TÜRK ULUS-DEVLET KİMLiGi
PROF. DR. ORI-:IAN TÜRKDOÖAN
PROF. DR. ORHAN TÜRKDOGAN 1926 yılında Malatya'da dogdu. İlk, ona ve lise ögı"enimini bu ilde tamamladı. 1955 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Cogral)'a Fakllllesi Felsefe ve Sosyoloji bölümOnden mezun oldu. 1955-59 yıllan arasında Malatya Lisesi felsefe ögretmenliginde bulundu.l959 yılında AtatOrk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji asistanlıgına atandı.l962 yılında doktor. 1967'de doçent. 1971 yılında da profesörlUk Unvanını aldı. Tllrkdogan. 1%2-64 y ı l l a r ı n d a ABD'nin Nebraska ve Missouri Üniversite lerinde ..yeniligin yayılması", Saglık Üniversitesinde birinci kuşak TOrk işçileri Ozerinde araştırmalannı yOrilttO. Yine, 1980'de Alman devletinin istegi Uzerine. "Hastalık Sistemi" (Medical Sociology) ve "etnik gruplar" üzerindeki araştır malarını sOrdOrdO. 1971 yılında, Alman devletinin davetiisi olarak, Hohenheim Üniversitesinde, ikinci kuşak TOrk işçilerinin toplumsal uyumsuzluk ve kUitOrel entegrasyon gibi temel sorunlannı incelemiştir. 1980 yılında terör ve şiddet olaylan ile ilgili olarak, kaynak araştırmaları için St. Andrews!lskoçya Üniversitesinde görev almış ve yerel terör örgütlerinin strateji lerini inceleyerek, Ulkemiz terör ve şiddet olaylarının sosyal ve antropolojik yönleriyle olan baglanıılı bir araştırma yOriltmOştOr. 1985-1995 yıllannda, Bolu Abanı İ22el Baysal Üniversitesinin kuruluşu ve olu şumunda on yıl sOreyle görevini yOrOtmilş ve 1995-2004 döneminde, Gebze Yilksek Teknoloji Enstitilsil Işletme FakUitesi'nde görevini sllrdllrmüŞ ve bu enstitilden emekli olmuştur. TUrkdogan, 1959 yılından itibaren ülkemizde yaşayan Rus kökenli Molakanlar, Estonlar, Kozaklar, Polonezler, Suryaniler gibi dış etnik gruplar yanında. yerel Kllrt ve Zaza halkları üzerindeki saha araştırmalarını da sOr dUrmUş ve ilk kez ülkemizde yaşayan tOm yerli-yabancı etnik grupların sosyal varlık alanlarını 1995 yılında Etnik Sosyoloji adı altında yayınlamıştır. Ayrı ca, 17 il ve 45 ocakta yaşayan Alevi-Bektaşi grupları ile Dogu-Gilneydogu yörelerinde egemen olan 21 kadar kabile ve aşiret kuruluşlarını da yine arala rında yaşayarak, 1995 ve 1997 yıllarında TOrk kamuoyuna sunmuştur. Keza, AtatOrk Üniversitesi 15, Milli Egitim Bakanlıgı 3.Turizm ve KOltUr Bakanlıgı 1, ABD ise "Molokans in Turkey" adlı bir eserini Ingilizce olarak yayınlan mıştır (Bkz. Etienne Dunn,1984). Ayrıca, yabancı dergilerde yayınlanmış bilimsel makaleleri de mevcuttur: 1) L'lnstallation Das Immi grant Kazaks Dans Un Bourg (Ural-Aitaische Jahrbucker, Wiesbaden, Band 43, 1971); 2) Descent Affinity and Ritual Relations in Eastem Turkey,(American Anthropologist, vol.75 ,0ct.l973);3 )The Development of Turkish Anthropolog,(Current Anthropology,vol.l7,No: 2,June 1976).
Social
Prof. Dr. TUrkdogan, 2008 yılında da TOrkiye BilyOk Millet Meclisi onur ödillüne layık görlllmUştOr. 1995 yılından buyana Timaş Yayınevi l l, i.Q. Yayınevi 22 ve Çizgi Kitabevi 4 eserini okuyucularına sunmuştur.
TÜRK ULUS-DEVLET KİMLiGi
PROF. DR. ORHAN TÜRKDOGAN
Çizgi Kitabevi Yayınları: 4 ı 8 Bilim Toplum Siyaset •
Genel Yayın Yönetmeni Mahmut Arlı OÇizgi Kitabevi
Yeniden DUzenlenmiş ve Genişletilmiş 2. Baskı Nisan 2013 •
ISBN: 978-605-4639-63-2 Yayıncı Serti fıka No: ı 7536
•
KÜTÜPHANE BILGIKARTI - Cataloging in Publication Data(CIP) -
TÜRKDOÖ AN, Orhan TUrk Ulus-Devlet Kimli�i *
ANAHTARKAVRAMLAR -Key ConceptsOsmanlı'da Toplum, Milletleşme, Milliyetçilik ve Cumhuriyet doneminde Millet Inşa SOreci Soc:iety in Ottoınan. Nationalistic. Nation consıruction al the period of nationalism and rcpublican •
Baskıya Ön Hazırlık: Çizgi Kitabevi Yayınları Baskı: Sehat Ofset Matbaacılar Sitesi Yayın Cd. No: 21 Konya Tel : 0332 342 O l 53 Cilt: Göksu Ci lt Evi- Tel: 0332 342 02 07 ÇlZGİ KlTADEVI
Sahibiata Mah. Mimar MuzalTer Caddesi Helvacıo�lu Apt. No:4 ı tl - Meram 1 Konya Tel: 0332 353 62 65- 353 62 66 Faks: 0332 353 1 0 22 bilgi@cizgikitabevi.com www. cizgikitabevi.com
İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ GİRİŞ
...................................................................................................
vii
............. . .. . .............. .... ... ... ..................................... . . ............... . .
BÖLÜM 1: BİR SOSYOLOJİ TEORiSi: KLAN'DAN MiLLETE Niçin "Milet-olma?"
ix
....
ı
............... .. ......... .............. ......... .......... .. ...... .... .. ....
2
BÖLÜM II: OSMANLI KİMLiGi
....................... . .. .. . ......... . ............
Osmanlı'da Millet-Ümmet Farklılaşması .. Millet-Ümmet Karşıt Tezler mi?
9
ı1
....... . . .. ..... ...... ...................
.......................... . ........ ..... . . .. ..... .... ...
ı5
Osmanlı'da Milli Kültür
......................................... .......... . . . . ... .. ....... ..
ı9
Kavmini Tanıma Bilinci
.................................................. .......... . ........
22
............ ............................................... ....... . . ........ ....... ...........
24
Milli Dil
BÖLÜM III: MiLLET İNŞASI VE MİLLİYETÇİLİGİN DOGUŞU
27
Millet-Olma ve Milli Devlet Kimli�i
3ı
... .. ....... . ................... ...
.. ... ..... .. .. ................ ........ ..... .. ..... ..... .
...... ............. ....... ................... . ...
Sosyal Yapı ve Milli Kimlik
..............................................................................
Etnik Kimlik ve Milletleşme
........ . ........ . .................... ... . ... . .. ... ...........
33
39
BÖLÜM IV: CUMHURİYET DÖNEMİNDE MiLLET İNŞA SÜRECİ
43
Ulus-Devlet Inşa Süreci
47
............ ....... ................................... . . ........ .. ............. ... .. .... . . .. .
............... ............... ....... .... ... .. ....... ................
Ulus-Devlet ve Kurucu Kültürün Yükselişi
.. .. ..... .... ....... .. . ............... .
BÖLÜM V: MILLET OLMA SÜRECiNDE MİLLI KÜLTÜRÜN ROLÜ
............................ ............ .. . .. .......... . . . ....... ... ....
Milli Kültür Nedir?
..... ...................... ............... .... ... .. ....... . ....... ...........
Millet-Olmayı Etkileyen Unsurlar
......... . ................. ...... ................. . ...
Milletleşmede Halk-Seçkin Kültürü İkiligi ve Etkisi
.... .. ...... . ............
Milli Kültür-Evrensel (Entemasyonel) Kültür Çıkınazı Evrensel Kültür Millet Olmayın Engeller mi?
.. .... .............. .
....... . . .................... . .....
53
59 59 63 71 75 80
V
BÖLÜM VI: MiLLET-OLMAYI ENGELLEYEN FAKTÖRLER Gecekondulaşma
.....
83
............ ... ...............................................................
83
. .
Zenginlik Kültürü ..
.
.
.. .
.
. .
.
. 85
......... ............. ........ . .. ..... ............ ... .... ......... .
Do�u-Batı Farkl ılaşması .
..........................................................
Yurt Dışı İşçilerin Uyumsuzlugu Dilde Yozlaşma
.
..... .....
.
.
........
.
................................................... ...
.
.
.
.
.
.
...... ................... .......... .... ............. .... ........
Siyasi Katılma ve Demokratikleşme
............... . ........
Sosyal Tabakalar Arası Farklılaşma
... ...... ....... ....... ......... . ....... .
..
.
.
.
89 94
97
: ................ ..... 1 0 1
.
..
. 1 05
BÖLÜM VII: MİLLETLEŞME VE MODERNLEŞME iLiŞKiSi ı 1 5 ..
M illetleşme ve Kimlik Milletleşme
.
. .. .
..... ............. .
.
.
.
.
ı19
.......... ....... ..................................................
ı26
.
..
1 ı5
..................
................................... ...... ........................
Modernleşme ve İslam
.
. ............... ......... .......... ........
.
Yeniden Gelenekselleşme ve Postmodemizm ..
............ .............. ...
Femilizm değil Feminizm mi?
. .
.
....
..
.. ..
...... .
.
. ..
... . .... .. ...... .
.
..
...... . .......
ı37
. 1 46
BÖLÜM VIII: KÜRESEL OLUŞUM LAR, POLiTiKALARI VE TÜRK MiLLETLEŞME SÜRECiNEYANSIMALARI... ı53 ..........
Ulus-Devlet ve Çokkültürlülük
..
... . ................
.. .
.
. ı5 3
.. .... ...................... .
Türk Solunun Doğuşu Ulus Devlet İnşa Sürecinin Sonu mu? Yeni Sol ve Siyasal Kürtçülüge Dönüşümü
.
..
.........
1 69
...... ..........................
1 83
......... ................
Ulus-Devlet "Metal Fırtınanın" Eşiğinde mi? .
.
"Vatandaşlık" mı "Kurucu Kültürün" Sonu mu?
.
................. . . ......... ..
ı 86
..... ........................
BÖLÜM IX: AŞiRET ve HAKIMlSTANDART KÜLTÜR BÜTÜNLEŞMESi .. ... . .. ..............
1 58
..........
.
.......................... ..........
l 95
BÖLÜM X: TÜRK TOPLUMUNDA SAHARET KÜLTÜRÜNÜN ÇÖKÜŞÜ-MİLLİYETÇİLİGİN SONU MU? 217 .............................
SONUÇ
.
..
..
.
.
............ ..... .......... . .............. . ............. ................. ............
KAYNAKÇA DiZiN
..
............
..
. .
. ..
. ....... . .... . . ........... .
.
.
.
. 23 ı
........... ...... ...... ...... .
..............................................................................................
VI
225 239
ÖNSÖZ Türkiye gündemini son aylarda ve günlerde en çok meşgul eden konulardan biri hiç kuşkusuz milliyetçilik tartışmalarıdır. Özellikle Yeni Anayasa yapım süreci ve şu anda ülkemiz gün demini adeta esir almış olan açılım süreci de bu tartışmayı, kelimenin tam anlamıyla fitillemiştir. Tartışmalarda fikir beyan edenlerin milliyetçilik kavramının ne anlama geldiği veya gel ınediği konusunda çok da fazla bir derinlemesine bilgi sahibi oldukları kanaatinde değilim ne yazık ki. Zira tartışmalarda kavram tarihsel ve kültürel bağlarnından koparılarak oldukça sığ bir zemine oturtulmaktadır. Kavram, ideolojik yaklaşırnlara ve siyasi erneilere veya niyetiere göre eğilip bükülmektedir. Milliyetçiliği savunan ya da Türk milliyetçisi olduğunu söyle yen herkes hemen "ırkçılıkla" suçlanmakta, "birlik ve beraber liği" istemeyen, barış yanlısı değil, karşıtı olarak olarak etiket lenerek aşağılanmaktadır. Bunun da temel nedeni, bizim millet ve milliyetçilik olguları hakkında yeterli bigi sahibi olmayışı mızdır. Bu ayıplanacak bir durum değildir. Ayrıca herkesin her konuda bilgi sahibi olmasını da gerekmez, zaten böyle bir şeyi de beklemek abesle iştigal olur. Çünkü toplumumuzda bilim insanı olarak nitelendirilen uzmanlarımız vardır ve bunlar bu konularla meşgul olurlar ve bilimsel bilgilerini kamuoyuyla paylaşırlar. Üzücü olan, toplumumuzda bu uzmanların fikir ve görüşlerine yeterince ve hele bazılarının yürüttüğü yönlendirme amaçlı politikaları desteklemiyor ise, hiç değer verilmemesidir. Bu da ister istemez toplumumuzun doğru düşünmesi ve doğru karar vermesi için gerekli olan bilimsel bilgilerin kamuoyundan gizlenmesi anlamına gelmektedir. İşte bu kitabın amacı, genelde millet ve milliyetçilik özelde de Türk milleti veya Türk kimliği ile Türk Milliyetçiliği kav ramlarını sosyolojik açıdan ele alıp irdelemektir. Kavramların gelişme serüveni hakkında yeterli bilgi sahibi olmadan sağlıklı ve verimli bir tartışma yürütmek mümkün değildir. Bu açıdan
vii
kitap, millet ve milliyetçilik konusunda hissedilen bilgi boşlu �unu gidermeye de az da olsa katkı sa�lamayı amaçlamaktadır. Kitap, daha önceki TUrk Ulus-Devlet Kimliği adlı eserimizin yeniden gözden geçirilmiş ve genişletilmiş halidir. Kitabımızın yeniden yapılandırılmasında okuyucu perspektifi temel alınarak hem kitabın hacmi daraltılmış hem de anlaşılabilirlik ilkesi dogrultusunda anlatımların mümkün olduğunca somutlaştırıt masına çalışılmıştır. Kitabın degerli okuyucutarımın karşısına en iyi şekilde çıkması için hiçbir özveriden kaçınmayan Çizgi Kitabevi mensupianna teşekkür ederim. Prof. Dr. Orhan Türkdoğan Mart
viii
20 1 3/ Ataköy-İstanbul
GİRİŞ Millet kimliği, dünden bugüne oluşan bir şey değildir. Uzun bir tarih i geçmişi söz konusudur. Bu açıdan baktığımızda tarih sel bir yazılı belge olan Orkun anıtlarında, "Türk Budunu" de yimi, Bilge Kağan tarafından sürekli vurgulanmaktadır. Gök Türk devleti, tüm kimliği i le Orkun anıtlarında yerini almakta, "budun" veya "ulus" olgusu ise, hiçbir karşıt düşünce ye yer vermeyecek bir biçimde, varlık alanını sürdürmektedir. Böylece, sekizinci yüzy ı l ın ilk yarısından itibaren, sosyoloj ik anlamda bir "Türk budunu" 1 gerçeği, anıtlarla belgelenmiş bir biçimde karışımızda durmaktadır. Ancak, Karahanlılar, Selçuk lular, özellikle Osman lı devletinin uygulamada -yanlış bir üm met algılaması uğruna- kimlik yitirilmesine gitmeleri ve sırf "Hanedan-i Osmani" veya patrimonial yönetim uğruna bu atı lı mı başlatmaları, Türk tarihinde hem süreklilik ilkesinin, hem de "Türklük" olgusunun yüzyıllar içinde silinmesine yol açmıştır. 2 "Osmanlı", 1 6. yüzyıldan itibaren artık bir "Türk Budunu" ko numunda olmad ığı gibi "ümmet" yapısı da tartışmaya açıktır. Sürekli, Avrupa'nın dört bir yerinden azınlıkları taşımak sure tiyle "Enderun" Mekteplerinde pençik sistemine göre onları "devşirme-avdeti" olarak yetiştirmesi ve yönetimin stratej ik yerlerine geçirmesi, bugün dahi yaşanan birçok sıkıntının ana kaynağını oluşturmaktadır. Osmanlı, dünya tarihindeki yerini almıştır. Bu nedenle Os manlı'yı yüceltmek de yerrnek de yanlıştır. Osmanlı, milletimiı Ulus kavramı, Mogolca kökenli olup millet karşılığı olarak Cumhuriyet döne minde gündeme gelmiştir. Millet kavramı ise. Arapça 'ya Ararnice 'den geçmiştir. Günümüzde. yaygın deyimi ile ulus kavramını kullanmayı uygun buluyoruz. Milliyetçilik kavramını da. kültürilmüzün bir zenginliği olarak, zaman zaman ulusalcılık karşılığı olarak kullanmaktayız. Bu nedenle, günümüz "Ulusalcılar", "Kızıl Elmacılar" ve "Yeşil Elmacılar"la bir bağlantımız yok. 2 Karahanlılar, Selçuklular ve Osmanlılar 'da "Türklük" olgusunun niçin ve nasıl yok edildiğinin tarihsel oluşumu için bkz. Orhan Türkdoğan. Osmanlı' dan Günü müze Tilrk Toplum Yapısı. Çamlıca Yayınlan, Istanbul, 2002.
ix
Orhan Türkdolan
zin tarihsel ve kültürel açıdan mirasını oluştunnaktadır. Bugün kU bakış açısıyla Osmanl ı birçok yönden eleştiriye açıktır. An cak her e leştiri bugünkü bakış açısından, yani bugünün gözün den o lacağı için bazı sıkıntıları da beraberinde getirir. Bu ne denle oldukça d ikkatli ve titiz olma zorunluluğumuz vardır. Çünkü tarihsel olaylar, bir oldu-bitti türü olgular bilimi değildir. Tarihe olan zihniyetimizi, bir vakanüvis açısından gözlememiz, yorumlamamız mümkün değildir; artık tarihsici lik (historisizm) okulu ölmüştür. Tarihsel olaylara yeni bir ruh, yeni bir biçim kazandınnak gerekmektedir. Bunun içinde, sosyoloj ik ve antro poloj i k yaklaşımlarla tarihe yorumcu bir yaklaşım getirme zo runluluğumuz vardır. Bu tür tarihsel bir yaklaşım tarzı, geçmiş ile günümüz, hatta gelecek olaylar hakkında süreklilik sağlamak suretiyle, olaylara bir bakış açısı, bir biçim kazandırır. Osmanl ı 'nın tarih sahnesinden silinmesinden sonra, büyük bir mücadele sonucu kurulan Cumhuriyet -sanıldığı gibi- mo dernleşme simetriği içinde kılık-kıyafete yönelik bir mannerizm devrim i değildir. Onu bu konuma saptıran gelenekl i kozmopol it aydın kadrolarının egemenliği ve tutumudur. Stratejik makam ları e llerinde bulunduran bu burj uva tabakası, Atatürk'ün ölü münden sonra sistemi kendi doğrultularında şartlandınnak sure tiyle, taklitçi-batıcı ve tek boyutlu bir eksene itmişlerdir. Cumhuriyet dönemi aslında, dönemin milli değerlerine sa hip aydın kadroların birlikteliğiyle yürütülen sosyoloj ik anlam da bir ulus-devlet inşası (nation-building) projesidir. Bu süreç, bir başka deyimle, "ümmet"ten "ınillet"e geçiştir. Bu oluşumda, başta Ziya Gökalp olmak üzere, Ahmet Ağaoğlu, Yusuf Akçura ve Zeki Yelidi Togan gibi Türk kökenli düşünürler vardır. Yer lilik kimliği güçlü bu aydın kadro yanında, Batıdan davet edilen Türkolog, d i lci ve tarihçiler de vardır. Wolfram Eberhard, Benno Landsberger ve Hans Gütterbock bunlar arasında ilk akla gelenlerdir. Cumhuriyetin kurucu ideoloj isi olan Kemalist sistem, me todoloj ik olarak, yoğunluk alanı ulus-devlet oluşumudur. An cak, bu konu şu ana kadar sistematik bir biçimde ele alınmış ve X
Türk Ulus-Devlet Kimliği
incelenmiş değildir. Atatürkçil model, m i l l i olmayan aydın kad ronun yapısından ötürü, sürekli biçimsel (formalist) yönlere itilmiş, adeta kılık-kıyafet ve bir takım üst yapı devrimleri tar zında yön lendirilmiştir.3 Mustafa Kemal, sistemini oluşturmak amacı ile Ziya Gö kalp'a özel bir yer vermiş ve görüşlerinden büyük ölçüde yarar lanmış, "fikirlerinin babası" olarak nitelendirmiştir. 1 924 'te Atatürk'ün desteği i le yayınlanan Türkçülüğün Esasları, Türk çülüğün mahiyeti ve Türkçülüğün programı olmak üzere iki ana bölümden meydana gelmektedir. Bu açıdan Ziya Gökalp adeta Kemalist sistemin eylem bi çimi için bir yön gösterici ve destek sağlayıcı bir nitelik taşı maktadır. Yüzlerce yıl kimliği unutulmuş, asabiyesi yitirilmiş bir topluma Gökalp bu eseriyle yön ve kimlik kazandırmanın heyecanı içindedir. Kemalist sistemin temel felsefesi, ulus-devlet oluşumuna yöneliktir. Kurulacak cumhuriyet rej imi; Türk toplumunun kül tür değerleri, inanç sistemi ve değerleri üzerine inşa edilecekti. Çünkü kültür bir mil lete kimlik kazandıran temel harç ve çi mento olarak görülüyordu. Bunu Mustafa Kemal ' in m i llet anla yışında da açıkça görmek mümkündür. M i llet, "Aym coğrafya (vatan) üzerinde yaşayan, aynı kültür ve aynı tarih bilincini paylaşan insanların oluşturduğu bir yapısal/aşmadır." Toprak, kültür ve tarih bilinci bir ulusa kimlik kazand ıran temel unsur lardır. Bunların b irleştiği çatı da "Türklük"tür. Türklük, sosyo antropolojik deyimi ile "Egemen Toplum", " Büyük Toplum" veya " Standart Kültür" anlamına gelmektedir.
3
Üst ıiltbeli bir Emniyet yelkilisi ile görüşilyorduk. Söz, Genel Müdilr dostumuz Gökhan Aydemir'e gelmişti. Emniyelçi şöyle diyordu: "Ilkeler gere�i Emniyet mensubu hiçbir kimse sakal-bıyık bırakamaz, ancak genel müdilrilmilz bıyıklı, bu kabul edilemez." Aıatürk'iln devrimi bu mu? Sakal-bıyıkla mı u�raşıyor? Getiren ler, onu bu trajik-komik duruma ittiler.
xi
Orhan Türkdolan
O halde, kendini Türk h isseden, Türk kültür ve değerlerini taşıyanlar için bir ortak payda vardır bu da Türklük olgusunda birleşmektir. Zbigniew Brzezinski, "Kontrolden Çıkmış Dünya" adlı ese rinde bu gerçeği ABD için şöyle açıklıyordu: "Amerikan toplu munu biçimleyen, Beyaz-Angio-Sakson-Protestan Kültürdür." ABD'nin eski cumhurbaşkanı Carter' ın baş danışman ı ve Harvard Ü niversitesi'nin bu ünlü düşünürü, görüldüğü üzere Egemen veya Büyük Toplumu "Beyaz-Anglo-Sakson Protestan" unsura bağlıyor, öteki tüm unsurları dışlıyordu. Z. Brzezinski 'nin bu görüşleri yine Bush'un danışmanı olan Samuel P.Huntington tarafından da aynen sürdürül müştür. Huntington,"Biz Kimiz?" adl ı son çalışmasında: "Anglo Protestan Kültürü" ABD için "Kurucu Kültür" biçiminde vurgu lamaktadır. His-panikler(Latin Amerikalılar) ve Avrupal ı lar dışındaki öteki göçmenler bu tanımda saf dışı edilmektedirler. Temel veya Standart Kültür, Beyaz-Angio-Sakson-Protestan gruplardır. Kemalist sistem, bizzat Atatürk'ün kurduğu ve ömrünün so nuna kadar dirsek çürüttüğü Türk Tarih ve Türk D i l Kurumu gi bi bir topluma kimlik kazandıran iki kurum üzerine inşa edi l i yordu. Türk Tarih Tetkik Cemiyeti ( 1 93 1 ), Türk ulusunun Orta Asya'dan göç yolu ile geldiği tezini; Türk D i l Tetkik Cemiyeti ( 1 932) de, Türk dilinin yine aynı kökten kaynaklandığını i leri sürüyordu. Kurucu Kimlik, artık Türk m i lleti o luyordu. Böyle ce, dil, kültür ve tarih bilincini, bir u lusu meydana getiren temel unsurlar o larak kabul ettiğimiz takdirde, tasada ve kıvançta ortak bir paydada birleşmemiz mümkün olacaktır. Kemalist sistemde, "di l" ve "tarih" bilinci, böyle bir ortak bir paydada birleşmenin temel unsurlarını meydana getiriyor ve u lus-devlet inşasının yolunu açıyordu. Böylece, sistemin otok ton düşünürü Durkheim'cı Okula mensup Gökalp de, bir sosyo log olarak Atatürk'ün yanında yer al ıyordu. N itekim Erik Jan Zürcher'e göre: "Tarih ve D i l Tezi, Kemalist sistemin yeni bir xii
Türk
Ulus-Devlet Kimli�i
kimlik ve güçlü bir milli birlik kurmak için başvurduğu kaynak noktasıdır." Mustafa Kemal'e göre: "Türk milliyetçiliğinin dayanağı Türk topluluğudur. Millet de, ortak dil, ortak kültür, ortak duy gudur." U lus-devlet, Kemalist sistemde bizzat kurucusunun da önerdiği üzere: Dil, kültür ve duygu birliğidir; dayanağı da ku rucusu olan Türk insanıdır. Böylece, Türk'te birleşrnek ve bir uyuma yönelmek temel hareket noktasıdır. Milliyetçilik, ulus devlet yolunda bütünleşmenin bir ideolojisidir. Ortak dil, duygu ve kültürde birleşen insanları birbirine kenetleyen sevgi bağıdır. Bir başka deyimle, millet olmanın gereğidir. Bu nedenle milli yetçiliğin, bazılarının doğrudan veya dotaylı olarak ilişkilen dirmeye çalıştığı ırkçılıkla, Faşizmle, uzak yakın hiçbir ilgisi yoktur. Bu kitap kapsamında, bu oluşumları sosyolojik anlamda açıklayarak, ulus-devlet kimliğinin bir prototipini ortaya ko nulınaya çalışılacaktır. Bu kapsamda özellikle Türk Milliyetçi liğinin sosyolojik açıdan bir yorumu ele alınmaktadır. Yakın tarihimizde "ulusdevlet" oluşumunun felsefesini belirleyen bu akımın yaklaşık yüz yıllık bir tarihi vardır. Bu nedenle, konuya eleştirel anlamda bir katkı sağlamak istiyorum. Bunun için de Kültürel Milliyetçiliğe yeni bir yaklaşım da bulunmak suretiyle konunun irdelenmesi gereğine inanıyorum. Türk toplumunda, son yıllarda ileri teknoloji ülkelerinin ya pılarında bir yığın sosyolojik meseleler, sanki o toplumların me selelerini yaşıyormuşuz gibi bugün karşımıza çıkmış bulunmak tadır; Halklar teorisi, etnik bölünme, evrensel kültür, hümaniz ma ve kültür mozaiği gibi bloklaşmalar bunlar arasındadır. Özellikle Naisbitt ve P. Aburdene'in; Megatrends 2000 adlı eserlerinin I 990 yıl ında Amerika Birleşik Devletlerinde yayım lanmasıyla, kültürel iktihas tarafımız ağır basmış ve eserin ana felsefesi, hiçbir fikir güınrüğüne uğramadan toplumumuza pompalanmıştır. Her kültür iktibası gibi Megatrends'in görüşle ri de tepeden itibaren aydın kesimlerde destek görmüş, üretilmiş
xiii
Orhan Türkdolan
hatta politik odak noktaları için savunma mekanizmaları oluş turmuştur. Bu temayüle paralel olarak, gündeme Perostraika hareketi nin gelmiş o lması ve giderek komünizmin, Marks'ın kapitalist sistemi için ileri sürdüğü kavramı kullanmak gerekirse, "tarihin çöplüğüne atılmış" olması, piyasa ekonomisi modelinin ülke mizde yayılma sürecini de h ızlandırmıştır. Artık ülkemiz, tarihi gelişim çizgisi ve kültürel dokusu ne olursa olsun, doludizgin bu evrensel değerlere doğru yönelmiştir. Politik gücün, teknok ratların e l l erinde bulunması ve. büyük çoğunluğunun sosyol oji, antropol oj i, kültür ve tarih şuurundan uzak bulunmaları, bu Batı değerlerinin biricikliği ve evrensel liği tezini gündeme getirmiş tir. AT, AG İ K, IMF gibi Batı yanlısı kuruluşları ve misyonu yüklenmeleriyle oluşturulan yeni ortam, siyasal partiler yelpa zesinde önem l i kavram kargaşasının doğmasına da sebep ol muştur. Bu kavram kargaşasının en öneml i tartışma alanını millet leşme dediğimiz hadise teşkil etmektedir. Kültürel yaşantımız da; millet, halk, kabile, aşiret, cemaat, topluluk ve kavim gibi sosyal oluşumlar adeta birbirine girmiş, yerli yersiz kul l anıla gelmeye başlanmıştır. Kitabımız öneellikle kavramkarının an lamını ve kapsamını belirlemek suretiyle kavram kargaşasına son vermek amacı gürmektedir. Bu amaç doğrultusunda kitabı mız on bölüm olarak yapılandırılmıştır.
xiv
BÖLÜM I
BİR SOSYOLOJİ TEORİSİ: KLAN'DAN MiLLETE Türk toplumunda, son yıl larda ileri teknoloj i ülkelerinin ya pılarında bir yığın sosyolojik meseleler, sanki o toplumların meselelerini yaşıyormuşuz gibi bugün karşımıza çıkmış bulun maktadır; Halklar teorisi, etnik bölünme, evrensel kültür, hü manizma ve kültür mozaiği gibi bloklaşmalar bunlar arasında dır. Öze l l ikle Naisbitt ve P. Aburdene' in; Megatrends 2000 adlı eserlerinin 1990 yılında Amerika Birleşik Devletlerinde yayım lanmasıyla, kültürel iktibas tarafımız ağır basmış ve eserin ana felsefesi, hiçbir fikir gümrüğüne uğramadan toplumumuza pompalanmıştır. Her kültür iktibası gibi Megatrends'in görüşle ri de tepeden itibaren aydın kesimlerde destek görmüş, üretilmiş hatta politik odak noktalan için savunma mekanizmaları oluş turmuştur. Bu temayüle paralel olarak, gündeme Perostraika hareketi nin gelmiş olması ve giderek komünizmin, Marks'ın kapitalist sistemi için ileri sürdüğü kavramı kullanmak gerekirse, "tarihin çöplüğüne atılmış" olması, piyasa ekonomisi modelinin ülke mizde yayılma sürecini de hızlandırmıştır. Artık ülkemiz, tarihi gel işim çizgisi ve kültürel dokusu ne olursa olsun, doludizgin bu evrensel değerlere doğru yönelmiştir. Politik gücün, teknok ratların ellerinde bulunması ve büyük çoğunluğunun sosyoloj i, antropoloj i, kültür ve tarih şuurundan uzak bulunmaları, bu Batı değerlerinin biricikliği ve evrenselliği tezini gündeme getirmiş tir. AB, AGİK- 1 MF gibi Batı yanlısı kuruluşları ve misyonu yüklenıneleriyle oluşturulan yeni ortam, siyasal partiler yelpa-
Orhan Türkdolan
zesinde öneml i kavram kargaşasının doğmasına da sebep ol muştur. Bu kavram kargaşasının en önemli tartışma alanını m i llet leşme dediğimiz hadise teşkil etmektedir. Kültürel yaşantımız da; m i llet, halk, kabile, aşiret, cemaat, topluluk ve kavim gibi sosyal oluşumlar adeta birbirine girmiş, yerli yersiz kul lanıla gelmeye başlanmıştır. Niçin "Milet-olma?" B iz burada "mil let-olma" gerçeğinin sosyolojik ve antrapo loj i k anlamda ne olduğu hususu üzerinde kısaca durmak istiyo ruz. Çünkü millet-olmanın önemini i leri sürmeden önce m i l let gerçeğine ve tarih i gelişimine kısaca değinmek gerekir. Günümüz sosyoloj isi, m i llet-olma sürecinin iki yönü bulun duğu noktasında hemen hemen ittifak halindedir. Bunlardan i lki, m i lletin sosyoloj i k bir evrim sonucu meydana geldiğidir. Gerçekte, her toplumun bir tarihi gel işim, kültür ve değerler sis temini bel irlediği bir medeniyet yaşantısı vardır. B ir Doğu top lumu o lan ülkemizin, bir Batı toplumu olan Avrupa'dan farkl ı medeniyet mirası taşımasına rağmen, her i k i medeniyet çevresi nin sosyal gel işiminde ideal tip olarak ortak noktalar tespit et memiz mümkündür. Bazı hallerde, aynı sosyo-ekonomik şartlar, bölge ekoloj isi ve kültür coğrafyası, farkl ı medeniyet çevre lerini ortak kültürü yaratmada etki leyebilmektedir. Bu oluşuma- ant ropoloj i dilinde "kültürel paralelizm" teorisi diyoruz. İ şte top lumları tarih süreci içinde i lerlemeleri ve evriminde böyle bir kültürel paralelizmi görmek mümkündür. Sosyoloj ik veri ler olarak bunlardan i l k akla gelenler, toplumların klan, aşi ret/kabile ve nihayet bunların birleşiminden Batıda, feodalite, Doğu da ise beyliklerin, ayanlıkların teşekkülüdür. Zamanla ticaret ve sanayinin gel işmesine ve bunun neticesi olarak impa ratorlukların ortaya çıkmasına tanık oluyoruz. Batıda, impara torlukların bu amaç etrafında burg' ların birleşmesi sonucu mey dana gel miştir. Böylece, imparatorlukların kurulmasıyla da sos yoloj ik anlamda mil let tarih sahnesine çıkmış oluyor. Kısacası, 2
Türk Ulus-Devlet Kimliği
millet Batı anlamında feodal tip toplumlardan sonra ticaret ve sanayinin gelişmesi ve bunun sonucu olarak ferdin hürriyetleri ni elde etmesi, kişiliğini kazanması, toplumun varlığını ve ben liğini duyması süreci sonrasında imparatorlukların arkasından derhal küçük mil letierin doğduğu da görülür; yani imparatorluk tan sonra hemen millet kuruluşuna geçilir. Nitekim "çok millet li" bir topluluk olarak Osmanlı imparatorluğunun yıkt imasından sonra Türk, M ısır, Suriye, Irak ye benzeri milletierin ortaya çıkınasında görüldüğü gibi. Bu tip milletlerde, tarihi gelişim çizgisi burjuvazi sınıfını, mali ve sınai mülkiyeti doğurmamış olduğu için büyük endüstri hareketi başlayamam ıştır. Bu yüz den adı geçen bu ülkelerde: mil let-olma süreci çok yakın za manlarda başlamıştır. Bunun gibi göçler, nüfus yerleşmeleri ve kolonizasyon suretiyle kurulmuş olan yeni milletierin de tarihi yoktur. Birleşik Amerika ve bir kısım Güney Amerika ülkeleri bu kategoriye girerler. O halde, tarihi merkezileşme eseri olma yan mil letler, milli emperyal izmin veya endüstri hayatının ürü nüdürler. ABD birçok memleketlerden gelen vatandaşların bu lunduğu yeni bir devletin kurulmasıyla karşılaşan bir iilkedir. Amerikan kültürünün temelinde, İngiliz lisanı, edebiyatı, huku ku ve birçok Amerikalının kabul etmemesine rağmen, ingiliz sosyal gelenekleri ve pürütanizmi yatar. Bunlar, bugün çeşitl i faktörler neticesi geniş çapta cilalanmışlarsa da, İngiliz men şeleri hala bütün açıklığı i le ayakta durmaktadır. Bu Anglo-Sakson, gölü içine, Polonya, İtalya, Yunan istan, Slovakya, ispanya ve diğer bir düzine ülke ırmaktarım akıtmış lardır. Onlar, Amerikan kü ltürüne tesir etmişler, fakat bu tesir çok yavaş olduğu gibi üstelik kendisini tam olarak göstereme miştir. Angio-Sakson menşeli olmayanların kendilerine has keşif bir bölge ile Amerikan medeniyetine girmeleri hiç bir zaman bahis konusu olmamıştır. Kaliforniya'daki İspanyol ve Misissipi deltasındaki Fransız halkı, Anglo-Saksonlar tarafın dan süratle dağıtı lmışlardır. Kızılderililer, siyasi bakımdan ol duğu kadar fiziki bakımdan da geniş çapta imha edilmişlerdir.
3
Orhan Türkdoğan
ABD'ne, şimdi de genellikle bir Angio-Sakson ülkesi den mektedir. Yönetim, dil ve kültürün kaynağı bakımından böyle bir tanımlama hiç de yanlış sayılmaz. Ancak, bağımsız Ameri kan tarihinin son 200 yıl içinde geçirdiği gelişme, bu Angio Sakson m irasının sürekl i bir şekilde eriyip yayılması biçiminde olmuştur. Daniell Beli gibi ünlü sosyologlar, her ne kadar Ameri ka'nın m i l let olmasının ikinci Dünya Savaşından sonra gerçek leştiği hususunda düşünce sahipleri iseler de, bu süreçte 200 yıllık bir tarihi oluşumun, İngilizcenin milli dil olarak başta gelmesi ve bütün vatandaşların kanun önünde eşit olmaları ilke sinin bu ülkede güvence altına alınmış olması önemli rol oyna m ıştır. Kısacası, ABD çok büyük göç selinin insanları tek bir millet halinde, "Amerikanizm" kimliği içinde kaynaştırmasının sebebi, ne teorik ne de dogmatik olmayıp, yalnızca pragmatik, d iğer bir deyimle tatbiki oluşu idi. İnsanlar eski örf ve adetlerini devam ettirmek, ana d i llerini konuşmak, özel yemeklerini yap mak, kendi lerine özgü elbiseler g iyrnek ve kendi ahlak kuralla rına bağlı kalmak isterse, bunları yapmakta serbesttirler. B una karş ı lık, tartışma götürmeyen bir husus da, hakim durumundaki Amerikan kültürünün amaç ve kuralları içinde birleşmekti. Yu karıda da belirttiğimiz gibi, bunların başında ingil izcenin m i l l i dil olması, demokratik yasalara v e toplum hayatındaki çoğulcu ekonomik prensipiere kesinlikle saygılı olmak gerekiyordu. Bu süreç, Amerikan hayatının hemen hemen bütün alanlarında, etnik gruplar arasında daha büyük çapta bir kaynaşma arzusu nun doğmasına katkıda bulunmuştur. Silahlı kuvvetlerdeki ho mojenlik anlayışı, kamu ve endüstri sektörlerinde işe almada uygulanan tarafsızl ık, adi l yerleşim yasaları, insanların birbirle riyle birleşmelerini sağlamaktadır. Toplumsal i letişim, özellikle televizyon, dil öğrenimi bu birleşmeyi hızlandırmaktadır. Sü rekli olarak güçlenmekte olan ekonominin herkese daha fazla h izmet ve ürün sağlaması ve özel girişim için ardı arkası kesil meyen çeşitl i yeni imkanlar bulması, öyle bir atmosfer yarat mıştır ki, etnik grupların, -bütün özell iklerini korumakta devam 4
Türk Ulus-Devlet Kimli�i
etmiş olsalar bile- Amerikan hayatında yıkıcı bir rol aynaması mümkün deği ldir. Amerikan toplumunda, etnik bütünlük ve etnik şuur, devleti parçalayacak işti kamette olmayıp, tersine Amerikan yaşantısında yapıcı bir niteliğe sahiptir, işe bu an lamda günümüz Amerika'sı, "millet olma" sürecini başarılı ve sosyoloj ik özellikleriyle gerçekleştirmiş kabul edi l ir. Konuya Türkiye açısından bakacak olursak, Cumhuriyetin öncüsü Osman lı İmparatorluğu da, çok millett i bir kuruluşun tarih çizgisi içinde yaşamıştır. Ü mmet fikri etrafında bütün Müslümanları biraraya getirmesine, azınlıklara önemli haklar tanımasına rağmen, mil let-olma sürecini tamamlayamam ıştır. Ümmet veya etnik kimlikler, varlıkları ve niteliklerini hukuken de sürdürmüş olmalarına rağmen, ayrıcalıklı durum sosyoloj ik anlamda bir bütünleştirme süreci içinde yoğurulamamıştır. Os ınan l ılar, Anadoluya gelen çeşitli Türk göçmenleri aralarına almışlar, fakat etnik ayrıcal ığa dayanan bir sistemi benimse rnekten kaçınmışlardır. Türkler, daha önce tarihte benzeri gö rülmemiş şeki lde, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki yönetici sınıfı ve silahl ı kuvvetlerindeki personeli, ne kendilerinden ne de müslüman uyrukluları arasından değil, şuurlu ve sistemli bir şekilde, Osmanl ı askeri ve subayi olmak üzere, devşirilen Hristiyanlardan oluşturmuşlardır. Ancak, yöredeki çok sayıda Müslüman ile Türk olmayan azınlıklar varlıklarını koruyarak gelişmişlerdir. Bu arada Türk kelimesi de geri kalmış, kırlık kesim insanı manasma gelmiş, devletin dili ile ilim dünyası Türk karekterinden çok şeyi yitirmiştir."4 Osmanlının içinde, milliyet ve din gibi birbiriyle çelişen faktörler herhangi bir mesele yaratmamıştır. Dini ümmetçilik ve modern mil liyetçilik kavramı, 1 9. yüzyı lda Osmanl ı toprak larına girineeye kadar bu iki unsurun çelişkil i olduğu ve sür tüşmeye yol açtığı dahi farkedilmiş değildir. Zira Osmanl ı, m i l l iyeti, ümmet olgusu içinde eritmişti. Ümmet ve millet ben zer şeylerdi.
