l l ü lüğü , müsamahası , egosuna fazla bağ l ı olmaması, kendisine gü­ veni ve tabiattaki gel işme ve değişmeye uygun b ir mizaca sahip ol"' ması böyle ters bir neticeye dönüşmektedi r. Ço k şükür ki Türk kültürü büyük bir kü ltürd ü r. B i l hassa münevver zümrelerde görülen bu ihmale, halk tabakaları iyi mukavemet etmek­ te ve derindeki büyü k yürüyüşünü koruyabi lmekted i r. Bu m i l li zaaf, kend i kü ltürünün ihmali, yukarıda da söylediğimiz ÇJibi, Tü rk tarihinin iniş çı kışları n ı n başl ıca sebeplerinden birini teşki l eder. Türkler hariku iAde b i r yaşatma gücü olan kültürlerine bağl ı ka­ l ınca yüksel m işler, onu ihmal edince kaybetmişlerd i r. Son devirlerde Türk alp tipinin yanl ı ş olarak miskinlik şeklinde tatbik edilen b i r der­ viş tipine dönüşmesi, d i narnizmin kaybolmas ı , akıncı ruhun tevekkü­ le ve terk-i d ü nya şeklinde b i r anlayışa yerini bı rakması her yerde Türklerin geri lemesinin, bu arada Osmanlı devletinin de çökmesinin sebeplerinden biri olmuştur.

Medeniyete ayak uyduramama

Bugünkü Batı medaniyeti varl ı ğ ı n ı son iki as ı rdaki gel işmelere borçludur. Bunlar ise ticaret ve sanayi gel işmelerid ir. Bat ı l ı l a r önce mil letler arası ticareti n önemini kavrayarak bunun tedbi rlerini almış, son ra on sekizinci asr ın sonunda ve on dokuzuncu ası rda buharı ma­ kinaye tatb ik ederek büy ü k sanayi inkilabını gerçekleştirmiştir. Tü rk­ ler bu fırsatı kaçı rm ışlard ı r. Türk M i l leti nin bu yeni d u ruma vaktinde adapte olamamasının çe­ şitli sebepleri vardı r. Tarihi gel işmede yorgun d üşmek, idare etmekle u ğ raşı p iş hayatına yabancı kalmak, d i nin yan lış anlayışına ve tatbi-


TURKIVE N I N B U G Ü N K Ü MESELELERI

11

katına saplanmak, alp tipinin miskin l i k ifade eden yan l ı ş b i r derviş tipi ne dönüşmesi ; arayan, tatm in olmayan akıncı ruhun kendisini ka­ dere terk etmiş b i r tevekküle çevrilmesi, şark mislisizmine kapı lmak, Avrupa'da rönesanstan sonraki gel işmeleri ve müsbet i l m i n i n kişafı nı !akip edememek, çok açı lm ı ş olduğu sahalarda biriken siyasi gai le­ lerden baş ı n ı kald ı rmak, umumi cehalet ve Türk kültürünü i hmal bun­ ları n başlıcalarıdır.

TORKIYEYE YöNELEN TEHDITLER Işte Türk tarihinin gel işmesi ve zaafları ana hatlariyle böyled ir. Ve işte geçmişin bu tablosu , Tü rk M i l leti nin bugünü için bir takım teh­ ditler ortaya çı karmıştır. Tarihin bugünkü Tü rkiyeye m i rası olan bu tehditler şun lard ı r :

Batı tehdidi Bu tehd it Türklerin batıya yayı lması nın bir reaks iyonu olarak or­ taya ç ı kmışt ı r . Türklerle Avrupanın çatışması Hunlar zaman ı nda baş­ lam ıştı r. Hint-Avrupa kavi mleri topluluğu olan Avrupa, daha başlan­ g ı çta, gelen bu U ral-Altay kavmini yabancı saymış, ondan ürkmüş, ona d üşman kesilmiş ve haksız olarak ona barbar adı n ı takı p kendisini ay­ rı tutmuştur. Türkler müslü man olunca batının bu düşman l ı ğ ı na b i r de d i n unsuru eklenmiş ve bin y ı l l ı k batı tehdidi böylece hı ristiyan batı tehdidi hal ine gelmiştir. Hi ristiyan batı tehd idi zaman zaman çok alev­ lenmiş ve haç l ı seferl eri b i l e tertip edecek bir seviyeye u laşm ı ştı r. Haçlı seferleri k ı n l d ı ktan sonra da haçlı zihniyeti can l ı l ı ğ ı n ı muhafa­ za etmiştir. Osmanlı devleti ile asırl arca süren mücadelesinde Avru­ pan ı n bu haçlı zihniyeti hep ön pla.nda görü l ü r. Hülasa b i n y ı l l ı k eski batı tehdidi, bin y ı l da hiristiyan batı tehdidi olarak zamanı mıza ulaş­ m ı ştı r. Batı tehd idinin birbirine bağ l ı iki hedefi vardı r. Bunlardan birin.. cisi ve ası l olanı Türkleri mümkünse veya mümkün olduğu kadar geri itmektir. I kincisi Türkleri zayıflatmak, kuvvetlendirmemek, zayıf tut­ maktı r. Birincisi için Avrupa harplerden, masum ve müdafaasız insan­ l arı n, köylülerin, çolu k çocuğ un katliamına kadar her yola baş vur-


T Ü RK IYEN I N B U G Ü N K Ü M ESELELERi

52

muştur ve vu rmaktad ı r. I kincisini ise b i lhassa sulh zamanları nda usta­ l ı kla yü rüte gelmiştir. Böylece asırlardan beri Türkler devam l ı olarak bu iki hedefin k ıskacı içinde tutu lmuşlard ı r. ·

Türklerin geri iti l mesi 1 683 Viyana bozg unundan itibaren hiristi­ yan batı hesab ı na başarıyla devam etmiş ve ancak lstiklal Harbi i le ciddi b i r şek i lde durdurulmuştu r . lstikl a l Harbinin gerçek man�sı bu­ d u r. Jst i klal Harbi Türk M i l letinin lsti kl�lini korumuş ve a sırl ardan be­ ri devam eden batı itmesini Türkiye hudutlarında d u rdurmuştur. Fakat tabii Tü rkiye hudutlarında durdurulmakla be raber, batı teh­ d i d i bitmiş değild ir ve bugün de devam etmekte ve fı rsat kollamak­ tad ı r. N itekim bugün Türkiye Kıbrısta bunun m ücadelesini vermekte­ d i r. K ı b r ı staki m ücadele i l k bakışta 1 20.000 Türkün ve stratej i k bir top­ rak parças ı n ı n mücadelesi g ib i görünmekted ir . Fakat asl ı nda Kıbrıs davası Tü rkiye için Tü r k M i l letinin geri iti l mesi davas ı d ı r. Türkiye ls­ tiklal Harbinde durdurduğu geri itme tehdid ini nerede ortaya çı kar­ sa orada ve derhal bütün varl ı ğ ı il e durdu rmaya mecburdur. Bugün bu teh l i ke K ı brısta baş göstermiş ve Türkiye orada bunun karşı sına d i ki l mişt i r. Kıbrısta yalnız 1 20.000 Tü rkün hayatı tehl i keye g i rmiş de­ ğ i l , Türkiyenin varl ı ğ ı na ve ist ikbaline karşı yeni b i r tehdit belirtisi ortaya çı km ıştır. Yoksa 1 20.000 Türkü Anadoluya getirirdiniz, kav­ ga b iterd i . Fakat tab ii mesela bu kadar basit değ i ld i r. Bugün Kıbrısı feda ederseniz yarın iştahların Bozcaadaya, lmroza, lstanbula, lzmire kabarmasına haz ır olacaks ı n ı z demekt i r. Kıbrıs davası budur. Beş yüz sene l i k Istanbul nas ı l e l i m izden g ider d iye düşünemezsiniz. Sahip ol­ mayınca ve o lmas ı n ı b i lmeyince üç yüz sene li k, beş yüz senel ik şe­ h i rlerin ve toprakları n b i r g ü n kaybed i l d i ğ i n i Türkler görmüşl erdi r. Bu­ gün kaybetmiş olduklarını kaybedecekleri asırlarca evvel hiç Türkle­ rin aklına gelir miyd i ? Türkiyenin bugün de ve bundan sonra da bu geri itilme tehdidi ile karşı karşıya bulunduğunu ve bul unacağ ı n ı her Türk daima göz önünde tutmaya mecburd u r. Kıbrıs d�vası nda Türki­ yenin baştan beri nas ı l yaln ı z kald ığ ı ve Avrupanın nas ı l Yunaiı istanı n v e Makariosun arkasında top land ı ğ ı ibretle d üşünülme l i d i r. B u tabii idi. Çünkü ortada olan şey Türkiyeye karşı tarihi batı tehdidinin bir safhası d ı r. ·

Türkleri geri itme i m k�nı ortadan kalk ı nca bu sefer Avrupa bü­ tün gayreti n i i kinci hedefe yöne ltir. Bu hedef, Türkleri kuvvetliysa za.. yıflatmak, zayıfsa kuvvetlend i rmemek, böylece daima, b i r kudret ol-


TÜRK IYEN IN BU6ÜNKÜ MESEL!LERI

53

masına imkan vermemek esas ına dayan ı r. Türk Milleti çeşitli sosyal, kültürel ve ekonomik kıskaçlar içine alı n ı r. Türkiye bilhassa Tanzimat­ tan beri bunun çeşitli örnekleriyle karşı karşıya kalmıştır. Bu silah­ sız baskı bugün de bütün sinsilği ve hatta bütün açı klığ ı ile devam et­ mekte, yerli mevziler de ele geçirilarak Türkiyenin kaderi üzerinde çeşitli ve çok taraflı kumarlar oynanmaktad ı r. Bu da batı hesabına ta­ biidir. Çünkü Avrupa nazarında Türk M i lletinin geri itilmesi ve hiç de­ ğilse kudretli o lmaması esastı r. Fakat şunu da ilave edelim ki lsti klAI Harbinden sonra batı teh­ d idinin kuvveti her şeye rağmen çok azalmıştır. Bunu sağlayan, batı­ yı adeta tarihi niyetlerinden vaz geçiren, Tü rklüğün Tü rkiye toprakla­ rı üzerindeki varlı ğ ı n ı kabul ettiren esas amil yeni Türk devletinin, Türkiye Cumhuriyetinin kudretid i r. Bunda yeni dünya nizarnı n ı n da, tabiT, rolü vardı r. Bugün eski, tarihi batı tehdidi art ı k sadece Türki­ yeyi kuwetlendirmeme hedefine sarı lm ı ş görünmektedi r. Bu yüzden Türkiye ile batı arasında bir tak ı m yakı n münasebetler ve ittifaklar da kurulmuştur. Hatta büyüyen komünizm tehlikesi karşısı nda kader b i r­ liğine de gidilm iştir. Fakat yine de Türkiyenin b u konuda çok uyan ı k v e akıllı olması gerekmektedir.

Kuzey tehdidi Batı tehdidinin bu şekilde g itgida zayıflamasına karş ı lı k Türkiye­ ye yönelen kuzey tehdidi g ittikçe kuwetlenmiştir. Bu iki tehdit ara­ s ı ndaki belirli ilk fark budur. Ikinci bir fark daha vard ı r ki o da batı tehdidinin, hiç olmazsa başlangıçta, b i r dereceye kadar bir nefls mü­ dafaasına dayanmasına karş ı lı k kuzey tehdidinin tamam iyle sald ı rgan bir d u rumda bulunmas ı d ı r. Gerçekten kuzey tehdidi başlang ıçtan be-­ ri daima Tü rk topraklarına yönelmiş mütecaviz b i r d üşmanlı k hareke­ ti şeklinde vuku bulm uştur. üçüncü fark ise hedeflerdeki ayrıl ı kt ı r. Batı tehdidinin hedefi Türklüğü geri itmekti r. Kuzey tehdidinin hede­ fi ise Türklüğü yok etmektir. Kuzey tehdidi umumi o larak sıa.v teh d ididir. Fakat bilhassa Rus tehididi demektir. Bu tehdidin Türkler bakı m ı ndan çok hazin bir tarihi seyri vard ı r. S lavları aşağ ı yukarı Türkler tarih sah nesine ç ı karm ış, tabi r caizse Türkler adam etmiş, sonra yine Türkler onların kurbanı


54

TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü MESELELERI

olmuştur. Türkler daima ve her yerde merhametlerinin ve müsamaha­ ları n ı n cezasını çekmişlerdi r. Fakat hiç bir yerde bu ceza kuzey cep­ hesindeki kadar ağır olmamı ştır. Bunun ası l sebebini slav kamkterin­ de aramak icap eder. Gerçekten Slftvlar hile, entrika, fı rsatç ı l ı k ve zulüm bakı m ı ndan Hint-Avrupa kavimlerinin en i leri gitmiş kolunu teşkil ederler. Slfıvlara itimat etmek katiyen caiz değildir. Anlaşma­ lara riayetsizlikte, muahadeleri bozmakta ve hiçe saymakta, siyasi tu­ zaklar haz ı rlamakta, ahde vafasızlıkta hiç bir millet onlarla yarış ede­ mez. Avarların da elinde bu pişmanl ı k kalmış, Baltac ı n ı n da •3 1inde bu pişmanl ı k kalmış, Ikinci Dünya Harbinden sonra Amerikanın da elinde b u pişmanl ı k kalmı ştır. Burada Slftvların ve Rusların belirli bir vasfını daha zikretmek ge­ rekir. Kendi leri bakı mı ndan çok takdire değer bir hal olan bu vasıf, onların kavmiyetlerine ve m i l l iyetlerine aşırı derecede bağ l ı olmala­ rıdı r. Bütün tarihlerinde kararlı, israrlı ve i natçı b i r milliyetçilik hakim­ d i r. Bu vasıfları o kadar aşırıdı r ki kendi menfaalleri için d ü nyayı göz­ leri görmez ve karşı larındaki kavi mlere ve m i lletiere bu uğurd a akla hayAle gelmez muameleleri ve haksızl ıkları yapmakta hiç tereddüt et­ mezler. Silıviarın esas yurda taygalar bölgesidir . Slavlar g üneydeki boz­ kı rlara ve doğu Avrupa ile Balkaniara bu kuzey ormanlarından çıkıp yayı lmışlard ı r. Bu orman kavmini bozkıra yayan, adeta onları g ü n ışı­ ğ ı na çı karanlar da, dediğimiz gibi, esas itibariyle Türkler olmuşlard ı r. Slavlar tarihlerini 4. asra kadar çı karmağa çalışı rlar. Fakat bu i l k devrelerde kayda değer b i r varl ı k gösterememişlerdir. Böylece 5. as­ ra kadar orman içinde i ptidai bir kavim olarak kapal ı b i r hayat yaşadı k­ ları anlaş ı l maktadı r. Hunlar Avrupaya geçtiği zaman Slavla r henüz or­ talarda yoktu. Ondan önce Gotlara, Hunlar gelince de her halde Hun-­ lara tftbi olmuşlard ı r. Ancak 6-7 . asırlarda belirli b i r kavim olarak o r­ talarda gözükmeğe ve bozkı ra çıkmağa başladı kları m üşahede edi l i r. Hunların arkasından gelen Avarlar bu orman kavmini bulmuşlar ve onları hizmetlerine alarak kalabalık kütleler halinde bozkıra ve ora­ dan da doğu Avrupaya ve Bal kaniara sürüklemişlerd i r. Böylece Avar­ lar S lfıvların adeta lokomotifliğini yapmı şlard ı r. Slav tarihinin i l k dev­ ri böylece Avar tarihi ile müşterekti r denileb i l i r. Fakat S lfıvla r Avar­ Iarın nimetini çabuk unutmuşlar, fıi· sat buldukça onlara baş kaldı rmak­ tan çekinmemişlerd ir. Böylece bugüne kadar sürüp gelen Slfıv - Tü rk


T Ü RKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELER I

mücadeleleri daha Avarlar devrinde i ken başlamıştır. Hatta bu mü ca­ delenin Avarların son zamanlarından itibaren Türklerin aleyh ine dön­ d üğünü i leri sürenler vard ı r. Slavların bozkıra yayı lmaları n ı n i kinci lokomotifl iğini daha sonra Hazarlar yapm ışlar ve onları orman bö lgesinden Hazar ve Karadenize kadar uzanan Kuzey bozkı rına indirip yerleştirmişlerd i r. Böylece 7-9. ası rlarda Slavlar hem doğu Avrupaya ve Bal kanlara, hem de Hazar ve Karadenizin kuzeyindeki geniş bozkı ra yay ı l ı p yerleşerek bugünkü SI Avl ı ğ ı n coğ rafyas ın ın esası nı meydana getirmişlerd i r. Bu coğrafya­ da her halde batı Slavl ı ğ ı Avarlara, doğu Slavl ığ ı da Hazariara çok şey borçludurlar. Sl8vlar bozk ı ra indi kten sonra, dediğimiz g i bi, zaman zaman efen­ d i leriyle çatı şmış ve bozkın elde �tme kavgasına g i rişmişlerdir. Böy­ lece Tü rklerle Slavlar arası ndaki tarihi mücadele başlam ı ştı r . Bu mü­ · cadelede Slavlar önce batıda başarıya ulaşm ışlar, Asyadan gelen Türk tazyiki zayıflayınca batı Slavları hakimiyeti ele geçirmeğe ve Türkleri eritrneğe başlamışlard ı r. Bu arada 9 - 1 0. ası rlarda Bulgarları SIAvl aş­ tı rarak Türklerin Balkanlardaki i l k ve eski hakimiyeti n i k ı rm ı şlar, daha son ra gelen (1 1 . Ası r) Peçenekleri de bir müddet sonra bartaraf etmiş­ lerd ir. Böylece Balkanlarda Türk hakimiyeti bi r kaç ası r içinde silinmiş ve ancak Osmanlı ların gel işiyle batı Türkleri tarafından yeniden kurul­ muştu r. Doğu Slavları ise ancak 1 1 . Ası rda Hazar devletinin y ı kı l ı ş ı ndan sonra bozkıra sah i p olma idd iası ve hakim iyeti peşinde koşmuşlar ve bu arada orman bölgesine hakim de ol muşlard ı r. Fakat arkadan gelen Peçenek ve Kuman dalgalarından göz açamam ışlar, bozkırda söz sa" h i bi olamam ışlard ı r . 1 3. ası rda Altın Ordu devletinin kurulması ile Slav hakimiyeti, bozk ı n ele geçirmek şöyle dursu n, orman bölgesin­ de de ortadan ka l kmış ve Slavlar tam bir Türk hakimiyetine g i rm işler­ d i r. .

Iki ası rl ı k bu si nmeden sonra 1 5. asırda Slavların i l k defa ciddi bi r şekilde eanland ı kları görü l ü r. Orta Asyadan ve S ibi ryadan doğu Av­ rupaya kadar bozkırın büyü k ve tek hakimi Altın Ord u devleti 1 5 . ası r­ da y ı k ı l ınca ve devletin birl iğ i bozul unca kuzey sahasında Türk varlı­ ğ ı n ı n hanlı klar devri başlamış; Kasım , Kazan, Astrahan, K ı rım ve Sibi r hanlı kları, parçalanmış Türk hakim iyetini devam etti rmeğe çal ışmış-


TÜRKIYEN IN B U G Ü N K Ü M liSEL!LERI

56

lard ı r. Işte bu zayıflam adan ve hanlı klardaki i ç mü cadelelerden istifa­ de eden Slavlar hakimiyet davasına kalkı şmı şlar ve Moskova prens­ li�! etrafı nda a� ı r a�ır, fakat devamlı olarak i leri mevziler kazanmağa başlamışlard ı r. Böylece H u nlardan Altınorduya ve 4. asırdan 1 5. ası ra kadar, arka arkaya kurulan devletlerle 1 000 sene l i k Türk hakimiyetin­ den sonra kuzey sahasına, bu Türk ü lkelerine yeni bir ortak çı kmış­ t ı r. Do�u Slavları , yani Ruslar art ı k belirli b i r şekilde tarih sahnesinde­ d i rler. Eskiden Tü rklere tabi olan Moskova Prensli�i müstakil hale gel­ d i kten sonra artı k g ittikçe büyüyecek ve çok geçmeden Rus Çarl ığı şeklini alarak TürklüOün en büyük gailesini teşkil eden kuzey devleti ortaya çıkacakt ı r.

lbret levhası Bu Rus hakim iyeti ve genişlemesinin ilk ku rban ı 1 5. asır ortasın­ da Kas ı m Hanlığ ı olmuş, bu hanlı k kendi li�inden Rus Mkimiyetini ka­ bul etmek zorunda kalarak 1 7. as ırın sonları na kad ar onlara tabi bir han l ı k şeklinde devam etmiştir. Fakat Türkler için ilk büyük darbeyi ve Türk-Rus mü cadelelerinin dönüm noktas ı n ı Rusların 1 552'de Ka­ zan Hanlığ ı n ı yı kması teşkil etmiştir. Art ık ondan sonra Ruslar için g üney ve bi lhassa do�u istikametinde adeta yol açmıştı r. 1 556'da Astrahan Hanlı � ı n ı işgal eden Ruslar, b i r yandan Kırım Han l ı � ı için fı rsat kollarken, b i r yandan da do�uya, Sibir Hanlı�ına do!)ru yönelmlşlerd lr. 1 441 'de kuru lan K ı r ı m Han l ı � ı en kuvvetli h an l ı k olarak uzun za­ man Rus emellerini kendi istikametinde d u rd u rmuştur. Fatih devrin­ de Osmanlı lmparatorluOuna ba�land ı ktan sonra Kırım Hanlığı Ruslar karşısında büsbütün kuvvet kazanmışt ı r. Fakat sonraları Osmanlı lar zayıflsdı kça Rus baskısı artm ı ş, nihayet 1 783'te K ırı m Hanl ı � ı da Rus­ lar tarafından işgal edilm iştir. Bu konuya b iraz aşa� ıda tekrar dönece­ !)lz. Doğuda ise S ib ir Hanlığına yönelen Ruslar 1 6. asrın sonunda Ural­ ları geçerek bu hanlı ğ ı n toprakları n ı işgale başladı lar. 1 7. asırda gü­ ney Sibirya Türk ülkelerini zapdederek Yakutistana kadar bütün Sibir­ yayı işgal etti le r.


TÜRKIYENIN BUGÜNKÜ MESELELERI

87

Sibiryanın işgali tamamlandı ktan sonra Ruslar Asyada gü neye yöneldiler ve kuzey bölgelerinden başl ıyarak Türkistanı ele geçirme­ ğe koyu ldu l·a r. 1 8. ası rda Kazakistanı işgale başlayıp, 1 9. ası rda daha g üneye sarktılar. 19. asrı n ikinci yarısı nda bütün Türkistan kaybed ildi. 1 865'te Taşkent zaptedilerek Tü rkistan Rus Valili�i kuruldu. 1 885'e kadar Samerkant v.s. Işgal edilerek B uhara Emirllği Ruslara tabi ol­ du. 1 873'te Hive Hanl ığı Ru!!ların elin e geçt i . 1 876'da Hakand Han l ığ ı işgal edildi . Aynı yıl K ı rg ızistan zapted i ldi. 1 881 'de Ruslar Tü rkmenisiana nüfuz ettiler. 1 885'te Merv bölgesine sokuldular ve Tü rkmenisten , Rusya, Iran ve Afganistan arasında taksim edildi. Böylece yirminci asır başlarken Kuzey ve Do�u Türklü k sahaları, Do�u Türkistan hariç tamem iyle Rusların eline geçmiş b u l u nuyord u. 1

Fakat bu arada Çarl ı k Rusyası da ihtiyarlamış ve devlet çarkı adamakıl l ı bozulmuştu. Bütün bu genişlemenin ve iç s ı k ı ntıların a � ı r y ü k ü n ü çekemez hale gelmişti . B u yüzden 1 905'te R u s inkilflbı oldu ve meşrutiyete geçilere k Çarl ı k idaresindeki kavimlerin hepsine yer veren parlamento (Du ma) k u ruldu. Bu i l k meclise 35 kadar da Türk m il let vekili girdi. Bu devre Rus esiri kavi mler için büyük bir terah l ı k devresi oldu. Çarl ı k idaresinin nüfuzu ve baskısı ç o k zayıflamış, her kavim ve bu arada Türkler mahalli bir serbestliğe kavuşm uş, kendi kü ltürlerine sarılm ıştı . Art ı k herkes istlkl�l dAvasına koyulmuştu . 1 91 7 komünist ihtilali başlarken ve tefessüh etmiş Çarlı k Rusya­ sı y ı k ı l ı rken bu istiklal u m itleri büsbGtün parladı . Bolşevi kler Çarl ı ğ ı y ı karken bütün kavimlere hürriyet vadediyorlard ı . O n u n i ç i n Tü r k !i­ derleri de başlang ıçta bolşevi klerle iş birliği yaptılar ve Çarl ı k id are­ sinden kurtulan Türk ülkeleri mahalli idareler istikametinde hareke­ te geçme�e ve haz ı r l ı k yapmağa başladı lar . Hatta Azerbeycan gibi is­ tiklalini ilan edenler de oldu.


58

'T Ü RK IYEN I N B U G Ü N K Ü M ESELELERI

Fakat bu rüya uzun sü rmed i. Bolşevikler sözlerinde d urmadı lar ve y ı rtılan Çarl ı k Rusyası perdesinden sonra, Sovyet Rusya ile bera­ ber, Türk ü l kelerinin üzerine eskisinden daha karan l ı k b i r perde inmiş old u . Hepsi isti klal arzu ları nı, isti klal kazanmış olanlar da isti klallerini ' yen iden kaybettiler. Işte Rusların kuzey ve doOu Türkl ü k sahaları nı ele geçi rmeleri nin kısa ve sade tablosu budur. Türklük aleyhindeki Rus genişleme arzu ve emelleri komünizm ile de ve burada da d urmad ı . Yal niz kıyafet değiştirmiş oldu. Geriye i ki Türk ü l kesi kalmıştı . Biri Doğu Türkistan , öbürü Tü rkiye . Doğu Tü r­ kistan Çin nüfuz bölgesinde idi. Onun için ele geçiri lmemişti. Fakat Ruslar bunu bile b i r türlü hazmademiyecek ve i leride Komünist Çin i le a raları n ın açılmas ı n ı n sebeplerinden birini Çinin ele geçirmiş oldu­ ğ u bu Türk ülkesi teşkil edecekti . Gerçekten bugün Sovyet Rusya ile Kızı l Çin aras ındaki anlaşmaı l ı ğ ı n temel sebebi Türk toprakları üze­ rindeki nüfuz mücadelesidir . Çin Rusyay ı , Rusya Çini Türkistenda ve kuzey Asyada hazmedememektedir. Tü rkiye'ye gelince, Rusya bütün Osmanl ı dev resinde batı Tü rk­ l üğ ü i l e u oraşmış ve bu isti kametteki mücadelesine aral ı ksız olarak devam etmiştir. Bu mücadelede Rusya, 1 71 1 'de P rutta Türklerin müsa­ mahasına iltica edecek d u rum lara bile düşmüş olmasına rağmen, Os­ manlı Imparatorluğunun yıpranmasında baş rol ü oynamaktan geri kal mam ıştı r. Osmanlı Imparatorluğu yıkldıktan sonra Rusya b u sefer Tür­ kiyeyi hedef almıştır. Son e l l i y ı l d ı r da bu hedefle uğraşmaktadı r. · � ·-·---..

Rusların batı Tü rklüğünü hedef alan güney istikametindeki bu ge­ n işlemesinin de çok ibret dolu bir tablosu vard ı r. Bu tab lo aşağı yu­ karı beş yüz seneliktir ve içinde sayısız Türk - Rus savaşları yer alır. Bilhassa son üç yüz sene Içinde hemen hemen her neslin hayatında bir büyük Tü rk-Rus harbi olmuştu r . Altın Ordunun y ı k l ı şı ndan sonra Ruslar gü ney istikametinde göz­ lerini açtı kları zaman karşı ları nda K ı rı m Hanl ı ğ ı nı buldular. K ı rı m Han­ l ı ğ ı Altın-Ordu varisieri arasında en kudretl i han i ı ktı ve bütün Karade­ nizin kuzeyine ve Uk raynaya uzun zaman hakim olm akta devam etti. Bu yüzden 1 7. asrın sonu n a kadar Rusya g üney isti kametinde, Mosko­ va önlerinde adeta m ı h l andı kald ı .


T Ü RKIYEN IN B U G Ü N K Ü MESELELERI

Yukarıda da beli rtti Qimiz g i b i 1 441 'de kurulmuş olan Kırım Han­ l ı Q ı 1 475'te Osmanlı Devletine tabi oldu. Bu bi rleşme hem Osman ll lara hem K ı rıma büyü k bir kuvvet verdi. Osmanl ı Devleti böylece Karadeni­ zin kuzeyine atlayarak kuzey bozk ı rları n ı n derin l i k lerine kadar hakimi­ yetin i genişletti ve 300 sene kadar Ka radeniz bir Türk iç denizi halinde kaldı. K ı r ı m Osman l ı ların da desteQi ile uzun zaman Rusl ara göz açt ı r­ mad ı . l i k devi rlerdeki savaşlarda Ruslar hep perişan oldular. 1 571 'de K ı rım ordusu Moskovayı işgal etti, çar ancak kaçarak kur­ tuldu. 1 651 .. 53'tek i Türk - Rus harbi y i n e Rusların maQ i ubiyeti il e ne­ ticelendi . Kalaba l ı k fakat düzensiz Rus kuvvetleri m u ntazam, tal imli K ı r ı m süvari ordusunun v e Osman l ı askerleri nin karşısında tutunamı­ yorlardı. 1 659'da bir Türk - Rus harbi daha oldu ve Ruslar yarım ası r bel­ lerini doQru ltamayacak ve Ukraynaya m üdahale edern iyecek şekilde ma� I O p oldular. Karadeniz bir Türk gölü olarak kalm akta devam etti . 1 695'te Çar Petro Azak kalesini m uhasara ett i ; fakat bu savaşta da Ruslar hezimete uğradılar ve püskürtüldül er. 1 696'da Petro tekrar Azak'a saldı rdı ve bu sefer m uvaffak oldu ve Azak düştü . Böylece Ruslar tari hte i lk defa Karadenize ulaşmış ol­ dular. Fakat burada ancak 1 5 sene kalacaklardı . 1 71 1 'de Prut harbi oldu. Ruslar bir kere daha mağ i Q p oldular. Azak iade edildi ve Rusya tekrar eski kabu �una çekildi. 1 725'te Petro öldü. Fakat güney istikametindeki genişlemeyi ve Bo�azları ele geçirmeyi telkin eden yaz ı l ı vasiyetnamesi ni Rusya'ya ebedi b i r m iras olarak b ı rakt ı . 1 736-1 739'da büyü k bir Türk - R u s harbi daha v u k u buldu. Ruslar yine yeni ldiler ve Karadenizin ve Azak Denizi nin Tür k gölü oldu�u­ nu kab u l ettiler. Osman l ı devleti bu tarihte Çar ü nvanı n ı b i le kab u l etmiyordu. 1 768-1 774 y ı l ları nda yeni bir Türk-Rus harbi yapıl d ı . Ruslar bu harpten galip ç ı ktı lar. 1 770'te Cebelitarı k yoluyla gelerek Çeşmede


50

TÜRKIYEN IN BUGÜNKÜ M ESELELERI

Osmanlı donanmasına bask ı n yaptı lar. 1 771 'de Kırımı işgal etti ler. Karadenize indiler, kuzey-doOu Karadenizi i l hak etti ler. Kı rımdan çe­ ki leceklerin i vadetmişlerd i . Fakat çeki lmedl ler ve 1 783'te K ı rımı il hak ettiler. 1 787'de bir Türk - Rus h arbi daha patlak verd i . 1 788'de özü ve Odesa kaleleri Ruslar tarafından zaptedil d i ve Rusya bu savaştan da 1 792'de galip ç ı ktı. Böylece Karadenizin kuzey şeridi tamemiyle Rus­ yaya geçti. 1 806 - 1 81 2'de bir Türk - Rus harbi daha yapıldı . Yine Ruslar ga­ lip geldi ve bu sefer de Basarabyanın büyük bir kısmı Osman l ı lar­ dan koparıl d ı . Bu arada Ruslar Kafkasları da isti la etme�e başlad ı lar ve 1 805'te Gence Hanl ı � ı n ı , 1 806'da Kuba ve BakO Hanl ı kları n ı , 1 81 5'te Şeki Han l ı � ı n ı , 1 820'de Şirvan Hanl ı � ı n ı , 1 822'de Karaba� Hanl ı ğ ı n ı işgal ettiler ve 1 828'de Rusya bu işgallerini kabul ettirerek Irandaki Türk Kaçar devletinden Kafkasyayı resmen aldı ve böylece Karadeniz kıs­ kacı b iraz daha I lerlemiş oldu. 1 828 - 1 829'da bir Türk - Rus harbi daha oldu. Ruslar galip geldi­ ler ve savaş sırası nda do�u da Erzurumu, batıda Edirneyi bile işgal ettile r. Sonunda bütün Do�u Karadeniz Ruslara veri ldi . 1 853 - 1 856 y ı llarında Kırım Harbi d iye bilinen Türk - Rus harb i yapı ldı. B u harp Türklerin zaferi ile bitti. R usya güney Basarabyayı Osmanlı lara b ı raktı . R usyanın Karadenizde tersane ve donanma b u­ lundurması yasaklanara k adeta nefes! kesi ldi. Fakat mağlup Rusya boş d u rmadı. Bal kan kavimlerini Osmanlı .. lara karşı ayaktandırma tertip ve teşviklerine g l rişti. 1 8?7'de 93 Harbi d iye anı lan Türk - Rus harbi patlak verd i. Bu harpte Ruslar galip geldiler. Balkanlardan i l k büyük Türk göçleri ol­ du, Türk katliamları vuku buldu, adeta Balkanlar boşaltılarak Türkler eka l liyete d üştüler. Balkanlarda Romanya, Sı rbistan ve Karadağ Os­ manlı lardan ayrı larak istiktaı kazandı lar. Böylece Bu lgaristana kadar Balkanların bir kısmı e lden ç ı kt ı . Doğuda Ise Kars, Ardahan, Artvin, Batum Rusyaya verildi .


TÜRKIYEN I N BUGÜNKÜ M ESELELERI

61

1 91 2'de Rusya Balkanları kışkı rttı ve Balkan Harbi vuku buldu . Türkler kaybettiler ve Balkanlarda i ki nci defa büyük katliamlar ve göç­ ler oldu. Türkler Batı Trakya hariç, memleket olarak her yerde ekalli­ yete d üştüler. 1 91 4'te başlayan Birinci Dünya Harbinde yeni bir Türk - Rus sa... vaşı daha vuku buldu. Bu harpte iki taraf da kazanamadı , daha doğru­ su her iki taraf da kaybetti. Rusyada 1.91 7 ihtilali patlak verdi ve Çar­ l ı k yıkı larak Bolşevik idaresi kuruldu. Osmanlı lmparatorlu{lunun top­ rakları , Anadolunun küçük bir kısmı hariç, batılı devletler tarafından işgal edildi. 19 Mayıs 1 91 9'da Türk l stiklal Harbi başladı ve 29 Ekim 1 923'te Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. 23 Nisan 1 920'de Türkiye Büyük Mil­ let Meclisi açılmış ve Rusyanın karşısına yeni bir Türk devleti çık­ m ıştı . Başlangıçta her iki tarafta da yeni idareler kendi iç dertleri ile meşgul olmakta ve batıya karşı kuvvetl i olma{la çalışmak bakı­ m ı ndan aynı paralelde bulunmakta idiler. Hatta bu devirde Bolşevik Rusya ve Türkiye birbi rlerine destek olmakta ve yard ı m bile etmek­ teydiler. Fakat Rusyada bolşevizmle beraber bu sefer de komünizmin ci­ hanşümOI rengi ortaya çıkmış, Çarl ı k Rusyası em peryalizmi yerine derhal komünist Rus emperyalizmi tezgahlanma{la başlamıştı . Bu arada 1 91 8'de kurulan Azerbaycan Cumhuriyeti 1 920'de Ruslar ta­ rafından ortadan kaldırılarak Komünist Rusyanın i l k kurbanı olmuş­ tu. Fakat iş bununla kalmıyordu. Nitekim bu arada Türkiyeye de çen­ gel atı lmaya ve do{lmakta olan yeni Türkiye daha başlangıçta komü.. nistleştirilme{le çalışılmış, böylece Çarlı k Rusyanı n yeni komünist varisi daha başlang ıçta Türkiyeyi, tarihi ve ananevi Rus emelleri is­ tikametinde, yine hedef ittihaz etmekten şaşmamıştı . Atatürk bu tehlikeyi vaktinde gördü ve önled i. Ama Türkiye is­ tikametindeki Rus emelleri bitmek bi lmedi. Artık Rus emperyalizmi­ n in Türkiye ile u{lraşma safhası başlamış bulunuyordu. Bu safhada Rusya Türkiyenin lçnde komünist bir köprübaşı kurmaya gayret et­ miş, dışta ise b i r tehdit unsuru olarak Türkiyenin başı nda fırsat kol­ lamakta olduğunu hissettirmeğe daima itina göstermiştir. Böylece Ikinci Dünya Harbine gelinmiştir.


62

T Ö RK IVEN IN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

I kinci Dünya Harb i n i n başlang ıcında müttefikler Almanyaya karşı, Rusyayı yanlarına çekmek istedi ler. Bu arada Tü rkiye, d ı ş işleri bakanını Maskevaya göndererek Rusya i le anlaşma yapmaya çalıştı . Fakat Ruslar aynı g ünlerde Al manyayle an laşmayı terc i h ett i ler ve Polanyanın yarısı Sovyettera il hak edildi. Tü rkiye böylece b i r yan· dan ne yapaca�ı ve hang i isti kamete döneceği bel li ol m ayan Alman, bir yandan da yeni lenmiş ezeli Rus tehd idi ile karşı karşıya kalmış­ · tı . Türkiye, cumhuriyet tarihinin en huzu rsuz ve sıkıntı lı g ünlerini yaşıyordu . Derken Alman - Rus harb i ba�lad ı ve Türkiye derin b i r nefes al­ dı. Türkiye için biri mu hakkak, öbürü muhtemel iki teh l i ke birbi riyle kapışm ıştı. Türkiyenin o g ü nlerde duyd uğu ferah l ı ğ ı bugün ifade ede­ cek kel ime b ulmak i m kansızd ı r. Tü rkiye o derece bahtiyar olmuştu. Büyük ve korkunç Alman - Rus harbi çeşitli safhalardan geçti. l i k i k i y ı l Almanlar çok ağır bastılar ı.;e Rusyanın nefesi n i kesecek gibi oldular. Alman ord uları Leningrad , Moskova ve Stalingrad önle­ rine gelmişler, Kafkas dağları n ı n en y ü ksek noktasına Alman bayra­ ğ ı n ı d i km işlerd i . Rus başkenti Moskovadan Kuybi şefe nakled i lmiş­ ti. Sta l i n ııvatan tehlikeded i r ıı d iyerek Sovyet vatandaşları n ı n his le­ rine h itap ediyord u. Sonra harbi n gid işatı tersine döndü . I kinci kış­ tan itibaren Almanlar gerilerneğe başlad ı l ar. Bu geri leme Almanya­ nın ve Beri in in işgaline kadar d evam etti . Rusyan ın kurtu lması nda i ki şey başlıca amil o l muştu . Bunlar­ dan birincisi i l k sene Sovyet bozkırını erken bastıran çok şiddetli kış i d i . Hesapta olmayan bu kış Sovyet ordu ları nı n çekirdeğ i n i Moskova etrafında i mha olmaktan kurtarm ıştı. Rusları kurtaran i kinci ve ası l a m i l m üttefi klerin, I n g i l i z v e Amerikalı ların akı l almaz, hadsiz hesa� sız yard ı m larıydı. Yard ı m yolu o larak I ran işgal altına alnmış, onbin­ lerce tank, uçak, top ve harp malzemesi sel gibi Rusya'ya akıtı lmış­ tı . Ameri ka ödünç verme ve kiralama yolu i le Rusyaya donanmalar ve tilolar verm işti. öyle ki b u nların iadesi bile harpten sonra iki dev­ let arasında mesela olm uştu. Sonradan açı klandığına göre Amerikan yard ı m ı yüz bin tank ı , e l l i bin uça�ı aşacak bir seviyeye u laşmıştı. Bunlara Almanların b i rden fazla cephede çarpışmas ı n ı , işgal et­ tikleri yerlerde mahalli idareler yoluna g itmeyerak işgalci b i r devlet d u rumunda kalmasını, halka iyi muamele yapmamas ı n ı , Rus genel


T Ü RKIYENiN B U G Ü N K Ü MESELELERi

kurmayı n ı n harbi öğrenmesini ve Hitlerin general leri d i n lern iyerak hatalar yapmasını da eklemek lazımd ı r. Işte bütün bu şartlar altın­ da Rusya bu harpten galip çıktı. Odesa ve Kı rımdaki top sesl eri Sinoptan duyu lan bu Alman - Rus harbi boyunca Tü rkiye mükemmel bir tarafsızl ı k örneği verd i . Hatta öyle ki Rusya harp içinde kendisinin çok işine yarayan; Karadenlzi, Baku petro llerini, Iran yard ı m yolunu, Hazar ötesini, Türkistanı ve Rusların fabrikalarını taşıd ı ğ ı Ura l l arın arkasını Almanlara kapayan Tü rkiyen i n bu tarafs ız lığ ın ı övüyor ve Türkiyeye teşekkür ediyordu. Fakat kendi leri için tehlike geçince ezeli Slav hususiyeti ve tu­ tumu derhal o rtaya ç ı kt ı . Harbin sonunda Rusya Türkiyeden Kars ı , Ardahan ı v e Boğazları i sterneğe başlamışt ı. Zaman ç o k i y i seçilmiş­ tL Rusya harpten belki on m isli daha büyük bir kud ret ve nüfuzla ç ı k­ m ıştı . Bat ı lı müttefi klerde barış havası orta lı ğ ı kas ı p kavuruyor, as­ kerler evlerine dönüyorlard ı . Tü rkiye yalnızd ı , Rusyaya karşı mütte­ fi ksizd i . Harp içinde kati derecede si lah ve teçhizat bile temi n ede­ memişti. Amerikan d ip lomasisi henüz Ruzvelt eko�ünün havası için­ de idi ve Türkiyeni n önemini id rakten uzaktı. Rus taleplerinin baha­ nesi de batı l ı lar için ilk bakışta aldatıcı idi. Karadeniz bölgesi ve U k­ rayna Rusyanın yumuşak karnını teşkil ed iyordu. Bu açık kar ı n ı Rusya emniyete almalıyd ı . Bunun i l k şartı da boğazların ele geçiri l mesiyd i . K ı rı m da bu yüzden Türklerden boşaltılmış v e 300.000 K ı r ı m Türkü, Almanlarla işbirl iği yaptı bahanesiyl e Orta Asyaya sürülmüştü . Boğaz­ ların kontrolü Türkiye gibi nisbeten zay ıf b i r devlete bırakı lamaz, an­ cak Rusyanın kuvveti el ine veri lebi l i rd i . Kars ve Ardahan ise eski g ürcü toprakları idi ve Gürcistan sovyetine katı lmalıyd ı . Rusların doğu Anadoluda toprak, Boğazlarda üs isteyen bu a ğ ır taleplerinin arkasındaki p l a n da kısa zamanda ortaya ç ı ktı. Ruslar ay­ rıca Türkiye'de peyk bir hü kümet de istiyorlar ve Tü rkiye'nin gelece... ğ i ile i l g i l i daha i leri niyetler de taşıyorlard ı . Boğazlara yerleşince Türkiyeyi ikiye ayı racaklar, Trakyada önce ayrı b i r halk cumhuriyeti ku­ racaklard ı . Daha sonra, Boğazlar bölgesini Tü rklerden boşaltacaklar, sonra yavaş yavaş ve kademe kademe Anadoluda aynı işi yapacak­ lard ı . Böylece önce Boğazlardan başlayarak Tü rkiye Slavlaştırılacak­ tı. Gü ney istikametindeki tarihi Rus genişlemesi bu plana gelip da­ yanmıştı. Burada hemen şunu da be l i rtelim ki çeyrek ası r sonra bu­ gün de Rus emperyalizminin masasının üzerinde yine bu plan vard ır.


64

T Ü RKIYEN I N B U G Ü N K Ü M ES ELELERI

Türkiye o zaman en çaresiz günleri nde bu Rus taleplerini tek ba­ şına reddetti. Tabii reddedecekti , çünkü yine Türkiye a rt ı k bir ölüm kal ı m noktasına ulaşmıştı. Türkiye için Cumhu riyet toprakları n ı n tek karışı bile her zaman ölüm kal ı m meselesiyd i ve bu hiç b i r zaman de� işmeyecekti. Onun için Tü rkiye tek başına d i rendi . Bu d i renişin arkas ından Ameri kan ın desteği ortaya ç ı ktı ve Tür kiye yal n ı z l ı ktan kurtuldu . Amerikada Ruzvelt devri kapanmış, Truman Rus tehlikesini gör­ me�e başlam ıştı. Rusları I randan çı karan Truman bu sefer de Tru­ man d o ktrini ile Türkiyenin yard ı m ı na koşmu ştu. Ruslar Türkiyenin umulmad ı k d i renişi ve Amerikan ı n vaziyet alması karşı sında d u rdu­ lar ve taleplerini uyuttu lar. Daha sonra Türkiye NATO'ya g i rerek Rus niyetlerinin önüne batı d evletleri nin müşterek mü dafaas ı n ı n güney cephesini yerleştird i. O tari hten beri Tü rkiye art ık tarihi Rus em per­ yal izmine karşı NATO siperlerinin arkasında ve Amerikan nükleer şemsiyesinin altında kendisini dış teh l i ke bakım ından emniyete al­ mış d u ru mdad ı r. Komünistlerin sonradan Türkiyede Amerika ve NATO aleyhinde yü rüttü kleri ısrarlı kampanyanın sebebi de budur. Ruslar bu durum karşısında sonradan resmen taleplerinden vaz­ geçtiklerini i lAn etti ler. Bu talepler hata idi ve a rtık mirası reddedi len Stalin'in bir hatası idi. I ki devlet bun ları unutup yeniden Atatü r k ve Lenin devrindeki dostluğa dönmel iyd i ler. Son resmi Rus tutumu budur ve gerçekten iki devlet son yı l­ larda bu tutum çerçevesinde iyi komşuluk m ünasebetlerin i geliştir­ meCıa çalışmaktadı rlar. Ancak bu resmi ve d ı ş görünüştür. Ruslar böylece yer üstünde resmen dostluk yarışına· g i rerken bu sefer Rus emperyalizmine yer altında yol açmak faaliyetine hız vermişlerdir. Bunun için Türk h udu­ dundaki tehdit ve müdahaleye hazı r kuvvetlerini mu hafaza etmişler, · d ı şarıd a Tü rkiye Komünist Partisini himayelerine almışlar, radyo ve p ropaganda merkezleri kurmuşlar ve Türkiyedeki komünist faal iyeti­ ni çok kesit bir şeki lde yürütrneğe koyu lmuşlard ı r . Bu perde a rkası harek6t Rus emperyalizminin Tü rkiye istikametindeki en son taarru­ zudur. Buna en son Türk-Rus harbi de d iyebi li riz. Tü rkiyeyi b ir komü .. n ist ihti l a l iyle ele geçirmek şeklindeki bu savaş çok gelişmiş ve Tü rki­ ye kaybatrnek üzereyken 1 2 M art imdada yetişmişti r. Tü rkiye bugün bu yen i teh li keyi atıatmaya çalışma ktad ı r.


TU RKIVE N I N B U G Ü N K Ü MESELELERI

,,.

b6

Fakat açı kça görunen odur ki teh l i kenin bugü nkü safhası atiat ı i­ d ı ktan sonra da teh like bitmeyecektir. Böyle bir şey Rus tarihine, adeta eşya n ı n tabiatina ayk ı rı o l u r. Kuzey tehdidi daha uzun zaman Türkiyenin tepesi nde asılan bir k ı l ı ç olmakta devam edecekt i r. Hem yalnı z asılan değ i l , s ı k s ı k sallanan ve i n i p çı kan, Türkiyenin hiç b i r dal g ı n l ı ğ ı n ı v e gafletini affetmeyecek o l a n bir kı l ıç. Türkiye b u k ı l ı ç karşısı nda daima uyanı k olmağa mecburd u r. Ve tabii eğer yaşamak i stiyorsa. N iteki m Kıb rıs meselesin i Tü rkiyen i n dün de bug ü n de gön­ lünce çözememesine, taksime ve i l haka başl ıca engel yine Rusyadı r. Bütün bu yukarıdan beri hü lasa edilenlerden görülüyor ki, Rus ta­ rihi b i r açıdan Türk tari h i demektir. Gerçi Rusları n batıda başta Al­ manya olmak üzere bazı Avrupa m illetleriyle, doğuda Japonya i le bir takım h arpleri o l muştur . Fakat Rus tarih i esas itibariyle Türk ü l kele­ ri n i n ele geçirilmesinden, Türkler aleyhindeki bir genişlemeden iba­ retti r. Ş u rası muhakkakt ı r ki Ruslarla komşu olmak Tü rk M i l leti n i n en büy ü k talihsizl iğidir. Türk-Rus mü nasebetleri nde d ikkati çeken b i r no kta da Rusları n çok eskiden beri Türkleri Ruslaştı rmağa çalışmaları, Ruslarla Türk­ lerin karışmaları d ı r. Eski devirlerde b i l hassa Kumanlardan, sonradan ise bi l hassa Tatarlardan Ruslaşmalar çok olmuş, Rusl ara bir hay l i T ü r k kanı karışmışt ı r. Hatta, Len i n i n bile bir tarafı, b i l indiği g ibi, Türktür. Rusl ar, ayrıca Türk devlet ananesinden bile geniş ölçüde faydalanmışlard ı r. Rus devlet ve sosyal yapısı nda umumiyetle Türk ve Alman karı şımı b ir sistem hakimdi r.

Komşuların tehdidi Türkiyenin var l ı ğ ı bugün, g ittikçe hafifl iyen hiristiyan batı ve g it­ tikçe kuwenlenen komünist kuzey tehdidinden başka, b ir de komşu­ ların tehdi d i altı ndad ı r. Komşu teh d itlerin i şöyle sı ralayab i l iriz : 1.

Yunan tehdidi

Yunanlı lar kendilerini asl ı nda Doğu Roma Imparatorluğu olan Bizansı n varisi sayarlar. Gerçi Bizans halkı içinde Grekler de vard ı , fa­ kat B izans Yunan demek değ i l d i r. Türkler Anadeluyu ve lstanbulu


66

TÜRKIYENiN B UG Ü N K Ü M ESELELERI

Yunanl ı lardan, Greklerden de!) i l , Bizanstan almışlard ı r. Buna rağmen Yunanl ı lar kendi lerine ait olmayan bir m i rasın davacısıdırlar. Türkler olmasaydı B izanstan sonra bu bölgeye kendi lerinin hakim olacağını . zanneder ve hayıflanı rlar. Bu zan ve hayıf on ları kolaylıkla megalo ideaya, Türk d üşmanl ığına götürm üştür. N etice olarak Y�:�nan l ı lar ken­ d i lerini Tü rklerle aralarında daimi bir hayat sahası mücadelesi o ldu­ !)u fikrine kaptırmış ve açı k veya kapal ı bu mücadelenin içine g i r­ mişlerd i r. Hayat sahası fikrinden başka Yunanl ı ları tahrik eden i kinci b ir u n su r da as ırlarca Osman l ı işgali altında kalmanın verd i ğ i efendiye karşı duyulan kindir. Bu kin de tamamiyle haksızd ı r. Çünkü Osmanlı hiç b i r zaman gaddar bir efend i o l mamış, kel imenin tam manasiyle efendi bir efendi, çelebi bir efend i olmuştur. Bu efend i l i kten de en çok Yunan l ı lar faydalanmışlard ı r. Osmanlı lar Yunan varl ı !) ı n ı , halkı i le, k i l isesi i le , kültürü i le, topra!) ı ile adeta itina ile korumuşlardı r. Fakat buna karş ı l ı k Tü rkün görd ü ğ ü sadece düşmanlık o lmuştur. Yunanl ı lar bu düşmanlı kları nı Osmanlı ların son devrinde masum mahalli Türk halkına karşı g iriştikleri vahşet ve katliam larla açığa vurmuşlard ı r. Onlar bir yeri halkı i le beraber işgal etmek yerine, hal­ k ı n ı i m ha ederek işgal etmek metodunu benimsem işlerdi r. Osmanl ı Devleti B i rinci Dünya Harbinden perişan ç ı kınca Yunan l ı la r, e llerinde bu metod o larak, bu sefer Anadeluyu fethe çı kmışlard ı r. Fakat Türk M i l leti n i bir ölüm kalım noktasına iten bu yelteniş kendi lerine çok pahalıya mal o l muş ve bütün d ü nyayı şaşı rtan bir mucize i le, görül­ memiş bir kahramanl ı k d estanı olan lstiklal Harbiyle mağiOp edilmiş ve denize dökülmüşlerd i r . l stiklal Harbinden sonra yeni Türk .. Yunan hududu çizilmiştir. Türkiye bakı m ı ndan büyük bir talihsiz l i k eseri olan bu hududa ra!)­ men Yunan l ı lar b ir türlü tatmi n olmamışlard ır. Gerçekten Türk - Yu­ nan hududunun Ege denizinin ortasından g eçmesi icap ederd i . Böyle olmamış, Anadol u adaları , Anadolunun tabii toprak uzantıları Yuna­ n istana b ı rakı larak Yunanlılar Türk karasu ları nın ta içine g i rm işler, bir deniz memleketi olan Tü rkiye geniş b i r sah i l i nde salı i l i olan fakat ka­ ra suları o lmayan b ir ü l ke haline g etirilmiştir. Bu yetm iyormuş gibi I kinci D ünya Harbi sonuda On Iki Adalar da ıtalyanı n e linden a lı na­ rak , Türkiyen i n hakkı i ken, Yunanistana verilmiştir. Böylece Anado­ l u yarımadasını saran Yunan kıskacı tamamlanm ıştı r.


TÜRKIYENIN BUGÜNKÜ M ESELELERI

67

Bütün bunlara rağmen Tü rkiye yine de Yunan istan il e daima dost olmak istemiştir. Ayrıca son zamanl arda NATO içinde müttefi k du­ rumuna da g i rm işlerd ir. Fakat Yunanistan bunlara aldırış etmemiş, bu sefer de, Makarios vasıtasiyle, Yunanistandan yüzlerce m i l uzakta bul unan fakat ya­ maçları Anadolu'dan görünen Kıbrısın i l hakına kal kı şmı ştır. H aksız elde ettiği adalarla Türkiyeye Ege denizini kapayan Yunan istan Kıb­ rıs ile de Akdenizi kapamak manevrası içinded i r. Metod yine vahşet, katliam, masum i nsan ların öldürülmesi d ir. Yine megalo idea, yine Bi­ zans hayfl l i , yine Türkiyeni n kuşatı l ması , yine Türkleri geri itme fik­ ri, yine Anadol uya atlama taşı elde etmek tasavvuru. Türkiye, Kıbrıs davası i le , böylece bir kere daha ö l ü m kal ım, ya hep ya hiç noktasına gelmişti r. Tü rkiye art ı k bu noktada sesini yük­ seltmiş ve Yunanistana d u r demek mecburiyatinde kalmıştır. Bugün Tü rkiye, Kıbrısta, Yunanistanla bu hesabı görmektedir. Kıbrıs davasında Türkiye daha başlang ı çta teşebbüsü Yunanis­ tane kaptırmış ve bu on seneden fazla devam ederek Türkiyeye b ir ç o k fı rsatlar kaç ı rtmışt ı r. N i hayet Türkiye son a nd a Kıb rıs harekflt ı n ı gerçekleşti rerek i l k defa teşebbüsü v e hakimiyeti ele almışt ı r. Bu ha­ reket Yunan dü şman l ı ğ ı n ı büsbütün su yüzüne çıkarmıştır. Artı k Tu r­ kiyenin Yunanistan la dostluğu hemen hemen tamam iyle imkansıziaş­ m ı ş olup bir Türk-Yunan harbi bundan sonra ufukta her an ası l ı bir ihtimal olarak kalacakt ı r. Yunanistanla dostluk için Kı brıs davası n ı n çözülmesi ilk şartt ı r. Fakat Kı brıs dflvası çözü lünce de Yunan tehdidinin o rtadan kal kaca.. ğ ı san ı l mamalıd ır. Z i ra Kıbrıs d ışında da Yunan te hdit sahaları ve faa­ l iyetleri mevcuttur. Bunları şu altı nokta etrafında topl ayab iliriz: a. Yunan istan Türkiyeye karşı alttan alta· bir askeri hazı rlık içindedi r. Bu hazı rlıklar adalarda yasak sahalarda b i le askeri hava alan ları inşa edecek kadar il eri götürülmektedir . ·

b. Yunan l ı lar dahi lde ve eğitimde Tü rk dü şman l ı ğ ı pol itikasını işlemektedirler. c. Türkiyenin emniyeti için faydalı bir unsurd u r d iye Batı Trak­ ya Türklerinden kuşku l anmakta ve onlara ağır baskı yapmaktad ırlar


TÜRKIYENIN BUGÜNKÜ M ESELELERI

68

ç. Başta Amerika olmak üzere d ı şarıda siyasetten turizme ka­ dar her konuda Türkiye aleyhinde faal iyetlere ve kam panyalara devam etmektedirler. d. I stanbuldaki Rum varl ı ğ ı n ı ve eski B izans teşki l atı nı muha­ taza eden Fener Patri kliğini Tü rkiye içinde b i r köprübaşı g i b i k u l lan­ mak istemektedirler. e. Egede petrol bul ununca Tü rkiyen i n karşısına her an s i l a h l ı çatışmaya sebep olacak b i r k ı t a sahanl ı ğ ı meselesi ç ı karm ışlard ı r. Ayni şekilde araya ağır b i r hava kontrol hattı anlaşmaz l ı ğ ı sokmuş­ lard ır.

2.

Ermeni tehdtdi

Türkler Ermenilerle Alp Arslan devrinden itibaren temastadırlar. O zamandan beri ortada ciddi bir Ermeni devleti olmamas ı n a ve Türk­ lerden iyi l i k ve himaye görmüş olmalarına rağmen Ermeniler de ken­ d i lerini Türk düşman l ı ğ ı na kaptırmışlar ve doğu Anadol uda Türklerle bir hayat sahası mücadelesi içinde oldukları n ı zannetmişlerd i r. Bu fiki rlerle B i rinci Dünya Harbinde Türk katl iam ına bile g i rişmişler, Türkler de nefis müdataası o l arak buna mukabele edince kıyameti koparmışlard ı r. O g ünden bugüne bu kıyamet bir türlü sönmemiştir. Zaten böyled i r, Türk öldürü l ü nce k imsenin k ı l ı kıpırdamaz, ama Türk birini öldürd ü m ü kıyamet koptu demekt i r. E rmenilerin bugün de m üstakil bir devleti yoktur ve Ermenistan Sovyet Rusyan ı n hakimiyeti altındadı r. Ermenistandan başka b i r de çeşitl i ü l kelere dağ ı l mış E rmeni cemaatları vard ı r. Bu a rada Türki­ yede de eskiden beri mü reffeh, zengin ve mesut bir Ermeni cemaati mevcuttur. Türk düşmanlı(Jı bugün bu Ermeni varlı(Jına göre iki sahad a yürü­ tülmektedi r: E rmenistanda ve Tü rkiye d ı şındaki E rmeni cemaatla­ rında. E rmenistanda hem Türkiyeye, hem de Azerbeycan Tü rklerine karşı müthiş bir düşmanl ı k h ü kü m sürmektedir. öyle ki orada Türk m isafirleri bile nfıhoş karş ı l anmaktad ı r. Ayrıca Ermeniler Sovyetler


69

TÜRKIYENIN BUGÜNKÜ M ESELELERI

Birliği içinde Azerbaycan ile toprak d�vasına bile gi rişmekte, Azar­ baycanın iki vi l�yetini Ermenistana bağlamak istemektedirler. Dı şarıdaki Ermeni faaliyeti ise başta Amerika, Fransa ve Lübnan olmak üzere bir çok memleketlerde yü rütülen ve zaman zaman kesit­ leştirilen Tü rkiye aleyhindeki kampanyalar, tecavüz ve suikastler şeklinde ortaya çı kmaktadı r. Bu kampanyaları n başlı ca sermayesi tek taraflı E rmeni katliAmı hika.yesid i r. Hedefi ise doğu Anadoluda bir Er­ menistan hayAli. Nedense bunların aklına Sovyet idaresindeki yega­ ne E rmenistanın kurtuluşu hiç gelmez . Tü rkiye aleyhindeki bu dış Er­ meni kampanyalarından en çok m ü teessi r bulunanın Türkiye'deki an­ layışlı Ermeni cemastı olduğunu da burada kaydetmeliylz .

3.

Arap ülkelerinden gelen tehdit

Türkler lslAmlyetten beri Araplarla devamlı ve yakın temasta bulunmuşlard ı r. Bu münasebetlerde Türklerin hanesinde lsiAmiyeti korumak ve yaymaktan, Arap çöl lerine kan ve servet akıtma ktan, Arapları baş tacı etmekten , fedakArl ı k ve feragatten başka bir şey yoktur. Fakat, yine de Türkler Araplara bir türlü yaranamamışlar, on­ ların d a düşmanl ığına engel olamam ışlard ı r. Arap düşmanl ı ğ ı n ı n belki de tek sebebi i dare edilenin Idare edeı. ne karşı, himayedekinin hamisine karşı duyduğu psikoloj i k husOmet­ ti r. Fakat Türklerin bunda b i r kusuru yoktu r. Idare etmek, adalet gö­ türmek, h imaye etmek, efendi olmak Türklerin kaderl d i r. '

Gerçi Ikinci Dünya Savaş ından sonra istiklltllerine kavuşan bazı Arap ü l kelerinin el lerine son zamanlarda, Türkiye'ni n batı l ı ların sa­ fında olduğu şekl inde, haklı bir bahane geçmişt i r. Fakat b i r kısım Arap devletlerinin husumeti, Türkiyenin batıl ı larla ittifakından ve I kinci Dü nya Savaşı ndan önceleri, Tü rkiyenin batı ile savaştığı de­ v l rlere çıkar. Onun için son bahane Arap husQmetini izah etmeğe ve makul gösterrneğe kafi gelmez. Zamanımızdaki Arap h usOmetinln Türkiye Için ortaya ç ı kard ı ğ ı tehditleri şöyle sı ralayabiliriz:


70

TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü MESELELERI

a. Arap ü l keleri Sovyetlere Orta Doğu nun kapı ları n ı açarak ve onlara üsler vererek Türkiyenin Rusya ve komünizm karşı sı ndaki cephesinin gerisini teh l i keye d üşürmüşlerd i r. Bu yüzden Doğu Akdeni­ ze Sovyet donanması yerleşmiş, ayrıca karadan da Türkiye kuşat ı l­ m ış, Türkiyenin güney hudutları nın emniyeti ortadan kalkm ıştı r . M ı­ sır l i manları ndan sonra Su riye l i manları Sovyetlerin emrine verilm iş, b i l hassa Lazkiye teh l i ke li bir komün ist askeri üssü hal ine geti ril­ m işti r. b. Su riye, kendi haritasına alacak ve zaman zaman bu yolda kampanya açacak kadar, Hatay'a göz d i km iştir. c. I rak bir buçuk m i lyon l u k Kerkük Türklüğünün hakkı nı verme­ mek için her çareye başvu rmakta, son I rak anayasası nda, I rak dev­ letinin Araplardan ve K ü rtlerden m üteşekkil olduğu kab u l ed i lmek­ te, Türkler bu birlikte zikred i l memektedi r. I rak Tü rklerinin hayatı ba­ zen katliamlara maruz bı rakı lacak şekilde ağ ı r bi r baskı altı nda tu­ tulmaktad ı r. ç. I rak Türkkiye h udutları nda Tü rkiye isti kametinde teh l ikel i emeller besleyen Barzanini n muhtar b i r K ü rd istan kurmasına mani olamam ı ş veya buna sebep olmuştur. d. Bir iki kral l ı k hariç Arap ü l kelerine sosyalizm ve komünizm yay ı l m ış, Tü rkiye'nin güneyi i ht i lfll m i h raklarıyle dolm uştur. Arap ü l keleri, Tü r k iyeyi içten çökertma kam panyası na, Türkiye'den m i l i­ tanlar celbedi p kendi kamplarında gerillalar yetişti rerek Türkiyeye sokmak suretiyle, faal bir şek i lde i şti rak etmekted i rl e r. e. Arap ü l keleri Rusların sıcak denizlere ve komünizmin Orta Doğuya ve Afri kaya atiarnasında sıçrama taşı vazifesi n i görmüşler ve hür d ü nyan ı n komünist d ünya i le m ücadelesi nde ağ ı r gedi k ler aç­ m ışlar, ısra i l i l e ne başa ç ı km ışlar ne an laşabi lmişler, karmakarışı k bir pol itika i le bütün bölgey i , herkese zarar verecek şek i lde ted i rgin , huzursuz ve isti krarsız hale getirmişlerd i r. f . K ı b rıs davasında başta M ı s ı r olmak üzere bazı ları Yunanis­ tan ve M akarios i le işb i rl i ğ i yapm ıştı r.


TÜRK IYENIN B U G Ü N K Ü MESELELERI

71

Son zaman larda Komünizme ve Rusyaya karşı Arap ü l kelerinde henüz yetersiz b i r uyan ış başlamışt ı r . Şü phesiz bunun gel işmesi ken­ d i lerini de Türkiyeyi de ferahlatacakt ı r. Ayrıca son K ı brıs harekatı Tü rkiyenin Islam alemine aç ı l ması nın i şaretlerini de vermişt i r. Bu arada bil hassa Libyadan gelen dostlu k ve yard ı m çok ufuk açacak mahiyettedi r .

4.

Bulgaristan tehdidi

B u lgarlar 7. as ı rda Bu lgaristana geldikleri zaman Türk idi ler. 1 0. ası rda Slavlaştı ktan sonra Türk düşman l ı ğ ı nda tarihi Slav paralel ine gi rmekte gecikmed i ler. Fakat ası rlarca bunun tezahürüne i m kan ol­ mad ı . Çünkü 1 5. ası rdan itibaren 1 9. asrı n sonuna kadar 5 asır Os'­ manlı i daresinde kaldı lar. 93 Harbinden sonra taparlanmaya başlaya­ rak Türklerin karşısına geçti ler, devlet oldu lar ve Balkan Harbinde Türk dü şman l ı ğ ı n ı n zirvesine u l aşt ı klarını ortaya koydular . Bu lga ristan B irinci Dünya Harbinde Al manya ve Osma nlı safında harbe g i rd i . Fakat harpten sonra da Bulgaristan' ı n tutumu Türkiye için h i ç i ç açı c ı olmam ı ştır. Ikinci D ü nya Harbinden sonra ise B ulgaristan kend isini komünist kampta ve Varşova paktı nda buldu ve Türkiyeye karşı olan tarihi soğ u k l u ğ u daha da artt ı . Bu lgaristan bugün Tü rkiye için küçümsenmeyecek bir tehdit kaynağı d ı r. Türk - Bu lgar hududu Türkiyenin bir askeri tehdit taşıyan en hassas hud utları ndan b i rid ir. B u lgaristan Türkleri üzerinde ağ ı r bir baskı vard ı r . Türkiye zaman za­ man bu Türklerin göçleri i l e karşı karşıya bı rakı lmaktad ır. B ulgarların, siyasi perde arkasında, Türkle re ve Türkiyeye karşı tutum ları hep endişe verici bir d u rumdad ı r. Türkiyenin karşısına açmazlar çı karma­ ya her an hazı rdı rlar.

5.

Iran

I ran Selçukl u l a �dan itibaren bin y ı l d ı r hemen hemen hep Türk idaresinde kalm ışt ı r. Batı Türklerinin ilk yayılma ve geçit yeri olan bu ü l kede bu zaman zarfında tamamen veya kısmen b i r çok Türk dev-


TÜ RKIYENIN BU G Ü N KÜ M ESELELERI

72

!etleri hüküm sürdüğü gibi, hakimiyet kuran Iran devletleri de hep Türk sü lalerinin idaresi altında bul unmuşlard ı r. Bu yirminci asırda bugünkü Peh levilerin Kaçar hanadanı ndan idareyi devralmasına ka­ dar böyle sürüp gelmişt i r. öte yandan Iranda bugün d a nüfusun ekseriyetini Türkler teşkil ederler, fakat devlet Fars devletidir . Bu d u rum I randa ister istemez b i r gerg i n l i k, b ir kuşku, bi r ü rkekl i k yaratmakta ve I ran, Tü rkiyenin bütün yumuşaklığına rağmen , Türklere karşı kendi kendisini b i r he­ sabın içine itmektedi r. Ayrıca I ran ı raka karşı Barzaniyi desteklemek suretiyle de Türkiyenin menfaatlerine ters d üşen b i r faaliyete bu­ laşmış görünmektedir. Bun lara rağmen Iran Türkiyenin komşuları içinde kendisine en yak ı n ve Tü rkiye Için doğrudan doğ ruya tehdit unsuru taşımayan tek devlettir. Türkiyenin kötü lüğünü I sternek I ranı n menfaatleriyle d e bağdaşm az. Fakat yine d e I ran kendi bünyesinin i cabı olarak, Türkiye bak ı m ı ndan belki pasif, fakat Türk l ü k bakı m ı ndan aktif b i r tehdidin içi nd ed i r.

Uzak

tehditler

Türkiyenin etrafındaki tehditler bu sayd ı klarımızdan ibaret de­ ğildir ve yalnız komşularına inhisar etmemektedir. Bu b irinci çembe­ rin arkası nda Tü rkiye için başka tehdit ve husu met çemberieri de vard ı r. Bunları da yakından uzağa doğru şöyle sıralayabil i riz:

ISRAIL. B ALKAN OLK!I..E RI

l i k dairede yer alan tehd itlerden biri ısrail tehdididir. Tevrata da­ yanarak N i lden Fı rata kadar o lan sahay ı , h ayali de olsa, kendisi Için tarihi m i ras kabul eden ısrail Orta Doğuda bugün büyük b ir huzur­ suzluk kaynağı olduğu ve Barzaniyi desteklediği gibi, gelecekte de hem siyasi ve hem de i ktisadi rakabet bak ı m ı ndan Tü rkiye için bir teh­ dit unsurud u r. Yine i l k dalrede komşu da sayı labilecek yakı n l ı kta olan diğer Bal­ kan devletleri, yani Romanya, Yugoslavya ve Arnavutluk gelir. Bun-


TÜRKIYENIN BUGÜNKÜ M ESELELERI

73

lar topraklarında eski ve yeni Balkan Türklüğünün ve müslümanlığı­ nın kalıntı ları nı da unutmamışlard ı r. Türk ve müslüman unsurları ken­ dileri için bir rahatsızlık kaynağı olarak gördükleri gibi, Türklerin tek­ rar geri gelmesi şekl inde temelsiz bir korku da şuur altlarından ç ı k.. mamıştır. Onun için Türkiyeye karşı tükenmez bir husumet gösterir­ ler. Latin Romanya, Türkiyenin ayrıca Karadeniz komşusudur. Yu­ goslavyanın ise Türklere karşı ezeli Slfıv tutumundan da nasibi var­ d ı r. Bunlara ilave olarak her üçü de bugün komünist rejim altında­ d ı rlar. Bütün bunlar bu ülkelerde Türklüğün izlerini silmekten Türki­ ye aleyhinde hareket etmeğe kadar çeşitli Türk düşmanlığının gizli veya açık sahneye konmasına yetmektedi r.

ORTA AVRUPA

Bu ilk dairenin arkasından Orta Avrupa dairesi gelir. Orta Avru­ pa ülkelerinde eski Hun ve yeni Osmanlı hatı raları MIA Türklük için bir husumet unsuru olarak kullanılır, Türklerin barbar veya öcü ola­ rak gösterilmesinden vazgeçilmez. Türkiyeyi tehditte ıtalyanın da hususi bir durumu vard ı r. On Iki Ada ellerindeyken Musolini ltalyası Türkiye için çok yakın bir tehdit unsuru idi. Bir aralı k Türkiyeye çı karma yapmayı düşünmüş, Ikinci Dünya Harbinde Balkanları . Türkiye istikametinde işgale bile teşeb­ büs etmiştir. Ikinci Dünya Harbi ltalyayı bu rolünden uzaklaştırdı. Şi mdi Türkiye ile NATO ittifakı içindedir.

BATI AVRUPA, AVRUPA BI RLIGI

Bu daireterin arkası ndan Batı Avrupa husumet çemberi gelir ki bunu yukarıda umumi Batı tehdidi olarak gördük. Burada işaret edeceğimiz husus bu ülkelerin umumi Türk antipatisinin yanı nda, Türki­ ye aleyhindeki faaliyetlere de, hür demokratik rejim paravanası ar­ kasında, pek teşne olmalarıdır. Hemen hemen hepsinde Türkiye aley­ hindeki faaliyet mihrakları beslenmekte ve canlı tutulmaktadı r. Bu


74

TÜRK IYEN I N B U G Ü N K Ü MESELELERI

hususta bazı Kuzey Avrupa ü l keleri nin son zamanlardaki hareket ve tutumları iyice göze batmağa başlamıştır. Batı çemberi içinde Türkiye için nazi k bir durum yaratan bir un­ sur da Avrupa birliği konusundaki gel işmelerd i r. Avrupa birliği Ame­ ri ka i l e Rusya arası nda m üstaki l bir kuvvet olma ve eski Avrupa em­ peryalizminin sahiplerine yeni dünyada yine bir üstü n l ü k sağlama gayretlerine dayanmaktad ı r. Bir yandan Rusya ve Doğu Avrupa, b i r yandan Ispanya hiç deği lse uzun bir zaman için bu b i r l i ğ e dah i l ola­ mazlar. Demek ki bu b irli k Avrupayı birleşti rmekten çok uzakt ı r. Ay­ rıca m i l li devletlerin bu bi rli k i ç indeki d u rumları n ı n ne o lacağı da bel l i değ ildir. Şimd i l i k b u birlik gerçek bir Avrupa b i r l i ğ i olmaktan çok kuzey-batı Avrupanın bir toplanması manzaras ı a rzetmekted i r. Böyle b i r birl i k Ameri ka karşısında bir zıt kutup da ol mak istemek... tedi r. Bu durumda b i r Avrupa b i r l i ğ i n i n Türkiyenin geleceği bak ı m ı n­ dan hayırlı olacağ ı n ı d üşünmek fazla iyimserl i k o l u r. Avrupanın b i r­ leşmesi tek tek m i l letler hal inde kalmasından çok daha tehl i kel i di r. Bereket ve rsin bütün g ayretiere rağmen böyle b i r b i r l i ğ i n kurulması pek kolay olmayacak ve m i l li devletler h�kları ndan san ı l d ı ğ ı gibi fe­ ragat etmiyeceklerd i r. Böyle b i r şey eşyan ı n tabiatina ayk ı rı düşer. Bugün faal halde bul unan Avrupa Konseyi ve Ortak Pazar da Türkiye için pek hayırlı kuru l uşlar olarak görünmüyorlar. Bu manzu­ melerin d iğer devletleri ve onların bütünü i le Türk iye ne kü ltürel benzerl i k ve eş itlik, ne de ekonom i k seviye ba kımından aynı şartlar altında bulunmamaktad ı r. Bu organ izasyonlar gelecekte Türkiyen in hem hepsi akraba kültürlerle b i rb irlerine bağ l ı kuzey-batı Avrupa­ dan çok farklı bulunan ve aynı kaba konu lmayacak olan sosyal ve kü ltürel yapısını başkalaştı rab i l i r, hem de m i l l i i kt isad ı n ı dumura uğ­ ratab i l i r. Onun için Avrupa Konsey inde ve Ortak Pazarın bugünkü geçiş dönem inde Türk iye çok uyan ı k bulu nmaya mecburd u r . Türkiye müşterek b i r Avrupa hareketinin dışı nda kalmağa çal ışmak duru­ mu ndadı r. Fakat bu her ne pahasına olursa olsun formü l ü ne bağlana­ maz ve Tü rkiye, şartları teh l i ke l i gördüğü zaman bu hareketlerden kopmayı daima göz önünde bulundurma l ı d ı r. Bi l hassa Avrupa Konse­ y i n i n kuzeyl i küçük devletlerini lüzumundan fazla ciddiye a l ı p onla­ rın i piyle kuyuya inme kten sakınmak gereki r. Türkiye Avrupada dört büyük devlete, Ingi ltere , Fransa, Almanya ve ltalyaya ve bunlarla i k i l i m ünasebetlere önem vermel i d i r. Fakat Ingi ltere ve Fransaya eski patron, eski büyük devlet havası içinde değ i l , onların bugünkü sı ra-


TÜ RKIYENIN B U G Ü N K Ü MESELELE RI

76

dan, i k inci sınıf devlet durumları içinde muamele etmeli , onları eski tahtları ndan muhakkak indirme l i d i r. Avrupalı olmak iyi bir şeydir ama, her zaman şart da, mazhariyat de değ i l d i r. Türkiye Kuzey Batı veya Batı Avrupalı ların suyunda g ideceğim diye Türkiye Cumhu riye­ tinin elde ettiklerini geri veremez, iç iş lerine müdahale ettiremez, m i l­ li devlet pol itikasından vazgeçemez , siyasi ve i ktisadi yeni bir kapi­ tülasyon devri de, hatta bir Tanzimat devri de açtı ramaz. Son bir kaç asırda insan l ı k mirasını ve yer yüzü servetini sö­ m ürerek yü ksek bir hayat ve medeniyet seviyesi kuran; bu seviyede g itti kçe ne oldum delisi kes i l i p şım aran ve başı dönen ; sonunda ken­ disini maddiyata ve ferdiliğe kaptı rarak m�nevi değerleri sür'atle kaybeden ; kokmuş felsefesi ve dejenere fiki rleriyle burnunun ucu­ nu göremez hale gelen ; dün kolay l ı kla Hitler' in ç izmeleri altına g i ren ve ancak Ameri ka tarafından ku rtarılan ; bug ün yarı s ı n ı komünizme ve Rus çizmelerine kaptırmış olmayı pişkin likle karşı layan ; öbü r ya­ rısını da komünizme ve Rus ç izmelerine teslim ederse aynı pişki n l i­ ğ i göstereceği ideoloj ik temayülleri i le şimdiden belli olan; gözü pa­ radan, ticaretten, sanayiden ve istihsalden başka b i r şey görmeyen; i htiyarlad ı ğı ve kom ünizmin tehl ikesin i b i r türlü kavrayam adığı her ha­ l i nden be l l i olan ; Türkiyenin başına bir felaket gelirse k ı l ı n ı n k ı p ı rda­ mayacağı veya kıpı rdayamayacağ ı şü phesiz bulu nan gevşek ve sar· sak Avrupaya lüzumundan fazla bağlanmak, şu u rsuzca b ir davranış olmaktan i leri g idemez. Türkiye bu şu ursuzluğu gösteremez . Türkiye kalleı nacak; ve bat ı l ı l aşacakttr. Fakat batı l ıl a�_m anın yolu bu de­ ğildir ve batı da art ı k yalnız Avrupa değildir. Tü rkiyenin Avru padan öğreneceği ve alacağı çok şey, çok ibret dersi vard ı r. Fakat bu körü­ körüne bağ l ı l ı k, şu ursuzca taklit için bir sebep teşkil etmez. Türki­ ye, Avrupa ve herkes karşı sında daima ve yalnız akıllı ve şuurlu ola­ caktır . Bunun ıçın Türkiye önce kendi kendisine yeterli olmak çarele­ rini süratle tamamlamağa bakmak zorundad ı r. Sonra böyle b ir Avru­ pa hareketi karşısında Amerika i le mevcut ittifakını kuvvetlend i rrnek yolunda çalışmalıd ı r. Amerika, Tü rkiye için hem Rusya , hem de Av­ rupa karşısında vazgeçilmez b i r denge unsurudur. Bu sebeple Ame­ rikan ittifakı Tü rkiye için daima ön planda gelmel i d i r. üçüncü olarak Türkiye NATO'nun devamına ve kuvvetlenmesine


TORKIYEN I N BUGÜN K Ü M ESELELERI

76

çok önem vermek prensibine sıkı sı kıya sarı lmal ıdır. NATO içinde Türkiyenin büyük bir yeri ve sayılı bir ağırlığı vardı r. Türkiye ağır­ l ı ğ ı olduğu yerde bulunmağa, buna mukabil zayıf olduğu yerde bu­ lunmamağa dikkat etmekle bir şey kaybetmez, sadece kazanır. Bütün bunlar Türkiye için müşkü l lerle dolu meselelerdir ve kendisinin Ba­ tı Avrupa karşısında da rahat olmadığını göstermektedir.

ÇIN

Türkiyenin etrafındaki uzak bir tehdit dairesinde ise Komünist Çin bulunmakta ve o uzaklıktan elini Türkiyenin yakı nlarına kadar uzatmaktadı r. Çinin Türklük l le hesabı çoktur. Bir kere 1 5 milyonluk geniş bir Türk ülkesi o l a n Doğu Türkistan Çi n i n işgali altındadı r. Sonra Batı Türkistan ve O rta Asyadaki d iğer Türk ü lkeleri, Sovyet işgalinde olmalarına rağmen, Çinin iştahını çekmekte, bu yüzden Çin Sovyetlerle itişip durmaktadı r. Sovyetlerin nü kleer ve feza mer­ kezleri Kazakistanda, Çinin nü kleer merkezi ise Doğu Türkistanda­ d ı r. Yan i her ikisi de bir Türk ül kesindedir ve Türk topraklarındaki Rus - Çin emellerinin tipik bi rer örneği gibidirler. N ihayet Çin bütün dünyada her taşın a ltından çı kmak d�vasına girmiş, bu arada Arap buhran ı ndan istifade ederek Orta Doğuya el atmışt ı r. Bunlara il�­ ve olarak Türkiyeyi yıkma faaliyetine katı lmaktan da geri kalmamı� tır. Bunun için bir yandan Türkiyede kendisine bağ l ı bir komünist köprü başı elde etmeğe çalışı rken, bir yandan da Orta Doğudaki ge­ rilla kampları nda Türkiye için militan yetiştirme faaliyetine iştirak etmektedi r.

OÇONCO DÜNYA

Türkiyenin etrafındaki uzak bir tehdit dairesinde de üçüncü dünya devletleri görünmektedir. Çoğu Türkiyenin ne olduğundan ha­ bersiz bulunan, hemen hemen hepsi Ikinci Dünya Harbi neticesinde Batı emperyalizminden ku rtularak istilaline kavuşan , Türkiye Batı _ ittifakı içinde olduğu için ona gözü kapal ı husumet besi iyen bu As-


17

TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

ya - Afrika ü lkeleri, oylarına müracaat ed ildi�i zaman Türkiyenin kar­ şısı nda yer almaktadırlar.

B IRLEŞMIŞ MILLETLER

N ihayet Tü rkiyenin etrafındaki son tehdit dairesi belki de Bir­ leşmiş Milletlerdir. Bu teşkilat henüz ideal bir olgunlu�a ve adalete u laşmış de�ildir ve orada bir çok haksızlıklar bir takım tarafgir, mak­ satlı ve peşin hükümlü oylarla ortaya çıkabilmektedir. Yukarıda say­ d ı ğ ı m ı z ülkeler bu teşki latta bi r araya geldi�i için, orada da, fırsat ele geçince, Türkiye aleyhinde bir durum her zaman zuhur edebilir. Ni­ tekim Kı brıs davasında başlangıçtan beri bu olmuş ve Birleşmiş Mil­ letierin Türkiye için uzak b i r tehdit unsuru teşkil edebilece� i anlaşıl­ m ı ştır. Bugün de Bi rleşmiş M i lletler Kı brıs harekatı n ı n Türkiye için, Ruslarla beraber , başlıca iki ayak ba� ından biridir·.

* Hülasa, görülüyor ki Türkiye arka arkaya sı ralanmış uzak veya yakın bir çok tehdit çemberleriyle çevri lmiş bir memlekettir. Türki­ yenin tarihi şartları ndan doğ muş bulunan bu tehdit çemberieri Tür­ kiye için az veya çok, yakı n veya uzak bir çok teh l i kelerle doludur. Türkiyeyi bugün var olma veya yok olma davası ile karşı karşıya ge­ tirmekte mühim amil olan ve onun tarihi sebeplerini teşki l eden bu tehdit ve teh likeler di�er sebeplerle birleşince tabii b ir kat daha bü­ yümekted i r. Şimdi burada o di�er sebeplere geçmeden yukarıda ifa­ de edi lenlerle ilg i l i son bir noktayı bil hassa belirmek mecburiyetin­ deyiz. O nokta şudur: Burada Türkiye için tehdit unsurları taşıyan ü l keleri tah l i l eder­ ken bunlardan herhangi birine, bir kaçına veya hepsine karşı asla bir düşmanlık telkin etmek istenmemiştir. Kin, nefret, düşmanlık Türki.. yeye hiç bir şey kazandı rmaz. Unutmamak lazımdı r ki hasımları n yaptıkları kend ileri hesabına mübahtı r, onlar kendileri bakı mından ya­ pı lması gerekeni yapıyorlar. Türkiyeye düşen de kuru düşman l ı k his­ lerine kendisini kaptırmak değil, son derece akıllı hareket etmektir. Düşmana kızmak değil, hatta onu kendi hesabına takdir etmek lazım-


TÜRKIYEN I N B U G Ü N K Ü M ESELELERI

78

d ı r. Bu itibarla yukarıda sı ralanan satı rlar her hangi b i r düşman l ı k telkini için değ i l , yalnız Tü rkiyenin i çinde bulunduğu şartları ayd ı n­ l ı ğ a kavuşturup bundan b i r ders almak için yaz ı l m ı ştı r.

GEOPOLİ TİK S EBEPLER

Tü rkiyenin bu 1 960' 1erde ?O' Ierde var olma veya yok olma da­ vası i le karşı karşıya gelmesinin, tarihi sebeplerden sonra, i kinci a rn i l i geepolitik sebep lerd i r. As l ı nda geepol itik sebepler de bir dere­ ceye kadar tarihi sebeplere bağ l ı d ı r ; ondan ayrı lmaz , geniş ölçüde onun neticesi g ibidir. Türkiyenin geopol itiğinde, kendi hayatına yakından tesir eden ve onu dar boğazlara sürüklemek istidadında olan başl ı ca şu hassas unsurlar dikkati çekmekted i r :

1.

Boğazlar

Ş ı r ı l şırıl akıntı ların seslendirdiği mavi suları, oya gibi işlenmiş kıvrı m l arı , insan ı bir cennet havası imiş g ibi saran serinliği ve bir­ denbi re yü kselen yemyeşi l yamaç l arı i le Istanbul Boğazı gerçekten b ir tabiat Mrikas ı d ı r. Türk vatanının incisi, Türk toprakları nın en kıy­ met l i parçası d ı r. Bir yabancı mu harrir ıc Gök i l e yer arası ndaki en ilahl ç i zg i ıı de rken Istanbul Bo�azı n ı n hakiketen en güzel tarifini yapmış­ t ı r. B u Bo�azın biraz i lerisinde de i kinci bi r boğaz, Çanakkale Boğazı vard ı r. B i rbirine bağ l ı o l an ve birbirini tamam l ayan bu iki su yolu Bo�azlar adı altında bir bütün teşk i l ederler. Boğazlar, Türkiyenin paha biç i l mez değerdeki bu mavi gerdan­ l ı ğ ı , tabii, sahibi için ayni zamanda kıymeti ölçüsünde b i r problem kaynağı d ı r.


TÜ RKIYE N I N B U G Ü N K Ü M ESELELERi

79

1

Boğazlar bir açık su yoludur. Bir tarafta Karadeniz, bir tarafta Akdeniz ve dolayısiyle bütün d ü nya denizleri vardı r. Bu yüzden onun temiz suları nda her g ü n yalnız Türkiyenin değ i l , b i r çok devletlerin menfaatleri akıp g ider . Türklerden önceki eski devi rlerde de Karadeniz ve Akdeniz ara­ sı ndaki menfaat trafiği kendi ölçüsünde y i ne bu yolu kul lanır, Bizans denizden bu yolla beslenir, bu yolla vurulurdu. Bugün Istanbu l ve Tü rkiye de en çok bu yolla nefes almakta, büyümesini en çok bu yol­ la gerçekleştirmektedir. Karadeniz üç yüz sene bir Türk iç denizi, bir Türk gölü olmuştur. Tabii o zaman Boğazlar Türkler için daha küçük bir mesele teşkil ediyordu. Fakat o zaman da tabii ve çoğrafi mevkii itibariyle, y i ne kuzey i htirasının çevrildiği daimi bir hedef olmaktan kurtulamamıştı. Karadeniz Türk gölü olmaktan ç ı k ınca Boğazlar meselesi tabii büs­ bütün büyüdü. Bugün Türkiyeden başka karadenizde üç devlet daha vardı r : Rusya , Romanya, Bulgaristan. Bulgaristan v e Romanyan ı n Karadeniz­ den başka denizi de yoktur. Rusyanı n ise Karadeniz d ü nyaya açı lan bir numaralı penceresidir. Ayrıca. Türk - I ran transit yolu da Trabzon­ dan Karadenize açı l ı r. Bunun bir de mukab i l i vard ı r. Akdenizden gelerek Karadeniz mem leketleri ile münasebete geçen, Karadenizde menfaati olan bir çok dış ü l ke mevcuttur. Işte Boğazlar bu m i l l i ve m i lletler arası menfaatlerin, m ünase­ betlerin ve alış verişlerin k i l i d i durumundadı r. Hem i ktisadi, hem si­ yasi, hem askeri bir k i l it. Böyle bir mevkiin gerek barışta gerek sa­ vaşta daima d ünya siyasetinin başlıca yüksek tansiyon noktalarından biri olması tabiidir. N iteki m bu hep böyle olmuş ve Türkiye Karade­ niz i le Akdeniz aras ındaki kuvvet dengesinin düğüm noktasını teşkil­ eden Boğazların sahibi o larak bu hassas noktada daima nazik mese­ lelerle karşı karşıya kalmış, bu yüzden harpler, tazyi kler, tehditler ve i htiraslar görmüştür. Bugün Tü rkiye bu açık su yolunun en tarafsız, en dürüst ve en mükemmel bekçi l iğini yapmaktad ır. Fakat bu, karşı kuvvetlerin i htiras ı n ı d indirmemekle ve Bo!)azların Türkiyenin varlı­ ğı bakımından teşkil ettiği hassasiyet devam etmektedir ve bundan


TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELER i

!!O

sonra da devam edecektir. Düşmanın gözünde bu daracı k su yolları sıcak i k l i m iere ve bütün d ünyaya açıl an t ı l s ı m l ı b i r koridor, Karade­ nizi kendisi için bir iç deniz yapacak düğüm, kend isini b i r Akdeniz memleketi yapacak sihirli anahtardı r.

2.

Anadolu köprüsü

Türkiyenin geopolitiğini meydana getiren ikinci unsur, onun i k i kıta arasında teşki l ettiğ i köprüd ü r. Türkiye çoğ rafi yapısı itibariyle olduğu g i b i , siyasi, i ktisadi, askeri hattA sosyal ve k ü ltü rel bakım­ dan d a Asya ile Avrupa arasında b i r köprü d u rumundad ı r. Eski devir­ lerin başl ıca faal kıtaları bu i ki kıta i d i ve bunların önemi bugün de devam etmektedir. Işte Türkiye toprakları bu iki kıtan ı n asırlarca ti­ caret, göç ve fetih yo lu olmuştu r. Eski ticaret yol u gibi iki kıta ara­ s ı ndaki başlıca kara irtibatı da bug ü n yine Türkiye köprüsünden geç­ mekted ir. Ayrıca Anadolu i ki hatta üç kıta arası nda icab ına göre hem bir askerl geçit, hem bir askeri engeldir. öte yandan Türkiye hem Asya , hem Avrupad ır. Sosy al bakı mdan Türkiye batı n ı n doğuya, do­ ğunun da batıya uzantısı demekti r. Işte Tü rkiyenin böyle bir geçit ü lke olması onun çoğrafyası n ı kendisi için hassa bir varl ı k unsuru haline geti rmekte ve T ü r k vata­ nı barışta ve savaşta b i r çok m i l letin i lg isini çeken b i r saha olmak­ tad ı r. Barışta bu sahaya nüfuz edilmek, savaşta bu saha elde edilmek ve k u l lanılmak istenmektedi r.

3.

Türk seddi

Yer yüzünde ve dünya tari h i nde bir kuzey - g üney meselesi var­ d ı r. Kuzey soğuk, g üney s ı caktı r. Kuzey loş, sisli ve kara n l ı k , güney açı k, ayd ı n l ı k ve güneşlid i r. Kuzey verimsiz, güney bereketl idi r. Ku­ zeyde teknoloj i k gel işme daha süratli o lmuş, güney geri kalmıştı r. Kuzey i nsan ında b i r atı lgan l ı k, dinçlik; güney insa n ı nda b i r gevşek­ l i k görü l ü r. B ütün bu şartlar dolay ısiyle g üney adeta kuzeyin av SB'­ hası hal ine gelmiştir. Kuzey m i l letleri veya onların i htirasları asırlar­ dan beri g üney istikametinde sefer hal inded ir.


TU R KIVEN IN B U G Ü N K Ü MESELELERI

81

Bu seferle rde Batı Avrupalı kavi mlerin önüne mühim bir engel ç ı kmamış, kara yo l u işlerneyince deniz hakimiyetiyle hedefe u laşı l­ m ı ştı r. Fakat batıda deniz yolu zaten kapal ı olan Slavların önüne bu seferlerde mühim b i r engel çıkmışt ı r . Bu engel Tü rk seddidir. Türkler Çinden Balkaniara kadar uzanan orta kuşakta ası rlardan beri Asya n ı n bel kemiğini teşkil ederler. Türkler ne kuzey kavmi, ne g ü ney kavm idirler . Bir orta kuşak, m uted i l iklim kavmi olarak kuzey ve gü ney aras ı nd a adeta bir isti krar unsuru durumundadı rlar. I şte bu istikrar unsuru başlang ı çtan beri d ü nyan ı n kuzey - güney dengesinin geniş b ir kesimde alt üst olmamasında çok büyük b ir rol oynamı şt ı r. Bugün kimsenin takdi r edemediği bu hizmet güney lsti­ kametlndeki Rus, Sla.v i htiraslarını ası rlarca d u rd u rarak dünyan ı n huzurunu uzun zaman korumuş, başka b i r deyişle d ü nyan ı n bugünkü huzursuzlu�unu ası rl arca geciktirmiştir. Gerçekten Slavlara ve bi l hassa Ruslara g ü ney yolunu kapatan, onların g üney Asyaya, Orta Ooğuya ve Afrikaya nüfuz etmelerinin önüne geçen baş l ı ca amil Çinden Balkani ara kadar uzanan Tü rk sed­ d i d i r. Eğer bu sed olmasayd ı Rus emperyalizmi çoktan güneyin sı­ cak denizlerine ç ı kmış, g ü neyde geniş müsh�m lekeler kurmuş o l u r­ du. Bugün bu seddin büyük bir k ı s m ı siyasi istiklal bakımından düş­ m üş ve Ruslar g üneyle burun buruna gelmiştir. Fakat Türklerin sa­ yesinde bu çok geç olmuş ve g üney bu teh l i keyle b ir tal l h eseri o l a­ rak ancak bugünün koruyucu yeni nizarnı çağ ı nda karşı karşıya gel­ m işti r. öte yandan, siyasi istiklal bakı m ı ndan düşmekle beraber, bu Türk seddinin d üşen kısımları d a henüz ehemmiyetlni muhafaza et­ mekte, etni k ve çoğ rafi varlı ğ ı i le Türk gerçeğ i bugün de devam ede­ rek b i r isti krar unsuru olan Türk sedd ini yine ayakta tutmaktad ı r. Bu Tü rk seddinin batı ucunu teşkil eden Tü rkiye ise teh l i keyi kend i kuzey hudutları nda tutmağa devam etmekte, fakat bu yüz­ den çok zorlanmaktad ı r. Ruslar deniz ve hava yolu i le ve ideoloj i k köprübaşları kurarak b u g ü n bi r dereceye kadar Akden ize v e g üneye i nmişlerd i r. Fakat Türkiye perdesi ayakta oldukça hedef asla ger­ çekleşti rilemiyecek ve bunlar bi r gün geri dönen yar ı m teşebbüsler olarak kalacaktı r. Onun içindir ki Türk seddinin Türkiye ucunu da çökertmek kuzey i htiras ının başl ıca hedefi halindedi r. Bu yoldaki gay-


T U RKIVEN I N B U G Ü N K Ü MESELELERI

82

retlerin bugün çok kesifleşti rilmiş olması da hala d i renen bu n ı n, bu tek engelin de bir an önce işini bitirmek düşüncesi ne maktad ı r. Kaldı ki Türkiye, ele geçirildiği takd irde, Rusyan ı n şak karn ı n ı n en iyi mü dafaa kalesini teşkil edecek b i r mevki sıftad ı r.

parça­ dayan­ yumu-­ ve va­

Dün olduı')u gibi bugün de, yarı n da Çinden Balkaniara kadar uza­ nan Türk seddi Asyadaki ve dünyadaki istikrarın temel b i r unsuru olacakt ı r. Yalnız Türkiye ucunun değ i l , bütün Türk seddinin ehemmi­ yeti başta Amerika olmak üzere h ü r d ünya tarafı ndan kavran ı l d ı ğ ı zaman, Komünist R u s tehd idi karşı sında büyük bir müdafaa silahı keşfedi l miş olacakt ı r. Dünya anlamal ı d ı r ki kuzey tehd idi ancak bu Türk seddi nde d u rd u rula b il i r . Asya nın b u belkemiği kı n ld ı ğ ı takd i rde bütün g üney yolları aç ı l m ı ş demektir. Henüz dü nya nizamı ndaki öne­ mi layı kiyle kavranmamış olan Türkiyenin ve Türklüğün ci handaki ye­ ri artı k takd i r ed i lmel i , bunda geciki l memel i, batı l ı lar Türkiyeye eski yan l ış gözlükleriyle değ i l , bu gözle bakmağa çalışma l ı d ı rlar. Bu gee­ pol itik durum ne ölen ne kalan , ne batan ne ç ı kan Türkiye değ i l , çok kudret l i bir Tü rkiye ister.

4.

Petrol çemberinin merkezi

Türkiye'nin geopo l itiğini kuran m ü h i m b i r unsur da büyük bir pet­ rol çemberinin ortasında b u lunmas ı d ı r. Bu çemberin içinde Roman­ ya petrol leri, Azerbaycan petrol leri, I ran petrol leri, Musul, Kuveyt, Suudi Arab istan ve diğer orta doğu petrol leri vard ı r. Bu petro l ler çe­ şitli ü l kelere ve çeşitli menfaatlere bağ l ı d ı rlar. Aşağı yukarı bütü n d ünyan ı n gözü bu petrol lerdedir. Petrolün dü nya ölçüsündaki çekiş­ melerin bir numaralı sebebi olduğunu bel i rtrneğe ise hacet yoktur. Son Orta Doğu savaşı ve petrol krizinde bu büyü k cevherin kıymeti ve kudreti onun karşısı nda sarsı lan bütün bir dünyanı n idrskinde en müt­ hiş ve kalıcı izler b ı rakmıştı r. Tü rkiyen in çeşit li yerlerinde de petrol çı kmağa başlamıştır. Bu artacak ve petrol gölünün ortası ndaki Türkiye boşluğu da pek yak ı n­ da ortadan kal kacakt ı r. Demek ki m üstakbel bir petrol ü l kesi olarak Türkiye zaten di kkatleri çekmekted i r. Fakat mühim olan Türkiyenin b i lhassa yabancı petrol bölgeleri karşısındaki mevkiidir. Bu bölge-


T Ü RKIYENiN BUGÜNKÜ MESELELERI

lerin hepsinin karnı Türkiyeye karşı açıktı r. Hepsine en kısa zamanda ve en kesti rme ol arak Türkiyeden u laşı l ı r. Türkiye hepsinin yak ı n ı n­ da, yanında ve yol u üzerindedi r. B u bak ı mdan Türkiyenin geopoliti­ ği petrol nizarn ı n ı n düğüm noktası d u rumu ndad ı r. Büy ü k l ü küçüklü, petrolle i l g i l i her devlet daima Tü rkiyeni n mevki i n i kollamak mec­ b u riyetindedi r. Zayıf Tü rkiye, az kuvvetl i Tü rkiye, kuvvetl i Türkiye, b i r l i k içi nde Türkiye, bölünmüş Türkiye, huzursuz Tü rkiye, geri kal­ m ı ş Türkiye, kalkınmış Tü rkiye g i b i hususlar bir çok devlet ve çev­ reler için petrol davas ı n ı n d ai ma göz önünde bulundurulması gereken yan hesapları d ı r . Bu hesaplar d ışta ve içte Türkiyen i n kaderi ile i l­ g i l i çeşitli görün mez faal iyetler icra ederler.

5.

Yangına komt�

Türkiye yal nız petrol dünyas ı n ı n merkezi değ i ld ir. Harifaya ba.. k ı l d ı ğ ı zaman Türkiyenin üç kıtan ı n, dolayısiyle yüzü bu üç kıtaya dö­ nük bütün dünya nın merkezi olduğu görülür. Çeşitli yo l ları n, i rtibat­ ların, temasları n, menfaatlerin, hesapların kesiştiğ i , düğümlend i ğ i b i r merkez . Bu yetm iyormuş g i b i , Türkiye b i r de çok istidatl ı b i r yang ı n sa­ has ı n ı n hemen yan ı başı nda bul unm ak gibi bir talihsizl i ğ i n i çi ndedir. Bu yangı n sahası Orta Doğu d u r. Orta Doğu petrö l ü i le, Süveyşi i le, huzursuz ve karmakarışık sosyal yapısı ile , Arap - ısra i l çatışması i le, büyük devletlerin nüfuz m ücadeleleri ve deri alakaları ile gerçek­ ten tam bir barut fıçısı g i b i d i r. Türkiye bu tehl i ke l i bölgenin en bü­ yük ted i rg i n l i k sahasın ı teşkil etmektedi r.

6.

Açık hudutlar

Türkiyenin geopo l itiğinin hassas unsurlarından biri de elverişsiz h u d utlard ı r. Bu bakımdan Türkiye dünyanın hudut çizgisi en naz i k o l a n memleketlerinden b i r i d u rumundad ı r. Tü rkiye hudutlar ı n ı n b i r hususiyati çok cepha l i ve çok komş u l u olmasıd ı r. Türkiyeni n doğuda dört, batıda i k i kara komşusu vard ı r. Trakya hududu g i b i küçük bi r çizgide bile Türkiye i k i komşu i l e kar-


TÜRKIYEN I N B U G Ü N K Ü M ESELELERi

84

şı karşıyad ı r. Ayrıca denizleri dolayısiyle de bir çok yakın ve uzak komşusu mevcuttu r. üste l i k bütün bu komşu dai relerin i çi nde hiç bir akraba m i l let de mevcut dei:j i ld i r. Bir çok memleketlerin a rkası nı em­ niyetle yasl ayacai:j ı, boş b ı rakacağ ı cepheleri oldui:ju görü l ü r. Türkiye bu talihten mahru md u r. Türk hud utları n ı n b i r hususiyeti de uzun ve çok cephali bir de­ niz çizgisine sah ip olması d ı r. Anadolu yarımadası dolayisiyle Türkiye büyük ölçüde ve çeşitli isti kametlerde denizlerle çevrilidir. Bu deniz­ ler ise okyanus de � i ld i r ve b i r çok devletlerin kaynaŞt ı ğ ı kapa l ı de­ n izlerdir. Türk hud utları n ı n bir başka hususiyeti de tabii engel lerden mah­ rum b u l u nmasıd ı r. Kafkas hududu açıktı r. Iran ve I ra k hududunun arazisi d ai:j l ı k ve karışı ktı r. G ü ney hududu dümdüz ve apaçıktır. De­ niz hudutları da kapal ı sayı lmaz. Gerçi uçak ve füze çai:jı nda tabii arıza l ı hudutlar eski önem ini kaybetmiştir. Fakat yine de tabii engel­ li hudutlar hem savaşta, hem barışta bir meml�ikete sayısız faydalar sai:jlamaktan geri kalmaz. Hü ltısa Türkiye, her noktas ı n ı n hassas iyeti bakım ı ndan, kendi yüz ölçümüne göre, dünyan ı n hudutları en uzun mem leketlerinden bi­ ri d i r. Tarihi kaderin neticesinde ve son ol arak Atatü rkün çizmesiyle çizi l m i ş b u lu nan bu h u d utlar korunmak ve kontrol edilmek için Tü r­ k iyeden büyü k gayretler ve fedakarlıklar beklemekted ir. Den izleri bü­ yü k bir donanmayı ve ticaret filosunu, karaları büyük askeri kuvvet­ leri ve sosyal, ekonom i k tedbi rleri gerekti rmektedi r. Sızmalara, te­ si rlere ve hatta söm ürülmaya e lverişl i , vurulm� sı kolay, müdataası güç ve pahalı hudutlar her mem leket için bir problem kaynai:j ı d ı r. Türkiye gibi daha başka nazik şartları da b u lunan bir memleket ba­ his konusu olunca bu m eselanin hassasiyeti, tabii, b i r kat daha art­ maktad ı r.

7.

Tabii ve tarihi güzellik

l i k bakışta şaş ı rtıc ı gibi görünmasine rai:jmen , Tü rkiyenin tabii g üzel l i ğ i ve tarihi hazinesi de bir geepo l itik unsur olarak karşı m ıza çı kmaktad ı r.


TÜRKIYENIN BUGÜNKÜ M!SEU!LE R I

86

Türkiye muted i l iklim kuşağ ı ndadı r. Her mevsimde hem sı cak, hem seri n köşeleri vard ı r. Son mahsul leri ile turtandaları birbirleriyle bi rleşi rler ve Türkiyeyi cennete çev iri rler. Bütün memleket sayısız ve eşsiz tabii g üzell iklerle doludur. Yer altı servetleri bak ı m ı ndan da çok vaidkftr Mkir toprakları mevcuttur. öte yandan Türkiye eski ve yeni deviriere ait Z9ng i n tarih hazi­ neleri memleketidir. Nem ruttan Sideye, Efesten Ayasafyaya kadar, Batı ftlemin i n üzerinde titrediği insan l ı k m irasının çok de�erli parça­ ları Tü rk topraklarında bulunmaktad ı r. Işte bütün bu tabii ve tarihi hazineler Türkiyenin bir yandan ser­ vet kaynakları n ı n mühim bir kısm ı n ı teşkil ederken, öte yandan Tür­ kiye üzerindeki çeşitli emelleri tahrik eden geepolitik b ir unsur da olmaktad ı r.

İ DEOLOJİ K S EBEPLER Türkiyenin bugün varl ı k davası ile karşı karşıya gelmesinin b i r a rn i l i d e ideoloj i k sebeplerdir. Ideoloj i k sebepler de aslında geepoli­ tik unsurlardan b i ri d i r ve bundan önceki bölümün içine g i rebi l i r. Fa­ kat Türkiyeyi tehdit eden unsurlar arası nda bugün ön plana geçmiş olduğu için bu arnili ayrı v e m üstakil olarak e le almak yerinde ola­ cakt ı r.

E!n uourauz buluş Yirminci ası rda dünya, insa n l ı k tarihinin en büyük felaketi i le karşı karşıya gelmek tal i hsizliğ ine u ğramıştı r. B u felaket komünizm­ d i r. Fe lsefeyi, doktrin i , şahısları, zümreleri, şu veya bu memleketi bir yana b ı rakı p, komünizmi i nsan l ı ğ ı n kaderi bakı m ı ndan mücerret olara k ele a l ı rsak, onun cihan tari hinin karşı laşt ığ ı en büyü k bela, i h­ tiyar dünyan ı n başına m usal lat ol an en büyü k sosyal afet olduğunu görürüz. B u alemşümul sosyal hasta l ı k bütün beşer hayat ı n ı , bütün medeniyeti, bütün i nsanl ı k m irasın ı açıkça ve çok vahim b i r şekilde tehdit etmektedi r. Eğer bir gün bu yüzden ve nükleer bir kaza ile dün-


86

TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü MESELELE R I

yan ı n sonu gelmezse, istikbalde tarih komünizmi her halde insanoğ­ lunun en uğursuz icadı olarak kaydedecektir. Komünizmin temelleri yirminci asırdan önce, daha geçen ası rda atı lm ış, fakat bu careyan tatbik sahasına bu asr ı n i l k çeyreğinde Rus i hti l�li i le ç ı kmışt ı r. Büyük bir iç ve dış gaflet ve karı ş ı k l ı k için­ de kurulan Sovyet kom ünist rej i m i , i l k şaşkınlık geçtikten sonra bü­ tün d ü nya tarafından d ikkat, şüphe ve kuşku i le takip edilmeğe baş­ lanmışt ı r. Buna mukabil Sovyet idareci leri de komünizmi kökleştir­ meğe, kuvvetlendirrneğe ve yaymağa çalışm ışlard ı r. Bu, komünizmin ilk devresidir. Bu devrede komünizm bir memleketin h udutlarında tecrit edilmiş gibidir ve geleceği üzerinde de bir sürü menfi i htimal bul utları vard ı r. Böylece Ikinci Dünya Harbine gelinmiştir. Ikinci Dünya Harbinde bir a ral ı k komünizmin sonu gelmiş gibi ol muş, hatta, işaret ettiği m iz gibi, Moskovayı terk edip Kuybişefe sı­ ğ ınan Sta lin bile ıcVatan tehlikeded i r ! ıı diye feryat etmeğe bağlamıştır. Fakat I kinci Dünya H arbine Amerikanın önce i ktisadi, Pearl Harbour baskı n ı ndan sonra d a fiili ve askeri a ğ ı rl ı ğ ı n ı koyması ve Rusyaya akan, kaynakları bitmez tükenmez Amerikan yard ı m ı savaşı n da, ko­ münizmin de kaderini değiştirmiştir. Böylece kom ünizm Ikinci Dünya Harbinden, belki bin m isli daha kuvvetli o larak çıkmışt ı r. Amerikanın ve I n g ilterenin gözü I kinci Dünya H arbinde yakın N azizm ve Faşizm tehlikesinden başka bir şey görmüyord u . FevkaiA... de yüksek bir teknikle, en i leri seviyede bul unan Alman teknolojisi i le bezenmiş ve donatı lmış olan Hitlerizm ve Alman m i l litarizmi müt­ tefik lerin tek korkusu idi. Buna Japon u nsuru da il�ve edilince, M i h­ ver devletleri müttefi klerin tek öcüsü olarak ortaya ç ı k ıyordu. Müt­ tefik idarecileri arası n d a belki de ıc kom ünizmi ne zaman olsa yene­ riz , fakat Hitleri bu sefer kayıts ız şartsız yenemezsek, onun bir daha hakkından gelemeyizıı gibi hesaplar yapanlar da vard ı . Fakat esas o la rak bu korkunun, bu yakın tehliken i n yarattığı dehşet, kin ve nef­ ret havası içinde uzak komü n izm tehlikesi Batı devletlerinin aklına b i le gelmiyordu. Uzak komünizm teh l i kesini görmek şöyle d u rsun, m üttefikler komünizmin h arpten önceki şüpheli ve tehditkar durumu­ n u bile unutmuşlard ı . B ilhassa Amerika Rusyayı adeta kendisi gibi i dealist b i r devlet saymaktaydı . M ü ttefi klerin bu g afleti, bu Ingiliz ve bi lhassa Amerikan hatası d ü nyaya inanı lmaz derecede pahalıya mal olmuştur. Ikinci Dünya Harbinin sonunda, zafer sarhoşluğu bile


T Ü R KIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

87

henüz geçmeden uzak teh l i kenin derhal yakın teh l i ke haline geldiği­ ni Amerika esefle farketmiş, fakat tab ii iş işten geçmiştir. ıı Komü­ nizmi ne zaman olsa yenerizıı d iyenierin de hesapları ters çı kmıştı r. Neticede I kinci Dü nya H arbi nin zafer şen l i kleri içinden öyle korkunç bir komünizm teh l i kesi çıkmıştı r ki başı ezilen Hitler tehl ikesi onun yan ı nda çocu k oyuncağ ı gibi kalmışt ı r. Komünizmin harpten önce b i r devleti vard ı ve o da o l dukça za­ y ıftı . Harpten sonra b iri Rusya, öbürü Çin olmak üzere iki süper dev­ leti olmuştu r. Ayrıca Avrupa n ı n yarısı komü nistleşmiş ve komünizm Berli n d uvarları na kadar i lerlemiştir. Zamanla Asyada ve Amerikanın burnunun dibinde de yeni devletler kazanmı şt ı r . Böylece yüz milyon­ l arca insan yeniden komünizm i n emrine g i rm iştir. Bunlara i lave o l a­ rak bu careyan Asyada ve Afrikada bir çok ü l ke lere yay ı l m a fı rsatı bul muş, sayısız köprübaşları elde etmiş, bir çok devleti yarı yarıya komünistleşti rmiştir. öte yandan, V1 , V2'1eri Almanyadan, atomu Ameri kadan çalarak d a olsa, komünist a.lem nü kleer silahiara ve fü­ zelere sahip olmakta da geç kalmamış ve bu sahadaki savaşı başa baş hale getirrneğe m uvaffak ol muştur.

Yeni nizarn Işte I kinci Dünya Harbi nden sonra insan l ı � ı n karşısına çı kan bu s ü per teh l i ke dolayısiyle d ü nya yeni bir tertibe g itmiş ve bugünkü karş ı l ı k l ı bekleyiş nizarnı ortaya ç ı kmışt ır. Iki nci Dünya Harbinden sonra halledilmesi gereken bir çok meseleleri askıda b ı rakan bu aca­ yip n izama başlang ıçta soğu k harp adı veri lmiştir. Fakat bazı nokta­ larda sıcak harbe de dönüşlüğü için yarı sıcak harp adı da verilebi­ lir. Yıpratma, zaman kazanma, karşı l ı k l ı denge nizarnı isim lerini de kul lanab i l i riz. Bu nizamda hür dünya ve komün ist dünya olmak üzere karşı kar­ şıya gelmiş iki cephe vardı r. Her iki tarafın cephe gerisinde de b ir takım çekişmeler o lm akl a be raber, ideoloj i k temel ler b u iki cepheyi karşı karşıya tutmakta devam etmektedir. Bu i k i cephenin d ı ş ı nda b ir de üçüncü dü nya devletleri vardı r. Fakat dünyanı n ana yapısında ve devrin şekil lenmesinde bunların mühim bir rol leri, eski tabirle kuv­ ve-i harbiyeleri yoktu r.


88

TÜRK IYENIN B U G ÜN K Ü MESELELERI

Bu tertipte, en teh l i ke li ve en hassas noktalar şüphesiz temas çizgisi üzerinde bulunmaktad ı r. Türkiye de hür dünya ile komünist lllemin temas hattı üzerinde bulunan tali hsiz memleketlerden biri­ d i r. Türkiye, co�ratyan ı n zelzele kuşağı içinde bul unan bir ü l kedir. Asyadan Avrupaya doğru uzanan tay ç izgisi Türkiyeyi b i r uçtan bir uca kateder. Türkiye nas ı l böyle bir coğrafi zelzele çizgisi üzerinde ise, ayni şekilde bir de siyasi zelzele çizgisi üzerinde bulunmaktad ı r. Komünizm bu çizgiyi d evamlı olarak zorlamakta, bu hat üzerindeki hür d ü nya çemberini parçalamağa çalışmaktadı r. Kore harbi , Viet­ nam harbi hep b u gayretierin birer halkası olduğu gibi, Pakistandan Yunanistana kadar uzanan mem leketlerdeki yıkıcı, bölücü, parçal a­ y ı c ı , iç harbe itici kesit faaliyetler de yine bu çal ışmaları n eseridir. Komünizm b u temas ç izgisinin kend i cephesinde ise son derece hassastı r. Macaristan ve Çekoslovakya hAdiseleri de bu hassasiyetin örnekleri dir.

Amerikanın roiU

I kinci Dünya Harbinden sonra şahlanan komünizm teh l i kesini b u g ünkü temas çizg isinde d u rd u ran başl ıca amil Ameri kanın kuvveti­ d i r. Onun için bu devirde Amerikan ı n hususi bir yeri vard ı r. Evet, iti­ rat etmek laz ımd ı r ki b u devirde dünyayı komünizmden kurtaran şey Ameri kan ı n yen i l maz kuvvetidir. Eğer Amerika olmasayd ı , I kinci Dünya Harbinden son ra d ünya çoktan komünistleşm iş olurd u . Bu bugün de böyledi r. Onun içindi r k i komünistler her yerde büyük bir Amerikan aleyhtarl ı � ı kampanyası açm ışlard ı r. Bugün doğuda, Asyada h ü r dünyanı n s ı n ı rlarını a9ağ ı yukarı tek başına yine Amerika beklemekted ir. Batıda ise NATO kurulmuştur. fakat onun da l ideri ve temel d ireği yine Amerikadır. Ayrıca h ü r d ünyayı Ikinci Dünya Harbinden sonra ekonom i k v e sosyal çöküntü­ den yine Amerikan yard ı m ları kurtarm ış, başta M a rshal l Plflnı olmak üzere, Truman Doktrini ve bugün hala devam edip g iden çeşitli yar­ d ı mlarla ancak, h ü r dünya devletleri be l lerini doğ rultmuşlar veya doğ­ ru ttmaya çalışmaktadı rlar. Hü lasa Ameri kanı n askeri ve i ktisadi des­ teğ i ve yardı m ı bütün d ü nya için bu devrin komünizm karşısındaki temel karakterini teşkil eder.


TÜRK IYEN IN BUGÜNKÜ MESELELERI

89

Bugün hür dünyanın kom ü nizm karşısı ndaki en kudretl i kalesi NATOdur. Fakat NATOnun karşısında bile komünizm en az üçte bir nisbetinde daha kuvvetlidir. Bu bilhassa kara ord u l arı bakı m ı ndan böyledir. Varşova Paktının hem asker sayısı, hem tank sayısı NATO­ dan bir hay l i fazlad ır. Buna karş ı l ı k denizlerde üstünlük NATO'nun ve Amerikan ı n elinded i r. Hür d ünya n ı n ikinci üstünlüğü Amerikan ı n nü k­ leer kudretinde ve hava kuvvetindedir. Hür d ü nyanı n g üvendiğ i bir husus da Varşova Paktı ord u l arın ı n bir gönülsüzler ordusu olması­ d ı r. Netice olarak hür dü nyanı n elinde uzun devreli bir strateji k üs­ tünlük mevcuttur. Bu ise Amerikanı n ve müttefiklerinin bugün bel bağlamış olduk ları caydı rc ı l ı k potansiyelini meydana getirebilmek­ tedi r. Fakat ik i tarafı n e l indeki kuvvetlerin bu d u rumu da, Türkiye gibi temas ç izgisinde b u lunan memleketlerin mevki indeki hassasi­ yeti , komünist zorlamalara i lAve olarak , b i r kat daha artt ı rmaktadı r. N itekim karş ı tarafın da el i nde, kısa devre li de olsa, b i r tak ı m taktik ve strateji k üstünlükler vard ı r. Ve bunlar yalnız savaş için bahis ko­ nusu olmayı p, barışta bile bir memleketin i ç bünyesinde menfi te­ sirler icra edebilmektedi rler. Ayrıca N ATO'nun bünyesindeki zaaflar d a g ittikçe büyüyen b ir dert olmaktadır. NATO'dan çek i l me oyun­ l a rı içinde olan Yunanistan, sola teslim yoiunda b u l unen Portekiz, ko­ m ünist ve sol oyları yüzde k ı rka , eli iye yaklaşan ıtalya ve Fransa baş­ ta olmak üzere komünist cephe karşısındaki tehl ikeli çöküntüler Ame-­ rika, Türkiye ve Almanya g i b i NATO'nun başl ıca kalelerini adam akı l­ l ı tedirgin edecek b i r mahiyet arzetmektedir.

Amerikanın hataları Burada b ir de Amerikanı n liderliğinin getird i ('J i başka u nsurlar üzerinde d urmak lazı m d ır. Zira bunlar d a b i r memeleketin m u kaddera­ tına tesi r eden ideoloj ik sebepler çerçevesine g irerler. Şunu peşin o larak iti raf etmek lazım d ı r ki Amerika büyük de� letler arasında e n idealist, belki d e tek idealist devlettir . Bunu söy­ lerken, tabii orada devlete çok müessir olan büyük kapital ist ş irket­ lerin de idealist olduğunu söylemiyoruz. Bu g i b i tesirierin dışı nda, m ücerret Amerikan devletinin i dealist bir devlet olduğunda şüphe


90

TÜRK IYEN IN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

yoktu r. K ı sa tari hi, kuruluş şekli, bü nyesi ve şartları Ameri kayı böy­ le yapm ıştı r. Daha küçük devletler arası nda ise, eOer ideal ist b i r i ki devlet varsa onl a rdan biri ve belki de birincisi mu hakkak ki Tü rkiyedir. Ge r­ çekten Atatürk Tü rkiyesi , kend i şartları içinde, hadd i nden fazl a ide­ a l ist b i r devlet karakteri nded i r. Bu bakı mdan Amerika i le Tü rkiye arasında büyük b i r benzerl i k ve yakı n l ı k vard ı r. Ve Amerika ile Tür­ kiyenin politikası her zaman kolayl ı kl a b i rleşebi l i r. I kinci Dünya Har­ binden sonraki Türk - Amerikan dost l uğunda ve bugünkü münasebet­ lerde karş ı l ı klı menfaatlerin yanında bu asi l unsurun da mühi m b ir bağlayıcı rolü vardı r. Her iki tarafı n bunu böyle bilmesi , bil hassa Ameri kan ı n Türkiyenin kend isi ile para lel düşen bu vasf ı n ı n lay ı kiy­ le farkına varması çok temenniye değer bi r keyfiyetti r. Amerikan ın h ü r d ü nyan ı n koruyuculuğ unu yapması , kudreti ni bu işin emrine vermesi şüphesiz yalnız ideal izminden gelmemekte­ d i r. Bunda kendi menfaati de tabii ön plandad ı r . Hatta kendi men- . fatinin daha önce geldiği söyleneb i l i r ve buna da ki msenin bir d iyece­ ği o lamaz. Dü nya küçülm üşt ü r. Bu dünya B i rinci Dünya Harbinden son­ raki d ünya olmad ı ğ ı g ib i , I kinci Dü nya Harbindeki dünya da değ i ldir. l nfi ratçı l ı k Ameri ka için art ı k tamemiyle tarihe karışm ı şt ı r . Korede, Vietnamda veya Beriinde Amerika yalnız m üttefiklerini n hudutlarını değ i l , ayni zamanda Newyorku , Vaşingtonu, Kal iforn iyayı korumakta­ d ı r. Komünist. tehdit karşısınd a yalnız tek tek memleketler deği l , bü­ tün bir h ü r d ünya, hatta bütün bir dünya vard ı r. Fakat acaba Amerika h ü r dünya koruyuculuğu ve komünist olma­ yan memleketleri destekleme rol ü nü , i dealistl iğine ve hatta menfaat­ lerine uyg un bir tarzda yerine geti riyor m u ? Işte buna m üsbet cevap vermeğe im kan yoktu r. Gerçekten Ameri ka bu vazifade büyük hata·­ l a r yapmaktad ı r. Bunun neticesinde de komünist emperyalizmine kar­ şı yapı lan mü cadele ümit ed i l di ğ i kadar ve g ay retler n isbetinde se­ mere l i o l mamakta, bu yolda b i r çok emekler boşa bitmekted i r. Bu büyü k ve köstekleyici hatanın başlıca ami l i Ameri kan ı n ya­ bancı ü l kelerdeki yan l ı ş politikas ı d ı r. Amerikan ı n Beyaz Saraydan idare edilen ve Kongre tarafından tasvip o lunan umumi d ı ş politika stratej isi doğ ru o lab i l i r. Fakat bunun mahal li tatbi kat l a rı , yabancı mem leketlerdeki tatb i k şekil leri çok kusu rlu olmakta ve ekseriya


TÜ RKIYENIN BUGÜ NKÜ M ESELELERI

91

u mumi stratej iyi d e alt üst eden yan lış taktikler hali nde ortaya ç ı k­ m aktad ı r. Bu yüzden Amerikan po l iti kası dünyaya i ntibaksı z l ı ktan b i r t ü r l ü kurtulamamakta v e sev i m l i olab i lecek Amerikalıy ı , « Çi rkin Arne­ rikal ı n du rumuna düşürmektedi r. Bu yan l ı ş po l itika n ı n teme l sebebi ise Amerikanın m i l l iyetçil iğe ters düşmesid i r. Halbuki dünya m i l l iyetler d ü nyası , dev i r m i l l iyetçi­ l i k d evridir. i kinci Dünya Harbinden sonra batı emperyal izm i n i n esi r m i l letleri süratle isti klfı.le kavuşmuş, h e r yerde kendini bul ma gay­ retlerinin doğ u rd u ğ u m i l liyetç i l i k ateşleri yanmağa başlamıştır. Bu d u rumda her akı l l ı yabancı n ı n yapaca� ı şey m i l l iyetç i l i k düşmanı b i r tutumu benimsernek değ i l , m i l l iyetç i f i ğ i okşamaktı r. M i l l iyetç i l i ğ i a kşamaktan korkmamak lazı m d ı r. M i lliyetç i l i k asl ı nda en muni s ve en i nsani cereyand ı r . Çünkü m i l l iyetç i lik, karşısı ndaki m i l l iyete de h ü rmet eder, ona değer ver i r. M i l l iyetç i l i k tecavüzü kabu l etmez. M i l l iyetç i l i k fert i ç i n de, cem iyet için de şahsiyet demektir, insan ol­ mak demekti r. M i l l iyetçilik her yerde komünizmin en büyük baraj ı d ı r. Komünizmin i kinci baraj ı üstün ve yayg ın b i r refah seviyesid i r. Anıe­ ri kada bu ikinci baraj kafi olab i l i r. Fakat Amerikan refahı b i r anda her memlekette b u l unamaz. Amerikan ı n şartları başka yerlerde arana­ m az. Her cemiyetin ayrı b ü nyesi ve kendi şartları vard ı r. B i r çok memleket lerde şimdi l i k tek emn iyet duvarı m i l l iyetçi l i ktir. Komün izm d u rdurulmağa çal ışı l ı rken bu baraj y ıkıl acak ol u rsa ortada hüsrandan ve boşa g itmiş emeklerden başka bir şey kalmaz. Işte Amerika ve Amerikalı bunu b i r türlü anlayamamaktad ı r. Te rsine, Amerika yard ım ettiği ve desteklediği memleketlerde m i l li devletlere ve m i l l iyetçi t u tum la ra kaba d avranmakta, m i l liyetçi­ l iğ i n karşısı ndaki akımların ta re.fı nı tutmakta, sosyalist hareketlere sempatik görünerek kendi a k l ınca i leric i l i k taslamaktad ı r. B u hususta Amerika bir memleket in kom ü nizm karşısı nda b ü nyesinin böyle kuv­ vetlaneceği şek l i nde b ir yan l ı ş teşhisin de içinde olab i l i r. Fakat görü­ nen , adeta, Amerikanın kuvvetlenmesine çalışt ığ ı bü nyeni n asl ı nda kuvvotlenmesini, veya fazla kuvvetlenmasi n i istemedi ğ i d i r. Bir taraf­ tan yaparken öbür taraftan yı kan bu Amerikan tutumu kendi leri bakı­ m ı ndan bir hesap neticesi de olsa her halde çok akı llıca bir i ş değ i l­ d i r. Bu yüzden Amerika b i r çok memleketlerde fı rsatı komünistlere ve Rusyaya kaptırmıştı r. Kom ü nistler, kend i lerinin karşısı nda olduğu


92

TÜ RKIYENIN B U G Ü N K Ü MESELELERI

halde, he r yerde m i l l iyetçiliğe sahip çı kmağa, onu bat ı l ı lar aleyhinde k u l lanmağa muvaffak o l muşlard ı r. Bu hususta batı emperyalizm i nden yeni ç ı km ış ü l kelerde büyük neticeler de al ınm ıştı r. Elindeki kozu karşısı ndakine kaptırman ı n acısı b i le Amerikan ı n a k l ı n ı başına top­ l 3 yamamakta, en sağlam ve ideal ist cephe birliğinin ancak m i l l iyetçi­ lerle yapı labi !eceğ ine Ameri kal ı n ı n kafas ı b i r türlü yatmamaktadı r. Bunun bir kaç sebebi vard ı r. Birincisi Amerikanın, bünyesi icabı , '3Siında m i l l iyetçi l iğe yabancı olmasıd ı r. Gerçekten Amerika m i l li bir cemiyet olmaktan çok uzakt ı r ve üstün refah seviyesine, yüksek tek·­ roloiisine rağmen henüz yeni m i l !et olma yolu ndadı r. Bugünkü Ame­ rik�dan m i l l iyetç i l i k ve m i l l iyetç i liğe sempati ve alaka beklemek im­ kans ızd ı r. Ama içeriye ayr ı , d ışa rıya ayrı bir gözle bakmanın pek zor­ l :.ı ğ u yoktur. Dışarısı için m i l l iyetç i l iğe sayg ı duymak ve bunu anla­ mak Arneri kaya içeride h i ç b i r şey kaybettirmez. Halbuki Amerika m i l l iyetçiliği geric i l i k ve kendisine ve batıya karşı düşman l ı k zannet­ mektedir. I kinci sebep, Amerikanın merkezdeki müşavirlerid i r. Yabancı memleketlerin işlerine bakan masalardaki Amerikan m üşavi rlerinin içinde i lg i l i olduğu memlekete peşin olarak düşman olan, o mem le­ ketin dostu o lmayan m i l letiere ve çevrelere bağ l ı b u l u nan .bazı kim­ seler b u l u nmaktad ı r. B u uzmanlar u m u m iyetle Amerikan siyasetini ya­ nı ltmaktadı rlar. üçüncü sebep Amerikanın Asya, Afrika v.s. ü l kelerine gönder­ diği mem urların zay ı f kimseler olmas ı , Amerikada işe yaramaz üçün­ cü beşinci sınıf insanların b i r nevi mahrum iyat yerlerine gönder i l­ miş d u rumda b u l unmasıd ı r. Bu sebeplerio yan ı nda b i r de Amerikan ın kendisine ve kendi ge­ leceğine uygun bir dünya düzen i k u rmak istediği şek l indeki iddia ve şüpheler vard ı r. Buna göre Amerika daimi pazarlara ve i ktisadi mü­ nasebetlere sahip olmak zorundad ı r. Başta Ing i l iz olmak üzere, l kin­ ci Dünya Harbinden sonra y ı k ı lan Avrupa müstem lekeci l iğinin yerine yeni şartlara göre ve bel l i etmeden Amerika yerleşrneğe çal ışmakta­ d ı r. B u n u n için de daima m u htaç, az kuvvetli, karışı k , kozmopo l it memleketlere ihtiyaç vardı r. Hatta mahalli harpler b i le Ameri kan şirketlerinin ve silah fabri katörlerinin a rzulad ı ğ ı şeylerd ir.


TÜRKIYENiN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

93

Her ne olursa olsun, gerçek şudur ki Amerika yabancı ü lkelerde milliyetçilikten hoşlanmamakta, böylece komünizm karşısında bindiği dalı kesmektedir. Komünistlerin yü rüttükleri Amerikan aleyhtarı kam­ panyaya bu da eklenince Amerika her yerde ideoloj i k bakı mdan verim­ siz neticelerin içinde bulunmakta, böylece komünizm karşısınd a d ünya yeter derecede kuvvetli duruma gelmemektedir. Her yerde Ameri­ kal ı la r kozmopol it ve solcu çevrelerle haş ı r neşir olmakta, komünizm en çok onların ilgisi bulunan müesseselerde yuvalanmakta, Amerikan kapitalizmi , adeta kom ünizm fidanlarını sulamaktad ı r. Bu husustaki bozuklukta sorumluluğun tamamiyle sivi llerde olduğunu, Amerikan as·­ kerlerinin bundan bir hayli uzak bulunduğunu ve gerçeği daha iyi kav­ radı kları n ı da belirtmek laz ı md ı r. Türk iyede de aynen böyle olmaktadı r. Amerikanın Türkiyede işle­ diği başl ıca hata da budur. Yoksa Kıbrıs davası nd a Amerika geçmiş senelerde ve fı rsatlarda zannedildiği veya kasten istismar edildiği gi­ bi Türkiyeye d üşmanlık etmemiştir. NATOnun bir kanadında ve iki üyesi arasında harp ç ıkmasım istememiştir, adadaki Rum ekseriyeti, Hiristiyan batı geleneği ve kendi içindeki Yunan ası l l ı Amerikan kit­ lesinin de tesiriyle Yunanistana fazla baskı yapamamıştır. Yoksa Kıb­ rıs ile Türkiye arasında aşı lmaz bir perde germemiştir, hatta Türki­ yenin bir baskınla Kıbrıs meselesini çözmesini beklediği anlar bile olmuştur. N itekim son Kıbrıs harekatında bu gerçekler ve Amerika d üşman l ı ğ ı n ı n manasız l ı ğ ı bütü n açık l ı ğ ı i le ortaya ç ıkmıştı r. Fakat Türkiyede Amerikanın daima milli ol mayan akımların tasvipçisi gö­ rünümünden dışarı ç ı kmad ı ğ ı aynı derecede gerçektir. Türkiyeyi tehdit eden ideolojik sebepler aras ı nd a bir mesele de Amerika ile Rusyanın münasebetleridir. Ameri ka her şeye rağmen, Türkiye ve diğer temas çizgisi memleketleri kadar doğrudan doğruya komünizm teh likesi karşısında değildir. Amerika için komünizm teh­ likesi tek cephalidir ve sadece ideolojiktir. Tü rkiye için bu tehlike çok cephelidir, kom ünizmin arkası nda başka hesaplar da vard ı r. Onun için komünist tehdit karşısında Amerika Tü rkiye kadar ciddi ve hassas o la­ m az. Bu sebepledir ki Türkiye bu tehl ikenin vahametini kemaliyle bil­ diği zamanlarda daha Amerika bunun farkı nda değildi ve ancak ne­ den sonra uyanm ıştır. Bu d u rum karşısında, az bir ihtimal de olsa, Ameri kanın bir gün Türkiyeyi atlayarak Rusya ile anlaşması mümkün­ d ü r. Buna d ünya şartları ve başka sebepler de yard ımcı olabilir. Kü­ ba krizinde bunun tatsız bir tecrübesi de yap ı l m ıştı r. Ayrıca, henüz


TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

94

gaflette i ken , Ameri ka I kinci Dünya Harbinde Rusyan ı n Türkiye üze­ rindeki pazarl ı klarını m üzakere mevzuu yapmak hafifl iğini de göster­ miştir. Çok zayıf da olsa, i ki nci bir ihtimal, Ameri kan ı n komünizm kar­ şısındaki müdafaa hududunu Türkiyeni n gerisine alması, Türkiyeyi yalnız b ı rakmasıdı r. Bütün bunlar Türkiyenin Amerika i l e Rusya ara­ sında çok hassas b i r politik terazi üzerinde bulunduğunu göstermek­ ted i r. Türkiye ne Rusyayı l ü zumsuz yere tahrik etmeli, ne de Ameri� kay ı u ne haliniz varsa görün u d iyecek d u ruma geti recek bir pol itika takip etmelidir. Ameri kan ı n şuurlu müttefiki, Rusyan ı n hesaplı komşu­ su olması lfızım geldiğ ini un utmamal ı d ı r. Bu ise büyük bir uyan ı k l ı k meselesid i r. Osman l ı ları n son devi rleri nde I ng i l iz menfaallerinin Rus­ yayı gem lernesi Türkiyeni n korunması nda büyük bir tarihi destek ol­ mu ştur. Bugün bu d u rdu rucu desteği Amerika temin etmekted ir. Bu dengenin devamı Türkiye için hayati bir zarurettir. Bu sebeple Türkiyede Ameri kayı bezd i recek, ona u ne halin var­ sa görıı dedi rtacek bir Ameri kan düşmanl ı ğ ı na katiyen mü saade edi le­ mez. Ameri kayı, Amerikan işbirliğini v e ittifa k ı n ı , Amerikan dostlu­ ğ unu u Go home ! ıı nidal�:iyle Tü rkiyeden kovmak kol ayd ı r. Ama Türki­ yeden çıkarı lan bir Amerikayı ayni bölgede kabul edecek olan ve Türk menfaallerinin karşısı nda bulu nan bir çok memleketin mevcut olduğu d a unutulmamal ı d ı r. N itekim Kıta Sahanl ı ğ ı ve son K ı b rıs harekAtın­ dan önce Türkiyeye y ı l d ı r ı m taarruz planlam a meselesinde görülen Yunan şımarı k l ı ğ ı nda bunun ne büyü k cü ret kazanma u nsuru olduğu görülmüştür. Esasen asil ve ağ ı rbaşl ı bir m i l let ki mseye karşı düş­ man l ı k gösterilerinde bulunmaz . Türk mil leti bu kadar asil ve ağ ı r­ baş l ı d ı r. Türkiye kimseye d üşman l ı k göstermiyecek, herkesin karşı­ sı nda sadece akı l l ı o lacaktı r.

* Türkiyenin bugün var olma ve yok olma davası ile karşı karşıya gelmesinin umum iyetle d ı ş Arni l lerini teşki l eden yukarıdaki sebepler a rasında bu raya kadar belirti len hususlarla i rtibatl ı , kökü d ı şarda yı­ kıcı careyanlar ve m i l letler a rası faal iyetler de vard ı r. Bunları aşağ ı­ daki bahislerde, bundan sonraki iç sebepler arası nda, ayrıca ele ala­ caOız.


95

T Ü R KIYEN IN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

İÇ S EBEPLER Tü rkiyenin var olma meselesi i le ilgili olarak ideoloj i k sebepler yan ı nda bir de bünyesindeki zaaflar vard ı r ki bunları da iç sebepler başl ı ğ ı a ltı nda toplayabili riz. Türkiyeyi son y ı l larda bir ölüm kalım nok­ tasına getiren ası l sebepler de daha çok bu zaaflard ı r. Yu karıdaki d ış · sebepler ve bilhassa o n ların m uvacehesinde ağ ı r bir d u rum meydana getiren bu zaaflar şunlard ı r :

KOMONIZM

Komünizmin fikir careyanı ve nazariye olarak yüz seneyi biraz geçen bir mazisi ve e l l i seneyi aşan bir tatbikatı vard ı r. Komüniz­ min k u rucusu ve filozofu Karl Markstı r. Onun için kom ünizme ilim ve siyaset dilinde Marksizm de denir.

Marksizm nedir? Bir Alman Yahudisi olan Marks 1 81 8'de Almanyada doğmuş, ora­ da yetişmiş, fakat mem leketinde fazla barınam ıyarak, fikirlerinden ve faal iyetinden dolay ı , bir daha dönmernek üzere Almanyadan ç ı karılmış, bir kaç yıl Fransada kaldı ktan sonra I ng i ltereye geçmiş ve ömrünün büyük bir kısm ı n ı orada geçirerek 1 883'te I ng i lterade ö lmüştür , me­ zarı Londradadı r. M arks bi l hassa o devirdeki Ingiliz kapitalizmini mü­ şahede etmiş ve nazariyelerinde bu müşahedeleri n in büyük tesiri o l­ m uştur. Marksizmin felsefesi diya lektik materyalizmdir. Markstan önce d iyalektik de m ateryal izm de vardı . Marks bu i kisini birleştirerek kendi sistemini meydana getirmiştir. Demek ki M arksizmin bir ucu diyalektiğe , öbür ucu materyal izme dayan ı r. Yal n ı z Marksizmde di­ yalektikle materyalizm iki başl ı bir görünüş halinde değ il, kaynaşmış b i r d u ru mdadı rlar.

*


TÜRKIYEN I N B U G Ü N K Ü M ESELELER I

Yunanca ası l l ı b i r kel i me olan d iyalektik d iya log sözü i le ayn ı kökten gelir ve lügat m anası u münakaşa, münazara, karşılıklı konuş­ ma, çekişme, karşı l ı k l ı boy ölçüşmeıı şeklinde ifade ed ilebil i r. Felsefi manası ise u zıtların çatışması yolu i l e i lerleme ve gelişmeıı ifadesi et­ rafında toplanab ilir. Bu manasiyle d iyalektik, felsefede hem bir usul o larak, hem de bir o l uş, b i r izah, b i r vasıf, b i r hareket adı şekl inde esas o larak kullan ı l m ı ştı r. Diyalektiği i l k k ullanan Eflfıtun o l muştur. Eflatunda d iyalektik bir hakikati bulma usü lüdür ve ona göre düşü nce zıtlar, tenakuzlar ara­ sı nda hareket ederek hakikata ulaşır. Z ihni i lerleme aşı l an tenakuz­ larla, zıtların diyaloğu il e hareket eder. Eflfltundan sonra bu usul uzun zaman itibar görmemiş, nihayet asrın başında Alman fi lozofu Hegel tarafından yeniden ele a l ı narak işlenmiş ve derinleştirilmittir. Böylece Hegel diyalekti{Jin asıl kurucu­ su olmuştur.

Hegelin diyalektiği idealist diyal ektiktir. Hegel spritüalist bir fi lozoftur. Ona göre gerçek, aslında m anevidir. Fikir önce, madde son­ ra geli r. M addenin h areketi fikrin hareketinin aksinden, taklid inden ibarettir. Fi krin hareketi gerçeğin hareketidi r, gerçeğin hareketi de­ mektir. Gerçek fikirden doğar, gerçeği idare eden f ikird i r. Fikrin hareketi ise d iyalekti k bir harekettir. Z i h i n d iyalektik bir tarzda düşünür, fikir z ıt lı klar arasında gelişir. Tefekkür tenakuzları aşarak, tezlerin çatışması i le, zıtların karşı laşması ile i lerler. Şu halde her şeyin bir zıddı vard ı r. Her fikrin, her mefhumun, dolayısiyle her nesnenin, her varlı ğ ı n bir zıddı da beraberd i r. Her ger­ çek, her fikir zıddı n ı da beraber taşı r. Alem zıtların alemidir : müs­ bet - menfi, varl ı k - yokluk, hastal ı k - sağlık, hayat-ölüm, insanl-insant o lmayan v.s. gibi. Z ih i nde de, kfıinatta da bu zıtlıklar karşı kariıya­ d ı r. Işte tefekkür aiıl fikirde olan bu zıtlıklar arasında yol a l ı r. Bu d iya lekti k hareket ise üçüzlü b i r şema içinde vuku bulur : Tez, antitez, sentez . Yani zıt, onun z ıd dı, çözüm. G erçek önce tez hfılinde görünür. sonra kendi zıddını doğurarak antitez şeklinde ortaya ç ı ka r, nihayet bu tenakuz gerçeğin daha i leri bir şek l i olan sentezde birleşerek hal..


97

TÜRKIYEN IN BUGÜNKÜ M ESELELERI

l o l u r. Tez ve antitez sentezi meydana getirirler, m üsbet ve menfi un­ surlar neticeyi tayin ederler. Sentezler doğdukları i l k şeki l lerde olmayan yeni şartlar, yeni ka­ nunlar meydana getirirler. Ayni zamanda bu yeni şek i l le r öncekilere karş ı l ı k vererek onlara tesir ederler. Böylece mütemadi d iyalektik hareket içinde fikir ve varl ı klar te­ kam ü l eder, gerçek daimi bi r gel işme i çinde b u l u n u r. Bu fi kri sentez­ ler şelalesi ise alemşumul ve ebedi ruhun oluşunu gösterirler, Allahın ve ruhun mevcu diyetini ifade ederler. B u tekamül düz ve biteviye bir çizgi üzerinde değ i l ; dalgalı, i niş­ li ç ı k ı ş l ı , i leri geri helezoni bir inkişaf şek l i nde olur. Duraklamalar, ge­ ri lemeler, iki i leri b i r geri ler ol ur , fakat netice ol arak daima bir i ler­ leme sürüp g ider. Görülüyor ki d iyalektik Hegelde hem zihnin gerçe(le u laşma usu­ l ü , hem de fikrin ve do layısiyle gerçeği n kendi i ç oluşmas ı , kendi ta­ biat ı , kendi hareketidir. Hegel i n d iyalektiği akli ve u m umidir. Fikirden gerçeğe doğru g ider.

* Marks işte Hegelin bu diyalekt i ğ i ni alarak materyal ist te lseteye tatbik etmiş, onu tersine çevi rm iş, ters istikamette yürütmüş, böyle­ ce m ateryal ist d iyalektiği meydana getirm iştir. Hegelde fikrin, Marks­ ta m adden in d iyalektiğ i esast ır . Marksa göre zihnin d iyalektiği, maddedeki d iyalektiğ i n bir aksin­ den başka b i r şey de(l i ld i r. Tefekkürün d iyalekti k hareketi alemin d i­ yalektik hareketinin b i r tekrarıd ı r. Böylece d iyalekt i k hem dış alem, hem de beşeri tefekküre ait hareketin um umi kan unl arının i l m id i r. Be­ şeri tefekkürün d iyalektiili tabiat ın d iyalektiğ i ne tabi d i r. Diyalektiğin asıl kayna(l ı madded ir. Z i ra esas gerçek maddi gerçektir. Madde fikirden önce gelir. Ka­ i natta tefekkür, düşünce , şuur olmadan madde vard ı. Her şey madde­ nin neticesidir. Allah da yoktu r, ruh da ebedi değildir. Her şey mad­ deden do(lm uştur, ona daya n ı r . Yalnız Marksın m ateryal izmindeki bu madde hare ketsiz madde de­ ğ i ld i r. Marksizmda hareket maddenin içindedir. Madde esas itibariyle


98

TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERi

harekettir. Hareketsiz madde de, maddesiz hareket de düşünülemez. Hareket maddenin var oluş tarz ı ; madde hareketin bir durumudur, bir tezahür şekildir. Her maddenin içinde b i r hareket d ü nyası vard ı r, ha­ reket hal inde daha küçük unsurl ar, kuvvetler vardı r. Bu kuvvetler ça­ tışma halindedirler. Bu çatışmada denge olduğu zaman maddenin ha­ reketsizliği, ataleti ortaya ç ı kar. Şu halde atalet maddeni n esaslı bir vasfı değil, hareketin hususi bir halidir. Denge bozu lursa atalet de, o madde de ortadan kalkar ve yeni bir madde meydana gelir. Demek ki Marksizme göre ası l olan maddedir, madde ise hare­ ket halindedir. Hareket de birbirine zıt kuvvetleri gerektirir. Şu halde her şeyde çatışan kuvvetler vardı r. Ayn ı zamanda hiç bir şey basit ve yal ı n kat değ i ldir. Her şey ve her madde zıtların bir karış ı m ı d ı r. Yine Marksizme göre, maddenin içındeki hareketler zaman içinde birbirlerini takip ederek maddeyi sürekli bir şekilde değiştirirler. Böy­ lece alemde devaml ı bir değişi k l i k vardı r. Bir had ise ancak alem in tari hi nin muayyen bir anında meydana gelir . Alem zaman dahilinde değişir, isti hale eder, başka bir şekle dönüşür. Dolayisiyle değişme esast ı r, kaçını lmazdı r. Daha önceleri umumiyetle tabialteki değişmalerin tedrici teka­ mül şekl inde olduğu ; sıçrama olmad ı ğ ı ve mahiyet değişikliği meydana gelmediği kabul edilir, tabiatte yalnız süreklilik kanununun hakim oldu­ ğu i leri sürü l ü rdü. Marks bu değişmelerde kemiyet değ işikliklerinin ye­ ter derecede birikince keyfiyet değişikli klerine dön üşeceğini ve bunun da sıçramalarla olacağını bildirmiştir. Ona göre bu bitmez tükenmez değ işiklikler tabialteki zıt kuvvetlerin çatışmas ı n ı n sebep olduğu sa­ yısız d iyalektik inkilaplar şekl inde görülmektedir. öte yandan bu değişmelerde yeni şek i ller, onların yeni kanunla­ rı ortaya çı kar. Bunlar da öncekilere, böylece her şey birbirine tesir eder. Görülüyor ki d iyalektik materyalizmin bütün a ğ ı r l ı ğ ı maddeye ve maddedeki zıt kuvvetlerin çatışmasına ve değişmeye dayanmaktadır. Böylece Marksta d iyalektik hem metod olmuş, hem de ve bilhassa tabiatın esas vasfı mahiyetini almıştır. Bu arada Marksist d iyalektik hiç bir şeyi bitmiş ve kesin kabul et­ mez. Ona göre hiç bir şey tamam değildir. Mutlak hakikat yoktur, her şey ancak bir oluş içindedir, her şey izafid ir.


