Necdet Sevinç - Duruşmalar

Page 1



KİŞiLER:

Oğuz Han Bilge Han Atilla Alparslan Gazi Koca ibrahim Paşa Kont Caprara Lüther Tökeli lmre Rus KontJoseph Murat Giray Han Şeyh imam l.Leopold Jan Sobiesky iV. Mehmet Han 1. Görevli 2. Görevli Kız.

3


Bugünkü mahkeme salonlarına benzer geniş, derin bir duruşma salonu. Mahkeme heyetinin arkasındaki duvarı boydanboya kapatan bir Türk Bayragı. Türk Bayragı'nın iki yanında muntazam aralıklarla sıralanmış 16 Türk im­ paratorlugunun bayrakları. Tanıklar ve sanıklar için ay­ rılan iki özel yer. Mahkeme başkanının kürsüsü, sag ve sol üyelerinkine oranla daha yüksek. Fonda mehter mü­ zigi: Türk Milleti! Türk Milleti! Aşk ile sev milliyeti! Göktürk, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet devirlerin­ de yaşadıkları kıyafetlerinden anlaşılan dinleyiciler teker teker salona girip, kendileri için ayrılan yerlere oturur­ lar. (Börklü, zırhlı migferli savaşçılar, sarıklı, fesli, kal­ paklı asker/tir, din adamları, esnaf, sanatkar, işçi, ögren­ ci, aydın.) Daha sonra çeşitli devirlerde yaşamış, çeşitli din ve milliyetlere mensup, çeşitli kıllık-kıyafette insanlar salona girip otururlar. (zenciler, çinliler, asilzadeler, kö­ leler, papaslar, hahamlar, vs.) Mehter müzigi sözsüz devam etmektedir. Gök Türk çagznda yaşamış bir genç kız salona girer. Genç kızuı muntazam örgülü saçları beline kadar uzamakta. Başın­ da beyaz kuzu kalpak, uygun renklerde güderi etek, gü­ deri yelek, güderi gömlek, güderi çizme. Gök Türk kızt savcı ve yargıçların masa/arma bazı do.\yaları koyarken 1. ve 2. görevliler salona girip kızı selamlar ve kap1111n iki yanında askerce dururlar. (Bu iki görevliye, zırh, migfer giydirilebilir veya onlar da Gök Türk giysileri içinde olabilirler.) Kösün vurulmasıyla müzik yavaşlayıp susar. Sırasıyla Oguz Han, Bilge Han, Atilla, Alparslan Gazi salona gi­ rip yerlerine otururlar, önlerindeki dosyaları açıp ince­ lemege başlarlar. (Başkan, savcı ve üyeler, kendi çagla­ rının kıyafetlerini giyinmişlerdir.)

4


BiRiNCi BOLUM: Oğuz Han: (Sağ üye Bilge Han ve sol üye Al­

parslan Gazi ile fısıldaşır. 1. Görevliye:) - Merzifonlu davasının bütün tanıkları geldi mi?

1. Görevli:

- Geldi efendim.

Oğuz Han: 1.

- Sanık?

Görevli:

- Merzifonlu mu?

Oğuz Han: 1.

dım.

- Evet. Merzifonlu.

Görevli:

- Merzifonlu da geldi. Onu bir başka odaya al­

Oğuz Han: 1.

- Neden bir başka odaya aldınız?

Görevli:

- Türk Devletleri ve Türk İmparatorlukları Baş­ savcısı Atilla emretti efendim. O�� Han: (Atilla'ya) - Ozel muamele yapmamalıydınız.

Atilla:

- Özel muamele yapmadım. Suikast ihbarları . alınca böyle bir tedbire başvurmak zorunda kaldım. Oğuz Han: (1. Görevliye? - Merzifonlu gelsin. 1. Görevli: (ses) - Sanık Merzifonluuu. Sanık Merzifonlu Kara Mustafa Paşa (Sanki milyarlarca insanın alkışları duyulur. At kişnemeleri, trampet, boru, nal sesleri birbirine karı­ şır. Dışarıda kılıç, kalkan, gürzle vuruşmalar olmak­ tadır. Bir atlının hızla yaklaşmakta olduğunu anlarız. Kurşunlar vızıldamağa başlar, daha sonra seri halde

5


makinalı tüfek ateşi, jet fi lolarının gürültüleri ve bombardıman sesleri. Jetler uzakl�ırken Merzifonlu vekarla salona girer, sanık sandalyesine yakla!iık.)

Merzifonlu:

- Beni emretmişsiniz.

Oğuz Han:

- Oturun. (Merzifonlu oturur.) Oğuz Han: (Dosyayı karıştırarak) - Budin Beylerbeyi Koca İ brahim Paşa da huzu­ ra alınsın. 1.

Görevli:

- Emredersiniz. (1. Görevli çıkar.) Oğuz Han: (Merzifonlu'ya) - Ayağa ka lkınız. (Merzifonlu ka lkar.)

Oğuz Han: - Adınız?

Merzifonlu:

- Merzifonlu Kara '.\fostafa Paşa

Oğuz Han:

- Babanızın adı?

Merzifonlu: -

Oruç Bey.

Oğuz Han:

- Kayıtlarda babanızın şehit düştüğü yazılı. Ne­ rede şehit olmuştu'!

Merzifonlu:

- Bağdat surları önünde.

Oğuz Han:

- Annenizin ad ı:

Merzifonlu:

- Abide. Abide Hatun.

6


Oğuz Han:

Doğum yeri ve doğum yılınız?

Merzifonlu:

- 1635 yılında Merzifon'un Marınca köyünde dünyaya gelmişim.

Oğuz Han:

- Ne iş yaparsınız?

Merzifonlu: (Derin bir iç çeker)

- İdam edild iğimde Osmanlı Türk İmparatorlu­ ğu'nun 'veziri azamı ve Osmanlı Türk Orduları Baş­ komutanı Vekili idim.

Oğuz Han:

- Başkomutan kimdi?

Merzifonlu:

- Sultan 4. Mehmet'ti. Ama o savaşlara katıl­ mak gereğini duymadığı için ordu benim emrimdey­ di. (1. Görevli girer.) 1.

Görevli:

- Budin Beylerbeyi Koca İbrahim Paşa geldi efendim.

Oğuz Han: - Al

ler.

içeriye.

(1. Görevli çıkar, İ brahim Paşa ile birlikte girer-

Oğuz Han: (Merzifonlu'ya) - Niçin idam ettiler sizi?

Merzifonlu:

- Benim okuduğum fermanda idam hükmünün ger�kçesi yoktu.

lbrahim Paşa:

- Efendim izin verirseniz yüce mahkemeye bu idam hükmünün gerekçesini arzctmek istiyorum. Merzifonlu: (ilk defa İbrahim Paşa'yı görür.) - Bu vatan haininin ne işi var yüce divanda?

7


Hangi cür'etle (işaret ederek) Oğuz Han'ın, Bilge Han'ın, Alparslan Gazi'nin, Atilla'nın huzuruna çıka­ bildi bu alçak? (İbrahim Paşa'ya yaklaşır.) Ben bu mel'un kelleyi kökünden koparmıştım! Benden izin­ siz kim getirip yerleştirdi bu kuru kafayı bu kemik kaideye kim?

Oğuz Han:

-: Paşa paşa! Nerede bulunduğunuzu hatırlatmak zorµnda bırakmayın beni. Sakin olun lütfen.

lbrahim Paşa:.

- Sınırlarımızın Viyana surlarından Sakarya sa­ hillerine kadar gerilemesinin yegane müsebbibi olan bu beceriksiz asker, sesini yükselttiği ölçüde haklı çıkacağını sanıyorsa, ona lütfen yanıldığını hatırlatı­ nız Oğuz Han'ım.

Merzifonlu:

- Ben devleti yönetttiğim yıllarda Sakarya'y la deği l, Nil'le konuşurdum. Tuna'y la, Volga'yla, Don'la konuşurdum ! Ama sınırlarımız Viyana surla­ rından Sakarya sahillerine kadar çekild iyse bunun iki sorumlusu vardır paşa. Bunlardan biri sensin, öteki de Kırım Han'ı olacak o soytarı süvari! . (Bir süre susar. Birşey ler hatırlamıştır. Yavaş ya­ vaş İbrahim Paşa'ya yaklaşır:)

Merzifonlu:

- Sakarya Meydan Muharebesinde göremedim .s eni ben! İnönü'de, Dumlupınar'da, Büyük Taar­ ruz'da da yoktun ! Ben vardım ama .. (Heyeti işaret eder.) Bizler vardık! Söy lesene Oğuz Han, Antep'te Şahin Bey'le, Maraş'ta Sütçü İmam'la beraber dçğil m iydik? Ve bütün cepheler de omuz omuza savaş­ madık mı Mustafa Kemal'le? (Alpars lan Gazi'ye yaklaşır) Kıbrıs çıkarmasında sizi gördüm ben. Ya­ nılmıyorsam çıkarma birliklerinin arasındaydınız. Ben hava kuvvetlerindeydim. Aahhhh, Viyana ku-

8


şatmasında o uçaklardan biri, sadece biri elimde ol­ saydı, yalnız Alman başkentine değil, dünyanın ek­ senjne dikerdim bayrağımı !

lbrahim Paşa:

- Delirmiş bu adam,

Alparslan Gazi:

- Paşa doğru söylüyor. Ben Merzifonlu'yu para­ şütçü birliklerinin arasında gördüm. Ama sen yoktun Kıbrıs'ta.

Merzifonlu:

- Hiç şüphem yok ki gene firar etmiştir. Demek ki bu adam 168 3'ten beri firari. . 168 3'ten beri asker kaçağı.

Bilge Han:

- K ıbrıs çıkarmasının görülmekte olan dava ile bir ilg isi bulunmadığından konuya dönmenizi rica ediyorum. Oğuz Han: (İbrahim Paşa'ya) - Biraz önce sanık hakkında verilen idam kara­ rının gerekçesini bildiğinizi ifade etmiştiniz. Nedir bu gerekçe?

lbrahim Paşa:

- Arzedeyim efend im. Keşke mümkün olsaydı da maceraperestlerin ve muhterislerin devlet hizme­ tinde görevlendirilmelerini yasaklayan bir kanun ya­ pılsaydı.

Merzifonlu:

- Korkakların ve alçakların da!

Oğuz Han:

- Lütfen susar mısınız? (İbrahim Paşa'ya devam edin anlamında bir işa­ ret yapar.)

lbrahim Paşa:

- Çünkü meseıa Merzifonlu g ibilerin macera tutkuları ve ihtira5ları, kendilerinden çok devlete ve

9


millete zarar vermi�tir. Sanık Merzifonlu Kara Mus­ tafa Pa�a, tarihe Viyana Fatihi olarak geçmek isteyen bir muhteristti ! Kanuni Sultan Süleyman'ın 1. Viyana muharasasında ba�aramadığı fethi gerçekle�tirerek ondan daha büyük bir asker olduğunu kabul ettirmek istiyord u. Çünkü kıskanıyordu Sultan Süleyman'ı. H içbir sebep yokken ve hiçbir tedbire ba�vurmadan giri�tiği bu macera, kendisinin de sonu oldu, bizim de.

Bilge Han:

- Yani Viyana'yı muhasara ettiği için mi öldü­ rülqü, yoksa ba�ar ısızlığından dolayı mı?

lbrahima Paşa:

- Efendim sanıyorum bu muhasara hadisesinden sultanın haberi yoktu. Bilge Han: (Şa�kın) - Nasıl •Jl ur?

İbrahim Paşa:

- Evet, evet, yoktu. Sanıyorum Sultan'a Viyana yakınlarındaki Yanıkkale'nin fethi için hazır lık ya­ pıldığı söylenmi�ti.

Oğuz Han:

- Yani Merz ifonlu bu hileden dolayı mı idam edildi'?

İbrahim Paşa:

- Evet. Kellesi bu yüzden kesilmi�tir.

Oğuz Han:

.

- İ dam mı edildi, kellesi mi kesildi?

İb�_hiın Paşa:

..

- ünce boğuldu, sonra kellesi kesildi. Oğuz Han: (Merzifonlu'ya) - Tanığı duydunuz.

Merzifonlu:

- Duydum. Önce boğulup sonra boynumun vu­ rulduğu doğru da gerisi yalandır Oğuz Han.

10


Alparslan Gazi:

- Yalandır demekle tanığın ifadesinin gerçek dı­ �ı olduğuna mahkemeyi inandıramazsınız.

Bilge Han:

- Bazı açıklamalar yapmanız gerekiyor. Bizi ik­ na etmek durumundasınız . Yoksa bizim vereceğimiz ceza Sullan Mehmet'inkine benzemez !

Merzifonlu:

- Vatana ihanetten ipe çekilen bir tanığın ifade­ sini ciddiye alacağınızı dü�ünmemi�tim doğrusu.

Alparslan Gazi:

- Fakat vatana ihanet kararını sadece siz verdi­ niz. Yani İbrahim Paşa'nın vatana ihanet ettiğine dair herhangi bir mahkeme kararı yok. Oğuz Han: (Merzifonlu'ya) - Lütfen sadece sorulara cevap veriniz. Sadece sorulara.

Bilge Han:

- Viyana'ya niçin gittiniz paşa'?

Merzifonlu:

- Vals yapmaya gitmedim.

Oğuz Han:

- Viyana'ya niçin gittiniz pa�a?

Merzifonlu:

- Esasen o zamanlar Viyana valsi pek bilmezdi.

Alparslan Gazi:

- Viyana'ya niçin gittiniz paşa?

Merzifonlu:

- Benim, Viyana surları önünde c;aldırttığım Hüseyni mehter, daha sonra Strauss'a valsi ilham et­ miş olmalıdır, öyle zannediyorum. Oğuz Han: (sert bir tonla) . - Viyana'ya niçin gittiniz paşa? lbrahim Paşa: (Küçümseyici) 11


- Efendim düşmanın Türk ordugahında elege­ çirdiği ganimetler arasında çuvallar dolusu kahveye rastlanmıştır. Sakın paşa hazretleri İstanbul'un rutu­ betli sıcağından müteessir olup, surların koyu gölge­ sinde kahve içmek için Viyana'ya gitmiş olmasın? Merzüonlu: (Safça güler) . - Olabilir tabii. . Sultan İkinci Selim Han da şa­ raplarının nefasetinden dolayı Kıbrıs'ın fethini em­ retmedi mi?

İbrahim Paşa:

- Kimbilir, dekolte tuvaletler g iyinmiş yeşil gözlü alman sarışınlarının elinden kahve içmek ne kadar memnun ederdi sizi?

Merzifonlu:

- Memnun etmek ne demek? Mest ederdi paşa. (Oldukça sert) Keyfimin kahyası m ısın be adam? Ben hayatım boyunca, arzu ettiğim kent veya mem­ lekette, arzu ettiğim sarışın veya esmerin elinden sad� kahvemi içmişimdir.

lbrahim Paşa:

- Viyana hariç.

Merzifonlu:

- Viyana hariç.

Oğuz Han:

- Viyana'ya niçin gittiniz paşa?

Merzüonlu:

- Kahve içmeğe gittiğim de söylenebilir.

Oğuz Han:

- Sorularıma cevap vermezseniz huzurumdan kovarım sizi.

Merzifonlu:

- Aşığa Bağdat sorulmaz demişler. Yanlış söy­ lemişler. Aşığa Viyana sorulma� demeleri gerekirdi.

Oğuz ilan:

12


- Viyana'ya niçin gittiniz paşa?

Merzifonlu:

- Viyana'ya 3.§ıktım Oğuz Han. Aşıktım Viya­ na'ya! Viyana benim için sudan aziz, ekmekten mü­ barekti. Kı,ıtsaldı hatta. Kutsal ötesi birşeydi. Bu aşk belki bir din gibi, belki bir kin gibi, belki bir illet gi­ bi bütün vücuduma yayılmış, iliklerime girmiş, hüc­ relı;:rimi teker teker ele geçirmişti. lbrahiın Paşa: (Heyete) - Bilirsiniz ki 3.§k ağır bir dimağ hastalığıdır.

Merzifonlu:

maz.

- Tabii .. O nedenle dimağı olmayanları yakala­

Bilge Han:

- P3.§a lütfen Viyana'ya döner misiniz?

Merzifonlu: (Sevinçli bir heyecanla) - Ordu ile mi?

Bilge Han:

- Yani konuya döner misiniz demek istemiştim.

·Merzifonlu:

- Tabii. . Yıllarca düşünüp tanışdım. Hayır, on­ suz olamıyordum. Olamazdım. Viyana benim olma­ lıy�ı. Bizim olmalıydı Viyana !

lbrahiın Paşa:

- Maceraperest olduğunu söylemiştim.

Merzifonlu:

- Sözümü kesme paşa ! . Bir asker, bir komutan ve h ele hele bir başkomutan, çocukluğundan beri bir ülkenin fethini tasarlamıyor veya bir kalenin burçla­ rında kend i bsayrağını dalgalandırmanın planlarını yapmıyorsa üniformalı bir palyaçodur o, senin gibi ! ..

Alparslan Gazi:

- Merzifonlu doğru söylüyor.

Merzifonlu:

- Merzifonlu doğru.söyler hakanım. Merzifonlu

13


hep doğru söylemiştir. Baııına ne geldiyse de bu yüz­ de� gelmiştir.

lbrahim Paşa:

- Merzifonlu doğru mu söyler bilmem amma yaptığı işler hep yanlıştır. Kanuni bile Viyana'yı fet­ hedememiştir. Paşa, Viyana'yı alarak Sultan Süley­ man'a karşı duyduğu kıskançlığı tatmin etmek isti­ yordu.

Merzifonlu:

- Bir kıskançlıktır tutturdun. Sultan Süleyman'ı kıskanmayan devlet adamının da, askerin de aklın­ dan şüphe ederim ben!

Oğuz Han:

- Viyana'ya niçin gittiniz paşa?

Merzifonlu:

- Efendim, hükumetim, son derece önemli siya­ si, askeri ve insani nedenlerle Viyana'nın işgaline karar vermişti. Ben bu emri uyguladım.

Atilla:

- Hükümetiniz mi böyle bir karar aldı, yoksa siz kararınızı empoze mi ettiniz'?

Merzifonlu:

- Ne fark eder ki? Ö yle veya böyle, Viyana'nın fethine karar verilmişti.

Atilla:

- Farkeder. Kararı hükumet mi aldı, yoksa siz kararınızı hükumete kabul mü ettirdiniz?

Merzifonlu:

- Bana öyle geliyor ki eğer hükümetin suçlu ol­ duğuna inansaydınız, imparatorluk bakanlar kurulu­ nu toplardınız buraya.

Atilla:

- Evet. Toplardım. Ama gerek duyarsam gene toplarım.

Merzifonlu:

14


- Siz, Türk Devletleri ve Türk imparatorlukları­ nın sayın ba!isavcısı, Batı Hun İ mparatoru olarak Viyana'yı fetih ettiğinizde elinizde bir hQkumet kara­ rı var mıydı?

Atilla:

- Ö nce bana böyle bir soru soramayacağınızı si­ ze hatırlatmak isterim. Kaldı ki benim eli mde daha önemli bir irade vardı. Ben Viyana'yı fethederken kurultay kararına dayanıyordum.

Merzifonlu:

- Demek ki kurultay da aşıktı Viyana'ya. De­ mek ki siz de fİ!iıktınız .

Atilla:

- Gerçeği açıklayacak mısınız, yoksa İ mparator­ luk Bakanlar Kurulu . .

Merzifonlu:

- İ mparatorluk Bakanlar Kurulu'nu toplamanıza gerek yok. İ�al kararını aldım ve hükumete onay­ lattım. Eğer varsa tüm sorumluluk bana aittir.

Atilla:

- Padişaha da mı onaylattınız?

Merzifonlu:

- Haşa. Padi!!ahı ikna ettim.

Atilla:

- Ne fark eder ki?

Merzifonlu:

- Bir!!ey farketmez ama bir üslup ve nezaket meselesi efendim.

Atilla:

- Yani Sultan Viyana'nın fethine gerek duyma­ dığı halde?

Merzifonlu:

- Belki önceleri gerek duymuyordu ama bu fet­ hin bir zaruret haline geldiğini izah edince kararı onayladı.

15


Atilla :

- Fetih niçin bir zorunluk haline gelmi�ti?

Merzifonlu:

- Böyle bir soruyu sizin yönelteceğiniz aklıma gelmezdi doğrusu. Yani Türkiye'yi niçin büyütmek istiyorsunuz gibi bir1iey bu.

Atilla :

- Sorumu çarpıtmayın. Fetih neden zorunluk haline gelmi1it?

Merzifonlu:

- Efendim aslında Türk İ mparatorluğu, Alman İmparatorluğu ile sav�maya mecburdu.

Atilla :

- Neden?

Merzifonlu:

- Türk İmparatorluğu'nun Orta Avrupa'daki sı­ nırlarını elde tutabilmek için egemenliğimizi biraz daha kuzeye kaydırmak konusunda �artlar gittikçe baskı altına alıyordu beni. Tuna sınırlarını sağlam bir �ekilde tutmak için Tuna ötesi i�ale giri1ien impara­ torluk, Tuna ötesi ülkeleri elde tutmak için Orta Av­ rupa'ya yayılmaya zorlanıyordu. Cengiz'e, Timur'a, araplara, Roma'ya ve bütün imparatorluklara kendini empoze eden �artlar Türk İmparatorluğu'nu da kar�ı­ sına almı�tı. Bu bakımdan sava1i, askeri' bir mecburi­ yet�i .

. lbrahim Paşa:

- Demin Viyana'ya a1iık olduğunu söylüyordu, �imdi askeri mecburiyetten bahsediyor.

Merzifonlu:

. - Viyana'nın fethi askeri bir mecburiyetti pa� a !

lbrahim Paşa:

- Değildi. Bu i1igal askeri' bir mecburiyet olarak kabul edilse bile zamanlama yanlı1itı.

16


Oğuz Han: - Neden?

İbrahim Paşa:

..

- Biz hazırlıklı değildik. Ustelik Almanlar 20 sene müddetle akdedilen Vasvar Barış_ Antlaş_ma­ sı'nın uzatılması için Kont Caprara'yı elçi olarak ls­ tanbul'a göndermiş_lerdi. Antlaş_mayı uzatıp barış_ ve güvenlik içinde yaş_ayabilirdik. Merzifonlu, kendine uzatılan eli itmiş zeytin dalını çöpe atmıştır. Oğuz Han: - Vasvar Barış Antlaşması uzatılamaz mıydı?

Merzifonlu:

- Bu biraz da Almanlara bağlıydı. Oğuz Han: - Ama onlar böyle bir teklifte bulunmuşlar.

Merzifonlu:

- Evet ama ş_artlarımızı kabul etmediler. Oğuz Han: (2 . Görevliye) - Kont Caprara'yı getirin bana.

2. Görevli:

- Emredersiniz.

(2. Görevli çıkar.) Oğuz Han:

. - Ne idi şartlarınız?

lbrahim Paşa:

- Merzifonlu mutlaka savaşmak istiyorduı Bu yüzden Almanlara asla kabul edemeyecekleri şartlar ileri sürmüştür. Merzifonlu: (Sert, asabi.) - Papağan bile söyleneni anlamaz ama aklında tutar! Deminden beri savaşmağa mecbur olduğumu söylüyorum, sen hata savaş istemekle suçluyorsun beni! (2. Görevli girer.)

17


2. Görevli:

- Kont Caprara geldi efendim.

Oğuz Han: - Alın içeriye. (2. Görevlinin i�areti üzerine Kont Caprara gi­ rer. Tanıklar için ayrılan özel bölmede saygı ile du­ rur.) Oğuz Han: - Vasvar Barı� Antla�ması'nın uzatılması için İstanbul'a gitmi�siniz. Kiminle görü�tünüz İstan­ bul'da? - Merzifonlu Kara Mustafa Pa�a ile gör�tüm efendim. Oğuz Han: - Ne zaman?

Caprara:

- llk gö�memiz 9 Haziran 1682'de oldu.

Merzifonlu:

- Yani 9 Haziran 1682'de kendisini kabul ettiği­ mi söylemek istiyor. Oğuz Han: (Caprara'ya) - Teklifiniz ne idi?

Caprara:

- Barı� antlaşmasını uzatmak. Oğuz Han: Başka? -

Caprara:

- Sadece barı�ın uzatılmasını sağlamak istiyor­ duk. Başka hiçbir teklifimiz, hiçbir şartımız yoktu.

Merzifonlu:

- Şartı yokmuş. Şartınız olamazdı zaten! Şartla­ rı biz dikte ederdik. Şart koşma, �art ileri sürme hak­ kı yalnız bize aitti. Benim yaşadığım yüzyılda ve da­ ha önceki yüzyıllarda buyuruculuk Türk'ündü! Biz

18


emrederdik! Biz takdir ederdik! Biz talimat verirdik! Ol derdik olurdu ! Çünkü dünyanın bütün hükümdar­ ları memurlarımızdı bizim !

Oğuz Han:

- Lütfen pa�a. (Caprara'ya) - Merzifonlu teklifinizi kabul etmek için ne gibi �artlar ileri sürdü?

Merzifonlu:

,

- Efendim aslında bu adamcağızın Viyana'dan beri gelip, "Barı� antla�masını uzatmak istiyoruz" gi­ bi garip bir teklifte bulunması, i�tigal ettiğim maka­ ma ve temsil ettiğim devlete kar�ı büyük bir saygı­ sızlıktı. Çünkü herhangi bir antl<l!imanın uzatılmasını veya hükümsüz sayılmasını takdir hakkı bize aitti ! İstersek uzatırdık, istersek iptal ederdik.

Oğuz Han:

- Lütfen pa�a.

Bilge Han:

- Mustafa doğru söylüyor Oğuz Han. Böyle bir teklif Türk ba.§kentini idraksiz olmakla itham etmek değil midir'.}

Caprara:

- Estağfirullah efendim. Hiçbir zaman böyle bir dü.§üncemiz olmamı�tır. Biz sadece kan dökülmesin istiyorduk.

Merzifonlu:

- Kan dökmeye hazırlanıyordunuz ama ! .. Hazır­ lanabilmeniz için zamana ihtiyacınız vard ı. Bunun için geldiniz İstanbul'a . Barı�ı ileri sürerken, sava� için fırsa t yakalamak, mehil almak istiyordunuz. Oğuz Han: (Merzifonlu'ya) - Elçinin teklifini kabul etmek için ne gibi �art­ lar ileri sürdünüz?

Merzifonlu:

19

i


- Dört şartım vardı: 1 - Viyana yakınlarındaki Yanıkkale bize teslim edilmeliydi. Alman b�kentini tarassut altında tutabilmem için son derece gerekliy­ di bu. (elçiye yaklaşır) Çünkü bu adamlara güvenmi­ yordum. Hiçbir ya_bancı, hiçbir zaman güven verme­ miştir bana. Oğuz Han: - İkinci şartınız?

Merzifonlu:

- İnsanlar Tanrı'ya billi ka türlü taptıkları için kı­ nanmamalıydılar. Bunun için din ve mezhep özgür­ lüğünü sağlayacaklarına dair teminat istedim.

Caprara:

- Fakat siz din ve mezhep özgürlüğü derken protestanları kastediyordunuz.

Merzifonlu:

- Elbette protestanları kastediyordum. Çünkü siz en çok protestanları eziyordunuz. İnsan yerine koymuyordunuz onları.

Caprara:

- Fakat siz protestanları örgütleyerek Alman­ ya'yı karı�tırıyor, isyanlar, ihtilaller çıkarıyordunuz. Sizin için Almanya'daki veya Almanya dışındaki devrimcilerin önemi bize karşı etkili bir silah olarak kullanılabilmeleriydi.

Merzifonlu:

- Asla ! Biz sadece din ve vicdan özgürlüğüne duyduğumuz saygıdan dolayı porotestanlarla ilgilen­ mi�izdir. Caprara: (Heyete) . - Efendim Türk hükümetlerinin protestanlar va­ sıtasıyla Almanya'nın içişlerine sürekli olarak müda­ hale ettiğine dair ar�ivlerimizde kesin deliller vardır. Almanya'nın neresinde bir Lütherci varsa İstanbul il­ gisini ondan esirgemiyordu. En önemli protestan hü-

20


kümdarlar veya hükümdarcıklar İstanbul tarafından takip ediliyor, t�vik ve yardım görüyordu.

Merzifonlu:

- Evet ama Türk b3.:ikentine devamlı olarak yar­ dım talepleri geliyordu. Bu masum insanların feryat­ larına kulak tıkayamazdık.

