Orhan Türkdoğan - Kemalist Modelde Fert ve Devlet İlişkileri

Page 1


Prof. Dr. Orhan TÜRKDOÜAN

KEMALİST MODELDE .FERT

ve

DEVLET

İLİŞKİLERİ

İKİNCİ BASKI

..

·- ·-· .

·��.

'J

i

Beyazıt,

P.1�. . 5, Tel. : 22 İSTAN B U L

81 44


İSTANBUL KiTABEVI YAYINLARI

:

50

Atatürk Dizisi

:

1

Eser

Matbaası

1982


İ Ç İ N D _E K İ 'L E R Sunuş

5

Giriş

14

Fert ve Devlet

23

Kemalizm ve Kadrocular

37

Kemalist İdeoloji ve Bolşevizm

46

Kemalist Modelde ((Bağlılık» Dayanışma

56

1923 İzmir İktisat Kongresi ve Kemalistler

65

. . .

Kemalizm ve Çok Partili Siyasal Denemeler . .

84

.

KemAlist Sistem ve Batılılaşma Hareketleri

. . .

,

98

Sonuç

127

Kaynaklar

139



SUNUŞ Ordumuz Türk b ir liği n i n Türk kudret ve kabiliyetinin, Türk vatanseverliğinin Çelikleşmiş bir ifadesidir. K. ATATÜRK

Cumhuriyet, fikren, ilmen, bedenen kuvvetli seciyyeli muhafızlar ister.

,

K. ATATÜRK

Osmanlı Devletinin yıkılmasının çeşitli nedenleri arasında «İttihad ve Terakkiımin büyük rolü ve payı vardır. Osmanlı Devletinin, Birinci Dünya Savaşına ka­ tılması, müttefiklerinin yenilmesiyle Sevr antlaşmasını imzalamak zorunda bırakılması, düşmanlara Anadolu'­ yu parçalamak ve son Türk devletini de ortadan kal­ dırmak ilham ve düşüncesini vermişti. Gerçi, Türk mil­ leti bu fırsatı ganimet bilenlere gerekli dersi vermiş, yer yer silaha sarılarak, Atatürk'ün önderliğinde Ulusal Kurtuluş Savaşını yaparak,

vatanını saldırganlardan

kurtarmayı başarmıştır. «Atatürk Ulusal Kurtuluş Savaşından sonra devlet düzenini temelde değişikliğe uğratan geniş tabanlı bir devrim hareketine girişti. Birinci Dünya Savaşının çe­ şitli çöküntüleri, yakın komşumuzda başlayan devrini hareketi karşısında Türkiye'nin koşullarına ve gelece­ ğine en uygun düzeni kurmayı başarmıştır. Türkiye'­ de hukuk alanında önemli bir reform hareketi yapılmış­ tır. Batı'ya dönük olan bu hukuk değişikliği yarım yüz­ yıldır

kendi

yapımıza

uydurulmaya

çalışılmaktadır.


KEMALİST MODELDE

6

Bunda kanun koyucunun, hukuk uygulayıcılarının ve bilim adamlarının rolünü ve uğraşılarını unutmamak gerekir. Yalnız, yürürlükteki yasaların aksayan yönle­ rini ileri sürerek, Türkiye'de bir hukuk ve düzen de­ ğişikliğini düşünmek bile geleceğimiz bakımından çok karanlık görünüyor.» (1)

12 Eylül'den önce, Türkiye'nin anarşi ve terör ile hangi noktaya geldiği, böylece düzen değişikliği isteyen­ lerin ülkeyi nasıl kardeş kavgasının eşiğine getirdiği, herkesce bilinen bir gerçektir. Türkiye'nin kurulu dü­ zenini ve hukuk yapısını değiştirmek, Atatürk ilkelerin­ den saparak ütopist düşünceıere yer vermek suretiyle, Türkiye'nin

kalkınmasını

istemeyenlere

Türkiye

için

tezgahladıkları ortamı yaratmak demektir. Devlet Başkanı Sayın Orgeneral Kenan Evren'in

3 Nisan 1982 tarihli Bursa konuşmasında: «Anayasa­ mızın hangi çevrelerden geldiği belli olan iç ve dış ide­ olojik telkinlerle değil, Atatürk ilkelerine, Türk mill�­ tinin yapısına uygun olarak hazırlanacağından da hiç kuşku duymuyoruz. Anayasa komünizme de faşizme de teokratik düzene de kapalı olacaktmı

gerçeğini açık

bir dil ile ifade etmiştir. Atatürk sosyalizm ile kapitalizmi bir çizgi ile bir­ leştirmiş, tam orta yerini bularak devletçilik ilkesini oturtmuştur. Her iki sistemin yararlı yanlannı almış, mümkün olduğu kadar zararlı yanlarını azaltmaya ça­ lışmıştır. Bilindiği üzere, sistemin seçiminde devlete ağırlık verirseniz yönetim sosyalizme, ferde ağırlık ve­ rirseniz kapitalizme kayar. İyi bir planlama ile denge­

yi sağlamak gerekir. En ılımlı yöntem, devletçi dediği(1) Ali ERTEM,

25.6.1975

Atatürk

İlkeleri

üzerine,

Cumhuriyet

G<ız etesi .


FERT

ve

DEVLET iLİŞKİLERİ

7

miz karma ekonomi sistemidir. Devlet sektörü ile özel sektör elele vermeleriyle, güzel yurdumuzun kalkınma­ sı gerçekleşecektir.

1961 Anayasası, sosyal bir anayasa olmakla bera­ ber, sosyalizme kapalı olduğunu belirtmediği için, aşırı uçların diledikleri biçimde gerek dernek ve gerek siyasi parti örgütü içinde faaliyette bulunmalarına olanak ver­ miştir. Danışma Meclisi tarafından halk oyuna sunula­ cak yeni Anayasanın hazırlanmasına yardımcı olmak üzere

çeşitli kuruluşlar

görüşlerini

bildirmektedirler.

Askeri Yüksek İdare l\iahkemesi'nin bu husustaki gö­ rüşleri arasında yer alan : «Sosyal devlet deyiminin sos­ yalizme kapalı olduğu açıkça belirtilmelidir» düşünce­ sinin Atatürk ilkelerine uygun düştüğünü söylemeye her halde gerek yoktur. Sosyal devlet demek, her zaman ve her yerde, kamunun yüksek yararlannı da gözete­ rek, fertlerin yanında ve onlara yardımcı olmak de­ mektir. Sapık .düşünce ve ideolojilerin Atatürk ilkele­ riyle bağdaşmasına olanak yoktur. «Kısaca, Sosyalist diktatörlüklerde ne maddi oldu­ ğu kadar manevi yönleriyle sosya.l adalet, ne hızlı eko­ nomik kalkınma, ne de ekonomik, siyasi ve askeri ba­ ğımsızlık sağlanabilmektedir. Böyle bir rejim «İnsanin değildir ve böyle bir rejimi savunmak cdlericilik» telak­ ki edilemez. O halde, kendi ülkemiz açısından temel meselemiz, Anayasamızın da öngördüğü demokratik ni­ zam ve karma ekonomi sistemi içinde daha süratli eko­ nomik bir gelişme ve sosyal adaleti sağlayan tedbirleri alabilmek, bu gaye için samimi ve bilgili bir çaba sar­ fetmektir (2). Rehber olmak üzere, Atatürk'ün bu ko­ nudaki fikirleri aşağıya dercedilmiştir:

(2) Prof. Dr. Mükerrem Hic. Kapitalizm, Sosyalizm, Karma Eko­ nomi ve Türkiye, sayfa 77 78. lstanbul 1979. -


KEMALİST MODELDE

8

((Bizim devlet teşkilatında esas prensibimizi teşkil eden demokrasinin, evsafı farikasını tarif ettik. Demok­ rasinin bu mefhumu bazı nazariyelerin hücumuna ma­ ruz bulunmaktadır. ı

II

--

III

--

Bolşevik nazariyesi. İhtilalci siyasi sendikalizm nazariyesi. Menfaatlerin temsili nazariyesi.

Bu nazariyelerin, demokrasi nazariyemize hücum­ da ne kadar haksız olduklarını kısaca, izah edelim. I Bolşevik nazariyesinin Rusya'da tatbik olun­ muş şekline bakalım, bugün Rus milleti içinden ame­ le, deniz ve kara kuvvetlerinden ibaret bir ekalliyet, iktisadi esaslara müstenit, komünist Partisi namı al­ tında birleşerek, bir diktatörlük vücuda getirmişlerdir. Gayelerinde, milli değildirler. Şahsi hürriyet ve müsa­ vat tanımazlar. Halk hakimiyetine riayetleri yoktur. Da­ hilde ekseriyeti cebir ve tazyik ile noktai nazarlarına itaate mecbu r tutarlar, hariçte, propaganda ve ihtilal teşkilatı ile, bütün Dünya milletlerine kendi prensiple­ rini teşmile çalışırlar. -

Halbuki, hükümet teşkilinden gaye, evvela ferdi hürriyetin teminidir. Bolşevik tarzı hükümetinde istib­ dat mahiyeti görülmektedir. Bir cemiyetin, bir kısım insanların, noktai nazarlarının, zorla esiri ve zebunu ya­ şatmak şekline de, tabii ve makul bir hükümet siste­ mi nazariyle bakılamazıı (3). Prof. Dr .. Ercümend Kuran'ın Türk Kültürü Dergi­ si 'ndeki yazısından da bir paragrafı aşağıya alıyorum : (3) Prof. A. Afetinan, M. Kemal Atatürk'ten Yazdıklarım. Ankara 1969, sayfa 25 ve Atotürk'ün el yazıları, sayfa 10 - 11.


FERT

ve

DEVLET İLİŞKİLERİ

9

«Bilindiği gibi, Türk inkılabının dayandığı esaslar 1931 yılında altı ok halinde tesbit olunarak Cumhuri­ yet Halk Fırkası programına alınmış, 1937'de Anaya­ saya konulmuştur. Cumhurjyetçilik, milliyetçilik, halk­ çılık, laiklik, devletçilik ve inkılapçılık Atatürk ilkeleri olarak tanınmıştır. Ancak, ·zamanla ve hususiyle 1946' da memleketimizde demokratik rejimin kurulmasından sonra, Atatürk ilkeleri çeşitli parti ve siyasi zümreler tarafından kendi açık veya kapalı maksatlarına uyacak şekilde tarif olunmağa başlamıştır. Birtakım çevreler Atatürk ilkelerinden bir veya birkaçını dikkat nazarı­ na almayarak diğerlerini kendi ideolojilerine destek yap­ mışlar ve ne yazık ki genç aydın çevrelerinde Atatürkçü­ lüğün yanlış tanınmasına sebep olmuşlardır. Nitekim Atatürk'ün izinde olduklarına samimiyetle inanan bazı öğrencilerin milliyetçiliği reddettikleri hayretle görül­ müştür.ıı (4.) Atatürk'ün ((Muhtaç olduğun kudret, damarların­ ' daki asil kanda mevcuttur» ve ccNe mutlu Türküm di­ yene» sözleri birer örnek vecize ve çok büyük anlam ta­ şımaktadır. Türklüğümüzle gurur duymalıyız, Atatürk milliyetciliği idealimiz olmalıdır. Gelişmekte olan Türkiye'nin ekonomik, sosyal ve kültürel alanda çeşitli sorunları vardır. Bu sorunların temelinde eğitim ve kültür sorunu öncelikle çözüm bek­ lemektedir. Eğitim olmadan kalkınmadan söz edilemez. Kalkınmanın tam anlamıyla gerçekleşebilmesi, toplu­ mun eğitim yoluyla Batı uygarlığı düzeyine ulaşmasıy­ la mümkün olacağı kanısındayız. ccBöylece, Türkiye'nin eğitim yoluyla kalkınacağına inanıyoruz. Atatürk sevgisini okul çağından başlıyarak (4) Prof. Dr. Ercümend Kuran, Atatürk İlkeleri, Türk Kültürü Aylık Dergi Yıl IX, Temmuz 1971, Sayı 105.


10

KEMALİST MODELDE

her yaştaki yurttaşa vermeye, aşılamaya çalışalım. Ata­ türk ilkeleri tüm yönleriyle anlatılmalı. Ancak Atatürk'e bağlılığımız bilinçli olduğu zaman geleceğe umutla ba­ kabiliriz. Okulsuz köy bırakılmamalı. Yurttaşların eği­ tim ve kültürden yararlanmaları sağlanmalıdır. Radyo ve televizyonun eğitim ve öğrenim açısından önemi he­ pimizce bilindiğine göre, özellikle TRT yöneticileri bu hususu göz önüne alarak, programlarını hazırlarken gerekli titizliği göstermelidirler. Toplumumuzda, üzülerek söylüyoruz, hoşgörüye yer vermiyoruz. Entellektüel geçinenlerimiz bile fikir ve dü­ şüncesini zorla kabul ettirmeye çalışıyor. Düşünce öz­ gürlüğüne Anayasamız çerçevesinde taraftarız. Ama, eyleme baş vurarak zorlamaya karşıyız. Batı'daki to­ leransın bizde de _yerleşmesini yürekten diliyoruz. Atatürk ilkelerinden sapmanın söz konusu olama­ yacağına, ancak, o ilkelere sıkı sıkıya bağlı olduğumuz zaman Türkiye'de her alanda gerekli kalkınmanın ya­ pılacağına inanmak zorundayız. Politik çekişmeler için­ de Atatürk'ten uzaklaşmanın çok acısını çektik ve çe­ kiyoruz.ıı (5)Sayın Prof. Dr. Orhan Türkdoğan'ın (Kemalist Modelde Fert ve Devlet İlişkileri) adlı bu değerli ese­ ri 1977 yılında Atatürk Üniversitesi yayınları arasın­ da çıkmıştı. Bu kez Atatürk'ün doğumunun 100. yıl­ dönümü dolayısıyle İstanbul Kitabevi Yayınlan ara­ sında Atatürk dizisinin ilk kitabı olarak yayınlanma­ sına 1981 yılında karar vermiş, ancak 1982 yılında ger­ çekleştirmiş bulunuyoruz. Sayın Türkdoğan eserinde : «Kemalist modeli ayakta tutan iki önemli sütun vardır. Bunlardan biri fert, diğeri de devlet anlayışının (5) Ali ERTEM, a.g.m.


FERT

ve

DEVLET İLİŞKİLERİ

11

kazanmış olduğu yeni biçimlerdir. Bu nedenle, fert ve devlet ilişkisi Kemalist ideolojinin temel felsefesini teş­ kil eder.» demekte, Kemalist ekonomik düzenin felse­ fesini şu şekilde açıklamaktadır: ((Temelleri bundan yanın yüz yıl önce atılmış bu­ lunan Kemalizm, bugün ekonomik sektörde, komünizm ve kapitalizmin kesiştiği nokta üzerindedir. Ferdin hak­ kının ferde, devletin hakkının devlete verildiği bu nok­ ta Kemalist ekonomik düzenin felsefesini teşkil eder.» Atatürk'ün doğduğu ve çocukluğunu geçirdiği Se­ lanik, imparatorluktaki sosyalist faaliyetlerin önde ge­ len merkezi olarak göze çarpar. Türkçülük hareketi de Selanik'te gelişmeye başlar. Mustafa Kemal, sosyalizm hareketlerine karşı Türkçülük ideolojisini daha gerçek­ ci buluyordu. Mustafa Kemal Türkçülük ideolojisinin kurucusu Gökalp için «Fikrimin babası» deyimini kul­ lanmaktan çekinmiyordu. «Fert ve devlet ilişkileri işte bu ortam içinde doğ­ muş ve gelişmişti. Devleti bir yana iten ve. tüm hak­ ları ferde veren liberal ekonomik sistem ile, devleti fer­ din üstünde tutan sosyalizm ideolojisi elbetteki Musta­ fa Kemal tarafından benimsenemezdi. Türk toplumu­ nun gerçeklerine ve tarihsel gelişimine en uygun mo­ delin fert devlet arasındaki bütünleşme olacağına çok­ tan inanmıştı.» «Bu nedenle Mustafa Kemal'de milliyetçilik bir yandan ilerleme ve uluslararası ilişkilerin uzlaşması, di­ ğer yandan da tarihsel kökenine bağlılık demektir. Bu düşünce, Mustafa Kemal'i, çağının bir fırtına gibi es­ tiği yeri yakıp - yıkan ideolojik akımlardan uzaklaştıra; rak kendi tarihsel koşullarımıza uygun sistemlere doğ­ ru yöneltiyordu. (6) (6) A. Afetinan, Devletçilik İlkesi ve Türkiye Cumhuriyetinin Bi­ rinci Sanayi Plônı. S. 44.


12

KEMALİST MODELDE

((Kadrocular ile devlet ve fert teorisyeni arasındaki tartışmaların ağırlık noktaları, birincisinin ferdi sile­ rek devlete yönelmesi, ikincisinin ise ferdin hakkı fer­ de; devletin hakkı devlete verilmesi esasında toplanır.» Bazı çevreler kadrocuları Marxist ve tarihi maddi­ yatcı olarak suçluyorlardı. Ahmet Ağaoğlu bu grubun ilk başta gelenlerindendir. ((O dönemde Mustafa Kemal'e yakınlığı ile bilinen bu zat, kendi açısından inkilabın ideoloğu durumunda idi ve kemalizmi kadroculara karşı savunuyordu. Ni­ tekim, Ağaoğlu, yeryüzündeki dört çeşit devletçilik ku­ rallarını sıralarken aynen şöyle diyordu : «Bir kere bunlar (kadrocular) demokrasi ve devlet­ çiliği kabul etmiyorlar ve demokrasiye karşı derin bir nefret duymaktadırlar. Sonra bunlar ne komünist, ne sosyalist, ne de fa­ şisttirler. O halde kadrocular nedirler ve ne gibi bir dev­ letçilik sistemine iltizam ediyorlar?ıı ıcKemalist modelde fert ve devlet ilişkilerinin kö­ kenleri ,ülkemizin tarihsel ve sosyal yapısına uygun ger­ çeklerinden doğmakta, bu da Mustafa Kemal'in kişili­ ğiyl e yakından ilgili bulunmaktadır.» ıcNetice olarak, Kemalist sistemde fert ve devlet kavramları birbiriyle uyumlu şekilde bütünleştikleri takdirde toplumsal yaşamın varlığından söz edilebilinir, aksi takdirde toplum, ya kapitalizmin veya komünizmin sömürü alanı içine girmekten kendisini kurtaramaz.ıı Yazar, Atatürk'ün halkçılığının gereken açıklama­ yaptıktan sonra ilgili bölümde şu görüşlere yer ver­ miş bulunmaktadır:

sını


FERT

ve

DEVLET İLİŞKİLERİ

13

«Görülüyor ki, Kemalist ideolojide halkçılığın te­ mel ilkesi, yüzyıllarca ihmale uğramış unutulmuş Türk halkını yeniden biçimlendirmek ve uygarlığın, teknolo­ jinin tüm olanaklarından yararlandırmaktır. Türkiye'­ ye ve Türk halkına hizmet etmek, onu kalkındırmanın ekseni olarak kabul etmek, Kemalizmin sosyal politika­ sının modern yönünü vermesi bakımından üzerinde önemle durulması gereken bir husustur.» ((Böylece Türk Devletçiliği, Kinross'un belirttiği gi­ bi, hem komünizm, hem de liberalizmden ayrılıyor, fa­ kat devlet kontrolünün yanında ferdi teşebbüse de yer veriyordu.» «Bu itibarla, Atatürk'ün devletçiliği, tamamiyle demokrasi ve hürriyet rejimi içinde kalan ve en önemli vasfı ve hususiyeti iktisadi sahada rehberlik olan bir devletçiliktir. (7) Bu duruma göre devletçilik, Türki­ ye'nin modern bir devlet olma, milli bir kültüre kavu­ şabilme ve demokratik bir nizam içinde gelişerek ikti­ sadi bağımsızlığını kazanabilme imkanlarını hazırlamak üzere, devletin yüklenebileceği görev ve yükümlülük­ lerin bütününden ibarettir.» (8) EDİTÖR

Ali ERTEM

(7) Mümtaz, Turhan, Atatürk İlkeleri ve Kalkınma, 554, 1965.

(8) Lord ·Kinross, Atatürk : Bir Milletin Yeniden Doğuşu. s.

688.


GİRİŞ Çağımızın bağımsızlık ve kurtuluş savaşlarına ön­ celik etmesi bakımından Mustafa Kemal'in Türk tari­ hindeki yeri, kendisinden önce gelenlere nazaran dalına farklı bir durumu ortaya koyar.

Devrinin çeşitli si­

yasal ve ekonomik akımlarını kendine özgü bir sistem içinde yoğuran ve bunu Türk toplumunun yapısal ger­ çeklerine uygulayan Mustafa Kemal, ne sadece bir as­ ker ne de devlet kurucusudur. Hepsinin üstünde adına izafeten Kemalist ideolojinin baş yöneticisidir de. Ke­ milist model, sosyo-ekonomik, kültürel ve siyasal dav­ ranış kalıplarıyla devrinin komünizm, nazizın ve faşizm gibi çeşitli ideolojik akımlarından ayrılan ve tamaıniyle Türk toplumunun tarihsel gelişimi ile Mustafa Kemal'­ in kişiliğini yansıtan yeni bir hayat hamlesidir. Kemalist modeli ayakta tutan iki önemli sütun var­ dır. Bunlardan biri' fert, diğeri de devlet anlayışının ka­ zanmış olduğu yeni biçimlerdir. Bu nedenle, fert ve dev­ let ilişkisi Kemalist ideolojinin temel felsefesini teşkil eder. Devrinde, faşist ve komünist ideolojilerin ülkeleri için getirdikleri toplumsal felaketler ve kitle özgürlüğü­ nün yok edilmesi, her şeyden önce, fert ve devlet arasın­ daki sosyal ve siyasal dengenin kişisel çıkarlar uğruna bozulması sonucu meydana gelmiştir.

Batı ve Doğu'da

gelişen bu ideolojiler aslında Batı toplumunun tarihsel gelişimine tepkide bulunan bir tak ım sapnıalardır.


FERT

ve

DEVLET İLİŞKiLERİ

15

Kemalist modelde fert ve devlet ilişkisi, iki bin yıl­ lık Türk tarihi ve toplumunun değerler sistemi ile dün­ ya görüşünün yeni bir sentezidir. Bunun içindir ki sis­ tem sonuna kadar akılcı ve gerçekçidir. Kemalizmin ha­ reket noktasını teşkil eden fert ve devlet ilişkisi, yapısal özelliğini iktisadi. sosyal ve kültürel hayat ile siyasal dü­ zende yansıtır. Bu nedenle sistem, fert ve devlet ilişki­ leriyle öiiilmüş bir doku gibidir. Bu anlamda olmak üze­ re Kemalist sistemden veya modelden bahsedebiliriz. Ak­ si takdirde, Kemalizm tarihsel çerçevesinden çıkarılmış, gerçekliğinden soyutlanmış bir takım fikir yığınların­ dan ibaret kalır. Temelleri 'bundan yarım yüz yıl önce atılmış bulu­ nan Kemalizm, bugün ekonomik sektörde, komünizm ve kapitalizmin kesiştiği nokta üzerindedir. Ferdin hak­ kının ferde, devletin hak.kının devlete verildiği bu nok­ ta Kemalist ekonomik düzenin felsefesini teşkil eder. Bugün Kemalist ideolojinin yaşlandığından, da­ marlarının sertleştiğinden söz açanlar vardır (1) . Bu bi­ raz da Kemalist kadronun, Atatürk'ün ölümünden son­ ra , siyasal kutuplara sapmalarının ve sistemi biçimsel yönden savunmalannın sonucu olmuştur. Oysa, Kema­ list ideolojinin hem şekil, hem de muhteva inkılabı ol­ duğunu kabul etmemiz gerekir. Tekkeleri, zaviyelerin ve tarikatların kapatılması, fes, çarşaf ve peçenin kal­ dınlması gibi biçimsel inkılaplar yanında, Türk toplu­ munun ulusal birlik ve tarihsel bilincinin kökenlerini hazırlama ve eylemini teşkil eden dil ve tarih tezleri de inkilabın muhtevası olarak belirlenebilir. Nitekim, ola­ ğanüstü Türk Dil Kurultayında ileri sürmüş olduğu gö(1) Gcıorge

S.

HaITis,

Türkiycde'de Komünizmin Kaynaklan

çev, Enis Yedek, 1975.

s.

214-5.


KEMALİST MODELDE

16

rüşlerdeki tutarlılık, bugün Türklük dünyasının Slav­ laştırılması tehlikesini önceden sezinlemesi bakımından her Türk aydınının ibretle üzerinde durması gereken bir tarihsel belgedir. "Biz Balkanları niçin kaybettik biliyor Bunun tek bir sebebi vardır.

musunuz?

Bu da İslav araştırma ce­

miyetlerinin kurduğu Dil Kurumlarıdır. Bizim içimizde­ ki

insanların

milli

tarihlerini

yazıp

milli

şuurlarını

uyandırdığı zaman biz Balkanlarda Trakya hudutlarına çekildik (2) ". Aslında Kemalist modelin geliştirdiği bu dil ve tarih tezinin ana amacı, kendi tarihimize dönerek ulusal bi­ linci kazanmak, Kıomünizm, Faşizm ve Nazizm gibi Av­ rupa'yı saran ideolojik sapmalara karşı Türk milliyetçi­ liğine yeni bir ruh ve dinamizm kazandırmaktır. Bu ne­ denle Kemalizmi, sadece şekilcilik hareketi içinde dü­ şünmek onu bir takım kalıplara yerleştirmek demektir ki bu da inklabın cılızlaşma.sına yol açar. Kemalist ideo­ lojinin kadrolaşmasını engellemede bu formalist grubun geniş tesiri olmuştur. o halde önemli sorun şu; Kema­ lizm, köklerini Türk tarihi ve Türk toplumunun gerçek­ lerinden alan ve

milliyetçi bir hareket

içinde oluşan

Türke özgü bir kalkınma modelidir. Hayalci ve fantazi­ ye dayanmadığı için devletçilik, inkilapçılık, milliyetçi­ lik, halkçılık, cumhuriyetçilik ve 18.ik görüşlerinden bu­ gün için hiçbir şey kaybetmemiştir. Bağımsızlığını ka­ zanmış birçok ülkelerde Kemalist model ve bu modelin kurucusunun önderlik

ettiği bir dönemde

malı öğretiler peşinde enerjimizi

bizim ithal

tüketmemiz sisteme

olan yabancılaşmanın tipik bir örneğini teşkil eder. (2) Utkan Kocatfırk, Atatürk'ün Fikir ve Dü,ünceJeri baskı, 1971 .

s.

165,

ikinci


FERT

DEVLET İLİŞKİLERİ

ve

17

Bu incelemede ele alacağımız fert ve devlet ilişkisi de, Kemalist modelin hangi aşamalardan geçtiğini ve şu anda nerede bulunduğunu bize göstermesi bakımından gerçekten ilginç olacaktır. Ancak, fert ve devlet ilişkileri incelendiğinde görü­ lebileceği gibi, bu hususta Mustafa Kemal'in yetiştiği ortam ve ona şekil veren kişiUği ve kültürel idiom'u önemli rol oynamıştır. Öncelikle doğduğu ve çocuklu­ ğunu geçirdiği Selanik, imparatorluktaki sosyalist faali­ yetlerin önde gelen merkezi olarak göze çarpar. Bu kent­ te, Ermeni, Bulgar, Yahudi, bir ölçüde Rum ve bazı Türklerin katıldığı Sosyalist Klübü, 1 909 yılı Mart ayı ortalarında Selanik Sosyalist İşçiler Federasyonuna dö­ nüşerek, daha geniş sahalarda faaliyette bulunmuştur. Hatta, ilk adım olarak Selanik Sosyalistleri, bir siyasal ve sosyal reformlar programı isteyen "Bütün Türkiye İşçilerine 1 Mayıs Çağrısı" adlı beyannameyi yayınladı. Bunu, 6 Haziran 1 909'da, Setanik bölgesinden çeşitli mil­ letten sözde 5000 işçinin katıldığı bir miting takip etti (3). Bunları Türkçe, Rumca, Bulgarca yayınlanan çeşit­ li sosyalist yayın organları izledi. Selanik sosyalist ha­ reketlerin merkezi olarak her türlü eylemlere açıktı. Bu nedenle, Mustafa Kemal, Dünya Sosyalist hareketleri hakkında geniş bilgi sahibi oluyordu. Türkçülük hare­ keti de Selanik'de gelişmeye başlamıştı. özellikle Gök­ alp'ın, bu kentte yapmış olduğu yoğun Türkçülük tezi, kısa zamanda sosyalizmin zıddı olan ve Türk toplumu­ nun gerçeklerine dayanan bu akımın güçlenmesine yol açmıştır. Gençlik yılları bu güçlü fikir akımları içinde geçen Mustafa Kemal, sosyalizm hareketlerine karşı Türkçülük ideolojisini daha gerçekçi buluyordu. Özellik(3) Georıe S. Harris, a.g.e.,

s.

22 - 3.

F-2


18

KEMALiST MODELDE

le azınlıkların etrafında birleşmiş olduklan sosyalizmin enternasyonallık kimliği, Mustafa Kemal'i daha çok Türkçülük ülküsü etrafında 1birleştiriyordu. Bu bakım­ dan. Mustafa Kemal, Türkçülük ideolojisinin kurucu­ su Gökalp için "fikrimin babası" deyimini kullanmak­ tan çekinmiyordu. Mustafa Kemal'in bir döl yatağı ola­ rak içinde büyüdüğü ve düşüncelerini geliştirdiği Sela­ nik, yirminci yüzyılın başlarında her türlü akımlara açık böylesine bir kentti. Mustafa Kemal'in kişisel idi­ om'u, sağ duyusu, özellikle sosyalist fikirlerin milli ol­ mayan niteliği karşısında önemli savunma mekanizma­ ları olarak beliriyordu.· Fert ve devlet ilişkileri işte bu ortam içinde doğ­ muş ve gelişmişti. Devleti bir yana iten ve tüm hakları ferde veren liberal ekıOnomik sistem ile, devleti ferdin üstünde tutan sosyalizm ideolojisi elbetteki Mustafa Kemal tarafından benimsenemezdi. Türk toplumunun gerçeklerine ve tarihsel gelişimine en uygun modelin fert-devlet arasındaki bütünleşme olacağına çoktan inanmıştı. Çünkü, bu düşüncesinin kökleri, çok zengin siyasal ve kültürel gelişmelerin 1bulunduğu Yeni Osman­ lılar ve Jön Türklere kadar dayanır. Bu nedenle Musta­ fa Kemal'in düşünce hayatında ve fikirlerinin oluşumun­ da bu dönemlerin etkisini düşünmemek mümkün değil­ dir. Nitekim, Kemalist ideolojinin, fert-devlet bütünleş­ mesiyle ilgili olarak, İdris Küçükömer oldukça ilginç bir noktayı ileri sürmektedir. Bunun için de İsmet Paşa'­ nın Kadro dergisindeki makalesine temasla : <<Başbakan İsmet Paşa açıkça suyun başında olarak, kendi gözlem ve deneyleriyle, üzerine basarak diyorki, devletçi hare­ ketlerle özel (serbest) teşebbüs arasında bir rekabet de­ ğil, tamamlaşrna vardır. Öyleki, en özel (serbest) sanayi ve ticaret dahi devletçilikle birlikle olabilir. Yoksa. bir-


FE�T

ve

DEVLET iLiŞKİLERİ

19

birinin yerini almaları söz konusu değildir. Kısaca, en serbest denilen teşebbüs sahipleri devletin himayesinde yetişmelidir. Bu görüş. 1902 Jön Türkler Kongresinde­ ki bölünme ile kurulan Terakki ve İttihad Cemiyetinin (sonra İttihad ve Terakki) görüşüdür. Çekirdeği Os­ manlılarda l8'inci yüzyıl başında ortaya çıkmıştır" (41. Küçükömer ·bu görüşünü Kemalist kadro için de yay­ gınlaştırmaktadır. Başka araştırmacılarda da, aynı türdeki görüşlere rastlamaktayız. Nitekim Feroz Ahınad, İttihatçıların getirdikleri islahat programlarında asıl amaçlarının devleti yeniden canlandırmak, dünya devletleri arasın­ da söz sahibi olacağı bir yere getirmek istediklerini be­ lirttikten sonra, aynen şöyle demektedir: "İttihatçılar, iktisadi egemenliğe sahip olmadıkça, milli egemenliğin anlamı olmadığını anlamışlardır. İktisadi egemenlik için yabancı boyunduruğundan kurtulmak yeterli değil, devletin desteğiyle kurulan ve geliştirilen bir milli eko­ nomi -gerekliydi. Devletçilik üzerinde durmaları, Osman­ lı İmparatorluğunda ve genellikle bütün İslam toplu­ munda, devletin geleneksel olarak önemli bir rol oyna­ masındadır" (5) . Bugün elde edilen yeni belgelere göre, "Mustafa Ke­ mal'in, 1 905 Ocağında Harbiye Mektebini bitirmiş, su­ bay olduğu gün tevkif edildiğine bakılırsa, öğrencilik döneminde eyleme katılmış bir devrimci olmaklığı ge­ rekir. Ancak, bir süre sonra, gençlikteki düşüncesiz atı­ lımlarını unutması sıkıca tenbih edilerek Şam'a tayin edilecek ve orada da, kısa zamanda hoşnutsuzluk belir­ tileri gösteren meslektaşlar bulup, 1906 Ekiminde Va(4) İdris Küçükömer, Düzenin Yabancılaşması: Batılılaşma, s. 112. (5) Feroz Ahmad, İttihat ve Terakki: 1908-1914, s. 231-2, 1971.


KEMALiST MODELOe

20

tan adlı gizli bir cemiyet kuracaktı. Daha sonra örgü­ tün Vatan olan adı genişletilerek, Vatan ve Hürriyet yapılacaktı" (6) . Jön Türk hareketinin yeni bir hücresi olan ve Mustafa Kemal tarafından başkent dışına (Şam'a) çıkarılan Vatan ve Hürriyet Cemiyeti, bu defa Mustafa Kemal, Selanik'te illegal bir ziyarette bulun­ duğunda, Makedonya'da konaklamış bulunan III. Ko­ lordudan bazı subaylarla ilişki kurdu. Burada da örgü­ tün bir kolunun kurulması tasarlanıldı. Selanik'teki Jön Türklerle kurulan temaslar sonraları da sürdürüldü. 1 908 Devrimi öncelerinde "Vatan ve Hürriyet Cemiye­ ti, "Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti" ·ile birleşti (7). Mustafa Kemal, örgütün Şam'daki toplantısında yaptığı bir konuşmada aynen şöyle diyordu : "Arkadaş­ lar, bu akşam sizi burada toplamanın nedeni şudur: Ülkemizin kiitik bir dönem noktasında bulunduğunu belirtmeyi gerekli görmüyorum. Hepiniz ,bunu müdrik­ siniz. Bu bahtsız ülkeye karşı ciddi bir görevimiz var. Onu özgür kılmak başlıca hedefimizdir. Bugün Rume­ linin bir kısmı da dahil olmak üzere, Makedonya ana vatandan ayrılmak istiyor. Padişah, zevke ve safaya düşkün, iktidar meraklısı, her türlü utanmazlığı yapa­ bilecek nitelikte, nefret edilmesi gereken bir kişi, mil­ let, adaletsizlik ve tahakküm altında inliyor. özgür ol­ mayan bir ülkenin kaderi ölüm ve yok olmaktır. Terak­ ki ve kurtuluşun anası özgürlüktür. Bugün tarih, ço­ cuklarına büyük görevler yüklemektedir. Suriye'de bir cemiyet kurmuş bulunuyorum. Sizi görevinizin başına, köle edici mutıakiyetin karşısına ihtilalle çıkmaya ve (6) E. E. Ramsaur., Jön Türkler, s. 115, 118, 1972. (7) Yuriy Aşatayiç Petrosyan, Sovyet Gözü ile Jön Türkler, s. 253-4, 1974.


FERT

ve

DEVLET iLİŞKiLERİ

21

artık işe yaramaz hale gelen idari mekanizmayı devir­ meye, karar verme yetkisini millete teslim etmeye, kı­ sacası, Vatanı kurtarmaya çağınyorum" (8) . Bu demecinde, genç Yüzbaşı Mustafa Kemal'in ilerde Türkiye Cumhuriyeti'nin alın yazısına damgası­ nı vuracağı, kişiliğini, dünya görüşünü ve tutkusunu görmekteyiz. Türk toplumunu özgür kılma, monarşi­ ye .baş kaldırma, ulusal ıbağımsızlık ve egemenliğin mil­ letin yetkisi altında olması gibi önemli ilkeler, 25 yaşın­ daki Mustafa Kemal'in tüm dünyasını etkilemekteydi. Ancak, Mustafa Kemal, bir düşünür, yeni bir öğreti or­ taya :!l.tma anlamında bir fi1ozof değildi. Sadece Türk toplumunun ve Türk insanının kurtulması ve yüksel­ mesi için tutulacak gerçek yolun saptanmasında, sez­ gisini ve olaylar içinde yoğurulmuş tecrübesini kullan­ mayı en iyi şekilde başarmış bir ülkücüdür. Yaşadığı sürece de bu gerçeği aramadan bir an uzak kalmamış, daima kendisini yenilemiş bir kimsedir. Düşünceleri arasında zıtlaşmalar varsa, bu aslında onun bu evrimci kişiliğinin bir sonucudur. Niçe diyor ki, "kabuğunu de­ ğiştirmiyen yılan mahvolur", Mustafa Kemal için de du­ rum budur. Her değişme, düşüncelerine ters düşmek için değil, yenileşme ve kendinde olanı aşma eğilimidir. Ancak, devlet felsefesine ait düşünceleri, ekonomik ve sosyal görüşleri sürekli olarak yaşanan hayatla ilgili­ dir. Uygulamaların, denemelerin ortaya koyduğu ger­ çekler, geniş tarihsel miraslarla yoğrularak, Türk top­ lumuna yeni bir yol ve yeni bir hedef olarak gösterili­ yordu. 'Biz dahi gayri kabili tatbik fikirleri, nazari bir ta(S) E. I!. Ramsaur, "'" Hürriyet.

a.g.e.,

s.

118, Keza, Hüsrev, S. Kızıldoğan, Vatan


22

KEMALİST MODELDE

kım teferruatı yaldızlayarak, bir kitap yazabilirdik . Öy­ le yapmadık, milletin, maddi ve manevi teceddüt ve inkişafatı yolunda, ef'al ve icraat ile akval ve nazari­ yata takaddüm etmeği tercih ettik." (9) . Görülüyor ki, daha önce ortaya atılmış hiçbir sos­ yal felsefe, Mustafa Kemal için temel hareket noktası olarak kabul edilemez. Ulusumuzun maddi ve manev.i sahalarda yenileşme ve ilerleme çabaları için atılan her adım, önceden kabul edilmiş teorik bir takım ter­ cihlerin üzerindedir.

(9) İttihllt ve Terakki, Belleten, 1 (Temmuz - Ekim 1937)

s.

619 625. -


FERT

DEVLET iLiŞKİLERi

ve

23

FERT VE DEVLET Birinci Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru Mustafa Kemal'i iyice rahatsız eden bir böbrek hastalığı nede­ niyle doktorları kendisini Viyanalı bir uzmana gönder­ diler. Uzman onu kent dışında özel bir hastahanede bir ay tedavi etti. Sonra kendisini toplasın diye Karlsbat'a yolladı (1) . Bu zoraki dinleniş Mustafa Kemal'e yeniden kitap okumak ve ülkenin geleceği üzerinde düşüncelerini bir düzene sokmak fırsatını verdi. Mustafa Kemal, Fran­ sızca olarak tuttuğu hatıra defterinde siyasal görüşle­ rini açıklığa kavuşturuyordu. Temmuz 1918'de Karls­ bat'taki günlük not defterindeki yazıları bu bakımdan ilgi çekicidir (la) . Tedavi için bulunduğu bir ay için­ de günlük notlarında, konuştuğu kimseleri ve konuşu­ lanları yazdığı gibi, okuduğu kitaplardan da çeviriler yapmaktadır. Bir nedenle şöyle dediğini kaydediyor: "Benim eli­ me büyük yetki ve güç geçerse ben toplumsal yaşamı(1) Lord Kinross, Atatürk: Bir

·

Milletin

Yeniden Doğuşu. s. 187, çev.