T ÜRKIYENIN BUGÜNKÜ M ESELELERI

99

Bu diyalektik sonradan Hegelin üçlü şaması ndan da ayrı l m ı ş ve yalnı z zıtların çatışmasına, çatışan zıtl ıklara ehemmiyet vermiştir. Ay­ rıca bir h üviyet ve derece kayması da olmuş, M arks Hegelin tenaku­ zunu kesin zıt l ı k şek l i ne döndü rerek onu kasden şiddetlendirmiş, şid­ det unsuruna temel yapmıştır. B u d iyalektik bir de sarih ve m üşahhas vakalara yönelmiş, umu­ mi ve m ücerret hükümlerle yetinmemiş, canlı gerçekleri ön plana al­ m ı ştı r. Ayrıca kendisini aksiyonla kontrol etmeğe, fikri fiile ölçrneğe d i kkat etm işti r. Böylece Marks ı n diyalektiğ i g ittikçe materyal izmden tarihi ma­ teryalizme kaymış ve taşıdığ ı esas unsu rtarla beraber süratle onun i h-­ tilalcilil}inin emrine g i rm işti r. Işte Marksizm in temel felsefesi bud u r. Bu felsefeyi meydana ge­ tiren esas unsurlar madde, hareket, zıtlarm çatışması, değişme şeklin­ d e h ülasa edi lebilir. Bu felsefede d iyalekti k çok a ğ ı r basm ış, iyice ön plana geçmiş, adeta felsefenin ruhu olmuştur. Buna rağmen Marks yal­ nız felsefede kalsa, d iyalekti k materyalizmde karar kı lsa, Marksizm yalnız, başka felsefi sistemler gibi , kainat ı n sadece umumi izah ı n ı ya­ pan yeni bir felsefi doktrin olmakla i ktifa etse fazla bir mesela ç ı k­ m azdı . Böyle olmamış, Marks felsefe çizgisini aşmış, d iyalekt i k ma­ teryalizmi sosyal hadiselere de bu laştırmış, Marksizmi felsefi olmak­ tan çok bir sosyoloj i k sistem hali ne getirmiş, felsefeyi esas felsefe olara k deği l bir vasıta olara k ku llanmışt ır. Böylece m ateryalizmi ta­ rihi materyalizm, tarihi maddecilik haline getirmiştir. Kıyamet de on­ dan kopmuştur.

* Şu halde Marks ı n kurucusu olduğu tarihi maddec i l i k materyal iz­ mi i nsan cemiyetlerine, sosyal had iselere, tarihe, i ktisada tatb i k eden bir doktrindir. M a rks da esas itibariyle bununla, tarihi maddecilikle u ğ raşmıştı r. Tarihi maddeci liğin esası n ı ve onun getird iği tabii netice­ leri şöyle h ülasa edeb ili riz : I nsanlar hayatlarında, sosyal hayatlarınd a zaruri olarak bir tak ı m istihs.al şartları yaratı rlar. Bu istihsal şartlarının bütü nü cemiyetin i kti-


1 00

TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü MESELELERI

sadt yapısını teşkil eder. Cemiyetin temel i bu iktisadi yap ı d ı r. lçtimai, siyasi, fikrt hayat bu maddi h ayat üzerine kurulur, ona dayanır, ondan doOar. Varl ı O ı na şekil veren insanın şuuru dea lidir, bill\kis sosyal , ya­ ni i ktisadt varlı ğ ı şuurunu tayin eder. lstihsal şartları ise m addi isti hsal kuvvetlerinin tekamülünün mu­ ayyen bir derecesine karş ı l ı kt ı r. Yani bir cemiyetin sahip oldu(Ju is� t i hsal tekniği, o cemiyetin i ktisadi hayatını, iktisadi hayatı da cemi­ yetin sosyal yapısını meydana getiri r. Kısacası cemiyeti şekillendiren istihsal tekniğidir. Her isti hsal tekniği kendisine uygun bir cemiyet yapısı meydana getirir. lstihsal tekniği tekamül edi p değişince i ktisadi temel değişeceği , i ktisadi şartlar altüst olacağ ı i ç i n cemiyet yapısı da alt ü st olur, inki­ lap geçirir ve değişir. Z i ra iktisadi şartlar teme l ; siyasi, dini, felsefi ve sanatla i lg i l i de­ ğerler, müesseseler, şekiller üst yapıdan ibarettir. Maddi yapının, ik­ tisadın d ı ş ındaki bütün siyasi, sosyal ve fikri yapı, ahlak, hukuk, ter­ biye, v.s. hep üst yap ı ; iktisadi hadiselerin dışındaki bütün sosyal ha­ d iseler gölge hadiselerd i r. Bu değişmeda her istihsal tekniğinin yarattığı istihsal şartları kendisini koruma durumuna girer, kolay değişrnek istemez , adeta ke­ mikleşir. lstihsal tekniği, tekamülünün bir derecesine varınca bu istih­ sal şartları ile bozuşma hal ine g i rer, uyuşmazlığa d üşer. Onları , on­ ları tutan kuvvetlerin zincirlerini zorlar kırar ve yeni istihsal şartları, ye­ ni b i r I ktisadi düzen ve yeni bir sosyal yapı meydana getirir. Eski I ktisadi yapı, eski sosyal şeki ller istihsal tekniğinin tam ge­ lişmeslnden önce büsbütün kaybolmaz. lstihsal metodların ın Asya ti­ pi ü retim, atik, feodal, burj uva marhaleleri vard ı r. Bu istihsal teknik­ leri sosyal şekillerin tekamül marhalelerinin sahan lıklarını meydana getirirler. Cemiyet istihsal şartlarına göre tabakalanır, sı nıfiara ayrılır. Mev­ cut istihsal kuvvetlerine hakim olan tabakalar o istihsal şartları nın de­ ğ işmesini istemezler, kendi m üesseselerini kurarak eski istihsal şart� larını m uhafazaya çalışı rlar. Bunlar hakim sı nıflard ı r. Hakim sınıflar istihsal vasıtalarını, istihsal vasıtaların ın m ü lkiyetini ele geçirmiş olan


TÜRK IYENIN BU GÜ NKÜ MESELELERI

1 01

sömü rücü zümrelerdir. Diğer i nsanlar, di{ler zümreler bu Mkim züm­ relere karşı mücadele ederler. Böylece Marksa göre bugüne kadar her cemiyet in ta rihi, bir sınıf mücadelesinin tarihinden i barettir. Eski devirlerde bu mücadele çe­ şitli görünüşler altında cereyan etmiş, fakat daima s ı n ı f kavg ası o l a­ rak kalmıştır. Son devi rde bu sınıf kavgası sade leşmiş ve cemiyet gitt ikçe belirli iki zıt cepheye, iki büyük sın ıfa ayr ı l m ıştı r . Bunlardan biri p roleterya , diğeri burj uvad ı r. Sınıf mü cadelesinin konusu istihsal vasıtaları n ı n mül kiyetid i r. Kavga mülkiyeti ele geçi rme, mevcut m ü lkiyeti, hususT m ü l kiyeti or­ tadan kaldı rma kavgas ı d ı r. Marksa göre bu mücadelede insan l ı k tarihi üç devreye ayrı l ı r: Ka­ pitalizm öncesi devir , kapitalizm devresi , sosyalizm devresi . Kapitalizm öncesinde, isti hsal vasıtaların ı n mül kiyeti derebeyle­ rinin eli nde idi. Derebey l i k cemiyetinin harabelerinden doğan burj uva cem iyetinde, yani kapitalizm devresinde bu mülkiyet sermaye sahiple­ rinin el inde geçm iştir. Sosyal izm devresinde ise istihsal vasıtaları nın m ü l kiyeti çalışanların, proleteryan ı n ortak m al ı olacakt ı r, hususi mül· kiyet kal kacakt ı r. Marksizme göre asl ı nda insan iyid ir ve birbirine benzer. Uzun ha­ yatı üç tari h anına bölüneb i l i r. Bu varlı k önce tabii hayatiyeti içinde ge­ lişmiş ve bu gelişmenin neticesi olarak şuur kazanmış, daha sonra a k ı l yol u i le teşki lAtlanara k bu tabii gel işmeyi geride bı rakmışt ı r. Ni­ hayet çeşitl i yoldan çı kmaları da geride b ı rakan bir tari h anına ul aşa­ caktı r. Tarihte insan yoldan ç ı kmıştır. Böylece tarihte beşerl ' ile beşert olmayan iç içe gelişm iştir. Bu yoldan ç ı kma bir hata neticesinde ol­ m uştur. Bu hata ma lın yanlış bölüşülmesi, mülkiyetin , istihsal vasıta­ ları n ı n yanl ış olara k bir kısım i nsanlarca ele geçirilmesid ir, hususl m ü l­ kiyeti n teşekkü l etmesidir. Sonunda müsbet unsur olan beşeri galip gelecek ve onun zıddı olan gayri beşeri ortadan kal kacak, hata tamir edi lecekt i r. Yani mülkiyet ortadan kal kacak, isti hsal vasıtaları n ı n m ü l.. kiyeti cemiyete mal olacaktır.


102

TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

Böylece insanlar arası ndaki adaletsizlik ortadan kalkacak ve tam bir eşitlik sa{llanacaktır. Mürkiyetin devam ettiği bir cemiyette eşit­ lik yoktur ve olamaz. Mülkiyelle kudret arasında yakın münasebet var­ dı r. Mülkiyet sahibini kudretli, dolayısiyle adaletsiz yapar. Marksizme göre istihsalde hürmete layık tek unsur emektir. Mala değerini sağlayan ve onun diğer mallarla mübadelesine imktın veren, onlar arasındaki ortak değeri teşkil eden şey emektir. Kapita­ lizm sermaye, rekabet, para, piyasa mekanizması gibi lüzumsuz ve sun'i unsurlara dayanır. Hususi mülkiyet kalkıp, yalnız emek değer­ lendirilince herkes emeğinin tam karşı l ı ğ ı n ı alacak ve böylece eşitlik ve adalet temin edi lecektir. Böyle bir düzende herkese i htiyacına göre bol mal da verilecek, herkes emeği karş ı l ı ğı nda istediği kadar mal bu­ lacaktır. Insanlığın temeli, kökü, manası, geleceği sadece emektir. Kapitalist düzende ve daha önce mül kiyeti el inde tutanlar daima küçük zümreler olmuşlard ı r. Bu Mkim sınıflar istihsal vasıtalarının mülkiyetine daima hile ve şiddet yolu ile sahi p olmuşlard ır. Böylece küçük bir ekall iyet istihsalin aslan payını kendisine ayı rmış, geri ka­ lan büyük ekseriyete de küçük bir h isse düşmüştür. Bu yüzden ge.. niş kütleler büyük bir fakirliğe mahkum olmuşlard ır. Marksa göre kapitalist ekonomide hem ezilenlerin hacmi geniş­ lemiş, hem de sefaleti artmıştır. Buharın makinaye tatbikiyle baş­ layan ve fabrikalaşmayı doğuran büyük sı nai inkilap geniş halk kitle­ lerini proleterleştirmiş, işçi yapmış ve bunların setaletini de arttı r­ m ıştır. G ittikçe iki sınıf arası ndaki orta sınıf yani küçük burjuva da proleterleşecek, öte yandan işçi sınıfının sefaleti artarak bu sınıf açlık­ tan ölme sınırına kadar fakirleşecektir. Burjuva cemiyetinde, kapita­ lizmde işçinin durumu sermaye köleliğid ir. Eskiden, çal ışanlar kudret sahiplerinin ve derebeylerinin kölesi idiler. Kapitalizmde sermayenin · ı ., ·. kölesidirler. Marksa göre kapitalizmde sermaye sahibi, işveren istihsale işti­ rak etmemekte, buna karşılık işçi istihsale iki kat işti rak etmektedir : Bir kendisine verilen ücret için, bir de istihsal vasıtaların ı n gelişmesi arnortisi v.s. için. Böylece işçi istilısale aldığının karşılı{lından fazla bir emek vermekte, çalışmasının tam karşılığının bir kısmını almakta, artan kısmını patronun sermayesine kalmaktadı r. Işçi sonradan malı satın alırken kendi ücretinin üstünde bir değer vererek sermayeye


103

T ÜRKIYENIN BUGÜ NKÜ MESELELERI

üçüncü bir iştirakte daha bu lunmaktad ı r. Bu yüzden işçinin emek faz­ lasının yarattı{ıı de�er fazlası sermayenin kasasına akmakta ve serma.. yeda r işçinin fazla emeğinden zengin ol maktadı r. Eme{ıin tam karşı­ l ı ğ ı n ı işçiye vermeyerek, sermaye , artan değeri kendisine katmakta ve böylece kapital haksız bir artık değerle büyümekted ir . Onun için isti hsal vasıta ları sosyal ize edilip işçiye emeğ inin tam karşı l ı ğ ı ücret olara k veri lmelidir. M arksa göre emek bir malın değerini meydana getiren, o değerin kar§ ı l ı {ı ı olan unsurdur. Bu emek ise mal ı n istihsali için lazım gelen standart, ortalama emekti r. Emek zihni, bedeni, vasıf l ı , vasıfsız olabi­ l ir. Bu emek çeşitlerinin ne kadarların ı n birbirine muadil oldu�unun ölçüsü eme{ıin süresidir, m alı meydana getirme süresidir. Insan var­ l ı ğ ı n ı n içinde emeği yaratan fikri ve bedeni emek gücü mevcuttur. Bu g üç harekete geçerek emeğ i , dolayısiyle m a l ı n kullanış değerini mey­ dana getirir. Işçiye ödenen ü cret emeğe de� i l , emek g ücüne ödenen fiatt ı r. Emek gücü emek piyasasına giren bir mal o l u p işçi tarafından satı l ı r ve sermayeda r tarafı ndan satın a l ı n ı r. Işte işçi emek gücünü satarkan bu alış verişte hep zararlı ç ı kar ve değer fazlası sermayeye eklenip durur. ·

Sermaye de, Marksa göre, değişen sermaye ve sabit sermaye ol­ mak üzere iki çeşittir. Ası l istihsal yaratan sermaye değişen serma­ yedi r. Bu sermaye ücretierin ödenmesine ayrı lan sermayedi r. Islih­ sali bu sermaye arttı rabil i r, değer fazlası bu sermayeden doğabil i r. Sa­ bit sermaye yatırım malları n ı n sat ın a l ı nmasına, onların idamesine, g ay ri menku l lere v.s. ayrılan sermayedir. Bu sermaye işçiye, emeğe, ücrete, daleyisiyle değer ve istihsale dönük olmayan sermayedlr. Ya­ ni bir çeşit donmuş sermayedir. Fakat serm ayedarlar bu sabit serma­ yeyi arttı rmaya çalışırlar. Değişen sermaye fonu ise gitti kçe daralı r. Dolayisiyle işçi üc retleri gittikçe d üşer ve yaşama şartları her gün bi­ raz daha kötüleşir. Marksizme göre bu sermaye birikimi işsizli ğ i arttı race�ı için za­ manla bir yedek işsizler ordusu meydana getirir. Bunun neticesinde iş bulmak için işçiler arasında adeta bir rekabet, bir fiat düşürme ya­ rışı başlar. Böylece işçi ücretleri düştü kçe düşer. Hülasa sermaye dü­ zenin i n sonu yoktu r. Kapitalizmi y ı kmak ve istihsal vasıtaları üzerin­ deki ferdi m ülkiyeti kaldırmak lazım d ır.


TORKIYEN IN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

1 04

Marksa göre bu bir tabiat kanunu şeklinde kendili�inden olacak-­ t ı r. Z i ra a rtan temerküz, yani sermayenin g ittikçe mahdut el lerde ve işe yaramaz bir şekilde birikmesi neticesinde klır hadleri düşecek, iş­ sizlik ve setalet a rtacak, i ktisadi krizler birbirini kovalıyarak istihsal ve istihlak dengesi bozu lacak, geniş kaidesi proleterya olan ve serma­ ye z i rvesi üzerinde oturan i ktisadi ehram devrilerek cemiyetin altı üs­ tüne g elecek, sosyalist d üzen kurulacak ve mülkiyet ortadan kalkacak­ t ı r. Böylece kapitalizm kendili�inden ve bir vesileyle ç ıkacak bir i hti­ lAlle son bu lacaktı r. Marks kapitalizmin bu m u kadder akibetinin icabı olarak komünist ihtillılinin önce en i leri sanayi memleketinde vuku bulaca�ı n ı söyle­ miş, böylece bu ihtilali Batı ü l kelerinde beklemişti r. öte yandan Marksa g öre bu ihtilale işçi sendikaları ön ayak ola­ cakt ı r. Z i ra ihtilal işçilerin ihtilalid i r . I htilal potansiyeli işçilerde ve onların teşkilatlarında b i ri k i r, toplan ı r. Marks kapitalizmde m üstem lekeci l i ğ i n de artacağı n ı söyler. Zi­ ra ona göre sömü rgecilik yat ır ım sahası arayan sermayenin fazlalı� ın­ dan do�ar. Dolayısiyle emperyalizm kapitalizmin bir işidir. Yani kapita­ l ist olmayan emperyalist de olmaz. Marksizme göre komünizme iki safhada varı l ı r. önce ihtilal yapı­ larak mülkiyet kaldı rı r ve sosyal ist d üzen kurulur. Sonra burj uva sı­ nıfı n ı n bütün kalı ntı ları temizlanerek ortada yalnız işçi sınıfı, tek sınıf kal ı r. Bu s ı n ıfsız cemiyet komünizm safhası d ı r. Ortada burj uva kalma­ yacağı n a göre art ı k bu safhada polise, kanuna, mahkemeye, bürokra­ siye, tek kel ime ile devlete de l üzum kalmıyacakt ı r. Devlet zaten M­ kim sı nıfların, karşısındaki s ı n ıfları ezme vasıtas ı d ı r. Komünist cemi­ yette devlete ihtiyaç kalmayacak , o cemiyette art ı k herkes g ü l gibi ge­ çinip gidecektir. Işte Marksizmin ana çizgileri bun lard ı r.

* M a rks bu sistemi kurarken eserlerinde esas itibariyle tarihi geli­ şimi ve kapita l izmi derin l iğ ine ele almış, asıl hedefi olan sosyalizmi


1 05

T ÜRK IYEN IN BUGÜNKÜ M ESELELERI

v e kom ünizmi pek işlememiştir. Yani bütün gayretini sosyalizme u laş­ mak için y ı k ı l ması lazım gelenleri yı kmak maksadı etrafı nda topla­ mıştır. Marks Ingilteredeki hayat ının büyük bir kısm ı n ı kendi nazariyela­ rını kurmak için kütüphanede kitaplar arasında geçirmekle beraber, o devrin sosyalist hareket ve çevreleriyle de teması kesrnek isteme­ m iş, bu arada i l k sosyalist enternasyonaline Rusya temsilcisi olarak katı lmaktan g eri kalmamıştır. Esasen Marks yalnız nazariye ve felsefe sahasında kalmad ı ğ ı n ı da­ ha 1 848'de, ideal arkadaşı , kendisinin ve ai lesini Mmisi, komünizmi n iki numara l ı filozofu v e kurucusu ayni zamanda kendisi g ibi b i r Al­ man yahudisi olan Frederich E ngels i le beraber yay ı n ladı kları Komü­ nist M anifestosu i le ortaya koymuştur. Bu beyanname komünizmin i l k m i lletler arası ihtilal çağrısıdır. M arks 1 883'te öldüğü zaman, beklediği ihtilfıl g üneşi henüz doğ­ mamıştı. Komünist ihtilal o tari hten ancak otuz dört sene sonra 1 9 1 7'de Leni n tarafından Rusyada tatbi k sahasına konuldu.

* Marks komünizmin fi lozofu ve kurucusu idi. Lenin onun tatbi kçi­ si, ihtilalcisi, strateji ve taktikçisi oldu. Lenin Marksizme hem nazariye hem de tatbikat olarak i htil�l u n­ surunu eklemiştir. Marks sınıf birikiminin ve m ücadelesinin kendi­ l i ğinden ihtilal getireceğini söyl üyordu. Hatta ömrü n ü n sonuna doğru, işçi meselelerinin demokrati k isiahat ile sözülebileceğini aniayarak katı i htilalden dönüş yapmış ve demokrasi, daha doğ rusu işçi sınıfını iktidara getirecek, komünist hedefe kendisiyle varı lacak bir demok­ rasi taraftarı görünmüştür. Leni n bunun kabul etmemiş ve işe yine Komünist Manifestosunun şiddet ve ihtilal u nsurundan başlam ı ştı r. Lenine göre tabii s ı n ıf gelişmesi, netice için yeterli deği ld i r. Işçi .sı­ nıfını sınıf şuuruyle teçhiz etmek ve ihtilali hazırlamak laz ı m d ı r. Bek­ lemek değ il, ihtilali teşvik etmek, körüklemek gerekir. Lenin bu fikir­ le ihtilalin hem tatbikat ı n ı yapm ış, hem de en ince tafarruatına kadar i htilal teorisini işlemiştir.


T Ü RKIYEN I N B U G Ü N K Ü M ESELELERI

1 06

Len i n i n Marksizme i lave ettiği ikinci unsu r fiili ve nazari işçi d i k­ tatörlüğüdür. Len in i htilalden son ra hemen kom ün ist cemiyete geçile.m iyeceğ i n i görm üş, eski cemiyet yapısının iyice tasfiyesi i çi n uzun zaman bir işçi d i ktatörlüğünün hüküm sürmesi ne ihtiyaç olduğunu i le­ ri sürmüştü r. Böylece i htilal Rusyasında uzun süreli b i r pro leterya d ik·­ tatörlüğü kuru lm uşt u r. Lenine göre proleterya d i ktatörlüğü hem bur­ j uvazinin kökünü kazı yacak, hem de u herkese i htiyacına gören fo rmü­ lü için mal bol luğunu sağlad ı ktan sonra komünizm safhasına geçi le­ cektir. Lenin bunlardan başka sosyal izm ve komünizm hakkı nda M ark­ s ı n eks i k b ı raktı kları n ı da tamamlamış, ona yeni yoru m l a r eklemiş, böylece Marksizm in i kinci bir teo risyeni olarak onu genişletmiş ve derinleşti rmiştir. Bu sebeple komünist doktrine Lani n i n de ismi i lave edi l m iş ve Leninden sonra ona Marksizm-Leninizm de den meye baş­ lanmışt ı r. 1 87'0'te doğan Lenin ihtilalden b i r kaç y ı l sonra bir işçi kadı n ta­ rafından vurulmuş, ondan b i r müddet son ra da 1 924'te ölmüştür. Ya­ ni Len i n i n i ktidarı kısad ı r ve fikirlerinin akibetini ve tatb i kattaki gel iş­ me i sti kametini görememiştir. Ayrıca ölümüyle bitmeyen kan l ı post kavgası da hemen başlamış, komünizmin tutarsızl ı kları ve komünist l i derler a rasındaki ayrı l ı kl a r derhal su yüzüne çıkmışt ı r.

* Lani n i n b ı raktığ ı yerden işe Stalin devam etm iştir. Sta l i n Mark­ sizm-Leninizmin kaba b i r tatbikçisi olmuş, proleterya d i ktatörl ü ğ ü a d ı altında amansız b i r şahıs d i ktatörlüğü kurmuştur. Komünizmi içe­ ride ve d ı şarıda ası l kökleşti ren ve teh l i kel i hale getiren Sta l lndir. Bu bakı mdan Sta l i n komü nizmin kuvvetlenmasinde ve bugü nkü sevi­ yeye u laşması nda en büyük rolü oynayan şahıst ı r. Onun i nsaf ve mer­ hamet tanım ayan zal im metot ları i çeride komünizmi Rusyaya perçin­ lemiş, d ışarıda da ağlarını bütün dünyaya yaymıştır. ko l l e ktivist i ktisat sistemini Sta l i n Marksizm-Leninizme planlı i l ave etmiş ve kom ü n iz m i kuwetlendi recek mal bol l uğuna kavuşm ak için herkesin bunun emrinde olduğunu i lan etmişt i r .


T Ü R K IYEN IN B U G Ü N K Ü MESELELERI

1 07

Bu i ktisadi hareketin yanında hem bunu takviye ıçın, hem de reaksiyonları önlemek üzere büyük temizli k kampanya l arı ve sürg ünler d üzenlenmiştir . Son radan Kruşçefin ağzı ile bizzat R usyada bile lanet­ lenen bu kan l ı ve k ırbaçl ı po l itika mi lyonlarca işçi, köy l ü ve şeh i r l i­ i n i n hayatına mal o lm uş, bu yüzden komünizmin devlet otoritesi sun'l olarak adam akı l l ı , devletin i ktisadi d u ru m u d a zor g ü cüne bir hayli dü­ zelmiştir. Sta l inin yaptığ ı en teh l ikeli i ş ise yer yüzüne mi lyon lar sarfı ile büyü k bir komünist ajan şebekesi yerleştirmesi ve komünist em­ perya l izminin devam l ı takipçisi olması d ı r.

* Stal i nden sonra komü nizmin dördüncü, Engels de sayı l ı rsa, beşin­ ci büyük ismi M aod u r. Bu Ç i n l i l ider komü nizmi Asyalaştırmış ve Çin'" l ileştirm işti r. Çin sanayi ü l kesi değildi, işçisi yoktu. Asya tipi üretimle uğ raşan g e r i bir z iraat memleketi i d i . M aa kom ünizmi bu çeşit ü reti­ me ve Çinin şartlarına tatb i k etmiştir. lht i l alde köylüyü ön plana ge­ ç i rmişti r. Ayrıca Stal inci Maa, Marksizmde yapı l an revizyonları red­ detmek ve onun kaynaklarına dönmek, kom ü nist cemiyet safhasına u l aşmak, onun tatbi katı nı yapmak iddiasındadır. Bu ndan başka sürekli devrim prensib in i benimsemiş ve kü ltür i ht i l al i yapm ıştır. Bi r de si lah­ l ı eylem, devrimci terör, eylem içinde g·e l işme, ted hiş yol u ile propa­ ganda usullerine itibar etmiş, komünizme d ı ş d ü nyada yeni bir m üca­ dele şekli getirm iştir. Bütün bu katkı ları dolayısiyle komünist doktrin bü nyesi içine Maoyu d a i lave etmiş, böylece ortaya bir de Marksizm­ Leni nizm-Maoizm terkibi çı kmışt ı r.

Marksizmin tankidi

MATERYALilM 1 . Marksizm bir materyal izm olarak materyal izmin bütün zaafla­ rını da bünyesinde taşı r. Allahın varl ığ ı n ı ve ruhun ebedi liğini inkar eder. Fakat getird iği çözüm kainatı n sırrını izah ve insanı tatmin et­ mekten çok uzaktır. Madden i n hareket halinde olması, maddedeki ona yapışık hareket, menşe meşeleri n i aydınlatmıyor. Maddenin mevcut şeklinde, hareket onunla beraber o l u r, madde i le hareket birbirinden


TÜ RKIYfN IN B UG ÜN KÜ MESELELERI

1 08

ayrı l maz, fakat i l k hareket nas ı l ve nereden do�muştu r? Onun için Marksist m ateryal izm, çözümü Al laha ve ruha ba�layan ideal ist felse­ feden daha az tatmin edicid i r, i nsanı daha yarı yolda b ı rakı c ı d ı r. Ide­ a l ist fe lsefe nihayet işi, iman meselesi yaparak a k l ı n ve i nsan dü­ şüncesinin aciz kaldı � ı noktada insan ruhuna huzur ve sükQn verecek b ir marhaleye u laşıyor. Bu, m uşahhas ve müsbet i l imle isbatı mümkün o lan b i r izah olmayabi l i r ve bi r teo ri olarak kalabi l i r, fakat materya... lizm de en az onun kadar isbattan uzak ve fel sefe ol arak kalma�a mah­ kOm b i r teoridir. Materyal izmi b i r haki kat ve i l i m ol arak kab ul etme­ �e imkan yoktur. Böyle olu nca, felsefi bir teoriye bir haki katmiş, b i r i l immiş gibi bakmak , M arksizm in d a h a baştan içine d üştü� ü b i r sakat­ l ı kt ı r. MAKSATLI MATE FIYALIZM 2. M ateryalizm as lı nd a u mum iye ve esasa yöne len felsefl b i r te­ erid i r. K{ıinatın s ırrını çözmek peşinded i r . M addede kal ı r . Netice i le, alelfıde vaka ve hadiselerle, g ündelik g örüntülerle, teferruatla u� raş­ m az, u ğ raşmama l ı d ı r ve felsefi seviyede a k ı l planında kalmalı d ı r. öte­ yandan l l mT, mekanist materya l izm m ü rekkebi basite, terkibi kend i si ni meydana geti ren unsurlara i rca eder. Marksist m ateryalizm i se hem onu g ü n l ü k husust teferruata i n d i rm işti r, hem de maddeni n i l k basit unsurlarına dönmek yerine onun her yeni şekl i n i ayrı değerlend i rmiş, yukarı dereceyi aşağ ı derece i le değ i l , kendisi i le iz a h etm işti r. Böy­ lece marksizm, materyal izmi b i r vasıta o larak kul lanmış, onu hem fel­ sefeden hem i l imden uzaklaştırmış ve adeta m aksatlı b i r materyallım ortaya ç ıkarmıştır.

DIYALEKTIK

3. D iyalektik, zih indeki fi kri i lerlemeni n, tefekkürün yolu o l abi l i r. Z i h i n zıtların d iyalog u i le, fikri zıtlar arası nda yü rüterek düşüneb i l i r. Fakat onun cansız maddeye tatb i k i o kadar kolay değ i l d i r. Maddi zıt­ l ı kl a r kendi l i ğ i nden nasıl d iyalog kuracaklar? Ayrı ca tabiatın yal nız d i­ yalektik bir hareket içinde olduğu da mutlak bir gerçek değ i l , b ir teo­ ridir. Tabiatta zıt kuvvetler g i b i paralel kuvvetler de gel işmeyi , değiş­ meyi ve i lerlemeyi sa� layabi l ir ler. Zıtlı klar, tenakuzlar, fark l ı l ı klar, ay­ rı l ı kl a r kadar benzerl ik ler, yak ı n l ı klar, ayn i l i kler, beraberl i k ler de var-


TÜ RK IYEN iN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

1 09

d ı r ve bunların da maddi ve manevi her şeyde daima rol oynad ı k­ ları inka.r edi lemez. Hatta tabiat zıtlı klardan dalıa çok benzerii kierin tabietidir diyebili riz.

MADDE VE CEMIVET

4. Marksizm materyal izmi cemiyete tatbik etm iştir. Böylece i n­ san i l e maddi a.lem arası nd a bir fark gözetmemiş, felsefi nazariyeye cemiyet hayatında model bulmaya çalışm ı ştır. M addenin cemiyette­ ki karşı l ı � ı ona göre i ktisattır. M adde nas ı l kainat ı n temeli i se, i kt i­ sat da öylece cemiyetin temelidir. Marksizmin en büyü k hatası can­ sız tablat ve madde ile canl ı cemiyet ve insanı bu şekilde bi rleştirme­ sidir. Felsefi teori planında kalsa belki bir görüş olarak değer taşıya­ bi lecek olan marksizm , insan cemiyetlerine böyle pervasız b i r şekilde inmekle bütün kendi sistemini son derece çürük bir zem ine oturtmuş... t u r. Bu noktada Marksizm art ı k b i r teori bile olmaktan çı kar ve boş, yan l ı ş bir faraziye olm aktan i l&ri gidemez.

INHISARCILIK

5. Marksizmda inhi�arcı b i r determinizm vara ı r. Determı nızm ay­ ni sebeplerin ayn i şartlar a ltı nda aynı neticeleri do�uracağı n ı , her ha­ d iseni n bir sebebi oldu�unu, maddi, manevi ve sosyal hadiselerin ken­ d i tabit kanuniarına dayandı ğ ı n ı , tabii kanunların neticeleri oldu�unu kabu l etmek demekt i r. Marksizm de her hadisenin böyle tabii kanunu­ oldu!)u n a inanır. Fakat marksizm tabiiyi yalnız m addede bulur ve sosyal hadiselerde sebep olmak hakkını sadece i ktisadi vakıa lara tan ı r. D iı}er sosyal hadiseler yalnız netice olabi li rler, i ktisadt sebep­ lerden do�muşlard ı r, üst yapıdı rlar, gölge had ised irler, yani gerçek değ i l d i rler. Cem iyette tek gerçek i ktisattır ve her şey ona bağ l ı d ı r. Böylece marksizm d iğer sosyal hadiseleri ve müesseseleri hiçe say­ makle sebep çeşitl i l i ğ i n i ve serbest l i ğ i n i ortadan kald ı rm ış, i lmi dü­ şünceyle baOiaşmayacak bir tekelci taassuba saplanm ıştır.


TÜRKIYENIN BUGÜNKÜ M ESELELERI

1 10 MADDE

VE

ŞUUR

6. Marksizm maddeni n, dolayisiyle i ktisad ı n şu urdan önce orta­ ya ç ı kt ı ğ ı n ı ve ondan önce geldiğini iddia eder. Marksa göre başlan­ g ı çta i nsan ı n faal iyeti yalnız i ktisadi olm uş, ş u u r zaman l a tabaka taba­ ka bu faaliyetten doğmuştur. Yan i istihsal içgüdüsü şuurdan önce or­ taya çı kmıştır. Bu da hiç b i r i l mi esasa dayanmıyan hayaıt bir düşün­ ced i r. lçgüdü istihsale kafi g elseydi hayvan da maksatlı b i r istihsal yapard ı . Şuur insanla beraber doğmuştur, i nsanı n olduğu her yerde şuur da vard ı r, var olmuştu r ve insanı i nsan yapmı ştı r. l i k insandan bugüne kadar iktisa_t şuuru değ i l , şuur i ktisad ı idare etmiştir. Bunun aksini isbat etmek mümkün deği ld i r.

TEK BUUT

7. Marksizm insanı tek b u utlu görmüştü r. Onda i nsan bir robot­ tan farksızd ı r. I nsana y a l n ı z m idesi hAkimd i r. I n san mideden ibaret­ t i r. Insanın ruh ve vücuttan, ruhtan ve onun emrindeki maddi varlı ktan meydana geldiği şeklindeki aç ı k haki kate M arks gözlerini kapamış­ t ı r. Son zamanlardaki tı bbi i lerlemelerle psiko-somatik, maddi hasta­ l ı kların bile nas ı l ruhi sebeplere dayand ı ğ ı n ı göstermiş ve marksizm i n maddi i nsan telakkisini bir kere d ah a yıkmıştır. I l imden b üyük hayat hadiselerine kadar her şey insan ruhunun varlığını her zaman şaşmaz bir vakıa olarak ortaya koymuş bulunmaktadı r. Aslında hiç bir şeyin basit olmad ı ğ ı n ı ileri süre n m arksist felsefe i nsanı böyle tek cephali görmekle zaten kendi kendisi ile tezada düşmektedi r.

TEZATLAR

8. Tezat lar içinde bocalamak sanki m arksizmi n kaderidir. Sıınki zıtlı kların varl ı ğ ı n ı marksizm kend i bünyesi için ortaya çı karm ışt ı r. Me­ selA marks izm rölativizmd ir. Ona göre her şey izafid i r, h i ç b i r şey tam değ i l d i r, her şey o l u ş ve değişme halindedi r. Bunu söyleyen m arksizm diğer taraftan kend i sistemi n i tam b i r doğmatizm hal inde ortaya koymakta, tatbikatta ise bu dogmalar sistem in temel direkleri şeklinde kendisini göstermekte d i r.


TÜRKIYENIN BUGÜN K Ü M ESELELERi

111

FARAZIYELER SISTEMi 9. Marksizni mesnetsiz nazariyeler ve faraziyelerden müteşekkil hayali bir sistemd i r. l lme, akla ve insan tabiatine olduğu gibi, insa n l ı.. ğ ı n büyük fikri ve sosyal m i rasına da aykı rıdır. Onun için tatbiki im­ klınsız bir ütopya o larak kalmağa mahkümdur.

Namık Kemalin :

.,

Çalış idraki kaldır muktedirsen ademiyyetden

' m ı sraı sanki marksizm için söy lenmiştir . BOŞA ÇlKAN KEHANETLER

Halbuki M arks, o kad ar yü ksekten konuşuyor ki beklediği hadiseler sanki elinin altındaymı ş gibi görünüyord u. Fakat zaman geçmiş, onun bütün kehanetleri birer birer boşa çı kmışt ı r. öyle ki bu isabetsizlik lerin bir kısm ı n ı Marks bizzat hayatında gör­ mek talihsizliğine bile uğramıştır. Uzun yaşasaydı söyledi kleri nin hepsinin nas ı l ters ç ı kt ı ğ ı n ı gördükçe her halde büsbütün kahro l acak­ tı . N itekim : 10.

SE RMAYE B I RI KIMI

Marks serbest rekabetin rekabeti ortadan kaldı racağ ı n ı , artan temerküz dolayısiyle sermayenin belirli ellerde toplanacağını, böylece onun hareketsiz kalacağı n ı d üşünmüştür. Fakat bu böyle o lmamış ve �ermayenin sonsuz çoğalma ve yayılma kabil iyeti olduğu ortaya ç ı k­ mışt ı r. Ayrıca sabit ve değişen sermayelerin istikbali hakkındaki fikir­ leri de gerçekleşmemiştir. 11.

KAR HADLERI

1 2. Marks klır had lerinin düşeceğini iddia etmiştir. Fakat k!r had­ leri sermaye ekonom isini yı kacak kadar bir d üşme göstermemiş, nor­ mal hadlerde kalarak dengeyi temin etmiştir. Artan mal bol luğu da piyasa tarafından zamanında emiimiş ve fabrikaların temposu düş­ memiş, be l i ren bir takım krizler sarsıntısız atlatı lm ıştı r.


TÜRKIYENiN B U G Ü N K Ü M ESELELERi

1 12 iŞSIZLIK VE SEFALET

1 3. Marks işsizierin say ı s ı n ı n ve setaletin artaca� ı n ı söylemiştir. Fakat bunun tamamiyle tersi olmuş , arka arkaya al ınan sosyal ve eko­ nomik tedbi rlerle işsizliQe karşı ç ı k ı l d ı ğ ı gibi, işçilerin hayat seviyesi de gitti kçe yü kselmişti r.

PROLETIRLI!fME 14. Marks sermaye ekonomisinde proleterleşmenin artaca�ını , sermaye sahipleri d ışı ndaki bütün halkın proleter o laca� ı n ı , orta sınıf­ ların ortadan kalkaca� ı n ı iddia etmiştir. Fakat bu ke.hanet de ters ç ı k­ m ış, b i lakis orta tabakalar daha da büyümüş, kuvvetlenmiş ve önem kazanmış, ayrıca geniş b i r teknisiyenler ve h izmet liler zü mresi de or­ taya ç ı km ış, bunlar da h i ç b i r zaman kend i lerini proleter saymamış­ t ı r. Zaman i lerled i kçe genişl eyen bu hizmet l iler zümresi cemiyette çok geniş ve isti krar lı yeni bir o rta tabaka di l i m i meydana getirmiştir.

SINIF KAVGASI

1 5. Ma rks sınıf kavgaları n ı n gitti kçe şiddetleneceğini iddia etmiş, fakat bu da do� ru lanmam ıştı r. A!ı nan sosyal tedbirlerle her tarafta sosyal kavga yerine sosyal barış hakim ol muştu r. SERMAYE EKONOMISININ AKlBETI 1 6. M arks bütün bu kehanetleri m uvacehesinde iktisadi krizierin birbirini kovalayacağı n ı , bunların g ittikçe kuvvetleneceğini, bu yüzden istihsal ve istihlak dengesinin alt üst olacağ ı n ı , böylece sermaye eko­ nomisinin son unun geleceği n i iddia etmiştir . Fakat bu ta hmin ve bek­ leyiş de boşa ç ı kmış, iktisat alemi en şiddet l i buhran olan 1 929 - 30 umumi dünya i ktisadi krizini b i le atıatmayı başarm ışt ı r . Denge bozu l­ mamış, sermaye ekonom isi g ittikçe s ı h hat kazanmış ve tren Marks ı n m ukadder istasyonuna hiç b i r zaman varmamışt ı r.

M arks sosyalist ekonom i n i n hayalleri içinde serbest rekabeti, piyasa mekanizmas ı n ı , hatta parayı bile reddetmiş, kom ünistler i l k tatb ikatta pa rayı kaldı rmayı b i l e düşünm üşler, fakat tabii bunda d a m uvaffak olame.mışlard ı r.


TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü MESELELERI

113

SANAYI VE IHTILAL 1 7. Marks komün ist ihtilalin en i leri sanayi mem leketleri nde baş­ Iayacağı n ı söylem işt i r. Zira proleteryanı n vüsati ve kesafeti sanayi­ leşmenin derecesine bağ l ı d ı r. Fakat sonraki gel işme bu kehaneti de boşa ç ı karmış ve ihtilal Marksın bekledi ğ i Batı ü l kelerinde değ i l , dak­ trine aykırı ol arak geri b i r ü l ke olan Rusyada tatbi k sahasına konu l­ muştur. Halbuki Marks Rusyada i htil.al ol ması fikri ni ve propaganda­ s ı n ı küfürle karş ı l ayarak şöyle d iyord u : u Eşekçe bir cahi l l i k ! Aş ırı sos­ yal bir devrimin gerçekleşmesi ekonomik gel işmenin tarihi şartlarına bağ l ı d ı r. Yani i htilal ancak kapital ist istihsa lle b i r l i kte end üstri prole­ teryası bel l i bir sınıf teşkil etti kten ve cemiyette yerine yerleşti k­ ten sonra mümkün olabi l i r ıı . Marks Rusyada olacak b i r i htilalin asıl i h­ tilal say ı l mayacağını söylüyord u .

IHTILAL VE IŞÇI SENDIKALARI

1 8. Marks i leri sanayi ü l kelerinde komün ist i htilale işçi sendika­ ları n ı n ön ayak olacağ ı n ı düşünmüştü . Marksın bu ü m i d i de tarihi ge­ l i şmede boşa ç ı k m ı ştır. Işçi sen d i kaları ihtilalci yolu değ i l , sosyal ada­ let hududu nda kal mayı tercih etm işlerd i r. Işçi ler hiç b i r yerde i htilal yapmamış , ihtilal olan yerlerde onlar sadece istismar ve alet edilmiş­ lerd i r. I htilal yaln ı z profesyonel i htilalci lerin, m i l itanların ve aj anların işi olarak kalm ışt ı r . SÖMÜRGECILIK

1 9. Marks kapital ist düzen in tab ii bir neticesi ol arak sömürgeci­ l i ğ i n gittikçe yay ı lacağ ı n ı söylemiş, fakat sonraki gel işmeler neticede bu iddiayı boşa ç ı karmıştır . I kinci Dünya Harb ine kadar tari hi şartla­ rın icabı şekl inde Batının yayg ın bir sömü rgeci l i ğ i olm uş, fakat ondan sonra bu sömü rgeci l i k uyanan m i l li şuurlar karşısında sü ratle geri le­ m işti r. Bugün yer yüzü nde kom ün ist sömü rgeci liğ inden başka geniş bir sömürgeci l i k kal mam ışt ı r. I ki nci dünya harbinden sonra geniş top­ rak kazançları sağ l ayan, yeni ü l keler işgal eden i k i devlet olmuştur. Bunlardan biri R usya, d iğeri K ı z ı l Çindir. Bugün siyasisiden i ktisadi­ si ne, sosyal inden kü ltürel ine kadar esaret ve söm ürgeci l i k, hem de görü lmemiş bir terör havası içinde, yalnız komünizmin patentinde kal­ m ı şt ı r. Ma rks ve onun doktrini için bu ne hazin bir tecel l id ir.


TÜRKIYEN I N B U G Ü N K Ü M ESELELERi

1 14

Marks emperyal izmi iş sahası arayan serm aye ile izah ederek ka­ pitalizme bağ l amak ve siyasi emperyalizme gözünü kapayarak tek ta.. raflı hareket etmekle en büyük hatalarından birini yapm ıştı r. Bugün­ kü komünist devletler ve kom ü nistler, ıı ortada kapital izm olmad ı ğ ı na göre emperyal izm de yokturıı bahanesini bir kalkan ol arak k u l l anmak­ ta ve yer yüzünün başlıca emperyalizmini yürütür ve desteklerken, her hangi bir vicdan azabı ve hicap duygusuna kolaylı kla yabancı kalmak­ tad ı rl a r. Neticede, emperyalizme karşı ç ı k m ı ş olan M arks, kendi yan­ l ı ş fikrinin kurbanı olarak, bugünkü komünist emperyalizminin b i r silA­ hı olmaktad ı r. TARIH TELAKKISI 20. M arksizm bütün insa n l ı k tarihini sınıf mücadelelerinden iba­ ret görür. En küçük bir tarih bilgisi bunun ne kadar mesnetsiz ve yan­ l ı ş bir faraziye olduğunu ortaya koymağa kMidir. Şü phesiz tarihi geliş­ me bu deQ i l d i r. Insan l ı k tari hi kü ltürlerin, dinlerin, cihangirliklerin, üstünlük fikirlerinin, hayat sahalarının , terakki ve tekamü llerin, kahra­ man l ı kların , medeniyetlerin, inanışların, ak ı n c ı l ı kları n, tecessüslerin, hü iAsa sınıf kavgası ndan başka her şeyin tarihidir.

SINIF FIKRI 21 . Marksizmin sınıf zikri zaten doQmatik bir septantıdan başka bir şey deQ i ldir. S ı n ıf d iye sosya l bir müessese yoktur. S ı n ıf fikri mark­ sizmin ortaya çıkard ı ğ ı ve kasıtlı olarak kul landıQı bir mefhumdur. Ba­ tı da bunu marksizmin telkiniyle benimsem i ş ve kab u l l enmiştir . Hal­ buki sınıf bir sosyal bütünleşmeyi ifade etmez . Bir şeyin sosyal mües­ sese olabi lmesi için onu teşkil eden fertler arası nda b i r takım sos­ yal bağlar olması lazımd ı r. B i r patron la bir patron, bir işçi ile bir işçi aras ı nd a ne gibi sosyal b i r bağ vard ı r ? Arada sadece basit ve önemsiz bir menfaat yak ı n l ı ğ ı olduQu söylenebilir. Bu menfaat yakınlı­ ğ ı sosyal bir bütünleşme için kafi geleb i l i r mi? Sonra b u g ü n işçi olan biri yarın patran veya bunun aksi olabi li r. Sınıf denilen şey nası l bir sosyal müessesedir ki fertler ona bu derece iğreti bağlarla bağ l ı d ı rlar. Esasen komünist cemiyette tek bir sınıf kalacağı n ı , sınıf fa rkı nın, do­ layisiyle sı nıfın ortadan kalkacağı n ı söyleyen marksizm de s ı n ıfın as­ l ı nda mutlak sosyal b i r vakıa olmad ı Q ı nı kabul etmiş olmaktadı r. Ger• çekten sınıf diye b i r cemiyet, bir cemiyet tipi yoktur. Sınıf bir cemi-


T O RKIYEN I N B U G Ü N K Ü MESELELERI

1 1 !:)

yet için gerekli olan sosyal bağ lardan mahrumdur. Sınıf bağ ı kültür bağ ı n ı n yerini tutamaz, sı nıf m i l let yerine geçecek bir cem iyet mey­ dana getiremez. Batının, marksizmin bu terimini bir gerçekmiş gibi kab u l lenmesi gafletlerin en büyüğ üdür, marksizmi n oyununa gelmek·­ tir. S ı n ıf tabii b ir cemiyet olmad ı ğ ı gibi, suni bir cem iyet bile değ i ldir. Ak ı l l ı , kü ltü rlü ve şuurlu b i r i nsan veya cemiyet, sınıf fikrini, bu zor la yaratı lmak istenen miti kab u l edemez, etmemel idir. B i r cemiyette çeşitli meslek züm re leri vardı r. B u zümrelerin bir takım ortak menfaalleri d e b u lunabilir. Ayrıca yaşama seviyesin i ifa­ de etmek üzere umumi olarak yuvarlak ve söz icabı sınıf kel imesi de kul lanı labi l i r. Fakat ortak mesleki menfaalleri cemiyetin üzerine çı­ karmak veya umumi, laf olsun d iye ku l lanılan , bel i rsiz ve hudutsuz sı­ nıf kelimesini sosyal bir birlik ve bütü n l ü k ifade ediyormuş gibi telakki etmek iptidailikten veya kasıttan başka bir şey değ i ldi r. Hele cemi­ yeti b u rj uva ve proleter d iye iki s ı nıfa, iki d i l ime bölmek büsbütün suni ve manas ız bir tutumdur. Sosyal gel işme, şeh i r hayatı, şehirleş­ me bun ları öyle birbirine karıştırm ı ştır ki bel irli sını rlar, çizmek tarna­ miyle i m k� nsızd ı r. Hatta bu karışı kl ı k bazan bir ailenin veya bir far­ d i n şahsında da olab i l i r . Marksizm in burj uva dediği sınıftaki insan lar arasında ciddi değ i l , sözde b i r b i r l i k ,- bütünl ü k, hususi bir yak ı n l ı k dü­ şünü lebi l i r mi? Işçi sın ıfı denen şey de aynı şeki lde m ü phem ve belir­ siz b i r yığın olmaktan i leri gidemez. Bun lardaki tek sosyal organizas­ yon, bir tek cemiyet olma tarafı kurd u kları send ikalardan ve der­ neklerden ibarettir ki onlar da suni, i radi cemiyetlerden başka bir şey değildirler. Hü lasa m i l l iyetçi l i k bu gayri i lm i , zorlama, suni ve mak­ satlı sınıf fikrini kab ul edemez. M i ll iyetç i l i k yalnız m i l letin üstüne çı­ karı lan sınıf fikrini değil, m i lletin içindeki sınıf fikrini de reddeder. M i l­ letin üstünde de altında da b i r sınıf real ltesi, bu isimda bir sosyal bü­ tün l ü k yoktur. Onun için sınıf şuuru da b i r sosyal şuursuzluktan baş­ ka b i r şey değ i l d i r. Esasen böyle b i r ş u u r yoktur, ol mam ı şt ı r, olamaz; ancak kasıtlı ve sunl ola rak b i r kısım zü m re leri a let etmek için zorla yaratı l mak Istenir. EMEK FIKRI

22. Ma rksizmin emek fikri de tamamiyle doğ matik bir sapiantı­ dan ibarettir. Sermaye düşmanl ı ğ ı inadına dayanan, böylece bir tepki m efhumu ol arak ortaya çı kan emek iddiası her bakımdan sakatt ı r Bir


TÜRK IYENIN B U G Ü N K Ü MESELELERi

1 16

kere hiç b ir istihsalde yalnız emek unsuru yoktur. Emeğ i n yanında daima tabiat vard ı r, madde vard ı r, makine vard ır, para vard ı r, serma... ye vard ı r. Eğer yaln ız emek kafi gelse, i nsan kol unu sal l ayı nca par­ maklarından ekmek veya şeker dökü l ü rd ü . Sonra il erleyen teknoloj i­ de emek bazan adeta sıfıra inmekte ve makine kendi kendisine istih­ sal yapmaktad ır. Makinaye i l k hareketi veren yine emektir denirse, o zaman u maddadeki hareketi i l k başlatan niçin düşünül müyorıı d iye soru larak marksizm tam kalbinden v uru labi l i r. M arks emek fikrini klasik iktisatçı lardan a l m ı ş ve onu gel iştirmiştir. N azari o larak Mark­ sm emek fikri istihsalin başlangı c ı için doğru görü nür ve ayrıca fikri, bedeni, vasıflı vasıfsız d iye geniş tutulmuştur. Fakat sınıf fikri ile bi rle­ ş i nce ve tatbi katta bu emek fikrinin dara l d ı ğ ı görü l ü r. Onun için mark­ sizmin emek sloganından esas anlaşılan şey kol ı rgatl ı ğ ı d ı r. Mark­ sizmin teme li bedeni çalışmad ı r. Onun için bayrağı işçi s ı n ıfıdır. An­ cak gereki nce emek mefhu m u m: genişleterek önce köylüye, sonra memura, esnafa, g itg ids m i ! li demokratik devrim geniş cephesinin bütün unsurlarına açı l ı r. Beyin aslı nda emek doğması n ı n dışındad ı r, fakat sıkışınca işçinin başkası nın hesabı na ücretle çal ışması tarifine sığı narak fikir işçisi gibi acaip terkiplerle onu da usta l ı k la içine a l ı r. N i h ayet emek fikri ve doğması modern cemiyetlerde büsbütün manasız hale gelmişti r . I leri cemiyetlerde art ık yed iden yetmişe her­ kes, işçisi de patronu da çal ışmaktad ı r. Bugünkü d ü nyada çal ışmak yal nız i ktisadi bir faaliyet değ i l , aynı zamanda psi koloj i k bir spor ha­ line gelmiş, hayatın zevki ve mAnası olmuştur. Bir kaç tembel miras­ yedi d ı ş ı nd a batı cem iyetleri, artı k bütün fertleri il e arı kovanına dön­ müş, ve çalışan - çalışmayan ikiliği n i ortadan kaldı rmıştır. Hatta bu cemiyetlerde patron işçisinden daha çok çalışır, onun rahatı daha çok kaçar, daha çok yıpra nı r, daha çabuk ölür. Ayrıca, sermayenin men­ şeinde de, içinde de b i r. eme� in mevcut olduğu unutulmama l ı d ı r. Ser­ maye gökten düşmez. EŞITLIK FIKRI 23. Ma rksizmin aynı derecede doğmatik bir sapiantısı da eşit l i k fikridir. M arksizm eşitl i k v e adalet davasındadı r. Görünüşte bu eşit­ l i k mutlak eşitli k manasına gelmekte ve marksizmin b ir doğması da bu noktada başlamaktadı r. Mutlak eşitl i k ne tabiatta ve ne de cemi­ yette vard ı r. Esasen mutlak eşitlik zıtl ı klar üzerine kurulan marksist diyalektiğe de ayk ır ıd ı r. Zıtlar, çatışan kuvvetler, birbirini yenen ve


TÜRKIYEN I N B U G Ü N K Ü M ESELELERI

117

aşan kuvvetler nas ı l birb i rine eşit olabilir? Demek k i kelimenin büyü­ süne ve tesir kab i liyetine kapı l ı p eşit li ğ i doğmatik b i r h ududa sürük­ lemanin manası yoktu r. Bir fabrikadan, bir tezgahtan aynı anda çı kan iki alet, iki makine b i le b i rbi rine tam eşit olmamakta d ı r . Canl ı varl ı k olan i nsanda ise farkl ı l ı k b i r tab i at konunudur . Farkl ı l ı k , çeşit l i l i k b ü... tün tabiatta açıkça görü l ü r. Şu halde mutlak değ i l , ancak bel i r l i , s ı n ı r l ı b i r eşit l i kten bahsol unab i l i r. Insan lar arası ndaki bel irli eşitliğin ise i k i u nsuru vard ı r : 1 . hu k u ki eşitl i k, 2. fı rsat ve i m kan eşitli ğ i . Cemiyet­ te ancak bu sağlana b i l i r ve sağ l anmal ı d ı r. Gerisi ferd i n kendisine kal­ mış b i r iştir. Halbuki Marksist propaganda öyle bir eşit l i k ve adalet havası yaratı r ki kısa düşünceli ler, tembeller, beceri ksizler, cah i l ler ve kan d ı rı lanlar herkesin bu sistemde cennetteki g i b i mutlak bir eşit­ l iğe kavuşacağı n ı zannederler. Cemiyette tabii olarak böyle bir eşitl i k b u l unmayı nca marksizm adaletin yokl uğ u iddiası nı işler durur. Dola­ yisiyle aldatıcı ve hayali b i r adaletin şampiyonluğ unu yapar. Sureti haktan görünerek adaletten vaz geçi lmeyeceği n i , adaletin taha'<kuku gerektiğini , bunun iç in de m ü l k iyetin kaldı rı lması n ı n şart olduğunu i leri sürer. HATA FIKRI 24. Ma rks izm in başka bir ı:.aplantısı da hata doğmas ı d ı r . Buna göre tarihi gel işmede bir hata olmuş, bu yan l ı ş l ı k neti cesinde mevcut m ü l kiyet d üzeni teşekkül etmişt i r. Bütün sosyal müesseseler bi r yan­ l ı şl ı ğ ı n neticesid ir. Böyle ol unca hatan ı n d üzeltilmesinden, mülkiye­ lin ortadan kalkmasından ve bütün mevcut sosyal müesseselerin yı­ k ı l m ası ndan başka yap ı l acak bir şey kalm ıyor demektir . M a l ı n bölü­ şülmesinde, mül kiy,etin teşekkü l ünd�. sosyal m üeseselenn o rtaya ç ı kmasında akı l ve kab i l iyatten çalı şkan l ı k ve beceri k l i l iğe, kahraman­ l ı k ve fazi letten kader ve kı smete, kuvvet ve kud retten marifet ve hü­ nere kadar bin b i r çeşit tarihi, coğ rafi, siyasi, sosyal ve kü ltürel sebep ve asırlarca süren büyük beşeri tecrübe ve temakül vard ı r . Bütün bun­ ları bir yana b ırakıp her şeyi bir hata sebebine bağ lamak hem dar gö­ rüşlülük, hem karşısı ndaki mevcut neticeye i lmi ve mantıki b i r sebep b ul amamaktan doğan b i r kolaya kaçmad ır. MÜLKIYET

Marksizmin temeli mül kiyet düşman l ı ğ ı d ı r. Marksizmin en çürük tarafı da burasıd ı r. Z i ra m ü lkiyet tabiid i r, i nsanidi r. Insanın ta25.


118

TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

bi atine yapışıkt ı r, ondan kopmaz, ayr ıl m az. Marks gibi faraziyelerin sorumsuz l u � u ve rahat l ı � ı i çinde konuşursak hatta kainatın, tabiatın bünyesi nde de m ü l kiyetin b u l unduğunu iddia edeb i l i riz, ve bu iddia Marks ı n boş faraziyelerinden çok daha mesnet li o l u r. Kai nat m ü l kiyet­ ler üzerine kurul muştu r. Yı l d ız sistemleri, g ü neş manzumesi, yer çe­ kimi, fizi kteki yüzey geri lim, eşyanın birbi rini çekmesi, bardağın için­ de suyun kanariara tı rmanması v.s. v.s. hep birer m ü lkiyettir. Din­ ler de kainatın u l u b ir sahibi olduğunu bil d i rirler. Hayvandaki yaşama iç güdüsünü de b i r m ü lkiyet vasfı o larak yorum l uyabi l i riz. I nsan oğlun­ d� ise bu m ü l k iyet varl ı ğ ı n , hakkiyle var olmanın temel şart ı d ı r. I nsan m ü l kiyet vasfını doğuştan beraberinde geti rir. Çocu kta i l k ortaya çı·­ kan belirli his m ülkiyet duygusu du r, i l k ortaya çı kan şuur hali de mu­ hakkak k i m ü lkiyet şuurudur. Insan büyüdükçe ve gel i ştikçe b u mül­ kiyet şuuru da gelişir ve istihsal vasıtaları n ı n mülkiyetine sahip olma d üşü ncesine kadar i lerler. Her insan istihsal yapmak ister, b i r mah­ sul meydana getirme�e ç a l ı ş ı r, o mahsule ve onun vasıtalarına sahip olmak ister. Mademki insan isti hsal i yapan unsurdur, ona ve onun vas ıta l a rı na neden sah i p o l m asın, sahip olmak i stemesi n . M arksizm i n m ü l k iyet fikrindaki i l k tezat budur. B i r kere m ü lkiyeti tabii v e i nsanl b i r vak ı a ol arak kabul etmek mecburiyeti vard ı r. önce bunu kab u l edeceksiniz. B u n u k a b u l edi nce d e bütün m arksizm y ı kı l ı r. M l ü kiyeti kab u l ettikten sonra onun ne olduğu, nasıl o l m ası lllzım geld i � i bahsine de geçebi l i riz ve bu noktada marksizmin i kinci sa­ katlı�ı da o rtaya çı kar. M ü l k iyet hakiki sah i p l i k ve hakimiyet demek­ ti r, şahsi m ü lkiyet, ferdi m ü l kiyet demekt i r. Müşterek m ü lkiyet, kol­ lektif m ü lkiyet, bütün proleteryanı n m ü l kiyeti, yaygı n m ü lkiyet, herke­ sin m ü lkiyeti, mülkiyette eşitlik denen bel i rsiz m ü lkiyet m ü lkiyet de­ ğ i l, m arksizmin b i r a ldatmacasıd ı r. Bu sahte mOikiyet insanın gerçek m ülkiyet duygusunu, fikrini ve i htiyacını tatmi n etmez . Marksizm b ir yandan manevi cephey i , bi r yandan da m ü lkiyeti reddederek in!an ı n el ine i k i u c u ateşl i b i r değnek vermekte ve ade­ ta onunla alay etmektedi r. Başka sistemler ve d i n ler m ü lkiyet zayıf­ l ı ğ ı karşısında i nsana tese l l i , destek ve yaşama kuvveti o l a ra k mane­ vi dünyanın m ü l k iyetini verirler. Marks i nsan ı n yüzüne adeta kasıtlı olarak bütün kapı ları kapatmaktadı r. Böylece i nsanı i nsan olmaktan çı karmağa, insanı n seviyesi n i çok düşü rmeğe, hayvana yaklaştı rma­ ğa çalışmışt ı r. Manevi d ü nyası ve m ü lkiyeti olmayan insan insan de­ ğ i l d i r ve i nsan hayatı normal olarak bunların peşinde koşmakla ge­ çer.


TÜ RKIYENIN B U G ÜN K Ü MESELELERI

1 19

M ü l kiyetin bölüşülmesine gelince, bu gerçekten bir problemd ir ve Marks ı n bu konudaki itirazı bir dereceye kadar yerindedir. Ancak bunun çaresi m ü lkiyeti ortadan kaldırmak deği ldir. M ü l kiyette adalet m ülkiyetsizlikte eşit l i k demek midir? M arksizm bunu getirmiş ve b i r m arifetmiş g i b i m ü l kiyetsizlikte, sefalette eşitliği ortaya koymuştur. M ü lkiyette adalet lüzumludur, doğrudur. Fakat bunun yolu cemiyeti alt üst etmek değil , sosyal islahattır. Esasen cemiyetler de b irer birer bu sosyal isiahat yoluna g i rmişlerd i r ve g irmektedirler , g i receklerdir. Mevcut m ülkiyet düzeni beşeri b i r m iras olarak sosyal bir vakıad ı r. Her sosyal vakıa gibi, onun da sosyal tedbirlerle suyuna g itmek ve te­ kam ü l ü , islahatı sağlamak lazı m d ı r. Bunu yaparken parola şu olacak­ t ı r : M ü l k iyette adalete evet, m ü l kiyette eşitliğe hayır! Çünkü insan­ lar arasında adalet tabii, eşitlik g ay ri tabiidir. M ü lkiyette ada let mülkiyette h udut meselesini de içine a l ı r . Şüp­ hesiz m ü lkiyet demek hudutsuz m ü lkiyet demek değ i l d i r. Bir şehrin, bir vatanın tapusu kimsenin m ü lkiyetine veril mez. M ü lkler ve serve� ler sonsuz, insanın kudreti ve ömrü ise sınırl ıd ı r. Ayrıca bir de sos­ yal sınır vard ı r. M ü l kiyet başkaları n ı n m ü lkiyetini i mkansızlaştı rma­ m a l ı d ı r. Cemiyet herkese açık dengeli m ü lkiyet üzerine otu rur. B ura­ da m i rasın da mülkiyetin tabii bir neticesi olduğuna ve onun ölçüleri­ ne bağl ı bul unması lazım geldiğine işaret etmeliyiz. Hü lasa mülkiyet insanı n tabiat ının icabıd ı r, tabii h a kk ı d ı r, haya­ t ı n başl ı ca bir manas ı d ı r, yaşamanın şevkidir, cemiyetin temelidir, te­ kam ü l ü n şartı, i lerlemenin itici gücüdür, medeniyeli n manivelasıd ır. M ü l kiyet dünyanı n tadı tuzudur. M ü lkiyetin bu sihrini marksistler de görüp bildi kleri için komünist i htilalin marhalelerinde onu cazip bir vasıta olarak k ullanı rlar. önce topraksız köy lüye toprak dağıtılacağını vaad ederler. Sonra ilk safhada dağıtı rlar da. Fakat i htilalin temel· sağlamlaştı rı l ı nca onu kanl ı b i r şeki lde tekrar köylünün el inden a l ı r­ lar. Bu komünistlerin her yerde yaptı kları şeydir . Ayrı ca bugün komü­ n ist memleketlerde ev , araba g ibi bazı m ü l kiyet tavizleri verilrneğe de başlanmıştır. öte yandan bazı larında istihsal vasıtaları m ü lkiye­ tinde de böyle tavizlere rastlanı r. Bunlar hep ist i hsali artırmak içindir. Görülüyor ki komünistler e lli y ı l uğraşmışlar, fakat i nsanın yüreğinden ve kafasından, tabialinden m ü lkiyeti silememişler, ucundan kulağ ı n­ dan onu i nsaniarına gösterrneğe mecbur kalmışla rd ı r. B u b i le mülkl­ yetin karametini gösterrneğe ve m arksizmi n nas ı l beşer tabiatina ay­ kı r ı düştüğünü ifade etmeğe kafidir.


TÜRKIYEN I N B U G Ü N K Ü M I!SELELERI

1 20

INSANI RED

26. Ma rksizm zaten yalnız m ü l kiyeti değ i l , bütün beşeri m i rası , dolayısiyle beşeri olan her şeyi, yani bizzat beşeriyi reddeder. Sade­ ce hayvaniyi mü dafaa eder. B u n u n da ad ı n ı tarihi gelişmenin izahı kor. Marksa göre ekonom i n i n dışı nda kalan hukuk, ahlak, d i n , m i l l et, dev­ let, vatan, maneviyat v.s. g i b i her şey, her müessese üst yap ı d ı r, burj uva uydu rmasıd ı r. Bunlar hakim sı n ıfların kend i saltanatlarını de­ vam etti rmek için kurd u kları uydu rma müessese lerd i r. Onun i ç i n ko­ m ünistler b u nlara saygı d uymağa değ i l , bunları yı kmağa mecburd u r­ lar. Böylece marksizm iktisat d ı ş ı nda hiç b i r müesseseni n tabiiliğine inanmamaktadı r. Halbuki bütün bu müeseseler i nsan l ı k gelişmesinin vazgeçil mez tabii neticeleridi r. Bunların hepsinde i nsan l ı ğ ı n müşte­ rek göz n u r u , emeği , çaresi , ç ı k ı ş yolu ve çağlar içinde u zayan engin tec rübesi v a rd ı r. Bunu reddetmekle M arks bunların beşeri olmad ı ğ ı n ı değ i l , kend i sistemi n i n i nsan tabietine n e k ı.:ı d a r aykırı o l d u ğ u n u isbat etmekten başka bir şey yapm amışt ır. IŞÇI VE MANEVI DECERLER

27. Ma rks bu red bahsinde, yalnız b i r i n kar il e kalmamış, ay­ n i zamanda u ğ ru nda çalıştı ğ ı işçi sı n ıfına ift i ra da etm iştir. Marksa göre proleteryan ı n mülkiyeti yoktu r, bu yüzden işç i n i n m i l li karak­ teri de o rtadan kalkm ıştır, kanun lar, ahlak, din işçi i ç i n b u rj uva masal l arı ndan başka b i r şey değ i l d i r . Böylece Marks işçide m i l l iyet ve k18sik ahlakın, v.s.'nin b u l unam ıyacağ ı iddiası ndad ı r. B u n u n ne büyük b i r ift i ra olduğu, işçi lerin m i l l iyet ve ahlak konusu nda ne kadar sağlam old ukları her türlü izahtan varestedir. Marks işçi için yeni bir ahlak, yeni b i r telakki d üşünür. Klasik ahiakın manevi yapısına, değişmez l iğine, belirli prensiplerine kıza r. Ferdiyeti ortadan kal d ı ran, g erçeğe yani maddeye, i ktisada dayanan b i r sürü ahlakı , b i r çeşit hayvani ahlak ster. Proleteryan ı n ahlakı bu o lacaktır der. Marksın b u maddi ve sürü ahlakı kom ü n i st ü lke­ lerde denenmiş, bu arada önce komünizmin i l k vatan ında, sonra da K ı z ı l Çin'de aile ahlakı n ı y ı kma tec rübeleri yapı l m ıştı r. Fakat tat­ b i kat u m u mi ahlakı yı kmakta başarı l ı olmuş , onun yerine ise ahlaka benzer b i r şey getirmemişti r. Zaten marksizm y ı kmakta başarı l ı , fa­ kat yerine koymakta başarısız b i r siste md i r. Bu yüzden Rusya'da mesela d i n i o rtadan kal d ı rmak istem işler, fakat k i l iseyi henüz ta­ mamiyle yok edemedi kleri g i b i , d i n duygusunu da gön ü l lerden si lememişlerd i r. ·


TÜRKIYEN I N B U G Ü N K Ü M ESELELERi

121

FE RDIVET 28. Marksizm sözde i nsan ı , insan ı n saadet ve refa h ı n ı hedef a l m ıştır. Marks ın insanı iyi kabu l etmesi d6 doğmat i k bir sapiantı olmaktan ileri g itmez . I nsan böyle m utlak ve hep iyi değ ildir. Iyi i l e kötü karı ş ı ktı r. Herkes h e r g ü n bunun b i r s ü r ü misal i n i gördüğü g i b i , Lombrozo tiplerin i i l im bile kabu l eder. Marks bu hususta aşı.:. rı iyimserd i r. Fakat öte yandan gerek doktrin o larak, gerek tat­ bi kat olarak fe rdi ve ferd iyeti ortad an kal d ı r m ı şt ı r. Ferd iyeti yok ettikten sonra artık i nsan ı n saadeti bahis konusu olur mu? Ferdi­ yeli n silindiği ve ezildiği yerde gerçek manasiyle cemiyet de bu­ l u n maz. Cem iyet şahsiyet l i fertlerden, ferdiyetlerden k u ru l u ahenk­ l i ve denge l i b i r bütü ndür. Tek vasıf l ı , şahsiyetsiz, sürü halindeki fe rtlerden meydana gelen toplu l u k sosyal bir organizasyon o l an ce­ m iyet değ i l , bir y ı ğ ı n d ı r . Gerçekten Kom ünist ü l kelerde cemiyetler­ den değ i l , ancak yığın lardan bahsedi lebilir. Gerniyete şahsiyetini ve­ ren şey şahsiyetli fertlerdir. Tek buutlu, vasıfsız insanlar bir cemiyet bütü n l üğünü meydana getiremezler. ADAM ÖLDÜRME 29. Ma rksizm insanı o kadar hiçe saymışt ı r k i , öldürmeyi b ile kendisine p rensip yapmaktan çeklnmem iştir. Bütün büyü k d i n ler, bü­ tün ahlak ve düşünce sistem leri adam öldürmeyi reddeder, lanetler, yasaklar. Fakat Marksizm , yal n ı z o adam öldü rmeyi mübah telakki etmiş, mübahtan da i leri, onu teşvik etmiştir . Bu bakımdan marksizm i nsanl ı k tarihinin en yüz karası fikir sistemi , en vahşi hareketid i r. ' Marksizm ihtilal u nsurunu getirmekle pe şin ol arak ölüme cevaz verm iştir. B ir s ı n ı f ı n öbü r s ı n ı fı ortadan kald ı rm as ı n ı , ama her türlü ortadan kal d ı rmas ı n ı hedef itti haz ederek adam öldürmeyi teşvik etm iştir. Hem de bir defa da değ i l , burj uvazi n i n ka l ı ntı ları s i l i n i nce­ ye kadar, devrim i beslemek ve ayakta tutmak için, devamlı olarak ölüm istemiştir. N itek im tatbikat d a tamamiyle buna uygu n bir seyi r taki p etmiş v e komünizm yirminci ası rda insan l ı ğ a yal n ı z kan get i r­ m işti r. Bu kan l ı doktrinin, bu adam öldürme sistemi n i n el i nden yal n ı z b u rj uva değ il, proleter de kurtulamam ışt ır. M i lyonlarca suçsuz insan cennet vadeden b u cehennem ağızlı modern ej derin dişleri arasın"


TÜRKIYENIN BUGÜN K Ü M ESELELERI

1 22

d a can verm işti r. Asker öldürülmüş, subay öldürü lmüş, ihtilale karşı koyanlar ve katılm ıyan lar öldürülmüş, toprağ ını vermek istemiyen veya toprağı isten i ldiği kadar mahsu l vermeyen köylü öldürü l müş, çal ıştı rı la çal ıştı rıla, sürüle sürü le, hakkı verilmeye ve rilmeye işçi öldürülmüş, idareci öldürü lmüş, şehirli öldürülmüş , hal k ö l d ü rülmüş, m ünevver, bil hassa mü nevver öldürülmüştü r. öyle ki bu öldürülme­ den komünist iç işleri bakanları, komün ist pol is şefleri, komü nist !iderler, komünist başbakanlar, komünist cumhurbaşkanl arı bil e kur­ tulamamıştır. Marksizm böylece bütün tari hin ve çağ ı m ı z ı n kana su­ samış en büyük ve en korkunç eşkiyal ı ğ ı olduğunu en aşağı bin ke­ re isbat etmiştir. Yal n ı z Ikinci D ü nya H arbinde Katin ormanında bir g ü nde kütle hal inde öldürü len on dört bin Polanya subayı bütün bir insa n l ı k tarihini tilretecek m ahiyettedi r. Marksizmin en büyük düşmanı d üşünen kafad ı r. Onun i çi n her yerde i l k hedef odur. Fakat marksizm bu ölüm kampanyas ı nda ken­ di safında olanları ve kendi k u l landı klarını da öldürmekten çekinmez. Onun için kimse komün izme, komünizm de kimseye yar ol maz .. Hemen ilave edelim ki, bütün bu kan içici l i k komünistlerin şah­ sı ndan değ i l , esas itibariyle sistem i n kendisinden gelmekted i r. An­ cak sistem i beni msayince melekler şeytan ol ur, şahıslar da der­ hal vahşi leşir ve cani leşirler. Ve her tarafı cazip olsa da yalnız bu kusur, bu kan içici l i k, bu vahşet tarafı aklı başında b i r insanı mark­ sizmden tiksindirmeğe yeter. G i rdiği her memlekette ol d uğ u g ibi g i rmek isted iğ i her memle­ kete de kan ve ölüm getirir. Tecavüzler, adam öldürmeler, tedhişler, işkenceler, sabotajl a r, anarşi, karışıklık, huzursuzluk onun g ı d ası d ı r. Gönül rızasiyle kandıramayınca işi derhal zorbalığa döker. ZORBALIK 30. Komünizm tam b i r zorb a l ı k idaresi d i r. Bu yüzden ona kızı l faşizm de d iyen ler vard ı r. Fakat bu benzetme asl ı nda doğru değil­ d i r. Z i ra faşizmin zorba l ı ğ ı kom ünizminkinin yanında çocuk oyunca­ ğı kal ı r. Kom ünizmin zorbal ı ğ ı aslı nda onun hayat şartı d ı r ve dedi­ ğ i m iz g i b i doktrinden gelmektedir. Marksizm beşeri olmayan, sos­ yal olmayan, gayri tabii b i r doktrindir . Dolayısiyle normal yol lardan


T Ü R K IYENIN B U G Ü N K Ü MESELELERI

1 23

tatbiki imkansız olan bir sistemdir. Böyle olunca zorbalığa, şiddet yollarına baş vurmak onun tabiatinin icabıdır. Bir cemiyeti, bir yeri ele geçirmek için, ayakta durabilmek için, gelişmek için zorbal ı ğ a baş vurması ndan başka çare yoktur. Marksizm suları ters akıtmak­ t ı r. Onun için baskı rejimi ol maya mecb u rdur, sömürücü olmağa mecburd u r, kapalı kalmağa mecburd u r, demirperde çekrneğe mecbur­ d u r, d ü nyayı komünistleştirmek istemeye mecburd u r. Aksi takdirde yaşıyamaz. Komünizm için hürriyet, serbesti, demokrasi, seçim, ba­ rış, an laşma, yumuşama, birlikte yaşama v.s. hepsi masald ı r, i m­ kansızdı r, hayaldir. Devletsiz bir komünist cemiyeti kuracağız dem işler, bir terör devletinde karar kılmışlard ı r. Sınıf farkını ortadan kaldıracağı z de­ m işler, komünist idarecilerden ve onların destekçilerinden ibaret im­ t iyazlı yeni sı nıflar meydana getirmişlerdir. M i lletierin haklarına ria­ yet edip sömü rgeciliği reddedeceğiz demişler, yirminci asrı n tek sömü rgecisi haline gelmişlerd i r. Bütün bunlar ve bunun gibi daha bir sürü tezat hep sistemin yanlışl ı ğ ı ndan gelmekte, sakatlı ğ ı n ı or- · taya koymaktadır . önce doktrin kötüdür, sonra ona bu laşınca şahıs­ lar kötüleşmektedir. Marksizm hiç bir yerde istekle, seçimle iş başına gelmez, gel· memişti r. Hiç bir yerde de istekle, rıza ile iş başında kalmaz. Doğuşu da, devamı da karanlık yollara ve zorbal ık usullerine ba� l ı d ı r. Ya lnız Şili'de, ilk defa olarak, marksist bir cumhurbaşkanı se­ çimle iş başına gelmiştir . Fakat onun da iktidarı fazla sürmeden kanlı bir darbe olmuş ve ordu Marksist Ailende idaresine son ver­ m işti r. Komünistler seçimle iş başına gelemezler hükmü karşısında Şi li'de marksist Ailende'nin demokratik yolla devlet başkanı olması bir istisna teşkil etmiş ve komünistler bunu bir bayram, bitip tü ken­ m iyen bir övü nme ve propaganda vesilesi ve vasıtası yapm ışlardı . Fakat aslında Ailende ekseriyeti almamış , ancak en çok oy (yüzde otuz altı) aldığı için, Şili'deki sistemden istifade ederek devlet baş­ kanl ı ğ ı na gelmişti. Asl ında kom ünistler seçimle iş başına gelemez­ ler demek, seçimde ekseriyeti alamazlar demektir. Yoksa aldatıcı propaganda ve menfi şartlar neticesinde üçte b i re ulaştıkları başka yerler de olmuştur. Bazan yarıya bile yaklaşmışlard ı r. Bu bak ı mdan üçte birle iş başına gelmiş olan Ai lende de gerçekte istisna teşkil etmemiş ve ekseriyeti kandıramamak şeklindeki tabii kaideyi boza·


TÜRK IYEN IN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

1 24

mamışt ı . Ancak, sistem in m üsait ol ması dolayısiyle de o lsa, demokra­ tik yolla başkan l ı ğ ı kazanmışt ı . Fakat ömrü uzun olmam ış, Ai lende geldiği yerde tutunamamışt ı r. Böylece, bu hadise, kom ünizmin bir f ı rsat ı n ı bulup i ktidara gelse b i le, normal yo lla i ktidarda kalamaya­ cağ ı n ı göstermiştir. Neticede, Ş i l ideki darbe, komünizm normal de­ mokratik yo l la iş başına gelemez, hükmüne yeni b ir unsur daha ek... lemişt i r ki o da şudu r : Kom ünizm demokratik yol la iş baş ı nda kala­ maz. MILLETLERE TECAVÜZ 31 .

Marksizm yalnız mem leket içi nde ferdi zulmü o rtaya ç ı kar­ mamış, m i l letler aras ı b i r z u l ü m mekani zması hal ine de gelmişti r . Bütün dü nya işçi s ınıfları n ı kucaklamak istemesi ve dünya fütuhat­ ç ı l ı ğ ı , bir ü l ke i le yetinmemesi onu m i l letler arası sahaya ç ı karmış ve bu sahada da m i l letierin haklar ı n ı yiyen bir sistem haline gel­ m iştir. Bu sistemde marksizmin ana vatan ı olan devlet patran devlet, d iğerleri peyk devletler durumuna geçmiş, aynı zamanda ortaya ha­ kim m i l let - peyk veya esi r m i l let ikiliği ç ı k mıştı r . Böylece mark­ sizm yirminci ası r medeniyeti nde yalnız fertlerin değ i l , m i lletierin de hakk ı n ı yem işti r. Bütün insan l ı k tarih inde m i l letiere toptan göz yaşı döktü ren, m i l letleri toptan ceza landı ran, amansız bir sistem i yalnız marksizm gel iştirmiştir. öte yandan komünist olmayan memleketleri içten yı kmayı ve dü nyan ı n her taraf ı nı d inamitlemeyi kendisine iş edinen, bu u ğ u rda d urup d inlen meden çalışan ve mi lyarlar döken tek bedbaht l ı k, tek kötü l ü k isteme sistemi de marksizmdir. KAVGA VE DÜŞMANLIK 32. Marksizm kavga üzerine kurul muştu r. I htilal ve sı nı f kav­ gası onun can damarıdır. Bu sebeple iç ve dış, m i l li ve m i l letler a ra­ sı barışı h i ç istemez. B i r yerde barış kurulunca başka bi r yerde ye­ n i b i r ç ı ban başı ortaya ç ı karı r, Korede söktü remezse Vietnam'da savaş ateşi n i tutuşturu r. Dert çı karmak için hassas ve zayıf nokta­ lar arar d u ru r. N ifak ve huzursuzl u k onun başlıca beslenme kaynağı­ d ı r. Insanı insana, kardeşi kardeşe d üşman eder. Marksizm insan­ l ı ğ ı n kavga ve d üşman l ı k üzerine kuru lan tek fikir sistemidir, onun için en bedbaht fikir sistemid i r. I nsan l ı ğ ı n o kadar tekamü l lerden sonra böyle b i r şeyle karş ı l aşması akı l almaz bir tal i hsiz l i k olm uş-


TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERi

1 25

tur. Bu bakımdan m arksizm modern münafı k l ı kt ır diyeb i l i riz. I nsan l ı k u z u n tari hin sonunda, ta ıiı rahat edecekken, çağ ı m ı ıda böyle müthiş bir münafıklıkla karş ı l aşmağa, doğrusu hiç müstahak değ i l d i . Onun için marksizme ne kadar lanet ' edi lse azd ı r. GAYE VE VASITA 33. Marksizmda gaye ile vasıta arası nda hiç b i r tutarl ı l ı k yoktur. H i ç bir ah laki kayıt tanı mad ı ğ ı için ihtilale u laşmak üzere her vası­ tayı k u l l a n ı r. Cennet vadeder, fakat oraya giden yol l arı cehennem� den geçirmekten çekinmez. Yerine , memleketine g öre değişik taktik­ ler ku l lan ı r. Fikir sahtekarl ı ğ ı onun sanki d üstu rudur. Demokrasi d üşman ı d ı r, hürriyet elden g id iyor diye yaygaralar koparı r. Kendi bü nyesinde ve ü l kesinde hür send ika yoktu r, send ikacı l ı k d iye tuttu­ r u r. M i l leti, m i l l iyeti reddeder, halklardan bahseder, başka devlet­ leri parçalamak veya köprübaşları elde etmek için m i l li hisleri kam­ ç ı lamaktan çekinmez. Kendi vata n ı nda Rusça'ya, klasik Rusça'ya sı­ kı sı kıya sarı l ı r , dil bir alt yapı meselesidir, daku n u l amaz der, başka memleketlerde uyd u rmac ı l ı k a k ı m ı na dört elle sahip çı kar. M ü l ki­ yeti, ferdi toprağı reddeder, ·toprak reform u , topra ksız köylüye top­ rak diye feryat eder d u ru r. Bu tutarsızlı kları ve tenakuzları daha çok uzatabi l i rsiniz. Karş ı laşacağı n ız hep ayn ı d ı r ve şudur: l htilalin mer­ halelerinde, kendi tabirleriyle aşamaları nda her şey mübahtır. Değiş­ meyen şey son hedef, yani ihtilal, sosyal izm, komü nizmdir. Oraya g it­ mek için her boyaya g i ri l i r, herkesle işbi rliği yap ı l ı r, geniş demokratik cepheler kuru l u r. Yani stratej i değ işmez , takti kler h er zaman değişebi­ l i r. Hü lasa marksizm en kayıt tanımaz bir makyavelizmd i r.

ŞARTLANMA 34. Marksizm bir şartlanmadı r. öyle bir şartl anmadı r ki orada insanın bütün hassaları felce uğrar. B u şartlanma hem doktrinde, hem tatbikatta mutlaktır. B i r komün istin elinde marksist taassuptan başka hiç bir ölçü kalmaz.

Bunun üç sebebi vard ı r . Bi rincisi marks izmin her şeyi içine alan, hiç b i r şeyi dışarıda b ı ra kmayan geniş bir sistem halinde ortaya ç ı kmasıd ı r. I nsan bir yan ı l ı p içine d üştü m ü , orada her şeyi n iza h ı n ı b u lduğunu zanneder. Ikincisi sistemi n unsurları n ı n birbirine bağ l ı lı-


1 26

TÜRKiYEN IN B U G Ü N K Ü M ESELELERi

ğ ı d ı r. Her şey çorap söküğü g i b i birb i r i ni takip eder. Yo l lar birbirine bağ l ı d ı r, bir noktada iç i ne g i ri l i nce b i r daha d ı şarı sapı l amaz. üçün­ cüsü sistem i n kes in doğmati k emi rler getirmesi ve tek kumandaya bağ lanmakt ı r. Bu emirler ferdi i radeyi derhal ortadan ka l d ı r ı r. Yani marksizm içine d üşen için çı kışı olmayan geniş b i r hapishane g ibidir. O hapishanenin yaln ı z kend i kanunları geçerl i d i r ve yal n ı z kendi için­ de cevelan etmek mümkünd ü r. Ayrıca d ı şarı çı kan da merhametsizce cezalan d ı rı l ; r. Sistemin toptan yapısı sakatt ır, varlı ğ ı hatadı r, fakat kendi hudutları i ç inde terdin derhal e l i n i ayağ ı n ı bağ l ayacak kes in bir tutarl ı l ı k mevcuttur. Adı m ı n ı atan bu tutarl ı l ı k çarkına kendisini kaptırmış olur . Artık o bir fabrikan ı n dişli leri arasına g irm iş bir mad­ deden farksızd ı r . Bu adı m için tek bir fikir, tek bir hüküm kafidir. Iktisat temeldir dediniz m i , sınıf m ücadelesini kabul ettiniz mi mark­ sizmin çarkına bir noktadan paçanızı kapt ı rd ı n ı z demekt i r. Marksizm a k l ı dolap beyg iri yapar. Akl ı n hud utsuzluğ u, düşün­ me kabil iyeti ve hü rriyeti ortadan kalkar. As l ı nda ka inat ı n en hür, en uçarı , en aynak varl ı ğ ı olan a k ı l kuşunun marksizmda kanatl arı kırıi.. l ı r. Marksizm hür düşüncey i , d üşünce hürlüğünü tamam iyle yok eder. Ortada yalnız sisteme kiralanmış kafal ar b ı rakı r. Her kom ünist mark­ sist b i r papağan, marksizmin b i r medyumu demekti r. Bu medyumun gözleri gerçeklere, etrafa ve d ü nyaya kapal ı d ı r, yal n ı z sisteme, sis­ temin k u rduğu teşkilattan gelen emirlere açıktır. Her komünist Meta bakan körd ü r. Resmi beyan ne ise ona göre gerçek odur. Bu beyan değişti kçe gerçek de değişi r , bugün ak olan yarın kara, bugün iyi olan yar ı n kötü olabi l i r. Işin garip tarafı bu şartlanmış insanlar karş ı larındakilerin şart­ lanmış olduğunu ileri süre r, kendilerinin tari hi burjuva şartlanma­ sından k u rtulmuş oldu kların ı iddia ederler, Halbuki her şeyleri, bü­ tün varl ı kları şartlanmad ı r. Marksist term inoloj i d ışına ç ı kamazlar . Bu sebeple de ağızları nı açar açmaz derhal kendi lerini ele verirler. Marksist d iyalekti kle şartlanmışlard ı r, ağ ızlarından çelişki sözü d ü şmez. Onun için bu sözü tekrarlayıp d u ran, her hadisede bir çelişki arayan i nsan ı n marksist olduğuna rahat l ı kl a hü kmedebi l i rsiniz. Tarihi maddeci l ikle şartlanmışlard ı r , g özleri iktisattan başka bir şey görmez. El lerinden gelse i ktisattan başka bir ilmi okutmazlar.


TÜ RKIYEN i N B U G Ü N K Ü MESELELERI

1 27

I ktisat deyince de tabii sosya l ist teoriden başka bir şey düşünmez­ ler. Varsa da sosyal izm, yoksa da sosyal izm. Yal n ı z onunla kal k ı n ı l ı r, yalnız o gerçektir, tekamülün son marhalesi yalnız odur. Marksizmi n faraziyeleri, doğmaları, emi rleri i l e şartlanmışlard ı r, normal i nsan g ibi d uymaz ve düşü nmezler. Yüzlerinde hiç b i r beşeri n ur, h i ç bir sevgi ve merhamet ifadesi, hiç bi r i nsanl ı k sıcaklığ ı kal maz. M ü l kiyetsiz i i kten sı nı f fi krine kadar h e r şey gökten inmiş gerçekler sayı l ı r. Hatta temel indeki rel ativizme rağmen, marksizm onlar için bir din, Marks, Len in, Mao peygamber , hatta Allah d u ru­ mundad ı r. I şçi hareketi i le şartlanmışlard ı r, sanayiin olmad ı ğ ı , işçinin bu­ l u nmad ı ğ ı eski devi rlerde bile işçi hareketi aramağ a kal karlar. Sömürü ile şartlanmışlard ı r, her şeyde söm ü rme görü rler, mark­ sist olmayan her düzeni sömürü d üzeni d iye adland ı r ı rlar, Yanl ı ş bir emperyalizmle şartlanmışlardır, komü nist em perya liz­ m i n i görmez, işlerine gelmeyen her anlaşmaya ve münasebete Ameri­ kan emperyalizmi damgas ı n ı vurur l ar, kapital ist, emperyalist, komp­ rador, işbirlikçi sözlerini d i l lerinden düşürmezler . v.s. v.s. HALKLAR VE BEYNELMILELCILIK 35. Marksizm in en büyük d üşmanı m i l l iyetç i l i ktiL Fakat m i l li­ yetç i l ikle başa ç ıkamamıştı r. Komünist partisinin bugü nkü l ideri Sov­ yet devletin i n kurul uşunun e l l i nci y ı l ında ıı Sovyetler m i l l iyetç i l i k de­ rin ve kök lü efsanesi n i e l l i y ı l içinde bir türlü yok edememişlerd i r ıı demek mecburiyatinde kalmıştır. Bu m i l l iyetç i l i ğ i n komünizmi kendi vatanında mağiOp etmesidir. Onun için kom ü ni stler m i l l iyetçiliğin kudreti ni iyi b il irler. Onun için s ı kışı nca kendi yaptıklarının m i l l iyet­ ç i l i k olduğunu söylerneğe getiri rler ve kel i menin a rkas ı n a saklanma­ ğa da çalışırlar. Fakat m i l l iyetç i l i ğ i n unsurları n ı , yani milli kü ltürü tahrip etmek için el lerinden gelen her şeyi yaparlar. Kom ünizme göre m i l let değ i l , halk ve halklar vard ı r, halk ise işçi s ı nıfından ibaretti r v e h e r yerde ayn ı d ı r. O n u n i çi n marksizm bi r beynelm i lelci l i ktir.

GERÇEKTEN KAÇlŞ 36.

Ma rksizmde p ropagandanın büyük b i r yeri vard ı r. Bu pro-


TÜRKIYEN IN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

1 21:1

pagandan ı n hedefi as ı l gerçeg ı s i l i p sahte bir gerçek yaratmakt ı r. Komünist propagandan ı n metodu ise tekrard ı r ; b ı kmadan, du rmadan tekrar. Komün ist ü l kelerde halkın beyni b u tekrarl ı propagandayla y ı kand ı ğ ı g i b i , d iğer ü l kelerde de komünistler ayni şeyleri mütema... d iyen tekrar eder, b ı kt ı r ı ncaya, tes l i m olu ncaya kadar tekrar eder du­ rurlar. Marksizmin l üg atinde bu yolda d u rmanın, yoru lmanın, usan­ manın yeri yoktur. Böylece marksizmin yaşama şartı ancak sahte gerçekte bulunur . Yani marksizm gerçekten kaçıştır. IFTIRA

37. Marksizm ittirayı resmi, makbul ve açık bir metod haline ge­ tirm iştir. Yalan , iftira ve itharnı en tesirli silah o larak k u l lanır. Ya­ lanın iz b ı rakacağı n a inanmışt ı r. Iftira ve itham ı n, karşısı ndaki engel­ leri bartaraf etmeğe çok yarad ı ğ ı n ı b i l mektedi r. Bunlar dürüstlüğe ve beşeri namusa aykı rı im iş, ne ç ı kar? Komünizmde dü rüst l ü k , insaf ve namus en hatitinden budalal ı ktır, küçük burj uva safl ı ğ ı d ı r. Marksist ifti ran ı n başl ı ca unsurları da karşı devrimcilik, reviz­ yonculuk, burjuva , kapital ist ve emperyal ist uşakl ı ğ ı ve işbirliği, ge­ rici l i k ve faşistliktir . Bunl arı yer ine göre ku l lanı lan diğer itharn ve if­ tiralar takip eder. Bu damgaları a k ı l almaz h i r kolay l ı k, rahat l ı k ve pişk i n l i kle karş ı l arı ndaki lere vurmakta yarış ederler. Eğer kom ün ist ve kendi leri gibi komünist deği lsen iz veya komünizme karşı koyuyor­ sanız, bunlardan bir veya b i r kaç ı ndan nasibinizi almakta geci kmez­ siniz. Revizyonculuğu, yani doktrinden sapmayı ve taviz vermeği ken... di hemcinsleri için kullanı rlar. Diğerlerini ise içerde ve d ışarda bol bol istimal, daha doğrusu suistimal ederler. Ayrıca b u n lara ilave ola­ rak ferdi itharn ve ittiraya da s ı k s ı k baş vururlar. Bu ift ira ve itharn kampanyası art ı k o hale gelmiştir ki kulla­ nan ı n derhal kom ünist veya kom ünist aleti olduğunu ortaya koymak­ tad ı r. ŞIDDET VE IŞKENCE 38. Marksizm in tatb i k kab i l iyeti olmaması, beşer tabiatina ay­ k ı rı l ı ğ ı ; şiddeti ve işkenceyi b i r devlet icraatı ve vazifesi haline ge­ tirmiştir. Ferde işkence, kütlelere işkence. Bunun için doktrinin hayal­ lerinin aksine, geniş b i r gizli po l is teşki latı komünist devletin ruhu


TURKIVENIN B U G Ü N K Ü MESELELERI

1 29

olm uş, i hbar mekanizması ordunun ve ailenin bile içine yerleştiril­ miştir. Ailenin fertleri birbi rlerini ih bara al ıştı n l d ı ğ ı ve zorlandı ğ ı g i­ b i , ordu içindeki ,siyasi kom iserler ve g izl i ajanlar da askeri kıpırdaya­ maz halde tutarlar. Işkencenin şeki l leri arasında ise hazı rlan m ı ş iti raf­ lar, b i l gi n ierin ve yazarların akı l hastanelerine konması , çalışma kamp­ ları , ferdi veya top l u sürgünler, sorgusuz sualsiz ortadan kaybolma ve i m ha, halk mah kemeleri gibi kom ün izme mahsus i catlar ve yeni­ likler yer alır. Komünist olmayan ü l kelerdeki komünist mi l itanlar da fı rsat bu ldukça şiddet ve işkence unsurunu kul l anı rlar. Çünkü işken­ ce kom ünizmin kan ına işlemiştir, marksist ondan sad ist bir zevk a l ı r, proleteryan ı n tarihi inti kam ını aldı�ı hi ssine kap ı l ı r.

KAPALILIK 39. Marksizmin aç ı k rej ime tahammülü yoktur. Onun için hiç bir zaman hür dünya ile serbest bir alış verişe, aç ı k b ir boy ölçüşmeye g i remez. Kusurları o kadar çok ve büyü ktür ki, onları sakl amaya, kendi vatandaşları n ın dünyayı farketmelerinin önüne geçrneğe mec­ b u rd u r. Demi rperdeyi kald ı rı n , hudutları aç ın, mukayese i m kanı dağ­ sun, vatandaşlarına iç ve dış serbesti verin, komün izm derhal çöker.

PAYE VIRM!K 40. Marksizm kend isine paya vermekte de pek hesaplı ve us­ tadı r. Bu daha Marks ile başlam ışt ı r. I lmi, kendi tabirleriyle, b il imsel sosyal izm demiş, i lm i ; tarihi maddec i l i k demiş, tari hi inhisar altına a l m ı şt ı r. Bugün i leri l i k ve çağdaş l ı k da onların inh isarı altındad ı r. Ken­ d i leri g ibi olmayan herkes, sosyal izme , komünizme ayk ı rı her şey çağ d ı ş ı d ı r. Yalan ve ifti ra başlıca sermaye leri olduğu halde sosyal ist na­ musu ndan bahseder, sosyal ist yalan söylemez derler. Böylece ilmin, tari h i n , gelişmenin, i leri l iğ i n , çağdaş l ı ğ ı n , dürüstlüğün z ı rhına b ü rünüp karş ı larındakini de şartlandı rmaya çalışı rlar. Solcu olmak, sosyal ist olmak , devri mci yani sosyalist i htilalci olmak adam olmak demekt i r, i nsana eği lrnek demektir, vicdanlı olmak demekti r, çağ dışına düş­ mernek demekti r, modern olmak demektir, gerici olmamak demek­ t i r havasını yaratı rlar. Halbuki marksizm de, onun tatbikatı da bun­ ların tam zıdd ı d ı r . lsbatlanmam ış faraziyelerden, doğrulanmamış na­ zariye lerden, do�mati k hükümlerden, mücerret neti celerden, hadise-


TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERi

lerle yalanlanmaya bakmadan i lan ed i len galibiyetlerden, gayri tabii zorlamalardan, insan düşmanı tatbikattan, yüz sene evvel ki d ü nyaya göre h ı rs l a ayarlanan, daha sonraki dev gelişmelere ayak uydu rma­ yan bir mekanizmadan başka bir şey değildir. Bu devirde komünist olmak, tersine, çağ ı n gerisine düşmek demektir, adam olmak değil, adam olmamak demektir. Marksizm hakiki bir gerici l i ktir. Komünistlerin kend i lerine ölçüsüz paye vermeleri onların tei­ kl ltHianmaları nda, yayı n larında ve çalışmaları nda da görü l ü r. üç beş kişi bi rleşir, kendi lerine rahatça halk ordusu, halk kurtuluş ordusu, halk kurtuluş cephesi, işçi-köylü partisi gibi isimler verir, hemen ko­ m iteler, konseyler kurarlar. Mübalağa, propaganda ve y ı l d ı rma için marksizmin çok usta l ı kl a ku llandı ğ ı bir sanatt ı r. G österişli kelime, isim, resi m ve s ıfatları kul lan mağa büyük itina gösteri rler. GERICILIK VE KÖLELIK 4 1 . Marksizm o kadar gericiliktir ki asırlarca süren i nsanl ı k te­ klımü lünün sonunda köle l i !) i , köle ru hunu tekrar ortaya ç ı karm ıştı r. Di!)er memleketlerdeki kom ünistler patran devletin ve hakim mil le­ tin köleliğini kabul ederler. Bu köle ru hu çağ ı m ııda i nsan l ı k Alemi­ nin gerçek bir yüz karas ı d ı r. Marksizm insana istikiAI fikrini, hü rri­ yet aşkı n ı , insani ve m i l li duyg u l arı kaybettiren b i r hasta l ı kt ı r. Bu has­ talığa tutulanlar yal nız manevi hasletl erini değ i l , gözlerin izin önünde şeki l ve şern a i l lerini de kaybeder, saçları sakal ları i le, sarkı k bıyıkları i le , h ı rpani, pasaklı ve g ayri medeni kıyafetleri i le yabancı marksist­ lerin taklitçi leri ve köleleri olurlar.

KAIDE DIŞI OYUN 42. Marksizmin serbest ve eşit şartlarda bir m ü nakaşaya ta... ham m ü l ü yoktu r. Onun çürük bünyesi ne felsefi, ne fikri seviyede, ne teori, ne tatbi kat sahası nda, obj ektif bir münazarada ve müşa­ hadede, her hangi bir başarı şansına sahiptir. Böyle olduğu halde bir çok memlekette kom ü n izm yasak ed i l miştir. Bunun sebebi komü­ nizmin oyunun ksidelerine riayet etmemesidir. Marksizm normal çiz­ g ide kalmakle yetinmez ve zorba l ı ğ a baş vurur. Aynı zamanda yer altı na g i rer. Yer üstünde kendisine fı rsat ve i m kan ve rilse de yine


TURKIVENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

bir kı smiyle yer altında çalışı r. Dü rüst bir karş ı laşmaya razı o l maz. Bu h usustaki prensibi de şudur: Yer üstünde kanunların verdiğ i im­ kanlardan sonuna kadar, azami derecede istifade etmek, fakat bu­ n u n l a yetinmeyerek bir de yer altı faaliyetinde bul unmak. Işte ma rk­ sizm i n teh l i keli tarafı bu zorba l ı ğ ı ve yer altı tabiatidi r. Yoksa mark­ sizmin gün ı ş ı ğ ı nd a öyle korkulacak bir fikir kudreti ve yeni lmezl i ğ i yoktur. Onun i ç i n , yasak karşısında, marksizmi n kendi kudretinden, fiki rlerinin kuvvetinden korku lduğunu propaganda etmesi ku rnazca bir cakadan başka bir şey değ i l d i r. Bu arada yasak kalksı n , kimin komü­ n i st olduğu bel li olsun gibi düşüncelerin de ne kadar yan l ı ş ve safça olduğu meydandadı r. Yasak kal kı nca bütün komünizm yer üstüne ç ı kmayacağı gibi, yaptığ ı komünist l i k olan bir çok komünist de ken­ d isine komünist denmesini istemez. Z i ra onun antipatik olduğunu on­ lar da b i lmektedi r. Bu sebeplerle m arksizm daima yasağa müstahaktı r.

MARKSIZM BIR REAKSIYONDUR 43. Bütün bu açı k noktal ardan sonra insanı n karşısına ister is­ temez şu sual çıkıyor : Peki, bu sakat sistemin sahibi olan Marks acaba deli ve hasta m ıyd ı ? Şüphesiz k i hay ı r! M arks ne deli ve ne de hasta i d i . O halde ned ir? Bunun cevabı şudur: Marks bir alda­ nan adam d ı r. Gerçekten Marks yaşad ı ğ ı devrin yan ı ltmaya elverişli şartları içinde aldanmış, feci şekilde aldanmıştı r. Bu aldanma yalnız Marksta kalmamış, ondan çok sonra d a hükmünü icra etmekte de­ vam etmiştir. Andre G i da'den Arthur Koestler'e ve hatta Bertrand · Russell'a kadar bir çok meşhur ve a k ı l l ı i nsan bu aldanmadan nasibini almış, bunlardan büyük bir kısm ı n ı n gözü ancak neden sonra a ç ı l m ışt ı r. Bugün Avrupada veya başka yerlerde hillil binlerce insan bu a ldanma tuzağ ı n ı n içindedir. Bi l hassa gençlerin bu tuzağa düş­ mesi çok kolay o l maktadı r. Peki , bu aldanma ned i r ve nerden i leri geliyor? Bunu kı saca şöy­ le ifade edeb i l i riz: Sosyal şartların bozukluğu ve bu bozukluk karşı­ sında aneçık marksizm in , böyle bir sistemin çare olacağı fikri. Ş u ha lde marksizm bir reaksiyondur. Ve her reaksiyon gibi ge­ rekenden fazlas ını getirmiştir . Z i ra reaksiyonun gerekenden fazlası­ n ı geti rmesi bir tabiat kanunudur.


1 32

TÜRKIYENiN BUGÜN K Ü M ESELELERi

Toptan bak ı l ı rsa marksizmin şu beş şeye karşı bir rea ksiyon oJ... duğu görü l ü r : Liberalizm, feodalizm, emperyalizm, siyasi mutlakiyet, d i n ve kil ise otoritesi. Marksist sistemin bütünü içinde, bunlara çevrili ayrı ayrı maddeler olduğu açıkça göze çarpmaktadı r. Ya lnız bunlar arası nda derece farkları bulunduğu da söylenebi l i r. Liberalizm serbest iktisat düzeni demektir. Ferd lyete, ferdi m ü l­ kiyete, şahsi teşebbüse dayanı r. Liberalizme göre herkesin şahsi menfaati umumi menfaati kendi l iğinden doğurur. Serbest d üzen en iyi d üzendir ve bu düzende iktisadi hayat denge halindedir. Bu klasik i ktisat sistemi 1 9. asrın başında sanayi inkilabı ile birleşince ortaya büyük sosyal meseleler çıktı. Şöyle k i : l i k çağlarda ziraat ve a i le ekonomisi vard ı. Teknik yoktu ve istih· sali insan emeği yapard ı . Umum iyetle halkın avam tabakası ve esir­ ler istihsalde çalışırdı. O rta Çağda ekonomiye zenaat ve ticaret de katıldı . lstihsal tekniği i lerledi. Korporasyonlar, meslek teşekkülleri ortaya ç ı ktı. Aile ziraati d ı ş ı ndaki istihsale usta, çı rak -ve kalfa dü­ zeni yerleşti. Usta hakimiyeti gittikçe kuvvetlendi. Buharın makinaye tatbikine kadar ekonomik d üzen böyle devam etti. Buharın makinaye tatbiki 1 8. asrı n sonunda lngi lterede iplik sa­ nayiinde başlad ı , sonra bütün kol lara , bütün Avrupaya yayı larak bü­ yük bir sanayi inkilabı meydana getirdi. Böylece korporasyon rejimi yıkı larak makine ve fabrika ekonomisi devri başladı ve geniş işçi ta­ bakaları ortaya çıktı. 1 9. asrın ilk yarısında sürat le gel işen bu yeni ekonomik düzen liberalizmin içinde, onun hakimiyeti altında idi. Zira devrin ekonomik sistemi liberalizm idi. Liberalizm daha önce devletlerden gümrük kolay l ıkları v.s. te­ min ederek ticari inkilabı geçirmiş; altının, paranın bolluğunu, i h raca­ tı esas alan merkantilizmi idrak ederek ticari kapitalizmi kurmuştu. Arkasından sı nai inkilap gelince bu sefer büyük bir sı nai kapitalizm doğmuş oldu. Zirai sektörden işçi kütleleri sı nai sektöre kaydı, şe­ h i rleşme süratlendi, geniş fabrika siteleri kuruldu . Bu makine rej imi­ nin ilk neticeleri olarak işçi ücretleri düştü. Sermayedarlar fabrikala­ rını kısa zamanda amorti etmek, makineler teknik gelişmede demode olmadan randıman almak ve serbest rekabet endişesi ile kar hadle­ rini yüksek tuttular. Işçi ücretleri sefaJet ücreti seviyesine d üştü. Bir yandan da makineden dolayı açıkta kalan işsizler bunu körükled iler.


T Ü RK IYEN IN B U G Ü N K Ü MESELELERI

1 33

Halbuki fabri kasyon isti h s a l i arttı rıyor, zeng in leşme ve ekonomi büyü­ yord u . Fakat işçi bundan nasi bini almıyor, hatta ters al ıyord u . B u arada işç i geçimini tem in için çalışma süresi n i d e 1 5 - 1 6 saata ka­ dar uzatıyor ve d i n lenemiyor, tatil yapam ıyordu. Aynı zamanda yalnız erkekler de� i l , kadı nlar ve çocuklar d a fabri kalarda çalışıp ezi l iyor­ lard ı . Işte işçinin roman lara konu teşkil edecek kadar ıztı rapl ı o l an bu setalet hayatı karşısında tepkiler başlad ı . Fakat l i beral izm anla­ yış göstermiyord u . Libera l i zm aslı nd a mutlakiyete karşı harekete geç... miş ve devletten i ktisadi serbesti a l m ı ş b i r sistemd i . Ticari imtiyaz­ ları, g ümrük kolayl ıkları yanında, sanayi sahas ı nda d a akit serbesti­ si, mesleki cemiyetler kurma yasa�ı gibi i mtiyazlar ele geçirmişti. Dolayisiyle işçinin gözünün yaşına bakmıyor, onun elini kol u n u bağlı tutmağa çal ışı l ıyord u . Bunun neti cesinde anlaşma ve uzlaşma, i y i l i k v e tekamül y o l u n a gidi lecek yerde mücadele kapıları açı lmış old u . Işçiler menfaalleri için teşki latlanmaya v e birl ikte faaliyet gösterme­ �e yöne l d iler . Send i ka l a r kuruldu ve sermayedar - işçi çekişmesi baş­ l ad ı . öte yandan bu çatışma politika ve fikir sahasına da atladı , ta­ raftarlar buldu. Huzursuzluklar ve buhranlar artt ı. Çareler i lflrl sürül­ d ü, çeşitli tekli lter yapı l d ı . Ortaya ç ı kan çarelerden b i ri devletin mü­ dahalesi i d i. Gerçek ten bu d u r u ma devlet d ah a fazl a seyirci kalamazd ı . E ko­ nomik buhranlar , po l itik tazyi kler, doktrin gel işmeleri devleti işe ka­ rışm aya mecbur ediyord u . N ihayet karıştı ve böylece sosyal siya­ set doğmuş oldu. Devletin bu i ktisadi hayata karışmasına müdaha­ lee i l i k veya devletçilik deni r. Sosyal siyaset ise i ktisadi bakımdan zayıf zümreleri himaye etmek, i ktisadi adaleti sağlayıcı tedbirler al­ m a k demekt i r. (Sosyal siyasetin bu sosyal i ktisat tedbirleri a l mak şek­ l indeki ilk manası sonradan zamanımııda genişleyerek sosyal ve kül­ türel tedbirleri de içine al mıştır.) M üdahalecil i ğ i n b u ilk safhasında mü dahalenin hudutları ve mahiyeti üzeri nde fark l ı te kl ifler ve görüşler mevcuttu. Fakat müşterek fikir kapital izmi değ iştirmek değ i l , sosyal siyasetle takviye ve islah etmekti . Libera l izmin emrindeki sanayi inki labı n ı n doğ u rd u ğ u d u ruma kar­ şı b i r başka tepki de, bu tepki ile 1 9. asrı n i l k yarısında doğmuş bu­ lun a n , sosyal ist fiki rlerden gel iyordu . Sosyalizm bu devrede dağ ı n ı k fikirler hal i nde i d i v e aşağ ı y ukarı n e istediğini bilm iyord u. B u ilk sos... yal istler iktisadi hayatın denge hal inde olmad ı ğ ı n ı , krizierin ve sö­ m ü rmen in mevcut o ld u ğ un u, her şeye rekabet, piyasa, sermaye ve


1 34

TÜRK IYEN IN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

paranın hakim bulunduğunu , bunların kald ırı larak sömürülmeye im­ kan vermiyen, sermayenin ekonom i k g ücü y a n ı nd a emeği de tanıyan, çalışanların hakkını veren yeni bir ekonomi k d üzeni n kuru lması ge­ rektiğini i leri sü rüyorlard ı . Cemiyetin i ki s ı n ıftan, çalışanlar ve çalış­ tıranlardan kurulduğunu, ekonom i k ve siyasi hayatı n d a buna göre d üzenlenmesi gerektiğini i d d i a ediyorlard ı . Fakat yaptı kları değişik tekl ifler makul çareler getirm iyor, mü nevverlerin, teknisyenlerin , iş­ çinin bi rleşmes i, m i l li ate lyeler teşki l i , m ü l kiyeli n genişlet i l mesi , iş­ çinin atelyelerin mül kiyetine katı lması , müdahale yerine i l mi bir kol­ lektivizm kurulması, i şç i n i n makine m ü lk iyetin i paylaşması, buna gö­ re yeni bir ekonomi k d üzene g i d ilmesi, isti hsal vasıtalarının m illi mu­ rakabesi ve bu yolda kanu ni reforml ar yap ı l m ası gibi hayal l çizgi ler­ de dolaşıyordu . Onun için Marks, kend i sitem ine de b i r dereceye kadar yolu açm ış olan bu sosyal istlere hayali sosya l istler dem iştir. Işte marksizm bu noktada sahneye ç ı km ı ş ve işe müdahale ede­ rek kendi teklifini ortaya koymuştur. Buna göre yapılacak şey şid­ detli bir i hti lalle kapitalizmi ortadan kaldı rmakt ır. Normal gelişme de zaten bu yoldadı r. Sosyal siyasetçi müdahalec i l i k de, ekonomi k i sla­ halçı ve refo rmcu hayali sosya l izm de tabii gelişmeyi geciktirir. Tek çare i l mi sosya l izmd i r, i htilalci sosyal izmdi r. Demek ki marksizm 1 9. asrın i ptidai kapita l izminin b i r tepkisi olarak ortaya ç ı km ışt ı r. Libera l izmin aşı rı kardan başka b i r şey dü­ şünmeyen ve ücretle çal ı şan geniş kütleleri ezen istismarcı tutu m u marksizmin doğmasında v e b i l hassa gelişmesinde başlıca a m i l , en büyük a m i l olmuştur denilebil i r. B u a ğ ı r durum Marksa şiddetle tesir etm iş ve onu bir yandan sosya l ist bir ihtilal olm azsa bunun hep böy­ le devam edeceği, b i r yandan da sosyal izmin daha iyi, hatta ideal bir d ünya geti receği aldanışı n ı n içine sürü klem işti r. Marksizm ikinci o larak feodal izme karşı b i r reaksiyondu r . Ger­ çekten o devirde yeni b i r çağ başlam ıştı , fakat Orta Çağı n dere­ beylik sistem i kuvvetle devam ediyord u . Orta Çağda geniş toprakları bir takı m şahıslar ve z üm reler ele geç i rmiş, geniş kütleleri, köylüleri reaya o larak boğaz tokluğuna ve geçim hudutları i çinde ç a l ı ştı rıyor... !ard ı . Bu da insanı isyana sevk edecek b i r d u rumdu. Onun i çi n mark­ sizm buna da karşı çı kıyor, işçiyi sermayedarın istismarından oldu-


TÜ RKIYENIN B U G Ü N K Ü MESELELERI

136

�u gibi köylüyü de toprak ağasının istismarı ndan kurtarmak iddiası nı taşıyordu . Ma rksizm üçüncü olarak em peryal izme karşı bir reaksiyondur. O devi rde çok kuvvetl i b ir em peryal izm hareketi vard ı . B i r çok devlet­ ler m üstem lekeler elde etm işlerd i ve bu sahada yen i yeni gelişmeler ve i l erlemeler b irbirini koval ıyordu. Müstem lekec i l i kte yalnız i nsan­ lar insanları değ i l , m illetler m i l letleri sömü rüyorlard ı . Bu haksızl ı�a da isyan etmemek m ü m kü n de� i l d i . Marksizm bu isyana da sahip çı­ kıyor, bu haksızl ı ğ ı d a kendi sistemi için istismar ediyord u . Marksizm dörd ü ncü ol arak siyasi mutlakiyete karşı b ir reaksi­ yo ndu r. H89 Fransız I htilal i her tarafta siyasi yapıya değişiklikler ge­ ti rm iş, monarşi ler o l igarşiye dön üşerek birer i k işer meşrutiyet idare­ leri kurulmuş, parlamentolar yay ı l maya başl amıştı . Fakat henüz mut­ lakiyat ve onun müesseseleri ve tesi rleri tam ortadan kalkmış değ i l d i . M a rks bunları hazmedem iyor v e devleti b i r zulüm makanizması g i b i g ö rüyordu . O n u n iç in marksizm mutl akiyete v e ayn i zam anda dev­ lete karşı da bir reaksiyon olarak ortaya ç ıkıyord u . Marksizm beşi nci olarak dine v e k i l i se otoritesi ne karşı bir re­ aksiyond u r. Rönesansa ve d inde reform yap ı l m ı ş olmasına rağmen d i n i n ve k ilisenin hala cemiyetler üzerinde büyük b i r nüfuzu vard ı . Marks bunu d a hazmedemiyor ve cemiyeti n yapısı n ı n de�işmesi için b u muhafazakar müessesenin de ortadan kalkmas ı n ı şart görüyord u . O n u n için marksizm b i r d e d ine karşı bi r reaksiyon olarak ortaya çı­ k ıyordu . Işte bütün bu reaksiyonlar Marksın gözünü karartma kt a ve onun aldanan adam d u rumuna d üşmesinde büyük b i r amil olmuştur. Bu yüzden Marks yan l ı ş ve sakat bi r sisteme saplanmış ve l iberali zmde, feoda l izmde, emperyal izmde, mutlakiyette ve dinde vuku b ul acak da­ ha sonraki tekam ül leri tahmin edememişti r. Halbuki i nsan l ı k bu saha­ larda iyi l i k ve isiahat isti kametinde büyük bir tekam ü l göstermiş ve do�ru yo l u bularak, o devi rde ümitsiz gibi görü nen durumu düzalt­ rn e k i m kanını sağlamıştır. Marksizm ise doğmati k b i r sapiantı halin­ de bu inadı nd a hala israr etmektedir. Şimdi bu rada bir soru daha karşı mıza çı kmaktad ı r : Acaba, kendi­ s i bir hata olmakla beraber, bir reaksiyon olarak marksizmin son-


TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

1 36

raki teka.mü lde, 1 9 . asrın bozu k şartları n ı n sonradan düzelti lmesinde bir ro l ü , b i r hizmeti, bir faydası ol mam ı ş m ı d ı r ? Marksizm olmasa 1 9. asrın l ibera l izminden bugünkü sosyal adalet d üzen i ne gel ineb i l i r miyd ı' ?. Marksizm ol masa da, 1 9. asrın i ptidai kapitalizmi bugü nkü mÜ'" teklimil d üzene u laşacak ve sosyal gel işme bugünkü seviyeye vara­ cakt ı , buna şüphe yoktur. Çünkü bu gel işme marksizmin ası l tesi rli olduğu 1 91 7 ihtilal i nden çok önce başlamıştı . Ayn ı zamanda bu ge­ l işme i nsan cemiyetleri nde sürüp g iden ve 1 9. as ı rda ço k kesitleş­ m iş b u l u nan fikri ve insani tekamülün tabii b i r neticesi i d i . Marksi st­ ler de, sosyal istler de, hatta m üdahaleci ler de olmasa insa n l ı k b u tekamüle u laşacakt ı . Bu gel işen medeniyetin normal bir icabı idi. N i­ tekim marksizmin en tesi rsiz olduğu b i r yerde, Amerikada bu inkişaf he r yerden daha sürat l i ve daha fazla ol muştur. H ü lasa bugünkü ne­ tice medeniyelin önüne geçi l mez yü rüyüşünün ve fikri h ayatı n tabii bir marhalesi olmaktan başka bir şey deği l d i r. Ne marksizmin, ne de başka bir reaksiyo n un bu nda esas amil olduğu kab u l edileb i l i r. Ancak, esas olmamakla beraber, bu gelişmede marksist tazyi­ kin de, d iğer reksiyonlarla beraber, bi r ro l ü olduğu d üşünülebilir. B u b il hassa bazı yerlerde d a h a belirli yard ı mcı bi r itici kuvvet halinde görü lmüş olabi l ir. Fakat bu noktada d a m arksizm i n getird i kleri ile götürd ü kleri n i karş ı l aş t ı rmak lazımdır. Bu karş ı l aşt ı rma ise mutlak olarak marksizmin aleyhine bir tablo ortaya çı karır. M a rksizm re­ a ksiyonunun insanlığa hizmeti insan l ı ktan götürd ü klerinin, komünist s istemi n neticelerinin yanı nda b i r hiç kal ı r. Bu bakımdan marksizm , boş, daha doğrusu boşuna b i r reaksiyon olm uştur. Insan l ı ğ ı n tekAmü­ lü ve meden iyetin gel işmesi marksizm ile l üzumsuz bir yara almıştır. Çağdaş medeniyetin onunla ağzın ı n tadı kaçm ıştır . B u insa n l ı k ıçın bir tali hsiz liktir. Marksizm olmasa bugünün mütekftm i l d ü nyası kim bilir ne kadar gü zel o l u rd u ?

I HTILALCILIK 44. Marksizm bugün cihanşüm u l bir teh l i ke o larak bütün insan­ l ı ğ ı n yakasına yapışmışt ı r. Her yerde huzursuzl u k, karı ş ı k l ı k, şiddet, kan ve ihti lal peşinded i r. Bunun için komünizm in ana vata n ı nda her y ı l m i lyarlar tutan paralar ayrı l ı r. Marksist ideoloji üniversiteleri, gö-


TÜ RK IYEN I N B U G Ü N K Ü M ESELELERI

1 37

rü lmemiş, a k ı l almaz casusluk ve ajan okulları k u r u lm uştu r. Iç ve d ı ş po l it i ka tamam iyle b u n a göre ayarl an ı r. üste l i k komünistler b i r de barışçı l ı k iddiasına kalkarlar. Marksizme gö re i htillain i ki safhası vard ı r safhas ı , 2. Sosya list i htilal safhası.

:

1 . Demokratik i hti lal

B u ikili geç iş marksizm i n doğrudan doğruya iş başına gelmesi· nin g üçlüğü ve hatta imkansı z l ı ğ ı d üşüncesine d ayan ı r. Marksizm ön­ ce bir demokrati k geçiş safhası kabu l etm işt i r. Bu safhada proleterya köylü ve küçük b u rj uvazi il e işb i r l i ğ i yaparak mevcut otoriter idareyi d evirir ve burj uva demokrasisi kur ul ur . Otoriter i dare bu hü kümlerin vaz edildiği devirde mutlakiyett i , istibdat idaresi i d i . Sonradan dik­ tatörlü kler, otoriter başlang ı ç demokrasi leri ve normal demokrasiler de b u çerçeveye g i rm iştir. Marksizmin karşısı nda sınıf mücadelele­ rine i m kan vermeyen ve komünizm in gel işmesi n i engeliiyen her idare istibdat idaresidi r. Işte i l k safhada b u idareler yıkı l ı p marksizmi n ge-­ l i şmesine imkan veren demokrasi le r kurulma l ı d ı r. B u safhada müca­ delelerin paro lası hü rriyet, daha çok hürriyettir. Bi rleşi k geniş b i r cephe kurul arak hürriyet v e demokrasi mücadelesi yap ı l ı r. B u i l k saf­ ha başanya u l aşı nca aşı rı h ü rriyetler getiren, hürriyeti tahrip h ü r­ riyetini de içinde taşıyan disipl insiz demokrasi 'ku rulmuş o l u r. B u b u rj uva demokrasisidir. Bundan sonra i kinci safha, daha doğrusu i ki nci safhanın haz ı r l ı­ ğ ı başlar. Bu hazı rl ı k safhasında kurulmuş olan hü rriyetçi demok­ rasi alabildiğine istismar ed i l i r. Ihtilalciler teşki latlan ı r, proleterya teşki latland ı r ı l ı r, işçiye s ı nıf şuuru veri l ir, köylünün toprak derdi alev­ len d i r i l i r, mem u ra, sabit ve d ar geliriilere ve herkese birden serma­ ye ve servet düşman l ı ğ ı aşı lanı r. Hazı r l ı klar tam amlandı ktan, şartlar olgun laşt ı ktan sonra sosyal ist i htilal yapı larak i kinci safha da ger­ çekleştir i l miş o l u r. Böyl e ce i htilal tahakkuk edince marksizmi n i l k hedefine u l aşı l ı r. Bu proleterya d i ktatörlüğü d ür. Demek ki marksizm demokrasiyi daima b i r vasıta olara k kulla nır. B i l h assa kökleşmemiş başlang ı ç demokrasi leri komünizm için mü· kemmel bir yeşerme sahasıd ı r. Fakat marksizm eski demokrasi lerde d e hedefe u l aşmak için gayreti elden bı rakmaz. Bu safhada her yer­ de yaptığı iş, propagandadan gösteri ve ted h işe kadar her çareye sü­ rekli, ı srarlı ve g itti kçe a rtan b i r tempo i le devam ederek huzu rsuz-


138

TÜRK IYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

luk, karı ş ı k l ı k ve bezg i n l i k yaratıp mevcut i dareyi ve düzeni yı prat­ mak ve ü lkeyi i htilalin eşi�ine geti rmektir. Bünyesi sa(l lam olmayan veya tazyi k altında b u l u n d u ru lan demokrasi lerde mem leketi bu nok­ taya getirmek pek g ü ç de olmamaktad ı r. Bu yolda bütü n kışkırtılmış­ lar, hoşnutsuzlar ve m u halefet bi rleşik cephe, m i l li demokratik dev­ rim gibi taktiklerle bi rleşti ri l i r. Bu noktada artık i htilal tatb i k sahası­ na çı karı l ı r. I hti lal u mumiyetle b i r d arbe ve bask ı n şekli nde sahneye konu­ l u r. Bunun için önceden k uvvetli b i r vurucu güç hazırlanır. Bu vurucu güç komünist m i l itan lardan kur ulur. l htilale engel en büyük kuvvet ord u oldu�u için vurucu g ücü haz ı rl arken ordunun içine sızmağa ve o radan bir kısım elemanları ele geçirip k u l lanmağa büyük önem ve­ rilir. Ordu içinde ele geçirilen ve say ı ları her yerde daima mahdut kalan b u çekirdek en müsait sayılan bir anda ha rekete geçirilir. B u n­ ların vazifesi ordunun yüksek kumanda heyetini bertaraf edip önce orduya hakimiyeti ele geçirmektir. Bu yapı l d ı ktan sonra ası l ağırlı­ ğ ı teşkil eden sivi l komü nist m i l itanlar harekete geçiril i r ve b i r anda memleketin bütün k i l it noktaları zapt edilerek devlet büyükleri ve idareciler tasfiye o l u n u r. Akşam eski idaresi ile yatm ış olan m i l let, sabah kalkı nca idarenin e l de�iştirmiş olduğunu görür. Art ı k i ş işten geçmiştir. Yeni idare her an ve her saat kanlı tasfiyeye devam ede­ rek kendisini kökleşt l ri r. Komünist i htilal darbesi nin esas anatomisi budur. Fakat bu ana­ temi her memleketin hususi şartlarına göre her zaman bir takım de­ ğişiklikler de gösterebi l i r. Bu arada darbe içinde darbe hazı rlarrisk da çok itibar edilen bir yoldu r. Bu metoda göre önce memlekette öyle bir huzu rsuz l u k ve anarşi yaratı l ı r ki , ordunun müdahalesi ke­ sin bir zaru ret hal ine gelir ve ordu hüsnüniyetl e harekete geçer. Tam bu s ı rada darbe içindeki darbe sahneye kanarak küçük çekirdek va­ sitasiyle ord u başları temizlenir ve hüsnüniyet harekat ı n ı n kuman­ dası ele a l ı n ı r. Bu arada sivil m i l itaniara önceden hazı rlan m ı ş asker elbisesi ve teçhizat g iydi ri li p kuşand ı rı larak bunlar askeri kuvvetler g ibi ihtilal hedeflerinin üzerine sevk edi l i r ve devlet büyükleri ve mem­ leketin m ü him simaları b i r gecede toplan ı r, temizlenir, idareye el ko­ n u r. Ondan sonra listeleri önceden ç ıkartı lmış bin lerce, yüzbinlerce, milyonlarca vatanperver insan temizlenir. Darbe ve baskın ihti lAli bilhassa son zamanl arda ve marksiz-


TÜ RKIYENIN B U G Ü N K Ü MESELELE RI

1 39

min burj uva demokrasisi dediği rej im lerde çok revaçta d ı r. I kinci o la­ rak bu tip ihtilal d i ktatörlü klerde veya mutlakiyat kal ı ntısı idarelerde tatb i k sahasına konulur. Darbe ve baskına karşı m u afiyeti olan ted� birli memleketlerde bu yola başvurulmaz. Oral ard a i htilal ümitleri sı­ nıf mücadelesine, karı ş ı k l ı k ve anarşiye, sosyal ist reform zorlamaları­ na, marksizmi bir sol partiler koal isyonu vasıtasiyle iş başına ge­ tirme�e. kom ün ist partisini kuvvetlendi rmeye ve muhtemel b i r d ı ş tazyi ke v e desteğe bağ l a n ı r. Marksizmda i k inci b i r i htilal şekl i kuvvetli ve devamlı tahri kler, içine şehir ve k ı r eşkiya l ı ğ ı n ı ve çetecili�ini de alan teşviklerle ve b i r teşkilatın emrinde olarak geniş kütlelerin ayaklanmas ı , işçilerin ve köylülerin sil_aha sar ılarak b u rj uvazi denilen s ı nıfı devi rip i ktidarı ele g eç i rmesidir. Ası l doktrine uyg un i htilal şekli d e budur. Fakat bu i h­ tilal şek l i aşağı yu karı yaln ı z 1 91 7 Rus ihtilalinde ku l l an ı lmışt ı r. Diğer komünist i htilal hareketleri nde tahrik edilen işçi ve köyl ü kitlelerin­ den zaman zaman istifade edilmişt i r. Fakat bunlar ası l i htilal değ i l , d a h a ç o k ihtilal zemini olarak kullanılmıştır. Modern o rduların kuvve­ ti , Rus ihti la l i n i n aldanmış kütlelerinden al ı nan dersler ve işçi i le köy­ lü tabakaları n ı n , halkın sağduyusu, a let olmamaları bu i htilal şeklini i m kansızlaştı rm ıştı r. Da rbe ve kütle ayaklanmaları ihtilal şekilerinin yü rümediği yerde marksizm üçüncü b i r ihtilal şekl i n i yürürlüğe koyar. Bu kardeş kav­ gası, iç harp ihtilal şek l i d i r. Bu art ık zorlama bir ihtilal şekli d i r. Mem­ leket tahrik, tethiş ve çetecilikle başlay ı p d ı ştan beslenen cephele­ re bölünerek bu cepheler birbirine tutuşturu l u r. Marksizmin dördüntü b i r i htilAl şekl i daha vard ı r ki, o da komü­ n ist nüfuzu altına g irmiş peyk veya yarı peyk bölgelerdeki demokra­ tik rejimlerde görü lür. Buralarda demokratik rej i mierin son ve veda devi rleri yaşan ı r. B u sı rada komünist parti ler de ortaya ç ı kmış ve ba­ zan i ktidardaki koalisyonda da yer al m ı şlard ı r. Işte böyle memleket­ lerde komün ist parti diğe r partiler aras ı nd a ve kend i içinde, rejimde ve i ktidard a bir seri sessiz darbeler yapar ve sonunda komünist d i k­ tatörlüğünü kurar. Bu ihtilal şekline sessiz ihtilAl a d ı n ı verebiliriz. Bütün bu ihtilal şekilleri içinde en kolay ı, en ucuzu , en kısası , fakat en teh l i ke l is i ve belki de en kan l ı s ı , memleketi en tedbirsiz ya� kaliyanı darbe ve bask ı n ihtilalidir . B u ihtilal şeklinden bir memleke-


TÜRKIYE N I N B U G Ü N K Ü M ESELELERI

1 40

t i bazan bir tesadüf, bazan bir mu cize, bazan zaman ı nda istihbarat, bazan da komün istlerin hatası ve aceleci l i � i kurtarı r. Darbeyi i dare eden dış merkez yerli komünistlerin başarısız d arbe sonunda ezil me­ lerine, onların hayatiarına fazl a kıymet vermed i � i için, acelecili�i ön­ lemeğe pek önem de vermez. Bu ihtilal şekl inde di�er i ht i l a l şeki l ­ l e rinden de istifade edildi�i gibi, marksizm umum iyetle b u i htilAl şe­ k i l lerinin hepsini b i rden de yürütür ve hangisini söktü rü rse, ona a� ı r­ l ı k verir. Yahut biri o lmazsa d i ğerine yönel i r. Işte başta komü nizme hudut, zayıf veya hassas küçük devletler olmak üzere kademe kademe bütü n hür d ü nya bu m arksist ihtilal şe­ k i l leri nin devaml ı tehdidi altı nda b u l u nmaktad ı r. Hülasa Marksizm dünyan ı n huzurunu kaçı rmışt ı r.

RUSYADAKI ILERLEME 45. Marksizm komün ist ü l kelere de zanned i l d i ğ i gibi bir başarı geti rmemi ştir. Bugün beş süper devletten i kisi komünistt i r : Amerika, A l manya, Japonya, Sovyet R usya, Komü nist Çin. Bunl ardan bil hassa Sovyet Rusya çok kuvvetlenmiştir ve dünyan ı n i kinci nükleer gücüd ü r. Di�er komünist ü l kelerinde de bi r takım başarılar görü l ür. Fakat bü­ tün bunların başka sebepleri vard ı r, keramet komünizmde de�i ldir. Hatta komünist ü l kelerin bir çoğu komünizm olmasa bugün daha yük­ sek b i r seviyede o l u rd u da denileb i l i r. Rusyadaki i lerlemeni n başarısı komünizme ait değ i l d i r. B u ba­ şarın ı n i l k sebebi R usya n ı n batı l ı l aşmay ı , batı nın tekniğ i n i ve mede­ n iyetini daha önce alması d ı r. Rusya kom ünist i htilal i nden önce ağ ı r ve hafif batı l ı sanayii ku rmuşt u. H atta öyle k i Çarl ı k Ru syas ı n ı n son y ı l ındaki istihsal kapasitesinin seviyes i n i komünistler ancak on yı l sonra tuttu rab i lmişler, y ı ktı kları nizanidan a l ı p götürdüklerini ancak 1 928' 1e rde yerine koyabilmişlerd i r. Rusyadaki ilerlemen i n i kinci sebebi geniş ve çeşit l i topraklard ı r. Ukraynan ı n ovaları ve tarlaları, Azarbaycan ı n petrolü, Türkistanın pa­ m u � u , kuzeyin orman ları v.s., müdataada ve harpte de kendisine bü­ y ü k b i r üstü n lük ve sonsuz i m kanlar sağl ayan uçsuz bucaksız top­ rakları, R usya için m ühim b i r hazine değerine u l aştırmaktadı r. Ayrıca


tÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü MESELELI: RI

141

her istikamete açı lan denizleri de onu kapa l ı b i r Ü lke o lmaktan kur-­ tarmaktadı r. Rusyadaki i lerlemeni n üçüncü sebebi kalaba l ı k bi r nüfusa ve geniş iç pazarlara sahip olmasıdı r. Büyük nüfus her zaman yüksek b i r potansiyel demekt i r ve d iğer şartlar da elverişli olunca memleke­ tin kalkı nması . ve kudreti ondan sayısız faydalar sa{! lar. Rusyada k i i lerlemeni n dördü ncü sebebi büyük kültürleri ve onların yetişti rd i ğ i deQerl i i nsan tiplerini e l i ni n altında tutmas ı d ı r. Ora­ da musikisi, edebiyatı , ört ve adetleriyle gelişmiş büyük b i r Rus kü ltürü vard ı r. Orada en büyük beşer kültürleri nden b i r i o l an Türk kül­ türü vardı r. Eski Asya kültürleri vard ı r, Kafkas kü ltürleri vard ı r. Böyle çeşit l i kültürlerin ve çeşitli kavimlerin m i rası üzerine otu rmak Rusya'ya geniş i m kanlar sağlamakta, hayatın her sahası nd a olduQu gibi spor alanınd a bile Rusya bundan büyük faydalar tem i n etmektedir. Rusyadaki i lerlemenin beşinci sebebi eQ itimdeki gelişmedir. Rus­ yada eQ itim modern leşmiş ve tekni kleşmiştir. Eğiti m i n modernleşme­ si ve temel lenmesi, batı seviyesindeki eğ itim müesseseleri daha i h­ ti lalden önce gerçekleşmişti. Komünistler de eğitim i yayg ı n laştırdı­ lar ve tekn i kleşti rd i ler. Komünistlerin Rusya n ı n başarısına başlıca kat­ kısı da belki budur:. Fakat komünizm ol masa bu yayg ı n laşma ve tekni k­ leşma olmazd ı d iye d üşünrneğe i m kan yokt u r. Her i lerleyen Avrupa memleketi gibi tabii Rusyada d a eğitim gel işmesi o l acaktı. Rusyadaki i lerlemenin al t ıncı sebebi b i r kaç ası rd ı r geniş bi r müs­ tem lekec i l i ğ i devam etti rmes i d i r. Komünistler i n b u husustaki katkısı m üstemlekec i l i ğ i yeni bir şı rınga i le, marksizmle yeni lemeleri, mo­ dernleşti rmeleri, bu antiemperyal i st çağda da bu i şi devam ettirme­ n i n yo l u n u bulmuş olmaları d ı r. M i l letler yoktur, halklar, s ı n ıflar var­ d ı r, p roleterya vard ı r, bütün dünya işçileri b i rd i r, kardeştir iddialan i le komünistler bugün büyük ve sömürücü bir Rus i mparatorluğunu ayakta tutmaktadı rlar. Rusyadaki i lerlemeni n yed inci sebebi mecburi çalışma do l ayısiy.. le muazzam b ir iş g ücü elde etmesid i r. Bunda kom ünizmin payı nın tam v e mutlak olduQu açı kt ı r . Ancak i lerleyen her sanayi mem leke­ tinde, hem de gönüllü olarak, yü ksek iş gücü elde edil i r ve atı l güç b u l u nmaz . Komün izm de Rusya'ya zorla bunu tem i n etmişti r.


1 42

TURK IVEN IN B U G Ü N K Ü MESELELERI

Rusyad aki i lerlemenin sekizinci sebebi devleti n israrl ı m i l li si­ yaseti ve asırlardan beri değişmez hedefler g ütmesi d i r. Çarl ı k idare­ si de komünistler de bu hususta m ü kemmel ve müşterek bir azim ve sebat gösterm işlerd i r. Rusyadaki başa r ı n ı n ni hayet dokuzuncu sebebi devletin adeta b i r g i zl i servis uyan ı k l ı ğ ı içinde b u l unmas ı d ı r. Bu esas itibariyle mark­ sizmden gelmektedi r. B i r komünist y i rm i dört saat komü nisttir, ko­ m ünizmin emrinded ir. Komünizmde rehavetin, kend i n i bı rakmanı n , iyi­ l i kten medet ummanı n , etrafa g üvenmenin, ihmalin ve i nsafı n yeri yok­ tur. Onun için komünizm daima teşebbüsü elde bulund u ru r, hadise­ lerin g erisine düşmez , fı rsatç ı l ı kta emsalsizdi r, iyiliğe g öre değ il kötü­ l üğe göre ayarl ı d ı r. Sovyet R usya bu yüzden büyük kazanç l ar sağla­ maktad ı r. Bunl ardan, Rusyan ı n bugünkü kudretini bul mas ı nda büyü k ro lü ol an üçünü burada bi lhassa zi kretmel iyiz. Bunlardan biri Rusyan ı n i kinci Dü nya Harbinde elde ettiği kazaç­ t ı r. Rusya k u rnaz politi kasiyle m üttefikleri adeta uyı.itmuş ve Iki nci Dünya Harbinin neticelerini kendi leh i ne m ü kemmel bir şekilde istis­ mar etm iş, arslan pay ı n ı kend isi alarak bu harpten tek kazançlı dev­ let halinde çı kmayı büyük b i r usta l ı k l a başarmışt ı r. öyle ki müttefik­ leri, kazançl ı ç ı kmad ı kları gibi, elde kalanı da kaybetmemek için ye­ ni ve devam lı gayretlerle başbaşa kalmak zorunda b ı ra k ı l m ışlard ı r. Komünizmin Avrupan ı n batısına kadar sokulan bugünkü çizgisi, bu ba­ şarı l ı tertibin gafletle uyan ı k l ı k arasındaki bir fıbidesi gibi yü kselmek... ted i r. Ikinci büyük kazanç çok kısa zamanda Amerikadan atomun sırrı­ n ı n çalınmasıd ı r . B u casus l u k hadisesi Rusyaya büyük b i r sıçrama temi n etmiş, tarihi kader terazisinde komü n izmin kefesini b i rden bek­ lenmed i k b i r ağırlığa ve dengeye kavuşturm uştu r. Böylece I k i nci Dün­ ya Harbinden sonra h ü r d ü nyanı n el inde kalmış bul unan tek koz da ortadan kalkm ış ve Rusya süratle atom sanayi ini kurarak kudretli b ir nükleer devlet haline gelm işt i r. üçüncü büyük kazanç Rusların Alman V1 ve V2'1eri i l e bu saha­ da çalışan bir kısım bilgin leri ele geçirmeleridir. Almanyanı n taksim planına göre V1 , V2 fabrikaları, k u l lanı l mamış füzelerle beraber Rus­ ların e l ine geçmiş ve bugünkü füze ve feze çağ ı n ı n anahtariarına Sov­ yet Rusya zahmets iz b i r şeki lde sahip ol arak uzay yo lunda Amerika


TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü MESELELERI

143

i l e yarışa ç ı kabilmiş ve başlangıçta yarışı önde götürerek uzaya i l k i nsan gönderen devlet olmak başarısına u laşm ı ştır. -

Esasen komün ist Rus kal kınması Ikinci Dünya Harbine kadar bir d u rgunluk devresi yaşamış, b i l hassa bu harpten sonra birdenbi re pat­ lamışt ı r. Bu da d i kkati çekici d i r. Görü l üyor ki Rusyan ın i lerlemesinde bir çok başka sebepler var­ d ı r ve bu başarıda esas pay komünizme ait de!)il d i r. Bunda komüniz­ m i n de b i r payı yok de!) i l d i r. Fakat bu pay komünist olmayan bir i dare ta rafı ndan da gerçekleşt i ri l mesi ve kat ı l ması tabii o l an b i r hisseden iba rettir. Hatta böyle bir idare, mevcut potansiyel i çinde, Rusyayı da­ ha i leri b i r seviyeye u l aştı rab i l i rd i , marksizm Rusya'ya destek de!) i l , köstek ol muştur diyenler de vardı r. Gön ü l l ü v e insani hedefli bir kal­ kınmanın, zoraki ve maksat lı bir i lerlemeden daha iyi netice verece­ ğini düşününce, insan bu iddiaya arnniyetle hak verebi l ir. Gerçekten Rusyad.aki gelişme kom ünizmin bir başarısı değ i l , tabii b i r gelişme, marksizm tarafı ndan yol u başka i stikamete saptı r ı l m ı ş tabii bir gel iş­ me manzarası arzetmektedir. Bu noktada Rusyadaki gel işmenin kareklerine de bakmak fayda l ı olacaktı r. Komünist Rusyada elde edilen has ı l a şu üç d ilime bölün­ mekledi r : 1 . Gösteriş li büyük çapta işlere , kuvvete ve propagandaya, 2. Bütün dış d ünyayı kapl ıyan yer altı ve yer üstü faal iyetlerine, 3. Hal­ kın geçimi ne. Gösterişli büyük işlerin başında uzay çalışmaları gelir. Rusya bu sahada göz a l ı c ı başarılar sağ layarak dü nyada komünizm lehine b i r par. : k yaratmak peşindedi r . Atom çalışmalarından şehi rlerde yapı lan dev eseriere ve resimlere kad a r daha bi r çok şeyde bu gösteriş dü .. şü ncesi ve maksadr yer a l ı r. B i rinci d i l i m içinde yer alan masrafların büyük b i r kısmı da askeri kuvvetiere ayrılmaktad ı r. R usya ya lnız kendisinin ve komünizm in ya­ rattığı siyasi huz ursuz l u k dolayısiyle nükleer kuvvetl i büyük b ir aske­ ri gücü ayakta tutmakta ve gel işti rmekted i r. Böylece askeri ve siyasi baskılar ma ksad iyle, i ktisadi kalkınma aleyhi ne m i lyarlar heder edil­ mektedi r.


1 44

TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü MESELELERI

Birinci d i l i m içindeki b ir masraf kapısı da kom ünizmi ayakta tut­ mak için yapı lan bitmez tükenmez iç ve d ı ş propagandad ı r. Rusya bu­ na o kadar önem verir, komünizm buna o kadar muhtaçt ı r ki mesela halkı oyalamak için sanat faal iyetlerine çok geniş bir yer veri l i r ve sa­ natkarl a r partici lerle beraber bu s ı n ı fs ı z cemiyette çok imtiyazl ı bir yeni sınıf meydana geti rirler. M i l li has ıla nın ikinci d i l i m i komünizmin yay ı l ması na, d ı şarıdaki yer altı ve yer üstü faa l iyetlerine ve propagandalarına ayrı lmışt ı r. Bu da her yıl mi lyarları beraberinde götürür. M i l li has ıla nın üçüncü d i l i mi de halkın geçim ine ayrı l ı r. Fakat diğer i ki d i l ime ayrı lan, i nsani ve iktisadi bakımdan beyhude mi lyar­ lar, halkın yaşamasına ayrı lan d i l i m i , pek tabii, yetersiz hale geti rmek­ ted i r. Neticede halka ancak i ptidai beslenmeye dayanan yavan b i r bo­ ğaz tokluğu ka lmaktad ı r ve insan lar orada e l l i y ı l d ı r s ı ca k ekmeğe bile hasret hale gelmiştir . Tabii, kendi içinde de sı n ıfiara ayrı lmış bu­ l unan particiler s ı n ıfı , komünist idareci ler bu kıt kanaat geçim şart­ larının çok üstünde b ir bol l uk hayatı yaşarlar. Böylece Rusyada d iğer ka lkınmış memleketlerden fark l ı ters bir i l erleme modeli ortaya çı kmaktad ır. Bu modelde kalkı nma tabana i n­ memekte, fakat devlet kuvvetlenmektedir. Halbuki kalkınmanın hede­ fi ve ölçüsü normal olarak i nsan ve insanı n saadetid ir. N i metlerini far­ de layikiyle, umumi gel işme nisbetinde aksettirmeyen b i r kalkınma hakiki bir kalkı nma değ i l d i r. Onun için Rusyadaki gel işme kalkı nma değ i l , i lerlemed i r d iyeb i l i riz. Rusya kendisi kuvvet l i , fakat halkı fakir ve çaresiz b i r devlettir. öte yandan Rusyadaki malların kalitesi de bu kalkınma modeline uygu n bir seviyeded ir. Iyi cins mal yerine kaba ve vasıfs ı z s ı ra ma... m u l leri hakimdir. Ayn i zamanda halkın tekn i k seviyesi de modern teknolojinin getirdiği medeni seviyenin çok altındad ı r, basittir, ipti.. daid i r, ince l i k , zarafet ve kıvraklı ktan uzaktı r. H ü lfısa Rusyadaki kalkınma halka inmemiş, aşağ ıdan yu karıya yü kselmeyen, dengesiz, büyü k değ i l i ri, kof b i r kalkı nmadan ibarettir. Cemiyet olarak bir gelişmeden çok, devlet o larak bir sı çrama ve i ri­ leşme ifade etmektedir. Onun için bunu b i r kalkınma olarak değ i l , bir


TU RKIVEN iN B U G Ü N K Ü M ESELELER I

1 45

i lerleme ol arak bel i rtmek, hakiki dengeli ka lkı nmadan farkını göster­ mek bakım ı ndan her halde isabetli b i r değerlend irmedi r. Di ğer komün ist ü l kelere geli nce, Çin'de henüz kalabalı k nüfusa dayanan b ir büyü k devlet olm aktan ötede b ir şey yoktu r . Avrupada­ ki peyklerde ise yeni kalkı nmalar ye rine eski kal kınmaların gerileme­ leri, fakirleşmeler ve bedbaht l ı klar mevcuttur . Demek l<i komün izm in kalkınma getirdiği yolundaki iddialar da bir masaldan, maksattı b ir propagandadan başka b ir şey değ ildir. Komü­ nizm Rusyaya da hay ı r getirmemiştir. Dem i r perdenin, kapal ı hud ut­ ların, seyahat hü rriyetleri nin kısılm ası n ı n , hür dünyaya karşı aç ı k bir meydan o k u m a yerine yer altına kaymanın, pol is rej i minin, serbest seçimlere tahammül edememenin, kendinden emin ol mamanı n başlıca sebepleri nden biri de esasen ekono m i k kalkınma sahas ı ndaki bu başa­ rısızl ı ktır. Marksizm d ı şarıda d ü nyanın huzurunu kaç ı r ı rkan içeride de ü l kelere ve onun insaniarına saadet ve refah geti rmem iş, bahtiyar­ l ı kları ve mut l u l u kları a l ı p götürmüştür. Ayrıca Rusya göründüğü, zan­ ned i ldiği ve gösterildiği kadar kuvvetli de değildir. Onu gözde faz la b üyütmemek lazımd ı r.