Caprara:

- Alsas'ta 30 bin Alman köylüsünü ayaklandır­ mıştınız paşa. Protestanlığı kabul eden dük ve elek­ törlerin cebinde İstanbul'dan gönderilen ve yakında geleceğinizi bildiren mektuplar dolaşıyordu. Bu elektör ve dükleri ayrıca Viyana'ya kar1iı takip ede­ cekleri siyasette ikaz ediyordunuz.

Merzifonlu:

- Elbette ! Fakat bize bu fırsatı siz verdiniz. İn­ sanları, bizzat kendi insanlarınızı, sadece vergi ver­ mek ve Türklere kar1iı sava1imak için yaratıldığına inandığınız vatandaşlarınızı dini inançlarından dola­ yı ate1!te kızartmak gibi bir barbarlığın temsilcisi ol­ masaydınız protestanlar bizim ilgimize ihtiyaç duy­ mazlardı. Oğuz Han: - İnsanları kızartıyor muydunuz?

Caprara:

- Biz kimseyi kızartmadık.

Merzifonlu:

- Lüther ortaya çıktığından beri Viyana dolayla­ rından yükselen et kokusu İstanbul'u rahatsıtz etmiş­ tir efendim. Oğuz Han: (1. Görevliye) - Lüther'i mahkemeye davet ediniz.

1. Görevli:

- Emredersiniz. (1. Görevli çıkar.)

Merzifonlu: 21


- Bu konuda benim de binlerce, onbinlerce tanı­ ğım var ulu hakanım. Bunlardan birinin, s adece biri­ nin mahkemeye celbine karar vermenizi rica ediyo­ rum. Oğuz Han: - Kim bu?

Merzifonlo:

- Gabor Yanoş. Kendisi demircidir. Oğuz Han: (2. Görevliye) - Demirci Gabor Yanoş'u huzura istiyorum.

2. Görevli:

- Emredersiniz. (2. Görevli çıkar.)

Caprara:

- Mahkemeye müdahale �eklinde algılamayınız ama aslında bu tanıkların celbine hiç gerek yoktu. Oğuz Han: - Niçin?

Caprara:

- Çünkü Lüther, Merzifonlu ile ikimizin ya.'i. adı­ ğı çağdan y üzyıl önce ya.§amıştır.

Merzifonlu:

- Benim tanığım bizim çağımızda ya.�amı�tır. Oğuz Han: - Tanıkların yaşadıkları .çağ o kadar önemli de­ ğil. Siz din ve vicdan özgürlüğü sorununu sava.§ın s ebepleri arasında sayıyorsunuz. Bizim için bu iddia­ nın ara�tırılması önemli . ( 1 . Görevli girer.) . l.

Görevli:

- Tanık geldi efendim. Oğuz Han: - Lüther mi? l.

Görevli:

- Evet efendim; Lüther.

22


Oğuz Han:

- Betletmeyin. İçeriye alın. ( 1 . Görevli çıkar. Lüther önde, 1. Görevli arka­ da girerler. Lüther divanı selamlar, tanıklar için ayrı­ lan yerde oturur. Oğuz Han'ın sorusu üzerine ayağa kalkar.)

Oğuz Han:

- Protestan mezhebinin kurucusu Martin Lüther siz misiniz?

Lütber:

- Evet. Benim efendim.

Oğuz Han:

- Sizi rahatsız etmek istemezdik ama bir iddia­ nın açıklığa kavlliiması için bilginize başvurmak zo­ runda kaldık.

Lütber:

- Bildiğim konularsa mahkemeye yardımcı ol­ mayı görev telakki ederim efendim.

Oğuz Han:

_

- Teşekkür ederim. Ya1! adığınız çağda protestan mezhebi mensuplarına karşı Alman Hükfimeti'nin bir baskısı var mıydı?

Lüther:

- Vardı.

Oğuz Han:

- Bu baskı özellikle protestanlara karşı mı idi?

Lüther:

- Evet. Ö zellikle protestanlara karşı idi.

Oğu;z Han:

- Sizce bazı mutaassıp veya yobaz kamu görev­ li leri mi baskı uyguluyordu, yoksa Alman Hükumeti böyle bir baskı ve sindirme siyasetini mi benimse­ mişti'?

Lfüher:

- Bu baskı Alman Hükumeti'nin, Alman

23


hükumetlerinin bir politikas ıydı efendim. Bizi yoket­ mek konusunda, evet evet, bizi yoketmek konusunda milli bir mutabakat vardı. (2. Görevli girer.)

Oğuz Han:

·

- Protestanlığın veya protestanların yok edilme­ si konusunda milli bir mutabakat olduğunu söylüyor­ sunuz. O halde önce binlerce, sonra milyonlarca in­ sanın protestanlığı seçmesini nasıl izah edeceksiniz?

Lüther:

- Efendim protestanlık bir bakıma varlığını, si­ zin çocuklarınıza, torunlarınıza, yani Türklere borç­ ludur. İstanbul bize devamlı olarak yardım ediyordu. Caprara: (Son derece heyecanlı, öfkeli) - Bu adam Türklerin ajanıdır! Türk orduları Al­ man şehirlerini teker teker işgal ederken, Lüther, Türklere mukavemetin küfür olduğunu söylüyor, Türklerin Tanrı tarafından gönderilmiş bir mucize olduğu yolunda vaazlar veriyordu. Oğuz Han: (Sert) - Susar mısınız? Caprara: (Aynı heyecanlı tonla) - Lüther eğer lstanbul'un ajanı olmasaydı, Türk gizli servisi onun günlük sağlık raporunu bildirir miyd i lstanbul'a? Lüther'in başı ağrıdı, Lüther'in dişi ağrıdı, Lüther iştahtan kesildi, Lüther'in iştahı açıldı, L üther ishal oldu .. Ve Lüther imzasıyla protestanlara dağıtılan bir bildiri: Türk askerine silah çekmek Tan­ rı'nın iradesine karşı direnmektir! Vatana ihanet de­ ğil midir bu Oğuz Han?

Oğuz Han:

- Eğer bir ülkede hükumet vatandaşlarına din ve mezhep farkından dolayı baskı yapıyorsa, o ülke bu insanların vatanı olamaz. O nedenle vatana ihanet de söz konusu edilemez.

24


Alparslan Gazi:

- Bu iddiaların, yani tanığın iddialarının dava ile esas bakımından bir ilgisi yok. Oğuz Han: (Lüther'e) - Size son bir sorum olacak. Protestanların ateş­ te kızartıldıktan oldu mu? Lüther: (Ü zgün, ağlamaklı) - Evet. Bazı dindaşlarımız maalesef ateşte kı­ zartılmışlardır.

Oğuz Han:

niz.

- Teşekkür ederim. Lütfen Lüther'e yol gösteri-

(Lüther, bir görevlinin refakatinde çıkar.)

Bilge Han: (2. Görevliye)

- Gabor Yanoş geldi mi?

2. Görevli:

- Geldi efendim.

Bilge Han:

- Alın içeriye. (2. Görevli çıkar. Gabor'la bir likte girerler. Ga­ bor şaşkın ve endişelidir. Divanı korkakça selamlar, ürkek gözlerle etrafına bakınır, Merzifonlu'yu görün­ ce sevinir.) Gabor: (Merzifonlu'ya) - Bana şefaat ediniz lütfen. Allah rızası için şe­ faat ediniz.

Merzifonlu:

- Korkma. Ben yargılanıyorum. Sen tanıks ın.

Oğuz Han:

- Adınız Alman ismine benzemiyor.

Gabor:

- Ben macarım efendim.

Oğuz Han:

- Sanık Merzifonlu Kara Mus tafa Paşa, protes­ tanların ateşte kızartıldıklarına dair bilgi sahibi oldu-

25


ğunuzu söyledi. Böyl� bir olaya tanık oldunuz mu? Yani mesela bir protestanı at�te kızartılırken gördü­ nüz mü'?

Gabor:

- Bizzat ben at�te kızartılınışımdır efendim.

Oğuz Han:

- Kimler kızarttı sizi?

Gabor:

- Alman askerleri.. Albay Martin ve Hueta'nın emrindeki askerler.

Oğuz Han:

- Almanya'ya mı gitmiştiniz?

Gabor:

- Hayır. Almanlar Macaristan'a gelmişlerdi. Türklerin Asya'da meşgul olmalanndan yararlanıp bir kısmını işgal etmişlerdi ülkemin.

Oğuz Han:

- Almanlar bütün Macar protestanlarını mı ateş­ te kızarttılar?

Gabor:

- Hayır.

Oğuz Han:

- Ateşte kızartmak için neden sizi seçt iler?

Gabor:

- Ben direndim efendim. (ağlayarak) Protestan olduğu için sevgili eşime gözümün önünde tecavüz ettiler. Katolikliği kabul etmeyen binlerce kız ve ka­ dın Alman askerlerine dağıtıldı. Kocalarının ve ba­ balarının gözleri önünde tecavüz edildi onlara. Karşı koyanlan ateşe attılar. (Gabor bir süre ağlar.)

Oğuz Han:

- Hiç endişeniz olmasın ki bu mahkeme, suçlu­ ları, canileri teker teker bulup cezalandıracaktır. ağ­ lamayınız lütfen. Müsterih olunuz.

26


(Gabor çıkar.)

Oğuz Han: (Merzifonlu'ya)

- Elçi Kont Caprara'ya barış için dört şart ileri sürdüğünüzü söylemiştiniz. Diğer şartlarınız nelerdi?

Merzifonlu:

- Üçüncü şartım Macarların gasp edilen hakları­ nın iadesi son şartım da genel af çıkarılmasıydı. O�� Han: (Caprara'ya) - Oyle mi?

Caprara:

- Evet. Bütün şartlarını reddettim.

Bilge Han:

- Savaşmadan ilk şartı kabul etmeniz, yani Ya­ nıkkale'yi teslim etmeniz belki milli onurunuza do­ kunurdu ama Merzifonlu Paşa'nın diğer şartlarını ka­ bul edebilirdiniz. Paşa, makUI ve insani tekliflerde bulunmuş size.

Caprara:

- Efendim aslında Merzifonlu, şartlarını kabul ed ilmesi için i leri sürmüyordu. Eğer Alman Hükumeti bu şartları kabul etseydi, inanınız ki başka şartları olacaktı. Zaten bu görüşmeler yapılırken, Pa­ şa ordusunu almış, Edime'ye doğru yola çıkmıştı. Alparslan Gazi: (Merzifonlu'ya ) - Doğru mu?

Merzifonlu:

- Doğru! Çünkü ilk görüşmemizde bu adamın beni oyalamak için gönderildiğini anlamıştım. İ stih­ barat raporları, Türk Devleti'ne tuzaklar kurulduğunu gösteriyordu. Yeni bir haçlı seferinin hazırlığı için­ deydiler. Buna izin veremezdim.

Oğuz Han:

- Türk Devletleri ve Türk İmparatorlukları sa­ yın başsavcısının sorusu yoksa tanık çıkabilir.

Atilla:

27


- Sorum yok efendim. (Caprara çıkar.)

İbrahim Paşa:

- Tanıkların ifadelerinden anlaşılan şu oluyor ki, Merzifonlu Viyana seferine yalnız ve sadece insani nedenlerle çıkmış. Çeklerin, Macarların işken­ ceye maruz kalması, protestanlara eziyet edilmesi, ateşte kızartılması falan filan. Bunlar tabii ki üzücü olaylar. Ancak dünya siyasi tarihinde böyle yok ko­ mik bir savaş gerekçesi yoktur.

Merzifonlu:

(Merzifonlu konuşurken İbrahim Paşa, bekledi­ ği adamın gelip gelmediğini anlamak için telaşlı bir merakla dikkat çekici bir şekilde dışarıya bakar.) - Büyük devletlerin büyük sorumlulukları var­ dır paşa. Avrupa'da insanların koyun gibi boğa�lan­ malanna seyirci mi kalmalıydım? (İbrahim Paşa, kapı aralığından gördüğü adamı­ na 'içeri gir' anlamında bazı işaretler yapar.)

Atilla :

- Büyük devletlerin elbette büyük sorumluluk­ ları vardır. Ancak sizin hareketiniz Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olan zavallı adamı hatır­ latıyor bana. (Heyete) Sanık, Avrupa'da insanların boğazlanmalarına engel olamadığı gibi, üstelik on binden fazla Türk evladının da şehit düşmesine se­ bep olmuştur. Paşa suçludur, cezalandırılmalıdır.

Merzifonlu:

(Merzifonlu konuşurken İbrahim Paşa, kapı önündeki adamına içeri girmesi için işaretler yapma­ ya devam eder.) - Ben mi suçluyum? Bana karşı mı suç işleni­ yor? Türk Devletleri ve Türk imparatorlukları baş­ savcısı cezanın niyete göre verildiğini bilmezler mi?

28


Benim niyetim, insanların mezhep farkından dolayı katledilmelerini önlemek ve Türkiye aleyhtarı yeni bir ittifak ohı�turmaya çalı�an Viyana'yı tepelemekti.

Atilla :

(Atilla kon�urken, İbrahim Pa�a aynı hareket­ leri yapmaya devam eder.) - Biz sebeple değil, sonuçla meşgulüz pa�a. Eğer sava�a iyi hazırlanabilseydiniz, Karlofça Ant­ l�ması gibi bir paçavrayı imzalamak zorunda kal­ mazdık. Dosya münderecatından anla�ıldığına göre Alman İmparatoru 1. L eopold'e hazırlanmas ı için ade.ta mehil vermi�siniz.

lbrahiın Paşa:

- Efendim eğer söz hakkı verilirse bu konuda yüksek mahkemeye yardımcı olacağıma inanıyorum. Sanık, ku�atmanın iki yıl öncesinden ba�layarak af­ fedilmez siyasi gaflar ve taktik hatalar yapmı�tır.

Oğuz Han:

. - Mesela ne gibi hatalar ve gatlardı bunlar?

lbrahiın Paşa:

- Efendim bir devlet adamının kalbi, kafatasının içinde olmalıdır. Halbuki Merzi.fonlu'nun kafa tas ı kalbinin içindeyd i. Alman İmparatorluğu'nun ba�­ kentini işgal etmek isteyen bir komutanın bunu bir sır gibi saklaması gerekirken, Merzifonlu kalkıp, Ya­ rat Beylerbeyine, Tökeli İmre'ye yard ım etmesi için emirler yağdırdı. ( 1 . ve 2. Görevliler girerler. Bu arada bir el uza­ nıp kıza bir dilekçe verir. Kız dilekçeyi okur.) Kız : (Oğuz Han'a) - Sanıktan �ikayetçi olan bir Rus, yüce divana kabulünü rica ediyor efendim.

Oğuz Han:

- Beklesin. (İbrahim Pa�a'ya)

29


.. Tökeli'ye yardım etmesi için ne zaman emirler yağdırdı?

İbrahim Paşa:

- Yarat Beylerbeyi'ne mi? Oğuz Han: Evet. -

İbrahim Paşa:

- K�atmadan iki yıl önce. 168 1'de. Oğuz Han: - Tökeli o zaman Almanlara karşı isyan halinde miY.di?

lbrahim Paşa:

- Evet. İsyan halindeydi. Oğuz Han: ( 1 . Görevliye) - Tökeli İınre'yi çağırın bana. (İbrahim Pa1ia'ya) - Siz böyle bir yardımın sakıncaları konusunda san!ğı uyardınız mı?

lbrahim Paşa:

- Evet. Tabii. İkaz ettim. Barış antlaşması halen yürürlükte iken bir asiye yardımcı olmanın Almanla­ rı şüphelendireceğini, mukabil tedbirler alacaklarını anlattım. Oğuz Han: - Cevabı ne oldu?

İbrahim Paşa:

- Sen de Tökeli'ye yardımcı olacaksın, dedi bana. Bana da emirler yağdırdı. Oğuz Han: . - Yardımcı oldunuz mu Tökeli'ye?

lbrahim Paşa:

- Evet. Yard ım ettim. Emir almıştım. Emre uy­ mak zorundayım. ( 1 . Görevli salona girer.)

30


1. Görevli:

- Tökeli İmre geldi efendim.

Oğuz Han:

- �iraz beklesin. {İ brahim Paşa'ya) . - Siz hangi görevde bulunuyordunuz o tarihte?

lbrahim Paşa:

- Ben o tarihte Bud in Beylerbeyi idim efendim.

Oğuz Han:

- Teşekkür ederim. Oturabilirsiniz. (İbrahim Paşa oturur.) Oğuz Han: (Kıza) - Sanıktan şikayetçi olan Rus'u alın içeriye. (Kız çıkar. Rusla birlikte girerler. İbrahim Paşa Rusu görüncü sevincini gizleyemez.)

Oğuz Han:

- Şikayetiniz ned ir? (Rus, lbrahim Paşa ile tanıştığını belli etmek is­ temez, bir ona bir Merzifonlu'ya bakar.)

Rus:

- Merzifonlu Kara Mustafa Paşa bunlardan han­ gisi ise ondan davacıyım.

Oğuz Han:

- Davacı olduğunuz kişiyi tanımıyor musunuz?

Rus:

- Tanımaz olsaydım.

Oğuz Han:

- Lütfen soruma cevap verin. Merzifonlu'yu ta­ nıyor musunuz, tanımıyor musunuz? (Ruz, İbrahim Paşa ile Merzifonlu'ya dikkatle bakar) ·

Rus:

- İkisi de olabilir.

Oğuz Han:

- Daha önce hiç yüzünü görmediniz mi?

31


Rus:

- Şeytan görsün yüzünü. Bir kere gördüm, bir daha kendimi toparlayamadım.

Oğuz Han:

- Demek ki tanışıyorsunuz?

·>

Rus:

- Tanışırız tabii. Tanışmaz olsaydık.

Merzifonlu: (Küçümseyici)

- Tanışıyormuşuz. (Rus, Merzifonlu'ya dikkatle bakar. Korku için­ de bir-iki adım geri çekilir.)

Rus:

- Bu işte ! Sesi eleverdi onu. Hayatımı mahve­ den adam bu. Ogün de böyle bir sarık sarmış, böyle bir kaftan giymişti. Ogün de çat ıktı kaşları. Suratı ogün .... de asıktı.

Oğuz H�m:

- Nedir sanıktan �ikayetiniz?

Rus:

- Efendim bu adam bendenizi fena halde tokat­ lamı.'itır. Bu tokat nedeniyle de itibarım, siyas i haya­ tım, sağlığım mahvolmu..'itur.

Oğuz Han:

- Doğru mu söylüyor?

Merzifonlu:

- Hayatım boyunca belki yüzbinlerce Rus tokat­ lamışımdır. Polonya'da, Ukrayna'da, Podolya'da bas­ mışımdır popolarına tekmeyi ! Silleyi enselerinden eksik etmemişimdir. Bir keres inde hızımı alamayıp Kiev surlarının önüne kadar kovaladım onları .. Gö­ recektiniz Oğuz Han, nasıl da kaçıyorlardı.'

Oğuz Han:

- Yani davacıyı hatırlıyor musunuz?

Merzifonlu:

- Nasıl hatırlayabilirim ki? Rusların hep ensele-

32


rini ve tabanlarını gönnfu!ümdür:

Rus:

- Beni gördünüz ama .. Biz yüzyüze konu�tuk.

Merzifonlu:

- Merzifonlu Kara Mustafa Pa�a. bir Rusla otu­ rup yüzyüze konu�sun ha? Olacak �ey değil bu! Ha­ yır hayır, olacak �ey değil. İmkansız bu.

Oğuz Han:

- Yani Ruslarla konu�maz mıydınız?

Merzifonlu:

- Tabii Rusları sevmediğimi, onlardan ho�lan­ madığımı itiraf etmeliyim. Ama Osmanl ı İmparator­ luğu'nun vezir-i azamı olarak: bu Rusla oturup neyi konu�mu� olabilirim ki ben? Oğuz Han: (Rusa) - Siz görüştüğünüzden emin misiniz? ·

Rus:

- Eminim.

Oğuz Han:

- Nerede görüştüğünüzü hatırlıyor musunuz?

Rus:

- Hatırlamaz olur muvurİı. efend im? lstanbul'da görüşmüştük. •

Merzifonlu:

- Kiev'le İstanbul'u karılitırmıli olmayasınız.

Rus: tük.

- Hayır, karıştırmıyorum. İstanbul'da görülimÜli:-

, Oğuz Han:

- Ne sıfatla görü�mü�tünüz?

Rus:

- Büyükelçi olarak !

Oğuz Han:

- Siz diplomat mıydınız'?

33


Rus:

- Evet.

Oğuz Han:

- Ne gör�tünüz sanıkla?

Rus:

- Aslında pek uzun boylu görüştük sayılmaz. Beni makamına çağırttığını ve odasına girer girmez yumruğunu h:-ovaya kaldırdığını hatırlıyorum. Kendi­ me geldiğimde İstanbul surlarının dışına çıkarılmış­ tım. Bir görevli sınır dışı edildiğimi bild irdi. Oğuz Han: (Merzifonlu'ya) - Olayı hatırlıyor musunuz?

Merzifonlu:

- Evet evet. Hatırlıyorum.

Oğuz Han:

- Yani onu tokatlad ığınız doğru mu?

Merzifonlu:

- Rus doğru söylüyor.

Oğuz Han:

- Niçin tokatlad ınız büyükelçiyi?

Merzifonlu:

- Büyükelçi protokol kullarına aykırı hareket et­ mi�ti.

Oğuz Han:

- Nasıl bir kuraldı bu'!

Merzifonlu :

- Efendim aslında Türk tc�rifat kanununa, töre­ ye ve teamüle göre Rus çarları dileklerini doğrudan doğruya Türk Devlet Ba�kanı'na arzedemezlerd i. Çarlar ancak Kıram Hanı ile muha;taptılar. Eğer Kı­ rım Hanı uygun görürse 2. vezire, o da gereğine ina­ nırsa vezir-i azama arzedcrd i. Bu rus, önce hu kuralı çiğnemi�tir. Kald ı ki diplomat olsun, olmasın, her­ hangi bir Rusun Karadeniz yoluyla İstanbul'a gel­ mesi kesin olarak yasaktı. O kepaze Karlofça Antlaş-

34


ması'na bile konmll.'itu bu yasak.

Rus:

- Fakat efendim benim şikayetim Kırım Hanı i le ilgi liyd i . Han'ın karşısına çıkıp, çar s izden şikayetçi diyemezdim ki.

Merzifonlu:

- Zaten müracaatınız o nedenle kabul ed ilmiş, size bir ayrıcalık tanınmıştı. Fakat Türk Hakanı'nın huzuruna çıktığınızda eşiği öpmeniz gerekirdi. Ku­ raldı bu. Sanıyorum saray görevlileri hatırlatmışlardı bu kuralı size.

Rus:

- Evet ama.

Merzifonlu:

- Büyükelçi, eşiği öpmek için yeterince eğilmc­ yince, görevliler ensesinden tutup alnını zemine ya­ pıştırmışlar. Hakan kızmış tabii. . Elçiyi de kovmuş, ötekileri de. Sonra hadise bana intikal etti. Oğuz Han: - Ve siz de Rus büyükelçisini tokatlad ınız.

Merzifonlu:

- Biraz okşadım galiba .. Saygısızlığı nedeniyle.

Rus:

- Fakat efendim bel fıtığından muzdariptim. ... Daha fazla eğilemezdim ki.

Merzifonlu:

- Benim yaşad ığım çağda bütün dünya Türk Bayrağı'nın ve Türk Hakanı'nın önünde diz çöker başeğerdi. Bel fıtığından muzdarip olanlar da bu ku­ ralın kapsamı içindeydiler. Hem bana öyle geliyor ki Rus çarı fıtıklı bir büyükelçiyi kasten göndermiştir. Eğilmesin diye.

35


Alparslan Gazi:

- Bu davanın bir alt mahkemede görülmesi ge­ rekir kanaatindeyim. Yüce divan, Rus elçisinin şikayeti ile me�ul edilemez. (Oğuz Han, Bilge Han ve Atilla baş hareketle­ riyle Alparslan Gazi'yi onaylarlar.) Oğuz Han: (Rusa) - Çıkabilirsiniz. ( Kıza) - Tökeli İmre'yi içeriye alın. ( Rus ve kız çıkarlar. Kız Tökeli ile birlikte gi­ rer.)

Tökeli:

- Beni emretmişsiniz Oğuz Han'ım.

Oğuz Han:

- 168 1 -168 2 yıl larında Almanlara karşı isyan halinde miydiniz?

Tökeli:

- Evet. Macarlar, Almanlara karşı devamlı isyan halindeydiler.

Oğuz Han:

- Ben sizin isyan ettiğiniz tarihi soruyorum.

Tilkeli:

- Benim isyanım 1682'de başlad ı efendim .

Oğuz Han:

- Yani Varat Beylerbeyi size yardım etmekle görevlendirildikten sonra'? Yani Merzifonlu'nun ar­ kanızda ·olduğunu, imdadınıza koşacağını anlayınca isyan ettiniz, öyle mi?

Tökeli:

- Evet. Başka türlü olamazdı zaten.

Oğuz Han:

- Yani Merzifonlu ümit vermeseydi isyan ede­ mezdik mi demek istiyorsunuz?

36


Tökeli:

- Bir bakıma .. Alman egemenliğinde y aşayan Macarları bastırılması imkansız isyan duyguları sar­ m ı!itı. Almanlar hür v icdanlara olduğu kadar m illi­ yetlere de büyük haksızlıklar yapıyorlardı. Cellatla­ rın baltaları altında can veren Macar asilzadelerinin kanları, intikamcı çocukların ve vatanseverlerin ye­ tiş�esine sebep olmillitu.

lbrahim Paşa:

- Efendim bu ayaklanmayı bizzat Merzifonlu planlamı-!itır. Tökeli'yi hapisten kaçırıp asilerin başı­ na geçiren de odur.

Oğuz Han:

- Niye yapsın bunu? İbrahim Paşa: - Almanya'nın zayıf olduğuna inandırmak ve padişaha kararı onaylattırmak için. Oğuz Han: (Tökeli'ye) - Hapisten kaçmanızda Merzifonlu'nun yardımı oldu mu? Tökeli: - Hayır. Ama hapishaneden ona ul<L§abilseydim, mutlak surette yardım ederdi. _

Oğuz Han: (Merzifonlu'ya) - Eder miydiniz? Merzifonlu:

- Bir saniye bile vakit geçirmezdim.

Oğuz Han:

- Kim kaçırdı sizi hapisten?

Tökeli:

- Macarlar, Almanlara karşı gizli gizli örgütlen­ m işlerdi. Bu örgütleri birleştirmek ve milli d irenişi başlatmak için bir öndere ihtiyaç 'duyuyorlardı. Ba-

37


bam, Kont Tökeli, ülkemi Almanlara karşı savunur­ ken maktfil dü�mfui, dedem Kont Nadasti de Alman i�alciler tarafından idam edilmişti. Bu nedenle Ma­ car m illiyetçileri önder olarak beni seçtiler. Zindan­ daki bir önder işe yaramayacağı için de hapisten ka­ çırıld ım.

Oğuz Han:

- Merzifonlu ile temasınız nasıl ba�ladı?

i.':'l<eli:

- üı.:: hir elçi gönderd im. Almanları tanımadı­

ğımı ve Türk. 8evleti'nin yüksek himayesi al tında ya�a mak isted iğim ı ��:ldirdim.

Oğuz Han: -

Bağ ı ms ız ya�amayı düşünemez miydiniz?

Tökeli:

- Aynı soydan geldiğimize göre Türk Devleti aynı zam:mda kendi devletimizd i. Belki o zaman bü­ tün Macarlar böyle düşünmüyorlardı ama, ben bu fi­ kirdeydim.

Oğuz Han:

- Tök-:li'nin elçisi

Merzifonlu:

ne zaman ulaştı size?

- Elçiyle 9 Ocak 1682'de görü�tük. Tökeli'nin en büyük isteği d in ve vicdan hürriyetinin, ibadet serbestisini n teminat altına alınmasıyd ı. Beni ve im­ paratorluk bakanlar kurulunu çok etkileyen bir de mektup yazmı�ıı.

Oğuz Han:

- Mektubun içeriğini açıklayabilir misiniz?

Merzifonlu: (Tökeli'ye bakar)

- Bilmem ki? Doğru olur mu?

Tökeli:

- Bence sakıncası yok.

Merzifonlu: (Cebinden mektubu çıkarıp, okur.)