4
Eflaki, Türkleri; "Etraki bi-idrak" olarak nitelemektedir.
5
Orhan Türkdo�an
Bazı araştırmacılar, Batı'da milliyetçiliğin ge lişmesi ve varlığını sürdürmesinin sebeplerini de ; Osmanl ı İmparatorlu ğu'nun Doğu Avrupa'yı s indirme teşebbüsüne karşı bu kesi min Hıristiyanlıkla i lgilerim devam ettinne lerinin bir tepkisi o larak ortaya çıktığı noktas ında yoğunlaştırırlar. Sovyetle r gibi, Osmanlı İmparatorluğu'nun d a b u etnik grupları merkez çevre i l işkis i açıs ından merkezle bütünleştirmemesi, Balkan lar'da ve İslam dünyasında ortaya çıkan m i l l iyetçi akımların yaylım ateşine maruz kalmalarına yol açmıştır. Görülüyor ki, millet-olma, Bat Avrupa şartları kadar sosyo Joj inin de konusunu teşkil eder. Batıda, feodalileden imparator luğa geçerke n milliyetçiliğin de gündeme ge lmesi şaşırtıcı ol mamıştır. Türk toplumu için Ziya Gökalp, benze r sosyoloj i k ge lişim tablosunun üç safhadan geçtiği görüşündedir; b u safha lar: l )Kavim devri, 2)Ümmet devri, 3 ) M i l let devridir. Toplumda ortak müessese ler ve ade Jetler vardı. Bu ortak noktalar, bir kavmin öteki kavimlerde n farklı olan nite likle rini be lirler. Ümmet devrinde, sosyal yapıya evrense l dinle r hakim olmuştur. Evrense l dinle rin hakimiyetine giren kavimler, artık kendilerine has niteliklerle ve dolayısıyla kişiliklerine ye niden kavuşurlar. Bu kişiliğin yarat ılması, bir toplumun kendi bünye s indeki değerlerin bir medeniyet seviyesinde yeniden teşkilat Janmas ıyla ortaya çıkar. Görülüyor ki, millet-olma bir tarihi evrim sonucu gerçe kleşmistir. Sosyologlara göre, millet (natio) te rimi doğmuş an lamına ge len natus naturaj kökOne dayanmaktadır. Bu bakım dan, natio sözlük anlamında millet (nation), soy, ocak, klan, aşiret kabile, ilk kavim, kan kavmi, kan halkı anlamında ku lla nılmıştır. N itekim Bilge Kağan Göktürk yazıtlarındaki; "Ey budunum" yani Ey m i l letim diye hitap edebilmektedir. B udun ke limesi daha ziyade halk, kavim anlamında kullanıldığı unu6
Türk
Ulus-Devlet Kimliği
tulmamalıdır. Oysa tarihi ve sosyolojiktir çizgide gelişen top lumların evrensel, bir birikime dönüşmesi biçiminde anlamamız gerekmektedir. Bazı araştırmacılar, özellikle genç Türk aydınları ve akade misyenleri, "milliyetçiliğin modern toplumlarm doğuşu ile Ba tı 'da başladığını, oradan bütün dünyaya yayıldığını"ileri sürer ken, Doğu'da farklı bir durumun ortaya çıktığına dikkatlerimizi çekerler. Bunlara göre; "Doğu'da çok eskiden beri milletler var dır. Bu milletler kendilerine mahsus bir edebiyat ve sanat ya ratmışlardır." İran lı ların milli özellikleri, Şehname 'deki/Şah name'deki m i l l i tipler ve davranışlar vasıtasıyla yaşamaktadır. B izim edebiyatımızda da millilik görülmektedir. Orhun kİtabe lerinde Bilge Kağan'ın sözleri buna misaldir. Bu kitabeler, sa dece siyasi değil aynı zamanda edebi eserlerdir. Ancak, içindeki fikirler zaman zaman içinde ve mil letin hafızasında gelişerek bugüne kadar gelmiş deği ldir. Bundan dolayı bir üstünlük gös teremezler ve "fikir ve şuur halindeki milli hareket yeni olmakla beraber, milletin kökleri tarihimizin de eskidir." Orhun Kİtabe lerinde Bilge Kağan' ın ifadeleri bu bakımdan anlamlıdır.
7
BÖLÜM
II
OSMANLI KİMLİGİ Osmanl ı toplumu, milliyet yerine dini ön plana alan "üm met" esasına dayalı bir imparatorluktu. Zira, ümmetten önce milliyeti ön plana alması, sosyoloj ik açıdan mümkün değildi. Emevi ve Abbasi imparatorlukları hariç, asabiyeye güçlü yer veren ve Arap kavmiyetçiliğim temel i lke olarak alan kuruluşlar nadirdir. Kavmiyetçilik, sürekli bir biçimde kan bağlılığı güçlü olan toplulukları ürünüdür. Emeviler, sürekli olarak iki ana motifi kul lanmışlardır. Bunlardan biri Araplaştınna, öteki de islamlaştırmad ır. Araplaştırma, bil indiği üzere mevali (köle) modeline göre gerçekleştirilirdi. Fethedilen ülke halkı bir köle olarak düşünülür, ileri gelen kişileri ise ala-mevali olurlardı. Bun lar, ta ki Arap dil ve kültürünü öğreninceye kadar mevali kiml iğinden kurtulamaz lardı. Erneviierin bu ırkçı politi kalarından dolayı iran asıllı Büveyhoğulları, Suriye, Mısır ve ve Kuzey Afrika'nın Serberi halkları (Tunus, Cezayir, Fas) hep bu sisteme göre Araplaştırmışlardır. Erneviierin tarihteki bu eylem biçimleri, Arap asabiye şuurunun bir tezahürüdür. Bunun milli yetçilikle i lgisi yoktur. Bu bir kavim şuurudur. Bugün aynı şuu ru, Doğu ve Güneydoğu bölgemizde yaşayan birçok aşiretlerde de göz lememiz mümkündür. Osmanl ı imparatorluğu, kuruluşundan önce beyl ikler döne mine tanık olmuştur. Kınık aşireti (bey l iği) merkezi otoriteyi tesis ederek devleti kurmuştur. Devletin oluşumu Selçuklu geleneğini ve teşki lat modelini büyük ö lçüde benimsemiştir. Bilindiği üzere, hem Büyük Selçuklular devletinde, hem de 9
Orhan Türkdoğan
Anadolu Selçuklularında anadil dahi Farsça idi. Yeni ordunun özü de, Orhan Gazi ' nin kardeşi vezir Alaeddin ve Kara Halil Paşa'nın gayretiyle Hrist iyan kökenli yabancı askerlerden ku rulu Yeniçeri birliklerine dayanıyordu. Her şey, her yeni olu şum, bir sentezdi. Devlet kök saidıkça islam iaştırma ana hedefi oluşturdu. Türkleştirme denilen bir hadise -yani Erneviierin yaptığı türde ırkçı girişimler mevcut değildi. Türkleştirmeden anlaşılan Asya içerilerinden göç eden Türkmen ve Oğuz boyla rının Anadolu 'ya ve Balkanlar'a yerleştirilmeleri ve yurt tutma anlamında bir gerçeklik kazanıyordu. Yeni akınlar ve kolanizasyon hareketlerinde önemle unsur islamiaştırma biçi ıninde tecelli etmişti. İslamiyet, bu farklı dil, din ve ırklardan ibaret kalabalığı kendi potasında eriterek Osmanl ı kiml iğini kazand ırıyordu. Bu da öneml i bir birleştirici unsur oluyordu. Bu bir anlamda Osmanlı toplumunun İslami kimliğine de uy gun geliyordu. Çünkü Hristiyanl ıkta olduğu gibi, İslam 'da güçler ayrıl ığı söz konusu olamazdı. Ümmet'e gelince, Kur'an'da geçen ümmet (halk, cemaat) bazıları tarafından, Arapça "Ümm" yani Ünge/ubge ile atakalı olduğu söyleniyorsa da, bunun aslında ya İbranice'den veya Arami dilinden alınmış olması muhtemeldir. Aslında, ümmet terimi İslam öncesi dö nemlere aittir. Sami dilleri kadar eski Arapça'da bulunur ve her çeşit Arapça'da kul lanılabilir. Kur'an'da Arap Ümmet' inden bahsedilmektedir, bu açıdan etnik bir anlamı vardır. Hristiyan ümmeti olarak da kullanılmıştır. Bura da dini bir anlam ı vardır, İyi ve kötü insan ümmetierinden (topluluklarından) da bahse d i lmektedir ki, böylece ümmete ahlaki bir anlam yüklenir. Hatta B. Lewis, üınmet teriminin bu değişik kavramlardan farklı olarak Arabistan'da kullanılan "kabile konfederasyonu" anlamındaki lum iya teriminin de yaklaşık o anlamlara geldiğini ileri sürmektedir. Ona göre, Medine'de kurulan ilk İslam ce maatinin, Peygamberin hayatı süresince ümmet olarak nitelen d iri lmesinin de belki bu tür bir anlam taşımasından kaynaklan d ığı ileri sürülebilinir. Gerçek odur ki, Osmanlı'da ümmet de ğişik etn ik ve bölgesel farklılıklar için düşünülmüş bir kavramlO
Türk Ulus-Devlet Kimliği
d ır. Ve bütün unsurları "ümmet" şemsiyesi altında toplama anlamını taşır. Ancak, Batı'da Rönesans ve Reform hareketlerinin oluştur duğu köklere dönme, milli birliği yüceltmiş ve ferdin Tanrı kar şısındaki serbest hareketleri gibi bir seri olayları gündeme getir mişlerdir. Bu da Fransa i hti laliyle m i l l iyetçilik fikrinin meyda na çıkmasını sağlamıştır. O halde, milliyetçilik ne kavim şuuru ne budun şuuru ne de ümmet şuurudur, doğrudan doğruya 18. yüzy ı lda oluşan m i l let gerçeğinin ideoloj isidir. Osmanl ı İ mparatorluğu'nda, milliyetçilik ile ümmetçilik birbirine zıt kavramlar olarak düşünülmemiştir. N itekim Z. Gökalp'in ünlü eserinin adı ; M i l l iyetçi lik, İ slamcılık ve Batıcı lık'tır. Gökalp'a göre, hem islama inanmak, hem de milliyetçi l iğe yönelmek bir çelişki değildir. Ümmetçilik yapısı içinde mill iyetçilik, kendi egemen grubuna yönelme şuuru olarak kar şımıza çıkıyordu. Bu da, çağın bir gereği idi. Çünkü mill iyetçi l ik bir kıvılcım gibi Balkaniara sıçramış, bağımsızlık savaşlarını başlamıştır. Bu oluşum karşısında, Osmanl ı toplum yapısının dokuları çözülmeye başlamış, devlet çöküşün eşiğine gelmiştir. Ortadoğu ve M ısır'da, hatta Arabistan'da yan i tüm Müslüman ülkelerinde de aynı bağımsızl ık eylemleri sürüp gitmekte idi. Osmanl ı kimliği, hem en geç m i l l iyetçi hareketlere yöneldi, hem de en geç ümmet ideoloj isini terk etmek durumunda kaldı. Böylece ümmetçilikten milliyetçiliğe yöneliş tarihi bir zaruret oldu. Gökalp sosyoloj isi, toplumların kavim, ümmet ve millet ol mak üzere üçlü bir safhaclan geçtikleri görüşüne dayanır. M i llet, tarihin sonu mu? Onu bilemiyoruz. Bunu şimdiden özell ikle de bugünkü küreselleşme eğilim inde kestirmemiz mümkün gö zükmüyor.
Osmanlı'da Millet-Ümmet Farklılaşması Osmanl ı ' daki mil let-ümmet farklılaşması, temelde Osmanl ı İ mparatorluğu'nun dilde, duyguda, düşüncede v e kültürde birlill
Orhan Türkdoğan
ği meydana gelirememesinden kaynaklanmaktadır. Oysa Ba tı'da m i l let fikri Rönesans ve Aydınlanma çağı ile bundan yak laşık dört yüz yıl önce gerçe k leşmiş bulunuyordu. Merke zi oto ritenin çevreyi büyük ö lçüde denetimi altına alacağı bir sosyal bütünleşme, bir başka deyimle imparatorluktan millete geçiş, Fransız ihtilaliyle halkın yönetime katılma süreci, olanca hızıyla gerçe kleşmiştir. İngi ltere ise bu olu-uşumu (Kelt, Anglo-Saxson ve Nonnan Kavimlerinin karışımıyla) çok daha önceleri yürür lüğe koymuş bulunuyordu. Oysa Osmanlı imparatorluğunda "millet" anlayışı bir d ini kategori olmaktadır. Değişik d i l lere sahip etkin gruplar bu "millet" anlayışı içinde yer almaktadır. Örnek olarak Makedonya'daki önemli etnik gruplar (Rum, Bul gar Sırp, U lah Türk, Arnavut, Yahudi gibi) Müslüman, Rum Ortodoks ve Yahudi türünden üç mi llet içinde yer alacaktır. Böylece, etnik farkl ılaşmaya dayanan bir "millet" yapısı, Make donya'nın ileride önemli sosyal mese lelerinden biri haline ge le ce ktir. Neticede, Fransa ihtilalinden kaynaklanan ve XVII I. XIV. yüzyıllarda Makedonya'ya u laşan milliyetçilik hareketleri, Balkanl arın elde n çıkmasını hazırlayacaktır. I 789 Fransız ihtilali'nin tesirleri sadece Batı yakasında gö
rülmedi, Doğu'da Osmanl ı topraklarında da büyük dalgalanma lara yol açtı. Bunun ilk örneğini Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın Mısır'da giriştiği ısiahat hare ketlerinde görebiliriz. Bu ıslahatın teme li, m i l l iyetçilik ideoloj isine dayanmıştır. Mehmed Ali Paşa çok sayıda M ısırlı gençleri Batı'ya göndererek onların yetişme sine h izmet etmiş, yeni bir e l itist kadro oluşturmuştur. Muham med Abduh bunlardan ilk akla ge lendir. Şeyh Muhammed Abduh (ı 849- 1 905), ı 882'de İngiliz dostu B lunt'a yazdığı bir me ktup ta aynen şöyle diyordu; " Her M ısırlı, Türkler'den nefret eder ve onların çirkin hatırasından iğrenir." M ısır'da ge lişen m i l l iyetçi lik hare keti, M ısır' ın üçüncü valisi Abbas Paşa tarafından daha da i leri götürülerek, devlet daire le rinde Türkçe ' nin yasaklanma sı ve Türk memurlarının Mısır'dan merhametsizce kovulmaları na yol açmıştır.
12
Türk
Ulus-Devlet Kimliği
İslam-Arap dünyasında uyanan bu milliyetçilik hareketi, "ümmet" sınırlarını aşarak bağımsızl ık savaşiarına kadar sürül müş ve Osmanlı devleti, üstelik dış güçlerle de iş birliği yapan bu unsurtarla İslam ' ı savunmak durumunda kalmıştır. Kısacası, Arap ülkelerinde gelişen bu milliyetçilik hareketi nin temsilcileri, bir yanda Osmanlı ümmetçi lik politikasının de vamını savunurken öte yanda m i l li hisleri şuurlu bir biçimde iş l iyorlardı. Osmanlı Imparatorluğu'nun temsil ettiği " İslamcılık" cere yanı ise, hem m i l l iyetçilik ideoloj isini kavimci likle suçluyor, hem de ümmet bayrağı altında bütün müslüman ları bir araya taparlamaya çalışıyordu. ilerleyen milliyetçilik hareketleri, kar şımıza İslamcı akımın bazı grupları arasında soyut bir ümmet düşüncesine yönelimi sağlamıştır. Nurettin Topçu'nun ifadesiy le; "İslamcılar, bu memleket çocuğunu yetiştiren emek ve top rağın hakkını inkar ettiler. Coğrafya ile iktisadın m i l let varlığı nın iskeleti olduğunu, ruhun bedenden, bedenin de ruhtan ayrılamaycağını düşünemediler." N ihayet bu gerçeği, yıkım ve felaket devletin hari-İsmetine uzandığında İslamcı akımın ileri gelen temsilci lerinden Sait Halim Paşa şöyle açıklayacaktır; " İslam ' ın ferdi ; sosyal ve siyasi bir unsur olarak kabul etmesi milletin istediğini ve kabul ettiğini gösterir. Şu halde, İslam esaslarının m i l liyeti inkar ettiğini ve zayıflattığıın iddia etmeye i mkan yoktur. İslamiyeti bütünüyle milliyetçiliğe muhalif gör mek büyük hatadır." Osmanl ı toplumunun son yıl larında gündeme gelen "üm metçilik-m i l l iyetçilik" farklılaşmasına dayalı traj ik tecrübe, bize göstermektedir ki, milli kimliği ortadan kaldıran soyut bir is lamlaşma akımına dönüş, bugün bize acı hatıralar d ışında h içbir şey getiremeyecektir. Ancak m i l l i bütünlenleşmisini sağlamış bir m i llet, kendini güçlü bir biçimde temsil edebilir. Bu açıdan, bazı, sağduyu sa hibi aydın çevrelerce belirtildiği gibi, milliyetçilik (Türkçülük) akımı olmasaydı, imparatorluğun son yarım yüz yılında, yıkıl ış şokunu atlattıktan sonra, kendimizi ortak bir B atı diline sığın13
Orhan Türkdotan
mış cemaatler topluluğu gibi görürdük. Mesela H indistan, yıkı lıştan sonra kendini toplamış, fakat devletin, di lini, ne Urduca ne Sanskskritçe ne de Farsça değil, İngilizce 'yi uyarlamıştır. Eğer biz de Birinci Dünya savaşı öncesi milliyetçilik akım ı uyanmasaydı, mese la Arap devletleri bile m i l let teme line otur tulduğu halde, biz be lki de Türk Müslümanlar, Çerkez M üslü manlar, Arnavut Müslümanlar d iye, cemaat adlarıyla anı l ı p gidece ktik. Görülüyor k i , m i l let olmanın ideoloj isini teşkil eden milliyetçilik, yakın tarihimizde ümmetten millete geçerken ken dimizi savunma ve yeni bir kimlik kazanma d inamikliğini sağ lam ıştır. Böyle bir fikir olmasaydı beş yıl sonra 1 9 1 8 mütare ke si, Türkiye'nin sonu olabilird i . Gerçekte, milliyetçilik akımları doğmadan önce, d inle r halkların aynı gruplar halinde başka milletler tarafından e riti l me lerini önleye n bir görevi de yerine getirmişlerdir. Mese la Ortodoks olan Ruslar i le onlar gibi S lav olan Polonyalılar' ın durumunu e le alabi liriz. Polonya ve Çekoslavakya'nın kimliğini ke ndilerine özgü kalabilmesinde, Ortodoks olmayışiarının rolü vardır. Aynı şekilde, Türkler, Osmanlının aşırı ümmet zihniye tine rağmen, varl ıklarını İslamiyet içinde koruyabilmişlerdir. Bu yüzden m i l l iyeti inkar edip sadece "ümmet"e veya "ümmet"i reddedip sadece "milliyet"e dayalı bir teşe bbüs yerine, güçlü bir milli yap ı içinde islamı l ayık olduğu yere oturtmak gere kir. Nite kim XIX. yy. sonlarına doğru Asyada yaşayan birçok Türk grupları, öze l likle güneyde Aze riler, Özbekler, Türkmenler, Kazaklar ve Kırgızlar kendi le rini daima dünyadaki İslam top lumu olan "ümmet"in ayrılmaz bir parçası veyahut Kur'an'da da be l i rttiği şekilde, dünya ve ahire tte tercihli sayılan bir top lum olarak görmüşle rdir. İşte bunun içindir ki, onlar ümmeti benimsemiş diğer milletler gibi, ne milli ne de devlet sının be n zeri bir kavramı asla akıllanna getirmemiş ve bugüne kadar taviz vermemişlerdir. Hatta Çarlığın Orta Asya'yı işgal etme si ile ortaya çıkan yeni idare düzen, onların dini inançlarım daha da güçlendirmiştir. Çünkü böylesine milli bir idareye gidilmesi o zamana kadar İslam dünyasında bilinen bir yöntem değildir. 14
Türk Ulus-Devlet Kimliği
İşe bu safhadan sonradır ki, Türk toplulukları mfislüman olduklanndan dolayı, ne Rus ne Çin imparatorluklarına ait ol madıklarının farkına daha iyi varmışlar, başka bir deyimle, dini tarihleri açısından da Ortodoks ve Çin, Konfıçyus'un yeni ulus akide leri ile hiç bir bağlantıları olmadığını görmüşlerdir. Görülüyor ki, Asya'da İslam dini, ümmet bağı ile çeşitli hakları birbirine bağlamak suretiyle hem mill iyetlerini koruma larını hem de dinlerine olan bağlılılarını güçlendirm iştir. O hal de , milliyetçilik-ümmetçilik duygusunu, birbirine z ıt unsurlar olarak görmem iz mümkün değild ir.
Millet-Ümmet Karşıt Tezler mi? Ümmet kavramı, asl ında Türk toplum yapısının bin yıllık bir kültür haz inesidir. Osmanlı, aynı din ekseninde birleşen, aynı kitap ve peygamber anlayışını be nliğinde hissede n duygu larla, üç kıta üzerinde, çe şitli ırk ve etnik grupları ancak böyle güçlü ve evre nse l bir değerler sistemiyle ge rçe kleştirebilmiştir. Zaten Arapça'da Umma, Allah' ı n iradesini ve onun hükümdar lığını kabul eden insan topluluğudur. Bu nedenle, ümmet bir dayanışma şuuru, birlikte olma ve güçlülük sembolü olarak kabul edilme l id ir. Günümüzde, bu kavramın büyük bir değer kaybına uğramış bulunması gerçekten çok acı bir tece lli olsa gerek. Zira hergün ibadetini yapan ve islamı benliğinde hisseden müminler, he r şeyden önce bir ümmet olduklanm asla unuta maz lar. B iz , Türk müslümanları olarak, be ş kıta üzerindede yaşayan tüm müminlerin karde şlerimiz olduklarını ve birinize bir ümmet bağıyla bağlandığımız ın bil incindeyiz . Bu kültür yaşantımızda, toplum dinamiğimizde "Ümmet" kavram ının canlılığını sürdürmesi anlamını taşır. Türk sosyoloj i ge lene ğinde Ziya Gökalp, ümmet-millet farklılaşmasını bir sentez haline getire n düşünürlerimizden biri ve be lki de en öneml isidir. Millet ise, sosyoloj ik anlamda bir toplum ge lişimi, ilerleme safhasıdır. İnsanlık tarihi bize, toplumların bir millet halinde doğduğu görüşünü ortaya koymamıştır. Millet, bir ge lişme süre cinin ürünüdür. Ge lişme ve ilerleme , İslamın da benimsediği bir 15
Orhan Türkdata n
hayat hamlesidir. M i llet, aynı duygu ve düşünce etrafında birle şen, tasada ve kıvançta ortak şuuru taşıyan insanların eseridir. İlk toplum biçimlerinde bu yapıyı görmek mümkün değildir. Her şeyden önce millet artık bir kabile, bir klan, bir aşiret değil dir. Çeşitli ırk, kültür ve inançları taşıyan insan topluluklarının bir oluşumu, bir evrim, bir gelişme sürecinin ürünüdür. Bu ne denle, m i l letin sembolü m i l l i duygu veya m i l l iyet bağı anlamın da m i l l iyetçi lik olabiliyor. Nasıl kavim veya kabile-aşiret yapı sında hakim o lan sembol kavim veya aşiret duygusu ise millet seviyesine yükselmiş bir toplulukta da hakim olan milliyet bağı ve m i l l iyetçilik idealidir. Bu nedenle, modern anlamda milliyet çilik ne bir ırkçılık ne de bir kavimciliktir. Sadece ve sadece, duygu, düşünce ve sadakatte aynı şuuru paylaşan insanların birlikteliğidir. Büyük İslam düşünürü İbn Haldun, aynı zamanda bu tür bağlı lığın ilk habercisidir. O, Kur'an'da Cahil iye asabi yesi dışında hiç tasianmayan bir kavramı, Asabiye'yi kul lanı yordu. Asabiye, öyle bir duygu ve bağlı l ık şuurudur ki, topluluklan birbirine kenetliyor, dayanışmayı güçlendiriyordu. Asabiye bağı zayıflayınca toplumlarda değer ve inançlar da çözülüyordu. Ünlü Amerikalı yorumcu Charles Isawi, bu kav ramı sosyoloj i k literatürde (community feeling) "cemaat duygu su" olarak karşılıyordu. Rosenthal tarafında "bütün zamanların düşünürü" olarak kabul edilen İbn Haldun, aynı zamanda sosyo loj i biliminin de kurucusu olarak tanınır. Günümüz anlamında, milliyet duygusunun en akılcı ve metodik karşılığının ilk örneği veya protipi, diyebiliriz ki İbn Haldun'da tasladığımız asabiye dir. Ümmet, bir İslami kavram ve hayat hamlesi olarak, mil let kim l iğinin yerini almada belki güçlükle karşılaşabilir. Çünkü farkl ı ırk, düşünce ve inançların oluşturduğu bir amalgamas yonu, bir kitleleşmeyi İslami dayanışma kavramıyla bir arada tutamamız mümkün olmayabilir. Ancak, aynı coğrafi bölgede yaşayan insanları tasada ve kıvançta ortak duygular etrafında toplamak mümkündür. Bu nedenle, milliyet bağı veya m i l l iyetçi duygu ve yönelimler bu yapıyı bütünleştirebilirler. Bu açıdan, ümmet duygusu ile m i lliyet duygusu birbirinin çelişkisi değil, tamamlayıcısıdır. Her ikisi birden, ortak duygu ve inançların 16
Türk Ulus-Devlet Kimliği
doğmasında birleştirici ve dayanışmacı bir rol oynarlar. Daha önceki bir yazımızda da açıkladığımız gibi, Japon toplumunda bizdeki ümmet kavramının eşdeğeri olan bir Kokutai kavramı vardır ki, Batılı uzmanlar bunun ümmet karşılığı olabileceği üzerinde ittifak halindedirler. M i l l iyetçilik duygusu milleti sevme anlam ında düşünüldü ğünde Kur'an ve Hadislerle de zıtlaşması söz konusu olamaz. Kur'an; "Sizi kavimlere ayırdık ki birbirinizi tamyasınız." Bu Ayet, açıkça kavimterin bir gerçek olduğunu, herkesin mensup olduğu bir topluluğun bulunduğunu ve herkesin kendi kavmini tanıması gerektiğini müjdelemektedir. Peygamberimiz de; "Kişi kavmini sevmekle suçlandırılmaz" buyurmaktadır. Bu yakla şım, sosyoloj ik anlamda bir asabiye duygusu, modem deyişle bir milliyet tezahürüdür. O halde, bir Türk insanı o larak mil le timizi milliyet bağı ile severken, İslam alemini de ümmet duy gusuyla kucaklamak durumundayız. Böyle bir yaklaşım, açıkça göstermektedir ki, milletleşme ile ümmet kavramları arasında bir psikoloj ik yarılma, bir zıtlaşma mevcut değildir. Her iki kav ram da, birbiriyle bütünleşen bir kimliği yansıtır. Vatan sevgisi de böyledir. islama göre, "vatan sevgisi imandandır." Milli duy guları taşımayan toplumlarda, bu tür bir yüksek şuurun oluşması mümkün değild ir. Milliyet bağı, "ortak duygu ve ortak düşünceyi paylaşan, ta sada ve kıvançta aynı şuuru taşıyan insanların bir tezahürüdür", demiştik. Bu durum, mil letleşme veya millet-yapma deni len sü recin bir ifadesidir. Bugün, ülkemizin sosyoloj i k anlamda bir mi letleşme sürecini tanımladığı söylenebilir mi? Bu cevaplandı rılması güç bir sorudur. Zira hergün medya, açık oturum ve ba sında ortaya çıkan tartışmalarda hala önem li bazı kesimlerin, elit kadronun "Türküm" demekten imtina ettiklerine tanık olmakta yız. Sosyoloj i bilimi bize göstermektedir ki, her m i l letleşme ha disesinde bir oluşum vardır, bu da o topluluğu meydana getiren grupların hakim, "dominant" bir kültürün etrafında toplanması anlamını taşır. Türk toplumu, Anadolu'ya sekizinci ve dokuzun17
Orhan Türkdoğan
cu yüzyıllardan itibaren Orta Asya'dan kitleler halinde göç etmiş ve Anadolu'nun kaderini değiştirmiş, ona damgasını vurmuştur. Bunun en güzel örneği, bugün Sovyet emperyalizminden kurtu lan Türk Cumhuriyetleriyle aramızda olan dil birliği, inanç bir liği ve kültürel bağlılıktır. Bundan daha güçlü laboratuvar tahlili düşünülebilir mi? Bizlerden binlerce kilometre uzaklıkta yaşa yan ve asırlarca birbirlerine kapalı kalmış bu topluluklar, engel ler kalkınca nasıl güçlü bir coşkuyla birbirlerini kucaklamışlar d ır. "Yedi Bayrakit bir Türk Birliği" ikinci kurultayın sembolü nü oluşturdu. Yüzlerce yıllık idealler gerçekleşti. Bunları da hergün görüyor ve canlı olarak yaşıyoruz. Özet olarak, milletleşme ve ümmet kavramları, toplum ya pısındaki görev ve işlevleri nedeniyle, İbn Haldun'un deyimiy le, bir asabiyye şuurunu temsil etmektedir. Her iki kavram da, toplulukları birbirine bağlayan ve dayanışmayı sağlayan birer çimento gibidirler. Hatta Doğu ve Güneydoğu aşiret ve kab i le yapısı içinde ümmet şuurunun canlandırılması önemli bir top lumsal iyileştirme yöntemi olarak düşünülebilir. Zaten "aşiret" olgusu bize bu gerçeği göstermektedir. Türk laiklik sistemi üzerine bir araştırma yapan Palmer Parker Jay göstermiştir ki, Türkiye'de yönetici elit ile halk kültürü arasında derin farklar vardır. Halkta ümmet kültürü, yönetici aydında ise laiklik kültür hakim olmuştur. O halde, halkım ızda yaşayan ve onları birbiri ne bağlayan bu norm ve değerlere, toplumun inşasında önemli görevler yükleyebiliriz. Farklı etnik, din ve soy bağlarının tem sil edildiği ülkemiz genelinde, laik inanç ve düşüneeye yönelen kültür sahalarında, insanlarımıza, tasada ve kıvançta ortak duy gular etrafında birliğe çağrı, ancak ve ancak mületleşme sürecyile gerçekleşebilir. Osmanlı 'nın son yıl larında Balkanlar da ayaklanan ınülletleşme hadisesinde, ümmet ideali, birl iği sağlamada yeterli olamadığı gibi, İslam dünyasında da mobi l izasyon gücünü istenilen seviyede yerine getirememiştir. Tarihi gelişimden ders almak, yeni hedef ve yorumlardan neti celer çıkarmak her halde anlamsız olmasa gerek.
18
Türk Ulus-Devlet Kimliği
Osmanlı'da Milli Kültür O halde, Osmanlı kimliği veya Osmanl ı kültürü derken ha reket noktası halk tabakası olmalıdır. Nitekim 1 900' ların büyük sosyologu Ziya Gökalp, mili kültürün halkın kültürü olduğunu ileri sürmek suretiyle gerçeği işaret etmiştir. Gökalp da, tıpkı Batıda görüldilğü gibi Rönesans hareketine benzer bir yol izle m iş, ilkin halk edebiyatı, dil ve folklorik değerler üzerinde dur mak suretiyle milli dil ve edebiyatın yaratılmasına çalışmıştır. Böylece, m i l l i dil, milli edebiyat ve milli kültür yolu ile "üm metten-mil lete" geçişin yollarını aramıştır. Gökalp sosyoloj isin de, kültür veya hars milli, medeniyet ise beynelmileldir. Bu tür bir ayrıma, günümüzde ABD'nin gözde bilim adamı Mac Iver'da raslıyoruz. Bu da Gökalp'ın güçlü yanını gösterir. Gö kalp'a göre; "Fransızca cultu-re kelimesinin biri hars, diğeri de tehzib olmak üzere iki anlamı vardır. Bunlardan m i l l i kültür (hars) demokratik, tehzib (işlenmiş kültür) ise aristokratik özel l iğe sahiptir." 5 M i l l i kültürle tenzihin ikinci farkı ise, tehzibde başka mil letierin kültürünü sevebilmeleri, onların lezzetlerini alabilmeleri söz konusu iken, milli kü ltürde, mil letin kü ltürüne değer vermek esastır. Buna göre, tehzib, temas ettiği insanları biraz insaniyetçi, biraz müsamahakar, her ferde her millete karşı iyiliksever ve eklektik yapar. Böylece, Gökalp sosyoloj isi açı sından hars, bizi mil letçiliğe götürürken, tehzib beynelıninelciğe yön lendirir. Ancak Gökalp'e göre, mil let, aynı milli kültüre ortak olan fertlerin bütünüdür. "Milli kültür, halkın gelenekle rinden, yapa geldiği şeylerden, sözlü ve yazılı edebiyatlardan, dilinden, musikisinden, dininden ahlakından, estetik ve ekono mik ürünlerinden ibaret olduğu için bu güzel şeylerin hazinesi halktır." Gökalp'te rastladığımız bu milli kültür belirlemesi, bize açıkça milli kültürün hazinesinin halk olduğunu göstermektedir. Oysa tehzib "yalnız yüksek tahsi l görmüş, yüksek bir terbiye ile
' Orhan Türkdo�an. Ziya Gökalp Sosyo/ojisinin Temel Ilkeleri, Kültür Bakanlı�ı Yayınları, Ankara. ı 997, s. ı 02- ı 03
19
Orhan Türkdoğan
yetişmiş hakiki aydınlara mahsustur." Belki, tehzib, Enderuni kü ltür olarak da karşılanabilir. Çünkü Gökalp tehzibin kozmo politl iğinden söz açmakadır. Bu nedenle, Osman lı kimliğini sadece ve sadece tehzib veya Enderuni nitelikte görmek hatalı d ır. Aynı şekilde, Osman l ı kültür kurumlarını da milli kü ltür dışı o larak karşılamak, halk gerçeğini dıştamak demektir. Zira bir toplumda esas olan standart kültürdür. Standart kültür ise, ortalama veya istatistiki ifadesiyle bir çan eğrisini temsi l eder. Bir başka deyimle, mil letin büyük çoğunluğunun katıldığı kül türdür. "Milet-i hakime" veya "asli unsur," sosyoloj ik anlamda "Büyük Toplum" yani standart kültürdür. Bu nedenle, Osmanlı kimliğinin temellerinde geleneksel Türk kültürü vardır. Gö kalp'in başarı l ı bir yönü de "ümmetten-millete" geçerken, dini dışlanınamış olmasıdır. Kushner' in yerinde tespitiyle; "Gökalp, İslam dinini, vatanseverlik duygusunu harekete getirici ve d iğer Müslüman mil letlerle işbirliği ve dayanışmanın temelini oluştu rucu bir unsur olarak görmüştür." Hatta "Gökalp'in görüşünün aksine", "Türkiye Cumhuriyeti' nde, İslam dininni resmen Türk kişiliğinin ve Türk kültürünün bir parçası olmaktan çıkarılm ış" bulunması nedeniyle, Kushner'in eleştirisini de burada hatırlat mak istiyorum. Çünkü mil letleşıne süreci bir anlamda Gökalp'e göre; "Dinde ve dilde ortak uyumdur. "Osman l ı, kavmim tanı ması ve sevmesi anlamını taşıyan "asabiye şuurunu" reddetmek le; Cumhuriyet de, "din" olgusunu devreden çıkarmakla, m i l let leşme gerçeğini zaafa uğratmışlardır. V. V. Barthold'un, Orkun anıtları hakkında -daha önceleri Radloffun da dikkat edemediği noktalardan biri olarak kabul et tiği- Türkler arasında sınıf mücadelesi husus u ile alakatı bir açık lamasına burada değinmek istiyorum. Barthold'a göre; "Anıtlar şöyle bir gerçeği ortaya koymaktadır; Türk ülkelerinde Çiniiter hakim olduğu vakit -uygar ülkelerde olduğu gibi Türklerin aris tokrasisi (kibar sınıfı) kendi sınıf imtiyazlarının korunmasını i leri sürerek yabancı bir milletin elinde tutsaklığa daha çabuk alışmışlar ve milli adet ve gelenekle bağlılık göstermemişler, ihanet etmişlerdir. Fakat m i l letin halk kısmı (avam sınıfı) ya20
Türk Ulus-Devlet Kimli�i
bancı boyunduruğuna çabuk al ışmamış ve geleneklerine bağlı kalmıştır. Beylerin Çin adetlerini ve ahlakını kabul etmeleri, avam halkın onlara karşı düşmanlığını arttırm ıştır. Bundan fay dalanarak, Han sülalesi temsilci leri halkı Çin hakimiyetine karşı ayakland ırdılar ve Türk devletin bağımsızlığını canlandırdı lar."6 Barthold'tan yapmış olduğumuz bu alıntı, üst tabakanın ne kadar naif ve yeniliğe açık bir kimlik taşıdığım, buna karşı halk milli kitlelerinin kültürü koruyucu bir yapıyı temsil ettiğini bize göstermektedir. Bu da Osman lı Enderuni sınıfın devşirme kiml iğinden kaynak lanmaktad ır. Bu tespitler, özellikle Orta Asya Türk kültürü üze rinde önemli bi lgi lere sahip bir otorite tarafından i leri sürülmüş olması nedeniyle, kayda değer niteliktedir. Aynı oluşum veya süreci Osman lı da yaşamış, halk kü ltürü-aydın kültürü diye belirttiğimiz ikili yapının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Günümüzde de bu ikilik, bir türlü toplumsal bütün leşmeye gi dememiştir. Osmanlı kiml iği, temelde halk kültürüne dayanması nede niyle kal ıcılığı ve karakteristiğini bozulmadan korumuştur. Ay dın kültürü, günümüzde gözlendiği gibi, Osman lıda da Enderuni yapısını devam ettirmiştir. Bu nedenle, Osman lı top lumu gibi uzun ömürlü bir imparatorluk yapısında kültürel kim lik aranırken, hareket noktası olarak daima halk kitlesi ön plan da tutu lmalıdır. Osmanlı düzeni, "kavmini tanıma" ve sevme" an lamında bir asabiye bilincine sahip olmaması sebebiyle, çok halkit bir mozaik oluşturması sürekliliğini sağlamış, fakat Çağ lar Keyder'in işaret ettiği gibi, "imparatorluk kapitalizmle bü tünleşme süreci içinde gerilemiş ve çeşitl i mil letçilik-aynı lık hareketlerinin- başarıya ulaşması sonucu parçalanmıştır. "7 Ay dınlarımız bir yanda Osmanlının ümmete dayal ı mozaik yapısı na övgü yollarken, öte yanda aynı mozaiği oluşturan güçler
6V. V. Barthold. Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler,(Çev, Ragıp Hulusİ, Kazım Yaşar Kopraman ve Afşar İ smail Aka), Emel Matbaacılık. Ankara, 1 975, s. l 2 . 7 Ça�lar Keydcr, Türkiye'de Devlet ve Sm!f7ar, İ ietişim Yayınları, İ stanbul, 1 989, s.9.