KOMÜNIZMIN GELIŞMESININ SEBEPLERI 46. Bütün bu yukarıdan beri sı ralananlara rağmen, komünizmin büyük b i r inkişaf kaydettiği de m uhakkaktı r. Komünizm ilk ihti lalden sonra e l l i sene içinde her tarafa yay ı l m ış, bir kısım ü l keleri hü kmü al­ tına aldığı gibi, dünyan ı n dört bucağ ı na da kök salm ıştı r. Bu durumda akla şu soru gelebi l ir : Mademki komün izm sakat bir sistemdir, neden bu kadar gelişmiş ve yay ıl m ıştır? Bunun sebepleri ni şöy le s ı ralayabi­ l iriz :

B i rinci sebep fı rsatç ı l ı k ve ku rnaz l ı ktır. Insanların ve cemiyette­ rin zay ı f tarafı nı arayıp b u l mak ve onu istismar etmek komünizm in mesleğ idir. Insanı midesinden avl ar, sahte adalet ve yanl ı ş hak duy­ g u su ndan avlar. Zeng ini n mal ı n ı n faki re veri leceği havası n ı yaratır, m a l ı n bölüşüleceği i ntibaın ı uyan d ı rı r. Halbuki komünizmde mal bö­ lüşü lmez, zenginin malı devlete i ntikal eder, fak i r yine fakir kal ı r . Fa­ kat komünizm insanın gafletini, safl ı ğ ı n ı , tembe l l i ğ i n i , kıskançl ı ğ ı n ı , kafa gel işmemişliğini, çaresizl iğini , hainliğini, menfi l i ğ i n i , haksızlığa


1 46

TÜRKIYENiN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

u{Jramışl ı{Jını, yorg u nlu{Junu , düşüncesizli{Jini, kültürsüzlü{Jünü, şahsi­ yetsizli{Jini, soysuzlu{Junu, bu g ibi şeylerini istismar etmekte ve bu gibi şeyleri olan insanları kandı rmakta büyük bir g ayret ve meharet gösterir. M i l li ve m i l letler arası kon u larda ele geçen her imkanı kul­ lanmakta emsalsiz b i r fı rsatç ı l ı kl a öne atı l ı r. Komünizm aklın, iyinin, g üzelin, do{Jrunun, sağduyunun, tabiinin peşinde değ il, şerrin peşinde­ d i r. Şerrin hakka galebe çalacağı i nancına daya n ı r. Insanı tatbikatiy­ le kandı ramazsa teorisi ile kandırma{Ja, teorisi ile sürük leyemezse ey­ lemiyle sürüklerneğe çalışır. Fikri h i le ve fiili zorbal ı k onun i k i l i teme­ lidir. Yer yüzündeki nüfusun çokluğu, malın azlı ğ ı resl itesini yakala­ mış, bunun istismarın ı n cezbesine kapılmışt ı r. Insanları tek buutta, maddede ve i ktisatta birleştirerek işçiler, çalışanlar, h a l klar slogan­ ları ile adeta dünyada tek bir ırk, tek bir kavim, tek b i r m i llet , tek bir cemiyet yaratma alemşümullüğü ve beynelmilelci l i ğ i peşindedir. M i­ deye ve emeğe yaslanarak bir ü lkeye, bir kavme deği l/ her yere ve herkese hitap eden bir doktrin olma iddias ı n ı ele geçirm iştir. Kısaca söylemek lazını gelirse komünizm insan l ı ğ ı n açıklarını kollayan, ya­ kalayan, istismar eden dev bir kurnaz l ı kt ı r. I nsan l ı k da maalesef dai­ ma açı k vermektedir. I kinci sebep teşkilatt ı r, teŞki latl ı l ı ktır. Komünizm şerrin teşkilAt­ l anmasıd ı r denilebil i r. H i ç bir yerde, hatta komünizmin vatanında bile komünistler büyü k bir yekOn tutmaz, daima küçük bir ekalliyet teşkil ederler. Fakat komün izm teşkilat demektir. Bu ekall iyet teşkilatlanı r ve b u sayede olduğundan çok büyük bir kuvvet haline g e l i r. Yer üs­ tünde dernekler, sendikalar, partiler şeklinde teşki lfıtlan ı r, yer altın­ da d a gizli teşkilAtlar kurarlar. Legal çalışmayla katiyen yetinmezler, i l legel faaliyeti esas a l ırlar. Komün ist teşki lAtın karakteri de umumi­ yetle hücre esası üzerine kurulmuş olmas ı d ı r. Böylece komünizm te­ siri fazla, fakat yakalanması güç b i r mekanizmanın içine oturmuştur. Komü n izmin ruhu bu teşkilfıttı r. Komünizm her yerde mu hakkak bir teşki lAtın eserid i r. Onun için kom ünistler teşkilata çok önem verirler, a{Jızlarından örg üt sözü d üşmez. Kendiliğinden komünizm, teşki latsız komünizm dünyada yoktur. Ayni zamanda müstak i l komünist de o l­ maz; her komünist b i r aja n demektir. Komünist teşki latın b i r karak� teri de gizli olması d ı r. Açı k parti leri, legal m üesseseleri de olsa esas komünist teşkilAt daima yer altındad ı r, i llegaldir. Kom ü nist teşkilatı dünya tarihinin görd ü ğ ü en m üthiş teşkilatt ı r. Komünist teşkilatlan­ manın başka b i r cephesi de kurulu diğer teşekkül lerin, derneklerin, sendikaların, partilerin içine sızılarak ele geçirilmesidir. Teşkilatın


TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

147

önem ini çok iyi bi len komünistler bu ele geçi rme yolunda da büyük gayretler sarfederler . üçüncü sebep kuvvetli merkeziyetçiliktir. Komünizmde ferd iyet ve fert yoktur, insan ı n bağ l ı olduğu ve içinde eridiği teşki lat ve o teşkila­ tın iplerini elinde tutan merkez vard ı r, Merkezin otoritesi mutlakt ı r. Her şey merkezden düzenlenir, merkezin emirleri ve fikirleri münaka­ şasız kabul ve tatbik ed i l i r. Komünizmde me rkezin ve teşki lAtın dı­ şında düşünmek, müstakil düşünmek yasaktır. Bir komünistin vazife­ si düşünmek değ i l , eylemdir. Me rkez ne derse doğru olan odur. Bu mutlak otorite komünistler a rasında büyük bir disi plin sağ layarak he­ defe doğ ru ileriemeği çok kolaylaşt ı r ı r. Bu merkeziyet yalnız fertler için değ i l , komünist ü l keler ve devletler için de tabii aynen carl d i r. Dördüncü sebep müsbet i l m i n ve tekniğin gel işmesi ve harp­ ler dolayısiyle bütün dünyaya materyalist telakki lerin hakim o lma­ s ı d ı r. Maddenin ön plana geçmesi her yerde kom ünizmin ekmeğine yağ sürmüştür. Komünizm kendi tesiri ve tatbikatiyle dünyadaki bu temayü lü kolaylı kla bi rleşti rmektedi r. Beşinci ve en büyük sebep kom ünizmin, modern emperyalizmin emrine girmiş olmas ı d ı r. Gerçekten komünizm Marksın tahayyü l ettiği gibi esas ve gaye değ i l , bugün emperyalizmin bir vasıtası, b i r silahı, bir kalkanı, bir paravanası , bir maskesi du rumundad ı r. Rusyada Rus m i l l iyetç i l iğinin, Rus kültürünün, Rus emperyalizminin, panislavizm l n ; Çinde Ç i n mil liyetçi liğ inin v e emperyalizminin bir aıetid i r. önce Tito­ nun , sonra Çinin komünizm merkeziyetine baş kal d ı rmış olmasının sebebi de budur . Bu yeni emperyal izm komünizmden, komünizm de bu emperyalizmden çok büyük bir güç almaktad ı r. Komünizm! dü nya­ ya yayan başlıca kudret de, marifet de bu emperya lizmin yer yüzünü kaplamış bu lunan komünist ajan faal iyetid i r. Diğer dört sebebi de bu faal iyet içine a l ı r. Dü nyadaki huzursuzlukların kaynağ ı , tek soru mlu­ su hep bu faal iyettir. Komünizmin kuvveti kendisinde deği l, bu faali­ yettedir.

KomUnizme karşı tedbirler

Görü lüyor ki, neresinden ba k ı l ı rsa bakı lsın, kom ünizm in tutar ta-


TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü MESELELERI

1 48

rafı yoktur. Komünizm bir fazilet, bir kurtarıcı, bir tekamül, insanl ı ğ ı n derdine b i r çare değ i l dir. B ilakis o , insan l ı ğ ı n karşısına ç ı kan en bü­ yük tuzak, b ütün insanlığ ı tehdit eden sosyal bir zehirdir. Bu zeh i rin üç panzehiri vardı r : a - kuvvet, b - milli kültür, c ... i kti­ sadi refah.

A - K u v v e t

Komünizm, gerek teorisi gerek tatbi katı icabı ve neticesi olarak, ferdi, sosya l, milli ve m i lletler arası hiç bir manevi ve a hiliki kayıt ta­ n ımaz. Komünizm yalnız kuvvete itibar eder, yalnız kuvvetten anlar. Stali ne pa pa nın nüfuz ve kudreti nden bahsettikleri zaman u Kaç tüme­ ni var ? ıı demişti. Kennedy Kruşçef ile müzakereye otu rduğu zaman u Harp m i ? hemen yar ı n ! ıı deyince Ruslar derhal h izaya gelmişlerd i . Komünizm kuvvetli olduğu anda v e yerde taaruza geçer : Macaristanda ve Çekoslovakyada olduğu g i b i . Içte hürriyet ve demokrasi taraftar­ l ı kları , dışta barış ve birlikte yaşama prensibini kabu l eder görünme­ leri hep b irer aldatm�cadan ibarettir . lranda, Berlinde, Korede, Küba­ da, Vietnamda yalnız kuvvete boyun eğm işlerdi r. Içte de böyledi r, yal­ nız kuvvet onları durdurur . Onun için komünistlerin karşısında daima kuvvetli olmak, onların anladı ğ ı tek d ilden konuşmak lazım d ı r. Komü­ nizmi durdu rmanı n , sıçratmaman ın, gelişmesini önlemenin, bastırma­ n ı n ve söndürmenin tek emin yolu kuvvetl i olmaktır. Hem de ondan daha kuvvetli olmak; sert, acı ve kahredici m utlak bir kuvvete sahip olmak. Komünizm yalnız bundan y ı lar. Komünizm ile mücadelede zaa­ fın, tavizin, çekingenliğin, korkaklığın, kararsız l ı ğ ı n , idarei maslaha­ tın yeri yoktur. Kom ünizm karşısında şu beş kuvvet unsuru vardır :

1. Poll•

Komünizm tehlikesi n i ön leyecek kuvvetin i l k u nsuru pol istir. Polis hem kadro, hem güç bakı m ı ndan memleketin normal asayişinin ve adi suçları n ı n gerektirdi{Jinden çok kuvvetli olmalıdı r. Komünizm kurulu nizarnı y ı kmak peşinde olduğu için ağ ı r bir insanl ı k suçu işle­ rneğe ve asayişi bozmağa her an hazırd ı r. Karakteri icabı , daima po­ nsle karşı karşıya gelir ve onu b i r numaralı engel olarak görür. Onun


TÜR K IYEN IN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

1 49

için polisi yı pratmayı , gözden d üşürmeyi, tesi rsiz h�le geti rmeyi i l k iş tel�kki ederek bu enge l i ortadan kald ı rma!)a çal ı ş ı r. Polis il e çar· p ı ş ı r, polisi za lim gösterir, polisi tahkir eder, pol i s ile alay eder, po­ l i s a leyh i nde propaganda yapar, polis de!) i l asker gelsin der, polise yard ı m a gelen askeri kasden al kışlar, subayı n ı kasıtlı olarak omuzla­ ra a l ı r, vel has ı l polisin itibarını düşü rmek ve onu kend i faal iyet ve suçları için tesirsiz hale geti rmek için her şeyi yapar. Bu sebeple komünizm karşısında polisi itibarlı ve kuvvetli tutmak i l k şarttır. Komünistterin pol i s düşma n l ı ğ ı tabii el attı kları memleket y ı k ı lı n· caya kadar sürer . Ondan sonra kom ünist rej im k u ru l u nca kendi pol is· leri baş tacı ed i l i r. Halk da, ordu da, subay da polis vasıtası il e kontrol altına a l ı n ı r . Zira her komü nist devlet bir polis devletid i r. Bunu düşü­ nerek bir memlekette komünistlerin po_l is karşısı ndaki tutumunu iyi­ ce hesap edip, ona Alet olmaktan sakınmak l�zı m d ı r. Unutmamak ge­ rektir ki po l isi tesirsiz hale gelmiş ve zayıflamış bir memleketin da­ yanma gücü vahim ölçüde felce u ğ ramış demektir. Komünizmi önle­ menin en vaz geç i lmez şartı kuvvet l i b ir pol istir. Polis kom ünistlerin korkusu olmaktan hiç bir zaman ç ı karılmam alı ve polisin k u d reti her zaman komünistleri zararsız hale geti recek bir seviyede tutu lmal ı d ı r. Tabii burada polis derken bütün emniyet ve asayiş kuvvetlerini, bu ara­ da jandarmayı da bu çerçeve içi nde düşünüyoruz.

2. Istihbarat .

Komünizmi ön leyecek kuvvetin i kinci ve çok mühim unsu­ ru istihbarat teşki latı d ı r. Komünistler mukabil olarak, kendi tabi r­ leriyle, b i r devrimci istihbarat teşki latı kurarlar. Oku lda, fabri kada, her y Nde bütün komün istler bu isti hbarata bilgi toplar, gerekl i tedbi rleri a l ı rlar. Böylece komün ist faal iyet büsbütün teh l i ke l i bir hale geli r. Iş­ te bunu da göz önünde b u lunduru ra k bir mem leketin milli istihbarat teşk i l�tı çok geniş, çok kuvvetl i ve çok tesi rli b i r halde tutu l ma l ı d ı r. öyle ki bütün kom ünist faa l iyetlerin ve komün istterin nabzı b u teş­ kilatı n avucunda almal ı d ı r . Darbe ve baskın ihtilal leri , her türlü ted· hiş ve halk isyanı haz ır l ı kları, her türlü komünist ve yıkıcı tertip ve faaliyetleri ve propagandaları, yer altı ve yer üstü çalışmaları zama­ n ı nda tesbit ed i lmeli , tedbi rleri gösteri l meli ve ön lenmel idir. Kom ü· r. istleri acze ve üm itsizliğe düşürecek ve bunu hep böyle devam etti-


TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü MESELELERI

1 50

recek bir istihbarat teşki l�tı bir memleket için hava ve su kadar l ü,_ zumlu ve zarurid i r.

3. Idare

Komünizmi önleyici kuvvetin üçüncü unsuru idaredir. Idare­ ciler yürekli, teredd ütten uzak, teşebbüs kabiliyeti y ü ksek, azimli ve iradeli, komünizm karşısı nda kesin kararlı ve uyanı k olmalıdır. Za­ yıf idare ve idare adamı n ı komünistler büyük b i r fı rsat telakki ederler. Hadiseleri bekleyen, seyi rci ve arkadan g iden idare adamı yerine ha­ d iselerin üzerine yü rüyen idare adamı tipi komünizmin şansını çok azaltır. Komünizm gevşek ve sarsak bir idare karşısında büyür, demir g i bi bir idare karşısında küçülür.

4. Adiiye

Komünizmi önleyecek kuvvetin dördüncü unsuru adi iyed i r Komünizmin gelişmesine büyük bir engel de adliyedi r. O n u n için komünistler suç delillerini ortada bırakmamak, şahitlere. mani olmak, yalancı şahit kul lanmak, kalabalık bir avukat kütlesini seferber etmek, suçu örtbas edecek b i l irkişilerden faydalanmak ve hatta hakimleri tazyik ve tehdit karşısı nda b ı rakmak gibi her türlü yola büyük bir us­ talıkla baş vurarak mahkemeleri tesirsiz k ı l ma{la çok önem verir­ ler. Bu sebeple kuvvetli bir adi iye komü nizme karşı koyabilmek için hayati bir zarurettir. Her komünizm suçunu mahkemenin titizlikle ce­ vaplandırması, bu hastalık karşısı nda memleketin b ü nyesini tahmin ed ilmiyecek kadar kuvvetlendirir.

s. Ordu

Komünizmi önleyecek kuvvetin beşinci ve en m ü him unsu­ ru ordudur. Ordu her memlekette m i l liyetçi ve vatanperverdir. Bu . ordunun tabiati, karakteri ve hikmet-i vücududur. Bu yüzden büyük ve köklü milli ordular her yerde komünizmin karşısına d i kilen en büyük


TÜRKIYEN IN B U G Ü N K Ü MESELELERI

1 51

engeldir. Ordu hem d ıştan gelen d üşman niyetlerini ve komünist taz­ yikini durdurur, yurdu ve m i ll eti koru r, hem de içerde komü nist geliş­ mesinin önüne bir kaya gibi dikil ir. Bu yüzden komü nistler m i lli ordu­ lara düşmandırlar ve cı halk ordusun d iye başka bir ordu mefhumu ya­ ratmağa ve suyu bulandı rmağa çalışı rlar. ı<omü nizmi bugünkü hudut­ ları nda tutan tek kuvvet ordulard ı r. Eğer h ü r dü nyan ı n kuvvetli ordu­ ları o lmasa bugün bütün d ünya baştan başa kom ü nist olurd u. Ordunun komünizm karşısında önemi o kadar büyüktür k i yalnız bizzat müda­ halesi değ il , tutumunu belli etmesi , sadece b i r tav ı r alması b i le ko­ m ünizmin bir memleketteki kaderine, gelişmesine veya gelişmem� sine tesir eder. Onun için ordunun memleket içindeki komünist faali­ yetlere seyirc i kalmaması , bu gelişmelere karşı daima yumruğunu koyması gerekir. B u hareket, yalnız davet ed ildiği zaman normal em­ n iyet kuvvetlerinin yard ım ına koşmak şeklinde veya çok teh l i keli an­ larda değil, daimt b i r m üdahale şeklinde olmalı d ı r. Her ordu komü­ niz.mle daimi b i r harp halindedir. Bu sebeple bir an bile onun yakası­ nı b ı rakamaz, b ı rakmama l ı d ı r. Böyle olursa komü n izm in başarı şansı çok düşer. Bilhassa hassas bölgelerde komünizmle mücadeleyi m u­ h akkak ordunun kontrolüne vermek lazı mdır. O rdunun komünizm kar­ şısındaki k ı rı cı ve ezici gücünden müstağni kalmak, hele komünist kamp ı n hudutlarında, affedilmez bir hata olur. Işte bu beş devlet gücü -polis, istihbarat, idare, adi iye ve ordu­ komü n izmin nefesi n i kesecek kuvvetlerdir . Hele bu kuvvetler el ele verir ve ahenk içinde olurlarsa, komünizm i n gelişme şansı tamamiyle sıfıra i ner. Çünkü komünizm kendi kudreti ve kerameti ile deği l . onu karşı layacak kuvvetlerin zaafı yüzünden serpil i p dal budak salar.

B - M i l l i

k ü l t ü r

Komünizm hastalığ ına karşı en iyi koruyu cu, m i lli kültürdür. Milli kül tü r bünyenin sağlamlı ğ ı n ı temi n eder. Ç ü nkü m i l li kültür komüni7m i n y ı kmak istediği m üesseseleri ve değerleri ayakta tutar. Aynı za­ mand a i nsanı şahsiyetl i ve haysiyetli yaparak komünizm için gerekli olan robot ve sürü tipinin teşekkülüne engel olur. Değerler yıkılmad ı k­ ça ve sürü tipi insan teşekkül etmedikçe kom ü n izmin cemiyete nü­ fuz etmesine imk�n yoktur.


TÜRK IYEN I N B U G Ü N K Ü MESELELERI

1 52

Komünizm, k ültür değerlerini iki maksatla y ı kmak ister: Bir o de­ ğerlerin yerine kend i değerlerini koymak için, b i r de o değerlerle bağ­ lanmış ve kurulmuş olan milli birlik ve beraberliği çözmek için. Bu­ nun neticesinde sosyal yapı ve m i l li birlik bozu lur ve cemiyet sürü tiplerin i n meydana g eti rdi ğ i b i r y ı ğ ı n haline geli r. Böyle bir y ı ğ ı n ı ve bu yığı ndaki insanları d a komünizm kolay l ı kla avucunun içine alır. Va-­ tanperverli kt.en, milli b i r l i k ruhundan, manevi değerlerden soyu nmuş i nsan ve cemiyet komünizmin en verimli tarlas ı d ı r. Onun için kom ünistler her yerde önce m i lli kü ltürü tahrip i le işe başlarlar. Dili tahrip ederler, edebiyatı , tiyatroyu, şiiri , romanı tahrip ederler, sanatı tahrip ederler, musikiyi tahrip ederler, afyon sayd ı k­ ları d i n i tahrip ederler, tarih i tahrip ederler, ört ve adetleri tahri p eder­ ler, d ü nya görüşünü tahrip ederler, h ü l asa m i l li olan ne varsa onu tah­ rip ve dejenere ederler, m il li birliği yıkarlar. Böylece insanın ve cemi­ yeti n müdafaa kaleleri çökmüş olur ve kom ünizm d irekt olara k taar­ ruza geçecek vasata kavuşur. Bu itibarla, komünizme karşı verilecek as ı l m uharebe kültür sahasındaki muharebedir. Bu muharebeyi kay­ bettikten sonra kom ünizmle başa ç ı kmak hemen hemen imkansızlaş ı r. Dolayı siyle komünizme karşı yapı lan b i r mücadelede m i l li kültür sa­ hasına ini lmedikçe başarı satı hta kal ı r, geçici ve aldatıcı olur; tam kesin ve devam l ı bir neticeye ulaşılamaz.

C - I k t i s a d i

r e f a h

Komünizmin baş l ıca silahı iktisadi dengesizlik, fa kirlik ve sefalet­ t i r. Komünizm cemiyetin iktisadi zaaflarını, yoksu l lukları, geri kalm ış­ l ı ğ ı , ada!etsizliği müthiş b i r sefaJet ve sömü rme edebiyatı çerçevesin­ de d iline dalayarak ve işleyerek kendi gelişmesi için büyük kazançlar elde eder. I ktisadi hayatı n bozluklukları kom ünizmin daima en büyük bahane kaynağ ı d ı r. Onun için bu kaynakların mümkün olduğu kadar kurutu lması yoluna g i d i l melidir. Cemiyeti n toMekün refah seviyesin­ deki yükselme, fukara l ı ğ ı n ortadan kal d ı rı lmas ı , gelir d ağ ı l ı m ı ndaki adaletsizliklerin g iderilmesi, işsizliğin önlenmesi , h ü lasa i ktisadi re­ fah komü n ist propaganda nın ve faal iyetin işini çok güçleştirir. Fakat bu zannedildiği kadar kolay ve kesin b i r tedbir değildir. Bir kere b i r memleketin iktisadi refa h ı, bütün şi kayetleri önleyecek şe-


T Ü RK IYEN I N B U G Ü N K Ü MESELELERI

1 !S

ki lde, hemen b i r ham lede temi n edi lecek şey değ i l d i r. Iktisadi kal­ kınma uzu n, sürekli ve sab ı rl ı b i r çalışmayı gerektirir. Sonra i ktisadi gelişme ne kadar kuvvetli o l u rsa olsun komünizmin bahane arayan ağzı nı tam emiyle kapamak mümkün değ i l dir. Kom üni st, i kti sadi haya­ tın içinde daima istismar sebebi b ul ab i l i r, orada b u l arnazsa i kti sad ı n d ı şına taşar, b i r d ı ş politika meselesini, b i r sosyal veya m i l letler arası m eseleyi her zaman bahane ederek parmağına dolayab il i r. Onun için komün izme karşı tek çare i ktisadi kal kınmad ı r, sosyal adalett i r gibi iddialar aslı nda mem leketi gaflete düşürmek isteyen b i r komünist taktiğ i d i r. I ktisadi refahın yanında ve ondan önce kuvvet ve m i l li kültür unsurlarının şart olduğunu katiyen h atı rdan çı karmamak lazı m d ı r. Komünizm hasta l ı ğ ı ile karş ı l aşan b i r i nsan ve cemiyet i çi n kuvvet unsuru, i laç; m i l li kültür unsuru, sağlam bünye; i ktisadi re­ fah da beslenme ve g iyim kuşam d ı r. B i r organizma hasta l ı k karşısında bunların üçünden d e vaz geçemez. Hem aşı ve i laçları k u llanmak. hem bü nyeyi sağ lam tutmak, hem de vücudu korumak ve beslemek lazı m­ d ı r. Ancak, kom ün izmin karşısında kuvvet ve m i l li kültür unsuru mut­ lak öncelik taşır, i ktisadi refah onları takip eder ve destekler. I ktisa­ di refah ancak y üksek b i r i ktisadi seviyeye u laştı ktan sonra komü­ n izme karşı müessi r olmağa başlar : Amerikada, I ngi lterade ve diğer m ü reffeh ü l kelerde olduğu g i b i . Fakat o zaman da d iğer iki unsuru y i ne i h mal etmemek lazımd ı r. I ktisadi kalkı nması n ı tamam lamam ış ve gelişmekte olan ü l kelerde ise , i ktisadi refah henüz tesirli olacak b i r seviyeye u laşmad ı ğ ı , b ilakis i ktisadi doğum sanc ı l arı geniş çalkantı­ lar, karışı k l ı klar ve hareket yaratt ığ ı için, komünizme karşı koruyucu tedbirin esas yükünü k uvvet ve m i l l i kültür unsurları üzerlerine alı r­ lar. Bu şaşmaz b i r kaidedi r.

Komünizm ve sosyalizm Komünizm b i r sosya l izmd i r. Komünistler sosya l izmin hem tatbi k­ çisi , hem de istismarcısıdı rlar. Onu içeride tatbi k sahasına koyar, dı­ şarıda d a , daha az antipati k olduğu için, maske olarak k u l lanırlar. Bu sebeple komünizm ile sosyal izmin m ünasebetlerinin iyi tesbit edilme­ si laz ı m d ı r. Sosyal izm l i beralizmin zıdd ı d ı r ve zıddı olarak ortaya ç ı km ıştı r. Liberal izme göre fert esastı r . Iktisadi faa l iyetin hedefi terd in saadeti


1 54

TÜRK IYEN IN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

olduğu gibi, bu faal iyetin kend isi de terdin işidir. Devlet i ktisadi faa­ l iyetle uğ raşmamal ı , devletin bu sahadaki i lg isi asg ari derecede ol ma­ l ı d ı r. I ktisadi faaliyet terdi n işi o l u rsa, her şey ken d i l i ğ i nden düzene g i rer, refaha ve terd in saadeti hedefine u laşı l ı r. Dem ek ki l iberal izm i ktisadi ferdiyetçi l i kt i r. Geniş manasiyle sadece ferd iyetçi l i kti r de d i­ yeb i l iriz ve böylece sosyalizmin tam karşı l ı ğ ı o l u r. Zaten sosya l izm sosyal olanın ferdi olan ı n önüne geçmesi demekt i r ve kend isi de dok­ trin ol arak umum iyetle bu geniş manasiyle kullan ı l ı r, i ktisat sahasının d ı ş ı na taşar. Esası ferdiyetç i l i k , i ktisadi hayatın terdin elinde b u l u n ması oldu­ ğuna göre demek ki liberal izm i n temel i ferd i m ü lkiyettir. Buna karş ı l ı k sosyalizmin temel i de ferdi mülkiyetin reddidi r, sos­ yal m ü l kiyettir , devlet m ü lkiyeti d i r, m ü l k iyeti n sosyalleştiri lmesidir, ferdi m ü l kiyetin ortadan kald ı rı l ması d ı r. Ancak ferdi mül kiyet önceden var olduğu ve yerleşmiş bulundu­ ğ u için bu tab ii düzeni ortadan kald ı rman ı n güçlüğü meydandad ı r. Iş­ te bunu gören sosyalistler ferdi m ü l kiyete karşı çeşitli teklifler i leri sürmüşlerdir. Bu tekl ifler m utedi l bir devlet müdahalesinden i hti l�le kadar muhte lif fikirleri içi ne a l ı r. Böylece sosyal ist careyanda ve te-­ l�kki lerde tam b i r fiki r b i r l i ğ i ye rine b i r dağ ı n ı k l ı k göze çarpar. Hatta bu dağ ı n ı k l ı k b i r perişanl ı k manzarası arz eder. Perişanl ı k sosyal i z­ min gayri tab i i l i ğinden gel mektedi r. Sosyalizm anormal ve tatbiki im­ kansız bir sistem olarak , l iberalizm karşı sında cesaretsizliğe ve çare­ sizliğe mahkum b i r fikir careyanı d u rumunda kalmışt ı r. Doğrusunu söylemek lfız ı m gelirse doktrine dayanan ve kendi içinde tutarl ı olan tek sosyalizm , komü n izmden başka bir şey olmayan ihtilfılci sosya­ l izmd i r. Onun da doktrini sa katt ı r ve tatbi katı da ancak si l�h zoru ile olabi lmekted i r. Diğer sosya l izm şeki l leri ise teoride de, tatbi katta da b i r doktri n haysiyetinden mahrum, mümkün olanı ku rtarmağa çalışan tavizci boş tedbi rlere dayanmakta ve eti ket sosyal izmi olmaktan i leri g idememekted i r, Bunların a rasında nasyonal sosyalizm gibi m i l liyetçi şek il le r bile vard ı r. ·

Sosya l izmin zamana ve zem ine, memleketlere ve telakki lere gö­ re o kadar çok çeşidi ve görünüşü vard ı r ki ne kadar sosyalist varsa o kadar sosya l izm vard ı r den i l i r. Bunların nazari olarak guya üç çeşi­ di vard ı r. En yum uşağ ı devlet veya kü rsü sosya l izmi ad ı il e anı l ı r. B u


TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü MESELELERI

1 55

sosya l izm devletin terd in iktisadi faal iyetlerine müdahalesini tek l if eder. Ferdi m ü l kiyeti tan ı r, fakat sosyal adalet ister. Görülüyor ki bu sosyal izm müdahalecilikten , devletin l i beralizmde koruyucu tedbirler almasını istemakten başka bir şey değ i l d i r ve sosyalizmin olduğu ka­ dar l iberal izmin de b i r çeşidi sayı labi l i r. Kısacas ı devletçi l ikten ibaret­ tir diyebi l i riz. Ikinci kademedeki sosyal izm sözde islahatçı sosya lizmdir. Bunda teori ol arak istihsalde ferdi m ü l kiyeti kal d ır ıp isti hlakte ferde serbest... l i k vermek esas ı vard ır. He rkes emeğ ine ve kabi liyetine göre ald ı ğ ı karş ı l ı ğı harcamakla serbestti r. lstihsal m ü lkiyeti yok, isti hlak m ü l­ kiyeti mevcuttur. Bu sosyal izmde ferdi m ü lkiyelin o rtadan kald ırı l ma­ sı ise islahatla, reformlarla ve demokratik yo l larla o l u r diye kab u l edil­ mekted i r. Zaman la b u n u n tahakkuk edeceğine ve l iberal izmin kendi li­ ğinden geride kalacağ ına i nanı l ı r . Bu tip sosyal izmin de dü nyada çe­ şitli görünüşleri vard ı r. Liberalizmin suyuna g itmekten az veya çok devletleştirmeye kadar çeşitl i tatbi katları ile karşı l aş ı l ı r. Her şeyi dev­ letleştirmek, istihsal ve m übadele vasıtalar ı n ı , toprağ ı , bankaları , iç ve dış ticareti devletleştirrnek bu sosyalizmin hedefleri. arasındad ı r. Yalnız ihti l a l i benimsamemek ve i ktisadi sahada kalmak, sosyal saha­ la ra faz la müdahale etmem� bakı m ı ndan Marksist sosya l izmden ayo­ r ı l ı r. Bunun demokratik sosyal izm adı ile propagandası da yap ı l ı r. An­ cak d i ktacı örnekleri de çoktur. üçüncü kademedeki sosya l izm en katısı olan marksist sosyalizm­ d i r. Bunda istihsalde de, istihla kte de ferdi m ü l kiyet kald ı rı l ı r. Herke­ se emeğine göre ve herkese ihtiyacına göre form ü l ü benimsen i r. Fer­ di m ü l kiyeti kal d ı rmak için sabı r gösterilmez, i htilAl ve şiddet kul l a­ n ı l ır. öte yandan sosya l izmin gelişme çizgisi de d i kkate değer b i r se­ y i r göstermiştir. Yukarıda da söylediğimiz gibi sosya l izm geçen asrın ilk yarısında Markstan b i raz önce o rtaya çıkm ıştı. Iktisadi sistemde islflhatı, işçinin istihsal vasıtaları n ı n mül kiyetine işti rakini ve haya li b i r kol lektivizmi isteyen bu ilk sosyal izme M arks hayalci sosyal izm adını vermiş, buna m u kabil kendi doktrinine i l mi sosyalizm demiş ve böylece sosyal izmi daha başlangıçta kuvvetle i nhisarı altı na almıştır. Ilmi sıfatı Marks ın ken.d i yakıştırmas ı d ı r ve tabii umumi olarak kabule ştıyan deği ld ir. Ancak doktrine uygun ası l sosyal izmin marksizm , yani komünizm olduğunu göstermesi bakı m ından d i kkati çekicidir . Yani di-


1 56

TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü MESELELERI

ğer sistemler karş ı s ı nda d eğ i l , fakat d iğer sosyalizmler karşısında Marks ı n sosyalizini hakikaten, tabir caizse, i lmidir, tutarlıdır. Mark­ sm ihtilalci sosyalizmi dışı ndaki sosyalizmler göstermelik sosyalizm­ d i r, n iyet sosyalizm i d i r, eti ket sosyalizmidir. Bunlar ad ve iddia olarak sosyalizmdir . Bu yüzden işi büsbütün karıştı rmakta ve Marksist sos­ yalizmin, yani komünizmin ekmeği ne yağ sürmektedir. B i l inmesi la­ zım gelen şey şudur : Markstan sonra tek bir sosyal izm vard ır ve o da tehlikelidir. Gerisi sosya l izm değ i l d i r. Demokrat i k sosyalizm yoktur ve olamaz. N itekim Ma rks o rtaya ç ı kınca Avrupa sosya listleri marksizmin etrafında toplanmaya ve birleşrneğe başlad ı lar. 1 870'te birinci, 1 889'da ikinci enternasyonal ad ı altında müşterek sosyalist toplantılar yapı l­ d ı . Birinci enternasyonalde birliğe marksist sosyalizm hakim oldu ve komünizm ile sosyalizm ferdi mülkiyetin ortadan kaldı rılması hedefin­ de birleşerek aynı manada ku l lanı l maya başlandı . Fakat bu d u ru m li­ beralist Avrupada tepkiler yarattı . Bunun üzerine ikinci enternasyonal­ den itibaren sosyal istler ricate ve komünizmden ayrı lmaya başladılar. 1 91 9'da toplanan enternasyonalde ise i pler iyice koparak sosyalistler komü nistlerden tamamiyle ayr ı l d ı . Ondan sonra Leni n sosyalist enter. nasyonal yerine kominterni kurdu. Bu birlik daha sonra korninform ad ı n ı aldı . Bugün de komünist partiler birliği şeklinde ve bazı komünist parti leri d ışarıda b ı rakan b i r teşkilat olarak çalışmalarına ve toplantı... larına devam etmekte ve beynelmilel komünizmin h izmetinde bulun­ maktadı r. Böylece ihtilalden itibaren komü nist enternasyonalin kont­ rolü tamam iyle Rusları n eline geçmiştir. Ayrıca Ruslar sosyalist ve işçi partilerinin ondan sonraki hareket ve faal iyetlerinde tesirli olma... ya çalışmaktan da geri d u rmamışlard ı r. Avrupalı sosyalistlerin kom ünistlerden ayrı lmaları n ı n başlangı çta ası l sebebi ve mahiyeti i htilal unsurunu benimsernemeleri idi . Fakat marksist felsefeyi, ferdi m ü l kiyelin kaldırı l ması hedefini m uhafaza edi­ yorlard ı . Zamanla bu tutum da gevşemeğe başladı ve nihayet liberaliz­ me boyun eğildi. Ikinci D ünya Harbinden sonra artık Avrupada sosya­ list partilerin büyük b i r kısmı ferdi mülkiyet meselesi yerine sosyal adaletle uğ raşmağa başladı lar. Böylece sosyalizmin hikmeti vücudu ve dolayisiyle kendisi fiilen ortadan kalkm ı ş oldu. Artık ortada sosya­ lizm değil, sosyal demokrasi adı verilen sistem mevcuttur. Bu itibar­ la batıdaki sosyalizm yerine sosyal demokrasi terimini kullanmak la­ z ı md ı r. Ayn i şekilde demokratik sosyal izm tabirini kullanma ktan da


T Ü RKIYENIN B U G Ü N K Ü MESELELERi

1 57

d i k katle kaçınmak gerekir. Çünkü u l u orta sosyal izm ve demokratik sosyal izm marksizme dayanmaktad ı r, komünizmle ve ko münizmin he­ defleri i l e birleşmektedi r. Bugün gerçek sosyalizm komü nist ü l keler­ de vardı r. Ferdi m ü l k iyetin b ütün i htişam ı ile yaşad ığ ı liberal ekono- ­ mi içindeki batı ülkelerinde sosya l izmden bahsetmek tamamiyle abes­ ti r. Mesela lngi lterede, mesela lsveçte, mesela Al manyada, değ i l ferdi m ü lkiyet, e n büyük tröstler varken b u ü l kelere sosyalist deme­ nin manası o l u r m u ? Rusyadaki de sosyalizm, lngi lteredeki, lsveçte­ ki de sosya lizm. Ya o sosya lizm değ i ld i r, ya bu sosya l izm değ i ldi r. Onun sosya lizm olduğ u m uhakkakt ı r. Bu beri kinin ise adı ndan başka sosyalizm olan tarafı yoktu r. Real itelerin zoruyla sosyal demokrasiye dön üşen bu batı sosya­ l izminin karakterini şöylece tesbit etmek mümkündür : 1 . Parti isimleri sosya l ist ananeye , marksizme uygu n olarak sos·­ yalist, işçi veya sosyal demokrat ad larını taşımaktad ır. Fakat bu tarihi bir h�tı radan ibaret görünmektedir. 2. Mazide ve teoride ferdi m ü l kiyete karşı dı rlar, fakat tatbi katta bunun imkansız olduğunu görmüşler, i ktidara gelince ya mahdut bir devletleşti rmeye (bazı sanayi ko l ları , bazı madenler gi bi ) g itmişler ve­ ya bu konuyu b ı rakmışlard ı r. Hatta bu yolda parti tüzüğünde değ işik­ l i k yaparak ferdi m ü lkiyet meselesini tüzük metn inden çı karanlar da o lmuştur. 3. As ı l ları ve kuruluşları sınıf esasına dayan ı r. Fakat sınıf partisi o l mayı bı rakarak kütle partisi olmaya dönmüşler ve bunu i lan da et­ mişlerd ir. 4. I ktisadi m eselelerle uğraşı rken yaln ız iktisad ı n içinde kalmak­ ta, cem iyetin sosyal ve manevi m üesseselerine m usal lat olmamakta, sosyalizmin yalnız iktisadi cephesi ni göz önü nde bulund u rmaktad ı r­ la r. 5. Başlıca meşgaleleri iktisadi isiahat ve sosyal adaletle u m u­ mi refahı sağlamak, geli r dağ ı l ı m ı ndaki adaleti tem i n etmek, böylece l i beral ekonominin zaafları nı ve dizginsizliğini ortadan kald ı rmaktır.


1 58

T Ü RKiYENiN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

I şte batı sosyalizmini bazı çevralere sempatik gösteren şey bu sosyal adaletçi sosyal demokrasidir. Yoksa ası l sosyalizmin, ister ih­ tilalci olsun ister demokrati k olsun, sempatik tarafı yoktur. Sosyal de­ mokrasiye dönüşmemiş, sosyal adaletçi l i k mesleği haline gelmemiş her sosyal izm teh l ikelidir . Aslında yersiz ve mfması z b i r tabir olan demokratik sosyalizmin ihtilalci sosyal izmden farkı sadece usul ay­ r ı l ı ğ ı ndad ı r. B iri ihtilalle, diğeri demokrati k yolla, yani seçimle işçi sı­ nıfı n ı iktidara getirmek ister. N i hai hedef ayn ı d ı r. Onun için, bugün moda olduğu gibi, sosyalizmi i htilalci sosyalizm- demokratik sosya­ l izm d iye ikiye ayı r ı p, arada demokrasi kelimesi var d iye, demokra­ tik sosyalizmi hoş karş ı l amak, onu baş tacı etmek gafletlerin en bü­ yü!:)üdü r. Sosyal demokrasiye, sosyal adaletçi liğe dönüşen sosya lizm ise zaten sosyalizm olma ktan çıkmış demektir. Sosyal demokrasinin bariz vasfı sosyal adaletçi l i!:) i d i r, yoksa demokratik sosyalizm olması değ i ld i r. öyle olmasa i ktidara gelince hedefe ulaşır ve işçi sınıfın ın i ktidarını kurard ı . O nun i çi n sosyal demokrasiye demokratik sosya­ l izm dememek, sosyalizm kelimesi n i k u llanmamak, bunları ayı rt et­ mek laz ı md ı r. Ası l teoriye daha sıkı bağl ı sosy_a listler demokratik yol­ la iktidara gelince sınıf i ktidarını kurarak burj uvaziyi ve liberalizmi ortadan kaldı rmayı hayal ederler. Şüphesiz sosyal demokratların da menşei, asıl felsefesi ve hareket noktası sosyalizm d i r. Fakat bu sos.. yal istlerin netesi kesilmi şt i r. I ktidara geçtikten sonra bile sosyalizm u!)runda ellerinden fazla bir şey gelmez. Realiteler onları bu sosyal ist olmayan kadere mecbur etm iştir. Onun için i lmi sosyalizm d ışındaki her türlü sosyal izm aslı nda yü reksiz, cesaretsiz, çaresiz ve güdük, böyle olmaya mecbur edi lm i ş bir sosyalizmdir. Bu sebeple komünist­ ler de onu beğenmez ve ona küçük burj uva sosyalizmi adını verirler. Fakat bu sosyalizm çok defa komünizmin işine gelir, ona destek olur, maske olur, atlama tahtası olur, sol koalisyon, sol cephe orta!)ı olur. Şurası n ı unutmamak lazım d ı r ki, Marksın kuvvetli Mkimiyetinden sonra ucu marksizme dayanmayan hiç bir sosyalist ve sol d üşünce kalmamıştır.. Sosyal demokrasi de, islahatçı sosyal izm de, maskeli de­ mokratik sosyalizm de, devletleştirmeci sosyalizm de , her türlü sol d üşünce d e Marksizme daya n ır , onun sınıf fikrinden hareket eder. B i r tek sosyal izm vard ı r ve o da marksist sosyalizm d i r. Gerisi onun serpintilerinden ibarettir. Bunların içinde M arksın emirlerinden ken­ d isini en çok kurtarm ı ş olanı sosyal demokrasidir. D iğerleri az ve­ ya çok Marksist teorinin icaplarını yerine getirmek davası peşinded i r­ ler. I lmi sosyal izm yanında, h ü r d ü nyaya yay ıl m ış bulunan ikinci de-


TÜ RKIYEN iN B U G U N K Ü M ESELELi:Ri

1 59

recede sosyalizm d iyebi leceğimiz bu sosyalizmin karakterini de şöyle tesbit e<;lebil iriz: 1. Hepsi h ü r d üzene, l iberal ekonomiye karşıdırlar. Bir kısmı bunu tenkit, bir kısmı düşman l ı k safhasına vard ı rı r. 2. Hepsi ferdi m ü l kiyete, b i l hassa istihsal vasıtaları n ı n ferdi m ü l­ kiyetine karşıdı rlar. M ü lkiyeti suçlu görü r, onun ortadan kald ı rı lması­ n a çal ış ı r, müşterek m ü l kiyeti getirmek isterler . Müşterek mül kiyet olarak ya devlet, ya komün, veya topl u lu k mülkiyetini düşünürler. 3. Büyük bir kısmı devletleştirmecidir, devlet m ü lkiyeti ister. Fabrika, arazi, ticaret, banka her şey devletleştirilsin der. Arap ü l ke­ lerinde olduğu g ib i, bu devletleşti rmede b i r hay i i i leri g itmiş olanları da vardı r. Henüz iktidarı ele geçirmemiş olanlar da bu konuyu zor­ larlar. 4. Hepsi ekonomi d ışı nda sosyal değerlere de el atmak ister­ ler. Fakat bir kısmı , Islam ü l kelerinde olduğu gibi, manevt değerlere dokunmaz , bir kısmı ise açık veya sinsi olarak m i l ll kü ltürü y ı kma mücadelesi yürütür. 5. Hepsi s ın ıf fikrine dayanı rlar. Parti lerin in adı çok defa ya sosyalist ya işçi ke limesini ihtiva eder. Başka adlar arkasına da s ı.. ğ ın ı rlar. 6. Hepsi beynelm i lelcidir . Sosya l ist kampın b i rliğine ve bütün­ lüğüne önem verirler. 7.

Büyük b ir kısmı m i l liy�tçi l iğe karşıdı rlar.

B. Hepsi kom ünistlerle iş ve cephe birliği yapmağa arzu ludur... lar. Kolayl ıkla komünistlerin hakimiyetine g i rerler.

9. Hepsi zorlayı c ı , aşı r ı, isterik ve ölçüsüz reformcudurlar. Sü­ ratli ve yıkıcı reformlarla sosyalizme yaklaşmağa ve u l aşmağa çalı­

şı rlar.

1 0_ Hepsi aşı rı hürriyetçi kesil irler ve demokrasiyi sosya lizm yo­ lunda istismar ve suistimal ederler.


1 60

T ÜRK IYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

I şte b ütün bu vasıfları dolayısiyle sosyalizm her yerde komüniz­ min bir provası mahiyetindedir. Komünizmin yas a k olduğu yerde onun b i r numaralı maskesi vazifesini de görür. Sosyal izm nazariyeleri ke­ maliyle ancak komünist ü l kelerde tatbi k edilmektedi r. Dışarıda ise doktri n yolunda komünistlerle rekabet edemez, iş b i rl i ğ i nde veya ha­ z ı rlad ı ğ ı zem inde teşebbüsü daima ona kaptırır. Bu sebeplerle sosyalizm karşısında da kom ünizm karşısında o l­ duğu g i b i , çok uyan ı k olmak lazım d ı r. Bu uya n ı k l ı k b i l hassa komü­ nizmin hududunda, hassas bölgelerde ve kalkınmas ı n ı tamamlamış ü l kelerde ehemmiyetini çok artırır. Böy le ü l keler pazartesi sosyal ist o:urlarsa, büyük bir i htimalle, salı g ü nü komünist olurlar . M i l letler arası komünizm g ib i, b i lh assa legal kom ü nist teşki latı o lmayan yer­ lerde, sosya lizm de ası l büyük komü nist merkezin himayesinded i r. Son komünist doktrinine göre: Sosyal ist kamp bir bütündü r, bu kampta bir ü l ke mahalli yani milli menfaatleri sosyalist kampın bü­ tününün yani hakim merkezi n menfaatleri nin üstüne ç ı karamaz, ç ı ka­ rı rsa diğer sosyalist ü l kelerin müdahale hakkı doğar . Çekoslovakyaya bu doktrin tatb ik edilm iştir. Demek ki komünizmin hududunda, tecrü­ be olsun deneyelim d iye sosyalizm i le oynanmaz. Bu hudutta bir sos.. yalizm kolay kolay kamp d ı ş ı kalamaz. Kalsa d a pek bir şey de{Jiş­ mez. Toparlayacak o lursak, yan l ı ş ve maskeli bir tabi r o larak kullanı­ lan Marksist sosyalizm ile öteki sosyalizm arası nda büyük b i r ayrı l ı k yoktur v e h e r ikisi d e ferdi m ü lkiyet yerine kol lektif m ü l kiyet, yani m ü lkiyetsizlik getirmek davası ve sınıf m ücadelesi peşindedirler. Tek farkları olan ihtilal unsuru nihayet b i r metod meselesidir ve tabii, komünizmin tek kusuru da i htilalci olmaktan i baret değ i l d i r. Marks­ tan sonra uzun zaman sosyalizm ile kom ü nizmin ayni manada kullanıl­ ması , bugün de kom ün ist ü l kelerin bu b i rleştirmeye devam ederek kendilerine sosyal ist demesi ve sosyal izmi haklı olarak kendi i n hisar­ ları altında tutmaları, m i lletler arası komünizmin her yerde sosya l izm d iye (Tü rkiyede de ıc Sosyalist Türkiyeıı d iye) bağı rması sebepsiz de­ ğ i l d i r. Sosyalizmi yalnız iktisadi sahada tecrit etmek de mümkün değil­ dir I ktisadi sosyalizm zamanla, dayand ığ ı fikir sistem inin icabı ola­ rak, bütün sosyal d üzeni ve manevi değerleri de alt üst eder. M ülki-


TÜRKIYEN IN B U G Ü N K Ü MESELELER I

1 6i

yetsizli k her türlü manevi y ı kı l ışı n başlang ı c ı olan b i r hasta l ı kt ı r. Her türlü sosyalizm neticede aynı kapıya çı kar. Sosyalizmin, ıı kalkınman ı n , h ızlı kalkınman ı n, geri kalmışl ı ktan kurtulmanın veya sosyal adaletin baş l ı ca çaresi 11 olduğu yolundaki aldatıcı fikir ve propaganda tuzağına da d üşmernek lazım d ı r. Sosya­ lizm, b i r çok memleketlerde fikir sahasın ı, dar görüşlü bir çok aydın­ ların kafasını ve batıda, kapitalist ü l kelerde b ile, sayısız üniversite kürsüsünü işgal etmiştir. Bu yüzden her yerde sosyalizmin, kalkın­ manın ve sosyal adaletin sihirli değneği olduğu fikri yayg ı nlaşm ışt ı r. Komünizme karşı olanlarda ve onunla m ücadele edenlerde bile ba­ zan bu fikir görül ü r. Bu Marksist stratej inin ve p ropagandan ı n bir ba­ şan s ı d ı r. Bu sihirli kolay kalkı nma reçetesine bel bağlamak mark­ sizmin oyu nuna gelmekten başka bir şey değ i ld ir. Hülasa, sosyalizm ile komünizm arası nda pek az fark vard ı r. Bu fark yerine göre k ı l payına iner. Onun için kom ünizme karşı gös­ teri len hassasiyet böyle yerlerde sosyal izme karşı da gösteri lmel i­ d i r. Türkiye böyle yerlerdendir.

Komünizm ve Türkiye

Başka memleketler için komünizm b i r ideoloji ve rej im meselesi olab i l i r. Fakat Tü rkiye için kom ü nizm sadece b i r ideo loji ve rej im m eselesi değ i l , ayn ı zamanda bir ölüm - kal ı m meselesidir. Türkiye­ nin komünist olması demek en az dört parçaya bölü nmesi, Boğazla­ r ı n ruslaştı n lmas ı , Trakyanı n Türklerden boşa ltı lması , orta Anado­ l uda küçük bir Türk bölgesi kalacak şekilde Türkiyeden büyük Türk kütlelerinin sürgün edilmesi demektir. Ruslar her yerde ve b i l has­ sa Türkiyede kom ünizmi hep ayı n cı l ı k ve bölücü l ü k ile beraber yü­ rütmüşlerdir. Komünistler ayı n c ı l ı k ve bölücü lüğü Çarl ı k Rusyasın­ dan devralm ışlar, bugün de bunu b i r yandan y ık ı cı l ı k sil�hı olarak kul lanı rken b i r yandan da b i r çok m i l l etlerden meydana gelen ken­ di devlet bü nyeleri ve emperya l izmleri için b i r mazeret, bir emsal arama vasıtası yapmışlard ı r. Etf'l ik ayrı l ı kları körü klemek, zoraki et­ n i k ayrı l ı klar yaratmağa çalışmak, m i l let birliği yerine ıı halklar boh._ ças ı , fi kri n i yerleştirmek ve yaymak komünistlerin vazgeçi lmez sev­ dalar ı d ı r. Onun için komünizm karşısında Türkiyenin peyk olmak şansı dahi yoktur. Her Tü rkün bunun şuuruna varması lazımdır. Bu


T Ü RK IYEN IN B U G Ü N K Ü MESELELERi

162

şuura varmayan her Türk gaflet içi nded ir. Her m i l let komünist ol a­ b i l i r, fakat Tü rk kom ünist olmaz ! Deneme safhası Komünizmin Tü rkiyede üç safhası vardı r. Birinci safhayı dene­ me safhası d iye adlandı rabiliriz. Bu safha Atatürk devrine rastlar. Bu safhada komünistler önce lsti kl�l Harbinin neticelerin i bir el ça­ buklu!)u i l e komünizme çevirmeğe yeltenmişlerd i r. Buna fı rsat veril­ memiştir. Sonra 1 93B'e kadar bazı sinsi aşı lama ve propaganda fa­ al iyetlerine teşebbüs etm işlerd i r. Fakat bütün bu gayretler Ata­ türkün m i l li Tü rkiyesinde sameresiz kalmış ve bu deneme safhası n­ da komünizm Tü rkiyede tutmamıştır. Bu devrede birbirini takip eden harplerden ve felaketlerden yeni çıkmış bir memleket olarak Türki­ ye , i ktisadi refahtan tabii çol' uzaktı . Fakat diğer iki müdafaa si­ lah ı , yani m i l li k ültür ve kuvvet unsurları m ü kemmeld i . Atatü rkün destani seviyedeki m i l l i kültür siyaseti ve kuvvetl i devlet otoritesi, memleketin bütün fukara l ı!) ına rağmen, komünizme bu safhada hiç b i r i m kan ve şans b ı rakmamışt ı r. Hazırlık safhası I kinci safhaya haz ı r l ı k safhası d iyebi l iriz. Bu safha komünizmi tesirsiz k ı lan milll kültürü yıkma safhası d ı r. Birinci safhada Türkiye­ ye doğrudan doğ ruya n üfuz edemiyen , bunun imkans ı z l ı ğ ı n ı gören komünistler, ikinci safhada esas müdafaa kalesini, yani millf kültürü sessiz sedasız, korkusuz ve tehl i kesiz, i çten tahrip etme işine ko­ yulmuşlard ı r. Bu iş başarı l m ış ve m i l li kültür engeli ortadan kald ırı­ larak bütün tes ir ve te lkin sahaları ve k i l it noktaları ele geçirilmiş, m i lll olan her şey, kü ltürün bütün dal ları rayı ndan ç ı karı lmış, edebi­ yat, ş i i r, roman, tiyatro, d i l , diğer g üzel sanatlar, inanışlar, dü nya görüşü v.s. v.s . başkalaşt ı r ı l m ı şt ır. Kom ünizm bu hususta önce di ... !)er yıkıcı cereyanlarla işb i rliği yapm ış, zamanla marksizm in hakimi­ yeti g ittikçe su yüzüne ç ı km ıştı r. Bu devre Atatürkün ölümünden 1 960 yılına kadar devam etm işti r. Bu safhada Türkiye kom ü nizm ta­ arruzuna açık ve komün ist pat lamaya hazır b i r ü lke hal ine getirilmiş­ ti r. Devre boyunca b ir yandan esas m i l li kültür y ı k ı l ı rken, tabii ola­ rak b i r yandan komünist propaga('tda ve yuvalanma faaliyetleri de devam etm işt i r.


TURK IVENIN B U G Ü N K Ü MES ELELERi

i 63

Parlama safhası

üçüncü safha parlama safhas ı d ı r. Bu safhada komünizm yan­ g ı n ı n ı n b i rden parlad ı ğ ı , marksist patlaman ı n her yerde b i rden orta­ ya ç ı ktığı görülür. Komünizmi yenecek b i r i ktisadi refaha u laşmamış olan, bu arada en büyük m üdafaa s i lahı olan milli kültür unsurunu da kaybetmiş bulunan Türkiye ikinci safhanın, yani haz ı r l ı k safhası­ nın sonunda, 1 960'a yaklaşı rken ayn i zamanda büyük siyasi, sosyal ve ekonom i k çalkanlı ların da içine g i rm işti . Türkiyen i n kültür kanat­ larını k ı rm ı ş olan marksizm bu çalkantıyı da kolay lı kla yakalayı p is­ tismar etmek fırsatı n ı kaçı rmadı . Bu devrede marksizmi n i l k hedefi komünizmin karşısındaki son enge li, yani kuvvet unsurunu da tes ir­ siz hale getirmekti. 1 960 i htilalinin ve 1 961 anayasas ı n ı n getirdiği aşırı hürriyet havası içinde marksizm bu fı rsatı rahatlıkla ele geçir­ d i . Böy lece i ktisadi refah , m illi kültür ve kuvvet unsuru engel lerin­ den kurtulmuş olan komünizm, Tü rkiyede bütü n cephelerde birden taarruza geçti. Artık Türkiye için çok çetin g ünler başlamıştı. Komü­ nizm Tü rkiyede elli seneden beri vard ı r. Fakat kom ünizmin teh l i ke haline gel mesi bu son safhaya rastlar. Art ı k bu safha i le komünizm teh l i kesi Türkiyeyi ağ ı r b ir şekild e tehd ide başlam ışt ı r. Bu üçüncü safhada komünistler o kadar çok şey yapmış ve Tür­ kiyede o kadar çok şey cereyan etmiştir ki, bunların hepsini burada sı ralamak imkansızdı r. Burada sadece bu konunun ana çizg i lerini verebi leceğiz. O çizg i ler şöyledir: Şüphesiz ne demokrasi ve partiler mücadelesinin, ne 1 960 ihti'­ lalinin komünizmle b i r i lgisi yoktur. Ama komünistler her mücadele ve gel işmeyi istismar etmekte ve lahlerine çevirmekle çok usta ve tecrübe sahibidi rler. Türkiyedeki son on beş y ı l l ı k siyasi gelişmeler­ den de bu şekilde büyük kazançlar sağ lamışlard ı r. Türkiye lstiklal Harbindekinden sonra yeni bir komü nist el çabukluğu i l e bu devrede karş ı laşm ı ş ve bu el çabukluğu bu sefer atlatı lamam ışt ı r. Çünkü or­ tada b i r Atatürk veya b i r Atatürk anlayışı yoktu. Türkiye küçük adam­ lar ve küçük hesaplar devrini yaşıyordu . Komünistlerin bu devrede b i rinci işi muhalefetle cephe birliği yaparak geniş cephe taktiğini rahatlıkla tatbi k sahasına koymak ol-


1 64

TÜRKIYEN I N B U G ÜNKÜ MESELELERI

m uştu r. Bu, komünistlere Türkiyede en büyük i mkan ı sağlayan ve herkesi şaşkına uğratan, tedb irsiz yakalayan beklenmedi k bir başarı idi. Başlangıçta sadece i lerici cephe, devrimci cephe, sol cephe gibi bel i rsiz sıfatlarla takd im edilen bu b i r l i k nihayet M i l li Demok­ rati k Devrim adı i l e hakiki ism ine kavuştu rulm uştur. Komünistlerin i kinci işi i ktisad i kalkınma meseleleri ve hamle­ leri içinde olan Türkiyeye, kalkınman ı n tek çaresinin sosyal izm o l­ duğu fikrini, daha doğ rusu doğmasını en geniş ölçüde yerleştirmek olmuştur. K l işe fikirleri münakaşasız kabul a lışkan l ı ğ ı na ve rahatlı­ ğ ı na yatkın tembel beyinler taşıyan yarı aydı n l arı n ortalığ ı kaplad ı­ ğ ı bir vasatta bu tohum da tabii çok kolay tutm uştu r. . üçüncü olarak komünistler Tü rkiyede cereyan &den siyasi, sos­ yal ve ekonomik hadiselerin ve gei işmelerin ken di şartları içi nde­ ki gerçeklerini örterek, Türkiyeyi marksist teorinin devrim vetiresi içindeym iş gibi göstermek ve kabul ett i rmek el çabukluğunu ortaya koymuşlar ve bu tarihi gelişimin önüne geçilemiyeceği, onu çab uk­ l aşt ı rmaktan başka çare olmad ı ğ ı havas ı n ı yaratm ışlard ı r. Bu arada komünistler Türkiyede demokrasiyi, tam manasiyle, kom ünist l htilalin b i rinci safhası gibi kul lanm ışlar, ona bu muamele­ yi yapmışlard ı r . B i r yandan aşı rı hür riyetçili ğ i körüklem işler, öte yan­ dan elde edilen hürriyetleri su isti mal etmişlerd i r . 1 961 anayasası ... n ı n getird iği ölçüsüz hü rriyet leri komü nizme h ü rriyet gibi görmüş ve göstermişlerd i r. Devrim kelimesi, yani komünist ihtilal bu devrenin başlıca me­ şalesi, marksizmin Türkiyedeki bayrağı olmuştur. Atatürk inkılapla­ rı n ı n etrafındaki k ı r k yı l l ı k sevgi ve saygı dan faydalanmak ve onu bir maske o larak kul lanmak isteyen kom ünistler, Atatürk harekatına i ğ reti bir çengel ata rak, onunla kend ilerinin devrimini b irleştirmiş, bir g ibi gösterrneğe muvaffak o lmuşlard ı r. Devrim bu devir Türkiyesinin felfıket kel imesidir. Türkiyede her şey buna göre ayrı l m ış, her hare­ kete ve şahsa bu ölçü tatbi k edilm iştir. Bu kel ime b i r kand ı rma va­ sıtası olduğu kadar b i r y ı l d ı rma ve sindirme vasıtası ol arak da kulla­ n ı l mış, herkesin & li kolu ve aklı bu kel ime i le ba!)lanmaya te�eb­ büs edilmiştir. Bu safhadeki kom ünist harekat ının belirli b i r çizgisi de marksist diyalektiğe uygun olarak cem iyette zıtlı kların yaratı lmasıd ı r. Mevcut


TÜRK IYENIN B U G Ü N K Ü MESELELERI

1 65

zıtlı klar körüklenniiş , sun'i zıtlı klar ortaya ç ı karılm ışt ı r. Sanayi leşme daleyisiyle meydana gelen işçi kütleleri nde sınıf ş u u ru yaratmak bunları n başında gelir. Işçi - patron, köylü - ağa, köy l ü - şehirl i, me­ m u r - esnaf, asker - subay, alt subay - üst subay, genç l i k - halk, zen­ gin - fakir, kam pradar .. hal ktan yana, asker - polis, ordu - mil let, proleterya - burjuva, i lerici - gerici, devrimci - tutucu v.s. v.s. komü­ nistlerin yaratmak ve tutuşturmak istedi kleri başl ıca zıtlıklard ı r. Bu hususta komünistler maha l l iyetçi l i kten ve bölücü l ü kten de geniş öl­ çüde faydalanmışlard ı r. Netice ol arak Türkiyeyi bin parçaya bölme hedefleri uğrunda hiç b i r gayret geri b ı rakılmamışt ı r. Bu devir komünist faaliyetinin belirli b i r çizgisi de müesseselerin ele g eçirilmesidir. Müesseselere sızmak kom ün istlerin her zaman vaz geçi lmez, ihmal kab u l etmez hedeflerid ir. Onun için daha önce de Türkiyede sistemli bir müessese lere sızma faaliyeti devam ettirilmiş­ ti . Bu üçüncü safhada her şey gibi bu faal iyetin de parlad ı ğ ı , alev­ lendiği g örü l ü r. Neticede b i r çok m üessese, m üesseselerde bir çok kilit noktası ele geçiri lmiş , bir çok müessese de tesi r veya baskı al­ tına alınmıştır. Böylece Tü rkiyenin adeta e l i kolu bağ lanmışt ı r. B u safhadeki komünist faal iyetinin bel irli b i r başka çizgisi de ko­ münistlerin bütün sahalarda ve cephelerde birden taarruza geçmesi­ d i r. I ktisadi refah, m i l l i kültür ve kuvvet unsurları bartaraf edilmiş bir Türkiyede yukarıda sayd ı ğ ı m ı z avantaj ları da el çabu kluğu i le ve ustaca ele geçirmiş b u lunan kom ü nistlerin, Meta bir açı k alan ola­ rak karşı ianna ç ı km ı ş b ulunan bir mem lekette, böyle her sahada ve her cephede hücuma geçmeleri pek tabii idi. Bu taarruzların başı nda çok kuvvetl i bir ajan faa liyeti gelir. Za­ ten bütün faal iyetleri i da re eden de büyük d ı ş merkeze bağlı bu ajan faal iyetid i r. Işte bu faal iyet son safhada Tü rkiyede ve Türkiye isti ka­ metinde çok hareketlenmiş, içerde dal budak salm ış, içerdeki komü­ nistleri maddi ve manevi bakı mdan beslemiş, iç ve dış komü nistle·­ rin i rtibatını temin etmiş, teşkilatlar kurmuş, yerli teşkilatıarla ya­ bancı teşki latların işbirliğini sağ lamış, ana stratejiyi yürütmüştür. Dikkati çeken ve açı k o lduğu için görünen en büyük taarruz ise propaganda ve yayın sahasında vuku b ul muştu?. Bu devrede bütün te­ sirli basın ve yay ı n vasıtaları marksizmin tesir, nüfuz ve kontrolüne geçtiği gibi, bundan ayrı ve bundan çok daha dehşetli olarak mark­ sist kitap yayınları her çeşidiyle kitapçı vitrinleri n i, kaldırı mları, so-


1 66

TÜRKiYEN I N B U GÜNKÜ MESELELERI

kakları işgal etm iştir. öyle ki Meta Türkiyeye gökten marksizm yağ­ m ı şt ı r. Bu k itaplar tecrübesiz, ufku dar genç kafaları ve m i l li kültür­ den mahrum yarı aydı n ları adeta hip·rı otize etmiştir. Bu yayınlarla bir yandan marksizm öğretimi yap ı l d ı ğ ı g i bi, b i r yandan da komünist i h­ tilal h az ı r l ı k ları yü rütülmü ştür. Komünistlerin başka bir taarruzu kendi lerinin ey lem dedikleri sa­ hada olmuştu r. Bu eylem ler toplantı ve gösteri yü rüyüşlerinden, iş­ gal ve boykotlara, s i lahsız - silahlı tecavüzlere, oradan da isyan, sa­ botaj ve ted hişçi liğe, şehir ve k ı r eşkiya l ı ğ ı na kadar bir çok tezalıür­ leri içine almışt ı r. Eylemlerde Marksizm - Leninizm ve Maoizmin hem eylem içinde komünist ve m i l itan yetiştirme hedefi güdülmüş; hem Türkiyeyi son komü n ist d arbeye yaklaştıracak zayıf düşürme ve anar­ şi hedefi gözetilmiş; hem de b i r kardeş kavgas ı , iç harp, cephelere bölme, d ıştan müdahele ve doğrudan doğruya ihtilal safhasına geç­ me hedefi göz önünde bulunduru lmuştur. Kom ünistlerin diğer bir taarruzu da teşkilatıanma sahasına yfr­ nelmiştir. Tü rkiyede başlangıçtan beri g iz l i b i r komü nist partisi var­ d ı r. Bunun b ir de kornintemin elinin altında bulunan, doğrudan doğru­ ya ona bağl ı olan b ir d ı ş b ü rosu mevcuttur. Buna d ı ş bürosu yerine d ı ş gövdesi demek daha doğru olu r. Yani iç ve d ı ş olarak iki gövde: i b i r Tü rkiye Komün ist Partisi faal iyet halindedir. Bu iki g övde birbiriy­ le i rtibat l ı , b irbirine g irm iş d u rumdad ı r. Yalnız iç gövde gizli, d ı ş göv­ de açık bulunmakta, dolayısiyle dış gövde iç gövdenin açığa vurul­ muş şeklinden ibaret o l ma ktad ı r. Son safhaya kadar Tü rkiye komü­ nizminin ana yapısı bu idi. Arada sırada ortaya ç ı kan bazı birlik, der­ nek ve küçük parti ler ehemmiyetsizd i ve hepsi g ü dük kalmışt ı . Işte bu teşki lat durumu komünizmin Tü rkiyedeki parlama safhası nda bii­ denb i re değ işti. Büyük, şumullü ve çok cepheli bir teşki latianma baş­ lad ı . Böylece i l legal Türkiye Komünist Partisi bir çok legal kuruluş­ ları su yüzüne ç ı kard ı . Şüphesiz bu safhada da ve daima esas yine gizli Türkiye Komünist Partisidir. Fakat bunun yan ı nda kuvvetl i ve tesirli büyük teşkilatlar da ortaya çıkm ış ve komü nizm bu yeni gizli ve açık teşkilat tablosu i l e Türkiyede b i n başlı bir ejder hal ine gel­ m iştir. M arksist sendi kalar, öğrenci teşekkü lleri, gençlik teşki latları, ku l üpler ve meslek kurul uşları, parlamentoya m i l letvekil leri sokan parti; propaganda, eylem ve terör h ü creleri ; halk kurtuluş ordusu, halk kurtu luş partisi , halk kurtuluş cephesi gibi mübalağalı ve iddi­ alı i htilalci isimler taşıyan çeteler hep bu geniş teşkilat tab losu için-


TÜ RKIYEN IN BUGÜNKÜ M ESELELERI

167

dedir. Bu teşki latıanma öyle sistemli, pervasız ve şumullü bir şeki l­ d e yürütü lmüştür ki, kontro l l ü anfi lerde, teşki lat lokal lerinde açı-­ lan kurslar ve seminerlerde işçi ve gençli k kütleleri m untazam kla­ s i k marksist öğretimden geçirilmiş, kom ünist yetiştirme böylece okul­ laşt ı r ı l m ıştı r. Bu teşki latlanma; teşkilatlar içinde de g ruplaşma, hücreleşme, �çlaşma ve yay ı lma g ittikçe öyle dal budak sa lmıştır k i , dıştan i l k ba­ kı şta bir dağ ı n ı k l ı k manzarası arzeder. Fakat haki katta bu bir yayıl­ madan, b ütün cepheleri kaplayacak bir uçlaşmadan başka b i r şey değildir. Komünist teşki latlarda şahı s m ücadelesi , öne geçme kav­ gası ve taktik farkları her zaman görüleb i lir. Ve hatta çeşitli aktivi­ telerden istifade için, bunlar kasden tertip de edi lebil i r . Fakat bu , esas stratej iyi değişti rmez. Tü rkiyede de böyle o l m uştur. Ne kadar ayr ı lma ve görün üşte bölünme ol ursa olsun , ipler daima bir mer­ kezin, Türkiye Komünist Partisinin elinde 'k almıştı r. Ayrı ayrı teşek­ k ü ller, uçlar, g ruplar, hücreler hep ayni hedefe, Tü rkiyeyi çökertme hedefine yönelmişlerdi r. Bunlar Türkiyeyi adeta parsel lemişlerdir. Her b i ri Türkiyeye ayrı bi noktadan yüklenmiş, böylece Tükiye bütün cephelerde ve kesimlerde ateş altına alınmıştı r . Kimi işçi demiş, kimi işçi - köylü demiş, kimi halk demiş, kimi aydı n demiş, kimi gençlik demiş, kimi ordu demiş, kimi demokrati k yol demiş, kimi kestirme yol demiş, kimi k ı r demiş, kimi şehir demiş, kimi proleter demiş, kimi küçük burjuva demiş , kimi bütü n l ü k demiş, kimi halklar demiş, fakat hepsi yan yana ve el ele yürümüş, b i rbirleriyle hiç çatışmamış, b i rbirlerine hep destek o lmuşlard ı r. Bu şekilde marksizmin temelin­ deki proleter inhisarrnın yarattı ğ ı güçlük de bartaraf edilerek milll demokratik devrim stratejisi çerçevesinde Türkiyeyi bütün cepheler­ de birden vurma yarışına g i rişilmiştir. Bütün cephelerde birden Tü rkiyeni n üzerine ç u l lanma stratej isi i htilfil metodlarında da kendisini göstermiştir. G erçekten bu devre­ de Türkiyeye ihtilal metod ları n ı n hepsinin b i rden tatbik edi ldi�i görü­ l ü r. Türkiye adeta marksizm i n e lli y ı l l ı k bütün i hti lal tecrübelerinin m üşterek bir deneme sahası olmuştur. Darbe ve baskın i htilali, genç­ l i k isyanı, işçi ayak lanması, ha!k i hti lali, bölge ayaklanması, kardeş kavgası , iç harp, anarşi, terörizm , eşkiyalık, çeteci l ik gibi küçük ve büy ü k bütün ihtilal şek i l leri hem ayrı, hem beraber çalışan; ayrı ve m üstakil hareket eder gibi görünen, fakat ana stratej i içinde irtibatlı bulunan çeşitli gruplar tarafı ndan v e h e p b i rden tatbik edilmiştir.


1 68

TÜRK IYEN I N B U G Ü N K Ü M ESELELERI

Bun ları n için de de en büy ü k a� ı r l ı k darbe ve baskın i htilAl ine veri l­ miş, daha do�rusu Türkiye için en büyük teh l i keyi bu ihtilfıl şekl i yaratmı şt ı r. I kinci büyük teh l i ke ise daha derinden v e sessiz hazırla­ nan bölge ihtilAli hazı r l ı � ı nda toplanmışt ı r. Bu devredeki komü nist faal iyetin belirli bir çizgisi de i lerleme­ nin kademe kademe, alıştıra al ışt ı ra y ü rütülmesid ir. I k i i leri bir geri, her adımda bir d urma, tepki gel meyi nce daha i leri bir hamle yapma, böylece hazmattire hazmattire i nkişaf ve her kademenin hakkı n ı ver­ me usulü çok başarı ile tatbik ed i lmiş ve hadiseler, tevekkülle kar­ şı lanacak ve kabul edilecek b i r olgunlaştı rm a içinde büyük bir us­ tal ı kla geliştirilmişlerd ir. Yal n ı z adımların ve kadernelerin temposu a�ır tutulmamış, her kademeden geçrneğe itina edilmekle beraber, umumi inkişaf çok aceleci ve sabı rsız b i r tempo ile yürütülm üştü r. Böylece komünist i htilale g i den yolda hem sa�lam l ı k, hem sü rat sa�­ lanmı ştı r. Bu devrede komünistlerin kulland ı kları başl ı ca propaganda ve tahrik vasıtası ise iki klasik marksist silAh i d i : Sömürü ve emperya­ lizm. Sömürü i le i ktisadi hayatı n iza h ı n ı ve istism arın ı yapıyorlardı . Buna göre Tü rkiyede kapital izme ve feodalizme dayanan b i r söm ü rü düzeni vardı . Patron işçiyi, ağa köylüyü, devlet m i l leti, m i l let halk­ ları, hakim s ı n ıflar zayıf s ı nıfları , şehi rli köylüyü, burj uva proleter­ yay ı , memur vatandaş ı , hoca talebeyi , büyük küçü� ü, hü lasa a.deta herkes herkesi söm ürüyordu . Türkiyede i ktisadi gelişme yerine kor­ kunç b i r i ktisadi çöküntü , m üthiş b ir sosyal adaletsizli k, adil olmayan çok haksız bir gelir da� ı l ı m ı , halka dönük olmayan b i r idare, b i r bur­ j uva demokrasisi, Mkim s ı nıflar için çalışan b i r siyasT ve i ktisadi mekanizma, büyük bir adaletsizl i k, eşitsizlik ve setalet vard ı . Bu sö­ mürü d üzeni ancak herkesi i ktisadi bakımdan birbirine eşit yapmak­ la ortadan kal d ı rı labilird i . Huku kT eşitliğe dayanan siyasi demokrasi b i r şey ifade etmezdi. Gelir ve geçim eşitliğine dayanan i ktisadr de­ mokrasi ası l demokrasi i d i . I ktisadi hü rriyet! ol mayanı n s iyasi hür­ riyet! de olmaz, siyasi h ürriyet karı n doyu rmazdı . Onun için gerçek demokrasiye, yani halk demokrasisine, sosyalist ü l kelerdeki demok­ rasiye g itmek laz ı mdr. Hedef gerçekten demokrasi , gerçekten de­ mokratik Türkiye idi. öte yandan Türkiye komünistlere göre m üstakil de değ i l d i , Türkiyenin ıstikiali de emperyalizmin ipoteği altında idi. Em peryal ist ise Amerika , emperyal ist teşkilat da NATO idi. öyley­ se, Türkiye Amerikan ittifakı ndan kopmalı , Ameri kayı kovma lı, NATO'-


TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü MESELELERI

1 89

dan ç ı kmalı idi. Arneri kaya defo l , NATO'ya hay ı r ! Türkiye kendi tabi r­ leriyle ancak böyle n Tam bağımsız Türkiyen olab i l i rd i . Işte bu dev­ rede memleket bu iki tahrik kıskac ı n ı , yani u gerçekten demokratik Türkiyen ve ııtam bağ ı msız Türkiye n kıskacının arasına a l ı nm ış, sı kış­ t ı rı l d ı kça sı kıştı r ı l ıyor, bu kıskacı n iki ucu b i r noktada birleşti ril ince, ortaya n gerçekten demokratik ve tam bağ ı msız Türkiye n parolası çı ­ karılarak, bunun çaresinin de n M i l li demokratik devrim ıı , yani geniş cephe stratej isine dayanan komünist ihtilal oldu�u fikri ve fi i l i yer­ leştiriliyar ve yürütülüyordu. Böylece Türkiye içten çökertme ve d ış­ tan tecrit canderesi içine a l ı n mıştı . Müttefiklerinden ayr ı l m ı ş ve içe­ ride perişan edilmiş b i r Türkiye ise R usya tarafı ndan yutul maya ha­ z ı r b i r lokma haline gelmiş o lacaktı. Bu, Türkiyeyi takatten düşür­ me ve Tü rkiyeyi tecrit komünist kampanyası , k ısa zamanda öyle bir kudret v e vüsate u l aştı ki, memlekette bu devre boyunca artı k se­ falet edebiyatının ve sahte istiklal davasının kopard ı� ı tozdaf"l du­ mandan göz gözü görmez oldu. Komünizmin bu devredeki belirli bir çizgisi de cem iyete dı�arı­ dan ve yukarıdan aşa�ı zerk ed i lm iş olmas ı d ı r. Türkiyedeki kom ünist gel işme katiyen aşağıdan yukarıya gelen tabii b i r gelişme değildir. M arksistler ve onların a letleri Türkiyede komünizmin bu gelişmesini tabii b i r hadise gibi gösterme�e çalışı rlar. Onlara göre 1 960'1arda Tü rkiyede b i r yandan sanayi leşmenin, b i r yandan hü rriyet havası içi ndeki sosyal ve siyasi değişikliklerin tabii b i r ic.a bı olarak, sos­ yal i st ifkirler ve komünist faaliyetler serp i l i p gelişmiştir . Bu tamamiy­ le b i r kom ün ist taktiğidir ve hedefi komünizmi normal göstermektir. Halbuki komünizm Tü rkiyede katiyen cemiyetin bünyesinden doğ­ mamış, hasta l ı k ve m i krop aşı lar g i b i cemiyete d ı şarıdan zorla , sun'i olarak bu laştırılmıştı r. Hasta lı ğ ın işçi kesim lerinde, fakir tabakada, halk arasında tutmayıp yüksek tabakada, sosyete çevrelerinde ve m ünevverlerde as ı l tahribatını yapması da bunu g östermektedi r. Mark­ sistler ihtilale her zaman münevverlerin öncü fü k etti klerini söyleye­ rek bunu tabii g i b i g österirlerse de, Tü rkiyedeki komünist gel işme­ lerin, her türlü ihtilal ölçülerinin d ışına ç ı kan gari pli kler göstermek bakı m ından pek istisnai bir durum meydana getird iği gözden kaç­ mamışt ı r. Tü rkiyede işçi değ i l patron, fakir deği l zengin, cahil değil ayd ı n , dar gelirli değil m ühendis komünizmi n şampiyonu ol mağa kalk­ m ı ştı r. Eğer komünizm cemiyete zorla, sun'i o la rak aşı lan ı p yukarı­ dan teşvik ve himaye görmeseydi , Türkiyedeki sanayileşme de, sos­ yal ve siyasi değişikli kler de marksizmsiz olurdu, hem de pek ala,


1 70

TÜRKIYENIN B U G Ü N K i'ı M ESELELERI

pek güzel ve pek pürüzsüz ol urdu. Sanayi leşme ve sosyal inkişaflar, rej im değişikli kleri i l ll'ı da sosyalizm ve komünizmi geti rir kanaati marksistlerin yerleştird iğ i bir masaldan ibarettir. Gerçekten komünizmin bu safhasındaki belirli bir çizgi de onun inanı lmaz bir teşvik ve hi mayeye mazhar olmas ı d ı r. Tü rkiyede ilgili­ ler, karşı koyma mevkiinde olanlar, komünist tahribat sanki başkası­ nın vatanında cereyan ed iyormuş gibi tarihin ibretle kaydedeceği, ıı bakal ı m ne olacak ! ıı d iyen, oyuna kendisini kaptırm ı ş meraklı bir seyirci pozu nda kalmışlard ı r. Komünizm bu üçüncü safhada Türkiye­ de, karş ıs ı nda, bütün m üesseseleri i le seyirci b ir devlet ve adeta sah i psiz bir memleket bulmuştur. Aşağ ıda bu konuya daha etraflı bir şeki lde tekrar temas edeceğiz. Bütün bunların tabii bir neticesi ol arak Tü rkiyede komünizm bu son devrede k ısa zamanda s ı cak ihtill'ıl safhasına u laşm ış, sill'ıhlı ta­ a rruza geçerek kan dökrneğe başlamıştı r. Hazır l ı k için üç beş sene kl'ıfi gelmiş, nihayet 1 968'den Itibaren artık namlu ları n , bombaların ve d inarnillerin konuşturulmasına, gitti kçe hızlanan bir tempoyla, baş­ lanmış ve devam edilmiştir. Bu silahlı eylem, bask ı , terör ve sıcak ihtill'ıl y ı l ları nda Türkiyede, b i l hassa büyük şehirler, başta ü niversite­ ler ve yüksek oku l lar olmak üzere, mahal leler, sokaklar ve evler bir cehenneme çevrilmişti r. Komünistlerden ve onla rın a letlerinden baş­ ka, yarı nı ndan emin olan ki mse kalmamışt ır. Masum insanlar dövül­ müş, hakarete ve akı l a lmaz vahşi işkencelere maruz b ı ra k ı l m ı ş, öl·­ dürülmüş; okulların, devlet müesseselerinin duvarları , pencereleri , kapıları ve dolayısiyle memleketin ve devletin, müesseselerin itibarı her gün kurşunlarla delik deşik edilm i ş; bir kaç yıl doğru d ürüst ö!')retim yap ı lamam ış, mezun veri lmesi engellenmiş, mezun olanlar da zayıf yetiŞmiş; si lah tem i n ve hatta iml'ıl etme, yurda külliyetli m i ktarda silah ve cephane sokma mekanizması kurulmuş; soygun­ l ar, sabotaj lar, eşkiyalıklar, çetecilik lerle, mem leket huzur ve emni­ yetinin a ltı üstüne getiril m iştir. Hü lasa, bu y ı l lar her halde komünist­ lerin , görünen meşru devletin içinde adeta ikinci b i r fi'li devlet ola­ rak müesseselere el koyduğu, e l koyamadıklarının d a seyirci kaldı k­ ları, vazifelerini yapamadı k ları karanlık, her türlü karan l ı k i htimal iere açık bir devir o larak Türk tarihine geçecektir. Türkiyede, komünizmin üçüncü safhası n ı n içindeki bu silahlı ey­ lem safhası n ı n da süratle olgunlaşt ırı larak, b i r müddet sonra ni hai i h­ tilal merhalesine geçildiği görü l ü r. 1 970 - 1 971 '1erde kom ü nist ih-


TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

1 71

ti!al art ı k gün meseles i, an meselesi say ılıyor, kom ü n istlerin elleri­ n i çabuk tutmak istedi kleri , b ir an önce neti ceye ulaşmak için sabı r­ sı zland ı kları ayan beyan o;taya Ç ıkmış bulunuyord u . öyle ki vatan­ perverler , ay lard ı r ev lerinde her gece elde silah bu kom ünist i htilalini karş ı lamak için süku net ve metanetle bekler halde idi ler. Hatta bun­ lardan i l k komün ist hedefleri arası nda olan bazı ları n ı n , aldı kları istih­ barata göre, zaman zaman geceleri yer değişti rdi kleri de ol uyord u . H e r şey, bütün kesim lere yönelmiş yan i htilallerin eşli�i nde v e on­ ları n üstünde kat'i neticeli merkezi bir darbe ve baskın i htilalinin tez·­ gaha kond uğunu ve hareket a n ı n ı n beklend iğ in i gösteriyord u . 1 2 M arttan son raki tahkikat ve d u ruşmalar d a b u n u aç ı k bir şekilde o r­ taya koymuştur. Kom ünistlerin el lerini bu şekilde çabuk tutmak istemelerinin üç sebebi vard ı . B i rincisi komünist harekatı idare eden yaşlanmış eski tüfeklerin, yı llanm ış komü nistlerin sab ı rsı zlığ ı, i ht ilali kendileri hayat­ ta i ken görmek istemeleri idi. Ikincisi Tü rkiye'de iç ve d ı ş şartların olgunlaştı ğına kanaat getiril mesi idi. Tü rkiye içten adeta fethedi lm iş, bir darbelik canı kalmıştı . Ayrıca Türkiyenin kuzey ve güney hudutla­ rı Türk l ü k düşmanı komü n ist ve bölücü lere açı kt ı . Türkiyeyi içeriden v u racak kuvvetler sıkışınca bu h u dutların ötesine geçebi leceği g i b i , bu hudutları n ötesindeki, eskiden beri b i linen hazır kuvvetler de her an Türkiyeni n içinde koparılacak b i r kavçıaya m ü dahele edeb i l i r, sı­ zab i l i r, böylece kolay l ı kla il<inci bir Vietnam yaratı lab i l i rdi. üçüncü sebep Türkiye'n in ekonomik dar boğazları geçmek üzere oluşuyd u . 1 980'e kalmadan Türkiye kalkı nmada kendi kendisine yeter bir d u ­ r u m a gelec ek ve komün izmin karşisına diki lecek i ktisadi refah u n­ suru, onun işini b üsbütün güçleştirecekti. Işte bu üç sebep komü­ nistleri bir an önce son i hti lale itiyordu. Doğrusunu söylemek lc\zımsa, hesaplar pek yanlış değ ildi ve Tü rkiyeyi ancak b ir m ucize ku rtarab i l i rd i . Darbe son derece usta l ı k­ la hazı rlanm ıştı ve orta l ı k da öyle sindiri lmişti ki muvaffak olmamak için adeta sebep kalmıyordu . Darbe içinde darbe hazı rlanmıştı . Daha önce yarattıkları cehennemi havaya, ord u, mecburen masum ve meş­ ru b i r müdaha lede b u l unacaktı . Işte tam bu anda sinsi bir tertiple komün istler araya g i recek ve müdahalenin rengi n i de�iştireceklerdi. Asker elbisesi g iymiş komünist siv il m i l itan lar m üdahele anında or­ taya çı kacak ve büyük iş görecekti. Başta kumandanlar olmak üzere devlet erkanı ve k ilit noktalarda b u l u nanlar öldürü lecek veya devre-


TÜRKIYE N I N B U G Ü N K Ü M ESELELERI

1 72

den ç ı karılacak, bütün idareye bir oldu bitti şeklinde el konacaktı . Ko­ münist m i l itan lar i l k gcede kendi lerine engel gördükleri bir kaç bin vatanperveri, çok önceden tesbit edi len ve planları hazı rlanan evlere baskınlar yaparak, imha edecekti. Sonraki gü nlerde bu temizlik yüz­ binleri bu lacak ve memlekette tutunacak dal bı rakı l maya rak Türkiye komünistleşti rilecekti. Bu plan 1 2 Marttan son ra yetki l i devlet adam­ ları tarafı ndan da zaman zaman ve parça parça açıklanm ıştır. Darbe anına takaddüm eden g ü nlerde komünistler sevinçleri ni, g üven leri n i , yü ksekten konuşmaları n ı , ü m i t l i heyecanl e. r ını saklayamaz halde idi­ ler. Fakat. . . Toparlanma safhası

Evet , fakat, komün istlerin umdukları ihtilal de� i l , vatanperverle'" rin bekled ikleri mu cize oldu ve kom ünist darbe ve baskın i htil a l i son anda, on ikiye beş kala değ i l , tam on i kide durduru l d u . Türk M i l leti her dar bağaza g i rince tari hte daima içinden kendisini kurtaracak b i r kahraman çı karm ıştı r. Bu son dar bağazda da kurtarıcı kahrama­ n ı n ı Genel Kurmay Başkanı n ı n şahsında b u l muştu r. A l ı nan istihbaratı değerlendi ren büyük kumandan, öne at ı larak , Tü rkiyeyi uçurumun kenarında yakalamış ve mem leketi en son anda korkunç bir felaket­ ten ku rtaracak kuvvetleri harekete geçi rmiştir. Böylece 1 2 Mart 1 971 'de Türk Ordusu işe el koym uş ve Türkiyen in üzerine çökmüş b u l unan büyük kabus aralanmaya başlamışt ı r. '

1 2 Marttan sonra komünizm, Türkiye'de dördüncü safhas ına g i rm iştir . Bu safhan ın başlang ı c ı nda Türkiye, üçüncü safhanın uzantısı o larak, daha şiddetli sil a h l ı eylemlerle karş ı l aşmışt ı r. Fakat bunların yakayı ele vermekten doğan h ı rsl ı ç ı rpınışlardan ibaret olduğu ve Türk Ordusunun elinden kurtulanamayacağı bell i idi. N itekim bir m üddet sonra bunlar kesil m iş ve dördüncü safhanın karakteri orta­ ya ç ı kmıştı r. Bugün bu safhada komünistler pusuya yatmış, mevzi kaz­ makla meşgul d urumdad ı rl a r. Bu safhada komün istlerin yaptığı i l k iş 1 2 Mart tedbirini en az zararla atiatm ağa çal ışmak ol m uştu r. Bun u n için d ı ş dünyada işkence id iaları ile karı ş ı k geniş b i r kampanya açmışla r, ni hayet içerde de af kanunu hedefine u laşmışlard ı r . 1 4 Ekim seçi mlerinin çaresizlikten doğan solcu iktidarı bu yolda iç barış ba hanesi il e kendilerine tam


TÜRKIYEN IN BUGÜNKÜ M ESELELERI

1 73

destek olmuş ve 1 2 Mart, kalanlar için, hemen hemen tamamiyle boşa ç ı karı lmıştı r. Şimdi komünistler yeni bir toparlanmanın haz ı r l ı ğ ı için­ dedirler. 1 2 Mart, Türk iyenin de, Türkiyedeki komünizmin de kaderinde b i r dönüm noktasıd ı r. 1 2 Marttan sonra Tü rkiyede komünizmle müca­ dele art ı k ordunun malı olmuştur. Bu Türkiyenin ko münizm karşısın­ daki en büyük kazanc ı d ı r. Ordu komü nizmle mücadele ederken yalnız sivi l i ktidara b ir yard ı mda bulunmamakta, ayni zamanda ve ondan daha çok kendi işini görmektedir. Çünkü ordu görm üştür ki komü­ nizm sadece sivil hayatı değ i l , ayni zamanda ve doğrudan doğruya ordunun cephe gerisini de teh l i keye düşürmüştür. Hem de vahim bir şeki lde . Artık cephe gerisinde, vüsati ortaya çıkmış böylesi bir ko­ münizm teh l ikesi varken Türk ordusunun gözüne elbetteki rahat b i r uyku g i remez. Ordu 1 2 Marttan beri kom ünizm il e mücadele etmektedir. Bu mü­ cadele bundan sonra da devam edecektir ve etmel i d i r de. Zira bu yalnız cephe gerisi ni emniyete almak bakı m ı ndan bir mecburiyat de­ ğ i l , komünizmin Türkiyede ancak ordunun başa ç ı kabileceği b i r kud­ rete ulaşmış olması bakımı ndan da b ir zarurettir. Tü rkiyede komü­ nizm gösteri ve eylem safhasını çoktan tamam l ı yarak sıcak savaşı başlatacak, idare ile çarpışacak, kol lu k kuvvetleri ile çarpışacak , or­ du i l e çarpışacak b i r marhaleye u l aşmıştır. Bugün pusuda yine fı rsat göz!emektedir. Her an sıcak savaşı ve iç harbi yen iden körükleyebi l i r. Kuvvetleri buna m üsaittir. Bu durumda Türkiyeye d üşen i l k iş komü·­ nizmle mücadeleyi ordunun mal ı olmaktan çı karmamaktır. Ordu kış­ lasına çeki lsin, komünizmle sivil idare olarak art ı k biz başa çı kabi­ l i riz d iye düşünmek affedilmez bir hata olur. Türkiyede artı k herkes kom ünizme karş ı , bütün ayr ı l ı kları b i r kenara bı rakarak, müşterek bir cephe kurmak zorundadır. Komünizm o hale gelmiştir ki Türkiye daima b i r s ı k ı yönetim hassasiyeti ve uyan ıkiiğı içinde olmak mecburiyetin­ dedi r. Bugün, ordunun mücadelesine rağmen, Türkiye komünizm karşı­ sı nda yeteri kadar kuvvetli değ i ld i r. Türkiyenin bu konudaki birinci zaafı hadiseye tam, şümullü ve do� ru b i r teşhis koyamaması, komü­ nist gelişmeni n kaynaklarına ve sebeplerine inememesi, bu hususta yeterli ted b ir almaktan mahrum b u lunması d ı r . Türkiyenin bu işe anar-


1 14

T Ü RKIYE N I N B U G Ü N K Ü M ESELELERi

şi ad ı n ı takması bile meseleyi 11e kadar hafife aldığ ı n ı n tipik bir de­ l i l i d i r. I k inci zaaf, i l g i l i lerin kom ünistlerin sayı larını küçük görmesi, mü­ esseselere nü fuz ve memleketteki yayg ı n l ı k derecelerini layıkiyle kestirememesid ir. Bunu ancak kültür ad amları ve hocalar tam ma­ nasiyle görüp bil mekte, aniarı na da elinden b i r şey gelmemekted ir. Şunu kesinl ik le bel irtmek gerekir ki komünistleri n sayı sı , tesi ri, nü­ fuzu ve yayg ı n l ı ğ ı resmi beyan ların, takipierin ve tahminierin çok, ama pek çok üstünded i r. Türkiyenin üçüncü zaafı i htilale huku kla karşı koym aktan başka elinde b i r silahı bulunmamas ı d ı r. Ihtilal, hele Türkiye'nin şartları al­ t ı nda, normal ve hatta zayıflatı lmış b ir hukukla ön lenemez. Ihtilal ,en az, fevkali\de hal hukuku ister . Tü rkiye ise buna gidecek durumda gözüknıemekted ir. Yeni kurulan güvenlik mahkemelerinin de , çok faydal ı ve zaruri o lmakla beraber, Tü rkiyeni n şart l arında meseleye kafi geleceğ ini sanmak fazla iyi mserliğe kapılmak o l u r. Türkiye bugün kom ünizm bahsinde iki işle karşı karşıyad ı r. Bun­ lardan biri mevcut komünistleri , say ı l arı çok kabarık olan kom ünizm­ le zehirlenmişleri zararsı z halde tutmak; diğeri yeniden komünist ü reti m i n i n önüne geçmektir. Bu ikisi d e Türkiyeden çok büyük mad­ di ve manevi gayretler beklemekted ir. Bu gayretleri göstermek ise kabul etmek gerekir ki Türkiyen in şartları nda son derece güçtür. Türkiye 1 2 Marttan sonra komünizmin ihtihil uçlarını budamıştır ve şüphesiz bu da büyük bir iş ve komü nizme ağır bir d arbedi r. Fa­ kat kendi d i l l e riyle " devrimciler ö l ü r devrim ler yaşar» d iyen komü� nistler kayı plar ı n ı telafide ve her darbeden sonra daha kuvvetli baş ka l d ı rmada engin tecrübe sahibidirler. Ayrı ca komünizmin d ı ştaki asıl merkezi, ölen yerli kom ün istlerin hayatlarına, kom ün istlerin har­ canmasına pek önem vermez, aldırış etmez. Tepesinde b i r komünist Rusya d u rdukça kom ünizmin bitmeyeceğ ini ve g itti kçe kuvvetli dal­ galar hal inde üzerine gelrneğe çal ışacağ ı n ı Tü rkiye bir an bile hatı r­ dan çı karmamak mevkiindedi r. Komünizme karşı savaşı ordu bir an bile b ı rakmamalı ve bu sa­ vaşta bugün ve bundan sonra herkes orduya köstek değ i l , destek ol­ mal ı d ı r. Türkiye için bu ilk şartt ır. Fakat tabii kafi değ i l d i r. Türkiyen i n


TÜRK IYEN I N B U G Ü N K Ü MESELELERi

1 75

bu afetten korunması, bu hü rriyetsizl i k ve gayri tabiili k düzen i ne b i r gün yakasını kaptı rmaması için, devlet olarak, geniş ve hatta a ka­ dem i k bir kom ünizmle m ücadele planı yapması ve bunu tatbik etmesi" gere kmektedi r . Bu planda Türkiyede komünizmin bugünkü duruma gelmesinin sebepleri, kom ünizm i n Tü rkiyede katetmiş oldu�u mesafe etraflıca , en ince teferruatına kadar tesbi t edildikten sonra komüniz­ me karşı al ınacak uzun ve kısa vadel i tedb i rler s ı ralanıp yürürlüğe konma l ı d ı r. Hem de kimsen i n gözünün yaşına bakmadan. Tü rkiye ko­ m ün izm ile fena halde zehi rlenmişti r. Satı hta kalan perakarıda ted b i r­ ler yerine, ancak derine i nen i lmi ve sistem li b i r tedavi; yarım tedbir yerine, tam tedbir derde deva olabil i r. Fakat bunun ufu kta görünme­ d i ğ i de b i r gerçektir. Tü rkiye bugün o rdunun sayesinde komünist ihtilalin uçları nı kırmış, i htilal alevlerini sönd ürm üştü r. Fakat askerl tedbi rleri n neti­ c � leri g itti kçe daha faz la boşa ç ı kt ı kça, başta üniversiteler olmak üzere her yerde kazan yeniden kaynayacakt ır, kaynaya bi lecektir. Ko­ münistler Tü rkiyede si lahl ı sı cak savaş marhalesine ulaşmış, tab i r caizse, silahlı mücadelenin tad ını almışlard ı r. Artık bundan geri dö­ nemezler ve her sefer işe buradan başlayacak, buradan başlama fı rsatırıı kollayacakl ard ı r. Komünistler sızdıkları m üesseselerdeki çok yayg ı n ve tesirli mevzilerini muhafaza etmekted i rler. Tatmin edici hiç bir zararsıziaş­ tı rma arnel iyesi yapı lmamış veya yap ılamam ı ş ; Türkiye böyle b i r po­ zisyona g i remem işt i r. Yapı lan tem izlik yalnız orduya inhisar etmekte ve sivil müesseselere el atı l amamaktadı r. B i lakis son zamanlarda sa­ yısız yeni mevzileri çok teh l i ke l i b i r şekilde ele geçirmişlerdir. Ordu 1 2 Marttan sonra, cephe gerisinin teh li keye düşmüş bu·­ l unduğunu gördüğü g i b i ; komünizmin, ne kadar mahdut olsa, tehli­ keli ve Türk o rdusunun geçmişine, tarihi misyonuna, hikmet-i vücu­ duna, şanına yakışmaz bir şekilde kendi mensupları ndan bazı kimse­ lere bulaştırılmış olmas ı n ı n da acısı ile karşı laşmıştır. Komünizm, vurucu güç elde etmek ve karşısındaki en büyü k kuvveti tesi rsiz b ı­ rakmak için, her yerde herkesten önce ordu mensuplarına çengel at­ mak i ster. Tü rkiyede de ta baştan beri , Nazım H i kmetten beri en büyük sızma gayretini o rdu ve askeri okullar istikameti nde göster­ m iştir. Bu gayret Tü rkiyede komünizme karşı bütün kapı hacanın açık b ı rakıldığı üçüncü devrede elbette müessir olacaktı. M üessir ol-


1 76

TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

muş ve sı kı yönetim sanı kları arası ndaki asker şah ısların kalabal ı ğ ı karşısında ordusu ile beraber Tür·k M i l l eti de şaş ı p kal mı ştı r. Buna rağmen ordu kend isini çabuk toparlamış ve hasta l ı ğ ı n kend i bü nyesi­ ne düşen payını gözü nü kı rpmadan kesip atmıştı r. Çünkü komünizmin o rdu , milli ordu ve subay düşmanı olduğunu ; mem leketi ve orduyu ele geç i ri rlerse m i l li ord uyu halk ordusuna dön üştüreceklerini, su­ bayların yerine kendi m i l itanlarını geti receklerini Türk ordusu ve Türk subay ı , Türk kumandanı çok iyi b il mektedi r ve bi lecek mevkide­ d i r. Acı da olsa kendi içindeki temizliği yapan ordu sivil m üessese­ lerde de böyle b ir ayı klanman ı n gerçekleştirilmesini ümitle bekle­ m iştir . H i ç deği lse kilit mevki lerin tem izlenmesi gerektiğinın an la­ şı l acağ ı n ı ve kab ul edi leceğ ini ummuştu r. Fakat sivi l müesseseler­ de hiç bir hareket görül memişt i r. Hareket şöyle dursun, sivi l kanat b ilfıkis ordunun komünizm karşısındaki hız ın ı kesme gayretlerine gi rişmiştir. Bu gayretl er 1 2 Marttan itibaren b i r çok fı rsatların kaç ı n lmasına sebep olduğu gibi, komün izme karşı g irişilen savaşı n tesirlerini de b i r hayl i azaltm ış­ tı r ve azaltmaktad ı r. Böylece Türkiyede y ı l larca himaye ve teşvik gör.. m üş olan komünizm, bugün de altına sığınacak kanatlar bu lmaktan geri kalmamıştır. Ayrıca sivil kanattan gelen demokrasi , hürriyet ve rejim tazyi kleri de komünizmle savaşı güçleştirmektedi r. Bu tazyik­ lerde sol cephenin bahanesi il e sol ol mayan cephen in samii gay­ ret leri birleşmekted i r . Sol cephe her türlü bahane ile böylece içeride, komü n izme kar­ şı açı lan m ücadeleyi en az kayıpla atiatmağa çalışı rken, d ı şarıda da Tü rkiyenin aleyh ine geniş b i r kampanya açtırm ıştır. Türkiyeye d ı şarı­ dan yapı laf'! tazyikin rengini anlamak için aynı çevrelerin 1 2 Mart duruşmalarıyla Yass ıada d u ruşmaları karşısındaki tavrı n ı karşılaştı r­ mak kafidi r. Türkiyeye yöneltilen bu d ı ş tazyikin m i lletlerarası ko­ münizmin tahrikinden doğduğu açıktır. Fakat buna rağmen, Türkiye bu tahrikin Avrupadaki tesi rlerini lüzumundan fazla cidd iye almakta, kendini bunlara önem verme mevki inde görmeklerı b i r türlü kur­ tulamamaktadı r. Türkiyenin yukar ıda işaret ettiğimiz üç zaafı na, bu iç tesirlerle dış tazyikler de kat ı l ı nca, bugünkü kom ü nizmle mücadelesi ister is-


TURKIVENIN BUGÜNKÜ MESELELERi

177

temez, gerekenin ç o k altında bir seviyede kalmakta, kom ünistler ge­ rekenden çok yumuşak bir muamele i le bu devreyi atlatmaktadırlar. Bu durumda Türkiyede bugüne kadar ü remiş bulu nan komünistterin tasfiyesi ve zararsız halde tutu lması çok güç görünmektedir. Mevcuttarla mücadelede yine de Türk iye durumunu bir hayli kuvvetlendirmiştir. Fakat komünist ü retimi bahsinde durum büsbü­ tün ümitsiz görünmektedi r. Türkiye bu yolda hiçbir şey yapmadı ğ ı gibi , ne yapacağ ı n ı d a b i lmemekted ir. Bu hususta yapı lacak en önem­ li iş, şüphesiz, milli k ü ltür kalesini yeniden yüceltmektir. Ama Tür­ kiye bu i htimalden fersah fersah uzak b u l unmaktad ı r. Yetişen Türk çocukları n ı , fertleri m i l li kü ltürle teçhiz etmeden komünizmle de, başka yıkıcı cereyan l arla d a başa ç ı kmanın imkanı yoktur. Türk Mil­ letinin tarihine ve manevi bünyesine bakarak, Tü rkiye komünist ol­ maz demek asla doğru deği ld i r. M i l li kü ltürle teçhiz edilmezse Türki­ ye komü nist de olur, her şey de . Esasen m i lletierin toptan komünist olması değil, memleketin idaresine bir oldu bitti şeklinde el koyma­ ğa yetecek bir zümrenin komü nist olması bahis konusudur. G erek üremiş komünistler, gerek komünist ü retimi bakımı ndan kuvvet unsuru da Türkiyede yeteri kadar sağ iarniaşmış değildir. Kuv­ veti teşkil eden polis, i dare, adl iye, istihbarat ve ordu unsurların­ dan biri sağ lamdı r ve 1 2 M arttan sonra daha da bilenmiştir. Bu ordu� d u r. Istihbarat da iyi durumda say ı lab i li r ve normal vazifesini yap­ maktad ı r. Ama istihbaratı normalin çok üstünde b i r vazife beklemek­ ted i r. Bu itibarla istihbaratın çok kuvvetlendirilmesi lazı mdır . Hem genel ku rmay istihbarat ının, hem sivi l istihbaratın. Atatürk tarafından kurulan ; Türkiyeye büyük h izmetler gören ; maddl i mkanlarıyla ve kendisine karşı gösterilen ilgiyle kıyaslana­ mayacak kadar büyük başarı lar göstermiş bulunan ; Türk devletinin gözü ve kulağı olmaktaki e h liyetini daima isbat eden; sayısız h izmet­ leri arasında, Fransız h ükumetinin hakiki niyet ve kararını anında öğrenerek Atatürke u laşt ı rı p Hatayı n i lhakına büyük yardı m ı doku­ nan ; memleketin karşısına ç ı kacak büyüklü küçük l ü musibetleri ge­ ce gündüz demeden anında , saati saatine i lg i li makamları n dikkatine sunan; karşı tedbirleri almakta takd ire ve hayrete değer bir usta l ı k gösteren ; a l d ı ğ ı neticeler bakımından d ü nyanı n say ı l ı istihbarat teş­ kilatları ndan biri olduğunu kab u l ettiren ; fedakar ve feragatkar çalış­ maları ve hayati rol ü ile Tü rkiyenın temel d irek lerinden biri olan M IT


1 18

TÜRKIYEN I N B U G Ü N K Ü MESELELERI

(eskiden M i l li Emniyet) bu ndan sonra da Türkiyen in komün izme kar­ şı mücadelesinde, b il hassa büyük ihtisas ve başarı sahibi olduğu bu konuda çok mühim b ir rol oynayacaktır. Bu teşki latı çok genişlet­ mek ve hudutsuz maddi imkanlarla takviye etmek lazımdır. öyle ki Türkiyede , başta darbe ve baskın ihtilali olmak üzere, hiç bir ihti­ lal tertip ve niyeti, hiç bir komünist entrika ve propagandası gizli ve karşı l ı ksız kalmas ı n . Ayrıca zaman zaman görüldüğü gibi, bazı hüku­ met adam ları n ı n ve sorumsuz kimselerin bu teşki lAlla oyna masına da m üsaade ol unmamal ı d ı r. üçüncü iyi dlJrumda olan unsur pol istir. Polis gördüğü muame­ leye ra(Jmen komünizm karşı sında yine de iyi d u rumdad ı r, fakat ye­ ter l i değ i l d i r . Gerek g iz l i , gerek açık servisleriyle fedakar Türk pol isi çok, pek çok takviye edi lmelid i r. Sayısı çok artı rılmal ı d ı r, parası çok art ı rı l mal ı d ı r. Hem u mum i asayiş, hem de komünizm ba kımı ndan Türk bütçesi bu cömert l iğ i gösterrneğe mecbu rdur. Kuvvetin idare ve adi iye unsurları n ı n ise kom ünizm karşısında çok isiAha ve takviyeye ihtiyacı vard ı r. Idare komü nizm karşısında çok yetersizd i r. B u rada idare ile yalnız I ç Işleri Bakanl ı ğ ı n ı kasdet­ miyoruz. Bütün icra organ larını göz önünde bulunduruyoruz. M i l l i Eği­ timden D ı ş Işlerine kadar içeride ve d ı şarıda teşkilatı olan her or­ ganı . Idarenin bozu k l u ğ u ise onlara e leman yetişti ren müessese lerden başlayarak derece derece yükselmekted ir. Ad iiye de hem m evzuat, hem e leman, hem usul, hem tatbikat bak ı m ı ndan Türkiyeye yönelen ölçüde b i r kom ü nizme kendi sahasın­ da karşı kayamayacağ ı nı göstermiştir. 1 41 ve 1 42. maddeler oldu­ (Ju halde Türkiyenin karşısına çok irileşmiş b i r komünizm ejderinin çıkmış b u lunmas ı , b u konuda ad l i yenrn nas ı l büyük b i r islahata ve yeni b i r teşkilAtlanmaya mu htaç olduğunu aç ı kça o rtaya koymakta­ d ı r. K uvvet u nsurunun :eaafı , yal n ız kom ünizmle mücadeleyi güçleş­ ti rmemekte, ayni zamanda menti ve gayri memnun insan tipinin orta­ ya çı kmasını ve çoğal ması nı da teşvik etmektedir. Kuvvet unsurunda­ ki bozukluklar, haksız l ı klar, yetersizlikler i ktisadi refah unsurundaki aksaklı klarla da birleşerek kom ü nist ü reti m i için çok müsait bir ze­ min haz ı rlarlar.


TÜRKIYEN I N B U G Ü N K Ü MESELELERI

ı79

Hü llisa, 1 2 Marttan sonra a l ı nan tedbirlerle i l k ve yakın komü­ nizm teh l i kesi ön lenmiştir. Fakat teh l ikenin umumi tehdidi ve Türki­ yen i n komünizm karşısı ndaki çaresizliğe çalan zaafı devam etmek­ ted ir. Türkiye komünizm karşısında adeta el yordamiyle hareket et­ mektedir. Böyle bir hareketin komünizm gibi şümu l l ü , sistemli ve israrlı bir sui kast ve tecavüzün hakkında gelmesi e lbette ki beklene­ mez.

HOMANIZM

Komünizm teh l i kesi Türkiyeye hümanizm in açtığ ı kapı dan gir­ m iştir. Hümanizm Tü r k iyede komünizmin karşısındaki en büyük mu­ kavemet unsuru olan milli kültür kalesini y ı k m ı ş ve komünizme ge... rekli zemini hazı rlayan baş l ı ca a m i l olmuştu r. Hümanizm rönesansla beraber ortaya ç ı kan bir cereyandı r. Hü­ manizmin i l k manası eski Yunan ve Latin kaynaklarına dönüştür. Or­ taçağ Avrupas ı n ı n iskolastiğ i ; doğmatizmi ; hiristiyan taassubu ve ki­ l ise istibdad ı ; engizisyonu ; köleliği ; siyasi, i ktisadi ve sosyal tahak­ kümü karşısı nda asırlarca bunalan Av rupa lı lar tesel iiyi ve insan üze­ rindeki baskıyı kald ı rmanın, i nsana yönelmenin yolunu bu kaynaklara dönüşte buldular. Bu dönüşün iki manası ve sebebi vard ı r. Bir, bu kaynaklar gerçekten insani değerler bakı m ından zengin ve gelişmiş bir felsefe, fikir ve sanat m u htevası taşıyordu . Bu .kaynaklardan baş­ lamak i nsani değerlere dönüş olacak ve Avrupan ı n susuzluğunu g i­ derecekti . I kinci o larak, fikir ve sanat adamları , bu eski iki cemiyeti konu ve örnek almak suretiyle b i rden yanaşamadı kları kendi cemi­ yetlerine dotaylı bir şekilde ve temsil yolu i le tesir etmek imkanına kavuşacakt ı. Esasen bu iki kaynak Avrupanın m üşterek menşei d u­ rumunda idi ve Avrupa cemiyetlerinin bunlardan başka eski bir ma­ nevi m i rası da yoktur . N itekim gelişme böyle olm uş, Avrupa kültür­ leri ve medeniyeti hiristiyanlıkla beraber bu i ki kaynaktan gelen te­ mel ler üzerine kurulmuştur. Avrupanın fikri ve m anevi yapısı h i ris­ tiyanl ı ğ ı n hümanizm ile restorasyonuna dayanı r. Hümanizmin eski Yunan ve Latin kaynaklarına dönüş şeklindeki bu ilk manas ı , zamanla, kelimenin asıl ifadesi olan insanc ı l ı k mana­ sına dönüşmüş ve Avrupalı lar bu fikri kendi cemiyetlerine , doğrudan doğruya tatbik etmek yoluna g i rmişlerd i r. Fakat bu insancı l ı k yanı n-


1 80

TÜ RKIYENIN B U GÜ N K Ü MESELELERI

da kel i menin i l k manası da daima saklı kalmış ve insani değer d i­ yince, yaln ız veya önce, eski Yunan ve Latine dayanan Avrupanı n i nsani değeri a k l a gelmişti r. Bu ise hümanizmi baştan beri zehirl8'­ yen bir husus olmuştur. lnsanc ı l ı ğ ı n iki manası vard ı r . Bu nlardan biri insan ı n başka var­ l ı klar karşısı ndaki yeri n i , diğe ri insanı n insana karşı durumunu tayi n etmekt i r. Insan ın d ı ş ı ndaki varl ı klar cansız ve d i ğer can l ı varl ı klar i le i nsan üstüdür. Insan cansız ve diğer can l ı varl ı klara karşı , en müte­ kam i l yaratık olarak, üstünlüğünü zaten kendi kend isine ku rmuştur. Dinler d e eşrefü lma h l u kat (mahlukların en şereflisi) o larak kabul et­ tiği I nsan ı n bu üstünlüğünü ve değeri ni tan ı m ı ştır. Insanın üstünde ise b i r tak ı m manevi ve sosyal müesseseler i le Allah vard ır. l nsan cı l ı k, zamanı m ı za kadar, bunlarla insan ı n karş ı laş­ tırılmas ı n ı , ahlak, d i n gibi müesseseler ve Allah ile insan arasında b i r ayrı l ı k ve çatı şmayı d üşünmemiştir. Fakat bugün i nsancıl ı ğ ı n bu noktaya da e l attığı ve b u hus usta da i nsani değerlerin davacısı ol­ duğu gö rü lmekted ir. Bu i k i nokta dışı nda geriye insanın insana karşı durumunu tayin elmek kal ıyor ki hümanizm Avru pada rönesanstan beri esas itibariy­ le bu sahada vazife ya pmış ve diğer siyasi ve sosyal fiki rlerle be­ raber h ü rriyet, eşit l i k ve kardeşliği tesise çal ışmışt ı r . Neticede in­ safl hakları temin ed i lm iş, m i l li b i r l i kl e r kuru larak, bu birli kler içinde insanların eşitliği ve insanT değerlere sayg ı hakim olm uştur. Avrupada insan hakların ı tem in ettikten sonra hümanizmin müs­ bet fonksiyonu bu rada b itm iştir deni l eb i l i r. Hatta Avrupada insan eşitliğini ve insana sayg ıyı gerçekleştird i kten son ra hü manizm in menft ve sapıtma devri başlamışt ı r da d iyeb i l i riz. Gerçekten insan ları eşit ve bir görme , insanı insan sayma , in­ sana i nsan olarak değer verme, m i l liyetler devrine ulaşlı ktan son­ ra artı k ya lnız Avrupanı n ve batı nın inh isarı altında kalmışt ı r. Hü­ manizm i n nimetlerini kend i insanı için sağ layan Avrupa artık işini bitirmiş ve diğe r insanları düşünmeye l üzum görmemiştir. Bilakis di­ ğer insan ların hakkı n ı Avrupa insan ına yed i rmek ve onl ara Avrupa­ n ı n i nsani değerlerini zorla kab u l ettirmek yol u na g itmiştir . Böylece Avrupa d i ğer insanlara hümanizm yerine siyasi, i ktisadi ve kültü rel


TORK IYEN I N B U GÜNKÜ M ESELELERI

1 81

emperyalizmi g ötürmüştür. Kendi ü l kesinde i nsancı l � ı tatbi k eden bat ı , diğer ü l kelere takl ikçi li ğ i ve köleliği takd i m etmiştir. Fakat hemen i lave ede l i m ki Avrupan ı n bu tutu mu b i r de receye kadar tab i idir. Çünkü ü l keler ve m i l letler arası hüman izm diye bir şey yoktur, manasızd ı r, olamaz. Hümanizm i n h u dudu m i l letin hudu­ dunda biter. Her m i l letin insanı insand ı r ve l<endi insani değerleri vardı r. Başka ü l keye, kendi i nsani değerlerini b ı rakıp, hangi insani de�eri götü recektir? Ayrı ayrı m i l li insan değerleri d ışı nda bir insani de!)er yoktur ki . Her i nsani değerin b i r tapusu, m ü l kiyeti, aidiyeti ve mensubiyeti vardı r. Her mil let kend i insani değerlerine sah i p ç ı kar ve m i l letierin değerleri ayrı ayrı boy ölçüşü r ve gelişirler. Insan l ı ­ ğ ı n u l aştığı e n b ü y ü k sosyal gerçek m i l letti r. Mi ll et gerçeğ i üstünde bir sosyal gerçek yoktur, ondan ötesi bozu lmad ı r. M i l letin üstünde sadece m i l letierin eşit haklarla iş birliği vard ı r. Sosyal organizasyon olara k i nsan l ı k diye b ir cemiyet yoktur, i nsan l ı k y ı ğ ı n ı , insan l ı k tOP'" luluğu vard ı r . Işte bu yüzden Avrupa da hü manizmi kend i içinde he­ define ulaştı rd ıktan sonra du rmuş, diğer ü l kelere ve onların insan ına başka gözle bakmışt ı r. Demek ki hümanizm aslında yalnız milli b i r­ li!)in b i r vasıtqs ıd ır, m i l l i hudutlar içinde geçerlidir, ve onun dışında bir mana ifade etmez. M i l l iyet esasen m i l li insancı l ı k demekti r. M i l­ l iyet kendi insan ına, hümanizmin vadettiği her şeyi verir. Gerniyete ve ferde , m i l leti teşkil eden i nsan ların hepsini b i r ve eşit tutmayı, on­ ların değerlerine kıymet verme!)i telkin eder. M i l l iyetçi l i k mil leti teşkil eden insan ları sevmek ve onların değerlerini aziz tutmak de­ mekti r. Her m i l let kendi i nsan ı n ı sever ve aziz tutar, m i l letler de b i rb irlerinin bu hak ve vazifelerine sayg ı l ı olu rlar, böylece hekes kendi kapısını süpürür , fakat b ütün insanlık temize ç ıkar. � erçek ve tek insan c ı l ı k budur. Fakat tabii, Avrupa hümanizmi bu deği l d i r ve çok başka istikamette inkişaf etmiştir. Bu yüzden Avrupa hü manlzmi so­ nunda m i l l iyetle ve m i l l iyetçi likle çalı şmıştır. Avru pa hümanizmi son menfi safhasında d ı şarıda V 9 içeride i ki ayrı i sti kamette inkişaf etmiştir. D ı şarıda dediğimiz gibi emperyaliz­ min a leti olmuş, içeride ise manevi çöküntüye ve aş ı r ı lnsancı l ığa yö­ nelmiştir. Avrupa, hümanizmi id rak etmekle, onu kendi insanına tatb i k et­ mekle, tabii, emperyal izmden vaz geçecek deği ldi . Emperyalizmin ayrı şartları vard ı ve bu hususta daima ve yaln ız m l l lt menfaaller ba-


1 82

TÜ RKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

his konusuyd u . Bu m illi menfaatler emperyal izm in deva mını icap et­ ti riyordu . Emperyal izmin devam etmesi için de müstem lekelerde, Avrupa d ı şında m i l liyetlerin, m i lli şuurların uyanmamas ı , milli kültü r­ lerin gelişmemesi laz ı m d ı . B u n u n için hüman izm mükemmel b i r si­ lahtı. I şte Avrupa d ı şarıda bu silahı k u l !a.narak müstem lekecili{Jini uzun zaman devam etti rmiş ve ettirmektedi r. Böylece içeride uyanı ş i ç i n kullanı lan hümanizm , dışarıda uyutma vasıtası olarak k u l lan ı l m ış­ t ı r. Avrupa l ı , hakim insan o l arak, dışarı n ı n mahkum insan ı n ı n karşı­ sına geçmiş, gel hümanizmde bi rleşe l i m , m i l l iyet yok i nsan l ! k var­ d ı r, insani de{Jerler vard ır, başl ıca insani değerler Eski Yunan ve Lıl­ tine dayanan Avrupanın insani değerleridir, bu insani değerlere sarı­ lalım dem iş; kendi değerleri üzerinde ittifak yapmağa çalı şarak k u r­ nazca b i r insancı l ı k peşinde koşmuşt u r. Dinini tel kin etm iş, d i l i n i tel kin etmiş, sanatını tel k i n etmiş, dü nya görüşünü tel kin etmiş, ken­ di hayat tarzı nı telkin etmiştir. Karşı taraftan gelen her m i l l i k ı p ı r­ danışı insanc ı l ığa aykırı bu lmuş, bastı rmağa ve boğmağa çalışmıştır. Ancak kendi i nsani değerlerine dayanan b i r i nsancı l ı kta b irleşmeye hassasiyet ve rıza göstermiştir. Böylece Avrupa hümanizmi dışarıdi! beyne l m i lelcilik ve kozmopol itlik halini alm ıştı r. Içeride m i l l i birlik­ lerini, m i l l iyetlerini, milli k ültürlerini kuran Avrupal ı la r d ı şarıda ra­ hatça beynelmilelciliğin, kozmopol itl iğin şam p iyonlu{Junu yapmışlar­ d ı r. Bu arada her Avrupalı m i l let, tabii, b u beynelm i lelci l i k ve kozmo­ polit l iğ i n arkas ında kend i m i l li kültürünü yaymağa koyul muş, bu hu­ susta Avru pa l ı lar birbirleriy l e adeta yarışa g i rmişlerdir. Ama hepsi mahalli m i l l i kültürlerin amansız düşmanı kesi l mişlerdir. Demek ki hümanizm Avrupa ve batı dünyası d ışında, tamam iyle emperyal izmin bir vasıtası d u rumundadı r. Bu hümanizmde batı l ı hü­ manist emperyal ist, karşısındaki yerli hü man ist de kozmopolit mev­ kiinded i r. Bu hü man izm pazarı nda biri ası l , öbürü takl it; biri efendi, öbürü köle ; biri kurnaz, öbürü budala; biri m u kted ir, öbürü biçare ; biri şahsiyet, öbürü maym u n ; biri insan, öbürü insan müsveddesid i r. Gerçekten , beynel m i lelci l i k pazarında h iç b i r malı ol mayan ; kendi i nsan ı n ı insan, onun değerini değer saymayan ; başkas ı n ı n malı he­ sabına hü manizm tasiayan yerli hümanist, i nsancı olmak şöyle d u r­ sun, insan b i le değ i l d i r. Şu halde hü manizmde insan değerine eğ i lrnek yanı nda ve onun arkasından hangi insan değeri mesel esi ortaya ç ı k m ı ştı r. Işte Avru-


TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

1 83

pa bu konuda batı i nsan değerini ortaya sü rmüştür. Böylece hü man iz­ m i n mücerret i nsanc ı l ı ğ ı batı n ı n insani değerlerine dayanan i nsancı l ı k hal i ne gelm iştir. Eskiye dönüş ve i nsancı l ı k manalarından sonra bu, hümanizmin kazand ı ğ ı üçüncü v e son manası d ı r. Buna göre hüma­ n izm artı k batı beynelmi lelci l i ğ i d i r. Avru pan ın bu emperya l ist hümanizmi Ikinci Dünya Harbine ka-­ dar fazla b ir mu kavemet görmeden hükmünü icra etm iş, fakat bu harpten sonra her yerde geniş b ir tepki i le karşı lanmışt ı r. I k i nci D ü nya Harbinden sonra her tarafta uyanan m i l l iyetç i l i k careyanı ve m i l l i şuurlar müstemlekec i l i ğ i n sü ratle sonunu geti rrneğe başlam ış, bu arada hümanizme karşı da şiddet l i bir mü cadeleye g i rişmiştir. Bunun üzerine bugün Avrupa siyasi emperyal izm bitti , hi ç deği lse i k­ tisadi ve kü ltürel emperyal izm devam etsi n diye bu casus hümaniz­ me yeni b ir hız verm iştir. Bu gayretleri Amerika d a kesit b i r şekilde desteklemektedi r. Böylece bugün her tarafta hüman izm genç m i l l iyet­ ç i l i ğ e karşı, m illi kü ltürleri bastı rmak ve kalkınd ı rmamak için büyük bir savaşa g i rmiştir. Avrupa ve Amerika, m i l l iyetçi l i k kel i mesinin sözünü bile ettirmek istememekte, B i rleşmiş M i l letler Teşki latını b i l e bu hümanizmin ye n i b i r propaganda vasıtası ol arak kul lanmak­ tad ı rlar . Avru panın tutu m u , kendi m i l l iyetlerini kurmuş olması ndan, ken­ disinin m i l li kültürlerini kc:ıybetmek teh l i kesi b u l u nmamasından, baş­ ka m i l l iyatierin uyanarak kalan ekonomik emperya l izmi de götü re­ bi leceğ inden, başta petro l menfaati ol mak üzere ham madde kay­ nakları n ı ve kalaba l ı k pazarları kaybetme endişesinden i leri geliyor. Amerikada da bu endişelerin bir kısmı mevcut olduğu g i b i , evvelce te "i' as ettiğimiz üzere, Amerikan ı n suni b i r cemiyet olması da bunda rol oynamaktad ı r. Halbuki Amerikan cemiyeti suni bir cemiyet ola­ rak başlamakla beraber, bugün art ık m i lli b i r cemiyet haline gelmiş g i b i d i r. Bu itibarla m i l l i cemiyet düşman l ı ğ ı n ı ve hüman i zm şampi­ yonluğunu pek ala b i r kenara b ı rakab i li r. G idiş m i lli cemiyetlerden sun'i cemiyatıere doğru değ i l , b i lakis sun'i cemiyetlerden m i lli ce­ m iyetlere doğru d u r. Un utmamak lazı mdır ki bugünkü dünyayı sar­ san geril lacı l ı ğ ı n ve tethişçi l iğin b ir sebebi komünizm olmakla bera­ ber, b i r sebebi de hümanizm i n m i l l iyetler üzeri ndeki baskı s ı d ı r. Eğer batı bu hümanizm barbarl ı ğ ı ndan vazgeçmezse b i lmel idir ki mukab i l terör d e du rmayacaktır.


1 84

TÜRKIYEN I N B U G Ü N K Ü M ESELELERI

Suna da b il hassa işaret etmel iyiz ki, bugün batı da, o kadar hü­ manizm bayraktarl ı � ı na rağmen, hiç b i r devlet, hiç bir h ü kumet ve h i ç bir m i l let hümanist değ i ldir . Hepsi m i l liyetçid i r ve hatta hepsin­ de derece derece g i z l i veya açık bir ı rkç ı l ı k da vard ı r. Kendi içlerin­ de ve kendi leri için böy led i rler , fakat dış d ü nya için hümanizmi mü ... nasi p görürler, dış dünyan ın hümanist olarak , kendi kültü rleri için av sahası ol arak kalmas ı n ı isterler. Ama içlerinde fertler arası nda kla­ s i k hümanizm careyanı vard ı r ve bu ferdi hümanizm de başka bir is­ ti kamette sürüp gitmekte d ir. HUmanizmin içerdeki bu yen i gelişmesini biraz yukarıda aşı rı insanc ı l ı k d iye ad land ı rm ıştı k. Gerçekten hümanizmin bu son safha­ sında insan ı aşırı derecede esas alan bir tutum vard ı r . Eski den hü­ manizmin insanc ı l ı ğ ında insani değerler esastı . Ş i md i Avrupan ı n ve Amerikan ı n yeni hümanizminde insani değersizl i k lerin de i nsancı­ i ı kta ye r a l d ı ğ ı n ı görüyoruz. Hatta bu değersizli kler öne geçmiştir ve bazan da yalnız bunlar mevcuttur d iyeb i l i riz. Bu, insan ı n madde pla­ n ına i nmesi, u lvil ikten süfliliğe d üşmesi, i nsan üstü var l ı klara ve mefhumlara tam sırt çevirmes i , yalnız i nsanda karar k ı lması , ruhu bı­ rakı p vücuda sarı lmas ı demektir . .Bu hümanizmde i nsan adam akı l l ı merkeze alınmış, esas sayı l m ış, insanın temizli kleri g i b i pislikleri rle , hatta bu Ikinciler daha çok, mukaddes kabul edi l miştir. Böylece hü manizm insan ın setaletine gel i p dayanm ışt ı r. Felsefede ekzis­ tansiyal izm, hayatta h i p i l i k, c insi hayatta hayvani leşme, gençlerde uyuşturucu madde al ışkan l ı ğ ı , her yerde patlak veren nizarn düş­ man l ı ğ ı , kurulu düzene baş kald ı rmalar, aşı rı ve hayvani bir ferdiyel­ ç i l i k v.s . hep bu yeni hümanizmin , hümanizmin bu sapıtma safhası­ n ı n tezahürleri d i r. Hümanizm böylece dördüncü b i r mana kazanm ış­ tır ki bu da materyalist sefalet insanc ı l ı ğı d ı r. Bu, hümanizmin Av­ rupada ve batıda ge ri tepmesi d i r. Bu geri tepişin batıyı, hatta yayı­ l arak bütün h ü r d ünyayı ağ ı r b i r şekilde tehdit ettiğ ine şüphe yoktur. Dün, hü manizm afyonu ile gevşemiş Avrupay ı faşizmin b i r tokad ı yere serm iş ve ancak Amerika onu tekrar ayağa kal d ı rm ıştı . Yarın da aynı hü manist Avrupayı sosyal ist bir tokat bir daha kal kmamak üzere tekrar yere yapışt ırab i l i r. Temenni m iz batı nın, hümanizmin kurbanı olmadan, kendisini toparlamasıdır. Netice o larak yukarıdan beri söyledi klerimizi şöyle h ü l asa ede­ b i l i riz : Eski Yunan ve Latine dönüş olarak başlayı p insancı l ı k şekl ine gelerek tarihi vazifesini yapan hü manizm daha son ra, tabi r caizse,


T Ü RK IYEN IN B U GÜr"-J K Ü MESELELERI

1 85

hümanizmini kaybetm iş ve bir yandan yoldan ç ı kmış, bir yandan da sapıtmıştı r. Emperyalizmin a leti olması hümanizmin yoldan çı kması .. d ı r, hayvani derekeye inmesi ise hü manizmin sapıtmas ı d ı r. Işte hümanizm budur ve bu h ümanizm Türkiyeye de, hem de amansız ve dehşet verici b i r şekilde, bu laşt ırı lmışt ı r. Hümanizm in Türkiyeye bu laştırı l ması Atatürkün ölü münden son­ ra vuku b ulmuştu r. Bu bakımdan hü manizm her şeyden önce Atatürk­ ün ve Atatürk doktrinin tasfiyesi demektir. Ondan sonra Atatü rkün Tü rkiyede yalnız ismi ve Atatürk ideoloj isinin muhtevası göçürü lmüş ve değiştirifmiş boş kalıpları kalm ışt ı r deni leb i l i r . Ve eserinin temel­ leri çökertilip, yal n ı z ism inden ve kalı ptan ibaret b i r şeki l c i l i k kald ı ğ ı i ç i n , o isim v e kal ı p etrafında h e r türlü spekülasyonun yapı l ması d a kolay laşmıştı r. Osmanlı devrinin sonunda üç cereyan vardı : Osman l ı cı l ı k, lsiAm­ cı l ı k, Türkçülük. Bunlardan i l k i kisi B i rinci Dünya Harbinin sonunda ilfas etmiş ve Atatürk üçüncüsünü Türk mil liyetçi liğ i ol arak zafere u l aşt ı rm ı ş , onunla Türkiye Cumhu riyetini kurmuştu . Atatürk'ten son­ ra b i r bakıma işte bu eski Osman l ı c ı l ı k yeniden hortlamış ve Ata­ türkün milli devletini renksiz Osma-rı l ı anlayışına sürüklemiştir. Os­ manlıcılar iki çeşitti. Biri imparatorluğun dağ ı lmas ı n ı istemeyen iyi niyetlilerdi, diğeri Osman l ı n ı n Türk rengine d üşman olan Osmanl ı koz mopolitleri idi. Işte Türkiyeye b u Osmanl ı kozmopo litlerinin Os­ man l ı c ı l ı ğ ı intikal etm iştir . Onun için hümanizm yeni bir Osman l ı c ı l ı k, Osman l ı c ı l ı ğ ı n Tü rk toprakları nda yeniden galebe çalmas ı d ı r ve bu­ günün Türkiye hümanistleri dünkü Osmanlı kozmopolitlerinin torun­ ları ndan başka b i r şey deği l lerdir d iyeb i liriz. Bu Osmanl ı m i rası nı devralmak Tü rkiye'nin büyük bir talihsizl iği o l muştur. Yeni Tü rk devleti kuru lduğu zaman her taraf bu Osmanlı kozmopolitleri ile dolu idi. B i l hassa Istanbu l , bası ndan ticaret a lemi­ nı?, i l i m hayatından resmi dairelere, - tatl ı su frank lerinden kendilerini ancak karı ş ı k Osmanl ı zih niyeti ve karma Osmanl ı cemiyeti içinde bu mem lekete bağl ı gören kuşkul u imparatorl u k vatandaşlarına kadar bu Osmanlı kozmopol itlerinin işgali altında idi. Atatü rk, etrafındaki bir avuç ku rmay subayla yeni Tü rkiyeyi ku rarken yalnızdı ve ister is­ temez Osmanlı artığı münevverlere iş düşecek, b i r çok müesseseler onların elinde kalacaktı . Bu Osmanlı m ünevverleri Atatürk devrinde


1 86

TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

yeni devletin m i l li rengının baskısı ndan baş kald ı ramad ı lar. Fakat Atatürkten sonra, yeni devletin kültür politikasını rahatsız oldukları Anado lu ve Türk çizgisinden kopararak tekrar kozmopolit Osmanlı çizgisine otu rtmakta güçlük çekmed i ler . Atatürk devri Türkiyesi'nin bariz karakteri m i l l i kültür idi. Osman­ lı artığı ve devamı kozmopo lit mü nevverler Atatürkten sonra bunun yerine başka bir şey koymalıyd ı lar. Ortada Osmanlı l ı k kalmadığı için onu getiremezlerdi. Ona tekab ü l eden ve gayri milliye, beynelmilele açı lmaya daha müsait bulunan hümanizm adı nda modern bir kozmo­ pol itl i k vard ı . Hemen ona sarı l d ı lar ve Türkiye'nin sosyal karakterin­ de m i l li kültürle hümanizmin yeri ustaca değ iştiril d i . Böylece Atatürk­ ün m i l l i devleti, kültür politi kası bakı mı ndan kend isinden sonra, sü rat­ le h ü '!'anist b ir devlet hal ine getirildi. Atatü rkün m i l li devletinin kültü r po l itikasını hümanistleştiri rken kozmopolit hümanistlerin i l k ve devaml ı ol arak yaptıkları ve yapma­ ğa mecbur oldu kları iş tabii Atatü rkü, bu en büyük Türk m i l liyetçisi ve milli kültürcüsünü hümanist göstermek oldu . Atat ü rkün insani m i l­ liyetç i l iğini, m i l l iyetçi l i ğ i n i n içi ndeki tabii insanc ı l ı ğ ı , öne ve üste çı­ kararak ve büyüterek, beynel m i lelci b ir hümanist insancı l ı ğ ı şekl in­ de takd im ettiler. öyle ki Atatü rkçü l ü ğün prensipleri deyince , başa i l k önce insanc ı l ı ğı koymak gibi garip b i r tablo ortaya ç ı kar oldu. M i l­ liyetçi Atatürk insan iyetçi , beynelmi lelci oldu ç ı kt ı. Kozmopolit hümanistlerin devletin kült ü r po l itikasına hakim ol · maları n ı , daha doğrusu devleti hümanistleştirmelerin i , Türkiyenin, b i r buçuk ası r lık yenileşma v e batı lı laşma hareketinin mecburen içinde bulunması çok kolaylaşt ır m ışt ı r. Yenileşme, batı l ı l aşma Türkiye'de bütün idrakleri karartan b i r aşk halin d e h e r köşeye sinmiştir. Bütü•ı idarec i le r, bütün müesseseler, bütün münevve rler adeta bundan baş­ ka b i r şey bi lmezler , fakat çok defa da bunun ne olduğunu bil mez­ ler. Işte bu batı l ı l aşma sabit fi kri Türkiye'de her gözü kapamağa, her iyi niyeti istismar etmeğe kMidir. Bunu bilen hü manistler hümaniz.. m i b i r batı l ı laşma , b ir yen i l eşme, hatta Atatü rkün işaret ettiği muası r medeniyet seviyesine ç ı km a olarak, onun tabii bir icabı olarak, onun ayrı l maz bir gereğ i olarak takdim etmiş ve bütün karşı · koyma i hti­ mal lerini ortadan kaldı rm ışlard ı r. Böylece hü manist emperyal izmin!, bütün emperyal izmiere vasıta olan b i r kültür emperyalizmini, bat ı l ı­ laşma şek l inde sahneye koymayı kolay l ı k l a becermişlerd i r. Halbuki hümanizm ile batı l ı l aşmanın hiç bir alakası yoktur.


T Ü RK IYEN IN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

1 87

Hümanizm m i l li kültürün redd i ve onun yerine batı kültürlerinin değerlerinin konması demekti r. Dolayısiyle hümanizm m i l li cemiyetin kozmopolit bir yığın hal ine geti rilmesi demekti r. Türkiye'de de aynen bu olmuş ve Atatürk devrinin m i l li kültürü itilerek onun yerine g ayr i m i l li değerler sürülmüştü r. Böylece Tü rkiye, enerj isiyle, parasiyle başka kültürlerin hizmetine g i ren bir gönü l l ü d urumuna getirilmişt i r. Bunun nas ı l yapı l d ı ğ ı n ı , m i l li kültürün yerine h ü manizmin nas ı l sis­ tem l i olarak yerleştirildiğini görmek için Atatürk devrindeki m i l li eği·· t i m pol itikas ının , ders kitaplarının, yayınları n , fikir ve sanat hareket­ leri nin, idaresinin, kanunların ve tatbi katı n ve h atta Atatürkün m i l li kültür için kurmuş olduğu müesseselerin. Atatürkten sonra geçird iğ i de�işikl i kleri şöyle b i r g özden geçirmek kafidir. Hüman izm Türkiyede m i l li kültür politikasını yıkmış , Tü rkiye'yi renksizleştirmeğe çal ışmışt ı r. H ümanizm Tü rkiyede m i l li şahsiyet sahibi m ünevver yerine, dünya vatandaşı tipi yetiştirme gayretine g i­ rişmişti r. Hümanizm Türkiye'yi m i l li b ir cemiyet o l maktan ç ı kararak kozmopo l it bir topl u lu k hal ine getirmek istem iştir. Halbuki Türkiye­ nin , ısrai lden sonra bölgesinde en kritik olan, daimi bir seferber l i k uyan ı k l ı ğ ı n ı gerektiren şartları b urada ancak dem i r gibi bir m i l li ce­ miyeti icap ettirecek d u rumdad ı r. Bu şartlarda karışı k, kozmopo lit, dağ ı n ı k ve gevşek b ir top l ul uğ un ayakta d u rmasına i m kan yoktur. Tü rkiye bugün her şeyden önce buna karar verrneğe mecburd u r : Bu topraklarda milli b i r cem iyet o larak mı yaşıyacak, yoksa dünya va­ tandaşları ndan ibaret beynelmilel kozmopo l it b i r y ı ğ ı n mı olacakt ı r '? Asl ı nda b u n u n için yeni bir karara da l üzum yokt u r v e Atatürk bu h ususta zaten m i l li cem iyet kararını vermiştir. Bu topraklarda i kinci ti pte b i r top l u l u k yaşayamaz; yaşasayd ı , Osmanlı cemiyeti devam ederd i . Hümanistlerin Osmanlı kozmopo l itlerinin varisieri ol arak Osman­ lı ve Osmanl ı k ültürü taraftarı ol d ukları sanı lmasın. Onlar sadece zih­ niyet ve tutum bakı m ından Türk kü ltürüne d üşman olan Osmanl ı cı karışı k l ı ğ ı n ı devam ettirmekted irle r. Osman l ı kozmopol itlerinin za-­ ten Osmanlı devrinde bile Türk kültürü i le, Osmanlı içindeki Tü rk l ü k v e Türk m irası ile alakaları kesil m işti . Bunların Osman l ı l ığ ı n kal mad ı­ ğı Tü rkiyede Osman l ı Türk kültürünü müdafaa etmeleri, elbette ki hiç beklenemez. Osman l ı devrinde de kozmopo litliğe, Türkiyede de koz­ mopolitliğe sah i p ç ı km ışlard ı r ve i rtibatları bundan ibarettir. Yoksa, Osınar. ı ı Tü rk kü ltürüne dünkü Osmanl ı kozmopol itleri de, bugünkü Türkiye hümanistleri de d üşmand ı rl a r. Onun için hümanistler Tü rkiye­ de bu d üşman l ı ğ ı n körü klenmesinde büyük b ir rol oynarlar.