- Ak.§am karanlığı bastırınca Alman askerleri

38


kapılarımıza dayanıp, kızlarımızın ve kadınlarımızın kend ilerine tes lim ed ilmesini istiyorlar. Kapıyı aç­ m akta gecikenlerin evleri ate�e veril i yor. Kapıyı açanlara iğrenç tecavüzleri n i seyrettir iyorlar. Biraz daha gecikirseniz, kurtaracak bir tek Macar dahi bu­ lamayacağınızdan endi�e ediyorum. Bizi cella tların merhametine terketmeyeceğinizden o kadar eminim ki, bu ümetle siz gel inceye kadar hayatta kalm ayı ba�aracağıma inanıyorum. (Bi lge Han kolunu uzatır. Merzifonlu mektubu Bilge Han'a verir. Bilge Han mektuba göz atıp dos­ yaY.a koyar. ) lbrahim Paşa: - Şimdi daha iyi anlıyoruz ki, Merzifonlu Pa.'_ia, Tökeli'nin mektubunu alınca, kolladtğı fırsatı yaka la­ d ığını san ıp, orduya hareket emrini vcrmi1. 1

Merzifünlu:

(Sert)

- St:nin yıllarca yaptığın gihi hi..:�1 Jc yürek acısı­ mı kulaktan .1 i fa :111 verseydim Pa:-\a·:• Bu vah.�cte g.fü mü yumsayJım 1crd'iizcc'? Fc ry a t Lı ra kul:Jk mı uka­ sav<lım? ·Oğuz H.ın: - Gereksiz tartı-'i m a b rı hırak;n !L:tfcn. (Merzifonlu'ya) - Ce"ahmız ne oklu'! Yani Tökdi'ye ne cevap

verdiniz'?

Merzifonlu:

- Onu derhal Macar Kra lı ihln ettim! Ve bütün güc.ümle arkasında olduğumu bildirdim. lbrahim Paşa: . - İmparator Leopold'e kar-'iı ayaklanan bir clsiyi kral iian etmek, affedilmez bir s iyasi gaflettir. Böy­ lece imparator, Merzifonlu'nun ne yapmak isted iğini anlamıs_, tedbirlerini de almı.'_itır. Merzifonlu: (Oğuz Han'a) 39


- ünce !iU ayaklanma ifadesini düzeltmek isti­ yorum. Tökeli'nin ve macarların hareketi, ayaklanma değil, ba!ikaldırma olayıdır. . lbrahim Paşa: (Küçümseyici) - Ne fark eder ki? Ayaklanma veya ba!ikaldırma.

Merzifonlu:

- Çok liey farkeder paşa ! . Ba!ikaldırma kafaya yakındır, ayaklanma mideye. Demin, bir devletada­ mının kalbi, kafatasının içinde olmalıdır diyordun. Doğru. Ama en büyük bela kafatasının midenin için­ de olmasıdır ki anla�ılan sen, kafatasını da, kalbini de kendi midende hazmetmi!isin. Tökeli'yi kral ilan edince imparator ne yapmak isted iğimizi anlamıli, tedbirlerini de almıli. Leopold bir imparator değil zindan bekçisiyd i ! Viyana hapis­ hanesinin bu Allahsız baııgardiyanı ne tedbir alabilir­ di ki kar�ımda? Kapıları şımsıkı kapatmaktan başka ne tedbir alabilirdi bir zindaricıba!iı? Leopold'e Viya­ na kapı larında beni kar!iı laması için davetiye bile gönderebilirdim ! .... İbrahim Paşa: - Leopold bir zindan bekçisiydi veya değildi. Ama emrinde bir ordu vardı. Ben siyasi gaflardan söz ediyorum. Tökeli'yi desteklemek bir siyasi hata idi. Rus büyüke lçisini tokatlamak -olay bu mahke­ meyi ilgilend irmese bile- bir siyasi hata id i . Fakat Merzifonlu bunlarla kalmamı!i, Kanuni Sultan Süley­ man zamanından beri Osmanlı İmparatorluğu'nun tabii müttefiki olan Fransa'yı da önemsiz bir mesele­ den dolayı darıltarak büyük savaşın öncesinde devle­ ti yalnızlığa sürüklemi!itir.

Oğuz Han:

. - Nedir bu Fransızları gücendiren hadise? lbrahim Paşa:

40


- Fransız büyükelçisinin tahkir edilip zindana atılması olayıdır efendim. ·

Oğuz Han:

- Doğru mu?

Merzifonlu:

- Büyükelçilerle başım hep dertte olmuştur ama olayı hatırladığımı söyleyemem.

lbrahim Paşa:

- Paşa'nın, yüzünü kızartacak hadiseleri hatırla­ mak istemeyişi gayet tabiid ir. Çünkü unutmak olma­ saydı, mutluluk da olmazdı.

Merzifonlu:

- Yüzümü kızartacak hiçbir hadiseye katılma­ dım ben ! Çünkü mutluluğu senin gibi unutmakta de­ ğil, dürüstlükte aramışımdır. Bilge Han: (İbrahim Paşa'ya) - Siz olayı hatırladığınıza göre elçiyi de tanıyor olmalısınız.

İbrahim Paşa:

- Tanımaz olur muyum? Kont Joseph de Guille­ ragues. Kendileri 14. Lui'nin elçileriydi efendim. Bilge Han: (Merzifonlu'ya) - Hatırlayabildiniz mi?

Merzifonlu:

- 14. Lui'nin vilayet-i Fransa kralı olduğunu ha­ tırlıyorum da bu Kont Joseph'i pek hatırlayamadım .

lbrahim Paşa:

- Olur mu efendim? En kudretli çağında Fran­ sa'nın Türkiye sefıriydi.

Merzüonlu:

- Benim karşımda kudretten bahsetme paşa ! Fransa ancak bahşettiğim kadar kudretli olabilmiştir. Ne daha fazla ne daha az. Türkiye'nin ve Türk Mille­ ti'nin üstün çıkarları Fransa'nın ne denli kuvvetli ol­ masını gerektiriyorsa, Fransa ancak o ölçüde güçlü

41


kılınmıştır.

Oğuz Han:

- Bir büyükelçinin zindana tıkılması gibi her devirde önemli sayılabilecek bir olayı gerçekten ha­ tırlamıyor musunuz?

Merzifonlu:

- Gerçekten hatırlamıyorum Oğuz Han'ım. Ama paş_a bazı açıklamalarda bulunabilirse belki.

lbrahim Paşa:

- Efendim ben o tarihlerde lstanbul'da değildim. Görev gereği olarak Orta Avrupa'da bulunuyo rdum. Ama Konl Joseph'i dinlemek ihtiyacını duyarsanız, sanırım paşanın hatırlamasına yard ımcı olacaktır. Çünkü Viyana ku1iatması sırasında Rus ve Fransız elçilerinin lahkir ed ilmesi, Türkiye'nin yalnız ka lma­ sına, üste l i k doğuda ve batıda gereksiz yere dü�man kazanmasına sebep olmuştur. B u bakımdan ha d ise görülmekte nlan dava i l e çok yakından i lgilid ir. ( Oğuz Han, üyelerle fı sıld a�ı r) Oğuz Han: - Kont Joscph de Guellcragues' i n m a hkemeye celbine �c. � urwj,maya 15 dak i ka ara ve ri lmes i ne ka ­ rar vc rmıillr. ,

İKİNCİ BÖ LÜM:

�itli

(Perde açılır. Çeşitli milliyetlere mensup, çe­

çağlarda ya�amı� dinleyiciler salona girip yer l e rini a l ı rlar. Sonra kız. görev l i le r ve divan üvelcri gi­ re rler. Oğuz han önündeki dosyayı karı�Lı r{r. L . Gö­ rev l i ye ) ­

Oğuz Han:

42


- �anığ ı içeriye alın.

. 1. Gorevli:

- Emredersiniz. ( 1 . Görevli çıkar. Divan üyeleri dosyaları ince­ lemekle meŞ.guldür. Merzifonlu- İbrahim PaŞ.a, Kont ve 1. Görevli girerler.)

Oğuz Han:

- Kont Joseph de Guilleragues siz misiniz?

Kont:

- Evet. Benim.

Oğuz Han:

- Sanığı tanıyor musunuz?

Kont:

- Tanıyorum. Kendileri herhalde Merzifonlu Kara Mustafa PaŞ.a olmalılar.

Oğuz Han:

- Nereden tanı.ş,ıyorsunuz?

Kont:

- İstanbul'dan.

Oğuz Han:

- Biraz önce İbrahim Pa.ş_a, sanığın size hakaret ed ip, zindana attırdığını söyledi. Olayı hatırlıyor musunuz?

Kont:

- Hatırlıyorum. Hayatım boyunca öyle bir ha­ rekete maruz kalmamı�ımdır. Bendeniz Fransa hari­ ciyesinin en seçkin diplomatlarındandım.

Oğuz Han:

- Sanık ne yaptı size?

Kont:

- Beni az daha öld ürecekti efendim. Deli gi­ biydi odasına girdiğimde. Gözleri yuvasından fırla­ m ı.ş,tı. Avucunu yumruklayarak odanın içinde dört dönüyor, sağa sola emirler yağdırıyordu.

Oğuz Han:

43


- Bu ayrıntıları gerek duyarsak anlatırsınız. Sanık size ne yaptı? Dövdü mü, sövdü inü, itip çekti mi?

Kont:

- Sanıyorum sinirlerine hakim olmasaydı az daha boğacaktı . Boğmadı ama Yedikule zindanları­ na attı beni.

Merzifonlu:

- Fena hapishane değildir orası.

Oğuz Han:

- Lütfen pa.§a. (Kont'a) . - Neden zindana kapattı sizi?

Kont:

- Efendim Türklerle Fransızlar arasında basit bir hadise cereyan etmi.§ti. O nedenle beni Oğuz Han: (Kont'un sözünü keser) Ne idi bu hadise? ·

-

Kont:

, - Sakız Adası'nda üç-be.§ serseri Fransız vatan­ da.§ı Türklere saldırmı.§tı galiba.

Merzifonlu:

- Hatırladım .§imdii. Sakız Adası deyince hatır­ ladım. Demek üç-be.§serseri Türklere saldırmı.§tı ha? Fransa ne zamandan beri filo komutanlığına ve ami­ ral kadrolarına serserileri tayin ediyor acaba?

Alparslan Gazi:

- Saldıranlar amiraller miydi?

Merzifonlu:

- Fransız donanmasına bağlı gemilerdi.

Alparslan Gazi:

·

- Kaç gemiydi?

Merzifonlu:

- Sekiz! İbrahim Pa.§a ve Kont, basit bir hadise deyince hatırlayamadım. (Kont'a) Sekiz sava.§ gemi-

44


sinden oluo§an bir filonun limanımıza girip, sivil he­ defleri 4-5 saat süreyle topa tutması, kadınların, ço­ cukların masum halkın yıkıntılar altında ölmesi basit bir mesele midir sizce?

İbrahim Paşa:

- Bu açınıza göre değişir. Eğer kuş penceresin­ den bakıyorsanız olayı önemseyebilirsiniz. Ama si­ zin, Almanya ile savao§maya hazırlanan bir komutan olarak çatıdan bakmanız gerekirdi.

Merzifonlu:

- Türk Devleti'nin Fransa'nın yard ım ına ihti­ yaç_ duyduğunu _mu söylemek istiyorsunuz siz?

lbrahim Paşa:

- Siyasi şartlar Fransa ile dostane ilişkiler için­ de, bulunmanızı gerektiriyordu.

Merzifonlu:

- Siyasi şartlar, bazaı'ı korkaklığın, bazan iha­ netin gerekçesi olarak ileri sürülmüştür. Siz korkak­ lığınızdan dolayı mı siyasi şartların gerisine sığını­ yorsunuz, yoksa ihanetinizden dolayı mı? Ben Mar­ silya'ya saldırmadım paşa ! Onlar Sakız'ı topa tuttu !

Oğuz Han:

- Lütfen sesisinizi yükseltmeyiniz.

Alparslan Gazi:

- Biraz önceki sözlerinizden Fransız filosunun Sakız Limanı'nı bastığı anlaşılı y or. Böyle bir ihtima­ le karşı adada askeri tedbir almamış mıydınız?

Merzifonlu:

- Önce Fransa'dan böyle bir çılgınlık beklemi­ yordum. Fransa ile dosttuk. Zaten batı e n büyük düş­ manlığını barış antlaşmasmı imzaladıktan sonra yap­ m ı�tır. Yüzümüze gülerek. sırıtarak.. Yılışarak arka­ d an vurmuştur bizi .. Kaldı ki liman, küçük bir Türk filosu tarafından korunuyordu.

Alparslan Gazi:

45


- Baskın bu filoya rağmen mi gerçekleştirildi?

Merzifonlu:

- Filo bakım için kızaktaymış. Fransız gemile­ ri teslim bayrağı çekerek limana girmişler. Sonra da aniden saldırmışlar. Oğuz han: - Kont'u bu olaydan dolayı mı içeri attınız?

Merzifonlu:

- Hayır. Hasar tesbitinden sonra Kont'u çağırt­ tım. Sakız'a yağdırılan dört bin gülle can ve mal kaybına sebep olmuştu. Zarar ziyanın kuruşu kuru­ şuna tazmin edilmesini isted im. Reddetti Attım Ye­ dikule'ye kafiri. Teşekkür mü etmeliydim yoksa? Komisyona mı havale etmeliydim olayı? Veya gere­ ken yapılacaktır deyip hiçbir şey yapmamalı mıy­ dım? Oğuz Han: (Kont'a) - Doğru mu?

Kont:

- Evet ama suçlu ben değildim ki..

Merzifonlu:

- Belki şahsen suçlu değildiniz ama siz temsil ediyordunuz onları. Oğuz Han: - Ne kadar kaldınız zindanda'?

Merzifonlu:

- Zarar ziyanı kuruşu kuruşuna ödeyinceye ve olayda ölümlerin diyetlerini verinceye kadar zindanda tuttum onu. ·

İbrahim Paşa:

- Elçiyi zindana atmadan da zarar ziyanı taz­ min yoluna gidebilirdiniz.

Merzifonlu:

- Yani görüşmeler yoluyla, diyalog kurarak fa­ lan mı'?

46


lbrahim Paşa: - Evet.

Merzifonlu: (sert, asabi.)

- Elçinin Türk başkentinde bulunmasının ma­ nası ne ki pa!ia? Herhangi bir Fransızın, Türk impa­ ratorluğunun herhangi bir yerinde, ilinde, ilçesinde köyünde olay çıkarmasını önlemek değil mi? Ve eğer olay çıkacak olursa, kapıma yüzsürüp, vilayel-i Fransa kralı adına özür dilemek değil mi elçinin gö­ revi'? Bu adam, bu görevi ihmal ettiği için, hizmette ve hürmette kusur ettiği için tarafımdan cezalandırıl­ m ı�tır. Siz de kal kmı!i, Fransa'yı gücend irdiğimden, Rusya'yı darılttığımdan falan bahsediyorsunuz . Fransa gücenmesin diye onurumdan ödün mü vere­ cektim be adam? İtibarı ne idi ki bu devletlerin? Bi­ rinin elçisini zindana tıkıyor, ötekinin çenesini dağı­ tıyordum gık diyem iyorlardı.

Oğuz Han:

- Lüt fen sakin olunuz paşa.

Atilla:

- E fend im, sanığın Viyana seferi için ileri sür­ düğü gerekçe ler y üce heyetiniz tarafından haklı veya haksız müta !Ja ed ilmi� olabilir. Fakat İkinci Viyana Ku�almas ı y la ba::\[ayan sava!ilar zinciri devleti Kar­ lo fça Antlm a�ması'nı imza lamaya mecbur ettiği için­ sanık suçludur. cezaland ırılmalıdır. Oğuz Han: ( Kont'a) - Siz çıkabilirsin iz. (Kont çıkar. )

Merzifonlu:

- Karlo fça Antlm;,ması 26 Ocak 1 699 tarihinde i.ı:nza lanmı�tır. Ben, 25 Aralık 1683'te idam edild im. Olümümdcn 16 yıl sonra i mzalanan bir antla�rnadan nasıl sorumlu tutabilirsiniz be n i? A tilla: .47


- Eğer Viyana sefeı:ine çıkmasaydınız, Karlof­ ça Antlaşması imzalanmayacaktı.

Merzifonlu:

- Eğer kellem kesilmeseydi Karlofca Antlaş­ ması imzalanmazdı ve ne Viyana Almanın elinde kalırdı, ne Varşova Polonyalı'nın .. Nereye dikilmek isterse oraya dikerdim bayrağımı. Nerede dalgalan­ mak isterse orada dalgaland ırırdım.

Atilla:

- İdam edildiniz veya kelleniz kesildi ama im­ zalandı bu antlaşma.

Merzifonlu:

yınız.

- O .halde antlaşmaya imza koyanları yargıla­

Atilla:

- Kimi yargılayacağımızı biliriz biz.

· Merzifonlu:

- Ben sağ olsaydım bu anlaşma imzalanmazdı. İktidarda kald ığım sürece bir tek antlaşma dahi im­ zalamadım ben. Zayıfların metodudur antlaşma. Uz­ laşma yollarını güçsüzler ararlar. Ben iktidarım bo­ yunca emretmi�imd ir ! D ikte · etmişimdim ! Talimat vermi!iimdir ! Oğuz Han: (İbrahim Paşa'ya) - Siz çıkabilirsiniz. (İbrahim Paşa çıkar.) ·

Atilla:

1

- imzalanmasına sebep olduğunuz Karlofça'daki paçavra Türk tarafının emretmesinin de, dik­ te etmesinin de talimat vermesinin de sonu olmuştur. Bu yüzden hesap veriyorsunuz. •

·

Merzifonlu:

- Böyle hesaplara alışkın değilim ben ! Bu he­ sap benden sorulamaz !

Atilla:

48


- Yüce Divan'ın sayın üyeleri. 22 Haziran 1 533'te yürürlüğe giren İstanbul Barışı hükümlerine göre, o zaman Avrupa'nın en güçlü hükümdarı olan Avusturya Kralı, ancak vezir-i azamla eşit sayılmış­ tır. Çeşitli Batılı devletlerle o tarihten .sonra akdedi­ len antlaşmalar da Türk Devlet Başkanı'nı, yeryüzü­ nün yegane imparatoru kabul eden binlerce yıllık Türk telakkisinin hukuki dayanakları mahiyetinde­ dir. Sanığın, imzalanmasına sebep olduğu Karlofça Antlaşması, üstünlük esasının yerine eşitlik ilkesini getirmiştir. Antlaşma metninde her ne kadar, Türk Devlet Başkanı'nın Alman imparatoruna "oğlu gibi şefaatle muamele edeceği " ifadesi yer almışsa da, padişahın artık Alman imparatoruna "Sen" diye hita­ bedemeyeceği, " Siz" demek zorunda olduğu da hük­ me bağlanmıştır. Tekrarlamak ve özetlemek istiyo­ rum: Sanık, mil letlerarası ili�kilerde Türk'ün üstün­ lüğü esasının yerine eşitlik ilkesinin kabul edilmesi­ ne sebebiyet vermekten suçludur, ağır şekilde ceza­ landırılmalıdır.

Merzifonlu:

- Kendimi hiçbir zaman Karlofça'da imzalanan paçavranın sorumlusu olarak kabul etmed im. Deği­ lim de .. Ama günün birinde böyle bir antlaşmaya sahne olacağını bilseydim, yeryüzünden silerdim ka­ sabay ı ! Atilla : · - İkinci Viyana Kuşatmasına karar veren adam siz değil misiniz?

Merzifonlu:

- Benim. Karar bana aittir.

Atilla:

- Viyana önünde bozguna uğrayan adam da siz değil misiniz?

Merzifonlu:

49


- As la ! . Ben Viyana'da bozguna uğramad ı m ! Haya lım boyunca gird iğim hiçbir savaştan mağlup ç ık mad ı m hen. Atilla: ( Div a n üyelerine) - J 683'te Türkiye, tarihinde ilk defa olarak bir­ lc�ik Avru pa o rd ul arı n ı yenememiş, yenilmiştir. Vi­ yana önlerindeki bu feci mağlubiyetin sorumlusu s�­ nık suç lud ur ce za l a nd ı rı lm a l ıd ı r . .

Merzifonlu:

- T ümüy le reddediyorum bu iddiayı ! Eğer iha­ nete uğr a m as a y d ı m , Türk Ordusu, tarihin en büyük zaferlerinden birini d a h a kazanacakt ı , kazanmak üzereydi hatta . Nadide bir bibloyu kavrar gibi surla­ rından kavr a m ı -'itım kenti. Bir kartal pençesindeki ba y ku-'i kad a r ümitsiz ve çaresizdi Alman ba!ikcnti.

Oğuz Han:

- B i raz önce ihanete Kim ih:rnet e t ti size'?

uğradığınızı söy led iniz.

Merzifonlu:

- K m m Hanı o lacak o . . . . tövbe tövbe . . .

Oğuz Han: - AJ i "!

l\.lerzifonlu:

olac a kt ı hcrh<ılde.

- M ur a t G iray

Oğuz Han: ( l. Göre v l iye )

- Murat Gira y ı ç ağı r ı n ba n a . ( 1 . Görevli ç ı kar . Bir el uzanıp kıza bir dile kçe Kız di lekçeyi okur. Oğuz Han'a döner. ) '

verir.

Kız:

:: Bir !icyh huzura kabulünü rica ediyor efen­ d im. Onemli aç ı klam a la rd a bulunacakmış.

Oğuz Han :

- Kiınmi!i bu şeyh. Sava!ila ne ilgisi

Kız: (Elindeki dilekçeye ba ka r� )

varmı!i?

- Şeyh V<ıni Mehmet Efend i. Viyana gazi lerin-

50


den.

Oğuz Han:

- Şeyh Efendi gelsinler. (Kız dile kçeyi Bi lge Han'a sunar. Kapıdan şeyhe i�ret eder. Şeyh vekarla girer. Şa�kın ve üz­ gündür. Merzifonlu'ya yakl�ır.)

Şeyh:

- Mahkemede mi görüşecektik koca gazi? Di­ ne devlete onca hizmetten, din için devlet için kat­ land ığınız onca me�akatten sonra Yüce Divan'da sorguya mı çekilccektiniz? (Oğuz Han'a yönelik) Ba!ikalarının yargılanmaları gerekirdi bu mah­ kemede. Murat Giray'ı, İbrahim Pa�a'yı görmek is­ terdik biz, burada, bu sandalyede! ( 1. Görevli girer.)

1. Görevli:

- Kırım Hanı Murat Giray geldi efendim.

Oğuz Han:

Gelsin. ( 1 . Görev li çıkar. Murat Giray'la birl ikte gi-

rer.)

Murat:

- Beni emrctmi�siniz Oğuz Han'ım.

Oğuz Han:

- İkinci Viyana Ku!iatmasına katıldınız mı?

Murat:

- Kırım birlikleri Avn.ı_pa'daki her sava�a katıl­ mı!ilardır efend im.

Oğuz Han:

·

- Kırım birliklerinden söz etmiyorum. Siz, biz­ zat siz İkinci Viyana Muhasarasına katıldınız mı?

Oğuz Han:

- Sanık Merzifonlu Kara Mustafa Paşa sizin ihanetiniz yüzünden s avaşın kaybedildiğini iddia Si


ediyor. Doğru mu, yanlış mı?

Şeyh:

- Ben Tanrı adına tanıklık ederim ki Murat Gi­ ray Han ihanet etmiştir.

Merzifonlu:

- Hem devlete, hem millete.

Şeyh:

- Hem devlete, hem millete.

Oğuz Han:

·

- Lütfen söz almadan konuşmayınız.

Murat:

- Savaş Merzifonlu'nun beceriksizliği yüzün­ den kaybedilmiştir. Ona ihanet eden olmadı . Şeyh: (El kaldırır) - Söz istiyorum.

Oğuz Han:

- Buyurun. Söz sizin

Şeyh:

- 24 yaşında tümgeneralliğe, 25 yaşında orge­ neralliğe, 26 yaşında mareşalliğe terfi etmiş bir harp dehasının askeri becerisini değerlendirmek bu soyta­ rı süvariye mi düşer?

Murat:

- Bana soytarı diyemezsiniz!

Oğuz Han:

- Soytarı kelimesinin zabıtlardan çıkarılmasına karar verilmiştir.

Murat:

- Paşanın, 24 yaşında tümgeneral, 25 yaşında orgeneral, 26 yaşında mareşal olması hata yapmaya­ cağı manasına gelmez. Eğer mareşal, beni ve İbra­ him Paşa'yı dinleseydi bugün sanık sandalyesinde oturmazdı.

Oğuz Han:

- Ne teklif etmiştiniz paşaya?

52


Murat:

- Kuşatmanın bir yıl ertelenmesini teklif _et­ miştik.

Oğuz Han:

- lstanbul'da mı?

Murat: sinde.

- Hayır. İstonibelgrat'ta toplanan harp mecli­

Oğuz Han:

- Şaka mı yapıyorsunuz siz? Ordu İstonibelg­ rat'a kadar geldikten sonra ..

Murat:

- Fakat biz savaşın feci bir mağlubiyetle bit­ mesinden korkuyorduk. Nitekim korktuğumuz Şeyh: (Murat'ın sözünü keser) - Kaptanı Nuh olan kimse denizin dalgasından korkar mı be hey gafil?

Murat:

- Sorun o değil. Biz her bahar Viyana'dan Moskova'ya kadar uzayan topraklara akınlar düzen­ lerd ik. Sık sık Alman topraklarına girmişizdir. O se­ beple Viyana surlarını yakından görmek, incelemek imkanına sahip ol m wıumdur Paşa'nın getirdiği top­ larla o surları a.'iamazd ık. .

Merzifonlu:

- Aptalca bahaneler bunlar. Benim surları in­ celemed iğimi mi sanıyorsun sen? Hiçbir sur benim gücüme karşı koyamaz, hiçbir kale benim orduları­ ma dayanamazdı.

Murat:

- Ama Viyana dayanmıştır.

Merzifonlu:

- Viyana dayansaydı, imparator kaçmazdı.

Oğuz Han:

- Alman İmparatoru 1. Leopold'ü mü kastedi-

53


yorsun uz?

Merzüonlu:

- Evet. Arkasına bile bakmadan.

Şeyh:

- Halkın

yalvarıp

Merzifonlu:

yakannalarına aldınnadan.

- U�anmadan.

Şeyh:

- Arlanmadan.

Merzifonlu: -

Karısını

Şeyh:

- Metresini:

Merzifonlu: -

Ve s evg i l i lerin i

Şeyh:

- İmparator gi b i

Viyana'dan.

Oğuz Han: (2.

- Alman ra istiyorum .

alıp, sırra kadem basmı.§tır. deği l , h ı rs ı z gib i ·

kaçmı.§tır.

Görevliye)

İmparatoru 1.

Leopo ld'ü derhal huzu­

2. Görevli:

- Eqıredersiniz.

( 2. Görevli ç ı kar . ) Oğuz Han:

- Viyana'ya ne kadar

Merzifonlu:

yakla�mı�tınız

pa�a'?

- Viyana'ya gi rmek üzereyd im Oğuz han. Ön­ ce Viyana çevres i ndeki kale ve palangaları elegeçir­ mem gereki yord u . En öne m l i leri Bes p i ren, Puj un, Moriczhida, Tala, Papa, Al tenburg ve Hanburg ol­ mak üzere a lt m ı�a ya kı n kale ve pa langayı birkaç gü n iç ind e i�al ettim. Böy lece Viyana'nın bütün ik­ mal yolları kes i l m i� ol uyord u . Sonra ka leyi ku�at­ tım. Toplara ate.§, Meh mctçilere hücum e mrini ver-

54


dim.

(2. Görevli girer.) 2. Görevli:

dim.

- Alman İmparatoru 1. Leopold getirildi e fen-

Oğuz Han:

- Beklesin. ( Merzifonlu'ya) - Lütfen devam ediniz.

Merzifonlu:

- Ku!iatmanın onuncu günü, mevziler kalenin d ı� ta byalarına kadar götürüldü. 1 8. günü yera ltı tü­ nellerine ind ik. Bu arada toplar, Viyana'nın surlarını delik dc�ik ediyor, yıkılmaz sanılan burçlar göklere savruluyordu. Kalın duvarlarının �eri�!!":.Gt: y üzyıllar­ dan beri Türklüğe tuza k!i!r kurulan batının bu en bü­ yük taht �ehri , baiının bu en büyük ba�ken ti elime geçmek üze reyd i. Viyana kalesinin en yüce burcuna Türk 8a y rağı'.nı dikmek için ya i ki güne ihtiyacım vardı. ya üç. I�te tam bu sırada Kırım H;.ını'nın iha­ net etti2ini öı!rend im.

Bilge Han:

- P:ı�a'nın sorgusuna Leopo l<l ' ü d i nledikten sonra devam etmenin d<1ha uygun olacağı kana;ıtin­ deyim Oğuz Han.

Alparslan Gazi:

-'Aynı fikirdeyim.

Oğuz Han: ( 1 . Görevliye)

- Alman İmparatoru L Leopold'ü içeriye alınız. ( l. Görevl i çıkar. Leopold'le birlikte girerler.)