Ayhan Tezel, 1970.

(1a)30 Haziran 1918 Pazar gününden 27 Temmuz 1918 Cumartesi günü­ ne kadar beş deftere yazdığı hatıraları ilk defa 1930 yılında, Ata­ türl,;:'ün Çankaya'daki eski köşkün :kütüphanesinde bizzat Afet İnan tarafından bulunm�tur.

(Afet İnan, Atatürk'ün Viyana

Hatıraları, Atatürk Konferansları, Seri ili, 1970.

Karlsbat


KEMALİST MODELDE

24

mızda istenilen inkilabı bir anda darbe "coup" ile uy­ gulayacağımı zannederim, diyor (2) , zira ben bazıları gibi efkarı avamı, efkarı ulemayı yavaş yavaş benim ta­ savvuratımın

derecesinde

tasavvur

tefekkür

etmeğe

alıştırmak suretiyle bu işin yapılabileceğini kabul et­ miyor ve böyle harekete karşı ruhum isyan ediyor. Ne­ den ben bu kadar senelik tahsili ali gördükten, hayatı medeniye ve içtimaiyeyi tetkik ve hürriyeti tezevvuk için sarfı hayat ve evkat ettikten sonra avam mertebe­ sine ineyim. Onları kendi mertebeme çıkanrım. Ben on­ lar gibi değil, onlar benim gibi olsunlar" diyor (2) ve özellikle şu fikri ileri sürüyordu : "Halkı eğiterek bilgi­ li kılmak ve aydınlan halk düzeyine indirmekten ziya­ de, bütün halkı eğitimde aydın olarak yetiştirmek ge­ rekir." İsmini vermediği bir kitaptan çevirdiği paragrafta ise, genç bir kızın felsefe profesörü olan

amcasından

sosyalizm hakkında açıklamalar istediğini yazarken : Endividüalizm , konservatör, revolusyoner

kelimelerini

sıralıyor ve her şeyi inkar eden profesörün muhafaza­ kar olduğunu söyleyen kıza, şu karşılığı verdiğini ya­ zıyor: "Asla sürekli değişim zorunluğunda olan bu ev­ rende bir şeyi korumak nasıl mümkün olur? Konserva­ tör o adamdır ki, nehrin suyunu elleri içinde tutmak isterler. Onların parmaklarında bir parça

çamurdan

başka bir şey kalmaz." Bu konuşmada çeşitli terimlerin profesör tarafın­ dan açıklanmasını not eden Mustafa Kemal, profesörün · (2) Mustafa Kemal deki bu devrimci ruhu, 4 Temmuz 1922 günü Fran­ '

sız milli bayramı dolayısiyle, Ankara'da Fransız temsilcisi Albay Mougin'in evinde yapını� olduğu konuşmada görebiliriz (Bkz. Sa­ mi N. Özerdim, Atatürk'ün yazıları, sözleri, SBFD, .138-141, Cilt: 28, Eylül-Aralık 1973).


FERT

ve

25

DEVLET iLiŞKiLERi

şöyle dediğini belirtiyor :

"Konservatör

değilim, çün­

kü eskimiş, kırılmış bir dünyayı saklıyamam, revolüs­ yoner değilim, çünkü hoşuma gitmeyen ve zaten yalnız başına değişen bir dünyada hiçbir şey değiştirmeğe gü­ cüm yetmez. Sosyalist değilim, değişikliği olmadan ön­ ce göremem ve sosyalizmin ikinci

safdilliği de şudur :

Bu hayretkar kendini müessir zanneder, üçüncüsü 'bu­ dalalığı sosyalizm

projelerini düzensizliğe

götürür ve

rastlantıya intizam vereceğini iddia eden hiçbir adam olmaz ki; bir tesire malik olsun ve bazı kelimelerin et­ kileri daima düşündüklerinden

başka türlü şekil alır."

(3). Karlsbat notlarına, Mustafa Kemal'in ilerideki dü­ şüncelerinin kristalleşmiş ilk örnekleri olarak bakılabi­ linir. Burada, ferdiyetçiliği, devrimciliği ve anti-sosya­ list görüşleri sanki "adını bilmediğimiz felsefe profesö­ rü tarafından dile getiriliyormuş gibi"

açıklanmakta­

dır: Aslında, bu çeviriler, Mustafa Kemal için bilinç al­ tı bir takım savunma mekanizmaları olarak

sistemini

ilerde etkileyecektir. Bu nedenle ferdiyetçilik, devrim­ cilik ve anti-sosyalist düşünce birbirinden ayrı, meka­ nik birer düşünce kalıpları değildir, tersine birbirleriy­ le bütünleşmiş ve kendi içinde tutarlı bütüncül "holis­ tik" bir yapıyı ortaya koyarlar. Nitekim, "fert ve dev­ let" ile ilişkili bir açıklamasında, Mustafa Kemal, ay­ nen şöyle diyordu: "Devlet ve fert birbirine karşıt de­ ğil, birbirinin tamamlayıcısıdır" (4). Kendi deyimleri­ ni kullanarak açıklamak gerekirse, "fert ve devlet dedi-

(3) A. Afetinan, Devletçilik İlkesi ve Türkiye Cumhuriyetinin Birinci Sanayi Planı: 1933, 22, 1972. Keza; Atatürk'ün Viyana Ka�lbat Ha­ tıraları, sh. 23.

(4) A. Afetnan, Mustafa Kemal Atatürk'ten yazdıklarım, 1969.


KEMALİST MODELDE

26

ğimiz zaman bu kelimelerin soyut anlamını değil, biri­ cik gerçek olan "sosyal insan" yani toplum içinde yaşı­ yan fertleri kastediyoruz. İşte bu insanın iki türlü çı­ karı vardır. Bu çıkarların bir kısmı kişiseldir. Diğer kı­ sıın çıkarlar ise ortaktır. Toplumun yaşamını sürdüren

de bu ortak çıkarlardır. Yani demek istiyoruz ki, yalnız başına fert ve fertlerden soyutlanmış devlet düşünmü­ yoruz. Devlet, fertlerin teşkil ettiği göze görünen şeklidir.

ulusal toplu�un Ancak fert emeğinin gelirini;

devlet de sosyal gelişme sonucu ortaya çıkan geliri al­ mak zorundadır" (5). Bu nedenle fert ve devlet anla­ yışı, toplumsallık niteliğini taşıdığı sürece birer soyut kavram olarak karşı karşıya getirilemez. Bunlardan bi­ rinin sınırı, diğerinin bittiği yerde başlar. Öyleki, Mus­ tafa Kemal'e göre : "Ferdiyet gelişiminin, engel karşı­ sında kalmaya başladığı nokta devlet faaliyetinin sını­ rını teşkil eder"

(6). Görülüyor ki fert ve devlet ilişki­

lerin yapılmadığı gözönüne alınarak ekonominin dev­ araçlarını fertlere bırakan ve ancak ülkede birçok şey­ lerinin görevleri ve eylem alanları belirli sınırlarda çi­ zilmiş olmasına karşı birbirinden ayrı düşünülemezler. Bunlar bir döl yatağı sayılan toplumsal

ortam içinde

birlikte büyür ve gelişirler. Her ikisi arasında sınır de­ ğişmeleri veya birinin diğerine göre ağırlık kazanması bu toplumsallık derecesine göre belirlenir. Fakat, "fert devlet için devlet de fert için asla feda edilemez." İlke olarak, devlet ferdin yerine kaim olmamalıdır." Netice­ de devletin amacı, fertlerin mutluluğunu sağlamaktır. Bu nedenle devlet, ferdi karşısına alamaz. "Devlet asa­ yişi temin etmek için, ülkeyi savunmak için, sağlığı ye­ rinde gürbüz ve anlayışları, milli duyguları, vatan mu(5) A. Afctinan, a.g.e., (6) A. Afetinan, a.g.e.,

s. s.

65-66. 63, 65, 1972.


FERT

ve

DEVLET iLiŞKİLERi

27

habbetler i yüksek vatandaşlar ister. Görülüyor ki eko­ nomik ve bazı toplumsal işler, bir taraftan fertlerin çı­ karları ile ilgilidir. Bunun içindir ki ferdiyetçiler, dev­ letin karışmasını kişisel hürriyete saldın gibi görürler. Fakat bu işler içinde, dolayısıyle bütün milletin ortak çıkarına temas ve taalluk eden noktalar da vardır. Bu nedenle, devletçilerin, haklı oldukları noktaları kabul etmek uygun olur. Çünkü Mustafa Kemal'e göre özel çıkar çoğunlukla genel çıkarlarla, tezat halinde bulu­ nur. Bir de, özel çıkarlar, en sonunda rekabete dayanır­ lar. Serbest rekabetin, toplumsal mahzurları da vardır; zayıflarla, kuvvetlileri yarışmada karşı karşıya bırak­ mak gibi. Ve nihayet fertler, bazı büyük ortak çıkarla­

rı tatmine muktedir olamazlar (7) . Buraya kadar yapılan açıklamaların ışığı altında Karlsbat notlarında Mustafa Kemal'in niçin not def­ terine ferdiyetçilik,

muhafazakarlık ve devrimci kav­

ramlarını sıralayarak, muhafazakar olan öğrencisi kar­ şısında, her şeyi inkar eden profesörün ağzından sos­ yal değişmeye -ki bu onun inkilapçılık yönünü verir­ ve anti sosyalist düşünceye ait

yorumlara geni& yer

verdiğini şimdi daha iyi anlayabiliyoruz. Mustafa Kemal'in Karlsbat notlarını açıklarken bir noktaya daha temas etmemiz gerekiyor, o da bu tarihe kadar kendisinin Batı ve Doğu'da meydana gelen her türlü siyasal, kültürel ve ekonomik değişmeler üzerin­ de bağımsız bir düşünce sahibi olduğu ve kendisine öz­ gü bir kişiliği geliştirdiğini

söyleyebiliriz. Zaten o ta­

rihten on ay sonra da Türk ulusal kurtuluş hareketi­ nin başına geçecek, Osmanlı düzenini temelinde n yıka­ rak yerine yeni Türk Devletini kuracaktır. Bu nedenle, (7) A. Afetinan, a.g.e, s. 63, 65, 1972.


KEMALİST MODELDE

28

Mustafa Kemal'in ferdiyetçiliği, devrimciliği ve anti­ sosyalist düşüncesi sadece olayların akışına göre kaza­ nılmış bir takım duygular ve hevesler olmayıp, kişili­ ğinin derinliğine kök salmış inanç sistemleri olarak ka­ bul edilmelidir. Nitekim, Karlsbat notlarının bir yerin­ de : "Benim elime büyük bir yetki ve güç geçerse, ben toplumsal yaşamımızda istenilen devrimi bir anda "coup" darbe ile uygulayacağımı zannederim" dediği zaman da olayların gelişimini ve doğacak tarihsel so-. rumlulukları bir gün nasıl çözümleyebileceğini bekliyor gibiydi. Mustafa Kemal'in ferdiyetçilik, devrimcilik ve an­ ti sosyalist düşüncelerinin hiçbiri, ülke gerçeklerinden sıyrılmış, dayanağı olmayan bir takım soyut kavram­ lar değildir. Bunların herbiri kendi iç yapısında toplu­ mun tarihsel gelişiminin kızgın damgasını taşırlar. Ni­ tekim Mustafa Kemal, "devletçilik hususiyle içtimai, ahlaki ve millidir" (8) dediği zaman sadece soyut an­ lamda bir ekonomik sistemin belirlenmesiyle karşılaş­ mıyoruz, aynı zamanda ıonun kültür ve tarihsel yapısıy­ la kaynaştığına ve bir "ulusallık" özelliği taşıdığına ta­ nık olmaktayız. Bu da Mustafa Kemal'in düşüncesinde ikinci önemli noktayı verir. Çünkü, her türlü ideoloji ve­ ya sistemlerin ülke ve insan gerçeklerine göre değer­ lendirilebileceğine, "etin çengelde asılı durması" gibi boşlukta bulunmadığına, toplumun değer ve inançları­ nı karşılayan bir takım organik bütünler olduğuna ina­ nıyoruz. Hatta , 1921 yılında Büyük Millet Meclisinde yapmış olduğu bir konuşmasında, M. Kemal, Komüniz­ mi uygulayıp uygulamamanın ·bile bir ulusun evrim ve yeteneğine bağlı olduğunu söylüyordu: (8) A. Afetinan, a.g.e.,

s.

65.


FERT

ve

DEVLET İLİŞKiLERİ

29

"Komünizmin yayılması meselesine gelince, iddia ediyorlar ki, istense de, istenmese de bu bir mikroptur, girer. O halde çaresi yok demektir. Mademki maddi tedbirlerle önüne geçmek imkanı olmayan bir yayılma­ dır. Bu mutlaka yayılacaktır. Zannediyorum ki, buna karşı tedbir düşünmek meselesiyle, bakir konusu olan siyasi meseleleri birbirinden ayırmak ve temyiz daha uygun olur. Yalnız sırf bir noktaya temas etmek üzere arzederim ki bu sari ve kaçınılması imkansız olarak tasvir buyurulan müfrit sosyalizme karşı çare vardır. Komünizm prensiplerinin, kaidelerinin memleketimiz­ de ve milletimiz arasında tatbik kabiliyetini anlamak yahut anlayanlar vasıtasıyla bütün memlekete ve bü­ tün millete anlatmaktır. Eğer bu hakikatlar milletimi­ zin çoğunluğu ve tarafından tamamiyle anlaşılırsa ya kabiliyetimiz vardır yaparız. Yahut tatbik kabiliyeti yoktur anlarız, tevahhuş ederiz, yapmayız. Binaenaleyh bu sosyal bir meseledir. Biz burada sosyal devrimden bahsetmiyoruz. O milletin tekamül ve i stidatına bağlı­ dır" (9). Kısacası, Mustafa Kemal'de devlet ve fert anlayışı bir takını kazanılmış bilgiler yığınından ibaret değildir. Türk toplumunun tarihsel gelişimiyle de yakından il­ gilidir. İki bin yıllık Türk ulusunun değer yargısında inanç ve dünya görüşünde (10) kristalleşen devlet ve fert o'dur. (9) İsmail Hakkı leri,

s.

Baltacıoi!u,

Atatürk:

Yetişmesi,

Kişiliği,

Devrim­

75, 1973.

(10) Kemalist modelin uygulamadaki yetkili temsilcisi lnönü, bir deme­ cinde şöyle diyordu :

«Türk devletçiliği o kadar Türk inkilibına

has bir prensiptir ki, onun ne tarihte ne do kitapta yeri vardır. Türk inkilibına haıı milli iktisat syiasetimizin. .

eşsiz örneğini biz

kendi kendimize yaratmak mecburiyetindeyiz (Vedat Nedim, Kad­ ro:

Sayı: 1 I, nakleden Korkut Boratav, 100 Soruda Türkiye'de Dev­

letçilik, 1969).


KEMALİST MODELDE

30

Bu inanç geçmişle olan körü körüne bir bağlılık de­ ğildir; toplumsal yapının kıorunması ve sürekliliğinin sağlanması için gereklidir. Nitekim, onun milliyetçilik anlayışında da bu düşünce hakimdir : "Türk milliyet­ çiliği, ilerleme ve gelişme yolunda ve uluslararası te­ mas ve münasebetlerde, bütün muasır milletlere mu­ vazi ve onlarla bir ahenkte yürümekle beraber, Türk iç­ timai bünyesini kendine has seciyelerini ve başlıbaşı­ na müstakil hürriyetini muhafaza etmektir." ( 1 1 ) . Bu nedenle Mustafa Kemal'de milliyetçilik bir yandan iler­ leme ve uluslararası ilişkilerin uzaşması, diğer yandan da tarihsel kökenine bağlılık demektir. Bu düşünce, Mustafa Kemal'i, çağının bir fırtına gibi estiği yeri ya­ kıp-yıkan ideolojik akımlarından uzaklaştırarak kendi tarihsel koşullarımıza uygun sistemlere doğru yönelti­ yordu. Bu sebeple devleti bir yana itip tek başına "fer­ di" biricik ekonomik birim olarak düşünmüyordu. Bu tür bir liberalizmden "geçmişte, Tanzimat devrinden sonra devletin jandarmalıktan başka bir şey yapmamış olmasından da" yakınıyordu (12) . Bilindiği gibi, libe­ ral ekonomi edebiyatınd a ferdin her çeşit ekıonomik ey( 11) A. Afetinan, a.g.e., s. 59. (12) A. Afetinan, Devletçilik Ukesi ve Türkiye Cumhuriyetinin Birinci Sanayi Planı, s. 44. Ayrıca, Sertel bir araştırmasında Kadrocular hakkındaki görüşlerini belirtirken şu yargıda bulunuyordu : « O sırada Şevket Süreyya. İsmail Hüsrev, Burhan Asaf (Belge) ve Ya­ kup Kadri «Kadro» adında bir dergi çıkardılar. Şevket Süreyya okumuş eski bir komünisttir. Memlekete döndükten sonra, Türki­ ye sorunlarına çözüm yolu ararken Komünizm'den kaçarak devlet­ çiliğe sığınmştı. O daha ileri bir devletçilik istiyordu. Savunduğu tez, sosyalizme ryakın bir devletçilikti. Öteki· arkadaşları da hep eS­ ki komüniStlerdi. Yalnız Yakup Kadri Atatürk'ün adamıydı ve ser­ gide bir paravana vazifesi görüyordu. Fakat devletçiliği savundu­ ğu için İsmet Paşa onlan destekliyordu» (M. Zekeriya Sertel, Ha­ tırladıklarım: 1905 1950, s. 199). .

-


FERT

ve

31

DEVLET İLİŞKİLERİ

lemi karşısında devletin bu tür kayıtsızlığı bizzat Mus­ tafa Kemal tarafından jandarmalık

"gece bekçiliği"

şeklinde nitelendiriliyordu. Nitekim, 1921 yılı başında, Mustafa Kemal, kapitalizm ve emperyalizm hakkında­ ki düşüncelerini Meclise sunduğu Teşkilatı Esasiye Ka­ nunu'nun, yani Anayasanın Maksat ve Meslek kısmın­ da, şöyle ifade etmişti : "Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükfuneti, hayat ve istikbalini kurtarmayı yegane maksat ve gaye bildiği, halkı, emperyalizm ve kapitalizm tahakkümünden ve zulmünden kurtararak, idare ve hakimiyetinin hakiki sahibi kılmakla gayesine vasıl olacağı

kanaatındadır"

(13). Aynı şekilde, tüm üretim ve dağıtım

araçlannı

fertlerden alan ve fertlerin özel ekonomik girişimlerde bulunması için gerekli fırsatı yaratmayan sosyalist sis­ teme de Mustafa Kemal açıkça taraftar değildir. Bunun da nedenlerini, yukarıdanberi açıkladığımız gibi, onun fert ve devlet ·bütünleşmesi ilkesinde

aramak gerekir.

Bu ölçü iyi bir şekilde değerlendirilmediği takdirde, Ke­ malist modelin geçerliğinden söz açmamız mümkün de­ ğildir.

Öyleki, Ulusal Kurtuluş Savaşı döneminde sü­

rüp giden diplomatik Rus - Türk dostluğunun ideolojik yönlerinden yararlanan Sovyetler, bu emelleri gerçek­ leşemeyince 1928 - 29 yıllarında

Mustafa Kemal'i fa­

şizmle suçlayacaklar ve devrimci bir kahramandan ge­ rici bir tirana dönüştüğünden söz açabileceklerdir : "Kemalizm bir kitle hareketi olmaktan çıkmıştı ve topyekun bir kapitülasyon yolundaydı. Türk köylerin-

(13) Şevket Süreyya Aydemir, tnk.ilAp ve Kadro, basım, 1968.

s.

190 dip not, 2 nci


32

KEMALİST MODELDE

de feodal kalıntıların bazısını, fakat hiçbir suretle hep­ sini değil, yıkmıştı ve onun sosyal temeli burjuvazinin üst katlarıyla, "kulak" lara ilaveten , büyük toprak sa­ hipleri arasında bir ittifak idi. Mustafa Kemal'in "mil­ li faşizm" veya "tarımsal Bonapartizm"in özel bir Türk çeşnisi olan, kendine özgü bir dehşet ve sosyal dema­ goji aracıyla hüküm sürdüğü söyleniyordu. Mustafa Kemal 1bir faşist idi; onun idaresi altında Türkiye tekrar emperyalist egemenlik ve toplumsal ge­ rilik içine düşüyordu" (14) . Kemalist ideolojiyi farklı görüş açılarından yorum­ layanlar genellikle Mustafa Kemal'in söz ve düşüncele­ rini kendi çıkarları yönünden değerlendirdiklerinden bugün öğretisi bir kör döğüşü içine itilmiştir. Fert ve devlet ilişkisi üzerinde açılan teorik tartışmalar bu eği­ limi en çok yansıtan noktaları ortaya koymaktadır. Bunları da açıklığa kavuşturmak, fert-devlet bütünleş­ mesi için zorunludur. Nitekim, Andolu ihtilalinde, Selek, Mustafa Kemal'in 1 Mart 1922 günü, Meclisi açış konuş­ masına değinerek şu yargıya varıyordu : "Kamu yararını doğrudan doğruya ilgilendiren ku­ rumları ve teşebbüsleri devletleştireceğiz , demek sure­ tiyle, Mustafa Kemal Paşa, devletçi görüşü tereddüte hiç yer bırakmayacak kesinlikle belirtmiştir. Fakat, za­ ferden sonra, ihtilal kendi felsefesine ihanet etti. 17 Şu­ bat 1923 günü izmir'de toplanan Türkiye İktisat Kon­ gresi ile yeni Türk Devletinin milli kapitalist ekonomiyi benimsediğini görmekteyiz. Gazi Mustafa Kemal Paşa, Kongreyi açış nutkunda devletçilikten tek kelime bile

(14) Bernarda Lewis, a.g.e.,

s.

283.


FERT

ve

DEVLET İLİŞKiLERİ

33

söz etmemiştir" ( 15) . Oysa, Mustafa Kemal'in, 1 Mart 1 922'de Meclisde söylediği nutukda, çözülmesi gereken başlıca ekonomik sorunlar özet olarak şöyle anlatılmış­ tı : 1 Avrupa rekabeti yüzünden mahvolmuş ve ih­ mal edilmiş olan sanayii ziraiyeyi ihya ve asri vesait ile techiz etmek, 2 - Menafii umumiye-i (kamu çıkarları) doğru­ dan doğruya alakadar eden müessesesat ve teşebbüsati iktisadiyeyi kııdretimiz nisbetinde devletleştirmek, 3 - Madenlerimizde, gerekse diğer ekonomik ko­ nularda ve bayındırlık işlerimizde kullanılmak istenilen sermayenin sahiplerine hükfunetimizce her türlü kolay­ lığın gösterileceği şüphesizdir (16) . -

Görülüyor ki, Mustafa Kemal bu nutkunda ikinci madde de olduğu gibi, sadece salt devletçi görüşlerden söz etmemekte, aynı zamanda üçüncü madde de belir­ tildiği gibi, özel sermayenin yapacağı girişimler için - devletin himayeci tutumuna da değinmektedir. Hal böy­ le iken, Mustafa Kemal'in nutkunun sadece bir kısmı­ nı alarak onu 1922'de devletçi olarak nitelemek bir yıl sonra da, l 923'de İzmir İktisat Kongresindeki konuş­ masının yine belirli kısımlarına değinerek onu, "ihtilal kendi felsefesine ihanet etmiştir" şeklinde nitelemek haksızlık olur. Bu nedenle, tarafsız araştırmacıya düşen, görevini, 'doğruları yansıtacak bir tarzda ortaya koy­ maktır. Çünkü, bu tür verilecek eksik bilgiler, ciddi (U) Sabahattin Selek, ·Anadolu thtilıili, ·cilt: II.

s.

33 9-- 340, 1 964, ·nak­

leden lsmail Cem, Türkiye'de Geri Kalmışlığın Tarihi, s. 242, 2 nci

baskı, 1971. •.(16) Atatürk, Salih

O murtak ye

Arkadaştan,

s.

255, 1000 Temel Eser,

1975. .F - 3


34

KEMALİST MODELDE

araştırmacıları etkileyeceğinden, yanlışın yayılmasına da sebep olabilir'. Nitekim, Kemalist ideolojinin bu tür saptırılmasının örnekleri de vardır ( 17) . 1922 konuşmasında görüldüğü gibi, 17 Şubat 1923 İzmir İktisat konuşması da ayrıntılarıyla incelendiği takdirde, Mustafa Kemal burada da "devletçilikten tek kelime bile söz etmemiştir," tarzındaki yargılar da ya­ nıltıcıdır. Mustafa Kemal, bu kongrede de, 1922'deki görüşlerini, yani fert-devlet ilişkisini aynen tekrarla­ yacaktır. O kadar ki , Kongrede alınan kararlar, bizzat Mustafa Kemal tarafından vatanı kurtaran Misaki Mil­ li kararlarına benzetilecek ve buna İktisat Misakı de­ nilecektir. Bunun gibi, ülkenin Tanzimattan beri dış pazarlar aracılığı ile sömürüldüğü, kapitalizmin bir açık pazarı haline geldiği, devletin ise bu süre içinde jandarmalıktan başka bir şey yapmadığı ileri sürülerek Osmanlı toplumunun iZlediği liberal rejim açıkça eleş­ tirilmiştir. Hatta demecinin bir yerinde 1839'dan beri Osmanlı ekonomik düzenini özetlerken aynen şu ifade­ leri kullanmıştır : "Özel ekonomik teşebbüsler de serbest pazarla çar­ pışmaya karşı �oyabilecek güçlü seviyeye varmamıştı. Tanzimatın açtığı serbest ticaret devri, Avrupa rekabe­ tine karşı kendisini koruyamayan ekonomik yaşantımı­ zı, yine ekonomik yönden, kapitülasyon zincirleriyle bağladı" ( 18). Bu ifadeler, Mustafa Kemal'in bir açık pazar haline getirilen ülkemizin ekonomik durumu hakkındaki bilinçliliğini gösteren kanıtlardır. Bunun gibi, Mustafa Kemal'e göre, devlet gerçekten bağımsız değilse : "kendi . uyruğundaki halka koyduğu vergiyi (17) İsmail Cem, a.g.e.; s. 242'de ile ri · sürük.rı -yargılar bu tür yoruırl­ Jann bir ürünüdür. ( 1 8) Afetinan, a.g.e., s. 30.


FERT

ve

DEVLET İLİŞKiLERİ

35

yabancılara uygulayamaz, kendi gümrük rejimleri ve her türlü vergi işlemlerini düzenleme hakkına sahip olamaz, kendi kanunlanna göre yargı hakkını yaban­ cılara uygulayamaz. Devletin ve milletin yaşantısına yapılan karışmalar, bundan daha da fazladır. Milletin ekonomik ihtiyaçlarından olan, örneğin demiryolu in­ şaatı, örneğin fabrika yapmak gibi konularda devlet serbest değildir. Böyle bir şeye başlamak istediğinde, her ne olursa olsun, yabancılar işe karışırlardı. Yaşan­ tısını sağlama yeteneğinden yoksun olan bir devlet, ba­ ğımsız olabilir mi?" ( 19) . Bu ifadeler açıkça göstermek­ tedir ki, halkın önde gelen ihtiyaçları arasında bulunan demiryolu, fabrika yapımı gibi hususlarda devlet, ba­ ğımsız olmalıdır. O halde Mustafa Kemal İzmir İktisat Kongresinde yapmış olduğu konuşmada açıkça devle­ tin görevlerini ve sınırlarını belirtmektedir : "Bağımsız bir devlet", milli bir devir yaşayan ve "milli tarihe sa­ hip olan bir devlet" aslında halkına karşı bir takım mis­ yonlar yüklenen bir devlettir. Bu nedenle, Mustafa Ke­ mal Paşayı, 1923 konuşmasına dayanarak "devletçi dü­ şünceye tek kelime bile temas etmemiştir" şeklinde suçlamak yersizdir. Kemalist kadronun, özellikle Kon­ grenin açılmasını sağlayan Ekonomi Bakanı Mahmut Esat Beyin, Kongrede, Mustafa Kemal'i izleyen konuş­ ması fert ve devlet ilişkilerinin sınırlannı kesinlikle çiz­ mekte idi : "Biz ekonomi tarihi içindeki · ek.ollerden hiçbirine benzemeyiz. Ne bırakınız geçsinler, bırakınız yapsınlar ekolü ne de sosyalist, komünist, etatist veya himaye ekolünden değiliz. Bizim de, yeni Türkiye'nin, yeni eko­ nomi anlayışına göre, yeni bir ekonomi ekolumüz . var( 1 9) Afetinan, a.g.e., s. 30.


KEMALİST MODELDE

36

dır. Buna ben, Yeni Türkiye Ekonomi Okulu diyorum. Yukarıda belirttiğim ekonomi okullarından hiçbirine ·bağlı olmamakla beraber, memleketimizin ihtiyacına göre, bunlardan faydalanmaktan da geri kalmayaca­ ğız. Yeni Türkiye karma bir ekonomi izlemelidir. Eko­ nomik teşebbüsleri, kısmen devlet ve kısmen kişiler üzerlerine almalıdır. örpeğin büyük kredi ve endüstri kuruluşlarını devlet yönetecektir. Çünkü memleketimi­ zin ekonomik durumu bunu gerektiriyor" (20) . Görülü­ yor ki, ı 7 Şubat 1923 İzmir İktisat Kongresinde, hüku­ metin ekonomi bakanı açık ve kesin bir dille karma eko­ nomi modelini ortaya atıyordu. O dönemde böyle bir görüşün Mustafa Kemal'n düşünce sistemine karşıt ol­ ması zaten düşünülemezdi. Bu nedenlerle, Kemalist ideoloji değerlendirilirken, öğretiyi tarihsel çerçevesi içinde bütüncül olarak ele almamız zorunludur. Aksi takdirde kişisel yargılardan sakınmamız güç olur. Kemalist modelde, fert-devlet ilişkisi sistematik bir bütünü ortaya koyar. Fert ve devlet arasındaki her tür­ lü dengeleşme, "sosyal", "hayati ihtiyaç", "çevre koşul­ ları" ve "çağın gereklerine" göre gerçekleşir. Bu neden­ le, fert-devlet bütünleşmesinin hareket noktasını teşkil eden ilkeler gelişi güzel sıralanmış değildir : "Bizim yo­ lumuzu çizen, içinde yaşadığımız yurt, bağrından çık­ tığımız Türk milleti ve bir de milletler tarihinin binbir facia ve ıstırap kaydeden yapraklarından çıkardığı ne­ ticelerdir". Bunlar, daha önce belirttiğimiz gibi, M. Ke­ mal'in düşünce oluşumunda, kişisel idiomunda kazanıl­ mış değer yargılarının bir ürünüdür. Bu yüzden tarih­ sel çerçeveden kopuk bir takım soyut düşünceler değil­ dir. (20) Afetinaıı, a.g.e.,

s.

52 - 53,


KEMALİZM VE KADROCULAR Kemalizm ile ilgili bir başka yoruma da şu satırlar­ da raslıyoruz : "Bu sıralarda Türkiye'de Kadro dergisi etrafında toplanan yeni bir sosyo-politik cereyan baş gösterdi ; bu dergi bir bakıma hükumetin yeni laik-eko­ nomik gidişini aksettiriyordu. Kadro'nun çıkışı resmi çevrelerin tasvibiyle karşılandı. Gerçekte Kadro'nun felsefesi Marxizmin, milliyetçilik ve korporatizmin sat­ hi derlenmiş bir karması idi" ( 1 ) . Mustafa Kemal'e ya­ kınlığı ile bilinen özellikle, İnönü, Bayar ve Peker'in ya­ zılarının da yer aldığı Kadro dergisinin savunduğu gö­ rüşlerin bir başkası da Birge'ye göre "Türkiye'nin şart­ larına uydurulmuş bir devlet sosyalizminin, 1937'de Halk Partisi Programına alınmış" olmasıdır" (2) . Ülke­ mizde otuz yıldan fazla kalmış bulunan Birge için, Kad­ ro dregisi doğrudan lbir devlet sosyalizmini savunmnı? ve bu görüşler daha sonra Halk Partisi tarafından be( 1 ) Kemal Karpat, Türk Demokrasi Tarihi. s, 66, 1967. Keza, Zekeriya

Sertel, dip not 2 1'deki görüşleri için bkz. (2) J.K. Birge, Turkey Between Two World Wars, s. 201 , nakleden K. Knrpat, a.g.e., s. 67. Burada bir noktaya değinmek istiyorum. is­ met Pa.şa'nın, Atatürk'ün i ktisadi doktrini karşısında, İpekçi'nin so­ rusuna verdiği cevapta : «Atatürk başındanberi özel teşebbüsü csacı tutmuş ve ölünceye kadar bu prensibi tatbik etmiştir.» tarzındaki düşünceleri yine sahife 21 ve dip not 19 da zikrettiğimiz, «Türk devletçiliği Türk inkilabına has bir prensiptir lci, onun ne tarihte, ne de kitapta yeri vardın> sözleriyle çelişkilidir.


KEMALİST MODELDE

38

nimsenilerek prıoğramına aktarılmıştı. Oysaki, Halide Edip'e göre, Kadro, bazı değişikliklerle, Ziya Gökalp'ın fikirlerini benimsemiştir. "Fert yoktur, toplum vardır ; haklar yoktur, ödevler vardır" (3) . Kadro dergisi hakkında ortaya atılan bu çeşitli yo­ rumlar karşısında bizmt kadrocuların görüşleri nedir? İlkin bu noktayı açıklığa kavuşturalım : Bu hususu, Kadro dergisinin önde gelen teorisyenlerinden Yakup Kadri Karaosmanoğlu, şöyle açıklıyordu: "Atatürk dev­ rimlerinin fikri ve ilmi açıklamasını yapacak, daha doğ­ rusu, CHP'nin "avant-garde" (öncü) organı vazifesini görecek olan Kadro dergisinin yayınlanması hususu hem Atatürk hem de İnönü'den gerekli müsaadeyi al­ mıştır (4) . Ama, bu yüksek müsaadeler sayesinde "Kad­ no" yayınlanmağa başladıktan sonra dahi dostum Re­ cep (parti genel sekreteri) gene benimle uğraşmaktan bir an hali kalmamıştır. Ayda bir çıkan o iki üç forma­ lık mütevazi fikir dergisi, iki buçuk yıl boyunca CHP Merkez İdare Heyetini ikide lbir Çankaya köşküne ta­ şındıran ve Atatürk'ün başını ağrıtan bir mesele, bir dava haline girmiş, daha doğrusu, benimle arkadaşlarım aleyhinde türlü türlü şikayetlere yol açmıştır" (5) . Oy­ saki Kadro, bir devrim partisinin, her şeyden önce bir fikir ve ideal çerçevesi içinde yürütebileceği kanısına dayanıyordu. Recep Peker'in icad ettiği altı oklu flama böyle bir çerç·evenin yerini tutamazdı. O altı okun ne­ yi işaret ettiği gerçek manasıyla anlaşılmadıkça niha­ yet birer "remiz"den ibaret kalırdı. İşte biz, sözü geçen dergide bu remizleri çözmeye, yani bunlar altındaki ilO ) Halide Edip, Conflicl of Easl and West in Turkcy, Lahore,

s.

1 935. (4) Yakup Kadri Karaosm:ınoğlu, Politikada 45 Yıl, 94, 1 968. (5) Yakup K adri K araosmanoğlu. a.g.e.,

s.

94.

2 1 6-7,


FERT

ve

DEVLET İLİŞKİLERİ

39

keleri, bütün vuzuhu ile açıklamaya çalışıyorduk" (6) . Kadro'nun kurucu üyelerinden yine Yakup Kadri'ye gö­ re : "Bu ilkelerden en anlaşılmayanı da '.'devletçilikti". Millet Meclisinde bile bazı kimseler bunun bir ekonomi sistemi olduğunu bilmiyor; buna devlet tarafını tutmak gibi bir anlam veriyordu. İş başında bulunanların ço­ ğu ise Devletçilikle devlet mo11ı0polculuğunu birbirine karıştırıyor ve ilk sanayileşme hareketimiz, bu yüzden, bir türlü beşinci okun gösterdiği istikamete yönelemi­ yordu. İsmet Paşa'nın "affairiste" adını taktığı iş adamlarına gelince, bunların devletçilikten anladıkla­ rı şey ise sırtlarını devlet nüfuzuna dayayarak kendi çıkarlarını sağlamaktan ibaretti" (7) . Kadro'nun bir diğer kurucusu ve ideoloğu Aydemir ise Kemalist devrimin görünümü hakkında bir başka açıdan yorumda bulunuyordu : "İstiklal Savaşı'ndan sonra yeni Türk toplumunun sosyal yapısına nizam ve­ ren 1924 Anayasası'nın bizim görüşümüze göre yetersiz olan ve hatta inkilap dinamizmini donduran niteliği , bu tarihi zorunluğun gereklerine cevap olacak yeni devlet organlarını ve temel prensipleri kendi içine almamış olmasıdır. Bu Anayasa, Millt Hakimiyet ilkesi ve Cum­ huriyet dışında, yeni Türk toplumunun hızla kalkınma ve kendine göre teşkilatlanma ihtiyaçlarına cevap ala­ cak ilke, kural ve organlar getirmedi. Klasik bir Batı Anayasasının kopyası oldu. Tasarının tartışmalarında ifade edildiği gibi, İskandinav memleketlerinden birinin, Batı manasıyla klasik hukuk ve müesseselerini getir­ mekle yetindi (8) . Kanaatımızca, 1924'te başlayan bu (6) Yakup Kadri Karaosmanoğlu, (7) Yakup Kadri Karaosmanoğlu, (8) CHP, bugün de yeni modeller ku, <izellikle Yugoslavya gibi

a.g.e., s. 95. a.g.e., s. 95. aramak için İskandinav ve Doğu blo­ ülkelerle sıkı temaslarını sürdürmek-


40

KEMALİST MODELDE

durgunlaştırmanın etkileri, bugün içinde yaşadığımız. gelişmelerin de temelinde yaşamaktadırHülasa Türk inkilabının dinamizmi, asıl 1924 Ana­ yasası ile kösteklendi. Ondan sonra Atatürk'ün, ya bu Anayasayı zorlayarak başarmaya çalıştığı inkilaplar, ya bu Anayasaya yeni bir ruh vermek için ona ekledi­ ği ilkeler, ilk ve inkilapçı dinamizmi, hiçbir surette sağ­ layamadı. Mesela bu ilkelerden olan inkilapçılık, devlet­ çilik, halkçılık gibi umdeler, hiçbir zaman tam ve aktif birer hareket unsuru haline getirilemediler" (9) . 1 932'de ele alınan bu görüşler açıkça Kemalizmin bir eleştirisi­ dir. Ve de Kemalist modelin, Yeni Türk toplumunun ih­ tiyaçlarına cevap vermediği ve bu yüzden de "inkilap­ çı dinamizmi sağlayamadığı" savunulmaktadır. Ayde­ mir'e göre ; Kemalist ideoloji kendi sistemini, Türk top­ lumunun yapısal özelliklerine dayanarak yaratmalıy­ dı. Dünyanın diğer parçalarında toplumlar şu veya bu yönlerde gelişebilirler. Fakat, Türkiye ve Türkiye'ye· benzer memleketlerin, yani eski sömürge veya yan sö­ mürge kayıtlarından kurtulup, siyasi ve iktisadi istik­ lal için savaşan ülkelerin herhalde kendilerine özgü sos­ yal yapıları ve iktisadi nizamları olacaktır. Bu nizam ve iktisadi kurallar, cihanın şu veya bu parçasındaki toplum yapılarından herhalde farklı bulunacaktır. Ya­ ni bu yeni doğan ve teşkilatlanma çabasında olan ülke­ ler, kendilerine özgü sıasyal ve ekonomik' organlarını kendileri yaratacaklardır. tedir. Halta, Sosyalist Enternasyonale girmelerinden söz açan parti kodamanlarına raslamaktayız. Bu tutum, CHP'yi, tarihsel ve kül­ . türel gelişmemizi hareket noktası olarak ka,bul eden, Kernalizm'­ den ayırmaktadır. (9) Şevket Süreyya, a.g.e.,

s.