188

TÜ RKIYEN IN B U G Ü N K Ü MESELELERI

Hümanistler Türkiyey i , sanki küçülmüş bir Osma nlı topluluğu imiş gibi, karı ş ık b i r cemiyet olarak görür ve öyle g österrneğe çalışır­ lar. Türkiyeyi yetm iş iki m i l letten ibaret melez bir c�mia gibi görmek temayü l ünded irler. Bu, i l i m bakım ı ndan da, real ite bakı mı ndan da ta­ mamiyle yan lış ve haksız bir iddiad ı r . Tü rkiye karışık bir cem iyet de­ ğild i r. Anadoluda zannedildiği gibi karışık b i r m i l let yoktur, bir kavim­ ler harman ı olmamışt ı r. Türkler Anadoluya mutlak kesafeti tem i('} edecek çok ka laba l ı k kütleler hal inde gelip yerleşmişlerdir. Türk kültürü , Türk örf ve adetleri, Türk sosyal te lakki leri de b i r çorba gibi karışmaya daima mani olmuştur. Anadoluda o devirde zaten kalabal ı k olmayan eski kavim ler Türklerin önünden ya çekilmişler, veya esas itibariyle tec rit ed i l m işler ve zaman la e riyip gitmişlerdi r. Muhakkak olan, bu topraklarda Türk unsurunun mutlak kesafeti ve Mkim iyetidir. Kız al ı p verme, din değiştirme, ferdi dostluklar g i b i karışmalar h e r zaman ola­ b i l i r ve olmuş, fakat bu, cemiyetin esas Türklük çeh resini gölgeleye­ cek bir ehemmiyete hiç b i r zaman u laşmam ışt ı r. Türk kültürü dünya · n ı n en müstağni ve mOsamahalı kültürü olarak, yabancı l arı zorla Türk· leştirrnek peşinde asla koşmamışt ı r. Kendisini ve Türklüğün m ü mkün olan safl ı ğ ı n ı daima kuwetle korumuştur. Onun için hümanistlerin Anadoluda karı ş ı k b i r m i l let vard ı r; bu topluluğun mayas ı umumi Türk kültürüne bağ lanamaz ; Anadoluda Tü rklük ve Türk kültürü vasfı şüo· heli b i r Anadolu insanı meydana gelmiştir; bu insanın kü ltürü mücer­ ret TÜ rk kültürü deği l , karı şık b i r kültürd ü r ; H ititten eski Yunan, Roma ve Bizansa kadar bu topraklardaki eski kültürler bu insan ı n eski varl ı­ ğ ı d ı r; Anadoluda Türk ve Türk kültürü değ il , Anadolu insanı ve Ana · dolu kültürü bahis konusu d u r yolundaki düşünceleri tamemiyle yer­ sizdir ve Türk k ü ltürü düşman l ı ğ ı n ı n tezahüründen başka bir şey de­ ğildir. Türkiyenin temeli Türklü k ve Tü rk kü ltürüdür. Türkiyede ne melez ve kozmopol it bir Anadolu cemiyet i , ne karı şık b i r Osmanl ı cemiyeti vard ı r. Türkiyede, bazı normal etnik fark l ı l ı klara rağmen, mil­ l l ölçü lere g i rmiş , Türk kü ltürü etrafı nda bütü nleşmiş milli bir ce­ miyet vard ı r. Hümanistler işte Atatürk Türkiyesinin bu karakterini ka.. bul etmek istemez, mütemadiyen suyu bulandı rmağa çalışı rlar. Bu hu· susta d a r kafalı saf A(\adolucu l a r, coğrafya m i l l iyetçi leri de onların işini kolaylaştırı rlar. Hümanizmin esası m i l li kü ltü r d üşman l ı ğ ı d ı r. Bu d üşman l ı ğ ı n tat­ bi katında h ü manistler m i l li k ü ltürü ikinci pl�na itmek için mümkün olan her şeyi yaparlar. Bunları şu üç nokta etrafında toplama� müm-


TÜRKIYEr� I N B U G Ü N K Ü M ESELELERI

1 89

kündür: m i l l i kültürü kötü lemek, m i l li kü ltü rün istikbal i n i ön lemek, m i l li kü ltürün yerine yabancı kü ltürleri yerleştirmek. M i l li kültürü kötülamek onu y ı kmanın ilk şartı olarak kullanı l ır. Bunun için milli kültürün değersizliği, onun çağdaş i nsana kafi gelm i­ yeceği , geri kalm ı ş l ı ğ ı n sebebi olduğu, hatta onun menşe i n i n de şüp­ heli bu lunduğu iddia ve telkin ed i l i r. Böylece cem iyetin, bilhassa ida­ reci lerin ve sorum l u ların ondan soğ utulması temi n o l u n u r. Hatta b u husu sta adeta b ir baskı yarat ı l arak, m i l li kü ltüre taraftar o l ma , bir cesaret meselesi haline getiri l i r. M i l l i kültürün intikalini önlemek ise hümanistlerin en kestirme m üdahele yoludur. M i l li kültür, baş l ı ca olarak, bir terbiye ve öğretim, bir d e kü ltür eserleri yolu i le nesilden nesile intikal eder. Hümanistler bu i k i sahaya el koyarak, kültürün akışını ve gel işmesini en emin şekilde sekteye uğratırlar. Bunun için eğitim ve öğretimden m i l li kült ü r kald ı r ı l ı r ve yerine ya yabancı kültürler veya kültürsüzlük ko­ n u l ur. Böylece yetişen nes i l lerle onlara ası l şahsiyeti verecek ve on­ ları kuvvetlendirecek olan m i l li kültü rün i rtibatı kes i l ir, yen i nes i l ler m i l li kü ltürden soyunduru l u r. M i l li kü ltürün yerine yabancı kültür leri yerleştirmek suretiyle de mecburi kültür değ işmesi yol una gidilmiş olur. Bunun için bitmez tü kenmez emekler harcan ır ; mecburiyatler veya yasa klar konur; cemi­ yet b ı k ı p usanmadan , ısrarla va devam l ı ol arak yabancı değerlerle şartland ı rı l ı r. I nsan kendi kültürünün yokluğ u na, zayıflı ğ ı(]a in anarak bir aşağ ı l ı k duygusuna d üşer. Türkiyede de bunların hepsi böyle olmuş ve ol maktadı r. Neticede hümani stler m ünevverleri adam akı l l ı şartlandı rmaya muvaffak ol­ muşlard ı r. Bu arada halkın m i l l i kü ltüre inatla sahip ç ıkmağa devam etmesi de delaylı o larak onların işine gelmiş ve yaratı lan münevver ­ hal k i k i l i ğ i , mem leketi zayıf düşürerek, hümanizmin arkası ndaki batı em peryalizminin esas maksadına tab ii, m ükemmel b i r şekilde hizmet etmiştir. Hüman istlerin , m i l ll kü ltürü tahri p edip memleketi renksizleştirlr­ ken , hassasiyetle takip etti kleri en mühim ted b i r ise m i l l iyetçilerin devreden ç ı karılması d ı r denilebil i r. Gerçekten h ü man izm, m i l l iyetçi­ l eri iş başı na getirmernek için ne m ümkünse yapmakta, bütün kilit mevki leri nden ve tesirli işlerden onları uzak tutmaktadı r. Memleketin,


1 90

TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERi

başta k ü ltür olmak üzere, bütün sosyal sahalarındaki kumanda mevki­ leri adeta m i l l iyetç ile re yasak edi lmiş veya onlara kapal ı hale ge­ tirilm işti r. Bu arada m i l l iyetçi lere karşı i leri sürülen bahaneler ve yapı lan ithamlar, mem lekette hüküm süren mefhum kargaşa l ı ğ ı için­ de şaşılacak derecede tesirli olmaktad ır. Bunların başında m i l l iyetçiliğin aşı rı l ı k. sayı lm ası gel i r. Gerçekten. hü manistler Atatürkün m i l l iyetçi Türkiyesinde m i l l iyetçil iğ in ve m i l l i­ yetçi lerin te hlike ve aş ı r ı uç telakki edilmesini sağ layarak akı l almaz bir başarı elde etm işlerdir. M i l l iyetçiliğin hümanizmin şahsiyetsizlik vasatında belirli bir istisna teşki l etmesi tabiid i r. Fakat bunun bütün memleket ö lçüsünde, bir sivri l i k ve öcü şeklinde gösterilmesi hüma­ nistlerin memlekette almış old ukları mesafeyi göstermek bakımından ._. çok ibret vericid i r. Hümanistler Türkiyede en masum m i l l iyetçil iğ i bile şoven l i k ola­ rak takd im ederler. Asl ında Tü rkiyede hümanizm, şoven bir m i l l iyetçi­ li ğ i gerekti recek b i r teh l i ke haline gelmiştir. Fakat Türkiyede şoven b i r m i l l iyetç i l i k değ i l , en hafif, en muted i l bir m i l l iyetç i l i k bile yoktur. Atatürkten sonra m i l l iyetç i l i k yalrıız sözde kalmış, ve onun mem­ leketin kaderi , devletin g i d işatı üzerinde hiç bir tesiri olmamıştır. M i l· l iyetç i l i k Tü rkiyede iktidarda olm aktan, i ktidara tesirli olm aktan uzak, sözü geçmeyen, nüfuzu ol mayan bir muhalefet kaderinin içinde hap­ solmuş g i bid ir (iktidar ve m u halefet sözünü burada siyasi manada kullanmad ı ğ ı m ıza tabii d i kkat edi lmektedir). En ufak b i r k ı p ı rdanışı şovenli k, en tabii bir hareketi 7sivril iktir. Hümanizm in ona biçtiği ve yürürlükte olan hüküm budur. Hümanistler milliyetçi l eri kafatasç ı l ı kla da itharn ederler. Kafa· tasları i le Türk m i l l iyetçi leri içinde yaln ı z Atatürk meşgu l olmuş ve onları ölçtü rüp b içtirmiştir . Fakat bunu da Atatürk b i r ı rkç ı l ı k için de· ğ i l , Türk m i l leti nin u ğ radı ğ ı tarihi ve i l mi haksızl ı klara b i r cevap ver­ mek maksad ıyla yapm ıştı r. Onun dışında hiç b i r m i l l iyetçi kafatası üze­ rinde du rmamıştı r. Ne Atatü rk, ne diğer m i l l iyetçi ler kafatasçı değ i l· d i r. Böyle olduğu halde hümanistler m i l liyetçi lere karşı bu itharnı is.. rarla tekrarl ayarak etrafı ü rkütmeye çalışı rlar. Hümanistlerin m i l l iyetçiler için ulu orta kul land ı k l arı iki sı fat da ı rkçı v e turancı kelimeleri d i r. ! rkç ı l ı k m i l l iyetçilerin prensibi değ ildir. Z iya Gökalp ve Atatürk gel işmesiyle, bütün m i l l iyetçi l e r kültür m i l l i·


lÖRK I Y E N I N B U G Ü N K Ü MESELELERI

191

yetçiliğinde bi rleşmişlerdir. Tu rancı l ı k ise Bi rinci Dünya Harbi ile be­ raber tari he mal olmuş ve manasını kaybetmiş bir kel imedir. Bugünkü d ünyada b ir kimseyi ı rkçı l ı k ve turancı l ı kla itham etmek, o itharnı ya­ pan ı n ne kadar i ptidai işlerle uğraştığını ve ne kadar basit silahiara bel ba{ıladı ğ ı n ı göstermekten başka bir şey ifade etmez. Hümanist­ leri, m i l li kültür düşman l ı ğ ı , işte böyle manası o lmayan itham lardan medet umacak kad ar gayri ciddi b i r seviyeye bile düşürmektedir. Hü­ manistlerin, komünistlerle birleşerek, sıkışınca m i l liyetçi ler için kul­ land ı ğ ı i ptidai bir itham da Mc Carthy'c i l i ktir. Hümanistler bütün bu m i l li kültürü yı kma ve kü ltü r em peryalizmi­ n i kurma operasyonunu yü rütü rken i lerici l i k iddiası n ı kendilerine bay­ rak yapmayı da h i ç i hmal etmezler. Onlara göre m i l li kü ltürcü lük h issi olmaktan kurtul amamakd ı r. M i l li kültü rle d üflyan ı n önüne çıkı lamaz . Bunun için, kendi tabi rleriyle, h ü manist kültüre, evrensel kü ltüre g i t · m e k lazımd ı r. O rada boy öl çüşmak gerekir. Bu düşüncenin n e kada· i l im d ışı ve akı l dışı olduğu meydandadı r . Ilmi, tari hi, kültürü , medeni­ yeti, batıyı bir parça bi lmek insa nlığ ın kültür yarı ş ı na ancak m i l li kül­ tür ile g i ri lebi leceğini, milli kültürü olmayan ı n , derece almak şöyle d u rsun, yarışa bile katılamayacağ ı n ı ; başkası nın atı ile koşuya girrne­ ğe kalkmanı n g ü l ünç olacağı n ı gösterrneğe kafidir. Onun için, bunu b i l meyen veya b i l mezl i kten gelen hü manistler i leri l i k tasiayan haki­ ki gerici lerd i r, insan l ı k ve i nsan cı l ı k istismarcı larıd ı r. Hümanizmin karşısı nda olmak, hiç şüphesiz, batıya karşı gözünü kapamak, bunu istemek, kabuğuna çeki lmek demek değ i ld i r. Ama ba­ tı ya açı lmanın da hümanizm d iye bir şartı katiyen yoktur. Tü rkiye batı· yı yakı ndan tak ip etmeğe, g öz önünde b u l u nd u rmağa mecburdur. Türkiye batıyı ası l mana ve muhtevasına i necek kadar derinden ve hem de kendi kaynaklarından takip edecek, batın ı n bildiği her şeyi b i lecek, batıyı ve bütün d ü nyayı en az hümanistler kadar tanıyacakt ı r. B i l mek, öğrenmek, ibret almak , ders almak başka, yapmak başka şeydi r. Tü rkiye batıyı bi lecek, fakat Türkiye g i b i hareket edecektir. Hümanistler, şüphesiz, aslı nda ne i lerici, ne gericidirler. Onlar batı nın kü ltür emperyalizminin ve onun arkas ı ndaki siyasi ve i ktisadi emperyalizmin kompradorları, işbirlikçilerid ir. Bütün işleri de batı tak­ litçiliğini körü k lemek, mi lleti başkalaştı rmağa çalışmaktı r. H G manizm in d ikkate değer b ir vasfı da sosyal izme yatkın ol .. masıdı r. M i l l i kültür düşmanl ığ ı i le , beyne l m ilelci l i ğ i i le, kozmopol itli-


1 92

TU RK IVEN I N B U G Ü N K Ü M ESELELERI

ği i le, materya l istl iği ile hümanizm ve sosyalizm aynı paralele düşer· ler. Bu yüzden sosyalistler bugün hümanizme sahip ç ı kmakta, sos· yal ist ve kom ünistlerle hümanistler ko layca iş birliği yapmaktad ı rlar. Hümanizm kendisini m i l lete bağ layan bağ ları kuvvetl i hissetme­ yen, m i llete iğreti bağ larla d ağ l ı olduğuna dair b i r kanaat besleyen, kend isini tam m i l letten saymayan insanlardan büyü k b i r destek gö· rür. Yan i mi l li ben l i k komp leksi hümanizmde mühim bir ro l oynar. Ayrıca hümanizmin, d ı şa ait veya d ı şa bağ l ı aç ı k siyasi, kü ltürel ve ticari merkezleri nden başka, memlekette çok nüfuzlu gizli köprü­ başları da vard ı r. Hümanizm in ve emperyal izmin bu ileri karakol ları herkesin bildiği kapa l ı derneklerd i r. Dışa bağ l ı ve d ı ş i rtibat l ı bu der­ nekler içerde içindekilere geniş imkanlar sağ layan dayanışma m ües­ seseleri olarak görünür. Bu i leri karakol lar h ü manizmin ü stündeki sah­ te i nsanc ı l ı k yaldız ın ı açı kça ortaya koyan kuru luşlard ı r. B u radaki in­ san lar mem leketin kaymak tabakas ı n ı teşkil etmek, memleketin kay­ mağ ı n ı yemek, başka insanları n üstüne çı kmak, imtiyazlı bir insan zümresi teşk i l etmek üzere yan yana gelmişlerd i r ve sonra d a insan­ c ı d ı rlar ve hü manizm i nsanc ı l ı kt ı r ! Hümanizmin gelişmem iş kü ltürleri, müstemleke kavim leri'1i ya­ kalamas ı , onları batı kültürlerinin esareti altına alması b i r dereceye kadar normal görülebi li r , anlaşı l ı r b i r şey d ir. Onlara batı d i n i n i de, batı sanat ı n ı da, bat ı adet ve yaşayışı n ı da, batı d i l i n i de sokup kabul ettireb i l i r. Ama Tü rkiye gibi gel işmiş üstün m i l li k ü ltürü olan bir memleketin bat ı n ı n kültür asaretine ve emperya lizmine uğ raması i nanı l ı r şey değild ir . Buna Türkiye ile i l g i l i batı l ı I l i m adamları da şaşmaktad ı r. Gerçekten büyük Türk M i l leti ve Büyük Türk Devleti şaş ı lacak bir şekilde hü manizmin pençesine d ü şmüştü r . öyle ki bugün yer yüzünün tek hümanist devleti, herkesten çok m i l li kü ltüre sarılmağa mu htaç b u l unan Türkiyedir d iyeb i l i riz. Tü rkiyede, iyi niyetle ve farkı na varı l­ madan, devlet imkanları yabancı kültürlerin hizmetine verilmiş, hü .. manizm i n h izmetinde olan fiki r · ve sanat faaliyetleri Tü r k k ü ltürü sa­ y ı l m ış, m i l li kültürün teza h ü rleri zannedi lm işti r. öte yandan ası l mi l­ li kültür horlanmış, i kinci plana itilm iş, dejenere ed i lmiş, bunlara se­ yirci kalinmıştı r.


TURKIVENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

1 93

Türkiyenin son otuz y ı l l ı k bütün ızt ı rapları n ı n ana kaynağ ı budur. Hümanizm Türkiye için en büyük teh l i kedir. Tü rkiye'nin ondan daha yakın ve daha suyun yüzüne ç ı km ı ş teh l i keleri vard ı r. Fakat ()ll l arın hepsi neticedir. Türkiyede bell i başlı bütün teh l i keleri doğu ran ana teh l i ke bu hü manizmdi r. Türkiye hümanizm ile kanı zeh i rlenmiş bir in­ sana dönmüştür. Bu d u rurken Tü rkiye'nin başka tehditierin üzerine yü­ rümekle i ktifa etmesi, deri üzerindeki sivi leeleri ve kızarı k l ı kları d ı ştan tedavi etmeye çal ı şmaktan başka bir şey değ i l d i r. Işin en ağır tarafı Türkiyede soru m l u ların bunun fark ında o l mama­ ları d ı r. Sureti haktan görünen hümanizm Türkiyede müesseselerin adeta ayrı lmaz tabiati haline gelmiştir. Halbuki bu hümanist kültür politikası siyasi, sosyal, kültürel ve hatta ekonomik neticeleri iti ba­ riyle herkesin gözü önünde iflas etmiş ve Atatürk'ün g üzel Türkiye­ sini e l l i y ı l geçmeden 1 2 Martı n arifesinde uçurumun kenarı«ıa getir­ miştir. Türkiyede soru mluların bu hakikati görmemesi bütün ü mitleri kı racak mahiyettedi r. Halbuki başka hiç bir sebep, ne komünizm ve ne de başka şey, Türkiye'deki bu umulmad ı k y ı k ı m ı izaha kati gelme­ mektedir. Yalnız buna bakarak insan meselanin haki katine u laşabilir. Hümanizm milli benliği kaybetmektedir. Atatürk milli benliğini bulmayan m i l letierin başka m i l letiere yem olacağ ı n ı söylemişti. Onun için hümanizmden kurtulmad ı kça Tü rkiyenin selamete ç ı kmasına im­ kan yoktur. Hümanizmden kurtulması ise bu şartlar altında bugün Türkiyenin karşısında bulunan güçlüklerin en büyüğüdür . Hümanizm Türkiyeyi öyle sarm ı ş ve öyle bir noktaya getirmişt i r ki Türkiyenin bundan kurtulması için ancak, müsbet manada, bir kü ltür ihtilaline i h­ ıiyaç vard ı r. Böyle bir şeyin ise ufukta görünmed i!}ini iti raf etmeğe mecburuz. Bu hakiki bir mucize o l u r. Ama Türk tarihinde mucizelerin çok olduğunu düşününce, insanı n gönl ünde, ne kadar boşaltılsa, yine de bir damla ümit kalmaktadı r.

MAT!RYALIZM

Burada bu baş l ı k altında kasdetmek istediğimiz şey felsefi mater­ yalizm, mekan ist materyalizm veya marksist materyalizm değildir. Bu­ rada b i l hassa temas etmek istediğimiz şey, kelimenin alelade manası çerçevesinde kalan maddeye düşkünlü ktür, maddiyatç ı l ı kt ı r.


1 94

TU RK IVEN IN B U G Ü N K Ü M ESELELERi

Madd iyatç ı l ı kta tabii materyal ist düşüncenin de ro l ü vard ı r. Fakat bu hususta daha başka sebeplerin de mevcut olduğunu kabul etmek gerekir. I lm i n i lerlemesi, müsbet i lm i n hakimiyeti, teknik sahadaki gelişmeler, kontorun ve konfor vasıta ları n ı n artması, dünya ni met­ leri n i n çoğalmas ı, dünya n ı n küçülmesi, kütleleri yakı ndan ve deri nden sarsan harpler, manevi duyguların sarsı lması, sosyal ve i ktisadi hadi­ selerin gitti kçe g i rift hale gel mesi, insan lar arasındaki yarışın hızlan­ mas ı , istikbal endişesi, geleceği n i n nas ı l olacağı b i l i nmeyen dünyada bugünün ehemm iyet kazarıması, d in i n tesirinin zayıflaması , ferd iyet­ ç i l i ğ i n ve ferd i n ön plana geçmesi, herkesin kend i nden soruml u ol­ mas ı , merhamet ve dayanışman ı n yerini katı gerçekç i l iğe ve hissiz­ l iğ e b ı rakmas ı , değer ölçülerinin değişmesi , maddeye itibarı n ağırl ı k kazanması bunların başlıcaları d ı r diyeb i l iriz. Gerçek odur k i netice olarak bütün dünyada maddeye düşkü n l ü k artm ış, dünya maddileş­ miş, Meta maddiyat üzerine kurulan b i r dü nya haline gelm iştir. Bu maddiyatç ı l ı ktan tabii Tü rkiye de nasibini alacakt ı . K a l d ı k i Türkiyenin b u hus usta daha da ağ ı r v e hususi şartları olmuştur. Tü rkiye ve Türk M i l leti ci han tari h inde çok uzun süren büyük bir mesul iyet devresi geçirmiş ve d ü nya nizarnı için bitmez tükenmez fedakarlı klar yaparak, almamış vermiş, yememiş yedirmiştir. Durup di nlenmek b i l meyen bu cömert tarihi macerada Türk M i l leti­ nin adeta d i ki l i ağacı olmamış ve Türk insanı asırlard ı r fukara l ı ğ ı n ı zlı rabı n ı çekmiştir. Bu yüzden madd iyatç ı l ı ğ ı n Türkiyen i n d e kapı sını çal ması ç ok normaldir. Esasen maddeye değer vermek tabii ve insani b i r had ised ir. Bu, meden iyetin gel işmesinde de büyük b ir am i l ol muştur. Her insanın maddi durumunu he r g ü n biraz d a h a iyiye g ötü rmesi ya lnız b i r vazife d eğ i l , ayni zamanda kaç ı n ı lmaz b i r zarurettir. Bu eskiden de böyley­ d i , fakat bugün büsbütün önem kazanm ışt ı r. Insan maddeye değer verecek, maddi g ücünü d urup din lenmeden arttı rmaya çalışacakt ı r. lrısan l ı k bunu icap ettirir . Hele fakir düşmüş , geri kal mış ü l kelerin in­ sanı için bu mutlak b i r vecibe, hayati b i r zaru ret, m u kaddes bir va­ zifed i r. Olanla yetinen, daha i leri g itmeye gayret etmeyen miskin i nsan tipi, art ı k bu çağ ı n i nsanı deği l d i r. Türk insan ı da bir lokma bir h ı rka zihn iyetinden çok çekmişt i r. Art ı k maddeye değer verecek, şevk­ le, aşkla ve dinamik b ir tutu m l a onun üzerine yürüyecek , maddi im­ kanları n ı gittikçe kuvvetlendirecek, g itti kçe zengin leşecek, hayatı git­ ti kçe güzelleştirecek, çaresiz l i ğ i n ezikl iğ i nden k u rtu larak yaşamanın zevkine h e r g ün bi raz da h a fazl a varmağa çalı ş acakt ı r.


TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

1 95

Fakat tabii, maddeye değer vermek, maddeye esir olmak demek d eğ i l d i r. Bilakis ona hakim olmak demektir. Maddeye hakim olmak lü­ zuml u ve iyi, ona esi r olmak zararl ı ve kötüd ü r. Madd iyatç ı l ı ğ ı n hu­ dudu bu noktada düğü mlenir. Işte Tü rkiyede teh l i ke olan iç zaaflar­ dan b i ri bu hududun ötesindeki madd iyatç ı l ı ktır. I nsanı madd iyatç ı l ı ktan koruyan başlıca husus manevi sağlam l ı k­ t ı r. Insan manevi değerlerle bezenm işse ; ahlak, fazi let, doğru l u k ve cesaret d uyguları ile dolu ise, maddenin esiri olmaz, gözü maddeden başka bir şey görmeyen yarat ı k haline gelmez. Madd iyatç ı l ı k ferdi ve sosyal terbiyenin bozu kluğundan, m i l l i kültür içindeki dünya görüşü­ nün alt üst ol masından, insan ın içindeki maddi ve manevi dengenin bozu lması ndan doğar. Türi kye de son zaman larda böyle bir maddiyatç ı l ı ğ ı n içine düş­ müş ve bunun cemiyeti temel inden sarsan ve d iğer zaafları da teşvik eden çok vah i m tezah ü rleri açık bir şeki lde suyun yüzüne çı kmışt ı r. Tü rkiye, bugün had safhadaki b i r kültür buhranı n ı n neticesi o larak, bir yandan cemiyete yerleşmiş bulunan materyalist d üşüncenin, bir yandan da bu maddiyatç ı l ı ğ ı n ağ ı r ızd ı raplariyle karşı karşıya bulun­ maktadır. Madd iyatç ı l ı ğ ı n Tü rkiyede cem iyet düzen ini alt üst eden i l k te­ zahürü çı karcı l ı ktı r. Çı karcı l ı k memlekette mesleki ahlakı , medeni ah­ lakı, şahsi ahlakı, ti cari ahlakı, siyasi ahlakı ve hatta vatani ahlakı g eniş ölçüde tahrip etmiştir. Şahsi menfaat her şeye hakim olmuş g i bidir. Her biri cemiyet için b irer yük olan oportünistler çok yayg ı n b i r şekilde orta l ı ğ ı kaplam ıştır. R üşvet, su isti mal, kaçakçı l ı k, vurgun­ cul uk, ç ı karc ı l ı ğ ı n önüne geçi lmez hasta l ı kları olarak memleketin sıh­ hatini b i r uçtan b i r uca ke m i rmektedir. öyle b i r ç ı karcı l ı k hakimdir ki herkes Meta, yang ı ndan mal kaç ı r ı r gibi, şahsi ve hasis menfaatine yapışıp kalmıştır. Bu da memlekette büyük ve devam l ı huzursuzl u klar, tahri kler, ümitsizlikler, k ı rg ı n l ı klar, d üşmanl ı klar yaratmakta ve cemi� yetin s ı h hatin i teh l i ke l i bi ı:._ şekilde bozmaktadı r. Madd iyatç ı l ı ğ ı n ç ı karc ı l ığa bağ l ı olarak ortaya ç ı kan i kinci teza­ hürü insan ların şahsiyetini tahrip etmesid i r. Medeni cesaret, fazilet aşkı ve hak duygusu etrafta a.deta görü nmez ol muş, orta l ı ğ ı küçük hesaplar ve küçük hesapl a r kölel iği , menfaat köl eliğ i kaplamıştır.


1 96

TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERi

Madd iyatç ı l ı � ı n üçüncü tezahürü mem lekette seleksiyenun tersi­ ne dönmes i , zayıf insan ların üste çı kması d ı r. Adeta her yere şahsiyet­ li insan korkusu sinm iştir. Çı karcı l ı k kuvvetli şahsiyet istemez. Zayıf, si li k, gölge insanlar şahsi menfaaller için e n iyi paravanad ı r. Bu yüz­ den Türkiyede k uvvetii lere imkan vermeyen, zayıfları yu karıya doğru iten bir mekanizma geliştirilm işt ir. Suya sabuna dokunmamak, neme lazı mcı l ı k, idare-i masla hat, gününü gün etmek cemiyetin kaderi olup çı kmışt ı r d iyeb i l i riz. Böyle bir kaderin Türkiyen in şartları nda b i r memleket için ne ka­ dar elverişsiz olduğunu bel i rtmeye lüzum var m ı ? Görülüyor ki gerek materyal ist düşüncesiyle, gerek maddiyatç ı l ı � ı i l e materya l izm Türki­ yen in bugünkü baş ağrı larından birid i r ve öyle olma ktan d a devam edece�e benzemektedir. Benzemektedi r, zira madd iyatç ı l ı k kolay ko­ lay tedbir kabul etmez.

BöLOCOLOK Bölücülük, Türkiyeni n en hassas meselesidi r. Bölücül ü k Türkiyeyi parçalamak , Türkiyeden toprak koparmak, Türkiyeyi ufaltmak, Türk vatanı n ı n ve Türk cemiyetinin b irli k ve bütün l üğünü yı kmak peşinde­ d i r . Böylece bölücülük doğrudan doğruya cana kast etmektedir. Di­ ğer teh l i kelerin hiç b i rine benzemez. Bölücülü�ün i l k ve büyük hedefi doğu Anadaluyu Türkiyeden ko­ parmakt ı r. Fakat iş bununla b itmemekte, daha b i r sürü ayı n c ı l ı k fi kri de onun arkasında yatmaktadı r. Netice olarak maksat Türkiyeyi B i rinci Dünya Harbinden sonraki taksim biçiminde param parça etmektir. Halbuki Türkiyen in kimseye verecek tek karış toprağ ı yoktur. Asl ı nda Tü rkiye, tarihi haklar bakımı ndan herkesten alacaklı d u rum­ dad ı r, fakat kimseye verecekli d u rumda deği l d i r. Tarihin büy ü k Tü rk M i l leti küçüle küçüle, ni h ayet son vatan olarak bugünkü Türkiyenin hudutianna s ı {l ı nmışt ı r. Bu ndan daha geri g itmeyi ki mse ondan bek­ lememelidir. Bu topraklardan b i r ad ı m geri g itmek Türk M i leti için ö l ü m demektir, en azından son u n başlang ıcı demektir. I kinci D ünya Harbinde b i r a ra l ı k savaş b u l utları Türkiyeye yakla­ şı rken m i lletvekilleri yu rd a da{lı larak halkı hazı rlamak için konferans...


TÜRK IYEN IN B U G Ü N K Ü MESELELERI

1 97

lar verrneğe başlam ışlard ı . O günlerde bir m i l letveki l i n i n söyled i!} i bir söz, yaptığı b i r benzetme çok tutmuş ve büyü k bir yankı uyandırmış­ tı . M i l letveki li d iyordu k i : Türkiye Türk M i l leti nin üzerine biçilmiş en dar elbisedir, ondan kopacak b ir parça bile Türk M i l letini çıptak bı­ rak ı r. Gerçekten du rum budur ve bu söz Türkiye için her zaman kesin değerini muhafaza edecektir. Tü rkiyeden bir tek karış toprak koparı lamaz. Tü rkiye bu son hu­ d utları ya istiklal ya ölüm d iye çizmiştir. Koparılmak istenecek bir tek karış toprak Türkiyeyi derhal bir ölüm kal ı m noktasına u l aştırır. Böy­ le b i r noktada ise k i mse Türk M i l leti i l e başa ç ı kamaz. Otuz sekiz mil­ yonl u k Türkiye tek vücut halinde bölücü lerin başına y ı ld ı rımlar yağdı­ rarak, gök kubbeyi onların başına yı karak geniş dünyalarını dar ey­ ler. Ve tabii bundan da kimse bir şey kazanmaz, herkes yalnız ıztırap çeker: Türkiye de, bölücüler de, bölücülere kendilerini kaptıranlar da, bölücülerin üzerinde kumar aynadı kları da! Bunu herkesin böyle b i l mesi ve ayağ ı n ı denk alması lazı m d ı r; Fakat hemen i lfıve edelim ki bölücüler bu gerçeğe gözlerini kapa­ makta, boş ve çok teh likeli b i r gayretin içinde b u lunmaktan geri kal­ mamaktadı rlar. Çünkü bölücülüğün arkasında yalnız iç isyan, iddia ve d uyguları değ i l , aynı zamanda ve ondan daha çok başka maksat­ lar taşıyan d ı ş tahrikler ve hesaplar vardı r. Dış tahri k ve hesapların maksadr Türkiyeyi çökertmek veya Türkiyeyi zayrflatmaktrr. Yan i tek kelime ile Türk düşmanlı ğ ı d ı r. Tü rkiyeyi çökertmek gayesi kuzeyden, Türkiyeyi zayrflatmak ga­ yesi batıdan gel mektedir. Kuzey için bölücülük yukarıda etraflıca izah ettiğimiz Türkiyeyi yı kma kombine faal iyetinin bir parçasından i ba­ retti r. Batı için de bölücü lü k Türkiyeni n bünyesini her an için zayıf tutacak b i r sih�htı r. Batı i çin Türkiye ne ç ı kan ne batan b i r ü l ke ol­ m a l ı d ı r. Batm amal ı d ı r , çünkü Rusların güneye i nmesine engel olacak b i r Türk iye şarttır. Çıkmamal ı d ı r, çünkü Orta Doğuda çok kuvvetli b i r Türkiye olmamalı ve bat ının bu bölgedeki ası rlık menfaatlerin i tehdit edebi lecek b i r g ü ç o rtaya ç ı kmamalı d ı r. Türkiye lüzumundan fazla kuvvetleni rse Orta Doğuda hakim bir söz sahibi durumuna ge­ l eb i l i r, hiç ister görünmediği Islam aleminin l i derl iğine de getirilebi­ l i r. Halbuki Orta Doğuda batı n ıfl ç ıkarları nı s i lecek bir kuvvetin be­ l irmemesi , Orta Doğunun daima zayıf, karışık, yard ı m ve müdahaleye mu htaç kalması esastır. Başta bir ticaret imparatorluğu olan lngllte-


1 98

TÜRKIYEN IN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

re olmak üzere, bütün söz sahibi batı l ı lar bu hususta çok hassas­ tırlar. Hatta Amerika bile bu hassasiyete katı lmaktan geri kal mam ış­ tır. I kinci Dü nya Harbinde Çörçi li n Tü rkiyeyi israrla harbe zorlama­ sının, Almanyaya b i r kuvveti n daha vurmas ı n ı isternek yanında, b i r sebebi d e Türkiyeni n harpsizlik yüzünden neticede kuvvetli bir duruma geçmesi end işesidir. Türkiyenin, Islam fıleminin ve bütün doğ unun l iderliğ ine geçmesi i htimal i, yı kmak için o kadar uğ raştığı böyle bir d u rumun yen iden ortaya çı kması, b i l hassa Ingi lteren i n dü nyadaki en büyük korku lu rüyas ı d ı r. Onun i çi n b ütün söz sahibi batı, Türkiyenin tam s ı hhate kavuşmaması için gereken zaaf kozlarını daima elinde bulundurmağa b üyük bir itina gösterir. Hümanizmi de körükler, ma­ teryalizmi de körükler, bölücülüğü de körükler, hattfı günü gel ince komünizm i de körü kler ve bunların hepsini körüklemiştir de, körükleye­ cekt i r de. Bölücü lük i l k defa geçen asırda Rusları n teşvikiyle başlam ıştır. Sonra başta I ng i l izler olmak üzere batı l ı lar tarafından da destek­ lenmiş ve bugüne gelmiştir. Bugün dışarıda bir çok faal iyet ve pro­ paganda merkezleri vard ı r. Bat ı l ı lar hem bu faaliyetleri barınd ırır, hem onlara yard ım eder ve h e m de su reti haktan görünerek bölücü l ü k gayretlerini sözde i lmi araştırma kisvesi altında yürütürler. Ruslar :se, dün Çarl ı k i le, bugün de kom ü nizm i le, en geniş ölçüde bölücü l üğün t:lestekçisid ir. Bu yüzden bu son safhada kom ünizm i le böl ücü l ü k Tü rkiyede at başı beraber yürümüşler, birlikte sahneye konmuşlard ı r. öyle ki komün izm m i i lerded ir, bölücülük mü, bunu kendileri bile kes­ tiremiyorlard ı . Fakat şu rası kesindir ki kom ünizm i n bu devrede Türki­ yede bu kadar i leri g itmesinin ve tesirli olmasının en büyük sebebi bölücülüğün kuvvetl i desteği d i r. Kom ünizmin bu safhadaki vurucu gü­ cünün en büyük bölümünü gözleri daha pek olan bölücüler teşki l et­ m işti r. Bölücüler komünizmi, komünistler bölücülüğü en tesirli şekil­ de ku l lanmışlar, bunların s ı n ı rı iyice birbirine karışmışt ı r . Iş birliği tam olmakla, hatta zaman zaman bölücüler daha hakim görüfl mekle beraber, komünist 'o lmayan, m üstakil kalan bölücüler ve bölücü l ü k d e vard ı r. Bölücü lüğün temeli eka l l iyet ı rkç ı l ı ğ ı d ı r. Bu, bölücülüğün hem kuvvetl i , fakat aynı zamanda hem de zaafı d ı r. M asum insanları kan­ d ı rmak bak ı m ı ndan ekalliyet ı rkçı l ı ğ ı belki b i r kuvvettir. Ama ı rkç ı l ı k dünyada resmen geçerli olmad ı ğ ı için , bu aldatıcı kuvvet, aslında bir zaaf unsuru teşkil etmektedi r. Hele Türkiyenin durumu ve tutumu


TÜRKIYEN I N B U G Ü N K Ü M ESELELERI

1 99

hesaba katı l ı nca bu zaaf bü sbütün değer _kazanmakta ve bölücülü'" ğ ü manasız hale geti rmektedi r. Zira Tü rkiye ı rkçı bir devlet değ il dir ve ol mayacaktır. Kendisi ı rkç ı l ı k gütmemekte, Tü rk ı rkçı l ı ğ ı yapma­ maktadı r. Kendi ı rkçı l ı ğ ı n a tevessü l etmeyen, itibar etmeyen, onu d ü­ şünmeyen bir devlet hiç ekal l iyet ı rkçı l ı ğ ı na razı olabi l i r mi, göz yumab i l i r mi? Kim ondan bunu isteyebilir? Tü rkiye, farzı muhal , ma­ dem ki ekall iyet ırkç ı l ı ğ ı yapı l ıyor, ben de Türk ı r kç ı l ı ğ ı yapayım der­ se o zaman böl ücülerin Mli n ice olur? Türkiye tabii böyle yapmamakla ve Türk vatandaşları arasında her hangi bir ayı rı m gözetmeği a k l ı ndan bile geçirmemektedir. Tür­ kiye vatandaş l ı kta b irleşmiştir ve her vatandaş Tü rktü r demişti r. Tür­ kiyenin resmi felsefesi budur. Gerçi vatandaşlık hukuku her yerde cAri d i r. Fakat bir çok mem leketlerde bu sözde kalmakta ve perde­ nin arkası nda ayrı b ir tatbikat sah neye konmaktad ı r. Bu memleket­ lerde bel i rli sahalarda, ki lit mevkilerinde ve önem l i i m kAnlarda husu­ si bir titizli k göstermek m i l l i devlet hayatı için zaruri görülmektedir. Türkiyede ise resmi felsefenin arkası nda ayrı bir tutum, ikinci bir siyaset katiyen yoktu r . Tü rkiye bu bakımdan idealist devlett i r . Tür­ kiyenin hiç bir g izli kapaklı işi yoktur. Hatta Tü rkiyeni n bu husustaki tutumu başkaları için pervası z l ı k ol arak da görü leb i l i r. Pervas ı z l ı k ol­ masa da, Türkiye, en azı ndan, b i r rahat l ı k içindedir. Türkiyede her va­ tandaş, hiç b ir ayı nma maruz kalmadan , her m evkie gelebil i r, her i m kan herkese ayn ı şekilde aç ı kt ı r. Eski devi rlerde devşirmeleri en büyük mevki lere yü kselten Tü rkiyede fark gözetmemek köklü bir ana­ ne halindedir. Hatta bu h ususta Türk çok defa kendisini ihmal bile eder. Türkiye resmi felsefesinde bu derece samimid i r. Onun için kim.. se Türkiyede etn i k farklı lığa dayanan bir m uameleden bahsedemez ve bu sebeple de kimse etni k farkl ı l ı k davası gütmek hakkına sa­ hip deği l d i r. Etn i k farkl ı l ı k her memlekette görü lebi l i r. Türkiyede de bir takı m etn i k farkl ı l ı klar mevcut olab i l ir. Fakat bu fazla bir şey ifade et­ mez. Asl ı nda Türkiye bu bakımdan hiç b i r devletten daha zayıf du­ rumda değ i l d i r. Dışarda bir Sovyet Rusya vardı r, o zaten bir mill et­ ler halitas ıd ır. öte yandan başta Amerika olmak üzere, Kanada, bütün Güney Amerika, Ingil tere, ısviçre, bütün doğu Avrupa ve Bal­ kan devletleri , Yugoslavya, I ran, I rak, bir çok Afrika ve Asya dev­ letleri v.s. de öneml i etni k ayrı l ı klar taşı rlar. Türkiyede daha had bir etn i k ayr ı l ı k olmad ı ğ ı g i b i, mevcut fark l ı l ı ğ ı n b üyük bir kısmı da


200

TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

menşe ayrı l ı ğına değ i l , yanlı� zanlara, karışma lara ve bölgeci l iğe da­ yanmaktad ı r. Türkiye m i l l i b i r cemiyett i r. Bu vatanda ayni tari hle, aynı kaderle, ayni keder veya sevinçle ve ayni kültürle birbi rine ba� !anmış , rahat b ırak ı l ı rsa b i rb i riyle g ü l g i b i geçinen ve geçinecek olan kardeş insanlar vard ı r. Bunlar etni k fark l ı l ı k, kavimcil i k , kabilecilik, bölgeei l i k g i b i şeylerle b i rb i rlerinden ayrı lamaz, m i l let bütünlüğü di­ lim d i l im parçalara bölü nemez, ayrı l ı klar güdülemez. Herkes milli kül tü r etrafı nda, büyü k Tü r k kü ltü rü etrafında bi rleşerek bir bütün meydana geti rmeöe mecbu rdur. Yer yüzü nde etn i k farkl ı l ı klar e:;as a lı nsa, ı rkç ı l ı k kab u l ed ilse, dünya ölçüsünde self determ i·rı asyon tatbi k olunsa bundan Türk Mil­ leti ancak kArlı çı kar. Fakat bi lindiği gibi Bi rleşmiş M i l letler, l kin­ ci Dünya Harbinden sonraki kuruluş sı rasında o g ünkü siyasi çoğ­ rafyayı , fi'lf d u rumu esas alm ıştır. O günün belirli müstaki l devletle­ rine self determ inasyonu tatb i k etmek d iye b i r mesele değ i l , statüko­ yu muhafaza bahis konusudu r. Self determinasyon ancak m üstemleke idarelerinden yeni ayrı lacak cemiyetle r için kabul edilmiş bir pren­ sipt i r. B i rleşmiş M i l letierin bu statüko, f i'li durum temeli karşısında eski ve mü stakil bir devlette etn ik farkl ı l ı k bir self determinasyon me­ selesi yapı l amaz, her memleketi n sadece b i r iç meselesi o larak ka­ l ı r. Türkiyede de her türlü bölücülük ve ayı n cı l ı k hareketleri Türkiye­ nin b i r iç meselesidir. Iç meselesini ise halletmek Türkiyenin hakkı­ d ı r ve Tü rkiye bunu halledecek kudretted i r, kudrette o lma lıdır. Türkiyen in vatandaki m i l li bütünlüğü yalnız bu hak ve kudrete dayanmamaktad ı r. Türk vatanı sosyo - k ü ltürel bakımdan da bölün­ mez b i r b ütündür. Zira umumiyetle bütün Anadoluda olduğu gibi do­ ğ u Anadoluda da eski ve yeni olmak üzere i ki k ü ltür mi rası vard ı r. Bu iki ·kü ltür miras ı n ı n da bölücülerle en ufak b i r a l�kası yoktu r. U rartul ardan Hititlere kadar eski kü ltürlerin sahipleri veya onların torunları bugün mevcut olmadığı gibi bugünkü hiç bir etn i k gurubun d a onlarla ilg ileri mevcut d eğildir. Bu eski kavim lerin bu topraklar üzerinde Tü rkten başka bir varisi yoktu r. Zira bu eski kavimterin ve kültürlerin yerine geçen yeni kavim ve k ü lt ü r tamamiyle Türk M i lle­ ti ve Tü rk k ü ltürü d ü r. Ayrıca eski kü ltürler tamamiyle antik birer tarihi hatı radan ibarett i r ve Anadol uya b u g ü nkü ası l rengini ve ka­ rakterini veren kültür bu yeni Türk K ü ltürüdü r. Dolayısiyle bütün Türkiyenin olduğu gibi doğu Anadolunun da tek sahibi Türkiyedi r ve oranı n tapusu yalnız Türklerin elindedi r. Vatan kültür demektir. Bu


TÜRK I YEN I N B U G Ü N K Ü MESELELERI

201

itibarla bütün Anado lu ve Trakya ya l nız Türk vatan ı d ı r ve öyle kala­ cakt ı r. Atatürk boşun� " B u mem leket tari hte Türktü, halde Tü rktür ve ebediyen Türk kalacakt ır ıı dememişti r. Doğu Anadol uda Tü rkten başkasına teveccüh eden bir kültür mi­ rası olmad ı ğ ı g ib i bugünü kuran yeni tarihte o bölgenin başkasına ait b i r tarihi ve devleti de ol mam ışt ır. Doğu Anadolunun eskiyi dev� ralan yeni hayatı bin seneden beri tamamiyle Türkt ü r. Bu rada yalnız Türk devletleri ve Türk tari hi olm uştu r.Bütün şehirler Türkler tara­ fı ndan kurulmuştu r ; bütün abideler, Karsta , Ahlatta, Mard irıde, Diyar­ bak ı rda, Muşta, Erzurumda, nerede o l u rsa olsun, yalnız Türktür. Me­ zar taşları Türktür, kervansaraylar Türktür, künbetler Türktür, şehi r yapısı Tü rktür. H ü lasa Doğu Anadolunun taşı toprağı Türktür. Manevt sahada da böyled i r. Kad ı Burhanaddinden Fuzultye , lbra­ him Hakkıdan Emraha kadar doğu Anadolunun d i l i , edebiyat ve bütün k ültü rü yalnız Türk olmuş, o topraklarda Türk havasından başka bir at­ fosmer yerleşmemiştir. öyle ki Tü rklüğün en büyük mütefekkiri ve Tür­ kiyeni n fikir mimarı olan Ziya Gökalp b i l e ardan ç ı km ı şt ı r. Sosyo - ekonomik açıdan da Anadolu bir bütündür. Fc:ırzı muhal, bu bütün parçalansa, parçalar ayrı ayrı kendi kendisif"'e yetmez ve bedbaht o l u r. Bu hem hayvancı l ı k, hem ziraat, hem ticaret, hem sa­ nayi, hem temas, hem irtibat bak ı m ından böyledi r. Bütün parçaların geçimi ve hayatı b i rbirine bağ l ı d ı r. Hatta iklimi ve tabiati de birbiri­ nin devam ı d ı r, birbirini tamam lar. Ayrıca doğu Anadolu son zaman­ larda b ütün Türkiyenin i ktisadi hayatı nın can damarlarından biri olma yolundad ı r. Petrol bölgesi olm uştur, büyük su, baraj ve enerji de­ posu olma yolundadı r. Petrolü n çı kması d ı ş düşmanların dikkatini oraya bilhassa d aha çok toplamı ş ve bu merkezlerin bölücü l ü k yo­ lu ndaki teşvi kleri son zamanlarda artm ıştı r. Askeri bakımdan da doğu Anadolunun Türkiye için müstesna ve hassas bir mevk i i vard ı r. Orası Tü rkiyenin doğuya karşı dış kalesi, batıya karşı iç kalesi durumundad ı r. Ayni zamanda Doğu Anadolu bü­ tün Orta Doğunun damı gibidir, bütün Orta Doğu onun ayakl arı n ı n altında , kuzeye karşı da onun himayesindedir. Ayrıca devletine bağ­ l ı , bu toprakların bütünlüğü için seve seve can ı n ı verrneğe hazır, bö­ lücülüğün ve komünizmin tahriklerine yüz vermeyen, işinde gücün... de, masum, mert ve cesur halkı bütün Türkiyeni n yüksek değerdeki umumi insan potansiyelinin kıymetli bir parçasını teı;; k il etmektedi r.


202

TÜRK IYEN IN B U G ÜN K Ü M ESE!LELERI

öte yandan doğu Anadolunun ih mal edildiği yolundaki iddialar da doğ ru değ i ld i r. As l ı nda iktisadi kalkınma bakım ından yalnız doğu değ i l , bütün Tü rkiye ihm a l edilmiştir. Ve bu asırların i hmalid ir. Is­ " tanbu l surları n ı n d ibi nde öyle yerler vard ı r ki , i nsan doğunun mağara­ larını b i le oraya tercih eder. Orta Anadolunun b i r çok yerleri doğu­ nun bir çok yerlerinden daha geri görü n ü r. Buna rağmen doğunun ge­ ri ka l m ı ş l ı ğ ı elbet b ir gerçekt ir. Fakat bu, Tü rkiyen in kasdi b i r tu­ tumunun neticesi değ i l d i r . Türkiyenin doğ uda ayrı , orta ve batıda ayrı ve hususi b i r i ktisadi po litikası yoktur. Doğunun geri kalmışlığı bü­ yük ölçüde coğrafi geri li kt i r ve Londradan, Paristen , Berlinden baş­ l ayan medeniyet seviyesi Çine ve Hindistana kada r doğuya gitti kçe bütün yol boyunda aynı tempoyla d üşrneğe devam eder. Her coğra­ fi bölge, bu arada doğu Anadol u da bu düşüş çizgisindeki tabiT ve mukadder yerini a l ı r. Fakat Türkiye, bu meden iyet çizgisini tabialiyle zorlamak mec­ bu riyetindedi r. N itekim i ktisadi bakımdan biraz kendisini topariayın­ ca Tü rkiye d ikkatini doğuya daha çok çevi rmiş; i l k şosyal izasyon böl­ geleriyle, yaz kış geçit veren yollariyle, Istanbul ve An karadan son­ ra i l k açı lan üniversite ve fakülteleriyle, yat ı l ı bölge okul lariyle, su işleri ve sulama faaliyetiyle, fabrikaları ve baraj lariyle, doğuda tabi­ atin ve coğ rafyanın kaderini ciddi bir şekilde değ iştirme ve doğu­ nun ka lkı nmasına önce l i k verme faa l iyetine g i rişmişt ir. Diğer bölgelerde de böyled i r. Türkiye yurdun her yerinde bütün vatandaşları n ı , ufak tefek etnik fark iara bakmadan, aynı kültürün m i l letdaşları o larak, eşit bir şekilde mesut ve bahtiyar etmeğe ça­ l ı şmaktadı r. Bütün ou gerçekiere rağmen Türkiyeyi çökertmek veya zayıflat.. mak istiyen d ı ş düşmanlar böl ücülüğü ve ayı rı c ı l ı ğ ı tahrik etmeğe g itti kçe h ı z vermekte, bu gayretlerine dahi lde de küçü msenmiyecek a letler b u l maktad ı rlar. Eski ihmal lere ve yan l ı ş l ı kl ara i l ave olarak, son y ı l larda dünyada ve bölgede vuku bulan gel işmeler ve mem leket­ te hü küm süren gaflet ve d a la let bu gayretleri son derece teh l ikel i bir marhaleye u laştırm ı ştır. Bugün Türkiye, diğer sı kıntı ları n ı n yan ında ve onların en önünde, büyük bir bölüc ü l ü k ve ayı n c ı l ı k gai lesi ile karşı karşıya gelmiş b u l unmaktadı r . 1 2 M art öncesinde komünizm ile el ele vererek, n Türk M i l leti yoktu r, Tü rkiye halkları vard ı r n slo­ ganı i l e Türkiyeyi bölüşü lecek b ir vatan gibi, zaman ı m ı z ı n hasta ada­ mı gibi görrneğe ve gösterrneğe çal ışafl bu bölücü l ü k ve ayı n c ı l ı k ce-


TÜRKIYEN I N B U G Ü N K Ü MESELELERI

203

reyan ı , haz ırlığı ve faaliyeti, Türkiyenin geleceği üzerinde çok ağ ı r b i r tehd it teşk i l etmekte ve Türkiyeyi azim, karar, gayret ve fedakar­ l ı k bekleyen çok cepheli siyasi, idari, sosyal, kültürel, i ktisadi, aske­ ri ve i l mi tedbirler almak mecbu riyeti i le yüz yüze getirmiş bul un­ maktad ı r. Fakat şu rası da bir gerçektir ki, idare ve müesseseler böy­ le yeterli bir uyan ı k l ı ğ ı n. içinde görünmüyorlar.

DINCI LIK, M EZHEPÇILIK, TARl KAlÇi llK

Dinci l iği burada din taraftarlığı manasında ku l lanmıyoruz. Böyle da r bir k u l lanış Türkiyedeki _ din htı.disesini gerçek ol arak ihata et­ mez ve çok eksi k kal ı r. Dinci l i kten d i n meselesi n i daima can l ı tut­ may ı , din kavgas ı n ı israrla devam ettirmeyi kasdediyoruz. Ası l d i n­ c i l i k budu r, Türkiyeyi daimi b ir d i n problemi karşısı nda tutmakt ı r. Bu d i n c i l i ğ i n ise iki cephesi vard ı r : b ir d i n düşman l ı ğ ı , bir de müfrit din tarafdarl ı ğ ı . ·

Din düşman l ı ğ ı n ı u din i defterden si lmek, cem iyeti rit etmeğe çalışmak ıı şekl inde hülasa edeb i l i riz. B u n u n tece l l i s i de Islamiyel düşman l ı ğ ı d ı r. Din d üşman l ı ğ ı n ı n beplerin i dış ve iç kaynakları n ı ve geldiği çevreleri ise etrafında toplamak mümkünd ü r.

di nden tec­ Tü rkiyedeki başlıca se­ beş madde

Memlekete d i n düşman l ı ğ ı n ı yerleşti ren birinci zümre dinsizler­ d ir. Bunların başında felsefi ol arak d i n i reddeden d i nsizler, ateistler gel i r ki, bu g ibi lerin sayısı fazla değ i l d i r ve böyleleri her yerde gö-­ rü leb i l i r. Her türlü materyalistleri ve komü nistleri de esas felsefe bakımından b u raya katmak lAzımdı r. Tabii b un ların sayısı pek faz­ ladır. Din düşmanl ı ğ ı n ı yürüten i kinci zümre cemiyet düşmanları , Türk cemiyeti ni zayıflatmak, zayıf tutmak, yı kmak isteyen u nsu rlard ı r. B u n­ lar d i n i n cemiyetteki bi rleştirici ve ayakta tutucu ro l ü n ü bi len ve da­ yanaklarından birini sarsarak cemiyeti çökertmeğe çalışan ki mseler­ d i r. Mücerret ve ferdi d insizle r, Allahsızlar d ı ş ı nda kalan, cemiye­ tin d i n unsu ru nu yı kmağa yönelen bütün maksat l ı din düşman ları n ı bu maddede toplayabi l i riz. Komünistler başka bakımdan d a bu raya g i rd ikleri gibi bölücü ler, hümanistler, kozmopol itler ve diğer Tü rk k ü l­ türü hasım ları da bu züm reye dah i l d i rler.


204

TÜRKIYEN I N B U G Ü N K Ü M ESELELERI

Din düşman l ı ğ ı n ı yü rüten ve merkezi d ı şarıda olan üçüncü ke­ simi, başka d inlerin mensupları teşk i l eder. Bunların başlı cası hı ris­ tiyanlard ı r. Museviler de kend i lerine d üşeni yapmaktan geri kal maz­ lar. Dıştan gelen bu d üşman l ı k başka b ir d i n uğruna yapı l d ı ğ ı için bu noktada d üşman l ı ğ ı n reng in in yalnız IslAm d i nine çevri l i old u �u açı kça görü l ü r. H ı ristiyan l ı k, doğduğu günden beri en yeni d i n olan lsllimiyeti kendisine başlıca rakip g örmüştür. Bu i ki büyük d i n tarih boyunca bir yayı lma yarışı içinde b u l undukları gibi, H ı ristiyan Aleminin em­ peryalizminin hayat sahasına ve can d amarı n a da bir uçtan b i r uca lslfımiyet yerleşmiş bulunm ktad ı r. Afrikanın ve Asya nın büyük b i r kısm ı , petrol kaynağı Orta Doğ u , Atlas okyanusundan Endonezyaya kadar uzanan ü l keler bir Islam kuşağı ile çevri l idir. Bunl ara ilAve olarak lsllimiyet bugün de hem H ı ristiyan l ı ğ ı n genişlemesine baş­ l ı ca engel teşkil etmekte, hem de onu kendi vatan ı r.da bile sarsmak.. tad ı r. Amerikadaki zenciler arası nda olduğ u gibi H ı ristiyanlı ktan Müs­ l üman l ı ğ a kütle halinde dönüşler ve yer yüzü n ü n her yerinde hı ris­ tiyanlar a rasında görülen ferdT müslüman oluşlar Hı ristiyan Alemini adam akı l l ı tedirgin etmektedir. Ayrı H ı ristiyan kil iseleri arası ndaki birleşme ve Hı ristiyan l ığ ı kuwet lendirme teşebbüslerinde bile bu te­ d i rgin l i ğ i n her halde bir rol ü olma l ı d ı r. E n son ve en mütekamil din olan lsllimiyet, i nsan ruhunu tatmi�. manevi aleme açı lış, ·k u l ile Al­ lah a rasına giren bir ruhban sı n ıfından uzak olma, daha i l ahi ve mü.. cerret b i r örg üye sahip bulunma, on dört ası r evvel sosyal adaleti ge­ tirme g i b i vasıflarıyla, şüphesiz H ıristiya n l ı k için her zaman b i r re­ kabet ve huzursuzluk kaynağı olacaktır. Bu sebeplerle H ıristiyanl ı k her yerde ve her vasıta i le lsllim iyeti d u rdurmağa, geriJetrneğe ve söndü rmeğe çalışmaktadır. Türkiyede bu Hı ristiyan gayreti d i n sahasında iki şekilde orta­ ya çı kmaktad ı r. Bunlardan b i ri Hı ristiyan propagandası ve bazı kim­ seleri H ı ristiyan laşt ı rmakt ı r. Bu yolda, şahsiyetsiz ve miiiT kültürü zayıf üç beş ayd ı n ı n h ı ristiyan laştırı l d ı ğ ı söylenmektedi r. Fakat bu hususta büyü k bir başarı düşünü lemez. Diğer Hıristiyan gayreti, memlekette lslam iyeti zayıflatmak, ıslamiyet d üşman l ı ğ ı n ı tahr i k ve teşv i k etmektir. öteden beri y ü rütülen bu gayretler diğer düşman i ı k­ Iaris da birleşerek çok başarı l ı olmaktad ı r. Hı ristiyan Avrupa Atatürk harekAtı n ı , istikamet değiştirtip, lslfımiyete karşı b i r hareket imiş g i b i göstererek laikliği mubalağa etmekten faydalar u mmakta ve


TURKIVEN IN B U G Ü N K Ü M ESELELERi

Türkiye mütemad iyen bunu tel k i n etmeğe çalışmaktad ı r. Halbuki Atatürk harekatı m i l li bir harekettir ve onun karşısınd a Batı emper­ yalizmi en ön safta yer a l ı r. Fakat Batı bunu b i lmez l i kten gelerek Türkiyeni n muası rlaşma davas ı n ı lslamiyeti terk etme şekl inde gös­ terrneğe ve yerl i d i n düşmanları n ı bu yolda okşamağa pek hevesl i görü n ü r. Islamiyeli n geric i l i k olduğunu , Tü rkiyen i n onu terk ederse Batı l ı l aşacağ ı n ı tel ki n eder durur ve bu tel ki n l e r de maa lesef çok tesirli olur . Bu hususta Hı ristiyan Avrupa Türkiyeyi zayıf tarafı ndan yakalamış g i b i d i r.

p i n d üşman l ı ğ ı nda dördüncü züm reyi, Osmanlı Devleti n i n çöküşü­ ne ve Türkiyen i n geri kalmasına yanlış teşhis koyanlar teşki l eder­ ler. Bunlara göre bütün soru m l u l u k d i nde ve lslamiyyettedir. Tü rkiye kalkı nmak ve batı l ı laşmak için d i nden kopmuş b i r cem iyet haline gel­ mel i d i r. Böylece bu zümren i n görüşü i le H ı ristiyan Bat ı n ı n telkinleri Tü rkiye üzerinde b irleşmiş ve iş b i r l i ğ i içine g i rmiş o l u r . D i n düşman l ı ğ ı n ı yü rüten beşi nci zümreyi T ü r k M i l leti üzerinde b i r zümre hakim iyeti kurmak ve kurulmuş olan hakim iyeti devam et­ ti rmek isteyen , kendi lerini Türk devlet idaresi n i n e l it tabakası g i b i gösteren çevreler teşki l ederler. Bunlar yukarıdaki d i n düşman l ı ğ ı zümrelerinden v e Tü rkiyen i n yan l ı ş yorumlarla b ul and ı rı l mış karı şık şartları ndan faydalanarak d i n i T ü rk M i l leti üzerinde b i r siyasi baskı vasıtası gibi kullanmakta büyük maharet gösteri rler. Bun lara göre d i ne bağ l ı l ı k geri c i l i k ; d i n d üşman l ı ğ ı i lerici l i ktir. Türkiyede sürekl i , b itmez tü kenmez b i r i lerici l i k - gerici l i k m ücadelesi vard ı r. I lerici takım gerici olan büyük kütleye memleketin idares i n i bı rakamaz. Hep i lerici zümre iş başında ka lmal ı d ı r. Böylece m i l letten kopmuş olan bu sözde i lerici takım sun'i ve çok g ü rü ltü l ü b i r gerici l i k ve yo.. bazl ı k edebiyatı içi nde Türk M i l leti n i n normal ve tabii d i n i n i onu s i nd i rrnek için bir si lah, bir bahane, bir siyasi ftlet g i b i kullanır. I şte çeşitli iç ve d ı ş çevrelerden gelen bu d i n düşman l ı ğ ı cemi­ yeti derinden sarsmakta ve başl ı ca huzursuzlu k k aynakl arı ndan bi ri ol­ maktad ı r . Bu yüzden siyasi ve sosyal huzur ve sükOnda bitmeyen ra­ hatsızl ı klar ortaya çı kmaktadı r. D i n i n b i r kültür unsuru ol arak bi rleş­ tirici hizmeti sekteye uğ ramakta ve tesiri zayıflamaktadı r. D i n b i r l i k v e bütü n l ü k kaynağı ol acak yerde k ı rg ı n l ı k, tefrika v e bölünme un­ s u ru haline gelmektedi r. Müslüman l ı k diğer d i n lerin yan ı nda küç ü k düşürülmekte, adetft suçlu veya h o r görü l mekted i r. D i nde eşit l i k gö-


2Ö6

TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü MESfi .ELERi

zetilmemekte, Cumhu riyetin ıı din ayı rı m ı yapı lamazıı prensibi zede­ lenmekted i r. Cemiyette d i n bakımı ndan görünmez b i r aşağ ı l ı k duygu­ sıı hüküm sürmekted ir. D i ne sayg ı ve gerekli i l g i zayıflamakta, umur­ samaz l ı k kökleşmektedi r. Daha fenası bu tutum müfrit din taraftar­ l ı ğ ı n ı tah ri k etmektedi r. Gerçekten Türkiyedeki m üfrit d in taraftarl ı ğ ı n ı n ası l sebebi ve soru m l usu d in düşmanl ı ğ ı d ı r. Müfrit d in taraftarl ı ğ ı sebep değ i l ne­ ticed i r, esas itibariyle d i n düşman l ı ğ ı n ı n reaksiyo("lundan başka bir şey değildir. Türkiyeyi normal b i r lai k çizgide tutun, Tü rkiyeden din d üşma n l ı ğ ı n ı kaldı rı n , m üfrit d i n taraftariiğı derhal söner. Halbuki böyle ol mam akt � , din düşman l ı ğ ı m ütemadiyen müfrit din taraftar­ l ı ğ ı n ı körü klemekte, neticede dinci l iğ in diğer cephesi olan müfrit d i n ta raftarl ı ğ ı da karş ı mı za çı kmaktad ı r. Böylece d i n düşmani @ , üs­ tüne üstüne giderek, müsl üman l ı ğ ı , adeta istismara çok elveriş l i bir nefis m üdataas ma zorlamaktad ı r . Şüphesiz, m üfrit d in tarafdarl ı ğ ı n ı doğu ran bu esas sebebin ya­ nı nda başka yan sebepler de vard ı r. Bunların en m ü h i m i eski cemi­ yette bütün hayatı , d iğer kültür d i l imlerini de kaplıyan dinin yeni Türk cem iyetinde kend i d i l i m i içine dönerken diğer sahalarda bı rak,_ tı ğ ı boşluğun layı kıyle ve zamanında dolduru lamamas ı d ı r. Din devlet tarafından resmen kendi yatağ ına çek i l i rk9("! diğer sahalarda kalan bu boşluğu m i l li kü ltürle doldurmak lazımd ı . Bu yapı lamayı nca sahası daraltı lan dinden boş kalan yeri b i r yandan yıkıcı fikir ve careyanlar doldurmuş, öte ya,ndan b i l hassa buna da bir reaksiyon olarak din eski yerine tal i p olmuştur. Müfrit din taraftarl ı ğ ı n ı n kuvvetlenmesinde, bo­ şalttığı yere yabancı ideoloj i lerin yerleşmesi karşısındaki hakl ı l ı k ka­ naatinin ve duygusunun büyük payı vardı r. M üfrit d i n tarafdarlığının başka b i r sebebi de m i l li şuurun teşekkülünü aksatan cehalet ve ce­ haleti("l g i deri lememesi d i r. N i hayet b ir sebep de d ı ş kaynaklardan ge­ len teşviklerd i r. M üfrit d i n tarafdarl ı ğ ı n ı teokrat ik devlet, şeriatçı l ı k, ümmetçilik için çalışmak şek linde hü lasa edebil i riz. Müfrit d i n tarafdarianna göre devlet laik değ i l , din devleti olma l ı d ı r . Içte şeriat nizarnı hakim olma­ l ı d ı r. Dı şta Islam b i r l i ğ i k u ru l m a l ı d ı r . Hatta, mutaassıpl arına göre, bütün Islam dünyası ümmet esasına dayanan tek b i r devlet olmal ı, Arapça bu devletin resmi d ili ol mal ıd ır . önce müslümanı m sonra Türküm denmeli, din m i l l iyetten önce gelmelid i r . M utaassı plarına gö-


TÜRKIYEN I N B U G Ü N K Ü M ESELELERi

207

re, d i n i n yan ında m i l l iyetin sözü b i le olmaz, m i l l iyet yoktur, üm met vardır. Türkiyenin geri kalmasın ı n başl ıca sebebi d i n yolu ndan dönül­ mesidir. Din elden g itmektedir. Ahlaktan i ktisada kadar her şey bu yüzden bozuktu r. Dine sarı l ı rsa cemiyet en i leri seviyeye yükse l i r. N i­ tekim eski parlak devi rlerde de Türk M i l leti d i n sayes inde i leride idi . Müfrit d i n tarafta r l ı ğ ı n ı n Tü rkiyedeki seyri de d i n düşman l ı ğ ı n ı n v e umumiyetle m i l li bünyeyi sarsan y ı k ı c ı akımları n gelişmesi i l e yakı ndan i l g i l i d i r. Başlang ıçta d in eski cem iyetteki yerinden v e eski rolünden uzaklaştı r ı l ı nca uzun zaman bir sü kunet devri yaşan mış ve cemiyet onun yerine, içinde d i n de bulunan m i l li kültürün konulaca­ ğ ı n ı arnniyetle ve ümitle bek lem işt i r. Fakat bu ümit gerçekleşmeyin­ ce ve memlekette has ı l olan boşluğu kozmopolit - hümanist ve ma­ teryalist - komünist akı mlar kaplayınca geniş b i r hayal k ı r ı k l ı ğ ı orta­ ya ç ı k m ı ş ve müfrit d i n taraftarl ığ ı b i rden parlam ı şt ı r. M üfrit d i n taraftarlığı kendisine d ı şarıdan adeta meşru b i r vasat hazırlayan bu d u rum karşısında ve d emokratik zihniyetler mücavehesinde siyasi sahada da ağ ı r l ı k olabi lecek , bugün b i r part i halinde teşkilat lanacak kadar gel işmiştir . Içinde d i n unsu r una da m ü h i m b i r yer veren m i l li kü ltüre layı kıyla dönülmedi kçe bu gel işmeyi durdurmaya, tabialiyle im kan yoktur. Din taraftari i ğ ı din düşmanl ığ ı i l e ve gayrı m i l li fikir ve akı mlarla kat'iyyen önlenemez. Işte bugü11 Türkiye bu iki tarafl ı d i ncil ikle muztaript i r : Bir yan­ da din d üşman l ı ğ ı , b ir yanda m üfrit din taraftarl ı ğ ı . Di n d üşmaniarı na göre din hiç bir şey değildir , m üfrit din taraftariarına göre de d i n her şeyd ir. Halbuki her i kisi de ne kadar yan l ı ş v e g erçek n e kad ar başkad ı r. . Müslüman l ı k Türklerin gel işme isti kametinde sekizinci ası rdan i tibaren yolun üstüne çıkmış ve bir müddet onunla teması o lan kim­ seler tarafı ndan ferdi b i r şekilde kabu l ed i l d i kten sonra, nihayet onuncu ası rda resmen devlet dini olmuştur. Türklerin lslamiyeti ka­ bulü, ya lnız tesadüfen onların yol ları üstüne ç ı kmakla izah edi lemez. M üslüman l ı k yalnız müsait tarihi b i r devrede Tü rklerin yol ları nın üs­ tüne ç ı kmış b i r d i n değ i l , aynı zamanda Türkün mizacına çok uyg un bir din olmak vasfını haizd i r. Bu bakı mdan Türkler adeta aradı kları d i n i bu lmuş gibi m üslüman l ı kta karar k ı lmışlard ı r. Türkler daha ön­ ce başka d inleri de denemişler, fakat onların hiç b i ri Türkleri tatmin etmem iştir. Bu tatm ini Türkler nihayet müslüman l ı kta bulmuş ve onu


208

T O RKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELEii i

son ve kesin b i r d i n hal i nde benimsemişlerd i r. M üslüman l ı ğ ı n kabu­ l ünden sonra art ı k Türk l ü k i le islamiyat b i rbirinden ayrılmaz olmuş ve bu, g ünümüze kadar böyle devam etmiştir. Bu b u luşma, birleşme, bütünleşme ve kader b ir l iğ in den her iki taraf da karlı çı kmış, müslü­ man l ı k Türklerin şahs ı nd a e msalsiz b i r koruyucu, Türkler de islami­ yat ile adeta eşi bu lunmaz manevi bir m üttefik b u l muşlard ı r. Bunun bir çok tarihi del i l i vard ı r. lslamiyetin Türklerin soruml uluğuna geç­ ti kten sonra yalnız fetihleri, genişlemesi ve yay ıl masiyle değ il, aynı zamanda maddi ve manevi eserleri ve medaniyetiyle de ne kadar §an ına l ayik bir mertebeye yüceld iğine bütün tarih şahitt i r. Türkler olmasayd ı bu yüce din b i rleşmiş Hı ristiyan Avrupan ı n karşısında kim b i l i r ne müşkül durum lara d üşerd i . öte yandan müsl ümanl ı k ayn ı zamanda T ü r kl üğ ü koruyan çok kuvvetl i bir manevi silah halinde vazife görmüştür. N itekim başka d i n iere mensup Türk kavi m lerinin sonradan değişip m i l l iyetleri ni kaybettiklerini görürüz. Kaybetmiyenler de kend i lerini korumakta çok g üç l ü k çekm işlerd i r. Buna m u kabil müsl üman olduktan sonra, veya m üslüman olan Türk kavimleri milli benl i klerini, her türlü baskılara rağ men , bugüne kadar başarıyle korudu kları g ibi, bugün de bu nok­ tada müsl ümanl ıktan b üy ü k b i r kuvvet almaktad ı r l ar. lslamiyetin Türklere ne kadar uygun olduğunu onun Türk ü l ke­ lerindeki yayı lma seyri ve sü rati de göstermekted ir. Gerçekten ls­ lam iyetin ci hat ve yay ı l ma yo l ları n ı n çok uzağ ı nda ve kenarında bu­ lunan Türk ü l kelerine b i l e m üslüman l ı k en kısa zamanda nüfuz et­ m iştir. Bu b i r yandan uzak ve geniş sahalara yay ı l m ış bulunan Türk kavimlerinin birlik, beraberl i k ve bütün l üklerini gösterdi ğ i gibi, bir yandan da m üslüman l ı ğ ı n h e r yerde ayn ı olan Türk l ü k ruhuna ne ka­ dar müsait d üştüğünü ortaya koyar. Neticede bugün Türk dünyas ı n ı n hemen hemen tamamı m üsl üman olarak karşım ıza çı kmaktadı r. Bu­ gün Musevi olan Polanyadaki Karayim , Hı ristiyan olan Romanyada­ ki Gagavuz Türkleri ile Altaylardaki Şaman olan bir iki küçük Türk boyu d ı ş ı n da, yer yüzündeki bütün Tü rkler müsl ümandı rlar. Hü lasa Türk l ü k i l e m üslü man l ı k tari h in derin l i klerine kök salm ış harikulade b i r terkiptir ve bu terkibin bundan son ra da böy l e devam edeceğine hiç şüphe yoktu r. Türkler yaln ı z müslüman ana ve baba... dan doğdukları için değ i l , ayn ı zamanda kendi lerine en uygun d i n ol­ duğu için müslümandırlar ve müslüman kalacakl ard ı r. Türkler başka


T U RKIVEN I N B U G Ü N K Ü MESELELE R I

:ıo9

b i r d i n l e yapamazlar ve hatt� tam ve sağlam Türk o larak kalamaz­ lar. Onun içindir k i din d üşmanları ndan gelen d i n ve b i lhassa müs­ lüman l ı·k düşman l ı ğ ı Türk m i l letini daima ted i rg in eder ve cemiyet bunu aslında Türk d üşman l ı ğ ı sayar. Buna karşı müfrit din taraf­ darları ndan gelen u önce müslüman l ı k sonra Türk l ü k ıı veya uön­ ce Türklük sonra müslüman l ı k » gibi manasız kl işeler de Türk esrn i­ yeti için ayn ı şeki lde bir tedi rg i n l i k kayna(l ı d ı r. Türk l ü k ve müsl ü­ manl ı k birbirinden ayrı lmaz, ayrı düşünü lemez ve sı raya konamaz. Din dü şmanlar ın ın zannetti kleri g i b i geri ka l m ı ş l ı ğ ı n sebebi d i n değ i ld ir. Ayn ı şeki lde müfrit din tarafdarları nın zannetti kleri gi bi, din i ktisadi ka lkınma reçetesi de değ i ld i r. D i n i nsanları ve cemiyetleri fa� iziete götürmek isteyen ; doğru l uk, iyi l i k, güze l l i k te lkin eden, ruhu yı­ kayan i lahi b i r nizamdır. Onu cemiyetin başka sebeplere dayanan g ü n l ü k işlerinden sorum lu tutman ı n hiç bir i lmi tarafı yoktur. Bugün müslüman m i lletierin arzettiği geri kal m ı ş l ı k ve perişan duru mdan lsldmiyeti soru m l u tutma nın da hiç bir ilmi tarafı yoktu r. Bu konuda mevcut d urumu d i n için bir ölçü o larak kabul etmek ye­ rine, acaba Müslümanl ı k olmasayd ı bu m i l letler kim b i l i r daha ne kadar feci durumda bulunab i lirdi d iye dü şünmek lazımdı r . Gerçekten başka şartlar dolayı sıyle bugün geri kalmış b u l unan Islam alem i n i h e r şeye rağmen !<oruyan v e d a h a kötü duruma dü şmesine i mkan ver­ meyen yine Müslüman l ı kt ı r. Tarihi devrelerde ilm i n ve tekniğin bazı gelişmelerine ve bir ta­ k ı m yeni l i k lere d i n lerin zaman zaman karşı koydukları b i r gerçekti r. Fakat bu karşı koymalar umu miyetle d inden değ i l , d if! i yanlış tatbi k etmek isteyen d i n adamlarından gel mişti r. Artı k bugün bütün i nsan­ l ı k bu g ibi davranışların çok geride kaldığı b i r çağ yaşamaktad ı r. Bugün bel l i başlı bütün d ifl ler, i l m in ve tekni k gel işmeni n yanında­ d ı rlar. Onun için o rtada b i r tenbe lli k, gayretsizlik, ters l i k va geri kal mışl ı k varsa, bunun sorumlusu d i nden çok başka şeylerd i r. Bu konuda münakaşa kabul etmez bir gerçek de bu yeni çağ­ da eski din devrinin bütün d ürıyada art ık geçmiş olduğud u r. Din şü nhesiz bugün d e kendi lerini bi lenler için büyük b i r müessesedi r. Fakat d i nin bütün hayata hakim olduğu, iç ve d ı ş bütün münasebet­ leri tanzim ettiği, her şeye kadi r ve her şeyden soruml u oldu(lu asır-


:;: ı o

t ü RKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERi

lar ve asırlar sürmüş eski din devri artı k kapanmıştı r. Din bugün, tabi r caizse, ayrı ve yefli b i r yörüngeye oturmuştur. B u yeni mevkii, yukarıda da söyled iğ i m i z g ibi, asl ı nda dini belki daha d a yüceltmiş­ tir ve hiç de ehemmiyetsiz değ i ld i r. Müfrit din tarafdarları n ı n bu ta� rihi ve hatta illlhi mu kadderatı görmemezl �kten gel meleri ve dini eski şüm u l l ü mevkiine çı karmak yo l undaki zorlamaları her cem iyet için huzursuz l u k kaynağı teşki l edebilece k bir mah iyette olduğu gi­ bi, insan l ı ğ ı n tekllm ü l üne ve �yan ın tabiatina de aykırı düşmekten başka b i r şey değ i ld i r. Buna m u kabil , d in i.rı cemiyet hayatında bugün de büyük bir yeri vard ı r. Dinsiz cem iyet o l m az. Bütün i leri batı cemiyetlerinin dini olduğu gibi , b ir buhran devri geçi ren komünist ü l kel erde bile hal­ kın din duygusu ve i htiyacı söndürülememiştir. Bu itibarla din düş­ manlar ı n ı n Türkiyeyi d i nden tecrit etme gayretleri de cemiyeti yine huzursuz yapmaktan ve sarsm a ktan başka b i r netice doğu rmaz. Tür­ kiye gibi kom ün ist o lm ıyan h ü r cem iyetlerde bu sarsıntılar çok bü... yük karı ş ı k lı klar, böl ünmeler, kin ve nefret toh u m ları saçar. Devle­ tin resmr dini olmamas ı , vatandaşlar arası nda hak l ı olarak d i n ayı rı­ m ı na m üsaade edi lmemesi, herkesin din ve vicdan h ü rriyetine sahip b u l unması başka şeydir, cemiyette din müessesesinin şüphe götür­ mez var l ı ğ ı , d ine sayg ı , dinin fertleri ve cem iyeti terbiye eden bir nizam halinde hükmünü icra etmesi başka şeyd ir. Devletin din kar­ şısında koyd u Qu b ir takım nizamlar, h u k u ki tedbi rlerden ibarettir; din ise sosyal b ir vfikıadı r. B u n ları birbirine ,karıştırmamak ve sosyal vakıaya kendi değeriyle m ütenasip bi r yer vermek şarttı r. Onun için­ d i r ki Tü rkiye ne din d üşmanlarının, ne de din istismarc ı ları nın iste­ diği Tü rkiye olaraktı r. Türkiye d i nci ol mayacak, fakat daima d i ndar kalacaktı r . Dincilik, dini mesele yapmak veya devlet idaresine dini h a ki m kı lmak, dindarlı k i se cemiyette d i ne lay ı k olduğu yeri ve de­ {Jerl vermek, d ine sayg ı l ı o lmak, dinin cemiyet d üzen indeki müsbet rolü nden mahrum kalmaya razı ol mamak demektir. Türk cemiyeti bü­ yük b i r i nsan cemiyetid i r. Her köklü ve medeni cemiyet gibi Türk cemiyetinin de dini ve d ine saygısı olacak ve devam edecektir. Türk m i l leti bütün diniere sayg ı l ı , bütün kitap sahibi diniere müsamaha­ ktırd ı r. B u nu başka d in leri b i r çok bölgelerde ortadan kaldı racak kud­ rette olduğu zaman lard a b i l e ispat etmişti r. Böyle bir cemiyetin, ken­ di d inine de ayn ı sayg ıyı beklernesi en tabi i hakkı d ı r. Bu sayg ıya ri­ ayet edilmez ve müsl üman l ı k hor görü l ü rse e lbette ki cemiyetin bü n­ yesind& büyük sarsı ntı lar o lu r. Türk M i l leti bu sarsı ntı lara da, bu


TURKIVENIN B U G Ü N K U M ESELELERI

:m

muameleye de lay ı k değ i l d i r ve h ı ristiyan ların H ı ristiyan lığ a karş ı gös'" terdiği sayg ıyı, müslümanların da Müslüman l ı ğ a karş ı göstermesini daima isternek hakkına sahiptir. Kanunun teminatı altında olan vic­ dan hürriyetinin teme l i de budur. Hı ristiyan l ı kta reform olm uştur d iye lsiAm iyette de reform ya­ p ı l ması nı beklemek doğru değ il d i r. Bu iki d in arasında büyük fark­ lar mevcuttur. H ı ristiyanl ı k daha çok b i r k i l ise d i n i vasfında gel iş­ tiQi Için hem b ünyesi, hem tavrı , hem de teşkilatı reforma müsaitti ve reformu gerekti riyordu, refo rma mu htaçtı . Müslü manl ı�<ta böyle b i r benzerl i k yoktu r. lslamda reforma ihtiyaç olmad ı ğ ı gibi, her ça­ ğ ı n i d rakine söyleti leb ilecek eng in b i r müsamaha, ileri l i k ve tazelik vard ı r. ıslam iyet için d inde reform değ i l , ancak dine karşı tutumda reform bahis konusudur. Bu reformu ise Atatürk, zamanı"lda yapmış ve Türkiye'nin d in i değ i l , d ine karşı tutumu değişmiştir. Türkiye dai­ ma laik devlet olarak kalacaktı r. Bunun aksin i düşünmek en azın­ dan gerçekçi l i kten uzak d üşmek demekti r. Bu memleketi lai k anla­ yıştan uzaklaştırma şeklindeki her hang i b ir teşebbüste ve gelişme­ de Tü rkiyenin altı üstüne gel ir. Hiç b i r aklı baş ı nda Türk çocuğu, vatanıflda böyle bir kıyameti göze a lamaz; memleketin, başta dev­ letin l a i k karakte rini korumaya mutlak azim l i bu lunanlar olmak üzere, çeşitli kuvvetlerinin birbiriyle bo{lazlaşmasına ihtimal hakkı tanıya­ maz . Diğer taraftan , ümmetçil i k devri de tarih i n m a l ı o lmuştur. Tür­ kiye d ı ş münasebetleriflde d i n kardeşliği nden daima istifade edebi­ l i r, onu gözetebi l l r. Fakat hiç b i r zaman üm metçl ol amaz . Bu, m i l­ l iyetler çağ ında yalnız Türkiye için değ i l , diğer bütün din kardeşi ü l·­ keler için de bugün ümmetçiliğin hiç bir gerçekçi tarafı yoktur. Ça­ ğ ı m ı z d i ni devletler çağ ı değ i l , m illi devletler çağ ı d ı r. Ve elbette ki bu çağda her ü l·ke m il li devletin icabını yerine getirecektir. Bu çağ­ da hatta d inlerin b i rb irleriyle mücadele devri de geçmiştir. Bugün ayrı dinler el altı ndafl da olsa b i rbirleriyle uğraşm a k yerine, el el e verip materyal izmin ve marksizmin geti rdiği ci hanşü m Q I dinsizli kle mücadele etmek meselesi ile karşı karşıyadı rlar. Türkiye din düşmanl ı ğ ı n a da, m üfrit din tarafdarlı ğına ve is­ tismarcı l ı ğ ına da kaçmıyacak i lmi, gerçekçi ve modern b i r tutum için­ de kalmağa mecburdur. Bu tutumun adı laikliktir. Fakat Türkiye din düşmaniarına ve d in isti�marcı larına fı rsat ve bahafle vermiyecek


212

T ÜRKIYEN I N 13 U G Ü N K Ü M ESELELERi

şekilde doğru b i r lai.k liği titi z l i kle yürütrneğe önem verecektir. Dinci­ liğin Tü rkiye'de yarattığı derinden seyreden buhranın ve tahribatın cem iyete daha fazla zarar vermemesi içifl devletin buna itina gös­ termesi hayati b ir zaruretti r. Lai kliğin ne olduğunu ve hudutla rıııı aşağ ıda kendi bahsinde ayrıca tesbit edeceğiz. Burada şu kadarını belirtmakle yetineb i l i riz: l a i k l i k ne d in düşman l ı O ı , ne de müfrit din taraftarlığ ı d ı r. Bütün bunlara, dinlerin b ir huzur ve sükün müesseseleri olma­ la rı na , b i lhassa islllm iyetin yum uşaklığ ına, maddi ve ma(")evi barış, huzur ve emniyet havasına rağ ınen; bütün medeni alemin din me­ selesinde sükQnete kavuştuğu b ir devi rde, d i n düşman l ı ğ ı ve müf­ rit din taraftarlığı bugün Tü rkiye'de ol anca h ızıyla sürüp g itmekted i r. Bu d u rum Türk Mil leti için son derece haksız ve yakı ş ı ksız b i r hadi­ sed i r. Dincil iği(") yarattığı ve devam etti rd iğ i din kavgası bugünkü d ü nyada Türkiye için sadece ayı ptı r ve büyük T ü rk M i l leti de bu ayıba hiç m üstahak değ i l d i r. B u g idişin tehl i keleri de düşünülünce, Türk cem iyetinin nas ı l önem li bir dava ile karşı karşıya kald ı ğ ı daha iyi anlaşı l ı r. Cem iyetteki çözülmenin mühim sebeplerinden biri olan bu ger­ ginliğin d i nmesi için, her şeyde() önce devletin l a ikl iğ i doğru tatbi k etmesi , lai k l i k adı altında dine soğ u k devranı l masına müsaade ey­ lememesi lazımdı r. Mutaassı p ve dar bir d in an layı şının sönd ürülme­ si, Türkiye'deki yü ksek d i n tansiyonunun düşürülmesi için, bu temel şarttı r, her şey buna bağ l ı d ı r. Buflun için de b i r kısı m münevver­ lerde görülen d irıe karş ı a l lerj inin mutlaka tedavi edilmesi gerekir. Mü nevverler d i n i ve din adam ı n ı bir öcü gibi görmek ve göstermek al ışkan l ı ğ ı ndan ve düşüncesizliğ inden kurtu lmak zorundadı rlar. öte yandan i l me dayanmayan körlemasine d i41 taraftarları da şeriatç ı l ı k d ı ş ı nda kalan herkesi kaf i r görmek temayülünden vazgeçmelidi rler. Bunlara i l llve olarak Tü r.kiyede din an'anesinin eski yerinde kalan boşluğun sü ratle gerçek ve i l m i b i r m i l l i kü ltür varl ı ğ ıyle doldurul-­ ması icap eder. Fakat bütün bunlar için ufukta yeterli gayretierin gö­ ründüğünü söylerneğe i m kan yoktur. Bu yüzden iki baş l ı d i n c i l i k Tür­ kiye'yi dar bo!)azlara sürükleyen unsu rlardan b i ri olmak vasfını sür­ d ü rmektedi r. Tü rkiyenin bünyesi nde bu umumi din kavgası problem inin ya­ n ı nda ve CYIUnla beraber, fakat ondan daha teh l i keli olarak b i r de


TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

213

mezhepçilik zaafı vardı r . Mezhepçil i k tarih boyunca din sahasında görülen en büyük sosyal atettir. Mezhep ayr ı l ı kları n ı n tutuştu rduğu kavgalar her yeı de sayısız felaketler doğurmuştur. Son Kuzey I rian­ da hadiselerinde de görü ldüğü gibi günümüzde dahi en i leri cemiyet­ leri b i le bu ayrı l ı klar alt üst edebilmekted ir. Türk tarihi ise bunun büyü k acı ları ile doludur. Ta ri hte Türk b i rl iği ni parçalayan, Türk M i l letini kuvvetten düşüren, Türk kütleleri ve güçleri arası<11 a nifak so­ kan sebepler aras ında mezhepçi l i k çok büyü k b i r yer tutar. Bizim içinde bulu nduğu muz batı Tü rklüğünü, doğu ve batı Oğuz kütlelerini d ü n de bugün de hiç yoktan i kiye ayı ran başlıca am i l bu u ğ u rsuz mezhep kavgas ı , sü nntli k - şiil i k davası d ı r. Türkiyenin kend isi de eskiden beri bu mezhep ayrı l ı a ı lle muz­ taript i r. Türkiye Cumhu riyeti laikl i k üzerine kurulurıca mezhepçil i k de b i r m üddet söner g i b i , daha doğ rusu tesi rsiz hale geli r gibi olmuş, fakat sorı zaman larda cemiyetin umumi düzen i bozul unca, bu ayrı l ı k yeniden ve umulmayacak b i r ölçüde ve şiddette hortlatı larak, Türki­ yenin dertli başına b i r de aleviHk - sünnTi ik meselesi çı karı lmışt ı r. B u devrede mezhepçiliğin d ikkati çeken b i r tarafı d a komünizmle at başı g itmesi, onunla iş birliğine g i rmiş olması d ı r. Bu yüzden mezhep­ ç i l i k b i r kat daha tehl i kel i olmuş, yeni b i r tehdit unsuru daha kazan­ m ı ştı r. Mezhepçiliğin bu son parlaması öyle teh l i kel i ve pervasız bir gelişme gösterm işt i r ki siyasi teşkilatlanmaya b i le cü ret edi l miş­ t i r . Şüphesiz, d in kavgası gibi mezhep kavgası da bugünkü dü nya... da büyük Türk M i l leti için son derece haksızd ı r, yakışı ksızd ı r ve sa­ dece ayı ptı r. Fakat çok ağ ı r ve hassas b i r sosyal zaaf unsuru olarak bütün vehametiyle ortada d urduğu ve cemiyete yönelmiş büyük b i r tehdit unsuru olduğu da b i r vak ı ad ı r. Türkiyen in bünyesinde mevcut b i r sosyal zaaf unsuru da tari· katçılıktır. Eskiden tari katler cemiyette bi lakis birleştirici b i r düzen unsuru olmak d urumu ndayd ı lar. Insan lar hem dayanışma için, hem de ruhi tatm in için, her b iri d ü nyaya ve kainata değ işik fakat disipl i n l i birer b a k ı ş geti ren bu pencereler etrafında kümeleniyor, böylece di­ nirı tek Mkim kültür unsu ru olduğu cemiyette, bir çeşid boşluktan ve yeknasaklı ktan kurtulma ve felsefi b i r yoruma u laşma tedbiri ola· rak kuvvetl i b ir terbiye vasılasına kavuşuyorlard ı . B u sebeple b i r çok tarikatler ortaya ç ı kmış, gelişmiş ve cemiyet içinde dal budak sal­ m ı ştı . Türkiye Cumhu riyeti modern m i l li devlet esası üzertne ku ru­ lunca köhnemiş sayd ı ğ ı bu müesseselerin mevcudiyetine lüzum kal-


214

TÜ RKIYEN IN BUGÜNKÜ M ESELELE RI

mad ı ğ ı n ı i lan ederek on ları ortadan kal d ı rmağa tevessü l etti. A rtık m i l l i kü ltür hak im k ı l ı nacak v e bu modern sosyal terbiye vasıtası cem iyeti şek i l lend i rerek her türlü bi rleştirici ve tatmin edici ro l ü ba­ şarıyla üzerine alacaktı. As l ıflda doğru olan bu idd iayı Türk cemi­ yeti anlayışla karş ı l ayarak yaratılan boş l u ğ u n doldu ru l masını ümitle ve sab ı rla beklerneğe koy u l d u . Fakat aradan uzun zaman geçtiği hal­ de maalesef, devletin yan lış kültür po l iti kası yüzünden, bu ümitler gerçekleşmed i. Bu sebeple perde arkasına iti lmiş ve zayıflam ı ş olan tari katç ı l ı k yeniden parlıyara k tatm i n kapısı arayan i nsanlara ve ce­ m lyete tekrar kollarıflı açmak imka n ın ı b u l d u. Böylece son zamanlar­ da b i r yandan esk i tarikatler yeni b i r rağbete kavuştu, bir yandan da yeni tari katler ortaya ç ı ktı . Bu yeni lerin içinde b i lhassa i kisi ge­ niş kütleleri saracak kadar büyük bir kuvvet ve yayg ı n l ı k kazanmış d u rumdad ı r. Bu yeni tarikatler as l ı nda tari kat değ i l , b i rer d i n tarikati, dine dönüş iddiası nı taşıyan meslekler d urumuf'ldad ı r. Ne olursa olsun, eski ve yeni tari katierin kuvvetfenerek ve teşkilatlanarak Tür­ kiyeni n bü nyesinde b i r mesele haline geldiği b i r vakıad ı r. Bu durum çağdaş d ü nyanı n icaplarına ayak uyd u rmak zorunda olafl modern b i r cemiyet i ç i n mühim ayak bağlarından b i ri olduğu g i b i , m i l li cemiyetin şekil lenmesini güçleştirecek ciddi fı rıza la rdan da birid i r.

T!RBIR.SIZLIK Tü rkiyeyi son zamanlarda dar boğaz lara sürükleyen ve yukardan beri sıralanan d ı ş ve iç sebeplerden bir taflesi de tedbl rsizl i ktir. Ted.. b i rsizlik aynı zamanda diğer sebe�lerin rolü n ü ve kuvvetini büsbü­ tün artt ı ra n, böylece ağ ı r l ı ğ ı kat kat fazla h issedilen bir unsur d u ru­ m u ndadı r. Türkiyeyi var olma ve yok olma d�vası ile karşı karşıya get i ren dış sebeplere hakim o l mak tabii mümkün değ i l d i r. Hatta ba­ zı iç sebe!)lerin de kaç ı n ı lmaz olduğunu kabu l etme.k laz ı m d ı r. Fakat ted b i rsizl i ğin hiç b i r mazereti ve bahatıesi olamaz. Ted b i r almayı nca dertler kend i l iğ i nden dağ g i b i üst üste y ığ ı l ı r. Dertleri önleyecek tedbi rleri almak yerine b i r cem iyetin tedbirsizl iğ i de ayrı b i r dert o l u rsa o cem iyette her şeyi kaybetmek için art ı k bütün şartlar ha­ z ı r demekt i r. Işte Tü rkiyede de böyle o lmuş, y ukarıdan beri sırala­ nan ve bu ndan sonra da sı ralanacak olan dertler yetmiyormuş gibi, cemi yet b i r de tedbirs izli k i l l etine d uça r edilmiştir. Bu vahim manzara karşısında y ü rekleri yakatı ilk tarihi ve i l m i


TÜRKIYENIN BUt'!ÜNKO MESELELERI

211

m üşahede Türk milletinin, Türkiyenin 1 970' 1ere do�ru böyle acı.klı d u ruma düşmesi için sebep teşkil edecek hiç bir g ü nahının, hiç bir suçunun mevcut bulunmamış olması d ı r. Türkiye, Türk m i l leti bu a� ı r ve haksız tehdide, b u ağ ı r muameleye lfıy ık de� i l d i , müstahak de� i l­ d i . Türkiye için 1 2 Marttan önceki vahim d u ruma gelmek katiyen m u kadder b i r fıkibet de� i ld i . Hatalar yapı lmasa Türkiye bu noktaya gel mezdi . Türk m i l leti kendi m i l li bünyesirıin, siyasi ve sosyal ka­ derinin, hattfı ekonom i k kaderinin icab ı olarak de�i l , tamemiyle zor­ la , itme i le, a� ı r ihmal ve hatalarla, ted b i r yerine teşviklerle, tek ke­ l i m e i l e tedbirsiz l i k ile bu noktaya getirilmiştir. 1 2 Marttan önce va­ tanperverler, ((Atatürkün Türkiyesi kırk sene sonra bu noktaya m ı ge lecekti ıı d iye hazin hazin düşünüyor, dertleniyo r, dert yarı ıyor ve mararn anlatacak ki mse bulam ıyorlard ı . Atatür·k, harplerden harap ve b itap düşmüş ve yaraları n ı henüz tam sarmam ış olan bel ki fa­ k i r, fakat her türlü g üzel ü m itlere açı k , p ı r ı l pı r ı l b i r vatan bı rak­ m ı şt ı . Bu vetanda Türk M i l leti geleceğin yü ksek medeniyet ufkuna yeni bir g üneş g ib i doğ maya hazı rdı. Kim derdi ki onun zincirlerini koparm ış, kü kremiş bir ersları şekl i ndeki bu milli m i rası , henüz kendi nesl i hayatta iken, görülmemiş bir m i rasyedi l ikle karşı karşıya gele­ cekt i r. Son ası ri arın b i r felAketler tünelinden geçip gelen Tü rk M i l­ leti, Balkan Harbinin, Umumi Harbin ağ ı r neticelerinden sonra, b i r de görü lmemiş b i r lstikiAI Harbi vermiş, Tü rkiyeni n h e r kar ı ş toprağı bugün yaşayanlaırı babaları nın, annelerinin, dedelerinin, ninelerinin kanlarıyle sulanmış, Türkiye göz yaşıyla, t ı rnakla, ateşle Meta yeni baştan bir vatan haline getirilmiştir. Bunların 30 40 sene içinde unutu lup gideceği kimin aklına geli rd i ? ...

Türkiyedeki bu son y ı k ı c ı gelişmelerde görülen v e tıulhe mal olan ikinci müşahede, yakleşarı teh l i keye .karşı devletin uzun müd­ det inanı lmaz, an laşı lmaz ve izah edi lmez bir şekilde seyirci kalmı ş olması d ı r. Gelişini bu kadar haber veren b i r felfıkete, bu kadar (( ge­ l iyo rum ıı d iyen b i r kazaya rastlamak hemen hemen imkAnsızdı r. Aynı şeki l de böyle gözler önünde kopu p gelen kazaya b i r devletin, Meta bütün m üesseseleri, bütün uzuvları mefi Oçmuş gibi, seyirci kalması­ na tarihte b i r başka ö rnek göstermek hakikatarı pek mümkün değ i l­ d ir. Aziz ve mübarek Türkiye maalesef y ı l larca Meta sokakta bulun­ muş b i r vatan muamelesi görm üştür. Atatü rkün işaret etmiş oldu· ğu dahili ve harici bir çok bedhahların nasıl artan bir gayretle Tü r­ kiyeyi tüketmek isted ik leri; d ı ş d üşmanların ve düşman l ı k m i h rakla­ rı n ı n bütün siyasi, etnik ve kültürel emelleri , strateji k ve taktı k bü-


21 6

TÜRK IYEN I N B U G Ü N K Ü M ESELELERI

tün gayretleri malumdur ve bu kitapta bunlar sistemli bir şekilde izah edi lmeğe çalışılmı ştı r. Ancak Türkiyenin b u sorı devirde karşı karşıya geldiği tehl i kenin baş sorumlusu hiç şüphe yok ki biziz, esas kabahat kendimizdedir, vatanın temel lerine konulan dinamitlere se­ y i rci kalmam ızdad ı r. Siyasi partilerden çeşit l i devlet kuruluşlarına kadar b i r çok teşe.kk ül, şah ıs ve zümreler bu sey irci kalmanın tarihi vebal i altındad ı r. Bu ta l i hsiz devrede Türk m i l letinin b ir tek şa("!SI kal mışt ı . Bu tek ve ayn ı zamanda son şans o rdu i d i . Düşman gayretler bu sağ lam ve tek g üveni lecek kaleyi de ihmal etmiyorlard ı . Fakat her şeye, et­ rafı ndaki şartların ve kurum ların bütün bozukluklarına rağmen, ordu büyük Türk tarih inden gelen m i l li m i rasın başl ı ca koruyucusu ol arak, sağlam l ı ğ ı n ı muh afazaya devam ed iyordu . Bu m üessese ni hayet 1 2 Martta mem leketi("! g idişine m üdahale etme i mM.nl arının son daki ka­ ları n ı n yaşandığını gördü ve müdahale etti . Böylece Türkiye için kur­ tuluş ümidi doğdu ve yeni b i r devre başlad ı . Fakat tam selamete ç ı k­ mak için henüz çok uzun ve çetin b i r yol vard ı r. Eğer tedbirler tam a l ı nmazsa, bu yeni doğan ü m it devresi de neticesiz kal ı r. Türkiyeyi uçurumun kenarına getiren bu kara rmış devrede buh­ randan sorumlu olan iki unsur açı kça bel l i olmuştur. Bunların birin·­ cisi zay ıf idareciler, ikincisi ise yetersiz mü("!evverlerd i r. Gerçek· ten Türkiye Atatürkten sonra b ir zayıf idareci ler devrine g i rm işti r. Bütün olup biten ler Tür·kiyenin böyle b i r zayıf idareciler devri yaşa­ d ı ğ ı n ı açıkça ortaya koymuş ve son yirmi otuz senede Türkiyen in, eski tabirle, tam b ir kaht-ı rec ü l veya kaht-r rical s ı k ı ntısı içi("!de bu­ naldığını göstermiştir. I kinci sorumlu da, m i lletten kopmuş bul unan ve sadece yarı ayd ın deni lebi lecek olan m ü nevverlerdir. Suçsuz ve masum m i l let kendisine layık olm ıyan i darec i l e r ve kendisi nden kop­ muş bulunan mü nevverleri-rı elinde büyük bir buhran ı n içine düşmüş­ tür. Bu buhranda yaln ız b i r zümre iyi , onun d ı ş ı nda herkes kötü im­ tihan vermiştir. B u zümre her çevre ve her kademedeki m i l liyetçi ler­ d i r. M i ll iyetçiler tehJi.keyi zamanında görmüş, gereken alarmı vaktin­ d e vermiş, iş başa düşünce vatan ve devlet i m üdafaa m ücadelesine g i ri şm iş ve Türkiye her şeyi kaybetmeden, 12 Martta kurtarma ha­ rekatına geç i lmesi için gereken zem i.rıi hazı rlamışt ı r. Eğer m i l liyet­ ç i lerin mu kavemeti o l masaydı, felaketi d u rd u rma fı rsatı b i le belki


TÜRKIYENIN B U G ÜN K Ü MESELELERI

21 7

de ele geçiri lemezdi . Bu kurtarma harek�tı m i l l iyetçi ordunun ve m i l l iyetçi sivil kanad ı n iş birliğiyle ve çetin mukavemetler karşısında b i r müddet başarıyla devam etmiş, fakat onun da k ı sa zamanda ne­ fesi kes i l miştir. Şimdi yeni meçhulle re doğru yol alınmaktadır. Memleketin nas ı l b ir tedbirsiz: i k i çine düşürü ldüğünü anlama.k için 1 2 Marttan önceki manzaraya kuş bakışı bakmak kafidir. Bu man­ zara şöyle i d i : Türkiye tam b ir v a r o l m a veya y o k o l m a davası i le burun buruna gelmiş , son ve müstak il tek Türk devleti parçalanmak, i ç savaşa tu... tulmak, esi r olmak ve tarihten si l inmek i htimal i i l e karş ı l aşmıştı. Devletin bekasına ve m i l letin bi rHk, bütünl ü k ve saadetine yö­ nelen tehditierin büyüklüğü ve pervasızl ı ğ ı şaşı lacak b i r öl çüye var­ m ı ştı . Komünizm, bölücülük ve d iğer yıkıcı akımlar ve kuvvetler Tür­ kiyenin işini bitirmek faal iyetini emin b i r şeki lde ve rahat l ı kla, ade­ ta güle oynaya yürütüyorlard ı . Sarı ki yeni b i r hasta adamın can çe­ kişmesini keyifle bekl iyorlard ı . Devlet otoritesi tamamiyle zaafa duçar olmuş v e müessiriyeti ni kaybetmişti. Orta l ı kta görülmemiş b i r kanunsuzl u k devri hüküm sürüyord u . Kanunlar yetmiyor, kanunlar işlemiyor, herkes baş ı n ı n çaresine ba� maya çalışıyordu. Müesseseler b irer b ire r çökmüşt ü . ün iversiteler, radyo , basın v e cemiyetin dayanağ ı olması la zım gelen daha b i r ço k müessese­ ler kaybedi lmiş topraklar haline gelmişti. Cem iyette alabild iğine b ir disipl insizl ik hüküm sü rüyordu. Sev­ g i , sayg ı ; büyük, küçük; emir, itaat ; hak, vazife mefh umları cemiye­ tin hemen hemen bütün kesim lerinde mfınasını ·kaybetmişti. Çalışmayan bir cemiyet düzeni yerleşiyor, ölçü ler, haklar ve mü­ mü katatlar başka k ıstasl a ra göre dağıtıl ıyor, b ir kolaya kaçma, ka­ pışma, yağma, kayı rma ve suistimal n izarn ı g ittikçe a ğ ırlık kazanı­ yordu. Cem iyet a ı reye , okula., camiye, kış laya, iş yerine ve sokağa si...


218

TÜRKIYEN IN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

rayet edecek kadar m üthiş bir tefrikaya d üşürülmüş, emn iyetsizl iğe, asayişsizl iğe sürüklenmiş ve memleket bölüşü lecek bir vatan ve düş­ manl ı k l a r ü l kesi hal ine getirilm işt i. Memleket bir yan lışlı klar ü l kesi olmuştu. Demokrasi başı boş­ l u k, anarş i, devletsizl i k sayı l ı yor ve ancak hü rriyetleri tahrip hürri­ yeti hürriyet kabul edil iyordu . Mem l akette tam b i r nıefh um la r anarşisi hüküm sürüyo r , kı ymet­ ler alt üst edil iyor, yaygara, haksız l ı k, ifti ra, itham , sindirme en ge­ çerli silah olarak k u l l a n ı l ı yordu. Orta l ı ğ a yanlış teşhisler hAkimdi . Bunlar her yerde var, yakıf'l­ da sönecektir, demokrasi icab ı d ı r, aşı rı uçları n çatı şmas ı d ı r, tedbi r­ leri anayasada vardı r, reformlar yapı lmad ığ ı için oluyor gibi yan l ı ş hü kümler soru m l u ları tatmin ed iyordu . K i mse yeri ni tayin edemiyor, hemen hemen herkes isti kameti­ ni şaşırıyor ve had d ini aşıyordu . Zeng i n . zeng i n l iğini görmüyor, ser­ maye sermaye liğini bilm iyor, sendika seıı d i ka l ı ğ ı n ı n , öğrenci öğren­ ciliğinin, öğretmen öğretmenliğinln, pol itikacı politikan ı n farkına var­ mıyordu . Cem iyet, mevzuatın kendi bü nyesi"le uymamas ı n ı n sarsı ntı ları içi nde ça �ka lan ıyordu. Başta anayasa olmak üzere b i r çok kanunla­ rı n b i r çok maddeleri cemiyet yapısı na iğreti elbiseler g i b i oturmuştu. Soru m l u makam sahiplerinin Meta eli kolu bağ lanmış, tedavi yol l arı sanki önceden görü l mez el ler tarafı ndan kapatı l mışt ı . I ktidar im kaf'lsı z l ı k, çaresizl i k ve Yass ı ada korkusu içinde gölge b i r i ktidar hal inde idi. M u h al efet ise, iktidan yı kmak i htirası ile dev.. leti y ı km a g ayretlerinin birleştiğinin farkında değ i l d i , i ktidarı yı ka­ yım der.ken asl ında onu h a l k ı n n aza rında daha çok kuvvetlendi riyor, fakat devletin y ı k ı l d ı ğ ı n ı görmüyor, iktidarla devleti b i rbi rinden ayı rt edemiyordu. Yayı n vasıtaları cemiyeti, eğitim müesseseleri ayd ı nları tahrip ediyordu.


TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

219

Vatan ve m i let endişesi yeri·rıe, görülmemiş bir m i l li şuur zaafı orta l ! ğ ı kaplam ıştı . Memleketin meseleleri u m umiyetle suni idi , zorla ihdas ed i l i­ yor, dert çı karmak için tıdeta keşifler yap ı l ıyordu. Hü lasa, mem leket, pusulayı şaşırmış, t ı rt ı naya tutu lmuş ve ka� raya vurmak üzere olan, içi dolu fakat sahipsiz b i r gemi haline gel­ mişt i . N i ç i n böyle olmuştu ? Atatü rkün Tü rkiyesi n i ç i n kendisinden k ı ­ s a b i r müddet sonra böyle karaya vu racak bir d uruma gelmişti? Va­ tanperverlik duyg u ları niye yı.k ı l m ış, çı karc ı l ı k , küçük hesaplar, hu­ su met, huzursuz lu k niçin her yanı isti la etm işt i ? Bwı u n b i r tek ma­ nası vardı : Türkiye çözü l üyord u , Türk cemiyetinde sosyal b i r çözül­ me, dağı lma ve b ütün leşmeyi kaybetme hali mevcuttu. Atatü rkün m i l l i b irlik ve bütünlüğ ünden bu çözü len ve dağ ı lan cemiyet, yurt­ ta sulhundan bu iç kavga nas ı l çı kmıştı? Atatürkün m i l l iyetçi Türki­ yesi nasıl kend isini kaybetmiş ve böyle bir m i lli şu u r zaafı batakl ı ­ ğ ı n a saplanmışt ı ? · ı -..- ·; B ucıun da tek iza h ı ve sebebi şudur: millf devlet ol�mamak. Gerçekten Türkiye Atatürkten sonra m i l li devlet olma vasfı nı kay­ betmişti ve bütün dertler bu ndan doğ uyordu . Şü phesiz ve çok şükür, Türk iye siyasi bakımdan millt devlett i r. ı stikiali tam d ı r. M i l li devlet olduğu anayasasında bile yaz ı l ıd ı r. Böy.. le olduğu halde Tü rkiye nas ı l m illi devlet sayı lmaz ? Bu i l k bakışta büyük bir tezat gibi görünüyor. Fakat meseleye i l m i ölçülerle yaklaşıl­ · dığı zaman bu hükümda b i r tezat olmad ı ğ ı derhal anlaş ı l ı r. Şöyle ki : B i r devletin m i l li devlet olabi lmesi için yaln ı z müstaki l olması, siyasi bakı mdan , şekil ve isim olara k ve söz planında m i ı ıt devlet g i b i görünmesi bugücı artı k kAfi de�ildir. M i l li devlet mi l li siyaseti olan devlet demektir. Milli siyaset ise m i l l i kültür politikası gütmek demektir. Şu halde m i lli devlet, milli kültüre dayalı devlet demektir. Bir devlet ne kadar kudretl i olursa olsun, kendi kü ltüründen uzaklaş­ tı kça milli devlet olma vasfın ı kaybeder. Kendi kültürüne sahi p ç ı k­ mayan bir devlet, adı ne kadar m i l li devlet olursa olsun, tam m i l li devlet say ılamaz . Ded iğimiz g i b i , b i r devletin gerçek b i r m i l li devlet


220

TÜRK IYEN IN B U G Ü N K Ü MESELELERI

ol ması ıçın her şeyden önce m i ll i siyaseti olmal ı d ı r. M i l l i siyaset ise m i l l i kültür demektir, m i l li kü ltü rün ·korunm ası , m i l l i kültürün içinde kal ıf'lması , m i l li kü ltürün yürütü l mesi ve yücelti l mesi , m i l li kül­ tü rün tel< var l ı k ve hayat sebebi say ı lması, m i l li kültürün saade­ tin tek anahtarı oldu�unun b i l inmesi demektir. M i l li devlet önce, pra­ tik devlet olmakla yetinmiyecek ve kü ltüre değer verecektir, sonra kendi kü ltürünü yan l ış değ i l , doğru teşhis ve tayin edecektir , nihayet ya lnız bu m i l l i kültür üzerinde ısrarlı olacak, yabancı kü ltürlere, kül­ tür tak l idine ve k ültür za nf'lettiği yan l ı ş l ı klara kend isini kaptı rmıya­ caktır. ' M i l l i kültür politi kası olm ıyan veya yan l ı ş olan devlet katiyen m i ! IT devlet değ i l d i r. M i l l i devletin başl ı ca ölçüsü m i l li kültürdür. Bu itibarla m i l li d i l in i n , m i l li sanatı n ı n , m i l li örf ve adetinin, m i l­ li dünya görüşün ü n , m i l li d i n i n i n , milli tari hini.rı , m i l l i ş u u runun hak­ k ı n ı verm iyen devlet şüphesiz m i l lilik vasf ı n ı n dışına düşer. Baş­ kalaşman ı n , kozmopolitliğin, kültür takl itçi liğinin, hümanizmin peşi­ ne takı lan b i r cemiyet tam b i r m i l li cem iyet o lamaz. Böyle cem iyet­ ler ve devletler bu lu.-ıab i l i r. Fakat bunlar m i l l i değ i l , ren ksiz dünya cem iyetleri ve devletleri d i r; karışık, suni, i ğ reti cemiyetlerd i r. Şüp·­ hesiz , bulu nduğu durumda ve şartlarda ayakta kal abiliyorsa, böyle olmak da bir kusu r değ i l d i r. Hatta hüman istler bununla iftihar bile eder ve m i l li devleti küçük görü rler, i lericif iğe aykırı b u l u rlar. Böy­ le devletlere siyasi hudut, istiklal ve ekonom i k kud ret kafi gelebi­ l i r. Işte Türkiye Atatü rkün m i l li devlet rayı ndan ç ı karı la rak böy le ren ksiz hümanist bir d ü nya devleti haline soku lmak istenmiş ve bu yüzden de m i l l i kültür pol itikası ndan mah rum, yan l ı ş kültür po litika­ sı g üden b i r cem iyet haline geti ril m iştir. Ve işte m i lli devlet çağ ında, bölgesi.-ıde ve şartlarında bu yan l ışlık, bu gayri m i l li l i k ve renksiz­ li k vasfı Türk tarihinin zaman ı m ı za rastl ıyan büyük bir buhran ı n ı n , 1 2 Mart öncesi buhran ı n ı n temel sebebidi r. Tü r.kiyenin elini kolunu bağ­ l ı yan, onu tedbirsizl iğe, başı boşluğa sevkeden de budur, bu yan l ı ş kültür politikasıd ı r. Burada şunu da ehemmiyetle belirtmeliyiz ki devlet mukaddes­ tir, devletin ma.-ıevi şahsiyeti mübarektir. Her kötü lü kten ve her ku­ surdan mü nezzeh olan devletin manevi şahsiyeti ve yapısı n ı n bu mil­ li şuur, milli kültür ve milli devlet çizgisinin dışı.-ıa düşmesinde hiç bir suçu ve g ünahı yoktur. Bütün suç ve g ünah onun hayırsız evlat­ ları nı n , zayıf idareci lerin ve bozuk mü.-ıevverleri n d i r. Ve bundan o ma­ nevi şahsiyet de şüphesiz çok rencide olmaktad ı r.


TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERi

221

B i r cemiyetin sağlam bir m illi k ültürü yoksa, devletin milli dev­ let o lmaması pek büyük b i r mahzur teşkil etmez. Fakat cemiyetin m i l l i kültürü büyük ve sağ lamsa, buna karşı devlet ayrı bir kü ltü r politikası takip ed iyorsa, o ü l ke çı kmazın tam ortas ına düşmüş de­ mekt i r. Işte Tü rkiyede bugün böyle b ir mi l let ve devlet i k i l i ğ i de or­ taya ç ı kmış bulunmaktadı r. Halbuki Türkiye m i l li devlet olarak ku­ rulmuştur. Türkiyenin mevkii ve şartl arı m illi devlet ol mayı mecbur kı lmaktad ı r. Tü rkiyede gerekince herkes m i l l iyetçi o l duğundan bah .. sede r. Fakat bu sözde m i l l iyetç i l i ğ i n h iç b i r manası yoktur. Tü rkiye­ ye laf m i l l iyetçiliği değ i l , fiili m i l l iyetç i l i k, ya«ıi m i l li kültür taki pçi l i­ ği lazı m d ı r. Esasen laf m i l l iyetç i l i ğ i nden Batıda da haklı olarak nef­ ret edi l i r, fakat fiili m i l l iyetç i l iği hiç b i r devlet elden b ı rakmaz. Tür­ kiye bugün Atatürkün yolundan ayrı lmanın, m illi devlet olarnaman ı n ı stı rabı içinded ir. Bu ise Türkiyeyi b ir tedbirsizli kler ü lkesi haline ge­ tirmiştir. Z i ra m i l li kü ltürsüz l ü k bütün tedbir ufukları n ı karartı r, memleket hadiselerin daima gerisinde kal ı r ve cemiyet rüzgara tu­ tulmuş bir kağıt gibi oradan oraya sürü kleni r durur. Zira m i l li kül­ tür ol madan, tam ve doğru a l ı nmadan kuvvetli idareciler ve devlet adamları da, cemiyeti uçuruma sürüklerniyecek kifayetli münewerler de yetişmez. Türkiye bugün işte öyle b i r tedbirsizliğin içinded ir. Ve işin fenası da idareciler bunun farkında değ i l lerd ir. Tü rk iye 1 2 Marta rağmen de bu yan l ı ş l ı ğ ı n farkına varmış gö­ rünmemektedir . Felaket 1 2 M artta durdurulmuş, fakat milli devl et­ ten, m i l li kü ltü rde«ı kaybedi len h iç bir müessese geri a l ı nmamış, TRT'­ n i n gayri m i l li d i l i nden, m i l li eğitim fel sefesine veya bas ı n ı n yıkıcı l ı ğ ı ­ na kadar her şey yer li yerinde kalmıştır. Yani Türkiyenin tedbirsiz l i k kaderi bugün de bütün vehametiyle devam etmektedir. Hal buki art ı k Türkiyenin geleceğ inin bu tedbi rsizliğe, bu yan l ı ş l ı ğ a tahammülü yoktur. 12 Mart fırsatı bir daha ele geçmiye b ilir. Türkiye bugü«ı ke­ sin b i r yol ayı r ı m ı ndad ı r. Her şey bu yol ayı rı m ında Türkiyenin bu­ g ü n b i r restarasyana mu htaç olduğunu, günün o gün olduğunu açı k­ ça göstermektedi r. Yıkıcı kuvvetleri sindirrnek fazl a b i r şey ifade etmez ; ası l, onların fı rsattan istifade ederek, yerleşmiş bu lunduğu, cemiyet bünyesindeki büyük boşluğu doldurmak ö«ıe m l i d i r. Türkiye­ nin kendi ·kültürüne, kendi medeniyetine, tek kel ime i l e kendisine dönmesinin zaman ı gelmişti r, geçmişt i r, geçmektedir. Atatürk işe başlarken u a«ı ladık ki kabahatimiz kendimizi unutmak l ı ğ ı mızmışıı di­ yerek doğru teşhisini koymuş ve Türk rönesans ı n ı gerçekleştirecek ad ı m ları atm ışt ı . Bu teşhis bugün için de aynen ve tek başına ge-


rf Ukf<. ; Yı:JII I N B U G U N K U MESELELERI

çerl i d i r. Böyle b i r teşhise dayanarak Tür,k rönesansına dönülmezse Türkiyenin geleceği as la tem i nat altına a l ı namaz. Şu-ıı u kesinli kle beyan edeb il iriz k i çarkın uzun zamandan beri, hem de g ittikçe hı z­ l anarak devam eden gayri m i l l i dönüşü vakit kaybetmeden bug ün­ lerde tersine, m i l li dön üşe çevrilemezse, o-ıı un d i şl i leri arasından Tü r­ kiyeyi kurtarmak b i r daha m üm kün olm ıyacakt ır .

Doğum kontrolü Türkiyenin son zamanlarda içine düştüğü uzun vadeli, fakat çok büyük bir tedbirsizlik de doğum kontrolüdür. Doğum kontrolünün kaynağı d ı ştad ır ve sebebi de d ünyadaki, b i lhassa Avrupadaki hıris­ tiyan n üfusunun artmaması d ı r. H ı r istiyan 4"1 Üfusu bugün yalnız Ame­ ri kada çoğa lmakda, fakat bu batı h ı ristiyan alemini tatmi n etmemek­ te, bi lhassa Avrupadaki d u raklama onu tedirgin k ı l maktadı r. Avrupa­ da bel l i başlı devletler doğumu ve nüfus artı şını teşv�k edici ted bir­ ler al maktad ırlar. Sovyetlerde bile Osta Asyad aki müslüman nüfusun, yani Türklerin çoğal masından şikayet edilerek, müslümaC'l olmıyan nüfusun artt ı r ı l ması çareleri araştırı lm aktad ı r. Amerikada doğum ar­ tışının ve kalabal ı k nüfuslu ai lelerin çok rağbette olduğu da açı kça görü lmekted i r. Bunları n yan ı nda ve bunlara mukabil bütün bu dev-­ letler, yani hı ristiyan batı d ü nyası son y ı l larda d ünya ölçüsüC'lde, fa­ kat kend i lerine müteveccih ol m ıyan b i r doğum kontro l ü kampanyası açmı şlar, bu iş için geniş teşki latları ve m i lyarları harekete geç i r­ m i şlerdir. Bu kampanyan ı n d i (ler hararetli destekçileri d� Yah ud i ler­ d i r. Kamparıyanın başlıca hedefleri ise Islam alemi ile Budist d ü n yas ı d ı r. öyle ·k i mesela Afrikada arazisi geniş, fakat nüfusu a z bir müslümaC'l ü l keye b i le bu pl!nı tatbi k etmekten geri kalmamakta­ d ırlar.

Işte Türkiye bugün b i r de bu beynelmi lel nüfus suikastının hedef­ leri arası na g i rmi ştir. Halbuki Türkiyede b i r nüfus patlaması deği l , bir nüfus parlaması bile mevcut değ i ld i r. Türkiyenin nüfusunda normal b i r artış olmuştur, fakat bu da son e l l i senede Tü rkiyeni n i l k defa harp­ siz rahat b i r devre geçi rmesini4'l tab ii ve mubalağa edilern iyecek bir neticesid i r. Bu nüfus artışı da 1 960'a kadar biraz can l ı olmuş, fakat ondaC'l sonra geri leme başlam ı ştır. Şu rası asla unutulmamal ı d ı r ki Tür­ kiyede b i r nüfus patlaması olmadığı g i b i , nüfus artış nisbeti de zan ve propaganda ed i l d i ğ i kadar yü ksek değ i l , sadece vasatt ı r ve o da düş..


TLiAKIY�NIN BUGÜN K Ü M ESELELERI

223

mekted i r. Atatürk: u Tü rkler çoğal ı n ızıı d i raktifini vermiş ve çok çocuk­ l u ailelere ikramiye bağ ışlamıştı. Ondan otuz sene sonra Türkiyenin •• Tü rkler aza l ı n ı z ıı parolasiyle karşı karşıya kalması ne kadar dü şün­ dürücüdür! S af'lki Tü rkiye insan la dolup taşmış, kıpı rd ıyacak yer kal­ mamıştı r. Türkiyenin çeşitli şartları en az yüz m i lyon l u k bir nüfusu ge­ rekti recek ve besieyecek d u rumdad ı r. Bu bil hassa geepolitik bakımdan böyledir. Türkiye kuzeyde, g üneyde, yakında, uzakta •k alab a l ı k m i l let­ lerle çevrilmiştir ve yüz m i lyon olmadan rahat nefes alamıyacaktır . Nüfus kontrolünü yed i yüz m i lyon l u k Çin b ile tatbik etmemekte, d i­ ğer büyük devletler de buna yanaşm amaktad ı rlar. Bu sistemli .kampaf'l­ yay ı Bi rleşmiş M i l letler kanaliyle de ustal ıkla yü rüten bat ı l ı kaynak­ ların elinde i l k bakışta maku l görünen b i r bahafle de vard ı r. O da i k tisadi güçlü kler ve az gel işmişl i ktir. H i nd istan ve diğer bazı Asya mem­ leketlerinde fazla nüfus bugün iktisadi bakı mdan bir prob lem olmuş olabi l i r. Fakat her yerde geri kalmışl ı ğ ı n esas flmil ieri nüfustan çok başka şeylerdi r. Bi lakis nüfus kesafetinin iktisadi kal kınmanın mü­ h i m anahtarlarındafl b iri olduğu söz götü rmez bir gerçekti r.Avrupada i ktisadi ,kalkı nma ve sanayileşme hep nüfus kesafeti i le at başı yü rü·­ yerek bugünkü seviyeye u laşm ışt ı r. Büyük nüfus daima yü ksek potan­ siyel demektir, serbest iş gücü demekt ir. Marifet o kaynağ ı ortadan kald ı rmak değ i l , onu kanal ize etmektir. Yüksek nüfus yaşamak için taşa, toprağa can verrneğe mecbur kal ı r, dolayisiyle kal·kı nmanın doğ­ rudan doğruya itici g ücü o l u r. Bugün beş süper devletten hepsinin nü­ fusları yüz milyon ile bir m i lyar a rasındad ı r. Yüksek nüfus aynı za­ manda isti hlfık unsuru ve iç pazar olarak da kalkı nmanın zaru rT b i r anahtarı d u rumundad ı r. Nüfus kontrolünün b ir dayaflağı da dü nyadaki toplam nüfusun faz l a l ı ğ ı , buna karş ı l ı k malın ve g ı danın ağ lızıd ı r. Fakat d ünyan ı n bu derdine çare olmak işi az nüfuslu küçük devlet lere mi düşer? Bunun �ampiyon luğunu yapma.k hususunda Türkiye gibi ü l kelere her halde kolay kolay s ı ra gelmez, gelmemeli d i r. Kaldı ki artan d ü nya nüfusu karş ı s ı nda g ı da kayoakların ı n azal d ı ğ ı , ancak 1 5 - 20 sene dayana­ cağ ı yol u ndaki görüşlerin yan lış olduğu da meydana çı kmışt ı r. Son günlerde Bükreşte toplanan d ü nya g ı da ve nüfus kongresinde yer yü­ zü ndeki topraklarn ve kaynakların henüz lAyıkiyle değerlendirilme­ diği , değerlendi ri l i rse bunların 48 ila 78 m i lyar i nsanı rahat l ı kla bes· leyebi leceği tesbit edi lmiştir. Şimdi l i k gerçek olan ve bu kon udaki end işeleri doğurafl husus bir kısım memleketlerde geri kalmışl ı k yü-


224

TURKIVEN I N B U G Ü N K Ü MESELELERI

zünden nüfus ile istihsal arasındaki dengenin bozukluğudur . Bunda ise esas sorumlunun n üfus d eğ i l , istihsal azl ı ğ ı olduğu meydandadı r. Esasen Tü rkiyede doğum kontro l ü başlangıçta iktisatçı lardan ç ı kmamış; hekim lerderı, Sağ l ı k Bakan l ı ğ ı ndan gelm iştir. Bu da çok tipiktir. Iktisatçı lar bunu daha sonra benimsemişler ve nüfus artışı­ nın kal.kınma hızını götürd ü ğ ü masa lı işlenrneğe başlanmışt ı r. Asl ı n­ da bu işin Türkiyedeki felsefesi sı hhi doğum yapt ı ramıyoruz, bu yüz­ den şu kadar kadıcı, şu kadar çocu k ölüyor şeklinde idi ve bugün de bu görüş hissi ağ ı rl ı ğ ı n ı mu hafaza etmektedir. Tek başına bu zih­ niyet bile Tü rkiyede doğum kontrol ü nü'1 ne kadar yan l ı ş oldu ğunu gösterrneğe kafidir. Bir devlet doğum yaptı ramıyorum, kad ı nlar ölü­ yer d iye doğumları durdurup mi lyonlarca Türk çocuğunu daha doğ­ madan ölüme mahkum etmekle m i , yoksa doğum şartlarını sü ratle islah etmekle mi vazife lid ir ? Doğum .kontrolünün d i kkati çeken b i r y q nü de kad ı nların en do­ ğ u rgan oldu kları genç yaşlarını hedef alması d ı r. Bunda b i r kavmi kı­ sırlaştırma emellerinicı ü rpertisini dehşetle duymamaya i m kan yokt ur . Doğum kontrolünün Türkiyedeki b i r teh l i kesi de bölücülü kle pa­ ralel d üşmesid i r. Bölücüler bu kontrol ü n beli rl i bölgelerde tesirsiz kalmas ı n ı n propagandas ı n ı yaptı kları ve bunu tem i n etti kleri gibi, tat­ bi.katta da plan belirli bölgelerd e yürüt ü l mektedir. Doğum kontrolünün b i r başka mahzuru, i rsiyet do layısiyle, ce­ m iyetteki yü ksek kab i l iyet l i i nsanlarıcı nesiinin yolunu kesmesid i r. Bu yol şehirleşme yüzünden üstü n kabi l iyet l i iyi yetişm iş ve maddi durumu d üzg ün insanların az çocu kla yetinmek istemeleri sebebiyle zaten b i r hayli t ı kanmışt ı . Doğum kontrol ü bu t ı kan ı k l ı ğ ı büsbütün arttı rarak şeh i r l i ve im kanıı a i leiEilrin çocu k yapma şartları nı büsbü­ tün sını rlandı rmaktad ı r. Doğum kocıtrolünün b ir mahzuru da ·kad ı n ların sı hhati üzerindeki tesirleridir. Ruh doktorları bu ame l iyeye tabi tutulan kad ı n l arı n hep­ sinin derece derece ruh hastası hal ine geldi klerini , hapların ru hi sar­ sıntılar meydana getirdiğini kesinlikle söyl üyorlar. Doğum kontrolünde düşünülecek bir nokta da gel işmenin s ı n ı r­ ları d ı r. lstikbalde gel işmeni n sını rları , a rtan d ü nya nüfusu i le, ü l ke-


T Ü RKIYE N I N B U G ÜN K Ü MESELELE R I

226

lerdeki boş toprakları zorlayacak b ir marhaleye varacak, insan l ı k boş toprağı olan devletleri mecburi iskfm tazyikinin altına alacakt ı r. Böy­ le b i r i htimali yabana atmamak ve yarının Türkiyesinde yabancı ların iskan edi leceği boş toprak bı rakmamanı n yo llarını şimdiden düşün.. mek lazımd ı r. Vakit vark8(1 geniş Tü rkiye toprakları b i r an önce yine Tü rklerle dolduru l m a l ı d ı r. Doğum kontrolünü n Türkiyeye nüfuz şekli de çok i lgi çekicidir. Bu faal iyetin içinde büyük bir heyecan ve taha l ü kle çal ışan şahıslar ve çevreler görmek insan ı çok şaşı rtmakta ve düşündürmektedir . Kamyon kamyon parasız haplar ve helezonlar, yerden biter g ibi or­ taya çı kan ve lüks apartmanlara yerleşen dernekler, l ü ks otellerde yapı lan sem inerler, teşvikler, p(opagandalar i nsana çok manidar gel­ mekte ve henüz doğmamış Türk çocuklarının kaderi üzerinde haklı bir faaliyetin mi y ü rütü ldüğü, yoksa uğursuz b ir kumarın mı oynandı­ ğ ı hususunda gideri lmesi i m kansız şüpheler ortaya ç ı kmaktad ı r. Bu faal iyetin aile planlaması, nüfus plan laması g ib i göz bağlayıcı ve masu m isimleri ise insanı tatm in etmekten tabii çok uzakt ı r. Netice olarak kesi(llikle d iyebi l iriz ki Türkiyede doğum kontrol ü tamamiyle yan lıştır, mesnetsizdir, lüzumsuzd u r. B u hare ket o n u ka­ b ul ve tatb i k eden masum insan ların ve makamla � ı n m utlaka dalgm­ lığ ına gelmiş olmal ı d ı r. I l m i b ir araştı rmaya, istati stiklere, etrafl ı bir münakaşaya bu meselenin taham m ü l ü yoktur. öyle b i r araştırma ve yakı ndan bakış maselenin ne kadar çü r ü k temellere otu rduğunu der­ hal ortaya koyabi l i r. Bu dava sı radan bir bürokrasi işi değ i l , Tür·k soyuflun devamı ve Türk M i l letinin geleceği ile i l g i l i son derece büyük ve hassas b i r meseledi r. Bu konu Türkiye için , tıbbı, iktisadı, :nsaniyetçiliği ve d ünyanın u mumi derdini çok aşan ve doğrudan doğ­ ruya m i l li beka ile ilg il i hudutlara varan b i r g üven l i k meselesidir. Tü rkiye bu işten mu hakkak ve sü ratle, tahribat azken ve vakit var.ken, vazgeçmelidir. Yap ı l acak peşin hükümsüz, heyecansız, sathi olma­ yan, ciddi ve derin b ir a raşt ı rma devlete böyle b i r vazgeçişin müs­ pet delillerini kazandı racak ve hak l ı l ı ğ ı n ı mutlaka ispat edecektir. Biz b u rada alarmı veriyor ve bu işi yürüteniere sesleniy� ruz: Türk annelerini rahat b ı rakınız.

*


226

TÜRK IYEN I N B U G Ü N K Ü M ESELELERI

Işte bütün bu yukarıdan beri sı ralad ı ğ ı m ı z şartl ar, iç ve dış se­ bepler � 10 iayısıyla Türkiye son derece ağ ı r b i r var olma veya yok olma davasıyla karşı karşıya gelmiştir. Tü rkiyen i n baş meselesi, her şeyin önünde ve üstünde tutulacak meselesi bu davad ı r . Bu davada Türkün T L'ı rkten başka s ı ğ ı nacak kimsesi de, kuvveti de yoktur. Tek dayanak Türkün kendi gücü , kendi kab i l iyeti ve kendi imkanlarıd ı r. Bu güç tekt i r, fakat küçümsenecek b i r kuvvet değ i ldir. N iteki m E r­ gerıei<onoan lstiklal Harbifle kadar Türk M i l leti ne zaman dar boğaz­ lara g i rnıişse, şahlanan bu g üç onu d üzlüğe ve ayd ı n l ı ğa ç ı karm ıştır. Şi m d i de eğer iyi · kullan ı l ı rsa, tek başına b u davan ı n altı ndan kal k­ rr:Hğa katı geleb i l i r . Evet, Türkün elinde bugün yalnız başvuracağı ve kul laflucağı bu kudret vard ır ve mu htaç olduğu bu kudret de damar­ ları Pd&ki asil kanda mevcuttur. Bu kudretin, bu sosyal gücün layı­ kiyle kullanı lması için bütün Türkler b i rleşmeğe, bütü nleşmeğe, el ve: gönG · birliği yapmağa, b i l hassa hepsinden öneml i ol arak, bunun şuuruna varmağa mecburd urlar. Dış görünüş zaman zaman iyi gö­ rüneb i l i r . Fakat içten çü rüyen bir ağaç g i b i , mem lekette ciddi bir sosyo - kü ltürel bozu lma ve çözülme vard ı r, ve bu devami ı d ı r. Tü rk­ lerin bir::ıirini yemesi , b i rb i riyle mü cadele etmesi , birbirine sırt çe­ vi rmesi zamaflı de� i l d i r. Türkiye b i r m i l li b i rl i k, bütü n l ü k ve kardeş­ l i k devresine esasl ı ol arak ve sam irn iyetle g i rmek, çözül meyi ve çü­ rür:neyı du rd u rmak' mecbu riyetinded i r. 1 2 M artı bu yolda bir i kaz ve işar et kab ul edip herkes el ele, omuz omuza vermeli ve d i rsek te­ masını ::o ; klaştı rmal ı d ı r. Bunun için de sufl'i ve l üzumsuz, daha çok d üşmanı n işine yarayacak kısır çekişmelerin bir tarafa b ı rakı lması gerekir. Tü rkiye, bü nyesindeki zaafları süratle g idermek ve her me­ seleye bu varlık davası açısı ndan bakmak alışkan l ı ğ ı nı kazanmak mecburiyetindedir. Böyle ol unca , bu noktada Türkiyeni n ikinci me­ selesi , i k inci ana davası, ikinci zirve problem i kend i l i ğinden karşı.. ınıza ç ı kmaktad ı r ve o da şudur: Siyasi huzur. . .


2.

SİYASİ

HUZUR

Ger.;:ekten, Tü rkiyedeki iç bü nye zaafları n ı n g iderilmesi, sosyal çöz ü l me, boz u lma ve dağılmanın d u rd uru lması, siyasi, sosyal ve eko·­ r:orrı i k L)akı mdan Tü rkiyS(l in tedavi edilmesi ve sosyal s ı hhate ka­ vuş :ıı ası i ç in her şeyden önce siyasi huzurun sağ lanması zaru rid ir. Sıyasi huzur Tü rkiyedeki çözülmenin hem neticelerinden, fakat hem de baş l ı ca sebeplerinden biridir. Siyasi huzur yalnız kendi başına bir mesele değil, aynı zamanda d iğer huzursuzl uklamı, sosyal, kü ltürel v e e�onom ik huzursuzl u kların da ana kaynağ ı , hiç deği lse onları or­ tadan kardı ramaman ı n i l k sebebi d i r. Onun içind i r ki Türkiyenin var oima v e yok olma davasın ı hal ledeb i l mek siyasi huzura bağ l ı oldu­ ğu g i b i , Tü rkiyeni n gelişmesini, büyümes i n i , ge lecektek i refah ve sa­ adetinin sağ lanmas ı n ı da siyasi huzur meselesi i l k sı rada ve yakından i l g i lendi rmektedi r. Siyasi huzur, istikrar ve emn iyet b u bakı mdan Ti.Jrkiyeıı ı n en başta çözmesi lazım gelen bir mesele olarak karşı­ sında b u l uflmaktad ı r. De mek ki Tü rk iye bugün büyük b i r siyasi huzu rsuzluk, istikrar­ s ızl ı k ve emn iyetsiz l i k içinde b u l unmakta ve bu ndan kurtu lman ı n çareleri ı ı i aramak mevki inde b i r !':1em leket manza rası arzetmekte­ d i r.

Türkiyede siyasi huzurun nas ı l bozu lduğunu afllamak için kısa­ ca bu meselenin tarihçesine bakmak i cap eder. Tü rkiye siyasi huzur b a k ı m ı ndan ü ç devre yaşam ıştır. I l k devre başlang ı çtan 1 938'e kadar olan Atatürk devrid ir. Bu devrede siyasi huzu r tamdı . Zaferden son­ ra, yeni Türkiyenin kuruluşu ve yerine oturtut ması çal ışmaları na başlarken, ufak tefek kutu ptaşmalar ve siyasi huzursuz l u k alamet­ leri bel i rmiş, fakat Atatürk bunları çok kısa zamanda tasfiye ederek melekette siyasi huzuru tam manasiyle yerleşti rmiştir. I kinci dev­ re 1 938 - 1 945 y ı l larını içine alafl devredir. Büy ü k b i r kısmı m i l li bi r­ l i ğ i zaruri kı lan I kinci D ünya Harbi içinde geçen ve bütün siyaseti tek parti içinde toplayan bu devrede de siyasi huzur tamdı. Hatta devrenin başı nda b i r önceki devreden ka l m ış siyasi k ı rg ı n l ı klar ve küskü n l ü kler gideri lerek, siyasi huzurun büsbütün kuvvetlendiril mesi


228

TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

teşebbüsüne de g irişilmişti r. Devrenin sonuna doğru harbin, i ktisa­ di sı kı nt ı n ın ve Türkiyenin i çi nde bulunduğu maddi çaresizl iklerin teo­ siriyle, b i r takım hoşn utsuzlukların ve içten içe muhalefetierin orta­ ya ç ı km ı ş olmasına rağmen, bu i kinci devrede siyasi huzur tam olarak kalm ı ş ve mem leket üçüncü devreye bu bakı mdan yine sıhhat­ li b i r şeki lde g irm iştir. üçüncü devre, demokrasi devresidir ve 1 945'­ ten beri sürüp g itmekted i r. Işte bu devrede Türkiyede siyasi huzur alabildiğ ine, mukadd&r ol mayan , gayri tab ii bir ş&kilde ve ni sbette bozulmuştur.

Yanlıt demokrasi Şü phesiz siyasi huzurun bozu lması n ı n sebebi mücerret olarak demokrasi değ i ld ir. Aksi takdi rde, demokrasi siyasi huzursuzl uğu geti riyor gibi bir netice çı kar ki tabii bunu i leri sürmek gerçeğe ay­ kı rı olur. Demokrasi her şeye rağ m8fl en az kötü olan idare tarzı­ d ı r ve demokrasi muhakkak ki doğru tatb i k edilmezse, huzur­ suzluğu doğuracak b i r rej i m ol maya bütün d iğer idare tarzlarından daha çok elverişlid i r. Işte Türkiyede de siyasi huzursuzluğu mey­ dana getiren şey böyle b i r tatbikat olmuştu r. Tü rkiye bu üçüncü dev­ rede tam manasiy le yan l ı ş b i r demokrasiye saplanmış ve bu yüzden demokrat i k gelişmeler mem l eket için bir çok talihsizliklere ve ge­ reksiz s ı k ı nt ı l ara sebep o l muştur. Bu yanl ış demokrasinin başlıca ek­ siklerini ve kusu rları n ı ise şöyle sıral ıyabi l i riz:

Yanlış başlangıç Türkiye 1 945'te çok part i l i hayata geçerken başta büyük b i r hata yap ı l m ı şt ı r. Bu hata yarışa başlayan parti lerin başlang ıçtaki eşitslz l i ğ i d i r. Partiler mücadeleye ayn ı şartlarla girmeliydi ler, hepsi sıfı rdan başlamal ıyd ı lar. Halbuki öyle olmadı ve yarış anormal baş­ lat ı l d ı . C. H. P . köklü b i r i·ktidar partisi i d i . Aynı zamanda kurucusu Atatürktü. Atatürkün partisi , yeni Türkiyenin kurucu partisi, inkı­ IApların partisi eti keti ni üzerinde taşıyor; b ü rokrasi ve ayd ın lara, ta­ bit olarak, çok derinden nüfQz etm i ş b u l unuyordu. Onun karşısına geçecek parti lerin hal k tabakaları nda yı pranmam ı ş l ı ktan doğan bü­ yük b i r şansı olacaktı, fakat bu partiler psikoloj i k zemi nde halkla bü­ rokrasiyi karşı karşıya getirecekti. N itekim get i rd i de.


TÜ RKIYENIN B U G Ü N K Ü M ES ELELERI

228

Halbuki yap ı l acak şey baştan C.H.P.'nin herkesin ma l ı olan müş­ terek tarihi devresini, devlet partisi olma vasfını o rada ·kapatmak­ tı . C.H.P.'nin bu devresi herkes için ana devre idi . Bu fastın altına şeretle bir çizgi çek i l i r ve ondan sonra herkes yeni parti lere ayrıla­ rak, yeni isim lerle karşı karşıya geçerd i . Bu yap ı l mad ı ve o gün için pek fark ı na van lmayan bu hata Türkiyede sonradan bütün demokra­ si ve parti ler hayatını zehi rleyen bir m i hrak oldu. Türkiyede partller m ücadelesini bir aşiret kavgası , b ü rokrasi - halk kavgası hal ine dön­ düren sebeplerirı başlang ı c ı budur. C.H.P. Atatürkten beri devletle bütün leşmişti. B u bütürıleşme­ n irı kolay kolay çözülmesi mümkün değildi. N itekim b u yüzden C.H.P. daima devletin sahibi pozu nda kalm ı şt ı r. Bunu kendisi öyle hissettiği g ibi, derinden iş lediği bürokrasi ve aydınlar b i le uzun za­ man öyle kab u l etmiştir. C. H. P. M u halefet olm-uş, fakat devletin sahipliğini e lderı b ırakmam ışt ı r. Bu, 12 Mart 1 971 'e kadar, daha doğ­ rusu ınönü'nün genel başka n l ı ktan çeki l mesine kadar böyle devam etmiştir. Hatta C.H.P.'nin bugünkü idarec i lerinin bu m i rası reddede­ rek halka dönüşü benimsernelerine rağmen, bu teiAkki bugün de te­ sirini b i r dereceye kadar halfı m uhafaza etmektedi r. B u demokrasiye ters duru m u ve tutumu Demokrat Partinin yan­ l ı � politikası da büsbütün körü klemişt ir. Demokrat Parti ıı memleke­ tin yüzde sekseni köylüdü r, biz yal n ı z ona dayanarak 2000 y ı lı na ka­ dar i ktidarda kal ı rı z ıı gibi bir felsefe i le, büyü k b i r i ktisadr gel işme çağı olduğu şüphe götü rmez b u lunan kendi devri nde, memuru ve ay-­ d ı n ı Meta aç b ı rakmış, bu da C.H.P.'nin devlete sahi pl iğ i fikrine yağ sürmüştür. Oyunun kaide!arine uymamak

Türkiyede demokrasiyi yanl ış b i r demokrasi hal ine geti ren ikin­ ci hata demokrasi isteyen lerin, onu başl atanları n, ona teşebbüs edenlerin orı un neticelerine razı ol mamaları ve ksidelerine riayet et­ memelerid l r. B u siyasi sahada fikirlerin hislere mağ i O p olmas ı d ı r. Halbuki rıeticeye seve seve razı olmak ve kaidelere riayet etmek daha baştan göze alınmak lazım gelirdi. Yal nız niyet kAfi değ!J idi, oyun u n hakkı n ı da vermek gerekti. Böyle yap ı l mamış, oyunun hakkı verilmemiş ve bu ndan önceki başlangıç yanlışıyla b i r l i kte, bu iki ha­ ta yüzü nden Tü rkiyenin çok part i l i demokrati·k hayatta adam akı l l ı ağz ı n ı n tadı kaçm ıştı r. Neticede ortaya demokratik boy ölçüşme ve


TÜRK IYEN I N B U G Ü N K Ü M ESELELERI

230

m i l lete h izmet yarışı yerine, şu manzara ç ı kmıştı r: bir tarafta birinci tak ım - bir ta rafta i kinci takı m , bi r tarafta ası l eviM - bir ta rafta üvey evlat. Halbuki demokras ide seçimi kaybede.-ı leri n kazananları , onların hakkını kabu l etmeleri temel şarttı r ve bu kabul şartı Türkiye için bundan sonra da geçerli olmakta ve önemini korumakta devam ede­ cekti r. Z i ra her şeye ra�men bu kabu l şartı Türkiyede bugün bile he­ nüz tamamiyle gerçekl eşmiş de�il d i r . Yanıı, hUrriyet

mücadelesi

Türkiyede demokratik hayatı zehirleyen husus lardan birisi de demokrati k m ücadelenin h i ç de�i lse zaman zaman ve s ı k ışı nca bir hü rriyet m ücadelesi şeklinde gösterilmesidir. Bu tamamiyle yanl ış t ı r. Z i ra T ü r k tari h inde Avru pada ol d u �u gibi b i r hü rriyet meselesi yoktu r. Türk tarihinde ne ·kölelik, ne insanların arslan lara parçalatıl� mas ı , ne engizisyon mahkemeleri, ne esaret, ne haksızl ı k ve f'le de zulüm vard ı r. Bu itibarta Türk tarihinde h i ç b i r zaman · köklü b i r hür­ riyet meselesi olmamış ve ortaya konan h ü rriyet mücadeleleri de daha çok batıya özenti mahiyetinde kalarak yal nız b i r kısım münev­ verin ve bas ının hü rriyet kavgası şeklinde tezah ü r etmiştir. Bunun da çok defa devleti köşeye sıkıştı rma, devlete, otoriteye ve cemiyet nizamına karşı b i r küfü r ve tehd it hü rriyeti halinde kal d ı � ı görülmüş ve b i l hassa bu hü rriyetç i l i ktef'l memleket büyük zarar görmüştü r. Aslı nda üç türlü h ürriyet vardır: Siyasi h ü rriyet, sosyo-kültürel hü rriyet , i ktisadr hürriyet. Bunlardan siyasT hü rriyet bakı m ı ndan Türk M i l letinin, gerçekten, kütlelere kadar i nen ve kütleleri ilgilendiren bir hü rriyet ve h ü rriyetsizlik meselesi ve mü cadele sebebi olmamış­ tı r. Türkiyede b ilhassa demokratik hayatta i ktidarları n d i ktatörl ük ve hü rriyeti ezme n iyetleri, fiil ieri ve durum ları da olmamışt ı r. Dü nya­ nın en büyük devlet f'lizamına binlerce y ı ldan beri sah i p bulunan Türk M i l leti bu n izam içinde adaleti, hakkı ve fazi leti mükemmel b i r şe­ ki lde yürütmüş ve kimseyi kimseye ezdi rmeyen b i r sosyal dü zeni yerleştirm iştir. Bu yüzden Türk insanı daima h ü r kal m ı ş ve bunun m ücadelesine lüzum görmemiştir. Türk kü ltürünün. ve Türk sosyal hayat ı n ı n temelinde h ü rriyet ve demokrati k d üşünce yatar. Bu vasıf, idare edef'l veya edi len kim o l u rsa olsun, bütün Türklerin karakter­ lerine öyle sinmiştir ki kendi a ralarında bir hürriyetsizlik meselesi


TÜRK IYEN I N B U G Ü N K Ü M ESELELERI

231

ortaya çı kmam ıştır. Bütün gönüllere yerleşmiş bulunan Türk nizarnı ve n l zam fikri siyasi hürriyet meselesini kendi içinde lıa l letmiştir. Sosyal ve kültürel hü rriyet ise fertlerin ve cem iyeti n kendi m i l� li kültü rleri içinde yaşama hü rriyeti demekt i r. Umumiyetle siyasi hü rriyet bakımı ndan b i r meselesi olmayan Türk tari hi('lin zaman za­ man böyle b i r sosyo - kültürel hü rriyet derdi ortaya ç ı kmamış değil­ d i r. N itekim Tü rkiyede bugün böyle bir hürriyetsizl i k sürüp gitmek­ ted i r ve Türk Mi l leti , Türk halkı, Türk cemiyeti ve Türk fe rd i , m i l li kült ü rü içinde yaşamak bakı m ı ndan , b i r çok engel lerle karşı karş ıya­ d ı r. Türkiyede bugün yü rütülmesi lazım gelen ası l hü rriyet mü cadel e­ si de bu olmalı d ı r. üçüncü h ü rriyet ekonomik h ü rriyettir. Fakir düşmüş Türk milleti, cem iyet olarak da, fert o la rak da, faki r dü ştüğü nden beri i ktisadi hür­ riyete şü phesiz ıa.yı kiyle sahip değ i l d i r. Fakat bu hü rriyetsizl i k fu ka­ ral ı ktan gelmektedi r ve bu konuda verilecek m ü cadeleni('l de şah ıs­ lara ve zümrelere karşı değ i l , fukaralığa karşı veri lmesi la­ z ı m d ı r. Marksistler tek hürriyet olarak bu iktisadi h ürriyeti kabul eder ve bu yoldaki mücadelenin ha.kim sınıfiara ve m ü lkiyete karşı veri l mesini isterler. Tabii bu yanl ıştı r ve komü nizmin d iğer iki hü rri­ yeti, siyasi ve kü ltürel hü rrriyeti gölgelemek ve un utturmak için kul­ land ı ğ ı bir si la.htan ibarettir . Demek ki Türkiyede siyasi ve fi kri hü rriyet, iktidariara karşı ya­ pıldığı i lan edilen h ü rriyet m ücadelesi l üzumsuzdur, yersizdi r ve sunidir. Bu mücadele zaman zama(') alevlendi r i rerek Türk demokrasi­ sinin gel işmesini de suni isti kametlere çevi rmekle ve tabil inkişafa büyük zarar vermektedir. Bu noktada gün gelmiş, o kadar ileri g i d i l._ miştir ki devletin g üven liği, mil letin bütü nl üğü ve hatta mevcut hür­ riyetlerin kendisi b i le suni hurriyet yaygeraları yüzünd9(') .tehlikeye atı l m ıştır. Tekrar tekrar ve kesi n olarak bu noktayı şu şekilde bağla­ makla fayda vard ı r : Türk ferd i , Türk i nsanı , Türk cemiyeti kıyameti koparı lacak ve bu yüzden her şeyi ateşe atacak kadar b i r hü rriyet meselesi ile karşı karşıya değ i ldir, gelmemiştir ve bu yoldaki gayret­ ler daha çok b i r özenti olarak, basında ve edeblyatta kalmaktadır. Türkiye siyasi h ü rriyetin yokluğunda(') deği l , asıl bunun istismarından, hü rriyet elden g itti yaygaraları ndan ıst ı rap çekmiştir ve çekmekte­ d i r. Işin d ikkate değer b i r noktası da bu yaygara sahiplerinin Tü rkiye­ deki ası l hü rriyet meselesinden, sosyo - kültüre l hürriyet davasından h aberdar olmamaları veya bunun farkına varmaz görünmeleri, hatta bu hususta mümkün olan baskıyı ve hü rriyetsizli k tedbirlerini teşvik etmeleri d i r.