Oğuz Han:

- Alman İmparatoru Leopold siz misiniz? Leopold: - Evet. Benim

Oğuz Han: 55


- 1. Leopold. Leopold: - Evet. 1. Leopold. Oğuz Han: · - Sanık Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'yı tanı­ yor musunuz? Leopold: - İlk kez aynı çatının altında bulunuyoruz. Fa­ kat gıyaben çok yakından tanıyorum. Oğuz Han: - Sanığın iddiasına göre İkinci Viyana Kuşat­ ması sırasında başkentinizi terkedip kaçmışsınız. Böyle bir şey oldu mu? Leopold: - ikinci Y!y ana Kuşatması'nda askerlerim ül­ kemi kahramanca savunmu�lardır. Oğuz Han: - Ona şüphe yok. Ama sorumun cevabı bu de­ ğil. Siz savaştınız mı kaçtınız mı? (Leopold tereddüt eder)

Merzifonlu:

- Göğsünüzdeki ve tacınızdaki elmasların pa­ rıltıları yüzb.ranızı yeterince aydınlatıyor. O bakım­ dan smatınızda belirecek utanç izini görmemize irnkan yok. Bir imparator olarak itirafı güç de olsa erkekçe söyleyin: Kaçtınız mı savaştınız mı? Leoj>old : - Aslında önceleri pek ümitsiz değildim. Baş­ komutan Dük Charles de Lorraine'i Türkleri püs­ kürtmekle görevlendirdim . Dük, imparatorluk ordu­ suyla birlikteLeyha nehrinin öte yakasında mevzi­ lendi. Fakat 7 Temmuz'da gelen haberler Alman im­ paratorluk ordusunun imha edildiğini bildiriyordu. Artık Türkleri durduracak hiçbir kuvvet yoktu. Oğuz Han:

56


- Yani kaçtınız. Leopold: - Buna biraz da karımın ısrarı sebep oldu.

Oğuz Han:

- Yani kaçtınız. Leopold: - Evet. Başka çarem yoktu.

Oğuz Han:

- Teşekkür ederim. (Kıza) - İmparatora yolu gösteriniz. (İmparator çıkar.) Bilge Han: (Murat'a) - İfadeniz, imparator Leopold'ün ifadesiyle çe­ lişiyor. Bir imparator kendi başkentini bırakıp kaçı­ yorsa, durumun ümitsiz olduğunu gösterir bu . .

Murat:

- Fakat Viyana surlarını aşmak kolay değildi. Alparslan Gazi: (Sert) - Hangi savaş kolaydır ki? Sizin göreviniz sa­ vaşın şartları ve güçlükleri hakkında fikir yürütmek değil, verilen emirleri tereddütsüz ve muhakemesiz uygulamaktır.

Murat:

dim.

- Ben verilen bütün emirleri uyguladım efen-

Merzifonlu: - Asla! ..

Şeyh:

- Tanrı adına yemin ederim ki Murat Giray ya­ lan söylüyor.

Murat:

- Doğnı söylüyorum.

Merzifonlu: (Divana)

- Viyana bugün, yarın düşmek üzereydi. Po-

57


lonya Ordusu'nun, Saksonya ve Bavyera'dan aldığı takviye kuvvetlerle birlikte hareket ettiğini öğren­ dim .

Oğuz Han:

- Baş_komutanı kimdi bu ordunun?

Merzifonlu:

- Cesur bir askerdi. ( Şeyh'e) - Bu kahraman askerin adını hatırlayabiliyor musunuz hocam?

Şeyh:

- Polonya Kra lı Jean Sobiesky.

Merzifonlu:

- Sobicsky, Türk Ordusu'nun gerisine sarkmak ve kaledeki askerlerle birlikte bizi ate!iten bir çembe­ rin içine a lmak istiyordu. Bu planı uygulayahilmesi için tek vol vard ı : lskender Köprüsü .. Yani d ü�man birlikler( İskender Köprüsü'nü geçmeden Türk Ordu­ su' na bir tek merm i dahi atamazd ı. Bu köprüyü tut­ masını emrett im. Murat'a .. İsteseydi tüm Polonya Orc.lusu'nu Tuna'ya dökebilirdi. Veya köprüyü hava­ ya uçurup, muhte�em zaferimizi seyrettirebilirdi. So­ biesky'e. Ama o hareketsiz kalmayı tercih etmİ-'.itİr. Bir by:ı l ığm ÜLerine çıkını� ve d ü�m:.ı nın köprüden gcçi-1ini �adece seyretmi!ltir.

Oğuz Han:

-:... Nder söylüyorsunuz siz?

Merzifonlu:

- Ben gerçekleri söylüyorum Oğuz Han.

Oğuz Han: (Murat'a) - Doğru mu?

Bilge Ha n:

- İhanet bu, doğruysa.

Alparslan Gazi: �

Doğruysa, orduya da devlete de mi llete de 58


ihanet !

Bilge Han:

- Kırım'a da, Kırımlıya da ihanet, doğruysa. ( Murat inkar etmek ister, fırsat bulamaz.)

Şeyh:

- Benim bu konuda bir tanığım var efend im. Pa.ş,a hazretlerinin bilmedikleri bir tanık.

Oğuz Han:

- Kim o tanık?

Şeyh: ( Murat'ı i.ş,aret eder)

- Bu hainin imamı. Alıp getirdim onu. İfadesi­ nin mahkemeyi ayd ınlatacağı kanısınday ım. Dinlemek isterseniz Oğuz Han: (Şeyh'in sözünü keser) - Gelsin gelsin. (Şeyh, çıkar, imamla birlikte döner.) Oğuz Han: ( İmama) . - Murat Giray' ı tanıyor musunuz'? ·

imam:

- Tanıyorum e fend im.

Oğuz Han: .

·

- Nereden tanı�ıyorsunuz'?

imam:

- İkinci Vi yana Ku�a tmas ına kadar Han'ın imamıydım efend im. İskender Köprüsü olay ından sonra istifa ettim.

Oğuz Han:

- Köprü olayından kastınız, Murat Qiray'ın, dü.ş,man ordusunun Tuna'yı geçi.ş,ini seyretmesi mi­ dir?

İmam:

- Evet.

Oğuz Han: . ·

- Siz o sırada nerede bulunuyordun.uz'?

imam: 59


- Murat Giray'ın çadırında bulunuyordum. Hatta ikaz ettim onu.

Oğuz Han:

- Ne diye ikaz ettiniz?

İmam:

- Dfuimanın köprüden geçmesine izin vermenin vatana ihanet olacağını söyledim.

Oğuz Han: .

- İkazınıza tepkisi ne oldu?

imam:

- Efendim Murat Han kabileci duygulara mağ­ lup olmu!!tu. Osmanlı hükumetlerinin ve padi!!ahla­ rın Kmm'a, Kırım Hanlarına gereken ilgiyi göster­ mediklerinden !!ikayet etti. Ona göre Osmanlıların Tatar kadrini bilmeleri içi_n Viyana önlerinde bozgu­ na uğramaları gerekiyordu. Diyordu ki biz Alman ordusunu da, Polonya ordusunu da birkaç saat içinde imha edecek kudrete sahibiz. Yeter ki �u Osmanlının burnu sürtülsün.

Merzifonlu:

- Alçaaaak ! Osmanl ının burnu sürtü lürse ayakta kalacağını mı sanıyordun sen? Gücün, kudre­ tin birlikten doğduğunu, devletin birlik demek oldu­ ğunu anlatan olmadı mı sana? Biz nihayet bir sava!! kaybettik. Ya Kırım? Kırım tahtı Rustan vergi alı­ yordu, Rusun eline _dü�tü. Ne ahmak adammı!isın sen? Oğuz Han: (Murat'a) - İmam Efendi'ye cevap verebilecek misiniz?

Murat:

- Efendim Merzifonlu Pruıa, Sobiesky'ye yeni­ lecek adam değildi. Eğer İbrahim Pa�a'nın ihaneti olmasaydı belki de bu mahkemeye gerek kalmazdı.

Oğuz Han:

- Ne yaptı İbrahim Pa�a?

60


Murat:

- Sobiesky saldırıya geçince Yanı kkale'ye doğru birlikleriyle beraber uzaklaştı. Oğuz Han: ( 1 . Görevliye) - İbrahim P31ia'yı getirin bana.

Alparslan Gazi:

- İbrahim'in ihaneti sizin suçunuzu hafiflet­ mez. Şimdi soruya cevap verin. İmam Efendi'nin an­ lattıkları doğru mu değil mi?

Murat:

- Efendim ben Cengiz Han'ın 1 8 . kuşaktan to­ runuyum.

Oğuz Han:

".' Biliyorum. Cengiz de benim torunum.

Murat:

- Fakat Osmanlılar bize sıradan hanedan mua­ melesi yapıyordu. Oğuz Han: (Sert) - H içbir gerekçe, hiçbir mazeret, hiçbir ihaneti mazur gösteremez ve hafifletemez. Yıkıl kanıımClan Türklüğün yüzkarası, düşmanın maskarası. (Murat çıkar.)

Şeyh:

- Efendim tanığın itirafının ve tabii imamın ifadesinin Türk Devletleri ve Türk İmparatorlukları Başsavcısı tarafından suç duyurusu o larak kabul edilmesini talep ediyorum.

Atilla :

- Talep kabul edilmiştir. ( 1 . Görevli girer)

1. Görevli:

- İbrahim P31ia getirildi efendim.

Oğuz Han:

Gelsin. (İmama) -

61


ler.)

- Siz çıkabilirsiniz. (İmam çıkar. İbrahim Paş_a ile 1. Görevli girer­

Oğuz Han: (İbrahim PaŞ,a'ya)

- Viyana ku�atması sırasında orduya ihanetle suç_lanıyorsunuz.

lbrahim Paşa:

- Sanığın kend ini kurtarma k için beni suçl a­ masından daha tabii ne olabilir ki? Zaten. duruş_ma­ nın baş_ından beri iftira atıp duruyordu.

Oğuz Han:

sizi.

- Yalnız sanık değil, Murat Giray da suçladı

Şeyh:

- Ben de suçluyorum. Tanrı tanığımdır ki eğer. . lbrahim Pa�a kaçmasaydı biz Sobiesk'ye mağlup ol­ mazd ık.

Merzifonlu:

- Biz kimseye mağlup olmad ı !'" hoca ! Sadece ger� çekildik.

lbrahim Paşa :

- Ben kimseye ihanet etmed im.

Merzifonlu: ba?

- Utancından mıdır inkarın, korkundan mı aca-

Oğuz Han: .

- SavaŞ,tan kaçtınız mı kaçmad ınız mı?

lbrahim Paşa:

- Kaçmadım.

Merzifonlu: -

Kaçtı.

Şeyh:

- Kaçtı.

Merzifonlu:

- Benim yüzbinlerce tanım var Oğuz Han Em-

62


redin 1683'te Viyana'yı muhasara eden ordu burada toplansın. Oğuz Han: (üyelerle görüşür. ) - Polonya Kral ı Jean Sobiesky'nin tanık olarak dinlenmesine karar verilrı_ı.iştir. (2. Görevliye işaret eder.)

2. Görevli:

- Emredersiniz.

. (2. Görevli çıkar.) lbrahim Paşa: lın.

- Ama o bizim düşmanımızdı. Dü.1man bir kra­

Oğuz Han: (İbrahim Paşa'nın sözünü keser)

- Şimdi değil. (Bir el uzanıp kıza bir kağıt verir. Kız kağıdı okuyup Bilge Han'a uzatır. Bilge Han kağıdı okur, Oğuz Han'a verir. )

Bilge Han:

- Osmanlı Hakanı Sultan 4. Mehmet Han hu­ z ura kabulünü rica ediyorlar. Oğuz Han: (Dilekçeyi okur, kıza) - Sultan Mehmet Han'ı içeriye al ınız lütfen. (Kız çı kar, Sultan Mehmet'le birli kte dönerler.)

Oğuz Han:

- Bazı açıklamalarda bulunacağınızı yazmı-'isı­ nız. Açıklamalarınız herhalde dava ile ilgil idir. Mehmet Han: - Açıklamalarım dava ile ilgili olmasaydı vak­ tinizi i�al etmezdim.

Oğuz Han:

- Buyurun. Sizi dinliyoruz. Mehmet Han: - Derin uçurumların yüksek dağlarda bulundu­ ğunuzu bilirsiniz. Büyük hatalar da büyük makam-

63


larda işleniyor. Ben, 1 648'den 1 687 senesine kadar Osmanlı Türk lmparatorluğu'nu yönettim. Hepiniz devletler, imparatorluklar kurmuş, devletler impara­ torluklar yönetmiş atalarım olarak bu görevin güçlü­ ğünü benden iyi bilirsiniz. İtiraf etmek isterim ki bu 39 yıllık süre içinde son derece haklı ve isabetli ka­ rarlarım olduğu gibi, son derece yanlış ve hatalı ira­ delerim de olmuştur. Merzifonlu hakkında verdiğim idam kararı, hayatımın en büyük, en büyük de ne de­ mek, en feci yanlışını teşkil eder.

Oğuz Han:

- Sanık hakkındaki idam hükmünün gerekçesi Viyana bozgunu değil miydi? Mehmet Han: - Merzifonlu Viyana'da bozguna uğramad ı Oğuz Han. Geri çekildi. Pek önemli b ir olay değildi bu. Nihayet bir kale alınamamıştı. Biz Kandiye Ka­ lesi'ni de yıllarca uğraştıktan sonra fethedebilmi�tik. Hatta Merzifonlu Paşa orduyu imha olmaktan kur­ tardığı için bir hattı hümayun yollayarak ona takdir ve tebriklerimi bildirdim. Murassa bir kılıç hediye ettim. Teselli ettim.

Oğuz Han:

- O halde niçin idam ettirdiniz? Mehmet Han: - Merzifonlu'nun idam edilmesi için üzerimde büyük baskılar vardı. Ordu�un Viyana önlerinden geri çekilmesi Osmanlı Sarayı'ndaJci devşirme ruhu­ nun hortlamasına sebep olmuştu. ünceleri bu baskı­ lara aldırmad ım. Fakat birgün önüme Merzifon­ lu'nun saltanatı devirmek istediğine dair belgeler kondu. Belgeler öylesine muntazam hazırlanmıştı ki sahte olduklarını anlayamadım. Kimse anlayamazdı o belgelerin sahte olduğunu. (2. Görevli girer.) 64


2. Görevli:

- Polonya Kralı Jean Sobiesky geldi efendim.

Oğuz Han:

- Kimlerdi bu belgeleri hazırlayanlar? Mehmet Han: - B�ta kızkardeşim ve Üçüncü Vezir Kara İb­ rahim Paşa olmak üzere hemen hemen sarayın tüm ileri gelenleri. Merzüonlu: (Hayretler içinde) - Şu Bayrutlu lbrahim mi bu Sultanım? Mehmet Han: - Evet paşa. Bayburtlu İbrahim.

Merzüonlu:

- Tanrım. Uşağımdı o benim. Elinden tutmllli, okutm� eğitmiş ve bir faninin çıkabileceği en yük­ sek makama tayin etmiştim. Nasıl yapar bunu? Mehmet Han: - Sonradan öğrendim ki Kara İbrahim Paşa, Sarı Süleyman zenci Yusuf ve ötekiler Merzifon­ lu'nun geri çekildiğini duyunca ellerine zilleri men­ dilleri alıp sarayın salonlarında döne döne oynamış­ lar.

Merzüonlu:

.

- Ben bunların hepsine, ama hepsine lütufta bulundum. Yüceltmekten baiika hiçbir kötülüğüm olmadı onlara.

Oğuz Han:

- Kızkardeşiniz niçin bunlarla beraberdi? Mehmet Han: (İbrahim P�a'yı göstererek) - Kızkard�im şu soysuzun karısıydı. Merzi­ fonlu Paşa, kocasını idam ettirince o da intikam sev­ dasına kapılmış.

Oğuz Han:

- Ve siz b!itün bu tezvirata inanıp Merzifonlu'yu astırdınız. Oyle mi? ·

65


Mehmet Ha� (Başını eğer) - Gerçeği öğrendiğimde vakit çok geçti. Fakat belgeler o kadar inandırıcı idi ki Oğuz Han.

Oğuz Han:

- Sarayına hakim olamayan bir hükümdar, ül­ kesine nasıl bakim olur Mehmet? Vezirleri, bakanla­ n, müşavirleri yalan söylüyorsa gerçeği kimden öğ­ renir? (Mehmet Han başını eğer. Oğuz Han devam eder) - Mahkemeyi aydınlattığınız için teşekkür ede­ rim. Türk Devletleri ve Türk imparoturlukları sayın başsavcısının sorusu yoksa Sultan Mehmet Han çı­ kabilirler.

Atilla :

- Var efendim. (Oğuz Han, buyurun sorun an­ lamında bir işaret yapar)

Atilla :

- Merzifonlu idam fermanını yırtıp sizi devir­ mek için İstanbul üzerine yürüseydi elinizde onu durduracak kuvvet var mıydı? Mehmet Han: (Bir süre düşünür) - Yoktu. Hayır hayır, böyle bir kuvvet yoktu.

Atilla:

- Yani isteseydi rejimi yıkabilir miydi? Mehmet Han: - İsteseydi rej imi yıkabilirdi. Ama sorumluluk duygusu ve devlete bağlılığı buna engel olmuştur.

Atilla :

- Yani imparatorluğun bütün askeri kuvvetleri emrinde olduğu halde Merzifonlu hiçbir tepki gös ­ term��en iki cellada boynunu uzatmıştır, diyorsu ­ nuz. Oyle mi? Mehmet Han: - Evet. Fermanı okumuş ve "Boynumuz kıldan

66


incedir. Allah devlete zeval vermesin" demiş.

Atilla :

- Nasıl yorumluyorsunuz bunu? Veya o zaman nasıl yorumladınız?

Mehmet Han:

- Birkaç yüz bin kişilik orduları komuta eden b ir mareşalin iki cellade teslim olması bence ancak devlet fikrinin kutsallığı ile açıklanabilir.

Atilla :

Teşekkür ederim. Başka sorum yok. (Mehmet Han divanı selamlayıp çıkar.) Oğuz Han: (2. Görevliye) - Polonya Kralı'nı alın içeriye. �

2. Görevli:

- Emredersiniz. (2. Görevli çıkar. Az sonra Sobiesky ile birlikte girerler.) ·

Oğuz Han:

- Polonya Kralı Jean Sobiesky misiniz?

Sobiesky: -

E�l

Oğuz Han:

' ,

·1

- Size sadece iki soru yönelteceğiz. 1 - İkinci Viyana kuşatması sırasında Kırım Hanı Murat Giray ve emrindeki 20 bin süvariye rağ­ men İskender Köprüsü'nden bir tek kayıp vermeden nasıl geçtiniz? 2- Bud in Beylerbeyi Koca İbrahim Paşa'nın Viyana önlerinden kaçtığına tanık oldunuz mu?

Sobiesky:

- Kırım Hanı Murat Giray'la daha önce mektup­ laşmıştık. Kend isi birleşik haçlı ord us unun İskender Köprüsü'nden geçişine seyirci kalacağına dair söz vermişti. Bu, birinci sorunuzun cevabı. İkinci soru­ nun cevabına· gelince .. Biz bir tek kayıp vermeden köprüyü geçip Türk birliklerini arkadan kuşatmıştık

67


ama gene de savaşın sonundan emin değildik. Ola­ mazdık da. Şiddetli bir vuruşma başladı. Savaşın en kritik anında Türk ordusunun sağ kanadına komuta eden Budin Beylerbeyi İbrahim Paşa'nın, birlikleriyle harp meydanından çekilip gittiğini gördük. Artık bir onbaşı bile Türk ordusunu çember içine alabilirdi.

Oğuz Han:

- İbrahim Paşa ile de mektuplaşmanız olmuş muydu?

Sobiesky:

- Kesinlikle hayır. Paşa'nın çekilişini önce bir taktik sandım. Değilmiş. Oğuz Han: (Atilla'ya) - Sorunuz var mı? ·

Atilla:

- Hayır. Sorum yok.

Oğuz Han: (Sobiesky'e)

- Teşekkür ederim. Çıkabilirsiniz. (Sobiesky çıkar.) Oğuz Han: (Merzifonlu'ya) - Mahkeme kararım vermeden önce ifadenize ilave etmek istediğiniz birşey var mı?

Merzifonlu:

·

- Beni asın Oğuz Han! Size yalvarırım asın be­ n i ! Türk Devleti için de Türk milleti için de bizzat benim için de gerçek anlamda felaketlere sebep olan üç adamı da ben tayin ettim. Kırım Hanı'na da, Kara İbrahim Palia'ya da Koca İbrahim Paşa'ya da ben gö­ rev verd im. Ben tuttum ellerinden. Ben yücelttim . Bu suçtan asın beni. Bağışlamayın ! . Affetmeyin ! . Ve daha fazla yalvartmayın ! . Asın beni, asın ! Oğuz Han: (Sağ ve sol üyelerle fısıldaşır.) . - Sanık Merzifonlu Kara Mustafa Paşa hakkın­ daki karar büyük Türk Milleti'nindir.

68


DURUŞMALAR 2 Nejdet SEVİNÇ

HAMLE

YAYIN / DAG ITIM Hamam Sokak No: 2 Yavuz Han Kat: 3 3441 O Cağaloğlu / fSTANBUL



KİŞİLER:

Oğuz Han Bilge Han Atilla Alparslan Gazi Timur Yıldırım Bayezıt Adam Olcay Türkan Hatun Sarhoş İbni Haldun Şair Hafız Kutlu Demin.aş Klaviyo Çandarlı Ali Paşa Kadı Celayiroğlu Ahmet Bey İbni Arapşah Genç kız 1. Görevli 2. Görevli

69


Bugünkü mahkeme salonlarına benzer geniş, derin bir duruşma salonu. Mahkeme heyetinin arkasındaki du­ varı boydan boya kapatan bir Türk Bayragı. Türk Bayra­ gı 'nın _iki yanında muntazam aralıklarla sıralanmış 16 Türk lmparatorlugunun bayrakları. Tanıklar ve sanık için ayrılan iki özel yer. Mahkeme başkanının kürsüsü sag ve sol üyelerinkine oranla daha yüksek. Fonda mehter müzigi: Türk Milleti: Türk Milleti: Aşk ile sev milliyeti: Göktürk , Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet devirle­ rinde yaşadıkları kıyafetlerinden anlaşılan dinleyiciler teker teker salona girip, kendileri için ayrılan yerlere otururlar. (Börklü, zırhlı, migferli savaşçılar, sarıklı, fes­ li, kalpakllt, askerler, din adamları esnaf, sanatkar, köy­ lü işç4 ögrenc4 aydın vs.) Daha sonra çeşitli devirlerde yaşamış, çeşitli din ve milliyetlere mensup çeşitli /alık la­ ya/ette insanlar salona girip otururlar. (Zenciler, çinli­ ler, araplar, avrupaltlar, köleler, papazlar, hahamlar). Mehter müzigi sözsüz devam etmektedir. Göktürk ça­ gında yaşamış bir genç kız salona girer. Genç /azın muh­ tazam örgülü saçları beline kadar uzamakta. Başında beyaz kuzu kalpak, uygun renklerde güderi gömlek, gü­ deri çizme. Göktürk /azı savcı ve yargıçların masalarına bazı dosyaları koyarken, 1. ve 2. görevliler salona girip, kızı selamlar ve kapının iki yanında askerce dururlar. (Bu iki görev/eyi zırh, migfer giydirilebilir veya onlar da Göktürk giysileri içinde olabilirler.) Kösün vurulmasıyla birlikte mi:izik yavaşlayıp susar. Sırasıyla Oguz Han, Bil­ gi Han, .Atilla, Alparslan Gazi salona girip yerlerine otu­ rurlar, önlerindeki dosyalan açıp, in celemege başlarlar (Atilla, iddia m akamı kürsüsündedir. Oguz Han'a göre Bilge Han sag üye, Alparslan Gazi sol üyedir. Başkan, savcı ve üyeler, kendi çaglarznzn kıyafetlerini giyinmiş­ lerdir. )Mahkeme heyetini ayakta karşılayan Göktürk kı­ zı, Oguz Han'zn hemen önündeki küçük masaya oturur. Masanın üzerinde elektronik bir yazı makinası vardır. (Kız, katip rölünü oynayacaktır.) ·

70


Oğuz Han; önündeki dosyalan karıştırıp, iki gö­ revliye seslenir. Oğuz Han:

- Sanığı getirin. (İki görevli askerce tavırlarla dışarı çıkar ve uzun boylu, geniş omuzlu, seyrek sakallı, hafif ak­ sak sanıkla (Timur) birlikte salona' girerler. Timur, görevlilerin iki adım önünde vekarla ilerleyip, heye­ tin karşısındaki sanık sandalyasına oturur. Asabi ol­ duğu dikkati çekmektedir.),,

Oğuz Ban:

-Ayağa kalkınız. (Sanık ayağa kalkar.)

Oğuz Han:

-Adınız?

Timur:

- Timur.

Oğuz Han:

- Babanızın adı?

Timur:

- Emir Taragay

Oğuz Han:

- Ne emiri?

Timur:

- Barlas uruğu emiri.

Oğuz Han:

- Ananızın adı?

Timur:

- Tekin Hatun.

Oğuz Han:

- Doğum tarihi ve doğum yeriniz?

Timur:

- 1336'da Türkistan'ın Keş kentine bağlı Hoca Ilgar kasabasında dünyaya geldim. Yani gelmişim.

71


Oğuz Han:

- Ne iş yaparsınız? (Timur bir süre sert sert süzer Oğuz Han'ı ce­ vap vermez)

Oğuz Han:

- Ne iş yaptığınızı sordum size?

Timur:

- Adımın Timur olduğunu söylemiştim Oğuz Han. Ben meçhul bir insan mıyım ki ne yaptığımı soruyorsunuz. Tanımıyor musunuz beni?

Oğuz Han:

- Lütfen soruma cevap veriniz. (Timur, adını andığı kişileri i.şaret ederek ko­ nuşur.)

Tim ur:

- Büyük ecdadım Bilge Han, Büyük ecdadım Atilla, büyük ecdadım Alparslan Gazi, söyleyiniz lütfen, gerçekten tanımıyor musunuz beni?

Bilge Han:

nız.

- Oğuz �an sorunca cevap vermek zorundası-

Alparslan Gazi:

- Yaptığınız iş utanç mı veriyor size? Niçin is­ yan ediyorsunuz?

Timur:

- Asla ... Ne yaptıysam, bin kerre tekrarlayabi­ lirim gözmü kırpmadan, kılımı kıpırdatmadan.

Atilla:

- Üstünde ·silah araması yaptırdık ama, anlaşı­ lan ağzındaki dili görmemişiz.

Oğuz Han:

- Ne iş yaptığınızı söyler misiniz?

Tiınur:

- Tarihlere Timur İmparatorluğu olarak geçen Türk Devletinin kurucusu ve ilk hükümdarıyım ben.

72


Oğuz Han:

- İddianameyi okudunuz mu?

Timur: (Kızgın, asabi)

- İftiraname desek daha uygun olur sanıyorum.

Oğuz Han:

- İddianameyi okudunuz mu, okumadınız mı?

Timur: ·

- İftiranameyi okudum.

Oğuz Han:

- İftiraname deyip durmayın: İftiraya uğradıysanız da gerçekten suçluysanız da bunu tesbit etmek mah­ kemenin görevidir. Kendinizi savunmak için burada bulunuyorsunuz.

Timur:

- Burada niçin bulunduğumun farkındayım Oğuz Han.

Bilge Han:

- İddia makamı, yani Türk Devletleri ve Türk imparatorlukları Ba�savcılığı tarafından hazırlanan iddianamede, Türk Dünyası'nı ana�iye sürüklemek ve karde�in, karde�i katletmesine sebey olmakla suç­ lanıyorsunuz. Timur: (Sakalını sıvazlar, bir-iki adım atar dü�ünür.) - Tarihin en büyük imparatorluklarından birini kurduğum ve namağlup bir komutan olduğum için mi yargılıyorsunuz beni? ·

Oğuz Han: -

Hayır.

Bilge Han:

- Karde� kavgasına sebep olduğunuz için yar­ gılanıyorsunuz.

Alparslan Gazi:

- Kutsal Türk çocuklarını katletmekten ve kut­ sal Türk kanını dökmekten sanıksınız.

73


Timur:

- Başarıyı mı mahkum etmek istiyorsunuz? B u m a h kemeye korkakların, i kiyüzl ülerin, sahtekarların gelmesi gerekmez miydi? Oğuz Han: - Mahkemeye kimi getireceğimize karar ver­ mek yetkisi size ait değildir. Hem siz, tarihin en bü­ yük imparatorluklarından birini �urduğunuz için yargılanmıyorsunuz. Mağlup edilemeyen bir komu­ tan olduğunuz için de getirilmediniz buraya. Çin De­ nizi'nden Ege Denizi'ne, Sibirya'dan suriyeye kadar korkunç bir kardeş boğazlaşmas ına sebep olmakla suçlanıyorsunuz. Bu son derece ciddi bir suçlamadır.