78 9 dip not. -


FERT

ve

DEVLET İLİŞKİLERİ

41

Bu yeni devletlerin sosyal yapısı ve vasfı, mesela batı toplumlarının aksine olarak ve ana kollarda, plan­ lı kalkınma çabaları olacaktır. Bu çaba onları, klasik demokrasilerin sosyal yapı ve ekonomik gelişme yolla­ rından ayıracaktır. Bu bakımdan yeni Türkiye'nin yeri, eski batı top­ hirnlannın değil, milli kurtuluş hareketlerinin cephe­ sindedir (10) . Aydemir'in ön gördüğü planlı bir devlet düzeni , "devletçilik" fikri, aslında, Türk milli kurtuluş hareketini izleyen 1 923 - 1 929 yılları arasındaki iktisadi görüşüne veya kendisinin deyimiyle -milli sermayenin liberal, yani serbest rekabet esasına dayanan özel te­ şebbüsler yolu ile birikebileceği görüşüne bir tepki ola­ rak doğuyordu. Aydemir'e göre, 1931'de açıklanan "dev­ letçilik yahut genel bir deyimle etatizın, inhisarcılık demek değildir. Aynı suretle ve bazı batı ülkelerinde uygulanan şekilde, devletin bir takım işleri ve teşebbüs­ leri belirli bir zümre veya menfaat sahipleri hesabına ,kendi himayesi altına alması da değildir. Böyle bir dev­ let müdahalesi iktisadi hayata, ancak teknik bir mü­ dahale olur. Halbuki devletçilik, halk yararına ve sosyal fayda hesabına bir teşebbüs nizamıdır" (1 1 ) . Kadrocuların, Kemalizmin devletçilik ilkesine getir­ dikleri yorum biçimi daha ziyade "sosyal çıkar" veya "halk yararına" bir atılım olarak belirlenebilir. Bu tür bir devletçiliğin aynı zamanda kendi sosyal yapımızın gerçeklerine dayanması da gerekir. Kadrocuların devletçilik, hakkındaki bu temel gö­ rüşlerinin çeşitli çevreler tarafından. ne şekilde yorum( 1 0) Şevket Süreyya, a.g.e., ( 1 1 ) Şevket Süreyya, a.g e , .

.

s.

78 - 79.

s.

206.


42

KEMALİST MODELDE

!andığını ana esaslarıyla açıklamış bulunuyoruz. Bu çevrelerin bir kısmı Kadrocuları Marxist ve tarihi mad­ diyatçı ( 12) olarak suçluyordu. Ahmet Ağaoğlu bu gru­ bun ilk başta gelenlerindendir. O dönemde Mustafa Ke­ mal'e yakınlığı ile bilinen bu zatı, kendi açısından in­ kilabın ideoloğu durumunda idi ve Kemalizmi kadr� culara karşı savunuyordu. Eleştirilerinde önemli çelişki­ ler görülüyordu. Bunların en başta geleni; marxizm ile sosyalizm ve komünizm arasındaki sınırları birbirinden uzak tutması idi. Nitekim, Ağaıoğlu, yeryüzündeki dört çeşit devletçilik kurallarını sıralarken aynen şöyle di­ yordu : "Bir kere bunlar (kadrocular) demokrasi ve devlet­ çiliği kabul etmiyorlar ve demokrasiye karşı derin bir nefret duymaktadırlar. Sonra bunlar ne komünist, ne sosyalist ne de fa­ şisttirler. O halde kadrocular nedirler ve ne gibi bir devletçilik sistemine iltizam ediyorlar? Bunların kendilerine mahsus ve nev'i şahsından ibaret olan bir devletçilik sistemleri vardır. Bu hususi devletçilik nazariyesini "güya inkilabıınızın revişinden alarak" tanzim etmeğe çalışıyorlar ( 1 3 ) . Görülüyor ki Ağaoğlu bir yandan Kadrocuları Marxist ve tarihi mad­ diyatçı olarak belirtirken diğer yandan ne komünist ne de sosyalist .olmadıklannı ileri sürmektedir ( 14) . Yar­ gısındaki bu çelişki bir yana bırakıldığı takdirde, Ağa( 1 2) Ahmet Ağaoğlu, Devlet ve Fert, s. 14, 1933 . ( ! ] ) Ahmet Ağaoğl u, a.g.e.,

s.

52.

( 1 4) Kadrocular, komünist ve sosyalist değildirler. Çünkü mülkiyet esa­

sını inkar etmiyorlar, kendi nazariyelerini zaten Türk.iye'de mev­ cut olmayan sınıf kavgalanndan ve sermaye terakümünden çıkar­ mıyorlar (A. Ağaoğlu, a . g.c.,

s.

55).


FERT

ve

DEVLET İLİŞKİLERİ

43

oğlu'na göre, kadrocular ile Kemalistler arasındaki en önemli ayrılık fert ve devlet ilişkilerinin değerlendirme biçiminden doğmaktadır. Şöyle ki : "Kadrocular Garpte çıkmış olan ve Garp hayatının tabii neticeleri bulunan cereyanlardan mülhem olarak şimdiden devletin ferdi kaldırarak, yüksek tekniği ve iktisat terakümlerini eli­ ne almasını iltizam ediyorlar. Bizim kanaatimize göre kuvvetli cemaatler yalnız kuvvetli fertlerden mürekkep olanlardır. Şark, tarihi ile idaresiyle, kanunlarıyla, di­ niyle, ahlakiyle, felsefesiyle ferdi mütemadiyen ezmiş­ tir. Kemaist inkilabın birinci hedefi ferdi bu ezici ve öldürücü amillerden kurtarmaktır. Gerek vazetmiş ol­ duğu devlet sistemi ve gerek bu sistemin istinat ettiği Teşkilatı Esasiye Kanunu bu yüksek emelden ilham al­ mışlardır. Binaenaleyh Kemalist devletin birinci hedefi ferdi himaye ve teşvik ve ferdi n inkişaf ve yükselmesini te­ min etmektir" ( 1 5 ) . Kısacası Ağaoğlu'na göre, "İnkilap ve Kadro" ferdi tamamen siliyor, ortadan kaldırıyor ( l6 ) . Nitekim söz konusu kitabının 1 19'uncu sayfasında de­ niliyor ki, "Devletin iktisadi faaliyetinin hududu hak­ kında şimdiden kesin bir şey söylemek yersizdir. Yalnız biz bu hududun sürekli olarak genişleyeceğine ve dev-

{ 1 5) Ahmet Ağaoğlu, a.g.e.,

s.

73-4. Ağaoğlu da aynı şekilde, Kemalist

kadronun fert ve devlet ilişkisine dayandığını savunuyordu. Nite­

kim daha 1 923 yılında i k t i sat Bakanı Mahmut Esat Beyi n , İzmir ik­ t isat Kongresinde «Yeni Türkiye m u ht el i f bir iktisat sistemi takip etmelidir� ifadesi bize göstermektedir ki, Kemalistler henüz Cumhu­ riyetin kurulduğu sıralarda özel girişim

daki <:mırlan çizmiş hulunuyorlıırılı. ( 1 6) Afetiııan , a.g.e., s. 1 38.

ile. devlet girişimi

arasın­


44

KEMALİST MODELDE

Jetin gittikçe tekemmül eden milli bir işbirliği cihazı olarak azami inkişaf kabiliyetine malik olacağına ka­ niiz". Oysa ki, "Gazinin, İsmet Paşanın, Recep Beyin nutuklarını mütalea ve tetkik ediniz. Hepsinde aynı noktaya aynı vuzuh ve sarahatla tesadüf edersiniz. Hep­ si : Devlete devletinki, ferde ferdinki, demişlerdir. Dev­ let yalnız ferdin yetişemediği ve yapamadığı şeyleri ya­ par diye tasrih etmişlerdir" (17 ) . Kadrocular ile devlet v e fert teorisyeni arasındaki tartışmaların ağırlık noktaları, birincinin ferdi silerek devlete yönelmesi, ikincisinin ise ferdin hakkı ferde ; devletin hakkı devlete verilmesi esasında toplanması­ dır. Mustafa Kemal, 1932 - 1934 yıllan arasında yayın hayatını sürüdüren Kadrocular ile devlet ve fert teoris­ yeni arasındaki sürüp giden bu tartışmalara sadece bir gözlemci olarak katılmış, olaylann akışına müdahale etmemiştir. Nitekim, dergiyi kapatma kararını Musta­ fa Kemal'e bildirmeye gelen ve inkilabın fikir cephesi­ ni kurmağa ve Halle Partisinin prensiplerini bu cephe­ de tefsir ve . tedvine çalışmak isteyen Yakup Kadri'ye : "Hayır ! ", dedi, "dergini kapatmayacaksın. Ancak, dün ak.şanı söz konusu olan herhangi bir "itibarlı" ya­ zınız gözümüze ilişti mi, senden ve arkadaşlarından o yazı ile ne demek istediğinizi soracağım. Mutabık mı­ yız?". Aslında Kemalist modelin devletçilik ideolojisi et­ rafında sürdürülen bu yorumlar, 1933'te Türk sanayii­ nin geliştirilmesi için ilk Türk Beş Yıllik Planın hazır­ lanıp, 9 Ocak 1934'de onaylandığı planlı döneme rasla( 1 7) Afetinan. a.g.e., s. 1 37-8.


FERT

ve

DEVLET iLiŞKiLERİ

45

maktadır. "Yeni ekıOnomik politikanın bu ilk belirtisi, İsmet Paşa'nın 1930'da Sivas'da devletin daha büyük ekonomik faaliyetine olan ihtiyacı üzerinde önemle durduğu konuşmasında görüldü. Ondan sonra, 20 Ni­ san 1931'de Mustafa Kemal, ertesi ay Cumhuriyet Halk Partisi kongresinde kabul edilecek ve daha sonra Ana­ yasa'ya konulacak olan altı "temel ve değişmez" ilke'yi ilk kez ortaya koyduğu ünlü bildirisinde yayınladı. Bunlar hala parti filamasında altı okla temsil edilir. Bildirinin birinci maddesi "Cumhuriyet Halk Fırkası Cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inki18.pçıdır" der.


KEMALİST İDEOLOJİ VE BOLŞEVİZM 1931 yılında bizzat M. Kemal Paşa tarafından ile­ ri sürülen bu bildiri de, "altı ok" olarak simgelenen il­ kelerden yalnız biri -devletçilik- yeni idi. Bildirinin üçüncü maddesinde devletçilik şu deyimlerle tanım­ lanmıştı : "Hususi mesai ise faaliyeti esas tutmakla beraber mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha ve memleketi mamuriyete eriştirmek için milletin umu­ mi ve yüksek menfaatlerinin icap ettirdiği işlerde bil­ hassa iktisadi sahada devleti fiilen alakadar etmek mü­ him esaslarımızdandır" ( 1 ) . Bu olay aynı zamanda "Rus örneğinden esinlenen ve Kayseri'de Sovyetler Birliği ile kurulan kombina ile, tekstil sanayiinin (2) gelişmeşi, ekonomik ve siyasal alanda Türk - Rus ilişkilerinin ye­ niden iyileşmesi dönemine de raslamaktadır. Gerçek odur ki, bir yandan, 1928 '" 1929'da, Moskova'da ideolo( 1 ) Bemard Lewis, a.g.e., s. 284 - 5. (2) Bemard Lewis, a.g.e., s. 285. Keza. Türk

« Planlam a

Çalışmaları

1 932 Ağustosunda Tiirkiye'cle Prof. Orlof başkanlığında bir Sov­

yet heyetinin gelmesiyle başlar. Orlorun demecine göre bu heyet, «Rw;ya'da beş yıllık sanayi progr.ıı mıncla çalışan uzmanlardan te­ rekküp etmekte ve Türkiye'nin sanayileşmesi için tanzim edilecek programda çalı:,mak üzere, davet e di lmi ş bulunmaktadır (Korkut Boratav, 1 00 soruda Gelir Dağılımı, s. 1 54, 1 969) veya Bilsay, Ku­ ruç İktisat Politikasının Resmi Belgeleri, 1963, s. 19. Keza Geor­ ges S. Harris, a.g.e., !'ı. 21 3).


FERT

ve

DEVLET İLİŞKİLERİ

47

jiye yeniden genel bir yön verme sırasında, yeni bir yo­ rum yolu benimsenerek Mustafa Kemal'in birdenbire bir devrimci kahramandan bir gerici tiran haline geti­ ıildiği dönemlerden sıyrılarak, Türk - Rus iliş.kilerinin iyi bir platforma oturtulduğu, diğer yandan da Türk ekonomisinin planlı bir kimliğe kavuşturulduğu bu dö­ nemlerde bile Mustafa Kemal'in, fert-devlet ilişkisi gö­ rüşünden kıl payı bir sapmaya raslamak mümkün de­ ğildir. 1920'lerde ne demişse, 193 5 'lerde de aynı şeyi söy·

lemiştir :

"Fertlerin hususi teşebbüslerini ve şahsi kabiliyet­ lerini esas tutmak, fakat büyük bir milletin ve geniş bir memleketin bütün ihtiyaçlarını ve birçok şeylerin yapılamadığını gözönünde tutarak memleket ekonomi­ sini devletin eline alması esasına dayanarak Türkiye'­ nin tatbik ettiği devletçilik sistemi, 19'uncu asırdanbe­ ri sosyalizm nazariyatçılarının ileri sürdükleri fikirler­ den alınarak tercüme edilmiş bir sistem değildir" (3 ) . Kemalist devletçilik, fertlerin özel girişimleri ve kişisel yetenekleri esas tutulmak kaydıyla üretim ve dağıtım araçlarını fertlere bırakan ve ancak ülkede birçok şey­ lerin yapılmadığı göz önüne alınarak ekonominin dev­ letin eline alması ilkesine dayanır. Burada fert ve dev­ let ilişkisi yine uyumlu bir şekilde bütünleşmiş olarak karşımıza çıkmaktadır. Devletin görevleri yanında fer­ din sınırları kalın çizgilerle belirtilmiştir. Bu nedenle, bazı yabancı uzmanların : "Türkiye'de gördüğümüz şey, planlı ekonomiye değil, sermayenin çoğunun hükü­ metçe sağlandığı kötü yönetilmiş bir kapitalist ekono­ miye benzer. Rus etkisinin sonucu, ana ve babasının en iyi imkanlarının hiçbirisini tevarüs etmeyen bir melez(3) Mustafa Baydar, Atatürk Diyor ki,

s.

87, Keza Lewis, a.g.e. ,

s.

286.


KEMALİST MODELDE

48

dir" ( 4) , şeklindeki eleştirilerine katılmak mümkün de­ ğildir. Çünkü, bu yanılgıların nedeni, Kemalist ideoloji ile uygulama arasında ortaya çıkan günah ve sevaptan

bizzat sistemin sorumlu

tutulmasıdır.

Aynı

şekilde,

"Kemalizmin devletçilik ilkesini benimsemesi, Sovyet­ ler Birliğine veya komünizme herhangi bir politik veya ideolojik eğilimden değil, fakat zamanın. tamamen pra­ tik zorunluluklarından doğmuştur" yargıları da geçerli değildir. Başlangıçta da değindiğimiz gibi, Kemalist mo­ delde fert ve devlet ilişkilerinin kökenleri,

ülkemizin

tarihsel ve sosyal yapısına uygun gerçeklerinden doğ­ makta, bu da Mustafa Kemal'in kişiliğiyle yakından il­ gili bulunmaktadır. Bu gerçeği son ,bir defa daha 1921 yılında Ankara'da yapmış olduğu bir konuşmada gözle­ yebiliriz : "İlmi içtimai noktalarından bizim

hükumetimizi

ifade etmek lazım gelirse "halk hükümeti" deriz. Biz ha­

Ç

yatını, istil,dalini kurtarmak i in çalışan erbabı sayiz, zavallı bir halkız. Mahiyetimizi bilelim. Kurtulmak, ya­ şamak için çalışan ve çalışmaya mecbur olan bir halkız. Binaenaleyh herbirimizin hakkı vardır. Salahiyeti var­ dır. Fakat çalışmak sayesinde bu hakkı iktisab ederiz. Yoksa arka üstü yatmak ve hayatını sayden muarra ge­ çirmek isteyen insanların bizim heyeti

içtimaiyemiz

içerisinde yeri yoktur, hakkı yoktur. O halde ifade edi­ niz efendiler ! Halkçılık, nizamı içtimaisini sayine, hu­ kukuna istinat ettirmek isteyen bir mektebi içtimai ­ dir. Efendiler ! Biz bu hakkımızı mahfuz bulundurmak, istiklalimizi emin bulundurabilmek için bütünlüğümüz­ ce, milli kültürümüzce, bizi mahvetmek isteyen emper­ yalizme karşı ve bizi yıkmak isteyen kapitalizme karşı (4) M. W. Thomburg ve diğerleri , Turkey

an

cconomic appraisal, s. 286.

39, 1949. Aynı eleştiri için bakını� Lewis, a.g.e.,

s�


FERT

ve

DEVLET İLiŞKİLERİ

49

lıeyet-i .milliyece mücadeleyi caiz gören bir mesleği ta­ kip eden insanlarız (4a) .

Hük.funetimizin istinat ettiği

esasın ilmi içtimaiye müstenit bir esas olduğunu bariz .bir surette görürüz. Fakat ne yapalım ki demokrasiye benzemiyormuş, sosyalizme benzemiyormuş, hiçbir şeye benzemiyormuş ! Efendiler biz benzememel-)le ve benzet­ .memekle iftihar etmeliyiz ! Çünkü biz, bize benziyoruz"

(5) . Görülüyor ki, Kemalist modelin fert ve devlet iliş­ kisi, ne Batı ne de Doğu modeline dayanmayan, sadece sosyal bilim gerçeğinden hareket eden "bize benzeme" 'ilkelerini kapsamaktadır. Bu yüzden sistemi baştan so­ na kadar tutarlı ve dışındaki gerçekle bağlantılıdır. Za­ ten Mustafa Kemal hayatla ilişkisini kesen, gösterme­ lik her türlü sistemden nefret ediyordu.

Tovariç olayı

·-onun bu içtenliğinin 'bir örneğidir : " . . . Yine bir akşam Sovyet Elçiliğinde - ki Ankara'da buraya Chez_les Bol­ .cheviks denirdi - Gazi'nin muzipliği tutmuş ve Elçiye takılmaya başlamıştı. Elçiliğin salonu pahalı halılarla süslüydü ; masalar yemeklerle dolup taşıyor, yalnız üzer­ ·ıerine asılmış olan Lenin ve Kari Marx'ın portreleri ha­ vaya biraz sıkıntı veriyordu. Mustafa Kemal birkaç ka­ deh votka içtikten sonra ev sahibine döndü ve : "Bu zi­ yafeti hazırlayanlardan hiçbirini burada göremiyo­ rum", dedi. "Çağırsanız da onlar da gelip aramıza ka­ tılsalar". Büyükelçi � ıkı ntı lı bir tereddüt anı geçirdi. Sonra ;ahçı ile öteki hizmetçileri çağırttı. Onlar da kalabalık: bir grup halinde gelerek Gazinin "sınıfsız sofra" dediği (4a) Atatürk Diyor ki, s. 46. i(5)Kcmal Atatürk'ün Söylev ·ve Demeçleri, Cilt: 1, Keza Lewiş, a.g.c., s. 458-9.

s.

l 90-1, 1945-1952,

F - 4


KEMALİST MODELDE

50

ziyafete katıldılar, sonra bu konuda daha da coşarak Rus ihtilalinin temelini teşkil eden eşitlik ilkeleri üze­ rinde bir konuşmaya girişti : "Çalışma saatları dışında bütün insanlar eşittir diyordu. Sizin ihtilaliniz sınıflar arasında ayrılık tanımaz. Müslümanlıkta da böyledir. Zenginlerle fakirler arasında fark yoktur". Arkadan, iç­ kisini tek başına içen bir kapıcıya döndü : "Tovariç'', dedi. "Öyle yalnız içmek olmaz. Gel ka­ dehlerimizi doldurup beraber içelim. Türkçede bir ata­ sözü vardır : "Biri yer, biri bakar, hep kıyamet bundan kopar". Herkes şerefe kadeh kaldırdı, arkadan dans başladı. Elçilikten çıktıkları zaman Mustafa Kemal ar­ kadaşlarına "Buna ne buyurursunuz?" dedi. "Hem eşit­ likten dem vururlar, hem de sıra yeyip içmeye gelince ortaya bir sınıf farkı çıkarırlar" (6) . Aslında Tovariç olayı, sofradaki devlet ile kapıdaki ferdin iç dramını ortaya koyması bakımından çok ma­ nidardır. Hepsi o kadar. Kemalist modelde fert ve devlet ilişkisi istenilen tarafa çekilebilecek esnek bir kavram çifti değildir. Varlık nedenleri "biri diğeri için olan" bir niteliktedir. Yalnız 1931 Ocağında İzmir'de, Mustafa Kemal, devlet­ çi kavram üzerinde duran bir konuşma yapmıştır. Bu konuşmada ilk kez, Halk Fırkası programının bir un­ suru olarak devletçi tutumdan söz edilmektedir : "Fır­ kamızın takip ettiği program iktisadi noktai nazardan devletçidir. Halkımız tab'an (doğuştan) devletçidir ki her türlü ihtiyacı devletten talep etmek için kendisin­ de bir hak görüyor. Bu itibarla milletimizin tebayii (do­ ğuştanlığı) ile Fırkamızın programında tamamen bir (6) L. Kinrosa, a.g.e., ve

s.

453-4. Enver

Milli Mücadele Tarihi

sh.

501 .

Behnan, Şapolyo, Kemal

Atatiırk


FERT

ve

51

DEVLET İLİŞKİLERİ

mutabakat vardır" (7 ) . Burada, Mustafa Kemal'in kul­ landığı Devletçi k avramı, soyut anlamd a her türlü ik­ tisadi girişimleri fertten alarak devlet tekeline terke­ dilmesi anlamına gelmemelidir. Türk l'ıalkının, "doğuş­ tan devletçi olması" ifadesi de zaten bu gerçeği göster­ mektedir. Zira, Türk geleneğine ve değerler sistemine göre devlet, bir "baba" ı0larak düşünülür. Halkımızda­ ki bu duygu çeşitli stereotiplerde yerini ve anlamını bul­ maktadır. Bu nedenle, "Kemalist rejimini n pragmatik niteliği, devletçiliğin el yordamıyla günlük ihtiyaçların ve sosyal gruplardan gelen baskıların etkisiye yalpa­ lıyarak, zikzaklar çizerek gelişmesi anlamına gelmiştir"

(8) · biçimindeki

değerlendirmelere

aslınd a

katılmak

mümkün değildir. Netice olarak, Kemalist sistemde fert devlet kav­ ramları birbirleriyle uyumlu şekilde bütünleştikleri tak­ dirde toplumsal yaşamın varlığından söz aksi

takdirde

toplum,

ya

kapitalizmin

edilebilinir, veya

komü­

nizmin sömürü alanı içine girmekten kendisini

kur­

taramaz. Bu onun kişiliği ile Türk ulusunun kendine özgü koşullarının ortaklaşa tipleştirdiği bir "noktai na­ zardır". Nitekim M. Kemal lm noktai nazar'ı kendisine özgü uslubu ile şu şekilde açıklıyordu : "Biz memleket ve milletimizin istiklalini kurtarmak için karar verdi­ ğimiz zaman kendi noktai nazarımıza tabi bulunuyor­ duk ve kendi kuvvetimize dayanıyorduk. Hiç bir kim­ seden ders almadık, kandırıcı vaadlerine

aldırarak işe

girişmedik. Bizim noktai nazarlarımız bizim prensiple­ rimiz cümlece malUmdur ve Bolşevik prensiplerini mil­ letimize kabul ·ettirmek için de şimdiye kadar hiç dü(7) Bilsay Kuruç, a.g.e., s. 1 4, nakleden K. Boratav. a.g.e . . s. 45. (8) JC. Roratav, a.g.e., !I. 1 35.


KEMALİST MODELDE

52

şü.nmedik ve teşebbüste bulunmadık" (9) . Hatta, o dö­ nemlerde, Türkiye Halk İştirakiyun Fırkasının orJanı olan Emek gazetesi, komünizmin prensiplerinin Kur'an-ı Kerimle çelişmediği teranesini ispatlamak için bir hay­ li çabaladı. Komünizmin bizzatihi emperyalist görünüş arzettiği iddiasını da çürütmeye kalkıştı. Ancak, şura­ sı oldukça dikkate değer ki, aynı Emek gazetesi Musta­ fa Kemal'e doğrudan doğruya saldırmaktan hiç kaçın­ madı. Son sayısında kesin ve inatçı bir ifade ile şöyle yazmıştı : "Kemal, Anadolu'nun mutlak buyrukçusudur. Tu­ talım zafer kazandı. Köylü sınıfının durumu, sanki bu yüzden iyi olacak? Kemal, ne zafer kazanırsa kazansın, Anadolu halkına yararı dokunmayacaktır. Yalnız in­ san tek başına memleketi yoksulluktan

kurtaramaz.

Ancak sosyal inkilaptır ki, Anadolu halkını sermayenin boyunduruğundan kurtarır.

Bu sebeple, Yunanlı em­

peryalistlerle süregelen savaş sona erer ermez, Anado­ lu'da bir iç savaş başlayacaktır." ( 10) . Bu nedenle ba­ zı çevrelerin iddia ettikleri gibi : "Hiç şüphe yoktur ki Mustafa Kemal Paşa ve bazı arkadaşları Türkiye'yi kur(9) Tank Zafer Tunaya, Atatürk ve Atatürkçülük, s. 96-97. Keza, Kaz­ gan'a göre : «Türkiye devletini kuran Atatürk'ün sosyalizm eğilim­ leri ve sosyalist düzenle ilg i li tedbirleri ihtiyacın doğurduğu faka: doktriner olmayan bir mana taşımaktadır. Kısacası istiklal Savaşı boyunca Rusya'dan çeşitli yardımlarla beraber gelen veya Tür­ kiyc'ye sokulmak

istenen fikirler ile 1 930'lann devletçiliği ıara­

sında şu veya bu şekilde bir bağ kurmak mümkün olmamaktadır. Bazı kimselerin zannettiği gibi, bu devletçilik Rus modeli olmayıp Amerika ve Avrupa'<la o yıllan.la mevcut i kfüadi buhrana karşı alınan tedbirlerin o devirde Türk

ekonom isine adapte edilebilen

yönlerine daha yakın görünmektedir.» (Haydar Kazgan, Atatürk Sos}ruist Değildi . Cumhuriyet, 23 Kasım 1963, nakleden 1. H. Baltacıoğlu, a.g.e., s. 83). (10) George Harris, a.g.e. s. 1 32.


FERT

ve

DEVLET İLİŞKİLERİ

53

tarınak için ilk zamanlar Bolşevik olmayı bile düşün­ müşlerdi" ( 1 1 )

tarzındaki yargıları gerçeklere ters dü­

şer. Çünkü Mustafa Kemal'in kişiliği ve "noktai nazarı" bu ideolojiyi benimsemeye elverişli değildir. Nitekim bu hususu Tek Adam yazarı şu şekilde belirtmektedir : "Mustafa Kemal hiç şüphe yok ki ne komünist hat­ ta ne de sosyalist, sosyalizm ve onun en sol ve ihtilalci şekli yani toplum yapısının ihtilal yolu ile topyekun ve yeniden inşaası demek olan komünizm .ona yaban­ cıydı. Kaldı ki, Mustafa Kemal, sınıf kavgası değil, mil­ li kurtuluş mücadelesi yapıyordu.

Bu mücadele Batı

manasında sınıfların teşekkülüne karşı özlemler, yani gelecekteki sınıf kavgalarını önleyici hedefler güder ve ( i l ) Yılmaz Altuğ, lürk Devrim Tarihi Dersleri s. 1 17

8. 1973. Ke7.a, 21 1 ... A. Şnu rov ise bu hu­ susta şöyle d iyordu : Kemalistler her yerde herk ese sosyalizmin Ruslara özg ü hir olay olduğunu, Tü rki ye yle hiçb ir ilişkisi olma­ Milli M ü cade le il. lstikJ.al Harb'i,

s.

'

dığını ispat etmeye çalışıyorlar. Dediklerine bakılırsa, sınıf kavg:.t"ı

yokmuş ve olmazmış.

{

«Pravda» gazetesi n i n 1 927 senesi Ekim ayında yayınlandığı Türk işçi harek eti ne değinen yazılar serisine karşı «Akşam» �u açıklamada bulundu : «Türk i şçisi ve Türk işvereni kardeşçe ge­ çinirler. Türkiyc'de kom ünist partisi yoktur, ve böyle bir partiye mü.�aade edi lebileceğ i tasaV\·ur bil e edilemez» (A. Şnurov, Kema­ list Devrim ve Türkiye P ro l et eryası s. 50 çev. Güneş Bozkaya, 1 970). Keza Türk kom ünist partisine karşı Kemalist h areket iki farklı tutumu benimsememiştir. 1 920 yılı Mayısında Mustara K ı:­ mal bir dostuna Türk komünht partisini kurdurdu. Bu parti : «Tannnın yardı m ı ile kuruldu#unu� ilin ettikten sonra, 1)°çüncü Enternasyonale katılma isteğinde bulu n u n ca gülünç bir duru m a düştü . » Jachke ise şöyle diyordu «Atati.irk'ün zaman zaman kız:ı�a ı;alar (rotgegarbeter) nutuklar söylcmeı;ini Rusları oyalamak, Tür­ kiye'dcki komünist propagancla�ını z.ararsız hale getirmek ve Ba­ tılılara karşı savaş için gerekli yardımı sağlamaktan ibaret ü.�tün diplomatik kabiliyetleri izah edem (Gotthard Jaschke, Neuel Zıır ,

·


KEMALİST MODELDE

54

organları getirebilirdi, ama aslında bir sınıf mücadelesi değildi. Hülasa Mustafa Kemal'in bir · aralık katılır gibi russich - türkischen Frcundschaft von 1 9 1 9 - 1 939. Die Well Dcs tslams, c. VI. Sayı : 3 - 4, s. 209, nakleden İsmail Arar, a.g.c., 1 9). Kemalistlerin sert komünist düşmanlığının büyük bir ihtimalle., Kominter'in Dördüncü Kongresinde Türk delegesi Orhan'ın şu söz­ leri söylemesine büyük katkısı olmuştur. «Büyük Millet Meclisi bir ihanet hükumetidir 1921 yılında Londra Konferansından bu yamı milli burjuvazi devrimci bir zihniyet ta5ımaktadır.» (Kurt Stein­ haus, Atatürk Devrimi Sosyolojisi, s. 1 15, çev. M. Akkaş, 1 973). Atatürk'ün sosyalizm .düşüncesiyle ilgili olarak Baltacıoğlu da ken­ dine özgü bir sonuca varmaktadır. «Atatürk 1 920'de Büyük Millet Meclisindeki korıuşmasnda ken­ di halkçı anlayışı ile sosyalizm arasındaki sınırlan belirtmeye ça­ lışıyordu : «Bizim görüşlerimiz bizim prensiplerimiz herkesin ma­ lumudur ki, Bolşevik prensipleri değildir, bolşevik prensiplerini milletimize kabul ettirmek için de şi mdiye kadar hiç düşünmedik ve teşebbüste bulunmadık. Bizim inancımıza göre milletimizin ha­ yatmı sağlayıp devam ettirmesi, kentli hazım kabiliyeti ile uygun görüşlerdir. Fakat esas itibariyle tetkik olunursa bi1Jm görüşleri­ mizi ki halkçılıktır, kuvvetin, kudretin, hakimiyetin, idarenin doğrudan doğruya halka verilmesidir. Halkın elinde bulıındurul­ mru;ıdır. Ve şüphe yok ki, bu dünyanm en kuvvetli bir esası, bir prensi b idir Elbet böyle bir prensip en koyu sosyalist pren­ sipleriyle çatışmaz.» (İsmail Hakkı Baltacıoğlu, a.g.e., s. 84). Bal tacıoğlu, M. Kemal'in bu konuşmasında sosyalizmden söz ederken , sosyalizm demeyip <ımüfrit sosyalizm» demesi ye 192 1 yılında Bü­ yük Millet Meclis.inde yapmı' olduğu bir konuşmada bu tür müf­ rit sosyalizmi kabul edemeyeceğini şu şekilde açı kl am ıştır : «Bakınız, hududu milliden bah!cdiyoruz. Ben çok sosyoloji ile meşgul olmadım. Fakat komünizm bittabi hudut tanımaz. Hal­ buki biz mini hudutları .kabul ediyoruz. Sonra mutlak bir ba­ ğımsızlıktan bahsecliyoruw (!!. 85), şeklindeki konuşmalarına daya­ narak, Atatürk'ün rejimini «milli bir sos}lalizm, sosyalizm yolun­ da bir devletçilik» olarak kabul ediyor (s. 84). Aynı şekilde ta­ rihçi Gökbilgin de : «Atatürk sosyalist değildi, demek, tarihi geT­ çeklere tamamen uygu n bir görüş saytlaırLilZ» diyordu (M. Tayyib Gökbilgin, Atatürkçülük ve Felsefesi Ulus, 1 8 Mart 1967, nakleden ' i. H. B aııacıoğlu, s. 84>. .

.

­


FERT

ve

DEVLET İLİŞKİLERİ

55

olduğu bu harekete ne miZacı ne formasyonu müsaitti. " ( 1 2) .

( 1 2) Şc�·ket Süreyya a.g.e., bord'a verdiıği

«Bolşevikliğe gelince,

adetlerimizin

404. Keıa 191 9'da Gcncr�l James Har­

s.

beyanatta.

Must afa Kemal

Paşa

şöyle

diyordu :

içtimai bünyemiz kadar dinimiz ve örf

böyle bir

müsait

telkine gayri

olm ala n

ve

itibariyle

memleketimizde bu doktrine herhangi bir yer yoktur. Türkiye'de

ne milyon lar ca büyük ııaatlcar ve işçi vard ır.

sermayedar ne Diğer taraftan, ,

de milyonlarca esnaf,

ı.a­

zirayi bir meseleye mah­

mu l de ği l iz . Nih ayet , içtimai nokıai nazardan dini iti kad ı mı z . had­ di zatında, bizi: bolşevizmi kabul den müstağni kılar (G.S. Harris, a.g.e.

s.

5). Nitekim aşağıdaki belge de bu hususu açıkça teyicl : «Milli m ücadelenin ilk yıllarında Ruslar Türk dostlu­

etmektedir

ğundan

faydalanarak,

jimlerinin daki

Ankara')la bir temsil

kou göndererek

propagandasını yapmışlardı. Bu temsil

yaı:ıan

Maarif Vekaletinin

Ulus

konfel1311s salonunda

re­

meydanın­ veri l mişti .

Temsilden önce Ruslar &ıte.rnasyonal marşını çaldılar. Herkes aya­ ğa kalktığı halde Atatürk kaıkmadı. Fakat yanında bulunan Kü­ tahya mebuslarından biri ayağa kalktı. Atatürk ona : - Niçin kalktın?.

Diye sordu O

da :

Paşam, Enternasyonal çalıyor. Atatürk bu mebusun kolundan çekerek . - Sen

milli bir devlet

adamısın,

Enterna.syon ahlen sana ne.?

diyerek bu mebusu oturtmuştu», E. Behnan,

türk ve Milli Mücadele Tarihi, s. 502, 1958.

Şapolyo, K emal

Ata­


KEMALİST

MODELDE

"BAGLILIK"

DAYANI�

MA Aydemir'in Mustafa Kemal'e atfettiği bu mizaç ve· formasyon niteliği -- ki o bunu "noktai nazar" olarak belirtiyordu - üzerinde önemle durulması gereken bir· husustur. Nitekim çeşitli konular üzerinde el yazısı ile­ not ettiği görüşler dikkatle incelendiğinde, "millet',

"milliyetçilik",

"devl�",

"vatan",

"ferdiyetçilik'',

"Demokrasi",

"Cumhuriyet",

sendikalizm",

"hürriyet", "hoşgörürlük"

"Bolşeviklik", ve

"ihtilalci "solidari-·

te" kavramlarına rastlamaktayız. Bu kavramlar basit ve sade ifadelerle Mustafa Kemal tarafından o kadar· güzel bir şekilde açıklanmış ve tarihsel gerçeklerimize istinat ettirilmiştir ki, bunlardan fert ve devlet ilişkisi­ ni kapsaması bakımından "solidarite" veya kendisinin deyimiyle "bağlılık"

kavramını incelemek

istiyorum.

Mustafa Kemal, bağlılık bölümünü şu sözlerle açıkla­ maktadır. Bütün insanlar bir toplumsal yapının üyeleri­ dir ve bu nedenle birbirine bağlıdırlar : Bu bağlar; do­ ğaldır ; toplumsaldır ve iktisadidir. "Evrimin amacı, in­ sanlan birbirine benzetmektir; dünya birliğine doğru yürümektir; insanlar arasında sınıf, derece, ahlak, el­ bise, dil, ölçü farkı gittikçe azalmaktadır. Tarih, yaşa­ mak kavgasının, din, ırk, kültür, eğitim yabancılan ara­ sında olduğunu gösterir. Birliğe doğru yürüyüş, barışa doğru yürüyüş demektir. Mustafa Kemal'e göre bağlılık


FERT

ve

DEVLET İLİŞKİLERİ

57

hakkında en önemli olan düşünüş ve görüş de bu son mütalaa olabilir. Aynı şekilde bağlılık kuramı uygula­ mak "sosyal teminatlar" adı altında toplanabilir. Bu da bir kanun yoludur. ı

2

---

İş kanunu, Kentlerin ve atölyelerin sağlık kurumu kanu-

nu, 3 4 5

-

-

-

Bulaşıcı hastalıklardan korunma kanunu, İşçinin ihtiyarlığa ve kazalara karşı sigortası, Hasta ve yaşlı yoksullara yardım,

6 Çiftçi sendikaları 7 Yardım dernekleri kurulması, 8 Ucuz konutlar yapılması, 9 Okul çocukları için okullarda bakkallar kurulması, 10 Bütün bu gibi derneklere devlet bütçesinden yardım ve buna benzer hususları sağlamak için yasa­ lar ( 1 ) . -

-

--

Ancak, bağlılık ile ilgili bu uygulamalar, Mustafa Kemal'e göre her yerde teveccüh görmüş değildir; çok tenkitlere uğramaktadır. Özellikle bağlılık teorisinin uygulamalarını, ferdin sorumluluk duygusunu zayıfla­ tan veyahut yok eden bir hareket olarak görenler var(1) A. Afetinan, Mustafa Kemal Atatürk için Yazdıklarım. s. 1 01 - 4.

1930 yılında : <( m illi servetin tevziinde, daha mü­ bir adalet ve emek ı;arfedenlerin daha yül'.se k refahı , milli bi rliğin muhafausı için şarttı r Du şartı daima gözönünde tutmak milli birliğin mümessm olan D evl et i n vazi fo..�idin> düşün­ cesini ortaya koyarak. sosyal adalet ve sosya l refah d evl et i konu­ larında, içinde yaş a d ı ğı toplumun çok ilerisinde bulunduğıınu bir kez daha i'patlamıt'tı ama, t oplu m u n strüktürleri b üyü k atılımlara engel oluyordu» (Cahit 1lalas, Cu mh uri yet döneminde sosyal poli­ tika. G.ımhuriyetin 50. Yılında Türkiyc'dc San ayileşme vl.' Soru n ­ l a n Semineri. s. 845 6 . 1 975). Atiatürk daha kemmel

.