21
Orhan Türkdo�an
tarafından -yani çelişkisi yoluyla- yıkıldığını da belirtmişlerdir. Böylece, Osmanl ıyı belirleyen çok etnikli mozaik, "ümmet" şemsiyesi altında h içbir islam ülkesinde örneğine rastlanmaya cak tarzda bir hoşgörü içinde varlığını sürdürürken, yeri ve za manı gelince, kabuğunu çatiatarak "ümmet" şemsiyesinden çıkmış olması, üzerinde ders alınması gereken toplumsal bir olgudur. Anadolu, Büyük Selçuklu ve Karahanl ı devletlerinin, yönetim sistemlerinde Farsça'yı ve Arapçayı resmi dil olarak tercihleri ve bürokrasiyi bu unsurlara terk etmeleri kolayca izah edilebilecek bir husus değildir. Aynı şekilde, Osmanlının askeri yapıyı ve bürokrasiyi Devşirme (Enderun ve Yeniçeri) güçleri ne terk etmek suretiyle, İbn Haldun'un Arap dünyası için ön gördüğü birlik şuurunu (asabiye), toplum yapısı içinde d ışlamış bulunmaları -gerçekte çok etnikli toplum mozaiğinin oluşu munda- başlıca adımı teşkil etmiştir. Ancak, "İslam, kavmini tan ımayı" da öneriyordu. Osmanlı, BilyUk Selçuklu, Karahanlı, Memluklu ve Anadotulu Selçukluların Türkçeyi arka plana iten hatalarını görmüş, Farsça yerine Türkçeyi yeniden ikame ederek Türk kimliğinin belirlenmesinde sağduyulu bir yaklaşımı ortaya koymuş, ancak bürokrasi ve askeri yönetim hususunda benzeri geleneği sürdürmüş, Devşinne ve Enderuni modelde ısrar et miştir.
Kavmini Tanıma Bilinci Kavmini tanıma ana-babaya duyulan sevgi ve saygının bir yansımasıdır. Kur'an-ı Kerim; "Sizi kavimlere ayırdık ki birbiri nizi tanıyasın ız" buyuruyor. Hadis ise; "Kişi kavmini sevmekle suçlandmlamaz" mesaj t ın vermektedir. Ümmet, Arapça'da Al lah'ın iradesini ve onun hükümdarlığım kabul eden insan toplu luğu anlamını taşır. Bir başka deyim le, ümmet, Allah'ın birliği ne ve Peygamberlerin müjdecisi olduğuna inananların cemaati oluyordu. Böylece ümmet, İ slam ' ı yaşayan, farklı kavimleri bir araya getiren, bütünleştiren bir çimento gibidir. Ancak, "kavmi ni seçme ve tanıma" hakkını silip atmamaktadır, ona saygıl ıdır. Osmanlı, aşırıya kaçmış, kimliğini ümmet içinde eritmek sure22
Türk
Ulus-Devlet Kimli�i
tiyle İslami uyum ve dengeyi bozmuştur. Bunun kefaretim de, "ümmet" şemsiyesi altına aldığı Müslüman ve Hıristiyan halkla rın m i l l i kimliklerini gündeme getirdikleri 1 800'lü yıl lardan itibaren ağır bir biçimde ödemek zorunda kalmıştır. Osman lıyı, çelişki leri yıkmıştır. Çünkü hiçbir mozaik sürekli tarzda uyum sağlayamaz, organik bir bütün değil, mekaniktir. Mozaik çatla yınca, mimari deseni bozulur. 8 Mevlana'nın önerdiği gibi, güçlü bütünleşme, tabiattaki çeşitli renklere bürünmüş çiçeklerde görülür. Bir çiçek, çeşitli renkleriyle canlı bir bütünleşme sağ landığı takdirde varlığı sürdürür. Oysa Osmanlı mozaiği böyle bir özelliğe sahip değildi. Zamanı gelince, Kuzey Afrika'dan, Balkanlardan ve Orta Doğudan esen ayrılık rüzgarları, bir vakit ler birlikte o luşturdukları, yaşadıkları ulu çınarı çökerttiler. 1 900' 1 er sonrası giderek güçlenen mil letleşme süreci, Cumhuriyette "Osmanlı"dan Türklüğe" geçişin temel lerini attı. Osmanlı m i l leti, yerini Türk mil letine bıraktı. "Vakti mil letten iradi millete, yani ulus-devlete" geçiş oldu.9 Böylece, "marifet-i kavmiye" yani m i l l i kimlik "ideal" alandan "reel" alana akta rı lınış oldu. 1 0 Dil ve Tarih Tetkik Cemiyetlerinin kurulması, sosyoloj ik anlamda m i l letleşınenin kendi çizgisinde yürüdüğünü gösterir. Hatta Türk Antropoloj i Kurumu ve l 93 7'de ele alınan Tük Antropometri Anketleri bir "Türk Tipi"ni belirlemek suretiyle, Türklüğe dönüşü hazırlamıştır. 1 1 Böylece, milletleşme süreci gerçekleştiri tme çizgisine çekilirken, dinin devreden çıkarılınası ve dayanışmacı, etikal değerlerinin göz önünden uzak tutulması tıpkı Osman l ı'da rastladığımız türde bir diğer aşırılık olmuştur.
1
Tevhid-i Anasır, yani Osmanlı Modeli, Fransız milletinde olduğu ilzere, Laıinler, Galliler, Gotar ve Franklar gibi birçok etnik unsurun organik biltilnleşmesi tarzın daki bir oluşumu gerçekleştirememiştir. 9 Ziya Gökalp, Türkleşrnek Islamiaşmak ve Muasır/aşmak, Toker Yayınları, I stan bul, 2004, s. 332. 10 Ahamet Agayef,"Ti!rk Al emi ,Türk Yurdu Dergisi, Ci lt l, l sıanbul, 1 9 1 1 ,s. 1 2- 1 3. 11 Orhan Tilrkdoğan, Kemalist Sistem ve Sosyolojik Yapısı, IQ Yayınları, I stanbul, 2005 "
23
Orhan Türkdoğan
" M i llet-i hakime" veya "Büyük Toplum"u belirleyen milli kimlik unsurlarından biri de "soy miti" dir. Türk toplumunun ta rihsel çizgisi, bu oluşuma damgasını vurmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, Standart Kültürü bel irleyen unsur da bu " m it"e dayanır. Ancak, bu soy miti, "Türk mil letinin, ırkçı bir eğilim den öte"dilde", dinde, kültürde, ortak duygu ve tarih bilincinde bütünleşmesidir. Gökalp de; "Dili dil ime, dini dinime uyan bir ınillettir", diyordu. O halde, millet, biyoloj ik katılımın ötesinde, kültürel bir uyumdur. Osmanlı, "kavmini sevme" ve "tanıma" bi lincini yan i "asabiyye" duygusunu bir yana iterek, "ümınet" potası içinde kimliğini eritmiştir. Türk m i lleti, Bilge Kağan'dan itibaren Türk bilincine Cumhuriyet döneminde ancak Mustafa Kemal'le ula şabilıniştir. 12 0ysa, Osmanl ı kimliği, halkta yaşayan standart kültüre dayanınadığı için milliliğini koruyamamış, ınarj inalde kalmıştır. 13 Milli Dil Dante ile başlayan milli dil hareketi, İtalya, Almanya ve Fransa gibi ülkelerde m i l l i d i le dönüşü güçlendirdi. Ferdiyetçi güç, Batı toplumlarında cesur ve samimi araştırma zihniyetini; özgür düşünce de liberal yönelişleri pekiştirdi. Böylece, Reform çağı, aynı zamanda Katolisizmin iç dünyaya yönelik bakış açısı yerine Protestanlık i le yeni bir evren anlayışını ortaya koyuyor du. Bu da "Tanrıya ait bütün değerlerin yerine doğuya ve insana dönük değerlerin geçmişi" biçiminde yorumlanabilecek bir akımı yani sekülarizasyonu (dünyevileşıne) gündeme getiriyor du.
12
Orhan Türkdo�an. Kemalist Sistem ve Sosyolojik Yapısı. IQ Yayınları. 2005. Bir grup aydınımız ise, Osmanlı kimli�i üzerinde yürüttükleri görüşlerinde; "Batı kendisini kültürel terimieric ve aydınlanma ça�ının akılcı ve özgürlükçü de�erleriyle tanıınlarken, Türçülük (Gökalp bu çizgide düşünülmekte), özellikle tarihimiz batıdan ay İran yönleri vurgulamak yolunu tuttu ve farkına varmadan, aslında ça�dışı olmuş dinci bir ideolojinin Ban düşmanı fonuna sahip çıktı." (Taner Timur, Osmanlı Kimliği, Hil Yayın, I stanbul, 1 986, s. 1 67.) 13
24
Türk Ulus-Devlet Kimliği
Böylece, Batıda 1 5 . ve 16. yüzyıllarda temel leri atılan Re form ve Rönesans, hareketleriyle m i lletleşme süreci de gerçek leşiyordu. Fransız Devrimi, bu alt yapı üzerine oturmak suretiy le milletleşme olgusunun ideoloj isini oluşturuyordu . Buda mil letçilik idi. M i l letçi lik, millet olmanın en son aşaması idi. Dünyamız Batı yarım küresinde bu toplumsal hareketler ce reyan ederken, Osmanlı Devleti, "ümmet" ideoloj isine dayalı bir imparatorluk kimliğini temsi l ediyordu. Osmanlı'da, Türk m i l letçiliği, yapısal çelişkilerden doğmuştur. Osman lı, çok et nikli mozaik bir yapıyı ortaya koyuyordu, İslam dünyasında belki de ümmet kimliği altında millet şuurunu en sonlarda algı layan ve en az beş yüz yıl İbn Haldun'un Arap toplumunda gör düğü asabiye d iye ifade edi len "kavmini tanıma" duygusundan yoksun yaşayan bir ülke idi. İran ve Araplar, İslami şemsiyle altıda temsil edilmelerine rağmen, "kavmini tanıma" şuurunu (asabiye) kaybetmemişlerdi. Bir kışı Batılı aydınların da belirtiği üzere, Osmanl ı İslami sistemle Araplaştırıtma sürecine tabi tutulmuştur. "Osmanlıların, devletin Türk özelliğini koru mak yolundaki en büyük hizmetleri imparatorluğun resmi d i l ini Türkçe yapınaları olmuştu. Bu, kendilerinden önce devlet işle rinde Farsça kullanan Selçuklular ve Arapça ku l lanan Memluk lar gibi Türk hanedantarının tam tersi bir davranıştır." 1 4 Ancak, bu bilinç, yüzyıllar süren bir örtülü dönemden sonra, Sultan I I . Abdülhamit'te -geç de olsa- Sadrazam Hayrettin Paşaya; "Paşa! Paşa! Ben Türküm, Türk olarak kalacağım" demek suretiyle uyanabiliyordu. Türklük bil incinin Abdülhamit'te uyanm ış ol masında Arminus Wambery'in büyük etkisi olduğu söylenebilir. Böylece, 1 8. yüzyı lın ikinci yansında Fransız Joseph de Guignes'le başlayan ve M. Celalleddin Paşa, Leon Cahun, W. Radloff, EJ.W. Gibb gibi Batılı ve Polanya ası l l ı yazarların yayınlarıyla "Türklük" şuuru genç aydınlar üzerinde etkide bu-
14
1 . Mahmut Kemal İ nal, Osmanlı Devletinde Son Sadrazamlar, Cilt: 6, İ stanbul, 1 940- 1 943, s.923; Orhan TUrdoğan, Kemalist Sistem ve Sosyolojik Yapısı, IQ Yayınlan. 1 . Baskı, Mayıs 2005.
25
Orhan Türkdolan
lunmuştur. Oysa daha iki yüz yıl önce devletin resmi tarihçisi Koçi Bey tarafından ele alınan ve IV. Murat'a takdim edi len meşhur Risalede ( 1 63 ı ) devletin asl i unsurunu teşkil eden Türk lerin: Çingene, oduncu, yankesici, katırcı, deveci, harnal ve ağdacılarla birl ikte düşünülmesi Padişahta hiçbir tepki yarat mamıştır. Koçi Bey'den tam 1 7 1 yıl sonra ı 807'de Koca Sek banbaşı -tıpkı Koçi bey türü- kaleme aldığı ve dönemin padişahı IV. M ustafa'ya takdim ettiği benzer bir memorandumda devle tin bozu lduğunu ve nedenlerini şöyle açıklıyordu; "Yeniçeriler pak askerlerdi, bunlar nice h izmetler ifa etmişerdi. Ama şimdi kışlaya Acem bozuntusu ve Türkmen ve Kürt h ırsızları ve dön me ve bozmalar dolmuştur." Bu da, diğerleri gibi tepkisiz kal mıştır." 1 5
15
David Kııslı.ı:r Thk MiUiyelçiligirı � 1 876-l<.lffi, l<av.lı Yayınlan. I stanbul. 1 979,
s.2.
26
BÖLÜM III
Mi LLET İNŞASI VE Mİ LLİYETÇ İ LİGİN DOGUŞU Milliyetçilik, temelde mil letleşme sürecinin bir ürünüdür. Bu sebeple Fransız ihti lalinde önce mil liyetçilik ideoloj isinin doğduğu kabul edilemez. Bundan önce de, Batı'da ve Doğu 'da dil ve din farklıl ıklarının önemi sık sık görülmüşse de, bu fak törlerin milli bağımsızlığı gerektirecek yeni bir milliyetçilik anlamı ortaya koyacakları hiç düşünülmemiştir. Yeni Çağdan önce meydana gelmiş imparatorluklarda, hak lar ilahi hukuk kavramına göre tesbit edilerek, tebalardan hü kümdarlarına sadakaıla itaat ve hizmet etmeleri isteniyordu. Kral Tanrı tarafından tayin edi lmiş ve yalnız Tanrı'ya karşı sorumludur. N itekim Orhun abidelerinde Bilge Kağan m i lletine hitap ederken aynen şöyle diyordu; "Tanrı gibi Tanrı'dan olmuş Türk B i lge Kağan'ım." Görülüyor ki, kİtabelerde Bilge Ka ğan' ın Tanrı gibi Tanrı tarafından yaratıldığı imaj ı hakimdir. Oysa mill iyetçilik ideoloj isinin sosyolojik temelleri milletleşme olgusuna dayanır. M i lletleşme, millet iradesini ortaya koymak tadır. Milliyetçilik, dini cemiyete dolayısıyla hükümdara olan bağlılığı tamamıyla ortadan kaldırmıyorsa da, bir m i l let iradesi kavramı getirerek, yavaş yavaş onların yerini almaktadır. Böy lece, milletin topluma yönelik şahsiyeti kralın kendi şahsiyetin den çok daha önemli olduğu ortaya çıkar. Başlangıçta, doğuda ve batıda milliyetçiterin hepsi krallık aleyhtarı değilse bile, temel olarak m i l l iyetçilik kavramının, halkın hakimiyeti fikrini kapsarlığını görmekteyiz. Oysa yazıtlarda "Tanrı bahşettiği için, ben kazandığım için Türk mil leti kazanmıştır" tarzındaki beyan27
Orhan Türkdoğan
lar da, mil let gerçeğinin üstünde kağanın karizmatik yapısı ha kimdir. Görülüyorki, m i lletleşme bir yanda hakimiyetin halka yö nelik demokratikleşme sürecini yansıtırken öte yanda m i l let iradesinin tecellisini savunmaktadr. Mil let, sosyolojik açıdan bir gerçek olarak bu devrede artık bir kul, bir teba değildir. Bu bakımdan, ortak ve kendine has orj inal bir tarih şuuruna daya narak yine, kendi iradesiyle değer yaratmak kudretine sahip olmayan toplumların hiçbir vakit mil let olmaları düşünülemez. Bazı araştırmacılar, mil let oluşumunun sosyolojik gelişimi ni açıklarken, buna yorum biçiminde Batı'nın yapısını ekleme lerine m i l l iyetçilik ideoloj isinin de Fransız ihtilaliyle ortaya çıkınası karşısında, ileri sürülen tenkidler daha ziyade bir nok tada toplanmaktadır ki, bu da milliyetçiliğin ithal malı olduğu eleştirisid ir. Bu durum, Batı 'mn özellikle Alınan romantik mil l iyetçilik ideoloj isinin, Batılı olmayan halkiara aşı ladığı bir kavramdır. Bu görüş, Baj kan milliyetçilik tezinin bir karşıtıdır. B i l indiği üzere, Balkan tarzı m i l l iyetçilik, daha ziyade m i l l iyet çiliğin yeni bir oluşum olmadığı, heryerde ve her zaman mev cut bulunduğu tezini savunur. Buna göre, milliyetçilik X IX. yüzyılda bazı makul sayılabilecek olaylardan ötürü uyuyan bir volkanın patlaması biçiminde ortaya çıkmıştır. M i l l iyetçiliğin kaynağı hakkında i leri sürülen görüşler ne olursa olsun, bir toplumda mil let seviyesine gelmeden veya u laşmadan önce milliyetçilik ideoloj isinin sosyoloj i k bir anlam taşıması mümkün deği ldir. Çünkü milliyetçilik sanayileşme ve Fransız Ihtilali 'nin gel işiyle düşünceleriınizde ve zihniyetieri ınizde öneml i bir modernleşme sürecinin doğmasına sebep olunmuştur. Modernleşme, eskiyi, mahal li dayanışmayı yıkan, yeni ve daha geniş milli yapılar geliştiren sosyal ve iktisadi olayları kapsar. Nitekim Osmanl ı İmparatorluğu' nda milliyetçiliğin yükselmesini belirleyen değişkenler, feodalizınin çöküşünden sonra Batı'da olduğu gibi, ticari ve milli burj uvazinin gelişimi sonucu boy göstermiştir. 28
Türk U lus-Devlet Kiml iği
Arami kaynaklı olan ve Arapça'da milla'dan gelen "millet" kel imesi, aynı zamanda İ slam dininde "ümmet" karşılığı olarak da kul lanılmakta ise de günümüz de hem Batı hem de İ slam kültürü içinde millet kavramı bu d ini kimliğinden soyutlanmış durumdadır. Batı'da, mil let-olma süreci Osmanlı toplumuna nazaran çok öncelere gider. Bu bakımdan, İngi ltere mil letleşme kimliğini bundan dört yüz yıl önce çözümlemiş ülkelerin başında gelir. Onu izleyen Fransa olmuştur. Batıda sosyal, iktisadi ve siyasi sebeplerle kültür bütünlüğünü, milli şahsiyet ve benlik şuurunu ilk olarak hisseden bu ülkelerde, milliyetçilik, kültür bütünlü ğünden, sosyal dayanışmadan ve milli iradeden doğmuştur. Bu açıdan düşünüldüğünde, millet en geniş bir toplum tipidir. Çün kü küçük toplumların (kabile, aşiret gibi) temel unsuru cemaat duygusudur. Aynı şekilde, mil let gibi daha büyük toplumlarda "cemaat duygusu" yerine "milliyet" duygusu geçmektedir. Mil liyet, toplum duygusunun, millet kiml iğinin bir tezahürüdür. P. Sorokin, milleti; toplum duygusu (milliyet duygusu) ve aynı duyguyu ortaklaşa taşımanın dışında; 1 ) Arazi 2) Devlet 3) Dil, olmak üzere, üç unsura dayandırıyordu. Bu anlamda millet, tam sosyolojik tanımıyla; belirli bir arazi parçası üzerinde devlet ve dil unsurlarının kaynaşmasıdır. Sorokin'e göre bu unsurlardan her biri, grup fertlerinin grup fertlerinin fiziki, zihni, ahlaki ve davranış karakterleri üzerinde gerçek etkide bulunarak "milli tipi" yaratır. Sorokin, bu unsurlar arasında milliyet kavramını temeliendirmesi bakımından d i le büyük önem verir. Ona göre, bir topluında milliyet şuurunun uyanması, o toplumun dilinin ve edebiyatının yeniden canlandırılmasıyla başlar. Görülüyor ki, tarih içinde mil letin oluşumu birçok kültür kodları ve değerler sisteminin gelişimine bağlıdır. İ ngi ltere'de 1 2 1 5'te Yurtsuz John'un ( 1 1 99- 1 2 1 6), kendisine bir takım yü kümlülükler yükleyen Magna Charta'yı (Büyük Yasayı) kabul etmesiyle mil letin teşkiline bir diğer boyut daha kazand ırılmış tır, bu da gelecekteki parlamento rejiminin ilk tohumlarını ata caktır. Bu parlamento sayesinde sadece hükümdar değil, "mil29
Orhan Türkdoğan
Jet" de yetki sahibi olma hakkını elde edecektir. Zira V I I I. Henri'den ( 1 485- 1 509) itibaren hükümetler burjuvaziye gittikçe daha fazla yer verir duruma gelmişlerdir. 1 534'te ise Anglikan mezhebiyle "mil li" bir kilise meydana getirilerek papaya karşı bağlı lık da bozulmuş ve büsbütün dini alanda halkın hürriyetini elde etme imkanı sağlanmıştır. Nihayet Cromwell (ölümü 1 68 8) ile milli devlet kurulmuş oluyordu. O halde, millet toplumların tarihi ve sosyolojik gelişiminin bir ürünüdür. Bu yüzden en geniş bir toplum tipidir. Bu husus, millet olma meselesinin başlangıçta temas ettiğimiz b irinci yö nüdür, ikinci yönüne gelince bu da ilkiyle ilgili olarak m i l leti belirleyen bir takım unsurların ortaya çıkmasıdır. M i l let seviye sinde, artık her düşünce, entellektüel her faaliyet, bir zümrenin, bir sınıfın çıkarlarına göre düzenlenmeyip, doğrudan toplumun bütün fertlerinin hedef olarak benimsenmesi ilkesine dayanır. Toplum ların, sosyal kimliklerini kazanabi lmeleri ancak klan, kabile (boy), aşiret, feodal kuruluş ve imparatorluk gibi tarih i v e sosyoloj ik teşebbüslerini tamamlayıp m i l let seviyelerine ulaşabilmeleriyle mümkündür. Çünkü gerçek toplumsal varlık m i l lettir. M i llet sürecini hızlandıran bir d iğer etken de fertterin s iyasi-demokratik teşkilatlanmasıdır. Mesela, İngi l iz kavmi, henüz İskoçya, Gal ve İrlanda ülkelerini fethetmeden önce ce miyet hal ini almıştı. Halkın seçtiği mil letvekilleri, lordtarla birleşerek ülkeyi idare ediyorlardı. Saray bir gölgeden ibaret kalmıştı. Bundan dolayı bütün meseleler sarayın menfaatin de değil halkın çıkarlarına uygun bir surette çözümleniyordu. İngi liz kavmi, bundan dört yüz yıl önce işte bu suretle kendi işlerini temsilcileri aracı lığıyla düşünüp karar veren şuurlu bir millet haline gelmiştir. Aynı şekilde, Fransız ihtilali' nden önce de, birçok düşünürler özellikle Jean Jack Rousseau siyasi felsefe siyle m i lleti, "bir ömeklik" gösteren topluluk olarak belirtiyor du.
30
Türk Ulus-Devlet Kimliği
Millet-Olma ve Milli Devlet Kimliği O halde, mil letleşme sürecinde demokratikleşme de, bir di ğer boyut olarak fertleri kişi lerin kölesi olmaktan kurtarıp, bü yük toplumun yani milletin bir ferdi, bir parçası haline dönüş türmek suretiyle milli devletin ortaya çıkma sürecim hızlandır mıştır. Böylece demokratikleşme, fertler arasındaki fikri büti.in leşmeyi meydana getirdiği sürece güç kazanır, aksi takdirde parçalanma ve bölünmeler yoluyla sosyal yapının dokusunu bozabilir. Görülüyor ki, bir toplumun milli devlet haline gelebilmesi için siyasi ve sosyal bir teşkilatlanmaya sahip olması gerekir. Milli devlette, toplumun sosyal bir kimliğe ve bu kiml iği bir şuur o larak ifade eder. Bazı araştırmacılar, öze llikle Kemal Karpat'a göre, tarihte kurulmuş Türk Devletleri, Türklüğü bir şuur olarak ifade edemedikleri için milli devlet sayılamazlar. Bu anlamda ideal bir millet, kendi içinde çelişme, çatışma, çözülme ve parçalanma unsurlarına hayat hakkı tanımayan; "Kulluk ye rine demokratik ve katılımcı bir yapıtaşmaya dayal ı milli bir topluluktur. Yani mil let, "içinde tezatsız bir işbirliğini, bir ikti sadi mukadderat birliğini kurabilen ve varlığını böyle bir nok taya istinat ettiren, belirli bir arazi üzerinde devlet ve duygu ideali etrafında küme/enmiş insanların oluşturduğu tarihi ve sosyolojik bir kurulmuştur. " 1 789 ihti lali'nin arifesinde başpapaz Sleyes, "orta tabaka nedir?" adlı ünlü h icviyesinde milletin yeni bir tanımını verir; "Millet ortak bir yasa ile yaşayan ve aynı yasama gücü tara findan temsil edilen bir ortaklar topluluğudur." Böylece, m i l let (biyolojik ırk bağı veya coğrafi toprak bağı gibi) bir veri veya tabii bir olgu değildir, ortak bir tasarıyı gerçekleştirmek üzere yapılan bir vrtaklık sözleşmesidir. Fransız ihtilali böyle bir millet fikrinin gelişmesine damgasını vurur. lınınanuel Kant'ın dediği gibi bu ortak iradeye, her vatandaşın şuurlu ve hür bir biçimde katılımıdır. Bu yüzden, milli devlet sadece ekonomik bir güç değil, milli bir harekettir. M i llet fikrinin
31
Orhan Türkdoğan
temelinde devlet gerçeği , elinde gücünü duyurrna aleti olarak ordu bulunduran bir devlet yapısı söz konusudur. Gökalp'e göre, hakiki cemiyetler ancak milletlerdir. M i l le ti bir şuur belirleyen de yu�arıda ifade ettiğimiz üzere m i l l iyet duygusudur. Gökalp, her yerde m i l l iyet duygusunun biçim lenınesinde müspet temeli oluşturan kültür unsurlarından dilin en başta geldiğini söyler. Dil ve duyguda birlik, milliyet pren sibinin dokusunu teşkil eder. O halde, milletleşme aynı za manda kültürde benzeşme demektir. M i l let olma süreci, m i l l i kültürü kazanma v e onunla uyum sağlama anlamını taşır. Ancak, ortak kültürü paylaşanların meydana getirdiği sosyal gerçek mil lettir. O halde, milli kültür nedir? Millet olmadaki rolünü nasıl açıklayabiliriz? Kanaatimce üzerinde durulması gereken önemli meselelerden biri de budur. Kültür tarihimizde, milliyetçilik ideoloj isi ilkin Yeni Os ınan lı lar, sonra Jön Türk akımlarıyla girmiş, daha sonraları güç lenerek Ziya Gökalp'te sosyoloj ik bir eksene oturtu lmuştur. M i l let, · vatan, milliyet kavramları bu cereyanlar içinde felsefi, kültürel, tarihi ve sosyoloj ik yorumlara tabii tutulmuş ve işlen ıneye çal ı ş ı lmıştır. Böylece imparatorluğun belirli bir devresin den X IX. yy'a kadar e le alınınarn ış bu kavramlar, 1 839'dan iti baren Reşit Paşa, Ali Paşa ve Fuat Paşa merkezi leşme çizgisi nin, yönetici sınıf içinde saraydan Bab-ı Aliye kaymasıyla, ön plana çıkan demokratikleşme sürecini başlatmış, bu da bir dizi aydının batıda yetişerek vatan, devlet, mil let, hürriyet gibi, Os manlı toplumunun aşina olmadığı ilkelerin halk katiarına ya yılmasına yol açmıştır. Zira imparatorluk zamanında özel likle ilk sıralarda halk, dini bakımdan serbest bırakılmış, bu yüzden de Hristiyan ve Yahudi din adamları Balkanlarda din i le m illi yeti kaynaştırmayı başarrnışlardır. Bunun yanında, Osman lı İmparatorluğu Türkçü bir pclitika izlememiş buna bağlı olarak da, millet ve devlet sının gibi kavramlar yanında bir vatan şuuru oluşmamıştır. Fethedilip merkeze bağlanan her yer vatan sayıl mıştır. Gerek İslam hukuku hükümleri, gerekse Osmanlı yöneti cilerinin "Devlet-i Aliye, Devlet-i ebed-müddet ve padişahların 32
Türk Ulus-Devlet Kimliği
nizam-ı alem, zı l lu'l-lah-fı larzeyn, padişah-ı alem-penah" vb. anlayışı içinde hakimiyet kurulan yerlere Türk d i l i ve Türk kül türünün götürölmesi özel olarak düşünülmemiştir. Bu da, Türk lerde milli leşmeyi hatta İslamiaşmayı olumsuz yönde etkilemiş tir. En azından, Osman lı İmparatorluğu kesin bir İslamiaştırma pol itikası izlem iş olsaydı, sınırlan içindeki toplulukların en az % 90'nının bugün Müslüman olması gerekirdi. Anadolu'da İs lamlaşma ve Türkleşme Türk unsuru ile gerçekleşmiştir. Gökalp'in, Yusuf Akçura'dan ve Hüseyin Zade Ali'den kay naklanan görüşleri, 1 896'da ilk defa İkdam gazetesi tarafından bir başka biçimde i leri sürülmüştür; "Din cihetiyle İslam, heyeti içtimaiyetinıiz cihetiyle Osmanlı, kavmiyel cihetiyle Türk 'üz. " Burada "heyet-i içtimaiye" tabiri henüz millet fikrine bu tarih lerde ulaşı lmadığı noktasına bizi götürür. B i l inen gerçek odur ki, 1 909'da İttihatçılar arasında bile genel bir Türklük şuurun dan söz etmek için henüz vakit çok erkendir, ittihatçıların tezi daha ziyade bir Osmanlı kültürü veya Osmanl ılaştırma çizgisine dayalı bir dünya görüşü id i. Türklük şuuru İttihatçı lar içinde ancak Balkan savaşları sırasında dikkatleri çekmeye başlamış tır.
Sosyal Yapı ve Milli Kimlik Günümüz Türk kimliğinin yükselişinde, Musfata Kemal ile başlayan atı lımların önemi büyük olmuştur. 1 6 Bu dönem, başl ı başına bir mil letleşme v e Türk'e dönüştür. Türk D i l v e Tarih kurumları bu oluşumun bil imsel aşamalarını teşkil eder. Dil, Tarih bilinci ve kültürde birleşme milletleşmeyi oluşturuyordu. Gökalp ise, bu unsurların yanında ayrıca "din" olgusunu da bir sosyolog olarak savunuyordu. M i l l i kimliğin oluşumunda din olgusunun öneml i rolünü Ja pon kalkınmasında ve Weber'ci yaklaşım larda gözlememiz
16 Arend Lijphart, Çagdaş Demokrasi/er: Yirmibir Ülkede Çogunlukçu ve Oydaşmacı Yönetim Orüntüleri, Çev. Ergun Özbudun ve Ersin Onulduran, Türk
Demokrasi Vakfı ve Siyasi I limler Yayınları ,Ankara, l 986, s.27.
33
Orhan Türkdoğan
mümkündür. Milli kimliğimizin yapıtaşmasında din, toplumsal ve ekonomik kurumların yönlendirilmesinde birer etikal değer ler sistemi olarak dayanışmacı ve yapıcı bir rol oynar. Bu inceleme, Türk toplumunun ümmetten-millete geçerken, milletleşme veya millet-oluştura olgusunu, gereği ö lçüde ger çekleştirememesi nedeniyle, kültürel yozlaşmaya yol açan önem li yapı bozulmalarına kaydığını belirleyen bir varsayım üzerine kurulmuştur. O halde, kültürel yozlaşma veya sosyoloj ikliteratürde kullanılan deyimiyle "sosyal kokuşma" yapısal temel lerden kaynaklanmaktadır. Mi l let-oluşturma, Batıda gözlendiği üzere, toplumun tarihi gelişim ve kültür değerleriyle uyum içinde yürütülmesine karşı lık, ü lkemizde bu durum h ızlı teknolojik değişme ve sanayileş me süreci sonucu bir kaos durumuna dönüşmüş, gelenekli yapı lar alt üst olmuştur. Gelişmekte olan ülkelerde, teknoloj inin kültürel yapılan etkilediği gerçeği göz önüne alınmamış, toplum yapısı doludizgin batı nonn ve değerlerinin istilasına açık tu tulmuştur. Günümüzde, açıkça ortaya çıktığı üzere, milletleşmeme, ya ni aynı topraklar üzerinde yaşayan insanların, duyguda ve dü şüncede birlikteliğinin sağlanamaması, ülkenin doğu ve güney doğu bölgesinde ayrılıkçı güçlerin geri lla tipi ayaklanmalarına, politik açıdan ideoloj i k dalgalanmalara yol açmıştır. Oysa çok halktı Osmanlı döneminde ümmet, bu tür bir dayanışrnayı sağlı yordu. Bu gerçeği, Osmanlı toplumu hakimiyeti süresince bilfiil yerine getinn iştir. Türk Batılaşma modeli, özellikle kendine yönelik m i l l i de ğerlerini ve kültürel potansiyel ini gündeme getirecek elitist kad rolar yoluyla gerçekleştireceği yerde, dış kaynaklı önerme, inanç sistemi ve normlar düzenini ithal yoluna gitmiştir. Böyle ce, aydın -batı ve doğu sentezinin kilit adamı- yaratıcıl ığını büyük ölçüde yitirmiş, adeta taşıyıcı durumuna düşmüştür. Ja ponya'nın Tokukawa ve Meij i dönem lerinin hazırl ıkları ülke mizde yapılamamış olması nedeniyle her şey boşlukta kalmıştır. 34
Türk Ulus-Devlet Kimliği
Cumhuriyetic başlayan m i lletleşme süreci bu zemin üzerin de gerçekleştirilmeye çal ışılmıştır. Hiç bir ön hazırlığı olmayan, kendi kapasite ve yeteneklerine göre Batıyı algılayan bir yakla şım tarzı, orij inalitesini de yitirmesi nedeniyle, Toynbee'nin de isabetle belirlediği biçimde bir iç-proletarya durumuna düşmüş tür Ümmetleşme, çok yanlış bir laliklik iktibasıyla, toplumun tarihi döl yatağından sökülüp atılmıştır. Young'ın; " Her insan için dini inancın olması bir zarurettir" görüşü, bu dönem için kayda değer görülmemiştir. Fransa toplum yapısının dokusunu oluşturan ve H ıristiyan dünyasının değerler d üzenini temsil eden laiklik anlayışı, hiçbir ön hazırlığı yapı lmadan bir organ nakli gibi bünyemize aktarılmış, fakat bu sosyal depresyonların neler yaratabi leceği önceden hesaplanmamıştır. Seküler bir eğitim sistemi, toplumun potansiyel inanç düzeni ve normlarıy la çatışma durumuna geçmiş, bu da bir süre sonra dindar-laik kadroların oluşumuna yol açmıştır. Milletleşme sürecine indi riimiş en büyük darbe, belki de bu noktada olmuştur. Japonya, ümmet anlamına gelen Kokutai kavramı ile top lum yapısı arasındaki bütünleşmeye önemli ağırlık vermiş, biri ni diğeri için harcamamıştır. H ıristiyanlık dünyası, yapı bakı mından kutsal (sacred) ile Kutsal-dışı (prophane) alanları birbi rinden ayıran bir özelliğe sahiptir. Bir batılı bu alanlardan birin de dilediği gibi yaşayabi l ir. Onun için laikliğin anlamı budur. Oysa İslamiyet'te böyle bir ayrım yoktur. Ama bir kimse di lerse İslam-dışı da kalabi lir, İslam-içi de yaşayabi lir. Fakat bizim laikliğimiz, İslam-d ışı bir yapıya yönelmiş, İslami sosyal bir olgu olarak dışlamıştır. 1 924- 1 948 arası geçen (24) yıl içinde vatandaş ne, resmi ne de resmi olmayan yollarla dini eğitimi sağlayamam ıştır. Çeyrek yüzyıl, bir toplumun hayatından dinin silinmiş olması günümüzde önemli yapısal yarılmaların nedeni olmuştur. Özellikle, sanayileşme ve Batılılaşma süreci içinde, akültürasyon sonucu ortaya çıkan değişmelerde "dinin daya nışmacı" kimliği ortadan kalktığı için toplum yapısıda önemli gerginlikler meydana gelmiştir. Ortaya çıkan kültürel boşluk, 35
Orhan Türkdoean
herhangi bir manevi değerler sistemiyle de takviye edi lemeyin ce, yozlaşma frekansı yükselmiştir. Emile Durkheim, intihar adlı son derece sistematik ve bel gelere dayalı eserinde göstermiştir ki, ı 9 yüzyıl Fransa'sında, Katoliklere nazaran Protestanlarda intihar oranı daha yüksek düzeydedir. Her ikisi de bir inanç sistemi olmakla beraber, Ka toliklerde kuralların sert ve bağlayıcı bu lunması nedeniyle, inti har nispeti daha düşük seviyede seyretmiştir. Bu bulgular, gü nümüz Batı toplumları için de hala özelliğini korumaktadır. Türk laiklik sistemi, en az iki nesli, eğitim süreci içinde dini normlardan uzaklaştırmış ve toplumun öteki kurumlarına da damgasını vurmuştur. Nitekim Türk eğitim sistemi, dini norm lardan tamamıyla dışianmış ve seküler (dünyevi) bir yapıya itil miştir. Toplumun alt ve orta tabakalarından gelen ve dini duy gutarla donatı lmış gençlik kitlesine, ı 9. yüzyılın pozitivist fel sefesine dayalı fikir kırıntıları aşı lanmış ve materyalist bir genç lik ordusu yetiştirilmiştir. Üst tabaka gençleri ise, çoğunlukla kolej ve Batıl ı değer sistemleri içinde yetişmeleri nedeniyle, seküler norm ve inançların taşıyıcıları olmuşlardır. Kutsal-dışı bir yaşam tarzı zorlayıcı bir kural olarak seçilmiştir. Aynı şeki lde, hukuk ve ekonomik sistem de dini kimliğin den soyutlanmış ve sekiHarize ed ilmiştir. Türk iktisat sistemi ile Türk hukuk düzeninin bir manevi yapısı olduğu tezi savunula maz. Etikası olmayan bir ekonomik düzenin; ithal edi len kapita l ist modelin peşine takılacağı, onunla birlikte sürükleneceği tabi idir. N itekim öyle de oldu. Toplumda, tasarruf d iye bil inen kendi yağıyla kavrulma geleneğine dayalı kü ltür kodu yıkılmış, yerine "al kul lan at" türü bir başka dünyanın yaşayış biçimi hakim olmuştur. Oysa dini kurallarda ekonomik sistemlerin birl ikteliği tezi, hem kapitalist sistemin kurucusu Adam Smith hem de Max Weber tarafından savunulmuştur. Bugün Türk ekonomik sisteminin etikası nedir? Hangi manevi temel lere dayanmaktadır? Bunlar da bel l i değil . Türk ekonomi sisteminin perişanlığında, çalı p çırpmaıarımızda, rüşvet ve i ltimasa dayalı yaşantımızda bel iren yapısal bozukluklar bu manevi boşluklar36
Türk Ulus-Devlet Kimliği
dan kaynaklanmaktadır: Yoksul laşma, gecekondulaşma ve mar j inal alanların ortaya çıkmasında bu tür bir yozlaşman ın derin izleri bulunduğun unutmamak gerekir. Gelir tabakaları arasın daki derin farklılaşmalar, kolay ve zahmetsizce para kazanma yol larının açık bulunması, bir yanda ekmek kuyruğunda bekle yen, "açız" diye sokaklara düşen insanların feryad ı, bir yanda da üst zenginlerin ahlak dışı lüks ve fantastik yaşantı ları, asl ında sosyal çürümenin belirtileri olsa gerek. Mil letleşme olgusunu bu yapısal bozukluklar da büyük çapta etkilemektedir. Tasada ve kıvançta birliktel ik, ortak duyguları paylaşma, ancak ve ancak gönü l rıza sı ve hoşnutsuzluk la gerçekleşebil ir. Eğer insanların öneml i bir kesimi, iş bulamıyor, yarınından emin değilse, onları standart norm ve değerler etrafında toplamanın son derece güç olacağı inancındayız. Türkiye, 1 968' 1erden beri, kitlelerin derin hoşnutsuzluğu içinde yaşamaktadır. "Öğrenci hareketleri" iki askeri müdahale ye yol açmış, ülkemiz, kırsal ve kentsel alanlara yönelik terö rizm belasından Sakarya savaşından daha fazla insan ını kay betmiştir. 1 984'ten beri de "halkların kurtu luşu" teorisine dayal ı bir geril la savaşı güneydoğu bölgemizde cereyan etmektedir. Cumhuriyet rejiminin çok kısa bir zamanda (50-60 yıl içinde) böyle bir açmaza yuvarlanmasında, yukarıda zikrettiğimiz yapı sal bozuklukların inkar ed ilemeyecek tesiri vardır. 1 968\ 980'1er arası öğrenci olaylarının oluşturduğu dönemlerde, Tür kiye'nin ekonomik ve sosyal yapısı, siyasal rej im sistemi, yöne tim model i ağır kayıplara sahne olmuş, yer altı örgütlerinin şekil lenmesine zemin hazırlamıştır. Uluslararası terörizm uz manı Claire Stirling'in yerinde teşhisiyle; "Atatürk ölmüştiL Miras bıraktığı politikası düşüncesiz, mirasyedi ri.işvetçi rej imiy le harcanıp yok edilmişti." 1 7 1 984- 1 995 yıllan arası, Güneydoğu'da yaşanan geri lla ey lem leri de yine bu yapısal bozukluklardan kaynaklanmaktadır.