Tim11r:

- Biliyorum.· Büyük bir şaşkınlıkla okuduğum iftiranamenin hemen her paragrafında karşıma çıkan itham bu: Kardeş kavgasına sebebiyet vermek. Bana öyle geliyor ki savcı, katliamla düzen kurmayı karış­ tırıyor. Oğuz Han: - Nasıl yani?

Timur:

- Düzen kurmak kimi zaman, hatta çoğu za­ ıpan kan dökmekle mümkün olabiliyor Oğuz Han. Onemli olan bakış açısı. Eğer savaş sırf kan dökmek için çıkarılmışsa, yani amaç sadece ve sadece kan dökmekten ibaretse, bu elbette bir cinayettir. Fakat benim bütün savaşlarımın son derece ciddi tutarlı milll ve insani nedenleri vardır.

Atilla :

- Sanık, katille maktul arasında tarafsız kalma­ mızı istiyor bizden. Tim.ur: (Son derece sert ve yüksek sesle) - O nasıl söz öyle? Ne demek katil? Kime katil d iyorsunuz siz? (Oğuz Han'a döner) Bu kelimenin

74


zabıtlardan çıkarılmasını talep ediyorum. Aksi halde mahkemenin adaletine kimseyi inandıramazsınız.

Oğuz Han:

- Mahkemeye şart koşamazsınız.

Timur:

- Şart koşmuyorum. Eğer bu mahkeme, önce­ den verilmiş bir kararı tasdik, tescil ve itan etmek için kurulmadıysa o talihsiz kelimenin zabıtlardan çıkarılması konusunda israr ediyorum. - (Oğuz Han sağ ve sol üyelerin fikrini alır.)

Oğuz Han:

- Katil kelimesinin zabıtlardan çıkarılmasına karar verilmiştir.

Atilla :

- Önümde birçok devlet başkanı tarafından im­ zalanmış bir dava dilekçesi var. Bu Türkistanlı dev­ let başkanlarının hepsi de devletlerinin sanık tarafın­ dan yıkıldığından ve sanığın ülkelerine elkoyduğun­ dan şikayet ediyorlar.

Oğuz Han:

- Savcıyı dinlediniz.

Timur:

- Savcı doğru söylüyor.

Oğuz Han:

- Yani birçok . .

Timur:

- Sayısı tam 27'dir. Oğuz Han.

Oğuz Han:

- Yani sadece Türkistan'da 27 Türk Devleti'ni yıktığınızı kabul ediyor musunuz?

Ti.mor:

- Elbette. Fakat bunlar Türk Devletleri ve Türk imparatorlukları başsavcısının iddia ettiği gibi devlet mevlet değildir. 27 aşiret başkanı, Türkistan Türk halkını tam 27 parçaya bölmüştü. Hepsi de birbirini

75


yiyip duruyordu. Hepsini ortadan kaldırdım. Hatta a-!iiretlerle yaptığım çatıo!imalarda-ben bunlara sava-!i dem iyorum-bacağımdan yara aldım. Ayağım hala aksaktır. - Bu sırada kapıdaki görevlilerle bir adamın tartıo!itığı duyulur. Görevliler adamın içeri girmesine engel olmaya çalı-!imaktadırlar. Adam görünmemek­ te, ancak sesi duyulmaktadır)

Adam: -

- Bırakın beni. Bırakın diyorum size. Yüce di­ vana anlatacaklarım var. Çekilin yolumdan, bana mani olamazsınız.) Oğuz Han: (Görevlilere) - Ne oluyor orada? !.Görevli: - Bir adam içeri girmek istiyor efendim. Oğuz Han: - Bırakın gelsin. .. - (Adam içeri girer. Ustünü başını düzeltir, ters ters görevlilere bakar.)

Adam:

- Sanık mahkemeyi yanıltmak istiyor efen dim. Oğuz Han: - Nasıl?

Adam:

- Bacağının aşiretlerle yapılan çatışmalarda yaralandığını söyledi. Ben görgü şahidiyim efendim. Timur koyun çalarken yaralanmıştır. Timur:(Sert, yüksek sesle) - Yalan söylüyor bu alçak. Oğuz Han: (Timur'a) - Susar mısınız. (Adama) Ne koyunu bu? Ki­ min koyunu?

Adam:

76


- Efendim benim bir sürüm vardı. Timur genç­ liğinde bu sürüden bir koyun çalmak isterken çoban vurup ayağını kırmı�tır. Savaşta yaralandığı yalan­ dır. Timur: - Susturun şu adamı. Bu alçağı lbni Arapşah denilen o sahtekar göndenniştir.

Oğuz Han:

- Söz verilmeden konuşmayın lütfen. Tim.ur: - Nasıl konuşmam Oğuz Han'ım. Böylesine iğ­ renç bir iftira karşısında susmamı nasıl isteyebilirsi­ niz benden?

Oğuz Han:

- Susun diyorum size.

Atilla:

- Yalan veya gerçek, bu koyun hadisesinin gö­ rülmekte olan dava ile bir ilgisi bulunmadığından, tanık olduğunu iddia eden adamın salondan çıkarıl­ masını talep ediyorum.

Bilge Han:

- Savcının talebine katılıyorum.

Alparslan Gazi:

- Ben de. Şikayetçi, iddiasını belgeleyebiliyor­ sa bir alt mahkemede sanık aleyhinde dava açabilir tabii. Oğuz Han:(Adama) - Lütfen mahkemeyi terkediniz. - (Adam çıkmak istemez. Görevliler adamın koluna girip nazikçe kapıya doğru götürürler.)

Oğuz Han:

- Devam edin lütfen. Timur:(Hatırlamaya çalışır) - Nerede kalmıştık, ne diyordum ben?

Alparslan Gazi: 77


- kiiretlerle yaptığınız çatışmalardan bahsedi­ yordunuz.

Timur:

- Eveeet. Olağanüstü kahramanlıklarına ve . bü­ tün erdemlerine rağmen, ben.im ilk gençlik yıllarım­ da Tür�.istan Türkleri kadar disiplinsiz bir toplum yoktu. Oyle ki gömleğini eteklerini şalvarının içine sokan her Türk, ayrı bir devlet kurmak için diğerine saldırıyordu. Ben, bu disiplinsiz kabilelerden dünya­ nın en disiplinli ordusunu kurdum. İdtlianamede sü­ rekli olarak eylemlerinden şikayet edilen bu ordu, Sjbiry a'da eksi 50 ve Hindistan'da 65 derece sıcak­ lıkta büyük zaferler kazanmıştır. Makedonyalı İs­ kender'in 10 yılda gerçekleştirebildiği Hindistan'ın fethini, benim ordum 12 ayda tamamlamıştır. Buna rağmen ona büyük denilmiştir, bana barbar.

Bilge Han:

- Bu ifadelerin dava ile bir ilgisi yok.

Timur:

- Var vaar. İzin verirseniz arzedeyim.

Oğuz Han:

- Buyurun.

Timur:

- Sezar bir büyük cihangir değil midir?

Oğuz Han: - Evet.

Timur:

� İskender, Napolyon birer büyük cihangir de­ ğil midirler?

Oğuz Han: -

Evet.

Timur:

- Öyle tahmin ediyorum ki, iddianame, yapılan iş aynı olduğu halde, Sezar'ı Napolyon'u, İskender'i birer büyük komutan ve beni barbar itan eden kay-

78


naklardan esinlenilerek hazırlanmışhr.

Atilla :

- İtiraz ediyorum. Çünkü aynı kaynaklar, sa­ nıktan yüzyıllarca önce beni barbar ilan etmişlerd ir. Bu, belki Avrupalıların mensubiyet şuuru i le ilgili bir mesaledir.

Timur:

- O halde biz neden mensubiyet şuuruna sahip değiliz? Niçin kendi değerlerimizi küçümsüyor ve hatta reddediyoruz?

Atilla:

- Hayatı boyunca mensup olduğu milletin bü­ tün devletlerine ve imparatorluklarına karşı savaş itan edeD' ve yüzbinlerce Türk'ün ölümüne sebep olan bir kan tiryakisinin, bir barbarın mensubiyet şu­ urundan bahŞ.etmeye hakkı yoktur. Timur: (Ofkeli yüksek sesle) - İddia makamı bir Türk devlet başkanına, üs­ tel ik yüce divanda hakaret etme cesaretini kimden alıyor acaba?

Bilge Han:

- Barbar sözcüğünün ifade ettiği anlama bir . açıklık getirmek gerekiyor sanıyorum. Eski yunanlı­ lar kendi dünyalarının dışında yaşayan kavimlere barbar diyorlardı. Bunu, diğer milletleri aşağılama, hor görme manasında değil, onları kendi lerinden ayırt etmek için söylüyorlardı. Nitekim Platon, Aris­ to, Tucidides barbar sözünü yabancı manasına kul­ lanm ışlard ır. Tıpkı arapların, arap olmayanlara "acem" yahudilerin "gayim" dedikleri gibi.

Tiınur:

- Fakat Türk Devletleri ve Türk İmparatorluk­ ları Başsavcısı Atilla, herhalde bu sözcüğü yunanlı olmayanlar manasında kullanmadı. Bu kelime daha sonra vahşi, acımasız, zalim anlamlarını kazanmış-

79


tır. Sıfatı ve işgal ettiği makam ne olursa olsun hiç kimse barbar diyemez bana. . Hiçkimse kan tiryakisi diyemez.

Oğuz Han:

- Barbar ve kan tiryakisi ifadelerinin zabıtlar­ " ın çıkarılmasına karar verilmiştir.

Timur:

- Teşekkür ederim. Savcılık mütalaasında bü­ tün Türk Devletlerine ve imparatorluklarına savaş ilan ettiğim iddia ediliyor. Doğruuu. Fakat bu savaş­ lara ben sebep olmadım. Savaşmak zorunda bırakıl­ dım.

Atilla:

- Kayınbiraderinizlede mi savaşmak zorunda bırakıldınız?

Timur:

- Evet. Yavuz Sultan Selim nasıl babasıyla sa­ vaşmak zorunda kaldıysa, ben de kayınb iraderimle savaşmak zorunda bırakı lmışımdır. Eğer bu bir suç ise, Yavuz'un da buraya sanık olarak getirilmesi ge­ rekir.

Oğuz Han:

- Yavuz'un buraya getirilmesi sizin kaderinizi değiştirmeyecektir.

Bilge Han:

- Kayınbiraderinizle savaşmak zorunda kaldı ğına dair herhangi bir belge. veya tanığınız var mı? Timur: (Duygusal, d�ünceli) - Belge veya tanık şart mı Bilge Han? Ben ha­ yatım boyunca yalana tenezzül etmedim.

Alparslan Gazi:

- Adil bir karar verebilmemiz için şart.

Timur:

- Belge yok.

Alparslan Gazi: 80


- Tanık?

Timur: (Bir süre dalgı dalgın düşünür)

- Tanık da yok. Atilla : - Sanık helki söylemek i-;t·'!miyor ama bir tanık var. Oğuz J ·an: - Ki 1? Atilla : - Saı ığuı muhle rcm qi ( :ay Türk.ln Hatun. - (Timur iki el iııi yüzün..; kapatır. Sendeler. Ayaklarının üzerinde güçlükle durmaktadır sanki. Sonra kendini toparlar. Fakat son derece üzgündür.) Oğuz Han: ( 1 . Görevliye) - Olcay Türkan Hatun lütfen huzura kadar ge­ liversinler.

1. Görevli:

- Emredersiniz. - 1 . Görevli çıkar.)

Bilge Han:

- İsbat ettiğiniz ve hatta bütün dünyayı hayran b ıraktığın ;ıskert dehanıza rağmen, siyasi bakımdan yüksek hasletlere sahip bir general olmadığınız anla­ şı lıyor. O bakımdan kendinizi Yavuz Sultan Selim Han'la mukayese etmeye hakkınız yok.

Timur :

- Büyüklüğümden şüphe mi ediyorsunuz?

Bilge Han :

- Yerinde ku llanılmıyorsa, büyüklüğün kuvvette olduğuna inanmıyorum tabii.. Şu dosyada ve arşivle­ rim izde fethettiğiniz ülkeleri teşkilatlandırıp yönet­ mek için herhangi bir girişimde bulunduğunuza · dair hiçbir kayıt yok. Halbuki Yavuz fethettiği ü lkelere düzen getirmiştir.

Tiınur : (Düşünceli)

81


- Zaman mı bulamadım acaba? Yo, yoo .. askerlik ve idarecilik, iki ayrı ayarla tıkır tıkır i1lleyen iki saat gibidir Bilge Han. Dolayısıyla iki ayrı zamanı göste­ rirler. Fakat yanyana geldiklerinde her 1iey birbirine karışıyor. Galiba askerl ik mesleği id�reciliğe eksik gelmi1ltir, idarecilik askerliğe fazla. (1. Görevli girer)

1. Görevli:

- Olcay Türkan Hatun geldiler efendim.

Oğuz Han :

- Buyursunlar lütfen. Görev li çıkar. Ba1iında altın taç, ipek tuvale­ tiyle fevkalade güzel bir kad ın olan Olcay Türkan Hatun vekarla mahkeme salonuna girer ve Timur'u görünce 1ia1iırır. 1 . Görevli Olcay Türkan'ın pe1linden salona girer.)

( 1.

Olcay Türkan :

- Timur! Ba1iımın bahtı, barkımın tahtı e1lim, yiği­ d im, hakanım, erim, evdeşim.

Timur :

- Olcay ! . Gökten görklü, gülden güzel sultanım benim. (Timur'la Olcay, sevgiy le kucakla1iırlar. Sonra ay­ rılıp dikkatle incelerler birhi rlerini.)

Timur :

- Hiç değişmemi1lsin kırk bin yıldan beri. Hata kırk bin yıl önceki gibi güze lsin.

Olcay Türkan :

- Bilseydim geleceğini deveden buğra, yılkıdan aygır, sığırdan dana, koyundan koç kestirirdim sana. Türkmen bozkırlarının en asil kısraklarından kımız sağdırırdım ı�!J1aklarca.

Timur : (Uzgün, boynu bükük.)

- Seni sordum, uyanır uyanmaz, sözüme kulak as­ madılar. . Sana gelmek isted im bırakmadılar. .

82


Olcay Türkan:

- Neden böyle sürgündeki kral haliyle konlliiuyor­ sun? Tanrı'dan ba�ka kim engel olabilir ki sana?

Oğuz Han:

- Olcay Türkan Hatun. Lütfen tanık sandalyesine gelir misiniz? - (Olcay Türkan �a'iırır. Timur'a, Oğuz Han'a, mahkeme üyelerine bakar. Soran gözlerle tekrar Ti­ mur'a döner)

Timur:

- Beni yargılıyorlar.

Olcay Türkan:

- Sen yargılıyorsun sanm�tım. - (İki görevli Olcay Türkan'a yol gösterir. Olcay Türkan sanık sandalyasına gelir.)

Olcay Türkan:

- Kar�ısında değil, yanında olmanız gerekirdi Timur'un. Yargılanan değil, yargılayan olmalıydı ulu hakan.

Oğuz Han:

- Biiniz bu durlliim a sonunda ya yanımızda, ya kar�ımızda olacaktır. Timur'un yerini tespit edebil­ mek için tanıklığınıza ihtiyacımız var. Bize- yardımcı olabilir m is iniz'?

Olcay Türkan:

- E lbette. B izim verilmeyecek bir hesabımız yok ki ..

Oğuz Han:

- Sorun karde�inizle ilgili . Karde�inizle koca­ nız arasında tarafsız kalabilecek misiniz? Olcak Türkan: - İkisinden birini tercih etmek zorunda mıyım?

Oğuz Han:

- Hayır. Böyle bir tercih söz konusu değil. Sa­ dece ikisi arasında tarafsız kalmanız gerekiyor.

83


Olcay Türkan:

- Tarafsız kalmağa gayret edeceğime inanabi­ lirsiniz Oğuz Han.

Oğuz Han:

- Timur kardeşiniz Emir Hüseyin'le savaşmak zorunda bırakıldığını iddia ediyor. Savaşı kim çı­ kardı? Olcay Türkan: - Bu savaş kaçınılmazdı efendim.

Alparslan Gazi:

mi?

- Savaşı kim çıkard ı, kocanız mı kardeşiniz

Olcay Türkan:(Düşünceli)

. - O zamanlar Türkistan Türk halkı birinin ek­ sikliğini duyuyordu, ötekinin fazlalığını. Eksik olan gelip boşluğu doldurmuyor, fazla olan gidip yerini .boşaltmıyordu. Eşim bu sorunu kökünden çözümle­ miştir. Bilge Han: - Olcay Türkan Hatun lütfen soruya açık ce­ ··�1 ;1 l ar verin. Savaşı kim çıkard ı, kocanız m ı, kar­ e! �-!iniz mi? Olcay Türkan:(Düşünceli) - Savaşı kocam çıkardı efendim. Yalnız.

Oğuz Han:

- Yalnız?

Olcay Türkan:

- Yalnız Timur savaşmağa mecburdu. Hatta ._;:i.'.·��i mt· savaş ilah etmeden fikrim i sordu. beni :c rı:i.ıktan üzmekten korkuyordu. Aip. ;·s!&;a Gazi: - ��t:vabınız ne oldu? Olcay Türkan: - Benim için çok zor bir karard ı. Uzun uzun <lüşündüm. Haklının yanında olmam gerekirdi. Ti84


mur haklıydı.

Oğuz Han:

- İddianamede savaşın macera tutkusunu tat­ min etmek için çıkarıldığı ifade ediliyor. Neydi sa­ vaşın sebebi?

Olcay Türkan:

- Bu, İbni Arapşah'ın iğrenç bir uydurmasıdır. Macera için savaş çıkarıl ır mı hiç?

Oğuz Han:

- Lütfen sorularıma soru ile cevap vermeyiniz. Savaşın sebebi neydi? Bir nüfuz meselesi miydi, üs­ tünlük kavgasımıydı?

Olcay Türkan:

- Sebep tamamen mim id i Oğuz Han, Timur ya Doğu Türkistan'ın moğollaşmasına göz yumacak­ tı, ya da kardeşimle savaşacaktı. Başka çaresi yoktu.

Bilge Han:

- Türkistan için bir moğol tehdidi mi söz ko­ nusuydu.

Olcay Türkan :

- Ming'ler zamanında Çin'den gelen Moğollar, Türkistan'ın doğu kes imini istil laya başlamışlard ı . Kardeşim onlara karşı koyamayacak kadar zayıftı.

Oğuz Han:

- MQğollara karşı işbirliği yapılamaz m ıydı? Yani kardeşinizle kocanız bir ittifak kuramazlar mıydı?

Olcay Türkan:

- Kuramazlardı.

Oğuz Han:

- Bu denendi mi?

Olcay Türkan:

- Denenmedi. Denenemezdi dt·.

Bilge Han: -

85

Neden?


Olcay Türkan:

- Çünkü kardeşim, Türkistan'daki diğer beylik­ lere karşı üstünlük sağlamak için moğollarla anlaşmak eğilimindeydi. ·

Alparslan Gazi:

- Buna rağmen bir anlaşma yoluna gidilemez miydi?

Olcay Türkan:

,

- Gidilemezdi. Çünkü Emir Hüseyin'in, yani kardeşimin teklifi reddetmesi halinde moğollar ne yapmak isted iğimizi öğrenm iş olacaklardı. Timur çapındaki bir devlet ve siyaset adamı böyle bir gaf yapamazdı.

Oğuz Han:

- Cevaplarınızdan politika ile ilgilendiğiniz anlaşıl ıyor Kocanız devlet işlerini sizinle konuşur muydu?

Olcay TürkaJ!..:

- Elbette. Onemli sorunları tartışırd ık. Çoğu zaman dışişleriyle ben meşgul olurdum.

Oğuz Han:

- Ne gibi?

Olcay Türkan:

- Yabancı elçileri kabul etmek Krallara ve im­ paratorlara talimat göndermek gibi işlerle özell ikle ilgilenmişimdir.

Oğuz Han:

- Talimat mı dediniz?

Olcay Türkan:

- Evet Talimat dedim.

Oğuz Han:

- Siz krallara ve imparatorlara talimat mı gön­ derdiniz.

Olcay Türkan:

- Evet. Çünkü iktid arımız süresinde dünyanın

86


bütün hükümdarları bizim memurlanmızdı.

Oğuz Han:

lir.

- İddia makamının sorusu yoksa tanık çıkabi­

Atilla :

- Sorum yok efendim. (Olcay Türkan Timur'a yaklaşır. El leri n i Ti­ mur'un avuçlarına bırakır.)

Olcay Türkan:

-Tanrı'ya inand ığım kadar, aklanacağına da inanıyorum . Bütün aile Semerkant'ta bekliyoruz se­ ni. Allah yardımcın olsun. (Olcay Türkan çıkar. Olcay Türkan'a refakat eden 1 . ve 2. Görev lilerin kapıda biri ile konlliitukları gö­ rülür. Adamı görmeyiz.)

2. Görevli:

d im.

-Bir d avacı divana kabul edilmek istiyor efen-

Oğuz Han:

-Kimmiş?

2. Görevli:

-Ad ını bilmiyoruz. Sanıktan şikayetçi olduğu­ nu söyledi. (Bilge Han ve Alparslan Gazi b3.li işaretleri ile da­ vacının gelebileceğini işaret ederler.) Oğuz Han: (2. Görevliye) -Gelsin. ( 2 . Görev l i ka p ı y a y aklaşır. Görmed iği m iz şikayetçinin içeri girmesini işaret eder. Bir arap sa­ lona girer. Aşırı derecede sarhoştur. Yalpalayarak, sendeleyerek tanık sandal yasına kadar i lerler. Arap'ın bütün diyaloğları sarhoş ağzıyla olacaktır.)

Oğuz Han:

-Ayılıncaya kadar bekleyemez miydiniz?

Sarhoş: 87


-Bekleyemezdim sayın b3!ikan. Çünkü ben,çle­ niz tam kırk bin yıldan beri bu anı bekliyordum. ün­ ce ömrüm, sonra ahiretim hep beklemekle geçmiştir.

Oğuz Han:

-Fena halde içki kokuyorsun. Bu halde mahke­ meye gelmek yakışır mı sana?

Sarhoş:

-Ama bu benim tabii kokum reis bey. Yani ben övünmek gibi olmasın losyon yerine alkol kulla­ nıyorum da . . Bilge Han: (Gözü sarhoşun elindeki dilekçeye ta­ kılır.) -Dilekçe mi o?

Sarhoş:

-Evet. 40 bin yıldan beri bu dilekçeyi kabul edecek bir makam bulamamışımdır, bendeniz.

Bilge Han:

-Ver o dilekçeyi. (B ilge Han, sarhoşun güçlükle uzattığı d ilek­ çeyi alır, okur, Oğuz Han'a verir. Oğuz Han dilekçe­ ye göz atar.) Oğuz Han: (Timur'a) -Bu adamı tanıyor musunuz?

Timur:

-Hayır. Tanımıyorum.

Sarhoş:

-Nasıl tanımazsın ahi. Ben mekan sahibi bir adamdım.

Oğuz Han:

-Fakat bu adam sizden şikayetçi.

Timur:

-Ne imiş şikayeti?

Oğuz Han:

-Mekanını yıktığınızı sonra da ate!ie verdiğini­ zi iddia ediyor.

88


Timur:

-Mekanı neredeymiş, ne iş yaparmış nereden bilebilirim ben? Oğuz Han: -Nerelisiniz siz?

Sarhoş:

-Bağdathyım. Oğuz Han: -Ne iş yapardınız Bağdat'ta?

Sarhoş:

-Bağdat'ta benim bir mekanım vardı sayın reis bey . . · Oğuz Han: -Ne mekanıydı bu?

Sar�.o ş:

-Ovünmek gibi olmasın ama meyhaneydi reis bey. Oğuz Han: -Yani sanık meyhaneni mi yıktı senin? Bunun için mi davacısın?

Sarhoş:

-Sanık, yalnız benim meyhanemi yıksaydı bel­ ki davacı olmazdım ama �ehirdeki bütün meyhanele­ ri yıktı o. Oğuz Han: -Bütün meyhaneleri?

Sarhoş:

-Bütün �arapları da Fırat'a döktürdü. İşte ben asıl bu yüzden davacıyım kendisinden, muhterem re­ is bey. Oğuz Han:(Timur'a) -İthamı duydunuz?

Timur:

-Duydum. Oğuz Han:

89


-Ne dersiniz?

Timur:

-Arap doğru söylüyor.

Sarhoş:

-Harbi delikanlıymı1i vallühülazim.

Oğuz Han: (Sarho1!a)

-Sen sus. (Timur'a) -Yani bu adamın mekanını ve diğer bazı me­ kanları yıktığınızı kabul ediyor musunuz?

Timur:

-Ben Bağdat'ı yıktım Oğuz Han. Arabın mey­ hanesinin lafı mı olur?

Sarhoş:

-Meyhane diye küçük görüyor ama reis bey, benim mekanım Bağdat' ın en büyük meyhanesiydi. Bilmem yolunuz dfi1itü mü hiç? Oğuz Han:(Sarho1!a) -Sus dedim sana. (Timur'a) -Ne dü1imanlığınız vardı Bağdat'a?

Timur:

-Bağdat'a ikinci giri1!imde !iehrin bütün erkek­ lerini meyhanede buldum.

Sarhoş:

-Kıskanmanın alemi ne beyim? Eğer müracaat vaki olsaydı size de bir yer bulabilirdik. Şöyle bir kücük masa, bir testi !iarap. Ve de balık ızgara. Bir de rakkase ayarladımmı ahime. Oğuz Han: -Susar mısınız? (Timur'a) -Devam edin lütfen.

Timur:

-Hepsi zil zuma sarho!itu.

90


Oğuz Han:

-Olabilir.

Timur:

-Kimi rakkaselerin göbeğinde �arap içiyordu. (Timur'un sözünü keser, dansöz gibi oy­ nayarak) -Ama ne göbekti o? Rakkase Raziye'nin göbe­ ği dedin mi duracaksın abi. Dii.§ünüp konuşacaksın. (Sarh�, konuşmalardan Oğuz Han'ın rahatsız olduğunu farkedince susar, boynunu büker, devam eder:) -Ben sustum. Oğuz Han: (Timur'a ) -Devam edin lütfen.

Sarhoş:

Timur:

-Bağdatlı subayların kimi-ki bunlar arasında ordu komutanları, pa�alar da vardı-kumar oynuyor, kimi �arap fıçı ları nın üzerine oturttukları sıradan yosmalar seviyesiz �iirler okuyorlardı.

Sarhoş:

-Testide, kadehte görmeye doyamam seni Ey �arab-ı hayat, bari senin mahzenin olsam. Oğuz Han: (Sarho�a) -Mahkemeden kovd urmak mı isti yorsunuz kendinizi?

Timur:

-İçkinin, kad ının ve kumarın bir orduyu nasıl çökerttiğine gözlerimle tanık olmu�tum. Bağdatlı, Bağdat'a ihanet etmi�ti. Türbeler ve camiler hariç tüm Bağdat'ı yıktım. Halkı da

OğuzHan:

-Halkı ne yaptınız?

Tim ur:

-Ö yle bir halkı birinin cezalandırması gereki­ yordu. O biri bendim. O çağda Tanrı beni memur et-

91


m işti yeryüzünde bir düzen kurmaya... Baksanıza, adam hata meyhane davas ı nda Aklı da, gözleri de kırk bin yıldan beri rakkase Raziyenin göbeğine ta­ kılıp kalmış. Siz olsaydınız, kahramanlık madalyası mı takardınız böyle bir halka?

Sarhoş:

-Sun şarabı saki, bize mestane desinler Uslanmadı gitti, gör o divane desinler

Atilla :

-Şikayet dilekçesini dosyada muhafaza edip, davacının salondan ç ı karılmas ı n ı talep ediyo­ rum.Oğuz Han'ım. (Oğuz Han, Bilge Han ve Alparslan Gazi ile fısıldaşır.)

Oğuz Han:

-Talep kabul edilmiştir. (Görevliler sarhoşu salondan nazikçe çıkarır­ ken, sarhoş şiir okumaya devam eder)

Sar�.o ş:

-Oyle sermestem ki idrak etmezem Dünya nedir, ben kimem, Oğuz kimdir Timur kim?

Oğuz Han:

-Şam'ı da mı aynı nedenle yakıp yıktınız? Ya­ ni direnmedikleri için.

Timur:

-Öyle de sayılabilir.

Bilge Han:

..