-


KEMALİST MODELDE

58

dır. Diyorlar ki, aczimizi, kusurumuzu, ayıplarımızı top­ lumun üstüne atmak ferdi sorumluluğu kaldırmaktır. Oysa ki ahlak kanunun temeli ferdi sorumluluktur (2) . Böylece, fert-devlet ilişkisi sorununa, bağlılık teorisin­ de de raslamaktayız. Mustafa Kemal'e göre bu çıkmaz­ dan - yani bağlılık toplum fertleri için zorunludur, bu­ na karşılık ferdi sorumluluğu öldürmektedir - kurtul­ mak için ana hareket noktası "herkes kendi için" ye­ rine "herkes herkes için" d üşüncesi olmalıdır. Çünkü böyle bir düşünce "toplumsaldır, ulusaldır, geniş ve yüksek anlayışla insanidir" (3) . Önce de gördüğümüz gibi Kemalist modelde fert ve devlet ilişkisi soyut ola­ rak bir anlam ifade etmiyordu, ancak "toplumsal ulu­ sal ve insani" bir platforma oturtulduğu zaman gerçek kimliğini kazanabiliyordu. Aynı şekilde Mustafa Kemal gibi Ziya Gökalp de solidarizm (dayanışmacılık) ilkesi­ ne öğretisinde yer vermiştir (4) . Her iki görüşün de ha­ reket noktaları birbirine ·benzemekte ve ortak yönleri de göze çarpmaktadır. Çoğu kez, Ziya Gökalp'ın fert­ toplum "Devlet" ilişkileri hakkındaki görüşleri yanlış anlamalara yol açmıştır. Sanılmıştır ki, Gökalp "fert yok cemiyet var" sloganında görüldüğü gibi - ferdi top­ lum için feda etmektedir. Bu yanlış bir yargıdır. Bunu. Gökalp'ın görüşlerini ortaya koyarak aydınlığa kavuş­ turmak mümkündür. Bir yazısında şöyle diyordu : "Türkler hürriyet ve istiklalini sevdikleri için, iştirakçi (komünist) olamazlar. Fakat, eşitliği sevdiklerinden dolayı, fertçi de kalamazlar. Türk kültürüne en uygun olan sistem solidarizm yani dayanışmacılıktır -Mustafa (2) A. AFetinan, a.g.e., (3) A . Afetinan. a.g.e.,

s. s.

1 03. 1 04.

(4) Ziya Gökalrı, Türkçülüğün Es:ı.� ları, Kaplan. 2'nci

baskı,

1 973 .

s.

1 80, hazırbıyıın

:

M�hnıo:t


FERT

ve

59

DEVLET İLİŞKiLERİ

Kemal'de bağlılıkçılık. . . Ferdi mülkiyet, sosyal dayanış­ maya yaradığı ölçüde meşrudur. Sosyalistlerin ve kcr münistıerin ferdi mülkiyeti ilgaya teşebbüs etmeleri doğru değildir. Yalnız, sosyal dayanışmaya yaramayan ferdi mülkiyetler varsa bunlar meşru sayılamazlar. Bun­ dan başka, mülkiyet yalnız ferdi olmak lazım gelmez. Ferdi mülkiyet gibi, sosyal mülkiyet de olmalıdır". Fer­ di mülkiyet hakkı kadar sosyal mülkiyet hakkının kut­ sallığı görüşü, Gökalp'ın fert-toplum sınırlarını belirler. Fert ve toplum yaklaşması, ancak kamunun yaran açı­ sından bir gerçeklik kazanabilir. Soyut anlamda ferdi..: yetçiliğin Gökalp için bir değeri yoktur. Bu hususta şöyle diyordu : "Demek ki Türklerin sosyal ülküsü, fer­ di mülkiyeti kaldırmaksızın sosyal servetleri fertlere kaptırmamak, umumun yararlarına sarfetmek üzere muhafazasına ve üretilmesine çalışmaktır" ( 5 ) . P'ert­ toplum ilişkisi, iktisadi Türkçülük anlayışında açıklan­ dığı gibi, Türkiye'nin objektif gerçeklerine dayandırıl­ malıdır. Yalnız Fındıkoğlu, Gökalp'ın bu dayanışmacı­ l ık ilkesini "solidarizm yoluyla düşünülen sosyalizm" veya "sosyal siyaset kanalıyla gerçekleştirilecek sosya­ lizm" şeklinde yorumlayarak, Gökalp'ın bir çeşit parla­ menter sosyalist olduğunu belirtmektedir (6) . Bunu da, 1 914'ü izleyen dönemlerde Gökalp'ın Milli İktisat Der­ neğinin İktisadiyat Mecmuası adlı dergisinde ileri sür­ düğü "sosyal mülkiyet" felsefesinden ve "birikim fazla­ sı" teriminden çıkarmaktadır. Oysa ki bu görüşlerden Gökalp'ın ılımlı ve anti-marxist bir sosyalist olduğu so­ nucuna varmak çok güçtür. Bu hususla ilgili olarak Gökalp'ın görüşleri şöyledir : "Ferdi mülkiyet gibi, sos( 5 ) Ziya

Göblp, a.g.c.

s.

181.

�6) Ziyaetıin, F. Fındıkoğlu, Sosyalistler X I I I . Ziya Gökalp

liı:m,

s.

24 - 25; 1"966

ve

So'ya­


60

KEMALİST MODELDE

yal mülkiyet de olmalıdır. Toplumun bir fedakarlığı ve­ ya zahmeti neticesinde husule gelen ve fertlerin hiçbir amelinden hasıl olmayan fazla karlar topluma aittir. Fertlerin bu karları kendilerine mal etmeleri meş­ ru değildir. Fazla karların (artık değer) toplum namı­ na toplanmasıyla husule gelecek büyük kazançlar, top­ lum hesabına açılacak fabrikaların, kurulacak büyük çiftliklerin sermayesi olur. Bu umumi teşebbüslerden husule gelecek kazançlarla fakirler, öksüzler, dullar, hastalar, kötürümler, körlet ve sağırlar için özel bakım yerleri ve okullar açılır. Umtimi bahçeler, müzeler, ti­ yatrolar, kütüphaneler kurulur. İşçiler ve köylüler için sağlık konutları inşa edilir. Memleket umumi bir elek­ trik ağı içine alınır. Özetle, her türlü sefalete son ve­ rerek umumun refahını ,sağlamak için her ne gerekirse yapılır." (7) . Gökalp'ın solidarizm hakkındaki görüşleri yaklaşık olarak bu esaslardan ibarettir. Kemalist modelin bağlı­ lık ilkesi de bu tür toplumsal siyaset tedbirlerini öneri­ yordu. Yalnız Gökalp'te bu ilkelerin uygulanması için hangi organ fertlerden sağlanan fazla karları toplaya­ rak, toplum hesabına açılacak fabrika ve benzer tesis­ lere yatırılacak ve bu toplama işlemi ne şekilde yürü­ tülecektir? Bu hususlar aydınlığa kavuşturulamadığı halde, Mustafa Kemal'de bu tür sosyal politik tedbirler açıkça devlet aracılığı ile yönetileceği belirtilmiştir. Kemalist sistemde bağlılık teorisi ile ilgili olarak önemli bir nokta da, henüz 1920'lerde Mustafa Kemal'­ in bizzat hazırlamış olduğu Halkçılık programıdır. Son­ radan 1924 Anayasasına esas teşkil edecek olan bu prog( 7 ) Ziya Gökalp. a.g.e

..

s.

181.


FERT

ve

DEVLET İLİŞKİLERİ

61

ram, bir bakıma bağlılık (dayanışma) felsefesi için kök­

lü tedbirleri de kapsamaktadır. 1917 Rus Devriminden sonra geliştirilen popülizm hareketinden farklı olan bu halkçılık ilkesi, aynı zamanda Gökalp'ı n önerdiği halk­ çılıktan da farklı görüşleri yansıtmaktadır. Popülizm hareketinde temel felsefe, komünizm ideolojisi doğrul­ tusunda halkı eğitmek, Çarlık kalıntılanyla halkı mü­ cadeleye çağırmak gi.bi siyasal bir amaç güdülmektedir. Gökalp'ın halkçılığında ise, kültür ve uygarlık ikiliğini aydın ve halk kadrosu arasında karşılıklı sindirme ama­ cı vardır. Yani halkta kültür, aydında uygarlık var­ dır; halkın uygarlığa sahip olması, aydının da halkta olan kültürü kazanabilmesi için, halka yönelmesi, halk­ la halklaşması esastır. Mustafa Kemal'in halkçılık il­ kesi, her iki görüşten de aynlmaktadır. Zaten Gökalp'­ ın halkçılığına, Mustafa Kemal, "Aydınlan halk düze­ yine indirmekten ziyade, bütün halkı eğitimde aydın olarak yetiştirmek gerekir" ifadeleriyle karşı çıkmak­ tadır (8) . Ona göre, halkçılık, sadece siyasal, hukuki bir kavram değildir, aynı zamanda sosyo ekı0nomik bir dü­ şünce sistemidir de. Nitekim 1 Aralık 192l 'de Mecliste vermiş olduğu ·bir söylevde, halkçılığı, "sosyal meslek" olarak tanımlıyordu. Bu fikirlerinde Durkhem'in orga­ nik dayanışma adlı görüşlerinin etkisini düşünmek mümkündür. İş bölümü meslekler arası dayanışma ve özellikle sosyal meslek gibi, Kemalist ideolojinin bağ­ lantı teorisinde rasladığımız kavramlar bunlar arasın­ dadır. Kemalist modelde halkçılık, halk için halkı ezen bir sistem değil, tersine, "kuvvetin", "kudretin" ege(8) Bu ifadeler açıkça gösteriyor ki, Kemalist model, halk - aydın iki­

liği

yerine birliği düşüncesine dayanmaktadır. Bu da M. Kemal'i,

Gökalp't<ı>a ayıran önemli bir noktadır.


62

KEMALİST MODELDE

menliğin" ve "yönetimin" doğrudan halka verilmesidir. Bu bakımdan, "halk devri'', Mustafa Kemal için, "eko­ nomi devridir". Böyle bir "halk devrinin" hareket nok­ tası da, Türk ulusudur. Nitekim, 30 Haziran 1924'te ay­ nen şöyle diyordu : "Asırlardan beri Türkiye'yi idare edenler çok şey­ ler düşünmüştür; fakat yalnız bir şey düşünmemişler­ dir : Türkiye'yi. Bu düşüncesizlik yüzünden Türk vata­ nının, Türk milletinin duçar olduğu zararı ancak bir tarzda telafi edebiliriz. O da artık Türkiye'de Türk'den başka bir şey düşünmemek (9) . Görülüyor ki, Kemalist ideolojide halkçılığın temel ilkesi, yüzyıllarca ihmale uğramış, unutulmuş Türk hal­ kını yeniden biçimlendirmek ve uygarlığın, Teknoloji­ nin tüm olanaklarından yararlandırmaktır. Türkiye'ye ve Türk halkına hizmet etmek, onu . kalkınmanın ekse­ ni olarak kabul etmek, Kemalizmin sosyal politikasının modern yönünü vermesi bakımından üzerinde önemle durulması gereken bir husustur. Kemalist ideolojide bağlılık teorisiyle ilgili bir di­ ğer önemli noktada, bizzat Mustafa Kemal'in belirttiği gibi, "Türkiye Cumhuriyeti Halkını ayrı ayrı sınıflar­ dan mürekkep değil, fakat ferdi ve sosyal hayat için iş bölümü itibariyle muhtelif mesai erbabına ayrılmış bir topluluk telakki etmek" ( 10) tir şeklindeki "sınıfsız" lık anlayışıdır. Ancak, bu sosyal sınıfsızlık görüşü, Marxist öğretinin dayandığı sınıfsız toplum teorisiyle uzaktan ve yakından ilgili değildir. Tersine Marxist öğretiye kar­ şı, Türk toplumunun tarihsel ve kültürel koşullarına öz(9) İsmail Arar, Atatürk'ün Halkçılık Progrıi.mı, s. 24 - 25. 1 963 . 1smail Arar. a.g.e., s. 25.

(IO)


FERT

ve

DEVLET İLİŞKİLERİ

63

gü, yeni bir görüş açısıdır. Böylece, Mustafa Kemal, Türk toplumunu ayrı ayrı sınıflara ayırmaya karşıttır. Ancak, iş bölümü sonucu halkın çeşitli iş sahalarına ay­ rılmış olması yeterlidir. Görülüyor ki, Kemalist model­ de, her şeyi sınıf açısından düşünmek prensibi yerine, iş bölümü ilkesinden hareket ederek, halkın çeşitli iş sahalarına ayrılmış olması yeterlidir. Son yıllarda Türk toplumunu Marxist açıdan de­ ğerlendiren aydınların görüşleri ile Kemalist modelin çatışma noktalarından biri de buradadır. Bugün Batı toplumlarında, özellikle Fransa'da düşünürlerin, �er çe­ şit sosyal gerçeği sınıf açısından yorumlayan zihniyetin usandırıcı görüşlerinden söz açanlar vardır. Özellikle sı­ nıf çıkarlarının bir sınıf kavgasına dönüşmesi hususu da demokratik toplumların yakındıkları bir gerçektir. Toplumu sürekli olarak bir sınıflar kavgası içinde tut­ manın Batı toplumlarında, hatta kendi toplumumuzda son yıllarda nasıl acı sonuçlar doğurduğu bilinmekte­ dir. Bu nedenle, Kemalist sistemin getirdiği sınıflar di­ yaloğu, uzlaştırıcı ve bütünleştirici olması bakımından, Türk toplumunun tarihsel gelişimine daha uygun düş­ mektedir. Kemalizmde, iş bölümü sonucu sosyal mesleklerin çeşitli iş sahalarına ayrılması gerçeği her şeyden önce birbirinden farklı yedi tabakalaşma veya sosyal dilimi ortaya koymaktadır. İş sahaları diyebileceğimiz bu sos­ yal dilimler, sırasıyla : 1) Çiftçiler, 2) Küçük sanat sa­ hibi ve esnaf, 3) Emekçi veya işçi, 4) Serbest meslek sahibi, 5) S anayici, 6) Tüccar, 7) Memur'dur. Mustafa Kemal'e göre, "Bunların herbirinin çalışması umumi camianın hayat ve saadeti için zaruridir. Fırkamızın bu prensibleri, istihdaf ettiği gaye sınıf mücadelesi ye-


KEMAÜST MODELDE

64

rine içtimai intizam ve tesanüt temin etmek ve bu bir­ birini çürütmeyecek surette menfaatlerde ahenk tesis eylemektir. Menfaatler, tabiatıyla maarifet ve çalışma derecesiyle mütenasip olur." ( 1 1 ) . Görülüyor ki, Kema­ list sistemde sosyal meslekler, her -şeyden önce, sınıf mücadelesi yerine SıOSyal düzen ve dayanışma ilkesini önermektedir. Halkın çeşitli iş sahalarına ayrılması sı­ nıflara değil- çıkarların da birbirini çürütmeyecek şe­ kilde birleşmesini gerektirir. Her çalışan iş sahasının bir çıkan vardır, ancak bunlar birbirini yokedecek veya bir­ birine karşıt türde değildir. Çıkarlar ulusal uyumu sağ­ layacak nitelikte bulunmalıdır. Böyle bir uzlaşmanın sağlanabilmesi için de, her şeyden önce, devlet ve fert ilişkilerinin bütünleşmiş bir felsefeye dayanması gere­ kir. Kemalist sistem, bağlılık ilkesiyle, bu yönelimi bir kez daha kanıtlamıştır.

'

(11) İsmail Arar, a.g.e.,

s.

25.


1 923 İZMİR İKTİSAT KONGRESİ VE KEMALİST­ LER Fert ve devlet ilişkisinin Kemalist modeldeki görü­ •nümü tutarlılık ilkesine dayanır demiştik. Ancak, sis­ temin uygulanmasıyla ilgili olarak yapılan yorumlar bi­ zi değişik görüşlere yöneltebilir. Bu hususu özellikle 1 923 - 29 dönemi ile 1 930'dan sonraki gelişmelerde izle­ yebiliriz. Birçok yazarlar, 1923 - 29 dönemini - İzmir İktisat Kongresine dayanarak- liberal ekonomi döne­ mi, 1930'dan sonraki tedbirleri de devletçilik dönemi olarak belirtmişlerdir ( 1 ) . Oysa, 1 923 İzmir İktisat Kon­ gresinin açış konuşmasında Mustafa Kemal'in, fert­ devlet ilişkisinde ağırlığı ferde vermek suretiyle denge­ yi bozduğuna dair en ufak bir görüşüne raslanılmaz. Ni­ tekim, 17 Şubat 1 923 günlü açış konuşmasının bir ye­ rinde aynen şöyle diyordu : " ... Geçmişte, Tanzimat devresinden sonra yabancı serm aye, üstün hakları olan bir yere sahipti. Devlet ve hükumet dış yatırımların jandarmalığından başka bir (1) Kemal Karpat, a . g e , s. 79. Beşir Hamitoğulları, Çağdaş İktisat Sl3tem!eri, s. 6 1 1 6 1 4, 1975. Korkut Bora tav 1 923 - 1 9 3 1 d öne .

.

-

,

­

mi iç i n , özel girişimin hareket serbestisini sınırlayan devlet müda­ halesinin

ve devlet işlctmeciliği'n in

asga ri

d üzeyde t ut u l d u �u

bir

dönem, 1 930 ve 1 93 1 yılb'.ırını, bir sonraki <l�vlctçi i k t isat siyase­ tinin hakim

o!tluğu döneme geçiş olarak tem>il etmekte,

1 932 -

1939'11 da devletçi İktisat politikasına geçiş olarak belirtmektedir. (K.

Doratav, a,g.e., Kc1.a, Esat

1 76 - 7, 1 97$.

Çam, Siyasal

B!lim�cre G i riş,

s.

F - 5


KEMALİST MODELDE

66

şey yapmamıştır. Her yeni millet gibi Türkiye bunu uy­ gun bulamaz. Burasını esir ülkesi yaptıramayız" (2) . Bu ifadeler, açıkça özel teşebbüse meydan okumuş­ tur. Bunun gibi, kongrede alınan 12 maddelik karar İk­ tisat Misakı adı altında toplanmıştır. Nasıl Misaki Milli Anadolu'nun kurtulmasını hedef almışsa, İktisat Mi­ sakı da aynı şekilde ekonomik alandaki milli kalkınma­ mızı sağlayacaktır. Alınan kararların kapitalist veya özelci müdahalecilik şeklinde düşünülmesi de ülke ko­ şulları yönünden mümkün değildir. Zira : "on yıllık sü­ rekli bir savaş dönemini iZleyen zafer kazanıldıktan sonra, ortaya çözümlenecek bir sürü ekonomik sorun çıktı. Memleket baştanbaşa harap olmuştu. Evler, çift­ likler yanmış, yıkılmış, hayvanlar azalmış ; tarlalar ço­ raklanmış, yiyecek, giyecek ve para kıtlaşmıştı. Türkiye savaştan çok ufalmış olarak çıkmış, lakin nüfusuna ve imkanlarına göre yine de geniş kalmıştı. Doğal kaynak­ lan geliştirmek için para bulması gerekiyordu. Ama yi­ ne yabancıların ağına düşmek k.orkusundan bu p arayı dışardan alamıyor; yabancılar da daha yeni rejime k ar(2) A. ,Afetin:ın, Atatürk'ün Devletçilik İlkesi, s. 44. Bazı )\aZarların, Mustnfa Kemal'in : « I Mart 1 922 günü, meclisi açış konuşmasın­ : «Kamu yararını doğrudan doğruya ilgilendiren kurumları ve tesebbii�leri devletleştireceğiz» demek suretiyle, devletçi görüşü te­

da

reddüte

hiç yer 1:1ırakmayacak

kesinlikle bel i rt mi şt i . Fakat zafer­

den sonra, ihtilal kendi felsefesine i h anet etti. 17 Şubat 1923 günü lzmi r'de toplanan Türkiye i ktisat Kon g res i ile yeni Türk c.levletinin M il l i Kapitalist Ekonomiyi benimsediğini görmekteyiw

tarzındaki yorumları karşısında M. Kemal'in açıkca Tanzimattan heri süre gelen iktisadi rejim karşısında devletin kayıtsızlığını be­ lirterek, «burasını esir ülkesi yapamayız» ifadeleri yazarın yeniden bu gerçekler üzerinde durmasını gerektiren h ususlardır tarnndaki ,

ifadeler hem Cem'in hem de Selek'in ortak yanılgılarıdır. (İs m a il

Cem, a.g.e. s.

s.

242.

339 . 340, 1965).

Sabahattin Selek,

Anadolu İh t il al i

,

Cilt JI.


FERT

va

DEVLET İLİŞKİLERİ

67

şı güven beslemedikleri için yatırım yapmaktan çeki­ niyorlardı". Gazi bu boşluğu doldurmak amacıyla 1 923' de İzmir'de bir İktisat Kongresi topladı. Burada, halkın, memleketin gerçek sahibi olduğu tezini, bu sefer siya­ sal alandan ekonomik alana kaydırarak bir kere daha tekrarladı. Kısacası Türkiye ekonomik alanda kendi kendisine güvenecekti. Bunun için tarım makineleştiri­ lecek, endüstri geliştirilecek, ulaşım sistemi düzeltilecek­ tir. Bu işi, başarmak için çiftçi, sanatkar, esnaf, işçi, her sınıf halkın birleşmesi gerekiyordu. Çünkü her biri öte­ kinin yardımına muhtaçtır. Bu ilkeler, konferans sonun­ da, Milli Misakın bir benzeri olan İktisadi Misaka geçi­ rildi. Buna göre , devlet özel teşebbüsün yapamadığı iş­ leri üzerine alacaktı (3) . Daha 1 Mart 1 922'de Mustafa Kemal şöyle diyordu : "Efendiler; bize karşı yapılan bu rekabet, hakikaten çok gayri meşru, hakikaten çok ezi­ ci idi. Rakiplerimiz bu şekilde, endüstrimizin gelişme olanaklannı yok ettiler. Aynı zamanda tarımımızı da zarara uğrattılar. Ekonomik ve milli gelişmemizi engel­ lediler. Memleketimizde Avrupa rekabeti yüzünden yok edilmiş ve şimdiye kadar ihmal edilegelmiş olan tarım endüstrimizi canlandırarak, çağdaş ekonomideki teknik ve araçlarla donatmaya önem vermeyi dikkatle göz önünde tutacağız. Ekonomik politikamızın önemli amaçlarından biri de; toplumun genel faydasını doğ­ rudan doğruya ilgilendirecek kuruluşlar ile, ekonomik alandaki teşebbüsleri, mali ve teknik gücümüzün ölçü­ lerine uygun olarak devletleştirmektir ( 4 ) . (3) L. Kinross, a.g.e., s . 673 - 675. s. 3 1 . İzmir i ktisat Kongresindeki konuşma­ sında il eri sürülen bu a ç ı k yargıhra rağmen, «Mustafa Kemal,

(4) A. Afetinan a.g.e., bu

nutkunda özel teşebbüse dayanan

çizmektedir»

( İsmail Cem,

a.g.e.,

s.

bir ekonominin çerçeve.<> in1

241

-

2 1 ) şe kl i ndeki yorum­

ları, daha önceleri belirtildiği gibi, ciddi bir temele dayanmamak­ tııdır.


KEMALİST MODELDE

68

Bundan sonraki birkaç yıl süresince bu ilkeleri ger­ çekleştirmek yolunda bir takım tedbirler alındı. Köylü­ yü bir çeşit köle durumuna s.okan aşar vergisi kaldırıl­ dı . Şeker, tuz, kibrit, tütün, alkol, gaz ve vapurculuk gi­ bi belli başlı konularda tekeller kuruldu. Böylece vergi yükü bunların asıl tüketimcisi olan şehirlilere ve zen­ ginlere aktarılmış oluyordu. Tekeller o kadar çok şeyi kapsıyordu ki şakı;ıcı mebusun biri : "Kebap tekeli ne zaman kurulacak?" diye sormuştu. Ortakçılık sistemin­ de yapılan değişiklik ve büyük toprakların bir kısmının, topraksız köylüye ve göçmenlere dağıtılması gibi bir ta­ kım tarımsal reformlara girişildi". Kinross, bu husus­ taki düşüncelerini o devrin üzerine yansıtarak şöyle be­ lirtiyordu : "Bu dönemde sermaye genel olarak devlet tarafından sağlanıyor, özel teşebbüs buna belirli bir öl­ çüde katılıyordu. İş Bankası, Sümerbank, Merkez Ban­ kası ve Etibank gibi dört büyük banka kurulmuştu. Dev­ letin kurduğu endüstri ve bankalar, yabancıların bırak­ tığı boşluğu dolduracak, yeni bir Türk orta sınıfının ye­ tişmesini sağlayacaktı. Daha az önemli endüstri 9Jan­ larında özel teşebbüse de şans tanındı (5) . Görülüyor ki, 1 923 İzmir İktisat Kongresinin amacı, liberal kapitaliz­ min, Cumhuriyet Türkiye'sinin, 1930'lara dek süren zo­ runlu bir aşama olmadığı gibi ( 6 ) ; "İzmir İktisat Kon(5) L. Kıinross, a.g.e., s. 675. Keza köylüye toprak da3ıtımı ve f'i)�·­ men yerleştirme politika.'lı devletçi :bir tutum olarak yonımlar:ı­ yordu : «Bir şahsın tasarrufunda (ağa) bulunan ve «İş birli'kçi » denilen gücün yanında devletin sürekli olarak göçmen yerleştir­ · me politikası, artazi dağıtımı ve üretim çiftlikleri kurma eğilim'ylc «hükumet9i

güç» kendini ortaya koymuştur (yV.

D. Hütteroth,

Anadolu'da sosyal yapının arazi' bölünmesi ve iskan üzerine et­ kisi, Türkiye : Coğrafi ve Sosyal Araştırmalar, s . 55 86, 1 97 1 ). (6) L. Kin ross, a.g.e., s. 676. Ancak, Etibank 1 935 Sümerbank 1933'tc kurulmuştur. Kinross, «Kemalist dönemi bir bütün olarak dü�iin­ mcktcclir.»


FERT

ve

DEVLET İLİŞKİLERİ

69

gresi toplandığı sıralarda devletçilik teorisi henüz ham bir fikir halindeydi. Bu kongrede milli sanayiinin kal­ kınması için özel tedbirler alınacaktı. Özel teşebbüsün gelişmesine özellikle önem verilecekti. Böylece 1923-1929 arasında geçirilen deneme ve dünya buhranı, Kemalist­ leri, liberal ekonominin mahzurlarına karşı uyandırmı�­ tı. (7) şeklindeki yargıların da mantıki bir dayanağı yoktu. Hatta Kadrocu'lar da aynı hataları yaparak bu dönemi ( 1 923 - 1929) liberal ekonomi dememesi olarak belirtiyorlardı (8) . Bunun gibi Rus basınında da bu olaylarla ilgili değişik görüşler yer alıyordu : " 1923 yı­ lında emperyalistlere karşı silahlı mücadele bitince, İz­ mir'de bir İktisat Kıongresi yapıldı. Bu kongrede halk adına ülkenin bundan sonraki yönetimine bir yön ver­ dirilecekti. Oysa, ekseri delegeler tüccar, büyük toprak. sahibi ağa ve bir takım ufak sanayi işletmesi sahibin­ den ibaretti. Toplantıya katılan delegeler, yol parasını ve İzmir'deki masrafları kendi keselerinden ödemek zo­ rundaydılar. Bu da yalnız zenginlerin harcı idi. İşçi de­ legeleri arasında gerçek işçi yarıdan azdı" (9) . Oysa ki, İzmir İktisat Kongresinde, işçi delegeleri , i ş hukuku­ nun kanunlaştırılmasını, 8 saatlik iş gücünü, birlik kur­ ma ve toplantı hakkı, işverenlerle toplu sözleşme yap­ ma hakkı istiyordu. Hükumet yeni kanunlar çıkarmayı vadetmekle beraber, ne birlik, ne de federasyona izin vermeyeceğini kesinlikle bildirdi. Bu zayıf vaatler dahi sadece birer vaatten ibaret kaldı. Demek oluyorki, Ke. (7) Beşir Hamitoğulları, a.g.e.., Akımlar.

s.

s.

606, Yıl<lız Sertd, Türkiyc'de ıı�r;.:i

21 - 22, 29, 1 969.

(8) Şevket S. Aydemir, Suyu Arayan Adam, s. 501 . (9) Ali Şükrü, Meclis konu.�malarında bu paranın halktan toplandığın ı iddia

ediyor

ve

Kongreyi

tertipleyenleri

acı

bir

dille

mecliste

eleştiriyordu (A. Gündüz Ökçün, Türkiye İktisat Kongresi ,

l:>:mir,

s.

21 1 968).

1 923.


KEMALİST MODELDE

70

malistıer bu sözüm ona işçi delegasyonunu bile kendi­ lerine muhatap saymak istemiyorlardı (10) . Böylece 1 923 İzmir İktisat Kongresinde alınan kararlar bir avuç burjuvazi sınıfını memnun kılmak ve işçi sınıfının hak­ larını ellerinden alacak ve buna da Devlet seyirci ka­ lacaktır. Hatta, yazar, daha da ileri gitmek suretiyle Amele Teali örgütünün Kemal Paşa'nın emriyle dağıtıl­ masını ileri sürerek "Halk Partisi Hükumeti (Kemalist­ ler) uzun zamandan beri sendika eylemini ele geçirip faşist bir örgüt haline getirmeye çalıştılar" ( 1 1 ) demek­ ten kendini alamamıştır. Baştanberi sıraladığımız bütün bu yargıların ortak noktaları, araştırmacıları, hem ı0 dönem Türkiyesinin sosyo-ekonomik yapısını kavramamaları hem de Kema­ list ideolojinin ilkelerini kendi siyasal düşünce kalıpla­ rına göre yorumlamaları şeklinde özetıenebiir. Oysa 1923 İzmir İktisat Kongresinin açtığı altı yıllık dönem ( 1 923 - 1929) , Kemalist ideolojinin getirmiş olduğu fert­ devlet bütünleşmesine göre sürdürülüyordu. Nitekim bu dönemin bir devletçilik çağı olduğu hususunda görüş­ ler beyan edenlere de raslamaktayız : "Genellikle 1923 - 1931 liberal dönem,

1932 - 1945

( 1 0) A . Şnurov - Y. Rozaliyev, Türkiye'de Kapitalistleşme ve Sınıf Kavgası, s. 24 - 5. Znurov ve Rozeliyev'in, 1 923 İzmir İktisat Kongresinde, gerçek i�i temsilcilerinin bulunmaması ne.dcniylt: geniş çapta elcşti,risine raslamaktayız. Keza K. Boratav, a.g.e., s . 28). Buna karşılık, son yıllarc!a elde edilen bilgiler gerçeğin hiç de öyle olmadığını açıkça göstermektedir. Nitekim, yeni bir araş­ tırmada Şefik Hüsnü Değmer'in -işçi ve çiftçi fırkası adına­ hir del� grubu ile kongreye katıldığını ve 39 maddelik hir dilekçe ile görüşlerini Mdirdiklerine tan ı k olmaktayız (G. S. H arriı;. ıa.g.e., s. 175 ve dip not). Y. Rozaliyev. a.g.c.,

( 1 1 ) A. Şnurov

-

s.

47.


FERT

ve

71

DEVLET İLİŞKİLERİ

devletçilik dönemi sayılır. Aslında, liberal bir

poitika,

.Cumhuriyetin başındanberi uygulanmamıştır; devlet is­ ter istemez müdahaleci olmuştur ( 12) . Yalnız, bu dev­ letçilik, kapitalizme alternatif teşkil eden bir sistem ola­ rak hiçbir zaman

düşünülmemiştir.

Ve uygulamada,

.devletçilik, kapitalizmi engelleyen, değil, geliştiren bir politika olmuştur." ( 1 3) . Avcıoğlu bu yargısına rağmen, yine de "Kemalist tezi,

bağımsızlık içinde . toplumsal

devrimler yoluyla çağdaş uygarlığa ulaşmak" biçimin­ de özetlemekte ve Türkiye'nin içinde

bulunduğu şart­

larda hızla kalkınması ve çağdaş uygarlık düzeyine bir an önce ulaşması için tek çare olarak da "milli devrim­ ci kalkınma yolu" Kemalist tezin temele indirilmesi ve böylece Atatürk devrimlerinin devam

ettirilmesinden

başka bir şey değildir" yargısına varmaktadır ( 14) . Gö­ rüldüğü gibi, 1 923

1 93 1 döneminin bu tür eleştirisin­

de de devletçiliğe ve devlet müdahaleciliğine giden bir tutuma raslamaktayız. Oysa ki, Kemalist modelin ge­ çerli olduğu ( 1 923 - 1 938) on beş yıl içinde, fert ve dev­ let ilişkisi, dengeli olarak ; ne kapitalistleşme ne de sos­ yalistleşme sürecine kaymadan bütünlüğünü korumuş­ tur. Bu dönemlerde bazı çevrelerin, "hükftmetin birçok devlet işletmelerinin ihalelerini yerli ve yabancı serma­ yeye devretmesinden hareket ederek sadece yerli kapi­ talistlerin veya burjuvazinin yetişmesini

sağlamıştır"

tarzındaki eleştirileri Kemalist ideolojinin önerdiği fert­ devlet bütünleşmesine ters düşmektedir. Nitekim birçok yazarlar tarafından devletçilik dönemi diye ifade edi­ len günlerde bile Mustafa Kemal, fert-devlet ilişkisini dengeli olarak yürütmesini başarmıştır :

( 1 2) Doğan A\·cıoğlu, Türkiye'nin Düzeni,

s.

212, birinci basım. 1968.

( I ]) Doğan Avcıoğlu, Tünkiye'nin düzeni, a.ge. . , 'l

J .ı) Doğan Avcoğlu, Türkiye'nin Düzeni, a.g.e.,

s. s.

213. 526.


KEMALİST MODELDE

72

"Bizim takip ettiğimiz devletçilik ferdi mesai ve faaliyeti esas tutmakla beraber, mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha ve memleketi mamuriye­ te eriştirmek için milletin umumi ve yüksek menfaat­ lerinin gerektirdiği işlerde, özellikle iktisadi sahada, dev­ leti fiilen alakadar etmektir." ( 15) . Kemalist ideoLoji hiçbir zaman yabancı sermayeye yönelik, kör bir ekonomik politika izlememiştir. Günü­ müzde bile birçok sosyalist ülkelerin özellikle Polonya' nın Coca-Cola'dan tutunuz da Fiat arabaları, Berliet otobüsleri, Harvester inşaat ve yol makinaları, Massey­ Ferguson traktörleri, Marlboro sigaralan ve Singer di(1 5) M illi Eğit1 m Bakanlıtının, ortaokullara ders kitabı olarak. 7.9. 1 9 3 1 tarihli kararıyb. basılan «Vatandaş için Medeni B i lgi le rı. adını taşıyan bu ki tabın mış

tanım,

59'uncu sayfasında «mutedil»

devletçilik

ve

1 93 1

yukarıdaki

ilkesi

yılında

CHP

programına

kelimesi

kalc!:nl­

tanımlanmı�tır. nıı·

şekilde aynen

alınmıştır.

Bu

an­

lamda olmak üzere, Mustafa Kemal 1 930 yılında şöyle diyordu : «Cumhuriyetimiz henüz çok

gençtir.

Ma::-:iden

kendine

m ir:ı�

kalan bütün hayati. işler, zamanın mecburiyetlerini tatmin edecek derecede

değildir.

Siyasi

ve

fikri

hayatta

olduğu

gibi

iktisadi

i şlerde de fertlerin teşebbüsleri netice.o;ini beklemek, do�ru olmaz.

Mühim ve büyük işleri, ancak m i l l et i n umum servetine ve dev··

ktin

bütün

t e�k il at

ve

kuvvetine

dayanarak,

milli

egemenliğin

tatbik ve i crnsını düzenleme ile görevli olan hükumetin mümkün

olduğu

k ad ar üzer:ne alıp başnrma�ı terci h olun malıdır.»

Ö;o:et olarak Tünkiye Cumhuriyetini idare edenlerin.

dcmok­

ra>i esaslarıııdan ayırmamakla beraber «mutedil devletçilik» pren­

sibine uygun yürümeleri bugün içinde bulunduğumuz hallere. şart­ lara ve mecburiyetlere uygun olur (A. Afetinan, Med;:ni Bilgi lç r ve

Musd3fa

Kemal.

yıl ınd a

ileri

rumıın

açıklanması

sürülen

Atatü•k 'ün El bu

görüşler,

olduğuna göre.

Yazıları.

1 923'ten 1 923

-

s.

477

itibaren

1 930

-

449). gelişen

dönem i

Kemal için. «mutedil devletçi» liği yansıttığı açıktır.