1 7 cıaire Sterıing, Uluslararası Terarizmin Perde Arkası Terör Ağı,(Çev.Oya Aıpar),Yüce Yayınıarı. i stanbul, ı 98 ı , s.303
37
Orhan Türkdolan
Her terörist eylem biçiminin dayanıklılığı, toplum yapısının mobilize gücüyle orantılıdır. J. E Kennedy'nin, 1 963 yıl ında öldürülmesi sonucu kurulan bilirkişinin hazırladığı ciltler dolu su rapora son cümlesini burada hatırlatmak isterim; "Bu cina yette Amerikan' ı toplum yapısı sorumludur." Yıllarca bitmeyen bir silahlı savaşta toplum yapımızı sorumlu kılmayışımızın bir anlamı olabilir mi? Uzun süreden beri, ülkemiz bir terör ağı içindedir. Kır geril lası ve kent terörizmi insanlarımız arasında huzur bırakmamış tır. Her sabah vatandaş; Bugün ne oldu? Hangi cinayet işlendi? Kim öldürüldü? Hangi banka soyuldu? kuşkusuyla yatağından uyanmaktadır. Mutlu toplum olduğumuz öyle kolayca söylene mez. 1 2 Eylül öncesi ortamın geri geleceğini hatırlatan çan sesle riyle adeta huzursuz. Ü lkede köpek ö ldürür gibi, çay parasına insanlar katledilmekte, mafya hesaplaşmaları ve yeraltı dünyası örgütleşmeleri ürkütücü boyutlara ulaşmaktadır. K ısacası, toplumsal uyum büyük ölçüde zedelenmiş, kültü rel doku yıpranmaya yüz tutmuştur. Herkes yarınından emin ol mayan bir güvensizlik içindedir. Parlamento, rüşvet ve iltimasın nasıl düzüleceği hususunda, ABD'nin yasa tedbirlerini araştır mak için komisyonlar kurduruyor. Temiz el ler operasyonu için İtalyan savcısı davet ediliyor, Anayasanın bazı maddeleri çer çöp gerekçelerle değiştiriliyor. Adeta, puerilizmi hatırlatan bu tür girişimler, rejimin itibarına gölge düşürmekte, insanlar güvensizlikiçine itilmektedirler. Ülkenin Güneydoğusunda Türk ordusu güçlü, kadrosunu on beş yıldan beri seferber kı lmış, telafısi güç maddi ve manevi kayıplara uğramıştır. Toynbee'nin ifadesiyle, bir ülkede aydını yaratıcılığını yitirip taklit seline kapılırsa, o vakit ülkesini dört bir yandan kuşatan d ış proJetaryaya yem olur. Bugün PKK'nın en yakın komşularımız tarafından eğitilmiş olması, himaye görmesi de gerçeği bütün çıplaklığı ile bize açıklamaktadır. Ülkenin doğu ve güneydoğusunun terörizme açık olması nın, sosyal yapıdan kaynaklandığını belirtmiştik. Gerçekte, 38
Türk Ulus-Devlet Kimliği
yörede, aşiret-kabi le kuruluşunun hakim olduğu, evrimin geç kalmış bir safhası yaşanmaktadır. Yaklaşık yöre nüfusunun yüzde yirmi beşini teşkil eden bu yapısal durum, iç düzeni, töre ve gelenekleriyle farklı bir dünya imiş gibi algılamamıza neden o lmaktadır. Kendilerine has, silsilenameleri ve töreleri ile aşiret ağa ve reisliğini sürdüren, kan bağlarıyla birbirine bağlı bu ka palı yapılar da m i lletleşme veya mil let-oluşturma süreciyle bütünleşmekle zorluk çıkarmaktadır. Görülüyor ki, milletleşme gerçekleşmeden önemli sosyal gerginlikterin önüne almak mümkün değildir. Bu durum, baş langıçta ileri sürdüğümüz h ipotezin gerçekliğini ortaya koyması bakımından önemlidir. Bunun için milletleşmenin önemi burada ortaya çıkmaktadır. O halde, bu inceleme boyunca ele alman konular toplumsal yozlaşmanın boyutlarını göstermesi bakı ınından dikkat çekici olsa gerek. Aksi takdirde, alt-yapı düzen sizlikleri, bölgeler arası etniklik bilincini körükler, kim lik ya rılmalarını hızlandırabilir.
Etnik Kimlik ve Milletleşme Sosyologlar, bir toplumda belirleyici ve yönlendirici olan topluma, kurucu toplum veya bir d iğer adıyla egemen (domi nant) toplum, kültüre de hakim kültür adını vermişlerdir. Ege men toplumun üstünlüğü, bir derece üstünlüğü değild ir. Bu daha çok, Angio-Sakson mirasının topluma mal edilmesindeki süreçten kaynaklanmaktadır. Aynı şekilde, ırki ve etnik eşitsiz l ikler de ikinci derecede (yan) grupları oluşturur. Bun lar, ege men topluma veya kültüre nazaran daha zayıf durumdadırlar. Etnikl ik, egemen topluma nazaran ikinci derecede kalma gibi anlamı yansıtır. Bu sebeple, hemen her toplumda ırki, dini ve etnik azınlıklar vardır. Ancak, etnik grup deyimi; "Dil, manerizm, adet, bağlıl ık, dayanışma, sadakat ve benzeri bakım lardan bir dereceye kadar ayırt edici hayat tarzını koruyan nüfu sun yabancı kesimi için kullanılır. Genel olarak bakı ldığında, etniklik ayırt edici bir takım kültürel özellikleri yansıtır. Dil, siyasal, sosyal, iktisadi, düzenleme, beslenme gelenekleri, ku39
Orhan Türkdoğan
maş sti l leri ve aile kalıpları gibi bir toplumda ayrıt edici kültürel farklılaşmalar etnikliği belirler ı 8 • Zaten, sosyoloj ik anlamda, etniklikten de bunu anlıyoruz. Türk toplumunda egemen olan kurucu etnisite Türk ve kül tür tipi de, Türk kültürüdür. Gökalp'te de m i l let; "Terbiyede, kültürde (harsta), yani ortak duygularda iştiraktir". Ona göre, "Dili dilime, dini dinime uyan bir millettir." Orhan Gökçe de, toplumu ve kültürü şekiilendirenin dil olduğu gerçeğinin altını çizmektedirı 9 • Başka bir deyişle toplumu ve kültürü inşa eden d ildir. Bu açıdan bir topluma toplum özelliği kazandıran ortak d ildir. Dil, bir toplumun düşünce ve zihniyet yapısını, tasavvur ve tahayyül kapasitesini biçimlendirip yön lendirmektedir. Bu açıdan bir mil letin dayandığı temel d irekler, ortak dil, ortak tarih ve ortak kültürdür. Dil birl iği çözüldüğü an, ortak tarih ve kültür birlikteliği de kaybolmuş demektir. Böyle bir durumda ise bir m i l leti oluştu ran farkl ı lıkları bir arada tutmak mümkün deği ldir. Çünkü bu durumda çimento tükenmiş demektir. Türk milleti, üst kim lik olarak Türk dili ve böylece Türk tarihi ve Türk kültürü temelin de birleşip bütünleşmiş, dolayısıyla da kendini Türk olarak his seden ve aynı tarih ve dini paylaşanlardan ibarettir. Bu bağlam da Türkiye'de yaşayan ve kendini farklı etnik grubu mensubu olarak nitelendirenler, ancak kendi lerini Türk milletinden h isse d iyor ve aynı ortak duyguları paylaşıyorsa, o zaman milletleşme süreci gerçekleşmiş oluyor demektir. Aksi takdirde, kabilecilik, kavimcilik şuuru ortaya çıkar ki, bu da sosyoloj ik açıdan bir yoz laşmadır, geriye dönüştür. Türk toplumunun davası bugün için milletleşme hadisesidir. Yakın tarihte milleti oluşturan bağların zayıf olması sonucu Ortadoğu'da yaşanan ve yaşanınaya aday gözüken oluşumlar veya çözülmeler aslında üzerinde titizl ikle
1 " Konuya ilişkin kapsamlı bilgi için bkz. Orhan Tilrkdoğan, Türkiye'nin Etnik Yapısı, Sosyolojik Bir Analiz, Çizgi, Konya, 20 1 3 . 1 9 Orhan Gökçe, İ letişim, Nasıl daha Iyi Anlar ve Anlaşılırım, Çizgi, Konya, 20 1 3, s. 1 6 ve 72.
40
Türk Ulus-Devlet Kimliği
durulması gereken dramatik olaylardır. Bunun gibi, millet-üstü gelişmelerde, isabetli ve akılcı adımlar atılmadığı takd irde, mil letleşme kimliği yara alabilir. Bir defa, mil li kültür, m i lletleşme hadisesinin ana motifini teşkil eder. Ortak kü ltür ve değerler sistemi etrafında birleşemediğimiz takdirde bölük pörçük ol maktan kurtu lamayız. Anadolu'nun hamurunu oluşturan ve bu coğrafya üzerine damgasını vuran Türklerdir. Bunlar ne H itit, ne Urartu, ne Lid ya ne de Grek'tir. Anadolu'nun kader çizgisi, Türk insanının kültür değerleri, inanç sistemi ve felsefesiyle şekil lenmiştir. Yer altı ve yer üstü maddi-manevi bütün kalıntılar, tarihi belge ve abideler bunun en canl ı delilidir. Orta Asya sanat, estetik, kültür ve mimarisinin her motifinde, Anadolu insan ının bedii zevk ve üslfıbunu sezinlememek mümkün değildir. Bu nedenle, Türk mil letinin kompozisyonunda, Türklerin bel irleyici ve tayin ed ici tarihi sorumluluğu ve misyanun payı büyüktür. Deyim yerinde ise, Türk m i l letinin bu dominant kimliği, bir grafikle şekil lendi rildiğinde, adeta bir çan eğrisi gibidir. Bu çan eğrisinin her iki üç kısmında kalan parçalar, aynı zamanda bu eğriyi bütünleşti ren unsurlardır. Bu unsurlar, eğer sosyolojik seviyeye yüksel miş, toplum mannerizmini kazanmışsa, kend isini Türk şemsiye si altında görmesi gerekir. Aksi takdirde, kendi mensubiyet duygusunu bel irleyen bir ilkel kavim şuurunun ıstırabı içinde kalabi l ir. M i llet-i hakime, sosyolojik deyimle Egemen Toplum, Türk milletidir ve dolayısıyla Türk kültürüdür. Onu dışlayarak, çan eğrisi grafiğini parçalamak ve unsurlara ayırmak, mil letleş tirme sürecini kabileleştirme anlamına taşır ki, bu da bilimsel gelişmeye aykırıdır. Türk aydı n kadrosunda rastladığımız, mil let-altı diyebilece ğimiz bu sancı lar yanında, ayrıca Doğu ve Güneydoğu yöremiz deki aşiret-kabile farkl ılaşması da bir diğer toplumsal arızayı ortaya koymaktadır. Başbakanlık Arşiv Belgelerine göre, dört binin üzerinde aşiret kuru luşları, Osman lı toplumunun kim l iğini oluşturuyordu. Bugün bu oran, h iç de küçümsenemeyecek bi çimde adı geçen yörelerde hakimiyetini tüm can l ı l ığı ile sür41
Orhan Türkdo�an
dürmektedir. Hatta denilebilir ki, PKK bel irli nispette gücünü aşiret kültür sahalarından almaktadır. Aşiretleşme ve kabileleş me yapısı ortadan kalkmadığı müddetçe, Kürtçülük sorununu çözmek mümkün deği ldir. Geçici çözümler her zaman müm kündür; ancak kal ıcı çözümler bu yapı ile şu anda mümkün gözükmemektedİr. Kürtçülük sorunu çözemediğiıniz ölçüde, o bölgede PKK hakimiyeti de bitmeyecektir. PKK, belki yürütü len müzakereler sonucunda Türkiye dışına çıkacaktır. Ancak bu ya Kuzey Irak olacak ya da Suriye veya benzeri bir ülke olacak tır. Zaten Kürtçülük tezini savunanlar, Irak, Suriye, İran ve Tür kiye'nin doğusunu içine alan bir çemberde devletleşme ve PKK'yı da nizami ordularına dönüştürme amacı taşımaktadırlar. Siyasi iktidarımız, bu konuda çok titiz ve 1 000 ölçüp bir adım atınası gerekir. Görüşmeler önemli bir adımdır ve devam ettiri lebilir. Ama bu görüşmeler Türk milletini aşağılayacak şekilde yansırnamalı ya da yansıtılmamalıd ır. Unutulmamal ıdır ki, gö rüşmeler Kürt köken li vatandaşlarımızda PKK ' nın imaj ını olumlu yönde etki lemiştir ve Güneydoğu'da PKK kaybettiği zemini yeniden kazanınaya başlamıştır. Sorunu çözelim derken PKK'nın ekmeğine yağ sürülmemesi gerekir.
42
BÖLÜM IV
CUMHURİYET DÖNEMİNDE MiLLET İNŞA SÜRECi Osmanlı, Selçuklular geleneğini sürdürerek, zamanla daha aşırı adımlar atmak suretiyle, halkına yabancılaşan bir çizgiye itmiştir. Yukarıda belirttiğimiz üzere, Osmanlı dönemi merkezi yönetimi yabancı soylu (HıristiyanYahudi) unsurlara bırakıyor, çevreyi de (halkını) köylü ve halk konumuna getiriyordu. Bu durum I. Murat döneminden itibaren yerini almaya başl ıyordu?0 Yedi yüz yıl süren bir imparatorluk döneminde, stratej ik yerler yönetim ve askeri sınıf tamamen yabancı soylular eline geçmiştir. Halk (Reaya) ise hem bunların vergisini vermekte hem de askeri yapıyı meydana getirmekteydi. Yemende, Sarı kamış ve Gelibolu'da vuruşanlar bu reaya çocukları idi; yeniçe riler yabancı soylular ise, İstanbul'da yer ve zamanına göre, ka zan kaldıran protesto gruplarını oluşturuyorlard ı. Yabancı soylular (devşirme-dönıne) yönetimi, asli unsurla rın veya günümüz deyimi ile "Esmer Türkler"in üzerinde, oto rite tesis etmek suretiyle onları dışl ıyorlar, gereğinde en ağır baskı yöntem lerini -Kuyucu Murat Paşa despotizminde gözlen diği üzere kul l anarak, reaya insanlarını, kadınlı çocuklu toplu luklar halinde kuyulara atınaktan çekinmiyorlard ı .
20
Leslie R Peirce, Harem-i Hümayun: Osmanlı İ mparatorlu�u'nda Hilkilmranlık ve Kadınlar, I kinci Baskı, (Çev.: Ayşe Berktay) Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İ stan bul. 1 998, s.SO
43
Orhan Türkdoğan
Yönetimin asli unsurları nativistic gruplar zamanla kul iken köle konumuna geliyor, köle olanlar ise kul statüsüne yüksele rek i ktidarı ellerinde tutuyorlardı. Bu durum, Osmanlı sistemin de yerl i lik kimliğim temsil eden toplumsal tabakanın tamamen yabancı soyluların eline geçtiğinin kanıtıdır. Devlet, yıkılıncaya kadar da bu ikili yönetim biçimi egemenl iğini korumuştur. Gözlendiği üzere, Osmanlılık çok kültürlü bir yönetim tar zıd ır. Sosyoloj i k yapısı, bir yanda azınlıklar (Hıristiyan ve Ya hudi unsurlar) öte yanda Kürt, Laz, Çerkez, Gürcü, Zaza, Yezi di vb. etnik unsurlardan oluşmaktadır. Devlet tarihçi leri Musta fa Ali, Peçevi, Koçi Bey ve Sekbanbaşı gibileri asl i unsurları (Türkleri) hakir görmüş, Enderun sınıftın yüceltmişlerdir? 1 Batı toplumları ile köken bağları olan bu yabancı soylu grupların gizli kiml iklerini yakından tanıdıkça tiksinmemek mümkün değil. Nitekim kendisi de Enderun'dan yetişen resmi tarihçi Mustafa Ali "Tarihi Osmani'sinde, yine kendisi gibi dev şirme olan Sokullu'nun kayırmacılığını, Lala Paşa ve Sinan Paşa gibi yandaşlarını nasıl yönetime peşkeş çektiğini acı bir d i l le açıklamaktadır. Eseri okuyup da olaylara tiksinmemek mümkün değil . Osmanlı, 1 900'lere gelinceye kadar gelenekli kimliğini sür dürmi.iştür. Yeni Osman l ı lar ve Jön Türk hareketleri, ilk kez çevrenin merkeze yönelik b i l inçli eylem biçimlerini yansıtır. 1 909 devrimi ile İttihat ve Terakkici güçlerin yönetimi el lerine geçinneleri ve merkeze yerleşmeleri çok geç kalmış bir devrim atı lımıdır. Ancak, Trablusgarp, Balkan ve I. Dünya Savaşları gibi art arda gelen olaylar, İttihat ve Terakki'nin ulusal kimlik taşıyan süzeren bir yönetici kadroyu yetiştirmelerine olanak sağlayamam ı ştır. Selanik, İttihat ve Terakki'nin kültür ocağı idi. Gökalp ilk kez 1 896'da Selanik'e geldiğinde Ahmet Ağaoğlu, Yusuf Akçura, Hüseyin Zade Ali Bey ve Fuat Köprülü gibi milli duyıı
Orhan Türkdo�an. Osmanlı'dan Günümüze Türk Toplum Yapısı, Çamlıca Ya yınları, I stanbul, 2002. s. 1 50.
44
Türk Ulus-Devlet Kimliği
guları yüksek kişilerle temas sağlamıştır. Gökalp burada, İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne bağlı olarak kurulan Türk Derneği için on maddelik bir tüzük oluşturuyor ve bu derneğin ilk maddesi için de üyelerinin Türk kökenli olması şartını i leri sürüyordu?2 Türk Derneği daha sonraları kurulacak olan Türk Ocağı'nın prototipini oluşturur. Gökalp, ilk kez " Halka Doğru" makalesin de Osmanl ı yönetim biçimini eleştİriyor ve üst tabakanın Ende run'dan yetişen, Yabancı soylu ve kozmopolit insanlar olduğu nu belirtiyordu. Batı sosyoloj i geleneğini kavrayan ve toplumsal dinamikleri yakından izleyen Gökalp, i lk kez Türkleşınek İs lam laşmak ve Muasırlaşmak( 1 9 1 7) adlı eseriyle de "Türk'e Dönme"nin önemini vurgulamış oluyordu. "Niçin Türk'e dön me, niçin Türklük" Gökalp sosyolojisinin hareket noktasını oluşturmaktadır? Bu husus, Osmanlı sisteminin ana dokusunun eleştirisidir. Halkaydın ikiliği, Gökalp ' in önemle üzerinde durduğu bir ko nudur. Aydın, Gökalp'e göre, Enderun'dan yetişmiş, yabancı soylu kozmopolit bir topluluktur; bu nedenle, m i l li değild ir. Halk ise, milli kültür ve değerlerin taşıyıcısı olmasından ötürü ıni l lidir. Bu iki li yapı laşma Osman lı'nın yönetim biçimid ir. Osmanlı, hem Köktürk geleneğinin "budun" veya "u lus" gerçe ğini d ışlamış, hem de İslam ' ın "kavmini tanıma" veya İbni Hal dun'un deyimi ile kavim asabiyesi(community feel ing) gerçe ğin i bir varlık alanı olarak kabul etmemiş, sadece " Hanedanı Hümayun" veya Patri-ınonial yönetim tarzı demten bir eği limi desteklemiştir. Bu husus, Osmanlı sisteminin ana dokusunun eleştirisidir. Halk-aydın ikil iği, Gökalp'in önemle üzerinde durduğu bir ko nudur. Aydın, Gökalp'e göre Enderun'dan yetişmiş, yabancı soylu kozmopolit bir topluluktur; bu nedenle, milli deği ldir. Halk ise, milli kültür ve değerlerin taşıyıcısı olmasından ötürü mil l idir. Bu ikili yapılaşma Osmanlı'nın yönetim biçimidir. 22
Orhan Türkdo�an, Ulus-Dev/el Düşünürü: Ziya Gökalp, IQ Yayınları, I stanbul, 2005.
45
Orhan Türkdoğan
Osmanl ı, hem Köktürk geleneğinin "budun" veya "ulus" gerçe ğini dışlamış hem de İslam'ın "kavmini tanıma" veya İbni Hal dun'un deyim i i le kavim asabiyesi (community feeling) gerçe ğini bir varlı k alanı olarak kabul etmemiş, sadece " Hanedanı Hümayun" veya Patrimonial yönetim tarzı deni len bir eğilimi desteklemiştir. Batı dünyası, yukarıda gözlendiği üzere, 1 5 . ve 1 6. yüzyıl dan itibaren toplumlarının restorasyonunda Cumhuriyet ideolo j isi ve ulusdevlet olgusunu inşa ederken, Osmanlı, çok kültürlü ve İslam'ın inanç ve değerler düzenine ters düşen rasyonel ol mayan bir ümmet ideoloj isi ile varlığını sürdürmüştür. Halil İnalcık 16.yüzyılın başlarında artık Osman lının Türklük kimli ğinin kalmadığı kanısındadır?3 Yeryüzünde h içbir devlet, kimliğini unutma veya kimlik si linmesi hakkına sahip değildir. Arap ve İran m i lleti, Müslüman toplumlar olmasına rağmen kimliklerini yitirmemiş, aksine her iki devlet de İslam'ı kendilerine özgü bir "Araplaştırma" ve " İranileştinne" süreci içine girmişlerdir. Ancak Osmanlı, kimli ğini dejenere etmiş, çokkültürlü mozaik bir yapıya dönüşmüştür Batıda, ulusdevlet olgusu Balkaniara ve Ortadoğu'ya yay ı l maya başlayınca, Osmanlı ilk darbeyi bu gruplardan yemiş, h iç biri Osmanlı, ümmet ideoloj isinin sadakatine bağlı kalmamış lardır. Orkun Anıtlarında B i lge Kağan'ın: " Prenslerim, Çinl i hanımtarla evlendiniz, güzel kumaşlarını giydiniz, tören izi, geleneğinizi unuttunuz. A rtık kendinize dönün, Ötüken'i Yış yapınız" tarzındaki uyarıları ne yazık ki Osmanlı'da tamamen unutulacak, devletin kaderi bir avuç yabancı unsurlara terk edi lecektir. Cumhuriyet, bu tür bir kozmopolit yapıtaşmayı miras ola rak devralmıştır. Bu nedenle, tekrar çokkültürlülük i l kesine da yalı bir düzeni sürdüremezd i. Balkanlar ve Ortadoğu ü l keleri ise bağımsızlıkları peşinden koşuyorlardı. Dönemin dinamik 23
Halil İ nalcık, "Osmanlı Devletinin Kuruluş Problemi", Doğu-Batı Düşünce
Dergisi, Sayı:7, Ankara, 1 999, s.9-34.
46
Türk Ulus-Devlet Kimliği
yasasına gelince, bu da ulus devlet olgusudur. Batı, bu oluşumu gerçekleştirmiştir, sıra genç Türk Cumhuriyetindedir. Şimdi, "ümmet" olgusundan "millet" veya arkaik tipi olan "Budun" kimliğine, yani aslına dönüş süreci başlayacaktır. Kemalist sistem, sosyoloj ik anlamda "ümmetten m i llete" geçişin veya ulus devlet inşasının baş mimarıdır. Asabiyesini (aidiyet bil incini) yitirmiş, yedi yüz y ı l l ık bir devletin mirasın dan çağdaş bir devlet inşasına yönelim, Kemalist sistemin belli başl ı misyonu oluşturur.
Ulus-Devlet İnşa Süreci U lus devlet inşası (nationbuilding), bir avuç Türk kökenli düşünürün ortaklaşa e�:::r idir. Mustafa Kemal; askeri deneyimi, önsezisi, mizacı(idiosyncracy) ve olaylara yönelik bakış açısı itibariyle, gerçek anlamda bir toplumsal aktördür. Selanik gibi, Batı kültürünün Balkaniara açılan bir kentinde dünyaya gelmiş tir. Bu nedenle, kültürel birikimi ve olaylara bakış açısı, bu marj inal ortamda ona bir yönelim biçimi kazandırıyordu, bu da Jön Türklerden beri i leri sürülen ve giderek Balkan iara yayılan ulusal diren işleri simgeleyen mill iyetçilik akımıdır. Selanik'te kurulan Türk Ocağı( 1 9 1 1 ) ve yayın organı Türk Yurdu Dergisi, bir avuç aydın kadrosu ile bu akım ın öncülüğünü yapıyordu. Gökalp'in de yazılarının yer aldığı Türk Yurdu dergisi Türk m i l l iyetçiliğinin; felsefesi, düşünce sistemi, kültür değerleri hakkında, kalıcı ve yönlendirici doğrultuda yayınlarını sürdürü yordu. Mustafa Kemal de, aynı tarihlerde, Türk Ocağı ve Türk Vurdu'nun faaliyetlerini yakından izliyordu . "Düşüncelerinin babası" olarak kabul ettiği Gökalp ' i, Yusuf Akçura, Fuat Köp rül ü ve Ahmet Ağaoğlu gibi aydınları da yakından izliyordu. 1 9 1 0'larda ortaya çıkan ve öncülüğünü Hüseyin H ilmi'nin yü rüttüğü Sosyalist Fırkasına da karşı idi. N itekim Hüseyin Hil mi'nin 1 9 1 O yılında "Türkiye Sosyalist Fırkası Tarihi" ile ilgili olarak, Sosyalist Enternasyonalin Bern Kongresine sunduğu bir raporda yer alan "Mustafa Kemal'in milliyetçi faaliyeti, sanayi den çok bir tarım ülkesi olan Türkiye'de büyük önem taşıyan 47
Orhan Türkdoğan
illerdeki sendikalarımızla i lişki kurmamızı engell iyor" tarzında ki ifadeleri de bu gerçeği teyit etmektedir. 24 Yine, 1 92 1 Koçgiri ayaklanmasında doğrudan Türk Ocağını ziyaret ediyor ve tarihi bir konuşma yapıyordu. Hatta 19 Mayıs 1 9İ9'da Vahdettin'e çektiği bir telgrafta da, Samsun'da halkla temas sağlad ığını ve "Türk halkını" büyük bir bekleyiş ve birlik içinde gördüğünü" belirtiyordu. Böylece, Osmanlı yönetimi boyunca dışlanan "Türk" kavramı, Mustafa Kemal'in telinde ilk kez tarihsel yerini de almış oluyordu. Görülüyor ki Kemal ist ideoloj inin kökleri, 1 9 1 O'larda ya bancı soylu Osmanlı aydınlarının ön ayak olduğu sosyalist akımlara bir tepki unsuru olarak yükseliyordu. Keza, 30 Haziran 1 9 1 8-27 Temmuz 1 9 1 8 tarihleri arasında hastalığı ne deniyle kaldığı Karlsbat Kaplıcalarında tuttuğu notlar da Musta fa Kemal'in mizacını ve bakış açısını gösterınesi bakımından ilginçtir. Özellikle, ferdiyetçi liği, devrimcil iği ve karşıt sosya list eğilimi en dikkat çekici olanlarıdır. 25 Gökalp'in, "Türkleşmek-Muasırlaşmak ve Garplılaşmak" ad lı eserinin yayınlanmasından yedi yıl sonra da, Türkçülüğü Esas ları Çankaya'ya ulaşıyordu. Türkçülük akımı, Türk m i l letinin kendine dönme, kendini kendinde bulma ve kimlikleşme süreci nin alt yapısını oluşturuyordu. Kemalist sistem, içinde çeşitli balıkların yüzdüğü Osman lı tipi bir akvaryum modeli yerine, Anadolu'yu kuran, Haçlı seferleri boyunca kanlarını akıtan Asyatİk kökenli bir toplumun bizzat kendisini yerleştirerek iradesini ortaya koyuyordu. Tarihsel kimliği taşıyan, ancak yüz yıl larca itilip kakılan Türk insan ı böylece, "Kurucu Kültür" rolünü yeniden oynayacaktı. Kemalist sistem, salt anlamda, imparatorluktan halk yöneti ınine bir geçiş değildir. Bir başka deyimle, tek adam yönetimini
24
G. Haupt ve Paul Dumont, Osmanlı Imparatorluğunda Sosyalist Hareketler. Gözlem Y ayıni arı. I stanbul, 1 977, s.44-45. 2� Afet l nan. Atatürk'ün Viyana Karlsbut Hatıraları. AtatOrk Konferanslan. Se ri:lll, Ankara. 1 970
48
Türk U lus-Devlet Kimli�i
tarih sahnesinden silerek, halkın iradesine dayalı bir dünya görü şü ve yaşam biçimini yerleştirmek de hiç değildir. Aksine, bir topluma ulus olma bilincini kazandırma anlamında yeniden inşa, bir toplumsal restorasyon sürecidir. Bu oluşumun da, ikili bir amacı vardır. Bunlardan i lki "ulusdevlet" sürecinin kurul ması, ikincisi de gelenekli aydın sınıfın ayıklanması girişimidir. Ulus-Devlet inşası, ne Osmanlı mozaiği, ne de çok kültürlü lük modeli üzerine kurulacaktır;26 doğrudan doğruya Türk ger çeği ve Türklük olgusu tarihsel rolünü oynayacaktır. Böylece, Osmanlı mozaiğinden Türk'e dönüş, antropoloj ik deyimi ile bir kültürel konfıgürasyondur. Türk insanı, Türk kültür ve değerle rinin belirlediği bir mizansen artık topluma damgasını vuracak tır. Kemalist siste"l, dönemin Bolşeviklik veya Greko-Latin kökenl i Hümanizm akımları yanında, bir reel varlık alanı ola rak, kavim asabiyesini dışlayan ümmetçi bir anlayışa da iltifat etmiyordu, Mustafa Kemal'in idiomu, kişilik ve kültürel oryan tasyonu, mutlak anlamda "Türk milliyetçiliği" gerçeğinde öz deşleşiyordu. Öyle de diyordu: "Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz. Türk milliyetçisi yiz. Cumhuriyetin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk kültürü i le dolu olursa, o topluluğa daya nan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur. Biz, esasen milli mevcudiyetin temelini milli şuurda ve milli birlikte görmekte yiz. Türk m i l l iyetçiliği, Türk topluluğunun seciyelerini, başlı başına bağımsız kiml iğini kendine özgü tutmaktır."27 Dönemin sosyolojik akımı, Türk milliyetçiliği, Osmanlı zihn iyetine alternatif bir tez olarak, resmi teorinin dokusunu oluşturuyordu. Gökalpçı düşünce akımının yönlendirdiği doğ-
2�
Turgut Özal, yönetimi döneminde, "Osmanlı lık" tarzı bir çokkültürlülük modeli ni (Turkey in Europe) adlı eserinde bir tez olarak ileri sürüyordu. Gilnilmüzde, bazı yazarlar(Cengiz Çandar gibi) bu görüşil savunarak, "Yeni Osmanlılık" biçiminde algılamaktadır. 27 Hilseyin Cevizoglu, Atatürkçillük (Ruşen Eşref Ü naydın'ın Hatıraları'ndan naklen).
49
Orhan Türkdoğan
rultu-da Mustafa Kemal ulusdevlet inşasının yolunu açıyordu. 1 93 0'da yayınladığı ve Türklerin dünya üzerindeki yeri ve oy nadığı öneml i rolü bel irlerken "Türk Tarihinin Ana Hatları" adl ı esere yazdığı önsözde aynen şöyle d iyordu: "Ziya Gökalp'in Türklük idea l i; m i l l i tarih görüşümüzün temel felsefesini oluş turur."28 Kemalist sistem, gözlendiği üzere çağın toplumsal dinami ğinden ötürü, ulus devlet oluşumuna yönelmiş değildir; aynı şe ki lde milliyetçiliği de, bu gelişimin yansıması tarzında, iğreti bir yafta biçiminde kabul ettiği ileri sürülemez. Sistemin temel felsefesi, Osmanl ı 'dan intikal eden renksiz, yapıya tarihsel kim l iğini kazand ırmaktadır. Bazı düşünürlerin i leri sürdüğü gibi bu bir "Türkleştirme Serüveni" de değildir.29 Babil Kulesi olayından sonra, dünyanın dört bir yanma da ğılan ve yüzlerce yıl yersiz yurtsuz dolaşan Yahudiler, 1 948 yılında devlet olunca, ilk iş olarak da, arkaik bir dil olmasına rağmen, İbranicenin resmi d i l olması kararını aldılar, bu dili konuşmayanlara da "vatandaşlık" hakkı tanımadılar. Böylece, ortak bir d i l tarih boyu kiml iğini koruyan Yahudilerin birlikte l iklerini sağlamada ve ulusdevlet oluşumunda önemli rol oy namıştır. Kemalist sistem de, ulusdevlet kimliğini yitirmiş bir toplu ma yeni bir biçim verme girişimini başlatıyordu. Bundan doğal bir şey düşünülemezd i . Günümüzde, sisteme yönelik eleştiriler, ırkçı-faşist tipi suçlamalar, sadece maksadı aşan, konunun önemine kayıtsız kalan gelenekli aydın zihniyetinin bir yansı masında öte bir anlam taşımaz.
21
Enver Ziya Karai, Atatürk'ün Tarih Tezi, Atatürk Hakkında Konferanslar, Anka ra. 1 946, s.62. 29 Rifat Bali ve bazı yazarlar, Kemalist sistemi "Türkleştirme" biçiminde yorum lamaktadırlar. Bu önemli bir yanılgıdır. Çünkü, dikkatle incelendiiiinde sistem, ırkçı bir yapılaşmaya karşıdır. Ancak. devlet kimliksiz yaşayamazdı; kimse de, onun gelenekli ve çok kültürlü yapısı ile sürüp gitmesini istcyemezdi (Rıfat Bali,
Cumhur�vet Yillarında Türkiye J'ahııdiler, Bir Türkleştirme Serüveni: / 923-1 945,
I letişim Yayınları, I stanbul, 2000).
50
Türk Ulus-Devlet Kimliği
Konuya açıklık getirmek gerekirse, 1 909- 1 920 İttihat ve Terakki dönemi de tıpkı günümüz Türkiye'si gibi benzer sorun larla iç içe yaşamak durumunda kalmıştır. Bir yanda gelenekli Osmanlıcı akımlar öte yanda İ slamcılar, Batıcılar, Türkçüler, Sosyalistler, Masonlar, Greko-Latinciler, Türk Hümanizması yandaşları ve çeşitli kozmopolit grupların oluşturduğu akım taraftarları yerlerini al ıyorlardı. Bunların en güçlüleri, I. Murat döneminden beri sürüp gelen, askeri ve siv i l yönetimi elinde tutan avdeti(dönıne) ve devşirme gruplardır. Bu sınıfın kendine özgü konumunu, toplumsal rol ve etkileşimini gelecek bölüm lerde açıklayacağız. Kısacası, devletin, stratej ik sektörlerinde bulunan bu azın l ı k grup veya üst aydınlardan (entelijansia) biri Ahmet Vefık Paşa'nın 1 880'\i yıl larda, Maarif Nazırlığına atanması karşısın da, Acıpayam'ın Yörük kökenli eviadı mülkiye müfettişi şair Eşref, protestosunu şöyle yükseltiyordu: "A vdetiler/e lıükümetimiz, Benzedi devleti Yahudi'ye. Babı Fetvayı çiftlik edip, Verdiler en nilıayet Musa ' ya. "30
Günümüzde de bir kısım medya, iletişim organları, sanayi ve ticaret sektörü yanında, bürokrasiyi de ellerinde tutan bu ge lenekli azınlık burjuva tabakası, bir türlü m i l l ileşmemelerinden ötürü, ya Ermeni diasporasına destek vermekten yahut Kürt Halkları teorisine yatkın tutumları savunmaktan asla geri kal mazlar. Oysa Osmanl ı 1 492 yılında bunları jenosid kıyıınından kurtararak sağ kol ve sol kol üzerinden ülkesine getirmiş, vergi almamış, asker yapmamış, istediği tarzda sömürü düzen ini kurmasına adeta göz yummuştur. Ne yazık ki, aynı jenoside maruz kalan Endülüs dönemi Müslümanları i le İslamiyet'i seçen İspanyol kökenli Mozabit'lerin katliamına ise seyirci kalmıştır. Günümüzde de bir kısım medya, iletişim organları, sanayi ve ticaret sektörü yanında, bürokrasiyi de ellerinde tutan bu ge-
30
Bu şiirde adı geçen "Musa" ise, dönemin Şeyhülislamı ( Diyanet İ şleri Başkanı) Musa Kiizım'dır.
51
Orhan Türkdo�an
lenekli azınlık burjuva tabakası, bir türlü m i l lileşmemelerinden ötürü, ya Ermeni diasporasına destek vermekten yahut Kürt Halkları teorisine yatkın tutumları savunmaktan asla geri kal mazlar. Oysa Osmanlı 1 492 yılında bunları jenosid kıyıınından kurtararak sa� kol ve sol kol üzerinden ülkesine getirm iş, vergi almamış, asker yapmamış, istediği tarzda sömürü düzenini kurmasına adeta göz yummuştur. Ne yazık ki, aynı jenoside maruz kalan Endülüs dönemi Müslümanları ile İslam iyet'i seçen İspanyol kökenli Mozabit'lerin katliamına ise seyirci kalmıştır. M i l l i Mücadele başladığında bu grubun bir kesimi Rusya'ya kaçmış, komünist sistemle birlikte hareket etmiş, bir kısmı da ülke genelinde 1 990'lı yıllara kadar Sovyetizmin pişdarlığını yapmışlardır. Ülkenin sağ-sol kutuplaşmalarının toplumsal ak törü konumuna gelmişler ve bizzat ideolojik kavganın arka pla nında yer almışlardır. Tarihsel rollerini aynadıktan ve gençliğin m i l l i potansiyelini tükettikten sonra da, yeni dönemin "cemaat leşme grupları" ile işbirliği yaparak, Avrupa Birliği yolunda projelerini pekiştirmektedirler. 31 "Aydınların ihaneti" konusu günümüzün önemli sosyoloj i dallarından biridir. N itekim Julian Benda'nın The Betrayal of The lntellectual adlı eseri Amerikan sosyoloj isinde, önemli bir devyant yapının oluşumunu açıklamaktadır. Yeryüzünde devlet düzenine sahip tek bir toplum yoktur ki, ülkemiz gibi aydını ile halkı arasında zıtlaşma ve derin kültürel ayrışım olsun. Kemalist öğreti, .akademik örgütlenme ve yoğun bi limsel yaklaşımlarla bu ayrışımı ortadan kaldırmaya kararlı dır. Bu nedenle Atatürkçülük, yüzeysel bir devrim değildir; sosyoloj i k tabanı olan bir yaklaşımı temsil etmektedir. 32
31
Burada, "Cemaatlaşma" terimi, Ferdinand Tönnies'in de kullandı�ı anlamda, Gemainschaft veya I ngilizce kullanışı ile Gemainschaft-Like tipi yüz yüze ilişkile re dayalı, çıkardan uzak, toplum (Gesselschaft) karşıtı anlamında de�ildir; daha ziyade. dinin kendilerine özgü yorumunu yapan. belirli kişileri fetiş konumuna getirerek ulusal bilinci dışlayan. çıkara dayalı kapalı(secret society) topluluklardır. 3 2 Atatürkçü Demekler -içlerinde gelenekli yabancı soyluların kaleleri tutmaları nedeniyle- ço�u kez, Kemalist sistemi; sakal-bıyık ve baş örtüsil gibi biçimsel devrimler do�rultusunda şartlandınlmakta, halk katında gözden düşllrll lmektedir.