-Bize kesin cevap verin. Oyle mi değil mi?

Timur:

-Benim ordum·, Şam'a bir günlük mesafede iken bilgiler Şam'ın anahtarlarını getirdi ler bana. Bu kalenin teslim olduğu manasına geliyordu.

Oğuz Han:

-Anahtarı aldınız mı?

92


Timur:

-Hayır. Önce almadım.

Oğuz Han: -Neden?

Timur:

-İçlerinde lbni Haldun gibi dünya çapında bil­ ginlerin ve din adamlarının bulunduğu heyeti, elle­ rinde Şam'ın altın anahtarı olduğu halde beyaz bir paçavranın altında görünce adeta şok geçirdim. Oğuz Han: (1. Görevliye) -lbni Haldun'u huzura istiyorum.

1.Görevli:

-Emredersiniz. (1.Görevli çıkar.)

Tiınur:

-Çoğuna hayrandım bu bilginlerin ve din adamlarının. Kitaplarını büyük, büyük paralar öde­ yerek ve büyük zahmetlere katlanarak temin etmiş­ tim.

Alparslan Gazi:

ama ..

-Okuma yazma bilmediğinize dair iddialar var

Timur:

-iddianame hiçbir faziletimi kayda geçirmemiş

ki ..

Oğuz Han:

-Okuma yazma bilmeyebilirsiniz, bu mahke­ memiz için önemli bir sorun değil. ( 1 .Görevli girer)

1. Görevli:

-İbni Haldun geldi efendim.

Oğuz Han:

-Bekletmeyin. İçeriye alın. ( 1 .Görevli çıkar ve İbni Haldun'la birlikte gi­ rer. İbni Haldun tanıklar için ayrılan yere gelir.)

93


Oğuz Han: .

-Mağripli ünlü İbni Haldun siz misiniz?

lbni Haldun: -Beli.

Oğuz Han: .

-Burada Türkça konU§mak zorundasınız.

lbni Haldun: tim.

-Özür dilerim efendim. "Evet" demek istemiş-

Oğuz Han: .

-Sanığı tanıyor musunuz? (İbni Haldun Timur'u inceler)

lbni Haldun:

-Tanır gibiyim ama miğferini çıkarırsa daha isabetli bir teşhiste bulunabilirim.

Oğuz Han: .

-Niçin ?

lbni Haldun:

-Çünkü benzettiğim kişi beni her kabul edişinde başından miğferini çıkarmıştır.

Oğuz Han: .

-Niçin miğferini çıkarıp kabul etmiştir sizi?

lbni Haldun:

-Bu o zamanlar bir saygı ifadesiydi efendim.

Alparslan Gazi: .

-Siz kime benzettiniz sanığı?

lbni Haldun:

-Emir Timur'a benzettim efendim. Fakat de­ dim, emin değilim, eğer miğferini çıkarabilirse.

Bilge Han:

dir.

-Buna gerek yok. Sanık Timur'un ta kendisi-

(İbni Haldun şaşkın, Timur'a bakar, saygı ile selam verir.

Oğuz Han:

94


.

-Sanığı nereden tanıyorsunuz?

lbni Haldun:

-Şam'ın teslimini müzakere için giden heyette ben de bulunuyordum. Sanıkla bu münasebetle ta­ nı1!tık. Tiınur:(Asabi, sert) -Ne müzakeresi be? Kiminle, neyi müzakere ediyorsunuz?

Oğuz Han: .

-Lütfen söz verilmeden konll1imayınız.

lbni Haldun:

-Yeni Şam'ın teslim olduğunu bildirmekle gö­ revliydik. Şam'ın bir altın anahtarını takdim etmi1!tik Timur'a

Oğuz Han:

-Aldı mı anahtarı?

İbni Haldun:

-Önce almadı. Bazı 1iartları olduğunu söyledi.

Oğuz Han: .

-Ne idi bu 1iartlar?

lbni Haldun:

-Her evin bir altın vermesini ve Kahire'deki Memlfik sultanına ödenen yıllık verginin de kendi hazinesine yollanmasını istedi. Timur: -İstemedim. Emrettim.

İbni Haldun:

-Evet. Emrettiler.

Oğuz Han:

-Cevabınız ne oldu?

İbni Haldun:

-Bütün 1iartlarını kabul ettik.

Oğuz Han: .

-Niçin katlanıyordunuz bu fedakarlıklara?

lbni Haldun: 95


-Şehrin yağmalanmasını önlemek için. Fakat bütün bunlara rağmen yakıp yıktı Şam'ı. Çekilip git­ tiğinde geride sadece kül ve ceset kalmıştı. Oğuz Han:(Timur'a) -Tanık doğru mu söylüyor?

Timur:

-Doğru söylüyor. Zaten bilginler hep doğru söyler, fakat yanlış şeyler yaparlar. Alparslan Gazi: -Burada bilginleri yargılamıyoruz. Timur: (asabi, sert) -As ı l onları yargılamınız lazım.Çünkü namağlup ordularımın Şam'ı yeryüzünden silmesine onlar sebep olmuşlardır. Bilge Han: -Bu katliamdan bilginleri sorumlu tutmağa te­ nezzül etmemeliydiniz.

Timur:

-Etmiyorum. Etmem de. Şam yakınlarında bir bilginler heyetinin benimle görüşmek istediği bildi­ rilince önce mahcup oldum. Utandım hatta. Hayran olduğum ve kendimden yücelerde, çok yücelerde gördüğüm bu insanların karşısına bir istila ordusu­ nun başkomutanı sıfatıyla nasıl çıkacaktım. Derhal özel misafirlerim olarak özel surette ağırlanmalarını, huzur ve istrahatlarının temin edilmesini emrettim. Uşaklar, hizmetkarlar verdim emirlerine. Atilla : -Bu anlatılanlarla davanın bir ilgisi yok efen­ dim. Sanık mahkemeyi etkilemeye çalışıyor. Oğuz Han: (Timur'a) -Devam edin lütfen.

Timur:

-Ve onları otağımda kabul ettiğimde, İbni Hal­ dun'un da ifade ettiği gibi başım açıktı ve ayaktay-

96


dım. .

(f.imur İbni Haldun'a sorar) -Oyle mi?

lbni Haldun:

-Evet.

Tiınur:

-Fakat onlar otağıma girer girmez, tahtımın halısını ve hatta ayaklarımı öpmeğe başladılar. Ken­ dilerine hayran olduğum insanlar bir türlü dik dura­ mıyorlardı .Boş bir çuval gibiydiler. Oysa bana bil­ ginlerin eğilmeyeceği öğretilmişti. Bu durum karşı­ sında insanlığımdan utandım, kendimden utand ım, İnandığım bütün değerler ufaldı, küçüldü, yok oldu gözümde.

Oğuz Han:

-Ve kılıcınızı çekip Üzerlerine yürüdünüz.

Timur:

-Evet... Ama daha sonra. Önüme Şam'ın altın bir anahtarını koydular. Ne istersem derhal ve muha­ keme etmeden yerine getirileceğine dair söz verdi­ ler. (�1:>ni Haldun'a döner.) -Oyle mi bilgin? (İbni Haldun başını öne eğer.)

Oğuz Han:

-Onlardan kadın istemişsiniz.

Timur:

-Doğruuu. İstedim. Fakat ne kadar alçalabile­ ceklerini anlamak için yaptım bunu. İçlerinden bir soysuz "Bütün Şam kadınları cariyeniz olur" diye cevap verdi. (�1:>ni Haldun'a) -Oyle mi bilgin? (İbni Haldun başını öne eğer.)

Timur:

97


-Bir ba.§ka soysuz, sürmeli siyah gözlerini, al­ tın halhallı ince bileklerini, hızmah burunlarını öv­ meye başladı. Şam kadınlarının. Kar.§ımda bir bil­ ginler heyeti değil söylemek zorunda olduğum için özür dilerim. Muhabbet tellalları, kadın simsarları vardı sanki. (�ni Hadun a döner) -Oyle mi bilgin? (İbni Haldun ba.§ını öne eğer.)

Timur:

-Çılgına döQmÜ.§tüm. Oysa bilimin, alçakta kalanları yükselttiğini, cahilliğin ise yüksektekileri alçalttığını onların kitaplarından öğrenmiştim. Bun­ lar, doğru yolu gösterdikleri halde kendileri görmü­ yorlardı. iş.ık tutan birer kör gibiydiler. Hepsini, he­ men oracıkta öldürmek geçti içimden.

Bilg� Han:

-Oldürdünüz mü?

Tiınur:

-Hayır. lbni Haldun'un hatırı için bağışladım hayatlarını.

Oğuz Han:

-Yani bütün bu anlattıklarınız Şam katliamının gerekçesini mi olü.§turuyor?

Timur:

-Aslında Siyasi zaruretler Şam'ın benim ida­ remde olmasını gerektiriyordu.

Oğuz Han:

-Bırakın şimdi siyasi zaruretleri. Soruma ce­ vap verin.

Timur:

-Evet. Şam'ın seçkinlerini tanıdıktan sonra bu kenti yok etmeye karar verdim. Tabii bu kararımda Şam'a yolladığım ajanlarımın gönderdikleri raporlar da etkili olmuştur.

98


Alparslan Gazi:

-Ne gibi raporlardı bunlar?

Timur:

-Halk ve devlet hakkında raporlardı. Kanunlar hep, halkın işleyebileceği suçlar düşünülerek hazır­ lanmıştı. Devlet zengin, halk fakirdi. Güçlü zayıfı eziyor, haksızlığa uğrayan başvuracak bir makam bulamıyordu. Ve devlet sanki bir avuç memurun maaş almasını, rüşv�t yemesini sağlamak için kurul­ muştu.

Oğuz Han:

de?

-Mahkeme, kadı falan yok muydu koca şehir-

Timur:

-Olmaz olur mu Oğuz Han? Görkemli mahke­ meler kurulmu.'itu.Yüzlerce kadı vardı. Fakat hepsi rüşvet yiyordu. Hepsini yaktım.

Oğuz Han:

-Kadıları mı yaktınız, mahkemeleri mi?

Timur:

-Kadıları da yaktım, mahkemeleri de, Şam ı da. Ateşin hararetinden camilerin kurşun kubbeleri bile eridi.

Oğuz Han:

mi?

-Yani pireye kızdınız, yorganı yaktınız, öyle

Timur:

-Hayır. Şam'a kızdım, Şam'ı yaktım.

Oğuz Han:

-Halkın suçu neydi?

Timur:

-Başeğmek ve zilleti kader kabul etmekti.

Oğuz Han:

-Size başeğdiği için mi suçluyordunuz halkı?

Tim ur: 99


-Hayır... Adaletsizliğe başeğdikleri için suç­ luydular, onlar. Sefil bir şekilde de olsa yaşamak için haksızlığa, rüşvete, suistimale, ahlaksızlığa göz­ yumdukları için suçluydular. Haksızlıkların hesabı­ nın günün birinde biri tarafından sorulacağının bilin­ mesi gerekiyordu. O biri bendim. Tanrı dünyayı yö_­ netmek ve dünyaya nizam vermek için yaratmıştı Ti­ mur kulunu. Atilla : -Sanık aptal m ı sanıyor bizi? Dünyaya düzen getirmek iddiasındaki bir komutanın, haksızlık yap­ maktan şiddetle kaçınması gerekirdi. Oysa Timur, binlerce, onbinlerce, yüzbinlerce suçsuz günahsız in­ sanın kafataslarından göklere uzanan kuleler kurdur­ muştur.

Timur:

-Dünyaya düzen getirmenin kolay olduğunu mu sanıyorsunuz siz? Ben hiçbir zaman imha edil­ meyen düşmanın mağlup edilmiş sayılabileceğine inanmadım. Hata da inanmıyorum. Eğer kılıç artık­ larını bağışlasaydım, fırsat buldukları anda beni de yok ederlerdi, ordumu ve devletimi de. Aptallık olurdu buna izin vermek.

İbni Haldun:

-Ama siz yok etmek için bahaı;ıe arıyor gibiy­ diniz. Masum ve tabii' pek de güzel olan b ir şiirinden dolayı şair Hafız'ın başına gelenleri düşünüyorum da. Timur: (İbni Haldun'un sözünü keser.) -Hangi sıfatla konuşuyorsunuz siz? Savcı mı­ sınız, yargıç mı, kimsiniz? Atilla: -Şair Hafız'ın mahkemeye celbine karar veril­ mesin talep ediyorum. Oğuz Han: ·

100


-Talep kabul edilmiştir. ( 1 . Görevli çıkar.) Bilge Han: (Dosyayı karıştırarak) . - Biran önce haksızlıklara tepki göstermed ik­ leri için şam halkını cezalandırdığınızı ifade ettiniz. Tabii bu garip gerekçeye katılmak mümkün. değil ama iddianamede sizin ülkenizde, üstelik başkenti­ niz Semerkant'ta bile haksızlığın kol gezdiğinden, halkın açlık ve sefaletten kırıldığından bahseden ka­ yıtlar var.

Timur:

-Yalan bunlar. .. Bu iddialar hep o lbni Arap­ şah denen soytarının uydurmaları ... Ben ülkemde aç­ lığı yasak ettim. Benim devletimde fakirlik suçtu. Tıpkı sizin kutsal Orhun yazıtlarında ifade ettiğiniz gibi, açları doyurdum çıplakları giydirdim. Ve bir daha açlık çekmemelerini, çıplak kalmamalarını te­ min ettim. yasalar çıkararak... Dünyanın en mutlu, en zengin insanları kıldım insanlarımı. Benim ül­ kemde değil haksızlığın, yolsuzluğun kol gezmesi böyle bir zihin faaliyeti bile suçti Semerkentta. Tüm Türkistan'da yasaktı.

Alparslan Gazi:

-Ama dosyada halkınıza işkence yaptığınıza dair iddialar var.

Timur:

-Delil...Dosya ...Tanık ... Tutanak ve iddia .. Bu­ rada bunlarla konuşmamalıyız ulu Gazi ... Ben ne söylüyorsam doğru olan odur. Tanık benden farklı konuşuyorsa, tanık yalancı, belge açıklamalarımla çelişiyorsa, belge sahtedir.

Atilla:

-Efendim dosyada sanık tarafından işkence edilen bir adamın şikayeti ile ilgili doktor raporları var.

101


(Atilla raporu Oğuz Han'a uzatır.)

Timur:

-Kimmiş bu adam? Atilla : -Adı Kutlu Demirkaş. Semerkant'lı Oğuz Han:(l .Görevliye) -Kutlu Demirtaş'ı bulun bana.

2. Görevli:

-Emredersiniz. (2.Görevli çıkar.) Bilge Han: (İbni Haldun'a) -Siz bir şiirinden dolayı şair Ha fız'ın başına gelenlerden sözediyordunuz. Ne geldi. Hafız'ın başı­ na? İbni Hatun: -Efendim Hafız bir şiirinde İsfahan'ın dünya­ nın en güzel şehri olduğunu yazmış. Şair bu ya, duygulanmış herhalde Sanık bu mısrayı büyük bir saygısızlık ve cür'et telakki edip, İsfahan'ı da, Şiraz'ı da yerle bir etmiş, yakıp yıkmıştır. Oğuz Han: (Şaşkın) . -Ne diyorsunuz siz? Bir şiirden dolayı mı? · lbni Haldun: -Evet. İsfahan'ı harabeye çevirdikten sonra da, Hafız'ı huzuruna çağırıp, " Söyle bakalım şair,"de­ miş,"İsfahan mı güzel, Semerkant mı?" Oğuz Han: -İsfahan'ı da mı yaktınız?

Timur:

-İsfahan'ı da yaktım, Şiraz'ı da.

Oğuz Han:

-Şiraz'ı da mı kıskanıyordunuz? ( ! .Görevli girer)

1. Görevli:

-Şair Hafız geldi efendim.

102


Oğuz Han: -Gelsin.

Timur:

-Isfahan da benim olmu§tu Şiraz da. İnsan kendi mülkünü kıskanır mı hiç?

Oğuz Han:

-O halde niçin yaktınız?

Timur:

-Önce bir yanlı§l ığı düzeltmek istiyorum. Ben hayatta iken hiçbir §air, hiçbir §ehrin Semerkant'tan daha güzel olduğunu yazmağa cesaret edemezdi. Yazsaydı bağı§lamazdım.

Oğuz Han:

-Ama İbni Haldun böyle bir §i irin varlığından bahsediyor. (Hafız girer, İbni Haldun'un yanına gelir. )

Timur:

-İbni Haldun yanlı§ hatırlıyor sanıyorum. Ben Semerkantta iken Hafız'ın bir §İirini okumU§tum. Şi­ iri §Uydu: Agar an turk-i Şiraz) ba-dast arad dil-i mara ba hal-i hinduy� bahsam Semerkant-ı Buhara. (Timur §iiri bitirir, Hafız'a döner.)

Timur:

-Öyle mi §air?

Hafız:

-Evet. Bunlar benim dizelerimdir.

Timur:

-Bu §İirin manası §Udur: Eğer o Şiraz güzeli beni sevindirecek olursa, ben onun bir kara benine bütün Semerkant ve Buhara'yı bağı§larım. Doğru mu §air?

Hafız:

-Doğru efendim.

Timur: 103


-Şiir gerçekten güzeldi, ama hiçbir şairin, be­ nim bayındır ve zengin kentlerimi, oturduğu yerden sevgilisine, üstel ik sevgilisi olacak o yosmanın bir tek kara benine bağı�lamasına da izin veremezdim. Ordumu alıp derh�l lran'a girdim. Adam gönderip çağırttım. Hafız'ı. Oyle mi �air?

Hafız:

-Evet efendim. Beni emretmi�tinjz.

Tinıur:

-Ona, kimin malını kime bağı�Iadığını sora­ caktım. Fakat f.lafız karşıma geldiğinde ihtiyar bir eskici gibiydi. Oyle mi �air? (Hafız "Evet" anlamında boynunu büker.)

Timur:

-Açlıktan nefesi kokuyordu zavallının.Ayakta duracak gücü yoktu.Uzun süre dikkatle bakmama rağm�.n sırtındaki hırkanın aslı ile yamasını ayırama­ dım. Oyle mi �air.

Hafız:

-Öyle efendim.

Timur:

-Oysa Semerkant'ı Buhara'yı sevgilisinin bir küçük benine bağı�layacak olan yiğidin zengin ve güçlü olması gerekirdi . Ben öyle birini bekliyor­ dum.Fakat kar�ıma çıkaçıka bu ağzı bumu rendelen­ mi�, �ınmı/i akça gibi yüzü belirsiz, ölüme çok ya­ kın �u ihtiyar çıktı.

Alparslan Gazi:

-Kellesinin kesilmesini emretseydiniz.

Timur:

-Hayır. Acıdım. Benim ülkemde �airler, bilim adamları ve sanatkarlar devletin himayesindeydiler. Ona altın sırmalı ipek hırkalar, kürkler, samurlar ve­ rilmesini emrettim . Ve hayatı boyunca kimŞ.eye muhtaç olmayacak kadar altın ihsan eyledim. Oyle

104


mi şair?

Hafız:

-Allah razı olsun efendim.

Timur:

-Senden de şair.

Oğuz Han:

- Bütün görüşmeniz bu kadar mı sürdü?

Timur:

-Pek önemli şeyler görüşmedik. Oqa bu sada­ kaya muhtaç hatiyle Semerkant ve Buhara'yı sevgili­ sinin bir siyah benine nasıl bağışlayabileceğini sor­ dum. Oğuz Han: (Hafız'a) -Siz ne cevap verdiniz?

Hafız:

- Tabii Timur'un ta Semerkant'tan gelip hayal­ lerimin hesabını soracağını nereden bilebilirdim efendim. "Ben.işte o bol keseden yaptığım ihsanlar yüzünden bu hale geldim" dedim. Cevap çok hoşuna gitti, güldü, gönlünü ald ı. Fakat sonra Şiraz'ı da, İs­ fahan'ı da ateşe verdi evim ve güllerim dahil, kül ol­ du koca şehir. Bütün İran kül oldu.

Timur:

-O şehirlerin yakılması gerekiyordu. İran'ın yakılması gerekiyordu.

Alparslan Gazi:

- Bizim yaptıklarımızı yaktınız demek? Ne emeklerle imaretmiştik İran'ı. (2. Görevli girer)

2. Görevli:

- Kutlu Demirtaş geldi efendim.

Oğuz Han:

-Beklesin.

Alparslan Gazi: (Öfkesini yenmeğe çalışarak) 105


-Kentlerinin her metrekaresini özenle süsledi­ ğimiz lran'ı neden yaktığınıza dair gerçekçi açıkla­ malar istiyorum sizden.

Timur:

-Halkın birlik ve beraberliğini sağlamak için bu iki şehri yakmağa mecburdum. Çünkü özellikle lsfahan ve Şirazdaki bazı sapık tarikatlar halkımı devletimin aleyhine kışkırtıyorlardı.

Alparslan Gazi:

- Nasıl kışkırtıyorlardı?

Timur:

- Timur'un devletine vergi verilmez diyorlardı. Devleti şer'i hükümlere göre yönetmeyen bir hakana itaat edilmez diyorlardı. Timur'un imamlarının arka­ sında namaz kılınmaz diyorlardı. Semerkant'ta baş­ kentimde, hükümdarlık sarayının etrafında bile ko­ mışuluyordu bunlar.

Oğuz Han:

- Siz nasıl yönetiyordunuz devleti? Yani neyi esas alıyordunuz?

Timur:

- Ben Türk töresini ve Cengiz Han yasasını esas alan bir hukuk düzeni kurmuştum. Tıpkı, siz devlet kuran atalarımın yaptığı gibi. Ve tıpkı devlet kuran çocuklarımızın ve torunlarımızın da yapacak­ ları gibi. Oğuz Han: (Hafız'a) - Sanığın bahsettiği tarikatl ardan haberdar mıydınız? Timur: (Kızgın) - Kimin sözünü kime teyit ettiriyorsunuz Oğuz Han'ım? ben bir imparatorluk kurucusuyum, devlet başkanıyım. Şimdi şu hayalperest şair mi doğrulaya­ cak beni?

Oğuz Han:

106


- Şu anda hiçbir resmi sıfatınız yok. Bizim için sadece Turgay oğlu Timur'sunuz.

Timur:

- Biliyorum. Bütün rütbelerim söküldü. Bütün nişanlarım alındı. Bu duruşmanın sonunda bütün madalylalarımın törenle takılacağından emin oldu­ ğum için bunların hiçbirini önemsemedim. Ama söz­ lerimin şüphe ile karşılanması bana hakaret etmektir. Buna hakkınız yok. Hiçbir sıfatla, hiçbir kimsenin, hakaret etmesine, küçük görmesine a�ağılamasına izin veremem ben.

Oğuz Han:

- Susar mısınız lütfen? Kimsenin size hakaret ettiği yok. (Oğuz Han Hafız'a döner) - Evet. Haberdar mıydınız o tarikatlardan?

Hafız:

- Her zaman olduğu gibi o zaman da lran'da muhtelif tarikatlar vardı efendim. Ve her tarikat, bir. diğerini kafir olmakla suçluyordu. Hatta, (kendini işaret eder) fakiri de dinsizlikle itham etmişlerdi. La­ kin bendeniz bu tarikatların siyasi faaliyetleriyle il­ gilenmemişimd ir.

Timur:

- Ben ilgilendim. Devlet adamlarının, siyaset adamlarının ilgilenmesi gerekir çünkü.

Oğuz Han:

- Tahtınızı, yani şahsınızı korumak için mi? Yoksa

Timur:

- Tahtımın ve şahsımın lafı mı olur Oğuz Han? Türk'ün devletini ve Türk kültürünü korumak için il­ gilendim, tarikatlarla. Bir devlet başkanı olarak öde­ vimdi benim.

Alparslan Gazi:

107


- İran'daki tarikatlarla Türk kültürünün ilgisini açıklayabilir misiniz?

Timur:

- Siz, İran'da bazı şeyleri eksik mi bıraktınız, yoksa taassup sizden sonra mı hortladı bilmiyorum . B ildiğim şu ki benim zamanımda İsfahan Şiraz şeyhlerinin binlerce · müridi, bir gizli ordunun asker­ leri gibi Türkistana dalmışlardı. Bu müridler belki farkında değillerdi ama, İran kültürünün birer mis­ yoneri gibiydiler. Hepsini astım.

Alparslan Gazi:

- Sonra da darağaçlannı ateşe vermişsizin.

Timur:

- Evet. Ve birgün önüme devletin resmi dilinin farsça olmasına çalışanlarla ilgili bir rapor kondu. İr­ kildim okuyanca. Türk aydını, Türk diliyle konuş­ mak istemiyordu. Aldım namağlup ordularımı ve o öfke ile İran'a girdim. Kötülüğü kaynağında kurut­ malıdır. Ne Şiraz'ı bıraktım, ne lsfahan'ı. Haldun da kalkmış, kıskançlıktan b�hsediyor.

Oğuz Han:

- İddia makamının sorusu yoksa tanıklar çıka­ bilirler.

Atilla :

- Sorum yok efendim. (İbni Haldun ve Hafız çıkarlar) Oğuz Han: ( ! .Görevliye) - Kutlu Demirtaş'ı içeri alın. (1.Görevli çıkar. Kutlu ile birlikte girer. Kutlu ürkek, şaşkın, tanıklar için ayrılan yere doğru ilerler­ ken divanı selamlar.)

Oğuz Han:

- Kutlu Demirtaş siz misiniz't (Kutlu dilsizdir, anlamsız bazı el kol hareket­ leri yapar.· Birşeyler söylemeğe çalışır.

108


Oğuz Han:

- Kutlu Demirtaş siz misiniz dedim size. (Kutlu aynı hareketi yapmağa devam eder.)

Atilla :

- Efendim sanık davacının dilini kesmiştir. Adam onun için konuşamıyor. Oğuz Han: (Şaşkın) - Doğru mu?

Timur:

- Doğru tabii. .

Oğuz Han:

- Niçin kestiniz adamcağınız dilini?

Timur:

- Efendim bu adamcağızın esasen dile ihtiyacı yoktu.

Oğuz Han:

- Bir insanın dile ihtiyacı olmaz mı hiç?

Bilge Han:

- Bana öyle geliyor ki, sanığın dilsiz insanlara ihtiyacı vardı.

Timur:

- Evet. Şöyle 10-12 kişi kadar.

Oğuz Han:

- Yani 10-12 kişinin dilini mi kestiniz?

Timur:

- Devlet adamları hazan konuşmaları duyma­ yan, duyduğunu anlamayan insanlara ihtiyaç duyar­ lar. Bana böyle 10-12 kişi gerekiyordu.

Alparslan Gazi:

- Halkın hükümet toplantılarındaki konuşma­ ları öğrenmemesi için mi ihtiyaç duyuyordunuz bu­ na.

Timur: ·

109

Hayır, o anlamda değil. Fakat hükümetlerin


bazı sırları olduğunu ve bu sırların hiç bir kimse ta­ rafından bilinmemesi gerektiğini takdir edersiniz sa­ nırım.

Oğuz Han:

- O ayrı konu. bu adamcağızın dilini niçin kes­ tiğinizi açıklamak zorundasınız bize.

Timur:

- Ben de onu anlatmak istiyorum. Dil, bu adamcağızın ağzında gereksiz bir fazlal ık oluşturu­ yordu. Tıpkı körbağırsak gibi, yani adamcağızın esa­ sen dile ihtiyacı yoktu.

Oğuz Han:

- İnsanın dile ihtiyacı olmaz mı .hiç?

Timur:

- Bu adamcağızın yoktu. Sağırdı çünkü. Sağır olduğu için duymuyordu. Duymadığı için konlllia mı­ yordu.

Oğuz Han:

- Dolayısıyla dile ihtiyacı olmad ığına karar verdiniz. Ve kestiniz.

Timur:

- Ve kestim. Kesilmesini emrettim yani.

Oğuz Han:

- Bir delinin de akla ihtiyacı yoktur deyip, ka­ fasını kestirdiğiniz oldu mu?

Timur:

nim.

- Olmadı galiba ... Delilerle zorum yoktu be-

Oğuz Han:

- Bu adamla zorunuz neydi?

Timur:

- Bu adam hırsızdır. .. Elini sıksanız parmağı­ nızı saymanız gerekir. Kaç kez Olcay Türkan Ha­ tun'un ziynet eşyalarını çalarken gördüm onu. Göz yumdum, görmezden geldim. Ve birgün, konağım-

1 10


daki konukları da soyunca, bu işe bir son vermek ge­ rektiğine hükmettim. (Kutlu "Çalmadım" anlamında işaretler yapar.)

Oğuz Han:

- Ve dilini kestiniz.

Ti.mor:

- Evet. Ona zarar vermeyecek yegane ceza buydu.