232

TÜRK IYEN I N B U G ÜI\I '<. Ü M ESELELERI

Talihsiz tesadüf

Tü rkiyede demokratik hayatta yapı lan büyük bir hata da m i l l i kültür dışı nda b ir siyasi m ücadelenin y ü rütü l mesi, daha doğ rusu siya­ si mücadelede m i l li kültürün desteğ inden mahru m olu nması d ı r . Ta­ b i i , bu pek farkına va rı larak yapı lan b i r Şey değ i l d i r ve bu hususta talihsiz b i r tesadüf olmuştu r. Bu tal ihsizl i k Tü rkiyede demokrati k hayatla m i l li kültürden dönüşü-rı aynı zamana rastlamasıd ı r. Tü rkiye Atatürkten sonra m i l li kültür rayından ç ı kmağa başlamış ve demok­ rasi Türkiyeyi rayı n d ışında b u lmuştu r. Bu yüzden demokrasi müca­ delesine m i l l i kültür yol gösteric i l i k yapamamış ve m i l li kültüre da­ yanmayan b ir demokrasi kolayl ıkla yanl ış demokrasiye dönüşmüş, siyasi hayatı sürü kleyen fertler ve kuru luşlar bir m i l li kültür frenine hiç bir zaman sahip olamamıştı r. TecrObeyl tekrar

Tarihi şartlarının icabı, Türkiyeye çok part il i demokrasi 1 94�'ten sonra ve biraz gecikmiş o larak gelmişti r. Bu d u rumda Tü rkiye demok­ rasiye sat ı r başı ndan başlamak mecbu riyatinde değ ildi. Demokrasi m i lletleraras ı ortak b i r idare tarz ı d ı r. Onda yapılan her tecrübe her­ kesin malı o l u r. Bu yü rüyüşe sonradan katı lan b i ri yü rüyüşe önceden başlamış olanların bütün tecrübelerini tekrarlamak y�rine, yü rüyüşü('! kaldı ğ ı marhaleye kendisini dahi l etmek d u ru m u i l e karşı karşıya kalır. Tü rkiye de demokrasiye geçerken, e lbette ki onun bütün geç­ m iş tecrü belerinin gerisine düşecek değ i l d i ve sadece devokraslyi bugünkü şekliyle kend i b ünyesine uyd u rmak m eselesi i l e karşı kar­ sı ya idi. Fakat bu böyle olmam ı ş, Tü rkiye yarışa geç katıl manı('! avan­ taj larından layı kiyle istifade edememiş ve kendisini geç m iş zaman� ların ağ ı r yü rüyüşünün içine terk eder gibi davranm ıştı r. Neticede demokrasiye g iden yol fedakArl ı ktan, şiddetten, kandan, boğuşmak­ tan geçer zi hn iyeti Türk demokrasisine büyük zararlar vermiş ve Q('! U lüzumsuz b i r şiddet yol una iten sebeplerden b i ri olm uştur. Partizanlık

Bütün bu hata larla ve d iğer yanl ışlarla b i rleşen ve ortaya ç ı kan b i r demokrasi hasta l ı ğ ı da partizanlı ktır. Partiza n l ı k parti manfaati-


TÜ RKIYEN IN B U G Ü N K Ü MESELELERI

233

nin mem leket menfaatinin üstüf'lde tutul ması şekl inde ifade edi lebi­ l i r. Işte Türk demokrasisine böyle b i r partizanl ı k da musallat olup kal mışt ı r . Partizanl ı ğ ı n en büyük sebebi milli kültürden mahrum ol­ mak ve m i l li şuur zayıfl ı ğ ı d ı r. Bunun yanı nda başta çı karcı l ı k olmak üzere çeşitli menfi tesi rler de yer a l ı rlar. faziletsizlik Tü rkiyede demokrasi hayatını zedeleyen hususlardarı biri de si­ yasetin bir fazi let mesleği haline geti rilmemiş, b i lakis fazilet masle­ ğ i olmaktan çı karı l m ı ş b u lunması d ı r. Fazilet, fazi lete itibar edilen yere hakim olur. Fazilet y u karıdan aşağ ıya doğru yay ı l ı r ve büyükler tarafından aranırsa çevreye yerleşi r. Işte Türk demokrasisinde, par­ t i l e rde, s iyast hayatta fazi lete pek itibar edi lmemiş, bilakis onun dı­ şındaki b i r tak ı m zaaf yolları makbul say ı l m ı şt ı r. Bundan ise demok­ rasinin gördü� Ü zarar tahmin ed ilemez b i r ölçüye varmıştı r. Türkiye­ de siyasi huzu rsuzluğun en büyük manevi flmi l i b.udur denileb i l i r. Ay­ nı şek ilde Türkiyede s iyasete fazi leti hakim k ı l madr kça, siyasi hayat­ ta en m üteber ölçü olarak fazi leti kab u l etmedi kçe demokrasi haya­ tın ı n selamete çı kmasına imkan yoktur da d iyeb i l i riz. Macera mesle(!t Türkiyede demokrasi hayatı nı aksatan hususlardan birisi de si­ yasetin kendisinin g üvensizlik içirıe atı lm ış olmasıd ı r . Çeşitli siyasi şartlar ve gelişmeler yüzünden siyasi hayata atı lmak adeta bir mace­ ra haline geti rilmiştir. Bunun süphesiz normal b i r demokraside kati­ yen yeri yoktur. Tü rkiyede ise hem siyaset dışından ve hem de siya­ set i çinden, s iyaset mesleği emniyetsiz, istikrarsız, sağlam esaslara dayanmayan, itibariyle kolayca oynarıan, hatta s ı k s ı k tehl ike i l e de yüz yüze gelen bir meslek hal ine getirilmiştir. Halbuki siyasetin mak­ bul bir mes lek itibarına kavuştu rul ması ve hele teh l i kelerden mutla­ ka uzak tutu l ması demokrasi için de, meml eketi n iyi idare edi lmesi bak ı m ı ndan da şartt ı r. Onun bir tehlikeler, emniyetsizlikler, itibarsı z­ l ı klar, oyurı lar, h i leler ve da tavereler mesleği haline getiril mesinde, içinde bu lunanları n da, dışı nda olanların da b i r menfaati olmamak lazım gelir. S iyasetin memlekette bir macera mesleği telakkisine oturtu lmas ın ın önem l i bir mahzu ru da kuvvetli şahısların bu mesleğe


234

T Ü RKIYE N I N B U G Ü N K Ü M ESELELERI

g i rmekten kaçınmaları ve işlerin bu yüzden daha az e h l i yetli ola·rı l a­ rın el inde kalmas ı d ı r. Her halde Türkiye demokrasisi nin içine yerleş­ miş bulunan bu ü rkütücü ananeye bir son vermek mecburiyetindedir. Yelpaze merakı Türkiyede demokrat i k hayatı siyasi huzu rsuz luğun içine iten bir husus da partiler yelpazesi üzerinde göste ri len aşırı ve maksat l ı gayretlerd i r. Tü rkiyeye israrla yerleştiri len f i k i r ş u d u r : Demokrasi en sağ uçtan en sol uca kadar s ı ralanan bir fik i rler ve partiler yel pa­ zesi d i r. Fransız ihtal in den sonra parlAmentoda muhafazakarların te­ sadüfen kürsü nün sağ ındaki, onların karşısında olaflların ise kürsü­ nün solundaki s ıralarda oturması yüzünden ortaya çıkmış bul unan ve gel işen sağ ve sol ayı r ı m ı bütün demokrasi hayat ı n ı n temelidir. Sa�da ve solda aş ırı ve aşı rı ol mayan çeşitl i partiler s ı ra l afl ı r, orta­ da ise merkez parti leri ve ona yakın olanlar bulunur. Böylece yel pa­ ze tamam lanır. Demokrasi alacaksa, bu yelpazenin bütün kanatları o lacakt ı r, olmalı d ı r. Türkiye için de bunlar şaı:.ttır; sağsız , solsuz de­ mokrasi olmaz; Işte Türk demokrasisini yan l ı ş vMi lere sürükleyen ve yurun­ müş, aşı nmış yolara sevkeden suni ve zorlama fi kirlerd8fl ve hata lardan biri de budur. B i raz aşağ ıda karakterifle ayrıca temas edece.. ğiz, fakat burada şu kadarı n ı belirte l im ki böy l e çok kanatlı yel paze demokraside vard ı r, fakat demokrasinin mutlal< şartı değ i l d i r, B!lhas.. sa lAtin tipi demokraside görü len ve bir iktikrars ı z l ı k unsuru o lmak kusurunu büyük ölçüde içinde taşıyan bu tip yel paze demokrasisi­ ni, kendi lerinin işifle geldiği ve kendi lerine bir basamak teşkil ettiği için, marksistler de demokratik ü l kelerde vazgeçi l mez b i r demokra­ si şek l i olarak hararetle desteklerler. Halbuki bunun yanında bir de yelpazesiz demokrasi vard ı r. Daha çok Ang io-Amerikan tipi demokrasi diyebi leceği m iz bu demokraside ikili parti dü zeni mevcuttur. Bu par­ tiler de her zaman sınıf ve ideoloj i farkına dayanmazlar . B i r sağ-sol kavgası yerine , kütle ve ekip demokrasisi söz konusudur. Parti ler kütle partisidir ve memleket, hizmet arzeden iki ekip karşısıfldad ı r . Parti lerin ve eki plerin b i rb irine zıt ve b i rbirinden çok farklı olmaları şart değ i ld i r. Işte Tü rkiyede demokratik hayatın çok büyük bir taHh­ sizliği de mem leketin, adeta zorla, içinde sağ ve sol bulu nan, ideolo­ j iye dayanan, doktrin parti leri ihtiva eden, latin tipli demokrasiye


TÜRK IYEN iN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

235

itilmesidir. Halbuki Türkiyenin bü nyesi ve bütürı ş artları ideolojisiz, doktrinsiz , sağ - sol çatışmasına dayanmayan kütle ve ekip parti leri isti kametinded i r. Bu isti kameti gö rmeyi p, memleketin bünyesine ve şartlarına ayk ırı kavgacı , istikrarsız ve bölürımeye çok müsait bir sistem yerleştirmek Tü rkiyede siyasi huzurun bozu!masına sebep olan baf-1 ıca zorlama lardan birini teşkil etmiştir. Türkiye, mesel a Amerikada o l d uğu g ib i , birbirine yakıf'l iki büyük partinin yü rüteceği bir demokrasiye kavuştu ğu gün çok rahat edecekti r. Aksine, Türkiye­ de solcu çevrelerin estirdiği havan ın tesirinde kalan po l itikacı l a r, memleket doktriner cephelere, ideoloji parti lerine gidiyor zan.nına kap ı l a rak kend i kütle parti lerini m i hverinden aynat ı p doktrin par­ tisi haline getirmek ve parçalamak gafletine düşmüşlerdir ve düş· mektedirler. Bu ç ı kmaz bir yoldur, boşuna zorlanmaktad ır. Sonunda Türkiye mu hakkak i·k i l i sisteme gidecektir. N i h ayet bir de üçüncü kü· çük bir denge partisi olabi l i r . Türkiyede demokrasifl i n , hatta Türkiye­ nin geleceği buna bağ l ı görünüyor . Yarı nın Tü rkiyes inde sağcı (yani d i nci) ve solcu (yani marksist) parti olmayacak, sağsız solsuz, bil­ hassa solsuz sağ duyu demokrasisi hakim k ı l ı nacakt ı r.

Birl ikte çahşamamr�

Türkiyede demokratik hayat ı n su yüzüfle çı kan b i r kusuru da iş­ b i r l i ğ i zihn iyetin den mahrum o lmaktı r. Bu politika hayatında diğer zaafların da teşvik ettiği bir kabi l iyetsiz l i ktir. Bu yü zden partiler için· de normal b ir işb i r l i ğ i bir türlü kurulamamakla ve partiler mütema­ d iyen parçalanıp bölünmekted i r. Halbuki demokrasi b i r bakıma b i r l i k­ te idare, b ir likte çalışma , işbirliği içinde bulunma demektir. Fertlere ve politikacı l ara ait b ulu nan bu b irleşememek · kusurunu b i r yandan da baş vuru lan hatal ı usu l ler körüklemekted ir. Bu usul lerin başında partiden i h raç mekanizması gel mektedir . Bu mekaflizma Tü rkiyede parti ler hayatının çok vahim b i r hasta l ı ğ ı d ı r ve demokrasiyi yiyip bi­ t i rmekte ve onu devam l ı çı kmazlara sürü klemekted i r. Türkiyede de­ mokrasinin sel�meti ve siyasi huzur bakı m ı ndan bu i hraç yolunu mu­ hakkak kapamak laz ı md ı r. G erekirse bu yolda kanuni bir yasak b i le konmal ı d ı r. Siyasi parti leri kapatm a şartını ortaya çı karan suçlar için bir istisna tanınabi l i r. Fakat onun d ışı nda i h raç kanunen yasak olma ! ı d ı r. l h racın partiyi bölme, zayıf düşürme, aslından uzaklaştı rma, ra­ yından ç ı karma ve istikrarı bozma mahzurla rı n ı n yan ında bir de si­ yasi ahl�kı tahrip etme hassası mevcuttur. Kald ı ki Türkiyede parti-


236

TÜRKIYEN I N B U G Ü N K Ü M ESELELERI

lerde bugüne kadar yapı lan i h raçların, bazen i h raç edi lene son radafl faydalı olduğu görülmüş, fakat i h raç edene daima zararlı olduğu mey­ dana ç ı km ı ştı r. Iş birliği içine g i rernemeni n bir neticesi de part i ler­ den istifa lard ı r . Fakat bu siyasi hayat bakı m ı ndan i h raç kadar tah­ ripkar olmamaktad ı r. B un un la beraber teşvike değer b i r iş de değ i l­ d i r. Türk demokrasisini i k i l i sistemden uzakl a ştı rafl bir husus da po­ l i ti kacı lara fazlaca Mkim bu l unduğu anlaşı lan baş olma arzusudu r. Bir yerde i k i ve nihayet üçten fazla parti varsa, orada başka sebep­ lerin yanında, çok l ider olma heveslisi de var demektir. Bütün b un­ lar ve daha ilave edilecek d iğer sebepler yüzünden Türkiyede i k i l i parti d üzeni de, istikrarlı bir partiler demokrasisi d e bir türlü yerleşeme­ m işti r. Lider tahakkümü Türkiyede demokrasi hayatını müşkü ller içine sokan b i r husus da parti içi demokrasi aflanesinin ye rleşmemiş olmas ı d ı r. Tersine, Tür­ kiyede parti lerde b i r l ider tahakküm ü mevcut olagelmişt i r. Şü phesiz bu çok naz i k bir konu d u r ve parti içi demokrasi ile parti d i s i p l i n i n i n ayarlanması s o n derece güçt ü r. Z i r a partiler iç demokrasiye o l d u ğ u kadar v e hatta ondan d a h a çok parti d isiplinine de m u htaçtırlar. Onun için parti lerde l iderlik meselesi son derece büyük bir ehemm iyet arzetmekted i r. Bu arada görülen şey, l iderlerin Türkiyede bu hassa­ siyet s ı n ı r ı n ı aşan b i r l ider tahakkümünün içine g i rmiş olmaları d ı r. Demokrat Parti böyle b i r l ider tahakkümünün neticesini l iderinin ba.. şıyle ödemiş, C . H . P . m i l l iyetçi geçmişine , karakterine ve tabanına rağ­ men böyle bir lider tahakkümüyle önce milli kültürü b ı rak ı p hümanist olmuş, sonra da sol b i r doktrin noktas ına getirilip b ı ra k ı l m ı ş ve neti­ cede l i der, kefldi oyu nuna gelmiş ol arak, onu terketmek mecbu riye­ tiride kalm ıştı r. Lider tahakkümü kısa zamanda he r şeyi l iderin i radesine lüzu­ mundan fazla bağ lıyan b i r çeşit l ider d i ktası ve l i der faşizmi şekline dönüşmektedi r. B u hay ı r l ı ve u ğ u rlu olmayan d ur uma düşmemak için l i derin altındaki kademelerin, b i l hassa m i l letveki l lerinin i radeleri nin kuvvetini daha fazla h issett i rmeleri, burı u sağ layacak b i r part i baş­ kan l ı ğ ı sistem i n i n gelişti r ilmesi aslı nda l ider için de en iyi yo ldur.Bu. itibarta aşağ ıdaki lerin l idere i radelerinin kuvveti n i hissetti rmeleri ka-


T Ü RKIYEN I N B U G Ü N K Ü M ESELELER I

dar ve hatta ondan daha cok l iderin buna talip olması ve parti için­ de her şeyin kendisini() i ki dudağ ı arasından ç ı kacak b i r söze bağ l ı olduğu havasın ı yarataca k hakimiyetten sakınması gerek i r. Türkiyede l iderlerin bu tahakküme i m kan hazı rlamaları n ı n m ühi m sebeplerinden biri şüp hesiz rekabet düşüncesi ve korkusud u r. Fakat bu düşüncenin yerinde olmad ı ğ ı ve beyhudel i ğ i Tür·kiyedeki misal lerde hep görül­ m üştü r. I kinci ve as ı l sebep liderlerin taham mü lsüzlüğüdür. Türki­ yede bu, l iderlerde çok görülen bir vasıft ı r ve maa lesef l i derlerin büyük bir kısmı bunu bugün de l iderl l {l i n bir i cabı saymaktad ı rlar.

Zayıf hükümetlar Tü rkiyede demokrasiyi tahrip eden husus lardan birisi de zayıf hü kOmetlerdir. Bu hata l ider tahEıkkümünün bir başka görünüşü gibi­ d i r. Gerçekten demokratik devrede hükumeti ku ranlar yanlarına zayıf i nsanları toplamak için adeta i nsan üstü bir gayret göstermektedi rler. öyle ki i lan ed i iS{l her kab inenin memlekette hayAl k ı r ı k l ı ğ ı uyand ı r­ ması bir anane haline gelmiştir. Bu hayal k ı r ı k l ı ğ ı önce parlamento­ da başlar ve arkasından b ütün memlekete yayı l ı r. Kabinenin her i lan adil işin de mec liste görülen soğ u k karş ı l ama bu devri n art ı k b i r hu­ su siyeti olmuş g i bi d i r. Zayıf hü kOmetler,bir, başbakanın işlere yal(lı z kend isinin hakim ol ması ve öyle görünmesi isteğ inden, bir de hükümette gOya sivri eleman lar ve kuvvetli şahsiyetler b u l unmas ı n ı n başa iş açacağı kor­ kusu ndan i leri gelmektedi r. Neticede bakanlar ayrı işlerin başları değ il de, bütün bakanl ı kları şahsında toplayan başbakanı() hususi kalem müdürleri d u rumuna dönmektedirler. Bu d u rumda tabii, baş­ bakan isted iği g i b i g itti kçe büyümekte ve ıı her şey ıı haline gelmekte­ d i r. Bakanl ı kları ise zayıf kimseler işgal etmekte ve başbakanın işi görünüşte çok kolayl aşma kta, fakat hü kumet işleri bi lakis daha çok zorlaşmaktad ı r. Böylece demokrasi ile birlikte Türkiyeye kuvvetli baş­ bakanlar , fakat zayıf h ü kumetler rej imi gelip yerleşmi ş b u l u nmakta­ d ı r. Dolayısiyle kuvvetli hükumetiere çok i htiyaç duyu lan b i r devre­ de hük umetler daha doğarken kuvvetlerini kS{ldi kendi lerine kaybet­ mektadirler. Bu yüzden olacak, Türkiyede iktidar, p�rtiler, hükü­ metler, bakanlar değ işmekte; fakat iyi ve tatminkar olmayan işler ay­ nı şekilde yürüyüp g itmekte ve memleket meselelerinde sanki men­ fi d evaml ı l ı k varm ış gibi b i r kader ortaya çı kmaktad ı r. öte yandan l i-


238

T U HK I Y E N i N 13 U G Ü N K Ü M ESELELERI

derierin i l k iş ol arak kend i parti lerinde l ider ve başbakan tipi adam bı ra·kmamak gayretleri hem kendi parii lerin i zayıflatma kta, hem de memlekette kıymetleri sebepsiz harcama yolları nı açmaktadır. Gerçi doğrudur, bakanl ı k daha çok b i r s iyasi rrevkidi r. Fakat bu, bakan kuvvet l i olmayacak, getiri l d i ğ i sahay ı ve o sahanırı felsefesi­ ni b i l m iyecek demek değ i ld i r. Memur bakandan, geti ri l di ğ i bakan l ı ğ ı n nası l olması laz ı m geldiği hakkında gel işti rilmiş b i r fi kri v e planı b u l unmayan bakandan ne bekleneb i l i r ? Türkiyede bakanlar önce ha... zırlanıp sonra bakan o lmaz, önce bakan o l u r sorıra işleri yürütrneğe çalışı r , daha doğrusu işlerin içinde kayb olup g iden kalem efendisine dönerler. Böylece, yeni b i r atı l ı m ifade etmesi lazım gelen her h ü ku­ met d eğişikliği b i r i dare-i masiahat ve kırtasiyec i l i k tasit d airesinin içinde eriyi p g ider. Her halde h i ç b i r yerde, b u devrede Türkiyede olduğu kadar, bakaniı kiara tayinler b i r p iyango işi halin e gelme­ mişti r. Bu öyle b i r p iyangodu r ki seçi len bakan ı n niye seçi l di ğ i ni başbakandan başka k ims e b i l mez v e ona ki m s e b i r mana veremez. Hatta bu işe şaşıp kalanl a r arasında çok defa devlet kuşu başına konan bakanırı kend isi de b u l u n u r. Hü lasa, zay ıf hükumetler Tür­ kiyede demokrasinin kötü b i r kaderi olmuş gibid i r. Büyük bir tal i h­ sizlik eseri olarak , bu kaderden en çok nasibini alan bakanlı.k da Türkiyenin en mühim bakan l ı ğ ı olan M i l l i EQitim Bakan l ı ğ ı d ı r. Kuvvetli iktidar korkusu

Türkiyeye, gerçekterı, kuvvet ve kudret bahsinde garip ve anla­ şı lmaz bir korkak lık arız o lmuşiur. öy le ki b u devrede her şeyin za­ yıfı aranı r g ib i b i r hal ortaya Ç ikm ış b u l unmaktad ı r. B u temayül za­ yıf ve istikrarsız iktidar i sterneğe kadar i leri g ötürülmüştür. B u ara­ da, en az yirmi yıl Türkiye koalisyonlarla idare edilmelidi r, hiç bir parti ekseriyeti almamal ı d ı r şekl inde yan l ı ş fiki rler gelişmiş ve bu­ nun kanuni ted b i rlerine b i le teşebbüs edi lmek isten miştir. Hatta ana­ yasaya b i l e bu kuvvetl i i ktidar, hü kumet ve devlet korkusu sinmiş ve orada buna karşı bağ layıcı h ü kümler yer a l m ıştır. Parti lerde l iderin hemen altındaki yüksek kaderneyi umum iyet le çok zayıf irısan ların işgal ettiğini görmek de pek ü m it kırıcı olmaktad ı r. Halbuki Türkiye kuvvetl i hü kumetler g i b i , ancak kuvvetl i i·ktidarlarla i lerleyebi l i r . Kuv­ vetli devlet ise Türkiyenin başlıca yaşama şart ı d ı r. Zayıf i ktidarlar, tavizci koalisyon rej i m leri, g üçsüz hükumetler ve devlet Tü rkiyede idare-i maslahattan, statü koyu mu hafazaya çalışmaktan, işleri olu�


T ÜRKIYEN I N B U G Ü N K Ü MESELELERI

239

runa b ı rakmaktan, hadiselerin gerisine düşmekten oaşka bi r şeye yaramaz. Bu kuvvet, kud ret ve şahsiyetten korkma yo lunun Türki­ yede çok defa mevcudu bile muhafaza edemeyip, i şleri büsbütün geri götürdüğü d e tecrübe i le sabit olmuştur. Bu korkudan mutla· ka kurtulmak laz ı m d ı r. Her halde Türkiye zay ıf idarelerle ve i kif'lci sı· nıf insanlarla yönet i l rnek mecbu riyatinde değil d i r.

Tavizler rejimi Demokrasi içi nde Türkiyeyi yersiz bir buhrana sürü kleyen b i r husus da demokrasinin b i r tavizler rej imi olduğu şek l i ndeki yanl ış fi kird i r. Bu anlayışa göre demokraside i ktidar ve m u halefet birbir­ l erine tavi zler vererek, fedakarlı klar yaparak anlaşıp, işleri beraber hal ledeceklerdi r. Demokrasinin bundan daha kötü b i r tefsiri düşü­ nü lemez. Demokrasi i ktidarla muhalefeti n anlaşması değ i l , usulü dah i l i nd e karş ılaşması ve çatışması demektir. Tabii, bu çatışma, ölçüsüz b i r kavga olacak demek değ i l d i r. Ama ayn ı noktada bi rle­ ş i r ve aniaşı riarsa muha lefeti n de, i ktidarı n da hiç b i r manası kal­ maz . Demokrasi , evet, bir denge rej i m id i r ; ama i ktidarı n iktidar, mu­ ha lefetif'l muha lefet olarak kalması ve ayrı şeyleri müdafaa etmesi demekt i r. Mu ha lefet i n istediğinden başka bir şey yaparn ıyan b i r i k­ tidar i ktidar olmadığı g i b i , seçimi kendisi kazanmış gibi ortalığa hakim olma ve i ktidar üzerinde mutlak b i r baskı k u rma sevdasına kapılan bir muhalefet de m u halefet değ i ld i r. Hele parlamento içi muhalefete bel bağ lamayıp m ücadeleyi m inder dışına çekerek par­ lamento dışı muhalefeti sahneye koyan ve körü kleyen b i r mu ha­ lefet, h i ç muha lefet değ i l d i r. I ktidar hü kümet işleri ni istedi ğ i gibi yü rüt· meli, b ü rokraside kendi ekibini isted i ğ i gibi kurab i l me l i , lüzumlu gör­ düğü her kanunu çı karabi lmelid ir. Bunları yaparnıyan b i r iktidar hiç b i r zaman sağ lam b i r i ktidar olamaz, tam b i r h izmet göremez v e m i l letin ümitlerin i gerçekleşti remez. Bunlara imkan verilmeyen bir memlekette i ktidar olmak beyhudedi r ve aklı başı nda bir parti böyl e bir i ktidara tali p o lmaz ve i ktidarda ise o i ktidarı, millete i lan ve izah ederek, terk eder. Aksi takdirde büyük buhranların doğması kaç ı n ı l maz o l u r. I ktidar olmak sadece vergi toplamak, maaş dağıtmak ve yat ırım yapmak demek değ i l d i r. B i r çeşi t m u halefet v e büro krasi faşizmi de­ mek olan engelleri kı ramayan b i r i ktidar i ktidar olma vasfıf'la lay ı k olamaz. Demokras ide i ktidarın memleketi idare hakkı mutlaktı r. Mu­ halefet tenkid ve kontrol vazifesini yaparak kendi i ktidar sırasını bek-


:tüRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

ler ve tabii bunu çabu k laştı rmaQa da çalışır . Fakat b i r memlekette m u halefet d i ktas ı, m u ha lefet ve bürokrasi zorbalıQı ; sanki onların ya� pr iması şartmış gibi tesirli çevrelerce, muhalefetin isteklerine itibar edi lmesi demokras inin ç ı kmaza saplaflmasıd ı r ve felaketierin en bü� yüQ ü d ü r.

Eksik temsil

Türkiyede demokrasiyi yaralayan hususlardan b i risi de m i lleti temsil yolunun pürüzlerden kurtarı lamamış olmasıd ı r. Demokrasi m i l l i irade demekti r. M i l li irade ise m i l let i radesinin gerçekten tem� sili n isbeti nde değer kazan ı r. Türkiyede b i r yanda halk , b i r yanda par� t i ler vard ı r. Fakat acaba b unlardan i ki ncisi b i rincisini ne kadar temsil edebi l mekted ir ? Seçi lenler seçen lerin i radesi n ifl ne dereceye kadar mümess i l i olabilmekte, ne nisbette o i radeye göre çal ışabi l mektedir� ler? Bu noktada karş ı m ı za m i l li i radenin iki cephesi, iki varl ığ ı ç ı k­ maktadı r. Bun lardan b i ri şek l i m i l li i rade, d i ğeri hakiki m i l li irade­ d i r. Şekli m i l li irade seçimle ortaya çı kan neticed i r. Fakat her şey bununla b itmez ve gerçek manada m i l li i rade seçimden sonra m i l li i radenin ne nisbette yerine getirildiği meselesinde düğüm lenir. Eğer seçimle tayin ed ilen i ktidar m i l li iradeni n isted iklerine tam tercüman olamıyorsa, o iktidar m i l l i i radeyi hakkıyle temsi l etmiş say ı l amaz. M i l li i rade ise m i l li kültür demektir. Şu halde b i r i ktidar ne ka­ dar sandı ktan ç ı kmış o l u rsa olsun, eğer m i l letin hakiki i radesi de­ mek olan m i l li kü ltüre hizmet etm iyorsa, m i l li iradenin gerçek tem­ silcisi de olamamış demektir. Milli kültürü politikas ı n ı n esası yapma­ yan i ktidarlar m i l li i radenin temsilcisi oldukların ı iddia etme k hakkırıa sahip değ i ld irler. M i lli i rade iddiası nda b u l u nan her i ktidar m i lli kü ltür i ktidarı olmaya mecb u rd u r. B i r m i ll et m i l li kültüründen ve onun için­ de yaşayıp, g e lişip, i lerlemekten başka rıe ister? M i l l etin m i l l i kül­ türden başka bir i rades i , böyl e bir m i l li i radenin varl ı ğ ı d üşünü lebi­ lir mi? Meseleye bu açıdan bakı nca, demokrat i k hayat ı n Türkiyede m i l­ li iradeyi tam o larak o rtaya ç ı karamadığı görülür. Bu devrede seçi­ lenler, iktidar olsun m u ha lefet olsun, b i rbi rlerinden pek farkl ı kültür politikası g ütmemişler ve m i l li i rade demek olan milli kültür Türki­ YilY& bir türlü hakim olamamıştı r. Bu itibarla Türkiyede bu demokrasi


T ÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

241

devrinde gerçek m i l li i rade hiç b i r zaman iş başına gelmemişti r de­ neb i l i r. Dolayısiyle Türkiye m i l l i i radeyi hakkıyle tems i l eden bir i k­ tidara henüz kavuşmamı ştır. Böyle b i r i ktidar geldiği veya i ktidar böyle bir m illi iradeyi temsil ettiği gün Tü rkiye g ü l l ü k g ü l istanl ı k o la­ cak ve gayesi bu olan demokrasi de ancak o zaman rayına oturacak­ t ı r. Z i ra demokrasi m i l l i irade yoluyla milli kültürü n i ktidara gelme­ sinden başka b ir şey değ i l d i r. M i l let böyle b ir m i l li kültür i ktidarı için baştan beri lazı m gelen her şeyi yapmakta ve gerçek demokrasiye canla başla yardım etme­ ğe çalışmaktadı r. Tür k M i l letiflin demokrasi yolundaki şevk ve heye­ canı, onu b i r sosyal ve kültürel hü rriyet mücadelesi şeklinde gör­ mesi, onun kendi m i l l i kültürü içinde yaşaman ı n yolları n ı açacak bir vasıta olması yüzündendir. Fakat m i llet bu yo lda bugüne kadar iste­ d i ğine kavuşmamış ve tam b i r m i l li kültür i ktidarı kuru lamam ı şt ı r. M i l let şimd i l i k şekli m i l l i i radeyle i ktifa etmektedir. B u durumda se­ çenler seçtiklerini kötünün en iyisi olarak seçmeğe devamdafl baş­ ka çare göremiyor ve hiç değilse şekli m i lli i radeyi yerine getirrne­ ğe çalışıyorlar. S iyasi ve i ktisadi hü rriyet yolundaki vaat ve başarı­ l a r bu şekli m i l l i i rade için şimdil i k kullan ılan basamaklard ı r. Bu ara­ da hakiki milli i radenrn temsili ümit edi lmekte, bu yolda sab ı r g ös­ teri lmekte ve hiç değilse o istikamette çal ışı lacağı hayali beslen­ mektedir. Seçimlerdeki her isteksizlikte ve bezg i n l i kte şüphesiz bu m i l l i kültür yolundaki ü m itsizliğin ve haylll k ı rı k l ı ğ ı n ı n da mühim, b i r ro lü vardı r. Partiler mücadeleyi şekli milli i rade çevçevesinde daha çok ekooomik hü rriyet kavgası şeklinde yü rütmekted irler, bazan da kavgaya siyasi hü rriyet m ücadelesi rengi verilmektedi r . Fakat her seçimde ayları n tezahür ederı neticesi, Türk M i l leti nin sosyo .. kültli­ rel hürriyet fikrinin ağı r bast ı ğ ı nı ve neticeyi tayin ettiğini ortaya ko­ yacak mahiyettedi r. Türk M i l leti siyasi ve hatta ekonomik hü rriyet meselesine san ı l d ı ğ ı kadar fazla önem vermemekte, daha doğrusu b u nl arı ölçü o larak kullanmamaktad ı r. Zira bu noktada, bilhassa i kti­ sadi hayatta hiç b i r tarafı n b irden mucize yaratam ıyacağı gerçeğini kavramış bulunma ktad ı r. Türk M i l l etinin bu hariku lade medeni, milll ve insani tutumu ayd ı n l arca bir türlü kavranamamakta ve çok yanl ı ş ve i ptidai b ir şekilde tefsir olunarak, gericil i k zanned i l mekted i r. Hal­ b u ki Tü rk m i l leti maddeye kanmamakta, her şeyden önce milli kü ltü­ re değer vermektedir. Bu yüzden de demokrasi mücadelesi'li m i l li kültürüne tam sahip ç ı kma istikametinde ümitle ve sabı rla yürüt­ mektedi r, ümidi istikametinde hareket etmektedir.


242

TÜRKIYEN IN B U G ÜN K Ü M ESELELERI

Fakat Türkiyede, hakiki m i l li i rade şöyle dursun, şekli milli ira­ denin b i l e hakkı, sürd ü rülen yan l ı ş demokrasi içinde, tam manasıyle verilememektedir. Yani seç i m le r milletin şekli milli i radesine de tam cevap verememekte, kısacası milletin tam isted i kleri seçi lememekle veya istemedikleri de seçi lebilmekted i r. Bunun bir sebebi parti mer­ kezinin ve parti teşki latını n tahakkü müne müsait b u l u nan ön seçim sistemidir. I kinci sebebi seçi m mekanizmas ı d ı r. Türkiyenin bü nyesi­ ne tam uyan ve m i l letin gönlünce bir seçim yapılmasını temin eden E kseriyet sistemi başka bir seçim s istemi henüz bulunmamıştır. mahzurlar doğurmuş, nisbi temsil tek başına derde çare olamamış� t ı r. Şimdilik hooüz denenmem iş bulunan dar bölge sistemi, hem de tek m i l let veki li çıkaracak şekilde dar bölge sistemi istikbal için bir çare gibi görünmektedir. Her halde mil letin doğrudan doğruya seçi­ lecek b i r adayla baş başa kalması Tü rkiyede seçim sistem inin mah­ zurlar ı n ı , milli iradeyi temsil bakı m ı ndan, büyük ölçüde ortadan kal­ d ı racakt ı r. M i l l i iradenin lay ı kiyle ortaya ç ı kmamas ı n ı n çok m ü h i m bir se­ bebi de seç im atmosferine, propaganda ve oylara, makbul olmayan tesirierin karışmas ı d ı r. Paradan ölçüsüz vaatlere veya tehditlere, tazyiklere kadar bu i şifl bir çok yan tesirleri bir hastal ı k gibi mem le­ keti sarmı ş bul unmaktadı r. Bu b i r ahlak ve fazi let meselesid i r ve Türkiye seçenle seç i len arasına neticede yalnız bu ahlak ve fazi let müessesesini yerleştirmenin çarelerine bakmak zorundad ı r. Bu çare bu lunmadı kça ıztı rap devam edecektir. Parlamento çalışması

Türkiyede demokrasi ü m it ve hayalleri nin kırı lması na sebep olan ve demokrasiyi yıpratan bir husus da parlamento çelışmalamıdaki aksaklı klard ı r. Bu aksaklı klar kanunların geci kmesi, kanunların ku­ surlardan layı kıyle ayı klanmaması, hü kümetlerin layı kıyle mu rakabe edi lmemesi, parlamentonun hükümete değ i l de, hü kümetin parla­ mentoya hakim olması şeklinde hülasa ed i l ebi l i r. Bunları d a kısaca parla.mentooun kanun yapmak ve murakabe etmekten ibaret olan i k i fon ksiyonu etrafında toplayabiliriz. Hiç şüphe yok, meclisin esas vazifesi kanun yapmakt ı r. Mura­ kabe vazifesi Qfldan sonra gel i r ve önemi i kinci dereceded ir. Z i ra mü-


TÜR KIYEN I N B U G Ü N K Ü MESELELERI

2 43

rakabe vazifes i meclis dışında başka müesseseler ve kuvvet ler tara­ fından da yapı labilir. Ama kanun yapmak, işte onu meclisten başka kimse yerine getiremez. Bu itibarla m eclisi11 kanun yapma hakkı ve vazifesi, i mkan ve kabi l iyeti her şeyin üstünded i r, üstünde tutu lmalı­ d ı r. Içten ve dıştan hiç b i r kuvvet, tesir, tazyik, mazeret ve ihmal b u fon ksiyona gölge düşürmemel i d i r. I şte bu kanun yapma fonksiyonu bakı m ı ndan demokrasi devresin­ de b i l hassa 1 970' 1ere doğru m ec l i s çal ışmaları pek göz doyurucu ola­ mamıştı r. Bu konuda d ikkati çeken i l k nokta karı u n lara hükümet i n h a ki m olmasıdı r. H ükumet tarafından gelmeyen veya benimsenmeyen bir kanunun ç ı kması son derece g üçtür. Böylece kanun yapmada teşebbüs, haddi aşan bir ölçüde, hükOmetin e l i ne geçmiştir. Bu da meclisin koodi içinde kan u n meydana get irme vazifesinin yerine, tek­ l if edi len kanunları m üzakere işini kaim k ı l mışt ı r. öte yandan gelen kanun tekl iflerinde de hü kümetin temayü lü daima lüzumundan fazla ağ ı rl ı k kaz�nmıştır. Asl ı nda bu iki husus da meclisin kanun yaratma müessesi olma vasfına gölge düşürecek mahiyettedir. Bu du rum� da ortaya parlamenter demokrasiden çok bir h ükumet demokrasisi ç ı kmaktad ı r. M i l letvekilleri, komisyonlar ve meclisin bütünü parla­ m ooto içindeki bu hü kumet hakim iyet ini gerekl i hudutlar içine sür­ mek zorundad ı rlar ve herkes bu zih niyeti yerleştirmek gayretinde b ulunmal ı d ı r. Kanu n yapmadaki aksak l ıkların b i r sebebi de çift mecl is ve mü­ zakere usul leridir. Bu yüzden kanunların ç ı kmasında çok zararlı ge­ cikmeler vuku bulmuştur. Başka b i r sebep, meclisin kanun yapma fonksiyonu i le murakabe vazifesinin bi rbiri11den ayrı lamamış, hafta­ n ı n belirli günlerinin yalnız ve tereddütsüz kanun yapmağa tahsis edi lemamiş olmas ı ; soru, gensoru şek l indeki m u rakabe müzakerele­ rinin değerli kanun yapma g ü11lerini b i r çok defa geriye itmesid i r. Diğer b i r sebep de m i lletveki l lerinin devamsızl ı ğ ı d ı r. Gerçi devam­ sızlık her parlamentonun hastalığı d ı r. Fakat Tü rkiye kötü örnekte em­ sal arayacak şartlarda b i r memleket değ i l d i r ve m i lletveki l lerinin devamsı zl ı ğ ı m illet tarafı ndan hassasiyetle karş ı l anmakta ve parla­ mentoyu lüzumsuz b i r şekilde y ı pratmaktad ı r . Devam konusunda gö­ rülen bir a ksakl ı k da karıun yapmada bunuri daha çok o rtaya ç ı kma­ s ı d ı r. M i l letvekilleri d ı ş a kisleri fazl a olan gösterişli mu rakebe mü­ zakerelerine kanun yapma müzakerelerinden daha çok alaka gösteri­ yorlar. Bunun d a muhakkak tashi h edilmesi lazımdır. Bu devrenin belirli bir kusuru da kanunların derde deva olacak


244

TÜRKiYE N I N B U G Ü N K Ü M ESELELERI

ölçüde ç ı kmaması , gerçekiere tekabü l etmeyip fazla kitabi olmas ı d ı r. Tabii bunun sebebi kanunların mecl iste iyi pişirilmemesidi r. Bu yüzdoo b i r kanun ç ı k ı nca meseleleri o rtadan kaldı racak yerde bir çok yeni meseleler ortaya ç ı karmaktad ı r. Personel kanunundan son ç ı kan ü niversite kanununa kadar yüzlerce kanunda böyle bir çok pişmemiş madde bulmak m ümkünd ü r. Bu arada, çı kan kan unlarda vuzuhsuzlu k bu lu..,ması da b u devrenin b i r hususiyeti ol m uştur. Bu vuzuhsuzluk yüzündoo çeşitl i tefsirlere g idi l mekte, çeşitli merci iere başvuru l­ makta, bütün bunla r da bir çok huzursuzluklara sebep olmaktadır. Bu demokrasi devresinde parlamento hayatına hakim o la n b i r hasta l ı k da mil letvekillerinin meclis vazifeleriyle rahat rahat b a ş b a-­ ş a b ı rakı lmamış olmalarıdı r. Yan l ı ş demokrasi Türkiyeye öyle b i r sis­ tem yerleşt irmişti r ki m i lletveki l leri akı l almaz ölçüde iş takipçil i ğ i v e seçi m bölgelerinden gelen m isafirleri ağırlamak vazifesiyle karşı karşıya kalmışlard ı r. G erçi mem leketin, vatandaşın buna i htiyacı vardı r, her m i l letvekili seç i m bölgesinin şah ıs dertleriyle uğ raşma k mecburiyetkıi de h issetmektedir. Fakat mutlaka vatandaşı ve mill et­ vekilini bu dertten ku rtarma k lazım d ı r. önce devlet vatandaşın der­ d i ni mil letvekilinin arac ı l ı ğ ı o lmadan da süratle hal letmek yoluna g itmelidir . Sonra m i l letvekilierini b i r mahallin m i lletvekili olmaktan çı karı p, bütün Tü rkiyenin m i l letveki l i haline get i rmek meselesini dev­ let de, siyasi partiler de ciddiyelle ele a l m a l ı d ı rlar. Mahalli teşki lata ve seçmenine b igane kalmamakla Türkiye ölçüsünde m i l letvekili ol­ manı n hudutları çok iyi ayarlanmalı d ı r. Parlamento çalışmaların ı aksatan ve demokrasiyi yaralayan hu­ suslardan b i risi de parlamentonun itibarı ve otoritesi meselesi üze­ rinde gösterilmesi laz ı m gelen titizl i kt i r. Demokrasi içinde herkes, hangi mevkide olursa olsun, parlamentoya ve parlamentere saygı d uyma al ı şkanl ığına kendisini hazırlamak mecburiyetindedi r. Unutma­ m a k laz ı m d ı r ki parlamentosuna itibar etmeyen b i r mi llet itibarlı ve değerl i b i r parlamentoya sahip olamaz. D ışarıdan herkes parl aman­ toya iyi gözle bakmak mecbu riyetinded i r. Buna karşı l ı k parlamento da kendi içinde itibarını ve otoritesini ç o k iyi koll amak zorundad ı r. Bu arada b i lhassa basına karşı m i l letveki l leri nin çok ölçülü davran­ m a ları gereki r. ParlAmento i çi kayıtlar sert b i r şekilde tatbik edilme­ li, başıbozu kluk önlenmeli, kulisler bile sı k ı ca kontrol altına a l ı nma­ l ı d ı r.


T ÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

245

Askeri müdaheleler

Baş l ıca vasıflarına yukarıdan beri temas ettiğ i m iz bu yanl ı ş de­ mokrasi i k i defa askeri m ü dahele g etirmiştir. Her iki m ü dahale de o günlerde b i r zaruretti ve tamamiyle yanlı ş demokrasi n i n o rtaya çıkar­ d ı �)! b i r netice idi. Askeri m ü dahaleler ord u içifide ken d i l i ğ i nden doğup gelişmem iş, memleketteki gid işe dur demek zamanı gelince, adeta davet edilerek ortaya çıkmıştı r. Her i ki m ü dahale de bu bakımdan za... manında yap ı l mıştı r. 27 Mayısta, iktidarı büsbütün şaşırtan ve deliye döndüren h ı rç ı n ve çeki lmez bir m u halefete ra�men, ası l soruml u l u k i ktidarda idi. 1 2 Martta ise başlıca soru m l u l u k anarşiyi, yıkıcı l ı � ı . tedhişç i l i ğ i tahrik teşvi k ve himaye eden solcu muhalefette idi . Onun için tabil olarak her iki müdahalenin sooraki gelişmeleri de bu soru m luluklar istika­ metinde olmuştur. 27 Mayıs iyi baklamış, fakat başladığı gibi devam etmemiştir. 27 Mayısın hedefine varmadı ğ ı veya istikamet değişti rdiği o ihti l a l i yapanlar tarafından da açıkça ilan edilmişti r. 27 Mayıs memlekette sarsı lan birlik ve beraberl iğin, i ki d üşman kampa bölü nmenin kar­ şısına ç ı kan b i r hareket olara k işe başlamış ve hatta bu hareketi yü­ rüten komitenicı adı b i l e M i l li Birlik Komitesi olmuştur. Ancak i hti­ lalci leri rahat b ı rakm ayan ve zaman la onları tesir altı na alan sivil le­ rin tel kiniyle sonradan iş değişmiş ve b i r partinin ve başlarının ce­ zalandı rı l ması , buna m u kabil karşısında bulunan partiye ve adamlara sahanı n açı lması şek l ine dönüşmüştü r. Bu hedeften sapm anın on­ dan sonraki demokratik hayatta d a pek büyük neticeleri olmuştur. Bu neticeler arasında menfi ağı rlığı olanlar pek çoktu r. Fakat b i r noktada, demokrasiye dönüş noktasında 27 Mayıs T ü r k Ordusunun tarihi rota tashihi çizgisinin içinde kalmış ve tekrar demokratik ha­ yata dönüşü sa�lam ıştı r. Ancak bu demokrasi h azırlığında yukarıda temas edilen yanl ı ş demokrasinin kurbanı olunmaktan kurtulunama­ m ı ş ve aslında iyi niyetli, fakat frensiz b i r açı lışla 1 961 'den sonraki bir çok karış ık lıkların, huzursuzlukların ve yanl ışların ortaya çı kması­ na sebep olunmuştu r. 27 Mayı sın temel sebebi , memu r ve münevverin o zamanki i kti­ dar tarafından Türk tarihinde görülmem iş şekilde i hmal edilmesi,


246

TÜRKiYE N I N B U G Ü N K Ü M ESELELERI

müşkül d u ru m u düşürü l m esi, bu tabaka i le d iğer tabakalar aras ın­ daki i ktisadi dengenin bi rinci l e r aleyhine bir patlama meydana geti­ recek şekilde bozulmas ı d ı r. Partizanl ı k, basına tazy i k, üniversiteye baskı, iktidar ve m u halefet çatışması şek linde takd im edi lefl sebepler bu ana sebebin tuzu , biberi ve bahanesi ol m uştur. Memleketi idare eden zümrelerin bu şeki l d e ihmali o kadar büyük tazy i k yaratmış­ tı r ki bu tazy i k ihmal edi len z ü m relerde büyük b i r kin, hiddet ve nef­ rete dönmüştür. Bu nefret ve h iddeti h ı rç ı n ve m u hteris, çoktan aşi ret kavgasına çevril miş o l an demokrasi cephesi nin b i r kanad ını teşkil edef! insafs ı z m u halefet de büsbütün körüklenmiştir. Neticede kuvvetsi z b i r i ktidar ezi l i rken devletin temel leri de tahribe u ğ ramış, adeta b i r p ire u ğ runa yorgan yakı l m ı ştı r . Bu yüzden iş sadece yan l ı ş hare ket ettiği açı k olan b i r i ktidarın cezalandı r ı lmasıyla kalmamış, bu arada istikbale doğru uzanan deV'­ I et d üzen inde de çok büyük değişiklikler m eydana gelmiştir. M üsbet veya menfi hükmü b i r yana bı rakalı m , 27 M ayıs ı n get i rd i ğ i değişik­ l i kler bütün önceki d üzefli a l t üst edecek ve bambaşka devlet ve ce­ m iyet havası yaratacak mahiyette i d i . Böyle ol unca tes i rleri de el­ bette ki çok geniş ol acakt ı . Bu değişik l i klerin en büyük eseri 1 961 anayasas ı d ı r. Bu anayasan ı n getird iklerine aşağ ıda ayrıca temas edeceğiz. 12 Marta gelince ; b u askeri mudahale ihtilal olmak yerine, da­ ha çok rota tashihi harekatı ol m a k karakterini taş ı mıştı r. 1 2 Mart mü­ dahalesi iyi başlamış, hedeften· şaşmam ış, g ittikçe daha iyileşmiş­ t i r ve bugün, neticede o da g ü d ü k b ı ra k ı l m ış olmasına rağmen, hiç de­ ğ i lse ikaza yetecek kada r b i r müddet, gel işmesifle iyi b i r şekil de de­ vam etm iştir. Bu bakımda.ıı 1 2 M art, d emokrasi hayatı nda olduğu g i­ b i , Türk M i l letin in ve Türk kü ltürünün kaderinde de çok büyük b i r dö­ nüm noktas ı d ı r. 1 2 Mart, 2 7 May ıs istisma rı nın get ird i k lerini tashih etmekle çok yapıcı b i r ikinci ad ım karakterine bürünmüştür. Bugün Tü rkiye ve Türk demokrasisi 1 2 M arttan büyük dersler ve ibretler al­ mak d u rum undad ı r. Ordu rota tashihinden i leri gitmek istemediğini bir kere daha göstermişti r. Fakat sivil kanat ve pol itikacı l a r da rotayı mü­ temadiyen bozmak huyundan vazgeçmek m ecbu riyetinded irler . 1 2 M art Tü rkiyedeki yan l ı ş demokrasiye, demokrasiyi zorla ve e l çabuk­ l uğuyla sola, müm kün o l d u ğ u kadar veya alabildiğine sola sürükl e­ meye ve uzun zamandan beri b irikmiş o l an siyasi huzu rsuzlukların hepsine, memleket bünyesinin selameti istikametinde, getiril miş şifa .


T Ü RKiYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELE R i

247

kayflağı b i r ilaç d urumundadı r. Bu hareketle siyasi huzurun tedavi yo l ları geniş ölçüde açı l m ışt ı r. Siyasi part iler, çeşitli müesseseler ve m ünevverler bu tedaviye yardımcı olamazlar ve demokrasi memleke-­ ti y ıkacak bir kör düğüşüne çev ri l i rse, yanl ı ş demokrasinin de, f ı r­ sat kalmıyacak olan doğru demokrasinin de sonu gelm iş. olur. 1 961 Anayasası

Türkiyede yan lış demokrasinin büsbütün alev lenmesinde ve si­ yasi h uzurun daha çok bozularak yalnız rej i m ifl değ i l , memleketin de b i r uçurumun kenarına gelmesinde 1 961 anayasası n ı n , o anayasada­ ki kendi n i b ı rakmanın ve hü rriyet an layış ı n ı n büyük b i r sorumluluğu vard ı r. Onun içirıdir ki 12 Mart mem leketin yaralarını tedavi etme­ ğe çalışırken işe bu anayasadan başlamıştı r. 1 961 anayasası nın baş­ l ı ca kusu rlarını şöyle sı ralayab i l i riz: 1

Bu anayasa her şeyden önce b i r iyi l i kler abidesi gibi hazı r­ lanmışt ı r. Sanki insanlar ve toprak deği l , melekler ve gökler d üşü­ n ü lerek meydana geti rilmişti r. Bu anayasan ı n aklına dünyada köt ülük v e kötüler, istismar ve istismarcılar olabileceği h iç b i r zaman gel­ memiş ve böylece mü dafaa ted b i rleri düşünülmem iştir. Dolayısıyle bu anayasanın bütün kusurları kend i meziyetinden doğmuş, tam ma­ nasıyla merhametten maraz hfıs ı l edebi lecek b i r met in ortaya ç ı k­ m ı şt ı r. Demek ki asl ı nda 1 961 anayasas ı n ı n kusuru kötü hükümler ve maddeler taşıması değil, kötü tatbi kata karşı müdafaası z olmasıdır. Bu yüzderı bu anayasa ferdi aşırı derecede ön plana ç ı karmış, dev­ leti ve hü kumeti zayıflatmışt ı r. öyle ki bu anayasan ı n devlete ve hü­ kOmete iti mats ı z l ı k esası üzerine kurulduğu açıkça iddia ve müda­ faa edilmiştir. 1 961 anayasası n ı n bu derece müdafaası z b ı rakılmasının sebebi şüphesiz yalnız saflı k v e iyi n iyet değ i l d i r. Maksat l ı çevre­ lerin geleceğe haz ı r l ı k için yaptı kları tel kinler de bunda büyük rol oynamıştı r . -

2 1 961 anayasası kuvvetler ayrı l ı ğ ı n ı adeta kuvvetler kopu k·­ l u ğu şekline sokmuş, bu arada kazai kuvveti adam akı l l ı güçlerıdirip t e k h a k i m durumuna getirirken, icrai v e teşrii kuvvetleri ço k zayıflat­ m ı şt ı r. Yani bu anayasa yapı lan işten çok işin m u rakabesine önem vermiştir . Halbuki iş önce, kontrol sonra gelir. Iş yapı lmad ı ktan son­ ra ne kontrol edilebilir? -


248

TÜRKIYEN I N B U G Ü N K Ü MESELELERI

3 - 1 961 anayasası ferdi alacaklı , devleti b orçlu durumunda gör­ müştür. San k i devlet zengindir, devletin serveti ve hazineleri aşı p taşmakta d ı r, fertler bundan nasibini alamamaktadır. Halbuki Türkiye b üyük, asi l, fakat fakir b i r d evlett i r. Tü rkiye ne bir kazma vurunca petrol fışkı ran Teksas veya Kuveyt, ne ı rmak yataklarında altın kırınt ı ları parı l dayan güney Afrika ü l kesid i r. Türkiye Atatürkten beri fe rtlere verilecek her şeyi vermek gayretinded i r. Fakat aynı derece­ de de çares iz lik içinded i r. Tü rkiyede başbakanların g özü yağmur bu­ lutlarını takip etmek için g ö klerden i nmez. Böyle bir memlekette fertterin sosyal ve i ktisadi a rzu larını i ktisadi I m kanların çok üstün­ de b i r istekle kamçı lamak her halde doğru olmaz ve n itekim olma­ m ıştı r. 4 - 1 961 anayasası çok uzun ve teferruat l ı d ı r. Bu yüzden b i r çok sahalara peşin peşin el atmı ş v e adeta cemiyetin e l i n i kolunu bağlamıştır. Bu anayasa son on yıl içinde her işe o kadar karışmış­ t ı r ki her tarafta anayasaya ayk ı r ı d ı r sözünden başka b i r şey du­ yulamaz olmuştur. Bir anayasa ağızlarda bu kadar sakız haline geti­ rilmemeli d i r. B i r anayasa devletin esas nizamı n ı n ı ve prensibini çizer. Burıun d ışında cemiyet ve gelecek için bağlayı cı olmak b i r anayasa bakımı ndan meziyet değ i l d i r. Cemiyeti n kendi milli bünyesi içinde serbestçe gelişmesi başlıca prensip ollil'la l ı d ı r. 5 - B ütün uzunluğufl a rağmen 1 961 anayasası nda büyük b i r vuzuhsuzlu k vard ı r. öyle ki b i r ç o k maddesinin tefsiri mesele olm uş, b i rçok kanunlar bu yüzden Anayasa Mahkemesine gitmiş, hepsi b i r yana, bu anayasanın sosyalizme açı k m ı kapalı m ı olduğu b i l e mü na­ kaşa edi lmiş, fakat hükme varı l amamışt ı r. Anayasa Mahkemesinde bi­ le bir kısım üyelerin aykı r ı dediğine d iğerlerini., değ i l demesi bu vu� zuhsuzluğun a ç ı k del i l i d i r. 6 - 1 961 anayasası kendi sosyal devlet prensibi i le de bağdaş­ mayacak kadar aşırı b ir ferdiyetç i l iğe ve ferdi hü rriyetç i l iğe yer ver­ m i ştir. Bu yüzden hü rriyetleri tahrip h ü rriyetine karşı b i r ted b i r ge­ tirmem i ş ve gerçekten hü rriyetterin su istimal edilmesini ön leyeme­ miştir. Yalnız b ir 1 1 . maddesi vardı ki bu madde b i l e bu anayasan ı n hürriyet af"llayış ındaki hudutsuzluğunu v e boşluğunu açı kça o rtaya koymaya kafi idi ve bu boşluktan her kötülüğün g i rmesi mümkün­ dü. Bu 1 1 . maddede kamu yararı, genel ahlak, kamu düzeni, sosyal adalet bir yana, m i l l i g üven l i k g ib i sebeplerle de olsa b i r hakkın ve


TÜ RKIYE N I N B U G Ü N K Ü MESELELERI

249

h ü rriyetin özüne dakunulamaz d iyecek kadar fert ve onun hürriyeti putlaştı rılmıştır. 7 1 961 anayasası , devletin ferde karşı borçlarını sayıyor, bu­ na mukabil sonunda devlet, imkanları nisbetinde bunu yerine geti rir diyerek geçiştiriyor, böylece terdin işta h ı nı kabartan bir hava yara­ tıyordu. -

8 1 961 anayasası terdin devlete karşı sadece vergi vermek v e askere gitmek vazifesiC'li kaydetmektedir. Ferdi n devlete karşı baş­ ka vazifeleri olduğunu hatıra getirmemiştir. Halbuki tertlerin de dev­ leti korumak, devlet müessese lerine saygı duymak baş vazifeleridir . Devletin ferdi kol ladığı kadar fert de devleti kollamakla mükellef­ tir. -

9 - 1 961 anayasası sadece bir hakimler demokrasisi kurmak­ la kalmamış, adli müesseseleri idari işlere de l üzumsuz şeki lde bulaştı rm ıştır. 10 - 1 961 anayasası icranın ve devlet adamlarının elini kulumr bağlıyor, onlara sorumluluk yükl üyor, fakat aynı soru m l uluk çerçe­ vesinde yetki bahşetmiyordu.

11 1 961 anayasası parlamentonun kanun yapma hakkı n ı büyük ö lçüde tahdit ediyord u. Bu, bir yandan yap ıl acak kanunların istika­ metin i önceden tayi n etmek, bir yandan da kanun yapmayı kayıt altına almak yüzünden, doğuyordu . Neticede parlamento hür irade yerine peşin hükümlerle kanoo yapmağa zorlanıyor, daha doğrusu böyle b i r tazyi k ve yı pranm a karşısında b ı rakılıyordu. -

12 1 961 anayasası bir takı m özerk m üesseseler getirm işti. Fakat bunları g örül memiş yetkilerle ve dokunuzmaz l ı k larla techiz et­ miş, böylece muhtariyeti çok aşan , devlet içinde devlet olan mües­ seseler yaratm ıştı r. -

13 1 961 anayasası değişiklik yollarını fi i l iyafta tıkamıştır. Bu yüzden donmaya, doğmatik b i r kalıplaşmaya , gerçeklerin arkasında kalmaya m üsait bir metin haline gelmiştir. Bir aflayasada devletin temel şeklini gösteren ve değiştiri lemez olan ana madde · ve mad­ deler d ı ş ı ndaki a lelade maddeler her zaman değişti rilmeye açık o l... -


250

TÜRKiYEN I N B U G Ü N K Ü M ESELELERI

mal ı d ı r. Bu yol kapa lı o l u rsa d ışardan zorla değiştirme teşebbüsünü, m üdahaleyi davet eder ki bu husus anayasalar için büyük bir kusur­ dur. Sun'i ve lüzumsuz yere kapatılmış her yol, i mkansızlaştırılmış her çare müstakbel b ir patlamanı n tohumlarını bizzat içinde taşıyor demektir. 1 961 a nayasası oo küçük b i r madde için bile mecliste üç­ te iki ekseriyeti şart koşmuştur. Bu üçte ikinin kolay kolay buluna­ m ıyacağı Türkiyenin siyasi şartlarından ve seçi m sisteminden açı kça belli idi. Bu şartlarda böyle b i r madde koymak, bu anayasan ı n meş­ ru değişme yol ları kapal ı d ı r demektir. Halbuki alelade maddeler için mecliste tam sayın ı n ekseriyeti kafi gelmelidir. Fakat bu şekilde meclisten geçen b ir değişiklik diğer kanunlardan fark l ı olarak ancak referandumla kanunlaşmalı d ı r. Yani bir i ktidar mecl isteki ekseriyeti i l e anayasa değişikliğini teklif edebi lmeli ve bu teklif m i l let tarafın­ dan kanunlaştı rabi lmelidir . M i l letin kanunlaştırd ı ğ ı , kabul ettiği bir anayasada m i l letin değiştirm e hakkı her zaman vard ı r. 1 4 - 1 961 a�ayasasında, uzunluğa ve teferruata rağmen, refe­ randum maddesi adeta nutulmuştur. Halbuki demokraside referan­ dum her zaman buhranları gevşetecek ve kör düğümleri çözecek ye­ dek b i r si lah şeklinde saygı görmektedi r. 1 5 - 1 961 anayasası hürriyet ve demokrasi zihniyet ve usul leri� ni, disiplin isteyen ve gerekince emirle can verme mesleği o lan as­ kerlik sahasına da yaymıştı r. 1 6 - 1 961 anayasası b i r yarayı kapatacak, m i l li birli k ve bütün� lüğe g idecek yerde başlangıç kısmı nda hissi olmaktafl kurtu lama­ m ış, başlıca kusuru beceriksizli k olan eski i ktidarı ağ ı r bir şekilde suçlayarak, l üzumsuz bi r i ki l iğ i n ve m ilyonlarca tarafdarın gönlünü k ı racak b i r ayı n c ı l ı ğ ı n tohu m ları nı geleceğe çevri l i bir met�in sat ı r­ ları arasına yerleştirm işt i r. 1 7 - Hü lasa 1 961 anayasası Türk cemiyetin i n bünyesine, Türk devlet aflanesine, Türk örf ve adetlerine uymayan b i r takım fikirler ve hükümler getiriyordu . Bu yüzden baş l ı calarını burada sayd ı ğ ı m ı z v e daha bunlara eklenebilecek diğer başka b i r tak ı m kusurlar taşı­ yordu. Cemiyet bünyesine aykı rı ve yabancı d üşen bu m etnin böyle o l ması n ı n başlıca sebepleri nden biri, Türkiyede kanun yapı lırken Türk m i lletinin muazzam devlet geleneğ i ni n hiç nazarı itibara alınma­ ması ve rej im bahsinde de körü körüne batı taklitçiliğinden kurtula-


T Ü RKiYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

251

mamaktadı r. Demek ki 1 961 anayasası Türk devlet ananesinin d ı şına d üşmek kusurunu da taşıyordu. 1 8 - 1 961 anayasas ı n ı n böyle olmas ı n ı n belki de en büyük se­ bebi o41un b ir tepki anayasası olması d ı r. Her tepk i n i n gerekenden faz­ l asını get i rd iğin in b i r tabiat kanunu olduğunu yukarıda söylem iştik. Bu yüzden bu anayasa da Türk cemiyetine gerekenden fazlasını ve gereken in d ı ş.ı ndakini getirmişti r. Tepki, kuvvetli görünen bir idare ve icra41 ı n selahiyetlerine karŞ ı i d i ve başta muhalefet olmak üze­ re çeşitli çevreler tarafından lüzumundan fazla büyütülmüştü. Böy­ le ol unca tabii, d evlet kud ret ve kuvvetini, otoriteyi yı kacaktı . N i te­ ·ki m y ı ktı ve yeni problemler get i rd i. Böyle içinde i htilal, kin, nef­ ret ve hatta i d am lar bulunan b i r tepki m uvacehesinde hazırlanmış ol­ mak bir anayasa için daima bir kusur teşkil eder. Çünkü insanı sal i m düşü41ceden uzaklaştı rı r. 1 961 anayasası salim düşünceden, Türkiye­ n i n gerçeklerinden, Atatürk realitelerinden, Atatürk sisteminden, Ata­ türk anayasas ı n ı n esasları ndan, Atatürk devlet ini n esas larından uzak� laşmışt ı r. 19 1 961 anayasasındaki b i r talihsizli k de daha çok Alman ve ıtalyan anayasalarından i lham alınmış olmasıd ı r. En yeni anayasalar d iye onlar taklit edilmek istenmişti r. Yen i l i k bak ı m ı ndan uygun gibi görünen bu taklit, as lı nda o anayasaların şartlarını taşımayan Türki­ ye için büyük bir yan l ı ş l ı k teşkil etmiştir. Z ira ıtalya ve Alma41ya fa­ şimden ve nazizmden ç ı kmışt ı . Onların anayasasında faşizme ve nazizme karşı ve ona göre tedbirler bulunması normaldi. Türkiye fa­ şizmden gelm iyordu. Binaenaleyh faşizme karşı tedbir geti ren ve onun tepkisi olan b i r anayasaya da elbette ki itiyacı yoktu. Işte bu yan l ı ş l ı k 1 961 anayasası ndaki bir çok kusurların temel sebeplerin­ den birini teşki l etmiştir. -

Bütün bu kusurları yüzü nden 1 961 anayasas ı Türkiyedeki yan l ı ş­ l ı klar demokrasisini b üsbütün yoldan çı karmış ve Türkiyeyi 1 970' 1ere doğru uçurumun kenarına get i recek şekilde b i r siyasi huzursuzluğun içine atm ı şt ı r. Eski siyasi huzursuzluklara katı lan yeni huzursuz l u k­ lar ı n yan ı nda, 1 961 anayasasının getirdi ğ i en m ü h i m değ i ş i k l i k ; ta­ fi ı d ı ğ ı ölçüsüz h ü rriyet havası ve boşluklar dolayısiyle Türkiyeyi bir de s ol h uzursuzluğun i ç i ne s ü rü klemek ol muştur . Işte 12 Marttan hemen sonra, memleketteki g i dişten anayasanı n büyük ölçüde so­ rumlu olduğunun farkına ve bu farkın idrakine var ı l m ı ş ve 1 961 ana-


252

TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü MESELELERI

yasas ı n ı n değiştirilmesine, arka a rkaya teşebbüs ed i l m iştir. Netice­ de de anayasan ın bir çok maddeleri değiştirilmiş ve böylece bu anayasa kefldi kusurundan dolayı on yılda defalarca değişti ri lmek ta­ l i hsizliğine uğ ram ışt ı r. Anayasanın değişikliğe engel olma zı rhından dolayı, memleketin yüksek makamlarından ve hükumetten gelen tek­ l ifleri hepsi meclislerden geçmemiş, bu yüzden, bir hayl i tı kanmış ol­ makla beraber, hala bir takım boşluklar kalmış ve dolayısiyle bu ana kanun Türk cemiyetinin bünyesine henüz tam i ntibak ett i ri lememiştir. l leride yeni değ işik l i kleri beklemek lazı m d ı r. Türk cemiyetin i n bünye­ sine tam uyg un hale gelinceye kadar bu d eğişiklikler devam edecek ve anayasa kusurlardan kurtularak mükemme lleşecektir. Tabii ayrıca belirtmeye lüzum yoktur ki anayasa değişiklikleri yine anayasadaki meşru yollarla yapı lmal ı d ı r. Bunun için partilere büyü k sorumluluk­ lar düşmektedi r. B i r anayasanıcı i ktidarı n veya muhal efetin işine ya­ raması , hesapların ona göre yapı l ması katiyen bahis konusu olamaz ve doğru değ i ld i r. Anayasa m i l leticı temel kanunudur. Muhalif o lsun muvafık olsun, herkes onun üzerinde el ve gönül birliğine varmak mecburiyetindedi r. Bunun için sadece bir mad de, değişikl i kte üçte iki yerine ekseriyet isteyecek madde üzerinde anlaşı p, anayasa­ n ı n gerektikçe meşru yollarla ve m i l letin kabu l ü ile değ işti rilmesi imkan ı n ı açmak laz ı m d ı r. M i l letten ki mse korkmamal ı , onun her za­ macı kend i kanununu kendisinin yapması ve değiştirmesi hakkına sa­ h i p olduğu unutulmamal ı d ı r. Aksi takdirde Tü rkiyede siyasi huzururl kuru lması imkansız olacakt ı r. Yanlış mukaddesat

Süratle değişen, her g ü n yeni bir g ü n ü n doğduğu dünyadayız. Böyle bi r d ü nyada cemiyatıere daima hareket serbestisi imkanı tanı­ mak lazım d ı r. Boşlukları dolduru lacak, değişecek, gelişecek ve mil­ letin bünyesi ne daha uyguf1 hale getiri lecek, böylece hem cemiyeti. hem devleti, hem d e kendisini ve kendisinin getird i ğ i düzeni ve hür­ riyetleri koruyacak b i r kanunu, doğuşundaki şartların çivisiyle mıh­ layıp kalan bir d u rumda bı rakmak ki mseye fayda getirmez. Bir kanun boşluklardan, kusurlardan kurtulup cemiyetif1 gövdesine uygun bi r elbise gibi iyice olurunca daha kıym etli ve daha saygı değer hale ge­ l i r. Bir kanu nun kıymeti, içinde değişi kliğe mu htaç, müstahak mad­ denin bul unmaması nisbetinde yükse l i r. M i l letin bü nyesicıe uymayan b i r metinde israr aslı nda o kanunu suni olarak yaşatmak, ruhsuz ve


TÜ RKIYEN IN B UG Ü N K Ü M ESELELERI

253

cansız tutmak demektir. Kanunların cemiyete uyup uymad ı ğ ı n ı tatbi­ kat gösterir ve tatbikatta aksaklı k ç ı karsa onu d üzeltmemek akıl ve çağ dı şıcıa d üşmek o l u r. Tatbikatta da 1 961 anayasasının boşlu kları ortaya çı kmıştır. O halde bu boşluklar kalsın d iye israrın manası ola­ b i l i r m i ? Bu anayasa mücerret iyilikleri ve felsefesi i le Türkiyeyi de, kendisini de m üdafaa silahından mahrum kılm ıştı r. Halbuki bir ana­ yasa, devleti de, kendisini de koruyabi l melidir. Esasen milletin kanunu demek olan anayasaya kimsenin, h i ç bir partinin tek başına sahi p çı kmaya hakkı yoktur. Z i ra sahi pl i k davası­ na kalkana, sonra, buyur referanduma g idelim derler. Bir parti kalkar eski şekli diye tutturur, d iğeri kalkar değişe n yeni şekil diye başlarsa, vatandaşın acıayasaya saygısı kal ı r m ı ? Kanunlar canlı varl ı klard ı r ve cemiyelle beraber serpil i p gelişmeleri tabiid i r. Bu kocıuda sahiplik idd iacılarına d üşen şey sadece, anayasa zorla değiştirilince, güçleri yetiyorsa, karşısına dikilmektir. Z i ra hukuk dı şı olan zorla değiştir­ med i r. Bunun d ışı ndaki her değişiklik hukuk içinde kal ı r ve normal.. dir, kıyameti koparmak için b i r mazeret teşki l etmez. Bu sebeple kimse b i r anayasa dogması yaratmak peşine düşme­ melidir. Türkiye zaten ötedoo beri dogmalardan yeteri kadar çekmiş b i r memlekettir. Eskiden ortaçağın ve hürafenin dogmatizmi, yeni de­ vird e de yıkıcı akımla rı n ve m illeti baskı altına almak isteyen zümre­ lerio dogmatizmi Türkiyeyi karmakarışık etmişti r. Hemen b i r hadise olu nca onu mukaddesat haline getirmek Türk m i lletinin asaletine ve görüp geçirmişliğine yakışmaz. Küçük şeyler, yacılış şeyler zorla , baskı i le mukaddesat haline getirilmemelidir. Türkiye son zamanların b u hastalığından bir an önce kendisini kurtarma l ı d ı r. Türk tarihi şan­ lar ve şereflerle doludur. Orhun'dan, Fatihten Atatürke, Malazg irtten lstiklal Harbine kadar Türk mil letinicı yeteri kadar mukaddesatı var­ d ı r ve uydurma m ukaddesata hiç i htiyacı yoktur. M i l let neyi aziz bi­ leceğini çok iyi bi lmektedi r. Bu arada bir de 1 961 anayasası mukadde­ satı icad ed ilmeye çalışılmamalıdır. Bu anayasadan hiç sorumlu ol­ madığı halde, ordu yıllarca ona sahi p ç ı km ı ş, bunun d a memlekete çok pahalıya mal olduğunu yine kendisi g örmüştür. Artık yanlış b i r m ukaddesatta kimse israr edemez, etmemelidir. Yapı lan değişiklik­ ler, her şeyden önce, anayasao ı n kendisini m üdafaa eder hale getiril­ _ mesi demektir. Düşünmali k i tedhişçiler ve anarşistler de eylem­ lerini yürütürken anayasayı koruduklarını ve onun hükümlerini icra ettiklerini ileri s ürüyorlardı . B i r milletin anayasası böyle sağa sola çekilebilecek bir vuzuhsuzlu k içinde b ı rakılab i l i r m i ?


254

TÜRKiYENiN B U G Ü N K Ü M ESELELERI·

Devleti kuvvetlendirrnek Boş l ukları tatbi katla ve acı tecrübelerle görülerek, b i r müddetten beri su yüzüne çık m ış b u l unan değiş i k l i k i htiyac ı n ı n başlıca isti ka­ met i ise devleti k uvvetlendi rmekd i r. Tü rkiyede her şeyin bunu zaru ri k ı ld ı ğ ı art ı k belli olmuştu r. Kuvvetl i devlet Türkiyede her işin başı d ı r, var olmanı n da, mem leketi n refah ve saadetinin de temel şart ı d ı r . Za­ man ı m ı z ı n Türkleri, tari hlerine ve kü ltürlerine h i ç yakışmayacak şe­ ki lde dev leti ihmal etmişler, bundan da Türkiyeyi uçurumun kenarına getirerl buhranlar doğmuştur. Şimdi 1 2 Mart herkesin a k l ı n ı başına getirmiş olmalı ve Türkler, muhalif m uvaff ı k, el ele vererek devleti ye­ n i den tesis etmenin, yerine oturtmanı n tedbirlerini almakta geci kme­ melidir. Devlet süratle ve emin bir şekilde kendisini m i l leti koru­ yacak güç ve vasıtalarla teçhiz etmek mecburiyeti ndedi r. Tü rkiyede d emokrasinin de, siyasi huzurun da aki beti buna bağl ı d ı r. Kuvvetl i devlet herkese saadet getirecekt i r. Kuvvetl i devlet devleti de, m i ll e­ ti de, memleketin bütü n l ü ğ üfl ü de, siyasi huzuru da koruyacak, h ü r­ riyetleri tahrip hürriyetine , T ürkiyeyi gözler önünde o kadar sarsmış olan yıkıcı akım lara im kan vermeyecektir. Bunun için de devlet hem mevzuat değ işikliğiyle, hem d e tatbikat la kendisini kuvvetlendire­ cektir. Bunları kim istemez, ki m ve hangi zümreler bunlardan rahat­ sız ve tedirgin olur? Kara düzen K uvvetli devlet yalnız bu siyasi huzur ve isti krar için değ i l , aynı zamanda Tü rkiyenin m üzminleşmiş, adeta klasikleşm iş başıbozuklu­ ğ u için de kesin bir zarutett i r. Gerçekten Türkiye'de devlet cemiyetin g ün l ü k hayatı nda, sokakta, i nsanların yaşayaşında bugün art ı k yok ha­ le gelmiştir. Devletif'l vazifesi yalnız h udutları beklemek, diğer devletle­ re karşı d evlet olmaktan i baret değ i l d i r. M i l let devlet haline gelir ki i çeride de kendisini o idare etsi n . Fakat Türkiyede d evlet g ittikçe o kadar zayıflamıştı r ki adeta vatandaş ı n hayatından çek i lmiş, onu ken­ di başına b ı rakmı şt ı r. Halk d i l i nde buna kara d üzen den i r. Devlet bu kara d üzen yerine Türkiyede kef'ldi d üzenini yerleşti rrneğe mecbur­ d u r. Türkiyenin taşına toprağına, mahallesine sokağ ına kanun devleti, hukuk devleti, d evletin otoritesi, devletin yüce hakem liğ i iyice sin­ melidir. Devletin kanunu kanun, yasağ ı yasak, adaleti adalet, cezası


T Ü R K iY E N i N B U G Ü N K Ü M ESELELERI

255

ceza, mü kafatı m ü kafat o l mal ı d ı r. Tü rkiyeyi herkesin b i ld i ğ i n i oku­ duğu , rüşvetin, i lti masın, kaÇ akç ı l ı ğ ı n , zorbal ı ğ ı n hakim olduğu, biz­ zat ih kak·- ı hakkın cari olduğu bir mem leket olmaktan çı karmad ı kça medeni b i r ü lke yapmak, m uasır medeniyet seviyesine ul aşmak müm­ kün değ i l d i r . Tü rkiyede devlet her yerde hazır ve nazır olacak, fert­ ler yalnız başına oldukları zaman bile devletin gözü üstleri.,de imiş gibi hareket etmeğe mecb u r kalacaklardı r. Otoritesi olmayan, görül­ meyen ve işlemeyen devlet devlet deği ld i r. Kal d ı ki Türkiyede insan­ lar ve g ü n l ü k hayat bu otoriteye çok m u htaç haldedi r ve onun yoklu­ ğu s iyasi h uzursuzluğun yan ı nda büyük sosyal huzursuzl ular da ya­ ratmakta, cemiyetin s ı hhatini bozmaktadı r.

Muhtar

müesseseler

Tü rk iyede devlet otoritesinin zayıflamasında, yanl ı ş demokrasi·­ de ve siyasi huzurun bozul masında muhtar mü esseselerin büy ü k ağ ı r­ l ı ğ ı olm uştur. Şüphesiz mü cerret olarak müesseseler suçlanamaz ve kabahat bu müesseselerin ası l varl ı ğ ı nda değ i ld i r. Böyle mües­ seselerin var lığı şart olduğu g i b i, muhtar olmaları da büyük faydalar sağ layabi l i r. Fakat mu htariyet yan l ı ş tanzim ed i l m iş ve müesseseler tarafsı z kurulmamış, tarafsızlı kları muhafaza edememişlerse iş de­ ğ işir. O zaman o müesseseler müessese olm aktan ç ı kar; faydadan çok zarara getiri r, kendisine veri l m i ş vazife bak ı m ı ndan, müessese, içinden çökmüş o l u r ; böylece varlı ğ ı bile mahzur teşki l eder. Zira müessese boş b i r kal ı p deği ldir ve sadece boş kal ı p olduğu zama., hiç b i r şey ifade etmez . Türkiyede de böyle olmuş ve b u iki sebeple m uhtar müesseseler kendi içinden çökerti lerek, h izmetlerini yapamaz hale gelmişlerdi r. B i r kerre bu müesseselerin m uhtariyeti yanl ı ş tan­ zim edi l erek onlar devlet içinde devlet, daha kötüsü devlete karşı devlet d u rumuna g eti rilmiş, öte yandan partiler bu müesseseleri ta­ rafs ı zl ı k çizg isi.,de rahat b ı rakmayacak şekilde onlara sızma yarışına g i rmişlerdi r. Bu yarışı da tabii kuruluş devresinde hakim olan parti kazanm ı ş ve kendi taraftarları ile ve solcularla bu m üesseseleri daha başta., doldurmuştu r. Böylece tarafsız olması varl ı k şartı olan mües­ seseler tarafgi r hale gelerek, siyasi ve sosyal mücadelede bel irl i b i r taraf teşkil etmişler v e mem leket huzuru bundan sonu 12 Mart'a varan büyük yaralar alm ışt ı r.


256

TÜRKIYEN IN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

Tedbirler . . . tedbirler Anayasadaki boşluklar dolduru rken, şimdi devleti kuwetlen­ d i rme yolunda bu müesseseler de tabii ki asli yerlerine çeki lecek­ l erd ir. Bugüne kadar ki çekilmeleri yetmezse ve g erekirse anayasada bu yo lda yeni değişiklikler yapı lmasına elbette imkan vermek gere-­ kir. Daha başka tedb irlerde de herkes, niçin b i rleşmesin ve işi niçin d ışarıdan bir müdahaleyi davet edecek şeki lde if'ıat meselesi yapsın? 1 2 Mart'ın en iyi tarifi Türkiyeyi kurtarma harekatı olmasıd ır d iyebi­ l i riz. Bu harekatın arka arkaya b i r sürü tedbirl er getirmesi pek tabi­ idir. Tedbirler . . . ted b irler . . . Anayasada vasıfları belirtilen cumhuri­ yet i ; devleti, ü l kesi ve m i l letiyle bölünmez bir bütün o lan Türkiyeyi, ağ ı r b i r şeki lde tehdit eden acı tecrübelerden sonra, iyice koruyacak tedbirle ri almaktan daha ta b ii, daha mil li, daha i nsani ve hatta daha siyasi ne olabi l i r ? Mesela, bu ted b i rler meyanında, bel i rttiğimiz g ibi, devlet kuvvet­ lendirilmelidir, icra kuvvetlendirilmelidir. Devlet de, icra da kimse­ n i n tapusunda de�i l d i r. Bugünün muhalefeti yarın iktidar, yani i cra olacağı n ı söyler. öyleyse i cran ı n kuvvetlendirilmesinden korkmak için ne sebep vard ı r ? Türkiyede kuvvetler çatışması ve b u arada yargı hakimiyeti ön­ lenmeli, yarg ıya ası l kendi sahasına dönmeni n kesafeti, rahatı ve hu­ zuru verilmelidir. Hukuk devleti. e l bette ki hakimler devleti demek değildir. Parlamento daha işler ve daha itibarlı b i r hale getiri lmeli , gere­ kirse meclisle senatonun bi rleştiri l mesinden çekin ilmemel idir. Parla­ mentonun kanun yapma hakk ını daha fazla tanım alı, anayasaya aykı­ r ı l ı k hududuna ve ölçüsüne kesi n b i r sarahat g etirilmelidir. öyle ki meclisten çı kan b ir kanunun anayasaya aykı r ı l ı ğ ı bahis konusu olma­ sın, meclisten ç ıkan kanu n anayasaya aykı r ı düşmesin. Danı ştay adli leştirilmelidir. M ahkeme i çi n hakimlik hassasiyeti­ nin ve tecrübesinin değeri ve idare adam larırıı adli hüküm verme so­ rum l u luğ undan ayırman ın faydaları gözden uzak tutu lmam a l ı d ı r. Idari mahkemeler kurulmalı ve Danıştay Yargıtay g ib i b i r üst mahkeme, bir idari temyiz haline g et i ri l meli, gerekirse Yarg ıtayla birleşti rilme-


TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

257

l i , bu üst mahkemenin bütün Türkiye çapındaki a ğ ı r yükü hafifletilme­ lidir. M u htar m üesseselerin hepsi yalnız kendi kanu�larıyla çalışan müesseseler durumuna getirilmeli, d ı ş ve iç yıldırımlardan korunarak, huzur içinde çalışma imkanına kavuşturulma l ı dı r. Cumhurbaşkan ının yetkileri Türk devlet ve devlet başkanlığı ana­ nelerine uygun şekilde arttı rı lma l ı d ı r. Güvenlik mahkemeleri kend i lerinden beklenen hizmetleri yapa� cak b i r sağlam l ı kta kurulma l ı , çalıştı rılmalı, bunların gevşemesine i m kan verilmemeli, her türlü yavaştatıcı ve yetersizleştirici s ızmalar­ dan bu emniyet mahkemeleri titizlikle korunmal ı , saat gibi çalıştırıl­ malıdır. M i l li G üven l i k Kurulu 1 961 anayasası n ı n getird iğ i faydalı b ir ön­ leyici müessesedir. Fakat kafi gelmedi ğ i 1 2 M art öncesi hadiseleriy­ le anlaşı lmıştır. Bu kurul daha yeterli hale g etiri lmelidi r. M IT'i n bünyesinin sarsı lmamasının ve değ i ştirilmemesinin haya� Ji ehemmiyetini idrakte asla geç kalınmamal ı , bu müessese eski as­

li istikametinde daha da kuvvetlendi rilmeli ve bi r an önce cumhur­ başkanlığına bağlanmal ı dı r. Hürriyetlerin, bil hassa fikir, söz ve yazı , toplantı hürriyetlerinin hududu iyi tesbit edilmelidir. H ürriyet ferdifl her istediğini yapması , ·herkesin cemiyet i çinde başına buyruk olması demek değildir. Hürri­ yet başkaları n ı n h ürriyetine mani o lmamak, başkaları n ı n hü rriyetini tahdit ememek, başkaları nın hürriyetine imkan vermek demektir. H ü r­ riyetin temeli budur, sosyali budur, i nsancası budur ve Türkiyeye b u h ürriyeti yerleştirmek lazım dı r. Türkiye ve Türk parlamentosu baskı g rubu d iye b i r şey tanımaya­ cakt ı r. Baskı g rubu a�ayasada da yoktur. Tü rkiyede tek ve en büyük baskı g rubu Türk M i l letidi r. Hiç bir baskı g rubu onu ve mümessillerini tes i r altına alamaz. Ayni şekilde parlemento dışı muhalefete de bu ce­ m iyet yüz vermeyecek, hayat hakkı tanım ıyacakt ı r. Devletin emniyet kuvvetlerini güçlendirmek ve bütün memleke­ t i n karış karış, sokak sokak g üveni n i kontrolde onu yaygın, tesirli ve·


258

T Ü R K I Y E N i N B U G Ü N K Ü M ESELELERi

mutlak otorite l i bir vazife ni n içine sokmak lazı m d ı r. Polis her isted iği zaman herkesin üzerini araya b i l meli , d a i mi bir silah arama tarama yetkisi ve tatbi katı yerleştirilmelidir. Dernekçilik ve· sendi kacı l ı ğ ı n akı l , i l i m ve memleket rea l iteleri nin dışına taşmasına müsaade edi lmeme l i d i r . Bunların cem iyette bütünlü­ ğe zarar vermemelerine, sosyal çözü l me ve dağ ı l ma istikametinde ça� l ı şmamalarına çok d ikkat edi lmel i, meml eketin iç meseleleri.rıde m i l­ letler arası teşekküllerle iş. birliği haline g i rmelerine, onlardan destek istemelerine, yabancı l arı iç işlere karıştı rma ihtimal lerine büyük b i r hassasiyet v e şiddetle mani olunmal ı d ı r. Bütün mevzuat, kanurılar cemiyet bünyesine t ı pa t ı p uydurulmal ı , gerçekçi v e tatbik kabi l iyeti olan metinler hal ine geti r i l m e l i , kaııun ha­ kim iyetinde memleket adeta b i r sıkı yönetim tatbikatı anlayışına ka­ vuşturu l ma l ı d ı r. Yan l ı ş demokrasinin Türkiyedeki en çözücü neticeleri nden biri de demokrasinin tabana i n d i r ilmesi, tersine, zirvede zayı f, aşağ ıda kuv­ vetli tutu l ması d ı r. Halbuki demokrasi b i r rej im şek l i d i r ve b iriflci de­ recede siyasi kaderneyi i l g i lendirir. Müessesele r demokratlaşt ırı la­ maz . M ü esseselerin temel i gelenek, devam l ı l ı k, nizarn ve disiplindir. Türkiyede demokrasi lüzumsuz yere müesseselere, da i relere , okull ara soku lmuş ve tabii onları ve on lardaki manevi havayı dejenere etm iş­ tir. Bu havayı mu hakkak dağıtmak l azı m d ı r. Bunun i l k tedbiri de mü­ esseselerden, dairelerden seçi m leri kald ı rmaktır. Devlet otoritesinin temel kaynağ ı tayin müessesesidir. Bu, Türkiyede tecrübe ile sabit ol­ m uş, seç i m i n idarede otoriteyi ve merkezi m üessiriyeti temin etme­ diği afllaşılmışt ı r. Seç i ml e ri yalnız siyasi sahaya b ı rakıp, onun altı nda­ ki yapıya, idareye ve adliyeye muhakkak tayin sistemini hakim kı lmak lazı m d ı r. Bu arada, yü ksek mahkemeler de d a h i l , adi iyeden her türlü i ç ve dış seç i m i kal d ı rı p , kıdeme dayanan tayin sistemini getirmek la­ zımdı r. Bu, siyasi partilerin ve siyaset organları n ı n adli rnekanizmaya sızmalarını ve tesirlerin i de önleyecekti r. Devlet teşki lat ı n ı n sı h hat l i tutu lmasına çok itina ed ilmelidir. Yıkı­ cı unsurlarıfl ayı klanması ve h i ç o lmazsa k i l i t noktalardan uzaklaştı n !� ması kapısı daima açı k tutul m a l ı , yeniden sızmalara karşı ise gereken baraj la r konma l ı d ı r. Bu a rada idareci yetiştiren oku l la r s ı kı b i r kontrol altına a l ı nmalı ve memu r iyet için m i l li emniyet tahki katı şart olmal ı -


TÜRKiYENIN B U G Ü N K Ü MESELELERi

259

d ı r. Askeri okullara e n titiz bir alaka gösterilmeli, kem gözlerin daima bu mukaddes yuva lara çevrili olduğu bir an b i l e hat ı rdan ç ı karılmama­ l ı d ı r. Parti ler kavgas ı n ı aşiret kavgası ndan, kör döğüşü olmaktan çı ka­ r ı p m i lletifl hakemliği önünde careyan eden bir h izmet yarışı haline getirmek için fevkalade gayret gösterilmel i , partilerin kendi d ışındaki kuvvetlerle ittifa k arama yol ları tsmamiyle kapatı l m a l ı d ı r. Hulasa , devleti kuvvetlendirebi l mek için h i ç b i r engel, hiç b i r gev­ şek li k, hiç bir doğma tanı mama l ı , hiç b i r küçük hesap, hiç bir politi­ ka menfaati gütmemelid i r. Bu arada her tedbiri, her değ işikliği, her reformu m utlaka meşru yollarla gerçekleştirmekten şaşmamal ı , meş­ ru o lmayana, zora, baskıya baş vurmayı kimse akı ldan geçirmemeli­ d i r. Herkes ekseriyetin kararına uyma nın ve hükiı mete itaat etmenin zevkine, büyüklüğüf1e va fazi letine ermelidir. Aynı zamanda mües­ seseleri kötülamek yerine onları yüceltmel i ; onlara saygı d uymalı ; m üessese ve müessesenin devamll l i ğ ı a l ışkanl ı ğ ı n ı gönül l ere sin­ d i rmeli ; yıkıcı değil yapıcı olmalı ; tedavinin rekabet, küçü k düşür­ me deği l , medenilik demek olduğunu un utmam a l ı d ı r. Tedavi fikirleri i leri sürerken kimse kendisini hakaret ve suç kasd ı n ın çarkına kaptır­ mama l ı d ı r.

Ordu

-

Iktidar bütünleşmesi

Devletin kuvvetlenmasinde devleti ayakta tutan g üvenlik kuvvet­ lerinin vazifelerini hakkıyle yapmalar ı n ı n ve buna i mkan veril mesi nin pek b üyük rol ü vardı r. G üvool i k kuvvetleri nin tam, mutlak ve tesirl i desteğ inden mahrum olan b i r iktidar ne yapab i l i r? Iktidarın tek vuru.. cu kuvveti devlet kuvvetleridir. Onların asayişsizlik ve güvensizlik karşıs ı na kesintisiz o larak dikilmeleridir. Bu h ususta en büyük vazife de şüphesiz orduya ve o rdunun tutumuna düşmekted i r. Ord u mem­ leketin bütü., sağlam kmt,Netlerinin kayna ğ ı, desteğ i ve merkezidir. Her kuvvet vazifesini yaparken a rkasında son kud ret olarak onu gö­ rür. O rdu yalnız devletin kuvvetli olması bakı m ı ndan değil, siyasi hu­ zurun ve demokratik hayatı n gelişmesi bakım ı ndan da büyük bir önem taşı maktadı r.


260

TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

Gerçekten Tü rkiyede demokratik gel işmede ordunun bir kenara b ı rakı lamıyacağı iyice bel l i olm uştu r. Ordu siyaseti n dışı ndad ı r ve buna da çalı şmaktad ı r . Fakat ordu daima m i l l i siyasetin içinded i r ve öyle kalacaktı r, öyle de kal m a l ı d ı r. Bu haki kate gözleri kapamanın h i ç b i r manası ve faydası yok­ tur. Ordunun partilerin iktidar m ücadelesine, g ü n l ü k politi kaya karış­ maması başka şeydi r, m i l l eti ve devleti koruma yol l a rı demek olan milli siyasetin içinde o l ması başka şeydir. Ordu memleketi, dış düş­ manlara olduğu g ibi, iç düşmaniara karşı d a korumak ve kol l amak mecburiyetindedi r. Esasen bu mecburiyel kanu(l l a kendisine veril m i ş b i r vazifedir. . Cumhuriyeti, devleti, devletin g üvenliğini koruma k v e kol lamakta, bilhassa T ü rkiyeni n şartlarında b i r memleketin, ordudan müstağni kal ması kat'iyyen düşünü lemez. Ordunun vatanı, cumhuriyeti ve devl eti koruması ve kol laması demek, devlet g üvenl iğinde vazife alması demektir. A rt ı k hazar za­ ma(lı nda oturup yalnız sefere, harbe hazırlanma devri geçmiştir. Bu­ günün ordu ları asıl savaşı barışta vermek, ona göre ted b i r almak esa­ sı üzerinde vazife görmektedi rler. Türk o rdusu da bu vazifesini ak­ satmadan yapmak ve barışta devletin iç g üvenl i ğ ini kontrol etmek, iç g üvenl i kte vazife almak mevk i indedir. Devletin g üven l iğinde vazife almak ise b i r çeşit i ktidarla bütünleş­ mek, i kt idarda vazife almak demektir. Şüphesiz burada i ktidar sözü il e parti i ktidarı deği l, i ktidar partisinin de içinde olduğu milli ikti­ dar kasdedi lmektedir. O rd u işte bu m i l li i ktidarı(! bir parçası, asker kanadı o l acak ve i ktidarda sorumluluk taşıyacaktır . Böyle olunca, ordu i le sivil i ktidarı n memleketi idarede, koruma­ da ve geliştirmeda bütün leşmesi hayati ehemmiyet taşıyor demek­ t i r. Buna mukab i l ordu i l e sivil i ktidarın zıttaşması memleket bakı­ mı ndan da, rej im ve demokrasinin g eleceği bakımı ndan d a tamamiy­ Ie b i r çı kmaza saplanmaktır. Bu itibarta ordu i le sivil iktidarın ara­ sına hiç b i r soğuk luk g i rmemeli, ordu i le i ktidar memleketin g ü n l ü k parti politikası d ışında kalan işlerinde t a m b i r bütün leşme içinde bu­ lu nmal ı d ı rlar. Bunun ilk şartı da memleketin her şeyinden sivi l ikti­ dar sorumludur zi hniyetini taşıya rak, orduyu b i r kena rda, sey i rci du­ rumunda b ı rakmamakt ı r. Sey i rci ordu Tü rkiyede demokrasinin gel iş­ mesi bakım ı ndan en büyük mahzurlardan biridir. Seyirci o rd u sivil


T ÜRKIYEN I N BUGÜN K Ü M ESELELERI

261

ka11attan gelen her türlü tahriklere hedef o l u r ve büyük bir huzur­ suzluk içine d üşer. Devlet güven liğ inde sivil iktidar il e ordu iş birliği içinde bulunacaklar ve böylece devlet güvenliği bir parti i kti­ darı işi olmaktan ç ı karak bir m i l li i ktidar işi haline gelecektir. Bunun için yapı lacak b i r hareket de i ktidarı n, sivil i ktidarı n, par­ ti i kti darı n ı n devlet hayatı ndaki hududunu iyi tayin etmektedir. Bu hu­ dut şüphesiz bir noktada biter. Bu 11okta ise dev letin güven liğ idir. Devletin g üven liği ne te k başına b i r parti iktidarı n ı n işidi r, ne de bu işten tek başına bir i ktidar sorumludur. Işte bu noktada iktidar i l e o rdunun m üşterek i ktidarı, çalışması, iş birliği başlar." B u n u n demok­ rasiyi zedeliyen b i r tarafı yoktur. Hiç b i r demokraside partiler b i r devletin hayatı ü zerinde hu dutsuz bir selahiyete sahip değ il dirler. Mesela Tü rkiyede devletin şekliflin cumhuriyet olduğu hükmü parti mücadeleleri sahas ı n ı n d ı ş ı ndad ı r. Işte bu doku n u lmaz sahan ın tabii bir i cabı ve devam ı olarak buna ikinci bir hususu daha eklemek lazım­ d ı r ki o da devlet g üvenliğidir. Yani Tü rkiyede bir cumhuriyet, bir de devletin g üvenl i ğ i partiler m ücadelesinin dışı nda ve üstünde kala­ cak, bu sahada ordu i l e i ktidar bütünleşerek vazife göreceklerd i r. Bu s ı n ırlafldırma demokrasiye ayk ı rı olmad ı ğ ı g i b i , asl ında parti­ lerin işini kolaylaşt ı racak, i ktidar partisini rahat ç a l ı şt ı racak ve de... mokrasinin yol ları nı açacak b i r tedbird i r . Gereki rse i kinci bir değiş­ mez madde olarak bu hüküm de anayasaya a l ı nabi l i r. Bu sahan ı n al­ tı nda partiler asıl mücadeleyi sosyal ve bil hassa i ktisadi kal kınma meselesine teksit edeceklerd i r ki bütün dünyada da siyasi parti lerin uğraşma sahaları bugün art ı k bu k011 u etrafında toplanmaktad ı r. O rdunun i ktidara ortak edilmesi zarureti esasen bir müddetten beri kabul edi l m i ş bulunmaktad ı r ve anayasaya da aksetmiştir. Bu h ususta ilk merhale M i l li G üven l i k Kurulu ol muştur, fakat bu kafi gel­ memiştir. Bugün G üvenlik Mahkemeleri i le bir ad ı m daha atı l m ı ştı r. Fakat Türkiyeyi teh d it eden teh l i keler tamam iyle ordunun kontrolü ve takibatma b ı rakı lab i l i r. 1 2 Marttan sonraki yumuşak sıkı yönetim sıkı yönetimsiz devre içi11 dP. iyi b ir model olab i l i r. Şu halde devletin g üvenliği nde orduya fiilen ve daimi olarak hiz­ met vermek laz ı m d ı r. Alelade asayiş, adi suçlar sivil i ktidara, g üven­ l i k konu ları orduya b ı ra kıl malı d ı r. Bu hizmeti gören ordu, kendisinin seyirci kald ığı vasatta, 12 M arttan önce olduğu gibi, devlet güvenli-


262

TÜRKIY E N I N B U G Ü N K Ü MESELELERI

ğ i nin teh l i keye düşürü lmesi emr-i vakii ile karşı karşıya kalmaz. I k­ tidar i le ordu milli idare seviyesinde daimi bir el birliği içine girerek teması muhafaza eder ve memleket bakımı ndaf"! mes'ut bir bütünleş­ meyi gerçekleştirirler. Türk ordusu sivi l h ayata ve demokrasi müca­ delesine, açıkça görü lmüştü r ki, memleket teh l i keye g i rdiğ i ve dev­ let g üven l i ğ i sars ıld ığ ı zaman m üd ahale etmektedir. Demek ki bu tehlike doğmad ı ğ ı zaman askeri müdahale olmayacaktır. Devlet g ü­ ven l i ğinde o rdu vazifeli kaldı kça bu g üven liğinin teh l ikeye g i rmesi ise bahis konusu o lamaz. Şu halde devlet g üven l i ğ i nde askerin vazifeli k ı l ınması v e o r d u ile iktidarın b ütünleşmesi demokratik hayattaki as­ keri m üdaheleler meselesini de kendi l i ğind en halledecek ve ayn ı za­ manda o rduyu daima özledi ğ i huzura kavuşturacaktır. Tek ç ı k ı ş yolu ord unun iktidarla, i ktidarın ordu ile bütünleşmeyi vazife telakki etme-­ leridir. Siyasi huzurun büyük b i r şartı olarak i ktidar i le ordunun bütünleş­ mesi için b ir zaruret de meşruiyetin mutlak olarak tanı nması, meşru iktidara saygı gösterilmesi a lı şkan l ı ğ ı n ı n yerleşmesi , partiler arasın­ daki terci hif"', asıl evlat üvey evlat farkı n ı n devlet kuvvetleri arasında mutlaka tasfiye edilmesi , demokrasi, tarafsızl ı k ve ayni g özle görme ahlakı n ı n teesüs etmesidir. Aksi takd irde m ücadele ve huzursuzl u k sürüp gider. Devlet başkanlığı

Ordu - iktidar bütün leşmesinin düğüm noktası ise devlet başkan­ l ı ğ ı d ı r. Z i ra devlet başkanı hem asker kanadı n , hem sivil kanadı n başıd ı r. Dolayısıyle Türkiyede siyasi huzurun kaderinde devlet baş­ kan l ı ğ ı müessesesi nirı önem l i bir yeri vard ı r . Zaten Türk cemiyetinin yapısı Türk m i l letinin d isiplinli bir cemi­ yet düzenini tercih ettiğini göstermektedir. Türk m i lletinde devlet idaresi , kanuni vazifeler i cabı olan h u ku ki çerçevede bir iş birliğini değ i l , carıdan gönü lden bir bütünleşmeyi gerekli k ı lar. Sivil kanat ve asker kanat kendi huku ki durumları içinde birbirini ko l iayacak yer­ de, b i r bütü n l ü k şevkiyle, b irl ikte hizmet etme yolunda olmalıdırlar. Türk cemiyetinde devlet idaresi hayatı katiyen bölü nme kab u l et­ mez. Bu birlik ve bütü n l ü ğ ü n en büyük temsi lcisi de devlet başkanı­ d ı r. Onun içindir ki devlet başkanı m utl aka b u bütüf"' lüğ ü sağlayacak


T Ü RKIYENiN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

268

bir otoriteye sahip olmal ı d ı r. N itekim Tü rk devlet ananesinde dev­ l et başkanı yaln ız devletin ve m i l letin hukuki temsi lcisi değil, aynı zamanda büyük devlet otoritesinin de temsilcisidir. Bu en eski ta­ rihi devrelerden beri böyle olagelmiştir. Türk cem iyeti tarihte dev­ let otoritesini daima b i rinci planda tutmuş ve bunu da devlet başka­ n ı n ı n şahsı nda bulmuştur. Türk mil leti bugün de devlet otoritesini esas sayar ve bunu dev­ let başkanın ı n şahsında görmek ister. Onun içindir ki Türkiye dev­ let başkanının bu otoriteyi temsi l ve temif'l etmek için şahsen de ye­ terli nüfuz ve kudrete sahip olması gerekmektedi r. Bugün ordu ve iktidar bütünleşmesi de devlet başkanının otoritesif'le büyü k ölçüde bağlı olduğu için, demokrasinin gelişmesi ve siyasi huzur bakımın­ dan da devlet başkanlığı Türkiyede son derece öneml i b i r makam du­ rumuna gel mektedi r. Yani siyasi huzu r içif'l devlet başkanlığı ve dev­ let başkan l ı ğ ı n ı n her ik i kanat üzerinde kuvvetl i bir otoriteye sahip o l ması büyük b i r ehemmiyeti haizdir. Devlet başkan l ı ğ ı otoritesinin yer yüzündeki gel işmede üç çe­ şit kaynağı vard ı r. Bu kaynaklardan biri ilahi veya yarı i lahi b i r kud re­ ti temsil etmek, i kincisi dü nyevi b i r kudreti temsil etmek, ücüncüsil d e oy kudretini temsil etmektir. Eski devirlerd e otorite kaynağını ilahi kud retten alan devlet başka n l ı ğ ı şekli bir hayli yayg ı n d ı . Bu şeki l bugün de bilhassa uzak doğuda oldukça kuvetl i bir tarzda yaşamaktadır. Mesela Japon im­ paratoru böyle b i r kaynaktan beslenmektedi r . Hatta Mao'nun Komü­ nist Çinde bugün adeta yarı ' lah sayı lması da bu uzak doğu telakkisi ile irtibalandı r ı labi l i r. Uzak doğuya hakim olan d ini hava ve Budizm de buna elverişli bir atmosfer yaratmaktadı r. Otorite kaynağ ını düf'lyeyi kudretten alan devlet başkanı, cemi­ yet tarafından makbul ve muteber telakki edi len vasıfları şahsında taşıyan devlet başkan ı d ı r. Türk cemiyeti bu daireye dahildir. Eski­ den beri kahraman l ı k, şeref, fazilet , adalet gibi yü ksek if'lsani mezi... yetler Türk devlet başkanların ı n baş l ı ca otorite kaynağ ı n ı teşkil et­ m iştir. Türklerin d ahil bulunduğu islam dif'li de bu telakkiyi i htiva eden bir dindir. Otoriteyi oy kaynağından alan devlet başkanl ı ğ ı ise eski Yunan ve Roman ı n senato ve meclis fi krine dayanmaktad ı r. Bu cemiyetler-


264

TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

de de d ünyevi kudretle oy kudreti otoritesi uzun zaman çekişmiş, ni­ hayet seçim otoritesi yerleşmiştir. H i ristiyanlı kta da bu seçi m ve mecl is d üzeni hakimdir. Bun larda seçilmiş vlmak cem iyet için oto­ riteyi i htiva eden çok muteber b ir esas added i l ir. Bu ü ç şeklin bi rinden d i ğerine geçmek cemiyetler için pek ko­ lay olmamakla ve umum iyetle bir takım otorite buhraf'l ları doğu rmak­ tad ı r. Işte Türkiye de bu şek i l değişi kliği yüzünden demokrasi dev­ resinde böyle b ir buhranla karşı karşıya kalm ışt ı r. Türk milleti kağan l ı k, b eylik, hakaf'llık, su ltanlı k ve pad işahl ı kta dü nyevi kudreti temsil eden devlet başkan larına alışmışt ı r . Padişah­ l ı ğ ı n kalkması ndan sonra ise bir sars ı ntı geçiri lmemiştir. Çünkü Ata­ t ü rk hem meydan muharebesinden geliyord u , hem de cemiyetçe mu­ teber say ı lan büyü k bir askerdi. Arkasından lnönü geldi. O da bu ba­ kı mdan aynı vasıfları taşıyord u . Böylece devlet başkan l ı ğ ı otoritesi sarsı lmadan devam etti . ı nönüden sonra Türkiyeye i l k defa kudretini oy kaynağ ından alan sivil bir devlet başkaf'l ı geldi. Fakat bu şekil baş­ ka b i r dai reye dahil bul uf'lan Türk cemiyetinde a l ı ş ı l m ı ş b i r şek i l de­ ğ i ldi. Ni tekim bu durum hakkıyle seçilmiş d evlet başkan ına sosyal ve psikoloj i k otoriteyi tam olarak tem in edemed i. Devlet başkan l ı ğ ı otoritesinin b u g ü n de baş l ı ca iki istikameti, iki cephesi vard ı r. Yani başkan h e m sivil kanatta, hem asker kanatta geçerli b i r nüfuz ve kudrete sahip olma l ı d ı r ki ordu ile i ktidar bu­ tünleşmesin i sağlamakta köprü vazifesi göreb i lsin . 27 May ı sta siv i l devlet başkanlığı sona ermiştir. Ondan sonra tekrar asker menşe l i devlet başkanl ı ğ ı na g eçi l m iş v e arka arkaya ü ç asker devlet başka­ nı gelmiştir. Görülüyor ki Tü rkiye bu bakımdan bir i ntikal devri yaşamakta­ d ı r. Türkiye de, diğer demokrasi ler gibi, er geç, dünyevi otorite ye­ rine, oy vtoritesine geçecekt i r . Bu geçişe kadar siyasi huzurun ve demokrasif'lin sarsıntıya uğrarnamasına d ikkat etmek laz ı m d ı r. Hü lasa, Türkiye bundan sonra da devlet başkan l ı ğ ı meselesinin hassasiyeti ile karşı karşıya gelecekti r. Bu hususta bugüne kadar b i r hayli yol alınm ış v e bu yolda çok kıymetli tecrübeler kaza n ı l m ı şt ı r. Bundan sonra da, sivil kanat ve asker kanat, d evlet başkanl ığ ı nd a b i r­ birlerif'lin karşı l ı k l ı anlayışına ve bi rleşmeye büyük önem vermelidir... ler. Be l l i olan husus, ordu i le i ktidarın bütün leşmesini sağ layacak şe-


TÜRKIYENIN B U G ÜN K Ü MESELELERI

265

ki lde, her iki kanatta da otoritesi b u lunan kuvvetli devlet başkanl ı ğ ı­ n ı n Türkiyede daha uzun zaman geçerl i olacağ ı d ı r. Şu halde devlet başkanı n ı n şahsından çok, devlet başkan l ı ğ ı m akamı n ı n otoriter hale gelmesinin yollarıııı aramak lazı mdır. Böyle b i r arayış ise bugünkü sistem yerine gelecekte başka n l ı k sistemine g itmenin zarCıri o lacağ ı n ı akla getireb il i r. O taktirde buna göre ha­ z ırlanmak ve g ün ü gelince başka n l ı k sistemine geçmek hayırlı ola­ caktır. Mem leketiıı ve parti lerin şimdiden bu yolda düşünmeleri her halde faydadan hali değildir. Her zaman Türkiyede üzerinde ittifak edi len bir askerin bulun­ ması kolay değ i ld i r. Bundan sonra da kolay olmayabi l ir. öte yandan Türkiyede demokrasi, ağ ı r da olsa, m utlaka devamlı gelişmektedi r ve oy otoritesine itaat etmeni n g ü nü gelecekt i r. Bu d u rumda, Türkiye başkan l ı k sistemine giderse, kuvvetli adaylar ortaya ç ı kacak ve mil­ letin oyu i l e devlot başkanlığı otoritesi da h a da perçinlenecektir. Böy­ le b i r başkan ı n her iki kanat üzeri ndeki nüfuzu ve kuvvetleri bütün­ leştiri lmesi her halde daha kolay olacakt ı r. Şurası u n utulmamal ı d ı r k i Türk cemiyeti d evlet başkan ında ve devlet başkanlığ ı nda daima bu­ yük bir kudret arayacaktır. O kudreti n şartların ı ve gereğini yapmak­ tan başka çare yoktur. Tek yol demokrasi Bugün yer yüzünde üç idare tarz ı vardı r. Komünizm, faşizm ve demokrasi . Komünizm ferdi mülkiyetsizliğe, hürriyetsizliğe v e sı n ıf fikriııe dayanan d i ktatörlüktür. Insan l ı k tarihinin gördü ğ ü en büyük zulüm idaresidir. Hürriyetlerin hiç b i r türlüsü ; ne siyasi, ne sosyal ve kü l­ türel, ne de i ktisadi h ü rriyet bu idarede mevcuttur. I ktisadi hü rriyeti esas almak iddiasındad ı r. Fakat bu hürriyet yalnız komünist partisi üyelerin i n inhisarındadı r ve tabii o da kademe kademe s ı n ı r l ı olarak. Sovyet R usyada parti kartı taşıyan 1 4.800.000 kadar insanın dışı nda­ ki yüz m i lyonlarca insan m utlak bir esaret ve kölel i k rejimi altında­ d ı rlar. Başka şartlarla seçi lmiş Şilinin marksist başkaııı d ışı nda ko­ m ünizmin seçimle iş başına geldiği görülmemiştir ve insan tabiatı� na ayk ı r ı olduğu için görülmeyecektir de. Komünizm yalnız i hti lal le, darbe i le, demokrasinin dejenere edil mesiyle ve el çabukluğu ile i k-


266

T Ü RKiYEN iN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

tidara geli r ve serbest seçimi tanı maz. Çok defa şahıs, putlaştı rı la­ cak kuvvetli b i r şahıs o l mayınca da, bir zümre d i ktatörlüğüne daya­ n ı r. Bu d i ktatö rlük sözde işçi d iktatörlüğüdür, fakat hakikatte işçi'lin omuzlarına basarak kurulmuş, bütün memleket köle işçi ler d iyarı ha­ li ne g etirile re k ayakta d u ran b i r d i ktatörl ü kt ü r. Kom ünizm hü rriyetin, insan haysiyetinin ve tabiat ı n ı n, insan emeğ i'lin, insan l ı k tekamülü­ nün ve tarihi gelişmesinin ayaklar altına a l ı nd ı ğ ı ; göz yaşı, kan, kor­ ku, bahts ı z l ı k ve insan biçare l iğ i n i'l hüküm sürdüğü iptidai ve vah­ şi b i r idared i r. Faşizm de b i r d i ktatörl ü ktür. Faşizmde de bir d i ktatör ve züm­ re hakimiyeti vardı r. Faşizm de i ktidara ya b i r darbe ile veya demok­ ıasi içinde karışı k ve ü m itsiz b i r vasatta seçimle gelip otu rur. Fa­ .ş imzde s iyasi hü rriyet yoktur. Fakat ferdi m ü l kiyet ve sosyo kültü­ rel hü rriyetle iktisadi hürriyet mevcuttur . Ayrıca faşizmin en bariz va­ sıfları ndan birisi m i l l iyetçi ol mas ı d ı r. Böylece faşizm sadece si­ yasi iktidarda d iktatörlüğü g etiren, fakat cemiyetin gelişmesini ra­ yı ndan ç ı karmayan, b i lakis o gelişmenin b i r noktadaki devamı olan, yıkıcı o l mayıp muhafazakar kalan b ir idare tarz ı d ı r. Bu bakı mda'l fa.. şizm eski m utlakiyet idarelerinin hanedana dayanmayan ve tahakkü­ mü daha mutlak olan modern b i r şek li gibidir. Sınıf mücadelesine .asla imkan vermez ve kom ünizmin en amansız d üşman ı d ı r . Yalnız fa­ .şizmdi r ki bu lunduğu yerde komü nizm kesin o larak ortada'l ka ldı rı­ l ı r. Bu sebeple kom ünizmin ve komünistlerin yer yüzündeki en büyük d üşmanları faş izmdi r. Faşizm l ki'lci D ünya Harbinde savaşı tutuştur­ muş, d ü nyayı yerinden oyn atmış, m i lyoolarca i nsanı n hayatına ve ta­ rihin en büyük savaşiarına ve ıstırapianna sebep olmuş ve mağlup .ed i l m i ş b u lunduğu için I kinci Dünya Harbinden sonra h ü r d ü nyanı'l ve insan l ı ğ ı n en büyük öcüsü ve nefret hedefi haline gelmişti r. Işte o tarihten beri kom ünisler bu nefreti büyük bi r usta l ı kl a istismN et­ mekte ve her tarafta büyük b i r faşizm korkusu yaratmaya devam et­ mekted irler. Bu yüzd en kendi lerine mu kavemet eden her şahsa ve .engele derhal faşist damgası n ı vurur, bu suretle normal demokratik idareyi de kötü gösterrneğe çalışı rlar. Buna m u kabil faşizm komü­ nizmin yer yüzündeki en kesin tedbiridir. Böyle olduğu için faşizm b i r çok yerde s ı rf komü'lizm teh l ikesine karşı koymak üzere iş ba­ şına geçer. Dolayısiyle faşizmi davet eden m ü h i m bir sebep kom ü­ nizmdir. Faşizmin s iyasi h ü rriyetsizlik, d i ktatörlük, zümre hakimiyeti tarafları ol masa, b i r çok mem leketler bu idare tarzını seve seve se.. çerdi ve kom ünizme yer yüzünde hayat hakkı kal mazd ı . Hü lasa fa-


TÜ RKiYENiN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

267

:şizm muhafazakar ve cemiyetin bünyesine sayg ı l ı , fakat b i r zorbalı k idaresidir. Komünistler sınıf m ücadelesine imkan vermeyen idareye faşizm derler, fakat tabii bu tarif doğru d eğ i ldir ve faşizmin komünist­ ·Çe tarifidir. Halbuki faşizm, evvelce de temas ettiğimiz gibi komüniz­ min diktatörlüğünün ve zulmünün yanında çocuk oyuncağ ı kalır. Bu iti­ barla faşizm in en büyük kabahalı Ikinci Dünya Harbinde yenilip ko­ m ünistlerin istismarına vesile o lmasıdı r. Faşizm yalnız h ü r d ü nya­ ya yeni lseyd i, kom ü nistlerin bu zaterde payı olmasayd ı , bat ı l ı la r gaf­ letle ve bil hassa Amerikanı n Japon korkusuyla kom ünist Rusyayı zaferlerine ortak etmeseydiler, harpten önce faşizm in lehine bozul­ muş olan dünya dengesi harbten sonra da komünizmin lehine bozul­ mamış o lurdu. Demokrasi, idare edenleri idare edi lenlerin seçtiği rejimdir. De­ mekrasiyi en veciz o larak iktidarın serbest seçimle değ işmesi ve ta­ yini diye tarif edebiliriz. Demek ki demokraside, seçim, m i l letin oyu, m i l li i rade esastır. Demokraside her türlü hürriyet, siyasi, sosyal , kültüre l ve iktisadi h ü rriyet tamdı r. Zümre hakim iyeti yerine milli h u k u k devleti hakim iyeti vardı r. Ferdi m ü lkiyetsizlik yoktur. Zulüm -ve baskı bahis konusu d eğildir. Şartlar m üsaitse s ı n ı f mücadelesif'le de i mkan verilebilir. Fakat bu, rej i min esası n ı teşki l etmez ve onu -şeki llendi recek bir kuvvet ve mahiyet kazanmaz. K lasik o larak demok­ rasinin, halkın halk için halk tarafından idaresi tarifi yayg ınlanmıştır. Fakat asl ı nda halk idareyi kendisi yüklenmez, sadece idare edenleri tayin eder ve ona belirli b i r müddet için idare yetkisini verir. Şu hal· de demokrasinif'l temel i iktidarın seçimle tayinidir. B u esası muhafaza etmek şartiyle her memlekette demokrasi o cemiyetin b ünyesine uyg u n b i r tatbikat kazanır. Yani bir tek demok­ rasi yoktur ve seçim le teşekkül eden parlamento esas olmak üzere demokrasi her cem iyetin milli bünyesine uyg u n ayrı ayrı görünüşlere bürünür. Demokrasiye hürriyetçi demokrasi veya pariementer demok­ rasi denmesinin sebebi d e bu seçimle iktidarı n değ işmesi ve parla­ mentonun teşekkülü asasıd ı r. Bu esası n ötesinde her m i lletin ayrı de­ mokrasisi, demokrasi anlayışı ve demokrasiyi tatb i k şekl i vard ı r . Bu a n a temelin gözden uzak tutu l ması demokrasinin en büyük zaafın ı teşk il eder k i bunu d a klasik demokrasi d iye adlandırabil iriz. Klasik demokrasi an layışına göre demokrasi tektir ve her yerde ay­ nıdır. Onun için bütün memleketlerde aynı şekli , ayf'l ı anlayışı, aynı


268

TÜRKIYENIN B UG Ü N K Ü MESELELER�

müesseseleri ve aynı şartları bulunmalı ve yerleşmelid i r. Bu demok­ ras i anlayışı, açıkça g örü l üyor ki, insan tabiatifle ve ayrı ayrı cemi,_ yetler g erçe(J ine aykı rıdı r. Gern iyetierin kendi kültü rlerine ve şartla­ rına ait fark l ı l ıkların onların idare tarziarına da aksetmesi nden daha tabii b i r şey o lmaz. N iteki m demokrasinin yeryüzünde bel l i baş l ı merkezlerindeki tatb ikati da budur. Bir Amerika., demokrasisi vard ı r, Amerika l ı lar adeta dört y ı lda bir kral, bir d i ktatör seçerler. Bir Ingi­ l iz demokrasisi vard ı r, temelini hanedanı bağ l ı l ı k ve sayg ı teşki l eder . Başka demokrasiler vard ı r, kra l l ı k idaresi altında sosyal demok­ rasi tatbi katı iddiasındadı rlar. Bir başka demokrasi mevcuttur, son derece aşırı hürriyet ve gevşeklik kargaşalı ğ ı içinde b u l unur. Yine bir demokrasi vardı r, adeta komün izme veya faşizme davetiye ç ı karan bir anarşiden başka bir şey değ i ld i r. Işte Tü rkiyede demokrasinin getird iğ i 8fl büyü k zaaflardan biri bu yan l ı ş klasik demokrasi anlayı şının hakim k ı l ı nmak istenmesidir Tü rkiye bu yan l ı ş an layışa kendisini büyük ölçüde kaptırm ı ş ve kendi idare tarzı olan rej i m i n i kurarken kendi devlet ananesini tama­ men b i r tarafa b ırakarak kendisine ısmarlama bir devlet idaresi bul­ mak yol una g i rmiştir. Halbuki kendi d evlet ananesin i bir tarafa bırakan bir m i l letin üzeri nde, ısmarlama demokrasi, iyice uymayan ve dökülen bir elbise gibi durur.

Tü rkiye komünist olamaz. Komün izm Tü rkiye için b ir idare şek l i değ i l , Türk m i l letinin zeh i rlenmesi v e hayat ı n ı n son bu lması demek­ tir. Bunu yu karı da görd ük. Onun için komünist olmak Tü rkiye için. öl ümden başka b i r şey d eğ i ld i r. Türkiye faşist de o lamaz. Faşizmin şartları Tü rkiyede yoktur. Fa­ şizm, bir büyük bu hrandan, iç savaştan veya komünizm teh l i kesinden doğar. Tü rkiyede b uhran vardı r, komünizm teh l i kesi ağırd ı r, fakat i ç harp şimdi l i k Öfllenm iştir. Bu şartlar bak ı m ı ndan Türkiye faşizme ge� çiş için e lverişl i görünüyorsa da faşizmin kurulması ve yü rütülmesi için lazım gelen unsurları taşımamaktad ı r. Faşizm bir lider ve l ider kadrosu ister. Faşizm bugün ancak kuvvetleri bir avuç olan ve büyü k ananesi bulunmıya., memleketlerde gerçekleştirileb i l i r. Türkiyede d i ktatör olabi lecek bir faşist l ider olmad ı ğ ı g i b i, bir d iktatör zümresi teşkil edebi lecek her hangi bir cu ntan ı n var l ı ğ ı da imkansızd ı r . Tür­ kiye ordusuyla, ü l kesiyle ve m i lletiyl e koskocamafl b ir ü l ke, bin baş­ l ı b i r dev d urumundad ı r. Bu ü l kede ne sivil b i r faşizm zümresinin teş-


TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü MESELELERI

269

ki latlanıp nüfuz kazanmas ı , ne de b i r askeri cuntafl ı n b iraz o lsun de­ vam l ı l ı k ümit ve desteği bulunabilir. Tü rkiye g i bi bir memlekette an­ cak bir kıyamet kopacak, bu kıyametin içinden bir lider ve onun kad­ rosu ü l keyi çekip ç ı karacak da, o zaman faşizm gelip b i r müddet yerleşebi leeekti r. Bir müddet d iyoruz, zira faşizmin e n büyük zaafı geçici bir ida­ re olmasıdı r. Buhranlardan doğduğu için, memleket b uhrandan uzak­ laştı kça, faşizm in d e takati kesi li r. Yı pranmadan ve karşı darbeyi davet etmeden devam eden bir faşizm düşünü lemez . Oıı un içindir ki Türkiyede faşizm de gayri tabii v e düşünülemiyecek b i r idare tar­ zıd ı r. Geriye tek yol olarak demokrasi kal ıyor. Ayrı ca Türk mi lletinin kü­ ç ü m sef'lmiyecek bir demokrasi tecrübesi d e vard ı r. Tü rk milleti h ü r­ riyetin ve seçimin tad ı n ı almışt ı r. Her büyü k ve asil m illet gibi is­ yan etmez, fakat bu seçimin tad ı n ı h i ç bir idarede bulamamanı n bu­ ru kluğunu da g östermekten geri kalmaz. Bu buru k l u k ise demokrasi d ışıfldaki her idareyi , komünizmi veya faşizmi kahretmeye yeter. Türk m i l leti uzun bir saltanat devrine son vermiş ve onun günü gelmiş olduğu için gözünü bile kı rpmamışt ı r. Meydan m u harebesinden gelen kahraman ları., hiç değilse şekli demokrasiyi ve asıl demokra­ siye geçiş ümidini i htiva eden otoriter idarelerini de a rkada bırak­ m ı şt ı r. Artı k kimin ve hangi zümrenin d i ktasına ve niçin boyun eğe­ cek veya kimde ve hangi zümrede kend isini rahat lı kla teslim edecek üstün bir kuvvet ve meziyet g örecektir? Bütün bunlar olmasa da tek bir sebep vard ı r ki, yalflız o sebebin mevcudiyeti Türkiye için demokrasiden başka bir idare şekli n i., ge­ çerli alam ıyacağı n ı ortaya koymaya kafi d ir. Bu sebep milli kültül"" d ü r. M i l li kultürü taşı mak, onun içinde yaşamak, onu korumak ve ha­ yatı onunla kaim görmek isteyen b i r büyük kuvvet vard ı r ki o d a Türk hal k ı d ı r. B i r memlekette zinde kuvvet olman ı n hakiki ölçüsü m i l l i kü ltürdür, m i lli k ü ltürü taşıma ve muhafaza etme derecesidir. Bu bakı mdan yani m i l l i kültür taşıyı c ı l ı ğ ı bakım ı ndan Tü rkiyenin tek büyük zinde kuvveti halk kütlesid i r. Tü rk ordusu da Türk kültürünü., silahlanmış taşıyıcısı olarak bu kütlenin bir parçası ve Türk kültürü-


270

TÜRKIYEN i N B U G Ü N K Ü MESELELERt

nün bir zinde kuvvet l i d i r. Buna mukabi l m ünevverler Türkiyede m i l li kültürü, ona göre yetişmed ikleri için, katiyen temsi l edememekte ve bu itibarla m i l li kültür bakımı ndan Türkiyenin ziflde kuvvetlerinden birini teşki l etmemekted ir ler. Onun için bir mem leketin, b i r m i ll etin,. daha kısacası b ir k ültürün kaderi böyle b i r zümren i n düşüncesine, anlayışına, oyuna ve keyfine terk v� tesl im edilemez. Böyle bir züm­ re Türk kültürüflün, d o l ayısiyle Türk mil letin i n idaresini kendi başı­ na el inde tutmaya e h l iyet l i değild i r. O kültürün, o m i l l etin idaresi bu zümreye bırakı lamaz. Şu halde demokrasi Türk hal k ı n ı n kendi kül­ türüne sah i p çı kması , o kültürü, dolayısiyle Türklüğü yaşatması ba­ kımı ndan kesi n bir zarurettir. M i l let idareyi tamamen halktan kopmuş m ünevvere bırak ı rsa m i l letin d i l i n i n , d ininin, örf ve adetin i n , sanatı­ rı ı n , dü nya görüşü nün, tarih i n i n ve m i l l i şuurunun yani topyekun m i l­ li kültürünün, do layısiyle kendi varl ığ ıfl m tah ri p edi leceği anlaşı lmış­ tır. Türk kültürünün kaderi ancak vatandaş tercih i nde teminat al­ tına al ı nabilir. Bu sebeple Türkiyede, demokrasi asl ı nda bir milli kül.. tür meselesi d i r ve b i l h assa böyle olduğu içind i r ki, demokrasi tek yol­ dur ve ondan vazgeçi lemez. Yan l ı ş demokrasi tatbikiyle, kasıtlı veya kasıtsız olarak, mütemad iyen yolundan sapt ı n l arı demokrasiyi Türk ordusunun sab ı rla ve ısrarla tekrar tekrar rayına otu rtmaya çal ış­ ması da bundand ı r. Evet, demokrasi Tü rkiye için elde kalan tek yoldur . Fakat hang'i demokrasi ? Başı boşluktan anarşiye kadar her türlü gevşetici unsur­ ları içinde taşıyan ısmarlama klasik demokrasi m i ? Şüphesiz ki ha­ y ı r ! Bu demokrasi b i lhassa bugün komünizmin ağırlığı i le boy öl­ çüşecek d u rumda deği l d i r. Sosyalizmiırı de, komünizmin de d isipl i n� karşısında birer i kişer bütün d ü nya bu köhne, gevşetici, dejenere ol­ muş, kendisini m üdafaadan aciz demokrasiyi terk edecek ve otori­ ter demokrasi diyebi leceğimiz yeni b i r demokrasi şek line geçecek­ tir. l stikbalin demokrasisi bu otoriter demokrasi o lacakt ı r. Otoriter demokrasinin esasları dü nyadaki gidişten bel l i o lmaya başlamıştır. Bu esasları şu sacayağı nda toplayabiliriz: N izarn - seçi m - yetki . Otoriter demokraside cemiyet nizarnı üstün tutulacak ve korunacak­ tır . Seçim esas yol olacak ve iktidarı seç i m tayin edecekti r. Yetki tam ve kesin o lacaktır, seçenler seçi lenleri gerekli yetki lerle tam olarak teç hiz edecekler ve bu yetki kimsenin gözünün yaşı na bakmadan kul-


TÜRKIYENiN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

27l

!anılacakt ı r. Otoriter demokrasi u l u orta değ i l , cem iyetin bü nyesi:­ ne göre b i r demokrasi, nizarn koruyan kanucı lar ve o kanunların d ikta­ sı demekti r. Başta anarşinin içine en fazla g i rmiş bu lunan Fransa olmak üzere devri geçen gevşek demokrasi ler birer i kişer bu oto­ riter demokrasiye geçmektedi rler, g eçeceklerdir. işte Türkiye bir sürü yan lış demokrasi tecrübelerinden v.e sapma­ ları ndan sonra şimdi bu otoriter demokrasi, doğ ru demokrasi, ge� çek demokrasi, modercı ve i leri demo krasi yolunun başındadı r. Bu yolda i lerlemek ve rej im davasını hallederek her işin başı olan si­ yasi huzuru gerçek leştirmek için bir çok hususları � yerine geti rilme­ si laz ı md ı r. Bunları şöyle s ı ral ıyabil i riz: Demokrasi devresinde siyasi huzurun bozu lmasına sebep olan. yu kardan beri s ı ralad ı ğ ı m ı z aksaklı klar huzursuz l u k kaynağı olmak­ tan birer birer ç ı karılmalı d ı rlar. Meşru iyete sayg ı n ı n vatanperverliğin şartı olduğu kabul ed i lme­ l i , m i l l i i rade ve zü mre çatışması yol u tamamiyle kapat ı l mal ı d ı r. Ha­ kim iyet kayıtsız şartsı z m i l letindir h ü kmünün sözde kalmaması ge­ rektiği gönül lere sindirilmeli d i r. Hakl ıya, haketmişe, kazanana, meş­ ru olana itaatin küçüklük deği l , bi lakis büyü k bir fazilet olduğu idra k edilmel i d i r. Hakka, büyüğe itaatin en az e m ir vermek ve sevketmek, i dare etmek kadar g üzel ve insani olduğu hatı rdan ç ıkarı lmamalı d ı r. S iyasi meşruiyet bahsinde devrimcilik, i lerici lik, gericilik gibi vuzuhsuz peşin hükümlerden sak ı n ı l ma l ı d ı r. Türk m i lletinin sağ duyu­ sundan şüphe etmek kimsenin hakkı ve haddi değ i ld ir. Bütücı tari h bir yana, bu demokrasi devrinde de, ne zaman oyuna mü racaat edil­ m işse, Türk M i l leti nin doğ ru hüküm verdiği tecrübe i l e sabit olmuş­ tur. Bu yoldaki her türlü a rt niyetin, tertibin ve yanlış d üşüncenin, sakat ü m it ve tah minierin T ü rk M i lleti büyük b i r olgunlukta ve kararlı­ lıkla hakkından gelm işti r. Türk M i l leti hiç bir zaman gerici deği l­ d i r ve ol mam ı şt ı r. Yeni ufuklara doğru ve yen i l i ğ i n peşi nden koşmak Tü rk M i l letinin baş l ı ca tarihi vasıfları ndan biri d i r. Türk M i l leti n i ge­ ricilikle, az gelişmişlikle, menfaalini bi lmemekle, ne yaptı ğ ı n ı farket.. memekle itharn etm ek ona karşı sadece bir bühtacıdı r. Tü rk M i l leH


272

TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELE LE Ri

irfan ı yükse k bir m i llettir ve bu i rfan ona şaşılacak derecede doğru hüküm verme alışkan l ı ğ ı n ı k·azandırmaktad ı r. Türk M i lletini itharn eden yarı münevverin geri c i l i k, az gelişmi şli k ve doğru hüküm ver­ me a l ı şkan l ı ğ ı ndan nasipsizl i k asıl kendi kafas ı n ı n içkıdedir. Demok­ raside bir zümrenin tercihi değil , vatandaş ı n tercihi esastır. Hem de yalnız siyasi tercihi değ i l , bütün ekonomik, sosyal ve kültürel ter­ c i h leri esastı r. Bu tercih rej imin de, mil let varlı ğ ı n ı n da sı hhati niıfl baş­ l ı ca teminatıdır. I ktidarın m i llet tarafından değiştirilmesini bakl iyecek sabrı gös­ terrneğe gayret ed i lmelidir . Bu sabır demokrasinin temel şartların­ dan birid i r. Bu sab ı r için herkes siyasi bir nefis hakimiyeti terbiyesi­ ne kendisini terk etmelid i r. Tü rkiyede şimdiye kadar i ktidarın millet tarafından değişti ri lmesi b i r defa vaki ol muş, fakat kendi seçtiği i ktidarın yine kendisi tarafı ndan değişti rilmesi henüz nasip olmamış ve buna imkan b ı rakacak sab ı r gösterilememiştir. I ktidarı ikinci bir -defa daha değiştirme imkanını'" doğması demokrasiyi ası l temel leri­ ne kendisini terk etme lid ir. Tü rkiyede şimdiye kadar i ktidarııfl m i l l et kadar i ktidarı g eri almak ve azietmek fı rsatı ve i m kanı n ı n da açı lma­ ;Sı gerekmekted ir. Hele bu i ş iki defa tekrarlanı rsa, Tü rkiyede demok­ rasi tamamiyle düzlüğe ç ı kmış demekti r. I ktidarı n m i l let tarafından değişti ri lmesinin i l k şartı iktidara la­ y ı k bir muhalefet, daha doğrusu siyasi ekseriyet olmağa layı k bir e kal l iyet kuru lmas ı d ı r. Türk demokrasisi bu talihten bugüne kadar mahrum kalm ı şt ı r. l i k i ktidar değişikliği nden sonra ve 1 954 seçimle­ riıflden itibaren bu ü m it biraz beli rm i ş, fakat daha sonra muhalefet yan­ l ı ş tutumla doktrin hesaplarına ku rban edi lerek, uzun bir zaman için i ktidara layı k b i r muhalefetin varl ığı imkansızlaşmı şt ı r. Tü rki­ ye bugün bu talihsizliğini devam etti rmekted i r ve sol muha lefet veya ekall iyet o rtadan kalkıp i ktidar alternatifi ciddi bi r solsuz kütle par­ tisi ana muhalefet sandalyesine oturuncaya kadar da bu talihsizlik de-· vam edecektir. Bu sebeple Türkiyenin parti ler bakı m ı41dan i l k işi mu­ halefetin, daha doğrusu solcu eka l liyetin, tedavisidir. Geleceğin m u­ halefeti şimd iye kadar olduğu gibi başl ı ca karakter o larak kendisine yı kıcı l ı ğ ı veya sol y ı k ı c ı lığ ı seçmiyecek, bi lakis i ktidara namzet bir yap ı c ı l ı ğ ı n içinde g örünecekti r. M u halefetin, veya daha doğ rusu ekal­ liyetin, bu yolda tedavisi Türk demokrasisinin baş şartları ndan bi ri­ d i r ve onuıfl için muhalefet meselesi bugün Türk demokrasisi için i k-


TÜ RKIYENIN BUGÜNKÜ MESELELERI

273

tidar meselesinden daha önde gelmekte ve daha büyük ehemmiyet arzetmektedlr. Türkiyede i ktidar mücadelesi belirli sahalarda hudutlandırılmalı ve bunun için bir takım esaslar üzerinde anlaşmaya g id ilmelidir. Yan i asgari müşterekler mutlaka bulunmalıdır. Bu asgari müşterekleri dev­ let şekli, devlet güvenliği ve mil li kültür noktaları etrafında toplaya­ biliriz. Cumhuriyete, pariementer demokrasiye, devletin g üvenliğine, mi l letin ve vatsnın bütünlüğüne ve milli kültüre tam sayg ı l ı olmıya­ cak bir partiye bu memleketin kucağı açık olamaz. Bilhassa muhale­ fet veya ekalliyet sosyal adalet dışına taşafl solculuktan, sol yıkıcılık­ tan ve milli kültür düşmanlığından muhakkak vazgeçmelidir. Bu kesin şarttı r.

14 Ekim Seçimi

1 4 Ekim 1 973'te yapı lan seçimde, yukarıdan beri karakterin i çiz­ rneğe çalıştığımız yirmi beş senelik bu yanlış demokrasinin adeta bu­ tün neticeleri ortaya çıkmış ve Türkiye görülmemiş b ir siyasi istik.. rarsızl ı k devrine girmiştir. Bu seçimde hiç bi r parti iktidar olacak ek­ seriyeti alamamı ş ve bu yüzden sonu meçhul bir koalisyonlar ve ça­ resizlik hükumeti devri açılmıştır. Bu seçimlerde ortaya çıkan en dikkati çekici vakıa milli iradede görü ren zaaftı r. Bir yandan devamlı bir· zümre hakimiyeti ·kurmak iste­ yenlerin bitmez tükenmez dış baskıları, öte yandan milli iradeyi tem­ sil edenlerin ehliyetsizlik ve liyakatsizli kleri nihayet m i l lt i radeni n sılı­ hatini derinden bozmuş ve bu ku rtarıcı iradede çeşitli zaaflar mey­ dana gelmiştir. Bu zaafları doğru hüküm verme alışkanlığını bir hayli kaybetmek, tehlikeler karşısındaki hassasiyetle azalma, militanlığa ve partizanlığa teslimiyeti göze alan bir bezginlik, milliyetçi oy tabanını parçalayan dağınıklık ve perişanlık şeklinde toparlayabi liriz. Bu düşündürücü tablo neticesinde yüzde otuz iki buçukluk bir sol ekalliyet yüzde altmış yedi buçuklu k millet akseriyetinin üzerinde, ya­ n ı na sağdan bir ortak almış olmakla beraber, aşağı yukarı tek başına iktidar koltuğufla oturmuştur. Bu i ktidarın başlıca işi ise 1 2 Martın n&­ ticelerini süratle tasfiye edip o ümit devrin i kapamak olmuştur. 1 2


TORKIYENIN BUGÜNKÜ M ESELELERi

274

Mart devresi kapan m ış ve 1 4 Ekim seçimleriyle böylece Tü rkiye için sonu gerçekten meçhul çok mühim b i r d evre başlamıştır. Bu devrenin istikbal bak ı m ı ndan baş l ı ca karakteri de memlekette siyasi huzurun da, Türkiyenin bütün huzu r, istikrar ve selametinin de anahtarı n ı n solcu CH P'n i n e l ine geçmiş olmas ı d ı r. Bundan sonra her şey CHP'nin l ider kadrosunun insafına ve vatanperverl i ğ i ne ka lmış g i bidir. Şimdi l i k bütün ü m itler bu vatanperverliğe bağ lanmak du ru­ mundadı r. 1 2 Martın bu kadar sü ratle tasfiyesinden doğan bugürıkü hassas du rum yarın neye dönüşecektir, bunu kestirrnek mümkün de­ ğ i ld ir. Ancak, basındaki g ittikçe kesifleşen kampanyası i le, müesse­ selerdeki kıymetli mevzilerin ele geçirilmesi ile ve i l k a dım o larak başlayan d uvar edebiyatı i le marksizm in, b i r tecrübe daha kazanmış olarak, Türkiyede yeniden taarruza hazırland ı ğ ı açıkça bel i rmeğe baş­ lamışt ı r. Bu taarruz net i cesinde , zaten başka bakı m lardan iyice bo­ zulmuş bu lunan siyasi huzur, büsbütün alt üst olabi lecektir. Işte onurı içindir ki şimdi bunun karşısında bütün iş C H P l i derlerinin vatanse­ verli ğine kalmışt ı r. önce o vatanperver li k gösterilecek, sonra da sağ cephe kendisine çeki d üzen verecekti r . Burıların i ç i nde ise ne büyük güçlüklerin, çaresizliklerin yatt ığ ı ve dolayısıyle siyasi huzur yol ları ... n ı n ne kadar karanl ı klarla dolu olduğu görmemez l i kten gelinemez. *

Işte Tü rkiye bugün bütün bu yu kardan beri temas ed i len menfi unsurları i ç inde taşıyan b i r siyasi huzursuzluğurı ortas ı nda bulun­ maktad ı r. Şimdi rejim bahsinde Türkiyenin karşı sında i k i yol vard ı r. B i ri islah, b i ri de operasyon yoludu r. Demokrasi islah yolunu bularak bütün bu aksaklı kları g idermez ve siyasi huzursuzluk devrini kapa­ mazsa askeri m üdahaleler yolu her zaman açık kalacaktır. Bu siyasi huzu rsuzluk yalnız kend i sahasında kal arak rejimin yerine oturmama­ sına sebep olmamakta, ayn ı zamarıda bütün sosyal , kültürel ve i kti­ sadi huzur ve istikrarı da zehi rlemektedir. Türkiye rej i min yarın ne ol a­ cağı endişesinden kurtulduğu gün, b i r çok sahalarda da yarı n ı n ne olacağı endişesinden kurtu l u p daha geniş fı rsatıara kavuşacaktır. Kaldı ki Türkiyenin karş ı s ı nda b i r de büyük b i r i ktisadi refah me­ selesi, ası r l ı k fukara l ı ktarı kurtulma davası m evcutt u r. Tü rkiye , tek başına siyasi huzu ru sağiasa bi le, i ktisadi refah davası nı halletme­ den, h i ç bir şeyi yerine tam oturtmak mümkü n olm ıyacakt ı r. Esasen


275

TÜRKIYENiN B U G Ü N K Ü M ESELELER I

siyasi huzurun bozul masında, dolayısiyle memleketin karmakarışık b i r ü l ke haline gelmesinde i ktisadi d u rumun çok büyük rolü vardı r. Yan i siyasi huzursuzluğun ve siyasi kavganın en büyük konularında.., biri de i ktisadi refah davasıdır. Türk m i l l etinin fukaralık ve çaresizlik kaderini değiştirmek yanı nda, siyasi huzursuzluğun bu en büyük ba­ hanesini de ortadan kaldı rmak gerekmektedi r. Böyle o lunca, bu nok­ tada Türkiye"lin üçüncü ana meselesi, üçüncü zirve davası yine ken­ di liğinden karşımıza ç ı kmaktadı r ki o da i ktisadi kalkınmad ı r.

'


3.

İKTİSADI KALKlNMA

Bu bahiste, iktisadi kalkınma davasının Türkiyeye getirdiOi rne­ selelere geçmeden önce, iktisada bakış tarzını, iktisat anlayışını, i k� tisadı n önemini ve yerini, i ktisadi telakki üzerinde Türkiyede görülen yafllış tutum ve tatbikatı tesbit etmek gerekir. Kültür ve iktisat Bil indiği gibi iki türlü iktisat anlayışı vardır. Bunlardan biri Mark­ sizmin, iktisadı her şeyin temeli gören dünya görüşüdür; diğeri ikii­ sadın her şey, her şeyin iktisat olmadığı, hayatın temelini iktisadın teşkil etmed iği şeklindeki idealist görüştür. Hür dünya esas itibariyle bu ikinci görüşe, komünist dünya ise i ktisadı n tek esas olduğu gôrü· şüne itibar eder. Hayatın yalflız iktisattan ibaret o lmadığını, iktisadın cemiyetin esas temelini teşkil etmed iğini ileri sürmek, şüphesiz iktisadın ehem­ miyetini küçültmek demek değildir. Iktisat gerçekten insanın ve cemi­ yetin çok mühim bir dayanağıdır. Insanı n biyoloj i k ihtiyaçlarına he­ men hemen yalnız iktisat cevap verir. Sosyal ihtiyaçları karşılamakla da iktisadı n payı büyüktür. Hata ruht ihtiyaçların karşılanması«ıda bile iktisadı n bir yeri vard ı r. Ayrıca kültürün şekillenmesinde iktisadı n pa­ yının bulunduğu da bir gerçektir. Fakat bütün bun lara rağmen, ikti­ sat her şey değild ir. Cemiyete yalnız o şekil vermez, her şeyi o idare etmez. Bu noktada milliyetçilik önce kültür, sonra iktisat görüşünü benimser. Fikir maddeden, kültür iktisattafl önce gelir. Ikinci olarak, milliyetçilik iktisadı ayrı ve müstakil bir unsur kabul etmez. Bi-­ lakis, milliyetçiliğe göre, iktisat kültür unsurlarından biridir ve kül­ türün içindedir, onun emrindedir, ondan ayrılmaz. Türkiyede tashih edilmesi gereken ilk nokta işte son devirlerde solcu çevrelerin mem­ lekete yerleştirmiş bulunduğu bu, iktisadı n hayatın esas temeli oldu­ ğu şeklindeki ya('llış görüştür.