52
Türk U lus-Devlet Kimliği
Mustafa Kemal, 1 920' lerde Büyük M i l let Meclisinin açıl ması ile ulusdevlet inşasına başlıyordu. Bu radikal bir reform du, cumhuriyete yeni bir kimlik kazandıracaktı. Bunun için aydınlara, özellikle "düşüncesinin babası " olarak ifade ettiği Gökalp'i /3 mil letvekili seçtirerek yanına alacak ve Cumhuriyet Halk Fırkasının umdelerini ( ilkelerini) hazırlaması görevini verecektir34 • Ancak, Atatürk'ün ölümünden günümüze değin unutulan veya dışlanan milliyetçil ik, Mustafa Kemal'in de tas vibi ve takdiri ile Halk Fırkasının simgesi olan altı oktaki yerini alacaktır. Ulus-Devlet inşası, kuruluş felsefesi olarak ele alınırken, Türklük kavramı sistemin temel hareket ettirici kimliği koru nacaktır. Milliyetçilik ilkesine dayalı bir öğreti sistemi, doğru dan Mustafa Kemal in kişilik yapısı ve evreni algılama biçimi nin (kognisyonlarının) bir yansımasıdır. 1 923 yılında, Anado lu'nun Türklüğünü şu sözlerle dünyaya duyuruyordu: "Bu mem leket tarihte Türk'tü, halen de Türk'tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır. "35
Ulus-Devlet ve Kurucu Kültürün Yükselişi Günümüz anayasasından farkl ı olarak, Mustafa Kemal 1 930'1u yı llarda " Kurucu Kültür" olarak Türklüğü ön plana çı karmakta, "vatandaşlık" kavramını ret etmektedir: "Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk mil leti denir. Bu günkü Türk m i l leti siyasal ve toplumsal yapısı içinde kendi leri ne Kürtlük düşüncesi, Çerkezl ik düşüncesi ve hatta Lazlık dü-
33 Ziya Gökalp. TUrk Medeniyet Tarihi, Killıür Bakanlı�ı Yayınları,Ankara. l 34 1 , s . 17; Bu eser Atatürk'ün direktifi ile ilk kez 1 925 yılında eski yazı ile yayınianıyor ve lise 1 -11-Ill'te ders kitabı olarak okutuluyor. Böylece, lise ö�rcncileri Türk medcniyeti, kültür tarihi ve uygarlığı alanında bilgilendirilmiş oluyor du.Gilnilmilzde, ö�rencilerimize Türk uygarlık tarihi hususunda en u fak bir bilgi vermeyişimiz düşündürücü olsa gerek. 34 Gökalp üzerine bir doktora tezi yürüten Uriel Heyd'in eserine bir ön söz yazan Wyndham Deedes şöyle diyordu: "Ziya Gökalp Türkiye Cumhuriyetinin manevi kurucularından biri, belki de etkileyicisidir." ıs Fahir Armaoğlu, Atatürk'ün Dış Politika Prensipleri, Tercilman Atatürk Semine ri, i stanbul, 1 Mayıs 1 98 1
53
Orhan Türkdoğan
şüncesi veya Boşnaklık düşüncesi propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve milletdaşlarımız vard ır. Fakat mazinin istibdat de virleri ürünü olan bu yanlış adlandınnalar birkaç düşman aleti mürteci, beyinsizden başka h içbir m i llet ferdi üzerinde elemden başka bir etki yaratmamıştır. Çünkü bu m i llet efradı da tüm Türk topluluğu gibi aynı ortak geçmişe, tarihe, ahlaka, hukuka sahip bulunmaktadır."36 Böylece, Kemalist sistemde, Büyük Toplum veya Huntigton' un Birleşik devletler için kullandığı deyimle Kurucu Kültür, Fukuyama'nın terminoloj isi ile Kurucu Kimlik ilk kez "Türk lük" oluyordu. Ümmetten m i llete giden yol da bizzat Mustafa Kemal' e göre: "ortak dil, ortak kültür ve ortak duygudur". U lusdevlet olgusu, açıkça gözlendiği üzere ortak dil kültür ve duyguda birleşmektir. Yukarıda belirtildiği üzere, Kemalist sistemin ulusdevlet oluşumun da Doğu ve Batı sosyoloj isi (Durkheim) ile donatıl mış bir zihniyet ve kültür taşıyıcısı olarak Gökalp' in rolü ve önemini Uriel Heyd şöyle açıklıyordu: "Gökalp'in fikirleri, kendisinin de önemli rol oynadığı Genç Türk hareketinin ideoloj isi ile Atatürk rejimi arasında vazgeçil mez bir bağ oluşturur. Gökalp, 1 909'dan 1 924'e kadar devam eden edebiyat alanındaki faaliyetleri süresince, 1 908- 1 909 inkı labının ilkelerinden yavaş yavaş uzaklaşarak, Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, laikl ik, halkçılık ve inkı lapçıl ığa dayanan Kema lizm'e yol açmıştır. Atatürk'ün her konuda görüşlerini paylaş ınarnakla beraber, Gökalp için, modern Türk Devletinin teorik temellerini kurmuş olmak iddiasında bulunabilir."3 7 Keza, antro polog Robert Spencer de bir incelemesinde aynı konuya değine rek, Atatürk'ün düşünceleri üzerinde Gökalp'in etkisini şu ifade lerle açıklıyordu: "İngiliz işgal kuvvetleri tarafından Malta' ya sürülen Gökalp, Yunanistan ile savaş esnasında memleketine döndü. G ittikçe
JhOsman Nuri Ergin, Türk Maarif Tarihi, Cill Ill,Eser Neşriyat, l stanbul, l 977, s. 1 792, 37 Uriel Heyd, Ziya Gökalp and Foundation of Turkish Nationalism, Luzac and The Harvill Press, London,l 950, s. l 50.
54
Türk Ulus-Devlet Kimliği
büyüyen Kemalist hareketine bağlandı ve Atatürk'ün yakın çev resine hiçbir vakit dahil olmadıysa da, sürekli yayınları, ünlü ve coşkun vatanseverliği ona partide bir yer sağladı. Erken ölümü ne ve siyasal önderlikte faal bir yer almamış olmasına rağmen, o Atatürk rej iminin güdümlü sosyal değişmelerinin gerisindeki entelektüel güç olarak belirlenir"38 Benzeri görüşü Robert Devereux da paylaşmaktadır. Devereux, özellikle İ ngilizce 'ye çevirdiği, Gökalp'in The Principles of Turkisme adl ı eserinin ön sözünde şu kaydı düşüyordu : "Atatürk'ün devriminin anlaşı lma sı için Gökalp'in tanınması gerekir."39 Gözleneceği üzere, Kurucu Kültür "Türklük" merkez olmak üzere ulusdevlet inşası, l 920'lerden itibaren gündeme gelmiş bulunuyordu. B u husustaki tüm projeler, bizzat Mustafa Kemal 'in önseziye dayanan düşünce sistemi ve görüşleriyle anlamlı bir biçimde ortaya konuluyordu. "Millet" olgusunu oluşturan "mil l iyet kavramı da, bir aksiyon olarak Kemalist sistemin yapı taşı olarak meydana çıkmaktadır. N itekim 1 924 Türk Ocağı'nı ziya retinde genç kuşağa mesaj ı anlam lıdır: " B iz mill iyet fikirlerini uygulamada, çok gecikmiş ve çok i lgisizlik göstermiş bir mil letiz. Bunun zararların ı fazla faaliyet le karşılamaya çalışınalıyız. Bilirsiniz ki, milliyet teorisini, mil let idealini yok etmeye çalışan teorilerin, dünya üzerinde uygu lanınası mümkün olmamıştır. Çünkü tarih, olaylar ve gözlemler her zaman insanlar ve milletler arasında, milliyetin daima ha kim olduğunu gösterm iştir ve milliyet prensibi aleyhinde büyük çapta fiili deneyimlere rağmen yine milliyet hissinin öldürül ınediği ve yine kuvvetle yaşadığı görülmektedir.'"'Özellikle bizim milletimiz, m i l liyetini ihmal edişinin çok acı cezalarını çekmiştir. Osman l ı İ mparatorluğu içindeki çeşitli toplumlar hep milli inançlara sarılarak milliyetçilik idealinin gücü i le kendile rini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu onlardan ayrı ve on lara yabancı millet olduğumuzu sapa ile içlerinden kovulunca anla-
JR
Robert E Spencer, ''Culture Process and lntellectual Current: Durkheim and Atatürk", Amerikan Anthropologist, 1 958. 39 Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, Milli Eğitim Basımevi, Haz. Mehmet Kaplan. Ankara, 1 972 . s. VI.
55
Orhan Türkdoğan
dık. Gücümüzün zayıftadığı anda bizi hor ve hakir gördüler. Anladık ki, kabahatimiz kendimizi unutmuş olduğumuzmuş. Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak, ilk önce bizim kendi benliğimize ve milliyelimize bu hürmeti, hissi, fikri ve fiili olarak bütün davranış ve hareketlerimizle gösterelim; bile lim ki milli benliğini bulmayan milletler başka mil letierin avı dır." Atatürk'ün, Cumhuriyetinkuruluşundan bir yıl sonra, ulus devlet düşüncesini gelenekli olarak benimseyen Türk Ocağı'nın kutsal çatısı altında "Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur" diye seslendiği Türk gençliğine mesaj ının anlamı bu olsa gerek. Osmanlı'nın benliğini ve kimliğini inkar ederek, kozmopolitleşmesi süreci, acı da olsa dramatik bir tarz da böyle dile getiriliyordu. Eğer bir m i l let yaşam hakkını koru mak istiyorsa, ulusal değerlerine sahip çıkması onun yasal hak kıd ır. Bu nedenle, bazı yazar ve akademisyenlerin belirled iği gibi, geleneksel nitelikleri İttihat ve Terakki Cemiyeti'nden beri sürüp gelen Türk unsurunun egemen liğine dayalı bir yapılaş ınayı "etnik mil liyetçilik" tarzında algılamaları büyük bir yanıl gıdır.4 0 İttihat ve Terakki Cemiyeti'nden beri sürüp gelen ulusdevlet olma süreci, Kemalist S istemle artık tarihsel konumuna kavuşu yordu. Böylece, Bilge Kağan'ın Orhun Anıtlarında yerini alan "Türk Budunum" tarzındaki ulusa seslenişi, Türk tarihinde i l k kez Mustafa Kemal'le tarih sahnesine yeniden çıkmış oluyordu. Kemalist sistem, Batılı aydınların da belirttiği üzere, Os ınanl ı'ya tepki, çağın toplumsal dinamiklerine uyum ve Türklü ğe dönüştür. Üçüncü bir yol yoktur. Günümüzde, bazı aydınla rın çokkültürlülük macerasına yönelik eğilimleri, "Türkiyeli yim" tarzındaki yaklaşımları, her şeyden önce "Kurucu Kültürü" dışlamalarından kaynaklanmaktadır. Bu tür bir yaklaşım, as lında etniklilik kimliğini sürdüren unsurların bilinçaltı tepkileri olsa gerek. Devleti kuran ve egemen konumunda bulunan bir çoğunluk grubu, birl ikte yaşad ıkları unsurlar tarzında algı lama40
Şükrü Hanioglu. Enielektüel Bakış, (1-laz. Şahin Alpay-Nilüfcr Kuyaş) Milliyet, Sayı: 1 6.
56
Türk U lus-Devlet Klmli�i
ları ve onu etniklik kimliği ile belirlemeleri, her şeyden önce, ulus-devlet kimliğinin dışlanması anlamını taşır. Bu tür bir yak laşım, ütopik anlamda anarşik toplum model inin daveti demek tir. Dolayısıyla sosyoloj i k açıdan bir anlamı olmazsa gerek. Çok kültürlü toplum yandaşları gibi, Kemal ist sistemin ulus-devlet teorisinde Kurucu Kültür veya antropoloj i k deyi miyle Standart Kültür olarak kabul ettiği "Türklük"de, art ni yetlilerin ileri sürdüğü gibi "tekkültürlül U k" biçiminde algı lanmamalıdır. Bu hususu, Atatürk: "Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk M illeti denir. Bugünkü Türk mille ti siyasal ve toplumsal bütünlüğü içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkezl ik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve mil lettaşlarımız var d ır. Fakat mazinin istibdat dönemleri ürünü olan bu yan lış adlandırmalar birkaç düşman aleti, mürteci, beyinsizden başka hiçbir m i l let ferdi üzerinde elemden başka bir tesir yapmamış tır. Çünkü bu m i llet toplulukları da tüm Türk topluluğu gibi aynı ortak geçmişe, tarihe, ahlaka, hukuka sahip bu lunmakta d ır" tarzında, açık ve kesin bir di lle ortaya koymaktadır. 4 1 Benzeri sosyoloj ik yaklaşımı tüm Batı toplum ları ve ABD 'de gözlememiz mümkün. N itekim Samuel Huntigton Yahudi kökenli olmakla birlikte bir Amerikan vatandaşı olarak şöyle d iyordu: "Amerika etnik çoğunluk değildir, Anglo Saksan nüfu sunun fazlalığı nedeniyle etnik egemenlik söz konusudur. Bu nedenle, egemen kültür Angio-Protestan kültürüdür. "42 Amerika B irleşik Devletleri, Avrupa'dan gelen çok sayıda göçmenler yayında H is panik (Latin Amerika) kökenl i göçmen lerin de bulunduğu bir ülkedir, ancak Kurucu Kültür veya Ku rucu Babalar Angelo Protestanlardır. Çünkü Kurucu Kültür veya Kurucu Kimlik, antropoloj i k deyimi ile Standart Kültür yok sayılırsa, o takdirde toplum çok kültürlü bir yaptiaşmaya döner, ulus devlet d iye belirlediğimiz yapı ortadan kalkar. Tüm
41 Afet İ nan, Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk'ün El Yaznıaları ,Tilrk Tarih Kurumu Basımevi. Ankara, 1969, s.35 1 . 4 2 Samuel P . Huntigton, Biz Kimiz:Amerika ·nın Ulusal Kimlik Arayışı, CSA Ya yınları, I stanbul, Ekim 2004, s.39-40.
57
Orhan Türkdoğan
Batı toplumları, daha önce de belirttiğimiz üzere, birbirini izle yen Rönesans, Reform ve Aydınlanma Çağı sonucu, "Egemen Kültür "ün öncülüğünde u lusdevlet konumuna gelebilmişlerdir. ingiltere, Beyaz, Anglo Sakson, Protestan yapılaşması, A l man ya "Cermen" kökeni i le u lusdevlet konumuna gelebi lmişlerdir. Köklerden kopma (Hellenomani), ulusdevlet inşasında geçerli değildir. Kemalist Sistem, "Egemen Toplum" veya "Kurucu K im lik" n iteliğinde olmasından ötürü, ulusdevlet inşasında "Türklük" olgusunu ön plana almaktadır. Bu doğal yoldur, asla öteki un surları dıştamak anlamım taşımaz. Aksi çokkültürlülüktür, bu da anarşiye yol açar. Günümüzde, Avrupa Birliği ülkeleri ve ABD'nin niteliği ar tık küresel kavramlarla ölçülmektedir. N itekim Z. Brze zinski'nin belirttiği üzere "Günümüzde, artık ABD Küresel askeri, erişim, küresel ekonomik baskı, küresel kültür ve ideolo j i, küresel politik güç olarak rolünü oynamaktadır. Buna rağ men, "Amerikan mozaiği" kaçınılmaz bir sonuç olsa bile, ortak d i l, ortak tarih, ortak siyasal değerlerin ulusal birleştirici, top lumsal eşitleştirici etkileri göz ardı edilirse çok uluslu Ameri ka'nın parçalanmasına yol açabil ir."43 Kemal ist Sistem, altı yüz yıl köklerini dışlayan ve kimliksiz yaşayan bir topluma yeniden kimlik kazandırma girişim ini baş latan bir sosyal aktördür. Açıkça ifadelerinde görüldüğü üzere, ulusdevlet inşasında tekkültürlülük gibi homojen bir yapı laşma ya veya ırkçı bir eğit ime asla yönelmemektedir. Kürt'ü, Çerkez 'i, Zaza'sı, Yezidi'si, Gürcüsü, Laz'ı ve Boşnak'ı tümü ile Kema list sisteme göre "millet topluluğudur." Ancak, en geç 1 07 1 'den itibaren Anadolu'yu fetheden, günümüzde dili, kültürü ve inanç sistemi ile nüfusun yüzde 80-85'ini oluşturan "Türklük" olgusu, " Kurucu Kültür" veya "Standart Toplum" niteliğini sürdürmek durumundadır. Aksi takdirde, ulusdevlet süreci için bir başka yol yoktur.
43
Zbigniew Brzezinski, Kontrolden Çıkmış Dünya, Türkiye I ş Bankası Yayınla rı, l sıanbul, l 993. s. l l 8.
58
BÖLÜM V
MiLLET OLMA SÜRECiNDE MİLLİ KÜLTÜRÜN ROLÜ Milli Kültür Nedir? Türk sosyoloj i geleneğinde, milli kültür kavramtın ilk defa kullanan Ziya Gökalp'tir. Ona göre m i l l i kültür; yalnız bir mil le tin dini, ahlaki, hukuki, akli, estetik, l isani, iktisadi ve fenni ha yatlarının uyum lu bir bütünüdür. Böylece, milli kü ltür; halkın geleneklerinden, yapageldiği şeylerden, örtlerinden, sözlü ve yazıl ı edebiyatlarından, dilinden, musikisinden, dininden, ahia kından ve estetik değerlerinden ibarettir. Bu anlamda, milli kültürün kaynağı halktır. O halde milli kültür, halkın meydana getirdiği değerler sistemidir, temelinde halk vardır. Böylece Gökalp Türk sosyoloj isinde bu büyük ve egemen kültüre "Milli Kültür" adını veriyordu. Günümüz sosyoloj isi ve antropoloj isi ne göre de m i l l i kültür, bir toplumda fertlerin çoğunluğunun katıldığı ortalama (vasati) kültürdlir. Batı sosyoloj isinde milli kültür üzerinde yürütülen çalışma lar çok uzaklara gitmez. Günümüz antropologları veya kültüroloj i alanında çalışan ilim adamları, milli kültürü tanım lamak için m i l l i karakter kavramından hareket etmeyi uygun bulmuşlardır. Bunlara göre milli karakter, mil let seviyesine yükselmiş bir toplumda kültürün bariz vasıflarını veya ayırt edici bütünlüğünü ortaya koyar. Böylece, her insan varlığı, için de yaşadığı topluma göre terbiye edi l ir ve yetiştirilir. Milli kül türün belirlenmesinde, milli karakterin önemi bu noktaya ortaya çıkmaktadır. Çünkü milli karakterin tespiti, ister istemez milli 59
Orhan Türkdoğan
kültürlerin ne olduğu hususunda antropologları harekete geçir miştir. M i l l i karakterdeki bu farkl ılaşmalar kültürdeki farkl ı laşmaları da bel irlemektedir. Mil let-olma sürecinde milli kültürün rolü bu merhaleden itibaren ortaya çıkmaktadır. Yukarıdan beri belirtmeye çalıştı ğımız gibi, milli devlet, millet duygusu ve m i l l i kültür bun ların her üçüde, m i llet-olma sürecinin ulaştığı tarihi ve sosyolojik en son noktayı verir. Batı'da millet-olma düşilncesinin doğmasında ve gel işmesinde, kültür öze lliklerini işleyen ve değerlendiren aydınların rolü büyüktür. Aydınlar, Max Weber'in yerinde teş h isiyle "Kültür değerleri sayılan kimi değerlere özel ulaşma imkdnları bulunan kimselerdir." M i l l i kültürün üst yapısını teşkil eden din, felsefe, edebiyat ve ilim alanlarında yoğun laştı rılan basanlar bu tür entelij ansiyanın eseridir. Gökalp ise, bun ları işlenmiş kültür anlamında tehzipçi bir kadro olarak bel irti yordu. Bu sebeple entellektüel ler olarak adlandırılan bu tür kişilerin Weber'e göre, "mil let düşüncesini" yaymak gibi bir yazgıtarı da vardır, tıpkı toplumda siyasi gücü e linde tutanların devlet fikrini yaymak zorunda olmaları gibi. N itekim Japonya' nın kalkınmasında Samurai sınıfı, yüksek seviyedeki eğitim ası l alıcıları ve yetenekl i insanlar deposu olmuştur. Toplam Japon nüfusunun yüzde ikisi olarak kabul edilen bu sınıf, aynı zaman da Batı medeniyeti ile Japon m i l l i kültürü arasında milli sente zin de başlatıcısıdır. Batı toplumlarının tarihi gelişimi incelen diğinde, üst sınıfın milli kü ltürün oluşumundaki payı yüksek ölçüde ortaya çıkmaktadır. Gökalp, Türk toplum yapısının isabetli tah l i l i sonucu, ikili bir kültür ayınınma gitmiştir. Bun lardan biri tehzip, öteki de hars'tır. Gökalp'e göre tehzip, yukarıda da belirttiğimiz üzere yüksek tahsil görmüş, yüksek bir terbiye ile yetişmiş yukarı sınıf kültürüdür. Buna karşılık hars ise halkın kültürüdür. Bu anlamda m i l l i kültür, Gökalp'e göre, tehzip yani yukarı sınıf kültürü değil, halkın kültürü yani harstır. Çünkü tehzibin esası ise terbiye görmüş olmak, akl i ilimleri, güzel sanatları, edebiya tı, felsefeyi, ilmi ve dini samimi bir aşkla sevmektir. Bu bakım60
Türk Ulus-Devlet Kimliği
dan tehzip (işlenmiş kültür) aristokratiktir. Ferdi irade ile mey dana gelmiş olduğu içinde, tabi i değil sun'idir. Oysa hars, ferdi irade i le meydana gelmiş değil, tabii iradenin ürünüdür, bu yüz den de sun'i deği l tabiidir. Kısacası Gökalp'e göre milli kültürün kaynağı duyguları mız, tehzibin kaynağı ise bi lgiler olduğundan, bir m i l let başka bir milletin dinini ahiakım ve estetik duygularını taklitle kaza namaz, ancak bilgilerimiz usule ve iradeye bağlı olması sebe biyle, taklit ed ilebilir. O halde, değişmeye açık olan m i l l i kültür değil, tehzip-tir veya Gökalp ' in ifadesiyle " Enderun kültürü dür." Ona göre, bu ikiliği kaldırmanın tek yolu medeniyetin veya onun tabii görüntüsü olan tehzibin m i l l i kültüre aşılanma sıdır. Bundan dolayı, İngi liz kültürü gibi İ ngi liz medeniyetinin unurlan arasında da bir uyum vardır. Zira, tehzib temas ettiği insanları biraz insaniyetçi, biraz hoş görürü; her fenne, her mil lete karşı iyilik ister ve telif-çi (eclectique) yapar. Böylece, Gökalp'e göre, milli kültür, Öz Türk halkının kültürü olduğu halde, tehzip doğrudan Devşirme veya onun deyim ile Ende run 'un ürünüdür. M i l l i kültür üzerinde Gökalp'ten sonra sistematik bir tarzda duran Mümtaz Turhan 'dır. Ona göre; "M illi kültür denildiği za man, bundan bugün Türkiye'de yaşayan insanların yüzde dok sanını aşan çoğunluğu, Türk halkı teşkil ettiğine göre, milli kültürün çekirdeğini de Türk halk kültürünün meydana getirme si ve esas temsilcisi ve taşıyıcısının da yine halkı olınas icab eder." Turhan da, Gökalp gibi, bir yanda halk kültürü (milli kültür), öte yanda "aydın kültürü" olmak üzere iki kültür biçi minden söz açmaktadır. DPT'nin 1 984'deki "Milli Kültür" adl ı yayını ile, düşünce tayfım ızın sol ve sağ kanatlarındaki aydınlarıınızın, halk-aydın veya m i l l i kültür-el itist kültür ayırımında, Gökalp'ten beri yeni bir şey getirmiş oldukları tezi de savunulamaz. Halk kültürü, duygusal ve tabii olduğu için değişıneye sert bir biçimde karşı koyma gücüne sahip olduğu halde, elitist kültür, hem halkla faz-
61
Orhan Türkdoğan
la irtibatlı olmaması, hem de başka medeniyetlerin değer sis temKısacası Gökalp'e göre m i l l i kültürün kaynağı duyguları mız, tehzibin kaynağı ise b ilgi ler olduğundan, bir millet başka bir milletin dinini ahlakını ve estetik duygularını taklitle kaza namaz, ancak bi lgi lerimiz usule ve iradeye bağlı olması sebe biyle, taklit edilebilir. O halde, değişmeye açık olan milli kültür değil, tehziptir veya Gökalp'in ifadesiyle "Enderun kültürüdür." Ona göre, bu ikiliği kaldırmanın tek yolu medeniyelin veya onun tabii görüntüsü olan tehzibin milli kültüre aşılanmasıdır. Bundan dolayı, İngiliz kültürü gibi İ ngiliz medeniyetinin unsur ları arasında da bir uyum vardır. Zira tehzib temas ettiği insan ları biraz insaniyetçi, biraz hoşgörü; her fenne, her millete karşı iyilik ister ve telifçi (eclectique) yapar. Böylece, Gökalp'e göre, milli kültür, Öz Türk halkının kültürü olduğu halde, tehzip doğ rudan Devşirme veya onun deyim ile Enderun'un ürünüdür. M i l l i kültür üzerinde Gökalp'ten sonra sistematik bir tarzda duran Mümtaz Turhan'dır. Ona göre; "Milli kültür den i ldiği za man, bundan bugün Türkiye'de yaşayan insanların yüzde doksa nını aşan çoğunluğu, Türk halkı teşki l ettiğine göre, m i l l i kültü rün çekirdeğini de Türk halk kültürünün meydana getirmesi ve esas temsilcisi ve taşıyıcısının da yine halkı olması icap eder." Turhan da, Gökalp gibi, bir yanda halk kültürü (milli kültür), öte yanda "aydın kültürü" olmak üzere iki kültür biçiminden söz açmaktadır. DPT'nin l 984'deki "Milli Kültür" adlı yayını ile düşünce tayfı mızın sol ve sağ kanatlarındaki aydınlarımızın, halk-aydın veya m i l l i kültür-elitist kültür ayırımında Gökalp'ten beri yeni bir şey getirmiş oldukları tezi de savunulamaz. Halk kültürü, duygusal ve tabii olduğu için değişmeye sert bir biçimde karşı koyma gücüne sahip olduğu halde, elilist kültilr, hem halkla faz la irtibatlı olmaması, hem de başka medeniyetlerin değer sis tem lerine açık bulunması sebebiyle akl i ve iradidir. Hatta daha i leri giderek d iyebil iriz ki, bu elilist kültür, iki yüz yıldan beri yaratıcı aydın düşüncesine daya l ı malzemeleri taşıdığı içinde de 62
Türk Ulus-Devlet Kimliği
kozmopolittir. Bu yüzden millet-olma, sürecinde elitistlerin yapı taşı olmalarının düşünülmesi mümkün değildir. Ancak, aydın, Batı anlamında "bekçi" veya "koruyucu" rolünü üstlenip, değer lerine sahip çıktığı takdirde, "milli aydın" kimliğini kazanacağı göz önünde tutulursa, o takdirde iki kültür arasındaki uyumdan söz açı labil ir. Görülüyor ki, ülkemizde yerli kültür tanımı veya milli kül tür kavramı, doğrudan halk kültüründen özünü bulmaktadır. Bu anlamda m i l l i kültür Türk halkının büyük çoğunluğunun ortak olduğu kültürdür. Bunun istatistiki ifadesi normal bir çan eğrisi d ir. Çan eğrisinin iki tarafında kalan dil imle ortalama kültürden sapmaları verir. Bu sapmaların önemli bir kesimi, iki yüz yı ldan beri halka yabancı laşmış, halkla uyum sağlamayan kozmopol it aydının dış kaynaklı ürünleridir. Bu durum, millet-olma sürecini olumsuz yönde etkilemek suretiyle, toplumda ikili bir yapıyı gündeme getirmektedir. Aydının Enderun zihniyeti temsil et mesi nedeniyle milli kimliği taşıdığı söylenemez. Halk ise de ğerlere bağlı ve gerçek Türk kültürünün sahibidir.
Millet-Olmaya Etkileyen Unsurlar Mil letin tarih i ve sosyoloj ik bu süreç olduğunu açıkladıktan ve m i llet-olma da m i l l i kültürün rolünü belirledi kten sonra, şim di araştırmamızın başlarında ileri sürdüğümüz noktaya gelebili riz; Ülkemizde millet-olma veya millet teşkilinde m i l l i kültür kalıpları niçin başarılı olamamaktadır? Gerçekte, Türk toplum yapısı ve tarihi gelişimi dikkatle incelendiğinde "millet olmayı" etkileyen iki önem l i kanal vardır. Bunlardan biri Türk tarihinin gelişim çizgisi, öteki de toplum yapısında meydana gelen çel iş kili d inamiklerdir. Bunları konumuzun aydınlatılması bakımın dan ana çizgileriyle açıklamak istiyorum. i lkin tarihi gel işim çizgisini ele alacağım. Bu da, Türk toplum yapısının belirli devrelerinde rastlan ı lan merkez-çevre ilişkisinin çelişkili görünümüdür. 1 970'li yıl lar dan beri Batı'da ve ü lkemizde çevre-merkez i l işki lerine dayal ı Osmanlı Toplum yapısı araştırmaları, b u alanda dikkat çekici 63
Orhan Türkdoğan
belgeleri ortaya koymaktadır. Bu incelemeler, bu tür i lişkilerin Osmanlı ve günümüz Türkiye'sindeki sosyo-kültürel yansıma larının neler olabileceği hususundaki yorumlardan ziyade, olay ların tespiti ve tasvirine önem vermişlerdir. Merkez-çevre i lişki lerine dayal ı yorumlar, daha ziyade "merkezin devlet anlayışı ve çevreye (kenar) karşı tutumu, çevrenin merkeze karışmamak kaydıyla taşradaki düzensizlikleri denetim altına alması" tar zındaki görüşlerini yansıtmaktadır. Biz ise, Osmanlı toplum yapısındaki siyasi, kültürel ve sosyal şekillenmelerin Türk top lum yapısındaki etki alanlarını belirlemeye çalışacağız. Bunun için de tarihe bakış açımıza yeni bir anlam kazandırmak gerekir. Tarih, sadece olguları yorumlamakla yetinmemeli, aynı zaman da onları seçip ayıklamalı ve sorgulamaya çekmelidir. Kısacası, tarihi aniamam ız hedef kabul etmemiz gerekmektedir. Bu çerçeve içinde görülüyor ki "millet-olma" veya millet leşme sürecini ele alırken, merkez-çevre ilişkisi "kırmızı bir şerit gibi" tarihin derinliklerinden günümüze kadar etkisin i sür dürmektedir. Tarihi Gelişim Çizgisi ve Hinteriand Farklı laşması Osmanlı devlet kuruluşunda "uc ve hinterland" politikası d iyebileceği miz bir yapılaşmanın dikkatimizi çektiğini görürüz. Anadolu Selçuklu devresinde birçok Oğuz boylan Balkanlar'a kadar uzanmış, varlığını Bizans imparatorluğu sınırları dışında du yurmuştur. Osmanlı devletinin kuruluş devrinde Anadolu'nun batısı ve Balkanlardan en uc sınırlara kadar Türkmen aşiretleri varlıkla rını sürdürmektc idi. Uçlara, başlangıçta yarı göçebe halkın sevk edi lmesi eski bir Türk geleneği idi . Buna göre Süleyman Paşa Rumeli'ye yerleşince derhal sağ, orta ve sol kolda uçlar teşkil etmiş, böylece devletin Balkanlar'da yayılma politikası güç kazanm ıştır. Vatanını terk edip Anadolu'ya gelen garip yiğitler uc gazi geleneğini başlatmış oluyorlardı. Uc geleneği sürekli gelişmeyi takip ederek yeni sınırlara geçmekte idi. An cak uc sancakları başlangıçta irsi bir durumda idi ler. Komşu devletlerle doğrudan doğruya münasebete girerlerdi. Sultanların 64
Türk Ulus-Devlet Kimliği
umumiyetle kendi kölelerinden tayin ettikleri beylerbeyi ler, Rumeli'deki bütün sancakların üzerinde merkezi otoriteyi temsil etmekteydi . Fakat uc sancaklarıyla beylerbeyleri arasındaki rekabet, Fatih Mehmet'e kadar Osmanlı devletinin iç po litikasında daima ağır basan bir unsur olmuştur. Fetret devrinde, merkezi otorite zayıflayınca Rumeli'deki hakiki iktidarın, uc beylerinin eline geçtiğini görmekteyiz. Uçla hintertand veya merkezle çevre arasında beliren bu sosyal zıddiyet, tırnar ve tasarruf meseleleri ciddi çatışmalara sebep olmuştur. Dobruca ve Deli Orman ucunda saltanat iddiasında bulunan ların Şeyh Bedrettin'den destek araınaları bu durumla ilgi l idir. Anadolu'ya yerleşme ve Anadolu'nun Türkleşmesinden ön ce bil inen gerçek odur ki; Türklerin, Seyhun ırmağı, Horasan Dağları ve H indistan arasındaki sahayı içine alan Maveraünnehir, Horasan Türklerinin siyasi tarihi bakımından olduğu kadar medeniyet ve kültür tarihleri açısından da önemli rol oynar. Burada tarih boyunca diller, dinler ve medeniyetler birbirleriyle çarpmışlar, fakat neticede bu yörelerde Türk kal mıştır. Bu bölgenin bir İslam memleketi olması, ancak Türkle rin Müslüınan lığı kabullerinden ve kendi rızalarıyla İslam ca miasına katılmalarından sonra olmuştur. İslamiyet Farabi, Ha rezmi, B irfıni ve İbn-i S ina gibi ünlü i l im adamları ve bi lginie rin büyük bir kısmını Horasan ve Maveraünnehir mıntıkalarına borçludur. Tarihi belgeler göstermektedir ki, islam ü lkesinin bu bölge lerinde Büyük Selçuklulardan önceki çağlarda kül liyeti miktar da Türk nüfusu vardı ve bunların çoğu göçebeliğin tersine, şehir hayatı yaşıyorlardı. Şehir hayatına müsait vaha ve sulak yerler de şehirler kurmuşlardı. Hatta Türkmen adına sekizinci yüzyıl da Çin kaynaklarında rastlanılmaktad ır. İslamdan önceki çağ larda Maveraünnehir'in Türkmen yurdu olduğu hakkında ileri sürebilecek hiç bir itiraz geçerli olamaz. On üçüncü yüzyılda Anadolu'ya Türkistan, Horasan ve Azerbaycan'dan pek çok Türkmen gelirken aynı zamanda bera berlerinde şeyh ve dervişlerini de getirmişlerdir. Bunların Müs65
Orhan Türkdoğan
lümanlığı sathi olup eski Türk inançlarını kuvvetle yaşıyorlardı. Baba İ shak, devrin hükümdan G ıyaseddin Keyhusrev ile bir kı sım devlet ricalinin dini ve ahlaki kaidelere aykırı bir hayat sür düklerinden bahsederek Türkmenleri ayaklandırmıştır. Baba İ shak' ın peygamberliğine inanan Türkmenler, harekete geçtiler ve üzerlerine gönderi len Selçuklu kuvvetlerini yenilgiye uğrattı lar. 1 240 yılında meydana gelen bu ayaklanma, Selçuklu Devle tinin manen ne kadar zayıf bir durumda olduğunu bize göster miştir. Bu olay, aynı zamanda İran'daki Moğol kuvvetlerinin güç denemesine yol açmış ve 1 243 yılında Sivas'ın 80 km. uza ğında Köse dağında kendilerinden sayıca yüksek olan Selçuklu ordusunu yenmişlerdir. Tarihi belgeler göstermektedir ki, devletin kuruluşunu etki leyen bu "uc-hinterland" yapısı Türklerin Anadolu'ya girişi yani Xl. yüzyılın ikinci yarısından itibaren tarih sahnesine çıkmakta dır. Ö zellikle, "uc'lara yerleştirilen "Türkmenler" meselesi bun lardan en önemlisidir. Türkmenler, birçok Türk devletleri ara sında sakıncalı güç kaynağı olarak görülmüştür. Xl. yüzyılın ilk yirmi yıllarında Gazneli Mahmud, Türkistanlı Karahanlılara karşı kuzey sınırını sağlaıniaştırma gayretleri sırasında, sınırla rını göçebe Türkmenlerin akıniarına maruz bırakmaktansa on lardan bazı larının isteklerini kabul etmek için devletinin sınır bölgelerinde onlara otlaklar tahsis ederek, mahalli kavgalardan yararlanmayı daha avantaj lı bulmuştur. Claude Cahen gibi ünlü tarihçiler, "Türkmen kabilelerini hangi bölgede bulunursa bu lunsunlar, etki l i oldukları topraklar üzerinde bizzat hiç bir ha kimiyet fikri taşımayan" kişiler olarak görmektedir. İ ran Sel çukluları zamanında, özell ikle Tuğrul Bey'in etrafını kuşaktan yerleşik idari kadro yüzünden, göçebe Türkmenlerin kendisine karşı sistemli nefreti olduğu bil inmektedir. Devletin yönetimin deki ücretli veya köle menşeli askerlere olan tepkileri, Türk menlerin saflaşmasını hızlandırm ıştır. Ortaya çıkan rej im ça tışması, Selçukluların İran usulü bir hükümet teşkil etmesiyle daha da belirginlik kazanmıştır. Bu gerginliklerde mezhep fark lılaşmaları da önemli rol oynuyordu. Selçuklular koyu Hanefi 66
Türk Ulus-Devlet Kimliği
idiler ve hak mezheplere aykırı bir düşüneeye sahip olanlara karşı faal bir şekilde mücadele edenleri destekliyorlard ı . Türk menler ise din konusunda Abbasi Sünniliğinden ziyade Şiiliğe yakınlık duyuyorlardı. O devirlerdeki savaşlar üzerine yürütii len yorumlar şu noktalarda düğümleniyordu. 1 ) Türkmenlerin aşırı iştahların ı ve akıncı duygularını bes lemek veya başka yönlere çevirmek gayesiyle girişilen eylemler 2) Türkmenlerin, her türlü Selçuklu müdahalesi dışında hatta onlara karşı isyan halinde yaptıkları savaşlar. Çünkü bilinen gerçek odur ki, Türkmenlerin yağma duygusu her isyan için derhal emre hazır bir birlik oluşturabiliyordu. Ancak İ lk Selçuk lular onları itaat altına almak için her zaman kendi yanlarında yeterli bir kuvvet bu lundunnayı başarmışlardır. Kısacası Türk menler yerine göre hiç bir zaman vergi talep etmeyen gruplar olarak bilinirler. Çünkü devlet teşkilatma sahi p değillerdi ve ananevi olarak da hayatlarını akıntarla geçinmeye alışı k göçebe gruplardı. Osmanl ı devletinin kuruluşundan önce veya kuruluşunun ilk yıllarında ortaya çıkan bu sosyal gerginlikler, yarı göçebe Türkmen ler ile merkezi oluşturan Oğuzlar arasındaki temel ya rılmaların ilk göstergelerini oluşturur. Hatta halk-aydın ikiliği nin izleri de bu dönemin bir yansımasıdır. Uçların, daha sıkı merkezi otoritenin denetimi altına geç mesi ilk defa Fatih Sultan Mehmet i le gündeme gelmiş olmakla beraber, alınan tedbirler kalıcılık nitel iklerini müesseseleştire memiştir. Hatta on altıncı yüz yılın ikinci yarısından on doku zuncu yüzyıla kadar uzanan yıl larda Osmanl ı merkeziyetçi yö netiminin yarı feodal bir yapıya dönüştüğü görüşünde olanlar da vardır. Bu görüşü i leri sürenler, çevrenin merkez karşısında hürriyet içinde yaşadığını söylerler. Gerçekte, Osmanl ı İ mparatorluğu'nun, karmaşık ve incel miş bir müesseseler şebekesine dayanan uzun ömürlü bir mer kezi yapısı vardır. Osman lıların uyguladığı yöntemler ustaca ve çeşitliyd i . Dini azınlıklardan çoğunlukla küçük yaşlarda topla nan fertleri, yönetici seçkinler arasına alan, onları resmi görevli67
Orhan Türkdoğan
ler sıfatıyla bütünleştiren, vergi ve toprak yönetimini mutlaka merkezileştiremezse de sıkıca denetim altında tutan ve resmi dini düzene hakim olan merkez, adalet ve eğitim alanlarında ve yasallığını sembol lerinin yayı lıp tanıttimasında sağlam dayanak noktaları bulmuştu. Buna karşılık Batı toplumlarıyla bir karşı laştırma yapılırsa, Batı da XVI II. yüzyılda ortaya çıkan ulus devlet, başlangıçta rakip unsurlar olarak görülmekle beraber, daha sonraları modernleşme süreci, boyunca Osmanlı Devletini biçimlendiren güçlerden tamamıyla farklı bir yapıyı ortaya koymuşlardır. Modern devleti yaratan merkezileşme süreci, dayandığı feodal temel lerden çevre güçleri diyebileceğimiz şeylerle uzlaşmalar, ulus-devletin bir ölçüde iyi eklenmemiş yapı lar olmasını sağlamıştır. Böylece Batı toplumlarında ne zaman bir uzlaşma, tek yanit bir zafer gerçekleşse, çevre gücünün bir bölümünün merkezle bütünleşmesi de sağlanmış oluyordu. Bu suretle, Batıda feodal zümreler veya ayrıcalıklar yahut da işçiler, yönelimle her buna lım devresinde kolaylıkla bütünleşir ama aynı zamanda, özerk durumlarının tanınmasını da sağlarlardı. Devlet ile kilise, millet koruyucuları ile yerelciler, üretim araçlarına sahip olanlarla olmayanlar arasındaki çatışmalar bunun örnekleridir. Oysa Şerif Mardin'e göre Osmanlı devletinde katmerli karşı karşıya gelmenin ve bütünleşmenin ayırt ed ici özellikleri, eksik gibi görünmektedir. Daha doğrusu, temelde karşı karşıya gel mek tek boyutlu idi ve her zaman merkez ile çevre arasındaki bir çatışma olarak ortaya çıkıyordu. Günümüze kadar, merkez ile çevrenin karşı karşıya gelmesi, Türk siyasi hayatının teme linde yatan bu kopukluktan, sosyal bütünleşmenin gerçekleşe memesinden kaynaklanmaktadır. Merkez ile çevrenin bu ko pukluğu, bölük pörçüklüğü yukarıda belirttiğimiz üzere devlet ile imparatorluğun çekirdeğini oluşturan Anadolu'daki göçebe ler arasındaki ilişkiye kadar uzanır. Bu da, devletin çevresinde ki göçebeleric uğraşmasının getirdiği güçlük mahalli bir rahat sızlık yaratıyordu. Ama ayrıca bu süreç göçebeleric kentlerde oturanlar arasındaki bir çekişme olduğu ve göçebelik i le ilgili 68
Türk Ulus-Devlet Kimliği
her şeyin küçümsenmekten başka bir şeye yaramadığı konu sundaki kalıp düşünceyi de doğurmuştur. Bir batılı antropoloğun (J . Cuiserier) belirttiği üzere, gerçekte iki Türkiye vardır ve bunların birincisi hükümet Türkiye'si olan eski şehir gelenekl i Türkiye' si, ikincisi de bugünkü Türkiye'n in beşte dördünü oluşturan ve Oğuz-Türkmen aşiretlerinden doğrudan doğruya gelenlerin kır gelenekli Türkiye' sidir. Göçebe ve yerleşik halk arasındaki bu temel kopukluğun ka lıntı ları, yerleşi k tarım yapı lan on üç i lin istatistik verilerinin, sosyal yapının ve başlıca meselelerinin geçerli olduğu dört ilde ki verilerle, keskin bir karşıtlık içinde bulunduğu, Doğu ve Gü neydoğu bölgemizde bugün de hala görülebilir. Merkez çevre, kopukluğunun Osmanlı geleneğindeki bölük pörçüklüğe daha bir kaç örnek zikredebil iriz. Bunlardan ilk akla gelen Celali ayaklanmalarına rengini veren dini mahiyetteki yö netim biçimleridir. Merkez, daha başlangıçtan itibaren bir Os manlı öncesi soylular zümresinden gelen izlere ve yı ldızları Os manlı larla birl ikte parlayan taşralı bazı güçlü ailelere karşı şüp heyle davranmıştı. Kargaşalık çıkaran dini cereyanları, zıt gö rüşleri uzlaştırmaya yönelen dinler, Mesih olduğunu i leri süren ler, bazen yıllarca devam eden ve iyice hatırlanan bir takım tehlikeler oluşturmuşlardır. XV I I . asırda Kadızade Mehmet Efendi tarafından yöneltilen 'Kadızadeliler' hareketi ve bunların yarattığı huzursuzluk, Doğuda Celal i lideri Abaza Hasan Pa şa'nın ayaklanmasına zemin hazırlamıştır. 1 595- 1 605 yıllan arasında bütün Anadolu'yu kaplayan, çevrenin merkeze karşı ayaklanmasını gündeme getiren Celali hareketleri ve l 605'ten sonra da yürütülen Büyük Kaçgunluk bu çizgide ele alınmalıdır. Hatta ileriki devrelerde kapıkulu kumandan larının yerli ayan ve ulema ile ittifakları, o yerlerde devlet otoritesini el leri ne geçirmelerini sağlamıştır. Beylerbeyi ve adamlarına karşı fiilen muhtar yönetim ler kurdular ve merkezden kopardıkları imtiyaziarta bu muhtariyeti kanuni hale getird iler. Yeniçeriler, Kuzey Afrika vilayetleri ve Bağdat gibi uzak eyaletlerde fii len müstakil idareler meydana getirdi ler. Nihayet 1 808 Sened-i 69
Orhan Türkdoğan
ittifakı ile eyaJetlerde beliren istiklal hareketleri, merkezi otori teye karşı hukuki bir kimlik kazandı . 1 900'lerden itibaren bu durum Erzurum, Kastamonu, Diyarbakır, Erzincan ve öteki i llerimizde ağır vergi yükünü bahane eden düzenl i halk hareket lerine dönüştü. Son y ı llarda bazı araştırmacı lar merkez-çevre bütünleşmesi yönünden değerlendirebileceğimiz bir başka yaklaşımı ileri sür müşlerdir. Bunlar, Osmanl ı İ mparatorluğu'nda bir yanda güçl ü b i r merkeziyetçi yönün bulunduğuna öte yanda ise desantra lizasyon d iye ifade edilen merkeziyetİn yokluğu (Adem-i mer keziyet) hususuna dikkatlerimizi çekmişlerdir. Nitekim sistem deki bu çelişkili yapı, Osmanlı düzeni incelendiğinde rahatlıkla görülebilmektedir. Büyük Selçuklular devrinden m iras alman, oradan Anadolu Selçuklu Devletine intikal eden ve Osmanl ı devletiyle yapılaştırılan bu çelişkili sistem, bazen üç kıtaya hakim devleti bir kurt gibi içten kemirebilmiştir. N itekim K itab ı Müstetab, Kanuni devrinden bir yarım yüz yıl sonra çıkan Celali fetretinde Anadolu'nun nasıl bir harabe haline döndüğünü bize ayrıntı larıyla açı klamaktadır. Kısacası, devletin merkeziyetçi bir yönetimi hazırlarken aynı zamanda adem-i merkeziyetçi bir kimliği sürdürmesi, as lında sistemden kaynaklanan bir çelişkidir. Bu durum tarihi devlet geleneğinin izlerini taşımaktadır. Devlet yapısındaki bu çelişkiler şöyle sıralanabil ir; 1 ) Yukarıda beli rttiğimiz gibi, Osmanl ı devleti kuruluşunda büyük ölçüde uçlardaki kuvvetlerin, soylu Türk ailelerinin yan müstaki l hareketine dayal ı bir adem-i merkeziyet yapısını yansı tır. Öyle ki merkeze danışmadan uçlar gaza yapabilmekte, e lde edilen toprakları mahiyetindeki askerlere tırnar veya mülk o la rak dağıtılabilmektedir. 2) Bu durum Fatih Sultan Mehmet'e kadar devam etmiş, Fatih'le merkezi mutlak imparatorluğun temelleri atılmıştır. Merkezde askerini genelleştirerek kend is ine bağlı kul sistemini geliştinniştir. Ancak adem-i merkeziyet hu susiyetleri tamamıyla kald ırılmıştır. 3) Tırnar sistemi, padişah ile reaya arasında yer alan devlet görevlilerini ortaya çıkarmış, 70
Türk U lus-Devlet Kimli�i
bunlar da kul olarak merkeze bağlı kalmışlardır. Ancak, bölge lerinde bu yöneticiler yer ve zamana göre geniş yetkiye sahip olmaları sebebiyle adem-i merkeziyet özelliklerim bir ölçüde sistemin içinde saklı tutmuşlardır. 4) Osmanlı Devleti'nde, hem yönetim birimleri hem de toprakların tamamı tırnar rej imi uygu lanmasına tabi tutulamamıştır. Taşra yönetiminde, Salyaneli eyaJetler d iye anı lanların yanında irsi sancak beylerinin yöneti mine tahsis edilen bırakılan sancaklar ve hükümet adıyla Doğu Anadolu'da kabile beylerinin yönetimine tahsis edilen bölgele rin merkezi hükümet ile i lişki ler tırnar sistemi içindekilere naza ran daha serbest bırakıl mıştır. 5 ) Maliyede uygulanan iltizam usulü ve bu usulün XVI-XVII. yüzyıl sonunda malikane siste mine dönüşmesi, büyük ölçüde adem-i merkeziyeti kuvvetlen dirmiştir. M ukataa adı verilen vergi kaynaklarının zengin tüc carlara, gayri Müslimlere verilmesi, reaya üzerinde söz sahibi ayrı bir zümrenin oluşumunu sağlamıştır. Bunlar da eşraf ve ayanlardır. Görülüyor ki, tarihi gelişim çizgisi, Osmanl ı sosyo ekonomik oluşumunda merkezin en güçlü göründüğü devreler de bile düzenin merkezci l olmayan önemli unsurları ihtiva etti ğim bize açıklamaktadır. Nitekim XVII. yüzyıldan itibaren merkezci olmayan bir sistemin kolaylıkla düzen in hakim biçimi haline gelebildiğini göstenniştir.