Alparslan Gazi:

- Çok insancıl davranmışsınız doğrusu.

Bilge Han:

- Konuklarınız kimlerdi?

Ti.mor:

- Yabancılardı.

Bilge Han:

- Kimlerdi bu yabancı konuklar?

Ti.mor:

- Çok mu önemli?

Bilge Han:

- Çok önemli.

Ti.mor:

-Bir İspanyol elçilik heyetiydi.

Oğuz Han:

- Niçin gelmişlerdi ta Madrit'ten Semerkant'a kadar? Ti.mor: (Başını öne eğer, üzgün bir tavır takınır. ) - Ankara Zaferi'nden dolayı beni tebrik etmek ve kralın bağlılığını bildirmek için gelmişlerdi.

Oğuz Han:

- Yani bir Türk olarak, bir Türk devletine kar­ şı kazand ığınız zaferden dolayı . . Kardeşin, kardeşi boğazlamasına sebep olduğunuz için mi kutlanıyor­ dunuz? Avrupa'yı tehdit eden Türk gücüne darbe in­ dirdiğiniz içip mi tebrik ediyorlardı sizi? Ti.mor: (Uzgün)

111


- Efendim bu mesele aslında iddianamede an­ latıldığı gibi değildir. Oğuz Han: O dosyayıbirazdan açacağız. Alparslan Gazi: (Kutlu'yu i�aret eder) - Bu adamın hırsızlık yaptığına dair tanık gös­ terebil misiniz? Tiınur: (Sistemkar) - Lütfen tanık istemeyin benden ulu gazi .. Bu beni yalancılıkla itham etmek değilse bile, bana gü­ vensizlik demektir. Sözlerimin aleyhime sonuçlar doğuracağını bilsem dahi yalana tenezzül etmem ben. Oğuz Han: - Daha önce de böyle bir itirazınız oldu ve da­ ha önce de rededildi. Usı11, tanık göstermenizi gerek­ tiriyor. Timur: - Tanık göstermiyorum. İsterseniz bir dilsizin dilini kesmek suçundan asın beni. Atilla : (Oğuz Han'a) - Efendim sanık, sözünü ettiği İspanyol ellçilik heyetinde kimlerin bulunduğunu söyleyebilir m i acaba? Oğuz Han:(Timur'a) - Kimler vardı bu heyette ? Timur: . - İspanya büyükelçisi Kl aviyo ve isimlerini hatırlamadığım bazı teferruat vardı. Oğuz Han: - İnsanlara teferruat mı diyorsunuz? Tiınur:(asabi, yüksek sesle) -Ben bir cihangirim Oğuz Han .. Benim için iki türlü insan vardır: Askerlerim ve teferruat... Bu tas­ nife göre Klaviyo da teferruattır, ötekiler de.. Atilla :

1 12


- Hırsızlık olayı ile ilgili olarak Klaviyo veya O lcay Türkan Hatun'un dinlenmesini talep ediyo­ rum. Tim.ur: (asabi) - Olcay Türkan Hatun'u rahatsız etmeyin lüt­ fen ... Onun beni bu durumda görmesini istemiyo­ rum. Timur'un sözlerinin şüphe ile karşılanması yı­ kacaktır. türkan Sultan'ı .. Oğuz Han:(l .Görevliye) - İspanyol elçisi Klaviyo'yu bulun bana.

1. Görevli:

- Emredersiniz. (1 .Görevli çıkar.)

Timur:

- Anlaşılan ben sadece boşlukta kapladığım yer kadar olsaydım, şu anda huzurunuzda bulunma­ yacaktım. Düşünüyorumda kendini toplum dokusu­ nun bir ilmiği sanarak, toplum adına harekete geçen­ lerin çoğu ya ipe çekildi, ya kurşuna dizildi. Demek ki halka istediği gibi çürümek, kokuşmak ve yok ol­ mak özgürlüğünü vermek gerekiyormuş. Bilge Han: - Yargınız doğru olsaydı,Oğuz Han, Atilla, Alparslan Gazi ve ben bugün yargıç konumunda ol­ mazdık. Çünkü bizler de toplum dokusunun bir ilmi­ ği olarak bu dokuyu bozmak isteyenlere karşı hare­ kete geçtik. Fakat sizin eylemlerinizdeki mantık ve şiddeti anlamakta güçlük çekiyoruz. 1 . Görevli salona girer)

1. Görevli:

- Elçi Klaviyo geldi efendim. · Oğuz Han: - İçeri alın. (Klaviyo içeri girer. Timur'u görmez. Tanık kürs�üne doğru ilerlerken tantanalı bir şekilde ken-

1 13


dini takdim'eder.)

Klaviyo:

- Bendeniz, Marki Estallas Primo de Klaviyo... Beni emretmi�sizin efendim. l�te huzurlarınızdayım. (Oğuz Han ve üyeler adamı hafif bulm�lar­ dır. Garipseyen gözlerle süzerler) Oğuz Han: - Mahkememiz bir dava münasebetiyle tanıklı­ ğınıza ihtiyaç duymu�tur.

Klaviyo:

- Marki Estallas Primo de Klaviyo, bildiklerini söylemeye hazır ve emirlerinize amadedir efendim. Oğuz Han: (Kutlu'yu �aret eder) - Bu adamı tanıyor musunuz? (Klaviyo, komik hareketlerle Kutlu'nun çev��­ sinde döner. Onu tepeden tırnağa süzer, inceler. Uç parmağı ile çenesini hafifçe tutup ba�ını sağa sola çevirir.)

Klaviyo:

- Bu o .. A valla o .. O'nun ta kendisi ... Kaç­ maz Marki Estalles Primo de Klaviyo'nun gözünden. Marki Estalles Primo Klaviyo bir gördüğünü bir da­ ha asla unutmaz... Adı neydi dur bakıym. T� mıydı, demir miydi. hem ta�, hem demir miydi? Oğuz Han: - Nereden tanıyorsunuz bu adamı?

Klaviyo:

- Marki Estellas Primo de Klaviyo, bu t�lı de­ mirli insanı maalesef Semerkant'ta tanımı�tır efen­ dim. Oğuz Han: - Niçin "Maalesef' diyorsunuz?

Klaviyo:

- Çünkü efendim bu adam, Semerkant'ta, Mar-

114


ki Estellas Primo de Klaviyo'ya armağan edilen, na­ dide mücevheri çalmakla Oğuz Han: (Klaviyo'nun sözünü keser) . - Sakıncası yoksa adınızı biraz kısaltamaz mı­ sınız? Mesela size yalnız Klaviyo desek? KJaviyo: (Şa�kın, üzgün) - Ama hiç olmazsa Marki Klaviyo dememe izin verilı efendim Çünkü ben bir Marki'yim, bu be­ nim asalet ünvanımdır.

Oğuz Han:

- Bütün insanlar asildir. İnancımıza göre in­ sanlar asil doğarlar.

Klaviyo:

- Şaka yapıyorsunuz gibi geliyor bana ... Evet evet, �aka yapıyorsunuz. Bir insanın asil olabi lmesi için kralın asil ilan etmesi gerekir. Bendeniz Semer­ kant'tan dpndükten sonra Timur hazretlerinin saye­ sinde asil ilan edildim.

Oğuz Han:

- Timur'un sayesinde mi?

KJaviyo:

- Tabii Timur'un sayesinde.

Oğuz Han:

- Timur, Kral Hanri'den size asil ünvanının ve­ rilmesini istedi.

Klaviyo:

- Ooo, hayır hayır, Bendeniz Semerkant'ı zi­ yaretim sırasında Timur'un atının özengisini öpme fırsatını bulmuştum. Bu olay delegasyon tarafından lspanya'ya yayılınca büyük �öhret ve servet sahibi oldum. Siyasi rakiplerim bütün etkinliklerini kaybet' ti�

Oğuz Han:

- Bırakın �imdi siyasi rakiplerinizi. Timur'la ne ilgisi var bu asalet ünvanının, Onu açıklayın ba-

1 15


na.

Klaviyo:

Arzedeyim efendim. Timür'un atının özengesini öpen, öpebilen bir adamı Kral Hanri asalet payesiyle taltif etmeye mecbur hissetti kendini. Ve bendeniz böylece asil oldum. Kadınlar can atıyorlardı Ti­ mur'un atının özengesini öpen dudaklarımı öpmek için. Oğuz Han: (Timur'a işaret ederek) - Sayesinde şöhret ve Servet sahibi olduğun adam şu anda burada hesap veriyor. (K.laviyo şaşkın, Timur'u inceler, kendini to­ parlayınca sorar.)

Klaviyo:

- Ceylan budu veya geyik kavurması var mı? (Timur ters ters bakar K.laviyo'ya)

Oğuz Han:

- Misafirlerinize atınızın özengisini mi öptü­ rürdünüz?

Timur:

- Herkes ayaklarımı öpemezdi ki .. İltifat etmek istediğim bazı teferruatın atımın özengisini öpmesi­ ne izin vermişimdir.

Oğuz Han:

·

- Ayağınızı da mı öptürürdünüz?

Klaviyo:

- Bu erişilmez bir saadetti. Eğer ayağını öpe­ bilseydim veya eteğini belki de İspanya Kralı olur­ dum. Oğuz Han: (Klaviyo'ya) - Siz susun lütfen. (Timur'a) - Neyi ispatlamak istiyordunuz eteğinizi, aya­ ğınızı veya atınızın özengisini öptürmekle?

Timur:

116


- Ben öptürmüyordum ki.. Onlar öpüyorlardı.

Oğuz Han:

- Hoşlanıyordunuz tabii..

Tiınur:

- Kim hoşlanmaz Oğuz Han? Dünya diz çökü­ yordu bayrağımın önünde. Krallar, imparatorlar baş eğiyorlardı. Keşke hep böyle devam etseydi. Hep diz çökselerdi Türk'ün önünde, Türk'e secde etselerdi. Alparslan Gazi: (Klaviyo'ya) - Semerkant'ta veya Timur ülkesinin herhangi bir ilinde köyünde, obasında açlık çeken insanlara rastladınız mı?

Klaviyo:

- Hayır. Herkesin sırtı pek, kamı toktu.

Alparslan Gazi:

- Nasıl bu kadan emin konuşabiliyorsunuz?

Klaviyo:

- Marki Estellas Primo-affedersiniz, alı.§kan­ lık-Marki Klaviyo emin konuşuyor, çünkü Timur dünyanın bütün zenginliklerini ülkesine taşıyordu. Herşey bol v e ucuzdu. Yoi boyunca halı sofraların üzerinde birbirine ziyafet veren zengl:ü ve mutlu in­ sanlara rastlamı.§ımdır. Bendeniz, 16 kilometre uzunluğundaki bir sofraya bizzat tanık ve hatta ko­ nuk olmuşumdur efendim.

Timur:

- Bir baba evladını nasıl doyurmak ve donat­ mak zorundaysa bir hükümdar da halkını beslemeğe ve donatmağa mecburdur. Aksi halde hükümdarlık, zorbalık olur.

Atilla :

- Fakat siz başka ülkelerden cebren aldıkları­ nızla halkınızı doyurup donatmışsızın. Timur: (asabi, yüksek sesle) - Başka ülkeler ne demek? Tanrı dünyayı be-

117


nim tasarruflarıma tevdi ve emanet etmişti. Dünya­ nın bütün ülkelerini ve bütün nimetlerini benim için yaratmıştı Tanrı Bizim için yaratmıştı, Türk Milleti için yaratmıştı yani... Bilge Han: (Klaviyo'ya) - Sanığın sarayında bile hırsızlık olayına tanık olduğunuzu söylediniz. Bu ifadeyi genelleştirebilir miyiz?

Klaviyo:

- Asla! .. Batı Avrupa'da medeni asiller yol or­ tasında soygunculuk yaparken, Taşkent'te, Semer­ kant'ta, Buharada veya Türkmenistan'ın herhangi bir yerinde, herhangi bir kimse başında bir tepsi altınla güven içinde dolaşabilirdi. Bendenize armağan edi­ len mücevherlerin çalınması olayı tamamen istisnai bir hadisedir. Oğuz Han: (Klaviyo'ya) - Açıklamalarınız için teşekkür ederiz. Çıkabi­ lirsiniz. (Klaviyo çıkar. Oğuz Han, Bilge Han ve Al­ p�ırslan Gazi ile fısılda�ır.) Oğuz Han: - Duruşmaya 15 dakika ara verilmiştir. (Perde kapanır.)

İKİNCİ PERDE

(Perde açılır. Önce görevliler girip, kapının iki yanındaki yerlerini al ırlar, sonra kız gelip sekreter masasına oturur. Daha sonra sırasıyla Oğuz Han, Bilge Han, Alparslan Gazi ve Atilla yerlerini alırlar. Oğuz Han önündeki dosyayı karıştırırken) Oğuz Han: Getirin! (Görevliler çıkarlar. Oğuz Han önündeki dos­ yayı karıştrmağa devam eder. Bu sırada Timur, iki -

ı ıs


görevlinin önünde salona girer, yerine geçer.) Oğuz Han: (Timur'a) - Oturun. (Timur oturur, sıkıntılıdır.) Oğuz Han: (2. Görevliye) - Vezir-i azam Çandarlı Ali Pruıa mahkemeye kadar gelsin lütfen.

2. Görevli:

- Emredersiniz.

(2. Görevli çıkar.) Timur:

- Bu yüzleştirmeğe hiç gerek yoktu.

Oğuz Han:

- Yüzleştirmek gibi bir niyetimiz yok.

Bilge Han: ruz.

.

- Biz gerçeği sadece gerçeği öğrenmek istiyo(2. Görevli girer.)

2. Görevli: dim.

- Vezir-i azam Çandarlı Ali Pruıa geldi efen-

Oğuz Han:

- Gelsin. (2. Görevli çıkar. Çandarlı ile birlikte girer. Çandarlı tanıklar için ayrılan yere alınır.) Oğuz Han: (Çandarlı'ya) - Osmanlı İmparatorluğu ile Doğu Türk Ha­ kanlığı arasındaki ihtilafı çözümleyemez miydiniz? Çanclarlı: (Derin bir iç çeker) - Çözümleyemezdik efendim.

Oğuz Han:

- Neden?

Çandarlı:

- Çö'zümley'e mezdik çünkü, Doğu Türk Ha-

119


kanlığı, yani Timur imparatorluğu bir arena gibiydi. En acımasız, en muhteris insanlar en iyi yerlerde oturuyorlardı. Onlara laf anlatamıyorduk.

Timur:

- Asla !.. Aksine Osmanla Devleti'nde akıllılar tartışıyor, fakat gururundan önünü göremeyen bir sarhoş karar veriyordu. Bence anlaşmazlığın bütün sebebi budur.

Oğuz Han:

- Birbirinizi suçlayıp durmayın karşımda.

Timur:

- Fakat Yıldırım Han'ın içkiye İnüptela olüliu isabetli karar verme yeteneğinin kaybolmasına sebep olmuştu. Barışla ilgili tüm girişimlerim bu yüzden sonuçsuz kalmıştır.

Oğuz Han:

- Ne gibi girişimlerdi bunlar?

Timur:

- Elçiler göırderd im zindana atıldı, mektuplar yolladım hakaret dolu cevaplar geldi, Gidip yalvara­ mazdım ki. Oğuz Han: (Çandarlı'ya) - Doğru mu?

Çandarh:

- Doğru .. Doğru ama, mektuplar samimi olma­ dığı gi�i, elçilerde iyi niyetli değillerdi. Yıldırım Han'da böyle inanıyordu buna. Bence Tiniur, Anka­ ra savaşından önce, tarihe karşı kendini mazur gös­ termek için ne mümkünse yapmıştır. Mektuplar ve elçiler de savaşın .sorumluluğunu Yıldırım Han'ın omuzlarına yüklemek için başvurulan taktiklerden ibarettir.

Oğuz Han:

- Teklifleri neydi? Elçiler neler talep ediyor­ lardı? Ne istiyordu mektuplarında?

120


Çandarh:

- Yıldırım Han'la sava.!imak için bahane arıyor gibiydi. Kabulü imkansız şartlar ileri sürüyordu.

Tiınur:

- Ayçiçek Hatun'un serbest bırakılması imkansız mıydı? Oğuz Ban: (Timur'a) - Siz susun lütfen. (Çandarlı'ya) - Bana somut cevaplar verin. Sanık iıe istiyor­ du sizden?

Çandarh:

..

- Efendim istekleri bitmiyordu ki.. ünce top­ rakları sanık tarafından i�al edildiği için bize .sığı­ nan Karakoyunla Kara Yusuf Bey'le Celayiroğlu Ahmet Bey'in kendisine teslim edilmesini isted i. Sonra şehzadelerden birinin rehine olarak Semer­ kant'a gönderilmesiyle ilgili israrlı talepleri oldu. Aksi halde sava.!iacağını bildiriyordu.

Ti.mor:

- Ve bir de Ayçiçek Hatun'u istiyordum. Bir iyi niyet gösterisi olarak onu serbest bırakamaz mıy­ dınız?

Çandarb:

- Bırakabilirdik tabii'... Esasen Ayçiçek Ha­ tun'un memleketine gönderilmesi konusunda Yıld.ı­ rım Han ikna olmwıtu. Fakat tam bu sırada Timur'un elçisi gelip, Ayçiçek Hatun'u istedi.

Oğuz Han:

- Verdiniz mi? Yani Ayçiçek Hatun'u serbest bıraktınız mı?

Çandarh:

- Osmanlı Devleti'nin zamana ihtiyacı vardı. Bir maaş meselesinden dolayı yeniçeriler, kapıkulu askerleri huzursuzdular. Anadolu askeri ise Yakup

121


Çelebi olayı nedeni ile Yıldırım Han'a kırgındı. Bu sebeple bendeniz ve bazı komutanlar Ayçiçek Ha­ tun'un gönderilmesinden yana oy kullandık. Fakat.

Oğuz Han: - Fakat?

Çandarlı:

- Fakat Yıldırım Han �iddetle reddetti.

Oğuz Han:

- Gerekçe gösterdi mi?

Çandarh:

- Hayır efendim. Herhangi bir gerekçe göster­ medi. Esasen gerekçe göstermek zorunda da değildi. Teklifi reddetti ve divan terketti. Atilla : (Oğuz Han'a) - Yıldırım Bayazıt Han'ın mahkemeye davet edilmesine karar verilmesini talep ediyorum. (Oğuz Han, Bilge Han ve Alparslan Gazi ile fısıld�ır.)

Oğuz Han:

- Yıldırım Bayezıt Han'ın mahkemeye davet edilmesine karar verilmi�tir. Timur: (asabi, heyacanlı) - İtiraz ediyorum. Yıldırım Bayezıt Han'ı bu mahkemede tanık olarak dinleyemezsiniz. Oğuz Han: (Şa�kın) - Niçin? Tanıklık yapmasına mani bir hali mi var?

Timur.:

- Evet!.. Kendi b�kentinde, kendisi tarafından tayin edilen kadı bile Yıldırım'ın tanıklığını kabul et­ memi�tir.

Oğuz Han:

- Kimmi� bu kadı efendi?

Timur:

- Bursa Kadısı Mevlana Şemseddin Fenari.

122


Oğuz Han: ( 1 . Göreyliye)

- Bu kadı efençliyi derhal huzura istiyorum.

1. Görevli:

- Emredersiniz. ( 1 . Görevli çıkar.) Alparslan Gazi: (Timur'a) - Mevlana Şemsedd in Fenari'nin Yıldırım Han'ın tanıklığını niçin kabul etmediği konusunda bir 'fikriniz var mı?

Timur:

- Bence niçin kabul etmediği pek önemli değil. Osmanlı b�kentinde, Osmanlı maliyesinden maaŞ, olan bir kadı,Yıldınm'ın ifadesini değersiz buluyor. Kanımca önemli olan bu. ( 1 . Görevli Girer)

1. Görevli:

- Bursa Kadısı Mevlana Şemseddin Fenari gel­ di efendim.

Oğuz Han:

- Al ın içeriye. ( 1 . Görevli çıkar, az sonra, önce Fenari, arka­ sında 1. görevli girerler. Kadı, Çandarlı'nın yanına gelir, mahkeme üyelerini ve Çandarlı'yı selamlar)

Oğuz Han:

- Bursa Kadısı Mevlana Şemseddin Fenari siz misiniz?

Kadı:

- Evet. Benim efendim.

Oğuz Han:

- Bir duruŞ,mada Yıldırım Bayezit'ın tanıklığı­ nı kabul etmediğiniz iddia olunuyor. Doğru mu'?

Kadı:

- Doğru efendim. Ona nazikçe mahkemeyi terketme­ sini emretmiş_tir.

123


Oğuz Han:

- Niçin mahkemeden kovmuştunuz Yıldırım'ı?

Kadı:

- Estağfirullah efendim. Bir dava vesilesiyle, taraflardan biri hakkında şahitlik yapmak için mah­ kemeye gelmişti. Şahitliğini reddettim. Çünkü çok içiyordu. Mahkemeyi yanıltabileceğinden endişe et­ tim.

Oğuz Han:

- Ve mahkemeyi terketmesiiii emrettiniz.

Kadı:

- Evet. Mahkemeyi terketmesini emrettim. İfa­ desini dikkate alamazdım. Oğuz Han : (Timur'a) - Semerkant kadısı sizi mahkemeden kovsaydı tepkiniz ne olurdu?

Tiınur :

- Derhal kafasını kestirirdim. Yerle bir eder­ dim mahkemeyi ! Oğuz Han : (Kadıya) - Siz mahkemeyi terketmesini isteyince Yıldı­ rım'ın tepkisi ne oldu?

Kadı :

çıktı.

- Hiçbir· tepki göstermedi. Boynunu büktü ve

Oğuz Han :

.

- Boynunu büktü ve çıktı dediniz?

bii . .

- Evet. Boynunu büktü ve çıktı. Üzgündü ta-

Oğuz Han :

- Daha sonra hakkınızda herhangi bir cezai iş­ lem yapıldı mı? - Hayır. Yapılmadı.

124


Oğuz Han :

.

- Daha sonra ülkenin uzak bir köşesine sürül­ dünüz ' mü?

Kadı :

- Hayır.

Oğuz Han :

- İhtar aldınız veya ikaz edildiniz mi?

Kadı :

- Hayır. Ne ihtar aldım, ne ikaz edildim.

Oğuz Han :

- Bir müfettiş soruşturmasına muhatap oldu­ nuz mu?

Kadı :

- Hayır. Hakkımda herhangi bir soruşturma açılmadı.

Oğuz Han :

- Terfiinizin geciktirildiği oldu mu?

Kadı :

- Hayır efendim. Terfiim de geciktirilmedi.

Oğuz Han :

- Yani görevinize devam ettiniz, hiçbir şey ol­ mamış gibi.

Kadı :

- Evet. Görevime devam ettim.

Oğuz Han :

- Çıkabilirsiniz Kadı Efendi. (Kadı çıkar.) Oğuz Han : (Çandarh'ya) - Biraz önce Ayçiçek Hatun'un ülkesine iade edilmesiyle ilgili teklifi Yıldırım'ın şiddetle redetti­ ğinden bahsettiniz. Bu hatunun memleketine gönde­ rilmesinin sakıncası neydi?

Çandarh :

- Efendim bu mesele Ayçiçek Hatun'un mem­ leketine gönderilmesi veya alıkonulması gibi basit

125


bir mesele değildir. Timur'un, Ayçiçek Hatun'un sa­ lıverilmesini istemesiyle olay siyasi bir mahiyet ka­ zanmı!!tır.

Oğuz Han :

- Nasıl bir siyasi mahiyet kazanmı!!tlr, açıkla­ yabilir misiniz?

Çanclarlı :

- Eğer Ayçiçek Hatun'u gönderseydik, Semer­ kant'ın, yani bir ba!ika ba!ikentin Osıp.anlı Devleti'ni yönetmesine izin vermi!! olacaktık. Oyle sanıyorum ki bu türlü baskıların da ardı arkası kesilmeyecekti.

Timur :

- Eğer Ayçiçek Hatun'un Erzincan'a dönmesi­ ne izin verseydiniz, diğer taleplerimden vazgeçebi­ lirdim.

Çandarlı :

- Olabilir. Fakat ozaman ne Osmanlı Devle­ ti'nin bağımsızlığından söz edilebilirdi, ne de bizim onurumuzdan.

Timur :

-Zaten onurunuz sizin en tehlikeli danı!imanı­ nız olmu!!tur.

Çandarlı :

- Fakat biz o danı!imandan hayatımız boyunca !!ikayetçi olmadık.

Bilge Han :

- İki güçlü Türk devletinin sav�masına, bin­ lerce evladımızın ölmesine, birçok !iehrin tahrip ve talan edilmesine bir rehine sorunu mu sebep olmu!!­ tur? Konuya açıklık getirilsin lütfen.

Timur :

- Bu rehine, yani Ayçiçek Hatun, Erzincan Emiri Mutahharten Bey'in ailesidir efendim. Oğuz Han : (Çandırla'ya) - Erzincan Emiri'nin ailesi Yıldırım Han'ın sa-

126


rayında ne maksatla alıkonuluyordu?

Çandarh :

- Yıldırım Han, kocasının bir çılgınlık yapma­ sını önlemek için, hanımefendiyi Bursa'da misafir etmek gereğini duym�tu. Çünkü Erzincan Emiri Ti­ mur'la birlikt� Sivas'ı tahrip etmişii efendim. Timur : (Otkeli) -Fakat Erzincan Bey'i beniin himayem altın­ daydı ! Değil bir beyin karısını zorlaalıp götürmek, himayem altındaki bir köpeğe bile hoşt denmesinden hoşlanmam ben. ·

Çandarh :

- Türkmen Beyi Karayusufla, Celayiroğlu Ahmet Bey de bize sığınmışlardı. Onlar da Osmanlı Devleti'nin himayesi altındaydılar. Kaldı ki siz Si­ vas'ı kan gölüne çevirmeseydiniz, ne Yıldırım Han Erzincan'a girerdi, ne de Ayçiçek Hatun Bursa'ya getirilirdi.

Timur :

-Ben Sivas'ta kan dökmedim.

Atilla :

- Yani taş üstünde taş bırakmadığınız, yaktığı­ nız, yıktığınız, tahrip ve talan ettiğiniz Sivas'ta kan dökmediğini mi söylüyorsun?

Timur :

-Hayır. Ben Sivas'ta kan dökmedim.

Atilla : (Yargıçlara)

- Efendim önümde sanığın emriyle öldürülen binlerce Sivaslının imzaladığı bir şikayet dilekçesi var. Bu dilekçenin içeriği ve dosyadaki deliller dik­ kate alındığında sanığın beyanlarının hilafı hakikat olduğu anlaşı.lacaktır. Tim.ur : (Ofkeli, yüksek sesle) - Hilafı hakikat ... Gerçek dışı. ... yani yalan .. .iddia makamı beni du�manın başından beri ya-

127


lancılıkla itham edip duruyor. Bir insana yapılabile­ cek en ağır hakaret budur. Korkakların silahıdır ya­ lan .. Ben hayatım boyunca Oğuz Han : (Timur'un sözünü keser) - Susar mısınız lütfen ... Sesini yükseltenlerin haklı çıktığı dünya, öbür dünya idi. İddia makamının ileri sürdüğü deliler son derece inandırıcı. Ya bu de­ lilleri çürütün, ya itiraf edin.

Timur :

-Ben Sivas'ta kan dökmedim.

Atilla :

- (Dosyadan 1 00+ 1 20 sayfalık bir kitabı çıka­ rır, kitabın adını okur:) - Tüzikat-ı Timurun ve Cengiz Han yasası. Ki­ min kitabı bu. Timur : (Soğukkanlı) - Benim kitabım.

Atilla :

- Yani bu kitabı siz yazdınız?

Timur :

- Evet. Ben yazdım.

Atilla : (Yargıç heyetine)

- Sivas'ta kan dökmediğini iddia eden sanık, dört bin ki�iyi öldürdüğünü kendi kitabının 22. say­ fasında itiraf ediyor efendim. Oğuz Han : (Atilla'nın uzattığı kitabı alır. İlgili sayfasını inceler.) - Fakat burada dört bin kale muhafızını öldür­ düğünüzü yazıyorsunuz.

Timur :

-Ben ne yazdıysam doğrudur Oğuz Han. Ama Sivas'ta kan dömedim.

Oğuz Han :

- Mahkeme ile alay mı ediyorsunuz siz? Hem dört bin k�iyi öldürdüğünüzü yazıyorusnuz, hem ne

128


yazdıysam doğrudur diyorsunuz, hem de Sivas'ta kan dökmediğinizi söylüyorsunuz.

Alparslan Gazi:

- Diri diri gömdünüz öyleyse?

Tiınur :

- Evet. Bu dört bin kil!iyi diri diri gömdüm !