,

1930 du­

Must afa


FERT

ve

DEVLET İLİŞKİLERİ

73

kiş makinalanna vanncaya kadar ( 16 ) her türlü yaban­ cı sermayeye toplumlarını açık tutmaları, onların sis­ tem olarak nasıl kapitalistleşmeye yöneldikleri anlamı­ na gelmezse, aynı şekilde Kemalistlerin yeni mali kay­ naklar yaratmak ve hızlı kalkınmayı gerçekleştirmek amacıyla "toplumsal yapımızın millilik" niteliğini boz­ mamak kaydıyla dışardan bir takım olanaklar sağlama­ sı da sistemi bozacak mahiyette düşünülmemelidir. Bu hususta, yapılan birçok yanlış değerlendirme­ lerin nedeni kanımca "teori yüzünden" gerçekle hesap­ laşamamalarıdır ( 1 7 ) . Nitekim, başlangıçtanberi bizim savunduğumuz Kemalist modelin fert-devlet ilişkisine temas eden görüşlere de rastlamaktayız. Öyle ki " 1930'­ dan bu yana, Türkiye'nin sanayileşmesi vetiresi tet­ kik edildiği takdirde, hususi sermayenin daha önce dev ­ let tarafından işletmesi kurulmuş olan sahalan tercih ettiği görülür. Dokuma ve her çeşit toprak sanayiinde bu hal görülmekte. birinin diğerini tasfiye ettiği değil, fa­ , kat iki tipin bir arada ve gittikçe inkişaf ederek yaşa( 1 6) Orhan Dunı, 1 975 sonu Polonya ve Dünya Gantcleri, (Milliyet, �O Kasım 1 975.) Daha 1 922'de M. Kemal şöyle diyordu : «Bugünkü sm•aşlanmızın gayesi tam bağımsızlıktır. Bağımsızlığın bütünlüğü de ancak mali b:ığımsı7lı k ile mümkündür. Bir devletin mali�·esi bağmsızlktan mahrum olunca, o devletin bütün hayati kuruluşla­ m<la bağımsı;rJık felce uğramıştır. Bundan ötürü devlet hiünyesini yaş:ıtmak için dışarıya müracaat ve tedbirlerini ll'lılmak lazım ve mümkündür. Azami tasarruf milli özelliğimiz olmalıdır (Atatürk'ün Sözleri ve Demeçleri, cilt : 1 , s. 222 3). ( 1 7) Nitekim, Avcıoğlu. Türkiye'nin Düzeni adlı eserini Atatürk'ü;ı, �u <;(izleriyle bitirmektedir : «Herkesi memnun edelim dersek, müm­ kün olsun, hepsi memnun olsun. ama biz maksadı temin etmiş olnnyız. tdare-i ma.c;lahatçılar esaslı inkiliip yapamaz . Bugünkü sefalet ve rcTalct içinde kimseyi memnun etmeye imkan yoktur. Memleket mamur. millet zengin oldu�u zaman herkes memnun olum (Doğan Aveıoğlu, Türkiye'nin Düzeni, s. 526). -


74

KEMALİST MODELDE

dığı anlaşılmaktadır." ( 18) . Kanımca, Kemalist tezin gerçek yönelimi budur. Ancak uygulamada 1 923 - 1931 yılları arasında devlet, Teşvik ve Sanayi Kanunu ile olduğu gibi, genel olarak özel teşebbüs lehine sayısız müdahaleler yapmıştır. 1922 yılında İstanbul Türk Ta­ cirleri, Milli Türk Ticaret Birl\ğini kurarak örgütlenmiş ve Batı sermayesi ile Türkiye arasında aracılık, komis­ yonculuk yapan gayri müslim ticaret erbabının ekoncr mik hayattan tedrici tasfiyesini sağlamak amacıyla Türk tüccarlarına haklar tanınmıştır ( 19) . Böylece, dev­ let gücüne dayanan bir müdahalenin zorunlu olduğuna inanılmıştır (20 ) . 1 925'de kurulan Sanayi ve Maadin Bankası da keza Osmanlı döneminde devlete ait olup sayıları 1915'te 22'yi bulan fabrikaları devralmaktan öte hiçbir devlet müdahaleciliğini temsil etmiyordu. Devletin en kap­ samlı ve en önemli ekonomik faaliyeti demiryolu inşaa­ tında olmuştur. Kısacası, 1923'ü izleyen yıllarda, biçim­ sel olarak devletin inhisarında olan birçok ekonomik faaliyeti, dönemin genel atmosferine uyarak imtiyazlı özel veya yabancı şirketlere verilmiştir (2 1 ) . ( 1 8) Memduh Ya�a. i ktisadi Mesleklerimiz, s. 22, 5 1 , İstanbul, 1 946 (nakleden D. Avcıoğhı, a.g.e., s. 221). Ke7.ll , 1 923 - 1 930 dönemi hakkında yargıda bulunurken Afetinan şöyle diyordu : «Atatürk ilkelerinden devletçilik memleketin ekonomik bakımından devlet bünyesine bir sorumluluk vermekle beraber, planlı devreye girme­ yi de sağlamıştır.» (A . A retinan, Devletçilik tikesi, s. 24). Görülü­ yor ki Cumhuriyetin kuruluşundan sonraki on y ıll ı k dönem, planlı devreye geçişi sağlayan bir «devletçilikıotir. ( 1 9) Korkut Iloratav, a.g.e., s. 1 7, 25. (20) Ahmet Hamdi IlaŞ'ar, Barış Dünya<>ı, s. 54 (nakleden. K. Doratav. a.g.e., s. 26). (21) K. Boratav, a.g.e., s. 35 - 6, 39 ... Oysa ki bir inoclemesindc Ha­ tipoğhı, « 1 924 yılında Türkiye Sanayi ve Maden Banka<iı kurul-


FERT

ve

75

DEVLET İ LİŞKİLERİ

Kemalist modelin devletçilikle ilgili söz konusu dö­ nemdeki uygulamaları hakkındaki tüm bu değişik yar­ gılara rağmen, yine de bir noktada birleşmek mümkün­ dür, o da 1923 - 193 1 liberalizminden söz açmak yanıl­ tıcı olabilir. "Çünkü bu dönemde belli bir anlamda dev­ let müdahaleciliği vardır." (22) . Her ne kadar uygulama ile teori arasında bire bir uygunluk kurmak sürekli olarak mümkün değilse bile, yine de genel kanı odur ki, 1 923 İzmir İktisat Kongresi'­ nde Mustafa Kemal'in irad ettiği demeç, Türk toplu­ munun, hal ve gelecekteki, genel iktisat siyasetini çiz­ miş ve fert-devlet ilişkisinin değişmez ilkelerini ortaya koymuştur. Bu sebeple, "bu dönemin yabancı sermaye­ ye açık olduğunu , Türk hükumetleri, siyasi kadroları ve Türk burjuvazisi, emperyalizmle mevcut ekonomik ·bağlan koparmaya değil, bizzat ortak olarak yabancı sermaye ile uzlaşmayı ve işbirliğini hedef almışlardır" (23) tarzındaki sert yargılar, sosyal yapı dinamikleriy­ le bağdaşmayan hayalci bir takım düşüncelerden iba­ rettir. Öyle ki, 1923 İzmir İktisat Kongresinde Mustafa Kemal'in yapmış olduğu kıonuşma ayrıntılarıyla ince­ lendiğinde görülür ki, ilkin Fatih zamanında Cenevre­ lilere verilen imtiyazlar ile Kanuni devrinde Venedikli­ lerle yapılan ticaret anlaşması ve nihayet Tanzimattan sonra yabancı sermayeye müstesna yer verilmesi zik­ redildikten sonra bütün bu girişimler, ülkeyi, "bir esir muştur.

Askeri

fabrikaları

devrnlmak

üı:cre

ku rulmuş

bulun;ııı

hu b•an ka .aynı zamanda Türkiyc'ııin sanayil e.� mesi amacıyla ku­ rulan ilk devlet k u ru m u i d i » (Zeyyat Hatipoğlu. Tanm ve Endüstri i l işkileri, Cumhuriyetin 50'inci Yılında Türkiye'de Sanayileşme Sorunları Semineri,

(221 K . Boratav, a.g.e.,

s. s.

1 006. 1 975).

12.

(2J) K . Boratav, a.g.c., s . 47.

ve


76

KEMALİST MODELDE

ülkesi haline getirmiştir" (24 ) yargısına varılmıştır. Devleti yüz yıllarca kapitülasyonların boyunduruğu al­ tında tutan bu kararlara karşı Mustafa Keml'in tepkisi sertti : "Memleketimizi artık esir ülkesi yaptıramayız". Bunun için de konuşmalarını Misaki Milli ile bu kon­ gre arasında bir benzetme yaparak şu cümlelerle bitiri­ yordu : "Türkiye İktisat Kongresi çok önemlidir. Çok ta­ rihidir. Nasıl ki Erzurum Kongresi felaket noktasına gelmiş olan bu milleti kurtarmak hususunda Misaki Milli'nin ve Teşkilatı Esasiye Kanununun ilk temel taş­ larının sağlanması hususunda amil olmuş, müessir ol­ muş, müteşebbis olmuş ve bundan dolayı tarihimizde, milli tarihimiZde en kıymetli ve yüksek hatırayı ihraz etmiş ise, Kongremiz dahi milletin ve memleketin ha­ yat ve gerçek kurtuluşunu temine medar olacak düstu­ run temel taşlarını ve esaslarını ihzar edip ortaya koy­ mak suretiyle tarihte en büyük namı ve çok kıymetli bir hatırayı ihraz edecektir." (25) . Misaki Milli, nasıl Türk toplumunu milli bir fela­ ketten kurtarmışsa, Mustafa Kemal'in deyimiyle, Türk İktisat Kongresi de aynı şekilde ülkemizi iktisadi bir felaketten yani yabancı esaretinden kurtaracaktır. O halde başta Mustafa Kemal olmak üzere tüm Kemalist ka<!ro yabancı sermayenin niyetlerine karşı uyanık ve bilinçlidirler. Buna rağmen, Türkiye'nin ekonomik k alk­ kınmasında bu yabancı sermayeye karşı, hiçbir zaman bir düşmanlık duygusu yaratmamışlardır. Bu gerçeği, Mustafa Kemal aynı demecinde şu şekilde belirtiyordu : (24) A . Gündüz Ökçün, a.g.e . s. 250. (25) A. Gündü?. Ökçiin, a.g.e., s. 256. .


FERT

ve

DEVLET İLİŞKİLERİ

77

"Efendiler, iktisadiyat sahasında düşünür ve konu­ şurken zannolunmasın ki yabancı sermayeye düşmanız ; hayır bizim ülkemiz geniştir. Çok emek ve sermayeye ih­ tiyacımız var. Kanunlarımıza riayet şartıyla yabancı sermayelerine lazım gelen teminatı vermeğe her zaman hazınz. Ya:bancı sermaye bizim emeğimize inzimam et­ sin ve bizimle onlar için faydalı sonuçlar versin." (26) . Aslında, yabancı sermaye o dönemin koşulları altında zorunlu idi. Zira, devletin geniş yatırımlar yapacak mali gücü yoktu, yerli iş adamları da savaş sonu felaketler­ le sermayelerinin önemli bir kısmını kaybetmişlerdi. Anadolu ise, baştanbaşa bir harabe ve yoksulluk içinde idi. Keza Lozan andlaşmasının bazı maddeleri, sanayi­ leşmemiz için ön-şart olan etkili bir gümrük politikası uygulanmasına imkan vermiyordu. Buna bağlı olarak gümrük resimlerinden sağlanan kamu gelirleri de azal­ mıştı. Aşarın kaldırılması da buna eklenince, devletin gelir kaynaklan iyice zayıflamış bulunuyordu. Hatta birçok inhisarın, biraz da devlet bütçesindeki cılızlık yü­ zünden, imtiyazlı şirketlere devredildiği söylenebilir (27) . Görülüyor ki Kemalist tezin hareket noktası, top­ lumsal gerçekçilik ilkesine dayanmaktadır. Bu nedenle : "Emperyalizme karşı silahlı direnmeyi kazanan Ku­ vayı Milliyecilerin, zaferin hemen ertesinde Batı ser(26) A. Gündüz Ökçün, a.g.e., s. 252 3 . s. 1 38. Keza, 1931 yılında Mustafa Kem?.l'e göre : «Ancnk be.nJiğimize, mevcudiyetimize hiçbir zarar vermek­ sizin haricin sermayesi memleketimize ıfrebiHr. Harap ve geri kal­ mış memleketimizi medeniyetin gerektirdi�i dereceye biran ev­ vel yükseltmek çin yalnız milli sermaye kafi gelmez. Haricin sermaye�ine ve ihtisasına da ihtiyacımız vardır. Bu noktada dar bir milliyetperverlLkten çıkıyoruz, claha geniş mi!liyetpcıver oluyo­ ruz.* (Utkan Kocatürk, Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, s. 265). -

(27) K . Boratav, a.g.e.,


KEMALİST MODELDE

78

mayesiyle işbirliğine yönelmeleri" (28) rumlara katılmak mümkun değildir.

şeklindeki yo­

Kemalist sistemin bu dönemdeki tutumunu kapita­ list bir yol olarak ifade edenlere de sık sık raslamakta­ yız : "İzmir İktisat Kongresi, emperyalizm ile kapitaliz­ mi değerlendirmede yanılgıya düşmüş yönetici" (29) Kadro tarafından Osmanlı İmparatorluğu'nu çöküşe götüren yabancı sermayeye karşı ölçülü bir çegingen­ lik duyulduğundan, yerli sermayedar sınıfın geliştiril­ mesi, böylece yabancı sermayeye karşı korunabileceği temel kararlannı almıştır. Yerli sermaye de, böyle bir deneye, devletin koruyucu kanatları altında, istekli gö­ rülmüştür. Özetle, İzmir İktisat Kongresinde sanayi (28) K . Doratav. a . g.e. , s. 90. (29) Bu husu:;ta Taner Timur şöyle demektecfr :

mürgeciliğe

karşı ola n , fakat bir iktisadi

bir

lizmle çatışmayan

Milli Mü c ad el e, sö­

sis tem

olarak emperya­

sav aştı r (Türk Devrimi ve Sonrası, s. 45).

Bu hususla ilgili olarak Karaosmanoğlu bir yazısında aynen �öyle demektedir : «Kemalistler. 1 922 döneminde emperyalizm ile klapi ta1i zm ara­

sındaki payı

farklı

yar:ılmaya

stratejiyi hak

kesinlikle

bilmekte

verdirmeyecek

ve

bil inç

bir

bu

hususta

içinde

hilinmekted i r . Nitekim; o t arihlerde Rusya'nın Ankara elçisine

taben söylediği

bir nutuk da bu gerçeği

teyid

kıl

oldukları

hi­

etmektedir : «Bun­

dan üç sene evvel Türkiye !faikı da kıyam ve isyana lüzum ve mecb u riye t hissetti. Bu millet dahi mevcudiyeti ve istiklali müste"·­ lilcr tarafından

dfıçarı tecavüz olduğunu görmüştü. Lakin şimdi

itiraf etmek mecJııuriyetindeyim l und uğu

dakikada

k.i

biz Rusya'da

bu kıyam ve i syan vukuu olduğu

gibi,

bu­

emperyalizmle ka­

pitalizmin manasını düşünmemiştik. Thlnız mevcudiyetimizi tehd;t

e.den kuvvetleri id rak ediyorduk.

Vaziyet

inkişaf ettikten sonra

bizi de tehdit e.den kuvvetlerin Rusya'da inkılaba sebebiyet veren,

kuvvetler olduğu ani.aşıldı.» (Yakup Kadri Karaosmanoğlu, 4 Mart 1 922. Nakleden t�mail Arar a.g.e.,

s�

43 - 44, dip not 37.)


FERT

ve

DEVLET İLİŞKİLERİ

79

sektöründe öncelik özel girişime verilmiştir. Ancak, Lo­ zan antlaşmasının, Kongrede alınan kararların uygulan­ masını önlemesi, kamu fonlarının kolaylıkla özel kesi­ me aktanlınaması, özel kesimin sermaye birikimi aşa­ masından çok uzak olması, yıllardanberi süren savaş­ ların yarattığı yoksulluk, 1923 - 1932 döneminin ve de özel kesimin başarısını önlemiştir". Dönemin bu gerçek­ çi koşullanna karşın, devletçiliğe ağırlık verilmesini öneren günümüz bazı yorumcuları, Mustafa Kemal'de­ ki fert-devlet dengeleşmesini, kuşkusuz kendi görüş açı­ larına göre açıklamaktadırlar. Bunlar, Mustafa Kemal'­ in , 1923'de yaptığı bir konuşmada ileri sürdüğü : "Kaç milyonerimiz var? Hiç. Binaenaleyh biraz parası olan­ lara da düşman olacak değiliz. Bilakis memleketimiz­ de milyonerlerin, hatta milyarderlerin yetişmesine ça­ lışacağız" şeklindeki sözlerini özel girişimci bir tutum olarak belirtiyorlardı (30) . Oysa, İzmir İktisat Kongre­ sinde, "Mustafa Kemal, yaptığı açış konuşmasında, Bü­ yük Zaferin, milletini vergilemeyen, sahillerinde gemi işletmeyen, iktisadi alanlarda muhtaç olduğu şeyleri milletine yapamayan, demiryolu inşa edip, fabrika ku­ ramayan, hülasa kendi hayatını bile koruyamayan aciz bir devlet yerine güçlü bir devlet getirdiğini; milli mü· cadelenin gerçekleştirdiği milli birlik ruhu içinde, şim­ di iktisadi sorunların ele alınmasının zamanı geldiğini" belirten Gürsoy'a göre : "Bu dönemde ilk ele alınacak konu kredi konusudur. Türkiye önce bunu çözümleme­ lidir. Kredi müesseseleri kurulsun ve gelişsin ki sınai kuruluşların muhtaç oldukları tesis ve işletme serma­ yelerini onlara verebilsinler. Batı ile aramızda mevcut seviye farkını ancak bu sayede kısa bir zamanda gide­ rebiliriz. Bu büyük zaferi kazanmış bir memleketin kre(30) Tunç Tayanç, Sanayileşme Sürecinde 50 yıl,

s.

49, 1 97 3 .


K EMALİST MODELDE

no

di müesseselerinden mahrum bulunması akla sığar bir şey değildir. Türkiye'de devlet 50 milyıÖn lira (altın li­ ra) vergi alabiliyorsa bunun isbatladiğı ilk gerçek, para ekonomisinin varlığı ve milli sermayenin mevcudiyeti­ dir" . "Türkiye'de milli sermaye yoktur diyenler, gafila­ ne bir hata irtikap ediyorlar". O halde devlet, milli ser­ mayeden ayıracağı paylarla, sanayii ve ticareti destek­ leyecek kudretli bankaları bir an önce kurabilmek için, gereken her tedbire başvurmalıdır. Fertler ve şirketler de kurulacak bankaya destek olsunlar. Yeni sınai ve ti­ cari işletmeler kurmada yardımcı olsunlar." (31 ) . Görülüyor ki, 1 923'ten itibaren ortaya çıkan sosyo­ ekonomi durum fert-devlet ilişkisi açısından değerlen­ dirildiğinde, fert, yatırım sermayesinden yoksun ve devletin milli sermayesine muhtaçtır. Bu nedenle, Ke­ malist ideolojinin fert-devlet bütünleşmesinin sağlıklı bir biçim.de gerçekleşmesi için, devletin öncülüğü ile ferdin girişimci yeteneğini güçlendirmek ve ileride ül­ ke kalkınmasına sorumluluk, ahlaklılık açısından kat­ kısını desteklemek gerekir. ''Kaç milyonerimiz var? Hiç" şeklindeki Mustafa Kemal'in i fadelerinin dinamik­ lerine uyan açıklaması bundan ibarettir. Aksi bir yön­ tem, ülkeyi özgürlükçü demokrasinin dışına iten bir ta­ kım yeni denemelere götürür ki, bunun başında Bolşe­ viklik ve Faşizm gibi rejimler gelir. Bir tarafta, mali olanaklarını yitirmiş savaş sonrası bitkin halk kitleleri, diğer tarafta iktisadi gücü sınırlı olan devlet kurulu­ şu. Bu bozuk kongreden kurtulmak için ya devletin fer­ di hakları iterek tfun dizginleri ele alınası veya özgür­ lük içinde fer-devlet bütünleşmesini sağlaması gerekir(3 1 ) Bedri Gürsoy, Türkiye'de Sanayileşme ve Kamusal Kredi, Cumhuriyetin

50'nci

rı Semineri, 1 974.

s.

475

-

6,

Yılında Türkiye'de Sanayileşme ve Sorunla­


FERT

ve

DEVLET İLİŞKİLERİ

81

,di. Cumhuriyetimizin kuruluşundan 6 yıl önce Rusya birinci modeli, Kemalistler de ikinci modeli benimse­ , diler.

Ancak, yitirilen özgörlüklerin zamanla kazanıl­

ması - 59 yıllık Sovyet

denemesi gözönüne

alındığı

takdirde - Sovyet halkı için biraz uzak gibi görünmek­ tedir. Ülkemiz için ekonomik savaşın kazanılması - öz­ . gür insanlann ayakta durması sayesinde - gerçekleşe­ . cektir. Çünkü özgür insan ve disiplinli bir toplum ilerlemenin biricik dinamosudur. Aynca Türkiye İktisat Kongresinin yabancı serma­ ye hakkında hükurpete sunduğu esaslar incelendiği tak­ dirde, Kemalist kadronun veya . öyle kolaylıkla oyuna gelebilecek

Kuvayı Milliyecileri.n yaratılışta kimseler

olmadıklannı görebiliriz :

1 ) Yabancı sermayesinden müstağni kalamayaca­ ğımız açık ise de, bu sermayenin memleket için muzir olmayacak şek.illerde girmesinin sağlanması,

2) Tamamen yerli sermayelere terkedilecek işlerin tayini ve bu işlere muvazaa yoluyla yabancı sermayenin · girmemesinin sağlanması,

3) Kanunen Türk sayılmayan şirketlere hiçbir za­ man işletme imtiyazları.ve özel izin verilmemesi ve bun­ ların Türk yurttaşları ve şirketlerine ait olan muafiyet­ ten yararlanmamaları,

4) Kanunen Türk sayılmayan şirketlerin hükfunet münkaşa ve alım - satımlarına ortak olmamaları ve hü· ktlmetle hiçbir anlaşma akdeylememeleri (32). Kongrede, yabancı sermaye ile ilgili olarak alınan

-bu kararlar tamamiyle bilinçli bir hava içinde cereyan , {32) A.

Gündüz Ökçün,

a.g.e. ,

s.

43S - 6. F - 6


KEMALİST MODELDE

82

etmiştir. Bu nedenle Mustafa Kemal'in kongredeki de­ meçleriyle, kongrenin yabancı sermaye hakkındaki ge­ nel görüşleri birbirlerini tamamlar mahiyettedir. Keza, yabancı sermaye ve emperyalist zihniyete karşı Kemalist kadronun Maliye Bakanı Ferit Bey daha 1921 'lerde görüşlerini şöyle açıklıymdu : " ... bize fabrika, yine fabrika lazımdır. Türkiye'nin iktisadi bağımsızlığı ancak bununla sağlanacaktır. Bu olmazsa, kazanacağımız siyasal bağımsızlık neye yarar? Şimdiye kadar hali Türkiye çalışıyor, üretiyor, fakat ürünlerinden başkaları yararlanıyor. Memleketimizde herkes çalışıyor, birçok alın teri dökerek elde ettiğimiz iptidai maddeleri bin rica, minnetle yok pahasına haıi­ ce satıyoruz. Sonra yabancılar bu maddelerin şeklini de­ ğiştirerek bize iade ediyorlar. Bir kuruşa satıyoruz, yir­ mi kuruşa satın alıyoruz. Kırk kuruşa bir okka yün ve­ riyoruz, aynı yünü bin iki yüz kuruşa bir metre halinde yalvararak geri alıyoruz. Bu dünyanın neresinde görül­ müştür?" (33) . Kısacası fert ve devlet ilişkisinde özel ve devlet gi­ rişimleri uyumlu olarak gözönüne alınırken, kapitalist ekonomilerde simgeleşen aşırı kazanç ve kar peşinde koşan bencil bir girişimci örneğe Kemalist ideolojide raslayamayız. Bu modelde, devlet gibi ferdin de sosyal nitelikte girişimlerde bulunması esastır. Bu süreçte, fer­ di çıkarlarla devlet çıkarlarının çatışması asla düşünü­ lemez. Her iki sektör de birbirinin tamamlayıcısıdır. Çünkü, Türk toplumu, "ayrı ayrı sınıflardan mürekkep değil ve fakat ferdi ve sosyal hayat için işbölümü itiba(33) Adnan Giz.

Kurtuluş Sava�ı Sırasında Ankara'dan Yükselen Ses,

İstanbul Sanayi Odaları Dergi�i. 1 5 Nisan 1 969, nakleden Tayanç. a.g.c., s. 38.


FERT

ve

DEVLET İLİŞKİLERİ

83

riyle çeşitli mesai erbabına ayrılmış bir camiadır ve bun­ ların sanayi erbabı, tüccar gibi çalışan zümrelerine dü­ şen özel sosyal ve iktisadi görevler vardır." (34) . Özel te­ şebbüse sorumluluk ve ulusal görevler yükleme endişe­ sinin en güzel orneğine Mustafa Kemal'in şu sözlerin ­ de tanık olmaktayız : "Tüccar, milletin emeği ve üretimini hizmetıendir­ mek için, eline ve zekasına emniyet edilen ve bu emni­ yete liyakat göstermesi gereken adamdır." Aynı şekil­ de : "Milli tüccar demek, büyük kalkınma savaşında rol alan adam demektir." Keza "bir tüccarın yalnız kişisel çıkarlarını düşünmesi demek, yararlandığı kaynağı ku­ rutması demektir. Bu, ancak, kendisini bir kolonide (sömürgede) farzeden adam ta.rafından düşünülebili­ nir" (35) . Bu ifadeler, Cumhuriyet tarihimizde özel sektörün milli ve sosyal sorumluluklara katılması hususunda. uya­ rıcılık görevi taşıyan ender örneklerden birkaçıdır.

1923 İzmir İktisat Kongresinde Mustafa Kemal'in öne sürdüğü özel girişimci zinhiyet ile devletçi düşünce­ nin amaçları bir noktada toplanmaktadır : Bu da Türk toplumunun en kısa zamanda yükselmesi ülküsüdür.

04) İsmail Arar, Atatürk'ün Hal kçılık Programı, s. 25. (35) Celal Bayar, B i rinci Bayar Hükumeti Programı (8 Ka�ım 1 937).


KEMAL!ZM VE ÇOK PARTİLİ SİYASAL DENE­ MELER Kemalist modelin fert-devlet ilişkisini açıklarken bir diğer noktaya. d a değinmek istiyorum.

O da 1924 ve

1 930 yıllarında kurulmuş olan siyasal parti denemele­ ridir. Aslında tek parti iktidarına karşı girişilen bu iki siyasal girişimin de tıpkı İzmir İktisat Kongresi gibi, yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir. Çünkü, bugü­ ne kadar bu siyasal partiler üzerinde yapılan yorumlar toplumsal yapının gerçeklerine oturtulmuş değildir. Ço­ ğu kez, siyasal yönetim ile iktisadi sistem arasında bir ayının yapılmış ve her iki olay birbirinden farklı imiş gibi

düşünülmüştür.

Aslında, bu siyasal

gelişmelerin

anatomisi ortaya konulduğunda, Kemalist sistemin ön gördüğü fert ve devlet ilişkisi bu siyasal denemel rde de ·

bütünlüklerini

sürdürmüşlerdir.

Bu hususu daha iyi

açıklayabilmek için her iki siyasal gelişmeye burada kı­ saca temas etmek istiyorum . Cumhuriyetin kuruluşundan sonra, muhalefetin ilk örgütlenmesi 1 924 yılına raslar.

Bu da Terakkiperver

Cumhuriyet Fırkasıdır. Bazı yorumculara göre, cum ­ huriyetin ilanından sonra arka arkaya ve hızla yapıla­ gelmekte olan devrimlerin ve aşamalarının

toplumda

bazı tepkiler yaratması, Gazi'nin yurt içi gezilerindeki sözleri ile tutum ve davranışlarınm bir diktatörlük he-


FERT

ve

DEVLET İLİŞKiLERİ

85

vesi olarak anlatılmak istenmesi ( ı ) , bu gelişimin ilk dönemini teşkil eder. Ayrıca bu siyasal kutuplaşmayı, Mustafa Kemal Paşa ile eski arkadaşları Refet, Rauf, Ali Fuat ve Kazım Karabekir Paşalar arasındaki anlaş­ mazlıklara ve dolayısiyle cumhuriyetin ilanından sonra, birlikte hazırlamış oldukları ·ihtilalin meyvalarından faydalanamayacakları gibi tamamiyle kişisel nedenlere bağlayanlar da vardır (2) . Ancak yorumcuların üzerin­ de ittifak ettikleri husus odur ki, "Gazinin toplumsal bir devrime hazırlanması karşısında, Rauf Beyle arka­ daşlarının, bu dönemde, toplumun ağır ağır gelişmesi­ ni daya uygun görmeleri" (3) . Nihayet, 6. 10. 1924 günü Son Telgraf Gazetesi Rauf ve İsmail Canbolat Beylerle Refet Paşanın çevresinde bir muhalefet partisi kurul­ masını destekleyen yayımlara başladılar (4) . Bu geli­ şimlere karşı Dahiliye Vekili Recep (Peker) de Gazi'ye yaranmak için bir takım tedbirlere girişmiş; İstanbul gazetelerine verdiği bir demeçte devrimlere karşı hare­ ketlerin İstiklal Savaşı'ndaki gibi cezalandırılacağını söylemiştir (5) . Rauf Beyle, Ali Fuat ve Kazım Kara­ bekir Paşalar 1 924 sonbaharında Rauf Beyin Şişli'deki evinde bu hava içinde toplanarak, ne yapabileceklerini kararlaştırdılar. Mustafa Kemal'in sosyal devrimleri­ ni onaylıyorlar, ancak bunların belirli bir kesimin de( ] ) Mahmut Goloğlu, Devrimler Ke7.a,

ve

Tepkileri ( 1 924

1 925'de Türkiye'yi ziyaret

hurbaşkanı

- 1930),

s.

63, 1 '172 .

etmiş Dudley Heatcote'da Cum­

ve E"cri Hakkında şunları yazıyordu : «Mustafa Ke­

nı:ıl. reform saatini çok hızlıya kunmıştur. Bu

yüıckn

iktidarını

,a."mcak gerileme gününün yaklaşıp yakla.5madığını cliişi.inüyoru m . ( A . Toyııbee, Türkiye Tarihi.

C 2 ) L. K in ross. a.g.e. . s. 596.

0 ) L. Kiııross a .g.c., s . 597. (4) Mahmut Goloğlu, a.g.e., <.'il L. Kiıı ross a .g.e . .

s.

598.

s.

63.

s.

2 1 6.)


86

KEMALİST MODELDE

ğil, bütün milletin yararına olmasında ısrar ediyorlar­ dı (6) . Bu hazırlıkların sonunda, Terakkiperver Cum­ huriyet Fırkası (TCF) 17. l l . 1 924'de resmen kurulmuş oluyordu. Bunun üzerine, Halk Fırkası da, Cumhuriyet­ çiliği belirtmek için Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ol­ du. TCF'nın Halk Fırkasından ayrılan otuz kadar üyesi vardı. Partinin başkanı Kazım Karabekir Paşa idi. Par­ ti bildirisinde , ödevinin denge sağlamak ve Anayasa dü­ zeni üzerinde istibdada karşı koymak olduğunu belir­ tiyordu. Kişi ya da zümre üstünlüğüne karşı milli bir­ liği ve fert özgürlüğünü koruyacaktı. "Dinle siyasetin ayrılığını belirtmek için Batıda kullanılan bir formüle uygun olarak, dinsel düşünüş ve inançlara saygı göster­ diğini bildiriyordu." (7) . Terakkiperver Fırkasının programındaki birçok noktalar, Halk Partisi prensiplerinden önemli şekilde ayrılıyordu. Bunlar daha ziyade, Cumhurbaşkanının ta­ rafsızlığı ve partiler üstü, durumu, seçildiği andan iti­ baren milletvekilliğinden ayrılması, tek dereceli seçim (dar ve bölgesel seçim sisteminin uygulanması) ve hal­ kın bu suretle demokrasiye daha fazla kaynaşmasının sağlanması yanında yönetimin ademi merkeziyetçi ol­ ması; belediye başkanlığının atama ile değil, oylama ile seçilmesi karara bağlanıyordu. Parti, ayrıca ekonomik alanda bir prıogram hazırlamıştı. Bu da hükumet prog­ ramından ayrılıyor ve serbest girişime daha çok yer ver­ dikten başka yabancı sermaye yatırımlarını destekli7 yordu. Artık teşkilatlı bir duruma gelmiş bulunan mu­ halefetin karşısında daha güçlü bir hükumetle çıkmayı düşünerek, İsmet Paşa Başbakanlıktan istifa etti ; yeri(6) L . Kinross a.g.c. , s. 599. (7) L. K i n ross, a.g .e., s . 600 - 1 .


FERT

ve

DEVLET İLİŞKİLERİ

87

ne liberal görüşleriyle tanınmış olan Fethi Bey getiril­ di (8) . Kısa bir süre sonra iki parti arasındaki sürtüş­ meler suyun yüzüne çıktı. Çatışmalar vahim bir hal al­ dı. Mecliste muhalefet milletvekili Halit Paşanın vu­ rulması ve arkadan 13 Şubat 1 925 günü Güney Doğu'da başlayan Kürt isyanının tehlikeli bir durum alması kar­ şısında partiler, aralarında işbirliğine varmışlardır. "Gazi'nin isyana karşı tepkisi iki türlü olmuştu. İlk önce bunu, o her zaman korktuğu dinsel gericilik açı­ sından ele almıştı. "Sağ kanadı kontrol altında tutabilir­ sek, soldan korkumuz kalmaz" derdi. Sonra da bu, mec­ liste Terakkiperverleri susturmak için iyi bir bahane gibi geliyordu. Bu yüzden de İsmet Paşa'nın olağanüstü hal teklifini kabul ve Fethi Beyin kısmi sıkıyönetim gö­ rüşünü reddetti. O da Halk Fırkası gurubunun hakem­ liğine razı oldu. Ve İsmet Paşa yeniden Başvekilliğe ge­ tirildi" (9) . 13 Şubat 1 925'den 2 Nisan 1 925 tarihlerine kadar süren Şeyh Sait hareketi güçlükle bastırıldı. Za­ ferin kazanıldığı bir sırada İsmet Paşa, Ali Fuat Paşa'­ ya muhalefetin gereksiz bir şey olduğunu söylemişti. Bu eğilimin sonucu olarak Terakkiperver Cumhuriyet Fır­ kası 3 Haziran 1 925'de bir daha doğmamak üzere kapa­ tıldı. Buraya kadar, Partinin kuruluşu, programda ön :gördükleri ekonomik ve sosyal görüşler ile siyasal geli­ &iınleri kısaca hikaye etmiş bulunuyoruz. Siyasal orta(8) B. Lewis, a.g.e., s. 265. (9) L. Kinross, a.g.c., s. 606. Ancak, Toynbee, bu hususta daha ileri

giderek, Fethi

l3eyin

Terakk.i

Perver Fırkaya sempati besleyen

bir kimse olduğunu savunur (A. Toynbee a.g.e., Orhan

Türkdoğan, Tepedeki

A rmağanı, cilt : 2, 1 974.

Adam :

Mustafa

s.

2 1 9). Keza,

Kemal,

50.

Yıl


KEMALİST MODELDE

88

mm daha fazla demokratikleşmesi , tek dereceli seçim�. ekonomik hayatta liberalleşme Terakkiperver Fırkanın temel görüşleri arasındadır. Buna rağmen, Mustafa Ke­ mal Paşa, l l. 12. 1924'te Times Gazetesinin sorularını ce­ caplandırırken : "Terakkiperver Cumhuriyet Partisinin programında esaslı bir düşünce ve ilke görmediğini" (10) iddia ediyor ve "Cumhuriyet ilkesine sahip olan ülkelerde siyasal partilerin varlığının tabii olduğunu sa­ vunuyordu" ( 1 1 ) . Böylece, Gazi, her modern devlette olduğu gibi, ülkemizde de resmi bir muhalefet partisi­ nin gereğini tanımış ve bunun sonucu olarak da Terak­ kiperver Fırkanın kurulması gerçekleşmişti ( 12) . Te­ rakkiperver Cumhuriyet Fırkasının iktidarda bulundu­ ğu bir yıla yakın bir süre içinde gerçekleşmesini ön gör­ dükleri temel görüşler şu şekilde sıralanabilir : 1 ) Dev­ rimlerin hızlı gelişmesi ve bunun sonucu olarak halkın inanç ve değerleriyle çatışma yaratmasının önlenmesi, 2) Mustafa Kemal'in otokratik yönetiminin engellen­ mesi, 3) Ekonomik sektörde daha liberal görüşlere yer verilmesi ve yabancı sermayeye öncelik tanınması. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası denemesi, temel­ deki nedenler ne olursa olsun, bizde, iktidarın sosyal, siyasal ve özellikle ekonomik görüşlerine sanki bir tep­ ki olarak doğduğu izlenimini yaratmaktadır. Durum böyle olunca, iktidarın o tarihe kadar sürdürdüğü ekıo­ nomik politikanın bu parti ileri gelenleri tarafından da­ ha fazla devletçi olduğu görüşünü kanıtlamaktadır. Bu da, 1 923 İzmir İktisat Kongresinde alınan kararlar ile Kemalist tezin uygulamadaki yönelimlerini liberal gö( 1 0) M.

Goloğlu,

a.g.e.

s.

84.

( 1 1 ) M. Goloğlu, ıı.g.e. s. 84. ( 1 2) A. Toynhee. :ı.g.e. s. 2 1 7.


FERT

ve

DEVLET İLİŞKİLERİ

89

ren zihniyetin ibretle üzerinde durması gereken bir nok­ tadır. Kanımca bu tür yorumlar bizi beklenilen sonuca götüremez. Çünkü, Terakkiperver Fırkanın programları ayrıntılarıyla incelendiğinde - Gazi'nin otokratik yö­ nelimine olan tepkiler bir yana - esaslı bir ayrılık ge­ tirmemektedir. Bu gerçeği Gazi "Times" muhabirine açıklamıştır : Eğer, fert-devlet dengesini bozarak ferde ağırlık verilmesi ve yabancı sermayenin fazlaca destek­ lenmesi iddiası, siyasal otokrasinin zayıflatılması anla­ mına gelmiyorsa, aslında bir önemi yoktur ( 1 3 ) . Zira. Partinin programında ileri sürülen : "Ekonomik siste­ mimizin dış etkilerden arınması, sanayini n programlı bir himaye altına alınması, himayenin bir amaç değil, bir araç olması, yeni sanayinin himayesi, yeni gümrük tarifelerinin kurulması, küçük sanat sahiplerini ileri götürmek için üretim kooperatiflerinin örgütlenmesi, iş­ çinin sağlanan kara katılması, sakat doğanlara, ana ve babalara, çocuklara, yoksullara, yaşlılara, hastalara parasız bakım ve ilaç dağıtımı, işsizlere iş bulmak, top­ lumda sosyal dayanışmayı sağlamak ve bunları devlet ve örel girişimlerle gerçekleştirmek gibi çok yönlü ted­ birler, 33, 34, 36 ve 56 ncı maddelerin kapsamı içine gir­ mektedir. Bunlar geniş çapta devleti ilgilendiren ted­ birlerdir. Buna karşılık, 40'ıncı maddede belirtilen : "Serapa onanmı gereken bir ülkede kendi servet ve ser­ mayesiyle yaşamak fikrinin doğru olmadığına kaniiz" ·

( 1 >) Terakkiperver Fırkanııı da yan d ığ ı

csa.o; fikir muhalefet kon t rol ü ol­ mak.-;ızın hütün kuvvetlerin Millet Meclisinde toplanmasının oto­ riter bir idare doğuracağı düşüncesinde toplanmakta idi . Bunun için pani. hirkaç kişi n i n oligarşik gayclorine karşı koyarak fenli hürriyetleri korumak 1amacında idi. (Kemal Karpat. a.g.c.-. . s. 45).


l<EMALİST MODELDE

90

( 1 4) tarzındaki görüşler de özel girişimin, devlet kat­ kısı olmadan tek başına ülke kalkınmasında etkin ola­ mayacağını gösteren kanıtlardır.

Görülüyor ki, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının bildirisinde, özellikle ekonomik ve sosyal alanlarda, ha­ kim olan ana tez, l{emalist ideolojinin ikelerinden fark­ lı değildir. Ancak, parti bildirisinde ileri sürülen "bir­ kaç kişinin oligarşik (tahakküm) tutumlarına karşı" getirdikleri liberal ve hürriyetçilik düşüncelerinin ( 1 5) , aslında, ekonomik yapıya da aynen yansıdığı savunu­ lamaz. Bu nedenle Terakkiperver Fırkanın estirdiği si­ yasal hava, Kemalist rejime bir tepki olmakla beraber, ekonomik ve sosyal programları arasında önemli bir gö­ rüş ayrılığının bulunduğu söylenemez. Hatta, Başbakan­ lığa liberal eğilimi ile bilinen Fethi Beyin getirilmesi de bu gerçeği teyid eder mahiyettedir. Serbest Fırka denemesine gelince, bu hareket de 1 929 dünya ekonomik buhranı sonucu ülkemizde mey. dana gelen siyasal bir olaydır. Bu fırka, hem dış ülke­ lerin etkisi ile hem de Halk Partisi yönetiminin bir iç kontroldan geçirilmesi amacıyla Mustafa Kemal tara­ fından Fethi Beye kurdurulmuştur. Terakkiperver Fır­ ka, yabancı diplomatın belirttiği gibi, kendi kendine doğmuş bir muhalefet idi. Bu da Gazi'nin hoşuna git­ memişti. Ayrıca Rauf Beyle Paşaların halk tarafından sevilmesi de onu kuşkulandırmıştı. Bunun yerine Rauf Beyinki gibi bağımsız olmayan, kendi dolaylı yönetimin­ de bulunan, yeni bir muhalif parti kuracaktı. Parti, kuruculuğu için, ismet Paşaya rakip lider olarak ( 1 4) Tarı k . z. Tıınaya, Türkiye'cle Siya�i partiler : 1 859

20. 1 952. ( 1 5 ) Tarık Z. Tunaya, a.g.c.,

s.

6 16.

-

1 952.

s.