Milletleşmcde Halk-Seçkin Kültürü İkiliği ve Etkisi "Halk", sosyoloj i k bir oluşumdur. Her şeyden önce, "dev let" kavramıyla gerçek kimliğini kazanmıştır. Bu anlamda, halk ve devlet bilinçli olarak birbirine bağlı, düşünen ve karar veren insanların fikri yaratmasıdır. Bu oluşumda, coğrafi etkenler kadar doğuştan kaynaklanan yetenekler de rol oynarlar. Türk sosyoloj i geleneğinde, halk kavramını yorumlayan, ona sosyoloj ik bir biçim veren günümüzde de özel liğini koru maktadır. Gökalp, toplum yapısını halk ve aristokrasİ olmak üzere iki tabakada düşünmektedir. Aynı şekilde, Batıda da aris tokratlar yüksek tabakadan, halk ise orta ye aşağı tabakadan 71
Orhan Türkdoğan
sayılırlar. Bu toplumlarda yüksek seçkinler, "halk" tan az oku muşlara hiç okumamışların tabakalarını kastederler. Bu anlam da, "halk sınıfından", "halk şiirinden" ve "halk kültüründen" söz açı labil ir. Bu tür bir sınıflamada, halkın bütünü düşünülmüş deği ldir. Düşünülen şey, sadece orta ve aşağı tabakadır. Görü lüyor ki, sosyolojik l iteratürde halktan anlaşılan daima sosyal bir bütünün bir parçasıdır. H içbir zaman bir bütünün kendisini düşünülemez. Gökalp de, halkın aristokrasİ tabakataşmasını "kültür" ölçe ği ile belirlenmiştir. Ona göre, halk kültürün yaratıcısıdır. M i l l i kültür de halkın eseridir. Tehzib adını verdiği işlenmiş kültür de aristokrasinin ürünüdür. Böylece, Fransızca "cultere" kavramı nın Gökalp sosyoloj isinde biri hars (mi l l i kültür) diğeri de tehzib (işlenmiş kültür) olmak üzere iki anlamı vard ır. M i l l i kültür i l e işlenmiş kültür arasında iki öneml i fark daha vardır ki, bunlardan birincisi m i l l i kültürün demokratik, işlenmiş kültürün ise aristokratik olmasıdır, ikinci fark, bir insan milli kültürün tesiri ile belki de yalnız kendi milletinin kültürüne değer verir. Fakat işlenmiş kültüre sahipse, yani aristokrat tabakaya men supsa başka mil letierin kültürlerini de sever ve on ların tezzetle rini de tatmaya çalışır. M i l li kültür, halkın geleneklerinden, yapageldiği şeylerden, sözlü ve yazıl ı edebiyatlarından, estetik ve ekonomik ürünlerin den ibaret olduğu için bu güzel şeylerin hazinesi, Gökalp'e göre halktır. işlenmiş kültür ise yalnız yüksek eğitim görmüş, yüksek bir terbiye ile yetişmiş hakiki ayd ınlara mahsustur. Kü ltür Değişınesi adlı eseriyle Türk sosyoloj isi ve antropo loj isinde öneml i bir yer tutan Mümtaz Turhan ise, Gökalp'i hatırlatacak tarzda ikili bir kültür ayırımını ileri sürmektedir. Ona göre, "Türkiye'de birb irinden oldukça farklı iki ayrı kültürü temsi l eden iki esas topluluk vardır. Bun lar şehirlerde, bilhassa büyük şehirlerde yaşayan insanların ve aydınların da katıldığı ve temsi l ettiği şehir kültürü, öteki de küçük kasaba ve şeh irle rin de dahil olduğu geniş halk kitlelerinin ve köylünün temsi l ettiği halk kültürüdür." Turhan'da rastladığımızşehir veya aydın 72
Türk Ulus-Devlet Kimliği
kültürü ve halk kültürü farkl ılaşması Gökalpçı geleneğin bir devam ıdır. Biz de, bu incelemede halk kültürü olarak; köylü, kasabal ı v e kentlerde yaşayan -üst zengin ler v e aydınlar d ışında- geniş toplulukları düşünüyoruz. Amerika, Türkiye ve Japonya üzerinde siyasi modernleşme ve sekülarizasyon süreciyle alakah geniş çapta bir araştırma ya pan Palmer Parker Jay göstermiştir ki, Türkiye'de yönetici elit ile halk kültürü arasında, İslam ' ın siyasal yönünün sınıriandı rı iması sonucu, önemli bir farkl ılaşma vard ır. Ona göre; Halkta ümmet kültürü, yönetici aydında ise laik kültür hakim olmuştur. Bu alanda, ülkemizde konunun mahiyetini ortaya koyacak nitelikte hemen hemen sosyoloj i k araştırmalar yok denebilecek kadar azdır. Şerif Mardin'in, İzmir Sümerbank Dokuma Fabri kalarında 1 63 işçi üzerinde yapmış olduğu bir inceleme ( 1 969) bize, dini inanç ve normların hiWi bu grup içinde bir dünya gö rüşü sağladığı göstermektedir. Elde edi len sonuca göre ilgi çe ken nokta, bir işçi muhitinde fertlerin % 90'a yakınının, hala sosyal kimliklerini "Müslüman" ve "Türk" olarak iki ayrı grupta düşünmeleridir. Bunun gibi, " içinde bulunduğunuz insanları nasıl görürsünüz" sorusuna % 50.6' sı vatandaş, % 36. 1 'i din kardeşi ve 7.2'si ise iş arkadaşı cevabını vermiştir. Aynı şekilde, bazı Orta Doğu Müslüman gruplar üzerinde aynı şeki lde, bazı Orta Doğu Müslüman gruplar üzerinde Lambert ve Klinberg'in yapmış oldukları "çocukların yabancı ları nasıl algı ladıkları" hususu ile aliikalı geniş çaplı bir incelemenin sonuçlarına göre, (0-4) yaşları arasındaki çocuklara sorulan "siz nesiniz" sorusu na, Türk çocukları, verdikleri cevaplarda dini bir eği l im belir lemede Lübnan'dan sonra ikinci sırayı işgal ediyordu. Çiğdem Kağıtçıbaşı ' nın 1 977de yürüttüğü bir diğer çal ışma da ise, dinin ferdi bir çabadan ziyade bir (cemaat dini) özelliğine sah ip olup, cemaatle onun ahlaki değerleri ve davranış tarzlarıyla özdeşleş tiği sonucuna varılmıştır. Böylece, dini yaşantı, grup ve cemaat te sadakat duygusunu besler ve onları pekiştirir. Keza, Türkiye üzerindeki araştırmalarıyla tanınan Dubletsky, Meeker ve 73
Orhan Türkdoğan
Kolars'ın münferit çalışmaları, ülkemizde cemaat ve d in in, fer din grubu ile özdeşleşmesinde öneml i bir bağlılık unsuru oldu ğunu ortaya koymuştur. ı 979 yılında Dr. Charles Korte, Bartın, Karaman, Yerköy ve Karacabey gibi dört ilçe merkeziyle İstan bul ve Ankara kentlerini kapsayan 1 3 83 kişi üzerinde uyguladı ğı bir araştırma da, sosyal yardımlaşma sürecini bel irlemede İslamiyet ' i n bir manevi güç kaynağı olduğunu göstermiştir. Aynı şekilde, Piar Gallup'a bağlı bir kuruluş olan SıAR'ın
ı 993 Haziranında Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Azer baycan'da yaptırdığı bir kamuoyu araştırması, özellikle ilk üç ülke halklarının "ümmet" i lişkilerini ortaya çıkarmıştır. Araş tırmanın bulgularına göre, Özbekistan'da halkın sadece % 1 , 7 'si kendisini Türklük ile özdeşleştiriyordu. Bu oran Kırgızistan'da % 1 ,4; Kazakistan'da % 2,3 ; Azerbaycan'da ise % 26,9'dur. Buna karşılık, bu ülkelerde yaşayan halkların büyük bölümleri kend ilerini Müslüman dünyasının bir parçası olarak görüyorlar d ı . Özbekistan'da halkın % 65,6'sı kendini Müslüman olarak tanımlarken, bu oran Kırgızistan'da % 47,3; Kazakistan'da % 27,4; Azerbaycan'da ise % 26,9 dur. Benzeri bir eğilimi, Tito dönemi Yugoslavya'da gözleyebili yoruz. Tito, komünist yönetimi tesis ettikten sonra ilk iş o larak Yugoslavya'yı oluşturan beş devletçik (Siovenya, Hırvatistan, Sırbistan, Karadağ ve Bosna-Hersek) üzerinde bir anket uygu lamıştır. Bunlara, ı 955 yılında; "Siz kendinizi ne olarak hisse d iyorsunuz? H ıristiyan ını, M üslüman mı, Yugoslav mı, Komü nist mi?" türünden sorular yöneltmiştir. Bosna-Hersekl iler, bü yük bir çoğunlukla soy ve m i l liyet bağlarını reddederek "Müs lüman" kavramında birleşrnek suretiyle farklı bir kiml ik ortaya koymuşlardır. Ü lkemizin, Doğu ve Güneydoğu yöreleri, Bosna-Hersek ve Dış Türkler örneği göstermektedir ki mil letleşıne sürecinin (dil de, duygu ve düşüncede ortak şuurun) henüz oluşmadığı du rumlarda ümmet inancı öneml i bir dayanışma bağını ortaya koymaktadır. Bu açıdan, din ve milliyet duygusu birbirine karşıt değil, aksine birbirini tamamlayan sosyal dinamiğin iki önemli 74
Türk Ulus-Devlet Kimliği
unsurudur. Bugün, ülkemizin sosyo-kültürel yapısı da, bu ger çeği ortaya koymaktadır. Görülüyor ki, İslamiyet halk katlarında kimlik oluştunnada -milletleşme şuurunun henüz bel irlenınediği hallerde- milliyet kavramının görevini yüklenmektedir. Ancak, birbirinin alterna tifi değildir. Birbirini tamamlayan, birbiri ile bütünleşen bir yapıyı temsil etmektedirler. En azından Türk toplumunun tarihi gel işimi bu gerçeği ortaya koymaktadır. Aynı şeki lde, bir yerde ümmet bi l inci güçlü ise burada milliyet veya Türklük bi lincinin netleşmemiş olduğu iddiası da hatalıdır. O halde, Türk eğitim sisteminde İ slami değer ve inanç sis temlerine yöne l ik yeni bir etikanın oluşumu göz ardı ed ilemez. Zira dini değerlerin grup sadakatini oluşturmada, bütünleşmeyi sağlamada ve kitlelerde bir ahlaki değerler birliği kazandırma etkinliği inkar edilemez. insanımızın, yaklaşık iki veya üç kuşa ğını içine alacak tarzda, seküler bir eğitim sisteminin şartlandı rılmalarına maruz bırakılması ve dini değerlerden tecrit etiimiş olunması, günümüzdeki büyük ahlaki bunalımların yaratılması na neden olmuştur. Milli Kültür-Evrensel (Enternasyonel) Kültür Çıkınazı 1 900'lerden sonra yürütülen mil let ve milliyetçilik fikri, gerçek kimliğine cumhuriyetin kurulmasıyla kavuşacaktır. Ata türk, cumhuriyetin kurulması ile ilk ad ım olarak daha önce itti hatçılarla başlatılan ve devletin resmi felsefesi haline getirilen "mistik milliyetçilik" anlayışına, yeni bir ruh ve kimlik vermek gayesiyle Türk Tarih Tetkik Cemiyetini ve Türk Dili Tetkik Cemiyetini kurmuştur. Her iki kuruluşun temel prensibi; dilde, düşüncede, duyguda ve ortak yaşantıda olduğu kadar, kültür ve menşede de birliğe dayalı bir tez geliştirmek olmuştur. 1 923'te d iyordu ki; "Bu memleket, tarihte Türk'tü, halen de Ti.irk'tür ve e bediyen Türk olarak yaşayacaktır. " Bu ifadeler vatan şuuru ve millet fikrinin en güzel slogan larından birini teşkil etmektedir. 1 93 2 yıl ında, Maarif Vekaleti önderliğinde Türk Tarih kongre sini toplamış, bu görüşlerinin geçerliliğini ispatlamaya çalışmış75
Orhan Türkdoğan
tır. Dört ciltlik bir tarih kitabında, Türklerin ana yurdunun Orta Asya olduğu, Anadolu'yu kuran ilk kavimterin Türklerden iba ret bulunduğu d i le getiri lmiştir. Dünya çapında yabancı ve yerli bilim adamlarının da katıldığı bu toplantıların biricik gayesi, Türk toplumunun bir milletleşme süreci içine sokulmasıdır. Böylece, Türkiye Cumhuriyetiyle belirl i coğrafi sınırlara dayalı bir vatan fikri oluşturulmuş, bunun yanında kültür ve menşe birliğinden kaynaklanan m i llet ve tarih şuuru gel iştiri lmiştir. Denilebilir ki, Kemalist inkılabın birçok başarıları içinde, "mil let teşkil i " en öneml i damarı teşkil eder. Atatürk, 1 930'larda Türk toplumunun tarihi gel işimini şu şeki lde açıkl ıyordu; "Türkiye cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk m i l leti denir. Bugünkü Türk m i l leti siyasi ve sosyal topluluğu içinde kendi lerine Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve m i llettaşlarımız vard ır. Fakat mazinin istibdat devirleri mahsulü olan bu yanlış isimlendirmeler, bir kaç düşman aleti, mürteci, beyinsizden maada hiçbir mil let ferdi üzerinde elemden başka bir tesir hası l etmemiştir. Çünkü bu millet etrafında da Türk camiası gibi aynı ortak maziye, tarihe, ahlaka, hukuka sahip bulunuyorlar." Atatürk, bu çizgide millet teşki lini belirlerken, ortak mazi, ortak tarih şuuru, ortak ahlaki değerler ve hukuki prensipierin oluşturduğu yeni bir yapılanınayı ortaya koyuyordu. Türk tarih inde ilk defa, bir devlet yöneticisi önderliğinde bir toplumun m i llet olma davası cumhuriyetic gündeme gelmiş oluyordu. Atatürk'ün dil ve tarih tezi, açı lan kanalları genişle tilrnek suretiyle, ölümünden sonra ne yazık ki ilk heyecan ve ilk hedefler içinde yönlend irilememiştir. Partinin karizmatik yapı sını el inde tutan güçler, yazarlar, entelijansiya bu defa batılı laşma yerine Greko-Romen medeniyet çevresine dönü lmesini teklif ediyordu. O devrin resmi felsefesi diyordu ki; "Eski dün yamızı tekrar gözden geçirebilmemiz için ilkin, Yunan-Latin köklerine kadar inerek bugünkü insani kültürü elde ettikten 76
Türk Ulus-Devlet Kimliği
sonra dünyamızı tekrar gözden geçirebiliriz. Orada yeni kıymet lerimiz içinde yaşayacak beşeri unsurları çıkarabi liriz. Edebiya ta nüfuz eden folklor, maziden alman dersler, kitlenin üst taba kaya nüfuzu, tarihe verilen yeni anlam dediklerimiz de zaten bun lardan başka bir şey değildir." Tarihimizde bu Helenistİk yaklaşım yeni deği ldir. 1 909 1 arda, Selanik İttihatçı mebusu Mustafa Rahmi de, hükü metin klasik Yunan edebiyatını okutmasını, Yunan edebiyatının yalnızca Yunan l ı ların değil, bütün insanlığın malı olduğunu ileri sürüyordu. Yaklaşık otuz yıl sonra bu tez tekrar gündeme gelecektir. Görülüyor ki kültürde Hümanizma dediğimiz bu tez, Orta Asya'ya kendi köklerimize yönelik Kemalist tezi, "eski kültüre" yönelmekle eleştirmekte; "bugünkü insani kültürün" kaynağın ı teşkil eden Greko-Romen medeniyet alanını sal ık vermekle yen i bir odak noktası oluştunnaktadır. Batı dünyası, kend i me deniyetinin kaynaklarını teşkil eden böyle bir medeniyet çevre sine dönerken, Rönesans boyunca doğunun ilmi gelişmelerin den azami ölçüde yararlanmıştır. Kuzey Afrika ve Endülüs İs lam kültür alanları ile Orta Doğu ve Maveraünnehir'de gelişen b i limsel çalışmalar yüzlerce yıl Batı'da yeni ufuklar açmıştır. Rönesans ve Aydınlanma çağı ile batı, hem kendi köklerine dönmüş hem de tarih ve millet şuurunu canland ırarak milli dev letler kurabilmiştir; "Türkiye'nin kültür meseleleri" üzerinde fikir yürüten bir kısım aydınlarımız, Türk kültürünün kökenieri ve etki lendiği medeniyetler alanı içine -daha da ileri giderek Hitit kültür tesirlerini de eklemektedirler. Bu anlayışa göre; "Türkler, 1 07 1 'den sonra Anadolu'ya yerleştikleri sırada karşıla rında buldukları türlü kavimterin aracılığı ile yarımadanın tarih öncesi çağiara giden birçok yerli geleneklerini tanıdılar. Bunlar, genel likle günlük yaşamı oluşturan somut kültür kalıntılarıdır. Sözgelimi H itit tipi düz damlı kerpiç evler, güney batı Anado lu'daki beşik çatılı evler, Likya türü ağaç yap ı lar, Hititler ' den beri değişmeyen duvar tekniği ya da her birini H itit çağında gördüğümüz üstü paralarta ve pullarla süslü fes biçimli kadın başlığı, uzun Mevlevi külahı, Karagöz ışkırlağı, Sivri ucu kal77
Orhan Türkdo�an
kık çank, kağnı, kökleri Karya uygarlığından gelen ikiyüzlü Bektaşi baltası, kaynakları Friglere değin giden halk ezgileri gibi." "Bütün bu yerli gelenek örnekleri" günümüze değin gelmiş ancak artık yaşamını yitirmiş etnografık kalıntılardır. Bunlar, Eski Anadolu kökenleridir. B i r de Akdeniz ve Ege kökenieri vardır. Anadolu kıyılarında oturmuş olan ve Hitit-Avrupa dili konuşan Mykenler'den (M.Ö. 1 500- 1 200). Helenierden (M.Ö. 1 200-30) ve Romalı lardan (M .Ö. 30-M.S. 395) kalan maddi kültür mirasını, Türkler B izanslılar (M.Ö. 395- 1 453) aracılığı ile almışlardır. Bunlar arasında köprü, su kemerleri, hamam gibi çeşitli yapı türlerini ve bu arada bazı süsleme öğelerini anabi l i riz. Buna karşın, Yunan (Helen) uygarl ığının felsefe, edebiyat, tarih, tıp, matematik ve fizik gibi bilimlerini ise Türkler, islam uygarlığı aracılığı ile tanımışlar ve bu alanda büyük başarı gös term işlerdir." Bu görüş taraftarları İran ve Arap etkilerini de açıkladıktan sonra; " Son iki kültür çevresinin, XVI. yy.'dan itibaren Osmanlı imparatorluğu da dahil, bütün Müslümanlık dünyasının yerinde saydığım ve daha XVI I . yıldan başlayarak geri kalmışlığın ka ranl ıklarına gömüldüğünü, Atatürk devrine kadar bütün güçlerin öteki dünyaya, ölüler alemine hazırl ık işlerine adamışlar, bu günkü geri kalmışlığa boyun eğmişlerdir" yargısını i leri sür müşlerdir. Türk kültürünü besleyen kanallar, bugün Orta Asya ve Eski Anadolu ile Selçuklu ve Osmanlı kültür hazineleri olmaktadır. Özgün bir kültür yaratmamız, daha çok bu dört ana kaynaktan beslenmemize bağlıdır. Kısaca özetiediğimiz üzere Helenistİk kültür taraflarının gö rüşleri, Türk kültürünün oluşumunda İran-Arap (İslami) mede niyetlerini dışlayan bir noktada toplanmaktadır. Bunlara göre; "Türk kültürünün özünü biçimlendirmiş olan Orta Asya, Eski Anadolu ile Selçuklu ve Osmanlı Kültür hazinelerid ir." Röne sans' ı etkileyen islam medeniyeti çevresi, dini hayatımızın bü tününü oluşturan İslamiyet, "Arap etkinlikleri" olduğu için saf dışı edilmektedir. Buna karşılık, Rönesans ' ın temel lerini oluş78
Türk Ulus-Devlet Kimli�i
turduğu gerekçesiyle, paganist Greko-Romen kültür özellikleri Batılaşma tezimizin ana eksenini teşkil etmektedir. Görülüyor ki, Anadolu Uygarlıkları taraftarları sadece Türk kültürünün oluşmasına katkıda bulunmuş olan medeniyetler arasında yalnız batı etkeninden yararlanmaya da karşıdırlar. Hatta bunlar daha da ileri giderek; "özgürlükçü demokrasiyi, d insel düşünceden sıyrılmış, bilimsel araştırınayı tanımayan ve yine d insel davranışla sanat ve ticaret yapmak isteyen İslamcı tutumu, her çeşit ilerlemeye engel olacağı için sakıncalı gör mektedirler. " Keza, " İslam dünyasıyla dostluklar, yakın ilişki ler ya da siyasal bağlar kurmak için Türkiye'nin yeniden İslamcı davranışlara dönmelerine gerek yoktur" demekte, kurtuluşu "gerçek anlamda Batılı olmamızda" görmektedirler. "Mavi Yolculuk" veya "Yeni Anadoluculuk" görüşünü sa vunanların tezlerindeki en önemli yanılgı; "hem d ivan hem de halk edebiyatı temelden etkilemiş olan tasavvuf görüşünün orij inal kalmış boş metni, Kur'an ve onun on dört yüz yıl bo yunca kültürümüze, edebiyatıımza etkileri, kültürde hümanistte rin bir fetiş haline getirdikleri en az Homeros, Vegius, Dante ya da kutsal metinler (Tevrat, Zebur, İncil)'in biJinıneye layık olu şunu" idrak edememeleridir. Yeni Anadolucular, eski medeni yetlerin ve batının sanat eserlerine gösterdikleri hayranl ığın sadece onda birini dahi gelenekçi kültürümüze göstermemişler d i . Halide Edip Adıvar'ın yerinde teşhisiyle, Yeni Anadolucula ra verilecek cevap şudur; "Eğer, Fatih kendisi Hristiyanlığı kabul edip, bütün tebaasını Hristiyan yapmış olsaydı imparator luk dağılmaz ve bizde tamamen batılı olurduk. Bu iddiaların o zaman da iddia ettiğim gibi, bugün de yanlış olduğunu tekrar edebil irim. Çünkü Bizans dahi, sırf Hıristiyan olduğu için payi dar olmamıştı. inanıyorum ki, esasen batı medeniyetini kabu l ve Avrupai yaşamak hiç de şu veya bu dinin sal iki olmak de mek deği ldir. Bu dünyada payidar olabilecek yüksek meden i yet, her hangi bir gaye etrafında "bir örnek" insanlar vücuda getirmek kabil olsa daha devam edemez. Tabiatın ezeli ve haya ti kanunu değişrnek ve tekamü ldür." 79
Orhan Türkdoğan
Evrensel Kültür Millet Olmayın Engeller mi? Helenistİk kültür taraftarları temel görüşleriyle, Kemalist ideoloj inin Orta Asya'ya yönelik tarih anlayışı ve m i l li kültUr normlarına zıt, tamamıyla kozmopolit ve paganist bir diinya gö rüşünü resıniyete koymak suretiyle, eğitim ve öğretİrnde yakla şık on yıl kök salmışlardır. Tanzimat ' la başlatılan pozitivist bilim anlayışı, İttihatçı larla doruk noktasına ulaşmıştır. Cumhu riyet devrinde İttihatçtiardan intikal eden bu miras, orta ve yük seköğretiınde hümanist kültürle birleşrnek suretiyle, evrensel değerlerden yoksun; deney ve gözlemin dışında hiç bir gerçeği kabu l etmeyen bir materyalist dünya görüşünün yerleşmesine sebep olmuştur. Köy Enstitüsü tecrübesi bu sıralarda gündeme gelmiş ve geniş çapta Türk kültürünü besleyen, onun manevi yapısını oluşturan köylü çocukları bu paganist eğitim teorileriy le karşılaınışlardır. Belirli Köy Enstitüleri'nde Yeni Anadolucu lar, paganist kültürden aktarılan tanrı tanımaz bir diinya görüşü ile karşıt m i l l iyetçi, kozmopolit ve köksüz hümanist akımlarının adeta de neme laboratuvariarına dönüştüriilmüştür. Temelde Köy Enstitüleri, oku ilaşma sürecinin en ücra köylere götürüi mesi suretiyle, köy kalkınmasında yararlı bir felsefeyi temsi l etmeleri bakımından karşı konulacak b i r sistem değildir. Ancak, köylü gençlerimizin zihn i yapısı hiç bir eleştiri süzgecinden geçmeden paganist bir medeniyet çevresinin değerler sistemi ve dünya görüşü ile bombardımana tabi tutulması ve milli değerle rine karşı yabancılaştırması, ülkemiz için telafisi mümkün ol mayan zarariara yol açmıştır. M i l l i eğitim sistemimiz, Batıdan aktarı lan pozitivist-emperyalist felsefe ile Hıristiyanlık öncesi her türlü dini ve manevi inanç sistemlerinden arınmış bir dünya görüşü ile yoğuru lmuştur. Bu da milli kültürden sapı lması ve kültürel sürekliliğin kesi lmesi anlamına geldiği için ın illetleşme sürecimizi büyük çapta etkilemiştir. Nesiller arasındaki çatışma ların sebeplerini de, büyiik ölçüde, bu pozitivist ve pagan ist kültür model lerinin Türk eğitim sistemine uzun y ı l lar hakim olmasında aramak gerekir.
80
Türk Ulus-Devlet Kimli�i
1 940'1ardan itibaren Ortodoks felsefenin gündeme getirdiği bu yeni yönelim biçimi, kendi değederim izi "gelenekli kültür" tarzında telakki etmeyerek Yunan-Latin köklerle tutarl ı bir bi çimde senteze kalkışsaydı, yine de başarılı adımlar atm ış olabi l irdi. Uzun bir süre, devletin merlitasyon alanını işgal eden bu akım, aynı zamanda Türk eğitim sisteminde sürekliliğin kesil mesi dediğimiz yeni bir sürecin gündeme gelmesine yol açmış tır. Bu da biraz önce belirttiğimiz gibi, millet oluşumunda ikinci öneml i etkeni yani, sosyal yapı dinamiklerinden kaynaklanan unsuru teşkil eder. Kemalist ideoloj i, Türk tarihini Orta Asya'ya yönelik bir süreklilik ilkesi içinde ele alırken Yunan-Latin kök lere inen yeni tez, bu çizgiden sapmak suretiyle m i l l i olmayan bir başka medeniyelin dünya görüşü, hayat tarzı ve değerler sisteminin oluşturduğu mirasiara sahip çıkıyordu. Kanaatıınca, böyle bir şartlandırma, Türk milli eğitiminde bütüncül lük ve süreklilik diyebi leceğimiz yeni yapı laşmayı hedefinden saptır mış, m i l l i eğitim sisteminde önem li kaosun yaratılmasına sebep olmuştur. Bu durum, ülkemizde Atatürk'le başlatılan millet teşkili idealini temellerinden sarsmıştır. Oysa Gökalp'ten beri biliyoruz ki, millet-olma süreci ta mam lanmadan Batılılaşma veya Greko-Latin köklere dönmek, h içbir vakit basan sağlayamazdı . Batı'da ilkin İngiltere, sonra Fransa m i l l i devlet çizgisine gelmişler, sonra sanayileşme ve bi limsel ilerlemeyi başarabilmişlerdir. Tanzimat'ın başarısızlığı, Batı'yı takl itten veya Batı'ya benzemekten değil, milli devlet sürecini henüz tamamlayamam ış olmamızdan kaynaklanmakta dır. Atatürk'ün başlattığı milletleşme sürecini, vefatından sonra, Greko-Latin köklere yöneltmek, Türk toplumunda aydını, entelijansiyasi yabancı laşmış bir yapıya, yeni taş yığınlarının ilavesinden başka bir şey sağlamam ıştır. Günümüz ünlü Ameri kan düşünürü Daniel Beli, "Kapitalizmin Sosyal Çel işkileri" adlı eserinde ülkesinin ancak İkinci Dünya Savaşı'nın sonundan itibaren m i l l i devlet çizgisine gelebildiğini ve milletleşme süre cini tamamiayabi ldiğini i leri sürmektedir. Aynı şeki lde, Gunnar Myrdal "The American Di lemma" adlı eserinde bir yanda insan81
Orhan Türkdo�an
ların yasa karşısında eşitliği ve özgürlüğünden bahsederken, öte yandan keskin ırk ayınım düşüncesinin yarattığı çelişkileri d i le getirmek suretiyle ABD'nin sosyal açmazını ortaya koymuştur. Ülkemizin, m i l let olma davasında, farkl ı medeniyet alanla rının bir anda üst üste katlanması ve Türk gençl iğinin m i l l i eği tim alanında ikili (dyadic) bir kompartımanlaşmaya itilmesi, kültürel sürekliliğin ve bütünleşmenin sağlanamayışına sebep olmuştur. Türk m i l li eğitim politikasında yeni atılım larının yapıldığı şu sıralarda, geçmişten alınacak derslerin yeni bir muhasebeci yürütülmeden "barışseverlik, evrensellik ve hümanizma" gibi bir ta kim köksüz evrensellikler için milli eğitimimiz yeni ma ceralara sürüklenmcmelidir. Atatürk'ten devralınan miras ve yöntemlerin sürdürülmesi, kanaatımızca en akıllı yol olacaktır. Milli kültür ve değerler sistemim, bütün toplum katiarına den gel i bir biçimde yaymak suretiyle, Türk toplumunu ortak hedef ve idealler etrafında birleştiren bir milli eğitim politikasına, bugün her günden daha çok muhtaç olduğumuzu hiç bir vakit gözden uzak tutmamalıyız. M i l l i kültür pol itikamızın hedefi, temel felsefesi, "mil letleşme sürecini" perçinleştirmek olmalı d ır.
82
BÖLÜM VI
MİLLET-OLMAYI ENGELLEYEN FAKTÖRLER Günümüz Türk toplumunda en önemli dinamiklik, millet leşme olgusunu engel leyen unsurların neler olduğunu belirle mektir. Aşağıda bu unsurlar- tek tek belirlenerek açıklanmaya çalışılmaktadır.