TÜRKIYEN I N B UG Ü N K Ü MESELELERI

277

Milli iktisat I k inci yanlışl ı k m i l l iyetçiliğin i ktisadi görüşü yoktur şeklindeki fikir ve iddiadı r. Halbuki m i l l iyetç i l iğ i n i ktisadi görüşü vard ı r. M i l li­ yetç i l i k yalnız manevi sahalarda, kuru lafta ve edebiyatta kalan bir doktrin değ i l ; sosyal, kültürel ve siyasi konuları n yan ında, i ktisat bah­ sini ve i ktisadi p roblem leri de içine a lan i lmi ve gerçekçi b i r dünya görüşüdür. M i l l iyetç i l i ğ i n iktisat anlay ışı n ı m i l li iktisat formülü şeklin­ de h ü liısa edebiliriz. Buna göre her mem leketin kendisine mahsus ik­ tisadi şartları vard ı r. Her memleket i ktisadi hayatı meydana getiren ay­ rı i mkan ve unsurlara sahiptir . Onun için bu an layış, bütün memleket­ lere şami l tek bir i ktisat sistemi yerine, her memleketin kendi bü nye­ sine uyg un ayrı iktisadi yapıyı gerçek olarak kabul eder. Yani m i l l iyet­ ç i l i k i ktisadi sistemleri her memlekete aynı şekilde tatbik edi lecek si­ hirli değnekler olarak kabul etmez. Dolayı siyle bir memlekette i ktisadi gelişme için tutulacak yolu ve tatbik edi lecek usul leri o memleketin kendi i ktisadi şartları tayi n eder fikrinded i r . Onun için i ktisadi sahada sisteme saplanmak yerine, hareket serbestisini muhafaza etmek, her bir i ktisadi faaliyette aklın ve gerçeğin icab ı n ı yerine getirmek, ge­ rekirse b i r işte b i r s istem i n , diğer b i r işte başka b i r sistemi n ayrı usul­ lerin i kullanmak yo lunu tercih eder. Katı ve şu m ullü sistemciliği ka­ bul etmez. Yine m illi iktisat görüşülle göre, i ktisat kü ltürün b i r parçası ol­ duğu için ondan ayrı düşünü lemez. Cemiyetin diğer kültür unsurları nası l kendi gerçek gel işme seyri içinde mevcut ise, i ktisat da bir ce­ m iyetin tarihi geliş im inde akıp g iden gerçekleşmiş i ktisadi hayatın çiz­ glsinden dışarı ç ı kamaz. Yani cemiyeti n kuru l u d üzeni ne ise ; yerleş­ miş, yü rüyen, geliştirilell , kültür telakiklerinde kökleşmiş bulunan ve kanunlarında ifadesini bu lan maddi d üzeni ne ise, m i l li i ktisat siste­ m i , yapısı ve düzeni de odur. M i l l iyetç i li k ku ru lu iktisadi düzenin ta­ rihi ve tabii akışı n ı değiştirecek bir sapmayı kabu l etmez . M i l li iktisat devrimci değ i l , ancak tekamülcüdü r. Yine m i l l i i ktisat görüşüne gö­ re, kültürü n bir unsuru olarak, iktisadi hayat da diğer kültür unsurları ile ahenkli bir bütünlük ve paralellik içi nde b ul u11ma l ı d ı r. M i l li i ktisat görüşünün reddettiği b i r husus da i ktisada iktisadi tedbirlerin d ışında çare arama yoludur. I ktisadi setalet edebiyat ı n ı n hiç b i r iktisadi derdi halledemiyeceğ ini m i l l iyetçi ler b i l i r v e b u n u red­ dederler. I kinci çare bulma yolu olarak ortalığı kapl ıyan şey, sömür-


278

TÜRKiYEN I N B U G Ü N K Ü M ESELELERI

me edebiyatıd ı r. M i l letierin m i l letleri, fertlerin fertleri söm ürmesi var­ d ı r. Fakat bunun önüne geçme çaresi sömürme edebiyatı değ i l , sö­ mürülm iyecek kadar akı l l ı olmaya çalışmakt ı r. Bu akı l, kuvvet, fı rsat dünyasında aklı.rıı kul lanarn ıyanı ve kendisine ait olana sahip olm ıyanı herkes sömürür ve bunun için sömürene kızman ı n da pek bir faydası yoktur. Bu itibarla m i l l i i ktisat felsefesinde setalet edebiyatı ve sö­ m ürme yayg araları yer almaz, ve m i l l iyetçi ler bu nlara itibar etmezler. M i l l iyetç i l i k Tü rkiyeni n i ktisadi dertlerine kavga il e , düşman l ı k l a , tefrika i le, bütün kuvvetleri birbirinin karşısına geç i rerek çare bu­ lunamıyacağı n ı b i li r. Ve yine b i l i r ki i kt isat akı l l ı us.l u çalışmak ve sab ı r meseles id ir. Yoksa m i l liyetç i l i k Türkiyeflin ve Tü rkiyedeki her insanın i kti sa­ di çaresizlikten k u rt u lması davası n ı katiyen i kinci plana itmez. M i l­ l iyetç i l i k f u kara l ı ğ ı n Türk m i l letinin kaderi olmaktan ç ı karı lmasını her akımdan ve her zümreden daha fazla ister. Devletçe ve m i l letçe bu yolda gösteri len gayretierin aziz ve mukaddes olduğunu ve bunların üzerinde titrernek gerektiğini herkesten iyi takdi r eder .

Geri kalrrıı şlık edebiyatı M i l l iyetç i l i k , Tü rkiyede estiri len geri kalmışlık havas ı n ı n da karşı­ sı ndadı r. Bu hem yanl ış, hem de maksat l ı d ı r. öyle ki bu geri kalm ı ş­ l ı k edebiyatı Tü rkiyede ten kit ve teşv ik hudutlarını çok aşarak m il le­ tin yaşama kudretini, hayat mücadelesi azmini ve refaha kavuşma ümidini ta hrip edecek b i r aşağ ı l ı k d uygusu, b i r moral çöküntü ya­ ratma hedefine yönelm iştir . Halbuki Tü rkiye ısrarla tasvi r ed i l d i ğ i g ib i b i r geri kal m ı ş l ı k için­ de değ i ld i r. Bi lakis Türkiyede büyük istikbal vadeden muazzam bir i ktisadi gelişme mevcutt u r. Türkiyeni n ası r l ı k fukara l ı ktan bir anda kurt u lması zaten beklenemez. Buna m ucize b i le kati değ i l d ir. Fakat Türkiye41i n i ktisadi bakımdan yerinde saymadığ ı ve büyük ham leler içinde olduğu da m uhakkakt ı r. Türkiye ası rlardan beri i l k defa elli y ı l harp görmeyen b i r ü l ke olmuştur. lsti klal Harbinden sonra Atatürk ve etrafı ndaki b i r avuç arkadaşı, yakı lmış yıkılmış bir vatan ve çocuk­ lardan, i htiyarlardan, sakatlardan, kad ı nlardan müteşekkil üç beş m i lyonl u k b i r i nsan g ü cüyle karşı karşıya kalmışl ardı r. Bugün ar-


TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü MESELELERI

279

kaya dönülüp bakı l d ı ğında, Türkiyenin o durumdafl mucize sayı labi le­ cek b i r şeki lde sıyr ı l ı p yü ksek b i r i ktisadi seviyeye geldiği görül ü r. Türkiye son devirde adeta baştan başa b i r şantiyeye dönmüştür. Bu­ nun neticesinde Türkiye pek yakında kendi kendisine yeterli o l ma hududunu aşacak ve i ktisadi refa h ı n kapısını çalacaktır. Bunu gör­ memek için, eğer maksatlı değilse, iflsanın kör olması laz ı m d ı r. Ikti� sadi kalkınmanın en iyi ölçüsü halkın yaşama seviyesindeki d üzelme­ dir. Tü rkiyede köyde veya şehird e bu d üzelme bütün a lamet leriyle gözler önündedir. Fakat hemen i lave edelim ki bu gerçeği kabul, i ktisadi sahada çok daha büyük gayretler sarfedi l mesi hakikatine g özleri kapamak demek değ i l d i r. B i lakis m i l l iyetç i l i k gelişmede, kalkı nmada ve refah­ ta hudut tanı mazl ı k bakımından herkesten önce g iden bir akı m d ı r. Yapı lanları hiç b ir zaman kafi görmemek ve daha çok atı lım, daha çok i lerleme m i l l iyetçiliğifl başlıca i ktisadi parolasıdır. Tü rkiyenin fukaralı ğ ı nda m i lli k ü ltürün ve m i l letin bir mesul iye­ ti de yoktur. Bu fukaral ı k Türkiye için esas itibariyle tarihi mukad­ derat ı n kaçın ı lmaz b ir neticesidi r. Türk M i lleti 1 8. asra kadar böyle b i r fukaral ı k içinde d eğ i l d i ve devlet olarak da, m i l let o larak da her­ kesten ilerdeydi. Son iki ası rda Türk m i lleti hemen hemen b ütün hayatı nı vatan m ü dataasma vermiş ve böylece i ktisadi durumu d üşü­ necek vakit bulamamıştı r. Ayrıca Türk m i l leti bütün tarih boyuflca dev­ let idaresiyle meşgu l olan , ü l kelere ve m i lletiere nizarn teminiyle uğ­ raşan, i ktisadi hayatı n temelini teşkil eden ticaret ve imalat işlerini başkalarına görd ü ren, bu yüzden ticareti n v e ist i hsa lin uzun zaman adeta acemisi olan b i r m i llettir. Bunlara b i r de d ışarıd a patlayan sa­ nayi iflkılabını kaç ı rmak şanssıziiğı ve tedbirsizl i ğ i eklenirse Türkiye'­ nin fukara l ı k ve çaresizli k tablosu tamam lanmış olur. Türkiye, cumhu riyetten sonra bu fukara lı k kaderini ve tablosu­ nu parçalamak için vakit kaybetmeden , hemen cepheden iktisada dö­ nerek işe koyulmuştur. Atatürk bunu herkesten iyi aniayarak iktisa­ di kalkı nma savaşın ı derhal başlatm ıştır. l i k devrenin çaresizliği ve imkanları insafla düşünülürse, bu başlang ı ç safhasında küçümsene­ m iyecek işlerin yapı l d ı ğ ı açı kça görü l ü r. Bu safhada mencucat ve şe­ ker fabrikaları ve d i ğe r sanayi kuruluşları boy göstermeğe, bankalar kurulup gel işmeğe, sermaye birikimi için büyük gayretler sarfedilme­ {Je başlandı ğ ı g ib i, Türkiyenin bugüne kadarki en büyük i ktisadi eser­ lerinden b i ri olan demiryolları da bu devrenin unutulmaz bir ab idesidir.


280

TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

Türkiye bu d id inme içinde i ken I kinci Dünya Harbi patladı . B u harp devresi, çalışa., b i r b u ç u k m ilyon insan ı n silah altında tutul du­ ğ u , i ktisadi hayat bakı m ından talihsiz b i r d u rg u n l u k ve bekleme dev­ residir. Türkiye bu devrede hudutları beklemekten başka bir şey ya­ pacak durumda değildi. Harbin bitiminden kısa b i r müddet sonra Türk i ktisadi hayatın­ da b üyük b ir patlama olduğu görül ü r. Bu Demokrat Parti devridir. Bü­ tün kusurlarına, siyasi başarısızlıklarına, çok yan l ı ş ve tecrübesiz devlet i daresine rağmen, hatta enflasyonist i ktisadi politikasına rağ­ men, bu devre Türk i ktisadi hayatını., i l k defa şahlandı ğ ı ve büyü­ me krizine tutulduğu devre d i r. B u devrede her i ktisadi gelişme için gerekl i olan kazanç şevki, kazanma h ı rsı , iktisadi durumunu sü ratle iyileştirmek heyecanı Türk i nsanı n ı n gönlüne, yüreğine ve kafasına girmiş ve hakim o lm uştu r. Bunun neticesinde Türkiyede iktisadi ha­ yat b i rdefl b ire müthiş b i r can l ı l ı k içine atı l m ı ştı r. Bunun arkası ndan i ktisadi gelişmede ikinci dev ad ı m ı Tü rkiye A.P. i ktidarı zamanında atmıştı r. Bu kısa devrede Türkiyeye yeni bir Tür­ kiyenin katı ld ığı gerçekt i r . Ve bugün arka arkaya gelen ve geometri k bir şekilde g e l işen bu iki merhaleden sonra Türkiyenin i ktisad ı tam bir büyüme içine g i rmişt i r denil eb i l ir. Bu mes'ut g idişte devletin e linde geleceği., müreffeh Tü rkiyesini ku racak y ü ksek potansiyeller mevcuttur. B u nların başl ıcaları nı bü­ y ü k b i r i ş gücü , sanayi leşme, tekni k ziraat ve tu rizm olarak sı ralıya­ blliri z. Diğer kuwet kaynaklarının başında gelen işçi dövizlerini de b u n a ekleyebil i riz. B u i ktisat potansiyeli i l e Türkiyenin i ktisadi kalkın­ masını tamamlamaması için hiç bir sebep yoktur. Yeter ki dış ve i ç d üşma.,lar ve siyasi huzursuzluklar, sosyal ve kültürel tedbirsizli k­ ler Türkiyenin ağz ı n ı n tadı n ı bozmasın. Hülasa Tü rkiye üçüncü d ü nyadakiler gibi her bakımdan geri ve geri kalmış, gelişmemiş, az gelişmiş b i r memleket değ i l ; büyük, asi l , görmüş geçirmiş fakat son zamanlarda fak i r düşmüş ailelere benze-­ yen b i r memlekettir. Fakat bu fukaralı ktan kurtu lmanın yolunu da bu lmuştur ve pek ya kında kendisine lay ı k i ktisadi hayat seviyesine u l aşaca kt ı r. Tü rkiye m ütemadiyefl i şlendiği gibi i ktisadi sefalet, fe­ laket ve çöküntü içi nde katiyen değildir. Tü rkiye yeni yeni kendisini bulmakta ve Türk insan ı ticaretin, sanayiin, i ktisadi hayatı n acemiliği-


T Ü RK IYEN IN B UG ÜN K Ü MESELELERI

281

ni henüz yeni yen i üzerinden atmaktad ı r. Her sahada daima büyü k imtihan vermiş bulunan Türk gücü, hiç şüphe yok, bundan sonra i kti­ sadi başanya da ulaşaca kt ı r.

Iktisadi sistemler Bugün yer yüzünde bel li baş l ı olarak iki iktisadi sistem mevcut­ tur. Bunlardan birine kapitalizm, d iğerine sosyal izm denmekted ir. Kapitalizm aslında li beral iktisat düzeni demektir ve aslında onu h ü r i ktisat, serbest i ktisat g ibi bir isimle adland ı rmak lazımd ı r . Fakat M arks bu ekonomiye sermaye ekonomisi manasma gelen kapitalizm adını verm iş ve batı da marksistıeri., bu ısrarlı kullanışını kabullen­ m iştir. Halbuki h ü r veya serbest ekonomi bugün hiç de tam bir ser­ maye ekonomisi demek değ ildir. , Bu ekonominin, m ü h i m b i r unsuru­ nu teşkil eden sermayenin yanı nda, başka unsurları da vard ı r. Bu i k­ tisadi sistemin i l k şek l i 1 9. asrın " Bırak ı n ı z yapsın lar, b ı rak ı n ı z geç­ sinler u d üstu runu esas alan l iberal izmi idi. 1 9 . asrın bu i ptidai kapi­ tal izmi sonradan gel işerek çok değişmiş ve bugünkü serbest i ktisat düzenine u laşmışt ı r. Bugün kapitalizm denen bu serbest iktisat d üzeninin esasları şunlard ı r: 1 2 3

-

4 s

-

6

-

7

-

s

-

-

-

Ferdi m ü l k iyet Hür teşebbüs I ktisadi rekabet Tabii d üzenleme Tekam ülc ülük Hü rriyetçi veya parlamenter demokrasi, yani siyasi l ibe ra­

l izm S ı n ı rsız , tahditsiz hür sendikac ı l ı k Manevi değerlere saygı

Bu tablo içinde bütün gelişmelere ve islah ted bi rlerifle rağmen üç zaaf daima mevcuttur. Bunlardan b i ri n isbetsizlik, yani gelir dağı­ l ı mı n daki, kazançlardaki farkl ı l ı kt ı r, sosyal adaletsiz l i ktir. Ikincisi bu sistemde bul unan, her cemiyetin bünyesinin kald ı ram ıyacağı gelişi gü., zel l i k ve bundan doğan sun'i neticelerd i r (Silah fabrikaları nın harbi


TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERi

282

ve çatı Şmaları teşvik etmesi g i bi). üçüncü kusur sistem deki beynel­ m i l e l l i ktir; bu yüzden şirketleri n m i l li hudutları aşarak devletlerin ü stünde m i l letler arası h ükmedi c i kuvvetler hal ine gelmes i d i r. Sosya l izmin başl ıca unsurlarını da şöyle sı ral ıyabi l i riz : 1 2 3 4 5 6 7 8 9

-

-

-

-

-

-

-

-

-

Ferdi m ü l kiyets iz l i k Devlet işletmec i l i ğ i E m redici p l a n Iş mükel lefiyeti Devrimcilik Tek parti d i ktetörlüğü Hür sendikac ı l ı ğ ı n yokluğu S iyasi, sosyal, kü ltürel, ekonom i k hü rriyetsiz l i k Dinsizl i k ve materyalizm

Sosya l izmifl bünyesindeki zaafları ise, gayri .tab i i l i k, ferdi teşeb büs ve kabil iyeti öldürme, memur zihniyeti, fardin yaratıcı gücünden mahrum ol ma, d üzeni ve g id işi alt üst eden d evrimc i l i k noktaları et­ rafında top l ı yab i l i riz. Sosya l izmin en büyük mahzuru iktisat dışın� daki sosyal ve kü ltü re l sahayı da tahakkü m ü altına almasıd ı r. Hal­ buki kapital izm yalnız i ktisad ı n içinde kal ı r. Buna mukab i l sosya l izm i ktisad ı n d ı şı ndaki yan sahaları da beraberinde sürükler. Yukarıdaki uflsurlar l i stesinin sonundaki maddeler, doğrudan doğ ruya ekonomi­ yi i l g i lendirmed iği halde, bu sebeple i ktisadi sistemlerin karakterine bir yan saha olarak d a h i l edilmişlerd i r.

Karma ekonomi Kapitalizm bütün memleketlerde hep ayn ı ölçülerde tatb ik ed i l­ medi ğ i g ibi, sosyal izm de bütün komünist memleketlerde ayn ı katı­ l ı kta tatbi k edilmemektedi r. Böylece her iki s istem in yer yüzünde derece derece çeşitl i şek i l lerine rastlanı r. Bu arada kapitalizm i le sosyal izm bazı memleketlerde birb i rlerine yaklaşmış ve bir takım . karşı l ı k l ı tavizlerle katı doktrin anlayışından derece derece uzakla� şarak, b i rb i rleriyle bazı noktalarda b i rleşmişlerdir. Kapital izmifl en tam tatb i k edildiği memleket Amerika, sosyal izmin en aşırı şekilde tatbi k edildiği mem leket Sovyet Rusyad ı r. Kapitalizmle sosyalizmin , daha doğrusu her i k i sistem in bazı un-


TÜRKIYEN I N B U G Ü N K Ü M ESELELERI

283

surlar ı n ı n b i rbirine yaklaşması neticesinde b u g ü n bazı memleketler­ de b i r orta yol sistem i doğmuştur, denileb i l i r. Bu orta yol sistemi kar­ ma ekono m i d i r. Ş üphesiz esas i ktisadi sistemler kapitalizm ve sos­ ya l izm olarak i k i taned i r. Ve karma ekonomi daha çok kapital izmin u l aştı ğ ı yen i bir marhaleden ibarett i r. Fakat b u ekonomide devlet i k­ tisad ı n ı., hudutları fert iktisadı sahas ı n a sok u l d u kç a , i ktisadi sosya­ l izme yaklaş ı lm akta ve böylece ne kapitalizm, ne de sosya lizm olan üçüncü b i r şekil ortaya ç ı kmaktad ı r deni leb i l i r. Karma ekonominin esas unsurları n ı da şöyle s ı ra l ı yabiliriz:

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10

-

Ferdi m ü l kiyet

-

H ü r teşebbüs

-

I ş birl i ğ i

-

Devlet kontrol ü

-

-

-

-

-

-

lhtiyari p l a n lama Sosyal adalet H ı z l ı tekam ü l c ü l ü k S ı n ı r l ı , tahditli h ü r send i kac ı l ı k H ü rriyetçi parlamenter demokrasi Manevi değerlere sayg ı

Işte Tü rkiye n i n b u g ü n kü i ktisadi düz9(1i bu karma ekono m i d i r. Karma ekonomi Tü rkiyen i n tarihinden, fert ve cem iyet yap ı s ı ndan, i ktisadi gerçeklerinden doğmuş b u l u nan tabii ve can l ı kuru l u düzen i ­ d i r. NIÇIN VE NASIL KARMA EKONOMi

Tü rkiyen i n ekonom i k sistemi sosyal izm olamaz . Çünkü sosyal i zm Tü rkiye i ç i n sadece bir eko.,om i k sistem meselesi değ i l , ayn ı za­ manda var olma veya yok olma mese les i d i r. Tü rkiye y a l n ı z i ktisadi sosya l izmle işe başlasa b i l e bu T ü r k tari h i n i n sonuna bir çizgi çek­ mek o lacakt ı r. Sosya l izm zaten yal n ı z bir i kti sadi sistem değ i l , bü­ tün cem iyeti h ü km ü a l t ı n a alan ve hiç b i r şeyi d ı şarıda b ı rakm ıyan i nh i sarcı ve ş ü m u l l ü sosyal bir d üzendir. Türkiyenin şartlarında b i r memleket i s e sosya lizmin bu y a n tesi rlerind9('} kurtulamaz v e onun kurbanı o l u r. Kaldı ki sosyal izm yal n ı z bir i ktisadi sistem olarak d a başarı göstermemiş v e saadet getirmed i ğ i n i i s b a t etmiştir. Z o r k u l.. l anmadan bu sistemi n yerleşmesine de i mkan yoktur.


TORKIYE N I N B U G Ü N K Ü M ESELELER t

284

Türkiye i ktisadi sosyal izmi deneme zaman ı n ı d a geçirmiştir. Ku­ r u l u klasik ve gelişmiş b i r i ktisadi yapın ı n sosyalizme dönüştürülme­ si her cemiyeti altüst eder ve i ktisadl gelişmey i bozar. Sosyalizm ba­ zı meziyetleri ve bazı zaruretler dolayısiyle cemiyatıerin ancak muay­ yen bir tarih an ı41da denenebi l i r. Bu tarih a n ı çok geri kalmış, h i ç b i r şeyi o l m ıyan b i r cem iyet i n i ktisadi hayat ı n ı yeniden kurma, böy­ lece yen i b i r düzeni n başlang ı c ı anıd ı r. O anda cemiyet ya y ı k ı l m ı ş­ t ı r, veya yoktan b i r var l ı k yaratmak mevki inded i r. I şte sosyalizmin denenebi lece!)i tari h a n ı b u d u r. Onun i ç i41di r ki sosyal ist ekonomi ya i htilal i le, yani i h t i l a l şartlarına d üşecek kadar yı k ı l m ı ş olan memleket­ lerde veya m ü steml ekeci l i � i n emperya l i st ekonomi si nden başka b i r i ktisadi var l ı � ı olmıyan, i kt isadi hayatı yabanc ı l a r ı n e l i nde b u l unan, sömürgec i l i kten yen i ku rt u l m u ş ve emperyal i st kapital izme karşı bü­ yük b i r nefretle dolu ola41 yeni devletlerde yürürlü{Je kon u r . I ktisadi hayatı i lerlem i ş memleketlerde ise adı ve ananesi sosyal ist olan b i r parti i ş baş ı na geld i Q i h a l d e b i le kuru lu düzeni fazla değ işt i reme­ mekte ve sosya l izm i kuramamaktad ı r. öte yandan kader i cabı sosya­ l izmin pençesine düşmüş ve onu terc i h etm i ş memleketler de arka arkaya sistemden taviz vermek yol u n a g i derler. Türkiye sosyal izm i n denenabi ieceğ i b u tar i h an ı n ı lsti klal Harbin­ den S041ra yeni devlet k u r u l urken yaş a m ı şt ı r . Fakat Atatürkün sağ­ lam ve i leri görüşü i le, bu zayıf a n ı nda kend i s i n i sosyalizme kapt ı r­ mamış ve devletçi l ikle i ktifa etm i ş, tabii çok iyi de yapm ı ştı r. Bugün art ı k Tü rkiyede her sahada büyük sermaye b i r i k i m i mey­ dana gelm işti r. Fertterin çaresiz l i ğ i , devletin b i n b i r i ş i yan ı n d a b i r de i ktisadi meşgale i le bunalmasına mahal b ı rakmıyacak şekilde i ktisa­ di faa l iyetin büyük yükünü omuzuna alacak hale gelm iştir. Büyük şir... ketler, holdingler marhalesine u l aş ı lm ı şt ı r. Bu d u rumda art ı k her iş yal n ı z devletin karşı sıflda değ i l d i r. Böyle b i r d u rumda yan l ı ş ve yı k ı c ı teşvikiere u y u p i ktisadi sosyal izme geçmek Tü rkiye n i n kuru l u düze­ n i n i ve ekonomik gel işmes i n i a ltüst eder ve Tü rkiye b u sars ı nt ı n ı n al­ tı ndan kal kamaz. Ayrıca Türkiye ferdi m ü l kiyette n , istihsal vasıta l ar ı n ı n m ü l kiyetin­ den vazgeçemez. M ü lkiyet Türk kültürünün ve Tü rkün d üflya görüşü­ nün vazgeç i l mez icab ı d ı r. M ü l kiyel i n ortadan kald ı rı l ması Türk ce­ m iyetinin şartla rında olan b i r cemiyette i ktisadi gelişmenin ve isl i h­ sa l i n itici gücünün de kaybol ması demekt i r.


T Ü RKIYEN I N B U G Ü N K Ü M ESELELERI

286

Türkiye h ü r teşebbüsün yaratıcı g üc ü nden . b i r an bile mahrum o l man ı n dondurucu neticesini göze a lamaz. Kendisini kar endişesin­ den uzak, iş takibinde ve netice almada acelesi b u l unmayan, ticari ölçü lerden mahru m , akıncı olmayan memu r zihniyetine, memur eko­ nomisine, memur işletmec i l i ğ ine terk edemez . Tü rkiye hür teşebbüsün .aynı zamanda teknik yeni l i ğ i n ve medeni tekfı.mü l ün öncüsü olduğunu görmekte ve cemiyet i n böyle b i r öncülüğe büyük b i r i htiyacı olduğu­ n u idrak etmekted ir. Fakat Tü rkiye yaln ı z kapitalizmin ve hususi teşebbüsün e l i nde de kalabi l ecek şartlarda bulunmamaktad ı r. Kapita l i z m i n d izginsiz gi­ d işine ve kendi içinde tabii olan, kendi kendisini ayarlıyan keyfi ni­ zam ı na Türkiyenin bü nyesi ne iktisadi bak ı mdan, n e de sosyal bakım­ dan taham mül eder. Türkiye kontrol sü z mutlak b i r kapitalizme kar­ şı m ü cehhez hale gelmiş bir cemiyet değ i ld ir. öte yandan memleket­ te hususi teşebbüsün yapmad ı kları veya yapamad ı kları fakat yapı l­ ması lazım gelen m ü h i m işler de vard ı r. Bu iki boş l u ğ u doldurmak üzere devlet i ktisadi hayata karışmak mecb u riyetindedir.

DEVLET MODAHELESi Devletin i ktisadi hayata karışması ise devletç i l i ktir. Devletçi likte bir i ktisadi hayatı kontrol, bir de yat ı rı m ve i şletmec i l i k yapmak val"'­ d ı r. Ancak devletç i l i ğ i n hudutlar ı n ı çok iyi çizmek lazı md ı r. Devlet­ ç i l i kte esas o lan i ktisadi ve sosyal hayatı kontrol etmektir. Yatı rım ve işletmec i l i k i kinci derecede kal ı r. Fardin el atmad ı ğ ı , atamayacağ ı veya atması doğru olmayan zaruri sahalar d ışı nda devletin yat ı r ı m ve işletmec i l i ğ i doğru d eğ i l d i r. Yatırım ve i şletmec i l i k devlet kapitalizmi demekt i r. Bunu her sahaya yaymağa devletin gücü yetmeyeceği gibi, ferdi teşebbüsü devreden çı karmak da devlete b i r şey kazan d ı rm az. Bu bah iste s ı n ı rs ı z ve ferdi d ışarda b ı rakan inhisarcı bir devletçi li k zaten sosyal izm d e m e k o l u r. Onun i ç i n devletç i l i ğ i n bu ikinci ş ı k k ı ön plana geçiri lemez ve işletmeci l i ğ i n s ı n ı rları genişlet i l meye heves edil emez. Tü rkiye n i n devletçiliği i ktisadi kontro l ü ve ayarlamayı esas alan b i r devletçil i k olacaktı r. Devletin i ktisat yapm ası Türkiye için he­ def o lmayacaktır. Devlet zaruri sahalar d ışında işletme de, ticaret de yapamaz. l ktisadt hayatta ferdin potansiye l i n i kul lanmak esastır. Esas istihsal vazifesi n i h ususi teşebbüs omuzuna yükleyecek, devlet de b u n u kontrol edecek ve vergisini a lacaktır. Yani Türkiyenin devletçi-


286

TÜRK iYEN IN B U G Ü N K Ü M ESELELERL

l i ğ i ferdi teşebb ü s ü esas alan, hususi sektöre yönelen , onu teşv i k eden, gerek i nce de ona yard ı m d e n , sosyal devlet hudutlarında kalan bir devletç i l i k o l m a l ı d ı r.

Bi RLiGI

EKONOMiSi

Şu halde Tü rkiye n i n dev letçi l i ğ i iş b i r l i ğ ine dayanan bir karma ekonomi içi nde kalmak d u rumundad ı r. Bu ekonomide devlet sektörü ile hususi sektör b i rb i riyle çekişmeyecek, b i rb i r i ne karşı o l m ayacak, kuvvetleri dağ ı tma yarı ş ı na g i rmeyecek, b i lakis b i rb i r i n i tamaml aya­ cakt ı r . Işte karma ekonomi ne kapita l izm g i b i fert eko n o m i s i , ne sos­ yal izm g i b i devlet ekonom isi olmayıp ahenkli iş b i r l i ğ i ekonom i s i d i r. Bu ekonomide esas a ğ ı r l ı ğ ı ve dolay ı siyle önce l i ğ i hususi teşebbüs üzerine a l ı r, devlet teşebb ü s ü onu i k m a l ederek, ahen k l i bir iş i şb i r l i ğ i çerçevesi nde ç a l ı ş ı rlar. B u iş b i r l i ğ i n i n aheng i n i de devlet

kontrol

eder.

DEVLET KONTROLÜ

Devlet kontro l ü , b i r çok kapital ist mem leketlerdeki sosyal siya­ se t vazifes i n i n yerine geti ri l mesi nden i baret o l a n

devlet m üdahale­

s inden daha i leri b i r karışmad ı r. Ası l kapita l i st ü l kelerde devlet sos­ yal ted birleri yerine getirmek için sey i rc i b i r hakem d u rumunda bu­ l u n u r. Karma ekonomide i se sosyal hake m l i ğ i n yanında, i ktisadi ha­ kem l i k , yani devletin iktisadi hayatı tanzim

m üdaha lesi de bahis

konusudur. Böylece devlet işletmec i l i k yapa rak edeb i l i r . As ı l

i stihsale de işt i rak

kapital izmde devletin istihsal yapması

bahis konusu

değ i ld i r. Bazı kapital ist ü l kelerle sosya l i st etiket t i kapital i st ü l kelerde ise madenler, a ğ ı r sanayi v.s. g i b i bel i rl i sahalarda devlet i stihsale de karı ş ı r. I şte karma ekonomide de m adenler, stratej i k i m alat, bazı ağ ı r sanayi ve bir çok esas kamu h izmet lerinde devlet ist i hsale ve i şletmec i l i ğe ·karışabi l i r. B u n l a r ı n d ış ı n d a devlet i n ekonom iye

esas

iştiraki, kontrol vazifes i n i yapmakt ı r.

PLANLI EKONOMi

Bu vazifeyi yaparken i l k iş olarak devlet plan l ı ekonomi siyaseti g ütmek mecbu riyetinded i r. Fa kat bu plan sosyal i st ekonomide o l d u ğ u


T Ü RK iYEN i N B U G Ü N K Ü M ESELELE R I

287

g i b i zorlayı c ı , emred i c i değ i l , memleketin tabii i ktisadi gel işmesine g ö re haz ı rl a('] m ı ş i l mi b i r plan d ı r. Sosya l ist planda bazen d i ktatörün şahsi i rade ve görüşü peşin hedef a l ı nara k b u n a göre planlama ya­ p ı l ı r. Zu zorlama p l a n ı n neticesi önceden kest i r i lemez . Karma ekono­ m ide ise tabii pl�ınlama vard ı r, p l a n ı n gösterd i ğ i iş sahala r ı n ı seç­ mekte hususi teşebbüs serbestt ir. Kapita l i zmde ise tabii her hang i b i r p l a n değ i l , i kt i sad ı n kendi ken d i s i n i düzenlemesi esastır.

SOSYAL ADALET

Karma eko('] o m i sosyal adaletç i d i r. Sosyal adalet, sistem ne o l u r­ sa olsun, zaten b u g ü n bütün d ünya n ı n m a l ı o l muştur . Ancak sistem­ ler b u n u ayrı yo l l a rdan tem in etmek gayretinde ve iddiasındad ı rl a r . Sosyalizmde s ı n ı f m ücadelesiyle

ve s ı n ı f farkı kald ı rı larak

sosyal

adaletin tem i n ed i l d i ğ i iddia o l u n u r . Kapital izmde sosyal adaleti tem i n i ç i n kuvvetlerin h ü r b i r şeki lde karşı laşmas ı n a i m ka('] vermeye önem veri l mekted i r. Devlet bu konuda d a h a çok seyi rci b i r hakem d u r u... m u nd ad ı r, ve işe fazla karışmadan tarafları n serbest o l a ra k anlaşma­ s ı n a ağ ı r l ı k veri r . Karma ekonom ide ise sosya l adalet i ş i n i devlet faz­ laca üzerine a l m ı ş ve bu hususta ç a l ı şan ı n h i m ayesi tarafı na ağ ı r l ı ğı­ n ı koyarak b u n u n takipç i l i ğ i vazifes i n i üzerine y ü k lerım i ştir. Sosyal adaletç i l i k yo l u nd a kapital izm ile sosya l iz m i n o rtasında b i r yer işg a l eder.

SIN IRLI

SENDiKAClLlK

Bu yüzden sosyal izmde h ü r sendikac ı l ı ğ a l ü z u m kalmam ı şt ı r. O i ş i zaten devlet görmekted i r. Onun i ç i n arda ancak d ı ş dü nyaya kar­

şı ve s i stemin r u h u n a uymak üzere göstermel i k b i r sendikac ı l ı k mey­ cut olab i l i r . Kapital izmde ise kuvvetlerin serbest a n l aşması esas ol­ d u ğ u içi('], s ı n ı rs ı z, tahditsiz tam b i r hür send i kac ı l ı k vard ı r . G rev ve lo kavt hakkı tam d ı r. Umumi grev hakkı d a mevcutt u r. Karma ekonomi­ de ise böyle bir kapital i st sistem icabı olan sen d i kacı l ı ğ a el bette ki i m kan da, l üzum da yoktur. Bu sistemde işç i n i n haklarını takip et­ meğ i , böylece sendikac ı l ı ğ ı geniş ölçüde devlet üzerine a l m ıştır. Ay­ rıca devlet b i r yandan i ş veren d u ru m u ndad ı r . Böyle olunca tam b i r h ü r send i kacı l ı k i şlet i leb i l i r m i ? Devlet kendi sektö r ü nde iş veren ta­ raf ı , hususi sektörde işçi tarafı ro l ü nded i r . işçi i l e i ş ver8('] i n b i rb i r­ leriyle köhnem i ş s ı n ı f kavgası h ü rriyeti içinde karşı karşıya gelmesi-


TÜ RKIYEN i N B U G ÜN K Ü MESELELERI

288

ne seyirci o l ab i l i r m i ? Aynı şeki lde memleketin karma ekonomiyi ge­ rektiren zayıf bü nyesi hudutsuz bir lokavta da seyirci kalıp, çal ışma­ s ı na ü l kenin m uhtaç olduğu makineleri atı l b ı rakamaz. Bu sebeplerle karma ekonomide s ı n ı rl ı bir sendikacı l ı k vard ı r. Umumi g rev ve lo­ kavt hakkı düşünülemez, toplu sözleşmelerin çığı rı ndan çı karı lması.. na müsaade edi lemez. Ne i şçi sendikası tahakkü m üne, ne de iş ve­ ren keyfiliğine müsaade e d i l i r. Bu hususta devlet ihtilafa daha başı n­ dan m üdahele eden aktif hakem durumundad ı r. Hatta gerekirse toplu sözleşme usulü kald ı r ı l arak eşel mobil sistemi çerçevesinde işçi üc­ retlerinin otomati k olarak artı rı lması ve aya rlanması düzeni yerleştiri­ leb i lir. Veya ücretierin ve ü cret ayarlanmas ı n ı n mahkeme yoluyla te­ m in i c i hetine de g id i lebilir. H ülasa karma e konomideki send ikacı­ l ı k, işçinin hakkını kendisi, kendi kuvvetiyle, zorla alan bir sendika­ c ı l ı k değildir ve olam az . Bu sendikac ı l ı k işçinin ü cret konusunda kav­ gacı l ı k temsilcisi değ i l , işçinin çeşitli sosyal mesel elerinde devlete ı ş ı k tutacak müşavere enstitüsü ve yard ı ml aşma, dayanışma teşki­ latı gibi çalı şacakt ı r. Bu send i kac ı l ı k yalnız işçi meseleleri hudutları içinde kalmaya, devletin her işine karışmamağa, her işte akı l öğretrne­ ğe kalkmamağa, siyasete bulaşmamağa, ayı n c ı l ı k u nsuru haline gel­ memeğe , ayrı bir işçi m i l l eti yaratmak hevesine kap ı lmamağa, m i l li a henk ve bütünlüğ ü gözden uzak tutmamağa , medası geçmiş kavgacı sendikal ist doktrinin akıntısına kap ı l ı p s ü rüklenmemeğe, işçi sınıfı ve dünya işçi lerinin bir sınıf olara k bir bütün teşkil ettiği masallarına kendisini kaptı rmamağa itina etmek zorundadı r.

HlZLI TEK A MÜLCÜLÜK

l·ktisadt gelişmede karma ekonomi nin usulü i se h ı z l ı tekA mül­ c ü l ü ktür. Sosyalizm devri m c i l i k p rensibine bağ l ı d ı r. Şekilci l iğe, şekil değişikliğ ine, sistemin kerametine, reforma, atlamaya, inkı laba, ihti­ lale büyük önem verir. Kapitalizm ise tekamü lcüdür. I ktisadi hayatın birden değişmesine deği l, s ü rekli tekamü l üne önem verir ve bu te­ kamü l için kendi içinde lazım gelen kud retin mevcut olduğuna inan ı r. Kapitalizm iktisadi sistemden çok i ktisadi gelişmeye önem verir. Bu h ususta kapital izmin bugün u laşm ı ş olduğu merhale I ktisadi büyü-­ medir. B una göre i ktisadi gelişme tahrik edilmeli, i ktisadi b üyüme va­ satı yaratılarak büyük b i r i ktisadi patlama sağlanmalı dı r. Bunun ne­ ticesinde her şey daha iyi olacak, herkes artan istihsalden nasibini a lacak ve refah devleti seviyesine u laşı lacaktı r. Refah devletinde


TÜRK iYEN IN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

289

devlet i n i ktisa d ı , isti hsa l i büyüyünce vergi ve yard ı m yol u i le sosyal re­ faha, sosyal i htiyaç lara daha büyük meb l a ğ l a r ayr ı lacak ve sosyal adaleti sağ lama i m ka n ları çok artacakt ı r . O n u n için

m ütemadiyen

i sti hsali artı rmaya bakma l ı , iktisadi faa l i yeti ve faa l i yet kaynakları n ı büyük

kapasiteleriyle

harekete

geçi rmel id i r.

J e, serm aye teçhizat ı n ı n artmasıyla, tekn i k

l catlar v e yenmkler­

bilginin

artmasıyla, kul­

l a n ı lmayan kaynakları n k u l l a., ı lmasıyla, ticaret had d i n i n genişletilme­ siyle istihsa l i m ütemadiyen art ı rmak gerekir.

Bu arada terdi n i kti­

sadi refaha karş ı . hassasiyeti artı rı l mal ı , fert ataletten kurtarı l m al ı , o n a kazanç şevki aşı lanmal ı , z i h niyet terc i h i

hareket geçiri lmeli,

n i n bir i ktisadi

değişikliğine g i d i l m e l i , terd i n

ist i h l ak artt ı r ı l m a l ı d ı r.

i ktisadi gel işme­

mal iyeti vardı r, bir de siyasi m a l iyeti vard ı r. lktsadt

kal k ı nmada s iyasi m a liyeti yükseltmeden, yani h ürriyetlerden az fade­ karl ı k yaparak i ktisadi gel işme tahakku k ettiril m e l i , i ktisadi maliyet­ le siyasi mal iyet paralel yürütülmelidir. Bütü(l bu i ktisadi büyüme n i n net icesi nde i ktisadi kal kı nma gerçekleşmiş o l u r v e refah devleti ve­ ya sosyal h izmet devleti ken d i l i ğ i nden doğar. Böylece hayatı kazan­ mak için fertler tarafı ndan yapı la n faaliyetin m ümkün o l d u ğ u kadar nahoş ve bezd i rici o lmayan şart l a r içi nde cereyan etmesini hedef a l an refah devletiorıe u l aşı l m ı ş o l u r. I ktisadi büyümeye dayanan re­ fah devletinde manevi ve a h l aki değerler esas kab u l ed i li r ve her şey bu zemine otu rtu l u r. Mevcut f i i l i gelir dağ ı l ış ı n ı n kötü o l d u ğ u k a b u l edilmez, m üstehl iklerin, kend i leri i ç i n i y i o l a n ı b i l d iklarine i na­ n ı l ı r. Bi naenaleyh b i r toplu l u ktaki i kt isadi faal iyet o top l u l u ğa men� sup

müsteh l i k leri n

metlenmel i d i r.

piyasa davra n ı şiarına g ö re şek i l a l mal ı , isti ka­

S o l c u l a r kapita lizm g i b i , m ütekam i l refah

refah ekonom isini

devleti

ve

de redederler. Solcu lara g öre refah dev l etinin

sosyal adaleti yard ı ma, bir nevi ianeye dayanm aktad ı r. Gelir zeng i n i n e l i n e geçtikten sonra o n d a n pay a l m a k yerin e d a h a baştan emekçi­ lere dağ ı t ı l m a l ı d ı r . Karma ekonom i ise müteka m i l kapitalizmin bu.. g ü n u laşm ı ş b u l u n d u ğ u i ktisadi b üyüme ve refah devleti hedefin i ay­ nen ben i m ser. Ya l n ı z bu hedef i ç i n tekamü l ü m ü d ahele i le. daha da h ı z la n d ı rm a k ister. Bunun için yal n ı z ekono m i n i n m ü steh l i ke bağ l ı o larak kendi içinden gelişmesi i l e yetinmez, devleti de işe karıştı ra­ rak, o n u n da ekonomi·k hayata belirli b i r ölçüde karışmasıorıı ve iktisa­

di büyürneyi itmes i n i tem i n eder.


TORKIYENIN BUGONKO MESELELER i

290

PARLAMEN TE R DEMOKRAS�

Hürriyetç i l i k ve parlamenter demokrasi kapita lizm g i b i karma eko­ nomin i n de siyasi cephesi n i teşki l eder. I kt isadi h ü rriyete dayanan bir sistemi n siyasi, sosyal ve kültürel sahalarda da l iberal düşünceyi. h ü r terc i h yol u n u , demokratik rej i m i esas tan ı ması tabiid i r . Karma ekonom i , manevi değerlere, i ktisadi ka l kı nmas ı n ı tamamlamaya ça­ l ı şan memleketterin b u kalkı nmayı tamam lam ı ş kapita l ist ü l kelerden daha çok m u htaç olduğ u n u g örerek bu h ususta daha b üyük b i r d i kkat g österi l mes i n i uyg u n b u l u r.

I ktisadi büyüme Işte Tü rkiye b u g ü n vas ı fları n ı çizd i ğ i m i z böyle b i r karma ekono­ mi sistem ine bağ l ı l ı k y o l u ndad ı r. Bu a rada çeşitli unsurları., hudu­ dunda bir takım tereddütler yok değ i ldir. Türkiye b u teredd ütleri ta­ mamiyle g iderd i ğ i zaman karma ekonomide m i l l i i ktisat sistemini b u l­ m uş o lacakt ı r. B u g ü n yapıl makta olan kavgaların b i r çoğu da un­ surların hudutları üzerindeki b u tereddütlere

dayanmaktad ı r. Bazı

zümreler a ğ ı r l ı ğ ı n devlet sektörüne, bazı z ü m reler h ususi sektöre, bazı zümreler de her iki sektöre eşit şekilde yönelmesi., i istemekte­ d i rler. Sol m u h alefet ise devlet sektörüne a ğ ı r l ı k ve önce l i k verilmesi­ n i ister görünmekle beraber, aslında karma e konomi d üzen ini tarnamiyle reddetmek isti-k ametinde ç a l ışmaktad ı r. Ona göre kapital iz­ m i n bugünkü m üteka m i l şekli de sosyal adaleti getirmemekle ve sö­ mürü d üzenini devam ettirmektedi r. Onun için tek yol sosyal izm­ d i r; reformlarla , zorla m a l a rl a sonu nda bu yola g itmekten başka ça­ re kalmayacaktır. Demokratik seçim yolu da

Tü rkiyeyi b u hedefe

u l aştı rabi leceği içi.,, bu yol denenınektedi r ve denenmel i d i r. Solun sosyal izme açı lan b i r kapı olarak görmek isted i ğ i b u karma ekono­ mi anlayışına m u kab i l , mem lekette siyasi parti lerin ekseriyeti husu­ si sektöre ağ ı r l ı k ve önce l i k veri lmesi esası nd a bi rleş mişlerdir. Bu b i rleşme Türkiye için hay ı r l ı g ö rünmekte ve Tü rkiyenin ekonomi k ger­ çeklerine de uyg u n b u l u n maktadı r. Bu sebeple Türkıye n i n karma eko­ nomidek i tereddütleri kısa zamanda g idererek h ü r teşebbüse önce l i k tan ıya., karma ekonomi a n l ayışı n ı kend i tabii m i l l i i ktisat sistem i ola­ rak yerine oturtacağı anlaş ı l m aktadı r. Türkiye i ktisadi kalkı nmanın re­ çetesi n i n i·ktisadi büyürned e olduğunu a n l a m ı şt ı r. Tü rkiyeyi b i r iktisa­ di patlamanın eşiğine nerede ise getirmiş b u lunan b u i ktisadi bü-


T Ü RKIYEN I N B U G Ü N K Ü MESELELERI

291

yümenin ise, h ü r teşebbüsü teşvik i le büyü k sermaye yat ı r ı m ı n ı teş­ vik unsurla r ı n ı gerekti rd i ğ i ortaya ç ı k m ı şt ı r . 04ıun i ç i n Tü rkiyede m ütemadiyen yat ı rı m l a r t6şvik edi lecek, bu yat ı r ı m la r ı n b ü y ü k sermaye yat ı rımları olmas ı n a itina g österi lece k , b u n u n i ç i n ayrıca büyük ortakl ıklar, halka aç ı k ş i rket ler

,

kooperatif­

ler teşv i k edi lecekt i r .

Sanayileşme

Sanay i leşmeye artan b i r hızla devam o l u nacakt ı r . Bu arada is

...

t i h l a k sanay i i ne çok önem veri lecek, fakat m utavass ı t sanayi ile b i r

­

l i kte a ğ ı r sanay i , temel sanayi yani makine yapan makine fabrika ya­ ,

pan fabrika ana hedefkıe de b i r an önce u laşı lacaktı r. Sanayi leşme Türkiyede i ktisadi k a l k ı n m a n ı n temel şartı d ı r. Ancak bu şartı akı l l ı b i r şeiklde aya rlamak lazı md ı r. Dünya, b i l hassa süper devletler kom­ püter ekonomi ve sanayi devrine g i rmekted ir. Böyle b i r devirde re­ kabet şartlar ı n ı n , satış pazarları n ı n çok iyi d ü ş ü n ü l mes i gerekmek­ tedi r. Bu konuda göz önüne a l ı nacak ilk prensip sanayi leşmeda i l k hedefin Tü rkiyen in kendi kendis i ne yeter l i h a l e gelmesi olduğudur. Sanay i i n ehemmiyeti n i anlam ıyan ve sanayileşme aşkı n a tutu tmayan bir mem leket kalmam ı ş g i b i d i r. Yarı n ı n toptan sanayi leşm iş d ü nya­ sında başl ıca mesele herkesin kend i kendisine yeterli halde b u l u n­ ması ve bunun üzeri�e bir d ü nya denges i n in k u r u l ması

olacakt ı r.

Türkiye hızla sanayi ieşi rken bu hesapları gözden uzak tutamaz.

Ziraat Bu noktada Tü rkiyenin i ktisadi kalkırımas ı n ı n i·k inci temel şartı o larak zirai kal k ı nma hedefi karş ı m ı z a ç ı kmaktad ı r . T ü rkiye sanayile­ şirken ziraat i n i katiyyen b i r kenara b ı rakmayacak ve i k i nci plana it­ meyecektir. Türkiyenirı eskiden zi raat memleketi o l d u ğ u kabu l edi l i r­ di . Bugün sanayi memleketi olacağ ı i leri s ü rü l mektedi r. tam doğru, hiç değ itse kafi değ i l d i r. Yarı n ı n Tü rkiyesi

Fakat

bu

hem sanayi,

hem d e z iraat mem leketi olacakt ı r. Yani sanay i leşmenin paraleli nde ziraat sanay i i n i de kuracak ve tek n i k zi raatle kendi s i n i n bütün i htiyaç� larım karş ı lad ı ğ ı gibi, artan z iraat mamu l lerini geniş ölçüde i h raç da edecekti r. Bu nokta Tü rkiye ve Türk m i l letin i n karakteri i ç i n son de­ rece önem lidir. Tü rkiye n e kadar sanayi leş i rse sanay i leşsin ayn ı za-


TÜRKIYEN IN B U G Ü N K Ü MESELELERI

292

manda zi raat memleketi o l maktan çı kamaz ve yiyece ğ i n i i çeceğ i n i yarı n ı n Türkiyesi d ı şa rdan getirtemez. G et i rtt i ğ i m üddetçe Türkiye­ n i n mes'ut ve m ü reffeh o l m as ı na i m k a n yoktur. B u sebepl e z i raat i , hububatı , sebzec i l i ğ i , meyveci l i ğ i , hayvan c ı l ı ğ ı Türkiye b ü t ü n kuvve­ tiyle gel iştirmek mecbu riyeti nded i r.

Turizm Türkiyen i n ufu kta tamamiyle bel i rm iş olan yü ksek b i r i ktisadi potansiyel kaynağı da turizmdir, Türkiye kalaba l ı k ve hareket l i d ü n­ yan ı n ve Avru pan ı n o l d u ğ u g i b i Orta Doğu n u n ve s ı c a k i k l i m ierin de yönelmek üzere b u l u n d u ğ u bir t u rizm C941net i d i r ve cenneti olmaya namzetti r. Türkiyeni n i k l i m i , tabii güzell i kleri, tarihi

hazineleri

ve

Türk M i l let i n i n y ü ksek i nsani vasıfları yarı n ı n t u rizm m ahşerinde mu­ hakkak k i m ü stesna bir yer işgal edecekti r. Türkiyeye d üşen şey bu­ na göre hazı rlan ı p bu t u ri st i k potansiyel u41surları için gere k l i olan h i zmet tesislerini de en s ü ratl i bir şek i l d e hazı rlamakt ı r . G i diş o g i­ d işti r. Devlet d e, m i l l et de bunun ehemm iyet i n i kavram ı ş b u l unmak­ tad ı r.

Işs iz l ik Türkiyeni n i ktisadi kalkı nması nda karşı

karşıya

b u l unduğu

en

m ü h i m problem şüphe yok ki işsi z l i k meselesidir. Tü rkiyede her şey açı k veya gizli bir işsizlik i htima l i n i n dağınası n a meydaofl vermerne­ ğ e bağ l ı d ı r. Yal n ız b u n u n için b i le ekonom i k büyüme Türkiyede ha­ yati b i r zaru rett i r. Tü rkiyede işçi kesafeti , süratli şehirleşme dolayı­ siyle, ç ı ğ gibi artmaktad ı r. Bu art ı ş ı ernebilecek iş sah a l arı n ı n açıl­ ması Tü rkiye n i n başl ı c a i kt isadi meşgalesi o l m a l ı d ı r,

Kalifiye eleman Türkiyede işsi z l i k

meseles i n i n

yanında b i r de sanay i leşm 941 i n

gerekt i rd i ğ i kal ifiye eleman b u l m a s ı k ı n t ı s ı mevcuttur. Bu arada ya­ bancı mem leketlere g iden Türk işçi leri de yarı n ı n hem i şsi z l i k, hem kal ifiye eleman problemleriyle i l g i l i bir çok i ht i m a l leri ve i m kanları içinde taş ı maktad ı r. öte yandan d ı şarıya g iden i ş ç i l e r meseles i n i n b i r hayıflanma meselesi yap ı l m ası da tamamiyle yersizd i r.

Buna

hem


TÜRKIYEN I N B U G Ü N K Ü M ESELELERI

293

T ü r k insan ı n ı n tekni kle yakı ndan temas ı , hem göz ü n ü n açı l m a s ı , hem Tü r k a k ı n c ı ru h u n u n yaşaması , hem de döviz tem i n i b ak ı m ı ndan an� cak memnun o l m a k l az ı md ı r. Yal n ı z onları iyi t a k i p etmek , b u me­ sele n i n geleceğ i n i iyi hesaplamak, işç i lerin oradaki hayatl a r ı n ı n m i l l i i cap l a r ı n ı iyi yerine geti rmek gerekmekted i r.

Enerji ve su Türkiyede z i rai k a l k ı n m a i ç i n toprağ ı n verim lend i r i lmesi i l e sa­ nayi leşmen i n gere kt i r d i ğ i enerj i tem i n i de i ktisadi

kalkınmanın ön

p l a n ı n d a yer işgal eden unsurlard ı r. Türkiye, tabiatina hakim olmaya , i k l i me esi r o l maktan k u rt u l mağa, k u rakl ığa çare b u lmağa, elekt ri kleş­ meye mecb u r ve m u htaçtır. Anadoluyu, uçakla b i r uçtan b i r uca geçer­ ken, ya l n ı z i nce derelerinde ve vad i lerinde yeş i l l i k ve hayat emmaresi g örülen b i r vatan olm aktan çı karmak l az ı md ı r. Boşa akı p g iden neh i r­ lerin yo l u mutlaka kes i lecek ve memleket enerj i ve bereket kaynağı göl lerle d o l d u ru lacakt ı r. Bunun için Türkiyen i n ehemm iyet i n i kavram ı ş o l d u ğ u su v e baraj s iyasetine ciddiyetle devam o l u n acakt ı r . öte yan­ dan Türkiyen i n yeş i l l i k örtüsü b u g ü n k ü d u r u m u n altına katiyen dü­ şürü lmemel i , orman ları korumak ve ağaçland ı rma meselesi çok c id­ diye a l ı nmal ı d ı r.

Şehirleşme Tü rkiyen i n i ktisadi kalkı nmasında ve u mum iyetle sosyal hayat ı n­ da büyük vak ı a l ardan b i r i de şehi rleşme meseles i d i r . Bu sahada Tü rki­ ye adeta yeri nden oynarr.akta ve herkes eski bağ ı n ı kopararak çığ g i bi şeh i r lere akmaktad ı r . Bunu d u rd u rmaya i m kan olmad ı ğ ı g i b i , kötü kar­ ş ı l amak için de b i r sebep yoktur. Türk iye e lbette şeh i r leşecek ve şe­ hirler ölçüsüz b i r şekilde büyüyecektir . Gecekon d u l ar, sol yı k ı c ı l ı ğ ı n temenni ve tel k i n ett i ğ i g i b i , apart ı m a nl ara, şehrin merkezine yü rüye­ cek mahal leler değ i l , T ü r k h a l k ı n ı n şeh i rleşme azim ve g ayret i n i n ma­ sum neticelerid i r . B u g ü n ü n gecekond u mahal lesi onun i ç i nde yaşıyan Türk çocu k ları n ı n kend i leri ve evl atları tarafı ndan b i rer b i rer marn u r apa rt ı rn an v e köşk mahal lelerine çevri lerek şeh i rleşecek v e yar ı n bu­ g ü nk ü şeki l leri n i n izleri değ i l , haya l l eri b i le ortada kalmayacakt ı r. Ye­ ni hayat ı n ve sanayi leşmen i n de tabii b i r neticesi o l a n bu şeh i rleşme, Türk h a l k ı n ı n fert o larak durumunu düzeltme mücadelesi d i r. Hem bu


TÜ RKIYENiN B U G ÜN K Ü MESELELERI

294

şeh i rleşme d o l ayıs ıyle ve hem de köy lerdeki nüfus iti bariyle T ü r­ kiyede i ktisadi ka l k ı n m a i ç i n yü ksek b i r iş g ü c ü potansiyeli karş ı m ı­ za ç ı kmaktad ı r . Çok önem l i olan bu i nsan g ü c ü , ya l n ı z nüfus ar­ t ı ş ı ndan değ i l , ayn ı zamanda ve belki ondan daha çok T ü r k m i l le­ t i n i n tari hte sabit o l m u ş yü ksek yaşama k u d retinden doğmaktad ı r. Böyle kıymet l i b i r i nsan g ü cü her mem leket i n i ktisadi kalkı nması i ç i n b u l unmaz b i r hazi ned i r. Türk m i l leti çal ışkand ı r ve yüsek i nsani kab i l iyetlerle m ü cehhez­ d i r. Onun i nsan g ü c ü l ay i kiyle k u l l an ı l ı rsa , çok veri m l i olduğu görü­ l ü r. Bütün Türk tari h i ve tari hte, Anadolu da d a h i l , kaza n ı l a-rı varl ı k­ l a r zaten hep b u ver i m i n d el i l leri değ i l m i dir? Iş sahası açı k o l mayı n ­ ca, k u l l a n ı l mayı nca atı l ve tembel g i b i görünen b u i nsan g ü c ü n ü n as­ l ı nda ne b üyü k b i r cevher taş ı d ı ğ ı yabancı ü l kelere g iden Türk işçi­ leriorı in başarı larıyla bir kere daha sabit o l m uştur. Türk insanını Tü r­ kiyede yabancı l a r ı n kend i mem leketlerinde çal ı şt ı rd ı ğ ı g i b i çal ıştı ra­ cak b i r sistemi geliştird i ğ i g ü n Türkiyenin iş yapma ·ku d reti belki on m i s l i daha artacakt ı r.

Yavaş çalışma B u noktada Türk iyen i n i ktisadi ka lkı nmasında d i kkati çeken b i r zaaf u n s u r u n u hatı riamamaya i m kan yoktur. O zaaf u n s u ru d a ağ ı r iş yapma, i ş i uzatma v e işleri sürü ncemade b ı rakma a l ı şkan l ı ğ ı n ı n , mem leketi n yakasına yap ı ş ı p kalmas ı d ı r. Türk iyeyi asırların b u gev­ şetici ölçüsünden m u h akkak k u rtarmak laz ı m d ı r. B i r yol a ç ı l acak, b i r meydan tanzim ed i lecek o l u r, o c i varda otu ranların ya l n ı z sayı l ı gün­ leri değ i l , adeta bütün ömü rleri toz toprak içinde geçer . Bir çalışma yeri n i g ü n ler değ i l , aylar sonra b i l e ayn ı d u rumda g örmek tabii hale gelm işti r. Tü rkiyeyi zama41 ı n kı ymet i n i b i l mernek hasta l ı ğ ı ndan mu­ hakkak k u rtarmak lazı m d ı r. Bir g ünde yap ı lacak i ş i on g ü nde yapmak, yüz k i ş i n i n kısa zamanda bitireceğ i b i r işi beş kişiyle aylarca sü r­ d ü rmek Türk i ktisadi k a l kı nması n ı n kaderi olmaktan m u tl aka ç ı ka r ı l ­ mal ı d ı r. Kes it ve s ü ratl i ç a l ı şm a sistem i n i yerleşti rmeden,

i ktisadi

kal k ı n mayı yo l u n a sokma n ı n i mkanı o l m ad ı ğ ı a n l aşı lmal ı d ı r . Türkiye her taa h h ü dü41ü, her p l a n ı n ı ve her işini b u g ü n kü ölçü l er i n çok a l t ı n.. da t utan yeni b i r m ukavele z i hniyetine m u htaçt ı r. H u mmal ı çal ışma fikri henüz Türkiyeye g i rmemiştir.


TÜRK iYEN i N B U G Ü N K Ü MESELELERI

295

Maliye korkakliğı Tü rkiyede i ktisadi ·ka l k ı n m a n ı n b i r ayak bağ ı da k ı rtasiyeci l i k ve mal iye korkakl ı ğ ı d ı r. Türkiyede h ı rsızl ı k yap ı l maması ve h ı rsızl ı ğ ı n ön lenmesi esas ı üzerine kuru l m uş e l i kolu bağlayan b i r mal iye var­ d ı r. Böyle b i r mal iye i le bu çağ d a gerekt i ğ i g i b i i ş yapmaya i m karı yoktur. üste l i k h ı rs ı zl ı ğ ı engel leme üzerine k u ru l mu ş sistem i n b u işi görarned i ğ i de tecrübe ile sabit olmu şt u r. Her devlet

müessesesi ,

h e r ç a l ı ş m a düzeni kötü l ü k değ i l , iyi l i k esası üzerine kurulur. A·ksi takd i rde iyi l i k ve doğru l u k istisna kab u l ed i l mi ş o l u r ki , b u bir cemi­ yet i ç i n büyü k b i r feh\kettir. H ı rs ı z l ı ğ a mani o l ma n ı n yolu kapıyı ba­ cayı kapatmaktan çok, h ı rsızl ı k yapmayacak b i r a h l a k ve doğ r u l u k dü­ zeni ku rmakt ı r , ona göre tedbi r a l m aktı r . Böyle b i r düzen kuru lamad ı ğ ı i ç i n , bütün s u i st i m a l kapı ları n ı n ka­ pat ı l d ı ğ ı zan ve em n iyetine mukabil, Türkiyede rüşvet ve i ltimas yal­ n ı z cemiyeti sosyal bakımdan çökertacek bir d u ru m a gelmemiş, ay­ ni zamanda i kt isadi kal k ı nmayı da ağı rlaştı racak ve baltahyacak bir vahamet derecesine u laşm ıştır. Başta ahlak o l m a k üzere Tü rkiye bu zaafın bütün manevi ve maddi ted b i rler i n i b i r an önce almak zorun­ dad ı r.

Kalkınma ve memur B u noktada i·ktisadi ka l k ı nm a n ı n h izmet zümresi o l arı memurla­ rın d u ru m u karş ı m ıza ç ı kmaktadı r. Memuru iyi ç a l ı şmayan bir mem­ lekette i ktisadi kal k ı n ma gayretleri tam sernareli o l amaz. Memuru n iyi çal ı şması i ç i n de o n u n i h mal edilmemesi lazım gelir. Bu bakım­ dan Türkiyede b üyü k bir z i h niyet değişi k l iğ i ne d a h a i htiyaç vard ı r. Türkiyede art ı k memur m üsteh l i k b i r u n s u r gözüyle görü l memeli, ter­ sine ekonom i k kalkınmada hizmet görarı b i r istihsal unsuru olarak ka.. b u l e d i l i p , b u n a göre itibar görme l i d i r. Onun için i ktisadi kal kı n m a­ da memuru ayrı d ü ş ü n mek katiyyen doğ ru değ i l d i r. Memur bu kal­ k ı n mada i hmal e d i l meme l i , kal k ı n m aya paralel bir hayat seviyesi n­ den aşağ ı d a tutulmam a l ı d ı r. Mem u ra layik o l d u ğ u n u verebilmek i ç i n d e t a b i i her şeyden ö n c e Tü rkiyeyi b i r mem u r devleti olmaktan k u r­ tarmak gerekir. Tü rkiye işe göre adam değ i l , adama göre iş esası üzerine çal ışan ve l üzumsuz bir mem u r ve k ı rtasiye kalabal ı ğ ı için­ de boğulan bir mem lekettir. Bundan kurtu l arak devlet daireleri n i n rasyonel çal ı şan b i r şi rketin personel d u ru m u n a kavuşturu lması şartt ı r.


TÜRKIYENIN BUGÜNKÜ M ESELELERI

296

Orta tabakalar Yal n ı z memur tabakası b a k ı m ı ndan değ i l , Z9flg i n ol mayan bütün zü m reler için de haysiyet l i ve mü reffeh hayat şartları n ı gerçekleşti­ recek b i r sosyal adalet d üzen i n i kurmak, Türkiyeni n i ktisadi kalk ı n­ ması n ı n baş l ı ca meselelerinden b i ri d i r. Sosya l adalete yal n ı z iş ve­ ren karş ı s ı nda işçini., h i m ayesi gözüyle bakm amak lazı md ı r. Sosyal adalet mem lekette , işçi d a h i l , orta tabakayı teş k i l eden bütün büyük kütlen i n hayat ı n ı n s ı k ı ntıdan kurta r ı l m as ı , s ı k ı ntı içine sokulmaması demektir. Yal n ı z zen g i nlerden ibaret bir memleket düşünü lemez. Bir mem leketin zeng ini de, fakiri de az olaca k ve memleket daima orta tabakalar ı n omuzlarında yükselecektir.

Dünya n ı n

kuruluşu, insanla­

r ı n ve m a l ı n nisbeti bu h ususu bütün d ü nya için aşa ğ ı yukarı

d�iş­

mez b i r tarihi kader h a l i nde tutar. Orta tabakaları n korunması n ı ve herkese hakkı n ı., ve m i l l i g e l i rden hissesine düşmesi l az ı m

gelen

gerçek m i ktarı n verilmesini temin edecek bir sosyal adalet düzeni kurulmayan yerde, iktisadi gel işmenin ve kal k ı n m an ı n hiç bir mana­ s ı yoktur. Çünkü iktisat i ktisat içinde bir oyun değ i l , ferd i n saadet ve refa h ı n a yönel9fl b i r cem iyet faal iyetidir.

Kavga

yerine sükunet

Sosyal adalet kon usunda kavg an ı n hay ı r getirmeyeceğ i her ta­ rafta b i r çok kere ispat l a n m ı şt ı r. Tü rkiye de sosyal ada let konusun­ da sürdürülmek istenen kavgayı kesi n şek i l de önleyi p gel i r dağ ı l ı m ı­ nı adalete kavuşt u rmaya mecburdur. Bu arada sermayeyi yaygı n laş·­ t ı rmak , istihsale iştirakleri çoğaltmak, halka a ç ı k ş i rketleri fazlalaş­ tı rmak, h a l k ı n b i ri ktird i kleri n i ,

istihsal sermayesi olarak, saklamak­

tan daha karl ı h a l e getiı mek, m ü l kiyetin taban ı n ı genişletm ek, yerine getirilmesi gereken şartlardan d ı r . Bunlar aras ı nda b i l hassa işçilerin fabri kalara ortak edi l mesi siyaseti için, her t ü r l ü gayret g österi lme.. l id i r. Bu yap ı l ı ncaya kad a r mevcut sistemde işçi lerin kara ortak edil­ mesi, kar ı n içinden emek faizi alacak şeki lde bir sistem i n gel işt i r i l­ mesi sosyal adalete de, sosyal h uzura da görülmemiş s i h i r l i ufuklar açacakt ı r. I ktisadi hayatı n can veren atmosferi a k ı l , i l i m , s ü k u net ve hu­ zurd u r. I ktisadi kal k ı n ma için Türkiyede b u s ü k O n ve huzur vasat ı n ı k u rman ı n hayati ehem miyeti vard ı r. B u n u n i ç i n d e memlekete l ayı k olduğu iş ve meslek a h l ak ı n ı , i ktisadi ka l kı n m a d avas ı n ı n herkes i ç i n


TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M E SELELER I

297

m u kaddes o l d u ğ u zihn iyet i n i yerleştirmek laz ı m d ı r . öyle ki fab r i kada işçi ve işveren, fabrikad a her unsuru aziz ve mübarek olan bir a i l e l a k i s b i rb i r i n i tamamlayan i ki kardeş g ibi birbirlerine yaslansın l a r, i şçi ve işveren, fab r i kada her unsuru aziz ve m übarek olan b i r a i l e havasına bü rünsün l e r, işçi e l indeki m a k inaye b i r sevgi l i ihtimamı i le, patran i şçisine b i r i st ihsal ortağ ı g i b i baks ı n .

Zenginlerin durumu Türkiyede i ktisadi ka l k ı nmada o l d u ğ u g i b i sosyal hayatta d a zen­ g i nlerin d u ru m u b i r problem o l m aktadı r. Türkiyede zeng i n d a i m a ola­ cak ve sayg ı görecekti r. Z i ra zen g i n y a l n ı z ken d i s i i ç i n değ i l , ayn ı zamanda memleket i ç i n d e zeng i n demektir. Ayrıca zeng i n l i k sayg ı­ ya değer b i r beşeri gayreti ve kabi l iyeti ifade eder. Ancak zeng i n i n zen g i n l i ğ i cem iyet için h uzursuz l u k değ i l . h u z u r kaynağı

olmal ı d ı r.

Türk cemiyeti faki r i m rend i ren, fakiri de zengin o l m a g ayretine dü­ şüren zeng i n i d a i m a bağ rına basacaktı r. Fakat fakir çatlatan zeng i n e T ü r k cem iyet i n i n taha m m ü l ü yoktur v e o l amaz. T ü rkiyede zeng i n bu­ nu u n utmayacak ve m üteg a l l i be, v u rg u ncu , zorba, başı yukarda zen g i n görü n üşünde olmayacak; b i l a k i s ayakları toprağa değen, başı yerde, s ı radan b i r vatandaş o lmaya itina gösterecekt i r.

Millileştirme Türk iyede i k i tip iş adam ı , i k i t i p zen g i n vard ı r. Buf'l l a rdan b i ­ r i n c i s i m i l li kü ltüre bağ l ı olmayan kozmopo l i t r u h l u

zeng i n t i p i d i r .

I k i ncisi m i l l i k ü lt ü r ü n i ç i nden gelen, b u toprağ ı n zeng i ni d i r. B u i ki s i a rasındaki n isbet i se b i rinci lerif'l lehine çok ağ ı r basmaktad ı r. Işte Tü rkiyede bu bah iste i ktisadi kal k ı n m a n ı n meselele. rinden b i r i , yar ı n ı n Tü rkiyesinde i k i nc i t i p zengin v e i ş a da m ı n ı n haki m iyet kurması ve hatta yal n ı z onun hakim olması meseles i d i r . Buna i ktisatta m i llileş­ rnek d iyeb i l i riz. Işte Tü rkiyede bugün böyle b i r m i l lileşma davası var­ d ı r. Türkiyede sosyal istler i n d ü şü n d ü kleri b i r devletleşti rme, zeng i� nin m a l ı n a el konması, şi rketlere el konması şek l inde b i r m i l lileşt i r­ me bahis konusu değ i l d i r ve Türk iyede b ö l ü ş ü l ecek servet yoktur. Ancak Türk iyede m i l l i kü ltüre sahi p iş ada m ı n ıf'l i kt i sadi sahaya ha­ kim olması şek l i nde b i r m i l lileşti rme bahis konusu d u r ve şartt ı r . Tür-


TÜRKIYEN IN BUGÜNKÜ MESELELERI

298

kiyede her iş adamı m i l l i kültürün içine g irineeye kadar bu m i llile§­ ti rme davas ı n ı n peşi b ı ra k ı l mayacaktır. M i l li kü ltüre bağ l ı o l m ayan kozmopo l it i ş ada m ı ndan katiyen ha­ y ı r gelmez. O yabancı şi rketlerin buradaki b i r piyonundan fark l ı de­ ğ i ld i r ve hakik i kompradord u r. Yakıı z kendi hayat ı n ı , sermayes i n i ve hasis menfaatin i d ü şu n ü r . Tü rkiye bu son imti handa bunun acı ki l ne­ ticeleri n i de görmüşt ü r.

Bu

tip

iş adam ı

her mem leketi sömü rür,

hem servet iyle huzurs u z l u k kaynağ ı o l u r. Z i ra servet ve büyü k ser­ vet zaten sosyal iz m i n mücadele kozu d u r. Bu yetmiyorm u ş g i b i , b i r d e yaşad ı ğ ı hayat tarzıyla kozmopol i t i ş adam ı memlekette sosyal iz­ m i n ve kom ü n i z m i n tahri klerine sebep olmuştu r. Lüks otellerdeki şa­ şaa l ı i sraftan, Bağdat Caddesinde k6fld i n i

b i l mez çoc u ğ u n u n altı na

adam ç i ğ neme yarışı yapacak şekilde lüks otomobiller çekrneğe ka­ dar, bu kozmopo l i t zeng i n i n açmad ı ğ ı tah r•k kampanyası kalmamışt ı r. Bu kozmopo l i t iş adam ı ve çoc u k l a r ı , üze r i ne çörekler:ıdi kleri servete bakmadan ve s ı k ı lmadan sosyalist ve komü nist de

olabi l mekted i r.

Ay rıca bu kozmopolit iş adamı Türkiyede i lanları ndan yüksek ücret l i ,

işlerine kadar, kom ü n izmi v e komünistleri bası., v e yay ı n sahasında hararetle ve a deta şuurla desteklemekten bir a n bile geri kalmamı� t ı r. Bu iş adam ı tipinin, memleketin yalnız hü rriyeti de!;j i l , istiklfıli ve büt ü n l ü ğ ü de elden gitme teh l i kesiyle karşı karş ıya i ken h i ç sesi ç ı k­ mamış, fakat

1 2 Mart bu g id i ş i d u rd u ru rken demokrasi elden g i d i ­

yorm uş g i b i b i r kahram a n l ı k telaş v e gösterisine kalkt ı ğ ı da görü l

..

mü ştü r. Bu kozmopol i t , d ı şa bağ l ı ve d ı şa dönük iş adam ı yalnız sos­ yalizmi ve komüf'lizmi desteklemekle yetinmemiş, ayrı c a her vesiley­ le, sermayesi n i m i l l i k ü ltürü tahrip faal iyetine de cömertçe tahsis et­ mekten çekinmemiştir. Bu iş adamı " tehl ike ancak soldan gelir, ona göre haz ı r lanay ı m , sol gelirse bu h izmetlerimle serveti mi bel ki ko­ ruyab i l i ri m , bana dokunmazlar, buna karş ı l ı k sol olmayandan zaten b i r teh l i ke gel mez ve memleketin sola karş ı olan kuvvetleri nas ı l ol­ sa ben i m serveti m i beklemekted i r , hesabı içirıde görün mekted i r. Fa­ kat bu hesa b ı n yan l ı ş o l d u ğ u ve hele Türk ordusu ve Türk m i l l iyet­ çileri, can ı n ı dişine takm ı ş olan T ü r k Devleti k i msenin servet i n i n gö­ n ü l l ü bekçisi değ i l d i r. Korunmak ve beklenmek isteyen her servet ko­ runmaya ve beklenıneye l ay ı k b i r servet h a line gelmeye mecburd u r. Aksi takdirde b i r gürı kahredici b i r y u m r u k o servetin ve sahibinin beynine i neb i l i r. B u rada Atatürkün şu sözlerini bir kerre daha ha­ tı rlatmakta fayda vard ı r : " Tüccar, m i l letin emeği ve ü ret i m i , k ıymetlen� d i ri lmek için e l i ne ve zekası n a emniyet edilen ve b u arnniyete l iya­ kat göstermesi gereken adamd ı r • .


299

TÜ RKIYEN I N B U G Ü N K Ü M ESELELERI

Kolay kazanç Türkiye sosyal adaleti tem i n , i ktisadi kalkı nmayı yü rütme ve dev­ leti payidar k ı l m a k i ç i n , ze11 g i n lerin karş ı s ı n d a 1 9. a s ı r l ibera l i zm i n i n karş ı s ı ndaki b i r devlet durumunda olamaz. B i r kere Tü rkiyede h ayat, para ve geçim arslan ağzındad ı r. Tü rkiyede ancak a l ı n teriyle ve d i ş-­ le, t ı rnakla, d i d i n i lerek zeng i n o l m a ş e k l i k a b u l edilebi l i r v e sayg ı görür . Bu itibarla Türkiyede kolay kazanç yol l a r ı m u hakkak tı kanma­ l ı ve bu yolda zeng i n olanlar h izaya get i r i l m e l i d i r.

Kar hadleri I kinci olara k Türkiyede ·kar had leri m utlaka tahdit ed i lm e l i , yer­ 'Cief'l biter g i b i zeng i n olma devri kapat ı l mal ı d ı r. Zen g i n l i k Türkiyede kısa zama n ı n değ i l , uzun bir çal ı şman ı n ve meslekte müesseseleşme­ n i n neticesi olm a l ı d ı r. Tü rkiyede, i ş adam ları n ı n , fat u ra hesapl arına dayanarak i leri sürdüklarinin aksine, kar had leri n i n y ü ksek o l d u ğ u va­ tandaşıf'l gözleri n i n önü nded ir.

Vergi üçüncü olarak Türkiyede m utlaka verg i adaleti

sağ lanm a l ı ve

verg i kaybı m u hakkak önlenme l id i r. Yü ksek ve kolay kazançl ardan o;. 99'a kadar verg i a l m ak yolu n u açmakta devlet h i ç tereddüt etmeme­ l i d i r. Hakkıyle verg i almasını b i l meyen ve becererneyen devlet mo­ dern devlet olamaz. Türkiyede b u g ü n k ü verg i sistemi faki rin can ı n ı yakmakta, fakat zeng i n if'l kı l ı n ı b i l e k ı p ı rdatmamaktad ı r. Zeng i n i n ver­ g i s i n i de can yakacak duruma geti rmeden adalet ve sosyal adaletin gerek l i vasıtaları tem i n edi lemez. B u arada vasıta l ı verg i l eri azalta­ rak doğrudan doğ ruya kazanca yüklenen vasıtas ı z verg i siste m i n e ağ ı r l ı k vermek lazı m d ı r. Ayrıca h e r T ü r k i nsan ı n ı d i k i l i ağaç v e mes­ ken sahibi yapmak Tü rkiyen i n tarihi ve m i l li politi kasıf'l ı n icabı ve Türklerin bu topraklarda tutunmas ı n ı n ve yerleşmesi n i n baş l ı ca şart­ ları ndan b i rid i r. B u n u desteklemek üzere tek mesken i vergi den mu­ af tutma, fakat b i rden faz la meske n i çok büyü k ölçüde verg i lend i rme yoluna g itmel i d i r. B i l hassa korkuf'lç hale g e l m i ş b u l u nan iş yerleri ki­ raları n ı da ağı r şeki lde verg i len d i rerek taşı ve toprağ ı Türk M i l letine


TÜRKiYE N i N B U G Ü N K Ü MESELELERI

300

çok pahal ıya ödetmek y o l l a r ı kapat ı lmal ı d ı r . Maaşı v e ücreti bel l i ol­ duğu i ç i n memurdan, işçiden ve sabi t g e l i rl iden hakkı ile ve hatta fazıasiyle vergi almak, zeng i nden g ö n l ü nden ne koparsa o n u almak sistemindeki adaletsizl i k sosyal bir z u l ü m d ü r. Zef'lg inden, çok ve ko� lay kazanandan yüzde doksan dokuza kadar vergi alma.k hedef i n i ger­ çekleştirmek yolunda gösteri lecek azim Tü rkiyeyi kurtaracakt ı r. Yük­ sek vergi almak, kolay kazanç yo l ları n ı t ı kamak, kfH had leri n i şişir­ memek ve paha l ı l ı ğ a m a n i o l ma.k ted b i rleri n i n l i beral d üşünce ve l i­ beral ekonomi i le bağdaşmayacak tarafları yoktur.

Fiat kontrol mekanizması B u n larla i l g i l i başka bir husus da Türkiyede çok müessir b i r fiat kontrol mekanizmas ı n ı n k u ru lm ası d ı r. Tü rkiyeni n mal d u ru m u serbest rekabet y o l u i le ucuzl u ğ u h i ç b i r zaman tem i n edem iyecektir. Ayrı c a Tü rkiyede b i r ticaret v e meslek a h l a kı olarak ucuzl u kta rekabet de­ ğ i l , paha l ı l ı kta rekabet esası gel i p yerleşmiştir. öyle ki yerinde du­ rup duran düşük mal iyet l i bir m a l ı n kendi kendisine ve bütün i ş yer­ lerin i de sürükl iyerek fiyatıf'l ı n yükse k l i ğ i görü l ü r. Fiyat kontrol me­ kanizmas ı n ı n esas ı n ı ise, fatu ra kontro l u yeri ne, m a l kontro l u usu­ l ü n ü n kab u l ü teşki l etmel i d i r. Mal vitri nden , raftan çeki l i p a l ı n m a l ı ve mal iyeti laboratuvar tetki kiyle, haki ki madde v e emek değerlend i r­ mesi i le tesbit ed i l mel i d i r . Bu arada aracı sistem i n i n asgariye if'ldi­ r i l mesi ve mal iyeti n boşuna şişiri l memesi

tedbi rleri de kes i n l i kle

a l ı nma l ı d ı r. Ayrıca ticari suçJ a r ı n bugünkü g ü l ünç cezal arı yerine, ti­ caretten men edici , ocak sönd ü rü c ü , muma çev i r i c i çok ağ ı r cezalar geti r i l mel i d i r . Vatandaş ı n ekmeği i le oynayanlar h i ç b i r merhamete lay ı k değ i l d i rler. Buf'ldan daha büyü k bir suç ve gü nah tasavvur edi­ lemez . Fiyatlara ya p ı l acak her zam m ı n yal n ı z işçi ü c retlerine g i dece­ ğ i , b u n u n d ı ş ı nda devlet fiyat kontrol mekan izmas ı n ı n m üsaades i n e t a b i ol mayan h i ç b i r zam m ı n yapı lam ı yacağ ı mal sah i plerine kab u l ett i r i l m el i ; kimsen i n , keyfi, m a l iyet ş i ş i rme v e aşı rı kazanç h ı rsıyla zam yapmasıf'la m üsaade e d i l memel i d i r. Pahal ı l ı k p o l i s ted b i rleri i l e ön lenemez, onu arz v e t a l e p kan u n u ayarlar g i b i masa l l arı n eskim i ş o l d u ğ u v e b u g ü n ü n sosya l devlet mefhumu i le bağdaş m ı yacağ ı , b i r yandan mal b o l l u ğ u n a çal ı şı l ı rken b i r yandan d a devleti n kontrol ted b i rlerinif'l i h mal ed i lem iyeceği f i k r i n i m u h akkak z ı md ı r.

yerleşti rmek lA

..


T Ü RKIYEN I N B U G Ü N K Ü M ESELELERI

301

Müstahsil ve aracı A l ı nacak başka b i r tedbi r de istihsalde arslan payı n ı n m üstahsi­ lin e l i ne geçmes i n i n temi n i d i r. Bu b i l hassa zi raat sahası nda hassasi­ yetle yeri ne get i r i l m e l i ve Türk köy l ü s ü n ü n , Türk ç i ftçi s i n i n y ı l l ı k emek mahsu l ü� ü n yok pahas ı n a elden ç ı kar ı l ması n ı n , d iğer taraftan b u n u n çok yü ksek b i r fiyatla orta tabakan ı n önüne sürü lmes i n i n ka­ ra n l ı k ve i ğ renç yo l ları kes i n l ikle kapat ı l m a l ı d ı r.

Kaçakçılık Başka bir kayda değer husus kaçakç ı l ı ğ ı n ön lenmes i d i r. Kaçak­ ç ı l ı k Tü rkiyede g itti kçe gelişmiş ve adeta kontro lden ç ı km ı şt ı r. Bu­ gün Tü rkiye kaçakç ı l ı ğ ı n ayak altı , geçit sahası olan bir mem l ekett i r. Kaçakç• l ı ğ ı n mem leket i ktisad iyatma ve g üven l i ğ i n e yöne l m i ş b u l u.. -nan ve a k ı l almaz hudutlara varan zarar ve teh l i kelerin i n yanında sosyal hayatta kıymetleri tahrip eden son derece korkunç bir vasfı da vard ı r. Türkiye, ne yap ı p yapıp, hudutl a r ı n ı b i r kaçakç ı l ı k sineği­ nin dahi uçamıyacağı bir duruma geti rmeğ i çok hayati m e sela saya­ rak ona göre ted b i rleri n i a l m a l ı d ı r .

Dengeli kalkınma I ktisadi kalkı nmada g ö r ü len büyük b i r zaaf da, yukarıda temas ed i l d i ğ i g i b i , her şeyi i ktisattan ibaret gören a n l ay ı şı� tesirine kapı­ l ı p k ü l t ü rü , m i l l i k ü l t ü rü i hmal etmekt i r . Bunu, fark ı n a varmadan , i k­ tidarlar da yapmakta ve i ktisadi k a l k ı nmada büyü k emeği görü len­ ler de bu i hm a l den ken d i leri n i kurtaramamaktad ı rl a r. H a l b u ki m i l l i k ü l t ü r temel i ne dayanm ayan b i r i ktisadi

k a l k i n m a asl ı nda fazla b i r

şey ifade etmez . M ü hi m olan b ü y ü k i ktisadi eserler o rtaya koymak değ i l , ()()(ara ortaya ç ı ktı ktan sonra da sahip o l a ra k kalmanın şartla­ r ı n ı hazı rlamaktır. I ktisat d i ğer meselelerden tecrit edi lemez. Türkiye­ n i n siyasi huzuru, var o l m a davası ve d i ğer meseleleri g öz önünde b u l unduru l madan i ktisadi meselelerine bakı l am az.


302

TÜRKIYEN I N B U G ÜN K Ü MESELELER�

Ortak Pazar Bu bahsi kapamadan, Türkiyen i n iktisadi kalkınmasında ortaya ç ı k m ı ş b u lunan yen i b i r uflsu ra temas etmek lazı mdır. Bu Ortak Pazar­ d ı r. Türkiyenin t icareti b u g ü n u m u miyetle Avrupaya dönük b i r a l ı ş verişin i ç i n e g i rm i ştir. Bu arada Türkiye Ortak Pazara da g irmeni n lü­ zumuna ve faydası na i n a n m ı şt ı r. Şimdi Türkiye bunun geçiş devresifl­ de bulunmaktad ı r. Son zamanlarda yap ı l an müzakerelerde Türkiye b u geçiş dönemi i ç i n fayd a l ı imtiyaz lar, hiç deği lse kolay l ı klar elde et� m i ştir. Fakat, evvelce de söyled i ğ i m i z g i b i , Ortak Pazar meselesi Tür.kiye i ç i n bir problem o lmakta ve Türkiye n i n daimi uyanı klığ ı n ı za­ ruri k ı lmakt a devam edecekti r . B u arada Türkiye, t icaretifli yalnız Av­ rupa n ı n kaderine bağl a m a k yolunu tam emniyette görmemeli ve baş­ ta Orta Doğu ve Doğu olmak üzere, i·ktisadi m ünasebetleri bir taraf­ ta Japonyaya ve d iğer tarafta m u hakkak Arnerikaya kadar uzatmanı n müstakbel faydaları ndan kendisini mahrum etmemelidir. Türkiyenin karşısında b u g ü n açı lan yen i ufukta ü ç cazip islikarnet iyice bel i r­ m işti r . Bunlar Amerikan ve Japon teknoloj i s i , Arap petrol sermayesi ve üçüncü Dünya pazarları d ı r.

Ithal

kanallan

Iktisadi kal k ı nma ve t i caret meselesinde, Türkiyeni n ithal ·kay­ nakları n ıfl umumiyetle h uzur verecek b i r d urumda o lmadı � ı na da işa­ ret etmek gereki r. Ithal kana l ları bugün o ldu�u g i b i beynelmilel kapi­ talizme ba�lı şirketlerin ve şahısların el lerinde oldukça, Türkiyenin iktisadi kal k ı n masında büyü k bir zaaf daima devam edecektir. Bu iti­ barta Türkiye b u zaaftan ·kurt u l ma n ı n çarelerine de bakmak zorunda­ d ı r. I hraç içi., de bir takım gayrı m i l li tesirler yok değildir. Onları n: da g i derilmesi gere k i r.

* Işte Türkiye ana hatlarıyla bu şeki lde b i r i kt isadi k a l k ınma dava­ sıyla karşı karşıyadı r. Var l ı k davası ve s iyasi huzur davası g i b i i kti­ sadi kalkı nma davasında da memleket bir çok m ü ş kü l ler ve zaaflar­ la, karışı.k l ıklarla, kavgalarla, tedbirsizliklerle yüz yüze gelmiş bulun­ makta ve uzun zaman efao beri doğru yolu, g ü rü ltüs Q z h u m m a l ı çalı ş-


T Ü R K IYE N I N B U G Ü N K Ü MESELELER I

303

m a n ı n huzur ve sükununu tam o larak b i r türlü b u l a mamaktad ır. B u n i ç i n böyle olmaktad ı r ? Iktisadi kalkı nmanıf"' i nsan unsuru, sermaye unsuru, mdde u n s u ru aşağı yukarı hep mevcuttur. B i r halk i afdesiy­ le · söylemek icap ederse un var, yağ var, şeker var, fakat b i r türlü helva yapı l ı p a ğ ı z tad ı i l e yeni lememekted ir. B u n u n sebeb i ned ir, ek­ sik olan ned i r ? B u n u aray ı p sorarken Türkiyoo i n dördüncü ana dava­ sı , dördüncü zirve meselesi karş ı m ıza çı kmakta d ı r ve o da ş u d u r : Akl ı n v e i l m i n h a k i m iyet i . Gerçekten Tü:-kiyede buraya kad ar b i rb i ri­ ne bağ layarak getird i ğ i m iz meseleler d ü ğ ü m ü , bu noktada, memleket­ te a k l ı n ve i l m i n hakim iyet i n i n kuru l a maması sebebine gelip dayan­ makta d ı r.


4.

AKLlN

VE

iLMiN

HAKiMlYETi

Türkiyede akl ı n ve i l m i n hakim iyeti k u ru l amad ı ğ ı i ç i n , iktisadi k a l k ı n m a b i r tü r l ü s ü k ü netle ray ı n a sokulamayı p l üzumsuz ve k ı s ı r çek işmelerin konusu yap ı l ma kta; siyasi h u zu r, istikrar v e rej im me­ selesi arap saçı na d ö n d ü rü lmekte, mem leket g üven l iğ i teh l i keye dü­ şürü lerek Tü rkiye bir var olma ve yok o l m a mese lesi i l e karşı karşı­ ya get i r i l m i ş b u l unma ktadı r. Türkiyede a k l ı n ve i l m i n h a k i m iyetin i n n as ı l k u r u l m a m ı ş old u ğ u n u n , sokakta cereyan eden hadiselerde41 ü n i ­ versiteye kadar, her g ü n her yerde say ı s ı z misal l erifli görürs ü n ü z . Me­ sela lstanbu lda g ü n ü n en kalaba l ı k saatinde köprü üzeri nde yol kapa­ t ı l ı r, bu yüzden saatlerce k i l itlenen t rafi·kten k u rtu larak g ider bakar� s ı n ı z ki, yo l u n asfaltı tam i r ed i l mekted i r. Bu işin sanki gecesi , boş zamanı yoktur. Mevzuat ve tatb i kat a k l ı öyl e rahatl ı kl a bir kenara itm işt i r ki ,

donar

kal ı rs ı n ı z .

meselesi konuş u l u rken

Mesela

profesörlerin

memlekette a ld ı ğ ı tavra

m ü him

bir

bakars ı n ı z ,

ilim ilmin

nas ı l b i r yana iti l d i ğ i ne a ç ı k açı-k şaş ı p kal ı rsımz. M esela beş o n k i ş i b i r toplantı v e gösteri yü rüyüşüne k a l karak şehrin e n i şlek cad­ deleri n i saatlerce kapat ı r ve a rkada b i n lerce vasıta ve i nsan tak ı l ı p kal ı r, b i n kişi b i r kişiye feda edi l i r, b u n u da demokrasi zannederiz. Her g ü n her yerde i nsan bu g i b i akı l ve i l i m d ı ş ı tutu m l a r l a a d ı m ba­ şıflda karşı karşıya g e l i r. Cem iyet sanki b i lerek ve i stiyerek akl a ve i l me s ı rt çevi rmeye karar verm iştir. Halbuki yaşad ı ğ ı m ı z çağ ı n en bariz vasfı a k ı l ve i l im çağ ı olma­ sıd ı r. B u devirde a k l a ve i l m e s ı rt çevirmek ve onları yeter derece­ de ve lay ı kiyle k u l lanamamak tam çağ d ı şı nda kalmak, çağ d ı ş ı n a d üşmekti r. T ü rkiye henüz ü n iversite seviyesinde b i l e bu hakim iyeti k u rm u ş değ i l d i r. Ve onu batıdan ayı ran ba Ş l ı c a husus da b u d u r . Böy­ lece Tü r.kiye bu devirde çağ d ı ş ı nda k a l a ra k d ü nya n ı n gidişine b i r t ü r l ü ayak uyd u ramamaktadı r. A k l ı n hakimiyetiıfl i k u ramamanın b i r neticesi a k l ı k u l lanmamak, i kinci neticesi aklı gel işti rmemek, üçüncü neti cesi akl ı n prensiplerine uymamaktad ı r. Akl ı k u l lanmamak, adeta a k l ı b i r kenara itmek, onu u nutmak de­ mekt i r. Bu yüzden b i r ç o k i nsan ı n a k l a değer vermed i ğ i , ooa itibar


T Ü RK IYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

305

etmed i ğ i görü l ü r. Böyle insanlard a aklı yarmamak şekl inde b i r kafa tembel l i ğ i b u l unması da d ikkati çeken b i r h usustur. Bunlar başkaları­ n ı n kafası ile d üş ü n ü r, hadiseleri g azete manşetleri ve fı kra m u h ar­ ri rleri gözü ile g ö r ü r, böylece d ı şarıya bağ lanan kira l ı k kafalar ha­ l i n e geli rler. A k l ı n g e l i şt i r i lmemesi ise a k l ıo çocukluk seviyesi nden pek uzak­ laşmam ı ş olması demekt i r. Bir t a k ı m i nsanlar görürs ü n üz, vücutla­ rı büyümüş, yaş ları i lerlemişti r, fakat a k ı l l arı i l ko k u l ve n i hayet orta okul seviyesinden yukarı çı kmam ı şt ı r. Böyle i nsanlar büyümüş o l d u k­ ları halde , yan l ı ş l a doğ ruyu ayı rt etmekte çoc u k l a r g ibi büyü k b i r zor l u k çeker, bu hususta şaşı lacak b i r başarısız l ı k gösteri rler. A k­ l ı n gel işmemiş o l ması n ı n bariz neticesi doğru h ü k ü m verme a l ış­ kan l ı ğ ı n ı kazanmam ı ş o lmaktı r. Halbuki a k ı l terbiye ile, eğitim i le, gayret ve görgü i l e ve b i l hassa d ü ş ü nme itiyat ve eksersizleriyle gEl'" l işti ri lecek bir var l ı kt ı r. A k ı l doğ uştaki hal iyle, i ptidai şekliyle b ı ra kı­ l ı rsa, hayata ve tabiate iotibak edemez. N i h ayet akl ı n prensiplerine uymamak da, bel l i baş l ı akı l pren­ si plerine riayet etmiyerek, onu aka kara, karaya a k demek isti ka­ met i nde zorlamak, böylece a k l ı ç ı ğ ı rından ç ı karmakt ı r. Akı l prensip­ lerine uymayan akı l , d i reksiyonu bozuk olan b i r vasrtaya benzer ve her t ü r l ü akı l d ı şı g id işe ve tutum lara alet o l u r. I l m i n hakimiyetin i ku ram ı yan b i r cemiyette görülen bel i rtileri ise, ilme değer vermemek , i l im d i s i p l i n i ne sahip o lmamak, i l me i ntibak edememek maddeleri etrafı nda toplıyail i l i ri z. l lme de�er vermemek i l m i n gerekt i ğ i ölçüde benimsenmemesi ve kenarda tutu lması demektir. Bunufl b i r neticesi i l m i hafife almak şek l i nde tecel l i ederken, diğer neticesi de i htisasa yer vermemek şekl i nde tezah ü r eder. Bu du rumda i lmi işlere ve orta l ı ğ a i l i m adam ı ve z i h niyeti yerine alay l ı la r ve c a h i l ler hakim o l u r. I l im d i s i p l i n i ne sahip o lmamak, her şeyden önce i l m i n yaratt ı ğ ı kafa d i s i p l i n i ne v e sistem l i düşünme a l ı şkan l ı ğ ı n a sah i p o l mamak demektir. Bunun netices i nde ilim ölçüleri zayıflar. I l mi mu hteva yeri­ ne şeki l ve etiket mera k ı ön plana geçer. I l i m h issiyata mağ l u p o l u r. Yetersiz i l i m adam ları ve yarı ayd ı nlar yetişir.


T Ü R K I Y E N I N B U G Ü N K Ü MESELELERi

306

ilme i ntibaks ı z l ı k i l i m le şahsiyetin ve cemiyet i n b i rleşti r i l i p bağ­ daşt ı r ı lamaması demekt i r .. B u n u mücerret i l i m z i h n iyeti şek l i nde ad­ land ı ra b i l i riz. Bu z i h niyete göre i l i m , cem i yet, m i l let ve m i l l iyet d ı ş ı n­ da gayrı m i l li b i r varl ı kt ı r. Cemiyet i ç i n değ i l , i l i m i l i m i ç i n yapı l ı r. Bu z i h n iyette olanlar i l m i i ç i nde b u l ufl d u rd u kları cemiyet i n şartları­ na intibak ettirm iyerek, m i l letten kopar ve m u a l l akta k a l ı rlar. M i l li kü ltürle uyuşm ıyan, m i l li ·kü ltü re h izmet etmeyen, m i l li kü ltürün em­ rine g i rmeyen ve cem iyete her hang i b i r h i zmeti d o k u n m ıyan i l m i n h i ç b i r manası v e b u n u n medefli alemde h i ç b i r örneği yoktur. Her cemiyet i l m i kend i b ünyesine uydurarak onu m i l lileştirir. I lirnde ha­ k ikate u laşmak, i l m i tecessüs çok l üz u m l u d u r. Fakat b u i l m i cemiye­ te sırt çeviren m ü cerret b i r i l i m kab u l etmek demek değ i l d i r. I l im de her beşeri faa l iyet g i b i sosya l d i r ve cem iyet i n yan ı nda, o n u n h i z­ met i nded i r . Işte Türkiyede a k l ı n ve i l m i n hakim iyet i n i n k u r u l am a m ı ş olması­ nın işaret ett i ğ i m iz bütün b u ve b u gibi net iceleri, her zaman, sayısız örnekler şek l i nde gözle görü l ü r ve e l le tutu l u r halded ir. Türkiyede akl ı n ve i l m i n h a k i m iyet i n i n k u r u l amamas ı n ı n i se, tari hten, harpler­ den , elemansızl ı k ve i htisassız l ı ktan, his ve heyecan safhas ı n ı n de� va m ı ndan, i l i m hayat ı n ı k u ramamaktan gelen çeşitli sebepleri vard ı r. Ortaçağ ı n i skolast i k z i h n iyet i n i n Türk cemiyet i n i n üstünden çok geç atı l ması n ı n ve dar h u d u t l u medrese z i h n iyeti n i n , akl ı n ve i l m i n gerekt i ğ i g i b i Öf\ plana çı kmaması nda, el bette k i m ü h i m bir yeri ol­ muştur. I ki n c i o larak harpler Türk cemiyetinde, yetişen ve d üşüflen ka­ faları çok büyük ölçüde a l ı p götürd ü ğ ü i ç i n , memlekette bu sahada a ğ ı r b i r fukara l ı k h a l i ortaya ç ı.kmışt ı r. Bu yüzderi akl ı n ve i l m i n ku­ rul masında Türkiye b i r elemans ı z l ı k ve i ht isass ı z l ı k derdi i le karşı karş ıya k a l m ı şt ı r. N itekim lsti klal harb i nden ç ı k ı nca,

Atatürk

ve

etrafındaki b i r

avuç kurmay subay d ı ş ı n d a , memlekette hemef\ hemen h i ç b i r saha­ da eleman b u lmak i m ka n ı kalmam ı şt ı . Bu durumda b i r çok i ş le r ge­ çici o larak saha d ı ş ı ndan getiri len i nsanlara görd ü rü l d ü . Işte bu i h­ tisass ı z l ı k ondan sonra d a adeta Türkiyeye çakı l ı p kald ı ve i şe göre adam yeri ne, adama göre i ş z i h niyet i n i Tü rkiye n i n kaderi yapt ı .


TÜRK IYENIN B UGÜN K Ü MESELELERi

307

Türkiyeyi ak ı l ve i l i m d ı ş ı nda tutan çok m ü h i m b i r sebep de ls­ t i k la l Harbif"lden sonraki h i s ve heyecan safhas ı n ı n devam ı d ı r. Baş­ lang ıçta bu his ve heyecan hakim iyeti çok lüzum l u i d i ve Tü rkiyeyi yen i ufuklara doğru itmek i ç i n şarttı. Fakat h is ve heyecan bu it­ me vazifes i n i yaptı ktan sonra ye r i n i fi kre, akl ı n ve i l m i n sükunetl i ted b i rleri ne b ı rakmal ı yd ı . Bu o l m a m ı ş ve Türkiye çok y a n l ı ş şeki lde, e l l i y ı ldan beri i n k ı l a p l a r ı n ilk g ü n kü his ve heyecan safhas ı içinde tut u l m uştu r. H a l b u k i h i s ve heyecan i n k ı lapla r ı n ve atı l ı m ları n ka­ rar safhasında iş görür ve fayd a l ı o l u r. Ondan sonra inkılapların yer­ leşmesi ve oturması i ç i n h i s ve heyecanların yeri n i a k l a ve i l me ter­ ketmesi l fw m d ı r. Aksi takd irde zara r l ı o l u r. N iteki m zara r l ı o l m u ş v e Türkiye, akl ı v e i l m i bir kenara b ı rakarak, h i s v e heyeca n l arla i d a ­ r e ed i len b i r mem leket o l m a t a l i h s i z l i ğ i nden kurt u l a m a m ı şt ı r. A k l ı n ve i l m i n hakim iyeti n i n kuru lamad ı ğ ı yerlerde doğmatizm, safsata , mefh u m l a r anarş i s i , ida re"i maslahat, neme lazı m c ı l ı k, bezg i n­ l i k v .s. orta l ı ğ ı kaplar. Türk iyede de her sahada, i d arede ve sosyal bünyede b u n u n say ı s ı z örnekleri görü l mekted i r . Gerçekten Türkiye� de y i r m i nc i as ı rda bu ak ı l ve i l i m d ı ş ı unsurların şaşı l acak b i r şeki l­ de kol gezd i ğ i görü l ü r . Saf"lki Orta Çağ yaşan ıyormuş g i b i b i r doğ­ matizm hüküm sürmekte ; had iselere akı l ve i l im yerine bol bol saf­ sata şek i l vermekte, bütün değerleri alt üst eden b i r mefh u m l ar anar­ şisi cemiyeti buna ltmakta ; mem lekete akı ncı b i r i st i kamet vermek yer i ne , boyuna, i d a re i masiahat çarkı dönüp d u rmakta ; had iselerin üstüne y ü rümek ye rine, neme laz ı m c ı l ı k i nsanları maddi ve manevi bakı mdan tatmio eden baş l ı ca çare h a l i ne g e l m i ş b u l u n makta ; a k ı l ve i l i m yo l u n u n az sayı daki gerçek tem s i l c i leri de bu yüzden büyük b i r bezg i n l i k , b ı kkı n l ı k, çares i z l i k v e hatta küsk ü n l ü k v e kenara çek i l m e psi ko loj i s i n i n i ç i n e g i rmekted i rler. Bütün b u n l a r ı n demokrasi boyun­ ca ve b i l hassa son o n senede Türkiyeyi .rıas ı l kas ı p kavurdu ğ u herke­ s i n gözünün önünde cereyan etmiş, memleketi n akı l ve i l i m d ı ş ı fa­ a l iyet ve hareketlerle nas ı l uçurumun kena r ı n a getiri l d i ğ i görü lmüş­ tür. Türkiyeni n b i lhassa Atatürkten soora böyle akı l ve i li m d ı ş ı b i r zem i ne oturtu lmasında başlıca soru m l u , memlekette m i l l ete karşı b i r zümre hakim iyeti kurmak i steyen v e m i l l i kü ltürden mahrum b u l u­ nan yarı ayd ı n lar çevresi d i r. Bu çevre Türkiye n i n tari h i gelişmesi n i , sosyal değişmes i n i , d i n meselesini v e Atatürk i nk ı lapları n ı h e p yan l ı ş yoru m l uyarak, akı l v e i l i m d ı ş ı tefsirlere tAbi tutarak, memleketi a.de-


TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

308

ta bir doğmalar ve safsatalar ü l kesi h a l i ne getirerek, Türkiyen i n fu­ zuli ayak bağı o l m uş l a rd ı r. Yaratılan bu a k ı l ve i l i m dışı havadan h i ç b i r sağ lam değer k u rtulam ıyarak b ü t ü n k ıymetler altüst olmuş , b u arada Atatü rk v e Atat ü rkçü l ü k b i le b u n d a n kurtu lamam ı ş , Tü rkiyeye isti kamet verecek bütün prensip, h ü k ü m ve f i k i rler, mefhumlar kar­ gaşa l ı ğ ı içinde tam b i r safsata ağıyla örü l m üştür. Bu yüzden deni le­ b i l i r k i Tü r·k iye uzurı zamandan beri bir yan l ı ş yoru m l a r devri yaşa­ maktad ı r. Bu devrin en önde gelen çevreleri ve s i maları ise bası n , TAT, ü n iversite, s iyasi parti ler, yarı m ü nevverler v e yıkıcı ideoloj i­ lere saplan m ı ş kimselerd ir. Bu mefhumlar anarşisi ve safsata hakimi­ yeti b i l hassa son on senede sol safsata h a l i n e gelerek sokaktan ü n i­ versiteye kadar her yerde görü l memiş b i r kesafet kaydetm işti r. Mern­ leketi b i r yanl ı ş l ı klar ü l kesi hal ine get i re n bu yan l ı ş yoru mların, mef­ h u m l a r anarşi s l n i n , safsata hakim iyet i n if'l , kıymetleri altüst etmenin ve yoldan sept ı rman ı n yönel m i ş bulunduğu başlıca konu ları b u rada teker teker tesbit edeb i l i riz. Böylece b u n l arı ş i m d i b u rada tas h i h et­ mek im kan ı n a da kavuşmuş o lacağ ız. Zira doğman ı n ve safsatan ı n c i d d i b i r gözden geçi rmeye tahamm ü l ü yoktu r v e b i raz yakı ndaf'l ba­ kı nca bu sahte yaldız ortadan kalkarak gerçek, kolayl ı k l a gün ı ş ı ğ ı n a ç ı kar.

ATATüRKÇüLüK

Atatü rk, Türkiye n i n e n büyük ismi olduğu için, bu son akıl ve i l im d ı ş ı dev i rde b ü t ü n dah i li ve h a r i ci bedhahlar onun memleket­ teki n üfuz ve k u d reti nden

istifade etmeğe bi rinci derecede önem

verm i şl erdi r. Bu 11 üfuz ve kudret her zaman s ü r ü p g ideceği için yı kı­ cı unsurlar bu baş istismar yo l u n u m u hakkak k i b undan sonra d a ta­ kip etmekten vazgeçm iyeceklerd i r. G e rçekten son tali hsiz devrede Türkiye meç h u l b i r akı bete doğru s ü rü k l e n i rken k u l l a n ı lan en büyük s i l a h Atat ü rk i stismarı o l m uştu r. Böylece b u g ü n karş ı m ıza Atat ü rk ü n ismine dayanan i k i Atatürkç ü l ük ç ı k m ı ş b u l u nmakta d ı r. Buf'llardan b i ­ ri yan l ı ş Atatü rkç ü l ü.k , d iğeri doğru Atatürkçü l ü ktür. Yanl ı ş Atatürkçü­ l ü k en başta hakikatten, sonra da s i stemden, değerden ve kuvvetten mahrumdur . Onun i ç i n buna Atatü rkçü l ü k yerine, Atatürk i stismarcı­ l ığ ı demek daha yerinde o l acaktı r.


TÜRK IYE N I N B U G Ü N K Ü M ESELELERI

309

Atatürk islisman Atatürkü(') ismi yal n ı z b i r çevre tarafı ndan ve tek bir şeki lde istismar edilmemiş, bir çok çevreler taraf ı ndan çeş i t l i şek i l lerde is­ tismar konusu yap ı l m ı şt ı r. Atatürk istismarc ı l ı ğ ı adı altı nda sı ralaya­ cağı m ı z başlıca sapmaları sosyal ist Atatürkçü l ü ğ ü , şah ı s Atatürkçü­ lüğü, şekilci Atat ü rkç ü l ü k, fı rsatçı Atatürkç ü l ü k, sistemi bozma Ata­ türkçü lü{Jü ve tecrit Atatü rkçü l ü ğ ü şeki l leri etrafından toplayabi l i riz.

Sosyal i st Atatürkçülüğü Türkiyede b i l hassa son zamanl arda sos­ ya l istlerin ve komü nistlerin kuvvet kazandı rmaya ve ön plana geç i r­ meye ç a l ı ştıkları en zorlama Atatürkç ü l ü ktür. Bu-rıa g öre Atatürkçü· lük sosyalizm olmasa b i le , sosya l iz m i n başlang ı c ı ve i l k merhalesi­ d i r. Sosya l izm Atatürkçü gel işmen i n tabii bir neticesid i r. Atatü rk ya­ şasaydı bugün sosyal i st o l u rd u . Atatürk harekatı hakim zümre!ere karşı yap ı lan b i r sol ihtilaldir, ezi lenlerin ezenlere baş kald ı rm as ı d ı r. N itekim lst i k l a l Harb i n i Atatürk emperyalistlere karşı verm iştir. Ş u h a l d e b u savaş da Marksizmi n tarihi gelişm e ç izgisi içinde ortaya çı kan ve, kapitalizme karş ı , sömürülen sı n ı flar ı n verd i ğ i b i r savaştan . başka b i r şey değ i l d i r. Esasoo bu savaş ve Atatü rk i ht i l a l i , Bolşev i k i h t i l a l i i le b i r l i kte ayn ı emperyalist güçlere karş ı , b i rbi rine paralel b i r şek i lde i n kişaf etm i ş ve hatta i k i s i b i rb i rine destek olm uştu r . Ata­ t ü r kçü lüğün temel i

i nk ı lapçı l ı ktı r.

l nkı lapç ı l ı k i se

devrim c i l i k, yan i

sosyal ist i ht i l a lc i l i ğ inden başka b i r şey değ i l d i r. Atatürkün devletçi­ l i ğ i de ferdi m ü l kiyete ve h ü r teşebbüse karşı çı kan ve neticede on­ ları ortadan kald ı rmak

hedefini

g üden b i r sosya lizm başlangı c ı d ı r .

Ayrıca Atatürk klas i k cemiyeti ayakta tutan baş l ı c a m üesseseleri y ı k­ mak da istem iştir, demek ki Atat ü rkçü l ü kte sosyalizme aç ı k b i r ku­ rulu dÜZS(') düşman l ı ğ ı da mevcuttur. Işte sosyalist ve kom ünistlerin zorlama Atatürkç ü l ü kleri n i n anatomisi b u d u r. Bu anatom ide

eldeki

baş l ı ca deli l lstiklal Harbi i le bolşev i k i hti lal i n i n i l k y ı l l a rı n ı n yan ya­ na gelmesi ve batı emperyalizmine karşı görünen paralel i k i hareket d u ru m unda olmala rı d ı r. Fakat tabii b u n u n en zorlama b i r Atatü rkç ü l ü k o l d u ğ u nu ve b u yor u m u n Atatürk istismarı(')dan başka b i r şey o l m ad ı ğ ı n ı e n i y i b i ­ lenler de y i n e sosyal istler ve ·komü n i stlerd i r. O n u n i ç i n kendi arala­ r ı nda bu zoraki yorum asl ı nda tamam iyle satı hta kalan, dışa dön ü k , aldat ı c ı propaganda vasıtası olmaktan öteye g itmez.

Bunun

hemen


T Ü R K I Y E N I N B U G Ü N K Ü MESELELERI

310

a rkası ndan bütün sosyal i stler ve kom ü n istler asl ı nd a Atatürke müt­ hiş b i r şeki lde düşmand ı rlar. Onların nazarı nda Atatü rkün ad ı B u rj u­ va Ke mal'd i r. l sti klal Harb i n i n s ı k ı ntı l arı i ç i nde bolşevi klerle iyi ge­ ç i n d i ğ i başlang ı ç devresi d ı ş ı nda kalan ve komün izme açı kça s ı rt çe­ viren Atatü rkü hiç t a n ı m az, bu yüzden Atat ü r k ismi yerine Mustafa Kemal ism i n i k u l l a n m ayı ve ş i i rlerde b i l e onu yerleştirmeyi uyg u n görü rler. Atatürke yal n ı z yer l i komün istler değ i l , o n l a r ı n d ı şarıdaki patronları da d i ş b i larnişlerd i r ve diş b i lerler. Bu iç ve dış komün ist­ ler Atatü rkü lsti klal Harbi nden hemen sonra kom ü n istleşti recek leri­

,i umm uşlar, fakat M u stafa Suphi had isesinden son ra akı l ları başla­ rına gelerek b u sefer Atatürkün bolşevikleri a ldatt ı ğ ı fikrine sarı l­ m ı ş l a rd ı � . Işte a s l ı n d a böyle b i r Atatürk ve Atatü rk Tü rkiyesi d üşma­ nı o l a n komü n istler, Türkiyedeki akı l ve i l i m d ı ş ı atmosferin haki­ m iyeti nden , mefhu m l a r a n a rşisinden faydalanarak, el çab u k l u ğ u i l e , Atatü rkü kend i le r i nden v e s o l c u göstermek g i b i , safsata l a r ı n en bü­ yüğünü memleket m ü nevverleri n i n kafas ı n a yerleştirme kampanyas ı ­ n ı b ü y ü k b i r i srar v e doğrusu maharetle yü rütü p , Türkiyeyi u ç u r u m u n kena r ı n a getirm işlerd i r.

H a l b u k i Ata t ü rkün en bariz tarafl a r ı ndan b i r i a ç ı k a ç ı k bolşeviz­ me, kom ü n izme ve sosyalizme cephe

a l ması d ı r.

Bu,

hem

bolşevi·k

oyu n u n a geti rilerek Tü rkiyen in komün istleşti r i lmesine engel olmasın­ da, hem ko m ü n i stlere de çeşitli

karş ı

nutuklarında

ve

yaptı ğ ı

kah red i c i

sözlerinde

m ücadelede ve hem

metin ve d i rektifler hal i nde

açıkça kend i s i n i gösteri r . Bu açı k l ı ğ a rağmen kom ü n i stler Atatürkü ken d i tarafla r ı n a çekmek yüzsüzlüğü nden daima büyük faydalar um­ m uşlard ı r. B u hususta en küçük b i r noktayı b i le istismar bahanesi yapmaya büyük b i r gayret göstermişlerdir. Mesela Atatürk bütün ha­ yatı nda medenil i ğ i n , medeni tav ı r ve hareketin ve medeni kıyafetin sembol ü o l muştu r. Fakat ası l Atatürk

tavrı n ı n ifadesi o l an b i n lerce

res m i n yan ı nda Atat ü r k ü n b i r soğ u k havada çek i l m i ş k ı ş şapka l ı b i r resmi vard ı r. Kom ü n istler derhal o resm i ortaya ç ı kararak v e üzer i n­ de rötuşlar yaparak Atatü rkü Len ine benzetrneğe ve b u n u bayrak yap­ mağa yeltenmiş ve bu yol d a da çok tesi r l i başarı l a r gösterm işlerd i r . Kom ü n i stler i n yal n ı z saç l ı , sakal l ı , b ı y ı k l ı yüzleri v e h ı rpani i ht i l a l c i tak l i d i kıyafetleri b i le, o n l a r ı n

Atatürke ters d üştü kleri n i gösterrneğe

yeter b i r del i ld i r. Fakat a k ı l ve i l im yerine safsatan ı n h a k i m o l d u ğ u b i r dev i rde memleket m ü nevve r i , bu kadarc ı k o l s u n , s a l i m düşüneeye ken d i s i n i vermekten uzak kalm ı ştı r. Neticede Atatü rkün g üzel adı ve


31 1

TÜRKiYENiN B U G Ü N K Ü MESELELERI

Atatü rkçü l ü k akı l a l maz ve i n a n ı l maz b i r şek i lde sol yı k ı c ı l ı ğ ı n tes i r l i b i r s i lahı h a l i ne get i r i lebilm iştir. Atatü rk istismarı çerçevesine

g i ren i ki n c i

Atatürkç ü l ü k şek l i

�hıs Atatürkçülüğü'dür . Bu zayı f b ü nyeli v e fikri mesnetlerden mah­ r u m Atat ü rkç ü l ü k an lay ı ş ı Atat ü rk ü n şahsına karşı duyulan bel i rsiz bir romantizm ve daha doğrusu doğmat i k bir alaka şekl inde tezah ü r etmekted i r . Bu a n l ay ı ş ı n mens u p i a n n a göre Atat ü r k ü n şahsı v e i s m i h e r şey i ç i n kaf i d i r . O n u n ar·kası nda başka b i r şey aramaya, d ü ş ü n­ meye, derine g itrneğe lüzum yoktu r . Atat ü rk ü n ad ı n ı anmak b i r b ü ­ yü, b i r dua g i b i her şeyi hal Jetrneğe kafid i r . B u Atat ü rk ç ü l ü k anlayı­ ş ı n ı n Atat ü r k ü n şahs ı n a da, f i k i rlerine de ne kadar ters d üştü ğ ü mey­ dandad ı r . Atatü r k her zaman fan i olabi lecek naçiz şahsa değ i l , fikre, f i k i r sistemine ve o fikir siste m i n i n tatbikasma önem vermiş ve yö­ n e l m iş b i r i nsand ı r . Ş a h ı s Atat ü rkçüleri u m u m i yetle s ı ğ düşüncel i , fi­ k i r tembe l l i ğ i i ç inde b u l u nan saf insanlard ı r. B u n l a r ı n niyetleri kötü değ i l d i r. Fakat, Atatürkç ü l ü ğ ü n bu yan l ı ş şek l i d o l ayısiyle, taraftarları­ n ı n safl ı ğ ı istismar konusu olu nca iş değ i ş i r ve n i tekim değişmişt i r. Atat ü rk i stismarc ı l ı ğ ı n ı n teza h ü r eden ü ç ü n c ü şek l i şekilci Ata­ türkçülük d iyeb i leceğ i m i z an layışt ı r. Bu a n l ay ı ş şahıs Atatü rkç ü l ü ğ ü a n l ayışı i l e de b i rleşi r. Bu anlay ı şa göre Atatü rkç ü l ü k h e r şeyden ö n ­ c e b i r şek i l ve merasi m meselesidir. B u yerin e g etirildi m i her şey h a l l o l d u demekt i r. Atat ü r kç ü l ü ğ ü n m u hteva meselesi o l d u ğ u n u n b u a n l ayış kat' iyyen farkında değ i ld i r. Fark ı nda ol unsa b i l e şekl i n v e me­ ras i m i n mu htevayı arkas ı n dan s ü rü kleyeb i leceği g i b i b i r hayat i n ve adeta yasak savma n ı n kolay l ı ğ ı içinded i r. Her tarafa Atatü rk büstle­ r i n i n d i k i l mesi ve yerleşt i r i l mesi i le, res i m l e , heykelle ve Atatürk üze­ rine çoğu yan l ı ş l ı kl a r l a dolu olan radyo ve meydan n utu k l arı söyle­

mekle Atatürkç ü l ü k yapı l d ı ğ ı zanned i l i r . Son zamanlarda b u a n l ayış,

b e l i rli g ü n lerde Atatürkün yerine Atatü r k b üstün ü kamyonlara b i nd ir­ rnek ve motorlardan karaya çı karmak, tören yerine geti rmek, onu aziz Atat ü rk ü n can l ı varl ı ğ ı yerine koymak g ibi g ü l ü n ç bir meras i m c i l i ğe ve Atatü rkün çok nefret ett i ğ i b i r modern putperest l i ğe b i l e g e l i p u l aş m ı şt ı r. Atatürk i stismarı n ı n ortaya çı kan dörd ü ncü şekl i n i de fırsatçı Atatürkçülük adı i l e ifade edebi l i riz. Bu an layış Atat ü rkçü l ü ğ ü n ger­ çek sistem i yerine, Atat ü r k ü n bu sistem i yerleşt i rirkan doğru yol u b u l mak i ç i n b a ş v u rd u ğ u denemelere sap l a n ı p kalmayı esas sayar. G erçekten Atat ü rk çok defa etrafı ndaki m üşavir l e r i n i l im bak ı m ı n dan


312

TÜRKIYEN I N B U G Ü N K Ü M ESELELERi

yeters i z l i ğ i , o devi rde yet i ş m i ş yeteri kada r, i l im ve i htisas adamı n ­ dan Türkiyen i n henüz m a h ru m b u l u nması d olayısiyle kend i aske r l i k v e devlet idaresi

i htisas ı n ı n

d ışındaki

b i r çok

meseleleri de yine

kendi dehası ve tecrübeleriyle hal letmek mecbu riyatinde i d i . Işte bu a rada bazı maselelerde bir tak ı m denemeler yapmış, sonra bu dene­ meleri n neticelerine göre hareket etmiş, yan l ı ş neticeleri n i görd ü ğ ü denemelerden b i r müddet sonra vazgeçerek ası l doğru y o l d a karar k ı l m ıştır. D i l mese lesi bu denemelerden b i ri d i r. Atatürk a ş ı r ı tasfi­ yec i l i ğ i denemiş, öz tü rkçec i l i ğ i b i r müddet yokl amış,

fakat

bunun

çı kar yol o l m ad ı ğ ı n ı görerek sonra ondan vazgeçm iş ve büyük b i r se. ziş kab i l iyetiyle tam i l m i yolda karar ·k ı l m ı şt ı r. Işte f ı rsatçı Atatürk­ çü l ü k an layı ş ı n ı n mensupları, Atatürkün bu g i b i denemeleri n i ken d i le­ rine bayrak yaparak Atat ü rkç ü l ü k istisma rı n ı n değ i ş i k b i r şek l i n i or­ taya koymakta ve bundan da hem maddi bakımdan, hem de y ı k ı c ı ideoloj i ler n a m ı n a büyük ç ı karlar sağ l amaktad ı rlar. Atatürk istism arı n ı n beşinci şek l i ,

yüklenme Atatürkçülüğü, yan i

Atatü rkç ü l ü ğ ü n sistem i n i bozacak şeki lde, m uayyen u nsurl a ra y ü k­ lenmek ve onları tek

yapmakt ı r. Bu

Atatürkçü l ü k bayra ğ ı

hususta

en çok k u l l a n ı lan i k i u n s u r da i n k ı lfıpçı l ı k i le l a i k l i ktir. Bu s i stem bozucu Atatürkç ü l ü k , ağı rl ı k nen

beni msamekle yetinmez.

jenere t ü rk

verd i ğ i

ederek,

memlekete

istismarından

B i lakis seçt i ğ i takd i m

mem leket

çok

lang ı çta sistemden

koparı l arak

l ı k verilen

unsur

baş l ı ca

ğı Atatü rkçü l ü k

eder . büyük

prensi plerini o

Bu

acı lar

Uzun

zaman

Atatü rkç ü l ü ğ ü n

de

prensipleri çok

üzerine yü klenilen,

l a i k l i kti.

mensu p l a r ı ,

Atatürk

ay­

de, de­

maksat l ı

Ata·

çekm işti r.

Baş­

ken d i s i ne ağ ı r­ bu

sistem kaça­

l a i kl i kten

i baret

ol­

duğunu i leri s ü rm ü ş le r, b u l a i k l i ğ i de dejenere ederek din d ü şm a n l ı ­ ğ ı , Isitırniyet düşm a n l ı ğ ı h.u d utlarına vard ı rm a k suretiyle, menfi b i r d in c i l i k baskı s ı i le karşı karş ıya

Tü rkiyeyi

b ı rakm ışlard ı r. Böylece

Türk m i l leti n i n üzerinde z ü m re hakim iyeti kurmak ve bask ı yaratmakta bu d i nc i l i k ağ ı r b i r s i l a h o l a rak kul lan ı l m ı ş, Tü rkiye b i r i l erici ler - ge­ r i c i l e r ü l kesi, m i l let i rtica içinde b i r kütle, d i n ada m ı b i r öcü olarak gösteril m işti r. H a l b u ki Tü rk m i l leti hiç b i r zaman m ü rteci olmamış ve bu haki kati , böyle görecek yarı m ü nevverleri n z u h u r edeceğ i n i tah­ m i n ederek, Atatürk kendi sözleriyle b izzat ifade de etm iştir. Daha sonra ve b i l hassa son on y ı lda sistemden koparı l a ra k üzerine yük­ leni len u n s u r i n k ı lapç ı l ı k o l muştur. l n k ı lapç ı l ı k devrim c i l i k adı altın­ da i hti l a l ci l i k şek l i nde yoru m l anarak baş l ı ca ve hatta tek Atatü rk­ ç ü l ü k prensi bi h d l i nde takd i m ed i l m iş, b u bayrakl a solun e l i nde Ata­ t ü rkç ü l ü k sosya l izm o l u p ç ı k m ı şt ı r.


TÜRKIYEN I N B U G Ü N K Ü MESELELERI

313

Atatürk istismarc ı l ı l) ı n ı n altıncı b i r şek l i de

tecrit Atatürkçülü{lü,

yani Atatürkü Türk tari h i nden tecrit eden anlayışt ı r d iyeb i l i riz. B u anlayış yukarı daki d i ğ e r Atatürk istismarlarıyla da bi rleşerek hem başlı baş ı n a ve hem de onların b i re r yan u nsltru o larak tahribat ı n ı i cra etm işt i r. B u an layışa göre Atat ü rk tek adam d ı r , o n u n Türk

ta­

r i h i n i n ezeli ve ebedi z i n c i ri nde yeri ve o n u n l a her hang i b i r ala­ kas ı yoktur. Ondan önce h i ç b i r şey ve h i ç bir ki mse yokt u . Bu tecritçi Atatü rkçü l ü ğ ü n , Atatü rk ü boşlu kta b ı rakan ; bir yandan m i l letten, b i r yandan da tari hten tecrit eden a n l ay ı ş ı n n e kadar yan l ı ş o l d u ğ u ve Atatürkün düşüncesine ne kadar

ayk ı r ı

meydan d a d ı r . E n

düştü ğ ü

ufak b i r d i kkat, Atatü rkün, h e r işinde nas ı l m i l letin eseri n i gören, m i l letten kopmayan ve tari he büyük değer veren b i r i nsan olduğu­ nu g östermel)e kafi d i r . Atatürk h i ç bir m i l leti n tek adam üzerine m üesses olmad ı l) ı n ı ve olamayacağ ı n ı ve müsait b u l u nmad ı ğ ı n ı her­ kesten çok iyi b i l irdi. N e kadar büyük o l u rsa o l s u n , tek b i r adam ı n , tek b i r mukaddesatı n b i r m i l lete kati gelmeyece l) i n i k i m se Atatürk­ ten daha iyi bi lmezdi. Onun için bu Atatürk tecritç i l i ğ i , Atatürke kar­ şı yapı lan en büyük haksız l ı klardan ve kötül ü k lerden b i r i d i r ve onu m i l letle karşı karşıya geti rmek hedef i n i g ütmekted i r . Bu noktada yed i nci o l arak

Atatürk düşmanlığı'nı da bu Atatürk is­

tismarc ı l ı k ları çerçevesine alabi l i riz. Gerçekten Atatürk düşman l ı l) ı da menfi b i r Atatürk istismarı d ı r. Ayn ı zamanda b u istismar da d i ğer istismar şek i l leri g i b i haksızl ı k ve yanl ı ş l ıklarla d o l u d u r. N i h ayet Ata­ tü rk düşmar:ı l ı ğ ı n ı n bu çerçeveye a l ı n m as ı n ı n b i r sebeb i de dil)er is­ tismar şeki l lerinin b u Atatü rk düşman l ı ğ ı n ı , b i lerek veya b i l meyerek, körüklemes i d i r. Atatürk d ü şman l ı ğ ı , Atatürke m u halefet şeklinde, daha lstiklal Harbi nde i ken baş l a m ı şt ı r. Atatü rk g i bi bir şahsiyelin daha önce de bir takım

k ı skanç l ı kları ,

çekememez l i kleri

karşı fiki rleri celp etm iş o lması tabiid i r . raber Atatürk harekatı n başına şı fikirler yavaş yavaş Atatürke karşı yememiş ve

olan

tes i rl i

ve

d üşman l ı k l arı

l st i k l � l

geçi nce, bu

hale

lsti klal

gelememiştir.

baş l a m ı şt ı r.

Fakat

Harbi

içinde

pek

büyü­

Harpten

sonra

Atatürk

m u halefet i n şekil leneceği nden ve yen i Tü rkiyen i n him

bir

be­

düşman l ı klar veya kar­

suyun yüzüne ç ı kmaya

m u halefet,

veya

Mücadelesiyle

ayak bağ ı o l acağı ndan kuşkulanm ı ş ve

bu

başlang ı çta mü­ buna

i m kan ver­

meyecek ted b i rleri a l m ı ştı r. Bu tedbi rler o l d u kça büyük b i r küskün­ ler ve k ı rg ın lar z ü m resi yaratarak, Atatürk düşman l ı ğ ı nda, m u hale-


314

TÜRKiYEN i N BUGÜNKÜ MESELELERi

fet h u d utları n ı aşan ilk tohu m l arı atm ı ştı r. l sti k l a l Harb i n i n l ider kad­ rosundaki bu b ö l ünme ş üphesiz esef vericidir. Fa�at işlerin tek b i r otoriten i n i radesine m uhtaç b u lunduğu haki kati bugün d a h a iyi a n l a ­ şı lmaktad ı r. Eski Türk devlet başkan l a r ı devlet i n selameti i ç i n kar­ deşle r i ne ve eviat i a r ı n a b i le kıymaktan çekinmem işlerdir. Onun i ç i n Atat ü rkün y e n i Tü rkiyeyi ku rarken bazı arkadaşları n ı feda etmes i n i bu zihn iyetle mütalaa etmek v e Atatü rkü an l ayışla karşı l amak, dola­ y ı s iyle bu yüzden ortaya ç ı kan Atatürk düşman l ı ğ ı n ı h a k l ı bu lmamak laz ı m d ı r. Daha sonra saltanat ı n ve h i l afeti n k a l d ı rı lması ve zaruri i n k ı l ap­ l ar ı n yapı l m a s ı safhas ı g e l i r. Bütün b u n l a r d a tabii, Atatür.k düşma n l ı ­ ğ ı na yeni u n s u r l a r v e y e n i taraftarlar katm ı şt ı r . Fakat i nsafla düşü­ n ü l ü rse Atatürkün yap ı l ması

lazı m geleni yapt ı ğ ı n ı

kab u l etmenin

akı l ve i l i m için tek yol o l d u ğ u n u görmerneğe i m kan yoktur. B i rinci Dü nya H arbi nden sonra u laştı ğ ı merha l ede sa ltanat Türkiyede kala­ mazd ı . H i lafe t kal amazd ı ve d i nde değ i l , fakat d i ne karşı tutumda Tü rkiye reforma g itrneğe ve d ü nyan ı n u m u m i telakkisinden geri kal­ mamağa mecburdu . l n k ı l ap l a r ı n hepsi devletin yeniden şeki l lenme­ si i ç i n zarurett i . H issi Osma n l ı taraftarları n ı n , d i n i n yirminci asırdaki yerini ve d i ndarl ı ğ ı yan l ı ş a n l ayan l a r ı n , ü m metç i l i ğ i n hala geçe r l i ola­ b i leceğ i n i sana n l a r ı n d ü ş m a n l ı kları hesaba katı lamazd ı ve b u d üş­ m a n l ı k ları göze a l m a k lazı m d ı . N iteki m Atatü rk i daresi de böyle b i r t a k ı m tes irsiz düşman l ı kl a r yaratm ı ştı r. Fakat Ata t ü rk düşman l ı ğ ı nda, üçüncü merhale ve sebep olarak, yanlış Atatü rkçü l ü ğ ü n de, yani Atatürk istisma r ı n ı n da m ü h i m bir ye­ ri o l d u ğ u n u b u rada kaydetmeden geçemeyiz. Sosyal istlerin bayra ğ ı olan Atatürk, şahı sç ı l ı ğ ı n v e şek i l c i l i ğ i n ö n e s ü r d ü ğ ü Atatürk, fı rsat­ ç ı l a r ı n s u n d u ğ u Atatürk, s i stem i dejenere edenlerin ortaya koyduğu Atatü rk, h i ç şüphe yok k i , b i l hassa derin düşünemeyen ve b u istis­ marların arkası ndaki maksatları tam göremeyen sade vatandaş çev­ relerinde Atatürkün bu yan l ı ş h üviyetine karşı b i r takı m şüpheleri ve düşma n l ı kları cel betmekten, tahrik etmekten, dolay ı siyle as ı l hüviye­ t i ne zarar vermekten geri k a l m a m ı ştı r. Her n e olursa o l s u n , Atatürk istismarc ı l ı ğ ı g i b i , şüphesiz Ata­ türk düşman l ı ğ ı n ı n da h i ç b i r manası ve h i ç b i r fark l ı tarafı yoktu r . T ü rk iye Atatürk konusunda istismarc ı l ı ğ ı d a , düşman l ı ğ ı da bertaraf etmek mecburiyetinded i r. B u ya l n ı z Atatürke karşı

ödenmesi

lazım


315

TÜRKiYENiN B U G Ü N K Ü M E SELELERi

gelen bir m innet borcu değ i l , ayni zamanda Türkiyede siyasi, sosyal ve -kültürel huzur ve ist ikrarın sağlanması ve doğru yolun b ul u nması için de şartt ı r. Bunun başl ıca çaresi de Atatürkç ü l ü ğ ü doğru şekl iyle ortaya koymak, tanımak ve tatbi k etmek, Atatürkç ü l ü k d ı ş ı nda kalan u nsurları m utlaka d ı şarda

b ı rakarak

Atatürk

ve

Atatürkçü lüğe en

saf şek l i n i vermekti r. Atatürkün sahte dosta da, a k ı l s ı z dosta da i h­ tiyacı yoktur. O a k ı l l ı d üşman ı n akı lsız dosttan iyi o l d u ğ u nu herkes­ ten daha iyi b i l i r d i . Atatürkü bu sahte ve akı lsız taraftarlar ı n şerrin­ den koru mak Türk M i l leti i ç i n çok l üzumludur. U nutmamak lazı m d ı r ki Atatürk Türkiyenin kaderinde daima m ü­ essi r olacakt ı r . Atatürk bu devletin kurucusudur. H i ç b i r devlet ku­ rucusunun adına sarı lmaktan ve onun yolu nda g itmekten uzak kala­ maz. Bu itibarla Türkiye de h i ç b i r zaman Atatürksüz o lmayacak, ola­ m ıyacaktı r.

Atatürk

doktrini

Fakat Atatürksüz b i r Türkiye olamıyacağı f i k r i , ya l n ız Atatürkün devletin kurucusu olması sebebine dayanmamakta d ı r. Atatürkün fi­ k i rleri de Türkiye için daima büyük bir ışık kayna ğ ı olacak mahiyet­ tedi r . Ası l bun larsız olmamak, Türkiyeni n i stikbali i ç i n son derece büyük b i r tem i natt ı r. Z i ra Atatürk s ı radan, hatta çok kritik b i r devir­ de gelmiş fevka ladeden b i r devlet başkanı olmakla kalmaz, ayn ı za­ manda i st ikbale çevri l i m ü h i m ve hayati b i r doktri n i n de en büyük temsi lcisidir. Bu en büyüklük, hem tatbi katta doktri n i n tek ismi o l­ masından, hem de nazariyatta doktr i n i n i k i büyük i s m inden b i r i ol­ ması ndan dolayıd ı r. Onun i ç i nd i r k i bahis konusu doktri n d ı şarda ve Türkiyede u m u miyetle onun ismiyle anı larak, · Kemalizm veya Atatürk­ ç ü l ü k şekl i nde adland ı r ı l ı r. Bu doktrinin i z a h l ı adı K ü ltür M i l l iyetç i l i ğ i veya I lm i M i l l iyetçi l i ktir. I şte Atatürk doktrin i , Atatürkçülük d iye adland ı r ı l a n doktrin, hakiki Atatürkç ü l ü k bu kültür m i l l iyetçi l i ğ id i r. Bu doktrine, i k inci i s i m ola­ rak, I lmi M i l l iyetç i l i k dememi z i n sebebi kült ü r m i l l iyetç i l iğ i n i n tarna­ m iyle tabii akışa, tarihi gelişmeye ve m i l letierin teşekkü l ü ne, cemi ­ yellerin tabii i nkişaf ı n ı n neticeleri ne, h ü lasa gerçekiere v e i lme i sti­ nad etmesi d i r. Bu bakı mdan kültür m i l l iyetç i l i ğ i d i ğer farazi doktrin1erden çok fark l ı i lmi ve arneli b i r f i k i r s i stemi hüviyeti nded i r.


316

TÜRK IYEN IN B U G Ü N K Ü MESELELERt Bu sistem i n mahal l i l i ğ i de asl ı nda bahis konusu değ i ld i r. Kü ltür

m i l l iyetç i f i ğ i hemen hemen b ütün m i l let model lerine tatb i k edileb i l i r . Dolay ı s iyle doktrinlerde b u lunan beyne l m i l e l l i k vasf ı , h e r m i l let mo­ del ine kendi b ü nyesinde tatb ik ed i l mek üzere, pek ala k ü l t ü r m i l l i­ yetç i f iğ i nde de mevcutt u r . Bu sebeple cemiyetlerden ve i l i mden doğ­ muş b u l unan, i l m i n ve sosyal gel işmen i n b i r neticesi o la ra k ortaya ç ı km ı ş olan bu f i i l i sistem , en tabii b i r f i k i r sistemi o larak, m i l let­ Ierin hayatı n ı tanzim edecek, onları şeki l lend i recek b i r doktrin olmak vasfı nda ve karakteri nded i r.

Bu Türk doktri n i n i n kurucusu Ziya G ökalp'\ır. Türk M i l l iyetçi l i­ ğ i n i n , kültür m i l l iyetçi l i ğ i n i n , i lmi m i l l iyetçi l i ğ i n babası odur. Atatürk, doktrinin ikinci büyü k ismi, fi i l iyatta ise en büyük ismid i r. Atatürk , Gökal p ' i n doktr i n i n i n hem tatb i katı n ı yapm ış, hem de onu tamam la­ m ı ş ve gel işti rmiştir. B u bakı mdan Ziya G ök a l p i l e Atatürk, Marks ve Len i n ' i n karş ı s ı n a d a i m a ç ı ka r ı l ab i l i r ve hiç değ i l se Tü rkiyede onları her zaman kol ayl ı k l a yen i lebi l irler.

Böyle hakiki Atatürk doktrini i le, yani k ü l t ü r m i l l iyetç i l i ğ i i le or­ taya ç ı kmad a n , M a rks'ı ve Len i n ' i deği l , hiç k im seyi yenmek ve h i ç kimsenin kafas ı n a yerleşmek m ü m k ü n değ i ld i r. Yuka rıda zi krettiğimiz Atatü rk i stismarı çerçevesi nde kalan yan l ı ş Atatürkçü l ü k şeki l lerinden hiç birisinde böyle bir kuvvet yoktur. Işte Tü rkiye uzun zaman bu yan l ı ş Atatü r.kç ü l ü k şek i l leriyle iktifa ett i ğ i i ç i n , böyle bir Atatürkçü­ lük anlayışı kafalardaki boş l u kları doldura m a m ı ş ve yetişen gençlerin beyn i n i bütü n y ı k ı c ı a k ı m l ara , bu arada d a tabii en başta M arksiz­ me karşı açık t utmuştur. Türkiye son senelerde bu acı tecrübe i l e yüz yüze gelmişt i r. Fakat bu tecrübede yen i len, gerçek Atatü rkçü l ü k , ya­ n i kültür m i l l iyetç i l i ğ i değ i l ; sun'i Atatürkç ü l ü k de d iyebi leceğ i m iz is­ tismar Atatürkç ü l ü ğ ü d ü r . B i lakis Atatürk dokt r i n i n i ben i msem i ş olan m i l l iyetçi gençler Türkiyede M a rksizme yeni l medikleri n i ve yeni lme­ yecek lerini , gerekt i ğ i zaman, kanları pahas ı n a da olsa, son seneleri n vahim g ü n lerinde aç ı kça ispat etm işlerd i r. Ş i m d i Türkiye

1 2 Mart­

tan sonra işte bu konuda da büyük b i r tash i h ve rota değişi k l i ğ i mec­ bu riyetiyle karşı karş ı yad ı r. Bu mecbu riyet Atatü r k istismarr çerçeve­ sine g i ren Atatürkç ü l ü k şeki l leri n i b i r yana b ı rakı p Atatürk doktr i n ine­ dönmek ve ona hakkıyle sarı l makt ı r. Bundan sonraki gelişmelerde ve devlet i n bakası nd a Atatürk konusundaki bu sapmayı d üzeltmen i n ha­ yati bir ehemm iyeti o l d u ğ u n u tekra r tekra r belirtmeliyiz.


TÜRK IYEN IN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

31 7

Ziya Gökalp tarafı ndan kurulan, Atatü r k tarafı ndan tatb i k edi len ve geliştiri len, Atatü rkten

sonra

m i l l iyetçi ler

tarafından

daha

da

i leri götü rülen k ü l t ü r m i l l iyetç i l i ğ i , yaşayan canlı b i r doktrin o l a rak, deva m l ı bir şeki lde i n kişaf etm işti r. Bu yüzden Ziya Gökalp ile Ata­ türk arası nda ufak tefek bazı farklar vard ı r. Yan i Atatürk, Ziya Göka l p ' ı aşmı şt ı r . Bugün

Atatürk devri v e marhalesi de a ş ı l m ıştı r.

Zaman

fark ı na, tatbi katı n gerçeklerine ve kıymet l i tecrübelere dayanan bu ayr ı l ı klar tab i i d i r ve tabii b i r doktri n i n zamana ve cemiyete i ntiba­ kı ndan başka b i r şey değ i ld i r. Teferruatta kalan ve asla büyütülme­ mes i ge reken b u küçük farklar d ı ş ı nda doktri n i n hedefi, felsefesi , ö rgüsü, esas yapı s ı aynı kal m ı şt ı r ve tabii, isti kamet değişmedi kçe, hep ayn ı kalacaktı r. B i r doktrin i n kendi esas istikametindeki gelişme­ ler daima norm a l d i r ve doktrine zarar vermez. Doktrini ç ı ğ ı rı ndan çı­ karacak şey doktrin sapma l a rı d ı r. Atatürk doktr i n i nden de böyle sap­ malar ol muştu r . Fakat bun lar, Atatürkçü l ü k l e b i r alakası o lmayıp, an­ cak yukarıda temas ett i ğ i m iz Atatürk istismarı çerçevesi ne g i ren sap­ malard ı r.

Kültür milliyetçiliği Atatürk doktri n i ne, yani

kültür m i l l iyetç i l i ğ i ne göre; i nsan l ı ğ ı n

teme l i m i l let hayat ı d ı r. M i l let beşeri tekam ü l ü n v e i nsan cemiyetle­ r i n i n u l aşt ı ğ ı en büyük gerçekt i r, en büyü k ve en m üteka m i l cemi­ yet şek l i d i r. Ferd i n de, cemiyet i n de, i nsan l ı k camiası n ı n da saadeti , tam olara k ancak m i l let hayatı v e m i l letler manzumesi içinde ka­ i m d i r . Ferd i n ve cemiyetin saadeti m i l let hayat ı n a b a ğ l ı olduğu gibi, insan l ı ğ ı n saadeti de m i l letierin b i rb i rleri n i n h a kk ı n ı gözetmelerine, karş ı l ı k l ı saygı ahengi içi nde o l malarına bağ l ı d ı r. B u saadetin g�r­ çekleştiri lmesi i ç i n içeride m i l l i hayatı n , d ı şarıda da m i l letler man­ zumes i n i n teşekk ü l ü , korunması ve devam ett i r i l mesi gerekir. Bu­ nu sağ layacak h u sus, da dünyan ı n m i l li devletler h a l i nde taazzuv et­ mesi d i r . Şu halde en ideal siyasi ve sosyal yapı m i l l i devlett i r. M i l­ l i devlet içeride de, d ı şarıda da m i l l i hayata zarar verecek h e r ha­ reketi, her teşebbüsü ve her em peryal i z m i reddeder. M i l let hayat ı n ı n teme l i

ise m i l l i kü ltürd ü r. Çünkü m i l let kültür

b i r l i ğ i demekt i r, kültür birliği olan cemiyet demekt i r. Şu halde m i l­ li devlet m i l l i kültüre dayal ı devlet demekti r. M i l li devlet m i l li kü ltü­ rü koruyan, gel işti ren, yücelten ve m i l l i hayatı n bu vasat i ç i nde sü-


T Ü R K I Y E N i N B U G Ü N K Ü M ESELELERI

318

rüp g itmes i n i tem i n eden , böylece ferde ve m i l lete hakiki saadet yo l u nu açan organ izasyon demektir. Işte Atatürk doktr i n i n i n esası budur.

Doktrin

bu

esas üzerine

d a l l a n ı p b udaklana rak aşa ğ ı d a s ı ra l a n m ı ş unsurları içine alan geniş bir manzume h a l i ne gelm iştir. Onun i ç i n Atatürk harekat ı bu esasa yöne l m iş ve Atatü rk ü n bütün faal iyeti bu m i l li devlet m i hveri etrafı n­ da toplanm ı şt ı r.

Atatürk devrindeki tatbikat

Bu doktrin çerçevesi nde Atatürkün yapt ı ğ ı i l k iş m i l letin isti kla­ l i n i kurtarmak o l muştur . B u n u Atatürk m i l let i n i n b a ş ı n a geçerek ls� t i k la l Harbi ile gerçe.kleşti rm iştir. I k i nc i olarak Atatürk, doktr i n i n tem e l i o l a n m i l li devleti kurma yoluna yönelm işt i r. B u n u n için b i r yandan m i l l i devleti , gerekli hu­ kuki ve sosyal müessese ler ve m i l l i k ü l t ü r esasl a r ı üzerine yerleş­ tirirken, b i r yandan da m i l l i şuuru

uyand ı rmağa, kuvvet lendi rrneğe

ve m i l letin k ı rı l m ı ş olan g u rurunu tedavi etmeğe b ü y ü k b i r önem verm i şt i r. Devleti m i l li k ü l t ü r esasları üzerine oturtmaya ç a l ı ş ı rken Atatürk, başta anayasa o l m a k üzere, devlete şekil veren kan u n l a r ı ve niza rnl a rı tesi s etmekle k a l ma m ı ş, ayn ı z a m a n d a devlet i n üzerine oturacağı m i l l i kü ltürü teş k i latıa n d ı rma

yol una

da

g iderek

derhal

Türk k ü ltürüne çevri l i çeşitli k ü lt ü r m üesseseleri kurmuştur. Harp­ ten yeni ç ı km ı ş fak i r bir mem lekette i ktisadi kalkı n m a n ı n maddi he­ definin yanında ve hatta önünde böyle b i r k ü lt ü r h a mlesine ve is­ tikametine yönelmek, Atat ü rk ü n b a ğ l ı b u l u n d u ğ u doktrin i ç i n ne ka­ dar şuurlu ve ilmi bir şekilde h areket ett i ğ i n i n en g üze l misal i d i r. Türk l ü k şuurunu uyand ı rmak ve kökleşti rmek ise Atat ü r k ü n bel­ ki de en b üy ü k şevk ve heyecan ı n ı teşki l etm i ş, b u şevk ve heye­ cand ı r ki, Atatürk devrini Türkiye için çok l üz u m l u olan b i r destani havaya b ü r ü m üştür. Atat ü rk ü n bu konudaki tutumu y a l n ı z Türklüğe karşı büyük aşkı ndan i leri gelm iyor, ayn ı zamanda tarihi ve i lmi ha­ ki katlere de daya n ı yo rd u . Atat ü rkün bu husustaki davran ı ş l a r ı n ı n ve atı l ı ş iarı n ı n o kadar kuvvetl i o l m as ı n ı n sebeb i , m i l l i aşkla gerçeğin bu şekilde b irleşmesiydi. Bu b i rleşme Atatürke Tü rk ve c i han tarihi-


TÜRKIYENiN B U G Ü N K Ü M ESELELERi

319

nin kaydetti ğ i en büyük coşkun l u ğ u veriyor ve ne d ü şerek 11 Türk! ö ğ ü n, çal ış,

g üven ıı ,

d a m a r l a r ı ndaki as i l kanda mevcu ttu r ıı ,

m i l let i n i n

o

11 M u htaç

onu­

o l d uğ u n ·ku d ret

11 Türk M i l leti kahrama n l ı kta

o l d u ğ u kadar, istidat ve l iyakatte de bütün m i l letlerden üstünd ü r ıı , 11 Yü ksel Türk, Sen i n i ç i n yü ksek l i ğ i n h u d u d u yoktu r ! Işte parola bu­ d u r ıı , 11 Ben asi l bir m i l let i n evladıyı m ıı , �� Ben i m hayatta yegane fah­ r i m , serveti m T ü r k l ü kten başka b i r şey değ i l d i r ıı , 11 Benim yarat ı l ı ş ı m­ da fevkal ade o l a n b i r şey varsa, T ü r k olarak d ü nyaya gelmemd i r ıı , 11 B i r T ü rk d ü nyaya bedeldi r ıı , 11 Ne m u t l u Tü rkü m d iyen e ıı g i b i gerçek­ ten güzel, u l vi ve asil hayk ı rı ş l a r l a ruh undan taş ı p gelen d uyg u ve d ü ş ü nceleri d i le geti riyord u . ü ç ü n c ü o l a rak, Atatürk , gayretleri ni k u ru lan yeni m i l li dev leti yaşatmak ve yüceltmek

meselesine teksit

Atatü rkü n karş ı s ı n a iki yol ç ı k m ı ş t ı r :

1

-

etmişti r. B u meselede

Türke d ö n ü ş ,

2 - Medeni­

yete dönüş. Gerçekten geri kal m an ı n başl ı c a sebe p l e r i , Türkün b i r yandan kend i si n i , b i r yandan da m edeniyeti i h m a l i ve u n utması i d i . Atatürk o n u n i ç i n 11 Anlad ı k ki kabahat i m i z ken d i m izi u nutmak l ı ğ ı ­ m ı z m ı ş ıı d iyerek büyük b i r ham le i le cem iyeti Tü rke d ö n ü ş i sti kame­ tine çevirmiş ve böylece Türk rönesans ı n ı yapm ışt ı r . Türk rönesan­ s ı Türk kaynakla r ı n a dönüş demekti r. Atat ü r k m i l leti her sahada

bu

kaynaklara dönd ü rm e n i n yolunu açm ı ş , i l i m ve k ü l t ü r çal ı ş m a ları i ç i n de Türk kaynakl arı n ı n bütün derin l i klerine yönelecek bir istikamet­ te kuvvetle israr etm i şti r. M i lli dev leti yaşatma ve y ü ceitmeni n i k i n c i çaresi Türk cemiye­ t i n i b i r m üddetten beri saf d ı ş ı kal m ı ş o l d u ğ u m edeniyet y a r ı ş ı n a sok·­ makt ı . Bat ı n ı n tekn i k meden iyeti seviyesine u laşm adan,

Türk

M l i­

leti n i n rahata e rmesi n i n imki\nı yoktu. Işte Atatürk c e miyeti Türk kay­ naklarına dönüş hedef i ne yöneltirken, b i r yandan da bu meden iyetçi­ l i k hedefine yöneltm işt i r . Bu iki çare Atatürkün bütün

gayretleri n i n ,

ç ı rpı n m a l ar ı n ı n, m ü cadeleleri n i n konusunu teşki l etm i ştir. B u konu­ da Atatürkün ehemm i yet verd i ğ i b i r husus d a T ürke dönüşle medeni­ yetçi l i ğ i n b i rleşmesi , b i rb i riyle telif ed i l mesi , b i r b i ri n e sırt çevirme­ mesi i d i . Türk rönesansı n ı gerçekleşti rmekte ve medeniyetç i l i kte k u l l a n ı­ lacak baş l ı c a usu l , a k ı l ve i l i m yolu i d i . Onun i ç i n d i r ki Atatü rk doktri­ n i n i n metod u akı l c ı l ı k ve i l i m c i l i ktir.