Oğuz Han :

- İlikence ile öldürmeyi tercih ettiniz yani?

Ti.mor :

-Hayır. Öyle bir kastım yoktu.

Oğuz Han : (asabi)

- O halde dört bin kil!iyi niçin diri diri gömdün be adam. Timur : (Öfkeli) . - Bana adam diyemezsiniz!

Oğuz Han :

- Affedersiniz, adam sanmllitık sizi !

Timur :

- Adamım elbette ! .. Fakat kendime adam diye bağırılmasına izin veremem. Tahammül edemem buna ...

Bilge Han :

- Dört bin kiııiyi niçin diri diri gömdüğünüzü açıklar mısınız? Timur : (Sakinlel!meye çalıııır) -Kaleyi teslim alırken kan dökmeyeceğime da­ ir söz vermiııtim. Sözümde durmak için diri diri gömdüm onları.

Bilge Han :

- Şehir teslim olduğu halde öldürmenizin sebe­ bi neydi.

Timur :

- Şehrini teslim eden muhafızın, anasının na­ musuna tecavüz edilmesine gözyuman al!ağılık bir

129


mahluktan farkı var mıdır Bilge Han? Burada beni mi yargılamanız gerekir, yoksa korumakla görevlen­ dirildikleri şehri teslim eden muhafızları mı?

Oğuz Han :

.

- Burada kimi yargılayacağımıza biz karar ve­ ririz. Lütfen bir daha mahkemenin yetkilerine müda­ hale etmeyiniz. (Oğuz Han önündeki dosyayı karıştırır. Çandar­ lı'ya) - Siz çıkabilirsiniz. (Çandarlı çıkar.) Alparslan Gazi : (Dosyayı karıştırarak) - Çandarlı Ali Paşa, "Timur Sivas'a saldırma­ saydı, Yıldırım Han Erzincan'a girmezdi" diyor ki mahkememiz de aynı kanıdadır. Siz hangi askeri ve­ ya siyasi sebeplerle Sivas'ı işgal ettiğinizi açıklaya­ bilir misiniz?

Timur :

-Fırsat kapıyı çalınca gürültüden şikayet ettiği­ niz oldumu hiç?

Alparslan Gazi :

- Sorularıma soru ile cevap vermeyiniz.

Timur :

-Hiçbir komutan ve aklı başında hiçbir devlet adamı, fırsat kapıyı çalınca gürültüden şikayet etme­ melidir. Benim en büyük korkum, Mısır hükümdarı Sultan Barkuk'la, Osmanlı devleti arasında imzala­ nacak bir anlaşma idi. Böyle bir ittifak ihtimali dahi uykularımı kaçırırken, Yıldırım Han' ın Mısır ege­ menliğindeki Malatya'yı işgal ettiğini duydum. Fır­ sat şiddetle kapıyı çalıyordu.

Alparslan Gazi :

- Ve fırsatı ganimet bilip Sivas'a girdiniz.

Timur :

-Evet. Aynı zamanda Karakoyulu Karayu-

130


sufla, Celayiroğlu Ahmet Bey'in iade edilmesi için Osmanlı Devleti'ne bir gözdağı vermiş oluyordum.

Alparslan Gazi :

- Bu mültecilerin iadesi çok mu önemliydi?

Tiınur :

- Son derece önemliydi.

Alparslan Gazi :

- Neden ? Zaten bu iki beyin devletlerini yık­ mış, topraklarını elegeçirmiştiniz.

Tiınur :

-Evet ama Çin'in işgali sevgilinin hayali gibi rüyalarımı süslüyordu. Çin'i mutlaka işgal etmeliy­ dim.

Bilge Han :

- Tabii hedefinizin ve hatta ilk hedefinizin Çin olması gerekirdi. Biz o işi eksik.bırakmıştık. Sanıyo­ rum zaman bulamamıştık.

Tiınur :

-Evet ama, bu iki mülteci Yıldırım Bayezit gi­ bi Niğbolu'da 16 devletin ordularını imha eden deha sahibi bir hakana sığınmışlardı. Onları arkamda bıra­ karak Çin'e gidemezdim. Bu son derece sakıncalı olurdu.

Atilla :

- Fakat sanık Osmanlı Devleti'ne saldırdığında Celayiroğlu da, Karakoyunlu Karayusuf da Osmanlı ülkesini terketmi§ti. Bu iki beyin kaçması ile mülte­ ciler meselesi kendiliğinden çözümlendiğine göre, sanık Osmanlı Devleti'ne niçin saldırdığını açıkla­ mak zorundadır.

Timur :

- Geri dönebilirlerdi. Kaldı ki Yıldırım Han yazışmalarda çok sert bir üslubu benimsemişti. Ha­ karet ediyordu bana.

131


Atilla :

- Ankara Savaşı'ndan kısa bir süre önce, sanı­ ğın Karabağdaki karargahına bazı �_vrupalı elçilerin geldiğini tesbit etmiş bulnuyoruz. Oyle tahmin edi­ yoruz ki, bu elçiler, Bizans'ın düşmesini önlemek için sanığa ittifak teklif etmişlerdi. Sanığın makul bir sebep göstermeden Osmanlı'ya sav� ilan etmesi bu tahminimizi teyid etmektedir. Tiınur : (Mütebessim) -İddia makamının, mahkemeyi hayallerle meş­ gul ederek mutlu oluşuna ş�mıyorum. Çünkü katı gerçeklerde pek az bulunan umut, hayallerde pek çoktur. (serteleşir) Savcı aptal mı sanıyor beni? Ben avrupalının beni yönetmesine izin verecek kadar ah­ mak mıyım?

Oğuz Han :

- Yani avrupalılarla bir ittifakın söz konusu ol­ madığını mı söylemek istiyorsunuz?

Tiınur :

-ittifaklar fazilet değil, mecburiyettir Oğuz Han. Timur hiçbir zaman böyle bir mecburiyet duy­ mamıştır.

Oğuz Han :

- O halde böyle kritik bir zamanda avrupalı el­ çilerle neler görüştüğünüzü açıklayabilir misiniz? Tiınur : (Şakacı) - Avrupalı elçiler, hıristiyanların bir bakireden doğduklarına inandırmaya çalışıyorlardı beni.

Oğuz Han :

- Karabağ'a kadar bunun için mi gelmi�lerdi?

Tiınur :

-Evet. Çünkü bütün hıristiyan misyonerlerini doğramaları için askerlerime emir vermiştim. (Bir kol, 2. görevliye bir dilekçe uzatır. 2. görevli dilekçeyi okuyup, Oğuz Han'a uzatırken

132


2. Görevli :

- Celayiroğlu Ahmet Bey huzura kabulünü ri­ ca ediyor efendim.

Bilge �n :

- İki Türk devletini sava§ haline "getiren Cela­ yiroğlu mu bu?

2. Görevli :

- Evet efendim

Oğuz Han : (Dilekçeyi okur)

- Celayiroğlu gelsin. (2. görevli çıkar, az sonra Celayiroğlu ile birlikte girer. Celayiroğlu alaycı gözlerle uzun uzun Timur'u süzer.) Bilge Han : (Celayiroğluna) - Neyi inceliyorsunuz?

Celayiroğlu :

- Onu ilk gördüğümde zengin konaklarını yağ­ malayan bir bozkır eşkiyası gibi giyinmi1!tİ. Şimdi bakıyorum da beni başkentimi, Bağdat'ı gördükten sonra kılık kıyafetini düzeltmişe benziyor.

Bilge Han :

·

- Sözlerinize dikkat edin ! Huzurumuzdaki sa­ nığa hakeret edemezsiniz.

Celayiroğlu :

- Fakat bu adam mahvetti beni.. Ailemi yıktı, devletimi yıkı, dünyamı yıktı, kararttı. Hayatı bo­ yunca önüne ne çıktıysa yaktı, yıktı, yoketti. Ve önüne kim çıktıysa öldürdü acımasızca.

Oğuz Han :

- Sanık söz konusu eylemlerinden dolayı kar1iımızda bulunuyor. Ama siz sanığa hakaret edemez­ siniz. Eşkiya diyemezseniz. Eşkiya sözünü lütfen geri alın.

Celayiroğlu :

- Fakat efendim.

133


Oğuz Han :

- Aksi halde mahkemeye hakaretten tutukla­ . . rım sızı.

Celayiroğlu :

- Eşkiya sözünü geri alıyorum.

Oğuz Han :

- Mahkemeye kabulünüz için verdiğiniz dilek­ çede önemli açıklamalarda bulunacağınızı yazmı§sı­ nız. Söyleyecekleriniz Türk Devletleri ve Türk im­ paratorlukları Ba�savcılığında verdiğiniz ifaded<'.'.n farklı mı? Yani ifadenize ilave edeceğiniz bir�ey var mı?

Celayiroğlu :

- Efendim ben sanıktan davacıyım.

Oğuz Han :

- Onu biliyoruz.

Celayiroğlu : .(Bir kitap çıkarıp, uzatır.)

- Efendim, büyüklüğünü suçlarına borçlu olan bu adam hakkında karar vermeden önce �u kitabı okumanız lazım. Oğuz Han : (Kitabı alır) - Ne kitabı bu? ·

Celayiroğlu :

- Büyük tarihçi İbni Arapşah'ın eseri efendim.

Timur : (Küçümseyici)Ne tarihçisi be? Onun ye­

gane özelliği kendi şişmanlığının hamalı olmasıdır. Oğuz Han : (Timur'a) - Susun lütfen. (Celayiroğlu'na) - Yani mahkemeye akıl vermeye mi geldiniz?

Celayiroğlu· :

- Estağfirullah. Bu adamı yakından tanıyan bir tarihçi olarak Arapşah'ın kitabının birçok çapraşık sorunu aydınlatacağına inanıyorum.

134


Alparslan Gazi : (Timur'a)

- Arapşah adı nedense hep sinirlediriyor sizi.

Timur :

- Efendim izin verirseniz önce bir sat�mayı cevaplamak istiyoriyorum . (Celayiroğlu'nu işaret ederek) Bu ünlem sıskasının övünmeleri bana hep, arkadaki toza bakarak böbürlenen araba dingilindeki sivrisineği hatırlatmıştır. Beni ilk gördüğünde zen­ gin konaklarını yağmalayan bir bozkır eşkiyası gibi giyiniyormu1ium. (Sert, öfkeli) Celayiroğlu hayatı boyunca iki bin kilometreden daha fazla yakl�ama­ mı1itır bana ! Hep kaçmış ve 2 bin, üç bin, beş .bin ki­ lotre uzaklarda böbürlenip durmu1itur. Ama Bağ­ dat'ta beni gerçekten görmü1ise, ancak ve ancak karı­ sının eteklerinin altına saklanmış olabilir.

Oğuz Han :

- Birbirinizi suçlayıp durmayın kaf1iımda. Bilge Han : (Timur'a) - İ bni Arapşah'la tanı1iır mısınız?

Timur :

- lskenderiye Feneri gibi adamım ben, herkes tanır beni.

Bilge Han :

- lbni Arap1iah'la tanı1iıp tanı1imadığınızı sor­ dum size.

Timur :

-O tanır beni. Bir ara kapımda kul'du.

Atilla : (Oğuz Han'a)

- lbni Arapşah'ın mahkemeye celbini talep ediyorum efendim. (Oğuz Han, Bilge Han ve Alparslan Gazi ile gö­ rüşür. Arapşah'ın kitabını alıp 1iöyle bir karı1itırırlar.) Oğuz Han : (Celayiroğlu'na) - Siz çıkabilirsiniz.

135


Celayiroğlu :

- Arapşah'la birlikte gelmiştik efendim. Kapı­ da bekliyor. Gelsin mi?

Oğuz Han :

- Gelsin. (Celayiroğlu çıkar. Son derece şişman ve itici bı­ yıkları olan Arapşah girer, tanıklar için ayrılan yere a lınır.)

Oğuz Han :

- Sanık Emir Timur'la tanışıyor musunuz?

Arapşah :

- Ne yazık ki evet.

Oğuz Han :

- Nereden tanışıyorsunuz?

Arapşah :

- Şam'dan. Şam'da bu zalime esir düştüm efen­ dim. Beni alıp zorla Semerkant'a getirdi. Elinden kurtuluncaya kadar neler çektiğimi bir ben, bir de Allah bilir. Ooo, ne günlerdi onlar.

Timur :

.

- Yalan söylüyor! Bu adam şöhretini yalancılı­ ğına borçludur. Ben esir etmedim onu. Esir muame­ lesi yapmadım. Misafir ettim Semerkant'ta. Emrine uşaklar, konaklar .verdim.

Oğuz Han :

- Hem esir etmediğinizi söylüyorsuzun, hem Semerkant'a götürdüğünüzü ifade ediyorsunuz.

Timur :

- Semerkant'a götürdüm ama esir olarak değil.

Oğuz Han :

- Zorla ·mı götürdünüz.

Timur :

- Ona zor kullanılmadı. Sadece Semerkant'a götürülmesini emrettim.

136


Oğuz Han : - Bu zor kullanmak değil mi? Yani emretmek?

Tiınur :

-Emretmek bir haktır Oğuz Han ! Ve bu hak, yaşadığım yüzyılda sadece bana ait olmwıtur. Oğuz Han : - Fakat Arapşah şikayetçi.

Tiınur :

-Zaten o hep şikayetçi olmuştur. Şam'da da eser vermek için gerekli ortamı bulamadığından şi­ kayet ediyordu. Alıp Semerkant'a götüreceğimi söy­ leyince, mutlu bir işkembe gibi gülümsedi bana. On­ dan sadece yazmasını, eser vermesini istiyordum. Oğuz Han : - Fakat adamın bıyıklarını yolmwısunuz. Böy­ le bir hakarete, hatta tecavüze uğrayan insandan eser yazmasını nasıl bekleyebilirsiniz?

Tiınur :

-Yoldum tabii .. Birgün bana, zengin olmanın yollarını sorunca delirecek gibi oldum. Bir tarihçi­ nin, bir bilim adamının aklına getirmemesi gereken yegane sual buydu. O anda kafasını dahi koparabilir­ dim. Oğuz Han : - Kafasını koparmaktan vazgeçip bıyıklarını yoldunuz.

Tiınur :

- Evet. O anda bıyıklarının iğrençliği dikkati­ mi çekti. İçimde vazgeçilmez bir yolma hissi uyan­ dırıyordu şu bıyıklar. Yoldum, yoldum, yoldum ... Oğuz Han : - Beğenmediğiniz bıyıkları yolar mıydınız?

Tiınur :

- Sorun bu kadar basit değil Oğuz Han, Bilirsi­ niz ki zenginlik insanın ahlakını bozmaz. Kısa yol-

137


dan zengin olma tutkusu bozar insanın ahtakını. Bu tutkuya kapılan bir de bilim adamıysa Tanrı bile acı­ maz o topluma .. Ben de acımam tabii.. Kaldı ki Se­ merkant'taki sarayında Arapşah'ın abdesthaneye taşı­ dığı ibrik bile som altındı. Zaferden önce ödül iste­ yen bir tek askerim olmamıştır benim. Fakat bu arap, işten önce para, zaferden önce ödül isteyen bir ahlak kusuntusudur.

Arapşah :

- Ahlak kusuntusu sizsiniz! Eğer ahiaktan bir nebze nasibinizi almış olsaydınız, Yıldırım Han'ın karısını çırılçıplak soyup içki meclislerinde sakiyye­ lik yaptırmazdınız.

Tiınur :

- insanlığın yüzkarası aşağılık mahluk. Seni şam soytarısı. osmanlı dalkavuğu nankör köpek! Ne­ ler saçmalıyorsun sen? Neler uyduruyorsun? Ağzın­ dan çıkanları kulakların duymuyor mu senin? Edep­ siz herif! (Oğuz Han'a) Bu saygısızlıklara, bu iğ­ rençliklere, bu basitliklere tahammül edebilecek mi­ siniz Oğuz Han?

Arapşah :

, - Niçin inkar ediyorsunuz? Yıldırım Hanı da binek taşı olarak kullanmadınız mı? Atınıza binmek için sırtına basmadınız mı o kahramanlar kahramanı­ nın ve demir kafesler içinde Oğuz Han : (Arapşah'ın sözünü keser) - Susun diyorum size ! Lütfen sözlerinizi man­ tığınıza tasdik ettirekek konuşun.

Arapşah :

- Fakat efendim iddia ediyorum bu topal, Nilü­ fer Hatun'u çırılçıplak soyup, eline bir şarap testisi vererek

Tiınur :

-Estağfirullah, estağfirullah.

138


Oğuz Han :

- Sussana be adam !

Arapşah :

- Beni dinlemeğe mecbursunuz Oğuz Han. Konlliimak için geldim ben buraya. Oğuz Han : (Görevlilere) - Atın şu herifi dışarı. (İki görevli Arapşah'ı dışarı çıkarır, salona döner­ ler) Oğuz Han : (1 . Görevliye) - Yıldırım Bayezit Han, mahkemeye kadar gelsinler lütfen. 1. Görevli: Emredersiniz. (1. Görevli çıkar.)

Timur :

- Biraz önce, bu arabın paraya olan zaafını ar­ zetmeye çalışmıştım. Arapşah, eliı,ıizdeki kitabı, sul­ tan Çelebi Mehmet zamanında Osmanlı başkenti olan Edime'de yazmıştır. Kitabı yazarken para ka­ zanmayı, yani Sultandan yüklü bir ihsan koparmayı amaçladığı için de tarafsız kalmayı esasen düşünme­ miştir. Alparslan Gazi : (Dosyayı karıştırarak) - İddianamede, Anadolu birliklerini Osmanlı Devleti'ne karşı kışkırtmak için elaltından altın da­ ğıttığınız yolunda ifadeler var. Gerçekten de bazı Anadolu birliklerinin savaşın en kritik anında safla­ rınıza katıldığını biliyoruz.

Timur :

- Yıldırım Bayezıt'ın deha sahibi bir asker ol­ duğunu daha önce arz etmiştim. Müthiş bir komutan, müthiş bir askerdi doğrusu. Ona hem uzaktan uzağa saygı duyoyor, hem de feci bir mağlubiyete uğra­ maktan korkuyordum. Tabii benim penceremden ba­ kılınca bağlubiyet herşeyin sonu demekti. O nedenle

139


altın dağıtmayı da düşündüm. Fakat buna gerek kal­ madı. Savalitan birkaç ay önce Germiyanoğlu Yakup Bey, Menteşoğlu İlyas Bey, Aydınoğlu lSa Bey ve Saruhanoğlu Hızır Bey, Karabağ'daki otağıma gelip, Yıldırım Han'a karşı yardım istediler. Bu beyler, Yıldırım Bayezit'in topraklarını ilhak edeceğimden emindiler.

Alparslan Gazi :

- Cevabınız ne oldu?

Timur :

- İtiraf etmeliyim ki ulu gazi, bu beyler bana cesaret vermeselerdi belki de Yıldırım Han'la savali­ mayı göze alamazdım Karayusufla Celayiroğlu, na­ sıl Yıldırım'ı bana ka�ı tahrik ettilerse, bu beyler de aynı şekilde beni Osmanlı Devleti ile savaşmağa adeta ikna ve hatta mecbur etmişlerdir.

Alparslan Gazi :

- Yani iradeniz dışında savaşa sürüklendiğinizi mi söylemek istiyorusnuz?

Tiınur :

- Bir bakıma evet. Ama irade dışı yerine ikna ve mecburiyet sözcüklerini tercih ediyorum.

Bilge Han :

- Gururunuz gerçeği kabul etmenize engel olu­ yor galiba?

Timur :

-Öyle de diyebiliriz. (1. Görevli salona girer.) - Yıldırım Han geldiler efendim.

Oğuz Han :

- Gelsinler. (1. Görevli çıkar. Az sonra önde Yıldırım Han, arkada 1 . Görevli salona girerler. Yıldırım tanık ye­ rine doğru ilerlerken Timur hayranlıkla izler onu.)

140


Oğuz Han :

- Dava konusu bazı sorunları açıklığa kavu�­ turmak için tanıklığınıza ihtiyaç duyduk. Umarım rahatsız etmemi1iizdir.

Yıldırım :

- Yumurtasını pi�irmek için kom1iunun evini ate�e veren bir komutanla hiçbir sorunu çözümleye­ mezdim.

Oğuz Han :

- Barı� için gayret sarfettiniz mi?

Yıldırım :

- Buna fırsat dahi bulamadın. Hiçbir .sebep yokken egemenliğim altındaki topraklara tecavüz eden bir saldırganla ne görüşebilirdim ki?

Oğuz Han :

- Ama o size elçi gönderdiğinden bahsediyor.

Yıldırım :

- Elçi de gönderdi, mektup da yolladı. Fakat teklifleri kabul edilecek gibi değildi. Sava1imak için bahane arıyordu adeta.

Oğuz Han :

- Ne istiyordu sizden?

Yıldırım :

- Bizi yönetmeğe kalkıyordu.

Timur :

-Mültecileri istiyordum.

Yıldırım :

- Evet. Mültecileri istiyordu. Tabii bu da bizi yönetmeğe kalkmak demekti. Çünkü mülteciler bize sığınmı�Iardı. onların siyasi iltica ile ilgili taleplerini incelemi1i ve kabul etmi1itik. Bir dı1i müdahale ile bu kararı değ�tiremezdik. .

Timur :

-Fakat bu mülteciler sonradan Anadolu'yu ta­ lan edip kaçtılar. Korumaya değer miydi o iki soy-

141


suz?

Yıldİnm :

- Sorun bu değil. Değerlerdi veya değmezler­ di. Fakat bir hükümet, kendi iradesiyle aldığı bir ka­ rarı; bir b�ka iradenin tesiri, arzusu, ricası veya bas­ kısıyla değiştiriyorsa bağımsızlıktan bahsedemez. Benim hassasiyetimin sebebi buydu. Bilge Han : (Yıldırım'a) - Mülteciler sorunuyla ilgili ifadeniz mahke­ memizi tatmin etmiştir. Çünkü daha önce de bu ko­ nuda dinlediğimiz tanıklar oldu. Ben asıl şunu öğ­ renmek istiyorum: Siz esir düştükten sonra, sanığın herhangi bir kaba muamelesine muhatap oldunuz mu?

Yıldının :

- Anlayamadım. Nasıl bir kaba muameleden bahsediyorsunuz?

Bilge Han :

- Yani size ve muhterem eşinize karşı layık ol­ madığınız bir muamele, bir davranış, bir hakaret ve­ ya kabalık demek istiyorum.

Yıldının :

- Hayır. Kesinlikle

Bilge Han :

- Ya Nilüfer Hatun?

Yıldırım :

- Nilüfer Hatun'a da herhangi bir saygısızlık yapılmadı.

Bilge Han :

- Emin misiniz?

Yıldırım :

- Eminim. Çünkü ölünceye kadar Nilüfer'le beraberdik.

Bilge Han :

- Nilüfer Hatun da sav�a katılmış mıydı?

142


Yıldırım :

- Hayır. O Bursa'da idi.

Bilge Han :

- Bursa'dan getirilirken bir kabalık yapılmış olamaz mı? Yıldırım : (Duygulanır.) - Hayır. Olamaz. Olsaydı anlatırdı. Nilüfer benden hiçbir şeyi gizlememiştir. akşam olunca dizi­ min dibine oturur ogün ne olmwısa bir bir anlatırdı.

Oğuz Han :

- Sanıkla ilk defa nerede karşılalitınız. Yani sa­ vaştan sonra.

Yıldırım :

- Timur'la ilk defa otağında karşılaştık. Ben getirildiğimde oğlu Şahruh ile satranç oynuyordu. Derhal bağlarımın çözülmesini emretti.

Oğuz Han :

- Sizi bağlamışlar mıydı?

Yıldırım :

- Bağlamışlardı. Sanıyorum süvarilerin bir ted­ biri idi bu.

Oğuz Han :

- Bağlanmanızı sanık emretmiş olamaz mı?

Yıldırım :

- Hayır. Tahmin etmiyorum. Savaşın kaderini bilemezdi ki.

Ti.mor :

- Asla böyle bir emir vermedim. Muhteşem ra­ kibime daima hayranlık duymwıumdur. Alparslan Gazi : (Yıldırım'a) - Fakat sanığın size hakaret ettiğine dair iddi­ lar var.

·Yıldırım :

- Demin de ifade ettim. Bana ve Niltüfer Ha­ tun'a herhangi bir hakaret yapılmadı. Hatta misafir

143


muamelesi gördüğümüzü de söyleyebilirim.

Timur :

-Misafirimdiniz elbette.

Alparslan Gazi :

- Nasıl bir misafir muamelesiydi bu? Biraz açıklar mısınız?

.

Yıldırım :

- Tabii ... Ben otağına girince Timur s��rancı bırakıp ayağa kalktı. Beni yanına oturttu. Ovücü sözler söyledi. İltifat etti. Neredeyse özür dileyecek­ ti. Sonra kendi çadırının yanına benim için üç çadır kurdurttu. Şerefime ve hayatıma dokunulmayacağı­ na dair söz verdi.

Alparslan Gazi

: '·

- Sanıkla sonra da görüşmeleriniz oldumu?

Yıldırım :

- Oldu tabii. Beni bazan davet ederdi, hazan ziyaret ederdi.

Alparslan Gazi :

- Neler görüşürdünüz?

Yıldırım :

- Çe�itli konular.. Genellikle askeri ve siyasi meseleler üzerinde dururduk. Birgün bana, kendi devletine denk bir devleti yıkmı1! olmaktan dolayı üzüntülerini bildirdi. ·-

Alparslan Gazi :

- Uzüntülerini bildirirken samimi mi idi?

Yıldırım :

- Samimi idi. Evet, evet samimi idi. Çünkü ölümüm.den son derece müteessir olmü1itu. Nilüfer'e taziyette bulunurken gözya�larını tutamadığına ru­ hum �ahit olmü1itur. Atilla : (Oğuz Han'a) - Efendim izin verirseniz tanığa bir sorum olacak.

144


Oğuz Han :

- Buyurun sorun;

Atilla :

- Belki gururunuz nedeniyle söylemiyorsunuz ama, önümdeki dosyada sanığın sizi demir bir kafes içinde dol�tırdığına dair iddialar var. Yddırıın : (D�ünceli) - Hayır, hayır. Kesinlikle böyle bir olay olma­ dı. Beni niye demir kafese koysun ki? Atilla : - Gururunuzu incitmek için söylemiyorum ama sizi demir kafes içinde-gören tarihçiler var. Yddırım : (D�ünceli) - Hayır. Hayır.. Firuz Hoca'nın kaçırma girişi­ miden sonra çadırımın etrafında bazı tedhirler alındı ama bir demir kafes söz konusu değildi. Belki tarih­ çiler rahatım için hazırlanan tahtırevanı demir kafese benzetmişleırdir. Çünkü onlar çoğu zaman olayın masal tarafı ile ilgilenmişlerdir. Atilla : - Teşekkür ederim.

Oğuz Han :

- Firuz Hoca'nın kaçırma girişiminden sonra çadırınızın etrafında bazı tedbirler alındığını söyledi­ niz. Ne gibi tedbirlerdi bunlar?

Yddırım :

- Nöbetçiler falan gibi tedbirledi.

Oğuz Han :

- Bunların kaldırılmasını istediniz mi?

Yddırım :

- Nöbetçilerin varlığı tabii olarak beni rahatsız etmişti ama kaldırılmasını teklif etmedim. Çünkü onun yerinde olsaydım aynı şeyi yapardım.

Oğuz Han : .

- Teşekkür edirim. Dilerseniz çıkabilirsiniz.

145


(Yıldırım ilerlerken Timur yaklaşır. Bir süre bakı­ şırlar. Sonra ikisi aynı anda kollarını açar, kucakla­ şırlar. Hasretli bir kucaklaşmadır bu. Salondaki her milletten seyircilerin şiddetli alkışları duyulur. Bir süre sonra ayrılırlar. Yıldırım kapıya doğru ilerler. Sonra dönüp Timur'a bakar)

Yddınm :

- Allah yardımcın olsun. (Yıldırım çıkar) Oğuz Han : - Karar verilmeden önce Türk Devletleri ve Türk imparatorlukları Başsavcısı lütfen son mütaala­ rını bildirsinler.

Atilla :

- Sanık, kutsal Türk çocuklarının, kutsal kan­ larını dökmekten suçludur, cezalandırılmalıdır. Oğuz Han : (Seyirciye döner) - Karar.. (Alparslan Gazi ve Bilge Han, Oğuz Han'ın kula­ ğına bir şeyler fısıldarlar. Oğuz Han seyirciye döner) Oğuz Han : - Bilge Han ve Alparslan Gazi, kararı Türk Milleti'nin, yani sizlerin vermesini uygun görüyor­ lar. Karar, Büyük Türk Milletinindir!

146



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.