Gecekondutaşma Sosyal yapı dinamiklerinden kaynaklanan ve m i l let olma sürecini etkileyen, hatta milli kültürümüzü erozyona uğratan en önemli faktör de çarpık kentleşme sonucu ortaya çıkan gece kondulaşmadır. Ü lkemizde, l 950'lerden itibaren, köy ve kasaba hususiyetlerini devam ettiren gelenekl i tarihi yapımızia kentleşme süreci içine iti lmiş- modern toplum kuruluşları arası na sıkışmış, Batılı jargonla ifade etmek gerekirse, ghetto kültü rünü oluşturan gecekondu kuşağıyla karşı karşıya bulunmakta yız. Gecekondunun antreposu esasta köy, kasaba, kökenli insan ları mızın oluşturduğu yığınlaşmalardır. Bu insanlar, aynı za manda m i l i kü ltürümüzün de kaynağım teşki l ederler. Gökalp'ten beri biliyoruz ki, milli kültür halkın kültürüdür. Hal kım ızın öneml i bir kesimi kırlık alanlarda, kasabalarda yaşayan kitleleri oluşturur. Arazi yetersizliği, işsizlik ve nüfus patlama ları dolayısıyla bu insan lar, büyük kentlerin kenar mahallelerine dolmak suretiyle, yeni bir ortamda geçim savaşma katılmakta dırlar. Bunlar köylerinde yaşadığında törelerin, geleneklerin, masal ve destanlarımızın, göreneklerimizin kısacası kültürümü zün özünün hem yaratıcısı hem de devam ettiricisi ohıyorlıınlı . "1
Orhan Türkdoğan
Gökalp'in "hars" diye ifade ettiği halk kültürü bu insanlarımızın eseridir. Oysa bugün ana rahminden sökülen çocuk gibi, bu in sanlar büyük toplumla organik bağlarını kopararak suni ve daha ziyade çıkarta düzenlenmiş bir geçim kavgasının içindedirler. Kentin sağlıklı olmayan kenar mahallelerinde, çok güç şartlar altında hayatlarını devam ettiren bu insanların, milli kültürü kırlık alanlarda terk ettikleri savunulamaz. Ancak, kentlerin yeni norm ve değerlerinin sürekli etkisi altında kalan bu insan larımız, ne kentte ne de kırlık alanlardaki değerlere benzeyen yeni bir takım geçişli (transition) yapıları oluştururlar. Gecekondularda yaşayan bu insanların aralarına girdiğim iz de ekseriyeti bir veya iki adalı evlerde, 5-6 kişinin bir arada, ha yat sürdüğü geniş ailelerle karşı laşırız. Çoğu, gün bulup gün yi yen, sürekli geçim peşinde koşan, içki, kumar, kavga biçimle riyle yeni bir takım kültür adacıklarının toplum katlarında te şekkülüne yol açar ki, bu da sağlıklı bir toplum için en büyük kamburu oluşturur. Yoksul laşma veya yoksulluk yan-kültürü dediğimiz bu olay, gecekondulaşmanın eseridir. Yoksulluk kültürünün sosyal ve psikolojik yönü ise daha zi yade kalabalık mahallelerde yaşama, tenhalığın olmayışı, sürü hayatı, alkol izm oranının yüksekliği, sık sık şiddete başvurma, çocuklar için bedeni cezalar, cinsi hayata erken yaşlarda başla ma, serbest cinsi i lişkiler, evlenmede istikrarsızlık, kocalarının ai leyi terk etmelerinin yüksek oranda oluşu biçiminde ortaya çıkar. Kenarda kalma, bir şeye ait olmama duygusu, toplum müesseselerine, hükümet ve siyasi kuruluşlara karşı tenkitçi tutumlar, bilhassa güvensizlik ve umutsuzluk yeni bir yapılaş ınayı otaya koyar ki, buna yoksu lluk kültürü diyoruz. Yoksulluk kültüri.i, antropologlara göre yoksu lluktan farklıdır. Çünki.i yok sulluk, yoksul kimseler sınıf şuuruna vardıklarında, ticari işler de faal rol oynadıklarında ve dünya hakkında enternasyonalist bir görüş kazandıklarında, hala yoksul olmalarına rağmen, yok sulluk kültüründen uzak bir anlamı belirler. Yoksulluk kültürü ise yaşamak için sürekli mücadele, aşağı seviyede ücretler, işsiz ve aylaklar, ustalığa dayanmayan ve ihtisaslaşmamış meslekler, 84
Türk Ulus-Devlet Kimliği
sık sık iş değiştinneler, düşük satın alma gücü, evlerde yedek yiyecek içecek yokluğu, ele para geçtiğinde har vurup harman savurma eği limi, hemen hiç denilecek ölçüde tasarruf imkanı ve sık sık evlerdeki eşyayı rehin verme durumunda kalma gibi tutum ve davranışlardan ibarettir. Bu sebeple, yoksul luğu yen mek yoksul luk kültürünü yenmekten kolaydır. Zor olan, gece kondu larda oluşan bu yapısal durumdur ki, bazen gelişmeyi de etki leyebi l ir. Yoksulluk kültürü, bazı illerimizde yapı lan az sayıdaki araştırmalarda ortaya çıkmıştır. Bunlar, hakim kültürle bütün leşme imkanını da büyük ölçüde yitirdiklerinden, millet olma sürecini, özelli kle milli kültürün oluşumunu engel lerler. O yüz den, sağlıklı ve dengeli kentleşme sürecini başlatmadığımız takdirde, hem m i l l i kültürümüzün kaynağını tüketiriz hem de millileştinne sürecini engellemiş oluruz. Zenginlik Kültürü M i l let olma sürecini engelleyen bir diğer etken de üst taba kanın yabancılaşması dediğimiz zenginlik kültürüdür. Yoksul luk kültürü, aslında milli kültürün kaynağını teşki l eden köylü lük ve gelenekli kasaba duygusunun şehir potasında erimesi neticesi meydana geldiği halde, zenginlik-yan kültürü, milli kültürü eritmek suretiyle zirveleşmeye çalışır. Zenginlik yan kültüründe m i l l i kültürün norm ve değerler sistemiyle bir he saplaşma vardır. "Para kıvıranların, bal tutanların" toplumun hoşgörü sınırları içinde veya hakim kültür alanında at aynatma ları mümkün deği ldir? Bu sebeple "bolluk içinde yaşayan lar," yeni zenginler kendilerine ayak bağı olan toplumun eski kalıp larını kırmak suretiyle yeni bir namus telakkisi, yeni bir ahlak anlayışı vaaz ederek milli kültür değerleriyle çatışırlar. Ü lkemizde ortaya çıkan ve I 950'1erden sonra da giderek derinleşen kültürel polarizasyon veya sosyal yarı lmalar, belirl i bir ölçüde benimsediğimiz kapitalist zihniyet ve hayat tarzının bir ürünü olduğu unutulmamalıdır. Gerek gecekondu da yaşa yanların-gerekse üst zenginlerin paylaştıkları, aynı amaç ve 85
Orhan Türkdo�an
normlar etrafında kümelendikleri tezi ileri sürülemez. Gece konduyu oluşturanlar toplumun hoşgörü sınırları içinde mazbut bir konut, dengeli bir beslenme, sürekli bir meslek hayatı ve sosyal hareketlilik açısından tems i l edildikleri söylenemez. Aynı şekilde, zenginlerimizin de büyük çoğunluğa nazaran, m i l l i ekonomiyi dengeli bir biçimde kullandıklarını kabul et mek safdil lik olur. Böylece, iki farklı yan kültür alanları, çoğu zaman birbirine kapalı, d ışa açık olmayan bir sosyal kast o luştururlar. Ancak, zenginler, yoksul lara nazaran bu dünyanın nimetlerine daha çok değer vermektedirler. Para sahibi olmak, hiç şüphesiz insanların öbür dünyaya değil, bu dünyaya bağlı bir görüşü yeğ tutmaları na yol açmaktadır. Sosyal Darwinci görüşe nazaran "zengin adam, XIX. yy. gel inceye kadar, kendi üstünlüğünün masum bir yararlanıcısıydı. "İnsanın, daha iyi olduğu için zenginliğe sahip bulunduğunu bilmesi, servetin zevkini sürmeye, hemen hemen buna eş değerde bir tat katıyordu. XX. yyda Thorstein Veblen, zenginleri zirvede bulunanların en zeki, kültürlü ve cazibeli kişi ler olarak görmüyordu. Bunların iş konusundaki başarılan, en iyi ihtimalle ilk kurnazlığa ve servet yapmada en büyük et kene yani zengin olma avantaj ına dayanmaktaydı . Ü n lü Ameri kan sosyoloğu Wright M i l ls ise üst zenginlerin kimliği açıklar ken, Veblen'in hatırlatan kültür kodlarında temas ediyordu; "Gereksiz tüketim, aşırı israfları yanında statülerini de aşan lüks sayfıyeleriyle, uygun semtlerde otururlar. Oturdukları evler, devam ettikleri dernekler ve klüpler başlıca ayrıcalıklı özellikle ri teşkil ederler. Devam ettikleri okullar özeldir. Sayfıye ve dinlenme yerleri ayrıdır. Seçkin aileler arasında evlenme yapar lar. Böylece, iktidar yapısı bir üst sınıfın eline geçer. Yönetimi e linde bulundururlar. Akrabalık i l işkileri güçlüdür. Birlikte yerler, birlikte içerler. Ortak av partileri, tenis oyunları yanında Çin lokantalarında yer ve içerler. Kışı İsviçre'de, yazı İspanya' da geçirirler. Yat sefaları, viski, şampanya, astragan kürkleriyle bu yükselen sınıf, kendi kendini yetiştirmiş kimseler olarak değil, düzeni kendi lerine uydurmuş kimselerd ir." 86
Türk Ulus-Devlet Kimli�i
Sosyologlar, üst zenginlerin kimliğini araştırırken şu soru ları cevaplandırmaya çalışıyorlardı; rekabetten kuvvetli zengin ve büyük olanlar gerçekten cemiyetin seçme insanları mıdır? Kazananlar, çoğu kez en güçlü, en kahredici olanlar, belki, görenek ve gelenekleri ve ahlaki kanunları dinlemeyenler, belki vicdansızlar ve hukuk tanımayanlar değil midir? Serbest, rekabetle başarı lı olanlar çoğunlukla usta diller, güçlü yumruk lar, taş yürekl iler deği l midir? Sosyolog Gerhard Kessler, zenginliğin davranış biçimleri ve ahlaki anlayışı hakkındaki bu sorulardan şu yargıya varı yordu; "Cemiyetin yükselmesini bunlardan bekleyemeyiz. Çünkü kazananların her zaman ah lakça en iyi olan lardan ibaret bulundukları söylenemez." Türkiye'de çarpık kentleşme süreci, neticede büyük ölçüde m i l l i kültür kodundan sapan, havadan para kazanan, vergi ka çakçısı, kazandığım milli sınırlar içinde ülkenin kalkınması için sarf edeceği yerde lüks tüketime harcayan bir zenginlik kültürü kuşağını oluşturmuştur. "Gösteriş tüketimi" yolu ile kendisine yeni bir statü kazandırdığı izlenimine varan bu sınıf, aynı za manda m i l l i kültürün erozyonuna da sebep olmaktadır. Bundan bir süre önce yaptıncılığını Peter Ustinov'un yüklendiği Toshiba ve Toyato gibi Japon sanayici leriyle yapılan röportajı hepimiz televizyonlarınızdan izlemiştik. Toshiba'nın mütevazı bir evde, sade yaşayışını, yer sofrasında yemek yiyişini ve ayda 400 yen i le geçindiği hususunu ekrana getirdikten sonra, Peter Ustinov'un; "Daha lüks bir hayat sürmeyi, konfor içinde yaşa mayı niçin arzu etmiyorsunuz?" tarzındaki sorusuna, dünyanın en zengin sanayicileri arasında bulunan Toshiba şu cevabı veri yordu; "Aşırı lüks beni halkırnın yaşantısından uzaklaştım ve Japon kültürünü öldürür." Bu bir Japon üst zenginin dünya gö rüşü ve hayat felsefesinin topluma yansımasıdır. Oysa günümü zün bir üst zengini hayat hikayesini, nasıl zengin olduğunu açıklarken; " Benim için mutluluk ve en büyük zevk fabrikala rıının şangır şungur çalışmasıdır" diyordu. Kapitalist sistem, Adam Smith tarafından "Milletlerin Zen gin liğinin Sebepleri ve Yapısı Ü zerine Bir Araştırma" ad lı ese117
Orhan Türkdolan
rinde ileri sürülürken; aynı zamanda bu eseriyle çelişkili görü nen fakat asl ında İ ngiliz geleneğinin bir yönünü aksettiren orta yol fel sefesini oluşturan ikinci bir kitabını da kaleme almıştır. Bu da "Ahlaki Duyguların Teorisi"dir. İlk zikredi len, XVlll. yüzyılın dillere en çok desten olan ve kapitaliniz ilke lerim açık layan eseridir. İ kincisi de, sempati i lkesinden hareket eden ve ahlak biliminin esaslarını ortaya koyan kitabıdır. M i l letierin zenginliğinin sebeplerini araştıran ünlü eseri sosyal ekonomi üzerinde yoğunlaşan "hodgaml ık" prensibine dayand ığı halde, öteki eseri doğrudan ahlak normları üzerinde dunnaktadır. Böy lece, kapitalist sistemin en büyük teorisyen i olan bu zat, "ahlak ilm i i le mil letierin refahı", bir başka ifadeyle ahlak ile ekono m i k prensipler arasında yakın bir ilişkinin bulunduğuna d ikkat lerimizi çekmiş oluyordu. Ahlaki Duyguların Teorisi adl ı ese rinde şunları okuyoruz: " Egoizm nasıl bir gerçekse, ahlaki duy gular da öyledir. İ lahi planın genel ekonomisinde onlar da hesa ba alınmış bulunuyor. İnsan birliktir. O ne ise, ekonomik hayat ta da başka bir şey olmaz." Araştırmacılara göre, böyle bir görüş İngil izlere mahsustur. Nitekim Henry Spencer de, terbiyesini bu esaslar içinde açıkla mıştır. Ahiakın esas itibariyle fert ile cemiyet arasında uyum de mek olduğu (Ahlakın ilkeleri); gelişmenin de ferdileşmenin giderek mükemmelleşmesi, karşılıklı bağımlılığın giderek kuv vetlenınesi suretiyle gerçekleşmesi gerektiği görüşü gene İ ngi l izlere mahsustur. Böylece, Batı Avrupa ülkelerinde pozitivist düşünce ile spiritüalist düşünce arasındaki bütünleşme, sadece İ ngi ltere'de güçlü bir kimliği oluştururken, Fransa'da bu i lke ekol arasında uzlaşmaz bir zıddiyet dikkatlerimizi çekmektedir. Bu da, İ ngiltere'de püritanizmin bir zaferidir. Zenginliği, ahlaki prensipiere istinat ettiren İ ngiltere'de, ferdi ve sosyal prensipler arasında uyum aranması bir bakıma İslami görüşe yakın bir yapıyı ortaya koymaktadır. Adam Smith'in "Ahlaki Duyguların Teorisi" adlı bu eserinin d i l imize çevrilmemiş olması, İ ngi liz klasik ekolünün eksik bir biçimde yansımasma sebep olmuştur. Aynı şekilde, bir Protestan olan Max Weber'de bir yüz yıl sonra, tıpkı Adam Smith gibi kapitalizmin bir ruhu o lduğu ve 88
Türk Ulus-Devlet Kimliği
bunun Protestan ahiakından kaynaklandığını açıklamaktadır. Ü lkemizde, fert-toplum dengesine dayalı bir iktisadi modeli, köklerinden ayırarak, hatta manevi yapısından soyutlayarak, ferdi hodgamlığı ideal olarak benimseyen bir kapitalist sisteme doğru yönelim, zenginliğin yapı laşmasına yol açmıştır. Oysa kapitalistleşmenin bir manevi ahlak prensibi bulunabi leceğini hisseden ve kalkınınayı dengeli bir biçimde yurt düzeyine ya yan, yaşantılarıyla ülkede kutuplaşmalar ve yarılmalar meydana getirmeyen m i l l i leşmiş zenginlere ihtiyacımız var. Bun lar, m i l l i kültürün oluşmasında kültür krizleri yaratan zengin l ik kültürünü sürekli törpülerler. Kısacası, m i l l i kü ltürümüzü kemiren zenginlik yan-kültürü, daha ziyade İslami inanç ve değerler düzeninin oluşturduğu, fert toplum dengesinin bozulduğu yerlerde şiddetini artırmaktadır. Çünkü kapitalist ekonom inin alt yapısını belirleyen zihniyet (aşın kazanç ve milli gelirin adi l olmayan paylanışı), İslami davranış kal ıplarıyla hiç bir vakit uyum sağlayamaz. Bu olu şum, toplumumuzun eski bir kültürel değerler sistemidir. Bunun gibi, yoksul luk kültürü de, Büyük Toplum veya Hakim Kültüre hiçbir şey kazandırmazken hatta yarattığı anti sosyal davranış larla kambur üstüne kambur yüklerken; zenginlik kültürü, ikti dar seçkinleri, veto grupları veya yönetici ol igarşi olarak hem milli kültürün hoşgörü sınırlarından uzaklaşmakta hem de elde ettiği kazınetik kültürü bu hoşgörü sınırlan içinde pompalamak suretiyle kendi rengini vermeye çal ışmaktadır. Doğu-Batı Farklılaşması Millet olma sürecini etkileyen bir diğer unsur da, ülken in doğusu ile batısı arasında mahiyet farkım yansıtan önemli sos yal, kültürel ve ekonomik dengesizliklerin görülmesidir. Bunu da ancak bölgeler arası sosyal yapı araştırmalarına inildiği za man fark edebilmekteyiz. Sosyal yapı üzerindeki çalışmaların ilk model oluşturınasın, l l . Beş Yıllık Plan devresinde rastlıyo ruz. " Doğu ve Güney Doğu Anadolu İ lleri Sosyal Yapı Araş tırmaları" adlı bu inceleme, bunlardan ilkini teşkil eder. Buna 89
Orhan Türkdoğan
göre, sosyal yapı deyimi oldukça geniş i lişki ler ağını, toplum s istemindeki müesseseleşmeyi ihtiva eden bir anlam taşır. Böy lece, sosyal yapı araştırmalarının esas gayesi, kalkınmada önce likli yörelerdeki bazı bünyevi meseleleri tespit ederek, söz ko nusu yörelerde gelişmeyi engelleyen sosyal yapı faktörlerini kademeli ve planlı olarak değiştirmeye yönelik çalışmaları. DPT'nin geliştirdiği bu sosyal yapı taslağının kapsadığı konular da kır ve kent kesimlerinin karşılaştırılması, sosyal yapı, gelir tabakalaşması, yerleşim biçimleri, toprak ürünlerinin değerlen dirilmesi, hayvancılık, kredi ve borç ilişkileri gibi çok yönlü problemlerdir. Görülüyor ki, DPT Sosyal Planlama Dairesi'nin hazırladığı bu taslak, doğu ve güneydoğu bölgesine ait 19 ilimizin nüfus, eğitim, iş-sağl ık-sosyal güvenlik, gelir dağılımı, tarımda araç gereç ve kredi kullanma gibi daha ziyade toplumun maddi kim liğini yansıtan konulara ağırlık vermektedir. Ancak, aile yapısı, akrabalık sistemi, sosyo-kültürel unsurlar, sosyal tabakalaşma, kültür değişmesi, grup yapısı, inanç ve değerler yönelimi diye ifade ettiğimiz daha ziyade maddi olmayan insan ilişkilerine dayalı unsurlar, büyük çapta bu araştırmanın kapsamı içine alınmamıştır. Bunun da başl ıca sebebi, doğu bölgesinde şu ana kadar zikredilen konularda kapsamlı, isteni len seviyede bil imsel araştırmaların yapılmamış olmasıdır. Doğu bölgesinde yürütülecek sosyal araştırmalar, her şey den önce, o bölgenin kültür dokusunu teşkil eden maddi ve manevi i l işkiler sistemini tanıınamızı gerektirir. Bu sebeple, bölgede yapılacak köklü kalkınma teşebbüsleri ve teknoloj i k değişmelerden tutunuz d a herhangi b i r münferit yeniliğin be nimsenınesine varıncaya kadar, her türlü değişme halkın hayat tarzı, dünya görüşü, inanç ve değer normları göz önüne alınma dan gerçekleştirilemez. O halde, doğu ve güneydoğu bölgesinin kalkınması, asl ında toplum yapısının temelinde yatan insan kültür ilişkisine dayanır. Bugün, öteki bölgelerimize nazaran büyük çapta gelenekl i cemaatçi v e kapalı b i r yapıya sahip olan Doğu ve güneydoğu 90
Türk U lus-Devlet Kimliği
bölgesinde beş temel unsur vardır ki, bu kimliği destekler. Bun lar: 1 ) Yoksulluk 2) Ferdi n, köy dışı dünyadan kısmen alakası nın kesilmiş, yalnızlık içinde olması. Yirmi binin üzerinde kom, mezra, yayla, zoma gibi köy altı kuruluşları göz önüne getirir sek bu husus daha iyi anlaşılmış olur. 3) Hareketsizlik 4) Okur yazarlık oranının düşük oluşu 5) Tevekküle dayal ı, kaderci bir dünya görüşünün yansıtılınasıdır. N itek im 1 970'1 i yıl larda Doğu ve güneydoğu il lerine men sup 9 vali, l l mavi muavini, 29 kaymakam ve ı 2 bucak müdü rü ile yapılan bu görüşmede elde edi len sonuçlara göre "halkın, yoksul olduğu için menfaatine aşırı ölçüde bağlı bulunduğu, kendiliğinden fedakarlık yapmak istemediği, bu yüzden de dev letin yönetimine katkısı az olduğu" tesbit edilmiştir. Bunun gibi, " kendiliklerinden iş yapma yeteneği ve kendi aralarında birlik duygusunun son derece zayıf olduğu, bölgenin nüfuzlu kişilerine çok bağlı bulundukları, siyasi lere çabuk inandıkları ve nihayet kendilerini terk edilmiş kimseler olarak hissettikleri vurgulanmıştır." Onların bu duya görüşü ve hayat felsefeleri sosyal değişmelere, teknoloj ik ileriemelere karşı sert mukave met unsurlarını teşkil ederler. Ayrıca bölgede kan davası, başlık, kaçakçıl ık, ağalık, beyl ik, seyyitl ik, kız kaçırma ve tarikatçılık gibi cemaatçi insan i lişki biçimleriyle karşılaşmaktayız. Bun la rın her şeyden önce o bölgenin kültür dokusunun bir ürünü ol duklarını kabul etmemiz gerekir. B ir kesimi yan-kültür alanı, bir kesimi de gerçekte zıt kültür alanım oluşturan bu unsurlar, yörede milli kültürle bütünleşmenin güçlüklerini belirler. M i l l i kültürle büti.inleşmeyi engelleyen v e bir karşıt-kültür unsuru olarak ağalığı ele alalım. DPT'nin "Türk Köyünde Modernleş me Eği limleri" adlı araştırmasına göre, Doğu ve Güneydoğu Bölgesinde de ele alınan 5226 köyden 225'inde ağanın mevcut olduğu tespit edilmiştir. ı 950'1erden sonra, zirai teknot oj inin köylere girmesi, makineleşmeyi ağaların yoğun bir biçimde kullanmalarına yol açmış, bu da marabacı, kiracı ve ortakçı unsurların giderek görevlerini kaybetmelerini sağlamıştır. Ağa, hakim olduğu kırlık alanlarda halkın yaşayış tarzını, tutum ve davranışlarını yönlendiren bir kimliği yansıtır. Çoğu 91
Orhan Türkdoğan
defa, her türlü yenilik, ağanın liderlik rolü ile uyum sağlamadan topluma mal edi lemez. Yakın bir zamanda "Doğu'da hizmet ve ren mülki idare amirleri" üzerinde yürütülen bir diğer araştırma da vali, kaymakam ve bucak müdürlerinden ibaret 49 yönetici, temsi l ettikleri bölge insanlarının "nüfuzlu şahıslara bağlı ol duk larım ve siyasilere çabuk inanmadıklarını" ortaya koymuş tur. Bu yüzden, devlet dairelerinde hizmet görenler, yörede istenilen tarzda tesirli olma hususunda güçlük çekebilirler. Ba zen bu liderler arasındaki çatışma ve bunlara bağlı sosyal görev bozuklukları; grup hayatın ı geniş çapta etkilemek suretiyle böl gede tansiyonu arttırabilir. Buna örnek olarak da N isan l 985'te Diyarbakır'ın Sancanak ve Evincik köyleri arasında 25 yıldan beri sürüp gelen anlaşmazlıkları zikredebiliriz. Aynı şekilde, I 988 Nisan' ında Doğubeyazıt ilçelerinde 1 5 gün süreyle Keskoi ve Hasasori aşiretleri arasında ortaya çıkan gerginlik, Ağrı'dan özel tirnin gelmesine ve gece sokağa çıkma yasağının konulmasına sebep olmuştur. 43 bin nüfuslu Doğu Beyazıt ilçesi, aşiret kültürünün sert kalıpları arasında ikiye bölünmüş, alış verişler durmuştur. Sadece 33 köye sahip Hasasori Aşireti (ANAP), Keskoi aşireti de (SODEP) 3 köyü e linde tutmak suretiyle, Doğu Beyazıt i lçesinin yasalarla bütün leşmesini engellemişlerdir. Son yıl larda, güney-doğu bölgesinde bazı grupların, siyasi liderlerin konuşmalarını keserek, Türkçe' den başka dil isteme leri, mahkemeler de Belediye başkanlığı ve milletvekil liği bile yapmış olanların savunmatarım mahalli dille yürütmeleri gerek tiğini ileri sürmeleri, hatta yöre halkını temsilen bazı milletve kil lerinin bunun demokratik bir hak olduğunu savunmaları, Cumhuriyetin "dilde ve duyguda" birliğe dayalı "milletleşme" felsefesine canlı tepkilerdir. Bunun gibi, yerine ve cemaat tipine göre ağalık, seyyitlik, şeyhlik, beylik ve "elçi"lik, hatta -yörüngesinden sapmış -tari katçılık gibi çıkar grupları, Doğu bölgesinin kaderinde önemli rol oynarlar. Dünyevi veya manevi lider durumunda olan bu kimseler, bir yanda toplum yapısının birer kültür adacı kları 92
Türk U lus-Devlet Kimli�i
halinde parçalandığını, öte yandan da nüfuz ve prestij leri sebe biyle, modernleşme sürecinde oynamış oldukları rolleriyle öneml i meseleleri gündeme getirirler. Kısacası, bölgemiz en az bin yıllık bir tarihi gel işme süreci nin izlerini taşır. Bu sebeple, araziye yerleşme biçimleri kadar, yerleşik hayat tarzları bakımından da birbirinden farklı kuruluş lara rastlamak mümkündür. Ancak, öteki bölgelerimize nazaran heterojen bir yapıyı oluşturur. Göçebe ve aşiret kuruluşları ka dar, resmi bir kiml iği olmayan unsurların da m i l l i kültürle bü tünleştiği tezi savunulamaz. Resmi muhtarlık hususiyeti olma yan bu iğreti veya köy-altı kuruluşlar, yerleşim biçimleri nede niyle bazen yörede önem li sayı lara u laşır. Bunlar umumiyetle; zama, çadır, d ivan, aba, dam, mezra, koz, çiftlik, yayla, yaylak, kışla, kışlak, tol, cenik, ağıt, bağevi, güzle, mandıra ve nihayet ishal liye ve Hassa yani Maraş Çöküntü hendeği sahasında tas ladığımız Banı ve Pey gibi köy altı yerleşim birimleridir. Tür kiye'de bu tür kuruluşların yarıya yakın bir çoğunluğuna yörede rastlıyoruz: Bun ların miktarı tahminen on bin kadardır. Göçebe veya yerleşik aşiretlcr, bu iğreti yerleşme tarzının en tipiğini teşkil ederler. Yörede yapılmış araştırmalara göre, bu aşiretlerin önemli bir kısmı şöyle sıralanabilir; Beritan, Duderan, A likan, Batovan, Pinyanişi, Oremar, Duuski, Dri, Ertuşi, Kendal, Beydili, Hiran, Savak, Garisan, Barak, Kızılkapan lılar, Mehmediyan, Bucak, Keşguli, Soran, Ü stürikah, Tayan, Zıvıkan, Kecan, Gıttan, Ispirti, Moserasan, Varto; Herki, Getiyan Suturka/Atmaniyan, Duvidiyan ve ben zerleri . Adı geçen aşiretlerin toplam çadır sayısı 3600, toplam nü fusları da 35 bin civarında olduğu tahmin edilmektedir. B i lindi ği kadarıyla Tunceli'de 64, Siirt'te l l , Urfa'da 5 7 ve Muş'ta 60 kadar aşiret mevcuttur. Bun ların arasında Türkçe bi lenlerin oranı % 5 kadar tahmin edilmekted ir. Çoğu arazi ihtilafları, kan gütme, kaçakçılık ve sosyal gerginl ikterin oluşturduğu bu kuru luşlarda m i l l i kültürle bütünleşmenin sağlandığı söylenemez. l 960' l ı yıllarda Alikan aşiretleri üzerinde yapılan bir araştırma93
Orhan Türkdoğan
da, örneklerneye katılanların % 39'u hala ülkemizin padişahlıkla yönetiirl iği görüşünde idiler. Bunlardan % 40'ı ise ülkemizin en tanınmış kişisinin bir zamanların ünlü eşkıyası "Koçero" oldu ğunu i leri sürüyorlardı . Bunlar bize, Osmanl ı devrinin uc hinterland yapısını hatırlatmaktadır. Geçmişin önemli sosyal ve ekonomik tortularını taşıyan bu yapılaşmalar, günümüzde geril la savaşlarının noktatarım teşkil etmiştir. Gerilla savaşı, bir siyasi ideoloj i k yönelim biçimi olmadığı kadar bir etni k savaş da değildir. Gerilla savaşı, kültür bütünleşmesinin hala çözüm lenınemiş olmasından kaynaklanmaktadır. Bu savaşta, Marksist ideoloj i sadece bir şemsiye olarak kullanıl ıyor. Yurt Dışı İşçilerin Uyumsuzluğu Bunun gibi Türkiye' miz, yurt dışı çeşidi kültür odak nokta larında yaşayan beş milyonu aşkın kişiyle44, standart kültür normları ile bütünleşme durumunda bulunduğunu unutmamak gerekir. "Gurbetçiler" d iye ifade edilen bu insanlarımız, 1 2 Ey lül öncesi bir yanda H ıristiyan kültürü içinde biçimlendirilirken, öte yanda ideolojik sallandırmalardan kaynaklanan bir takım eylemiere itilmişlerdir. Sendikalaşmanın ve siyasi katılmanın hemen hiç denilecek ölçüde zayıf kaldığı alanlarda, işçilerimiz arasındaki önemli kopukluk, Büyük Toplumla entegrasyonlarını sağlayamamıştır. İkinci nesl in okuilaşma sürecini başaramamış olması, içinde yaşadığı toplumun kültür ve değerler sistem iyle uyumlu bir bütün meydana getirememe norm bozukluklarına yol açmıştır. Bugün bir mi lyona yaklaşan bir gençlik kitlesi, milli kimlikleşmenin sınırları dışında yaşamaktadır. Bunlara parçalanmış ailelerin meseleleri kadar, yabancılada evlenme, boşanmalar, terk edilmiş aileler gibi çok boyutlu hususları da ekied iğimiz takdirde, yurt dışı işçi lerimizin problemli m i l l i kül türle bütünleşme açısından katmerli, çözüm bekleyen yen i kar şıt-kültür alanları oluşturacaktır. Günter Watraft'ın "En Alttaki-
44
http://www.mfa.gov.tr/vurtdisinda-yasayan-turklcr .tr.mfa
94
Türk Ulus-Devlet Kimli�i
leri", Alınanya'da yaşayan Türk işçilerinin dramını bütün çıp laklığı ile gözler önüne sermiştir. Hakim kültürün, bundan yüz yıl önce Polanya'dan A lmanya'ya gelerek maden ocaklarında çalışan ve o tarihten beri toplumdan dışlanan tutumlarının, bu defa Türk işçi leri için de aynen geçerli olduğunu görmek iste memekteyiz. B ir Alman ' ın yapamayacağı pis işlerin yabancılara, özel lik le Türk işçilerine reva görüldüğü bu yeni Nazi ruhunu, Walraff, "İş pazarının köle pazarına dönüştüğünü, insanların sırf yabancı oldukları için insan yerine konınadıklarını" can l ı tablolar halin de gözler önüne sermektedir. Bir duvar yazısından yapmış ol duğu alıntıda "Wallraff, Alman kamuoyunun Türk işçilerine olan tutumunu çekici bir şekilde dile getirmektedir; "Hayvanlar üzerinde tıp denemelerine son. Onların yerine Türkleri kulla nın." Büyük bir medeniyet ve kültür mirasına, deneyimine sahip olan insanlarım ıza, bir ekmek kavgası uğruna, kırk yı ldan beri yabancı kültür kalıpları içinde "en alttakiler" biçiminde anava tanlarından uzak hayat sürınelerine izin verilmesi, on lara geç mişte bir Yugoslavya, bir İtalya hatta bir Yunanistan tecrübe sinde görüldüğü gibi sahip çıkmaması, kısa devreler içinde yurt dışına gönderilme işlemlerinin planlanması, m i l l i kültürle kop ınalarına ve kültürel ghettolar oluşturınalarına yol açmıştır. Bu da millet-olma süreci içinde bulunan ü lkemizin, "mi l l i kültür" yapısında ortaya çıkışına seyirci kaldığı bir diğer problem ala nını teşki l eder. 1 946'da çok partili bir ortalama girildiği günden günümüze kadar demokratikleşme sürecini ve siyasi katı lma kal ıplarını Batıl ı anlamda rayına oturtınuş sayılamayız. 55 yıllık süre için de, üç askeri ihtilal ve iki karşıt-militarsit hareket, Türk demok rasi tarihinden esinlenen uc-hinterland çatışmasının hala çö zümleyemediğimiz görüşlerini bize hatırlatınaktadır. Batılı top lumlar, m i lletleşme kimliğini kazanma süreci ile demokratik leşme olgusunu birlikte yürütınüşlerdir. O halde, Türk toplumu, m i l l i yapıyı güçlendirmeden demokratikleşme sürecinin içine 95
Orhan Türkdoğan
girmekle, bir yandan bölünme ve parçalanma gibi zıt düşünce lerin belirmesine, öte yandan demokratikleşme milli yapının zayıflamasına sebebiyet vermiştir. Batıda uyum ve çatışma bir fonksiyonel bütünlük içinde cereyan ederken, ülkemizde uyum yerine çatışma ağırlık kazanmıştır. Böylece, tarihimizde rastla nan uc-merkez yani iktidar-muhalefet farklı laşması, yeni norm ve biçimlerin de gündeme gelmesine neden olmuştur. Bu du rumda; Türk demokrasi sinin temelde güçlü bir m i l l i kültür odaklaşmasına ve milletleşme sürecine istinat etmeden, sağlıklı ve uyumlu bir biçimde işlemesi mümkün değildir. Geçmişte Almanya, sanayi leşmesine uygun bir demokratikleşme sürecini Birinci Dünya savaşı sonucu sağlayamadığından, Nazi rej imi bu boşluğu doldurmuştur. Görülüyor ki, demokratikleşme toplum yapısında bir takım m i l l i kültür kodlarıyla uyum sağlayan mekanizmaları işletmek suretiyle, güç kazanabilmektedir. Yoksa bir gecede Sandan esinlenerek, yasalar iktibas etmek suretiyle, demokrasi geleneği teşekkül edemez. Ü lkemizde, milletleşmeyi veya millet-olmayı etkileyen bir diğer unsur da, ümmetten millete geçerken kültürel sürekl i l iği durdurmamız olmuştur. M i llet-olma, sosyolojik anlamda tarihi gelişim çizgisi ve sosyal yapı farkl ılaşmasının bir ürünüdür. Geçmiş kültür değerlerimizi, medeniyetimizi, kısacası tari himiz, bir çizgide silerek devreden çıkarmamız, bir çeşit kültür ihtilali izlen imi yaratmıştır. Öyle ki, yetişen Cumhuriyet nesli, Osman l ı mirasına sahip çıkmamış, kendi tarihi gelişiminin bir parçası telakki etmemiş hatta onu, aşağı layarak; "Ölü padişah lar, sakallarına inci dizen deli yöneticiler" biçiminde tezyif et miştir. Okullarda okutulan 70-80 yıllık tarih kitapları tetkik edild iğinde, bu kopukluğu, bu reddi rahatlıkla görmemiz müm kündür. Bu köksilzlük, mil letleşme sürecinin temel taşlarını teşkil eden tarih şuuru ve sosyal yapı gel işim etkisiz bırakmış, Türk insanında "kend ini kendinde arama, kendine dönme" imkanla rını ortadan kaldırmıştır. Batılılaşma, Greko-Romen kültüre 96
Türk U lus-Devlet Kimliği
dönüş, kendi tarihimize dönüşten daha akılcı olarak gösteril miştir. Bu durum, kimlik tespitini güçlendirmiş, yeni yetişen nesil lerde yabancılaşma dediğimiz bir ruhi sapiantıyı oluştur muştur. Bir kesim Türk aydını, Avrupa'yı ve Amerika'yı Os manl ı lardan çok daha fazla sevmiş, Orta Asya Türklüğüne ise hemen hiç bir alaka duymamıştır. Den i lebil i r ki, Atatürk'ün ölümünden hemen sonra, Türk milli eğitiminde gençlere güçlü bir m i l l i şuur, medeniyet ve tarih çizgisinin bir sürekl ilik gös terdiği tezi, akı lcı ve metodik, bir biçimde aşılanmış değildir. Tarihi olaylar arasında gözlenen bölük-pörçüklük, çağlar ara sında sevgiye ve nefrete dayalı kampartıman düşünceler, gele ceğe yönelik kültür tohumlarının yetişmesine set çekmiştir. Bu durum, büyük çapta mil letleşme sürecimizin gerçekleşmesine engel olmuş, bölük-pörçük bir tarih bilgisinin eğitim ve öğreti me hakim olmasını sağlamıştır. Modernleşme yerine, yan l ış bir Batılılaşma tezi de köksüzlük üzerinde fı lizlenmiştir. Aşırı Batı l ı laşma veya Batıcılaşma, bu çarpık zihniyetin bir ürünü olarak karşımıza çıkmıştır. 50 Dilde Yozlaşma M i llet-olma sürecinin önemli temas taşlarından biri de d i l ve duygutarla birliktir. B u husus tarihim izin gel işim çizgisi içinde öneml i bir yer tutar. Büyük Selçuklular, devlet yönetimi ni resmi dil leri Farsça olan Gazellilerden devralmış idiler. Gaznel i ler ve Büyük Selçuklu devletinden kaynaklanan bir başka m i l letin diline olan özenti ilkin Farisi kültürünü devletin resmi dil haline getirmiş, bu da sonraları Farsça, Arapça ve Türkçe'nin karışımı Osmanlıca denilen sun'i bir yazı dilinin, hana saray edebiyatının doğmasına yol açmıştır. Bazı kaynakla rın iddiasına göre; 50 Türk tarihinde sürekli lik ilkesinin, bir varlık alam olarak, bilinç-altına itilmesi, Cumhuriyet, Osmanl ı-Selçuklu dönemleri ve nihayet 1 990'da gündeme gelen Asyatik Türk Cumhuriyetleri arasındaki kopukluğa neden olmuştur. Osmanl ı'nın 700. Y ı lının 97
Orhan Türkdoğan