618

-


FERT

ve

D2VL�T İLİŞKİLERİ

91

beş yıl önce başvekillikten çekildiğinden beri Paris Bü­ yükelçiliğinde bulunan Fdhi . Beyi seçti. Bu teklif, 1 930 yazı boyunca Gazi'nin sofrasında tartışılmış ve daha Fethi Bey Temmuz sonunda Paris'­ te iken izinli gelmeden kabul edilmiş bulunuyordu. İs­ tanbul'a döndükten birkaç gün sonra Gazi kendisini çağirtarak yeni partinin liderliğini almasını söyledi. Te­ zinin temeli şuydu : "Türkiye'de tek kişiye dayanan yö­ netimin sona erdiğini görmeden ölmek istemiyorum. De­ mokratik bir Cumhuriyet istiyorum" ( 1 6) . Böylece Cum­ huriyetin yedinci yıl dönümünün ilanından kısa bir sü­ re önce Serbest Cumhuriyet Fırkası (SCF ) Fethi Beyin Başkanlığında 1 Ağustos 1 930'da kurulmuş oluyıardu ( 17 ) . Partinin kurulmasından kısa bir süre sonra, tıp­ kı Terakkiperver Fırkasında görüldüğü gibi, Halk Fır­ kası ile ilişkileri şiddetli mücadelelere dönüşmüştür. Özellikle, 1 930 Belediye seçimlerinde, halkın yeni fır­ kaya - Gazi'nin hakiki partisi addederek - rağbet göstermesi, Cumhuriyet Halk Fırkasının köklü baskı tedbirlerine başvurmasına sebep olmuştur ( 18) . Bu du­ rum karşısında Mustafa Kemal'in de tavrı değişmiş ve Fırka 18 Aralık 1 930 tarihinde feshedilmiştir. Böylece siyasi tarihimizde Cumhuriyetin kuruluşundan sonra bu ikinci partinin ömrü de ancak üç buçuk ay kadar sürmüştür. Serbest Fırkanın programı liberalizme kaçan bir( 1 6 ) L. Kin ross, a.g.e., s. 678.

( 1 7) Fethi Okyar. libralizm il kesine içten haı�lıyd ı . Malta'daki sürgün­ lüğü sıra�ında

ı'n

.nişt i .

ikti$al

Liberal

M aynard Keynes'in bir kitalııııı Türkçeye çevir- ' ilkelerine

derinden

inan ıyor,

katı devletçiliğini lıcğcnm iyorcl u . (Kin ross, 679). ı

1 8) Tarık Z. Turaya. a.g.e . .

s.

626.

i�mct

Pa�anııı


KEMALİST MODELDE

92

kaç genel ilkeden ibaretti. Partinin esas siyaseti, Halk Partisine karşı koymak, ekonomik alandaki başarısız­ lıkları eleştirmek idi ( 1 9) . Fırkanın programı incelendi­ ğinde Fethi Beyin bu ferdiyetçi tutumunu kolaylıkla görebiliriz. Nitekim, programın 5. maddesi aynen şöyle diyordu : "Fırka, vatandaşların refahına , mali ve ikti­ sadi her türlü teşebbüslerine engel olan hükumet mü­ dahalelerini kabul etmez. Memleketin iktisadi hayatı­ nın inkişafında her türlü teşebbüs erbabının zahiridir. Cumhuriyetin menfaat için girişilmesi gereken iktisa­ di işlerde fertlerin kuvveti gayri kafi görüldükçe, dev­ let doğrudan doğruya teşebbüs eder." (20) . Keza, Fırka Yönetmeliğinin mevcut doktrin esaslarını kaplayan bö­ lümünün 5. maddesinde : "Kültürel, iktisad, mali her türlü teşebbüslere yar­ dımcı olmak ve küçük büyük ikti.Sadi girişim ve kuru­ luşların gelişmesine mani olan engelleri kaldırmak ve memleket iktisadiyatını yükseltmek ve milletin umu­ mi menfaateril'li muhafaza için devletin mükellef ol­ duğu mürakabe hududunu tecavüz edecek müdahale­ lere meydan vermemek Fırkanın varmak istediği gaye­ dir." (2 1 ) . Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının programın­ da görüldüğü gibi, Serbest Cumhuriyet Fırkası deneme­ sinde de ana amaç, lüzumsuz devletçi müdahalelere karşı ferdi girişimleri savunmaktır. Bu nedenle, 1923 1 930 dönemlerini kapitalist liberal görüşlerin ağır bas­ tığı bir dönem olarak ifade eden görüşlere katılmak da < 1 9) K . Karpal, a . �.e . .

s.

62. K eza. Ahmet M u m c u . Tar i h Aı;ı.;ıııd:ın

Ti.i-rk Dc·:ri m i n i ıı Temell eri ve Gcli5i m i . (20) T. Z . Turı;ı�1 ı. a . " .c., s. 634. (2 1 ) T. Z . Tıınaya a .g.c.,

s.

635.

s.

1 53. 1 97 1 .


FERT

ve

93

DEVLET İLİŞKİLERİ

mümkün değildir. Çünkü, söz konusu dönem, gerçekten devletçi müdahaleler yerine, kapitalist liberal eğilim­ lerin öncelik kazandığı yıllar olsaydı Serbest Fırkanın bu tür bir program savunmaması gerekirdi. Çünkü, Fır­ kanın programı, daha ziyade devletçi bir zihniyete kar­ şı çıkıyormuş gibi bir havayı yansıtmaktadır. Kısacası, eğer bu dönemde gerçekten ekonomik sistem liberal eğilimde olsa idi, Serbest Fırkanın daha liberal bir po­ litika izlememesi gerekirdi. Çünkü muhalefet Başvekil İsmet Paşaya ve özellikle onun iktisadi politikasına kar­ şı idi ( 22 ) . Keyfiyet böyle olunca, 1 923 İzmir İktisat Kongresinden 1 930 Serbest Fırka dönemine kadar sür­ dürülen iktisadi politika ne sadece özel girişime daya­ nan bir liberalizm hareketi ne de ağırlığın devlete yük­ lendiği bir mutlak devletçilik sistemidir. Sadece, Kema­ list kadronun giderek ülkenin alın yazısına damgasını vurduğu bir fert-devlet bütünleşmesinin ekıonomik ve sosyal alanlarda güç kazandığına tanık olmaktayız .A15lınd a her iki siyasal deneme de Mustafa Kemal'in öz­ gürlükçü ve demokratik kişiliğinin bir ürünüdür. Bu nokta, Kemalizmi, çağdaş tek parti rejimlerinden ayı­ ran en önemli marjinal alanı teşkil eder. "Gazi, öteden­ beri hareket serbestliğini kısıtladıklan için ideolojilere karşı idi. Lakin şimdi ortaya çıkan problemlerin çeşit­ liliği ve karmaşıklığı yüzünden belirli bir doktrin gere­ kiyordu. Türklerin, bir yanlarında Faşizm, öbür yanla­ rında komünizm yükselirken, bunların hiçbirine sap­ lanmadıklanm dünyaya göstermelerinin önemi vardı. Daha esnek bir ideoloji olan Kemalizm bundan doğdu. Atatürk ilkeleri, hiç olmazsa, kafadan atılmış nazariye.

(22) B. Lcwis, a.g.e.,

s.

278. Keza, Sertel'e göre, Fırka liberalizmi sa­

vunuyordu . ÖZel sermayeye ön·em veriyordu . Del etçiliğe karşı du­ rum almıştı. (M. Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım, s.

1 92).


KEMALİST MODELDE

94

ler değil, fakat on yıllık sıkı bir gerçek tecrübeye da­ yanmak gibi bir değer taşıyordu. " (23) . Böylece Türk Devletçiliği, Kinross'un belirttiği gibi, hem komünizm, hem de liberalizmden ayrılıyor, fakat devlet kontrolü­ nün yanında ferdi teşebbüse de yer veriyordu. Serbest Fırka teşebbüsünün, 1924 denemesinde ol­ duğu gibi, siyasal kargaşalığa yol açması karşısında ve · partinin 1 7. l l . 1930'da kapatılmasından hemen bir ay sonra Mustafa Kemal, hatıra defterine şöyle bir not düşmüştür. "Cumhuriyet Halk Partisinden olanların halkçılık ve devletçilik kavramlarını çok iyi anlamış, oldukları­ nı, bunu en iyi açıklayan köylü ve çiftçilerin ağzından işitebiliyor, gördüklerimden ve işittiklerimden çok mem­ nunum. " ( 24) . Bu notlar da, Karlsbat notları gibi, Mus­ tafa Kemal'in bilinçaltı düşüncelerini yansıtması bakı­ mından ilginçtir. Kanımca, Mustafa Kemal bu ifade­ lerle, Serbest Fırka denemesinin - ülkede beliren bir muhalefet grubunun tansiyonunu ölçmesi bakımın­ dan - ülkeye ne getireceğini ve neleri götürebileceğini saptamak istemiştir. Özellikle Halk Partisinin "halkçı­ lık ve devletçilik kavramlarının halkımız tarafından ç ok iyi anaşılmış" olduğu tarzındaki ifadelerin Serbest Fır­ kanın daha liberal görünen tutumuna bir tepki olarak düşünülmesi de mümkündür. B u suretle, " 1930 yılına gelinceye kadar ülkede yürütülen ekonomik politika (devletçilik ) , 1930 yılında Serbest Fırka denemesiyle terkedilmek istenmişse de, halkın sağ duyusu karşısın­ da başarı sağlayamamıştır" izlenimini Mustafa Kemal'­ in bu notlarından sezinlememek mümkün değildir. Key(23) L. Kinross, a.g.e. , (24) M.

Goloğlu.

a.g.e.,

s. s.

688. 300.


FERT

ve

DEVLET İi..İ ŞKİLERİ

95

fiyet böyle olunca, 1 923 - 1 930 dönemi, Kemalistler ara­ sında, fert-devlet bütünleşmesi anlamına gelen devlet­ çi niteliğini sürdürmektedir (25 ) , denilebilinir. Serbest Fırka denemesi bir kere daha göstermek­ tedir ki, köklerini yurt gerçeklerinden alan ve tarihsel gelişimle özdeşleşen Kemalist devletçilik karşısında İn­ giliz modeli liberal görüşlerin tutunması mümkün de­ ğildir. Her iki parti denemesi bir diğer gerçeği de ortaya koyabilir, bu da kuşkusuz Kemalist modelin uygulama­ daki geçerliğinin saptanması hususudur. Çünkü Kema­ list tezde, fert-devlet ilişkisi ancak organik bir bütün olarak düşünüldüğü takdirde, bunun ekonomi, siyasal ve sosyal alandaki görünümleri de kolaylıkla anlaşıla­ bilir. Aksi takdirde "Tek Adam" da Aydemir'in ileri sürdüğü gibi : "Atatürk'ün hayatında, hatta yalnız par(25) M. Kemal, muhalif partilerin her defasında ülkeyi inkilabın temel fefaefesine zıt düşen, bir takım reaksiyoncr maceralara sürükleme­ leri karşısındl:ı, CHP'yi rejimin tek partisi olarak güçlendirmeyi en akıllı yol olarak kahul ettiği ileri sürülehilinir. Nitekim , Serbest Fır­ kanın kapatımasından hemen sonra, Ru�tow'un da bolirttiği gihi. Parti denemelere girişti, bir seri Halkev.L kuı:du. Şehirde yetişen­ lerin eğitimini yürütmek ve kültürel faaliyetlere girişmek üzere kurulan bu müesseseler hemen daha önce «Türk Ocıağı» adı al.tında kurulmuş milliyetçi hir demekten devralınmıştı. Bu girişimler be­ lirli ölçüde, Hitler'in «Gleichschlaltung» (Hizaya Getirme) veya bir çeşit korporatizm tadını veriyordu. Partili olan bir kısım ay­ dına ise, ılımlı lı'İr Bolşevik eğilimi taşıyan «Kadro» adlı hir deırgi yayınl.tı.maları izni verildi. , Bütün bu görüşlerin ortak amacı, Partinin merkezi kontrole dayanan yapısını feda etmeksizin, Partinin içinde çeşitli uygulama ve fikirlerden meydana gelmiş bir elektrik (uzlaşmacı) toplanmayı:ı. imkan vermektir. (Dankwart A. R ustow, Devlet Kurucusu Olarak Atatürk, Abadan'a Armağan, s.. 599 600, SBFY, 1 949). -

Ayrıca, Timur, (<Scrhcı;t Fırka kapandıktan sonra, bürokratik


96

KEMALİST MODELDE

ti programına değil, Anayasa'ya da girmiş olmasına rağmen, devletçiliğin kesin sınırının ve anlamlarının gereği gibi belirmediği" (26 ) sonucuna varılabilir. Kemalist modelde devletçilik diğer ilkelerle bir sü­ reklilik içindedir. Zira devletçilik. üzerinde herhangi bir yorumda bulunurken sistemi meydana getiren diğer il­ keleri de birlikte düşünmek zorunluğu vardır. Bu iti­ barla, "Atatürk'ün devletçlllği, tamamiyle demokrasi ve hürriyet rejimi içinde kalan ve en önemli vasfı ve husu­ siyeti iktisadi sahada rehberlik olan bir devletçiliktir." (27) . Bu duruma göre devletçilik, Türkiye'nin modern bir devlet olma, milli bir kültüre kavuşabilme ve demokbaskı artmış ve demokratik hak ve hürriyetler tamamen ortadan kalkmıştın> (shı 21 1) demek suretiyle Kemalist rejimin 1930'dan önceki libeTal dönemlerden sıyrılarak, bu tarihten sonra koyu dev­ letçilik ve onun getirdiği terörizme yöneldiğini ima etmektedir. Oy­ sa gerçek bunun tıamamiyle zıddıdır. 1 930'dan sonra Kemalist mo­ del inkilibın «manevi - iç yapısını» geliştiren yeni hamlelere girmi;; ve 1 930'dan önceki baskılardan tamamiyle sıyrılmıştır. Nite­ kim, Rustow, M. Kemal'in üç döneminden söz etmektedir : a) Bü­ tün güçleTi seferber ettiği Kurtuluş Savaşı, b) Dikt�törlüğünü zo­ runlu olarak kuvvetlendirdiği ikinci dönem (1923 - 1927, c) ve ür,üncü�ü, b u diktatörüğü hoşgörür.Jük içinde yürüttüğü dönem (a.g.e., s. 589). Şunu kıabul etmek gerekir ki, Atatürk inkilabı döneminin ko­ münist ve faşist hareketleri içinde en kansız ve insani olanıdır. Her ne kadar elde kesin matematik bilgiler yoksa da Türkiye'de 1 920 ve 1 930'larda siya�i sebeplerden ötürü hayatlarını kayhıeden­ ler birkaç düzine, en çok bir iki yüz kişidir. Boyut ve ölçüler· si11asetin temel unsurlarından sayılırlar. M. Kema'in başarılarına baktığımız zaman şunu asla unutmamalıyız ki, modern d evirlerde bu çapta siyasi reformların pek azı bu kadar mahdut sayıda cana kıymayı başarabilmiştir. (Rusıow, a.s.e., s. 591 - 8)». (26) Selahatt.in Demirkıran, Bir Milletin Y arattı ğı Lider : Mustafa Ke­ mal Atatürk, s. 460, 1972. (27) Mümtaz Turhan, Atatürk İlkeleri ve Kalkınma, s. 54. 1 965 .


'FERT

ve

DEVLET İLİŞKiLERİ

97

.ratik bir nizam içinde gelişerek iktisadi bağımsızlığını kazan:ıbilme imkanlarını hazırlamak üzere, devletin yüklenebileceği görev ve yükümlülüklerin bütününden ibarettir (28) . Nitekim aynı gerçeklere Kinross da te­ mas ederek aynen şöyle diyordu : "Kemalist ideolojinin simgesi 6 oktu ve bunlar birbirleriyle kenetlenmiş du­ rumdaydı : Devletçilik, sömürücülüğe halkçılık yolu ile karşı koyuyor, laiklik halkçıığın sömürülmesini önlü­ yor, hepsini yabancı saldırısına karşı koruyan milliyet­ çilik de yaşama hızını inkilapçılıktan alıyordu." (29) . Bu nedenle Kemalist model, unsurları arasında içten bağlantıları olan bir sistemi ortaya koymaktadır. Bu sis­ temden yalnız birini alıp ona "tarihin misyonunu" yük­ lemek sistemin dinamizmasım yok etmek demektir. Ke­ malist sistemin devletçilik ilkesi üzerinde yürütülen gö­ rüşlerin farklılığını da "bu gerçeği gözönüne almama" eğiliminde aramak gerekir. Çünkü, her araştırmacı ya kendi danışma çerçevesi açısından fert-devlet ilişkisini yorumlamakta, veya Kemalist ideolojiyi bir öğreti ola­ rak gözönüne almayarak onu sadece mekanik yönden değerlendirmektedir. Kanımca, bir toplumsal sistem ola­ rak Kemalizm her şeyden önce, onu meydana g·etiren ilkeler arasındaki karşılıklı ilişkilere göre yorumlanma­ 'lıdır.

(28) Mümtaz Turhan, .a.g.e.,

ı (29) L. K.inross, a.g.e.,

s.

s.

53.

·688. F - 7


KEMALİST KETLERİ

SİSTEM VE BATILILAŞMA HARE­

Kemalist modelde , fert-devlet ilişkisinin bir diğer yönelimini de Batılılaşma veya çağdaşlaşma süreci içinde gözleyebiliriz. Kültür tarihimizde çeşitli eleştiri­ lere yol açan batıcılık hareketinin açıklığa kavuşturul­ ması için sistemin kurucusunun yetiştiği sosyo-kültü­ rel ortamı ele almamız gerekmektedir. Ülkemizde Batılılaşma hareketi, bir kıvılcım halin­ de de olsa, iki yüz yıllık bir geçmişe dayanır. Fakat Ba­ tılılaşma gerçek anlamda bir fikir akımı haline gelme­ sinin tarihçesi yakın zamanlara kadar uzanır. Özellikle, ülkemizde ikinci Meşrutiyeti izleyen dönemlerde üç· türlü düşünce akımı vardı. Tarihsel gelişim sırasiyle bunlardan ilki Batıcılık, ikincisi islamcılık, üçüncüsü de Türkçülüktür. Bu gelişimi Ziya Gökalp şu şekilde ifade ediyordu : "Ülkemizde üç fikir cereyanı vardır. Bu ce­ reyanların tarihi tetkik olunursa görülür ki düşünürle­ rimiz ilkin çağdaşlaşmak lüzumunu hissetmişlerdi. Üçüncü Sultan Selim devrinde başlayan bu temayüle inkilaptan sonra İslamlaşmak emeli iltihak etti ; son zamanlarda ortaya bir de Türkleşmek cereyanı çıktı. Çağdaşlaşmak fikri, düşünürlerce asli bir inanç hük­ münde olduğu için muayyen naşire malik değildir. Her mecmua, her gazete bu fikrin az çok müdafiidir. İslamlaşmak fikrinin yayıcısı (Sıratı Müstakim, Sebilürre-

·


FERT

ve

DEVLET İLİŞKİLERİ

99

şad ) , Türkleşmek fikrinin yayıcısı (Türk Yurdu) mec­ muasıdır ( 1 ) . Bu sıralamada Gökalp'in, kendisiyle arası açık bulunan Batılılaşma taraftarlarının İçtihad der­ gisini kasten zikretmediğini ifade edenler vardır (2) . Zira, İçtihad dergisi 1880 yılında Mısır'da çıkmağa baş­ lamış, 1930 yılına kadar yayını hayatını sürdürmüş ve düşünce hayatımızda en uzun ömürlü dergilerden biri olmuştur. Batılılaşma hakkında ilkin Türkçülerin özellikle Ziya Gökalp'ın görüşlerine değinmek istiyorum. Gök­ alp'te Batılılaşma veya çağdaşlaşma hareketinin teme­ li milli kültüre dayanır. Kültür gibi, Batılılaşma da "millet olma" yeteneğine kavuşmanın zorunlu bir şar­ tıdır. Gökalp'e göre, uygarlık, millet olmanın ilk ve bi­ ricik unsurudur. Bu bakımdan nasıl kültür-uygarlık arasında bir ilişki varsa, aynı şekilde uygarlık ile Batı­ lılaşma arasında da yakın bir benzeyiş vardır. Hatta denilebilir ki , Batılılaşma, uygarlığın bir şeklidir. As­ lında uygarlıklar tek değil bir çoktur; belirli bir yer ·ve zaman içinde doğar, yaşar ve ölürler. Çünkü, uygarlık bir milletin değil, çeşitli milletlerin ortak malıdır. O halde uygarlık milletler arasıdır. Fakat, uygarlığın ge­ lişmesi Gökalp't� son derece ilginç bir yol izler. Öyle ki her kavmin ilkin yalnız kültürü vardır. Bir kavim kül­ türce yükseldikçe kuvvetli bir devlet meydana getirir. Diğer taraftan kültürün yükselmesinden uygarlık da doğmağa başlar (3) . Ancak, uygarlık bununla da kal­ maz, komşu ulusların uygarlıklarından birçok kurum( 1 ) Ziya Gökalp, Türkleşmek. lslamlaşmak ve Muasırlaşmak, (2) Kemal Karpat, a.g.e. ,

s.

s.

5, 1 974.

24 dip not.

(3) Ziya Gökalp. Hars ve Medeniyet s. 2. Keza, Orhan Türkdoğlan, Zi­ ya Gökalp Sosyolojisinde Bazı Kavramların Değerlen dirilmesi, ikin­ ci baskı, 1973 .


1 00

KEMALİST MODELDE

lar alır. Gökalp, başka toplumlardan alınan bu yenilik­ leri o toplumun kültürüne katılmış uygarlık biçimleri olarak ifade etmektedir. Bu açıdan bakıldığında Gök­ alp'e göre Türk toplumu iki defa uygarlık çemberini değiştirmiştir. İslamiyeti kabulden önce Uzak Doğu uy­ garlığı çemberine mensuptu. Müslüman olduktan son­ ra, Doğu uygarlığı çemberine girdi. Geçen yüzyıldanbe­

ri de üçüncü bir çembere (Batı uygarlığı) yani laik bir uygarlık çemberine girmeye çalışıyor (4) . Oysa ki ebedi yaşantıya sahip olan gruplar, camialar değil, toplum­ lardır. Toplumların ayırt edici özellikeri de milletlerden ibaret oluşlarındadır. Avrupa'da ezilen milletler, milli benliklerini kazanmak için kültürel bağımsızlıkları ve siyasi egemenlikleri için mücadeleye giriştiler. Böylece milli devletler doğdu. Bunun sı0nucu olarak da Batı uy­ garlığı yukselerek Doğu uygarlığının yerini aldı. Gökalp'e göre Batı uygarlığının her yerde Doğu uy­ garlığının yerini alması doğal bir kanun olunca, ülke­ mizde de bu değişim gelişmesi zorunlu idi. O halde Os­ manlı uygarlığı behemahal ortadan kalkacak, onun ye­ rine bir taraftan İslam diniyle beraber bir Türk kültü­ rü, diğer taraftan da Batı uygarlığı geçecektir. Görü­ lüyor ki Gökalp için Batılılaşma aslında uyg:arlıf-ım1zın kaçınılmaz bir sonucudur (5) . Bu nedenle Batılılaş­ ma veya çağdaşlaşma, Gökalp'e göre, aletten (teknik ) oluşur. Bir zamanın çağdaşları o zamanların tekniki hususunda en ileri olan ulusların yaptıklan ve kullan­ dıkları bütün aletleri yapan ve kullanabilenlerdir. Bu­ gün bizim için çağdaşlaşmak demek, · Avrupalılar gibi zırhlılar, otomobiller, uçaklar yapıp kullanabilmek de-

(4) Ziya Gökalp, Türk Medeniyet Tarihi, (5) O. Türkdoğan, a.g.e. , 1 973.

s.

2.


FERT

ve

DEVLET İLiŞKİLERİ

101

mektir. Çağdaşlaşmak, şekilce ve yaşayışça Avrupalıla­ ra benzem�k değildir. Ne zaman bilgiler ve sanayi mal­ zemelerini aktarmak ve satın almak için Avrupalılara çağdaşlaşmış olduğumuzu anlarız. Türkleşmek, islamlaşmak ülküleri arasında bir zıt­ lık olmadığı gibi bunlarla çağdaşlaşmak ihtiyacı arasın­ da bir çatışma da yoktur. Çağa uyma ihtiyacı bize Avru­ pa'dan yalnız ilmi ve teknik aletlerle fenlerin alınma­ sını emrediyor. Avrupa'da dinden ve milliyetten doğan, bundan dolayı bizde de bu kaynaklardan aranması ge­ reken bir takım manevi ihtiyaçlarımız vardır ki, alet­ ler ve fenler gibi, bunların da Batıdan alınması gerek· mez (6) . Siyasal teşkil!t bahsinde Gökalp, Durkheim'in kol­ lektivist felsefesinin çok fazla etkisinde kalmıştı ve bu yüzden de Durkheim'in görüşlerini müslümanlığın mü­ minler arasındaki kardeşlik ve eşitlik fikrine uyar gibi görüyordu. Gökalp, 1913 yılına kadar çeşitli milletler­ den kurulma devlet fikrini savunmuştu, ama sonralan imparatorluğun çöküşünü kaçınılmaz bir olay olarak kabul ederek, milli bir devlet fikrini ileri sürdü ve bu fikri Durkheim'i n görüşlerine uydurarak işledi. Durk­ heiın'deki toplum kavramı Gökalp'te millete çevrildi. Toplum, bütün fikirlerin kaynağı, en üstün manevt oto­ rite ve davranışlarımızda en yüksek ahlak hakimiydi. Gökalp için kişi ancak maddi bir anlam taşıyordu; as­ lında ı0 toplumun amacına hizmet eden bir varlıktı. Gök­ alp kişinin irade hürriyetini reddediyordu ; kişi farkın­ da olmadan toplumun ideallerine uyardı. Gökalp'e gö-

(ti) z;ya Gökalp, Türkleşmek . lslamlleşmak ve Mua�ırlaşmak,

s.

12.


KEMALİST MODELDE

1 02

re, bireycilik ümitsizliğin ve perişanlığın bir kaynağı, bütün ahlak prensiplerinin tükenmesi demektir (7) . Gökalp'in düşüncelerinin ana zembereği mevcut üç cereyanı bir tek kol halinde birleştirmek ve böylece, ik­ tisat ve terakki etrafında birleşmiş bir fikir cephesi ya­ ratmak gibi pratik amaçlara dayanıyordu (8) . Bu ba­ kımdan Gökalp'te Batılılaşma ( çağdaşlaşma) aslında Türkleşmek ve İslamlaşmak unsurları düşünülmeden soyut olarak tasavvur edilemez (9) . Gökalp ideolojisinin temel unsurlar! (üç yol) sadece birbirine uygun olmu­ yorlar, aynı zamanda birbirlerini karşılıklı olarak ta­ mamlarlar ( 10) . Bu bakımdan bazı yazarların, düşün­ dükleri gibi Gökalp'te bir telifcilik yerine, günümüzün sosyal değişme terimiyle ifade etmek gerekirse, bir kül ­ türel bütünleşme vardır. Çünkü, Türkler Batı uygarlı­ ğından, yukarda belirttiğimiz gibi, sadece maddi değer­ ler ve bunları meydana getiren zihinsel fonksiyonları almak; islamdan da (politika dışında, bazı toplumsal ge­ lenek ve dini inançlar) kabul etmişlerdir. Geriye kalan kültürün diğer bütün unsurları ve bilhassa tüm heye­ cansal (manevi değerler - dinsel olanlar müstesna Türk'ün kendine özgü mirasından sağlanacaktır. -­

Görülüyor ki, Gökalp'e göre uygarlık tektir, bu da (7) Uricl Heyd, Foundations of Turkish Nationaliznı : Life and The Teachings of Ziya Gökalp, s.

s.

55

-

6, 57, 1 950. Keza, Karpat, a.g.e . .

29.

(8) K. Karpat, a.g.c.,

s.

30.

(9) Gökalp'ın bu üç yola ait görüşlerinin temelinde Yusuf Akçu roğlıı Da.rafından kaleme alınmış bulunan Üç Tarzı Siyaset adlı eserinde ortaya . çıkan bir

üçlü

Osmanlılık.

P an isla mi zm

s;stemlcı:tirmcn i n

vardır.

( 1 0) Uriel Heyd, a.g.e.,

s.

1 50 - 1 .

etkisi

ve

Turancılık

bulunduğu

şeklindeki

kanaatıncla

olanlar


FERT

ve

1 03

DEVLET İLİŞKİLERİ

Batı uygarlığıdır ( 1 1 ) . Bu husus Kemalis� ideoloji için önemli bir hareket noktasını teşkil edecektir. Ancak, çağdaşlaşma sürecinde, Batılılaşma eğilimi, teknik ve bilimsel zihniyeti kavramada kendini gösterecek, fakat ,biçim ve yaşayışça onlardan ayrılmamız gerekecektir. Aslında Gökalp'teki bu düşünce yeni değildir. Aynı çe­ şit görüşlere Ahmet Mithat Efendi'de de raslamaktayız : "Bir rub'u asır (çeyrek yüzyıl) tarafında biz dahi gereği gibi Avrupalılaşmışızdır. Hem de terakkiyat-i maddiyece ne kadar Avrupalılaşmamış olsak Şayan-ı te­ şekkür görülebileceği halde terakkiyatı-maneviyyece Avrupalılaşmak terakkiyatı maddiyeyi pek çok ileri geçmiştir ( 12 ) . Görülüyor ki Ahmet Mithat Efendi "Her hft.lü karda ilim ve tekniği Batı dünyasından en kısa zamanda ve tereddütsüz münakaşasız almamız gerek­ tiği kanaatindedir. Bu hususta iki medeniyetin çatış­ masına, karşı karşıya gelmesine sebep yoktur" (13) . Bu ( 1 1 ) Mustafa Kemal i çin de uygarlık tektir . Nitekim bir konuşmasında şöyle diyordu : «Memleketler muhteliftir, fakat medeniyet birdir ve bir milletin terakkisi için de bu yegane medeniyete iştirak et­ mesi lazımdır.» (Nakleden, Halil İnalcık, Atatürk ve Türkiyc'­ nin Modernleşmesi, Atatürk'ün Önderliğinde Kültür Devrimi, s. 35,

1 972). Görülüyor ki Kemalist ideoloji, felsefesi ve sosyolojisi

b•akımından, TanzimatQan beri görülen ikiliğe (kültür �edeniyet) uymayan monist (tekci) bir görüşü benimser. M. Kemat 1 925'de diyordu ki : Medeniyim diyen Türkiye -

Cumlrnriyeti halkı zihniyetiyle medeni olduğunu ispat ve izhar et­ mek mecburiyetindedir. Aile hayatiyle, yaşayış tarziyle medeni olduğunu göstermek mecburiyetindedir. (Halil İnalcık, a.g.m.. s. 34) . Görülüyor ki burada medeni olırllk veya çağdaşlaşmak, Kema­ list ideoloji için Batıya tapma d uygusu değil, tek olan medeniyete uymak sürecidir. l l 2) Orhan Okay, Aatı Medeniyeti Karşısında Ahmed Mithat Efen di,

s. 13, 1 975 . . ( 1 3 ) Orh a n Okay, a.g.e.,

s.

417.


K EMALİST MODELDE

104

ifadelerden de anlaşıldığı gibi, Ahmet Mithat Efendi'ye göre Doğu ve Batı olmak üzere iki uygarlık vardır. Bu iki uygarlık arasında zıtlık yerine uzlaşmanın veya bir senteze ulaşmanın doğru olacağı kanısındadır. Bu ne­ denle de hem Ziya Gökalp, hem de Kemalist ideolojinin ana görüşlerinden ayrılmaktadır. Fert-devlet ilişkisinin Batılılaşma anlayışı içinde değerlendirilmesinin gerçekçi bir açıdan ele alınabil­ mesi için, Batılılaşma hareketlerine de kısaca bir göz. atmak yararlı olacaktır. Batıcıların başlıca temsilcileri İçtihad dergisi etrafında toplanan Abdullah Cevdet, Ce­ lal Nuri, Süleyman Nazif, İsmail Hami, Kılıçzade Hak­ kı, Ahmet Muhtar ve Ali Kemal Beylerdir. Yayın organ­ ları İçtihad dergisinde "Pek Uyanık Bir Uyku" ( 14 ) baş­ lıklı bir yazıda, Batıcıların bütün istekleri numara sı­ rasiyle özetlenmiştir. Bunlardan konu ile ilgili olanları buraya alıyorum : Fes kamilen def edilip yerine yeni bir serpuş kabul olunacaktır. , 2. Kadınlar diledikleri tarzda giyinecekler, yalnır. israf etmeyeceklerdir. Kadınlar, vatanın en büyük ve­ linimeti sayılarak, kendilerine erkekler tarafından o yolda hürmet ve riayet gösterilecektir. 3. Mevcut kumaş fabrikaları genişletilecek ve yeni­ leri açılacaktır. Padişah ve hanedan saltanattan itiba­ ren bütün vekiller, senato ve milletvekilleri, amirler, su­ baylar ve bütün memurlar, askerler ve fabrika işçileri bu fabrikaların mamulatından giymeye mecbur tutula­ caktır. Halk da gerek gazeteler ve gerek okullar aracıı.

( 1 4) t. Hami, Pek Uyan ık Bir Uyku, madde : 1 , tçtihad 1 328. No : 55 s.

1 226, 11a.kleden, Tarık

Z.

Tunaya. Amme Hukukumuzda Garp•

çılık, t Ü HFD, cilt : 1 4, s . 598, 1 948.


FERT

ve

DEVLET İLİŞKİLERİ

1 05

lığı ile uyarılarak yerli mallarımızın sürümü çoğaltıla­ caktır. 4. Kadınlar ve genç kızlar, Müslüman, Boşnak ve Çerkezlerde olduğu gibi, erkekten kaçmayacaktır. Her erkek gözü ile gördüğü kızla evlenecektir. Görücülük ge­ leneğine son verilecektir. 5. Kızlar için diğer okullardan başka bir de tıbbi­ ye açılacaktır. 6. Birer tembellik yuvası olan bütün tekkeler ve zaviyeler ilga olunarak gelir ve ödenekleri kesilip mil­ li eğitim bütçesine ilave edilecektir.

7. Bütün medreseler ilga edilecektir. 8. Sank sarmak ve cübbe giymek yalnız din bü­ yüklerine tahsis edilecektir. 9. Evliyalara adak yasak edilecektir.

10. Okuyucular, üfürükçüler, sıtma bağcıları ve benzerleri tümden uzaklaştırılarak sıtmaya yakalanan­ lar mutlaka sulfata içmeğe mecbur tutulacaklardır. 11. Her mahallede okula gitmemiş veya gidememiş yaşlılar için uygulamalı (yani ağızdan öğretim) okul­ lar açılacaktır. 12. Arazi ve Evkaf Kanunlarından başlanarak tüm yasalar islah edilecektir. 13. Mecelle ilga veya o derecede değiştirilecektir. 14. Mevcut Osmanlı alfabesi atılarak yerine Latin harfleri kabul edilecektir. 15. Avrupa Medeni Kanunu kabul edilerek, bugün­ kü evlenme ve boşanma şartları tamamiyle değiştiri­ lecektir. Birden fazla kadınla evlenmek ve bir sözle ka­ n boşamak usulleri kaldırılacaktır ( 1 5) . Bu programda ( 1 5) Peyami Safa, Türk lnkildbına Bakışlar,

yok.

s.

55

-

8, 2'nci ba�kı. tarih


KEMALİST MODELDE

1 06

sozu edilen birçok maddeleri n Kemalizm ideolojisinin oluşmasında etkili olduğu şüphesizdir. Bu hususu Ke­ malist modelin Batıcılık anlayışında ayrıca açıklayaca­ ğız. 1 880 - 1930 yılları arasında olmak üzere tam yarım yüzyıl yayım hayatını sürdüren içtihad Batıcıların dün­ ya görüşlerini ve ülke sorunlarını yayan bir dergi olu­ yordu ( 1 6 ) . Batıcıların kendilerine özgü tutum ve inançları vardır. Yukarıda açıklandığı gibi, bunların önemli bir kısmı ferdi özgürlük, bağımsızlık, meşruti­ yet fikri ve yeni bir takım köklü devrimler olarak sıra­ lanabilir. Nitekim A. Cevdet bir yazısında 1908 II. Meş­ rutiyet ilanı hakkında şöyle diyordu : "Hürriyet verilmedi, hürriyet alındı, 24 Temmuz 1 908 tarihi Türkiye' zincirbend Türkiye'nin kurtuluş tarihi, en büyük bayramı oldu." ( 1 7 ) . Böylece monarşi yönetimine karşı anayasal bir düzenin savunulması ya­ pılıyordu. Batıcılara göre : "Avrupa demek üstünlük de­ mektir. (Ahmet Midhat'ta Terakkidir) . Avrupa'ya na­ zaran, Osmanlı toplum ve devleti fevkalade geridir. BiZ bu medeniyete doğru gitmeliyiz, ona kavuşmalıyız, "nur" ondadır ve bizzat kendisidir. Zira, başka bir ör­ neğe lüzum yoktur. Çünkü, bir ikinci medeniyet yok­ tur, medeniyet Avrupa medeniyetidir. Bunu gülü ile, dikeni ile almak mecburidir." (18) . Kemalist ideoloji ( 1 6 ) Ziya Gökalp'e göre : «Çağdaşlaşma fikri, fikir adamlarında a�li bir inıanç hükmünde olduğu için belli bir yayın organı yoktur. Her dergi, her gazete hu fikrin az çok savunucusudur. (Z. Gökalp. Türkleşmek, İslamlaşmak ve Muasırlaşmak, 1 974)» . < 1 7)

Abdullah Cevdet, İçtihad, 1 908, ikinci sene, No. 8, s. 285, nakle­ den Tarık Z. Tunaya, a.g.e., s. 587.

( 1 8) Abdullah Cevdet, Şimei Muhabbet , l ctihad, 1 329, No : 89, s. 1 890 ·

94.


FERT

ve

DEVLET İLİŞKİLERİ

1 07

ile Türkçüler ve Batıcıların birleştikleri bir nokta da uygarlığın tek olması ve bunun da Batı uygarlığından ibaret bulunmasıdır. Abdullah Cevdet'e ait olan bu ya­ zıd a ileri sürülen görüşlerde Batıcıların tam anlamıyla anlaştıkları söylenemez. Bu nedenle içtihatçıların önemli bir kesimi Batıcılığın açıklığa kavuşturulma­ sında daha açık görüşler getirmişlerdir. Bunlara göre, Batılılaşmak demek, Osmanlı imparatorluğunun tepe­ den tırnağa kadar Batıyı kopya veya körü körüne tak­ lit etmesi demek değildir. Böyle bir yöntem kötü netice­ ler vermiştir. Şu halde köle sadakati ile taklit değil, fa­ kat ihtiyaçlara göre ayarlanmış iktibas ve teklifler icab etmektedir. Taklit olmayan Batıcılık nasıl açıklanabilir? Bu te­ rimden murat olunan Batının iktisadi ve sosyal yaşa­ mını , yüksek bilim ve tekniğini Osmanlı İmparatorluğu hudutları içine nakletmek ve İmparatorluğun hudutla­ rını bilim, teknik ve sanayi bakımlarından donatmak­ tır ( 1 9) . Böylece Batılılaşma hareketi bu öğreti grup­ larına göre ; Avrupa bilim ve zihniyeti ile tekniğine sa­ hip ıolmak demektir. Kısacası Batı uygarl�ğının benim­ senmesi demektir. Bunlardan bir gurubuna, özellikle Celal Nuri Bey'e göre, "medeniyet iki çeşittir. Sınai (tek­ nik) medeniyet ve hakiki medeniyet. Avrupa ile Ame­ rika sanayi medeniyetlerinin en yüksek derecesine sa­ hiptirler, fakat hakiki medeniyet bakımından, Avrupa ve Hıristiyan dünyasının hakiki bir medeniyete .sahip olmayacakları cesaretle tahmin edilebilir. Japonya, sa­ nayi medeniyetini almış, hakiki medeniyetin sirayetin­ den kendisini kurtarmıştır. Sanayi medeniyeti bir mem­ leketten diğerine aktarılabilinir, iktibas edilmesi kabil ( 1 9) T.Z. Tun.aya a.g.m.,

s.

590.