320

TORKIYEN I N BUGÜNKÜ MESELELERI Akı l c ı l ı k ve i l i rn c i l i k ise, m i l let, m i l l iyet, m i l l i devlet, m i l l i kül­

tür, Türk kültürü, Türk

rönesansı

ve medeniyetç i l i k esasları n ı n da

tabii bir icabı o larak, Atatürkü ve doktrin i yeni b i r u nsura daha ka­ vuştu ruyord u . O u n s u r da gerçekç i l i ktir. Atatürk askerl i k mesleğ i n­ de, kazanmak kadar ·kaybetmek şı kkı da ağ ı r basan ve büy ü k b i r cesaret, mes u l iyet duyg u s u , a z i m v e karar isteyen e n kriti k v e teh­ l i ke l i , h i ç o l m ayacak g i b i görünen plan ve i ş l eri gerçekleştiren da­ hi b i r ku mandand ı r. O n u n bu hususiyati nde kumar vasfı olmad ı ğ ı , ida­ re ett i ğ i her askeri h a rekatı n başarıya u l aşmasıyla son radan sabit o l m u şt u r . Atatürkü böyl e sürpriz bir asker h a l ine getiren şey, onun kahraman l ı ğ ı n ı n yan ı n d a, son derece i nce b i r hesap adamı da olma­ s ı d ı r. I şte b u hesaplı kahraman hüviyetiyle Atatürk, m i l liyetç i l i k dak­ trini içinde gerçekç i l i ğ i n çok m ü h i m b i r yer işgal etmesi laz ı m gel­ d i ği n i görmüş ve ona göre hareket etm iştir. Bütün bu nokta ları toplayacak o l u rsak : Atatürk doktri n i n i n m i l­ let, m i l l i devlet, m i l l i kü ltür, Türk rönesansı, medeniyetç i l i k , akı l c ı l ı k ve i l im c i l i k, gerçekç i l i k unsurlarından ·ku r u l d u ğ u n u görü rüz. Yan i Ata­ türkç ü l ü k

kültür

m i l l iyetçi l iğ i d i r ,

Atatü rkç ü l ü k

i l mi

m i l l iyetç i l iktir.

Atatü rkç ü l ü k m i l li devlet demekti r , Atatürkç ü l ü k Türk rönesansı de­ mekt i r, Atatü rkç ü l ü k medeniyetç i l i k demektir, Atatü rkç ü l ü k akı l c ı l ı k ve i l irn c i l i k demekti r, Atatürkç ü l ü k gerçekç i l i k demekti r. M i l l iyetçi­ l i k doktri n i n esası ; medeniyetç i l i k , akı l c ı l ı k, i l i rnc i l i k ve gerçekç i l i k doktri n i n yan u n s u rları v e vasıfları d ı r. D a h a da özleşti r i rsek, Atatürk­ ç ü l ü k m i l l iyetç i l i k i l e akı l c ı l ı k ve i l i rn c i l i k demekti r. Atatürk kültür m i l l iyetç i l i ğ i doktri n in i n b u esaslarını bir yandan hukuki mevzuat ve kuruluşlar h a l i nde, bir yandan i n k ı l aplar h a l i nde, b i r ya ndan da prensipleri ifade eden met i n le r hal inde ortaya koymuş­ tur. Atatürkün yapt ı k l a r ı ndan, k u rd u ğ u i dare tarzından ve sözierin­ den bu esasları kolayl ı kla çı karmak m ü m k ü n d ü r . Her büyük devlet ve doktrin adam ı g i b i Atatü rk, gerek iş o l a rak, gerek söz ve yazı olarak b u hususta son derece zeng i n b i r m a l zeme b ı rakmıştır.

Türk milliyetçiliğinin

manifestosu

B u n l a r ı n aras ı nda Atatürkün metin olarak b ı rakmış b u l unduğu en büyük ve en m ütekam i l eser onuncu yıl n utkudur. B u nutuk bütün Atatürk doktri n i n i n bir h ü l asası g i b i d i r.

Bütün eserler ve metin ler


TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

321

meydanda o l m asa ve kaybolsa, yalnız bu nutuk Atatürkçü l üğ ü n ne olduğunu tam o l arak ortaya koymaya kafi geleb i l i r. Bu vasfıyla onun­ cu y ı l nutku adeta Türk m i l l iyetç i l iğ inin man ifestosu d u ru mundad ı r. Onun i ç i n bu manifestoyu b i r kere de b u rada beraber O·kuya l ı m : cı

Türk M i l leti !

K u rt u l u ş Savaşına başlad ı ğ ı m ı z ı n on beşinci yı l ı ndayız.

Bugün

c u m h u riyetimizin onuncu yı l ı n ı doldurd u ğ u en büyük bayramd ı r. Kutlu o l s u n ! Bu a n d a b üyü k T ü rk M i l leti n i n b i r ferd i olarak, bu k u t l u g ü ne kavuşman ı n en derin sevinci ve heyecanı içindey i m . Yurtdaşları m ! A z zamanda çok ve büyük işler yapt ı k . B u i şlerin e n büyüğü,

te­

meli Türk kah ram an l ı ğ ı ve yü ksek Türk kü ltürü o l a n Tü rkiye C u m h u­ riyet i d i r. Sundaki muvaffakiyeti Tü rk M i l letinin ve onu n değerl i ordusunun b i r ve beraber ol arak azimkarane yürü mesine borçluyuz. Fakat yaptı kları m ızı asla kafi göremeyiz . Çünkü daha çok ve da­ büyü k işler yapmak mecburiyatinde ve azmindeyiz. Yurdumuzu ha d ünyan ı n en marnur ve en medeni mem leketleri seviyesine ç ı kara­ cağız. M i l let i mizi en geniş refah

vasıta ve kaynaklarına sahip k ı l a­

cağ ı z. M i l ll kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne ç ı kara­ cağız. Bunun için, b izde zaman ölçüsü geçmi ş asırların gevşeti c i z i h­ n iyetine göre değ i l , asrı m ı z ı n sürat ve hareket mefhumuna göre dü­ ş ü n ü l m e l i d i r. Geçen zamana n isbetle, daha çok ç a l ı şacağ ız. Daha az zamanda, daha büyük işler başaracağ ız. Bunda da muvaffak ola­ cağım ıza şüphem yoktur. Çünkü, Tü rk M i l leti n i n karakteri yüksektir. Türk M i l leti çal ışkandı r. Tü rk M i l leti zekidir. Çünkü Türk M i l leti m i l­ li b i r l i k ve beraberl i k l e güçlükleri yenmesi n i b i l m i şt i r. Ve çünkü TOrk M il letinin yü rümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafası nda tuttuğu meşale, m üsbet i l i md i r. Şunu da ehemm iyetle te­ barüz ett i rmel iyi m k i , y ü ksek b i r insan cemiyeti olan Türk M i l leti n i n tari hi b i r vasfı d a , g üzel sanatları sevmek v e o n d a yükselmektir. Bu-


T Ü R K I Y E N I N B U G ÜN K Ü MESELELERt

322

nun i ç i n d i r ki, m i l let i m i z i n y ü ksek karakterini, yorulmaz ç a l ı ş kan l ı ğ ı ­ n ı , fıtri zekas ı n ı , i lme bağ l ı l ı ğ ı n ı , g üzel sanatlara sevg isini, m i l l i bir­ l i k d uyg u s u n u mütemadiyen ve her türlü vasıta ve ted b i rlerle besle­ yerek i n kişaf ett i rm ek, m i l l i ü l kümüz d ü r. Türk M i l leti ne çok yaraşan bu ü l k ü , o n u , bütün beşer iyete ha­ kiki h uzu r u n tem i n i yo l unda, kend i s i ne d üşen medeni vazifeyi yap­ makta, muvaffak k ı l acaktı r. Büyü k Türk M i l leti ! O n beş y ı ldan beri, g i rişt i ğ i m iz işlerde m uvaffakiyet vadeden çok sözlerimi işittin. Bahtiya r ı m ki, bu sözlerim i n hiç birinde m i l ­ leti m i n hakkı mdaki itimad ı n ı sarsacak b i r isabetsizliğe u ğramad ı m . Bug ü n ayn ı i n a n ç v e kat'iyetle söylü yorum k i , m i l l i ü l küye t a m b i r bütünlü kle yürümekte o l a n Türk M i l leti n i n büyü k m i l let o l d u ğ u n u bü­ tün medeni alem az zamanda b i r kere daha tan ıyacakt ı r. Asla ş ü phem y okt u r ki Türklüğün u n u t u l m u ş büyük medeni vasfı ve büyü k medeni kabi liyet i , bundan sonraki inkişafı i le, atinin yük­ sek ufkunda yeni b i r g ü neş g i b i doğacakt ı r . Türk M i l leti ! Ebed iyete a k ı p g i den her o n senede, bu m i l let bayra m ı n ı d a h a b üyü k şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah i ç i n d e k u l l a m a n ı gönül­ den di leri m . Ne mutlu Türkü m diyene

. . .

n

G ö r ü l üyor ki Türk M i l l iyetç i l iğ i , Atatü r.k doktrini bütün ana un­ surlarıyla b u metinde topla n m ı ş g ibidir. M i l l iyetç i l i k , kültür m i l liyet­ ç i l i ğ i , m i l l i kültüre daya l ı m i l li devlet, Türk M i l leti n i n ve Türk kül­ türünün yü ksekli ğ i , m i l let hayatı n ı n birliği ve bütü n l ü ğ ü , Türk m i l leti­ n i n ve devleti n i n bütün hedefleri, Türk rönesansı, medeniyetç i l i k, akıl­ c ı l ı k ve i l i m c i l i k, Türk kü ltürünü m uasır medeniyet seviyes i n i n üstüne ç ı karma azmi b u ·küçük metin i n kısa satı rları aras ı n a büyük bir us­ tal ı kla top l a n m ı ş ve yerleşti ril m iştir.

Atatürk inkılapları Atatü rk m i l l iyetçi doktrin i tatbik sahası n a koyarken, m i l l i kü ltü­ re daya l ı Türk m i l l i devlet i n i n muasır medeniyet seviyesi n i n üstüne


TÜRKIYE N I N B U G Ü N K Ü M ESELELERI

323

ç ı k m as ı n ı tem i n etmek üzere devlet i n b ü nyesi nde b i r takım i n k ı laplar yapmayı zarüri görm üşt ü r. Bu i n k ı l ap l a r l a devlete yeni bir şeki l ve­ ri l m i ş ve cem iyet i n medeniyet yolunda daha kolay l ı k l a ve s ü ratii b i r şeki lde yürümesi hedefi g ü d ü l m üştür. Neticede b i r yandan saltana­ tın ve h a l ifel i ğ i n kal d ı rı l ması, c u m h u r i yet i n k u r u l ması ve l a i k l i ğ i n ka­ b u l ü i le devlet b ü nyesi nde b ü y ü k değ i ş i k l i kl e r meydana

g e l m i ş ve

bu değ i ş i k l i k le r i n s ü r ü k le d i ğ i b i r çok yen i l i kler ortaya ç ı km ı ştı r . öte yandan harf i n kı labı , medeni hukuk, kad ı n h a k l a r ı , öğretim b i r l i ğ i , kıyafet i nkı labı g i b i amel iyelerle cem iyet i n çeh resi baştan başa de­ . ğ iş m i şt i r. Bütün bu i n k ı lapları n içi nde en b ü y ü ğ ü de h a rf i n k ı l ab ı d ı r. B u i n k ı l a p l a r ı n hepsi Atat ü r k ü n sağ l ı ğ ında gerçekleşm i ş ,

yerine

oturmuş ve m i l leti n hayat tarzı o lmuşt u r. Onun içind i r k i bu i n k ı lap­ ları n m a h iyeti ve seyri hakk ı n d a yapı l acak hiç bir m ü n akaşa ka lma­ m ı ştı r. Sosyal hayata m a l olan, cem iyet i n hayat tarzı h a l i ne gelen b i r i n kı lap art ı k her h a l iyle m i l letin malı olmuş ve m ü n akaşa kapı s ı kapan m ı ş demekt i r . Ayr ı c a bu i n k ı laplarla Atatü rk, yap ı l ması l a z ı m g e l e n i zaten yap­ m ı ş ve geriye sadece zamana ve meden iyete ayak uydu rarak çal ış­ mak, çal ı şmak, çal ışmak yol u kalmıştır. Onun içind i r k i bu o l muş bit­ m iş i n k ı lfı plar ı

,

m ütemad iyen sanki geriye dönüleb i l i rmiş, sanki m i l

­

let ben i mseme m i ş ve karş ı koym u ş g i b i m ünakaşa mevz u u ve me­ sele yapmak T ü r k iyede çok zararl ı b i r hareket o l muştur. Bu talihsiz hareket i n tek sebebi de m i l let üzerine z ü m re hakim iyeti bas k ı s ı n ı yerleşt i rmek isteyen, Atatürkle m i l letin aras ı n ı açmağa çal ışan, on­ ları karşı karşıya getirmeve çalışan çevrelerin b u l u n m as ı d ı r. Atatürk hayatta i ke n yapılması lazım gelen b i r i n k ı labı daha ger çekleştirmek i stem i ş

,

­

fakat bunun g ü n ü n ü n gelmed i ğ i yap ı l a n tecrü­

be i le sabit olm uştur. Bu i n k ı lap da demokrasiye geçiştir ve ancak Atat ü rkün ö l ü m ü nden bir hay l i sonra gerçekleşt i r i l m i ş , fakat henüz tam rayı na otura m a m ı şt ı r. Bu noktada b i r t a l i hs izl i ğ i daha hatıriamamak mümkün değ i l d i r. O d a Atat ü rkün e rken ö l ü m ü d ü r

.

Atatürkün e rken ö l ü m ü i n k ı l a p l a r

bak ı m ı ndan h i ç b i r sars ı ntıya sebep olmam ıştı r .

Fakat Atatürk dek­

tri n i n i n bütünü bakı m ı ndan bu erken ayrı l ı ş Türk M i l letine çok pa­ h a l ıya m a l o l muştur. Z i ra Atatürkün m i l li kü ltüre dayal ı mi l l i devleti­ ne kendi s i nden sonra itina gösterilmemiştir. öyle ki Atatü rkün kur-


TÜ RKIYEN I N B U G Ü N K Ü MESELELERI

324

duğu m i l li kültür m üesseseleri b i l e maksat ve gayeleri nden uzaklaş­ tırı l m ı ş, hatta m i l li kültüre zarar verici b i r d u ru m a geti r i l m iştir . l n k ı ­ laplar yap ı l m ı ş b i t m i ş i şlerdi . Fakat m i l l i kültür pol itikas ı , u z u n ve devam l ı b i r d i kkat ve gayret isteyen b i r i ştir. Atatürkten sonra b u d i k kat v e gayret kes i l m i ş v e Atatürk doktr i n i n i n Türk rönesansı ka­ nadı , yani tem e l i adeta çökmüştür. Tü rkiyenin son dev i rdeki bütün ı st ı rapları n ı n kaynağ ı n ı n bu çöküş o l d u ğ u n a y u karıda da temas et­ m iştik. Gerçekten Atatü rkten sonra m i l l iyetç i l i k doktrini devlet tara­ fı ndan terked i l erek bu sistem yal n ı z m i l l iyetçi şahısların ve çevre­ lerin omuzlarında k a l m ı şt ı r. Tü rkiye işte

1 2 M arttan sonra bugün b u

meseleye el koymak duru muyla karş ı karşıya d ı r . Yani m i l l iyetçi lerio taşı d ı k ları Atatürk doktrini meşalesini herkesten önce devletin me­ şalesi h a l i ne getirerek Tü rkiyeyi tekrar Atat ü rk ü n m i l l i devlet doktri­ ni içine oturtmak gerekmektedir. Türkiye Atatürkten sonra, demokrasi inkı l a b ı n ı n arkas ı nd a n , b u g ü n işte i k i n c i olarak bu inkılabı yapmak mese lesiyle karşı

karşıyad ı r. Bu hususta Atatürkç ü l ü ğ ü doğru ele

almak ve zaten çok gel işti ri l m i ş olan kültür m i l l iyetçi l i ğ i doktrinine eğil mek, başarıyı çok kolaylaştı racaktı r. Onun için b u noktada Ata­ türkün takip ettiği

prensipleri b i r kere daha

hatırlamakta fayda

vard ı r.

Atatürk

prensipleri

Atatürk m i l l iyetç i l i k doktri nine i sti kamet vermek üzere bazı pren­ sipler de koym uştur. Bu prensipler hem doktri n i n esas l ar ı n ı içine al­ makta ve hem de doktrine yol göster i c i , ı ş ı k

tutucu

b i r mah iyet

arzetmektedir. Bu p rensipler a ltı okta toplanm ı ş o l a n C u m h u riyetçi­ lik,

M i l l iyetç i l i k , Lai kl ik, Halkç ı l ı k, Devletç i l i k ve lnkı lapç ı l ı k pren­

sipleridir. Bu prensipler tek parti devrinde parti n i n tüzüğüne g i rm i ş ve işareti olm uştur. Ayrıca b u Atatürk prensipleri

1 924 anayasası na

da sonradan ithal edi l miştir. Atatürkten sonra ise bu prensipler eski te·k partide sadece tarihi bir hatı ra o larak kal m ı ş , ve partin i n bu prens i p lerle a l a kası kes i l m i şt i r.

27 M ay ı s ihtilal i nden sonra ise bu

Atatürk prensipleri anayasanın da d ış ı n d a

kal m ıştır.

B i r part i n i n

bu prensipleri b i r kenara b ı rakmasına d iyecek b i r ş e y yoktur. Hatta bu b i r bakıma tabiid i r de. Z i ra dünün tek partisi yerine, ortada bu­ gün, partilerden biri vard ı r. Fakat b u prensipierin anayasadan ç ı k­ m ı ş olması Tü rk M i l leti için hakikl b i r t a l i hsizl i ktir. Bu prensipierin ana hatları şöyled i r :


325

TÜRKIYENIN B U GÜN K Ü M ES E LELERI

CUMHURIYETÇILIK

Cumhu riyetç i l i k Atatü rkü n rej i m prens l b i d i r. Bu prensip yal n ı z saltanat ı n yerine başka b i r idare şek l i n i n konması ve k a b u l edi l me­ si nden ibaret değ i l d i r. Türkiyede saltanat devri tamamiyle kapanmış­ t ı r. C u m h u riyetç i l i k önce saltanat ye rine c u m h u riyet demektir. Fa­ kat b u n u n arkas ı ndan hemen c u m h u riyetin icabı gel i r. O icap da de­ mokrasi ve m i l l i hakimiyetti r. Şu halde c u m h u riyetç i l i ğ i n devam ed i p gelen, can l ı kalan m anası m i l l i hakim iyet, y a n i m i l l i i rade esasına dayanan demokratik c u m h u riyettir . Demek ki c u m h u riyetle demok­ rasi b u g ü n bi rleşmiş d u rumdad ı r. Bu itibarla b u g ü n demokrasi da­ vası n ı b i r cumhu riyet davas ı , demokras i n i n m ü d afaas ı n ı cumhu riye­ tin mü dataası ol arak göstermek haklı ve yeri ndedi r. C u m h u riyet yal­ nız b i r k a l ı p olarak devlet şek l i değ i l , m i l l i i radeye dayanan demokra­ s i n i n ta kendisid ir. Demokrasiye dayanmayan ve o n u n l a ayn ı mana­ ya gel meyen c u m h u riyet, tam demokrat i k c u m h u riyet sayı lamaz. Hü­ lasa cumhu riyetçi l i k hakim iyet kayıts ı z şartsız m i l leti ndir esas ı na, m i l l i hakim iyete dayanan c u m h u r iyet prensibi g ütmek demekt i r. Ata­ lürk ü n

11

Bütün c i ha n bilmelidir ki, art ı k b u devletin ve bu m i l leti n

başında h i ç b i r kuvvet yoktur, h i ç b i r makam yoktur . Ya l n ı z b i r kuv­ vet vard ı r, o da hakimiyet-i m i l l iyed i r ıı ,

11

Bugünkü h ü k ü meti miz, teş­

ki lat-ı devletimiz, doğrudan doğ ruya m i l leti n kendi kend i ne, kend i l i­ ğ i n den yapt ı ğ ı bir teşki l At-ı devlet ve hükümetti r k i , onun ism i Cum­ h uriyett i r ıı ,

11

M a l ü m d u r ki Türkiye

C u m h u riyeti ,

demokrasi

esas ı n a

müstenid b i r devlett i r. Demokrasi i s e esas itibariyle siyasi mah iyette­ dir• , �� Demokrasi prensibinin en asri ve m antıki tatbikini tem i n eden h ükümet şek l i c u m h u riyettirıı , �� cumhu riyet rej imi demek demokra­ s i sistemi i le devlet şekl i demekt i r ıı g i b i sözleri de bu hususta hiç b i r tereddüde meydan b ı rakmamaktadı r.

MILLIYETÇILIK

Atatürk, c u m h u riyetç i l i k prensi b i

ile m i l l i dev letin rej i m i n i ta­

yin etmiştir. M i ll iyetç i l i k ise Atatürk doktrin i n i n esas ı n ı teşkil eden ve b üt ü n diğer prensipleri etrafında toplayan temel prensiptir . Ata­

tü rkç ü l ü k , m i l l iyetçi l i k ve onun icapları demektir. Yani Atatürkle m i l­ l iyetç i l i k esas, diğer prensi pler onun tamam layı c ı ları d u ru m u ndad ı r. Atatürk, doktrinin esas ı n ı teşk i l eden m i l l iyetç i l i ğ i n g özden kaybe-


326

TüRKIYEN I N B U G Ü N K Ü MESELELERI

d i l memesi i ç i n , onu bir p rensip hal i nde bir kerre de altı umdenin ara­ sına a l m ıştır. Bu m i l l iyetç i l i k prensibi tabii, doktri n i n esas ı n ı teş k i l eden t ü r m i l l iyetç i l i ğ i d i r.

Bu

k(i l­

m i l l iyetç i l i k i ç i nde Atatü rk önce m i l l iyetçi­

l i k doktri n i n i n tabii l i ğ i ne ve öl mezl i ğ i ne, sonra Türk M i l leti n i n ü stün­

l ü ğ ü ne ve bunu tem i n eden Türk k ü lt ü r ü n ü n yü ksek l iğ ine ve bu k ü l­ türün koru nması na, y ü celti l mesine ve tam hakim iyetine inan m ı ş ve önem verm iştir. Atatü rk kü ltü r m i l l iyetç i l i ğ i n i esas almakla beraber Türkün ve Türk kü ltü r ü n ü n üstü n l ü ğ ü fi krine d ayanara k Türk soyu­ n a d a büyük b i r ehemm iyet veri r. Bu bakı mdan Atatü rk hem en b ü y ü k ve hem de en i leri T ü rk m i l l iyetçisi d i r. Atatürk b i r seferinde Türk M i l­ let i n i meydana getiren unsurları şöy le s ı ra l a m ı şt ı r : ·ıı Tü rk M i l letin i n kuru luşunda tes i r l i o l d u ğ u görü len tab i i v e tarihi gerçekler şunlar­ d ı r : Siyasi varl ı kta b i rl i·k, d i l b i rl i ğ i , yurt b i r l i ğ i , ı rk ve menşe b i r l i­ ğ i , ta r i h i karabet, ahlaki karabet. Türk M i l leti n i n teşekk ü l ü nde mev­ cut olan bu şartlar d iğer m i l letlerde hepsi b i rden yok g i b i d i r ıı . Ata­ türk m i l leti tarif ederken de şöyle demişti r:

ıı M i l let d i l , k ü lt ü r ve

mefkOre i l e b i rb i rine b ağ l ı vatandaş l a r ı n teşk i l ett i ğ i b i r heyett i r " . Atatürkün

bu tarifi Türkiyen in

resmi m i l let telakkisi olm uştu r.

Dil

ve mefkOre de asl ı nd a k ü lt ü r unsuru o l d u ğ u i ç i n, bu tarif m i l leti kül­ t ü r b i r l i ğ i nden ibaret sayan kü ltür m i l l iyetç i l i ğ i n i n tarifi demekt i r. Ata­ türkün Türk soyu na, T ü rk ı rk ı na önem vermesi de onun bu unsuru bir k ü lt ü r u ns u r u , kü ltürün m i l l i l i ğ i vasf ı n a , Türkün yarat ı l ı ş ı na bağ l ı görmesi ndend i r ki b u d a tab i i ve i l mid i r. Ayrıca Atatü rk bu noktada Türkü n karışmam ı ş o l d u ğ u gerçeğine de dayanmakla, nerde T ü rk kült ü r ü varsa, o Tü r.k ı rk ı n ı n eserid i r f i krinden hareket etmektedi r. N itekim Atatürk b u n u n i ç i n ıı Diyarbakı rl ı , Vanl ı , Erzuru m l u , Trabzon­ l u , Trakyal ı ve M akedonya l ı hep b i r ı rkın evlatları , hep aynı cevherin damar ları d ı r ıı dem i şt i r . Ve yine •ı B u mem leket, tari hte Türktü , halde T ü rkt ü r ve ebed iyyen Türk kalacakt ı r ıı demesi de bu ndand ı r . H ü lasa Atatü rk :

1 . M i l l iyetç i d i r, 2. K ü l t ü r m i l l iyetç i s i d i r, 3. Türk k ü ltürünün 4. Türk k ü l t ü r ü n ü n Türk ı rk ı n ı n eseri oldu­ ğ u n u kab u l etmekted i r, 5 . Türkün karı ş ı k bir m i l let o l m ad ı ğ ı n ı tes­ b i t etmekted ir, 6. Türk l ü ğ ü n Türk k ü lt ü r ü n ü yaşatmakla kab i l ola­

yüksekl i ğ i n i b i l mekte d i r,

cağ ı n a i nanmaktad ı r. Yani Atatürk Türk M i l leti n i n de, Türk kü ltü rü­ nün de çeş i t l i ·karışma lardan ve terki p l erden doğ m u ş o l d u ğ u fikrini hak l ı o larak kab u l etmemekted i r. K ü ltürün m i l lil i ğ i n i ,

orij i n a l l i ğ i n i ,

Tü rke h a s b i r tav ı r o l d u ğ u n u b ü y ü k b i r i sabetle, derin b i l g i s i v e de­ hasıyla görüp b i l mekted i r.


T ÜRKIYEN iN B UGÜNKÜ M ESELELERi

327

Bu itibarla m i l lileşrnek ve m i l l iyetç i l iğe devam Atatü rkün baş davası d ı r. O, bu hususta tamam iyle hassas ve m ü samahasızd ı r. Mil­ l iyet d üşman l ı ğ ı n a ve düşmaniarına karşı asla taham m ü l ü yoktu r . Şu çeşitli söz leri onun bu husustaki hassasiyetini ne g üzel aksetti rmek­ ted i r : " Dü nyan ı n b ize hü rmet göstermesini istiyorsak, evvela b i z ken­ d im ize, ben l i ğ imize ve m i l l iyetimize bu hürmeti, h issen, f i kren, fiilen, bütün ef'al ve harekat ı m ızia göstere l i m . B i le l i m ki m i l li benliğini bula­ mayan m i l letler başka m i l letierin şikarıd ı r. Mevc udiyet-i m i l l iyemi ze düşman olanlarla dost olmayal ı m . Böylelerine karş ı b i r Türk şai rinin dedi ğ i g i b i : '

Türküm

ve

düşmanım sana, kalsam da bir kişi

d iyel i m . Düşmanları mıza bu hakikati ifade etti!)imiz g ü n ; kanaatimi­ ze , mefkO rem ize, istikbalim ize yan bakan her ferdi düşman telakki ettiğimiz g ü n ; m i l li ben liğimize uzanacak her eli şiddetle kı rd ı ğ ı m ız, m i l leti n önüne d i kilecek her hai l i derhal devird i ğ i miz gün halas-ı ha­ ki kiye vas ı l olacağ ı z . ıı ıı M i l letlerin kalbinde hiss-i intikam olmalı . Bu alelade b i r i nti­ kam değ i l , hayatına, i kbaline, refahına d üşman olanların mazarratla­ rını izaleye matuf b i r i ntikamdı r ıı . Atatü rkün bütün hayatı Türk m i l l iyetç i l i ğ i n i kurmak ve yerleş­ ti rmekle geçmişt i r den i lebilir. ıcraatı da, beyan ları da Türk M i l l iyet­ ç i l i ğ i ile doludur. " Her Türk ferd i n i n son nefes i , Türk M i l leti n i n ne­ fesi n i n sönmeyeceğ i n i , onun ebedi olduğunu göstermelidir. Yüksel Türk, sen in için yüksekli ğ i n hududu yoktur. Işte parola budurıı der­ ken, " B iz doğrudan doğruya m i l liyetperveriz, Türk m i l l iyetçisiyiz, Cumhuriyetin dayanağı, Türk topluluğudur. Bu top l u l uğun fertleri ne kad a r Türk k ü ltürü ile dolu olu rsa, o topluluğa dayanan cumhuri­ yet de o kadar kuvvetli o l u r ıı derken, veya " Bi z esasen mill i mavcu­ d iyetin temelini, m i lli şuurda ve m i l li b i r l i kte görmekteyizıı derken m i l l iyetç i l i ğ i n i ve kültür m i l l iyetç i l iğ i n i ne veciz b i r şeki lde ortaya koymaktadı r. M i l l iyetç i l i k doktrini m i l l iyetfı sayg ıyı esas a l d ı ğ ı için m i l liyat­ Iere yönelen her türlü emperyal izmi de tabii reddeder. Atatürk bu-


T Ü RKiYEN I N B U G Ü N K Ü M ESELELERl

328

nu, doktri nin temsi lcisi o larak, şöyle ifade etmekted i r : " Vakıa bize m i l l iyetçi derler . Fakat b i z öyle m i l liyetçi leriz k i , bizimle iş birliği eden bütün m i l letiere hürmet ve riayet ederiz, onların bütün m i l l i­ yetlerinin icapları n ı tan ı rız. Bizim m i l l iyetçiliğimiz her halde hodbin ve mağrur bir m i l l iyetç i l i k deği ld i r » . Bütün coşkunluğuna, heyecanına v e Türklük aşkına rağmen, Ata­ türkün m i l l iyetçiliği akılcı ve i lirnci bir m i l l iyetç i l i k olarak aynı za­ manda gerçekçidir. Atatü rkün m i l l iyetçifiği histe kalan b i r mill iyet­ ç i l i k değ i l , doktrin m i l l iyetç i l iğidir. Doktrin m i l l iyetçi liğ i ise tabii, şu­ urlu ve gerçekçi o l u r. Onun içindir k i Atatürk, �< M i l liyet davası şu­ u rsuz ve ölçüsüz bir dava şeklinde m ütalaa edil memelidir. M i l l iyet davası s iyasi b i r m ücadele konusu olmadan önce şuurlu b i r ü l kü me­ selesid i r. Türkiye d ış ı nda kal m ı ş olan Türkler i l kin kültür meselele­ riyle i l g i lenmel idirler. N itekim biz Tü rklük davasını böyle b i r müs­ bet ölçüde ele alm ı ş bulunuyoruzıı demiştir. LAIKLiK

Laikl i ğ i kültür gözüyle ele a lırsak, en veci z şeki lde o, dinin b i r kültür unsuru olarak hakiki yerine oturtu lmas ı d ı r d iyebili riz. Kitab ı n baş tarafı nda da temas ettiğimiz gibi, di n eskiden diğer bütün kül­ tür u nsurları n ı b i r kenara ite rek hepsinin üstüne çıkmış ve tek ha­ kim unsur o lmuştu. Sonra diğer kültür unsurları suyun yüzüne çıka­ rak kültür dairesindeki yerlerini aldılar ve din b u dairede kendi d i ­ liminin içine döndü . Dini bütün kültür dairesini değil, yalnız kendi di­ limini kaplayan b i r unsur olarak görmek insanlığın laiklik marhalesi­ ne u laşması demektir . Batı da bu marhaleye u l aşmıştır, Atatürkle be­ raber Türkiye . de bu marhaleye u laşm ıştı r. Bütün .kültü rün sahas ı n ı işgal etmek yerine, kendi yerini almak­ tan ibaret olan laiklik bu çerçevede şu unsurları ihtiva etmektedi r : 1 . Lai klik her şeyden önce vicdan hü rriyetini gerektirir. 2. Lai k l i k dinsizlik demek değ i l d i r. Dinsiz cemiyet o lmaz. Din cemiyeti ayakta tutan mühim b i r unsurd u r. 3. Din esas itibariyle Allahla kul arasındaki köprüdür. 4. Devletler din ile d ünya işlerini b i rbi rinden ayı rmak mecbu­ riyetindedir. Laiklikte d i n devleti yerine modern m i l li devlet vard ı r.


TÜRKIYEN I N B U G Ü N K Ü MESELELERI

329

5. Cem iyetin b i r dayanağı olarak ve terd in fazi l eti için din mües­ sesesinin korunması ve devam l ı l ı ğ ı kültürün tabii b i r icabı d ı r. Bunun için de öğreti lmesine, terdin din ihtiyac ı n ı n karşı lanmasına zaruret var... d ı r. Bu zarureti devlet, okullarda d i n terbiyesi vermek suretiyle ye­ rine getir i r. Bunun için hem okul lara d i n dersleri bulunur, hem de cemiyetin din adam larını yetişti recek yü ksek okulları veya fakülteleri bu l u n u r. Din öğreti mi isteğe bağ l ı d ı r. 6. Vicdan hürriyeti, kültür birliği esası ve vatandaş l ı k hukuku dolayı siyle devletin resmi d ini o lmaz. Fakat cemiyeti n dine sayg ı l ı v e d i ndar olmasına önem verilir. Dünyada yal n ı z komünizm d i n i red­ deder. Işte Atatürkün Türkiyeye getirdiği laikliğin esasları bun lard ı r. N itekim Atatürkün şu çeşitli sözlerinde böyle b i r laiklik anlayışı aç ı k­ ça ortaya konu lmaktadı r : 11 D i n lüz u m lu b ir müessesed i r. Dinsiz m i l l etierin devamına i m ­ kan yoktur . Yalnız şu rası var ki d i n Allah i l e k u l arasındaki bağ l ı­ l ı kt ı r n . 11 Din vard ı r ve lazımd ı r. Temeli sağlam bir d i nimiz var. Malze­ mesi iyi, fakat bina uzun ası rlar i hmale uğram ı ş n . 11 Türk m i lleti daha d indar olmal ı d ı r. Yani bütün sadeliği il e din­ dar olmal ı d ı r demek istiyoru m . Din ime, bizzat haki.kate nasıl inanı­ yorsam, buna da öyle inan ıyorum n . u Bizim dinimiz en makul ve en tabii bir dindir. Ve ancak bundan dolay ı d ı r ki son din olmuştur. Bir dinin tabii olması için akla, fenne. i lm e , mantığa tekabü l etmesi lazı mdı r. Bizim dinimiz bunlara tama­ men mutab ı kt ı r u .

ıı Bilhassa bizim d inimiz için herkesin elinde b ir miyar vard ı r. Bu m iyar i le ha·ngi şeyin bu d ine muvafık olup olmad ı ğ ı n ı kolayca takdir edebil i rsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa, menfaat-i ammeye muvafı,ktı r, biJiniz ki o bizim d inim ize de m uvafı ktır. B i r şey akı l ve mantığa, m i l letin menfaatine, Islamı n menfaatine m uvafı k ise kimse­ ye sormayın , o şey d inidir. Eğer bizim dinimiz aklın, mantığ ı n teta­ b u k ettiği b i r d in o lmasayd ı , ekmel olmazd ı , ahir din ol mazd ı ıı .


330

TÜRK iYENiN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

ıc Softa sınıfının d in simsarl ığına m üsaade edilmemelidir. Din­ den mad d i menfaat tem in eden ler i ğ renç kimse lerd i r. Işte biz bu vaziyete m u halifiz ve b u na müsaade etmiyoruz » . ıc D i n b i r vicdan meseles i d i r. Herkes vicdanı n ı n emrine uymakta serbesttir. Biz d ine saygı gösteririz. Düşünüşe ve d üşüneeye mu ha­ lif değiliz . Biz sadece d i n işlerini, devlet ve m i l let işleriyle karıştır­ mamağa çalışıyo ru z. Kasde ve fi i le dayanan taassupkar hareketler­ den sak ı n ıyoruz• .

ıc Din ve mezhep herkesin vicdan ına kalmış bir işt i r. Hi ç kimse hiç b i r kimseyi, bir d i n , ne de b i r mezhep kabı.ı l üne icbar edebi­ J i r. Din ve mezhep hiç b i r zaman po l it i ka aleti olarak kullanı lamaz ıı . ıc Türkiye Cumhu riyetinde her reşit dinini i nti hapta h ü r olduğu gibi, b i r dinin merasimi d e serbesttir. Yani ayin hü rriyeti masundur. Tabialiyle ayin ler asayiş ve um umi adaba m ugay i r o lam az, siyasi nü­ mayiş şeklinde yapı l amazıı . ıc Türkiye Cumhu riyetinde herkes Al laha istediği gibi ibadet eder. Hiç ki mseye d in i fiki rlerinden dolay ı b i r şey yapı lamaz. Türk Cumhu riyetinin resmi d i n i yoktu r ıı . •• Bizde ruhban l ı k yoktur. Hepimiz m üsavıyız ve dini mizin ah­ karnı n ı mütesaviyen öğrenmeye nıecbu ruz Her fert d i nini, diyaneti­ ni, iman ı n ı öğrenmek için b i r yere m u htaçt ı r . Orası da mekteptirıı . Görül üyor ki Atatürkün laikl i k anlayışı kültü r m i l l iyetçiliğin laiklik anlayışı d ı r, d i n i hakiki yerine otu rtm ak anlayış ı d ı r. Atatürk başlangı çta d in i böyle sözlerle okşamışt ı r, sonradan b undan vazgeç­ m iştir, din düşman l ı ğ ı na yönelmişt i r d iyen din düşmanlarının laikliği çığırından ç ı kararak d i nsizlik şeklinde gösterrneğe gayret etmeleri tamamiyle yanlış ve m aksat l ı d ı r. H ilatetin kald ırılması, din ve dünya işlerinin ayrı lması , hürafelere ve softa l ı ğ a karşı olmak, d i n devleti �erine m i l li devlet olmak, din d üşman l ı ğ ı demek değ i ld i r. Atatürk hiç böyle bir din düşman l ı ğ ı tatbikat ını n içine g i rmemiştir. Yalnız b i r ara l ı k, t ı pkı d i l i n safl ı ğ ı n ı b u lması için okul lardan g ramer öğ retiminin kaldırı l ması gibi, din öğ retimine de ara verilmiş ve bunun bir hayli zararlı olduğu görülmüşt ü r. Fakat sonradan tekrar d in öğretimi yürür1 üğe konarak, b u zararın sü ratle telafisi yoluna gidilmişti r. Bugün,


TÜRKiYENIN B U G Ü N K Ü MESELELERi

331

Atatürk anlayışı n ı n icabı olduğu kadar sosyal b i r devlet olarak da Türkiye bu, d ini öğretme vazifes ine devam etmekted i r. Ayn ı zaman­ da anayasada da laik lik an layışı m ü kemmel bir şekilde ifadesini b u l­ m uştu r. öte yandan Diyanet Işleri g ib i resmi b i r teşekkülle, d i n hem devletin kontrolünde, fakat hem de b i l hassa himayesindedir. Başta devlet adamları ve pol itikacılar olmak üzere , herkes Türkiyenin mo­ dern, gerçekçi ve m i l li kültüre uygun bu d i n çizgisinde tutu l masına riayet etmek mecburiyetinded i r. Bu ç izg iden d ışarı çı kmak ve laikli­ ğ i d i nsizlik şeklinde göstermek art ı k yalnız d i n d üşman ları n ı n işidir. Bu düşman l ı k Türkiyenin huzurunu kaç ı rmaktan ve softalığı tahrikten başka bir işe yaramaz . Tür·k devletinin daima l a i k l i k prensibinin için­ de kalması ve onu doğru tatbi k etmesi lazım geldiği haki kati anlaşı l­ mış ve kökleşmişt i r. HALKÇillK

Halkçı l ı k batıda kul lanı lan ve pek manası olan b i r mefhu m de­ ğ i ld i r. Batıda hal k ve m i l let ayı r ı m ı n ı yapacak hiç bir ölçü kal madı­ ğ i için böyle bir mefhumun b i r şey ifade etmemesi de tabiidir. Bu mefhum ancak medeniyet ham lesinde geri kalmş cemiyatierin bün­ yesi için şim d i l i k geçerli bulunmaktad ır. Halkçı l ı k, Ziya Gökalp'ta da d a r bir anlayış çerçevesi içinded ir. Gö kalp'in başl ıca hata larından biri halkı, halk kültürünü ve halk kül­ türünün m i l li kültürdeki yerin i yan l ı ş tayi n etmesidi r. Ziya Gökalp halkı köyler ve kü çük kasabalara inhisar eden bir hududun içine sok­ tuğu gibi, her m i l letin en büyük varl ığ ı olan klasik yüksek kültürü de m i l li k ü ltürün d ı ş ı nda tutmuştu r . Gerçi Gökalp halk kültürünün klasik süzgeçten g eç iri lmesini de kaydetmiştir. Fakat mumi tutumu yanl ış ölçülerden k u rtu lamamıştır. Osmanlı düşman l ı ğ ına dayanan bu an­ layış şüphesiz bugün çok geride ka l m ışt ı r. Bu konuda Ziya Gökal p'ı ilk tashih eden Atatürk olmuşt u r. Atatürk m i lleti halk ve onun dışın­ dakiler d iye ayırmak yerine b i r bütün hal inde görmek tarafına ağırlı­ ğ ı n ı koymuştu r. Gerçekten hal k ve halkçı l ı k tabirleri büyük bir incel ik taşımakta­ d ı r. Okumuş - okumamış, büyük şeh i rl i - kasaba l ı ve köylü , idare eden - i dare edi len g i b i ölçülerin bu mefhumla ra u l u orta tatb i k edil­ diği görü lür. Ası l halk ayı r ı m ı ancak m i l li kültürü taşıyıp taşı rnama ölçüsüne göre d eğerlendiri lebi l i r. Bu ölçüyü k u l l anı nca yukarıdaki


TÜRKIYE N I N B U G Ü N K Ü MESELELERI

332

ayırımların hepsi manasın ı kaybeder ve halk m i l letle, m i l li i rade mef­ humuyla birleşir. O zaman m i l li kültür düşmanları ve milli kültürü kaybetmiş olan kimseler bu mefhumun d ışında kal ı r ki, onlar da hal� kın hasta olan , istisna teşkil eden unsurları d ı r. Yani onlar da halkın bütününe dah ild ir, fakat u mumi g id işten kopm uş istisnalar d u rumun­ dadı r. Demek ki h a l k ile m i l let birb i ri nden ayrılmaz ve aynı şeydir. M i lletten ayrı bir halk düşünü lemiyeceği gibi, m i l letin bölgelere göre ayrı mahalli parçalarına da halk mefhumu tatbik edi lerek, ayrı ayrı halklar olduğu düşünülemez. Ziya Gökalp ile başlayan ve klasik kültürle halk kültürünü ayı ran, klasik kültürü m illi kültürün dışında bı rakan ve halkı milletin muay­ yen tabakaianna inhisar ettiren yanl ış halkç ı l ı k görüşü Türkiyede m i lli kültürün klasik kesimi için çok zararlı olacak şeki lde istismar ed ilmiş, yaln ı z bunun la da kalmıyarak, işi mahall iyetçiliğe ve hatta bölücülü{Je götürecek b i r mah iyet alm ıştı r. Bu mahalliyetçilik ası t büyük m i l l i b irl i{Je zarar verirken, yalnız halk kü ltürüne değer ver­ mek de milli kültüre karşı mahalliyetçil i k ve basitlik unsurları n ı n kuv­ vet kazanmasına sebep olmuştu r. Atatürkün halkç ı l ı ğ ı b u yan lış anlayışı n dışı nda o larak şu u nsur­ ları ihtiva edar: 1 . Halk ve m i l let aynı şeyd ir. Dolayısiyle halkç ı l ı k milliyetçil ikle b i rleşmiştir. 2. Halkç ı l ı k hal k ı n i radesinin ö n plana ge­ çiri lmesi, halk idaresi, yan i m i l li irade hakim iyetid i r. Bu bakı mdan da halkçı l ı k demokrasi ve cumhuriyetçilikle b i l reşir. 3. Halkç ı l ı k mil­ let bütünlüğünü esas aldı ğ ı g ib i , ayrı h a l kları v e halk içinde ayrı sı­ nıfları d a kabul .etmez. Halk veya m i llet ahenkli meslek, meşgale ve geçim zümrelerinin teşki l ettiği bütünlüktür. 4. Halkç ı l ı k sosyal ada­ letç il i ktir. Hiç b i r zümreye ve şahsa husu si ve ayrı muamele yap­ maz. Halkı veya m i l leti teşki l eden bütün fertler arasında eşitlik ve hepsini himaye esas ı n ı gözetir. Mevcu t tatbikat gibi, Atatürkün aşağ ıdaki çeşitli sözleri de bu­ nun şahididir: " Fakat esas itibariyle tetkik olunursa bizim nokta i nazariarım ı z -ki halkçı l ı ktı r-, kuvvetin, kudretin , haki miyetin, idarenin doğrudan doğruya halka veri lmesidir, hal.kı n elinde bu lundurulmasıdr r. Yine şüphe yok ki b u d ünyanın en kuvvetli bir esası, bir prensibidirıı .


TÜ RKiYEN I N B U G Ü N K Ü M ESELELERi

333

ıı Tü rkiye Cumhuriyeti halk ı n ı , ayrı ayrı s ı n ı flardan mürekkep de­ _ğ i l ve fakat ferdi ve içtimai hayat için iş bölümü itibariyle m uhte­ lif mesai erbabı n a ayrı lmış b i r camia telakki etmek esas prensibi­ mizdir. Çiftçiler, küçük sanat sahipleri ve esnaf, arnele ve işçi , ser·­ best meslek sahipleri, sanayi sahipleri, tüccar ve memurlar, Tü rk ca­ m iası nı teşkil eden başlıca çal ı şma zümreleridi r. Bunlardan herbirinin ça l ışması diğerinin ve umumi camianın hayat ve saadeti için zaru­ ridir. Fırkam ızın bu prensiple istihdaf ettiği gaye s ı n ı f mücadelesi ye­ rine içtimai intizam ve birbirini nakzetmiyecek surette menfaatlerde ahenk tesis eylemekti r. Menfaatler, kabil iyat ve çal ışma derecesiyle mütenasip o l u r B . ıı Efendiler, Türkiye halkı ı rken veya d i nen v e harsen müttehid, yakdiğerine karşı h ürmet-i m ütekabile ve fedakarlı k hissiyatiyle meş­ bQ ve mu kadderat ve menafii, müşterek olan b i r heyet-i içtimaiyed ir ll , ıı Halk namı altında b u l u nan umum m i l leti müşterek ve müttehid bir surette müşterek ve umumi olan haki ki refaha u l aştı rmak için faaliyete getirme k •• . ıı lnsanları mes'ut edeceğim d iye onları b i rbi rine bağaz i atmak gayri insani ve son derece teessüfe şayan b i r sistemd irn . ıı Eiimizdeki programın ruhu, bizi ya lnız b i r kısım vatandaşla ala­ kalı k ı lmaktan men eder. Biz büyük Türk M i l letinin h izmeti ndeyiz ll . ıı Bizim nazarımızda, çiftçi, çoban, işçi, tüccar, sanatkar, asker, doktor, velhası l b i r sosyal m üessesade faal b i r vatandaşı n hak, men.1aat ve hürriyeti eşittir. Devlete bu tel�kki i le azami faydalı olmak ve milletin emniyet ve i radesini mahalline sarfedebilmek bizce bi­ zim anlad ı ğımız mAnada halk hükumeti idaresiyle mümkün oluru .

DEVLETÇILIK

Atatü rkün devletçiliği karma ekonomi d emektir. Atatürk böyle b i r i ktisat görüşüne ve milli i ktisat fikrine bağ l ı d ı r. Yani Atatürkte devletçi l i k i ktisatta ferdi teşebbüsü esas sayar, mülkiyeti tan ı r, dev­ letin gerekince ve gerekli sahalarda i ktisada m üdahalesini zarQri görür, iş birliği ekonomisine taraftardır; sosyalizme de, terdin insa-


TÜRKIYEN I N B U G Ü N K Ü MESELELE R�

334

t ı na dayanan liberalizme d e karş ı d ı r. Bütün iktisadi icraatı gibi, ba­ zıları aşağıya alınan Atatürkün sayısız sözleri ve konuşmaları da bu­ n u hiç bir tereddüde i mkan bı rakmayacak şekilde ortaya koymakta­ d ı r. N itekim Atatürk demiştir k i : 11 Prensip olarak devlet terdin yerine k a i m olmam a l ı d ı r. Fakat fer� din inkişafı için u m u mi şartları göz önünde bul undurmal ı d ı r. B i r d e terdin şahsi faal iyeti i ktisadi terakkinin esas menbaı ol arak kal­ mal ı d ı r. Fertlerin inkişafına mani olmamak, onların her noktai nazar­ dan olduğu g ib i, b i l hassa i ktisadi sahadaki hürriyet ve teşebbüsleri önünde devlet kendi faal iyetleriyle bir mani vücuda getirmemek, de­ mokrasi prensiplerinin en m ühim esasıd ı r. O halde d iyebi li riz ki fer­ diyel inkişafının mani karşısında kalmaya başlad ı ğ ı nokta devlet fa­ aliyetinin hududunu teşkil eder. Buna nazaran umum iyetle zaman ve mekanda daimi bir hususi vasıf gösteren i ktisadi b i r işi devlet üze­ rine alab i l i r ıı .

Bizim takibini m uvaffak gördü�ümüz devletçi l i·k prensibi bütün istihsal ve tevzi vasıtalarını fertlerden alarak, m i lleti büsbütün baş­ ka esaslar dahilinde tanzim etmek gayesini takib eden sosyal izm prensibine müstenid kol lektivizm yahut kom ünizm gibi hususi ve fer­ di iktisadi teşebbüs ve faal iyete meydan b ı rakmayan bir sistem de­ ğildir ıı . 11

ıı Türkiyenin tatbik ettiği devletç i l i k si stemi 1 9. asırdan beri sos­ yalizm nazariyecilerinin i leri s ü rdükleri fikirlerden a l ı narak tercüme edi lmiş b i r sistem değ i l d i r. Bu, Türkiyenin i htiyaçları ndan doğmuş, Tür·kiyeye has bir sistemdir. Devletçi liğ i n b izce manası şudur: Fart­ lerin hususi teşebbüslerini ve faaliyetlerin i esas tutmak, fakat büyük b i r m i l letin bütün ihtiyaçlarını ve b i r çok şeylerin yapılmad ı ğ ı n ı göz önünde tutarak memleket ekonomisini devletin eline almak. Türk Cumhuriyeti devleti, Türk vatanında asırlardan beri ferdi ve hususr teşebbüslerle yapılamamış olan şeyleri b i r an evvel yapmak istedi ve k ı sa zamanda yapmağa m uvaffak oldu. Bizim takip ettiğimiz bu yol . görüldüğü g ib i , l iberalizmden başka b i r yoldu r» . • Ferdi mesai ve faal iyeti esas tutmak la beraber, mümkün oldu­ ğu kadar az zaman içinde m i lleti refaha ve memleketi mamu riyete eriştirrnek için m i lletin umumi ve yü ksek menfaallerinin icap ettir-


TÜRKiYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

336

diği işlerle bilhassa iktisadi sahada devleti fiilen alakadar ve faal kı lmak n . : �- 4 . .

• Mem lekette her nevi istihsalin ziyadeleşmesi için, ferdi teşeb­ büsün devletçe elzem olduğunu da ehemmiyetl e kaydettikten sonra, beyan etmel iyiz ki devlet ve fert b i rbi rine muarız değ i l , birbiri n i n mütemmimidi rn . " B u izah ettiğimiz mana ve telakkide devletç i l i k , bilhassa içti­ mai, ah laki ve m i l lid i r n . Görülüyor k i Atatür·kün devletçiliği yukarıda ayrıca temas etti... ğimiz ve Türkiyenin gerçeklerinden doğmuş bir m i l li iktisat siste m i olan karma ekonomiden başka b i r şey değ i ld i r. En l i beral iktisat gö­ rüşüne sahip bu lunan Demokrat Parti b ile, i ktidara gelince devlet fabrikaları nı satacağ ız dem iş, fakat bunu yapamamıştı . Hiç bir l ibe­ ral i kti sat veya sosyal ist i ktisat taraflısı akım ve part i, Türkiyeyi bu karma ekonomi d üzeninden çı karamayacakt ı r. Çünkü bu düzen Türk m i l l i kültürüne en uyg un olan milli i ktisat d üzenidir. INKılAPÇILIK

l n kı lapç ı l ı k : 1 . Yeni leşrnek demekti r. 2. lnkı lapç ı l ı ğ ı n hedefi me­ deniyett i r. Yani inkı lapçı l ı k Ziya Gökalp'teki muası rlaşman ı n karşı­ l ı ğ ı d ı r. Muas ı r medeniyet seviyesine u l aşmak, Türk kü ltürünü mua­ s ı r medeniyet seviyesinin üstüne ç ı karma yolunu açmaktır. 3. lnkı­ lap buna engel olan müesseseleri değiştirmektir. 4. lnkı lap kim... seye karşı yap ı l maz, onun hasm ı yoktur. 5. lnkı lap m i l letle beraber, ve onun duygu ve d üşü ncelerine tercüman ol arak yapı l ı r. 6. lnkı lap birden değ iştirmek ve b itirmek demektir, sürüncemade b ı rakı lmaz. 7. lnkı lap kat'i değişik l i k demekt i r ve sürekli l i k vasfını taşımaz. 8. lnkı lap gerekti kçe yapı l ı r ve cemiyet yeni l iğe ve medeniyete inti­ bak eder. 9. lnkılapç ı l ı k i htilalcil i k değildir. Darbe, kan dökme, hü kCı­ mete karşı olma, kavga vasıfları nı taşımaz. lnkılapç ı l ı ğ ı devlet ve hü k u met yürütür. 1 0. lnklapçı l ı ğ ın gayesi tekamü l ü h ı zland ı rmaktı r. 1 1 . Türk m i lleti yaratı l ı ş itibariyle yeni leşmeye, inkı lapç ı l ığa yatkınd ı r. 1 2. B u hedef d ı ş ında ve cemiyet yenileşme rayına oturunca art ı k in­ k ı lap yapı lmaz. Yani i nkılap her g ü n, durup durup değişrnek de­ ğ i ld ir.


336

TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü MESELELERi

Atatürkün inkı lapç ı l ı ğ ı ve Tü rkiyede tatbi k edilen inkı lapç ı l ı k sis­ temi işte bu maddeler çerçevesinde kalmış ve kalacak olan inkı lap­ ç ı l ı kt ı r. Başta marksistler olmak üzere, Türk M i l letine tahakküm et­ mek isteyen zümreler devamlı olara k Atatürkün bu g üzel , doğru, ak­ li ve i lmi inkı lapç ı l ı ğ ı n ı dejenere ederek Türkiyenin karşısına hiç yoktan bir devrim taassubu ve devrimcilik kavgası ç ı karm ışlard ı r. Bu­ rada kesin olarak tesbit edeceğimiz husus, devrimciliğin inkılapçı­ lık değil, önce zümre hakimiyeti, sonra sosyalizm silahı olara k kul­ lanılmak istenen , ihtilalcilik olduğ u d u r. lnkıl�p yeni leşmek, muas ı r­ l aşmak; devrim ise ihtilal demektir. Hele sürekli devrim diye ce­ m iyeti d i ken üstü nde oturtmak isternek inkı lapç ı l ı ğ a taban tabana zıttı r. Devrim ve devrimcilik marksizmin getird i ğ i usullerdir ve Türki­ yede de ona ancak marksistlerin itibar ettiği ve sahip ç ı ktığ ı , kelime­ nin d e marksist faaliyetin terimi olduğu anlaş ı l m ı ştır. Atatürkün in­ kı lapç ı l ı ğ ı bundan tamamiyle uzak, medeni bir inkılapç ı l ı ktır. Ata­ türk tatbi·katı da bunun açık şahidicür. Atatürk kendi zaman ında yapı­ lacak inkı lapları yapm ı ş bitirmiş ve sonra hummalı çalışma faaliyeti­ ne koyulmuştur. Dediğimiz gibi , ondan sonra yapılan tek inkılap de­ mokrasi inkı lab ı d ı r. Bundan sonra yapı lacak b i r inkı lap da, rayından çıkar ı l m ı ş milli kültür politikasını tekrar Atatürkün Türk rönesansı rayına otu rtmaktı r, m i l l i leşmektir. Atatür·k tatbi katı gibi , Atatürkün açı k sözleri de, maddeler halinde u nsurlarını s ı ralad ı ğ ı m ı z bu akıllı uslu i n kı lapçı l ı ğ ı tereddüde yer b ı rakmayacak şekilde ortaya koymak­ tad ı r. N itekim Atatürk çeşitli konuşmalarında demiştir k i : • ln k ı l�p mevcut müesseseleri zorla değiştirmek demektir. Türk m i l letini son asırlarda geri b ı rakmış olan müesseseleri yıkarak yer­ lerine m i l letin en yüksek medeni i caplara göre i lerlemesini temin edecek y e ni müesseseleri koymuş olmaktırıı . " Efendiler yaptı ğ ı m ı z ve yapmakta olduğumuz inkı l�pları n gaye­ si Tü rkiye cumhuriyeti halkını tamamen asri ve bütün mana ve eşka� l iyle medeni b i r heyet-i içtimaiye haline isal etmekti r. lnkı labfıtımı­ zın umde-i asiisi budurıı . « Mu hterem ahali, b i rbirimizi aldatmıyalım. Medeni cihan çok i lerdedi r. Buna yetişrnek ve o daire-i medeniyete dahil olmak mec­ b uriyet indeyiz. B ütün safsataları bertaraf etmek lazımdırıı . n Mu hterem efend i ler, Türk M i l letinin i nkişafına ası rlardan beri set çeken manileri kaldı rmak ve hayat-ı u m umiyeye muasır medeni-


T Ü RK IYENIN B U G Ü N K Ü MESELELERi

387

yetin kanunlarını ve vasıtalarını verme k için sarfettiğimiz mesaının m i lletin tasvib-i umumiyesine m ukarin olduğu m uhakkaktını . ıı Memleket mutlaka asri, medeni ve yepyeni olacaktır. Bizim için bu hayat davasıdır. Bütün fed(lkarlı ğ ı mızın fayda l ı sonuç vermesi bu­ na bağ l ı d ı r • . .. Medeniyet yolunda muvaffakiyet yenileşmeye bağ lıd ır. Sosyal hayatta, i l im ve fen sahasında m uvaffak olmak için yegane olgunlaş­ ma ve i lerleme yolu budur. Hayat ve yaşayışa hakim olan hükümte­ rin zaman ile değişme, gelişme ve yenileşmesi zaruridir.» " l nkılap mil leti ve sosyal çevreyi hazırlayarak yapı l ı r • . ıı Hakiki inkılapçılar onlard ı r ki terakki ve teceddüt inkı labına sev­ ketmek istedikleri insanların ruh ve vicdanlarındaki hakiki temayüle n ufüz etmesini b i l i rler" . " Ben şimd iye kadar millet ve memleket iyiliğine n e g i b i hamle­ ler, inkılaplar yapmış isem hep böyle halkımızla temas ederek, onla­ rı n ilgi ve sevgi lerinden, gösterdi kleri sami rn iyetten kuvvet ve i l� ham alarak yaptı m » . ııAr:k adaşlar, Türk M i l leti ç o k büyük vakalarla isbat etti ki yeni­ l i k sever ve inkılapçı bir m i llettir. Son senelerden önce de, m i l le­ timiz yeni leşme yolları üzerinde yürümeye, sosyal inkılaba teşeb­ büs etmemiş değildir. Fakat hakiki neticeler g örülmedi. Bunun sebe­ bini a raştırdınız m ı ? Bence sebep işe esasından, temelinden başlan­ mamış olm �sıdıru . " Milleti idare prensibimiz m i lletin müşterek ve umuml fikrine ve temay ülüne uymaktır. Bu fikrin ve temayülün hakiki ve ciddi ola­ b i lmesi, m illetin maddi ve manevi i htiyaç kaynaklarından gelmesine bağ l ı dı r » . " Bizim yol umuzu çizen içinde yaşadığımız yurt, bağrından ç ı ktı­ ğ ı m ı z Türk M i lleti ve bir de m i lletler tarihinin binbir facia ve iztıra p kaydeden yapraklarından ç ı ka rdı ğ ı m ı z neticelerd i r • . " Büyük davamız en medeni m i llet o larak varl ığ ımızı yükseltmek­ tir. Bu yalnz kurumlarında değil, d üşüncelerinde de temelli bir in kı-


T Ü RK IYEN I N B U G Ü N K Ü M ESELELERI

338

tap yapmış olan büyük Türk M i l letinin dinamik ideal id i r. Bu ideal i en k ı s a zamanda başarmak için fikir v e hareketi beraber yürütmek mecburiyetindeyiz. B u teşebbüste başarı ancak naz ı m b i r planla ve rasyonel tarzda çalışmakta mümkün olabi l i rıı . *

I şte Atatü rkün p rensipteri bunlard ı r . Bunları h ü lasa edecek o l u r­ sak : Cumhuriyetçi l i k hanedansız hü rriyetçi demokrasidir . Mil liyetçi­ lik, m i l l i kültüre bağ l ı , m i l li devlet esasına dayalı kuvvetli Türk M i l... l iyetçiliğidir. Laiklik d i n devleti yerine m i l li devlet olmak demektir. Hal kçı l ı k m i lli birlik, ahenk ve sosyal adaletçi l i·ktir. Devletçi l i k kar­ ma ekonomidir. lnkı lapçı t ı k yenileşmek, muası rlaşmak ve medeniyet­ ç i l i k demektir. K ısacası Atatürk prensipleri demokrasisi , milliyetçilik, laiklik, sosyal adalet, karma ekonomi ve medeniyetçil iktir. Tabii, tek­ rara l ü zum yok ki, bunların içinde de milliyetçi l i k esas, di ğerleri onun vasıtaları d u ru mundad ı r. Işte 1 961 anayasas ında, doktrinin bu esas unsu runun, maddeler arasına alı nmamasına büyük bir ısrarla dikkat gösteri lerek, başlangı ç kısmına itilmiş olması Türkiyen in Ata­ türk m i hverinden nas ı l ç ı·karılmış olduQunun tipik b i r misalidir.

Atatürkün diğer fikirleri Atatü rk bu al')a prensipler çerçevesi nde doktrininin teferruatı n ı da geniş b ir tatbikat ve sayısız metinler halinde işlemiştir. I ktisattan maarife, d ı ş politikadan yabancı sermayeye kadar her konuyu ken­ di açısından aydınlatan beyanlar ve fi kirler i leri sürm üştür. Burada bunlardan, günün m ünakaşa ve kavga konusu haline getirilen bazı la­ rına temas etmek faydalı olacaktır: KOMONIZM

En büyük Türk m i l l iyetçisi olara k Atatürk ayn ı zamanda en bü­ yü k komünist düşman ı d ı r. Atatürk devri, komünizmle en amansız m ücadelenin yap ı l d ı Q ı ve kom ünizme hiç fı rsat ve açık verilmediği b i r dev i rd i r. Atatürk bununla yetinmemiş, ayrıca 11 Bolşevik l i k b ila kayd ü şart Rus hakimiyeti demektirn , 1 1 Biz ne bolşevikiz , ne ·ko­ münist. N e b iri, ne diğeri o lamayız. Çünkü biz m i l l iyetperver ve dini--


T Ü RKIYENIN B U G ÜN K Ü M ESELELERI

339

m ize h ü rmetkfırızıı ve " Bizim nokta-i nazariarım ız, bizim prensipleri­ miz cüm lece malumdur k i bo lşevik prensipleri değ i l d i r ve bolşevik prensiplerini m i l lelim ize kabul etti rmek için de şimdiye kadar hiç düşünmedik ve teşebb üste bulunma d ı k n gibi sözlerle komünizme kar­ şı olduğunu açı kca tesbit ettiği gibi, ıı Şurası unutulmam a l ı d ı r ki Türk M i l letinin en büyük düşmanı komünistl iktir, her görü ldüğü yerde ezi l­ mel i ıı d i rektifini de Tü rkiyeye ebedi b i r m i ras ol arak b ı rakmışt ı r. HÜRRIYET Atatürk Türkiyede sun'i b i r şekilde kavgası yapı lan ve son za­ manlarda çok ayağa düşürülmüş olan h ü rriyet meselesinde de doğru fikri ve tutumu çok büyük bir isabetle tespit etmiş b u l u nmaktad ı r. Atatürk h ü rriyetleri tahrip etme h ürriyeti n i reddederek, h ü rriyetlerin hududunun çok iyi çizi lmesine çok önceden d ikkati çekmiştir. Ata­ türkün i leri görüşü, Türkiyede günün b i rinde hü rriyetlerin dejene­ de ecti leceği ihtimal ine nüfuz etmiş ve tedbi rleri göstermiştir. Bu hu­ susta Atatürk çeşitli konuşmalarda ba·k ı n ne d iyor: ıı Cumhuriyet serbest-i efkar t araftarıdı r. Samimi ve meşru ol­ mak şartıyla her fikre h ü rmet ederizıı . n Asri demokraside, ferdi hürriyetler hususi b i r kıymet ve ehem­ miyet a l m ı şt ı r. Art ı k ferdi hü rriyetlere devletin ve hiç kimsenin mü­ dahalesi m evzu-u bahs değ i l d i r. Ancak bu kadar y ü ksek ve kıymetli olan ferdi h ürriyetin medeni ve demokrat b i r m i llette neyi ifade et­ ti�i. h ü rriyet kel i mesin i n mutlak surette düşünü lebi len manasıyla anlat ı l amaz. Mevzu-u bahs olan hürriyet, içtimai ve medeni insan hü rriyetidir. Bu sebeple ferdi hü rriyeti düşünü rken, her te rdin ve ni­ hayet bütün m i l letin m üşterek menfaati ve devlet mevcudiyeti göz önünde b ulu ndurulmak lazım dır. Anlaşı l ıyor ki ferdi h ü rriyet mutlak olamaz. Di�erin hak ve hürriyeti ve m i l letin m üşterek menfaati fer­ di h ürriyeti tahdit eder. Ferdi hü rriyeti tahdit devletin de adeta va­ zifesidi r. Çünkü devlet , ferdi hürriyeti temin eden bir teşkilat olmak­ la beraber, ayn.i zamanda bütün hususi faaliyetleri, umumi ve m i l li maksatlar için birleştirmekle mükellefti rıı . Türk devlet ananesine uygun olarak Atatü rkte isti klal esastır. ıs.. tiklal önce, h ü rriyet sonra gelir. lstiklalden ayrı b i r hü rriyet düşüne-


340

TÜRKIYENiN BUGÜNKÜ MESELELERj

mez ve onda hürriyet ancak isHkltılin beraberinde olan hü rriyettir. N i tekim 11 ist i klal ve hürriyet benim karekterimdi r" d iyen Atatürk, gençl iğe h itabesinde de istiklal ve cumhuriyeti ele almış ve istikltı­ l i n b irinci s ı rası n ı m uhafaza etm işti r. Şu çeşitli sözleri de Atatürkün bu hususteki fikirlerini açıkça ortaya koymaktad ı r : 11 Türkiye Devletinin istiklali m ukaddestir. O edebiyyen men ve mas u n o l mal ı d ı r • .

müem­

11 Türkiye Büyük Mi l let Meclisi v e onun hükümetinin m i l etten aldı ğ ı veçhe, i stiklal-i tam ve b i la kayd ü şart hakimiyet-i m i l l iye umde­ lerine istinaden memleketi marnu r etmek ve mil leti zengin, mü ref­ feh ve mesut etmekten ibarett i r ıı . 11 istiklal-i tam deni ldiği zaman bittabi siyasi, mali, iktisadi, ad­ li, askeri, harsi ve ila . . . her hususta istiklal-i tam ve serbesti-i tam demektir. Bu sayd ı kları m ı n her hangi biri nd e istiklalden mahru mi­ yet, m i l l et ve memleketin mana-yı hakikisiyle bütü n isti klalden ma h­ rumiyeti demekt i r " . B u rada şüphesiz say ı lan b u sahalarda kara r ser­ bestisi, istikla l d i r. I ttifaklar ve i ktisadi münasebetler, devletin ser­ best i radesiyle o ld u ktan sonra , istiklalin dışına ç ı kmaz. Yani istik­ lal devletin serbest iradesi demektir. 11 Esas Tü rk M i lletinin haysiyetl i ve şerefl i bir mil let o la rak ya­ şamas ı d ı r. Bu esas ancak istiklal-i tarnma mal ikiyetle temin o luna­ b i l i r. Ne kadar zengi n ve müreffeh o l u rsa olsun , istiklalden mahrum b i r m i l let, beşeriye�i m ütemeddine m uvacehesinde u şak olmak mev­ kiinden yüksek b i r muameleye kesb-i l iyakat ec!ıemez a . " lstiklal ve hürriyetlerini her n e pahasına o lursa olsun ihlfıl ve takyide asla m üsamaha etmemek: istiklal ve hü rriyetlerini bütün manasiyle masun b u lundurmak ve bunun için i cab ederse son fer­ dinin son damla kan ı n ı akıtarak beşer tarihi ni şanlı misal i l e tezy i n etmek; işte istiklal ve hürriyetin haki ki mahiyetini şamil manasını, yüksek kıymetini vicdanında i drak etmiş m i l letler için esast ve haya­ ti prensip » . G örülüyor ki h ürriyetleri tahrip h ü rriyeti gibi, istikltıli dikkate al mayan ve yalnız ferdin h ü rriyetini a rayan hü rriyet anlayışı da Ata­ türkün tam b i r isabetle reddettiğ i b i r h usustur.


TÜRKiYENiN B U G Ü N K Ü M ESELELE R I

341

DERNEKÇiLiK VE SENDIKAClLlK

Atatürk h ürriyet bahsinde dernekçilik ve dolayısiyle sendikacı­ lık hürriyetinin ayrı b i r önem taşıd ı ğ ı n ı belirtmeyi ve bu hürriyetin milleti ve devleti tehdit eder bir duruma g el mesine i m kan verilme­ mesini de d i raktifleri a rasına almayı ihmal etmemiştir. Bu hususta Atatürk d iyor k i : • Cemiyet v e tedris hürriyetleri, d i ğ e r ferdi h ürriyetlerden fark­ lıdı r. Çünkü bunlar m ü şterek b i r faaliyetin daimi tatbi katı nı i cap et­ tiri r. Bu sebeple yalnız ferdi haklar g i b i m ütalaa olunamazlaru .

• Cemiyetler b i r taraftan içtimai heyeti takviye eder, fakat b i r ta­ raftan da teşekkül eden cemiyetler, devlet içinde başlı başına bire r teşkilat v e birer kuwet olacaklarından, devlet i ç i n tehlikeli de o la­ bilirler. Bu sebeple cemiyet teşk i l i , teşkilat-ı esasiye kanunumuzda fertlerin tabii haklarından tanınmış olmakla beraber, cemiyet teşkili, ayrı ca b i r kanunla kayıtlanmıştırıı . Atatürk b u konuda, dernek ve dolayısiyle sendikaların kavga un­ suru o l mamaları ve y u rt d ışına açı l mamaları hususunda da tabii son derece hassastı r. N itek i m u Memleketin fi kri ve i ktisadi inkişafta, yüksek terakki sahası olmasına çalışmak idealimizdir. Fakat bu inki­ �afın medeni ve m i l li s ı n ı r haricinde cereyan almasını prensipierimi­ ze m uvafık bu lamayı z n demiştir. Atatürkün sınıf farkını ve sınıf mü­ cadelesini tan ımad ı ğ ı n ı yukarıda da ayrıca görmüştü k. SOSYAL ADALET

Fakat Atatürk bununla sosyal adaleti şüphesiz i hmal etm iş de­ ğildir . A!atürk bilakis sosyal adalet konu s unda da hassast ı r ve dev­ leti bunu temin etmekle vazife li g örür. N itekim " M i l l i serveti n tev­ ziinde dah a mükemmel b i r adalet ve emek sarfedenlerin daha yük­ sek refa h ı , milli birliğin m uhafazası için şartt ı r. Bu şartı daima göz önünde tutmak m i l li birliğtn mümess i l i olan devletin mühim vazife­ sidirıı d iyen Atatür,ktü r.


TÜ RKIYEN I N B U G Ü N K Ü M ESELELERi

342

TOPRAK REFORMU

Atatürk, m i l l iyetç i l i k doktri ninin b i r i cabı olarak, her Türkün top­ rak ve m ü l k sahib i o lmas ı n ı hem bu vatanda tutunmanın b i r şar­ t ı , hem de i ktisadi kal kınmanın bir vasıtası saym ış ve topraksız çift­ çi b ı rakı lmamasını da istemiştir. Yani toprak reformunun Türkiyede-­ ki çeki rdeğ i de Atatürk fikriyat ının içinde mevcuttur. Atatür-kün top­ rak reformu, sosyalist çevrelerin b i r de toprak anarşisi ve zirai is­ tihsal düşüklüğü yaratmak isteyen reform anlayı şı ndan farklı olarak z i raat reformunu hedef alan b i r toprak reformudur k i bu görüş Türki­ yede n i hayet bugün ağırlık kazanmıştır. B u hususta Atatürk çeşitl i konuşmalarında şöyle demekted ir: " Her Tü rk çiftçi ailesinin, geçineceği ve çalışacağ ı toprağa ma­ lik olması behemehal laz ı m d ı r. Vatan ı n sağlam temeli ve imarı bu esasta d ı r. Bundan fazla olarak büyük araziyi modern vasıtalarla iş­ letip vatana fazla isti hsal temi n edilmesini teşvik etmek isteriz » . ıı B i r defa memlekette topraksız ç iftçi b ı rakıl mama l ı d ı r. Ondan daha önem l i olanı ise bir çiftçi ailesini geçindirebi len toprağın, hiç bir sebep ve suretle bölünmez bir mahiyet alması d ı r. Büyük çiftçi ve çift l i k sahipleri nin işletebi lecekleri a razi geniş l i ğ i , arazinin bu lun­ duğu mem leket bölgesinin nüfus kesafetine ve toprak verim dere­ . tesine göre s ı n ı rlanmak lazımd ı r. Küçük büyü k bütü n ç iftçi lerin iş vasıtaları n ı a rttırmak ve yenil eşti rmek v e korumak tedbirleri vakit geçirilmeden a l ı nmalı d ı r ıı . " Ekonom ik kalkınma Tü rkiyenin, hür ve müstakil, daima daha kuvvetli, daima daha refahlı Tü rkiye idealinin bel kemiğidirn ve ıı Ben­ ce halk devri i ktisat devri mefhumu ile ifade olunur. öyle b i r i kti­ sat devri ki onda memleketimiz marnur olsun, mil leti miz m ü reffetı ve zengin olsu r.ı ıı d iyerek kalkınman ı n önemine işaret eden ve b u kalkı nmada z iraatin v e z i raat sanayiinin yerini isabetle görmüş bu­ lunan Atatürk, zirai ve i ktisadi kalkınma hedefine dönük olmayan m ücerret b i r toprak reformunu elbette ki düşünmezd i. DEVLET OTORiTESI

Atatürk hem doktrinin icabı , hem Türk devlet an'anesi ruhunu hakkıyle kavram ı ş olan şahsiyetinin ve engin tecrübelerinin netice-


TÜRK IYEN I N B U G Ü N K Ü M ESELELE R I

343

si olarak , devlete gölge düşürülemeyeceğini bütün kemal iyle idrak eden müstesna Türk devlet başkanıd ı r. Onun için, zaman ı nda, zalim ol mayan, fakat, demir gibi bir devlet otoritesini ve kuvvetli hükumet anlayışı n ı titizlikle yü rütmüştür. ıcraatı gibi bu husustaki sözleri de Türk devlet adamları n ı n her zaman kulağına küpe o l a cak değerde­ d i r. Atatürk d iyor k i : 11 Efendiler, kend i lerine bir mi lletin tal ihi tevdi olunan adamlar, l leti n kuvvet ve kudretini yal nı z ve ancak yine m i l letin hakiki ve mi kabil-i istihsal menfaalleri yolunda kullanmakla m ü kellef oldu·k ları.. n ı b i r an b ile hatı riarı ndan çıkarmamal ı d ı rlarıı . 11 Hükumetin iki hedefi vard ı r. Biri, m i l letin korunması , i kincisi m i l letin refah ı n ı temin etmek. Bu iki şeyi temi n eden hükumet iyi, e demiyen fenad ı r ıı . •ı l leri hü kumetçiliğin şiarı , halkı kudretine olduğu kadar şefka­ tine de sam irniyetle i nandı rabilmesid irıı . 11 Mem leket işlerinde, haki·ki işlerde, d uygu lara, hatı ra, dostluğa bakı lmaz ıı .

11 lçtimai nizamımızı bi lerek veya b i lmeyerek bozucu kimselere m ü samaha edemeyiz. Bunlar doğrud u r. Bizden bu hususta sükOnet ve tarafsızl ı k isteyen leri tatmin edemiyorsak bunun sebebi memle­ ket ve m i l let menfaatlerini her şeyin üstünde gördüğümüzdendi r • . 11 Mem leket mütesanit b i r vahdete m u htaçt ı r. Alelade po litikacı­ l ı kla m i l leti parçalamak hiyanett i r ıı .

�� cumhu riyetin dahili siyaseti , vatandaşın yaşayışını hiç bir nü­ fuz ve tasallutun tesirinde b ı rakmaks ızın tem in etmektirıı . 11 Bütün inkı lap neticelerin i , vatandaşların tam emniyetini ve m i l­ li n izarn ve inzibat ı , dahili ve adli teşk ilat ve kanunlarıyla koruyan ve hiç s.arsı lmayan bir hükumet otoritesi kurmak ve işletmek işleri­ m izin temeli d i r ıı .


TÜRKIYE N I N B U GÜ N KÜ MESELELERI

344

DIŞ

POLITiKA

Atatürkün, d ı ş politika deyince akla 11Yurtta sulh, cihanda sulh • sözü gelir. Fakat b u söz çok defa yanlı ş veya yetersiz bir yorumla b i r pasifli k düsturu g ib i değerlendirilir. Halbuki b u sözün b i rinci m�nası d ü nyanı n küçülmüş ve sulhun b i r bütü� olduğudur. I ki nci ma­ nası c i handa sulhun i l k şart ı n ı n yurtta sulh olduğudur. üçüncü mana­ sı barışç ı l ı ktır. Dördüncü manası her ne pahasına olursa olsu n de­ ğ i l , yurdun ve mi lletin şeref ve haysiyeti�e uygun bir barışç ı l ı ktır. Beşincisi bir köşeye çekilip beklemek yerine, teşebbüsü elden kaçı r­ mayan a ktif b i r milli politika takip etmektir. Altıncısı gerçekçi b i r m i lli siyaset gütmekti r. Atatürk, devrinde Türkiyeyi böyle b i r d ı ş politika i le bezemiştir. Ayrıca şu çeşitli sözleri de böyle b i r m i l l i dış politikan ı n düstur­ larıdır: • Şü phesiz huku kumuza, şeref ve haysiyetimize hürmet ed ildik­ çe mütekabil hü rmette kat'iyyen kusu r etmeyeceğiz. Fakat ne çare ki zayı f olanların hukukuna hürmetin noksan olduğunu veya hiç hür­ met edilmediğini çok acı tecrübelerle öğrendi k. n BeyneimiJel her hangi b i r mase lemizi sulh vasıtalarıyla hallet­ meyi aramak bizim menfaat ve zihn iyetim ize uyan bir yo ldur. Bu yol haricinde bir teklif karş ısında kalmamak içindir ki emn iyet prensibi­ ne ve onun vasıtalarına çok ehemmiyet veriyoruzıı . 11

11

Yu rtta sulh, cihanda sulh için çal ı şı yoruz ıı .

" Su l h , m i lletleri refah ve saadete eriştiren en iyi yoldur. Mem­ leketimizi her g ü('! daha çok kuvvetlendirmek, her sahada her tü rlü ihtimaliere karşı koyabilecek b i r halde b u lu ndurmak ve dünya hadi­ sat ı n ı n bütün safahat ı n ı büyük b i r teyakkuzla takip etmek, sulh se­ ver s iyasetimizin dayanacağı esasların başlan g ı c ı d ı rıı . " Ben toprak büyütmek d ilekiisi deği li m . Ancak anlaşmaya da­ yanan hakkımızın isteyicisiyim. Onu almazsam edememıı . • M il letlerin siyasetinde a('!cak menfaalleri vard ı r. Kimsenin kim­ seye dost olmayacağ ı n ı b i le l im N .


TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

345-

�� Tü rkler bu topraklarda tam batı medaniyetli 25 m i lyonluk b i r cemiyet oiunca kendi kendilerini savunacaklar. 50 m i lyona ç ı kı nca. eğer çevrelerinde bazı meseleleri varsa , o vakit onlara bir göz ata­ caklarıı . Görü l üyor ki, Atatürkün d ı ş politika anlayışı barışçı, gerçekçi, fa­ kat pasif değildir. Atatürk ayrı ca . d ışa karşı ve d ı ş pol itikada kuv­ vetl i olmanın başlıca şartını içte ·kuvvetl i olmakta g örür. Oftun için içteki zaaflara m üsamahası yoktur. Tü rkiyeyi son zamanlarda Avru­ pa Konseyinde hiç yoktan ve israrla suçlu sandalyesine - oturtmaya kalkan şımarık Avrupal ı l arın karşısında, ezi l i p b üzü lecek yerde, şah­ lanarak • Efen di ler, Mösyöler, Misterler, kendin ize gelin! Avrupa Kon­ seyine ·üye o l mak Tü rkiye içio bir şeref d eğ i l , TürkiyEmin üye olması Avrupa Konseyi için şereftir. N e haliniz varsa g ö rü n ! n dedi kten son­ ra kapıyı yüzlerine kapat ı p ç ı kmak kudretini gösterecek b i r Atatürk, dış politikasına Türk M i l leti bugün ne kadar hasrettir? DOGMATIZM Yukarıda da be lirttiğ imiz gibi, Atatürkçülüğün metodu akılcı l ı k ve i l imcilikt i r. Onun için Atatürkün adının bulunduğu hiç bir yerde h iç bir türlü dogmatizm io hayat hakkı mevcut değ i ld i r. Atatürk o kadar akılcı ve i l i rncidir ki , farz-ı muhal, akı l ve i li m Atatürkü reddediyor· sa, siz de reddedebi l i rsiniz. Atatürkçü l ü k bu itibarla yalnız eski dağ­ maları bir kenara b ı rakmak değ i l , hiç bir yeni doğmaya da saplanma­ mak demektir. Atatürkün de , onun doktrini olan m i l l iyetçiliğin de doğmalara hiç i htiyacı yoktur. Atatürk de Türk m i l l iyetçiliği de, kork­ madan ve emniyetle, aklı n ve i lm i n eline tesl i m edilebilir. Atatürk doktrio inde aklın ve i lm i n kestiği parmak acımaz. Zira Atatürk di­ yor ki: 11 Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, muvaffakiyat için en hakiki m ü rşid i limdir. I lmin ve fennin haricinde mürşit ara­ mak, gaflett i r, cehalettir, dalalettirıı .

• Bütün i le rlemeler insan fikrinin eserid i r. Fikri ha rekete geti r­ mek birinci işimiz olmalıdır• .

Her işin esas hedefine, kısa ve kesti rme yoldao varmak şa­ yan-ı arzu olmakla beraber, yolun maku l , mantı·ki ve b i lhassa ilmi ol­ ması şarttı r ıı . 11


T Ü RKIYEN i N B U G Ü N K Ü MESELELERI

346

EGiTIM

Doktrinin tabi i icabı olarak Atatürkün eğitim görüşü kat ı ksız b i r m i l li eğitim görüşüdür. Atatürkün e ğ it im i b i r yandan cehaleti or­ tadan kal d ı rma , b i r yandan kalkınma için gerekli elemanları yetiştir­ me, b i r yandan da m i l l i kültürü yü kseltme ana hedefleri�e yönelen g erçekçi , akılcı , i l irnci ve m i l l iyetçi eğitimdir. Atatürkün bu hususta­ ki çeşitli sözleri bakın bugün de ne ·kadar can l ı l ı ğ ı n ı m u hafaza et­ mektedi r : ıc Bizim takip edeceğimiz maarif siyasetinin temeli evvela mev­ cut cehli izale etmekti r » . ıc Bu sebeple okuyup yazma bil meyen tek vatandaş bı rakmamak, memleketin büyük kalkınma savaşının ve yeni çatısının istediğ i tek­ n i k elemanları yetiştirmek; mem leket davaları n ı n ideoloj isini anla­ yacak, anlatacak, nes i lden nesile yaşatacak fert ve kurumları yarat­ mak; işte bu önem li u mdeleri en kısa zamanda tem i n etmek, kült ür vekaletinin üzerine ald ı ğ ı b ü y ü k v e ağ ı r mecburiyetlerd i r ıı . ıc Maarifin gayesi yalnız hü kümete mem u r yetiştirmek değ i l , da­ ha ziyade memlekete ahlakl ı , karakterli, cumhuriyetçi , inkı lapçı, müs­ bet, at ı lgan, başladı ğ ı işleri başarabi lecek kab i l iyette ,dürüst muha­ keme l i , i radel i , hayatta tesadüf edeceği engelleri yenmeye kudretl i , ka rakter sahibi genç yetişti rmekt i r. Bunun i ç i n de öğretim program­ larını ve sistem lerini ona göre düzenleme lid irıı . ıc Efendiler, yetişecek çocukları m ı za ve gençlerimize, görecekle­ ri tahs i l i n hududu ne o l u rsa olsun, en evvel ve her şeyden evvel , Türkiyenin isti klaline, kendi benl iğine, m i l l i an'anelerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidirıı . ıc M i l li kü ltürün her ç ı ğ ı rda açıla rak yükselmesini Tü rkiye Cum­ hu riyetinin temel di leğ i o la rak kab u l ediyoruzıı . ıc Türk M i l letinin idares inde ve korunmasında m i l li birlik, m i l li duygu, .mi l li kü ltü r en yü ksekte göz d i·ktiğimiz i deald i r " . ıc Biz daima haki kat arayan, onu b u l d u kça v e bulduğu n a kani ol­ d ukça ifadeye cüret gösteren adamla r olmalıyız .


TÜRK iYEN IN B U G Ü N K Ü MESELELERI

347

" Hayatın her m esai safhas ında olduğu g i b i, bahusus tedris ha­ yatında i nzibat muvaffakiyelin asasıdı r. Müdürler ve tali m heyetle­ ri i nzibatı tem ine ve talebe inzibata riayete mecburd u rlarıı . Görü l üyor k i Atatürk m i l li eğitimin d i s i p l i n şartına da işaret cetm işti r.

MEDENIYETÇILiK

Atatürk m i l l iyetçi doktrin çerçevesi nde, yukarıda da söylediğimiz g i b i , Türk M i l letin i n yaşama ve Türk kültürünün yükselme şartının yol u n u n medeniyetten geçtiğinde israrl ıd ı r . Bu konuda Atatürk d iyor ki: " Efend i le r v e e y m i l let, i y i b i l i n i z ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyh­ ler, derv iş le r, müridler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve hakiki tarikat, tari kat-ı medeniyedi r » . " Efendiler, Türkiye Cumhu riyetini tesis eden Tü rk halkı mede­ nid i r . Tarihte medenid i r, hakikatta medenid i r. Fakat, ben , sizin öz kardeşiniz, arkadaşınız, babanız g ib i medeniy i m d iyen Türkiye Cum­ hu riyeti halkı , fikri i le, zihniyeti i le medeni olduğunu ispat ve izhar etmek mecburiyetindedir. Medeniyim d iyen Türkiye Cumhu riyeti hal­ kı, a i le hayatiyle , yaşayış tarzıyle medeni olduğunu göstermek mec­ b u riyetindedir. Velhas ı l , medeniyim d iyen Tü rkiyen i n haki katen me­ deni olan hal k ı , başından aşağ ıya, vaz-ı haricisiyle dahi medeni ve m üteka m i l insan lar olduğunu fii len gösterrneğe mecbu rd u r » . Atatü rkü n bütü n inkı lapları nın da bu haklı medeniyetçi l iğe çev­ r i l i olduğunu yukarıda söylemiştik. Bu arada en büyük i n k ı l ap o l an harf inkılab ı n ı n da yerinde ve Türk d il i ni n g erçeklerine uygu., b i r hareket olduğunu b u rada bel i rteb i l iriz. Atatürkün b u konudaki söz­ leri Türkiyeni n gerçekleri kibi Türk d i l b i l g i sine de tamam iyle uygu n­ d u r. Atatürk demişti ki : .. Her şeyden evvel , her gelişmeni n i l k yapı taşı olan meseleye temas etmek isterim. Her vasıtadan evvel bü­ yük Türk M i l letine kolay bir okuma yazma a41ahtarı vermek lazı m d ı r. Büyük Türk M i l leti b i lg isizl i kten az emekle, kısa yoldan ancak ken­ di güzel ve asil d i l ine kolay uyan, böyle b i r b i r vasıta i le sıyrı labi­ l i r ıı .


348

TÜRKIYEN IN B U G Ü N K Ü MESELELERl

Bu bahsi kapamadan bir noktaya b il hassa temas etmek zaru retL vard ı r . O nokta da Atatürkün görünüşe ve k ı l ı l.. kıyafete kadar inen bu medeniyet titizliğinin yalnız o devreye ve bir ana mahsus bir ha­ reket telak·ki edilemiyeceği d i r. Atatürkün mederıiyetçiliğini yal nız o noktada bı rakı rsanız ve bugün orta l ı ğ ı kaplamış olan i htilalci taklitçi­ si kıyafetlere, sarkı k b ı yı klara, birbi rine karışan saç ve sakala ve hippi özentisine ses ç ı ka rmazsanız, bunun Atatü rkün medeniyet an­ layışının d ışına d üştüğ ünden şüphe etmemeliskıiz. Atatürkçülük, her işte, Atatürk olsaydı buna ne derdi suali ni sorabi l mektir. Yoksa Ata­ tür.kçü lük, b i r m i lletveki l i n i n mecliste çok veciz b i r şekilde belirttiğ i. gibi, sakall ıy ı Ulus Meydanında o lu nca gerici , Kızı layda olunca i le­ rici saymak demek d eğ i l d ir.

BATIULAŞMA

Türkiyede a k l ı n ve i l m i n hakimiyetinin kurulamamış ol ması do­ lay ısiyle o rtaya ç ı kan mefhumlar anarşisiflde, yan lış anlaşı lan ve tat­ b i k edilen, bu yüzden de cemiyete çok zarar veren hususl ardan bir• de bat ı l ı l aşma meseles id i r. ·.

Bat ı l ı laşma ihtiyacı önce m uharebe meydanlarında kendisini gös­ termiştir. Osmanl ı ların son dev irlerinde savaşlarda Avrupa l ı ların da­ ha iyi vuran ve daha uzağa atan tüfekleri harbin kaderifli Türk­ lerin a leyhine döndürrneğe başlayınca o devrin askerleri ve mü nev­ verlerinde bat ı l ı la r gibi mücehhez olmak i htiyac ı doğ muştur. Fakat bu i htiyaç Türk m ünevver lerinde, cemiyette g örülen d iğer sarsıntı lar dolayısiyle, g ittikçe isti.kamet değiştirmiş ve batı l ı laşman ı n zamanla bir taklit haline gelmesine yol açmıştır. Bu noktada münevverlerin durumu tıpkı romandaki ata benzer. Bi r muharrir, romanı nda atı n garip b i r huyuna temas ederek, önündekine k ı zı nca arkasındaki gü­ nahsızı çiftelemesine d ikkati çekmiştir. Işte batı l ı laşma karşısı nda münevverler, tıpkı atı n yapt ığ ı gibi, ötı lerindekine kızıp, acısını ar­ kaları ndakinden çıkarma yoluna g itmişlerd i r. önl erindeki gerçek, Av­ rupanın teknik ve daha geniş ifadesiyle medeni üstü nlüğü idi. Türk m ünevveri, bunun üzerine yürüyecek ve kabahati ilim ve ferıdeki, teknikteki , tek kelimeyle medeniyetçilikteki i h malde arıyacak ve bu kusuru telafi etmeğe çalışacak yerde , suçu milli kültürün üzerine yüklemiş ve Türk cemiyeti ni mecburi bir kültür değişikliğinin kısır çı kmazına saplamıştır. Mü nevverlerin bu tutu mu g ittikçe gel işmiş ve


TÜRK IYEN I N B U G ÜN K Ü MESELELERI

349

zamanla Batı karş ı s ı nda panik ve aşağ ı l ı k duygusu haline döf'l üşmüş­ tür . Atatürk ıc Türk, öğün, çalış, g üven ıı diye re k bu paniği yenmek için ne ,kadar büyük bir gayret sarfetmiştir? Halbuki kültür d uygulardan, medeniyet b i l g ilerden teşekkül eder. Akıl ve i l i m yol u, bilgi üzerine daya l ı medeniyet yol u aç ılmadan, k ü l­ türü değiştirmekle hiç b i r i lerleme sağ laf'lmaz. Bi l akis kültür değişik­ li ğ i medeniyetçi l i kte laz ı m gelen h ızı büsbütün keser. Zira bil giye verilmesi laz ı m gelen kuvvet, i mkansız olan duygu ları n değiştirilme­ si isti kametine çevril ince, kendiliğinden sahibini çaresiz kı lar. Onun için Atatü rk, " Hi ç b i r m i llet aynen diğer bir m i l letin mukallidi o lmama­ l ı d ı r. Çünkü böyle b i r m i l let ne taklit ettiği m i l l etin ayni olabil i r, ne kend i m i l leti dahilinde kalab i l i r. Bunun neticesi şüphesiz ki hüsran­ d ı rıı . demiştir. n Biz batı medeniyetini b i r taklitç i l i k yapal ı m diye al­ mıyoruz. Onda iyi olarak görd ü klerimizi, kend i büf'lyem ize uygun bu lduğumuz iç in , d ünya meden iyet seviyesi içinde benimsiyoruz • d iyen Atatü rkün a Bi z b ize benzerizu vecizesi işte batı lı laşmanın kül­ t ü r değiştirme demek olmadı ğ ı n ı en kestirme b i r şeki lde beyir.lere çakan bir d i rektiftir. Gerçekten batı l ı laşma kültürün değiştiril mesi değ i l , akıl ve i l i m ı ş ı ğ ıml<a tekniğin ve medeniyelin a l ı nması, tek n i k ve medeniyet ba­ k ı m ı ndan batı n ı n seviyesine u l aş ı l ması demekt i r. K ü ltürün vatan ı var­ d ı r, fakat i l m i n ve medeniyetin vatanı yoktur. O her yerde kurulabi­ l i (� her yere götürüleb i l i r, her yerden alı nabil i r. Bu bakımdan asl ı nda bu harekete bat ı l ı laşma dememek lazımdır. I l i m ve medeniyet batı­ nın ezeli ve ebedi karakteri olmad ı ğ ı g i b i , batıfl m dışı nda da bu ışı­ · ğ ı n en kuvvetli b ir şekilde parlıyabi leceği b i lhassa bugün isbat edil­ miştir. Japon m uc izesi bunun bir m isalid ir. Bu itibarla batı l ı laşma tabi ri , bir bölge ifade etmesi dolayısiyle, bugün büsbütün manasını kaybetmişt ir. Esasen Z iya Gökalp buna muası rlaşm a, Atatürk de mu­ as ı r medef'liyet seviyesinin üstüne ç ı kma demiştir. Bugün de bu i fa­ delere bağ l ı kalarak, bat ı l ı laşma yerine muası rlaşma veya medeni­ yetç i l i k tabi rlerini kullanmak en doğrusud u r. Batı l ı laşmanı n muası rlaşma veya medeniyetç i l i k olduğu ve b u­ nun hudutları bugün iyice açı k l ı k kazanmıştır. Art ı k batı l ı laşma d i­ yince aklı başında hiç kimse bundan batı taklitçiliği ve kültür de­ ğ işti rme manası ç ı karmamalı d ı r. Bugün bat ı l ı laşma sanayileşme ve


350

T Ü RKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

eğitim demekt ir. Sanayileşen ve modern eğitimini kuran her cemiyet bat ı l ı laşmış, yani muas ı r m edeniyet seviyesine çıkmış olur. Türkiye için de art ı k batı l ı laşmanın, muası rlaşman ı n , medeniyetç iliğ in mana­ sı budur, sa41ayi leşme ve eğitimdir. Türk iyede m ünevverler, batı l ı laşmayı bu şek i lde doğru ol arak kavramad ı k l arı için, cemiyeti, kuvvetlerin büyük b i r kısmını boşuna israf eden batı taklitç i l i ğine ve memleketi derinden çökerten ve çü­ rüten kültür değişi k l iğine ve m i lli -kültür d üşmanlığ ına sürüklemişler ve sürüklemeye çal ışmaktadı rlar. Türkiye bugün bu yanl ı ş batıl ı laş­ ma g id işini de durdurmak mecbu riyetinded ir . Bu hususta Türkiyeye rehber ol acak fi k ir, batı l ı laşmam n sanayi leşme ve eğitim olduğudur . . Bu fi k ir henüz tam olarak memlekette yerleşmediğ i için, onların, dolayı sıyle meden iyetç i l i ğ i n gerekli şartları da memlekette b i r t ü r­ l ü kurulamamış ve bu yüzden batı il e aram ızda hala büyük b i r me­ deniyet farkı kalmıştı r. Bu farkın mevcud iyeti de hala yanl ı ş teşhis­ te ve m ü nevverlerin batı taklitçiliğine saplanmasında öneml i b i r rol oynamaktadı r. M uasırlaşmakta, medeniyet yarışı41da d iğer muas ı r memleketler v e b u arada batı il e aramızda b u l unan v e batıyı batı ya­ pan başlıca farkları şöyle sı ralamak mümkündür: 1 . Aklın ve ilmin hakimiyeti . Yani bat ı l ı olmak demek, doğmatik saplantı lardan, hissil ikten, safsatanın geçerli olması ndan kurtulinak;. akıl ve i l i m hakim iyetine kaderini tam bağ lama k ; tek41 i k gelişmenin i caplarına uymak demekti r. 2. S iste m li düşü nme alışkan l ı ğ ı . Bat ı l ı olmanın bariz b i r vasfı. da had iseleri bölük pörç ü k ele almak yerine, sisteml i b i r şekilde dü­ şünmektir. Medeni i nsan felsefesi olan insan demektir. Medeni mem· lekette b i r şahıs düşünür, konuşur ve hareket ederkoo onun bel irl i bir düşünme sisteminin içinde olduğu açı kça görü lür. Batıda ferd i n felsefesi bütün şahsiyetine sinmlştlr. 3. Şahs iyet . Batı l ı olmanın b i r vasfı da şahsiyet sahibi olmak­ t ı r. Medeni i nsan gerek ferdi tutumu, gerek k ü ltür hayat ı bakım ı n­ dan, gelişmiş kuvvetli b i r şahsiyete sahip b u l u nu r. 4. Yeti41memek . Batı l ı olman ı n bir vasfı da yetinme d uygu ve· düşüncesi nden uzak olmakt ı r. Medeni b i r insan her sahada mev-


TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M E SELELERI

351

cutla iktifa etmek yerine, daha i leriye giden ve adeta kaderi ve tabi­ at i değişti rmenin b itmeyen savaşı içinde imiş g i b i hareket eden insan demektir. 5. Mesuliyet duygusu ve vazife şuuru. Batı l ı olmanın başka bir vasfı da mesuliyet d uygusu ve vazife şuuruna sahip olmaktır. Me­ deıı i i nsan idare-i maslahatı , ihmali, kend i kendisini tatmin etmeme­ yi aklının ucundan geçirmez. 6 . Teferruatı ihmal etmemek. Bat ı l ı olmanın bir vasfı da tefer­ ruatı ihmal etmemektir. Medeni b i r insanın gözünde hadiseler ve mes'eleler, hayat , tabiat ve onun parçalarının hepsi bir bütündür. Yal­ nız esasla veya önemli i le i ktifa edip teferruat bir kenara bırakı la­ maz. Hayatta ve tabiatta en küçük unsurun b i l e kendi ölçüsünde de­ ğeri vardır. Ve o değere eğilmezseniz bütün de kıymetinden çok şey kaybeder. 7. Ça lışmak. Bat ı l ı o l manın b i r vasfı da çal ışkan olmaktır. Ça­ lışmak medeni i41san için yalnız geçimi temin eden b i r angarya de­ ğ i l , ayni zamanda zevk ve spordu r. öyle ki batı ö lçüsünde çalışma­ yan adam, adam d eğ i l d i r d iyebi l iriz. Batı l ı çalışmanın bir hususiyeti de hakkı i le çalışma fi·k rinin esas olmasıdır. Bu bakımdan batıda söz­ de çalşma, yavaş çalışma, oyalanarak çalışma şekilleri kaybolmuştur. Batı çal ışmadan hummalı çal ışmayı anlar. 8. Iş mukaddesliği. Batı l ı olmanın başka bir vasfı da işi m u­ kaddes saymaktır. Batıda işin büyüğü küçüğü, şerefiisi şerefsizi yok­ tur. Işin yapı l ması ve vazifeni41 yerine getirilmesi şerefli ve mukad­ destir. 9. M üesseseleşmek. Batılı olmanın başka b i r vasfı da müesse­ seleşmektir. Batıda hayat ve cemiyet kökleşmiş m üesseselerden ku­ ruludur ve onların üzerine oturur. M üesseseleşmemiş cemiyetler­ de her şey şahıslarla ·kaimdir. Bu ise müesseseleşmenin sağ ladığt devaml ı lı ğ ı , kuvveti, sağlamlığı ve emniyeti temin edemez.

1 0. Sayg ı l ı ve medeni olmak . Batıl ı olman ı n başka b i r vasfı d a başkasına karşı m utlak sayg ı l ı ve medeni olmakt ı r. Batılı insa41 kar­ şı sındakini en az kendisi kadar saygıya değer kabu l edi p ona göre davranan insan demektir.


352

TÜRKIYEN i N B U G Ü N K Ü MESELELERI

1 1 . Iş bölümü ve iş birliği . Batlı olmanın bir vasfı da iş bölümü ve iş birliği zih niyetirıe sahip bulunmaktı r. 1 2. Sosyal olmak. Batılı olmanıfl başka b i r vasfı da sosyal ya­ şamaya, sosyal organizasyona, bir araya gelmeye yat.k ın bulunmaktır. 1 3. Temizlik. Bat ı l ı olmanın b i r vasfı da temizlik , bilhassa çev­ re temizliğidir. Batı l ı l ı k, toz toprak ve pislik içinde yaşama kaderine razı olmamak, bunu kı rmak demektir. 1 4. Cehaletten kurtulma. Batılı olmanın bir vasfı da ortaçağ ce­ haletini geride b ı rakmaktır. Bat ı l ı l ı k cehaleti tan ı maz. Batıda az o ku... muş da, çok okumuş da geçmiş asırların cehaletinden sıyrı lmıştir. Okumamış cahil, hele okumuş cahil art ı k Bat ı n ı n tamamiyle yaban­ cısıdır. Işte medeniyeti medeniyet ve batıyı batı yapan, onun d ışındaki bir çokların ı medeniyete ayak uyduramamaktan a lıkoyan başlıca va­ sıflar bunlard ı r. Görülüyor ki buflların hepsi kültürün d ışında kalan , akı l ve b i l g i sahasına h itap eden u nsurlardı r. Bunları yerine getiren b i r cemiyette, kültür ne olursa olsun, bat ı l ı laşmamaya, medeni­ yet seviyesine ç ı kmamaya i mkan yoktur. Bat ı l ı laşma yalnız b i r de­ faya mahsus olarak sanayileşrnek ve eğitimi kurmak demek değil, ayn ı zamanda onları daimileştirmektir. Bunufl i çi n de başlıcaları n ı bu­ rada saydı ğ ı m ı z ve daha b u nlara i lave edilecek başka medeniyet un­ surları i le mutlaka cemiyeti techiz etmek lazı m d ı r.

BASlN

Türkiyede aklın ve i l m i n hakimiyetinin kurulamaması nda ve ce­ miyeti n huzura kavuşturulamamasında bas ı n m üessesesi de mühim b i r mesele olarak karş ımıza çı ka r. Her şeyden önce bası41sız mo­ dern bir cem iyet alam ıyacağı n ı tesbit etmemiz lazı m d ı r. Basın bir cemiyet için şarttır, lüzumludur ve büyük b i r hizmet görür. Tür.kiye­ de de basın son derece büyük ve ehemmiyetli b i r müessesedir. Ay­ rıca Türkiyenin şartları bakımından basının ortalama d ünya ölçüsü­ ne nazarafl b u memlekette müstesna b i r durumu ve mevkii de mev-


T Ü RKIYEN IN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

353

cuttur . Bu bakımdan Türkiyenin bu hassas meselesi üzerine de ti­ tiz l i kle eğ ilrnek gerekmekted ir. Türkiyede bas ı n konusunda ilk problem, memlekeUe hü küm sü­ ren yanlış bası n telakkisidir. Buna göre, bas ı n , kamuoyunun tem­ silcisidir. Bundan daha yanl ı ş bir düşünüş olamaz. G e rçekte basın kamuoyunu d eğ i l , muayyen basın patronlarından ve gazetecilerden ibaret , belirli bir zümreyi temsi l eder. Bugün bas ı n da artık bir sa­ nayi kolu haline gelmişti r. Bu sanayi kolunun, kam uoyuyla i lgisi, kamuya h itap etmesinden ibarettir. Zaman zaman kamuoyuna ait, kamunun malı sayı labi lecek fiki rleri de aksettirebi l i r. Fakat bası na ha­ kim olan, basında su yüzüne ç ı kan fikirler ve düşünce akı m ı , esas itibariyle, patronundan en küçük muhabirine kadar, gazetecilerin ter­ c ih lerinden ibarettir. Bu, bi lhassa Türk bas ı n ı nda kesin likle böyle­ d i r. Türk bası n ı n ı n kamuoyunu asla temsil etmediğini, son demokra­ si devresinde ald ığı tavı rlarla memleketteki düşünce ve gelişmele­ rin birbirini tutmaması açı kça ortaya koymuştu r. Bu devrede gazete başka şey söylemiş, m illet başka şey düşünmüş ve yapm ıştı r. Türkiyede, gazeteciliğin as ı rl ık gelişmesine rağmen, henüz m i l tl b i r bas ı n ı n kurulamad ı ğ ı kesi nl i kl e söylenebil i r. Tab ii bunun çeşitli iç ve d ı ş sebepleri, cemiyetin umumi yapısına bağ l ı hususT şartları vard ı r. Fakat netice olarak Türkiyede henüz ideal ölçüde bir m i l li bası n bulunmadığı da muhakkaktı r . Bu basın henüz doğru haber ver­ me al ışkan l ı ğ ı na kavuşamamışt ı r. Bu basın henüz m aksat l ı haber ver­ me ve gJdümlü ideoloj i ler çerçevesinde yorum yapma hasta l ı ğ ı ndan kurtulamamı şt ı r. En fenası bu bas ı n bir türlü m i l lt kültüre dayalı bir bas ı n olamamıştı r. Basının memlekete lay ı k m i l li bas ı n olabilme­ sinin bu üç şartı ; yani milli kültüre daya l ı olmak; h ü r, akicı ve i l im­ ci yorum yapmak; doğru haber verme a l ı şkan l ı ğ ı na sahip olmak va­ sı_fları su yüzüne ç ı k ı ncaya kada r Türkiyede b as ı n hem cemiyet için, ' hem d e kendisi için mesela olmakta devam edecektir. Türkiyenin basın konusundaki çok büyük b i r hususiyeti de, bu işaret edi len noktalara rağmen, basına lüzumu ndan fazla önem ver­ me zihniyeti ne kap ı lmaktı r. Gerçekten hiç bir memleket Türkiye ka­ dar kendisini basına teslim etmez. Hiç b i r mem lekette Türkiyede o l d uğu kadar bas ı n ı n dediği o lmaz. Henüz m i l lt bas ı n haline gelme-


354

TÜRK IYEN IN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

miş b i r bas ı n ı n memlekette bu derece nüfuz sahibi olması Türkiye­ deki huzu rsuzlukların ve ta l i hsizl iklerin başl ıcaları ndan biridir. Tür­ kiyede gerçek mü nevver_ yerine yarı ayd ı n vasatı mevcut oldu�u için, bas ı n ı n bu derece aş ı rı b i r nüfuza malik b u l unması çok tabiid i r. Do­ layısıyla bu nüfuz da b i lhassa basının manşetıerine ·k afasını adeta ki raya vermiş münevverler üzerinde görü lmekte, bu da Tür·kiyede ko­ nunun önem kazanmasına, kati gelmektedi r. Işte Tü rkiyede bu konu­ da yapı lacak ilk iş basına l üzumu ndan faz la değer vermek, onu din­ lemek, onun ded i ğ i n i yapmak zaafından k u rtu lmaktır . Memleket ba­ sından yakasını kurtarmad ı kça ve onu haki·ki yerine oturtmadı kça kı lavuzu karga olma d urumunun yanlış neticeleri bitmek bilmiye­ cekti r. Türkiye m i l li basına hasretken , son zamanlarda basında bir de kuvvetl i b i r sol ideoloj i cephesi kurularak bu müessese cem iyete büsbütün ters düşmüştü r . Bugün memlekette sol ve sol ol mayan iki basın vard ı r. Bunlardan da sol basın bil hassa m ü nevverler üzerinde daha müessird i r ve ayni zamanda daha gel işmiştir. Bu ise Türkiye­ nin bu konudaki başka b i r talihsizli!}ini teş.ki l etmekted i r. Türkiyede bas ı n ı n eskiye nisbetle çok gel iştiğ i muhakkaktır. Fa­ kat bu gel işme tamam iyle maddi ve tekni k sahaya inhisar eder. Ko­ ca koca müe·sseseler, renk l i ofset bask ı lar yapacak gazeteler ortaya çı kmışt ı r. Ama bunun arkas ı nda manevi kal ite, akli ve ilmi de�er, ah­ lAki tutu m ve m i l li karakter itibariyle basında deva mlı b i r gerileme ol­ muştur. öyle ki . kötü haber verme ve memleket ufukları nı her sa­ bah yeni baştan karaya boyama alışkanl ı ğ ı bu bası nda adeta mes­ lek haline gelmiştir. Türkiyeyi 1 2 Martı n eşiğine getirmekte nüfuzlu basın ı n oynad ı ğ ı meşum rol herkesin gözünün önünde careyan et­ m iştir. Türkiye el bette ki bas ı n hürriyetine sayg ı l ı olacak ve basının, cemiyetteki umumi gel işmeye paralel, kend i içinde isla h olmasını bekleyecektir. Fakat bu hususta bazı ted b i rle r almak lazım gel d i � i de gözden uzak tutu lamaz . Bu koouda öteden beri huzursuz l u k çe­ ken Türkiyenin sı kıntıs ı n ı , Atatürkün aşağ ıdaki çeşitli sözlerinde de bu lmak mümkündür. Aradan e lli y ı l geçmiş olmasına rağ men, bu söz­ lerin Türkiye için bugün de geçerli olduğunu .kabul etmemeye im­ kAn yoktur:


ı ÜRKiYE N I N B U G Ü N K Ü M ESELELERl

355

• Her türlü kanuni kayıtlardan evvel , b i r kalem sah i b i n i n i l me, ih­ tiyaca ve kendi siyasi telakkilerine olduğu kadar, vatandaşları n hu­ kukuna ve memleketirı her türlü hususi telakkilerin üzerinde olan yük­ oek menfaatlerine de d i kkat ve hürmet etme.k manevi mecburiyeti vard ı r. Ası l bu mecbu riyatt i r ki, umumi intizamı temin edebi l i r. Ma­ haza bu yolda zühul ve kusur olsa bile bu kusuru tashih edecek rnüessi r ve vasıta, as la mazide zannolunduğu g i bi rnatb uat hürriye­ tini kayıtlayan bağlar değ i ldir. Bilakis matbuat hürriyetinden doğa­ cak mahzurların gideri lme vasıtası yine matbuat" hü rriyetinin ken­ disi d i r karıaatindey iz , .

ıı Matbuat hürriyetin i n mahzurları n ı n g ideri l mesi bizzat matbuat hürriyeti ile kaim olduğuna dair, bu büyü k meclisin yol gösterici ve temiz sahasında güzel karşı tanan esas lar, eğer cumhu riyetin ruhu olan faz i letten mahrum cüretka rlara matbuatı n si resinde haydutluk fırsatı veri rse, eğer aldatıcı ve sapt ı rıcı ların fi kri sahadaki meş'um tesirleri, tarlasında çalışan masum vata(ldaşların kan larını akıtması­ na, yuvaları n ın dağıtı lmasına sebep o l u rsa ve eğer en ni hayet hay­ dutluğ u n en zararl ısını i htiyar eden bu kab i l saptırı c ı lar, ka nunların hususi müsaadelerirıden istifade imkanı bulurlarsa Büyük M i l let Mec­ l isinin eğitici ve ezici elinin müdahale ve uyarması gerekli olur n . ıı Mem lekette kalem hü rriyetinin d e demokrat b i r idareye layık vekarla kullanıl makta d a h a d i kkatl i bulunulacağ ı n ı ümi t ederi m. Hür­ riyet suistimalinin tev l i t ettiği bir çok fe laketleri çekmiş olan bu mem­ lekette, bu d ik,kate b i l hassa l üzum olwluğu kanaatindeyimıı . Bugün Atatürkün ümit ettiği vekar ve d i kkatin basın hürriyetkı­ lle gösterildiğini iddia etmek hiç b i r şekilde mümkün değil d i r ve ba­ sın isiaha son derece m uhtaç b i r d urumdad ır. Işin en hazin tarafı da kend isi isl�ha en çok m uhtaç olan böyle b i r müessesenin Türkiyede başkalarını isl�ha kalkışmas ı d ı r. Bu d u rum Tü rkiyede iş leri büsbü­ tün karıştı rarı başka b i r tal ihsizlik olmaktad ır. Bas ı n ı n kend i kendisini islah etmesi için yapı l acak başl ıca bas­ k ı , mi lletin yan i okuyucu kütlesinin temayülüdür . Devl ete düşen şey, bu temay ü l ü n hür b i r şekilde ortaya çı kmasının şartlarını hazırlamak­ t ı r. Bu temayülün h ü r b i r şeki lde ortaya ç ıkması için, cemiyetin umumi kültür po l itikası n ın islah edi lmesi lazı m geldiği gibi , bas ı n ı n bu temayülde bizzat baskı yapmasının önüne geçmek d e gerek-


356

TORKIYENIN B U G Ü N K Ü MESELELERI

mekted i r . Z i ra bas ın çeşitli aldatıcı g ü r ü ltülerle o kuyucu kütlesi üze­ rinde h ü r temayü le zarar verecek ağ ı r b i r baskı yapmaktad ı r. l krami­ yelerden çeşitl i aldatıcı reklamiara kadar bu baskı n ı n çeşi tli usulleri serbestçe k u l lanı lmaktadı r. Her şeyden önce işte T ürk okuyucusooun üzerinden b u baskıyı kaldı rmak lazım d ı r. Bunun için yap ı l acak iş bası nda tröstleşmeye mani olmaktlr. Bugün Türk bas ı n ı nda çok kuvvetli b i r tröstleşme temayülü o rtaya ç ı km ı şt ı r. Buna engel ol unmazsa , memlekette h asreti çekilen m i i i T bas ı n ı('] kurulması ümidi büsbütün suya d üşer. Bas ı n konusunda dikkat edilecek başka b i r husus da resmT i llın rej i minin devam ettiri lmesid i r. Zaman zaman resmi i lan ları devlet kendisi tarafından ç ı karı lacak b i r gazetede toplas ı n şeklinde fikirler i leri s ü rü lmektedi r. Böyle b i r davranış hür gazeteci l i k için çok ağ ı r b i r darbe o l u r. Bas ı n koııusuri da asıl büyük mesele h ususT ila.nların d u rumudur. Bu i lanlar bugün Tü rkiyede bütün bas ı n hayat ı n ı n isti kametini ve sıh­ hatini ayariayacak b i r d u ruma gel mişti r. Böyle b i r mekanizmanı n b u­ günkü başı boş lu k içerisinde b ı rakı lmasına daha fazla devam oluns­ maz. Hususi i lan esas itibariyle ticari reklam demektir. Ticari rek­ lam ise içinde aldatma U(']su runu en çok taşıyan b i r tanıtma vasıtası­ d ı r. Ticarette b i r m a l ı n en iyi reklam ı n ı n yine kendisi olduğu şüphe­ sizdi r. Tü rkiyede b u g ün bu esas kaybed ilerek, mal ı n değerini pro­ pagandanın s ı rtına yükleyen ve çok m eşru olmayan b i r yola gidiş vardı r. Bu hem memleketin ticaret ahlakı bakı m ındaf!, hem de bası­ n ı n sı h hati bak ı m ı ndan üzerinde d u ru l acak bir konu d u r. Bugün Tü r­ kiyede h ususi i landan y ı lda 40 m i lyon , 60 m i lyon, 1 1 0 mi lyon gelir sağ­ l ayan gazeteler vardı r. Ve Tü rkiyede bundan daha zah metsiz, emek­ siz ve kolay kazancın ö rneği gösteri lemez. Bi r cemiyet bası nda key­ fil i ğ i ve tröstleşmeyi de teşvik eden b u d u ru m a seyi rci ·kalabi lir m i ? . Şüphesiz hususi i l a n , vereni n arzusuna bağ l ı d ı r ve herkes istediğ i g a­ zeteye reklam vermekte serbesttir. Buna kimse karı şamaz. Fakat, eğer h ususi i lanları da makul b i r ölçüde ayarlamak ve dağıtmak yo­ l u b u l unmazsa, 1 00 m i lyon ilan kazancı sağlayan bir gazeteni n bu karından 9 9 milyonu(']u devlet niye vergi olarak almasın? Işte bugün reklam sahasında böyle b i r aya rlama ve yCı ksek vergi gerektiren ve b u suretle ayni zamanda islah yolu d a a ç ı k b u lunan b i r bası n me­ selesi vard ı r. En kesi n tedbir husust i la nıarı da bCıtün gazeteler ara­ sında tevzie tabi tutma ktı r.


l U RK IVEN I N B U G Ü N K Ü M ESELELE R I

357

Hü lasa basın hü rriyeti mühimdir . Fakat bas ı n ı n s ı h hati de b i r rnomleket içio ayn i derecede mühimdir. B i l hassa Türkiyede basın diktası denecek şekilde b i r basın nüfuzu hüküm sürerken, böyle bir ıJiktayı kul lanan müessesenin o d iktaya lay ı k ve ehl iyetli b i r hale ge­ llri lmesinden, memleket de ve aslı nda bas ı n da sadece kazançlı çı­ knr. Unutmamak lazı m d ı r ki bas ı n artı k tek haber vasıtası olmaktarı çı kmışt ı r ve radyo i le televizyon, basın ı n her bakımdan islah edii­ rnesi için, hem b i r sebep, hem de b i r silah d u rumundad ı r.

ADALET

Türkiyede aklı n ve i l m i n hakimiyetinin kurulmaması yüzünden or­ taya ç ı kan mühim b i r buhran kaynağı da adalet meselesinde ken­ disini g österir. Adalet sahasında · karş ı mıza çı kan başl ıca kusurları cezaların hafifliği, adaletin gecikmesi, delil arama ifratı , af yufka yü­ rekl i l iğ i ve b i l i rkişi konu ları etrafında toplayabi liriz. Tü rkiyede cezaların hafif l i ğ i , adaletin tesirini çok zayıflatmakta­ d ı r. Eski Uygurcada b ir söz vard ı r : Kanunu insan yapar, kanun insa'1 ı ıarbiye eder. Gerçekten Tü rkiyede kanunu i nsan yapmakta, fakat son­ r a o kanun insanı terbiye edememekte d i r. Çünkü karıun cemiyetin bünyesine tam uymamaktadı r. Bu uygunsuzlu k önce ve bilhassa ce., 1aların hafifliğinde görül ü r. Son ra cezaların nisbetinde de cemiyetin ananeleri'1e ve suç telakkilerlne aykı rı l ı k bulunur. B i r kere cezalar çok hafift i r . Katilden h ı rs ı z l ı ğa, trafi k suçların­ dan ticarete kadar her sahada mevcut cezalar ibret teşkil etmekten tok uzakt ı r. Ayrıca cezaların azami ve asgari hudutları çok geniş tutul muştu r. Merhmet duygusu ağ ı r bast ığ ı için de çok defa ce­ talar asgari hudutlar etrafında dolaş ı r durur. Neticede suçu karşıtı­ yacak, i b ret 1eşkil edecek, ferd i ve cemiyeti tatmin edecek, terbiye vasıtası olacak, huzur ve sükGn sağ l ayacak ceza sistem inden mem le­ ket mahrum kalmaktad ı r. Kati l lerin hapisten ç ı k ı p tekrar tekrar adam öldürmeleri, yüzlerce h ı rsızlık suçu bul unan h ı rsızl arı'1, cezalarını ta­ mamlay ı p yeni yeni h ı rsızlık lar yapması g i b i garip l i kler Tü rkiyede Qok görü l ü r. Sanki adam öldürme, h ı rsızlık v.s. teşvik edilmektedi r. A k ı l ve i l i m d ı ş ı bu tutum, adaleti tam yerine geti remedi ğ i , ferdi ve cemiyeti tam tatmi n edemedi ğ i için memlekette bizzat· i hkak ı hak ..


368

TÜRKIYE N I N B U G Ü N K Ü M ESELELERI

yo l un u devamlı o larak açı k tutmaktad ı r. Her sahada olduğu gi bi kan davaları nda da terd in bizzat ceza verme yolunu tercih etmesinde bunun baş l ı ca rolü vard ı r. Cezalar ağ ı rlaşıp adalet hakkiyle yerini b u l mad ı kça memleket için çok acı bir dert olaf'l kan davalarının ,kö­ kü kes i l miyecektir. Cezada ölçü suça denk olmc.ktı r. Bu hususta u ölen ö l ür , kalan sağ lar bizimdirn zihniyetiyle hareket edilemez . Suçlunun terbiyesi ve cem iyete kazand ı r ı l ması elbette düşünü lecekti r . Ama yalnız bu dü­ şünülmeyecek, bu konuda ifrata varılmayacak, aynı derecede ve hat­ ta ondan daha çok işlenen suçtan zarar göref'ller düşünülecek, a h ı n yerde kalmaması ö n p lana alı nacakt ır. Son zaman larda idam ce­ zası n ı n kald ı rı l ması için teklif, tazyi k ve kampanyalar ortaya çıkmış­ t ı r. Böyle b ir şey zaten hafif ceza l ı olan memleketin büf'lyesini büs­ bütün sarsar. Tü rkiyede ceza lar en yü ksekten başlayarak şöy le ol ma­ l ı d ı r : Adam öldürmenin cezası mutlak idam d ır. Bu hususta yalnız meşru müdafaa hakkı tan ı nacak, yan i meşru m üdafaa yoksa, cana kı­ yan ın canına kıyı lacaktı r. Diğer ceza larda da ölçü suç işieyenin bir d a h a suç işleme ihtimal i n i ortadan ka l d ı rmak o lacaktır. Bu arada büyük suça hafif, küçük suça ağ ı r ceza vermek gibi ezici nisbetsiz­ l i k ve dengesizlik yol l arı da kapat ı l m a l ı d ı r. Türkiyede adaleti aksatan ikinci husus geci kmed i r. Vaktinde yeri­ ne geti ril meyen adalet, adalet değildir. Adalet sıcağı sı cağ ına ta­ hakkuk etmezse tesirinden çok şey kaybeder. Her şeyi k ü l l endire«ı, insanları beklete beklete bezd i ren, adaletin ümit ve itimat kapısı ol­ ması d uyg usunu körleten, mütemad iyen geri atı l an d u ruşmalarta m i l­ leti mahkeme kapı l arında süründüren, vaktinde yerine gelmed i ğ i i ç i n başka suçları da sürükleyen tatbi kat yerirıe, sürüncemesiz daha iş­ lek bir sistemi kuracak her ted bir b i r an önce a l ı nmalı d ı r. Adaletin yerine ge lmesine engel olan üçüncü husus de l i l yeter­ sizliği anlayışında ifrata varan çok k itabi b i r sistemin hakim o lması­ d ı r. Yal n ı z dosya m uhtevası ndaki satı riara h8psolmayarı, sıkı ve et­ raf l ı b i r soruştu rman ı n neticeleri i l e hakimin kanaat ve takd irini daha ön plana geçiren b i r sistemin geliştirilmesine b üyük i htiyaç vard ı r. Bu h ususta gerekirse veya gerekince j ü ri sistemine de gidi l eb i l i r. Türkiyede adaleti tesi rsiz kı lan dördüncü h usus da yan l ı ş i şle­ ti lef'l af müessesesidir. K ü llenen suçl ar cemiyette zaten af ve merha-


TÜRKIYE N I N B U G ÜN K Ü M ESELELERI

359

met duyg u larını ortaya ç ı karmaktadır. Bunlara cezanın nisbetsizli­ ği ve dengesizliği de eklenince af tazy i kleri büsbütü n artmakta, ne­ ticede s ı k s ık ölçüsüz aflar çı karak adaletin ku rmağa çalıştıQ ı ni7am tah rip edi lmektedi r. B i l i rkişi konusu ndaki aksa.klı kları da bunlara ekliyebiliriz. B u ak­ sa k l ı klar fazla b i l i rk iş i kul lanmak, lüzumsuz yere b i l irkişi kul lanara k hakimin takd i r hakkıflı tahdit etmek, hakime ortak ç ı kmak, bazı çev­ relerde bi lirkiş i l i ğ i meslek ve gelir kaynağı haline getirmek, bazı b i lirkişileıin b i l i rkişi l i ğ i merhamet ve şuçl uyu mazu r gösterme mü­ essesesi olarak anlaması şekl inde toparlanab i l i r. Bu aksakl ı kları g i­ dermek için, haki min bilgisi d ışı nda kalan h ususi i hti sas sahaları dı­ şı nda, bilirkişi yo l u n u kapatm ak lazı m d ı r. Ayrıca adaletin hakkıyle vazifesini yapabilmesi için hakimierin maddi bakımdan çok daha yüksek b i r güv9fl seviyesine kavuşturul­ . maları zarurid i r. Adalet dağı tan i nsanı n hiç bir maddi sıkıntısı olma­ mal ı d ı r. öte yandan hiç bir tehdit ve tazyikin hakime u l aşmaması için lazım gelen bütün mutlak koruma tedbi rleri de a l ı nmalıdır.

I RTICA

Türkiyede aklın ve i lmin hakimiyetinin kuru lamaması yüzündefl ortaya ç ı kan mefhu mlar kargaşa l ı ğ ı n en çok istismar ve suistimal konusu yap ı lan hususlardan b i ri d e i rtica meselesi d i r. Hemen beli rt­ meliyiz ki Türkiyede asl ında bir i rtica meselesi katiyen yokt u r. Türk M i l leti hiç bir zaman mürteci olmam ıştır. ı rtica bu m i l let üzerinde zümre tahakkümü arzuları besleyen yarı ayd ın larıfl yarattığı sun'i b i r meseledir. Mil letten kopmuş basın organları ,politikacı lar v e gel iş­ memiş münevverler tarafından körü klenen ve can l ı tutulmaya çalı şı­ lan bu mesele yal nız din sahas ında kalmama.kta, sonunda gözleri ka­ rartarak cemiyeti m i l l i kültürden uzaklaştı rma ve yıkıcı akımlara sürü kleme gayretlerine kadar g itmektedi r. Bu yüzden memlekete hiç yoktan, yukarıda da çeşit l i vesi lelerle temas ettiğimiz gibi, tamamiy­ le a k ı l , i l i m ve gerçek d ı şı b i r i lerici l i k - geri c i l i k kavgası en yay­ g ı n b i r Mbus gibi gelip yerleşm işti r. Tü rk iye zorla yaratı lmış olan ve devam ettiri len bu irtica kom pleksinden k u rtulmadıkça hiç b i r meseleye sali m d üşünce i l e yanaşamaz. Memleketin üzerindeki ta­ mamiyle haksız bu münevver kabusunu b i r an önce kaldı rmak la-


360

TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü MESELELERI

zımd ı r. Iyice b i l inmelidir ki irtica Türk kü ltürünürı taşıyıcısı olan Türk M i lletine, Türk halkına karşı yapı lan en büyük bü htandır. Ası l i rtica o kültürden kopmuş olan m ünevverin az gel işmiş, daha doğrusu gelişmemiş kafas ı n ı n içinded ir. Ası l irtica m i l l i kültürün ve m i l l i kül­ türler çağ ı n ı n d ışına ve g erisine düşmektir. lrticaın tek ölçüsü ar­ tık budur.

GENÇLIK

Türkıyede akl ı n ve i lm i n hakimiyetinin kurulamaması dolayısiyle ortaya ç ı kan mefhumlar kargaşa l ı ğ ı nda yaratı lan ve istismar edi len bir konu da genç l i k meselesidir. Gençlik ayrı ve m i l letin üstünde b i r müessese hfll ine getiri lmek istenmiş ve bel irli maksatlar için bir si­ lah olarak kullanılmıştı r. Bu hususta en çok istismar edilen şey de Atatürkün gençliğe hitabesidir. Halbuki gerıçl i k d iye ayrı bir sosyal müessese yoktur. Gençl i k as l ı nda hayatı n b ir çağ ı n ı ifade eden mücerret isimdir, yani bir yaş çağ ı ismidir. Sonradan bu yaşta olanları ifade eden top l u l u k ismi hal ine de gelmiştir. Fakat ası l olan toplu l u k değil , mücerret isim manas ı d ı r. Top l u l u k ismi manası da b u yaş ifadesine dayan ı r ve sos­ yal m uhteva yerine, fiziki, bedeni b i r m u htevayı içine a l ı r. Çocuklu k insan hayatı nda saflı ğ ı n, gençl i k bederıi kuvvetin, . o:­ gunluk zihni gelişmenin en yüksek olduğu çağ dır. Olgunluk çağ ı nda d üşünce y üksekl iğinin yanında ayrıca hayata i ntibak bakım ıcıdan çok kıymetl i bir tecrübe hazinesi de b u l u n u r. Demek k i genç l i k çağı vü­ cut imkanları itibariyle en gelişmiş ve en kuvvetli çağdı r, fakat fik­ ri yapı bakı m ı ndan o l g u n l u k çağ ı n ı n çok altı nda ve gerisirıda kal ı r. Akı l , i l im ve tecrübe bakım ı ndan olgu n l u k çağ ı , hayatın en yüksek ev gelişmiş çağ ı d ı r . Onun içindir ki, b i r a k ı l ve tecrübe dünyası ndan başka bir şey olmayan b u d ürıyayı esas itibariyle daima olgun yaşta­ ki insanlar idare eder. D ü nya ancak onların idare edebileceğ i dün­ yad ı r. Bu dünyayı çocukların veya gençlerin idaresine b ı rakmak müm­ kün d eğ i l d i r. Genç l ik çağ ı , bedeni kuvvetin zirvesini temsil ettiği içirı bilhas­ sa bu kuvveti gerekti ren sahalar onlarınd ır. Sporda onlar hakimdirler, askerlik onların gücüne dayanı r. Gençl i k ve spor bu sebeple birbi rin-


H.JRKIYENIN B U G ÜN K Ü M ESELELERI

36')

den ayrı lmaz. Atatürk de 1 9 Mayısı Genç l i k ve Spor Bayramı yapm ış, gençl i k ve memleketi idare bayram ı yapmamıştır. Memleketi idare ve kafa yapısı bakı m ı ndan genç l i k çağı esas iti­ bariyle yetişme çağ ı d ı r. Yan i gençl i k yarı n ı n olgunluğuna hazırlanma, yarı n ı n vazifesini devralmak için kendisini hazırlama ve yetiştirme çağ ı d ı r. Genç, gençlik çağında bu işe haz ı r d eğildir, olgun deği ld i r, pişmiş değ ild ir. Düşü(lcesi kafi değ i ldir, bilgisi kafi deği ldir, tecrü­ besi kafi değ i ld i r. Gencin his ve heyecanları çok kuwetl idir. Bunlar �tklın frenini kolay kolay kabu l etmez, onu rahat l ı·kla i kinci plana itip kend i leri öne g eçeb i li r. G encin düşüncesi umumiyetle tek buutlu­ dur, i deali stt i r, toptancı d ı r, müsamahasızd ı r : mazeret tanı maz, kolay­ cı d ı r, isyancı d ı r, tahammü lsüzd ü r , reaksiyoncudur, deli kanlı d ı r. Hal­ buki hayat, cemiyet ve tabiat hadisesi çok karmaşk b i r yapıya sa­ hiptir. Ona ancak olgun b i r düşünce ve tecrübe ile yanaş ı l ı rsa tam netice a l ı n ı r. Dü nyadaki tatbikat da hep budur. Gençlerin idaresinde bir dev-· let ve cemiyet yokt u r ve olamaz. Bu itibarla Atatü rkün gençliğe hi­ tabesini Atatürk memleketi gençlere b ı rakmışt ı r gibi b i r tefsire ta­ bi tutmak hataların en büyüğüdür. Atatürk, genç l i ğ i n genç l i k anında idareyi ele almasına değil, yarı n olgun çağa gelince vazifeyi devr al­ masına işaret etmiştir. Meşhur h itabede gençliğe iki defa hitap edi­ l i r. Bi rincisi, " Ey Türk G ençliği " , i kincisi • Ey Türk istikbalinin eviadı " şekl indedi r. Yan i ikincisi birincisini tasrih etmektedir. Atatürk bugü­ nün genç l iğini Türkün bugününün d eğ i l , Türk istikba linin eviadı ola­ rak vazifeye davet etmekte, ooun olgunluk çağ ı n ı göz önü nde bulun­ durmaktadı r. Zaten öyle olmasa Atatürk o nutku okuduktan sonra ka� p; dan ç ı kar g ider ve cumhuriyeti n idaresini, korunmasın ı gençl i ğ e terk ederd i . Tabii böyle b i r şeyi düşünmek b i l e g ü l ü nçtür. Atatürkün nazarı nda bugünü('! gençli ğ i 1 9 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramının kafaca, ruhça ve bedence yetişmekte olan gençliğidir. O, ancak Türk lstikbalinin eviAdı d ı r; istikbalde olgunlaşı nca vazifeyi devralacaktı r. Nitekim Atatürkün Ankara Hukuk Fakültesinin açı l ı şındaki şu sözle­ ri de bunun çok açı k b i r d el i l i d i r : u Gençler! Cesaretimizi takviye ve ldame eden sizsiniz. Siz almakta olduğunuz terbiye ve i rfan ile in­ �an l ı k meziyetinin, vatan muhabbetinin, fikir h ü rriyetinin en kıymetli t i msa l i olacaksınız. Ey yükselen yerıi nesi l ! isHkba l sizindir. Cumhu­ riyeti biz tesis etti k, onu i'la ve idame edecek sizsiniz n .


362

TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü MESELELERi

Esasen Atatürk g i bi üstün m i l l iyetçi, m i l letçi, m i l li hakim iyetçi, milli iradeci, cumhu riyetçi, halkç ı , m i l li birlikç i , m i l li bütünlükçü b i r büyük devlet başkan ı n ı n m i l letten ayr ı , m i l letin üstünde bir gençl ik düşünmesi tasavvu r edileb i l i r m i ? Atatürkten sonra Türkiyede Ata­ türkün r u h unu ineitecek çok şeyler o l muştur. Fakat her halde bun­ ların içinde onun ebedl alemdeki ruh huzuruna en ağ ı r darbe teşkil eden şey, o g üzel hitaben in devlete ve m i l lete karşı bir gençl i k is­ y a nını ve baskısını tahrik etmek maksadiyle istismar ol unmas ı d ı r. Burada ayrıca b i r h ususa daha işaret etmek lazı m d ı r. O da genç­ l iğe h itabenin hedefi, istikameti ve m uhtevas ı d ı r. Bu h itabede iki u.ıı ­ sur üzerinde durulm u ştur : lstiklal ve cumhu riyet. Burada bi rinci ye­ rin istikl�le ayr ı l m ı ş olduğu gözden uzak tutulmama l ı d ı r. - Ayrıca is­ tiklal ve cumhuriyetin birbirinden ayrı lamad ı ğ ı , b ir ve beraber düşü· nüldüğü, görülmekted i r. Istenen bun ların m u hafaza ve müdataası ve kurtarı lmasıd ı r. Z i ra istikbalde Türkü b u h azineden mahrum etmek is­ teyecek düşmanlar çı.k acakt ı r. Fakat şartlar rıe kadar ağ ı r o l u rsa ol­ sun, bu nlar kurtarı lacaktı r. Direklif bu. Bu d i rektifte çizi len şartlar tablosu ise, çok ağ ı r ve tehlikeli b i r d u r u m , b i r harp ve bir işgal tab­ losudur. Zaten başka türlü istiklal ve cumhu riyet teh l ikeye g i rmez. Atatürkten sonra Türkiye yal n ı z 1 2 Marttan ör.ce böyle bir teh­ l i ke vadisine itil mişt i r. Onun için, ya l nız o gün lerde, başta devlet ol­ mak üzere, herkese iş düşüyord u. M i l l iyetçi gençler marksist ve bö­ lücü kurşurı larına bunun için göğüslerin i siper ediyorlard ı . Ondan ön­ ce Türkiye istiklal ve cumhuriyeti ·kaybetme ihtimali i le hiç karşıl aş­ madı . Demek ki, her memleket meselesinde ortaya ç ı kı p, Atatürk cumhuriyeti b ize emanet etti d iye bazı kimselerin gençlik istisma­ rına ve fuzuli gayretiere g i rişmeleri tamam iyle yersizdir. Fakat bu i stismarın ne kadar çok yapıl d ığ ı düşünü l ü rse, yan l ı ş l ı k iyice orta­ ya çıkar . H ülasa, kimse, istikl�l ve c u m h uriyete yönelen bir teh l ike ortaya çı kmad ı kça, Atatü rkün bu güzel h itabesini u l u orta kul lanmak hakkına sahip değ i l d i r. Böyle bir teh l ike ortaya ç ı kı nca d a orıu kar­ ş ı l amak yal nız gençlerin değ i l , yediden yetmişe bütün Türk M i l l e­ tinin om uzundadı r. Atatü rk kimseye hususi vazife vermemişti r. Bütün bir m i l let in yarı n ı omuziayacak bugünkü g enç gövdesirıe hitap et­ mi ştir. Bu noktada genç l i ğ i n h ud ud u meselesi d e karş ı mıza ç ı k ı yor. Aca­ ba genç l i k kimdir? Şü phesiz bütün genç yaşta olan Türk çocu kları-


TÜRKIYENiN B U G Ü N K Ü MESELELERI

363

d ı r. Köylü, şehir li, okumuş, okumamış, bütün Türk gençleri. Demek ki gençlik, u m um iyetle öne sürüldü!)ü ve takdi m edildiği gibi, yalnız üniversite talebesi d eğ i l d i r. Ve yalmz b ir kısım talebe bütün Türk gençliğini, Türk M i lletinin bütün genç l i k çağ ı n ı temsil edemez. Bu itibarla genç l i k ism i n i g e l işi g üzel ku l land ı rtmamak, b i r t a kım dernek ve teşekküllere mal etmemek, kimseni n kendi emellerini umumfl eştir­ mesine imkan vermemek lfızımdır. Zaten, çocukluk veya yaş l ı l ı k d iye b i r sosyal m ü essese olmadı­ ğ ı g i b i , gençlik d iye bir sosyal organizasyon da yoktur. Bir takım tare­ be dernekleri, gençlerin kurduğu teşekküller var d iye gençliğ i bir sosyal müessese g i b i kabul etme� katiyen doğru değ i ld i r, i lmi de­ ğ i ld i r. Bu, ancak gençlerin atak gücünden istifade etmek isteyen ve demokrat i k olmayan i dare taraftarlarının kullanmak istediğ i te­ melsiz b i r fikir ve si laht ı r. Gençl i k d iye ayrı b i r s ı nıf, b i r cemiyet , ayrı b i r mil let yoktur . Hele gençlerin devleti n ve m i l letin karşısına ayr ı bir varl ı k gibi çı karı lması teşebbüsü politikac ı l ı ğ ı n en kötüsü ve en antidemokrati k olanıdır. Bu doğrudan doğ ruya m i l lete olduğu ka­ dar ve hatta ondan daha çok gençlere, gençlerin yetişmesine zarar vermektedir. Halbuki çocuklar ve gençler m illet in istikbale doğru süren dal ları , budakları ve f i l izleri d i r. Onların iyi yetişmesi, yetişti­ ri lmesi , devlet ve m i llet için hayati b i r önemi haizdir. Bunun i l k şartı da işte gençlik meselesine akıl ve i l i m dışı b ir g özde ba kmaktan kur­ tulmak, b u konudaki yanl ış terakki lerden vaz geçmektir. Ayrıca Atatürkün kırk - elli yıl önce gençliğe h itabı n ı n bir se­ beb i n i d9 u n utmamak lazımdır. E l l i y ı l önceki yaşlı nesiller, Osmanlı nes l i idi . O günlerde yeni cemiyet in b u nesil lerden çok yeni genç­ lere yönelmesi tabii idi. Fakat bugün şartlar değişmiş, bugün bütün yaş l ı lar da Atatürk nesli , cumhuriyet genci d u ru muna gelmişlerdir. Böyle bir cemiyette ayrı l ı k gayrı l ı k yokt ur ve sadece k ı rk milyon cumhuriyet genci vard ır. On y ı lda on beş m i lyon genç yarattık her yaştan d iyen marş Atatürk devri marşı d ı r. Bu arada Bursa N utku d iye ortaya atılan sözleri de Atatürke maletmekten, Atatürke yakıştı rmaktan sak ınmak lazım d ı r. Bir kere bu sözlerin Atatürke ait olduğu şüphel i d i r. Atatürke ait olsa bile, bir tehevvür anının ifadesi olarak , Atatürkçülüğün dışı nda kalı r . Ata­ türkç ü l ü k bu fikri reddeder. Çünkü yanlışt ı r, Atat ü rkün devlet ve hü­ k ümet anlayışına taban tabana zıtt ı r. Atatürk polise, idareye, mah­ kemeye karşı koymayı teşvik edebilir m i ? Bu deği l Atatürke, hiç b i r devlet adamına yakışt ı rı lamaz. Bu itibarla o sözlerin Atatürkle hiç


364

TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

bir alakası olamaz. Burada Atatürkün Islamiyat için kullanmı ş oldu­ ğu bir ölçüyü kendisi için d e kul lanabi l iriz: Hangi şey ki akla, man­ tı�a, umumun menfaatine uygundur, b i l iniz ki o Atatürke de uygun­ dur. Bir şey akı l ve mantığa, m i l letin menfaatine uyg un deği lse, kim­ seye sormay ı n , o Atatü rke d e ayk ı r ı d ı r. Onun için Bursa Nutku Ata­ tü rke tamamoo aykırıd ır. Bir akl-ı selim sistem i olan Atat ürkçülük bu­ nu emreder.

DEVRIM Türkiyey i , akı l ve i l i m hakimiyeti kurulamad ı ğ ı ıçın büyük ölçü­ de sarsan, dolay ı siyle akıl ve ilim vasatı kurulmasını d a bir hayli en­ gelleyen h ususlardan biri de devri m saplant ı sı d ı r. Devri min ihtilal ve marksist ihtilal demek olduğunu ve Atat ü rk inkı l apları i le bunun bir i l g isi bu lunmadı ğ ı n ı yukarıda belirtmiştik. Art ı k devrim , manas ı ve mu htevası gibi, terim ve kelime ol arak da tamamiyle marksizmin malı ol muştur, ()('l lardan sökülüp a l ı namaz, ayrı bir mana kazand ı rı ­ lamaz. O n un iç in bu kelimeyi yalnız marksist i htilal manasiyle kul­ lanarak komünist terminolojisine terk etmekten başka çare yoktur. Bu kel i me ile beraber memleket devrim tutkusu denilebilecek doğ­ matik sapiantıdan da kurtulmal ı d ı r. Dediğimiz gibi, Atatü rk inkı lapları m i lletin hayat tarzı olup b i t­ miştir. Atatürkün medeniyetç i l i k demek olatı inkılfıpç ı l ı ğ ı da Tü rkiye­ ye bundan sonra daima ı ş ı k tutacakt ı r. Atatürkten sonra Tü rkiye bir büyük inkı lfıbı tamam lamaya ve selamete ç ı karmağa çal ışıyor. Bun­ dan sonra b ir de m i l lileşme inı klab ını yaparsa tam d üzlüğe çıkmış olacakt ı r. Türkiyenin bu anlayış ve bu çerçeve d ışında bir itıkı lapç ı l ı ­ ğ ı yoktur v e olamaz, olmamalı d ı r. Buna dikkat etmek gerekir. BAG IMSIZLIK Bağ ımsızl ı k uydurma bir kelimed i r. Akıl ve i l im dışı vasatı n mef­ humlar kargaşa l ı ğ ı nda, Tü rkiyede bu kelimenin kendisi g ibi uydurma olan bir �e .kul lanışı ortaya ç ı km ıştı r. G üya Türkiye bağ ımsız, yani müstakil değ ilmiş, b i l hassa Amerikan emperyalizminin işgal ettiği bir ü l ke imiş, Türkiyeyi hem siyasi ve hem de i ktisadi bak ı mdan tam bağ ı msız yapmak içitı, ikinci bir kurtuluş savaşı vermek gere­ kiyormuş.


TÜRKiYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

366

Türkiyenin NATO ve Amerikan ittifakı i l e kend isini arnniyete al­ ması nı efendileri nam ına bir türlü hazmademiyen marksistler mem­ Jekette böyle b i r bağ ı msızl ı k safsatası f ı rt ı nası ·koparm ışlar ve akı l ve i li m dışı zihniyet taşıyan yarı ayd ı n çevrelerde tesirli de olmuş­ lard ı r. Halbuki b u , safsataların en büyüğüdür. Çok şükür, Türkiye müs­ taki l d i r. Her ittifaka koodi arzusu ve ısrarı i le, kendi güvenliği için g i rmiş ve komü nist teh l i ke karşısında böylece dış emniyetini pek ala sağlamıştır. Türkiye kurtu luş savaşını lstiklal Harbinde vermiş , b i­ ti rmişt i r. Ayrıca lstiklal Harbi Tür.kiyenin istikla l i n i kazandığı b i r sa­ vaş değ i l , istiklal i n i koruduğu ve kaybetmediğ i b i r savaşt ı r. Tü rkiye daha önce de esi r değ i l d i . Birinci D ü nya Harbinden sonrn esir ed i l­ mek istoomiş ve lsti klal Harbi i le buna i m kan vermem işti r. Bu i ti­ barla lst i kla.l Harbi son zamanlarda müstemleke memleketleri n i n i s­ ti klallerini kazanmalarına ve Tü rkiye de Afri ka ve Asyanın uçüncü dü nya devletlerine benzemez. Türkiye bugün de komü nizm dışındaki h ü r d ü nya çooberinde ye­ ri n i al maya, NATO'ya bağ l ı l ığa, Ameri·kan ittifakından ayrı imamağa ha­ yati b i r itina göstermekte devam edecekt i r. NATO'nun yeni şekli iç i nde haklı Amerikan i steklerini destekl iyecek, Avrupalı ların Ame­ rikan askeri ve b i l hassa nükleer desteği i l e ayakta dururken i ktisadi b i rl i k kurarak onu vurmasının teh l i kelerini sali m b i r şekilde düşün� ce·k, Amerikan ı n kom ü n izmin etrafında içine Japonyayı da alan yeni bir genişlemiş veya i rti batlı NATO çemberi kurmasına yard ımcı ola­ cakt ı r. Bütürı b u nlar ve diğer dış münasebetlerde Türkiye menfaati ile m üstakil i rades i n i daima b i rleşti recekt i r. Bunun i sti klali n i kaybet­ mekle, onların tabiriyle, bağ ı m l ı bağımsız olmakla elbette ki hiç, ama h i ç b i r alakası yokt u r. Bu bağı msızlık safsatası Tü rkiyede 12 Mart­ tan sonra a rt ı k b i r daha d i ri l memeli d i r.

DüZEN VE REFORM Tü rkiyedeki m efhumlar kargaşa lı ğ ı nda o rtaya çı.kan b i r fikir de düzen değişik l i ğ i d i r. Bunu esas itibariyle kom ü nistler o rtaya çı kar­ mış, sonra b i r kısım başka çevreler de benimsemi ştir. Burıa göre Tü rkiyedeki d üzen b i r sömürü d üzeni d i r, bu düzen değişerek i ç ve d ı ş söm ürüye meydan vermeyen sosyal i st düzen getiri lmel i d i r. Yani esas istenen m arksist düzeni yerleşt i rmekti r. Fakat bu hedef çok . defa örtülerek sosyal adalet, sosyal de!ll o krasi, demokrati k sosya-


366

lizm dafl dan yatı

TÜRKIYENIN B U G ÜN K Ü M ESELELERI

g ib i paravanalar arkasında saklan ı l ı r. Fı rsat b u ldu kça da doğru­ doğruya marksist d üzen i leri sürü l ü r. Netice olarak uzun zaman­ beri Türkiyeye kesit b i r halka dönük d üzen değişikliği edebi­ yerleştirilmiş b u l u nmaktad ı r.

Türkiyen in siyasi düzeni demokrasid i r ve bu düzen değişm iye­ cektir. Ya lnız tam demokrasi d üzen i yerleştiri lecek ve seçilenin meşru hakkını teslim edecek demokrasi ahlak ı n ı n kökleşmesi sağla� nacakt ı r. Tab ii, komünizm düzeni de , faşizm d üzeni de düşünülmeye­ cektir. Türkiyenin ekono m i k d üzeni de karma ekonom i düzeni olarak kalacakt ı r. Mevcut ekonomik sistemde gerekli tashihler ve isiahat yapı lacak, fakat sosyalist ekonomiye gidilm iyecekt i r . Demek ki ne rejim bakım ı ndan, ne de ekonomi·k bakımdan her hang i bir düzen değişikliği bahis konusu değild i r. Ş u halde soldan gelen d üzen de­ ğişikliği edebiyat ı n ı n hiç b i r manası yoktur. Buna mu kab i l Tü rkiyede bir sosyal ve kültürel düzen değişikli­ ğ ifle şiddetle ihtiyaç vard ı r. Tü r,k iye Atatürkten sonraki sapmayı tas­ h i h ederek, marksizm in de tesi rleri ve sızmaları bol bol görülen kozmopolit, hü man ist, materyal ist düzeni terk ed ip mi lli kültür dü­ zenine geçmek mecbu riyet i ndedi r. Yani Tü rkiyede tek gerçek dü zen değişi kliği tekl ifi m i l l iyetçi lerin talip olduğu d üzen d eğişikliğidir. Türkiyede son zaman larda reform tutkusu da a kıl ve i l i m hud ut­ ları d ışına ç ı karak safsata mah iyeti(l i almıştır. Zorlama, peşin hü­ kümlü, hızlı, devam l ı reform fikri de ihtilal yapacak d u rumda ol­ mayan sosyal istlerin devrime g idecek yolu kı saltmak ve cemiyeti o istikamete itmek için kul land ı kları ve işledi kleri b i r fiki rd i r. Cemiyette­ ki şikfıyet ve huzurs uzluğun kesafeti nisbetinde b u sosyalist meto­ du büyük taraftar toplar. I şte Türkiyede de b i r takım çevreler böyle bir reform krizine yakalanmışt ı r. Tü rkiye ink ılapçıd ı r, medeniyetçid i r. Bünyesi ndeki gel i şmelerin gerektirdiği yeni l i klere elbette ki gidecekti r. Fakat bunun şartı cemi­ yetin gerçek ihtiyaçları d ı r. Onlara bakmadan ısmarlama reform yap­ mağa kal kman ı n hiç b i r manası yokt u r . lsmarlama reform, çok defa olduğu gibi , sadece şekil değişikliğinden ibaret kal ı r . Türkiyenin ise şekil değişi kliğinden elde edebileceği hiç b i r şey yokt u r. M uhteva­ ya inmeyen şekilci reform Tü rkiyede gerekli h i ç b i r islfıhatı yapa­ maz. Türkiyede asıl reform m uhtevayı değ i ştirmektir. Safsatayı bıra­ kıp aklı ve ilmi hakim kı l maktı r. Çalışmakt ı r, disipl i ndir, ciddiyettir, şahsiyet sa hibi o lmaktı r, vatanperverliği önde tutmakt ı r, vazife ve


TÜRKIYEN I N BU G Ü N K Ü MESELELI:.RI

367

mesu l iyet duygusudur, ahlaktı r, m i l li şuurdur v.s. v.s .. Onun için Tür­ kiye peşin hükümlü ısmarlama reform teklifleri ile e l i ni kolunu bağ­ lamaya razı olmayacak, her islah tekl ifini ve konusunu akl-ı se limin ve gerçeklerin ışığ ında ölçüp bi çecektir. Tepeden inme, emredici, örıceden tesb it ed i l en reformu Türkiye daima reddedecek, reform an­ layışını mutlaka demokrasj çerçevesi içine sokacaktır. Tür,k iye re­ form d i,k eninin üstünde oturan, her sabah her şeyini yeniden kurmayı deniyen b i r mem leket o lamaz. Islah zaru reti pişip olgu nlaşı nca bir in­ kı lap ham lesi ile meseleyi kesip atar ve yine işirıe devam eder . Tür­ kiyeye daldan dala konmak değ i l , devam l ı l ı k ve isti krar lazımdır. Onun için Türkiyenin artı k bu sun'i reform hasta l ı ğ ı ndan da kurtu l­ ması lazı mdır. I R KÇILIK - TU RANCILIK

Tü rkiyede akl ı n ve i l min hakim iyetinin kurula maması dolayı siy­ le ortaya ç ı kan mefhum lar kargaşa l ı ğ ırıda b i r de ı rkçıl ı,k - turancı l ı k safsatası boy göstermiştir. Bu itharn m i l l iyetçi l i ğ i sindirrnek için ona karşı olan kimseler tarafı ndan i leri sürülmüş , sonra kozmopol it, hü­ manist ve marksist çevreler tarafından da beni msenerek tam bir safsata pervası z l ı ğ ı , sorumsuzluğu ve bel irsizl iği içinde kullanı lmış­ tı r. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Tü � kiyede ne ırkç ı , rıe de Turancı mevcut olmuştu r. Ne dahi lde ferdi veya devlet ölçüsünde ı rk dava­ sı güden ve güdülmesini isteyen vard ı r, ne de Türkiye Tu ran ı n fet­ hine çı,ksı n diyen vard ı r. Türk olmayanların Türke �karşı yapm ış ol­ duğu fenal ı k lardan ve düşman l ı kl ardarı bahsetmek ı rkç ı l ı k olmad ı ğ ı g i b i , Türkiye dışında da mi lyonlarca Türkün b u l u nduğunu söylemek ve onların kade rleri ile i l g i lenmek, d u rumlarını takip etmek Tu rancı­ l ı k değ i ld i r. Tü rkiyede ı r,kç ı l ı k yoktur. Fakat bütün dünyada olduğu gibi b i r ı rkdaş l ı k mefh u m u resmen vard ı r v e tabii bu her yerde daima ola­ caktır. Her m i l let hudutları d ı şırıdaki kavim parça larını ı rkdaş d iye anmakta ve ona ilgi göstermektedir. Türkiyede de bu i l g iyi göster­ mek değ i l , g östermernek kabahattir, kötüdür, yan l ı şt ı r. Her m i l l et d ı­ şarıdaki ı rkdaşlarının varl ı ğ ı n ı n koru nmasınının ve i nsan hakları çer­ çevesinde kend i kültürlerini devam etti rmelerirıin, imkanı nisbetin­ de, davacısı o l u r. Hiç bir m i llet d ı şarıdaki ı rkdaşları n ı n yüzüne kapı­ yı kapamaz.


TÜRKIYENIN BUGÜNKÜ MESELELERI

Türklüğ ü n bukünkü durumunda baş mesele Tü rkiyeyi ayakta tut­ mak, onun payidar k ı lmakt ı r. içeride ve d ı şarıda bunu b öyle görme­ yen tek b i r Türk ve Türk m i l liyetçisi yoktur. Türkiyenin s ı n ı rları dı­ �ı nda kalmış Türklerdoo hiç biri Türkiyenin kend i ler i için ateşe atıl­ _ masına razı d eğ i l d i r. Yine bütün dış Türkler Türkiyenin her şeyden önce kendi d u rumunu kurtarmasını d i lemekte, Türkiyenin kendilerini kurtaracak d u rumda olmad ı ğ ı nı bilmektedirler. Her Türk kavmi d ışarı­ da kood i bölgesinde millT ·kültürünün d evam ı m ücadelesini kendisi­ n i n vererek kurtuluş g ü nünü kendi kendisinin beklernesi gerektiği­ nin idraki içindedi r. Bu sebeple Türkiyeyi macaraya sürüklemek iste­ yen de , Tü rkiyeden Türklük ı şı ğ ı n ın ve Türk isHklalinin söndürülme­ mesinden başka b i r şey bekieyen de yoktur. Yal n ı z Türkiyenin hudut­ larındaki Balkan, K ı b rı s ve Kerkük Türkleri Türkiyenin cralardaki uzan­ tı ları olarak Türkiyenin ya rd ı m ıcıa muhtaçt ı rlar. Bunun d ı ş ı nda Türk­ l ük alemi kendi yağ ı i l e kavrulmann mecburiyatini her yerde kav­ ramış ve ona alışmış durumdad ır. Onun için ı rkç ı l ı k ve Turancı l ı k itharnı tamamiyle milliyetçilik ve milli 1-:ültür düşmanı b i r safsatadan ibarettir. Içeride milli kültü­ rü müdafaa etmek, takip etmek, araşt ı rm a k ne ı rkç ı l ı k, ne de Turan­ cı l ı kt ı r. Buf1dan başka b i r şey yapal ı m d iyen bir m i l liyetçi de yoktur. Fakat Türk kültürü i l e meşgul olmak Türkiye hudutların ı aşıyorsa, Tür­ kiyeli ne yaps ı n ? I l m i b ı raksın, gerçeğe s ı rt ı n ı m ı çevirsin? Tü rk kültürü bütün Türklerin k ü ltürüdür. Bu kültür nerede olursa olsun Türkün mal ı d ı r; her Türkü de, Türkiyeyi de alakadar eder. Tür-kiye, nerede olursa olsun, Tü rk kültürü ile yakından i lgilenmeye, onu ta:.. kip etmeğe, ona yard ı m etmeğe mecburd u r. Çünkü Türk kültürü bir bütündür ve Türkiyenin d ı ş Türklerle kültü r varl ı kların ı idame çer­ çevesinde ilg ilenmesi her şeyden önce kendi varl ı ğ ı içif1 lüzuml u­ dur. Yer yüzünde n e kadar çok Türk, ne kadar çok Türk ülkesi, ne kadar yayg ı n Türk kült ü rü olursa , Tü rkiye o nisbette rahat eder ve yalnızlı ktan kurtu l u r. Yoksa kimse Türl< ü l kelerini Türkiyenin fethe­ d i p kefldisine i lhak etmesini beklememektedi r. Bugünkü cihan siya­ set dengest m uvacehesinde böyle b i r şeyi d üşünmek b i le gül ünçtür. Kaldı ki yanl ı ş kültür politikası dolay ı siyle Türk kültürü doğru­ dan doğruya Türkiyede teh l ikeye g i rmişt i r. Türkiye yalnız içeride m i l li kültürü k urtars ı n , bu yeter de artar b i le. Tü r.k kültürünün yüksek yaşama gücü d ı şarıda kendisini koruması n ı bilecektir. Artık m i l liyet­ ç i lerin bütün tememıisi d ı şarıdaki Tü rk kültürleri istiklfıllerine ka-


TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ES ELELERI

vuşt u � u zaman Tü rk iyedeki Türk kültürünün içten tahrip edilmiş ol· maması noktasında toplanmaktad ı r. Dışarıdaki Tü rk kü ltürleri b i r gün mu hakkak kurtu luşa erecek· lerd i r. K ı z ı l emperyalizm muhakkak b i r gün dağ ı l acaktı r. Komünizm içeride de, d ı şarıda da m i l l iyetç i l iğe ,karşı mağ i O p olmuş ve olmak­ tadı r. Içeride ayrı m i l letierin m i l l iyetç.i l iğıni söndüremedi ğ i , bi lfikis daha bi lediği g ib i, d ı şarıda da Tito, Çi41 ve Doğu Avrupa devletleri m isallerinde olduğu üzere, m i l l iyetçiliğin h udutlarını kı ramamakta­ d ı r. Esasen insan l ı ğ ı n tekfimülü m uvacehesinde emperyalizmin, esa­ ret hayatları n ı n daha uzun zaman devam edeceğini d üşünmek eşya­ nı-rı tabialine aykı rı olur. Komünist i mparatorluğu da bir g ü n b i r ve­ si leyl e veya gel işme ile kendiliğinden çözü l ü p dağı l acakt ı r. Işte Türkl ü k ve d ı ş Türkler meselesinde gerçek durum budur. Bu d u rumda art ı k ı rkçı l ı k - Tu rancı l ı k safsatası da Türkiyede tarna­ miyle bitmel i, mü nevver veya yarı m ünevver hiç kimsenin ağzından ç ı kmamal ı d ı r. TARIH Aklın ve i l m i n hakiır. iyetinin kuru lamaması yüzü41den Tü rkiyede yan l ı ş l ı klara kurban edi len bir mefhum da tarih telakkisidir. Tarih telakkisi eskiden menşei Ademe kad a r ç ı karan islami ananeye bağ l ı i d i . Osman l ı larda Türk tarihinin Osmanl ı tarla başlat ı lması Met ol­ muştu. Soma dışarıda ve içeride Türkoloj inin inkişafı i le Türk tari­ h i ne b i r bütün olarak ve i l k menşeferden başlayacak şekilde bak­ mak i lmi görüşü ortaya ç ı ktı . Atatürk bu gerçekçi i l mi göruşü hem zaman ve hem de mekan olarak daha derinleşti rmek ve genişletmek istedi . Fakat bu teşebbüs teoride kal ı nca tarih anlayışı normal i lmi hudutları içinde bütün Türk tari hini ele almakta karar kıldı ve i l im sahasına böylece yerleşti. Bu a rada akade m i k seviye d ışı nda mü41evverler vasatında b u i l­ mi tarih anlayışından sapmalar olduğu görü l ü r. Bunların i l ki Anado­

lucu lardan gelen ve Tü r,k tari hini 1 071 'de Malazgi rtten başlatan sap­ madı r. Sonra 1 9 Mayıstan, 1 923'ten, 27 Mayıstan ve hatta sı41ıf kav­ gala r ı n ı n ateşlendiği 1 968'den başlatma sapmaları birbirini kovalad ı . Bu sapmalarda ondan öncesini tanımamak, ondan oocesine değer ver­ memek, zihniyeti hakimdi r . Hatta bu a rada 1 960'tan sonrasına I kinci Cumhuriyet adı verilerek Atatürk cumhuriyetini bölmek g ib i garip-


370

T Ü RK IYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELEAt

l i kler b i le görü l ü r. Bütün bu yan l ı ş l ı klar ve sapmalar şüphesiz i lmi değişti recek deği ld i r. Fakat bunlarıf'l cemiyette tarih şuurunu tah rip eden çok vahim tesi rleri olduğunu da un utmamak lazı mdı r. Tari h m i l­ li kültürün esas kaynağ ı d ı r. Tari h şuuru ta hrip edi len b i r cemiyette m i l li k ü ltür hayatı da , m i l let hayatı da sönmeğe mahkOmdur. Hemen yeni başlam ı ş b i r cem iyet ve m i l let hayatı temel i kazı lm adan topra­ ğ ı n üzerinden başlayan binaya benzer. Her haf'lgi bir sarsıntıya muka­ vemet edemez. Türkiyedeki sistem l i tarih şuuru tahribatı cemiyeti ve b i lhassa yeni yetişenleri boşlukta bı rakmak suretiyle m i l li mu­ kavemeti geniş ölçüde .k ı rmıştır. Bu tahribat o dereceye varmı ştır ki okullarda sosyal dersler bahanesi altında tarih dersi ni n adını b i l e silrneğe yönelm işti r . Bu tutum tabii en başta Atatürk zihn iyetinin, Atatü rkçü lüğün tahri b i demekti r. Atatürk en eski ve en uzak Türk tarihinin hudutlar ın ı zorlarken , her şeyden önce akademi k tarih mü­ esseseleri ve fakülteleri kurmak isterken, ders kitaplarında eski Türk tari hine ait bazı bahisleri b izzat kaleme alacak kadar tarihe eğ i l i r ve tarih ş uuruna ç o k b ü y ü k önem verirkef'l o n u n Türkiyesinde tarih anlayışının bu şeki lde suland ı n i ması ve tarih şuurunun yok edilmek istenmesi çok hazin d i r. Bu tahribatta en büyük d üşman l ı ğa uğ rayan tarih parçası da Osmanl ı tarihi d i r. Tür-kiyeni n en yakıf'l tari h i ni teşkil eden Osmanl ı tar ih i ı srarla v e inatla Türkiyeden koparı l ma k isten mektedi r. Cumhu­ riyetin başında kuvvetl i b i r Osman l ı reaksiyonu ortaya çıkmışt ı r . Fa­ kat bu g eçici olmal ı , daimileşmemeli i d i . Başlang ı çta her yen i n i n b i r Öf'lcekin i reddetmesi tabiat ·kanunudur. Ayrıca o zaman tarihi ger­ çekler bugünkü kadar bilinmiyordu. Bu i ki sebepten Cumhuriyet ta­ bii olara k Osmanlıya karşı çok şiddetli bir reaksiyonla başlamışt ı . Osmanlıların s o n devrinin gerçekten beğeni lecek ta rafı yoktu. B i r yıkılış devrine sevgi ve saygı duymak e lbette ki mümkün değ i ldir. Fakat bu ilk reaksiyondaf'l sonra suların durulmaması için b i r sebep de yoktu. Cumhuriyet çok kısa zamanda kökleşmiş, son Osmanl ı yı l ları adeta uzak tarih olmuştu . Ne saltanat ı n , n e de h i lafeti n hayali bile Türkiyenin üzerinden geçemezdi. Beğenmemek, ibret a lmak, tashi h ve tam i r etmek başka şeyd ir. b i r ,kan davası h ı rs ı içinde d üşmaf'l l ı k gözetmek başka şeydir. Insan, cemiyet ve m i l let kend i kend isine d üşman olmaz, olmamal ı d ı r . Os­ manlı tarih i de iyili kleri ile köt ü l ükleri i le, hataları ile sevapiarı i l e Tü rkün tari hid ir. O n a başkas ı n ı n tari h i i m i ş g i bi düşman l ı k gütme­ n i n manası olur m u ? Kaldı ki o tarih her şeye rağmef'l Türk tarihi-


T Ü RK IYEN I N B U G Ü N K Ü MESELELERI

371

nin ve hatta cihan tari h i ni n en parlak bir parçası n ı teşkil eder . Kim­ se Osman l ı ların çöküş devrine ve hele son senelerine hayran l ı k bes­ lemek ve destanlar d üzrnek n iyetinde değ ildir. Fakat kötü tarafı n ya­ n ı nda iyi taraf, kurunun yanında yaş cı iye feda edi l s i n ; niye ayı k­ lama yoluna g itmek ve ondan büyük faydalar sağ lamak yerine top­ tan mahkum edilmek tercihi yap ıl sın? Art ı k tarihe sövme alışkan i i ğ ı son bulmal ıdır. Tarihe değer ver­ me ve tarih şuurunu kökleşti rme b i r cem iyetin bugününü ve gele­ ceğini ancak yükseltir. Hele tarihi olan b i r cemiyetin ona sahip ç ı k­ maması o cemiyeti tarihsiz b i r cemiyetten daha müşkül duruma dü­ şürü r. Türk tari hinin hatalarından ders alıcımal ıdı r. Fakat Tür.k tari­ hi utanı l acak b i r tari h değ i ld i r. Türkiye ondan utanmamak, bilakis ondan kuvvet almak mevki indedir. Meşhur- bir Ingiliz tarihçisi Tü rk­ lerden bahsederken u Merkezi yurtlarından ç ı karak dünya nın dört -kö­ şesini fetheden, medeni dünyanıcı g idişini 1 200 y ı l m üddetle kontrol eden n s ıfatı nı kullanır. Meşhur b i r Fransız tarihçisi de u Tarihin na­ dir cihanşümQI milletleri i k i üç tane ise , Tü rkler bunların başıcıda gelirıı demiştir. u Tür k M i l leti utanmak için değ i l , iftihar etmek için yarat ı l m ı ş bir m i l l ettirıı d iyen Atatürk, uTürk çocuğu ecdad ı n ı tanı­ d ı kça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet b ulaca.ktırıı di­ rektifini vermekte ne kadar haklıdır? Her yükselişif'l b ir inişi vardı r. Osmanl ı devletinin yalnız yık ı l ı­ şma bakıp ona göre hüküm vermek ve düşman kesirme k insaf hu­ dutlarına sığ maz. Düşünmali ki Osman l ı ların zevali, 600 sene yaşa­ d ı ktan sonra vuku bulmuştur. Hele Atatü rkün g üzel Türkiyesi ni kuru­ luşundan elli y ı l soma 1 2 Marttan önceki uçurumun kenarı na getiren nesi llerin bu zeval üzerinde hiç bir şey söylerneğe hakları yoktur . Türkiyede tari h şuurunda ve tari h telakkisinde görü len bir sap­ ma da kendi tari hini b ı rakıp başkasının tari hine ilgi d uymakt ı r. Bu yüzden Atatürkün Türk tari hi içcı kurduğu m üesseseler bile sonradan hedef değiştirerek kuruluş gayelerinin d ı şına düşmüşlerd ir. Bu ya­ bancı tarih hayranlığı öyle b i r cezbe haline gelmişti r k i , ·kend i muh­ teşem tarihlerini hor görenler, başkaları n ı n c ı l ı z tari h lerine bile m ü­ kaddes bir varlı k g ib i yapışıp kalmış, Türkün bu toprak lar üzerinde­ k i damgasını teşkil eden eserlerin yok olmas ı n ı veya yok ed i l mesi­ ni u mu rsamazlıkla ·k arşı layanlar yalnız başkalarının b ı raktıkları n ı n


TÜRKIYE N I N B U G Ü N K Ü MESELELERI

372

üzerine ölçüsüz bir şeki lde titrernek hassasiyetini göstermişlerdir. Bu, dünyada emsali b ul unmayan öyle b i r gari p J i.ktir ki, ancak görül­ düğü cemiyetin ne kadar akıl ve ilim dışına d üştüğüf!ü ortaya koy­ makla ka l ı r. Dü nyada Türkiyeden başka b i r medeni veya gayri mede­ ni cemiyet yoktur ki, d ers kitaplarında yabancı ların tarih lerine ken­ d i tari hinden kat kat fazl a yer versin. Türkiye art ı k bu tarih komp leksinden kurtu lmal ı d ı r. Kerıdi tari hi­ ne hakkıyle dönmenin, tarih şuurunu yeniden kuvvetlendirmenin, bu­ nun zaruretini idrak etmeni n zamaflı gelmiştir. Hiç Tü rk gençleri, Tü rk tarihini, Türk milletin in nereden gelip nereye g i ttiğini gerektiği ka­ dar b i lseler, m i l l i tari h şuuruna sahip olsalard ı , Tü rkiye 1 2 Marttan önceki acıklı duruma ge l i r m iydi? Ve Tür·kiyeyi yal nız i hmalin, gaf­ letifl, b i lg isizliğin böyle b i r tarih politikasına götürdüğü, bunda d üş­ man gayretlerinin rol ü olmad ı ğ ı hiç düşünülebil i r m i ? DIL Akl ı n ve i l m in hakimiyetinin kurulamaması yüzünden, tari hten başka, safsatan ı n hem de daha ağı r b i r şekilde kurbanı olan bir k ü l­ tür unsuru da d i ld i r. Dil konusunda sadeleşma davas ı dejenere edil­ miş ve Tü rkiye, bugün de bütün şiddetiyle devam eden, son derece vahim b i r m i l li kültür krizinin içine iti l miştir. Sadeleşma Türkçe için tarihi b i r· zaruretti . Osma n l ı ca daha fazl a devam edemezdi ve yerini Tü rkiye Türkçesine b ı rakmak mecburiyetif'ldeydi. Işte sadeleşme Os­ manlıcan ı n Türkiye Türkçesine dönmesi demekt i r. Osmanl ıca Batı Türkçesinin 1 6 - 20. ası r arasındaki yazı d i l i devresi d i r, ondan sonra Türkiye Türkçesi devresi başlamıştı r. Osmanlıcanın esas karakteri yabancı , yafli Arapça ve Farsça g ramer kaideleri taşı ması i d i . Ikinci hususiyeti halkın ve münevverin konuşma d i line girmemiş, lügatte kal m ı ş kitabi Arapça ve Farsça ası l l ı �elimeler i htiva etmesi idi. Iş­ te sadeleşmenin esas hedefi d i lden yabancı g ramer kaidelerini at­ m aktı. Bunun yanı nda halkın veya münevverif'l konuşma d i l ine g i r­ memiş kelimeler yerine konuşma d i lindeki karşı l ı klarını kullanmak da sadeleşmenin içine i kinci b i r hedef olara k g iriyordu. Tatbik edilecek usul ise gayet basitti : konuşma d i l i esas a l ı nacak, yazı d i l i kOf'\uŞ­ ma d i line intibak ett i ri lecekti. 1 908'den sonra Z iya Gökalp ve Ata­ türk gelişmeleri i l e bu yapı lmış ve sadeleşme gerçekleştirilmiştir. Yani hedef Tü rkçenin istiklalini ·kazanması i d i, b u kazanı lm ıştır. Iş-


T Ü RKIYENiN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

373

te sadeleşme budur. Bundan ötesi eskiden tasfiyeci l ik, bugün de öz türkçec i l i k den� ve d i ldeki bütün yabancı ası l l ı kel i meleri atma­ yı hedef alan harekett i r . öz türkçelik b i r de atılan kelimeler yerine uydurma kel imeler koymayı , yani uydu rm acı l ı ğ ı içine a l ı r. Yani hedef d ilden kelime atmak, metod kelime uydurmakt ı r. Onun için öz türk­ çec i l i ğ e uydurmac ı l ı k da deni r. Asl ı nda uydurulan kelimelerin Türk­ çe i l e b i r alakaları yoktur. Bunlar Türkçe değ i l , olsa o lsa sadece Türklericı uyd urduğu suni kel i meciklerd i r. Onun için öz türkçe ismi de bir yakıştı rmad ı r ve bu hareketin ası l adı uydurmacı l ı ktır. Sade­ leşmanin tabii bununla b i r i lg isi yoktu r. Daha doğrusu bi r i lgisi var­ d ı r, o da uyd urmac ı l ı ğ ı n sadeleşmeni n dejenere ed i l miş şek l i ol­ mas ı d ı r. Demek ki sade:eşme bitmişti r, hedefine u laşm ıştır. Artık Tü rk­ çenin böyle b ir meselesi yoktur. Osmanl ı ca ile raydan ç ı kan tren sa­ deleşme ile Tü rkçe ray ıcıa otu rtulmuş, fakat bu sefer de uydurma­ c ı l ıkla tekrar rayı ndan ç ı karı larak Tü rkçe ol mayan, öz tü rkçe d iye ya­ kıştı r ı lan boşluğa düşürülmüştür. Onun içind i r k i , parola şu ol ma­ l ı d ı r : Türkçeye evet, Osman l ıcaya da, öz türkçeci l iğe de hayır! D i l davas ı n ı n dejenere edilmesi 1 950'den sonra başlar. Daha ön­ ceki devrelerde tasfiyeci l i k denemeleri yap ı l m ı ş , fakat yanlışlığı görülerek vaz geç i l mişti r . Bu socı safhada ise uyd u rmacı l ı kta israr ed i l m iş, 1 960'tan sonra da bu hareket devlet politikası haline geti­ ri lmiştir . Bugünkü vahim durum da bu devlet işi hali ne gelmekten doğmuştur . Türkçe büyük b i r d i ldir. öyle ki bin senel i k bi r Arapça ve Farsça tasa l l utundan bile günü gelince üç beş senede kurtulm uş­ tur. Uydurmac ı l ı j;'j ı n da hakkı nden gelmesi işt� b i le değ i l d i r. Fakat işe devlet karış ı nca, devlet müesseseleri ağ ı r l ı ğ ı n ı uydurmaet l i k ta­ rafına !<oyunca iş değişmekte ve Tür.kçe için, daha doğrusu Tü rk M i l leti i ç i n büyük b i r felaket ortaya çı kmaktadı r. Uydurmac ı l ı k i k i başlı b i r ejder g i b i d i r. Iki cephesi vard ı r : 1 . dev­ ri k cümle , 2. uyd urma kel ime. Devrik cümle esas itibariyle Türk­ çe düşünme s istemini tahribe, kel i me uydurma ise onun dışında kalan her şeyi tahribe yönel m iştir. Devrik cümle nazımda ve bazen acele ve heyecan hal lerinde konuşma d i li nde görülen, kel imeleri Türk sentaksı na aykırı bi r şeki lde dizilen cümle demektir. Bu cüm le· de fiilin önce gelmesi esastı r.


374

T Ü RK iYEN I N B U G Ü N K Ü MESELELERI

Uyd urma kel ime ise normal mana, şek i l ve ses bünyesine sahip olmaya., yapmac ık , müsvedde, cansız, ruhsuz, fosil kelime demek­ tir. Uyd u rmacı lar, Allah söyletmiş g i b i , kelimeye cı sözcü k ıı derler. iş­ te uydu rma kelime, kelime olma, söz ol m a haysiyetinden mahrum cı sözc ü k ıı demekti r. Uydurma kelimenin i l im bakı m ı ndan şu altı vas­ fı vard ı r : 1 . Ihtiyaca dayanmamak, 2. Kökü yan l ı ş ve çürük olmak, 3. Eki işlek olmamak , sakat olmak, 4. Yap ı m şek l i bozuk ol mak, di­ li n musikisine aykı rı b ul unmak, 5. Karışı k l ı ğ a sebep olmak, 6. Kaderi bel l i olmamak, d i le yerleşememek. Uydurma bir kelimede bunlardan muhakkak bir veya b i r kaçı bulunur. Uydu rmacı ların bu hareket için i leri sü rd ü kleri sebepleri ise şöy­ le toplamak mümkündür: 1 . M i l l iyetç i l i k , 2 . Mede(]iyet değiştirmek, 3. Devrimierin bütünlüğü, 4. Tü rkçeni n yetersizliği, 5. Yenileşme za­ rureti , çağ ı n şartları , 6. lstikbalin d i l i n i yapmak, 7 . Osman l ıcanın al­ ternatifi olmak. Tab ii bunların hiç bir i l mi esasa, akla ve sağ duyu­ ya dayan mad ı ğ ı başl ı kları nda., bile bellidir. Buradaki m i l l iyetç i l i k snhte m i l l iyetç i l i k v e ı rkçı l ı kt ı r. M i l l iyetçi l i kte uydurmacı l ı k olmad ı ğ i g i b i , uyd u rmacı ların hemen hemen hiç b i risi de sistem o larak m i l­ l iyetçi değ i l dirler, çoğu da m i l l iyetç i l iğe d üşmandı rlar. Medeniyet de� ğ iştirdi kçe kelime değiştirmenin hiç b i r ciddi tarafı yoktur. Devrim­ ler bütündü r, madem ki diğer inkı laplar yapı l m ı şt ır, inkı lapçıyız, o halde d i l devri mini de yapmak lazı m d ı r, o ayrı lamaz iddiası ise Ata­ türkçülüğün en akla ayk ırı istismarı d ı r. Türkçe(] i n yetersizl iği iddiası kendi yetersizl iklerinden i leri gelmektedi r. Çağı n şartları hiç bir me­ deni m i l letin d i lini değişt i rd iğ ini gösterm iyor. lstikbaliri d i l ini yapmak i l im bakı mdan tamamiyle yanl ışt ır. Her nesil kend i di l ini yaşar. Os­ ma., l ıcan ı n alternatifi niçin normal Türkçe ol mas ı n da, uydurmaca veya öz tü rkçe olsun? Uyd u rmac ı l ı k sadeleşma davasının d üşmanı n eline geçmesid i r diyeb i l iriz . Uydu rmacı ların hepsinde m illi k ü ltür düşman l ı ğ ı müşte­ rekti r. Bunların arasında bazı bilgisiz ve saf, iyi n iyetl i halis Türkçe taraftarları , halis Türkçe isteyen ler de vardı r. Fakat uydurmacı l ı ğ ı n i p leri mutlak o larak m i l li kü ltüre karşı olanların e l i.,e geçmişti r. Bun­ ları şu üç zümrede toplayab i l i riz: kom ü n istler, m i l l iyetçi l iğe karşı olanlar (kozmopo l itler, hümanistler, bölücü ler) , ç ıkarc ı lar. Bunlardan çı karc ı l a r Atatürkçü lüğü Atatürkün m i rasını yemek şe.k linde anlayan­ lard ı r ve suyu en çok bulandıranlar, i l g i l i lerin gerçeği görmesine e(]­ gel olan l a r b i l hassa bunlardır. Fakat uydurmac ı l ı ğ ı n yürütülmesi bu-


T Ü RKIYEN iN B U G Ü N K Ü MESELELERI

375

gün art ı k bunların da kontrolünden çı kmışt ı r. Bugün art ı k bu cere­ yan tamamiyle marksizmin kof'ltro l ü altına g i rm iştir. Solcuların nas ı l hep b i r ağızdan v e israrla koşu l'lu, neden'l i özgürlük'lü v.s. v.s. ko­ nuştu klarını görmek her türlü gafleti ortadan kaldı racak mahiyette­ dir. Yıkıcı lar ve M arksistler niçin bu davaya sar ı l m ışlard ır? Çünkü bu hareket: 1 . M i l li birl i k ve bütünlü k yerine , çözü lme ve dağ ı lma getirmektedir. 2. Yurtta barış yeri ne nifak ve d üşmanl ı k yaratmaktadı r. 3. Nesi ller arası ndaki irtibatı koparmaktad ı r. 4. Maziyi ve tarihi tahrip etmekte, cemiyeti köksüzleştirmekte­ d i r, tarihi gelişimi aksatmaktad ı r. 5. Kültürütı deva m l ı l ı ğ ı n ı yıkmaktad ı r . 6. Tü rkçayi kısı rl aştı rmakta v e T ü r k k ü ltürünü dümura uğ ratmaktadı r. 7. Türkçeyi sevimsizleşti rmektedi r. 8. Nesi l leri heder etmekte, verimsiz kıl m aktad ı r. 9. M i l l i hayatta başarıyı i m kansız kı lan b i r zaman ve enerj i kay­ b ı na sebep olm aktad ı r, şeki lciliği, abesle uğ raşmayı teşvik etmek­ tedi r. 1 0. Türkçe düşünme sistemi n i , Türk gibi düşünme yolunu, Türk kafa yapısını baltalamaktad ı r. 1 1 . Tü rk iye Tü rkçesini umumi Türkçe içinde mahallileştirmekte, dış Türklerle i rtibat ı kesrnek istemektedir. 1 2. Umumi edebi d i l i yok etmekte, kü ltür d i l i yerine köy d i l i n i takdi m etmektedir. 1 3. Bölücül üğe yard ı m etmekte, büyük bütünlüğü bozan b i r ma­ hallilik ve basitlik telkin etmektedir. 1 4. M i l li kültür ve edebiyat sahasında bir boşl uk, fetret ve do­ layısiyle cemiyeti sarsan bir aşağ ı l ı k d uygusu yaratmakta ve d ı ş te­ s i r ve telkinlere, yabancı kültürlere açı k b i r vasat ortaya ç ı karmak­ tadı r. 1 5 . Her türlü y ı k ı c ı l ığa hizmet ve yard ı m etmektedi r. 1 6. Beyin yı kamakta, bütün m ukaddes mathumları ve değerleri uydurma kel i melerle mefl üç hale getirmektedir. Köklü kel imelerin a r­ kasındaki dünyayı yı kmaktadı r. Kelimeleri derin muhtevalarından ko­ paran uydurmalar yerleşti rmektedi r.


376

TÜRK IYEN iN B U G Ü N K Ü MESELELERI

1 7. Batıdan sayısız yabancı kelimooin Tü rkçeye üşüşmesini teşvi k edecek boşluklar yaratmaktadı r. 1 8. Eğitim ve öğretimi felce uğratm a kta , kısı rlaştırmaktadı r. 1 9. A kl ı n ve i lmin hakimiyetine engel olmakta, safsatayı teşvi k etmekted i r. 20. Türkçayi Türk çocuk larına ve Türk M i l letine unuttu rmaktad ı r.

21 . lsiAmiyete ve Islam alemine lüzumsuz derecede yabancıl aş­ mayı körüklemektedir. Ayrıca o alem i n Türkiyeye düşman l ı ğ ı n ı teşvik etmektedi r. . Işin en hazif"' tarafı b u hususta ilgili lere meram anlatı lamaması­ d ı r. Bu ilim dışı, akıl d ış ı ve m i llilik dışı gidişi du rd u rmak konusunda hiç bir i kaz, hiç bir isbat, hiç b i r delil yayg ı n gaflet ve dalaleti or­ tadan · kaldı rmağa yetmemekted ir. Çünkü memleket kültürden, mi l l i kültürden an lamayan, onun rolünü v e ne olduğunu b i lmeyen ya rı ay­ d ıf"' lar, zayıf idareciler, küçük polit i kacılar ve kifayetsiz devlet adam­ ları devrini yaşamaktadı r. Pol iHkacı la r, i dareci ler, devlet adam ları, sorumlu lar bunu görmemek, duymamak ve an lamamak hususunda adeta şerbetlenmişlerdir. Halbuki, evvelce de belirttiğ i m i z g i b i , kü ltürün en büyük d i l i m i­ ni d i l teşkil eder. Tü rkiyedeki yayg ı n kültür buhranında başı da yine d i l buhranı çekmektedir . D i l buhranı Tü rkiyen i n temellerini çö­ kertecek b i r şekilde memleketi kas ı p kavurmakta ve m i l li hayatı de­ ri nden kemi rmektedir. Türkiye her derd i n i hal letse, her şey g ü l l ü k gül istanlık olsa, y a l n ı z b u d i l bu hranı onu y ı kmağa tek başına kafi geli r. Onun için d i l meselesini halletmeden, Tü rkiye için, kurtu luş ve ayd ı nlığa ç ı·kma ü midi, katiyen bahis konusu değildir. Bu meseleden b irinci derecede sorum l u olan, şüphesiz devletif"' yan l ı ş kültür pol iHkası d ı r. Müessese ola rak en büyük soru m l u da M il l i Eğitim Bakan l ı ğ ıd ı r . Bütün tahribatın esas a rn i l i ve tatbikçisi odur. M i l li Eğitim Bakan l ı ğ ı uydurma d i le itibar etmez ve sahip çık­ mazsa teh l i ke hemen hemen tamamiyle söner. I kinci soru m l u dev­ let müessesesi TAT' d i r. TAT, tahribatın en büyük teşvikçisi, adeta tu­ tulmuş propagandacıs ı durumundad ı r. Y ı k ı c ı lı kta başı çekmekte ve arkasıf"'dan başkaların ı da sü rüklemektedi r. TAT bu işi yaparken ak­ l ı n , ilmin, m i l l i kültürün , gaye ve vazifenin d ı şına d üştüğü gibi, açık b i r suç da iş lemektedi r.


T Ü RK IYENIN B U GÜNKÜ MESEL ELERI

/

377

Zira anayasa devlet dilinin Türkçe olduğunu söyler , öz türkçe ol­ duğunu kaydetmez. Ayrıca devleti n m i l li, demokrati k ve sosyal va­ sıflarını tesbit eder. Uyd u rmacıl ı k devlet i n m i l lilik, demokratiklik ve sosyal olma vasıflarına da aykı rıd ı r . M i l li devleti n kü ltürü ve dolayısiy­ le d i l i de m i l li o l u r. Demokrat i k devlet m i l letin d i l i i l e konuşur. Sos­ yal devlet vatandaşın d i line saygı l ı olur . TAT bütün bu anayasa pren­ sip ve maddelerini çiğneyerek bir anayasa suçu işlemektedir. Ayrıca son TAT kanunu ile uydurma d i l açı kça yasak ed i l miş ve TAT'n i n hal kıfl anlayacağı b i r d i l kul lanması emredilmiştir. B u hüküm sırf TAT' n i n uydurmacı l ı ğ ı na engel olmak için konmuş, fakat bu yasak da onunla başa ç ı·kamamışt ır. 1 2 Marttan önce en kaybeditmiş mü­ essese TAT idi. 12 Marttan sonra TAT'nin ya lnız haber ve pol itik ko­ nuşma yayıfl ları n ı n m uhtevası düze l m i � , onun d ı şı nd a TAT henüz tedavi edi lememiştir. K ü ltür ve sanat sahasında asl ı nda m i l li kültür po­ l itikasına ters düşen, hümanist ve materyalist b i r pol itika yü rütü l­ mektedi r. D i l yıkıcı l ı ğ ı is e aynen devam etmekted i r. Bu hususta ge­ len Türkçe haberleri, konuşmaları , yazı ları uydurm acaya tercüme etme k üzere hazırlanmış olan ve emsali görülmemiş bir g ara.. bet örneği teşkil eden ııTAT sözlü ğ ü » d iye Tü rkçeden Tü rkçeye b i r l ügat kitapç ı ğ ı b ile bulunmaktad ır. Böylece ağzında d i l i ol­ maktan başka dille bir i lg i leri bulunmayan bir takım insanlar güzel Türkçayi keyiflerince, daha doğrusu uydurma y ı k ı c ı l ı ğ ı n prensipleri ve di reklifleri istikametinde kesip biçmektedirler . TAT'nin 1 2 Marttan sOflraki esas gayreti maddi geli şmeye yönel m iş bul unmaktadı r. Tak­ d i re değer bu inkişafın yan ı nda muhtevan ın da düşüni:ilmesi lazım geld i ğ i n i bu müessese acaba ne zaman anlayacaktır? Uydurma d ilin Milli E ğ i t i m v e TAT'den sonra üçüncü sorumlusu milli kültür düşmanı solcu basındır. Bunlar yazı yazanlara uydurma d i l kul lanmayı şart koşacak kadar bu işin şuurlu tapikçisidirler. Dördüncüsü her kademedeki şahsiyetsiz yarı mü nevverd i r. Yah­ ya Kemal ıı M ısra ben im haysiyetimdi r n diyord u . Ana d i l i ve o d i l i n kelimeleri d e b i r insan ın, b i r münevverin haysiyetidir. M ünevverin d i l ine, kel i mesifle sahi p çı kmamas ı , karşısına ç ı kan her uydurmayı kem ·k ü m ederek tekrarlamaya kalkması yalnız Türkiyede görülen bir oarabettir. Beşinci sorum lu zayıf edebiyat öğretmenleri d i r . Okullarda d i l öğ­ retim i n i n ve gelişmesinin lokomotifli {j i n i Tü rkçe ve edebiyat öğ ret-


378

TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

menleri yapar. Bunların içinde uyd u rma d i le rağbet edenlerin müşte­ rek vasfı cahil o l maları d ı r. Normal edebiyatı ve d i l i b i l medikleri için uyd u rma dile kapı larak hem kefldi lerini tatmine, hem de öğrencile­ rin gözünde b ilg ili görünrneğe çalışmaktadı rlar. Tabii bunu Bakanl ı k da teşvi k etmektedir. Altı ncı sorumlu ruh hastaları d ı r. Gerçekten psikiatristler uydur­ macı l ı ğ ı n b i r ruh hasta l ı ğ ı olduğunu tesbit etmişlerd i r. Türk di l ine musaHat olanlar a rası nda bu tipler b i r hayli fazlad ı r. Uyd u rmac ı l ı k tezgahıf'lın başında şüphesiz D i l Kurumu bulunmak­ tad ı r. Fakat esas soru m l u l u k , herkesin zannettiğinin a ksine, onda de­ ğil, bu sayd ı ğ ı m ı z müessese ve çevrelerdedir. M i l li Eğitim Bakan l ı ğ ı Dil K u r u m u n u n bir tatbikat organı g ib i çalışmasa kurum hiç bir şey yapamaz ve hiç bir zarar veremez . Kurum asl ı nda bir demektir. Kabahat onda değ i l , ona b i r resmi ve i l mi o rgan gibi itibar eden devlet müesseselerinde ve dev let adam larındad ı r. Evet, Kurum bir dernek, hem de alay l ı b i r d emektir. Bir i htisas derneği . değildir, ama­ tör bir demektir. Bu dernek Atatürkün m i rası i le, Iş Baf"l kası ndaki hisse senetlerinin faizi ile yaşar, fakat Atatürkün ümit ettiği gibi akadem i k bir kuruluş o lamam ıştı r. Ad ın a aldanmamak lazı m d ı r, dili ve dilciliği temsil edemez . Ciddi bir d i l işi yapacak d u rumda değ i ldir. Buna ne zihn iyeti , ne de bü nyesi müsaittir. Onun için başl ıca işi uydurmac ı l ı kt ı r. Buf"lu ve bunun propagandası n ı yapmasa Atatü rkün şimdi y ı lda beş m ilyonu aşan mirası n ı nas ı l harcıyacaktır?. Uydu rma­ c ı l ı k yapacak, uydurmac ı l ı ğ ı n propagandas ı n ı yapacak, b u n u yaymak için para harcayacak, böylece ayakta kalmağa çal ışacakt ır. Onun için icab ı n da paray ı i l mi çalışma yerine tahvile yatırmak ona daha cazip görü n ü r. Ayrıca Dil K urumunun parası ve tesi r i m kanl a rı Marksist­ ler ve solcu edebiyatçtlar için de çok parlak b i r hedeftir. Hepsi ona üşüşmüşlerd i r. Böylece ç ı karcı ve solcu koa lisyonu bir yandan para­ la rı h a rcamanın , bir yandan m i l l i kü ltürü yıkmanın kolay ı n ı mükem­ mel bir şekilde bulmuşla rd ı r. Onun için uydurmac ı l ı k, Dil K u rumu için şartt ı r, zaruridir, kaderd i r. Dil Kurumu mazurdur ve buf"la kimsen in de bir diyeceği ve mevcut hukuki d u rumda karı şma hakkı yokt ur. Ama devlet müesseseleri, ama Bakanl ı k, ama TRT? Işte buna başta devlet olmak üzere herkesin b i r d iyeceği vard ı r ve o da şudur: S!z Kurumu kendi kaderi ile baş başa b ı rakınız ve akı l, ilim ve m i l l i kü ltür yolu­ na dönünüz!


T Ü R K IYEN i N B U G ÜN K Ü M ESELELERI

379

Uydurmac ı l ı k bahsinde Atatürkün gölgesine sığ ınmak, onun adını bir kalkacı olara k kul lanmak da tamamiyle haksız ve yanl ıştır. Ata­ türk bunu bir aralı k denemiş, fakat yanlışlı ğ ı n ı g örerek sonra vaz geçmiştir. Bu deneme devresine ait, Atatü rkün çok aşırı dille yazı l­ mış veya ona çevr ilm iş nutukları olduğu g ibi , isminin bile Karnal şek­ l i ne döndürüldüğü de görülmüştür. Bunlar vakıadır. Fakat Atatürk, etrafında yeterli ilim kadroları olmad ı ğ ı için , ku rmak istediğ i yecıi milli kültür hayatı için yanındakilerle birlikte b izzat bazı denemeler yapmak mecburiyelinde kalmıştır. Dil meselesinde de böyle olmuş­ tur . Fakat Atatürk , bunun çıkmaz yol olduğunu görerek, kendi sağ­ l ı ğ ında bundan vaz geçmiş ve normal d i le dönmüştür. Şimdi Ata­ türkçülük yapıyorum diye görünüp, Atatürkün terk ettiğ i bir işe sa­ rılmanın manası var m ı d ı r ? Daha doğrusu bunun bir manası vard ı r, ·O da yukarıda temas ettiğimiz Atatürk istismarıd ı r . Atatürk vefat ettiği zaman Türkiyeyi çok normal bir d i l çizgısı üzerinde b rakm ışt ı . Atatürkün son devreye ait bütün nutukları , sözle­ ri ve yaz ı ları bunun deli l i olduğu gibi, Atatürkün ölümü üzerine ıcıö­ nünün yayınlad ı ğ ı , Türk M i l letine hitap eden ve gerçekten çok güzel olan beyanname de bunu açı kça isbat eder. Aynı lnöcıünün daha .sonra yeniden uydurmac ı l ı k pol itikasına dönmesi, onu akşaması ve himayesi altına alması, d i l davasındaki menfi arni liere b i r de Atatürkü geçmek, Atatürkün yapamad ı ğ ı n ı yapmak hevesi u nsurunu katmış­ t ı r. Bu hevesicı kanatları altında sonradan Marksistler d i l yıkıcı l ı ğ ı fı rsatı n ı kolaylı kla e l e geçi rerek bugün ö z Türkçeciliğin üzerine ta� mamiyle o\urmuşlard ı r. Bu uydurma d ile dilciler hakl ı olarak u devrimci argosuıı d iyor lar. Gerçekten bu suni zümre dilinin i l i mdeki yeri budur. Işte bugün Tür­ kiyede Türkçeye, Türk kültürüne, Türk medeniyetine, Türk cemiye­ line, Türk varl ı ğ ı na baş kaldı rmış olan bu uydurma d i l ile normal dil, bu uydurma d i l i bir kan davası g i b i kabu llecıip yürüten , ona sahip ç ı kan v e aklı ermeyenleri de sürükleyen devrimcilerle, marksistlerle m i l l iyetçi ler arası nda çetin bir m uharebe verilmektedir. Gereyen eden mu harebe bu devrimci argosunun Türkiyede devlet dili olup olma­ yacağı konusunda verilen meydan m u harebesidir. Bu savaşta dev­ letin aradan çık ıp m i l l iyetçi lerle marksistleri baş başa bırakması la­ zı m d ı r. Zira her şeyin, Türkiyecıin bütün geleceği n in bu meydan mu­ harebesine bağlı bulunduğu ifade olunursa, bunu ancak dilin, kül­ t ü rün, m i l let hayat ı n ı n mahiyetini iyi b i lmeyenler m ü bah3ğa kabul ede­ b i l i rler.


380

TÜRK IYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERt

MUSIKI A k l ı n ve i l m i n hakimiyetinin kurulamadığı bir vasatta ortaya çı­ kan sarsı41tı lardan en çok nasibini alan kültür unsurlarından biri de musikid i r. Türkiyede Türk musikisi inan ı l m az ve c ihan tarihinde em­ sali görülmemiş b ir muameleye maruz kalmış, m i lletten koparılma k ve terk edilme k istenmiştir. Bu i lme aykırı bu lunan, sosyal olmayan ve m ı l lf kültür anlayışına zıt d üşen had isen i n ilk sebebi Türkiyeni41 Batı karş ısı ndaki çöküşünü mü nevverlerin yan l ı ş değerlend irmesi, bundan kültürü suçlu tutma­ ları d ı r. Yukarıda da temas ettiğimiz g ib i, münevverler Bat ı n ı n üstün­ lüğü karşısı nda paniğe kap ı l m ı şlar ve bu pa41 i k on larda Batıya karşı tedavi edi lmez bir aşağ ı l ı k duygusuna dönmüştür. Bu yüzden ası ı: a l ı nması lazım gelenin ne olduğu tayin ed i lmeden ve o a lı nmadan, her sahada ve b ilhassa kü ltü r sahas ı nda taklitçil i k yolu41a gidil m iş­ t ir. Işte bu yan l ı ş Bat ı l ı laşmada en masum kültür unsuru da en büyü k tazyike maruz kalmıştır. Halbuki kü ltü r duygu lardan ibarett i r. M usiki ise kültürün yalnız d uygular üzerine k uru lan unsurudur. Milli kültürün hiç bir u nsuru aslı nda i nsanda41 ve cemiyetten koparılamaz , musikide ise bu büs­ bütün i mkansızdı r. Bunu tersine çeviri rsek şöyle söyleyebi l i riz: Bir i nsanı n veya cemiyetin , kü ltürden v e h e le m i l l i musikiden kopunca, artık m i l li kalması mümkün değil d i r. Atat ü rkün şu sözleri bu konuya, bakı41, ne güzel ı ş ı k tutmaktad ı r : u M ünevverlerimiz içinde çok iyi dü­ şünenler vard ı r. Fakat umumiyetle şu hataları m ı z da vard ı r ki, tat­ k ikat ve tetebuatımıza zemin ol arak, alelekser, kendi mil letimizi, ken­ di tarihimizi, kendi ananelerimizi, kendi hususiyetlerimizi ve ihtiyaçla­ rımızı almayız. Mü nevverlerimiz bel·ki bütün cihanı tanı r, bütün di­ ğer m i lletleri tan ı r, lakin kendimizi bilmeyiz. M ü41evverlerimiz, mi l le­ timi en mesut m i l let yapayım der , başka m i lletler nas ı l o lmuşsa ay­ nen öyle yapayım der. Lakin d üşünmel iyiz k i , böyle b i r nazariye hiç b i r devirde muvaffak olmuş değ i l d i r. Bir m i l let için saadet olan bir şey , d i ğe r b i r m i l let için felaket olabi lir. Aynı sebep ve şerait birini mes'ut ettiğ i halde, diğerini bedbaht edeb i l i r. Onu41 için bu m i l lete g ideceği yolu gösterirken, d ü nyanın her türlü i l m i nden, keşfiyatı ndan, terakkiyalından i stifade edelim. Lakin u n utmayalım k i asıl temeli ken­ di içimizden ç ı karmak mecburiyetindeyizıı . Işte batı l l l aşmayı böyle-


TÜRK IYEN iN B U G Ü N K Ü M ESELELERi

38 1

afl layacak yerde taklitçilikte karar k ı lan m ünevverler cemiyetçe, m i l­ letçe en taklit edilmez şeye de, musiki takl idine de kalkışmışlar v� tabii sonunda tam b ir ithlsa mahküm · olmuşlard ı r. Melodi en masum, en temiz. en günahsız şeydi r . Kalkınma ile, i lerilikle, geri kalmışlı kla hiç bir münasebeti yoktur. O böyle maddi şeylerde suçlu görü lemez. Aynı zamanda bir kültür upsuru olarak mu­ siki cemiyetin duygularına tercüman olu r, onlara h itap eder, Oflları tatm in eder, ruhun ses g ı dasını teşkil eder. Mühim olan , esas olan musikinin doğulu, batı l ı , şuralı buralı olması değ i l , bu vazifesini ye­ rine getirmesi , cemiyetin duygu ve zevkine h itap etmesi, cemiyeti tatm i n etmesidir. B u vazifeyi gören her musiki kültür gözü ile ayfli derecede muhteremdir. I nsanlar ve m i lletler başka!arı n ı n terennüm­ lerinden d e zevk alabilirler. Fakat musiki her şeyden önce milli te­ rennüm ler demektir. Hiç b i r sanat kolu nun m i l li rengi musikininki ka­ dar bel i r l i değ i ld i r. Bu bakımdan musiki ile millil i k bi rbirinden ay­ rı lmaz. M i l li musikisi o l mayan m il let m i l let değ i l d i r. Ve başkas ı n ı n mu­ sikisi b i r m i l let için m illi musiki- olamaz, ayn ı zamanda milli musikinin yerini de tutmaz. Türk musi kisi(')e karşı cephe a l ı nmasının i kinci sebebi Ziya Gök­ alp i l e başlayan ve Türkiyeni n resmi t�zi haline gelen yan l ı ş musiki görüşüdür. Ziya Gökalpın hataları ndan b i ri de Türk musikisi hakkın­ daki fikrid ir. Z iya Gö kalp, Türk musi·kisinin hem menşe bakı mı ndan Türk ol mad ı ğ ı n ı iddia etmiş, hem de m i l li musiki o larak yalnız halk musikiskıi tan ı m ıştır. Geleceğin musi kisinin de bu halk musi·kisi m al­ zemesinin batı tekniği i le işlenmesinden doğacağ ı n ı beyan etm iş­ ti r. Bunların hepsi yanl ışt ır. Türk m usi kisinin B izans, Eski Anadolu v.s. g ib i yabancı menşeli değ i l , Türk ası l l ı olduğu Gökalptan sonra isbat edilmiştir. M i l l i ·kültürün yalnız halk kü ltürü, m i l l i musikinin d e yalnız halk musikisi olduğu düşüncesi de i l mi o lmayan d a r b i r g Ö­ rüştü r. Ayrıca klasik musiki i le halk musikisi arası n da fark b u lun­ mad ı ğ ı da meydana ç ı km ı şt ı r. Gökalpın geleceğin musi kisi hakkı ndaki tahmini de gerçekleşmemiştir. Yal nız halk ve batı terkibi, milli musi­ ki i çifl M.fi değ i l d i r. Fakat Gökalp ı n b u hatalı görüşü , dediğimiz g i b i , Tü rkiyenin res­ mi tezi olmuş, ve devletin musiki politi·kası na hep bu tez istikamet vermiştir. Türk musikisinin reddedilmesi, h a l k musi kisinin b21şlıca m il l i değer olara k o rtaya çıkarılması, batı müziğine tesli m olmak hep bu fikrin tatbi katı d urumundadı r.


382

TÜ RKIYEN iN B U G Ü N K Ü M ESELELER�

Türk musikisini(J ölüme terk ed i lmek istenmesinin üçüncü sebe­ bi batı müziği esnafıdır. Gerçekten Türk musi kisinden vazgeçme po­ l iti kası ortaya batı müzikçi lerinden daha çok batı müziği esnafı ç ı k­ ması neticesini doğurnıuştur. Bu esnaf kendi lerine tahsis edilen mil­ yonlar ve hudutsuz imkanlar önü(Jde yaln ız müzik yapacak yerde mu­ siki po l itikas ı n ı n j andarmal ı ğ ı na kalkmı ş ve elde kı rbaç veya maşa, Türk musikisinin başında beklerneğe koyu l m uştu r. En ufak b i r kı­ p ı rdanış i htimali karşısı nda yaygarayı kopa rmış, devlet adam larına alarm vermiş ve Türk musikisi karşısı nda tam bir kan davası güdü­ cüsü d u ru munda bulu(Jmuştur. Tabii koparı l a n yaygara daima Ata­ türkçü l ü k elden g idiyor, cumhu riyet tehli kede, gerici l i k hortluyor, ba­ tıya dönüşten ayr ı lıyoruz, gerj ve i ptidai musikiye dönüş gibi moda feryatlara sarıl mıştı r. Batı müziği esnaf ı n ı n bu tutumu tabii kendi da­ vaları n ı n çürüklüğünü b i l me lerindendir. Onlar b i l iyo rlar ki bu top­ raklarda Türk musikisiyle eşit şartlarda bir yarışa ç ı kamazlar. Ancak devlet Türk musikisini ezmel i , O(Ja bütün kapı ları kapatırken, kendi­ lerine her türlü i m kan ı açmalı ki, bir varl ı k gösterebilsinler, silinip gitmesinler. B ir musiki mensubu kendisinin tutunmasını kend i sana­ tı nda arayacak yerde hiç başkasının zeval i(Jde a ra r m ı ? Bu görül­ memiş garabet batı müziği esnafı nın Türkiyede nas ı l suçluların telaşı içinde olduğunu ibretle gözler önüne serecek mah iyettedi r. Bu konuda Atatürkü i l eri sürmek de aslı nda Atat ü rk istismarı çerçevesinde kalacak, göründüğü kadar hakl ı ol mayan bir harekettir. Gerçi Atatü rk Türk musi kisi aleyhinde konuşmuştur, o devi rde Türk musikisi a leyh inde yasaklar konmuş, menfi tav ı rl ar takı nı lmışt ı r. Fa­ kat derinden bakı l ı nca bunun o günkü yanı ltıcı -�artlar altında ortaya ç ı kan geçici b i r tutum olduğu kanaatine varı lab i l i r. B i r kerre Tü rk musikisi nin yabaflcı menşe l i olduğu, Türk m a l ı olmad ı ğ ı fikri hakimdi . Gökalpın yan ı ltıcı görüşü tatb i k mevkiine .k onmuştu. Osmanl ıdan ka­ lan her şeye karşı b üyük b i r a llerji vard ı . Musiki ve umumiyetle bütün Türk m i l l i k ü ltür sahalarındaki b i lg i le r ve tetkikler yetersizd i . Ayrıca Türk musikisi de hem sisteml i b i r m üz i kolojiden, hem sağ lam bir ic­ radan, hem de modern bir disipl inden mahrumdu, sahipsizdi, kendi başı(Ja b ı rak ı lmışt ı . Işte bu şartlar altında Atatürkte şüpheler uyan­ mış ve d i l , d i n gibi musikide de onu deneme yol una götürmüştü r. Demek ki Atatürkün musiki tutumunu da b i r deneme o larak kabu l etmek lazımdır. Musiki yasağı da g ramer ve dini öğreti m yasağ ı gibi b i r deneme i d i . B i r nevi, cemiyetin kendi kendisini b ulması için , hang i isti kamete g ideceği n i kendisi bu lsun diye, serbest bı rakı lması


TÜ RKiYENiN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

383.

i d i . D i l deki denemen in neticesini Atatürk kend isi hayatta iken alm ış­ t ı r. Fakat d i n öğretimsiz l i ğ i n i n ve batı müziği denemesinin neti cele­ rini görememiştir. Di(') denemesinin neticesi sonradan d i n öğretimi­ n i n yeniden başlamasını gerektirm iştir. Allah Atatürke bi raz daha ömü r verseydi musiki denemesinin neticesinde de Türk musikisine döneceğini kesti rrnek mümkündür. Z i ra Atat ü r k musiki bahsi nde son !l)Ü(')e kadar ikili yaşamış, hususi hayatında Türk musikisinden asla vazgeçmemiş , batı müziğ i ne bağlanamamışt ı r . Eğer yaşasaydı m i lle­ tin de temayülünü ve batı müziği ni n tutmad ı ğ ı n ı , halka mal olmad ı­ ğ ı n ı görecek, kendi doktrininin tabii i ca b ı olarak ve yeni bilgile r i n ı şı ğı altında m i l li musi kiye dönecekti , tereddüdünü giderecekti. Fakat Atatürk vefat etti ve Tü rk musi kisi üzeri(')deki düşmanl ı i<., d i ğer sahalarda da m i l li kü ltü rden dönü ldüğü için, daha da artt ı . Za­ ten ondan sonraki devlet adamların ı n ne kü ltürü, ne de cesareti bu meselede salim neticeye varmaya müsa itti. N ihayet 30 - 40 sene son­ ra ancak bugünlerde Türk musikisi i l e il g i lanrnek fikri ÜÇÜ(')CÜ beş yı l l ı k kalkınma planına g i rmiş bul unuyor. Fakat tatbi kattan henüz bir ses se� a yoktur. Türk musikisi şüphesiz Türkiyede u ğ rad ığ ı bu muameleye ve bu maceraya lay ı k değild i . Ne ·kültü rün çok mühim bir unsuru o larak, ne m i l li musi ki olarak, ne de değer bak ı m ı ndan buna müstahaktı. Türk musi kisi büyük bir musikidir. Ası rlarca büyü k Tü rk m i l letinin ruhi i h­ t iyaçlarının kendi bölümünü mükemmel b i r şekilde karşı lamış, mil leti tatmin eden muhteşem b i r gelişme göstermiş, dahi sanatkarlar ye­ tiştirmişti r. Şüphesiz batı musikisi de büyük musikidir. Fakat o Tür­ kün musikisi değ i l d i r ve olmayacakt ı r. M usiki faa liyetleri içinde ba­ tı eserleri, batının şaheserleri de Türkler tarafı ndan icra edi lecek, on­ lardan da zevk alınacak, fakat o musiki Türkü n sanat dünyasında an­ cak b i r çeşni durumunda kalacak, Türkün sanat dehası ancak Türk musikisi içi11de gelişecektir. Iki ayrı kültü rün eserleri olarak Türk Mu­ sikisi i le batı müziği n i m ukayese etmek abestir. Her birinin kendi sahasında ağ ı r l ı ğ ı ve kend i bakımı ndan değeri vard ı r. ama Tü r.kün mu­ si kisi Tü rk musikisidir, batı müziği Türkün musikisi değildir, olmaya­ cakt ı r, m isaf i r bir mus iki olmaktan i leri g idemez. Bu kültür kanunu, ta­ biat kanu11udur. Bunun a ksine her zorlama sadece b i r tal i hsizlik ola­ rak kalı r. Kültür b i r m i lletin ·karakteridir. Türk musikisi de, kültürün çok büyük bir unsuru o la rak, Türk m i lletinin karakteridir. Ondan ay­ rı l maz, kopmaz, terk edi lemez, değiştirilemez. Türk musikisi Türkün


384

TÜRKIYEN I N B U G Ü N K Ü M ESELELER I

kulağı d ı r, Türkün hançeresidir, Türkün zevkidir, Türkün tercihidir, Tür­ kün tabiatid i r . Türk musikisi i ptidai b i r musiki deği ld i r. Çok gelişmiş ve çok in­ celmiş, ses kainatını� derinl ik lerine inmiş, geniş ufu klarını titizl ikle yoklamış, oradan Türk ru hunu yıkayan hariku lade nağmeler bulup ç ı­ karm ı ştır. Aynı zamanda m i l letin her i htiyaç kesimi için dallanıp bu­ daklanmışt ı r. Dini mus i ki olmuş, askeri musi·k i, bando musikisi , meh­ ter musikisi olmuş, halk musikisi olmuş, klasik sanat musikisi olmuş, hafif musiki olmuş, ağır topluluk ve konser musikisi olmuş, ağır baş­ lı m usiki o lmuş, neşe ve oyun musikisi ol muştur. Türk musikisini yal­ nız meyhane musikisi d iye adland ı rmak, eğer kasıt deği lse, bil gisiz­ l i ğ i n ve düşüncesizl iğin ta kendisidi r. Batı müziği esnaf ı n ı n zan�ettiği ve d i l ine dolad ı ğ ı gibi tek ses li­ l i k ve çok sesl i l i k de musi kide b i r değer ölçüsü değildir. Musikide eserin, bestenin büyü klüğü, g üzell i ğ i esast ı r ve tek ölçü budur. Bu tek ses içinde de olab i l i r, çok ses içinde de olab i l i r. Tek ses, çok ses n ihayet b i r şekil meselesidir. Mü h i m olan şekil ne olursa olsun, o şek i l içinde güze li, sürp rizi, büyüleyiciyi, u lviyi yaka lamaktır. Onun için Batı musikisinin dünyaca meşhur büyü k bir virtüozunun şu sözleri hakikatın ifadesidir: a Ço k derin ve tamamiyle içten gelen, yü ksek duy­ g u l arın ifadesi olan b i r musikiye sahipsiniz. Maalesef Bat ı , gittikçe mekan i k duruma gelmekte ve adeta g ü rü ltü , musiki adıyla yayg ı n ha­ le geçm iş b ulunmaktad ı r. Tek sesin çok sesten evvel , musikide b i r duygunun ifadesi sanatı olduğu asla unutulmamal ı d ı r . Büyü k b i r hazi­ nenin i çi ndesiniz. Bilgili ve sisteml i bir çalışma i l e Türk musikisinin bütün dü nyayı etkileyeceğine i nan ıyoru m n . G erçekten Türk musikisi bugün ıı Türkün unutu l m u ş medeni vasfı ıı ifadesi çerçevesi içinde bu­ lunmaktad ı r. Jstikbalde bu büyük musikiyi her türlü parlak i htimaller beklemekted ir. Türk musi kisindeki tek sesli l i k Türk M i l letinin ve Türk kültürü�ün umumi karakterine uygundur. Fakat bu Türk musi kisinde çok sesli eserler meydana g et i ri lemez demek değ i l d i r. Türk musikisinin ses ya­ pısı ve imkan ları batı müziği nden daha g9'liş olduğu gibi, musikinin esas karakterini bozmadan, bir teknikten ibaret olan çok sesli l i ğ i Türk musi kisine de getirmek her zaman mü mkündü r. Azerbeycanda bu ya­ pılmış ve büyük şaheserler meydana getirilmiştir. Ama bu intibakta başarı n ı n tek s ı rrı Türk musikisi ifadesi n ill, Türk gibi duyuş, söyleyiş


TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M I::S E LELERI

385

ve seslendirişin kaybol mamas ı d ı r. Yoksa Batı kal ı b ı içinde Batı ru­ hunu aksettirmek sevdasına kap ı lmak ve Türk ruh unun d ışına düşmek başarısız bir taklitçilikten bir adım öteye g itmez ve Türkiyede de g it­ mem iştir. Cu bakımdan Batı müziğine Türkiyede harcanan mi iyarlar, veri­ len ernekler, hudutsuz i m ka·rı l ar hem heder ol muş, hem de cemiyetin milli musi kisine zarar vermiş, b üyük kültür b uh ranı içinde b i r de ağ ı r b i r musiki b u h ranı yaratarak m i l let hayat ı n ı sarsmıştır. Batı müziği po! itikası tam manasiyle iflas etmişti r. Gerçi dökülen m i lyarlar ve h u­ d utsuz gayret!er, himayeler sonunda üç beş orkestra, beş on icracı or­ taya ç ı kmıştır. Fakat bu işin işçilik sahas ı d ı r . Çal ı şma ile her işçilik elde edi lebilir. Musiki eser demekti r, beste demektir. Bu sahada ise T ü rkiyede hiç bir başanya u laşı lamamı şt ı r. Meydana getirilen eserle­ rin ı:ıayıları b ir iki tane olan eıı gözdeleri ve p ropago.ndası en çok ya­ p ı l anları bile Batı ve Türk m usikisinden bazı melod ileri karmaka rı ş ı k v e tutmsız b i r şe·kilde aktarm a k v e aradaki boşlukları sevi msiz bir şe­ kilde doldurmaktan i leriye g idemem işti r. Umumi olarak hepsi, yerli batı m ü zi kçi lerinin bütün eserleri batın ı n kend i eserleri ve şaheserle­ ri karşısında şi irin yanında maf'lzume g ib i , hem d e ilk okul çocukla­ r ı n ı n yazd ı ğ ı manzumeler gibi kalmaktad ı r. Bunu kendi leri de iyi bild ik­ leri için, ayakta d u rmaları nın ancak Türk musikisi yasağ ı ile kaim ol­ d u ğ u g e rçe�ini ve bu husustaki titizliği , h assasiyeti, h ı rç ı n l ı ğ ı ve düş­ man l ı ğ ı n i capları(lı b i r an bile elden b ı rakmamışlard ı r. Bunların batı m ütiğindeki başarısızlı kları n ı n sebebi şüphesiz kend i ksbiliyetsizli k­ leri de değild ir. Gerçi bestede kabi liyat çok mühimdir ve esastır. Fa­ kat sahasında olmak, yani kültür y ükü de şartt ı r. Yerli batı müzikci­ leri içinde de şahsen çok kab i l iyetli leri olabi l i r. Ama bu kabiliyat de­ ha bile olsa batı müziğinde şaheser meydana getirrneğe tek başına kafi CJelmez. Şaheserin b i r de kültür şartı ve vasatı vard ı r. Her şahe­ ser b üvlik ve köklü b i r kültür yükünün, ananesinin ve tazyikinin sa­ nat sahasında fışkı rmas ı ndan, bir dehada patlak vermesinden ibaret­ tir . Köksüz ve hamulasiz b i r fışkı rma olamaz. Bat ı da tahsil görmekle, yabancı dil bilmekte, özenti ile batı kültürlerinin asırlardan beri yo­ Ç u rr4uiiu . Tü rkten çok farkl ı bir şahsiyet haline gelinemez. O şahsiye­ tif'l avrı mayas ı ve yapısı vard ı r, bu şahsiyeti n ayrı . B i r itibarla batı müziainde say ı l ı r bir varlı k haline gelmek tamamiyle hayaldir. öte yannan b i r kaç Türk icrac ı s ı n ı n çeşitli memleketlerde konser verme­ leri ne lüzumu ndan fazla b üyütülmekte d i r. B u nlar m i l letler arası kUl­ tür ve sanat münasebetlerinin normal ölçülerde kalan ve t icart yap!-


386

T Ü R K I Y E N i N B U G Ü N K Ü M ESELELERI

ya sahip olan müzik orga.-ıizasyon ları n ı n faal iyeti çerçevesinde b u l u­ nan alelade işlerd i r. Dışarıda b u icrac ı ların b üyütü ldüğü kadar b i r mevkileri v e öyle kap ı ş ı l acak bir d u ru mları yoktur. Bat ı müzi�inin m i l lete mal edilmesi gayreti de tamamiyle iflas. etmiştir. Bütü n yasaklara ve seviyesizliklere rağmen Türk M i l let i git­ ti kçe artan bir şevk ve ilgi i le kendi m us i kisine sarılmış, ondan kop­ mad ı � ı n ı ve kopamıyaca�ı n ı dosta d üşmana göste r m iştir. Türk M i l­ letini� b u ezici tamayü l ü karşısında batı müzikçiferinin kompieksleri ve çaresizlikleri g ittikçe a rtmış, nihayet sağdan soldan Türk musiki­ sine tutunma gayretleri baş göstermiştir . H afif m üzik sahası n ı kap­ layan a ranjmanlar, Türk halk musikisi nden medet ummalar bunun m i­ sali olduğu g i b i , Türk m usikisinin itibarı karşısı nda gitt i kçe yoğu.-ıla­ şan panik havası da bu yoldaki son ç ı r p ı nışlar halini almıştı r. Türk musikisi b üyüktür. Türkün olan yalnız odur. lsHkbalde de Türkün m usikisi yaln ız o o l acaktı r. Batı m üziği politikas ı n ı n Türkiye­ deki neticesi tam b i r fiyaskodur. O müziğe harcana.-ı para lar ve emek­ ler eğer Türk musikisine harcansayd ı bu musiki kim bilir şimdi nere­ ye varmı ş o l u rd u . Art ı k bugün bu dönüşün, bu Türk rönesansının d a zamanı gelmiştir. Tür k m usikisine sah i p ç ı kanların istediği şey de, batı müziği esnafın ı nkinin aksine, çok medenidir. Türk m usikisi men­ supları ve m i l let b i r batı müziği yasağı istemiyorlar. Sadece eşitlik ve eşit şans, eşit devlet i lgisi istiyorlar. O da devam etsin , bu da. Onun da konservatuarı olsun, bunun da. Kaldı ki Türk devleti her şey­ den önce Türk musikisine itibar etmeğe mecburdur. Türk musikisini Tür.k M i l leti nas ı l olsa g öt ü recektir, fakat bu devirde büyük bir kü ltür kol u böyle b i r disiplinsizlik ve sahi p l izsik içinde bırakı lamaz. Mari­ fet i ltifata tabidir. Devlet vata.-ıdaşı n verg i lerinden toplanan parayı onun musikisinden esirgeyemez; artık i ltifat ı n ı bu maritete çevir­ melidir. Tü rk musikisi Türk kü ltü r bütü n l üğünün ahengine ve Türk ruhu­ na çok uyg u n düşmektedir. Bu musikinin en büyük vasfı , Türk kü ltürü­ n ü.-ı u m umi karakterine uyg u n o larak, tabiiliktir. Türk musi kisi tabiidir, gerçekç i d i r, insanid i r. Insan sesi nin ve tabiat ı n musikisinin çerçevesi içinde hareket etmeyi esas sayar. Birbirini takip eden sesler arasın­ da beklenen, ahenkli ve tabii i rtibatıo b u lunması Tür.k musikisinin bariz bir vasf ı d ı r. Bu m usiki kopuk lukları n , aşırı zıtlı kların musikisi ·değildir. Esasen batı müziği nde de Türk müsi kisine benzeyen, onun


TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

387

gibi tabii ve i nsicamlı olan eser ler ası l g üzel olanlard ı r. Karakteri gü­ rültüye katiyen müsait değildir. Sadelikte i htişam, i11cel ikte derinlik a ramak ve bulmak, insan ruhunu böylece u lviliklere götürmek peşin­ dedir . Bu bakımdan diğer Türk kültür unsurları ile Türk musikisi ara­ sında tam b i r paralell i k vardır ve Yahya Kemal'in büyük bir isabetle teşhis ettiğ i g ib i Türk musikisinde " Bize benzer o ka inat� mevcuttu r. Türk musikisinin bir karakteri de daha çok söz musikisi olmas ı d ı r. Bu bakımdan Türk musikisi Türkçenifl söyleyişine, Türk d ilinin kendisine has deru ni ahengine s ı k ı sı kıya bağlıdır. Türk musikisi Türk d ilinin mu­ sikisinin dışına ç ı·k ı nca derhal kaybolur. Dil i le musiki arasındaki bu sıkı i rtibat Türk musikisine büyük bir m i l li karakter vermiştir. Türk, musikisini kendi dili hisseder ve bu sebeple ondan kopamaz. Türkün dilinin akışına ve ahen g i ne, Türk söy leyişine uymayan melodiler, haykı rışlar, terenmünler, musiki cümleleri Türk musikisinin d ışı nda kalır. Türk musikisinifl başka b i r vasfı da eserde birlik ve bütünlük u n­ surunun bulunmas ı d ı r. B i r eserin parçaları b u musi kide hep b i rbirini tamamlar, b ir b ütün teşkil ederler. Bütün b u vasıf lar, dediğimiz gibi diğer Türk sanatların ı n ve kültür unsurları n ı n da, tek kelime ile Türk insanı n ı n da harakteridir, tabiatidir. Onun içindir ki kıyamet kopsa Türk Mi l leti Türk musikisinden kopmaz. Gelecekte Türk musikisini bir çok gelişmeler bekliyor. Büyük or­ kestrasyonlar bekliyor. Sazlarda i nkişaf bekliyor. Daha çok saz m usi­ kisi haline g elmek bekliyor. Tek bir konseri dolduracak büyük soluk­ lu uzun, geniş ve çok cepheli eserler, poemler, hikayeler, tabiat ve kai nat sesleri bekliyor. Tek sesl i şaheserlerin yeni yefli örnekleri ve Türk musikisi atmosfe ri nde kalan çok sesli eserler bekliyor. icra mü­ kemmelliği bekliyor. Mektepli b i lgisi ve disiplini bekliyor. Batı müzi­ ği seviyesinde teknikleşmek, ciddiyet, müesseseleşmek, ananeleş­ rnek bekliyor. Yeni büyük besteka rların yetişmesi bekliyor. Tek keli­ m e ile okul laşmak, akademileşmek, öğ reti m bekliyor . Bunu da tabi ancak devlet yapacaktı r. Ş i mdi Türk m i l leti yüce ve aziz devletinden i şte bul'lu bekliyor. l i k bakışta görünmemekle beraber, musikideki bozulmanın cemi­ yetteki sosyal çözül mede büyük b i r amil olduğu derin b i r gerçektir. Türkiyeni n m i l li kültürden kopa rı lması nda Türk musikisine düşmanlı­ ğ ı n büyü k b i r payı vardı r. Türk musi.k is inden kopan m i l l iyetçilikten de kopar ölçüsü Türkiyedeki gelişmede açıkça isbat edi l miştir. Onufl içindir ki musiki politikasında yapı lacak tedavi cem iyetteki sosyal bo­ zulmanın da tedavisi olacakt ı r.


338

TÜRKIYENI N BUGÜNKÜ MESELELER1

OlGEn SANATLAR Türk m i lleti nin edebiyattan plast i k sanatlara kadar diğer saha­ l arda da büyük b i r varlı ğ ı vard ı r . Türk d i l i ve edebiyatı Tü rkoloj i adı altı nda uzun zamandan beri bütün d ünyada m üstakil ve cazip bir d i­ siplin olarak i n celeme, araştı rma ve öğretim kon usu yap ı l d ı ğ ı gibi , Türk !Jiasti k sanatları da müstal<il ve daimi m il ietler a rası kona releri teşe�kül edecek kadar ön plana çı kmıştı r. Türk sanatı n ı n dünyaca ka­ b ul ed i len ve g itti kçe yükselen bu gerçeğine m u kabil Türkiyede, ak­ l ı n ve i l m i n hakimiyetif'lin kurulamaması dolayisiyle, bu büyük hazi·· neye de s ı rt çevri lmişt i r. Her sahada m i l li Türk sanatı terk edi!erek !>cysuz batı taklitçi liğin in çı kmazına saplanı l m ı şt ı r. önce hümanizm, sonra onunla b i r l i l<te mar.ksizm Türk sanat ı n ı n kökütıü ku nıtacak b i r anlayışı ve sistemi Türkiyeye yerleştirmişti r. Bunun için b i r yandan zihniyet, b i r yandan tatbikat değ�ştirilmiş­ t i r. Zihniyet bahsinde m i l l i sanat yerine n sanat ı n m i l liyeti ol maz, sa-­ n at beynelmileldirıı anlayışı hakim k ı l ı n m ı şt ı r. Tatbi katta ise bir kültür unsuru olarak Türk sanat ı n ı n teşki latlanması ve devam l ı l ı ğ ı önlenmiş, onun böylece tabii b i r ölüme terk ed i l mesi şartları hazırlanmıştır. Bu a rada Türk sanat eserlerinirı koru nmasına gerekli ilgi gösteri ! memiş; Türk sanat ı n ı devam etti recek eleman yetiştiri lmesi b ı rakı l m ı ş ; Türk ' s::!nat kolları, başta m im ari olma k üzere, öğretim veya ye!erli öğ re­ tim çerçeve::.inden ç ı karı l m ı ş ; Türk sanatı atölyelerinin kendiliğinden sönmesine ve kapaf'lmasına d ikkat ed i l m iştir. Okullar dışı ndaki Türk el sanatları n ı n ve Türk sanalkarl ı ğ ı n ı n yaşatı lması için de hiç blr hi­ maye tedbiri alı nmamışt ır. Bu hususta en b üyük sorumluluk şüphesiz G uzel Sanatlar Akade­ misine aittir. Türk sanat ı n ı n merkezi ve en büyük koruyucusu olması lazım gelen bu devlet müessesesi b u vazifeyi yapmak şöyle d u rsun, eski Türk sanatın ı söndürmek için lfız ı m gelen her türlü başkalaşma­ n ı n içinde ısrarla yol almı ş ve almaktadı r. Akademi başlangıçta sağlam temeller üzerine kurulmuş ve değerli sanatkarlar yetiştirerek gerçek­ ten milli sanatın içinde ka!masını b i l m i şt i r. Fakat Atatür k devrinden sonra bu müessese b i r ara l ı k sessiz sekilde yeni b i r ekibin eli­ ne geçmi ş olduğu için, s ü ratle kabuk değiştirmiş ve m i l li sanat anla­ y ı ş ı ndan sıyrı larak hümanizmin paraleline g irmişti r. Böylece her sa­ hada m i l l i yaratıcı l ı k devri b itmiş, takl itçi ve o rij i nal olmayan bir bey-


389

TÜRKIYENIN B UGÜN K Ü MESELELERI

ne:mi lelciliğin ç ı kmazlarına sapla n ı l mışt ı r. Bu arada yeni elemanlar yetiştiri lmeyerek, eski hocaların emek l i l iğ i i le, Türk sanatı atölyelerinin birer birer kapanmasına seyirci kalındı�ı gibi, bir m i l li reform ü midiyle kurulmuş olan ve başlang ıçta kuvvetl i bir varlık gösterme i htimal leri­

ni beraberinde getiren

Türk

güdük h a le getirilmiştir.

Sanatı

Tarihi

Enstitüsü de zamanla

Bununla da kalınmamış,

bu devirde Türk

M i l letine, Türk devletine ve Türk sanatına hakaret teşki l edecek şe­ k ilde Tü rk Sanatı K ü rsüsü de la�volunarak elemanları umumi Satıat Tarihi kürsüsüne aktarı lm ış, bunların emsal leri aras ında terfi ve dola­ yisiyle çalışma yol ları ve ümitleri de söndürülmek istenmiştir. Hülfi­ sa bu müessese tamamiyle m i l li sanatın, aynı zamanda şüphe yok güzel

sanatın

da,

d ışına

düşmüş

ve

islahı

güç

b i r d u ruma gel­

miştir. Şimdi ya bu müesseseyi yeni baştan kurmak veya bir kenar­ da bırakarak yeni ve gerçek bir Türk Güzel Sanatlar Akademisi aç­ mak gerekecek bir noktaya u laşı lmıştı r. Yalnız ellinci y ı l dolayısiyle son senede lstanbulun çeşitli yerlerine serpişti rilen yirmi kadar eser güzel sanatlar sahasında nerede bulunduöumuzu hiç b i r delile ihtiyaç bırakmayacak şekilde gözler önüne sermektedi r.

Diğer tekni k yüksek okullar ve teknik ü n iversitelerd� de Türk sanatıcı ı n durumu tatbikat sahasında ayni i hmal ve unutulmaya terki n içindedi r. Şurada b u rada yetersiz mimari tarihi dersleri görü lür. Fa­ kat bunlar nazari ve tesirsiz, hocaya maaş tem i ninden başka bir işe yarnmayan çabalamalardan ibarettir . Her tarafta Türk sanatıarına bit­ miş, tarihin ma!ı olmuş gibi bir yanl ı ş a n layışla bak ı l maktadır. Hal­ büki Türk sanat eserleri bütün ihtişam ı ile yaşamakta ve öğren i l i p tatbik edilmeyi beklemektedir. Tatbik edilmemesinin v e devam etti­ r i l memesi nin tek sebebi b i lgisizlik ve gayretsizlikti r. Yoksa Türk sa­ nat ı n ı n tarihin malı olmuş, müzelik olmuş tarafı yoktu r. Hatta son za­ ma'1 1 a rda bazı kollarda bu sanat endüstriye b i le geçmiştir. Her şey Türk sanatına sahip ç ı kmaya bağlıdır.

M imari ve süsleme sanatları bugün de bütün i htişam ve renkli­ liği ile devam ettirileb i l i r. Tü rk mimarisi zaten i nsan oğlunun yarat­ t ı ğ ı en büyük mimarilerden b i ridir. Bugün yap ı l arda görü len soysuz ve çirkicı kibrit kutusu m i marisi yerine bu muhteşem m i m a riyi modern bir şekilde devam ettirmek Türkiyenin sat h ı n ı ne kadar güzel leşti rir. Bunun için mimarları ve mühendisleri Türk m i m arisinin içinde yağu­ rarak yetişti rmek laz ı m d ı r. Türk m imarisi bugünkü g i b i ölü bir sanat


390

TÜ R K iYEN I N B U G ÜN K Ü M ESELELER I

tari hi dersleri şekl inde değ i l , yüksek okul v e ü niversitelerin i lg i l i bö­ l ü m ve fakü ltelerinin esas öğretim yapı s ı n ı teşkil edecek şeki lde oku­ t u lmal ı d ı r. Türk m i marisi m i l leti n kültürüne uygun o larak taşıd ı ğ ı : - Vekar, haşmet, bü nyeden taşan azainet, sadeli kte ihtişam, tabiate zıt düşmeme ve tabiati tamam lama , için dı şın uygunluğu , samirniyet ve beşeri sükOn, vuzu h, açı k l ı k, ayd ıfl l ı k, yekpare l i k, yeşi lle ve ağaç­ la sarmaş do laş olmak- vasıfları il e bugün de, gelecekte de yaşa­ yacak olan, yaşatı lması l az ı m gelen b ir m imaridi r . Şeh i rci l i·k te de şeh irler daha fazla çirkinleşmeden bu m i mariye, onun icapla rı na dön ü l melidir. Eski Türk, Selçuk, Osmanlı şehirci l i ğ i ç o k i leri v e güzeldi . Şehrin kurulacağı tabiat parçaların ı n �eçimi, ta­ biatı n devamı g ib i bir fışkırma, tabii örtüyü koruma ve bel i rtme, ağaç­ la l<oyufl koyu na olma, ahenkli b i r merkezilik, ortaya yönelen yol lar ve sevim l i meydanlar Tü r k şeh ircil iğ inin ana vasıfları d ı r. Bu vasıfların korunması ve devam ettirilmesi de Türk mimarisine dönmek ve onu asrın icaplarına söyletmakle mümkündür. Türl< süsleme sanatları ise , dediğ im iz gibi, bugün sanay!e de gi r­ mişti r. Bunu daha da geliştirerek Türk sanat ı n ı n her yeri feth etmesi kolayl ı k l a sa�lanab i l i r. Resim ve heyket başlangıçta Türklerde de vard ı . Fakat sonradan lslamiyetin put ve şek i lperest l i kten kaçması dolayisiyle, terk ed ilmiş­ tir. Onun yerine m inyatür ve b i l hassa hat sanatiyle resim zevki tat­ m i n edilmeğe çalı ş ı l m ı ştır. N ihayet yeni devi rde Avru padan resi m ve heykel ifl al ınması çok isabet l i olmuş ve b u sahadaki boşluğun dotdu­ rulması yolu açılmışt ı r. Başlangı çta b i l h assa resim m ü kemmel i nkişaf etmiş ve değerli eserler meydana getirilmiştir. Sonradan hümanizm , tak litç i l i k ve marksizm y ı k ıc ı l ı ğ ı ve sefalet anlayışiyle bu m i l l i ç ı ğ ı r d a dejenere edilerek bugünkü soysuztaşma ortaya çı kmıştır. Bugün resim, klasiği bilmeden ve k lasiğe s ı rt çevirerek modern olmaya ça­ l ı şan şeki lsizlik, ahenksizlik, renksi zl ik ve gerçek üstü cülü k, daha doğrusu gerçek dışıcı l ı k i çinde çı rpınıp d u rm aktad ı r. Heyket ise daha konu kıtl ı ğ ı n ı o rtadan kal d ı ramayan b ir emeklema devrinded i r. Ge­ rek resi m , gerek heykel , ç ok l üzumlu olmalarına rağmen, bu gayrı m i l­ l i tutum içi nde Türk cemiyeti ne gerekeni vermekten bugün tabii çok uzakta b u l u nmakta, bu sahalarda m i l l i dehaya, m i l l i kabi l"iyetlere ve m i l l i sanata i m kan verme çarelerine çok m u htaç b i r kısır l ı k ve boca­ lama hüküm sürmektedi r.


TÜ RKIYENiN B U G Ü N K Ü MESELELERI

391

Edebiyatta da durum aynı d ı r . Çok büyük bir geçmişi, çok değerli bir ananesi bu l unan Türk edebiyatı Cumhuriyetten sonra u laştığ ı M i l li Edebiyat marhalesinde fevkalade hayı rlı ve ü m itli b i r inkişaf vadisine g irmiş, fakat Atatürkten sonra bu vadide41 ç ı karı larak h ümanizmin, materyalizmin ve marksizmin bata klı ğına saptanmıştır. Böylece Türk edebiyatı nda bir fetret devri başlam ı şt ı r. Bu fetret devrinde en büyük zarar gören saha şiir olmuştur. Ş i i rin şek l i bozu lmuş, ahengi ve ya­ pısı bozulmuş , d i l i uydu rmacaya çevril m iş, muhtevası y ı k ı c ı l ı ğ ı n ve hiçliğin inhisarı altırıa girmiş, neticede Türk M i l leti n i n şii rle fiilen irti­ batı kes i l m işti r. Türk M i l leti Orhan Vel i ve Cahit Sıtkı nes l i nden sonra gelen şiiri tan ı mamakta, kab u l atmernekte ve o noktada batmış olan m i l l i Türk ş iirinin bir gün yeniderı doğuşunu beklemektedir. Ayni bozu kluklar ve ç öküntü tiyatroda da hem eser, hem mu hteva, hem şe­ ki l ve d i l , üstelik hem de tatbik at ola rak, daha kaba bir şeki lde görü­ l ü r. Roman ve h ikayede durum biraz daha iyidir, okunmak i htiyacı kend isini daha çok h issettirmekte ve bazı şeyleri kurtarmaktadı r . Ama y ı k ıc ı l ı k da ayni şekilde ağ ı rl ı� ı n ı devam ettirmektedir. Tenkit ve a raştı rma, inceleme sahasında ise y ıkı cı l ı k büsbütün alevlenmiştir. B u edebiyat hangamesinde hem şek i l ve hem muhteva bakımın­ dan m i l li edebiyat ruhunu devam ettiren sanatkarlar ve eserler de mevcuttur. Yarına kalacak olanlar da esas�n ya lnız bunlard ır. Fakat bunlar bugürı adeta boykot edilmiş d u rumda b u l unmakta, edebixat sahas ı n ı yal n ı z y ı k ı c ı , gayri m i l li ve marksist edebiyat kaplamış, inhi­ sarı ve tahakkümü altına almış b u l unmaktad ı r. Devlet müesseseleri bu soysuz edebiyatı günün edebiyatı saymakta ve buna itibar etmek­ tedir. Böylece edebiyat sahası adeta d üşman işgal ine g i rmiş durum­ dad ı r. Edebiyat bu du ruma getiril i rken her şeyden önce M i l li Edebiyatın yörıelmiş olduğu m i l li muhteva edebiyattan kovu l muştur. Onun yerine setalet edebiyatı , edebiyata insanı sokmak iddiası i l e , getirilip otur­ tutmuştur. Sanki insan yal n ı z setaletin i nsan ı , i nsani değer yal n ı z p i s l i k v e çirkinli kti r. Bütün edebiyat kolları sosyal gerçekç i l i k ad ı a l ­ t ında bu sefalet edebiyatı rE��"ı g ine boyanm ıştır. B u arada köyün fazi­ letlerin! görmeyen, yalnız mübalağa edi lmiş veya uydurulmuş i ğ renç­ l ikleri n i ve pisl iklerini işleyen köy romanı almış yürümüş; şiirde lağı ­ m ı n ve l ağ ı m c ı n ı n şiirini yazacak kadar i l eri g i d i l m i ş ; romanda, h ika­ yede, tiyatroda cemiyete ve Türke, Türkün değerlerirıe sövme ve marksizmin y ı k ı c ı l ı ğ ı ve propagandası tekrarlanıp durmuştur . Hülasa


TÜRKIYENIN B U GÜNKÜ M ESELELERI

392

son devirde, başta en tesirli kol ları olmak üzere, bütün edebiyat Tür­ kiyede marksizmin kontrolü altına g irmiş, herkes de buna seyirci kal­ m ı ştır. *

Işte aklın ve i lmin h akimiyetinin kurulamaması de tayisiyle Türki­ yede böyle bir mefhumlar aClarşisi ve böylesi bir vasat o rtaya çıkmış­ t ı r. Bu durum yalnız memleketi çözerek, salim düşünceden ve hareket­ ten uzaklaştı rarak bir var olma veya yok olma, bir siyasi huzur dava­ sı o rtaya ç ı kmasına yardım c ı olmamış, aynı zamanda i ktisadi kalkı nma davasını da gerçeğin ve sağ duyunun hudutları d ı ş ı na itmekte mühim b i r rol oynamıştır. Peki, niçio Türkiyede aklın ve ilmin hakimiyeti ku­ rulamamı ş ve memleket bunun sebep olduğu bir çok iç zaaftarla kar­ şı karş ı ya kalm ıştı r? Bu noktada işte karşım ıza Türkiyenin beşinci ana meselesi ç ı kmaktadır. O da M i l li Eğitim d avas ı d ı r.


5.

MİLl..t

IGGiTİM

Gerçekten yu karıdan beri birbirine bağl anarak s ı ralanan bütün m�mleket meseleleri sonunda gelip M i l li E ğ itim davasırıda düğümlen­ mekte d i r. Her şey, bütün iç zaafla r, memleketi dar bo{Jazlara sü rükle­ yen bü:ü n sebepler M i l l i Eğitim i n bozukluğundaf'l doğmaktad ı r. M i l li Eğitim bozuk olduğu için Tüfkiyede a k l ı n ve i l m in hakimiyeti kuruia­ mamakta; M i l l i Eğitim bozuk olduğu ve aklın ve i l m i n hakim iyeti ku­ ru lamad ı ğ ı için iktisadi kalkınma davası ara!J saçı na döndürü lmekte ; M i lli Eğitim bozuk o ld u ğu, aklı·rı ve i l m i n hakimiyeti k u rulamadığ ı ve i ktisadi kalkınma meselesi sükunetle çö:z ü lemedi {J i için siyasi huzur ve istikrar temi n edilememekte; M i l ll Eğitim bozu k o l d u ğ u , akl ı ;ı ve i l m i n hakimiyeti kuru!amadığı , i ktisadi kalkınma meselesi akı l l ı u::olu çözülemediği, s iyasi huzur ve istikrar sağlanamadı ğ ı için Türkiye var olma veya yok olma davası ile karşı karşıya gelmiş bulunmaktadı r. Demek ki Türkiyenin beşinci ve bundan Öflceki dört ana davas ı n ı n da­ yand ı ğ ı esas meselesi, bütün maseieierin kaynağı M i l li Eğitim da­ vasıd ı r . Bu niçin böyledi r ? Maarifin aksayan tarafları nelerd i r ? Tefer­ ruata g i rmek istenmezse, buf'lun kestirme cevab ı n ı b i r cümle i le ver­ mek m ü m kündür ve denileb i l i r ki M i l l i Eğitimin bozuk o lmayan tarafı yoktur.

Eğitim buhranı

Evet, Tü rkiye uzun zamandan beri büyük b i r eğitim buhranı için­ ded ir. B u b u lı ran bugün memleketi sosyal, k ültüre l ve hatta ekarıomi k neticeleri itibariyle adeta kas ı p kavurmakta ve on u derin ç ı kmazlara sürükleyecek b i r vahamet derecesine yükselmiş b u lunmaktadı r. Onun için, Türkiyenin en büyük meselesi , teredd ütsüz, bugün M i l li Eğitim davasıd ı r d iyoruz . Tü rkiye bu davayı halletmeden rahat yüzü görme­ yecekti r. Bütün meseleler sonunda g i d ip eğitime d ayanmaktadır.


394

TÜRKiYEN I N B U G Ü N K Ü MESELELERI

Ası l sorunılu Evet, Türkiyede her meselede baş l ı ca soru m l u eğitimdir. Çü.rıkü Tü rkiyede boz u k l u k m ü nevverded ir. Türk halkı, Türk m i l leti çok sağ­ lam bir b ü nyeye sah i ptir. Memleketteki hiç bir aksakl ı ktan Türk hal­ k ı n ı mesu l tutamazs ınız . Tü rk halkı daima b üyük bir kü ltürün taşıyıcı­ sı ve yü ksek bir i rfan ı n temsi lcisi ola gelmişt ir. En cahil bir Türk köy­ lüsü ve dağdaki çobanı b i l e iyi il e kötüyü, dost i le düşmanı yüksek i rfanı sayesinde kolayca ayı rt edebil i r. Sezgi yolu ile b ilmek şekl i n­ de ifade edeb i leceğ i m i z bu i rfan of'lun b u sahadaki yü ksek kab i liyeti ve tarihi tecrübesiyle teşekkül etmiş ve b ilenmiştir . Buna karş ı l ı k bütün sosyal hasta l ı kları m ünevverlerimiz arasında g öreb i l i rsiniz. Bu niçin böyle olmaktad ır? Niçin i rfan ı yü ksek sağlam b i r halktan i rfanı kaybolmuş, üste l i k bilgisi de tam olmayan bir yarı ayd ı n z ümresi yetişmektedir? Işte b u rada başl ı ca soru m l u o la ra k kar­ şımıza eğitim çı kmaktadı r. Çünkü halk il e ayd ı n arasındaki köprü eği­ timdir. Bozuk b i r eğ itim maki nesi sağlam bir halkın çocuğun u a l ı p onu yeterli o lmayan bir okumuş yazmış haline getirmektedi r . Şüphesiz b u m ünevver bozu k l u ğ u mutlak bir hud utta değ i ldir ve Türk iyede bugün sağ lam m ünevver de vard ı r. Memleket esasen bu­ gün b u n ların yüzü suyu h ü rmetine ayakta d u rabi lmektedir. Bunlar umumiyetle Atatürk devriflden feyz almış nesle mensupturlar. Daha sonraki nes i l ler içinde ya kendi kendisine veya Atatürk nesli hoca­ ların ı n ve sahipsiz kalm ı ş k ü ltürünün yard ı mıyle bozu k maarif çarkın­ dan kendi sini k u rtarmı ş olaf'l değerli ayd ı nları da b unlara i lave etmek lazımdı r. Bu g u rubun d ışında kalan ve ekseriyeti teşkil eden m ünev­ verler u m u m iyetle yarı aydı n durumund a olan okumuş yazmışlard ı r. Bu sebeple, Atatürk nesli ortadan çekilmeden, bozuk maarif makinesi­ ni tam i r ederek onu iyi m ünevver yetiştiren b i r mekanizma hali ne ge­ ti rmek bugün Tü rkiye için hayati b ir davad ır.

Anlaşılan gerçek Türkiyede maarifin bozukluğu, bütün meselelerin maarifte düğüm­ lendi ğ i , çözüme oradan başlamak lazı m geldiği konusu öteden beri b i l i nef'l , an laşı lan ve söylenen bir kon u d u r. Türk m ütefekkirleri s ı k s ı k ,


T Ü R K iY E N I N B UG Ü N K Ü M ESELELE R i

395

.denileb i l i r k i aral ı ksız bu mesele üzerinde d u rmuş, cem iyeti ve i l g i l i ­ l eri ikaz etm işlerd i r, Neticede bu fikir çok yayg ı n l aş m ı ş v e M i l l i eği­ tim refo rmu isteği u m um ileşm işt i r. Türkiye son zamanlarda b u g ayre­ tin içi ndedi r. Fa kat, hemen bel i rte l i m k i , çı kan kan u n l ara rağmen, Tü rkiye henüz b u konuda ümitli bir başlangıç yoluna girmiş olm ak­ t a n çok uzakta b u l u n maktad ı r .

Teklifler

M i l li Eğitim reformu konusunda su yüzüne ç ı k m ı ş b u l u nan tekl if­ teri döri madde etrafı nda taplamak mü mkürıdür. B u nl ardan b i ri neisı b u t i 9 okullar yerine ş u tip oku l lar açmak, eğ iti m i n çeşit l i bahislerin­ de sadece şek i l değ i şti rmek peş i nde olan şeki l c i görüştür. En geçerl i olan bu görüşün sahi p leri fikirsiz ve sistemsiz idareci ler, pol iti kacı­ lar ve bakanl ı k yetki l i leridir. Bunlar işin önem i n i de , esas ı n ı d a l<avra­ yamayarı, hiç b i r şeyin farkı nda olm ayan, g ü n ü g ü n etmeye bakan; adeta bu bah iste kafa bakı m ı ndan sorumsuz olan tipik yarı münev­ verler zümresid i r . I k inci teklif bugünkü karı ş ı k v e g ayri m i l l i sistem i d aha da i leri­ ye götürmek ve yaym ak arzusu ndadı r. Bu görüşün ası l sahipleri hü­ nı an istlerd i r . Diğer m i l li kültür düşmarı l a n d a derece derece onl a r ı n etraf ı nda ye r a l ı rl a r . ü ç ü n c ü tek l i f eğitimi bel l i b i r ideoloj i n i n a leti h a l i ne getirmek istemektedir. Bu görüşün sahipleri marksistlerd i r . Bunlar " ha l ka dö­ nük eğitim n sloganı altı nda eğitimi sosyal istleşti rmek hedefi peşin­ de koşmaktad ı rl a r . Dörd üncü tek l i f k ı saca eğitimi m i l liieşti rmekt i r . Bu görüş Türk teiekkü ründe · m azi si olan tek görüş olduğu g ib i , Türkiyede eğitim davas ı n ı mesele hal ine getiren, su yüzüne ç ı karan, eğitim reform u zaru ret i n i de kabu l ett i ren başlıca görüştür. Bu görüşü n sahi pleri, tabii, m i l l iyetçi lerdir. Başka gurupların a s l ı nda b i r eğitim meselesi yoktur. Onlar m i l l iyetçi lerin b u d avas ı n a ister i stemez te.rıas etmek d u ru mundadı r. Bugün de en büyük ağ ı rl ı ğ ı o l a n , en büyük tazy i k i yapafl. t e k c i d d i i htiyacı v e fikri tem s i l e d e n b u görüştür. Ş imdi Tür­ kiye tabandan, m i l letten gelen bu tazyikle b u n u b i r şekil değ i ş i k l i ­ ğ i fo rmülü içi nde geçişti mı=ğe çal ı şan reform tatbi katı arasındaki •uyg u nsuzluğun ve uyuşmaz l ı ğ ı n s ı k ı ntısı içi ndedi r. ·


396

TORKIYENIN BUGÜNKÜ M ESELELER�

Bakanlık

ve

refonn

Gerçi M i l l i Eğitim Bakanl ı ğı11ın ve u m u m iyetle resmi çevrelerin son re1orm temayü l ve gayretlerinde bazı müsbet noktalar vard ı r. Fakat bunlar iğreti ve zoraki b i r manzara arz etmekten i leri g i deme­ mektedir. Getiri len fiki rler sistemden mahrumdur, fikirler tutarl ı de­ {; i ld i r, fikirle tatbi kat ise hiç b i ri n i tutmamaktad ı r, açık b i r yasak savma ve tazyiki bertaraf etme hali mevcuttur. Bu durum, bu bölük pörçük reform fikir ve gayretleri reformun ve e � itiın de m i llileşmeni n d ışarıdan tel ki n ve teklif edilmesi11den, ba­ kan l ı ğ ı n b unları tam hazınedemeden esen rüzgAra g ö re i slikarnet almasından, a l ı r görünmesinden i leri gelmektedi r. Bakan l ı k kerıdi içi nelen doğmuş ve gelişmiş bir reform sancı ları içinde olmayıp, re­ form yapmağa kal k m ı ş gözükmekted ir. Bakanl ı ğ ı n sistemli b i r refor­ mu gerçekleştirme�e esasen bü nyesi de elverişli değ i l d i r: Her şey­ den örıce, teş k ilat ve eleman olarak, kendisi retanna mu htaç olan bir bünyenin, sisteml i b ir reform u değ i l , i leri sü rülen perakende bir kaç maddeyi bile gerçekleşt irmesi beklenemez. Ayrıca getirilen teklifie­ rin tatbi k kab i l iyet i n i de baka n l ı ğ ı n ölçemed i ğ i ve maarifin yeni b i r tecrübe tahtası olmak i ht i ma l i i le karşı karşıya bul unduğu görülmek­ ted ir. ·

Reformurı esas ı n ı yani eğitimin m i l l ileşti rilmesi fikrini doğru ola­ rak anlamasına ve tatbi k etmesirıe ise bu bakan l ı ğ ı n şartlanmış hali ve tutumu hiç elverişl i deöi ld i r. Bakanl ı k başta hüman izm olmak üzere m i l li k ü ltüre karşı olan a k ı m larla ve bu akım ların kökleşmiş tatbi­ katiyle otuz yıld ı r öyle şartlanmıştı r k i işi temelden almaya-rı ve de­ r i nlere i nm eyen ; bütün eğitimi teşkilatı i le, zi h niyetiyle, ideoloj isi i le , muhtevası i l e isiaha yönelmeyen b i r reform ; bütün bakan l ı ğ ı temelin­ den s i lkefeyen çok köklü b i r hareket d ı şı nda ; her tedbir satı hta kalma­ ğ a ve geçici olmağa mahkümdur. Bakanlı ğ ı n bugün kanun metin­ lerine, akseden demi ye li m , şöyle b i r iliştirilen m i l l iyetçifiği de böyle satı hta kalan fat m i l l iyetçi l iğ inden, sözde m i l liyetç i l i kten ibaretti r. Fiili m i l l iyetçi l i kten c iddi hiç b i r eser ve bunun her hang bir ihtimal i ufuk­ ta gözükmemektedi r. Eğitim hü manizmden, materyal izmden, Mark­ sizm i n sızmaları ndarı, bölücülükten, taassuptan ve milli kültü r düş­ manl ı ğ ı ndan kurtulacak da fiili m i l l iyetçi l i·k yani m i l li k ü ltür rayına­ oturacak ve ayni zamanda bunları yapacak b i r kadro değ i ş i k l i ğ i ger-


TÜRKIYENilli B U G Ü N K Ü M ESELELERI

397

çekleştiri lecek; bunun görünürde hiç bir belirtisi bulu nmadığırıı söy­ lemek elbette ki kötümserl i k olmayacaktı r. Bakan l ı k, tedavi şöyle dursun, bu işte d aha teşhisi koyacak durumda değ ildir .

Gerçek

:-€�cmı

Eğitim reformuna sağlam b i r şekilde yanaşmanın i ! k şartı, �üp­

h e s i z , doğru teşhistir. önce hasta l ı ğ ı , derdi iyi teşhiG etmek lôZiTr.­ d ı r. Bunun iç in , gelin , evve!a m i lli e ğ it i m i n vazifesini·rı ne olduğunu tesbit edelim. M i l l i eğitimin vazifesi n i şu dört nokta. e tiaf ı nda top­ laya b i l !riz 1 . Yeni nesilleri okutup yetiştirmek. 2. Cem iyeti münevverleşt irmek, cehaleti gide r m e k , halkın b i l g i sev i yes:ni yükseltmek.

3. Türk M i l let i n i n çağdaş med�iyete ayak uyd u rması için ge­ reken i l i r:ı ve bilgi hayat ı n ı kurmak ve teknik gel işmeyi sağlam a k . 4. Türk kültü rünü

korumak, yaşa!mak, geliştirmek.

M i l li Eğitim B akan l ı ğ ı bu hizmetlerden hiç birini bugüne kadar tayıkıyle yapamamış; layıkıyle şöyle d u rsun, imkanı nisbetinde b i l e yerine getirememiştir. Yeni nesil leri gerektiği gibi okutup yetiştirememişti r. Yarım ya­ malak, yafl ! ı ş prensiplerle ve metodlarla okutmağa ç a lı ş m ı ş , fakat ye­ tiştirme işini hiç becerememiştir. M emleketin sosyal bünyesine de, kalkınma ihtiyacına d a ters d üşen bir sistemi gellşti rmiştir. Hayat adam ı , halk adam ı , m i l let adamı yetişti recek yerd e ; mem u r yetişti­ ren, m ünevver işsiz yetiştiren, cem iyete ve gerçekiere ters düşen insanlar yetiştiren b i r eğitim k u rmuştur. Tekniğe ve teknii< öğretime yönelmekle çok geç ve çok yetersiz kal m ı şt ı r. Oku r yazar rı i sbetini , gerektiğ i kadar ve h ızia olmasa b i le, b i r dereceye kadar yü kseltmekle beraber, cemiyeti m ü newerleştirmek , halkın b i ! g i seviyesini yükseltmek ve umumi cehaleti gidermek ba-


398

TÜRKiYENiN B UG ÜN K Ü M ESELELE RL

k ı rn ı ndan şaş ı l acak derecede başarısız kalm ı şt ı r . Ne m i lleti bilgiye ı sındırmış, ne doğru bilgi verebilmiş, ne b i lgiyi ayı klayabilmiş, ne de bilginin şartların ı gerektiği şekilde kurabilmişti r. Türkiyeyi çağdaş medeniyet seviyesine ç ı karacak ilim ve tek­ n i k hayatı n ı da asrın icaplarırıa göre kuramamışt ı r. Bir memlekette i lmin ve tekniğin temeli akademi k hayat ve y üksek kademe ·kuruluş­ larıd ı r. Türkiyede bu atom çağı nda bugün ü niversite ve yüksek öğre­ tim gelişmesi bile kof b i r b üyüme istikametindedir. I l m i , i htisası ' derinleşiirmek yerine, payeler, ü nvanlar ve d i p lama daö ıtmanı n tabanı41 ı genişleten bir şark etiketçiliği almış yürümüştür. Tıp, m ü hen­ dislik v.s. g i b i prat ik sahalarda, maddi istikbal unsurunun da teşvi­ kiyle, durum y i ne de fena değildir. Fakat sosya l saha larda, bazı şahsi gay;etlere rağmen, yeterli, geçerli ve itibarlı b i r ilim hayatı hiç ku­ rulamamışt ı r. Aklın ve i l m i n hakimiyeti, saha nın, i htisası n ve m u h­ teva n ı n ehemmiyeti bakanlı kta daima ikinci plana iti l miştir. Hele so41 zamanlardaki sınıf geçmeyi kolayiaşt ı rma ve mektupla öğretim gibi gayretler eğitimi büsbütün içinden ç ıkı l m az şekilde sulandı rmak­ tan başka bir şey değild i r. Türk k ü ltürlınü koru mak, yaşatmak ve geliştirmek h izmeti ise tam b i r faciaya döndürülmüş, bakanlı·k tamamiyle m i l l i kültürün dışı­ na düşm üştür. Diğer hizmet sahaları41ı da a ksatan esas baŞarısız­ l ı k arnili şüphesiz kültür sahasındaki bu çöküntüdür. Bu dört h izmet sahasını daha da taparlar ve bi rleştirirsek iki kelime halinde h ü lasa edebiliriz: 1 . K ü ltür, 2. Bilgi veya öğretim. Yani başka adıyla ta lim ve terbiye. Işte Tür kiyede eğ it im hayatı uzun zamandan beri bu iki vazifeyi de gerektiği şekilde yapamaz duru mdad ı r. Şu halde maaritimizin hasta l ı ğ ı , bir yandan kültür nok­ sanl ı ğ ı , öte yandan öğretim yetersizliği içinde bulu41maktadı r. Gerçekten eğitim veya terbiye kü ltür ; m i l l i · eğitim de milli ·kül­ tür içinde öğretim demel< olduğu halde, maaritimizde büyük b i r kültür buhranı h ü k ü m sürmektedir. Bu eğitim m i l li siyasetten, m i l li hedeflerden, milli kültürün korunması ve devam ettirilmesi hedefin­ den mahrumdur. M i l li hedeflerden mahrum b i r eğitim ne istediğini ve .,e yaptığ ı n ı b ilmeyen b i r eğitimdir ki, ondan esasen hakkıyle bir öğretim de beklenemez. N itekim m illi k ü ltürden ve kültür politika­ sından mahrum b ulunan eğitimimiz Türk çocuklarını gerektiği gibi


TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERi

399-

okutamamaktadı r da . N e yeterli b i l g i ler verebilmekte, ne süzme ve e leme vazifesini yapab i lmekte, ne de tevzi fonksiyonunu yerine getirebi lmekte, böylece öğretim hayat ında büyük bir perişanlık hü­ küm sürmektedir. Fakat eğ itimin asıl ruhu, şüphesiz kültürc!ür, milli kültür politi­ kasıd ı r. Bir maarifirı matör gücünü o teşkil eder. Şu halde Türkiyede eğitimin isiaha m u htaç yönü b i l hassa kültür cephesidi r. Asıl vahim hastal ı k buradadı r. Islah edilen k ü l t ü r öğretimi de a rkası ndan sürük­ ler. Onun için eğitimde yapı lacak isiahat şekli değil, ruhu ; gayri m i lii m uhtevayı değ i l , m i lli m uhtevayı ; y ık ıcı fikirleri ve ideoloj ileri. deği l , yapıcı m i lli düşünceyi hedef alacak b i r islahattı r. Işte ma­ arifte her şeyden önce bu büyük reformu yapmağa ve eğitim siste­ mi mize milli kü ltü rü g eti rrneğe mecbu ruz. Bug ü n milli eğitimde ya-­ p ı lacak asıl reform bu parası z refo rmdur. Türkiyede maarif Atatürkten sonra bozulmuş ve milli ruhunu kaybetmiştir. Atatürk m ükemmel b i r maarif kurmuştu. Cumhuriyet devrin i n başı nda i ları edi lmiş ve hatta kanunlaşt ı r ı l m ı ş bulunan ueği­ tim birliği ve m i l l i eğiti m ıı prensibine, maarif işlerini yü rüten bakan­ l ı ğ ı n M i l l i Eğitim a d ı n ı taşımasına rağmen, anayasala rda ifadesi n i bulan m i l l iyetçi l i k v e m i l l i devlet fikrine d e , b ü t ü n mederıi alemdeki m2.arif esaslarına d a aykı rı olarak, Atatürkten sonra rayı ndan ç ı karıl­ mış bul unan eğitim hayatı m i l li vasfına ve m i l lilik ruhuna bir türlü otu rtulamamıştı r. Halbuki , dediğimiz g ibi, m i l li kültür milli eğitimin ruhudur. On­ suz bir öğretim boş bir zarftan i barettir ve m illi eğitim değildir. Ma� arif, öğretimi, yani bilgileri m i l li kültür ruhu ve çerçevesi içine sok­ madarı, m il li terbiye esaslarını gözetmeden vermeye kalkarsa vazi­ fesini yapamaz. Yani memleketi n istikbalini omuzlamaya haz ı r ve lay ı k i nsanlar yetiştiremez, memleket çocukları na i leri atı l ı ş için la­ z ı m gelen dinamizmi veremez. M i l l i kültürden, dolayısıyle, Türkü Türk yapan değerierden mahrum ; ü stelik, m i l li şahsiyeti sağlam ol­ mad ı ğ ı için, gerekli bilgileri de tam marıasiyle hazmademiyen bir yarı ayd ı n zümresi üretir. M ünevverliğin ölçüsü yalnız bilgi değ i l , b i l g i i le m i l li kültürü bağdaşt ı rm ı ş sağlam bir şahsiyettir. öbürü yarı ay­ d ı n dı r. Bu yarı ayd ı n m i l letinin içinde yaşayan bütün değerlerden soyunmuş ve soyulmuş, adeta beyni y ı kanmış bir var l ı ktı r. M i lletin­ derı kopmuş , halkı i le arası nda uçurum açılmıştır.


T Ü HK IYEN I N B U G Ü N K Ü M ESELELERI

Her mem !eket, m ü nevveri tarafı ndan idare edildiği ve daima öy­ ·le o iacağı için, böyle b i r yarı ayd ı n zümresi nin, idaresi n i ele ala­ cağı memleket her türlü teh li kelere açı k b i r ü lke demektir. Her an kazaya u ğrayabiiir, b i rli ğ i parçalanab i l i r, sonu gel mez karışıkiı kia­ nn içine cüşl3bi iir, varl ığı toh likeye g i rebi l i r. işte Tüfklyede maalesef böyle ıni l :i k ü ltür kanad ı çökmüş, t€k kanati ı , yalnız öğre�im kanad ı işley�. o d a ona göre işleyen bir ma­ arif va;d ı r. Ata'< ürkün çok sağlam temeller üzeri ne kurmuş olmasına, büyük bir tari hten gelmiş b u lunması na rağmen ve mi i leti ha!k olarak fevkalade yü ksek beşeri değerlerle mücehhez i ken, bugün Tür kiye­ n i n büyük ıstı raplarla karşı karşıya kalmas ı n ı n temel sebebi işte bu bozu k , tek kanatl ı maariftir, Eğitimin bu bozukluğunu hiç b i r şey 1 2 Marttan önceki vahim d u ru m kadar isbat edemez . 1 2 M art öncesin­ deki manzara bu eğ itim iflasının açı k i la nı ndan başka bir şey de­ ğ i l d i r. Du m::ımif eğei bugüne kadar Türk iyeyi çökertmemişse; bu, Türk M i l la�inin büyük yaşama g ücürıden ; m i l li bünyesinin, tari h i ne uyg u n üstün d i rencinden v e sağ l a m l ı ğ ı ndand ı r. A m a n e kadar m ukavim o l u r­ sa olsun , hiç b i r m i l !i bü nye yıkıcı, bozuk, çürük, içi boş b i r ma­ arife sonuna kadar karşı koyamaz. Onun için Türkiye maarifi m utla­ l<a normal b i r duruma getirmeğe, millileştirmeğe mecburdur. Bu eği­ tim memleket çocuklarırıı heder etmektedi r. Altı n g ibi T ü rk çocukla­ n bu eğitimin çarklarında maarifin kazazadeleri haline gelmekted i r1er. Halbuki Türk gençleri ne kadar üstün kabi l iyetli ve yü ksek ka­ ıakterlidir? Eğitimin asıl korkunç ve m i l li devlet olarak izahı yapı lamaz ta­ raf ı , m i l l i kültür kanad ı n ı n ihmal inden doğan boş l u k yerifle, otuz se­ ned i r. gayri m i l li, hüman ist ve yıkıcı b i r tak ı m k ü lt ü r k ı rıntılarının yer­ leşti rilmesine çalışı l ması d ı r. Işte eğitim reformu demek bu yıkıcı , soysuz, gayri mi lli, hatta gayri insani ve b i r eğitimin k ü lt ü r cephesifli doldurmayacak kü ltü r, daha doğrusu kü ltürsüzlük serpintilerinin ye­ rine kemali i l e m i l li ve dolayı siyle hakiki i nsani kültürü koymaktır. Otuz yı l l ı k eğitimde b u yüzden vatanperver i nsan yetiştirme kab i l i­ yeti tamamiyle kaybolmuş, vatanperver olma sadece Tü rk çocukla­ rının şahsi gayretlerine ve yaratı l ışları'la bağ l ı kalmıştı r. Şimdi 'eği­ tim i m u ha kkak, vatanperver i nsan yetişt i rme kabi liyeti olan bir me­ l<anizma haline getirmek l�zım d ı r.


TÜRK IYENiN BUGÜNKÜ MESELELERi

401

Bu yap ı l ı rsa, yani eğ itime milli kültür ilave edilirse, Türk kül­ türü yer yüzünde mevcut gelmiş geçmiş en yüksek b ir kaç beşer kültü ründen biri olduğu ve çocukları m ı z çok ·sağlam ve müsait bir halk kaynağ ından geldiği içifl , ortada hem de umulandan çok kısa bir zamanda her hang i bi r g üçlük kalmad ı ğ ı görü l ü r. Türk Mil letinin gerçekten b üyük b ir kültürü vardı r. Bu yüksek cevher ası rlarca Ina­ n ı lmaz g üçlü kler ve engeller karşısında yaşamış ve yaşamaktadı r. Onda b i r mil letin geleceği içi('� vazgeçi l mez hayat kaynakları vard ı r. Türk kü ltürü maarifin bugünkü yaraları nı da kolay l ı k l a tedavi edebi­ lecek bir kud rete sahiptir. Yeter ki ona dönülsün. Yeter ki bütün eği­ timin damarları o temiz kanla doldurulsun. Müfredat program ları, ders kitapları ve her türlü yay ınlar bu ruhla teçhiz edilsin. Okullar, öğretmenler ve öğrenciler kendileri.-ı i daima bu m i l li kü ltür değerle­ rinin içinde bu lsunlar. M i l let o larak varl ı ğ ı mızın, birliğimizin temina­ t ı n ı n bu değerler etrafında toplanmakla mümkün olduğunu her Türk çocu(:ju kafasına, g örllüne ve ruhuna yerleştirsin, bu değerler üze­ ' rinde titresin. Işte o zamarı Türkiye cennete dönecekt i r.

Kültür de{ıerlerl Eğitimi m i l l i eğitim yapacak ve Türkiyeyi nurlu ufuklara gö­ tü recek bu vazgeçilmez kültür değerlerini bu rada bel irli formüller hallnde şöyle sı ral ayabi l iriz: 1.

Dil

Dil Türk m illi kü ltürünün en büy ük varlı ğ ı , en kuvvetli bağ ıd ır. Bu bağ ı n gevşemesi ve kopması m i l l i hayatı temel inden sarsar. Onun için d i l e itina ve sayg ı bir devletin de, bir m i lletin de en büyük va­ zifesidi r. Dilin üç cephesi vard ı r : Konuşma d i l i , yazı dili, terim d i­ l i : Bu üç cephe bakımından kültür unsuru o larak d i l imiz şudur: a. Konuşma d i l i : Türkçe Türk M i l letinin konuştuğ u dildir. Mille­ tif'l d i l inde yaşayan her kelime, menşei ne ol u rsa olsun, Tü rkçedi r. D i le kelime kazandı rı l abi l i r, fakat di lden kelime atı lamaz . Kelimeler kendi ömürlerine tabidir ler. Dilin yapısına ve i htiyacına uygun olma­ yan uydurma kelimelerle m i l let dili, umumi dil zorlanamaz. Umumt konuşma d i l imiz yaşayan, canl ı , tabii Tü rkçedl r.


TÜRKIYEN I N B U G Ü N K Ü MESELELERI

40'.2

b. Yazı d i l i : Bugünkü yazı d i l i m i z sadeleşme cereyanı ile 1 908'­ den kısa b i r müddet sonra hedefine u laşm ış olan, M i l li Edebiyat dev­ rinin ve onun tabii devamı n ı n terkipsiz Tü rkçesidir. Ziya Gökalp'tan Orhan Veli ve Sait Faik'e kadar Yahya Kemallerin, Halide Ediplerif'l, Reşat N u rilerin, Faruk N afizlerin, Fal i h Rıfı kların, Peyami Safaların, Cahit Sıtkıların dili devrim izin yazı d i l id ir. N e Türk yazı d i l inin, ne de konuşma d i l i n i n devrimci argosu ile bir i lgisi yoktur. Devrimci a r­ gosu Türk d i l i değildir ve bunların hudutianna g i rmez. Yazı d i l il'l­ de devrik cümle ve uydurma kel ime m i l l i dil e sui kastt ı r. Su ni, zora­ ki b i r zümre d i l i yaratarak Türk M i l letini tıpkı yeni b ir Osman l ı ca de­ nemesi ·karşısında b ı rakma gayretlerinin daima karşısı nda ol unma­ l ı d ı r. c. Terim d i l i : I l mi terim ierde esas, menşeine bakı lmaksızın her sahada en umum ileşmiş teri m leri·ıı, terim d i l ini meydana geti rmesi­ d i r. Terim ierin mü mkün olduğu kadar Tü rkçeleştirilmesi tasvip edil­ melid i r. 2.

ört

va

Adetler

Türk cemiyetinin yaz ı l ı ol mayan kanunları demek olan örf ve adetiPin temeli Türk dünya görüşüdü r. B iraz aşağıda temas edece­ ğimiz bu hayat felsefesi çerçevesindeki örf ve adetler, yaz ı l ı ka­ nunların yan ı nda titizl i kle korunmalı ve sayg ı görmelidir. Misafirper­ veriikten bayram tören lerine, sevg i ve sayg ı düzeninden komşu ve maha l l e hakkını gözetmeye, düğün adetlerinden sosyal yard ı mlaşma­ ya kadar güzel, insanl ve fazi letli Türk örf ve adetleri teker teker tesbit ve mu hafaza edilme l idir. Hukuk ve i ktisat sahası11daki geliş­ melerle , Türklerin as ı rl ardan beri sürüp gelen nizarn korucuyu , insan­ ları b i rb i rine yaklaşt ı rı c ı , Türk ruhunu besleyici, Türk kü ltürünü ge­ l iştirici m i l li örf ve adetlerin karş ı l ı k l ı ol arak birbirlerini zedeleme­ mesine d i kkat olunmalı d ı r. 3.

DUnya görUtü

Ferdi tutum ve davranıştan devlet anlayışı na, aile telakkisind941 örf ve adetleri d e tanzim eden cemiyet değerlerine kadar bir mil le­ tin hayat felsefesini içine alan düny a görüşü kültürün cemiyete ka­ rakterini veren çok m ü h i m bi r u nsurdu r. Türklerin de kendileril'le


TÜRKIYEN IN B U G Ü N K Ü MESELELERI

mahsus olup tarih boyunca gel işen bir dünya görüşü vard ı r. Bu dün­ ya görüşünün temel u nsurları nı şöyle s ı ralayab i l i riz: 1 . N.izam fikri (töre), 2. Devlet fikri, saadeti devlette görmek, 3. Devlete itaat, dev­ let otoritesi, 4. lstiklal, 5. Gerçekçilik, 6. Cemiyetçi l i k, cem iyeti şah­ si menfaatin üstünde tutma, 7. Adalet, 8. Mül kiyet, 9 . Demokrat i k r u h v e hürriyet , 1 0. Barışç ı l ı k, 1 1 . Kad ı na sayg ı , kad ı n - erkek eşit­ l i�!, 12. Sosyal adalet. Bu ana temeller etrafıttda şekil lenen Türk d ünya görüşünün aynen korunması, bugün için de büyük b i r kur­ tarıcıya sahip olmak demektir. Bu kültür de�erlnln baş l ı ca unsurları şunlard ı r: a. AhlAk Vicdanl hükümlerde ve iyi ile kötüyü birbiri nden ayırmada Türk· lere yol gösteren temel görüş Türk ahlakıd ı r. Şahsi ahlaktan vatant ahlaka kadar bütüfl Türk ahlak ksidelerini tesbi t edip, toplayı p, ce­ m iyete mal etme-k lazım d ı r. Okullarda müstakil bir ahlak dersi zaru­ ridir. Fert olarak da, cemiyet olarak da Türk m illetini ası rlarca da­ ima fazi lete ve vicdan rahat l ı �ı na, dolayısiyle en büyük saadete gö­ türmüş olan bu ahlak nizarn ı n ı korumak m i lletin huzu r, sükOn ve istik rarı için hayati ehem miyeti haizdir. b. Aile Türk cemiyetinin temeli ailedir . Türk m i l letinin en küçük mas­ nedini ve çekirdeğini aile teşki l eder. Onun için Türk m i l leti aile üzerine kurulmuş bir m i l let, bir ai leler m i l letid i r denilebilir. Onun için Türk m i l letinin temeli olan bu aile üflltesini ı srarla korumak la­ z ı m d ı r. Ahlak, namus , akrabal ı k, hak, vazife, mesuliyet telfıkkl ieriyle tarih i n derin liklerinden g elen Türk a i le d üzeni bütün u nsurları lle mu­ hafaza edilmelidir. Ailenin bu temel lerinin sarsı lmas ı na, başka m i llet· lerin çözülmüş aile düzenlerinin taklit olunmasına asla müsaade ad i l· memelidir. c. Devlet Tü rklerde devlet büyük bir aile demektir. Ai leye gösterilecek sevgi , saygı ve i l g i aynen devlete d e gösteri lmeli d i r. Devlet mukad­ destir ve fazi let esası üzerine oturtu iur. Türklerde saadetin kaynağı


TORK IYEN I N B U G Ü N KÜ M ESELELERI

404

devlettir. Fert de, cemiyet de ancak devlet içinde, devlete sahip o l makla mesut o l u r. Devlete itaat büyük bir fazilettir. Devlet otori­ tesi mutlak ve mu kaddest i r. Devlet fi kri Tü rk kültürünün, Türk d ü n­ ya g örüş ü n ü n , Türk örf ve adetlerin i n baş l ı ca temel idir. Tü rk düşün­ cesinin en büyü k Ufls u ru nizarn fikri d i r. N izarn ı ise Türk görüşü nde devlet gerçekleştirir. B u u l u ve aziz devlet fikri bugünün Tü rkiyesinde de bütün i htişamı i le hakim k ı l ı n ı rsa çok büyük b i r iş yapı l m ı ş olu r.

ç. Ordu TOrk M i l leti ordu m l l lettir. H i ç b i r cem iyette ordu i l e m i lletin bütünleşmesi Türklerdeki kadar kuwetl i olmam ı şt ı r. Türk tarihi b u bütün leşmeni n eserid i r. öyle ki eskiden ordu i le m i l leti n , kavmin, kabilen in, ü l.kenifl ayn ı m anaya k u l lanı l d ı ğ ı n ı görürüz. Bu itibarla or­ du i l e m i l letin bütün leşmesine aykı rı hiç b i r fikrin ve tutu m u n Tü rk düşüncesinde yeri yoktur. Türk ordusu, Tü rk m i l leti n i n b i r parçası olarak daima m i l l i ordu ol muştur ve öyl e kalacakt ı r. Ordu m i l letin gözü n ü n '! u ru , her asker yal n ı z b i r ana baba n ı n değ i l , bütün Türk ana ve babalar ı n ı n müşterek çocuğ u d u ru m u ndad ı r . Türk m i l leti yemeyip ordusunu yed i rmeyi, g iymeyip onu g iyd i rmeyi esas sayar. Türk geleneğine g ö re ordunun mutlaka karnı tok, s ı rt ı pek olacak­ tır. Bugün de Türk m i l leti askerin iyi yiyip Iyi g iyinmesine, subay ı n da hiç b i r geçim end işesi içif'lde olmamas ı n a büyü k b i r itina gös­ terecektir, b u n u n l a ifti har edecektir. Askerliğin en meşakkat l i meslek olduğunu k imse gözden uzak tutamaz. Her Türk ferdi ve her Tü r·k askeri, subayı m i l let i l e ordu arasında en ufak bir zıtl ı ğ ı n çıkmaması­ na , a rada m utlak b i r paralellik ve ahen g i n b u lunmasına d i kkat et­ mek hususunda m i l lete, tarihe ve A l laha karş ı borç l u ve vazifelidir. Zaten subay, hakim, polis, öğ retm e n ; b u dördüfle bakarn ıyan milJet lfl�h o l maz.

d . H ukuk Türk m i l leti ferdf h u k u k bakı m ı ndan h ü rriyetçi d i r.

Cem iyet

ve

devlet h u kuku bakı m ı ndan ise isti klfılci, adaletçi , nizamcı ve demok­ ratiktlr. Tü rk devletlerinde hemen her zaman ferdi bakı mdan hü rri­ yet, siyasi bakı mdan ist i k l fı l , adalet , n izarn ve demokrat i k ruh mü­ dafaa e d i l m iş ve yaşat ı l m ı şt ı r. B u prensipler b u g ü n d e Tü rkiyeye doğru yolu gösterecek esas l a rd ı r.


TÜRKIYEN I N B U G Ü N K Ü MESELELERI

406

e. I ktisat

TO rkler daima gerçekçi, pratik ve dinamik m i l let ol arak zama­ n ı n şartlarıfla göre kendi lerine uygu n b i r m i l li i ktisat yolu taki p et­ mişlerdir. M ül kiyet, hür i ktisat, ahenk, dayan ışma ve yard ı mlaşma , bu iktisad ı n esas karakteri ola gelmiştir . Bugün de Türkiye iktisadi sistemlere ve doktrinlere kal ı p hali nde ba� l ı ol mak yerine, kurulu iktisadt d üzeni y ürütecek ve karma ekonomi içinde kendi kültürüne en uygun bir millf i ktisat tutumunu devam ettirecektir. f. Ferdt davranışlar Türk insafl ı n ı n tutum ve davranışları ona ba�ka cemiyetlerin in­ sanları a rasında derhal ayı rt edi lşbi lecek b i r hususiyat kazandı rı r. Türk ferdinin bu müstesna şahsiyet i ; tari h i n her devri nde görülen mertl i k, kahramanl ı k, şeref, haysiyet, vatanseverlik, askerlik, devle­ te sadakat, nizarn ve kanuna itaat, m illi kültüre ve mil liyetçi fiğe bağ­ l ı l ı·k, her Tü rkü kardeş sayma, gördüğü nimeti u nutmama, cömertlik, vefakarlı k , hak d uygusu , şü kran hissi, haset duygulanndan uzak ol-. ma , harama el uzatmama, gözü tok o lma, ruh zeng i n l iğini esas b i l­ me, feragat, fazi let, saygı ve sevg i , Türk terbiyesi gibi yü ksek insanT de�erleri mutlaka korunma l ı , gönül lere, ruh l ara yerleştirilmelidir. 4.

Din

Din unsuru kültürün vazgeçilmez b i r değeri, çok tesirli, her çe­ m iyeti kolayl ıkla tesir sahasına alan kudretl i b i r bağ ı d ı r. Kü ltür un­ suru olarak üzerine titrenilecek di n varl ı ğ ı şudur. Din her türlü düş­ mafl l ı ktan, tecavüzden ve istismardan koru nmalı , onun Türk m i lletini iman ve inanışta birleştiren yü ksek vasfı na sayg ı gösteri lmeli ve bu vasıfların ru hlara sindirilmesi temin olunmal ı d ı r.

5.

Sanat

Difi, örf ve adetleri. dünya görüşü, iman ve inanrşlarryla ayrı ve müstesna değerlere sahip b u l u nan Tü rk m i ll etinin bu muhtevafl ı n ifadesi o larak kendisine mahsus, m i l l i zevkini v e d uygu larını akset­ t i ren yüksek ve orij inal b i r sanatı vard ı r. Bu sanat tari hte pek bü­ yük eserler b ı rakarak zamanı m ı za gelmiştir. Bugün de devam ede­ cekti r. Türk ruhuna huzur veren bu sanat dahasını ve yaratı c ı l ı � ı n ı


TÜRKIYEN I N B U G Ü N K Ü MESELELERI

406

devam etti rerek Türk sanatı n ı n kesi ntiye u � ramamasını sa�lamak, zevk ve duyg u l ardaki birli�i tem in etmek lazım d ır. Şöyl e k i : a. Türk m imari sanat ının bugünkü ve gelecekteki Türk mimari­ sini de kurması n ı n şartları hazırlanma l ı d ı r. b. Türk süsleme sanatı'lın gelişti rilmesi ve her kolda devamı te­ min olunmal ı d ı r. c. Resim ve heykel sanat ının muhteva ve tav ır bakımı ndan Türk kaynakları, Türk ruhu ve Türk kü ltürü ile beslenmesi sa�lanmalıdır. ç. Türk musikisine sahip çıkı larak onun kökleşmesine ve geliş­ mesine önem verilmelidir. d . Türk edebiyatın ı n Orhurı Abldeleri, K utadgu Bilig ler, Yunus Emreler, Nevailer, Fuzuliler, Namık Kemaller, Mehmet Akifler, Yah­ ya Kemal ler, Halide Edipler, Reşat N u ri le r çizgisinde gelişen ve Cum­ h uriyetten sonraki M i iiT Edeblyatta en iyi ifadesini bulan milli kül­ tür akışının yollarını açı k tutma l ı d ı r. Bu zincirin ondan sonraki hal­ kalarına sahip ç ı kma lı, burıa mukabi l Tür·k edebiyat ı n ı n fetret devrini teşkil eden marksist edebiyatı kü ltür boykotuna tabi tutarak sön­ dürmelidir. Böylece edebiyatı b i r m ü ddetten beri o rta l ı � ı. kaplıyan belirli ve maksat l ı , y ı k ı c ı ve solcu zümrelerin baskısından kurtara­ rak serbest gelişme rayı na oturtmak, ve Türk mil letine mal etmek lA­ zımd ı r. 6.

Tarih

Tü rk tari hi büyü k Türk kültürünün çağlar içindeki siyasi '>e me­ dent tezah ü ründen, yü rüyüşünderı, akışından, Türk kültü rünün aksi­ yon haline gelmesinden başka b i r şey de� ildir. Türk tarihine i lmin ç ı kabildi�i en eski devirlerden itibaren tamamiyle sahip ç ı kmal ı , onun her d evrirıin hakkı n ı teslim etmeli, böylece tarihimize b i r kül­ tür ve birlik hazinesi ol ara k en müstesna yerin veri lmesine ve bu­ günkü ve yarı n ki hayat ı n bu temel üzerine kurulmasına, milli tarih şuurunun kökleşmesine büyük ehemmiyet atfo lurıma l ı d ı r. Türk tarihi Türk kültürünün , dolayısiyle Tü rk m i l letinin yü ksek yaşama kudretinin harikulade b ir ifadesidir. Onu lay ı k oldu�u ilim ve kültür tahtına oturtmalı, çocuklarımızı n bu t ü kenmez kaynaktan beslenmelerini mu-


TÜRKIYENIN B U G Ü N K Ü M ESELELERI

407

hakkak tem in etmeliyiz . Türk m i l letine bufldan sonra da doğru yolu yal n ı z o gösterecektir. *

Işte Türk maarifinin damarlarında dolaşması lazım gelen kültür kan ı n ı n ana değerleri bunlard ı r. Böyle tek tek tesbit edince M i l li Eğitimin bunların hemen hemen hepsifle bugün nas ı l s ı rt çevi rdiği daha iyi görülmekte ve memleketi uçuruma sürükleyen maarif çö­ küntüsünün ası l sebep leri büsbütün gün ışığına ç ı kmaktad ı r. Işte Tür.kiye bugün böyle ağır bir eğitim derdi ile karşı karşıya gelmiş bu­ lunmaktad ı r� M utlaka çı kması lazı m gelen Tü rkiye, bu bu hranın altında., na­ tııl çı kacakt ı r? K ü ltür pol itikasını , umumi pol itikasını nas ı l değiştire­ cektir? Bakan l ı ğ ı n topyekun şartlanm ı ş l ı ğ ı nı nası l giderecekti r? Hü­ manizmi, kozmopolitliği, materyalizmi, marksizmin sızmasını, bölücü.. lüğü, yıkıcı l ı ğ ı , her türlü doğmatizmi ve taassubu maariften nas ı l kovacak, milli kültürü oraya '1 ası l sokacaktı r ? M i l lt kültürü yalnız fikir o la ra k sokmak da kafi değildir, bir de ası l kü ltürün tEilşki latlan­ ması, müesseseleşmesi vard ı r, bu nasıl yapı lacaktı r ?

öğretim reformu öte yandan m aarlfln öğretim kanadı da müthiş aksamakta ve sayısız islah tedbirleri ve gayretleri gerektirmektedir. Bu cephede de bir sürü mesele ve onların ayrı ayrı çareleri vard ı r. Maarif başl ı­ ca üç unsurdan meydana gelir, çocukların karşısına üç unsurla çı­ kar: Okul, öğretmen, müfredat. Bu ü ç bakımdan da Milli Eğitim son derece yetersiz d urumdadır. Bu yetersizlikleri disipliırısiz okul, iyi yetiştirilmeyen öğ retmen, bozuk müfredat şeklinde hülasa edebil iriz. Tü rkiyede okul, okul disiplinini kaybetmiştir. B u rada tabii hem maddi disiplini, hem de manevi disiplini kastediyoruz. Okul çocuğa maddi bakı mdan disiplin veremediği gibi. bundan daha fenası , ma­ nevi d isiplin, kafa disiplini, doğru hüküm verme al ışkan l ı ğ ı da vere­ memekted i r. Bu itibarla çocukların yetişmesi kend i izan, a k ı l ve ter­ b ivelerine ve tali he kal m ı ş gibidir. Böylece bat ı l ı manada okul Tür­ kiyede bugün yoktur denilebilir.


TÜRKIYENIN B UG.Ü N K Ü M ESELELERI

403

öğ retmerı s iyasetinin her noktası yanl ı ştır. Cemiyeti n tutumu yanl ı şt ı r, devletin tutumu yanl ıştı r, bakanl ı ğ ı n tutumu yanl ı şt ı r. Ata­ türk isted iği kada r ıı m i l letleri kurtaranlar yalnız ve ancak mual l i m ler­ dirıı desin. öğ retmenin itibarı korunmaz, öğ retmene değer veril mez, öğretmen yetiştirilmez. N eticede yetersiz öğ retmen maarifin hede­ fine u l aşması'l ı imkansızlaştı racak bir kale g ibi memleketin karşısı­ na d i k i l i r. Müfredat ise hem p rog ram ve hem ders kitabı olarak son de­ rece bozuktu r. Diğer iki unsur için de aynı şey söylenebi l i r , fakat bilhassa müfredatın vasfı nı şu üç kel i mede hü ll'lsa edebili riz: gayri akli, gayri i lmi, gayri m i lli. Maarifin bu üç ana u nsurunun etrafında i l k öğ retimden yüksek öğretima ve ün iversiteye, merkez teşkilatından yayı n faaliyetine, mev­ ;zuat ka rışı k l ı ğ ı ndan b ütçe i m kansızlı klarına, mektupla öğ retimden herkese d ip lema dağ ıtmak hedefine yöne!en eğitimi kolayiaştı rma ve suland ı rma şeklindeki m i l li eğitim çöküntüsüne kadar çözüm bekli­ yen ; akıl, i l i m ve m i l lilik açısından bakı l ı nca çözümleri de güç ol­ mayaf'l daha bir çok öğretim ve eğitim meselesi vard ı r. Burada bunları ayrı ayrı s ı ralamağa bu kitabın hududu m üsait değ i l d i r. Onun için M i l l i Eğ itim davas ı n ı n bütün tefe ı ruatı bu kitabı takip edecek, ikin­ ci kitapta m üstakil b i r cilt halinde sunulacakt ı r. Şimdilik b u rada sadece M i l li Eğitim in hem kültür, hem d e öğretim bakı m ı ndan şu üç şeye şiddetle muhtaç olduğunu söylemekle yetineceğiz: akiTieşmek, i l mileşmek, m i l lileşmek . . . Netlee

Fakat bütün bunlar, b ütün bu yukarıda., beri s ı ralanan işler na­ sıl yapılacak? Tü rkiyeni n bütün meselelerinin ana kaynağı olan Milli Eğitim davası n ı kim çözecek? Görürıen şudur: Tü rkiyede bütün bu işler ve en büy ü k m esela olan Milli Eğitim davası bir m i lli eğitim bakanı, bir hü kumet, bir başbaka11, b i r iktidar ve belki de bir lider bekliyor . Ne mutlu o m i l li eğitim bakanına, o hükOmete, o başbakana, o i ktidara ve o lidere ! . . . SON



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.