KEMALİST MODELDE

1 08

bir medeniyettir. Fakat, ne yazık ki İslam ileri gelenle­ ri bu gerçeği anlayamamış ve her iki uygarlık çeşidini aynı sanarak ikisinden de sakınmıştır. Hakiki medeniyet alanında, islam dünyası zaten Avrupa'nın üstündedir. Neticede şöyle bir yöntem tek­ lif edilebilecektir. Avrupa'nın sanayi medeniyeti alın­ malı, fakat hakiki medeniyeti alınmayabilir, hatta alın­ mamalıdır" (20) . Batı uygarlığı ile ilgili olarak İçtihat­ çılar arasında keskin bir görüş ayrılığı olduğu meydan­ dadır. Çünkü, Abdullah Cevdet'e göre : Batı uygarlığı tektir ve bu "gülü ve dikeniyle" alınmalıdır. Celal Nu­ ri'nin Batı medeniyetini sanayi ve hakiki medeniyet olarak ikiye ayırması karşısında, hem islamcılann hem de Ahmet Midhat Efendinin iki ayrı medeniyeti kabul etmeleri önemli bir noktayı teşkil eder. Yalnız ne var ki Ahmet Midhat Efendide manevi ilerleme, Celal Nu­ ri'de hakiki medeniyet� tekabül etmektedir. Keza, Batıcılarda, Prens Sabahattin'de görülen bir fertçiliğe de raslamaktayız. Ancak bu fertçiliği, ferdin özel girişimleri anlamında kabul etmek gerekir. Nite­ kim programlarının 16. maddesinde aynen şöyle diyor­ lardı : "Osmanlılar hükumetten hiçbir şey beklemeye­ cekler, yollarını, köprülerini, limanlarını kendi teşeb­ büs ve faaliyetleriyle vücuda getireceklerdir." ( 2 1 ) . "Böylece geleneksel Osmanlı toplum yapısının cemaat­ çı (komünoter) özelliği yerine daha liberal düşünceler yer almaktadır. Hatta, fert-devlet ilişkisi yönünden dü­ şündüğümüz takdirde devlete ağırlık veren zihniyetin, yönetimde, sosyal, ekonomik ve siyasal alanlarda ferdi girişime yöneldiklerini söyleyebiliriz. <20> Celal Nııri. htihad-ı

islam.

0 3 1 , 26 - 7, 29 - 30 - 3 .l . s. 4 1 2 - :l . 4 1 9 .

Nakledc'l T.Z. Tııııaya. a.g.m . .

s.

595.

(2 1 ) t . Hftmi. Pek Uyanık Rir Uyku. s.

1 228. a.g.am .


FERT

ve

DEVLET iLİŞKİLERİ

109

İçtihatçılar sosyalizm teorileri üzerinde durmuşlar­ dır. Milliyet anlayışları nedeniyle

sosyalizmin gerek­ mediği inancındadırlar. Nitekim, ittihadı İslam'da şöy ­ le deniliyı0rdu : "İlkin bizde burjuva sınıfının bulunmaması özellik­ le kayda şayan görülmektedir. Bizde gelenek ve teşki­ latı ile bir esnaf sınıfı mevcut değildir. "Biz ya paşayız, yahut çiftçi". Avrupa'da gerçek bir dava olarak görü­ nen sosyalizm, bizde ismi, bahsi mevcut fakat gerçeği olmayan bir mevhumedir." ( 22 ) . Abdullah Cevdet'in, TÜrkçülerin faaliyetleri karşı­ sında millet ve vatan tanımlarını kesinlikle belirttiğini görmekteyiz . .Nitekim , "Yeni Turan'ı" tanımlarken, bir derginin ön sözüne şu ifadeleri yazmaktadır : "Vatan hür ve muhterem olarak yaşanılan yerdir, fakat bu vatana

medeniyet dönemeçlerinden,

sanayi

vadilerinden geçilerek gidilebilir. Kurulacak bu muh­ terem ve hür vatanın adı Turan değil, irfandır" (23) . Batıcıların, İslamcılarla ilgili tutumlarına da kısa­ ca değinmek istiyorum. İslamcı görüşler iki özellik ta­ şımaktadır. "Milliyet çağı denilen çağda,

din bağları

gevşemiş, islamiyet bağlannın bu suretle gevşemesi in­ sanları birbirinden ayırmış ;

islami esaslarda görülen

aşağılama (tedenni) Devletin de çökmesini vücuda ge­ tirmiştir." (24) . Hatta bu hususta Kılıçzade Hakkı da­ ha da ileri giderek, İslamda bir reformu ön görüyor ve (22) Celal Nuri, Tarih-i 1s14m, (23) Abdullah Cevdet,

s.

287 - 9 1 , nakleden T.Z. Tunaya, s. 614.

Ziya Göka!p'in Turan

şiirindeki

meşhur beyti

değiştirerek şöyle ifade etmi�tir : �Vatan ne Türkiyc'dir Türklere ne Türkistıan Vatan, büyük ve müebıbet bir ülkedir : irfan.» (24) T. Zafer Tunaya, a.g.m.

s.

59.


110

KEMALİST MODELDE

islam unsurunun şarttır, diyordu :

mahvolmaması için de bu

reform

"Softalar için amaç, dindir, fakat Batıcılar için asıl olan insanlığın umumi kemal ve refahıdır, bu idealin gerçekleşmesi için din bir gaye değil, araçtır, dünya­ nın ahiret kadar önemi vardır." (25) . Bu ifadeler İslam­ cılar ve Türkçüler ile Batıcılar arasındaki keskin fark­ lılaşmaları göstermesi bakımından kayda değer. Üçüncü akımı teşkil eden islamcılara gelince, bqn­ lar da, "kendi aralarında ikiye ayrılırlar. Bir kesimi Şeyhülislam Musa Kazım, Mahmut Esat, Hacı Fehim ve benzerleri gibi koyu şeriatçıdırlar. Bunlar için din kurallarından ve şeriyeden zerre kadar sapmak müm­ kün değildir. Diğer kesimi de, Mehmet Akif, M. Şemsed­ din, Prens Said Halim gibi, yabancı bir dil bildikleri için Batı kültürü ile az-çok temaslarından kazandıkları bir tenkid ruhu ile kaba sofulardan ayrılanlardır. Bunlar için içtihat kapısı kapanmamalıdır. İslamın çöküşü iç­ tihat kapısı kapandıktan sonra başlar. İlerlemeye en­ gel olan islamiyet değil, bize öğretilen islamlık­ tır." (26) . İslamcılar dini, toplumun temel direği ıolarak ka­ bul ediyorlar ve bu n edenle bir takım kavramları da bu açıdan yorumluyorlardı. Böylece, islamcılara göre dinle millet birdir. İslam ilerlemeye engel değildir. De­ mokrasinin tüm ilkeleri : Hürriyet, . eşitlik ve kardeşlik islamın esaslarında vardır (27) . Musa Kazım'a göre : En (25) Kılıçzade Hakkı, Son Cevap, İçtihad, 1 3 3 1 , Tunaya, a.g.m., s. 621 . (26) Peyami Safla, a.g.e., s . 59. (27) Musa Kazım, Dini, a.g.e.,

s.

60.

�.

1 6. Nakleden T.Z.

içtimai, Makaleleri, s. 274 - 85 . bkz. P. Safa,


FERT

ve

DEVLET İLİŞKİLERİ

111

büyük hatamız islamın ilerlemeye engel olduğunu sa­ narak Batıya dönmek olmuştur. Biz Avrupa'nın yalnız ilim ve sanayiini kabule mecburuz. Zira, hikmet bizim kaybettiğimiz malımız olmakla onu bulduğumuz yerde elbette alırız. Fakat, Avrupalıların tüm gelenek ve ah­ lakını, yaşayış ve hayat tarzını kabul edemeyiz. Bir kavmin bilimler ve sanayiini kabul etmek o kavmin bü­ tün gelenek ve ahlakını k abulünü gerektirmez. Nite­ kim, bizim gibi Japonlar dahi bundan otuz sene önce fenler ve sanayiden habersizdiler. Çünkü gaflette idi­ ler. Birdenbire gözlerini açtılar. Az zamanda Avrupa­ lılara eşit oldular ve hatta birçok hususlarda onları ge­ çerek bütün medeni dünyayı kendilerine karşı hayret­ te bıraktılar. Halbuki gelenek ve ahlaklarından hiçbir şey kaybetmediler (28) . Kadın hakları hususunda islamcılar, Batıcılardan esasta ayrılıyorlardı. Zira, şeriatın, emrettiği şeylerin hepsi faydalı , yasak ettiği şeylerin hepsi zararlıdır. Şe­ riat, kadınların kendilerine mahrem olan erkeklerden kaçmalarım emı ediyor : saçları dahi dahil olduğu halde vücutlarını ziynetten ari bir şeyle, dikkat çekici bir el­ biseyle örtmelidirler. Bunun gibi birkaç kadınla evlen­ mek tabii zaruretlerdendir. Birden fazla kadınla evlen­ menin faydaları nüfusu çoğaltmakla başlar. Zevceleri hasta olan kimseleri fuhuş yoluna sapmaktan korur. Evde kocayan ihtiyar kızları, dulları erkeksizlikten kur­ tarır. Velhasıl bütün kanun hükümleri şeri hükümlerden (28) Musa Kazım, a.g.e., s. 272. keza, Tarık Zafer Tunaya, lslamcılık Cereyanı, s. 73 - 4, 1962. (29) Peyami Safla, a.g.e., s. 63. (30) Pren� Sait Halim, İslamlaşmak, bkz. P. Safa, a.g.e., s. 63.


112

KEMALiST MODELDE

çıkarılır. Nizamı mahkeme ile şer'i mahkeme ve med­ rese ile mektep arasındaki anlaşmazlıklarda şer'i mah­ kemenin ve medresenin koruma ve islahı gereklidir ( 29) . İslamcıların milliyet anlayışları da farklıdır. "Mil­ liyet nazariyesinin evhamlan ile ırka ait hotkamane eğilimleri şiddetıendirmeyecek, tersine bunlara hücum edecek ve çeşitli kavimler, ırklar arasında kardeşlik ku­ rulması çareleri araştırılacaktır" (30) . İslamcıların bu açık dünya görüşleri ve Batıcılık anlayışları karşısında, asıl konumuzu teşkil eden Ke­ malist modelin Batıcılık anlayışına gelince bunun da farklı bir yönelim gösterdiğine derhal dikkati çekmek gerekir. Çünkü, Kemalist ideolojide Batıcılık, ulusal ba­ ğımsızlık savaşından kaynaklarını alan bir milliyetçi harekettir. Bu nedenle kökleri Jön Türklere kadar da­ yanır. Jön Türkler, tarihimizde milliyetçilik ruhunu ge­ liştiren bir hareketin ilk temsilcileridir (31) ve bu hare­ ketin tarihimizdeki çıkış noktası 1860 - 1870 yıllarına kadar uzanır. Böylece, Türklerde milliyetçilik ruhu teo­ rik olar�k Jön Türklerin "Osmanlılık programında" or­ taya çıkıyordu. Sonra bu milliyetçilik hareketi Türkçü­ lerin programında yer alıyordu. Mustafa Kemal'in devrinin çok çeşitli akımları ara­ sında milliyetçiliğe yönelmesi, her şeyden önce, bağım­ sızlık mücadeleleri dediğimiZ milliyetçi hareket içinde gelişmiştir (32) . Bu hususu kendi ağzından dinleyellm.: "Bizim neslin gençlik yıllarına Osmanlılık telkin (31) Amold Toynbee, a.g.e.,

s.

73.

Keza, Yuriy Aşatoviç Pctroysan,

Sovyet Gözü ile Jön Türkler, s. 137, 1 974. (32) A. Toynbce, a.g.e., s. 156, Keza, G.S. Harris, a.g.e., s. 50.


FERT

ve

1 13

DEVLET İLİŞKiLERİ

ve etkileri hakimdi. imparatorluk halkını meydana ge­ tiren Türkten başka uluslara, bu arada yanlış bir din anlayışı ile Araplara, sarayın, ordu ve devlet ileri ge­ lenleri arasında bulunan ırkdaşlannın etkisiyle Arna­ vutlar'a özel bir değer veriliyor, oralardan söz edilirken "Kavm-i necib" deyimi ile sıfatıandınlarak bu duygu­

y

nun belirtilmesine çalışılı or, memleketin sahibi ve dev­ letin kurucusu

olan biz Türkler, ikinci

planda gelen

önemsiz halk yığınları sayılıyorduk. Şair Mehmet Emin Yurdakul'un, ilk defa Manastır Askeri idadisinde öğrenci iken okuduğum "Ben bir Tür­ küm, dinim, cinsim uludur" mısraı ile başlayan man­ zumesinde, bana ulusal benliğinin gururunu tattıran ilk anlatımı bulmuştum. Fakat ben asıl bunu, orduya katıldığım ilk günlerde, bir Anadolu çocuğunun gözyaş­ larında Türklük,

gördüm

ve

kuvvetle

duydum.

benim en derin güven

Ondan

sonra

kaynağım, en engin

övünç dayanağım oldu. Kendimi hiçbir zaman Osman­ lılığın telkin ettiği başka ulusları öven ve Türklüğü aşa­ ğı gören eksiklik duygusuna k aptırmadım. Bakınız nasıl oldu. Kurmaylık stajı için

1905) verildiğim süvari alayı, Hayfa'da

(5 Şubat

bulunuyordu.

Kışla ile deniz arasında geniş bir talim alanı vardı ve piyade acemi eğitim devri yeni başlamıştı. Erleri böl­ geden toplanmış Arap gençlerinden, öğretici kadro da tecrübeli ve Anadolu kıta çavuşları olan Türk delikan­ lılarından kurulu idi. Katıldığım bölüğün alaydan ye­ tişmiş, Makedonya Türklerinden, ileri yaşlı bir yüzba­ şısı vardı. Erlere, çavuşlar talim yaptırıyor, biz subay­ lar arada dolaşarak çalışmaları izliyor ve denetliyorduk. Yüzbaşı, çavuşlarına karşı sert davranıyor, yeni erlere :karşı ise fazla şefkatli görünüyordu. Onların herhangi F - 8


114

KEMALİST MODELDE

bir şekilde azarlanmasına, hırpalanmasına gönlü razı: olmadığını ısrarla söylüyordu. Halbuki talimlerde, Türk­ çe bilmedikleri için, çavuşların söylediklerini iyi anla­ yamayan kimi erlerin yanlış hareketlerinin zaman zo.­ man çavuşların sabırlarını tükettiği, sertçe davranışla­ rına yol açtığı da oluyordu : Bir gün yüzbaşı, bu yolda hareketten kendini alı­ koyamıyan bir ç avuşunu mimlemiş ve talimden dön­ dükten sonra, birlikte oturduğumuz bölüm komutanlı­ ğı odasına çağırtmıştı. Takım komutanı ile birlikte ge­ lerek yüzbaşısını saygıyla ve askerce selamlıyan çavuş,. yirmi beş yaşlarında dinç ve yakışıklı, ince bıyıklı, el­ macık kemikleri fazla kabarık, uyanık bir Türk çocu­ ğu idi. Yüzbaşı, onun ulusal onurunu ağır şekilde han­ çerleyen " ... Türk" sözleriyle azarlamağa oaşlamıştı. Sen nasıl olur d a "Kavm-i Necib-i Arab'a mensup Peygam­ berimiz efendimizin mübarek soyundan olan bu çocuk­ lara sert davranır, ağır söz söyler, onların kalbini kırar­ sın. Kendini bil, sen onların ayağına su bile dökmeğe layık değilsin" gibi gittikçe manasızlaşan fakat yaşlı yüzbaşının samimi inancından kuvvet alan , sözlerle ha­ karet ediyor, gittikçe asabileşiyordu. Ben dikkatle ça­ vuşun yüz ifadesini izliyordum. Başlangıçta üstünde· bir babaya duyulan saygının içtenliği okunan çizgiler sertleşmeğe, içten gelen haklı bir isyanın ateşleri gözle­ rinde okunmağa başlamıştı. Fakat gerçek itaatın sim­ gesi olan her Türk askeri gibi bu da iç duygularını gem­ lemesini bildi. Sessizce göz pınarlarından dökülmeğe· başlayan yaş damlaları, yanaklarında birbirini kova­ layarak bıyıkları üstünde toplanıyordu. Ben bir taraf­ tan üzgün ve sinirli, bu sahneyi seyreder ve söylenen­ leri dinlerken, bir yandan da içimde bir isyan duygusu şahlanıyor ve şöyle düşünüyordum : "O erin bağlı ol-


FERT

va

DEVLET İLİŞKİLERİ

1 15

duğu kavim birçok bakımdan necib olabilirdi. Fakat ça­ vuşun, yüzbaşının ve benim bağlı olduğumuz kavmin de tarihlerini şerefle dolduran büyük ve asil bir ulus olduğu da bir an şüphe götürmez bir gerçekti. Türklük hakkındaki o günkü görüş ise, doğrudan doğruya Türk aydınlarının kendi kendini

bilmemesinden ve

başka

uluslarda şu veya bu sebeple üstünlük var sayarak, ken­ dini onlardan aşağı görüp nefsine olan güveni yitirme­ sindendir. Artık bu yanlış görüşe son vermek, Türklü­ ğümüzü bütün asalet ve necabeti ile tanımak ve tanıt­ mak gerekmektedir", dedim ve o andanberi inandığım bu gerçeğe bütün Türklerin inanmasını, bununla övü­ nüp kendine güvenmesini ülkü bildim." (33) .

14 Eylül 1931 günü Dolmabahçe Sarayı balkonun­ da bir sohbet esnasında Mustafa Kemal tarafından ifa­ de edilen bu görüşler, ı0nda, Türklük duygusunun daha

çok genç yaşlarda filiz saldığını göstermektedir. Bu ne­ denle Kemalist sistemin kurucusunda, Türklük bilinci ve milliyetçilik inancı, "kavmi Necip" adı altında Türk ulusunu geri plana iten, bir azınlığa duyulan soylu bir tepkidir. Ne islamcıların ne de Batıcıların anlamadığı milliyetler çağı, ilkin "Kavmi Necip" de

uyanını§ ve

hakinı grup olan Osmanlı toplumuna karşı baş kaldır­ mıştır. Bu gerçeği ancak Türkçüler sezebilınişti. Bu ne­ denle Mustafa Kemal'e,

"ulusal benliğinin gururunu..

tattıran Türklük bilinci daha çok Türkçülük akımı ile birleşiyordu. Onun için Mustafa Kemal, Ziya Gökalp'e "fikrimin babasıdır' yargısında bulunuyordu. Mustafa Kemal benliğinde yaşattığı bu

Türklük

duygusunu, bir diğer vesile ile, 1926 yılında şu şekilde açıklıyordu : (33) Utkan Kocatürk, Atıatürk'ün Fikıir ve Düşünceleri, 2'nci baskı,

1 113

-

85.

s.


1 16

KEMAlİST MODELDE

"Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz; Cumhuriyetimizin dayanağı Türk top­ luluğudur. Bu topluluğun efradı ne kadar Türk kültürü ile meşbu olursa o topluluğa dayanan Curnhuıfyeıt de kvvetli olur." (34) . \ Mustafa Kemal'in milliyet tanımında da Türkçü­ lere yaklaşan yönleri vardır. Nitekim, "Türk mtlletinin kuruluşunda etkili olduğu görülen tabii ve tarihsel ger­ çekler, Mustafa Kemal'e göre şöyle sıralanabilir : a) Si­ yasal varlıkta birlik, b) Dil birliği, c) Yurt birliği, d) Irk ve menşe birliği, e) Tarihi karabet, f) Ahlaki karabet. Türk ulusunun kuruluşunda mevcut olan bu şart­ ların diğer uluslarda hepsi birden yı0k gibidir. Daha umumi bir tanım yapabilmek için diyelim ki, bir top­ luma millet diyebilmek için bu şartlar, aynı zamanda bütün olarak veya kısmen, bir arada bulunmak lazım(34) Vakit Gazetesi, 27.4. 1 962, bkz. Sadi Borak ve Utkan Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri: Tamim ve Telgraflar,

s.

K ocatürk.

1 1 4, 1 9n .

Keza, bazı yazarlar, özellikle Timur, M. Kemal'deki r:ıilliyct­

çilik ideolojisini, «Sınıflı toplumlarda egemen sınıflar ve onların temsilcisi durumundaki kadroların sorunları somut düzcyd�

çÖ7'.'·

meyince, ideolojik düzeyde çözerler ve böyle durumlarda milliyetçi­

lik çok sık baş vurulan bir ideolojidir» şeklinde yorumlamaktadır. Nitek i m ,

«1 920'lerin

liberal kalkınma yöntemi başarıva 1ılı!'l'.lma­

yınca ve Batıya bağlı Türk ekonomisi büyük bir buhran

ifine

rince, milliyetçilik yeniden gündeme girdi,,. demek suretiy!e, tilrk'ün 'milliyetçilik, Türk dil

ve tarih tezlerini

gi­

Ata­

artan ekonomik

buhranlar karşısında halkı birtakım ideolojilerle oyalamak taTZJnda

belirtmesi

(sh. 202 - 3) aslında Kemalist ideolojinin temel felsefesini

amacından saptırmak demektir. (Taner Timur, Sorunu :

1 91 9 - 1 946).

Çünkü;

Kemalizm,

Türk Devrimi

faşizme

ve

ve

komünizme

tarihsel bir tepki olup, bunlardan ayrı bükülmez olarak Türk mil­ liyetçiliğine dayanmaktadır.

Bunun tarihsel

ve

kültürel temelleri

de bizzat Mustafa Kemal paşanın kişiliğinden ve sosyal çevrenin şartlarından doğmaktadır.


FERT

ve

DEVLET İLİŞKİLERİ

117

dır. Bütün milletler tamamen aynı şartlar altında te­ şekkül etmemiş olacaklarına göre, Türk milletinde yap­ tığımız gibi, diğer bir millet ayrı olarak mütalaa edil­ medikçe, milliyet fikrini umumi ve ilmi olarak tarif et­ mek güçtür" (35 ) . Görülüyor ki Kemalist tezde, hareket noktası, Ba­ tıcılar ve İslamcılarda olduğu gibi, Osmanlılık fikri de­ ğil, Türklük'tür. Bu da her şeyden önce ana felsefesi­ ni, Türk bağımsızlık ve kurtuluş savaşından alan bir ulusun kendi benliğine dönüşü olarak ifade edebilece­ ğimiz milliyetçilik hareketidir. Türk milliyetçiliği, Ke­ malist modelin ana eksenini teşkil eder. Çünkü, bu mil­ liyetçilik veya Türklük ülküsü ; Türk ulusunun tarihsel gerçeklerine ve bağımsızlık duygusuna dayanır. Bu ne­ denle, islamcıların geliştirdikleri "ümmetçilik" sloganı­ m, "millet" ve "milliyetçilik" gerçekleri karşısına çıka­ rıldığı sürece havada kaldığı anlaşılıyordu. Çünkü, Kav­ mı-Necib'de de Arabizm hareketleri başlamıştı. Ve mil­ liyetçilik sürekli olarak Arap ülkelerine yayılıyordu. Kemalist ideolojide bu milliyetçilik ülküsü gerçek anlamda değerlendirilmediği takdirde onun Batıcılık ve modernleşme görüşlerini de kavramamız güçleşir. Gökalp'te açıkladığımız gibi, uygarlaşabilmemizin ha­ reket noktası her şeyden önce ulusal bağımsızlığımıza ulaşmamızla mümkündür. Bu nedenle, Mustafa Kemal'­ de milliyetçilik en güçlü ilkelerden biridir ve bugüne kadar da milliyetçilik, hiçbir yönetici kadroda, Atatürk kadar üzerinde bilinçle durulm'amış ve işlenmemiştir. Ondaki bu Türklük ülküsü, devrnin enternasyonal ideo­ lojileri ile emperyalist siyasal sistemlerine karşı ulusal tepkinin bir simgesidir. Daha 1 935 yılında bu Türklük ülküsünü şu şekilde belirtiyordu :


"1 1 8

KEMALİST MODELDE

"Her Türk ferdinin son nefesi, Türk ulusunun ne­ fesinin sönmeyeceğini, onun ebedi olduğunu gösterme­ lidir. Yüksel Türk, senin için yüksekliğin hududu yok­ tur. işte parola budur" (36) veya "bir Türk dünyaya bedeldir", sözünde görüldüğü gibi... Görülüyor ki Mustafa Kemal'de milliyetçilik, Türk ulusunu yükseltme sevgisidir. Gökalp'de Türkçülüğü ay­ nı sözlerle tanımlamaktadır. Ancak, Atatürkçü sistem­ deki bu milliyetçilik anlayışı, kendi ulusunu başkaları­ na nazaran üstün görme gururu veya bir yabancı düş­ manlığı (xenophobia) şeklinde yorumlanmamalıdır. Ni­ tekim 1920'lerde bu gerçeği şöyle belirtiyordu : "Gerçi bize milliyetçi derler. Fakta biz öyle milli­ yetçiyiz ki, bizimle işbirliği eden bütün milletlere hür­ met ve riayet ederiz. Onların bütün milliyetlerinin ge­ reklerini tanırız. Bizim milliyetçiliğimiz herhalde ben­ cil ve gururlu bir milliyetçilik değildir." (37) . Daha önceleri de belirttiğimiz gibi, Mustafa Ke­ mal'de milliyetçilik düşüncesi, onun Batılılaşma zihni­ yeti için bir sentez unsurudur. Bunu daha iyi anlamak için 1 923 yılındaki bir demecine göz atmamız kafidir. "Her milletin kendine mahsus gelenekleri, kendi­ ne mahsus adetleri, kendine göre milli hususiyetleri vardır. Hiçbir mili.et aynen diğer bir milletin taklitçisi olmamalıdır. Çünkü, böyle bir millet ne taklit ettiği 05) A. Afetinan, Mustafa Kemal Atatürk'ten Ya7.dıklanm, s. 7, 1930. Keza, A. Afetinan, Atatürk'ün El Yazılan, s. 371 2. -

06) Utkian Kocatiirk; a.g.e.,

s.

1 87 ... Günümüzde bazı aşırı uçların.

Türk milletini «halklar» teol'isi adı altında parçlamalan karş�ında, Atatürk'ün bu görüşü üzerinde önemle durulması gereken bir ger­ çeği ortaya koymaktadır. (J7) Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Cilt : 1 ,

s.

98 .


FERT

ve

119

DEVLET İLİŞKİLERİ

milletin aynı olabilir, ne kendi milliyeti içinde kalabi­ lir. Bunun neticesi şüphesizdir ki acıdır." (38) . o halde, Kemalist modele göre, batıcılık veya mo­ dernleşme, Batıyı körü körüne taklit etmek veya Abdul­ lah Cevdet'in belirttiği gibi, "gülü ve dikeniyle almak" demek değildir. Yalnız, bu hususta üzerinde durulma­ sı gereken önemli bir nokta vardır ki o da Abdullah Cev­ det ve bir kısım arkadaşları, ayrı tutulduğu takdirde, Batıcılar, İslamcılar, Türkçüler ve Kemalistıer'in bir­ leştiği çizgi, Batıcılığın aslında bir taklitçilik olmadığı görüşüdür. Ancak, İslamcılar "ümmetçilik", Batıcılar "Osmanlıcılık' fikri etrafında birleştikleri halde, Türk­ çüler ve Kemalistler bağımsız bir millet olma duygusu ve "Türklük ülküsü" anlayışı etrafında birleşiyorlar­ dı. Bu nedenle hem Türkçülere hem de Kemalistlere gö­ re Batılılaşma ideolojisinin temel felsefesi bağımsızlık ilkesine dayanır. Bir toplum, eğer bağımsız ve millet ol­ ma yeteneğine ulaşmamışsa o toplumun Batılılaşması bir sömürüden ileriye geçemez. Bugün de, bu sorun ha­ la islamcılar tarafından bir türlü anlaşılmış değildir.

Mustafa Kemal'de uygarlık ve Batılılaşma kavram­ ları eşdeğer olarak kullanılmıştır. Bu nedenle, Kemalist tez için uygarlaşma demek aslında Batılılaşma demek­ :tir :

Ülkemizi çağdaşlaştırmak istiyoruz : Bütün mesne­ ·dimiz Türkiye'de çağdaş, binaenaleyh Batılı bir hüku­ met vücuda getirmektir. Uygarlığa girmek arzu edip de, Batıya yönelmemiş millet hangis�dir? Bir istikamet­ te yürümek azmin olan ve hareketinin, ayağından bağ(38) Atatürk'ün Söylev

ve De.meçleri, 3 cilt

:

il.

s.

1 50.


1 20

KEMALİST MODELDE

lı zincirlerle güçleştirildiğini gören insan ne yapar? Zin­ cirlerini kırar, yürür" (39) . Mustafa Kemal'in 1 923'deki bir demecinde Batıcı­ lı � , uygarlığın yolu oluyor. Aslında, uygarlık bilim yo­ ludur; teknolojide başarı sağlanması ve Türk toplumu­ nun yenileşmesi demektir. Nitekim, 1924 yılında şöyle diyordu : "Uygarlığın ihtirasları, teknolojinin harikaları, dün­ yayı değişiklikten değişikliğe sürüklediği bir devirde asırlık köhne zihniyetlerle, geçmişe, düşkünlükle mev­ cudiyetin muhafazası mümkün değildir." (40) . · Toplu­ mun, hoşgörü sınırlarını aşan bir geleneksellikten çağ­ daşlaşmaya yönelmesi Kemalist modelin temel amacı­ nı teşkil eder. Değişme çağının hakim olduğu bu dönemde, Türk toplumunun , sosyal ve teknolojik değişmelerin dışında kalması mümkün değildir. Statüko'yu koruyan bir dü­ şünce çok gerilerde kalabilirdi. Bu nedenle yenileşme yolunda her türlü engel aşılmalı idi. Değişmenin çok hızlı olması, bir "Herodian" gelişmeye yol açmakla be­ raber, akılcı ve metodik yürütülmesi nedeniyle ortaya çıkan pürüzleri sert tepkilere meydan vermeden çözüm­ leyerek, Türk toplumunun yapısal dinamikleriyle kısa zamanda bütünleşmesini başarmıştır. Daha 1923'lerde bu düşüncelerini Mustafa Kemal şöyle açıklıyordu : (39) Atiatürk'ün Söylev ve Demeçleri, cilt : II, s . 68 . . Ayni şekilde Ct.-v­ det Paşa için «Medeniyet. ulaşılması gereken bir ideal değil, sir­ sosyal olgudur.» (Ümid Meriç, Cevdet Paşanın Cemiyet ve Devlet Görüşü, s. 28 - 1 97). Mustafa Kemal de tıpkı Cevdet Pasa gibi : «Uygarlığı toplumların zaman iç.indeki gelişmelerinde ulaştıkları toplumsal bir aşama, bütün toplumların idrak ettikleri veya ede­ cekleri bir durak» olarak kabul etmektedir (Meriç, s. 29). (40) Utkan Kocatürk, a.g.e. , s. 82. .


FERT

ve

DEVLET İ LİŞKİLERİ

121

"Yapacağımız işlerde hiçbir zaman bu engeller, ke. sif tabakadan gelmeyecektir. Halk müreffeh, müstakil, zengin olmak istiyor ; komşulannın refahını gördüğü halde, fakir olmak pek ağırdır. Gerici fikirler besleyen­ ler belli bir sınıfa dayanabileceklerini zannediyorlar. Bu kat'iyyen bir vehimdir, bir zandır. Gelişme yolumuzun önüne dikilmek istiyenleri ezip geçeceğiz. Biz bu ahen­ gin haricinde kalabilir miyiz? "Türk halkını yönetenlerin geçmişteki acıları ve fe­ laketleri dünyanın vaziyetlerini anlayamamış olmala­ rındandır. Nitekim, "Osmanlı imparatorluğunun çökü­ şü, batıya karşı elde ettiği zaferlerden çok mııı.ğrur ola­ rak, kendisini Avrupa milletlerine bağlayan ilişkileri kestiği gün başlamıştı. Bu bir hata idi, bunu tekrar et­ meyeceğiz ( 42 . Türk milliyetçiliğinin hedefi bu gerçeği kavramalanyla mümkündür. Çünkü her milliyetçi ül­ kesinin yükselmesini ve çağlar üzerinden aşarak uygar dünyadaki yerini almasını ister. Oysaki Sultanın hü­ kumetleri Türk milletinin Avrupa ülkeleriyle temasla­ rına engel olmak için ellerinden gelent yapmışlar, mil­ letin arzu ve iradesinden uzak ve ayrı olarak devleti yönetmişler ve Türk milletini çağdaş gelişme çizgisinin dışında tutmuşlardır". Biz milliyetçiler diyordu Musta­ fa Kemal, gözlerimizi her gün daha ziyade açmaktayız ve gerek içeride ve gerek dışarda olup biteni görüyoruz. Milletimizin uygar memleketlerle temasını kolaylaştır­ mak menfaatlerimiz için gereklidir (43) . Bu sebeple, Avrupa ile temas bir heves , bir gösteriş değildir, tersine ondaki bilim, teknoloji ve yüksek hayat tarzını benim(4 1 ) Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, cilt : Ill, s. 72. (42) Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, cilt : III. 67 8. (43) Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, cilt : 111, s. 6.5. -


1 22

KEMALİST MODELDE

semek demektir. Nitekim Mustafa Kemal, Batıcılığın bir taklitçilik olmadığını kesin bir şekilde belirtmekte­ dir : "Biz, Batı medeniyetini bir taklitçilik yapalım diye alınıyoruz. Onda iyi olarak gördüklerimizi, kendi bün­ yemize uygun bulduğumuz için dünya medeniyet sevi­ vesi içinde benimsiyoruz." (44) . Kemalist tezin Batılılaşma görüşü ; millet olma, ba­ ğımsız ve ulusal yapımıza uygunluk ilkelerine dayanır. Bu Batılılaşma sürecinde, Abdullah Cevdet'in öğretim sisteminin etkisi olduğunu savunan düşüncelere de rast­ lamaktayız. Daha Jön Türkler döneminde hem modern hem de farklı ayrı bir islam uygarlığının mümkün ola­ bileceğini reddeden tutarlı bazı Batıcılar vardı. Abdul­ lah Cevdet 191 1'de "uygarlık Avrupa uygarlığıdır" diye yazmıştı. Mustafa Kemal de aynı kanaattaydı. Nitekim, daha önce değindiğimiz gibi, İçtihad dergisinde Türki­ ye'nin gelecekte Batılılaşmasını hayal eden "pek gözü açık bir rüya" adlı bir yazı yayınlanmıştı. Bu yazı ay­ nı zamanda İçtihatçıların programını da teşkil ediyor­ du. Bu programda : "Fesin yerine yeni bir başlık veya serpuşun giyilmesi, sarık ve cübbenin yalnız meslekten olan din adamlarınca kullanılması, medrese ve tekkele­ rin kapatılması ve gelirlerinin çağdaş bir eğitim prog­ ramının uygulanmasına harcanması, ermişlere adak adanması ve bütün hukuk sisteminin değişmesi ön gö­ rülüyordu. O zamanlar için fantazi gibi görülen rüya ( 1 912) , şimdi gerçek olmuştu. Gaziye sadece kadınların özgürlüğünü ilgilendiren kehanetleri gerçekleştirmek işi kalmıştı. Abdullah Cevdet'e göre - ki Kemalistleri genç yaşta etkilemiş olmalıdır - kadınlar istedikleri (44) A. Afetinaıı. Atatürk Hakkıııda Hatıralar ve Belgeler,

�-

1 76 .


FERT

ve

DEVLET İLİŞKİLERİ

1 23

gibi giyinmekte, aileleri zorlamadan kocalarını seçmek­ te serbest olmalıydı. Mustafa Kemal burada, ihtiyatlı davranmak zorundaydı. Türkiye'de bir erkeğin başına şapka geçirmek başka , bir kadının peçesini yırtmak başka şeydir (45) . Batıcılar ve Türkçüler'de görüldüğü gibi, Mustafa Kemal'e göre bir uygarlık ve kültür ikiliği tezinden söz açılamazdı. Zira uygarlığı kültürden ayırmak güçtür ve lüzumsuzdur (46) . Bizanslılar Türklerden daha me­ deni idiler, fakat Türklerin kültürü kuvvetli olduğu için galip ve başarı sağladılar. Bu terakki ve izah doğru de­ ğildir (47) . Bu ifadeleriyle Mustafa Kemal açıkça Gök­ alp ve Batıcıları eleştiriyordu. Çünkü Batıcılara göre uygarlık, sanayi (teknik) , ve hakiki uygarlık olmak üze­ re iki kategoriye ayrılıyordu. Teknik uygarlık - ki Ah­ met Midhat Efendi'de bu maddi uygarlıktır. Batıdan alınacak, hakiki uygarlık ise toplumumuzda zaten mev­ cuttur. Hatta bu hususta Batıdan daha da ileri sayıla­ biliriz. Keza, Batıcılarla teknik uygarlık, Gökalp'le sa­ dece uygarlığa; haki.ki uygarlık ise kültüre uymaktadır. Jön Türklerden beri devam eden ikilik veya uygarlık ikiliği (48) , Kemalist model de ortadan kalkıyor ve uy­ garlıktan ne kasdediliyorsa kültürden de o anlaşılıyor­ du. (45) L. Kinross, a.g.e., s. 632 . Keza Dlnkwart R ustow, Devlet Kurucu�u Olarak Atatürk, Abadan'a Armağan, s.

610 - 1 1 .

(46) A. Afetinan, Mustafa Kemal Atatürk'ten Yazdı klarım, Müjgan Cunbur, At.atürk ve Milli Kültiir,

s.

s.

43. Keza.

1 0. 1 973.

(47) A . Afetinan, Mustafa Kemal Atatürk'te:n Yazdıklanm,

s.

43. Keza.

Müjgan Cunbur, Atatürk ve Milli Kültür, a.g.e., s. 44.

(48) Yeni 11azı araştırmalar, Tanzimatlian sonra kültürel gelişmemizde bir ikilikten söz açmaktadır (Kent - halk

kültiirü gibi). Nitekim

Ziya

Gökalp bir makalesinde bu t ür bir kültür ikili�ini yan�ıtan görüş­ lerini şu şekilde ortaya koyuyordu :


KEMALiST MODELDE

124

Batılılaşma hususunda, Batıcıların bir kanadı ile, Türkçüler ve İslamcılarla Kemalistlerin birleştikleri bir nokta vardır ki o da Batıyı körü körüne taklitten kaçın­ maktır. Nitekim, Sakarya Savaşının arifesinde Ankara'­ da toplanan Maarif K.ongresinde M. Kemal, öğretmen­ lere yaptığı söylevde, Türk çocuğuna verilmesi gereken eğitimden bahsederken şöyle diyordu : "Şimdiye ka4ar izlenen öğrenim ve eğitim yöntem­ lerinin, milletimizin gerileme tarihinde en önemli bir etken olduğu kanısındayım. Onun için bir milli eğitim programından söz açarken eski dönemin hurafelerinden ve düşünce özelliklerimizle hiç de ilişkin olmayan ya­ bancı fikirlerden, Doğudan ve Batıdan gelen tfun et­ kenlerden tamamen uzak ulusal karakter ve tarihimi­ ze uygun bir kütlür kasdediyoruz." (49) . Ulusal kalkınma modeli, her şeyden önce, tarihimi«Her milletin iki medeniyeti vıar : Resmi medeniyet , halk me­ deniyeti... Başka kavimlerde resmi medeniyetle halk medeniyetine o kadar açık bir suretle ayırt edilmez. Türklerde ise bu edebiyat­ tan. resmi ahliiktan, resmi hukuktan, resmi iktisadiyattan, resmi teşkıilattan büsbütün başka bir halk lisanı, halk edebiyatı, halk ahliikı, halk hukuku, halk iktisadiyatı, halk teşkilatı vardır. Bu hadisenin sebebi Türklerin kendi müesseselerini yükseltmek sure­ tiyle boir medeniyet ibda etmek yolµnda gitmeyip yabancı milletlerin müesseselerini i'tinam ve onlardan yapma medeniyet terkip etme­ leridir.» Bkz. Ziyıa Gökalp, Halk Medeniyeti, Halka Doğru, I, (1 329, No . 14). s. 107. Aynı şekilde, Osmanlı i mparatorluğunda seçkiner kültürünün halk kültüründen ayrılmasında olduğu gibi . . Nitekim O�manlı aydınlan gene!ILkle kadının toplumdaki yeri ve üst sınıf erkeklerin Batılılaşması gibi iki çıkış noktası üzerinde durmuşlardır. Ahmet Mithat Efendi bu gelişmenin tipik örneğini te�kil eder (bkz. Şerif Mıardin, Tanzimattan Sonra Aşırı Batılıla.5ma, s . 4 1 1 458, Türkiye : Coğrafi ve Sosyal Araştırmalar, edit . Erol Tümertekin, F. Mansur. P. Bencdict) 1 97 1 . (49) Atatürk. hazırlayan bir komisyon. 1 000 Temel Eser. -


FERT

ve

DEVLET iLiŞKiLERİ

125

ze ve toplumsal gerçeklerimize dönmekle mümkündür. Ne Batıcılar ne de İslamcılar kalkınma ilkelerinde böy­ lesine sağlam bir zemine istinat etmiyorlardı. Kemalist ideolojinin, Doğu ve B atıdan gelecek tüm yabancı sis­ temlere itibar etmemesi ve kalkınma stratejisini Türk toplumunun tarihsel karakterinde araması bugün de ulusumuzun biricik hedefi olmalıdır. Kemalist sistemin zembereğini teşkil eden ulusal kültür tipleştirilmesi üze­ rinde önemle durulması gereken bir husustur. Mustafa Kemal, 1 93l 'lerde bu ulusal kültürün sınırlarını şöyle çiziyordu : "Büyük devletler kuran ecdadımız büyük ve şumul­ lü uygarlıklara sahip olmuştur. Bunu aramak, incele­ mek, Türkiye ve cihana bildirmek bizler için borçtur. Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yap­ mak için kendisinde kuvvet bulacaktır." (50) . Bir toplumun kendine güvenmesi ve onun bilinci­ ne ermesi başka, geçmişin hurafelerinden arınması yi­ ne başkadır. Bir dönemde Türk toplumu dinsel değer­ lerden sıyrılarak doğmatizme kaymış olabilir. Dinin özü­ ne ve kurallarına göre hareket edeceğine, şekilciliğe sap� !anabilir. Ama bundan o toplumun tüm tarihsel boyut­ larını suçlamak haksızlık olur. B u gerçeği Mustafa Ke­ mal şöyle yorumluyordu : "Türk milletinin tarihi çok eskidir ve temasta bu­ lunduğu milletlerin medeniyetleri üzerinde tesir etmiş­ tir." ( 51 ) . 1932 Tarih Kongresinde ileri sürülen bu tez, aslın­ da, Türk milletinin, Türk uygarlığının Osmanlılar ve(50) Atatürk, hazırlayan bir komisyon, 1 000 Temel &er, s. 245. (51) Atatürk, hazırlayan bir komisyon, 1000 Temel Eser, s. 246.


1 26

KEMALİST MODELDE

ya Türklerin İslamiyeti kabulünden sonra başlatıldığı­ nı savunan zihniyete bir tepkidir. Kısacası, Gökalp'de olduğu gibi, Kemalist modelde de ana tem, Osmanlı uygarlığının "behemehal değiş­ mesi" ilkesine dayanır. Bu nedenle Batılılaşma veya ço­ ğu kez kendilerinin ifadesiyle çağdaşlaşma uygarlığı­ mızın kaçınılmaz sonucudur. Ancak, unutulmaması ge­ reken önemli nokta, bu Batılılaşma sürecinde Kemalist­ ler, kesinlikle taklit ve kopyacılık gibi biçimlerle Batı uygarığını benimsemek eğiliminde değildirler. Bunla­ rın da ötesinde, birçok günümüz ekonomistleri kalkın­ makta olan ülkeler için geliştirdikleri ulusal kalkınma modellerine uygun düşen kendi tarihsel ve milli karak­ terimize dayalı bir sistemi önermektedirler. Kanımca, yarım yüz yıl önce temel ilkeleri ortaya atılmış bulu­ nan, Kemalist modelin tarihsel gelişimindeki yeri ve değerini burada aramak gerekir. Kısacası , Mustafa Kemal, Batıcılık ve uygarlıkla il­ gili görüşlerini gençlik çağlarındaki fikir akımlarından. kendi zihniyet ve karakterine uygun düşecek biçimde, esinlenerek Türk toplumunun alın yazısında damgala­ mıştır. Bu gerçeği Ankara'nın yazarı Bischoff'un sözle­ riyle ifade etmek gerekirse şöyle diyebiliriz : Hazır olmayan şeyi en keskin fikir dahi hayata ça­ ğıramaz ve fikir nefesi değmedikçe en hazır olan şey dahi hayata kendiliğinden doğamaz" (52) .

(52) DoiJan ATcıoğlu. a.g.e.;

s.

1 3 3 - •�


SONUÇ : Kemalist modelde Batılılaşma aslında bağımsızlık zihniyetinin bir ürünüdür. Çünkü, Türk toplumunun haysiyetli ve onurlu yaşamı buna bağlıdır. Ne kadar zengin ve refaha ulaşmış olursa ı0lsun, bağım­ sızlıktan yoksun bir ulus, özgürce haklarını kullanma­ dığı için uygar bir dünyada gerçek yaşamını sürdüre­ mez. Ancak, tam bağımsız olan bir ulus gerçek varlığı­ nı yaşamaya layıktır. Bu hususta Mustafa Kemal şöyle diyordu : "Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette si­ yasal, mali, iktisadi, askeri, kültürel ve benzeri bir hu­ susta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu saydıklarımdan herhangi birinde bağımsızlıktan yok­ sunluk, ulus ve ülkenin gerçek anlamıyla tüm bağım­ sızlığından yoksunluğu demektir" ( 1 ) . Bu hususu daha iyi anlamak için Japon kalkınma­ sını bir örnek olarak zikretmek istiyorum. Batıcılar, İslamcılar ve Türkçülerin hatta Ahmet Mithat Efendi örneğinde görüldüğü gibi, Jön Türklerin Batılılaşma hususunda kendi görüşlerini değerlendirir­ ken sık sık örnek olarak gösterdikleri bir ülke vardır ki bu da Japonya'dır. Bu husus üzerinde kısaca durmak istiyorum. Japonların Batı uygarlığını benimsemede ulusal de­ ğerlerini korumuş olmalarının nedeni bu üç akım tem( 1 ) Gıı,z:i Mustafa Kemal Nutuk, cilt Tarihi Enstitüsü, 1 961 .

:

IJ, i. 623 - 624, Türk Devrim


1 28

K EMALİST MODELDE

silcileri tarafından farklı biçimlerde yorumlanmıştır. Aslında, Japonların geleneksel değerlerine bağlı kalırken modern bir zihniyete sahip ı0lmalarının nedeni, bağım­ sız bir millet seviyesine ulaşmış olmalarında aramak ge­ rekir. Gerçekten de Japonlar, bağımsız bir millet olduk­ ları için Batı uygarlığını almada başan sağlayabilmiş­ lerdir. Oysa ki, Osmanlı toplumu henüz bir "millet ol­ ma" niteliğini, hatta tam bağımsızlığını kazanmadan Batılılaşma hareketine kapılarını açtığı için kısa zaman­ da dış ülkelerin sömürü alanı haline gelmiştir. Ülkemiz­ de, Kemalizm ilkesinin bu· tür gerçek görünümüne ilk defa değinen Mümtaz Turhan olmuştur. Turhan'a göre, Atatürk inkilaplannın amacının çağdaş uygarlık düze­ yinde bir millet olma ve milli bir kültüre kavuşmadan başka bir şey olmadığı anlaşılır. O halde Türkiye'nin ana davası bir an önce bir milet olma ve milli bir kül­ türe kavuşma davasıdır. Çünkü, millet yapısına ve mil­ li bir kültüre ulaşmamış bir toplumda demokrasi de ger­ çekleşemez. Buna göre, devletçilik de, Türkiye'nin mo­ dern bir millet olma, milli bir kültüre kavuşabilme ve demokratik bir düzen içinde gelişerek iktisadi bağım­ sızlığını kazanabilme olanaklarını hazırlamak üzere devletin yüklenebileceği yükümlülüklerin bütününden ibarettir. (2) . Görülüyor ki, bu tanınmış Türk psikolo­ ğuna göre, devletçilik ilkesi, Türkiye'nin çağdaş bir mil­ let o!ma ve bağımsızlığını kazanabilme süreciyle iliş­ kilidir. Hem islamcıların hem de Batıcıların yanılmış ol­ duklan nokta işte burasıdır. İslamcılar, toplumsal yapı özelliklerini hesaba katmaksızın Batının teknik ve il­ mini almakla; Batıcılar da "gülü ve dikeniyle" Batıyı benimsemiş olmakla Batılılaşma tezini savunuyorlardı. (2) Mümtaz Turhan, Atatürk İlkeleri,

s.

�3.


FERT

ve

DEVLET İLİŞKİLERİ

129

Oysa gerçek Batılılaşma, Gökalp'in de belirttiği gibi, an­ cak her sahada bağımsız bir ulus olmakla mümkündür. İşte Ken:ıalist sistem Batılılaşma sürecinde , ana felse­ fe olarak, bir "millet olma" ve her alanda bağımsızlık ilkesinden hareket etme eğilimindedir. İktisadi , siyasal alanda bağımsız olan bir millet, Batılılaşma sürecinde kendini kültür emperyalizminin ç arkları içine itemez. Bu nedenle uygarlaşma bağımsız bir ulusu en yük­ sek düzeye yükseltme çabasıdır. Bu anlamda olmak üze­ re Kemalist ideoloji demek "inkilapçılık" dernektir ; Kısaca, kendini aşma ve yenileme atılımı demektir. "devrim" sözcüğü ile yabancı dillere çevrilen bu ilke­ ler, modernleşme ve reform hareketleri olarak anlaşıl­ malıdır. İnkilapçılık sözcüğü, Türkiye'nin geri kalmış durumunu kısa zamanda önleme yı0lunda "aşamalı dev­ rim ilkesinden" daha ileri adımlar atma amacının gü­ düldüğünü gösterir (3) . Devletçilik ilkesi de aslında ulu­ sal bağımsızlığı güven altına alma eylemidir. Yabancı sermayeye karşı koyma, devleti faiz ve amortisman yük­ lerinden kurtarma ancak fert ve devlet bütünleşmesi­ nin simgesi olan bir devletçilik anlayışı ile gerçekleşe­ bilir. Bu nedenle Batılılaşma sürecinde devletçilik en önemli dayanağı teşkil eder. Ferdi toplum için, toplumu fert için ezen sosyalist veya kapitalist sistemlerde ger­ çek "fert özürlüğünden" söz açılamaz. Ancak, fert ve toplumun haklarına karşılıklı saygı duyan bir sistemde, hem fert hem de kitlelerin saygınlığı y uksektir. Devlet­ çilik, ilkesinin de kontrolü altında tam bağımsız bir ül­ kede Batılılaşma hareketinin esas amacı, bilimsel zih­ niyetin kafalara yerleştirilmesi anlamına geldiğini ka­ bul edebiliriz. Nitekim bu noktada Mümtaz Turhan, (3) Kurt Steinhaus, Atatürk Devrimi Sosyolojisi, s. 105

-

6.

F - 9


130

KEMALİST MODELDE

ekonomik alandaki Batılılaşma hareketinin istenilen ba­ şarıyı sağlayamayışını, Türk.iye'nin modern tekniği kıs­ men almış olmasına bağlar : "... insan, başka milletle­ rin yapmış olduk.lan teknik araçları (radyo, otomobil, buzdolabı, hatta fabrika) sadece almakla tekniğe eriş­ miş, ona sahip olmuş sayılamaz. Bir teknik aracı sadece satın almakla onu yapabilmek arasındaki fark, uygar bir ulusla onun müstemlekesi arasındaki farka benzer (4) . Hatta, Batı uygarlığının Yunan, Latin ve Hıristi­ yan kaynaklarından geldiğini savunan bazı akımlara karşı bu Türk psikoloğu, Batı uygarlığının esasında kla­ sik ve Hıristiyan olmaktan çok, bilimsel olduğu cevabı­ nı verir. Türkiye'nin Batılılaşmasında geçmişteki başa­ rısızlıkların nedeni ve gelecekteki başarıların umudu bunda yatar. Ancak bağımsız ve özgür bir ulusda fert gerçek var­ lığını yaşar. Aslında çağdaşlaşma da fert düzeyinde or­ taya çıkan bir değişme türüdür. Kemalist sistemde çağdaşlaşma veya Batılılaşma bir bütüncül görüşü ortaya koyar ; bu nedenle organiktir, sentetik değildir. Çünkü çağdaşlaşma tenıoloji gibi tek bir unsurun değil, birçok unsurların karşılıklı etkileşi­ minin ürünüdür. Bunun için de çağdaşlaşma süreklili­ ğinde bir ferdin statüsünü belirtmek için davranışları­ nın birden fazla yönünün ölçülmesi gerekir. Bunlardan hayat seviyesi, okuyup-yazma, eğitim derecesi, siyasal katılma ve haberleşme gibi birçok değişkenler çağdaş­ laşmayı belirleyen etkenler arasındadır. Bu sebeple, bir kimsenin çağdaşlaşmasından söz açıldığında "çok de­ ğişkenli bir yaklaşıma" yönelmek zorunluğu vardır. Kemalist modelde çağdaşlaşma bu tür bir süreci (4)

Mümtaz Turhan, Garplılaşmanın Neresindeyiz?

s.

63, 1961 .


FERT

ve

DEVLET İLİŞKİLERİ

1 31

yansıtır. Fert ve toplum bütüncül (holistik) bir değiş­ me normunu önerir. Bu nedenle, Kemalist ideolojiyi "ça­ tal-bıçak" veya "gardrop Kemalizmi biçiminde" değer­ lendiren görüşler, temelde yanılgıya düşmüştür, denile­ bilir. Kemalist modelin yapısal gelişimi, tarihsel koşul­ larımıza dayandığından, fert-devlet ilişkisinin meydana getirdiği doku, sistemi bütünü ile yansıtır. Onu, sade­ ce biçimsel yönden yargılamak, sistemi tüm yapısıyla anlamamak demektir. Bu oluşumun bir başka görün­ tüsünü de Mustafa Kemal'in ekonomi politik düşünce­ lerinde gözlemekteyiz. Bu da, fert ve devlet ilişkisinin, ne liberal ekonomik düzene ne de komünist sisteme sap­ madan yeni bir orta yolu izlemiş olmasıdır. Kemalist ideolojinin önerdiği devletçilik ilkesinde, kapitalist ve sosyalist sistemlerin aşınlıklarının törpülendiği sentetik bir model yaratma hevesi veya bu sistemlerin uzlaştı­ rılması (convergence) sorunu söz konusu değildir. Hat­ ta, kapitalist ekonominin giderek toplumsal nitelik ka­ zandığı "sosyal demokrat kapitalizmin"in örneklerine dayandığı da savunulamaz. Kemalist devletçilik, her şeyden önce, Türk toplumunun tarihsel gelişiminin bir ürünüdür. Bu nedenle, bizzat Mustafa Kemal'in belirt­ tiği gibi, "milli, ahlaki ve sosyal" bir kimliğe sahiptir. Son yıllarda, Batı ülkelerinde örneğine rastladığı­

mız, sosyal kapitalizm de, aslında sosyalizm karşısında bir yön değiştirme veya kapitalizmin türevleri olarak yorurnlanınamalıdır. Kuşkusuz bu gelişmelerde Marxist sosyalist sistemin tehlikeli virajlarından Batı toplumu­ nun savunulması zihniyeti haklın "tem" olarak düşü­ nülebilirse de bu her şeyden önce sosyalizmin kapitaliz­ me uyan yönlerinin restorasyonu anlamına gelmemeli­ dir. Böyle bir düşünce Batı toplumlarının tarihsel ge­ lişimine zıttır. Batı kapitalizmlnin, Marxist sosyalizm


KEMALİST MODELDE

132

karşısındaki vaziyet alışı, kendi tarihsel gerçeklerine da­ yanarak yeni bir ekonomik politik düşünceyi benimse­ meleri olarak yorumlanabilir. Marxizm ise bu tarihilik dayanağından yoksun olduğu için, teorik yapısını ko­ ruyamamakta, uygulama alanın a göre bir takım sapma­ lar göstermektedir.

Bu nedenle kapitalist

sistemdeki

oluşumlar, Marxist sistemdeki oluşumlara nazaran da­

ha gerçekçi ve daha ülke koşullarına uygundur. Batı ülkelerinde görülen sosyal kapitalist eğilimin o ülkelerin toplumsal yapı dinamikleriyle ne kadar iç­ ten bağlantılı olduğunu, Kemalist modelin gelişmesini anlamak bakımından, kısaca açıklamakta yarar vardır. Batı toplumunda insan-toprak ilişkisi, toplum di­ namiklerinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Şöyle ki, Batı Avrupa'da kabile toplum örgütünün egemen olduğu sıralarda arazi üzerinde gerçek özel mülkiyete raslanmıyor. Ancak Orta Çağlara doğru özel mülkiyet hakkı belirmiştir. Zamanla özel mülkiyet hakkının art­ masına karşılık, ortak mülkiyet, niteliğini sürdürmüş ve 19'uncu yüzyılın sonlarına doğru, nüfus yoğunluğu­ nun artması ve sanayileşme nedeniyle, özel mülkiyet, arazi mülkiyetinin en yaygın şekli olarak değer kazan­ mıştır (5) . Batı Avrupa'da göze çarpan bu gelişim toplum ya­ pısının, kültür ve değer normlarının bir sonucudur. Bu temel yapı değişmesi anlaşılmadan sistemlerin dışardan açıklanması gerçekçi olamaz. Günümüzde nüfus yoğunluğu ve sanaylleşme ora(5) L. W. Hofstee, Land Ownership in Densely, Populatcd and tndustrializcd Countrie», Sociologiia Ruralis, vol. XII, No : I , p. 6 - 26, 1 972.


FERT

ve

DEVLET İLİŞKİLERİ

133

nı hızla gelişen Batı Avrupa ülkelerinde "arazi mülki­ yeti, toplum yapısı ve gerçek ihtiyaçları ile" ilgili ola­ rak yeni bir kimlik kazanmaktadır. Bu ülkelerde "özel mülkiyet haklarının erozyonu" denilen ve ağırlığı daha çok kamu mülkiyeti sınırları içine taşan yeni bir olayla karşılaşmaktayız. Nüfus artışı ve hızlı sanayileşme, adı geçen ülkelerde devleti köklü tedbirler almaya zorlamış· tır : 1) · Fiziksel planlama kapsamı içine giren fertlerin konut sorunu, yeniden yerleşme, sanayi bölgelerinin tes­ biti ve geliştirilmesi ; yol, kanal yapımı , demiryolu, kent ve kırsal alanlarda park, spor ve eğlence yerlerinin ya­ pımı. 2) Tarımsal amaç taşımayan fakat ekonomik, si­ yasal ve planlama dolayısiyle girişilen her çeşit faali­ yetler. Bu nedenle, kamu yararı için ön görülen tedbirle­ rin tümünü kapsayan topraklar her an devletin tasar­ rufu altındadır. Devlet, belirli bir grubun çıkarları için kamu yararına ters düşen kararlar alamaz. Nitekim Hollanda d a bu amaçla hükumet tarafından kontrol edilen arazi tüm arazilerin % 25'i kadardır. Batı Al­ manya'da, 1949 - 1970 yıllan arasında büyüklükleri 0.5 hektarın üzerinde olan tüm çiftliklerden yaklaşık ola­ rak 730 bin hekt1ar, halkın yerleşmesi, tarım, sanayi, yol, park yerleri, eğlence, spor, elektrik, kanal , köprü ve barajlar için kullanılmıştır. Bazı Batı Avrupa ülkelerinde meydana gelen bu "sessiz devrim" aslında Batının toplumsal yapısına ve tarihsel gerçeklerine ters düşmeyen hareketlerdir. Top­ lumsal zihniyet, çeşitli kurumlar bu ülkelerin değerler sistemindeki ortak mülkiyet ilkesinin sınırlarının, ne-


1 34

FERT

ve

DEVLET İLİŞKİLERİ

reye kadar yeniden canlandınlabileceğini düzenleyen bir takım savunma. mekanizmalarıdır. Batı toplumunu her türlü sapmaya karşı uyanık tutan bu sosyal direnç­ ler, sanayi ve kolonileşme döneminde gereken kontrolü ellerinde tutamadıkları için - çünkü zihinsel gelişme­ ye karşı maddi ilerleme da.ha hızlı oldu - kapitalist sistemin doğmasına engel olamamıştır. Bugün kapita­ liznrln sosyalleşmesi süreci, aslında toplumsal direnç noktalarının, teknolojik gelişmenin alt üst ettiği top­ lum yapısı ve tabakalaşma eylemlerine karşı güç ka­ zanması, yeni bir eşitlik ilkesine dönüş olarak yorumla­ nabilir. Batının tarihsel gelişmesinde bu direnç nokta­ lan (kurum ve değerler sistemin aşın ferdi mülkiyete karşıtlığı) olmasaydı, kapitalizmin yeni bir takım top­ lumsal boyutlar kazanması mümkün olamayacaktı. Bu nedenle, kapitalizmin restorasyonu, Marxist komüniz­ me karşı Batının kendi ilkesine dayanan toplumsal zih­ niyetin koloniye! ve sanayileşme döneminde geri plan­ da kalması, bunun yerine aşırı kazanç ve kar motifini başarının biricik ilkesi kabul eden kapitalizmin alması ve bunun sonucu olarak Avrupa'nın geçirmiş olduğu ekonomik ve siyasal konjüktürler, ideolıOjik dalgalanma­ lar ve nihayet, toplum değerlerinin bunları dizginleme­ si, zihinsel gelişme ile teknolojik gelişme arasındaki uyum veya bütünleşmenin gerçekleşmesi. Tüm bu iler­ lemeler Batı ülkelerini, kapitalist sistemin sosyalleş­ mesi adını verdiğimiz yeni bir noktaya getirmiştir. Bu nedenle, kapitalist sistemin giderek sosyalleşti­ ği Hollanda, İngiltere, Fransa, Batı Almanya ve İskan­ dinav ülkelerindeki kamucu gelişmelere bakarak, Mar­ xist sistemle bir uzlaşmaya (convergence) gittiğini ve­ ya marxist sosyalizmden kurtulmak için yeni bir takım çözüm yolları aradığını iddia etmek olaylara yanlış teş-


FERT

ve

DEVLET İLİŞKİLERİ

135

his koymak demektir. Bu oluşum, her şeyden önce, sö­

mürgecilik ve sanayi çağında aşırılıklara sapan Batı toplum yapısının yıkılan manevi değerlerinin yeniden dirilişidir. Toplumdaki bu direnç noktaları, yani eşitlik ilkeleri olmasaydı, kapitalizm kendisini yenileyemezdi. Ma.x Weber'in protestan ahlakı tezi, aslında yıkılan ve­ ya küllenen bu manevi değerlerin savunulması amacı­ nı taşıyordu. Böylece Batı ülkelerinin önemli bir kesi­ mi bu tarihilik nitelikleri ve toplum yapısının özellikle­ ri nedeniye komünizmin kültür yıkıcılığı darbesinden kendisini koruyabilmiş, oysa ki bu direnç noktalanndan yoksun olan Rusya kolaylıkla komünizmin ağına düşe­ bilıniştir. Batı Avrupa'da göze çarpan bu gelişim, nasıl top­ lum yapısının , kültür ve değer normlarının bir sonucu ise, aynı şekilde Kemalist ideoloji de Türk toplumunun tarihsel gelişiminin bir ürünüdür. Bu oluşumda, kuş­ kusuz Mustafa Kemal'in kişisel idiomu, yetiştiği orta­ mın çeşitli akımları arasında ulaştığı sentez yeteneği ıve marjinal önderliği önemli rol oynamıştır. Bu üç un­ sur bir ağ gibi Kemalist sistenim doğmasını sağlamış­ tır. Bu nedenle Kemalizm Türk toplumunun tarihsel gelişmesine ters düşen toplumsal, ekonomik ve siyasal farklılaşmalara karşı bir direniştir. Türkün Türkte kendisini bulmasıdır. Bu nedenle sistemi yüzde yüz yer­ lidir ve her türlü ithalci görüşlere karşıttır. Nasıl Batı kendi düştüğü hastalıktan kurtulmak için Doğudan re­ çete ve tedavi yöntemleri aramamışsa, Kemalizm de aynı tarzda kendi tarihsel doğrultusunda hareket etmiş ve sistemini kurmuştur. Sistemin baş teorisyeni Musta­ fa Kemal'in sürekli olarak Türk milletinin büyük dev­ let oluşundan, Türk halkının zeki ve çalışkanlığından söz açması, Tarih ve Dil Kongrelerini toplayarak: Türk


136

KEMALİST MODELDE

ulusunun kaynağını ve uygarlıklar arasındaki yerını saptaması ve tarihimizde hiçbir devlet başkanının bu tür çalışmalar üzerinde durmamış olması, Kemalizmin yeni bir öğreti olarak doğmasının başlıca nedeni olmuş­ tur. Kemalizm, Osmanlı devletinin yarı sömürgeleşme­ sine, yeni Türkiye Cumhuriyetinin Bolşevizm, Nazizm ve Faşizm gibi, Batının hasta ideolojilerine karşı, Türk toplumunun tarihsel direnç noktalarının yoğunlaşma­ sıdır. Bu direnç noktalarının Kemalist sistemde nasıl yeniden dirildiğini görmek için, biraz önce Batı toplu­ munda belirttiğimiz gibi, Türk toplumunun tarihsel ge­ lişimini izlememiz yeter. Bunun için de Oğuz Kağan ef­ sanesine değinmek istiyorum. Bu efsaneye göre Çinli­ ler, güçlü oldukları bir dönemde, Türk Kağanındıan ba­ zı isteklerde bulunuyorlar. İlkin Çinliler Oğuz Kağanın atını istiyorlar. Kağan çok sevdiği bu atını veriyor, son­ ra karısını istiyorlar, canından çok sevdiği karısını da veriyor. Flakat ne zaman ülkesinden işe yaramayan bjr toprak parçasını istediklerinde : "Atım ve karım benim özel malımdır, toprak ise ulusumundur" diyerek, Çin­ lilerin bu teklifini z:eddediyor ve savaşa tutuşuyor. Bu e fsanenin bize öğrettiği gerçek şudur ki, eski Türklerde toprak mülkiyeti kamuya aittir. Bunun ya­ nında ferdi mülkiyet de vardır. Hem toplumsal mülki­ yet, hem de ferdi mülkiyet, Türk toplumsal yapısının ve değerler düzeninin bir ürünüdür. Bu inançlar siste­ mi ve gelenekler, sonraları Büyük Selçuklular ve Ana­ dolu Selçukluları döneminde de devam etmiş, daha son­ ra Osmanlı toplum düzeninde en yüksek şeklini almış­ tır. Osmanlı imparatorluğunda "Miri Arazi" rejimi adı


FERT

ve

DEVLET İLİŞKİLERİ

137

altında topraklarının mülkiyet ve kontrol hakkının dev­ lete ait olduğu bilinmektedir. Hatta bu gelişimi bazı ta­ rafsız araştırıcılar bir çeşit "millileştirme" olarak kar­ şılıyorlardı (6) . Osmanlı Devletinin kuruluşundan 1858 yılına kadar devam eden bu tür toprak rejimi, 559 yıllık bir uygula­ madan sonra, tarihe karışmıştır. Tanzimat Fermanın­ dan 19 yıl sonra, 1858 yılında yayınlanan Arazi Kanu­ nu ile toprak mülkiyetinde önemli bir değişiklik yapıl­ mış ve "mülk arazi" adıyla fertlerin kanuni tasarruf hakkına sahip olmaları olanağı sağlanmıştır (7) . Batı Avrupa'da gördüğümüz gibi, Osmanlı Devle­ tinde de, 19'uncu yüzyılın mülkiyet hakkının tanımla­ ması bir raslantı değildir. 1858'de ortak mülkiyet "Mu­ şa" yasaklanmış ve ferdi mülkiyet hukuken sağlanmış­ tı (8) . Kemalist ideoloj i, Türk toplumunun tarihsel geli­ şiminin bir sonucudur derken, aslında, belirtmek iste­ diğimiz gerçek, tıpkı Batı Avrupa'da gelişen toplumcu ekonomik sistemlere benzer bir yönelimin kendi top­ lum yapımızda da gerçekleşebileceğini göstermektedir. Toplumsal kurumları, kültür değerleri ve inançlar sis­ temi ile sosyal yapımız, fert ve devlet bütünleşmesine yöneliktir. Kemalizm köklerini buradan almaktadır. (6) ömer Lütfi Barkan, Türk Toprak Hukuku Tarihinde Tan7imat ve 1 274 ( 1 858) Tarihli Arazi Kanunnamesi, s. 3 - 4. (Yüzüncü Yıl), 1 940. (7) O�maıılı Toprak Düzeninde ferdi mülkiyet eğilimlerinin yeni ÖLel çiftlikler kurması henüz X l l'nci yüzyılda başlamıştır. Bkı:. Musta­ fa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavga�ı. s. 601 72). 1 975. (8) Orhan Türkdoğan, Batı Avrupa'daki Sess iz Devrim, Milliyet Ga­ zetesi, 14 Aralık 1 972. -


138

KEMALİST MODELDE

Kemalist ideoloji ile Türk toplumu, 1 858'den itiba­ ren resmen özel mülkiyete ve kapitalistleşme sürecine yönelen Osmanlı toplum yapısına olan bir tepkiyi or­ taya koymakta ve böylece yitirilen fert ve devlet den­ gesini yeniden kurma çabasını taşımaktadır. Nitekim, II. Dünya Savaşı'ndan sonra, Batı ve Doğu Bloku, özel­ likle Yugoslavya ve Polonya, ülkelerinde giderek güçle­ nen işçinin yönetime katılması, bir anlamda "devlet" in gücünün yumuşatılması ve "ferdi" sömürünün de sınır­ landırılması anlamını taşımaktadır. Bu oluşumun, son yıllarda, ülkemizde de güç ka­ zandığına ve işçinin, belirli bir çerçeve içinde olsa bi­ le, uygulamada bazı haklar elde ettiği hepimizin bildiği bir gerçektir. Özellikle, devlet ve ferdin ayn kutuplar olarak düşünülmesi ve bunlardan birine tarihsel akışın "misyonu" nun yüklenmesi yerine, çoğu kez üçüncü sektör diye adlandırılan halk'ın veya millet'in de koo­ peratifler kurması ve yeni tesisler etrafında ortaklıklar teşkil etmesi akımları da "devlet" ve "ferd" in sonuna kadar yalnız kalmalarını önleme amacını taşımakta­ dır. Bu gerçekler karşısında Kemalist modeli, yalın kat, devletçilik veya ferdiyetçilik biçiminde eleştirmenin an­ lamsızlığı bir yana, giderek bu modelin bir değer kazaı::ı.­ dığına tanık oluyoruz. "Halk sektörü" veya "millet sek­ törü" denilen bu kuruluşlar daha çok "fert-devlet" iki­ liğinin yumuşatılması ve dengeleştirilmesi felsefesini yansıtmaktadır. Bu da, Kemalist modelin, sürekliliği­ nin ve niçin "fert-devlet" dengesini bozınadığının ger­ çek kanıtıdır.

S O N


FERT

ve

DEVLET İLİŞKİLERİ

1 39

KAYNAKLAR

Afetinan A.

"

,,

"

..

a) Devletçilik İlkesi ve Türkiye Cumhuriyetinin Birinci Sanayi Planı : 1Q33, 1972. b) Mustafa Kemal Atatürk'ten Ya?.dıklarım, 1 969.

'

"

,,

Ağaoğlu, Ahmet

ol

..

:. � {/ �

c) Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler 2. Basım. d ) Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk'ün el yazıları, 1969. e) Atatürk'ün Viyana Hatıraları, 1970.

Karlsbat

Devlet ve Fert, 1933. 1 908 - 1 914,

Ahmed, Feroz

: İttihat ve Terakki 1971.

Akdağ, Mustafa

: Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, 1 975.

:

Altuğ, Yılmaz

Türk Devrim Tarihi Dersleri, 1973

Arar, İsmail

Atatürk'ün 1963.

Halkçılık

Avcıoğlu, Doğan

Türkiye'nin 1968.

Düzeni,

Aydemir, Şevket Süreyya

a) tnkilap ve Kadro, iL Basım, 1968. b ) Suyu Arayan Adam, 1 959.

Programı, 1.

Basım,


1 40

KEMALİST MODELDE

Baltacıoğlu, İsmail Hakkı Barkan, Ömer Lütfü

Başar, Ahmet Hamdi Bayar, Celal

Atatürk : Yetişmesi, Kişiliği, Dev­ rimleri, 1973. Türk Toprak Hukuku Tarihinde Tanzimat ve 1274 ( 1948 ) Tarihli Arazi Kanunnamesi, 1940 . Barış Dünyası Birinci Bayar Hükumeti Program,ı 1973. Atatürk Diyor ki, 7. Basım, 1973. Turkey Between Two World Wars.

Baydar, Mustafa Birge, J. K. Borak, Sadi ve Kocatürk, Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Utkan Tamim ve Telgraflan, V, 1 972. Boratav, Korkut 100 soruda gelir dağılımı, 1969. Cem, İsmail Türkiye'de Geri Kalmışlığın Tari­ hi, 2. Basım, 197 1 . Cevdet, Abdullah Şime-1 Muhabbet, İçtihad, i329 ( 1908) . Cunbur, Müjgan Atatürk ve Milli Kültür, 1 973. Çam, Esat Siyasal Bilimlere Giriş, 1 975. Demirkıran, Selahattin Duru, Orhan

Bir Milletin Yarattığı Lider : Mus­ tafa Kema.l Atatürk, 1972. 1975 Sonu Po1onya ve Dünya Ga­ zeteleri, Milliyet, 30 Kasım 1975.

Edip, Halide

Conflict of East an west in Turkey, Lahore, 1935.

Fındıkoğlu, Ziyaettin Fahri Gazi Mustafa Kemal

Sosyalistler XIII, Ziya Gökalp ve Sosyalizm, 1966. Nutuk, Cilt : II Türk Devrim Tari­ hi Ii:nstitüsü, 196 1 . Kurtuluş Savaşı Sırasında Anka­ ra'dan Yükselen Ses, 15 Nisan 1969.

Giz, Adnan


FERT

Goloğlu, Mahmut Gökalp, Ziya ,, "

, ,,

,,

"

,,

,,

,

Gökbilgin, M. Tayyib Gürsoy, Bedri Hakkı, Kılıçzade Halim, Prens Sait Hami, İ. Hamitoğullan, Beşir Harris, S. George Hatiboğlu, Zeyyat

Heyd, Uriel

Hofstee, L. W.

Hütteroth, W. D.

ve

DEVLET İLİŞKiLERİ

141

Devrimler ve Tepkileri ( 1 924-1930) 1972. a) Halit Medeniyeti, Halka Doğru, I. ( 1 329, No. 14) . b) Hars ve Medeniyet. c) Türk Medeniyet Tarihi. d) Türkçülüğün Esasları, Hazır­ layan : Mehmet Kaplan, 1973. : e) Türkleşmek, İslamlaşmak, Mua­ sırlaşmak, 1974. : Atatürkçülük ve Felsefesi, Ulus, 18 Mart 1 967. : Türkiye'de Sanayileşme ve Kamusal Kredi, 1975. Son Cevap, İçtihat, 1 33 1 . İslamlaşmak. Pek Uyanık Bir Uyku, İçtihad, 1328. Çağdaş İktisat Sistemleri, 1 975. : Türkiye'de Komünizmin Kaynak­ lan, Çev.: Enis Yedek, 1975. Tarım ve Endüstri İlişkileri, Cum­ huriyetin 50. yılında Türkiye'de Sanayileşme ve Sorunları Semine­ ri, 1975. Foundations of Turkish Nationa­ lism: Life and The Teachings of Ziya Gökalp, 1953. Land Ownership in Densely, Popu­ lated and Industrialized Cı0untries, Sociologia Ruralis, 1972. Anadolu'da Sosyal Yapının Arazi Bölünmesi ve İskan üzerine Etki­ si, 197 1 .


1 42

KEMALİST MODELDE

İ nalcık, Halil

Karaosmanoğlu, Yakup Kadri Karpat, Kemal Kazgan, Haydar Kazını, Musa

Kızıldoğan, Hüsrev S. Kinross, Lord Kocatürk, Utkan Kuruç, Bilsay Küçükömer, İdris Lewis, Bernard Mardin, Şerif

Meriç, 'O'mid Mumcu, Ahmet Nuri, ee1aı Okay, Orhan

Atatürk ve Türkiye'nin Modern­ Önderliğinde leşmesi, Atatürk Kültür Devrimi, 1967. Politikada 45 yıl, 1968. Türk Demokrasi Tarihi, 1967. Atatürk Sosyalist Değildi, 23 Ka­ sım 1963, Cumhuriyet. Dini, İçtimai Makaleleri, Kemal Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, 1945 - 1 952. Vatan ve Hürriyet. !'- Atatürk : Bir Milletin Yeniden Do­ ğuşu, Çev. : Ayhan Tezel, 1970. Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, 1971. İktisat Politikasının Resmi Belge­ leri , 1963. Düzenin Yabancılaşması, Batılı­ laşma. Modern Türkiye'nin Doğuşu, Çev. : Metin Kıratlı, 2. Basım, 1970. Tanzimattan Sonra Aşın Batılı­ laşma (Türkiye Coğrafi ve Sosyal Araştırmalar) 1 97 1 . Cevdet Paşanın Cemiyet v e Dev­ let görüşü. Tarih Açısından Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi, 1971. a) İttihad-ı İslam, 1331. b) Tarih-i İsllm. Batı Medeniyeti Karşısında Ahmet Mithat Efendi, 1975.


FERT

ve

Omurtak Salih ve Arkadaşları Ökçün, Gündüz A. özerdim, Sami N. Petrosyan, Aşatoviç Yuriy Ramsaur, E. E. Rustow, Dankwart A. Safa, Peyami

DEVLET İLİŞKİLERİ

143

Atatürk, 1000 Temel Eser, 1975. Türkiye İktisat Kongresi : 1923, 1968. Atatürk'ün Yazılan, Sözleri, 1973. Sovyet Gözü ile Jön Türkler, 1974. Jön Türkler, 1 972. Devlet Kurucusu Olarak Atatürk. Abadana Armağan, 1 969. Türk İnkilabına Bakışlar, 2 . Ba­ sım, 1968. - ·· -

Selek, Sabahattin Sertel, Yıldız

Anadolu İhtilali, 1965. Türkiye'de İlerici Akımlar, 1969.

Sertel, Zekeriya N.

Hatırladıklarım, 1 905 - 1950.

Steinhaus, Kurt

Atatürk Devrimi Sosyolojisi, 1973.

Şapolyo, Enver Behnan

Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi, 1958. Kemalist Devrim ve Türkiye Proletaryası.

Şnurov, A.

Şnurov, A-Rozaliyev Y. : Türkiye'de Kapitalistleşme ve Sı­ nıf Kavgası. Talas, Cahit

Tuyanç, Tunç Thornburg, M. W.

: Cumhuriyet Döneminde Sosyal Politika, (Cumhuriyetin 50. Yılın­ da Türkiye'de Sanayileşme Sorun­ ları Semineri) 1 975. Sanayileşme Sürecinde 50. Yıl, 1 973. Turkey an economic appraisal, 1949.


1 44

KEMALİST MODELDE

Tirnur, Taner Toynbee, A.

;�

Tunaya, Tarık Zafer "

"

"

"

"

"

"

"

"

Turhan, Mümtaz ,,

"

Türkdoğan Orhan ,,

,,

,,

,,

Türk Devrimi ve Sonrası 1919 Türkiye Tarihi. 1 947, 1 97 1 . a) Amme Hukukumuzda Garpçılık, 1948.

b Atatürk ve Atatürkçülük. c) isla.rncılık Cereyanı . d) Türkiye'de Siyasi Partiler ( 1 859 - 1 942) , 1 952. a) Atatürk İlkeleri ve Kalkınma, 1 965. b) Garp l ı laşmanın Neresindeyiz? 2. Başım, 1961. a) Batı Avrupa'daki Sessiz Dev­ rim, 14 Aralık 1 972, Milliyet. b) Tepedeki Adam : Mustafa Ke­ mal, 50. Yıl Armağanı, 1 974. c) Z iya Gökalp Sosyolojisinde Ba­ zı Kavramların Değerlendiril­ mesi, 1 970.



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.