Kutlanması, umut edi lir ki tarihimizde yeni bir sayfanın açı lma sının güzel bir başlangıcını teşkil eder. "Türklerin, d i llerine manevi bir değer verecek Kur'an veya İnc i l gibi bir dini kitapları -İslamiyet'ten önce- yoktu. Türk hü kümdarı ve prensleri tek tebaalarını Türk di lini kul lanmaya teşvik veya cebre teşebbüs etmediler. Türkçeyi resmi saray l isanı olarak kabul etmiş olsalardı, idari ve resmi işlerde lüzumu dolayısıyla bu dilin yayı lmasına yardım etmiş olacaklard ı . Fa kat Türk Padişahları bunu da yapmadılar, tersine Arapça ve özellikle Farsçayı himayeleri altına aldılar." "Genel olarak, Türkler, 1 4. yüzyıla kadar, dillerinin mevki ini yükseltmek için, şuurlu veya şuursuz hiç bir sistemli gayret sarf etmediler. Gerçekten bizzat Türklerin arasında bile, Türkçe'nin tedrici bir şekilde de olsa edebi ve ilmi bir d i l olarak, Arapça ve Farca ile rekabete başlaması, ancak 1 3 . yüzyıldan sonra olmuştur. Türkçe'nin büyük bölgelerde halk d i l i olarak yayılması bize gösteriyor ki, bu elverişsiz şartlardan çok daha kuvvetli sebepler Türkleştinne işinde müessir olmuştur." Oysa Batı'da "millet" fikri Rönesansla gelişen bir gerçektir. Çünkü Rönesans aynı zamanda ferdiyetin hür bir biçimde geliş mesine büyük çapta katkıda bulunmuştur. Katolikl iğin veya Tanrı i le kul arasına giren kilise babalarının otoritesi, Protestan l ıkla veya Reform hareketiyle yeni bir biçimde dönüşüyordu. Artık fert, Tanrı ile kendisi arasında bir üçüncü kişiye ihtiyaç duymaksızın baş başa kalmaktadır. Reform, ferdi Tanrı karşı sında hür kılmıştır. Fert işlediği günahtan ötürü kilise babaları na değil Tanrısına karşı sorumludur. Ferdi sorumluluk, ferdi hürriyetin gelişmesini sağlamıştır. Bu hürriyet anlayışı giderek "millet" dediğimiz sosyal ferdiyetin oluşumunu etki lemiştir. M i l let gerçeğinin belirlenmesiyle, felsefelerde de milli özel lik ler kendini göstermeye başlayacaktır. Bu arada çağın tek kü ltür dili olan Latince yerine milli diller (İtalyanca, Fransızca, İngi l izce vb.) kültür dili olarak kullanılmaya başlanacaktır. Böylece, Batı -deyim yerinde ise-"ümmetten" yani bir dinin mensubu o lmaktan "mil l et'e ve "mi l l i d i llere" geçmiştir. 98
Türk Ulus-Devlet Kimli�i
Oysa Türk toplumu ilkin Büyük Selçuklu döneminde kültür di linin, Osmanlılar zamanında da Arapça-Farsçanın karışımı bir yazı dilinin hakimiyeti altına girmişti. Bu tür bir yapı laşma şüp hesiz milli birliğin sağlanamamasında önemli etkileyici güç ol muştur. Böylece halis Türkçe uçlarda kalmış, halkın mal ı olarak yüz yıl larca korunmuş ve yaşatmıştır. Halk edebiyatı, divan edebiyatı kültür ikiliği, di lde bütünleşmeyi sağlayamamıştır. imparatorluktan koptuktan sonra saray dili ve edebiyatı, öteki kültür mirasları gibi, mazinin çöplüklerine atılmış, sadece halk edebiyatı ve halkın konuşmasına dayal ı yalın kat bir dil mirası kültür boşluğunu doldurmaya çalışmıştır. Batıdan, özellikle Greko-Romen köklerden medeniyet ve kültür alanında yararla nırken-d ilde bu mümkün olmamış, o zaman Osmanl ıca teriınie rin Türkçeleşmesi, sadeleşınesi ad ı altında uydurmacılığa ka çırmıştır. Böylece kozmopolit, Türk dil kurallarına uymayan köksüz bir radikalleşme akımı gündeme gelmiştir. İşin en acı tarafı, bu uydurmaca, gelişi güzel bir dil akadem isinin tarafsız l ığı ve ilmi haysiyete dayal ı disiplini yerine, "Türk dilini nasıl anarşiye götürebilirsem o kadar başarı sağlarım" türünden son derece sistemsiz ve kuralsız bir istikaınette yönlendirilmiştir. Bugün, nesiller arası dil çatışması, bu köksüz gelişmenin sonu cunda ortaya çıkmıştır. Bu da milletleşme kiml iğini etkilemiş, kültürel bütünleşmeyi sınıriayabilecek boyutlara kadar varm ış tır. Bugün ülkemiz, 1 984'de yayımlanan "Başbakanlık genelge si" ile standart Türkçe'nin ancak "anayasa dilinin" kullan ılma sıyla sağlanabileceği bir noktaya ulaşmıştır. Dilde anlaşmazlık, nesi l ler arası kopukluk, aynı zamanda tarihi süreklilik ilkesinin bilinçlenmesini etkilemiş, kültür ve değerler sistemimize kampartıman tarzı bakış kazandırmıştır. Bu da, milletleşme sürecine büyük çapta köstek olmuştur. Son yıl larda ileri sürülen yabancı dilde eğitim kampanyası da m i l letleşme gerçeğini büyük çapta etki leyen dar boğazları ortaya koymaktadır. Bir sömürge dili ve bir "culture de caporal" ( çavuş kültürü) olmayan kültür değerlerimizin üzerinde, 1 827'de ilk Fransızca-Türkçe sözlüklerden birini yazmış olan 99
Orhan Türkdoğan
George Rhazis; "Türkçe'nin, Avrupa'dan Uzak Doğu'ya kadar uzanan bir halkın dili olduğunu, hatta İran sarayının gilnlilk konuşma dili durumuna geçtiğini (Türk Sasani yönetimi dolayı sıyla)" belirtiyordu. "Cihanı anlamak için Avrupa i li san öğren memizi" belirten Ziya Paşa ve öteki Türklerin etkisiyle 1 827'de kurulan Mekteb-i Tıbbiye ilk olarak 1 839'da yabancı d i l (Fran sızca) ile eğitime geçmiş, ancak l l. Mahmut daha sonra durumu yadırgamış ve "Fenn-i tıbbı kami len lisanımıza alıp Kütüb-i lazimesini Türkçe Tedvine say ü ikdam etmeliyiz" demek sure tiyle yine i l k tepkiyi göstenniştir. Nihayet, Abdülaziz devrinde 1 870'de alınan bir kararla Askeri tıbbiyen in Türkçe tedrisata yönelme kararı gerçekleşmiştir. l l . Mahmud'un 1 839'da söylemiş olduğu nutukta; " Fenn-i tıbb-i kami len alıp kütüb-i lazimiye türkçe tedvine sa'yü ikdam etmeliyiz. Sizlere Fransızca akutmaktan benim muradım Fran sız lisanını tahsil ettirmek değildir. Ancak fenn-ı tıbbı öğredüb refte refte kendi lisanımıza almaktır ve andan sonra Memal ik-i Mahruse-i Şahanemin her tarafında Türkçe olmak üzere neşreylemektedir. Hocalarınızdan ilm-i tabebeti tahsi te çalışan ve tedricen Türkçe'ye alıp lisanımız üzre sa'y eyleyin" demek suretiyle yabancı dili bir gaye değil bir vasıta olarak kabul et miştir. Günümüzde yabancı d i l le eğitimi ileri süren aydınlar ve akademisyenlerimizin, bundan bir buçuk yüz yıl önce ortaya atılmış olan görüşlerin isabetliliği karşısında düşünmeleri gere kir. Konu ile i lgili olarak bir bilim adaın ımız (Ekrem Kadri Unat) şöyle diyordu; " H iç bir devlet, kendi kü ltürünün yetersiz liğini gençlerine telkin edecek bir durumu desteklememektedir. Devlet üniversitelerinde Bulgarlar Bulgarca, Lehler Lehçe, İs veçliler İsveççe öğretim yapmaktadırlar. Japonya'da 76'sı m i l l i v e 3 3 'ü mahalli devlet üniversitesinin hepsinde resmi d i l Japoncadır. Japonya'daki 296 özel üniversiteden "Milletlerarası H ristiyan Ü niversitesi" gibi bir iki kuruluşta öğretim d i l i İngi lizce olabilir. Fakat bunları devlet üniversiteleriyle karışmamak gerekir." düşünce dili yaratır. Kendi di liyle düşünmeyen, kendi 1 00
Türk Ulus-Devlet Kimliği
diliyle bilim yapamayan zihniyete ünlü fizikçitn iz Oktay Sinanoğlu şu ifadeleriyle belirtiyordu; "Bilimin mil letlerarası olan yanı metotlarıdır. Ama hangi konuda araştırma yapı lacağı, ne üzerinde çal ışı lacağı, yani bilimin amaçları, hedefleri milli dir, toplumsaldır, kişiseldir. Şovenlik, kişisel, toplumsal ve milli bağımsızlık ve onurunu korumak değil, şovenlik başka bir kül türü ezip yok etıneğe çalışmak, hele anlamadığı bir kültürü hor görmektir. Angio-Sakson dünyası bu anlamda şovendir. Asya' da, iki Amerika kıtasında birçok kültürleri yok etmeye, ezmeye çalışmıştır. Türk dilini yok etmeğe çalışanlar yaban şovenlerdir. Dünya kültürleri arasında Türk kültürünün de kendine yaraşır şekilde yaşamasını isteınek, gerçek insancılıktır. Türk ayd ını, kendi eğitimine, kendi dil, kültür ve onuruna, kendi bağımsızlı ğına sahip çıkmasını bi lecektir." Her Türk genci ve insanının dikkat etmesi gereken husus, ana dil inde düşünme alışkanlığını kazanınası ve ıni l letleşıne şu urunu benimseyerek "Büyük Topluma" katılmasıdır. Bu yapıl madığı takdirde millet-oluşturma sürecimiz gerçekleşemez. Bugün, ülkemizde kuşaklar arası bir kopukluğun ortaya çıkma sında dildeki bu yozlaşmanın etkisi büyük olmuştur. Kısacası, ülkemizin en büyük davası ded iğimiz milletleşme, çağdaş anlamda; duyguda, düşüncede, siyasi katılımda, demok ratikleşme, dengeli bir gelir paylaşımında, kanuni hakların kul lanımında, ortak kimliğin yaratılmasında Türk milletinin eşit ve adil bir davranış bütünleşmesini gerçekleştirmesidir. Türki ye'miz, hem mil let-olma hem de milli kü ltürün oluşumunu, zengin tarih i tecrübesine dayanarak -fazla kan kaybetmeden kazanmak mecburiyetindedir. Siyasi Katılma ve Demokratikleşme M i lletleşme sürecinin sosyoloj ik temellerini oluşturan bir diğer önemli unsur da siyasi ve demokratik katı lma diye ifade edebildiğimiz parlamentarist gelişimdir. Ü lkemizde Batı anla mında sağlıklı ve uyumlu bir siyasi katılma mekanizmasının işlediği tezi tartışma konusudur. Zira Bendbc, Eisenstadt ve 101
Orhan Türkdoğan
H intze gibi tanınmış batılı sosyolog ve sosyal politikacı ların i leri sürdükleri gibi; "her topludaki temel çatışmaların, o toplu mun siyasi yapışım ve siyasi kültürünü belirlediği ve siyasi kültürün yeni hukuki ve müessesevi düzenlemelere rağmen devam ettiği" tarzdaki yorumları, siyasi kültürümüzün değer lendirilmesi açısından birçok gerçekleri ortaya koyabilecek niteliktedir. Batı'da, iki yüz yıla yaklaşan bir süre içinde, organik ve evrimci görüşler, her şeyden önce, toplumların farkl ılaşarak ilerledikleri ve kendi aralarında uyumcu nitelikte bir bü tünleşıneyi de gerçekleştirdikleri noktasında düğüın lenir. Bu organizmacı görüşler, toplum dokusunun farklılaşma ve bütün leşme gibi iki eksen etrafında oluşumunu hazırlamıştır. Ameri kan demokrasisi üzerinde inceleme yapan Avrupalı bilim adam ları, uyum ve çatışmanın bu toplumun temellerini oluşturduğu nu yüzyıllar önce görmüşlerdir. Batının siyasi kültürü, çatışma ve uyum gibi iki dinamik norma göre biçimlenmektedir. Bunu da, Weber, açısından büyük ölçüde Protestan inançlar sistemi sağlamıştır. Weber'e göre, "Demokrasi Protestan ahlakının ürü nüdür." Oysa Türk demokrasisi ınanevi yapıdan uzaktır. Seküler (dünyevi) bir kiml iğe sahiptir. Etikası olmayan bu demokrasi modeli, Türk siyasal hayatının bir çıkmazıdır. Görülüyor ki, ülkemizde siyasi ve demokratik katı lımın alt yapısı böyle bir zihniyet anlayışına dayanmadığı için, tarihi gel işim çizgisinden kaynaklanan merkez-çevre farklılaşınası, halkımızın davranış ve tutumtarım yakından etkilemiştir. Hatır lanacağı üzere, "Osmanlı siyasal kültürünün ana unsurları ara sında; devlete karsa temel bir güvensizlik, devlet gücünden korku, yönetimin güçsüzlüğünde ve kanunun boşluklarından en üst seviyede yararlanma tutkusu ve otoriteryan kişi-devlet ilişki leri dikkatlerimizi çekmektedir. Aynı şekilde, Cumhuriyet Tür kiye'si siyasal kültürünün özellikleri arasında da; devletin, top lumda çok önemli bir yeri olduğunun kabu l ed ilmesi, seçkinlik, kendi grubundan olmayanları düşman kabul etme, muhalefete hoşgörüsüzlük, fiziki gücü vurgulama, kapsamlı ideoloj i i htiya-
1 02
Türk Ulus-Devlet Kimliği
cı ve siyasi gücü salt olarak algı lama n itelikleri ön sırayı işgal eder. Günümüz Türkiye'sinde kan davaları, aşiret kavgaları, "sos yal ahlak karşısında töreye, geleneğe dayalı inanç ve görenekle rin, belirli kültür sahalarında sertl iklerim korumaları halk katla rında s iyasi kültürümüzün alt yapısını etkileyebilecek güçtedir. Hatta bu oluşumu merkez-çevre paradigmasına göre yorumla yan araştırmacı larımız da vardır. Bunlara göre; "Osmanl ı top lumunun tarih i gelişi iki noktada toplanabilir. Bunlardan ilki, reel politik niteliğinde olan i lişkidir. Büyük ayan ve derebeyleri ile merkezin i lişkileri böyledir. Büyük ayan, eski Türk aristok rasİsinin önde gelen aileleri arasından türemiş ve kendi küçük devletçiklerini kurmaya çalışmışlardır. Derebeyleri ise, merkez i le bağlarını koparan eski kamu görevl ileridir. Bunlar da taşrada mahal l i yönetimi ele geçirmeye yönelik eylemde bulunan kim selerdir. Osmanl ı da, merkez h içbir zaman bu grupları kul lanıp çevre üzerindeki denetimini pekiştirmeye çalışmamıştır. Nite kim toprak üzerindeki denetimlerini daha da genişleten yasalar yoluyla toprak ağalarının tahakkümünü güçlendiren Tanzimat politikası, ne I 858 Arazi Kanunnamesi, ne I 908- I 9 I 8 yıl ları arasında Genç Türkler yoluyla iktidarı paylaşan İttihatçılar ne de yoğun ve çaplı çatışmalara rağmen Cumhuriyetçi ler m i l l i ekonomi politikası içinde bütünleşmeyi istenilen seviyede ger çekleştirememişlerdir. Bu yüzden Türk siyasi kültürünün doku su, tarihi süreci belirleyen merkezin çevre karşısındaki bölük pörçüklüğü biçiminde algılanabi lecek özellikleri yansıtır." "Osman l ı larda merkez i le çevre arasında rastlanan ikinci tür i lişki, daha ziyade yozlaşmış bir patron-yanaşma il işkisi olarak tamınianan görüşleri kapsar. Yanaşına grup, eşraf, küçük ayan ve bazen de derebeylerinden oluşmuştur. Merkez, bu grupları, uyruklarına daha etkin bir biçimde de ulaşabilmek için kullan mıştır. Bu gruplara bazen merkeze ait yetki ler vekaleten veril miş ve mülteziml ik, mütesel l iınlik (voyvodal ık), ayanl ı k gibi yerel yönetici lik görevlerinde kullanmışlardır."
1 03
Orhan Türkdoğan
Söz konusu bu kültürel özellikler, feodal yahut anayasal si yasi yapı lardan ziyade, patrimonyal (kalıtımsal) siyasi yapıların ürünü olarak ortaya çıkar. Patrimonyal siyasi yapıların temel öze l l iği de şahsi yönetirnde düğümlenir. Gramsci'nin, "statola tory" yani her gücü kendinde toplayan yönetim biçimi, Nasır'ın ideoloj isini hazırlayan Samir Amim'in ifadesiyle bizim "kabile devleti" öze l liğimizden kaynaklanmaktadır. Siyasi kat ı l ım ve parlamentarist düşüncelerimiz kadar demokratikleşme sürecinin temel yapısı, hem Osman l ı hem de Cumhuriyet devirlerinde sürüp giden sosyal yapılaşma kalıplarımızın teşkilinde aranma l ıdır. 1 2 Eylül öncesi bölünmüş bir Türkiye, kamplara ayrılmış örgütler, müesseseler, köyler kentler, dernekler, cemiyetler birdenbire ortaya çıkmış tabi felaketler türünden olaylar zinciri nin halkaları değildir. Bunların sebepleri, şüphesiz siyasi yapı ve siyasi kültürümüzün üzerine oturduğu tarihi gel işim çizgisi içinde teşhis edilmel i ve yorumlanmal ıd ırlar. S iyasi katılım ve demokratikleşme süreci, m i l l i leşme açı sından toplum yapımız için önem li kültür kodlarını da oluşturur. Bu bakımdan, Türk demokrasisinin sağlıklı işlemesi için farklı laşma-bütünleşme mekanizmasının, bir uyum içinde yön lendi ri lmesi ve siyasi yapımızın, siyasi kültürümüzün de buna göre, yeniden biçimiendirilmesi gerekmekted ir. Ülkemizde 1 946'da çok parti li bir ortama giri ldiği gün ler den günümüze kadar demokratikleşme sürecini ve siyasi katıl ma kal ıplarını batı lı anlamda raylarına oturttuğumuzu iddia edemeyiz. Elli yıllık süre içinde, üç askeri ihtilal ve iki karşıt militarİst hareket, Türk demokrasisinin, tarihimizden kaynakla nan uc-hinterland çatışmasını hala çözümleyemediği görüşilnü bize hatırlatmaktadır. Oysa Batılı toplumlar, mil letleşme kimli ğini kazanma süreci i le demokratikleşme olgusunu birlikte yü rütmüşlerdir. O halde, Türk toplumu m i l l i yapıyı güçlendinne den ve ona manevi bir kimlik kazandırmadan demokratikleşme sürecinin içine girmekle, bir yanda bölünme ve parçalanına gibi zıt düşüncelerin belirmesine, öte yanda demokratikleşme olgu sunu etikal kiml ikten uzak tutulması nedeniyle, m i l l i yapının 1 04
Türk Ulus-Devlet Kimli�i
zayıflamasına sebebiyet vermiştir. Batıda, "uyum ve çatışma" fonksiyonel bir bütünlük içinde cereyan ederken, ülkemizde uyum yerine çatışma ve gerginl ikler ağırlık kazanmıştır. Böyle ce tarihimizde rastlanılan hinterland, yani iktidar ve uc veya iktidar -muhalefet farkl ılaşması- yeni norm ve biçimlerde gün deme gelm iştir. Bu açıdan, Türk demokrasisinin, temelde güçlü bir m i l l i kültür odaklaşmasına ve milletleşme sürecine istinat etmeden, sağlıklı ve uyumlu bir biçimde işlemesi mümkün de ğildir. Geçmişte, Almanya, sanayileşmeye uygun bir demokra tikleşme sürecini Birinci Dünya Savaşı sonucu sağlayamadığın dan, Nazi rej imi bu boşluğu doldurmuştur. Görülüyor ki, de mokratikleşme, toplum yapısında bir takım m i l l i kültür kodla rıyla uyum sağlayan mekanizmaları işletmek suretiyle güç ka zanabi lmekted ir. Katılımcı bir demokrasi modelinin, ülkemizde sosyal yapı mızın tamamlayıcısı bir unsuru haline gelebilmesi için, her şey den önce, temelde yatan ve tarihi gelişim çizgisinin izlerini taşı yan uc-hinterland bütünleşmesine dayalı, kültür ve siyasi yapı mızın üzerine oturduğu temel sosyal yapının derinliklerine in mek, demokratikleşme sürecinin aksayan yönleri ve kal ıcı kod larını yorumlamak ve bunlardan yararlı ipuç ları elde etmek suretiyle siyasi kültürümüze yeni bir direnç kazandırabi liriz. Sosyal Tabakalar Arası Farklılaşma Peyk Kültürler Çatışması: Al ıntı kültür unsurları, eğer sos yal yapıyla bütünleşmezse kültürde yarılmalar ortaya çıkabil ir. Çünkü kültüroloj i alanı ile uğraşan bilim adam larının da belirt tiği üzere "kü ltürde çözülme," kültürde uzmaniaşmayı takip eden bir olgudur. Bir toplumun muzdarip olabi leceği en köklü çözülme uzmanlaşmayla olur. Bir yanda, teknolojik ilerleme ve bilgi işlem çağının yoğunluğu yüzünden kültür sistemlerinde ortaya çıkan uzmanlaşma, öte yanda gecekondu-yoksul luk kül türü, gelir, eğitim farklı laşması sonucu beliren kutuplaşmalar gibi, hakim kültürle uyumsuzluklar giderek m i l l i kültür dese ninde yeni çözülme veya kültürel yozlaşma diye ifade edilen 1 05
Orhan Türkdo�an
oluşurnlara yol açmaktadır. Bu bir anlamda, yan kültür alan ları n ın, hakim kültür öze l liklerinden apayrı yeni kimlikler kazan ması sürecidir. Kültürde çözülme, Batı toplumlarında üst kültür seviyesinde başladığı halde, ülkemizde ne yazık ki alt kültür seviyesinde de filizlenmeye başlamış bulunmaktadır. Böylece, toplumun alt tabakası ile üst tabakası arasında öneml i bir kültür ayrı lığının ortaya çıkmış bulunması, kültürümüzdeki çözülme nin en göze çarpan yönünü yansıtmaktadır. Alt düzeyde, dini hayat canlılığını sürdürürken, aynı değer sistemleri üst düzeyde hemen hemen sekülarizasyona yani dünyevileşmeye uğramıştır. Üst düzeyde dini yaşantı daha ziyade sosyal ahlak deni len bir takım, akli ve iktisadi, çıkarcı i lkelere göre düzenlenmiş bir yapıyı ortaya koyar. Böylece, toplumun bel irli kesitleri kültür yaratıcılığında öneml i görevi bulunan dini değer ve inanç sis temlerinden soyutlanmış bir tarzda yaşantı larını sürdürürler. Bu da, iki tabaka arasındaki i letişimin kopukluğunu gösteren önem li bir kanıttır. Gecekondularda-ki arabesk müzik ile üst düzey deki gruplar arasında hakim olan yaygın batı müziği anlayışı, iki tabaka arasındaki en öneml i parçalanma ve ufalanmaların göstergesi sayı l malıdır. Ayrıca "Batı'da din ve kültürün iki ayı alan olarak düşünül mesi daha ziyade Yunan ve Roma kültürlerinin, Hristiyan lığın etkisi altında kalarak yen i bir sentez oluşturmalarından kaynak lanmaktadır." Kısacası, Batı'da kültür ve din iki ayrı kurum olarak değerlendirildiği halde, bu tür bir geleneği olmayan ül kemizde, dinin kültürel gel işmemize, kültürün dini yaşantı ve dünya görüşümüze, değer sistemlerimize, estetik duygularımıza ve felsefemize güçlü bir biçimde etkisi büyüktür. Ünlü düşünür T.S. Eliot'un belirttiği gibi, Batı'nın Greko-Romen medeniyetle ri ile temaslarında her iki kültür çevresi de düşünce ve uygula mada çok değişmiş ve çökmek üzere olan bir yapıyı ortaya ko yuyordu. Batı, bu tür kokuşmuş bir kültür mirasıyla m i l l i sen tezler yaratmaya çalışıyordu. Ancak, isabetli teşhisiyle Eliot, Greko-Romen medeniyet çevresinin sanıld ığı gibi sağlam, güç lü ve örnek bir kiml iğe sahip bulunmadığını, tamamıyla ko1 06
Türk Ulus-Devlet Kimliği
kuşmuş ve çöküş hal inde olduğunu ileri sürmektedir. Bu yüz den, bizim m i l l i kültürümüzün dokusu İslamiyet'in zengin kül türel m iras ve değerlerinin oluşmasından meydana gelmiştir, İslamiyet, kültürümüzün yaratıcısı olan halkımızın inanç siste mini, dünya görüşünü ve yaşantısını geniş çapta etkilemiştir. Bu çerçeve içinde, üst düzeyde yaşayanlarımız, daha ziyade Batı'nın medeniyet miraslarını belirleyen norm ve kurallara dayanarak d i ni yaşantıdan soyutlandıkları halde; halkımız, özel l ikle hakim kültürü bel irleyen köy ve kasabalarda yaşayanlar ile kentlerde orta ve aşağı tabakayı oluşturan insanlarımız, İslam Türk bütünleşmesinin biçimlendirdiği tarihi mirasların taşıyıcı sıdırlar. Bu tabakalar arası farklılaşmalar, her gün biraz daha yaşantımızda derinleşmektedir. Bu da milli kültürün sınırlarını tehdit eden önemli unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Milli kültür gerçeği, hiç bir zaman aynı çatı altında yaşayan insanları bir potada eriterek bir benzeşim, bir amalgamasyon meydana getirmek demek değildir. Bu, ancak aşiret-kabile ya şantısı diyebi leceğimiz henüz gel işimin başlangıç sathasında bulunan toplumların özelliğidir. Bizim, üzerinde durmak istedi ğimiz husus, iletilmiş imkanlarını dengeli kullanmak suretiyle siyasi katıl ım, parlamentarizm, empati, benzeşme ve psiko sosyal dinamiklere eşit bir çizgide katılma, gelirden dengeli pay alma ve benzeri eğitim fırsatlarını kullanma, kaderde ve kıvanç ta ortak duygulara katılma gibi vasıfların bir demetidir. Kısacası, milletleşme veya m i llet-oluşturma süreci, milli devlet ve milli kimlikte yakından alakalıdır. Tarihi süreç içinde "klan"dan mil let seviyesine yükseliş, sosyal evrimin en son basamağını teşkil etmektedir. Evrensel leşme veya küresel leşme (globalleşme) gibi görünüşler, daha ziyade geleceğe yönelik ftitüroloj i nitelikli tasavvurlardan ibarettir. Bu bakımdan mil let, sosyoloj ik anlamda günümüzün en önemli gerçeğidir. Yalnız bu Batının malı değildir, ne var ki Batı insan l ık tarihinde bu sürece en erken ulaşmış olan uygarl ık kesimidir. Rönesans ve Reform hareketleri yanında sanayi leşme alanındaki baş döndürücü i ler lemeler u lus-devlet fikrini doğurmuştur. Ulus-devlet, ayni coğ1 07
Orhan Türkdoğan
rafi sahada yaşayan birimlerden "tasada ve kıvançta ortak duy guları paylaşma" şuurunu yaratmıştır. U lus-devlet kimliğine erişmiş bir toplumsal yapıda, önemli husus, standart kültür veya hakim toplum kavramının yerinin belirlenmesidir. Bu bir anlamda farklı etnik yapıların bulunduğu bir toplum sisteminde, homojen niteliği taşıyan grubun belirlen mesi anlamına gelir. Şöyle ki, Standart Kültür bir çan eğrisi dir. Bu çan eğrisinin her iki ucundaki sapmalar, bu standart veya hakim kültürden ayrılmaları gösterir. U lus-devlet esprisi de budur. Ancak, çan eğrisi homojen bir grubu temsil eder. Ülkemizde bu Türk milleti yani asli unsurdur. Türkler, Anado lu'ya tarih-sonrası dönemlerde gelmiş ve damgasını vunnuşlar dır. Hiç deği lse bu topraklar üzerinde, en az bin yıllık madd i ve ınanevi kültür ve medeniyet değerlerine sahiptir. Ü lkenin her karış toprağında kal ıcı, adi l ve insani izleri mevcuttur. Günümüzde çok az topluluklar vardır ki, Türk top lumu gibi bin yıl lık bir tarihi oluşumla aynı topraklarda, ayni insanlar la varlığını sürdünnüş olsun. En güçlü devlet Amerika Birleşik Devletleri'nin bile mazisi beş yüzyıla geçmez. Günü müz Fransa'sında, Fransız ırkına dayalı bir millet de mevcut değildir. Selçuklular bu ülkeyi, Rum Ortodoks (Bizans) kal ıntı larından temizlenmiş, İslam ve Türklüğün ruhunu Anadolu'nun toprağıyla yoğurmuştur. Orta Asya'dan gelen mi lyonlarca Türkmen-Oğuz göçü, Anadolu'yu çok kısa bir süre içinde Türkleştirmiş ve İslamlaş tırmıştır. 1 989 Sovyet Rusya'sında, yetmiş yıllık komünizm rejimi çökünce bağımsızlıklarına kavuşan en az yüz elli m ilyon luk bir nüfus, soluğu Anadolu'da, Türkiye Cumhuriyetinde almıştır. Dünya literatüründe bu hadiseye "Türkiye Cumhuri yetleri" adı verilmektedir. Türk Cumhuriyetleri, Yakutistan'da Kırım Türklerine, Balkar Türklerinden Uygur Türklerine kadar dünyanın en büyük coğrafi alanını oluşturmaktadır. Böylece, büyük bir mucize teşekkül etmiş, günümüzde 250 mi lyonluk bir nüfus potansiyeli mi lyarlarca ki lometre karelik bir coğrafyaya damgasını vurmuştur. 1 08
Türk
Ulus-Devlet Kimliği
Bu oluşum, Türkiye Cumhuriyeti çatısı altında yaşayan top luluklar için en öneml i bir laboratuvar tahlilidir. Bir başka de yimle, eğer bugün ülkemizde standart kültür veya hakim toplum Asya'dan gelen insanların soyunu ve töresini taşıyorsa; buna karşı gelmenin hiçbir anlamı yoktur. Çan eğrisi veya standart kültür -Osmanlı geleneği ile "Mil let-i Hakime"- Orta Asya kül türüne bağlı Türk m i lletine aittir. Bu çan eğrisi, aynı zamanda bazı resmi organ ların yanlış ve kasıtl ı algılamalarına rağmen homojendir. Bu gerçeği, mil letlerarası literatürü biraz karıştır mak suretiyle, gözler önüne serebiliriz. N itekim ABD standart larına göre; "Bir ülke nüfusunun eğer yüzde 80 veya daha çoğu ayni d ine (Katoliklik ve Protestanl ığın çeşitli kol larının toplamı, Yahud ilik veya Japonya'da iç ice geçmiş olan Budist ve Şintoist inançlar) mensupsa veya ayni dili konuşuyarsa o ülke, homojen (türdeş) olarak sınıflandırılmaktadır.4 5 Standart kültürü temsil eden çan eğrisinin bugün yüzde 99'u hem Türkçe konuşuyor, hem de İslam dinine mensuptur. ABD standartları göz önüne alındığında, ülkemiz yeryüzünde homo jenlik vasfını temsil eden ülkeler arasında hemen hemen ilk sıraları işgal etmektedir. Bu çerçeve içinde, Latince ünlü bir söz vard ır; "Cuius regio, eius lingua" yani "hükmeden kimse onun dili geçerlidir. " Bu sö zü değişik bir ifade ile belirtmek gerekirse, "bir toplumda, ho mojen yapıya kim sahipse ve yönetimi de açık rej im şartları altında özgürlükçü ve ferdi irade ile kim temsil ediyorsa onun adı geçerlidir." O halde, Türk m i lleti ve Türk devleti kavramları tarihsel bir gelişimin, kültürel bir oluşumun yansımasıdır. Tür kiye Cumhuriyetinde Türk milleti kavramı, tarihi misyonu ya nında Standart toplum norm ve değerlerini de temsil etmektedir. Sosyoloj ik anlamda m i l letleşme veya m i llet-oluşturma süreci de budur. Hepimiz, bir millet çatısı altında toplanmayacaksak,
43
Arcnd Lijphart. Çağdaş Demokrasi/er: Yirmibir Ülkede Çoğunlukçu ve Oydaşmacı Yönelim Oriinlüleri, Çev. Ergun Özbudun ve Ersin Onulduran, Türk Demokrasi Vakfı ve Siyasi İlimler Yayınları ,Ankara, l 986, s.27.
1 09
Orhan Türkdoğan
Standart kültürü (çan eğrisi) kim temsil edecek? Karşıt görüşler, hem sosyoloj i k bir anlam taşımıyor hem de bölücü ve yıkıcı niteliktedir. Yeni Osmanl ılar, henüz batıda gelişen millet, vatan ve hür riyet gibi kavrarnlara alışık değildirler. En önemlisi "vatan şairi" olarak bilinen Namık Kemal'de dahi "vatan" kavramı henüz bir belirginlik kazanamamıştı . Osmanlının ümmet ideoloj isi içinde temsil ettiği bütün topraklar Namık Kemal'e göre Vatan'dır. Vatan kavramı, sosyolojik anlamda gerçek kimliğine Gökalp'le kavuşmuştur. Ona göre, vatan bir şuurlaşma, bir aydınlanma oluşu mudur. Bu yüzden ne Türkiye'd ir ne de Türkistan. Sonlu yu aşan ve sonsuzu kavrayan bir şuurtaşma veya "Turan"dır vatan. Bazılarının sand ığı gibi Turan bir coğrafya parçası veya Türklerin cihanı fetheden bir Kızı l Elma ülküsü değildir, aksine düşünce sisteminde kendine dönme, şuurtaşma ve aydınlanma d ır. Yeni Osmanl ılar, bu yüzden vatan ve millet gerçeğine bir felsefi sistem olarak u laşamamışlardı. Ancak, Batı'dan bunları iktihas etmek suretiyle "ümmet" kimliğini bozmadan toplum yapısına pompal ıyorlardı. Yeni Osmanl tiara göre; "Anayasa vatandaşl ığı," ümmet şemsiyesine yeni bir görünüm kazandıra bi liyordu. O halde, "anayasa vatandaşlığı" Yeni Osmanlı lar ' da ümmetten millete geçişin i lk hasarnağını teşkil ediyordu. Bu tür bir yaklaşım, o dönemler için belki de en gerçekçi bir yol idi. Çünkü Batıda 1 7. yüzyı ldan itibaren tarih sahnesine gelen mil let-oluşturma süreci, 1 9. yüzyı lda Osmanl ı aydınları için de cazip gel iyordu. Ancak, m i l l i devlet olmadan mil let-oluşturma olgusunun da gerçekleşmesi düşünülemezdi. Oysa Osmanlı henüz ümmet basamağında idi ve üç kıtada hakimiyeti altıda bulunan çeşitli soy, etnik grup ve kültür haklan bir amalgamas yon halinde yönetiliyordu. 1 865'lerden sonra Yeni Osmanlı lar, Genç Türkler ve İttihat ve Terakki gibi kuruluşlar millet kavramı etrafında çok şeyler söyledi ler. Türk Derneği, Genç Kalemler, Türk Yurdu, Türk Ocağı gibi kuru luş ve dergiler, 1 9 1 0- 1 923 yıl ları arasında mil let 1 10
Türk Ulus-Devlet Kimliği
oluşturmanın çok yönlü yaklaşımlarını ortaya koydular. Türk Derneği, Osmanlıdan Türklüğe geçişin tohum çatiarnası ise, Genç Kalemler bu tohumun filizlenmesi, Türk Vurdu ise çiçek lenınesi idi. Cumhuriyet, ümmet fikrini gündemden çıkarmış, yerine millet olgusunu geçirmek suretiyle mil let-oluşturma sürecine resmen karar vermiştir. Cumhuriyet döneminin bazı kararlan üzerinde tartışma yapılabilir. Dinin 1 924- 1 948 yıl lan arasını kapsayan süre boyunca devreden çıkarılmış bulunması bu eleş tirilerden biridir. Ancak, m i lletleşme gerçeğine ağırlık verilmesi ve dil, tarih tezleriyle kimlik oluşturma girişimine yönelinmesi bunlar arasında en önemlilerini teşkil eder. Osmanlı adının "Türkiye" kavramına dönüştürülmesi ve Osmanlı M i l leti 'nin de buna bağlı olarak "Türk milleti" tarzında algı lanması dönüşü olmayan ilerlemelerden biri ve belki de en öneml isidir. Bu bağlamda, "Anayasa vatandaşlığı" veya "Türkiye vatan daşlığı" gibi son günlerde bazı görüşlerin resmi ağızlardan çık mış olması, ya tarihi sürecin sosyolojik gel işiminden haberdar olmadıklarım veya pol itik yaklaşımlar yoluyla hassas dokuyu parçalayarak, kendilerine yeni referans alanı yaratmak hevesin den kaynaklanabilir. Bu nedenle, "Mil let" ve "Ümmet" kavramlarını ve tarihi rollerini çok iyi yorumlamamız gerekmektedir. Aksi takdirde, sosyoloj i k hatalar ve yanılgı lar yanında Kur'an 'ı esas lara da ters düŞen sapkınlıklara yönelebiliriz. Günümüzde, hem millet oluşumunu hem de ümmetleşme olgusunu belirleyen gerçek olaylar mevcuttur. Bu hususu, kendi kültür kodlarımızia açık lamak gerekir. Türk kültür geleneğinde "ümmet" ya "mil let" karşılığı ola rak düşünülmüş veya "ümmet" - m i l let bütünlüğü tarzında ele alınmıştır. Cumhuriyetçiler birinci gruba dahildirler. Onlara gö re, ümmet devri sona ermiş, millet çağı başlamıştır. İkinci görüş taraftarları ise Gökalpçılardır. Gökalp'e göre, "Türk mil letinde niz, İslam ümmetindeniz." Bu nedenle, ümmetie-mil let birbiriy le çelişkili değildir. İkisi bir araya yaşayabi l ir. Bir üçüncü grup lll
Orhan Türkdoğan
da, Türk kültür tarihinde rastladığımız millet (nation) olgusunu reddederek, İslam ' ı, hareket noktası olarak kabul edenlerdir. Kemal istler, m i llet gerçeği dışında ümmet fikrini reddedenler dir. Türkçüler veya m i l liyetçiler ise "ümmet-mil l et" kavramını birl ikte savunan gruplardır. İslamcılar ise, millet gerçeğini dış Iayarak ümmet ideoloj isine yönelenlerdir. 1 9 1 O' lar toplumunda bu her üç grubu birlikte görmek mümkündür. Bugün de durum bundan farkl ı değildir. Ancak, günümüzde, taraflardan birine hakikat payı vermeyi gerektiren olaylar cereyan etmektedir. Sovyetler yıkıl ınca Asyatik Türk Cumhuriyetleri ortaya çıktı. Bunlar, Standart top lumun soy kardeşi ve kültür halklarıdır. Dinleri kadar dilleri, kültürleri, töre ve gelenekleri bizimkileriyle özdeştirler. ürkundan gelenleri, Van'daki Ahlat Selçuk mezarlarını gördü ğünde h iç şaşmaz, bunlar bizim Yenisey taşlarımız, anıtlarımız dır diyebil irler. Bir de, günümüzde Bosna-Hersek ve Çeçenistan'da bağım sızlıkları için mücadele eden topluluklar ve yurtlarından kovu Jan Kosoval ı lar var. Bun lar da bizim ümmet kardeş lerimizdir. Birini diğerine tercih edemeyiz. Her üç topluluk için de mil le timiz maltın ve canını feda etmekten çekinemez. Günümüzde, bu iki oluşum, ayn ı zamanda ümmet ve m i l let kavramlarının birer sosyal gerçek olduğunu, birbiriyle çelişkili bulunmadığım açıkça göstermektedir. Sonra, Hıristiyan olan Gökoğuzlar (Gagauz)lar da var. Bunlar, dinleri farkl ı olmakla beraber Türk olduklarını, Türkçe konuştuklarını ve kendi lerini Türk hissettiklerini açıkça ilan etmektedirler. Bunlar da bizim millet kardeşlerimizdir. Sadece Kemalistler ve Türkçülerin de ğil, İslamcıların da bu insanların sevecekleri inancındayız. Çün kü standart toplumu yeni çan eğrisini oluşturan gruba onlar da dahi ldir. Standart toplum veya hakim kültür, aynı dili konuşan ve aynı d ine mensup insanların tasada ve kıvançta ortak olduk ları inanç ve değerler sisteminin bir yansımasıdır. Bir başka deyimle mil letleşmiş yapıdır. 1 12
Türk Ulus-Devlet Kimliği
Görülüyor ki millet veya m i lletleşme olgusu, ümmeleşmeye karşı değildir. İkisi de bir bütünün parçalarıdır. Bu düşünce sistemine, İslam da tercüman olmaktadır.Zira Kur'an; "Sizi ka vimlere ayırdı k ki birbirinizi tanıyas ın ız." Keza, Peygamberi miz; "Kişi kavmim sevmekle suçlandırılamaz" buyurmuştur. O halde, ümmetten millete giderken "ümmet" gerçeği dışlanamaz. Aynı şekilde, günümüzde İslam dünyasına mensup bazı aydın larının i leri sürdüğü gibi, "mi lletten ümmete" giderken de "mil let" gerçeği dışlanamaz. Macit Arsan EI-Kilani'nin 'mil letten Ümmete" adlı yayınında i leri sürdüğü tez, millet gerçeği redde dilmediği müddetçe geçerlidir. Aksi mümkün değildir. Bir Gagauz'u, bir Çuvaş Türkünü kendi kültür değerlerimiz, kendi soyumuzdan oldukları için severiz, haklarını ararız; fakat bir Arap, bir İranl ı, bir Endonezyal ı, bir Pakistanl ı onların dertleriy le -Müslüman olmadıkları için- hemhal olmayabi lirler. Bugün Gaguzlar ve Çuvaşlar bize sığınmışlar, bizi kardeş bi lmiş ler, bizden yardım bekliyorlar. Biz de kucağımızı açmışız, gençleri ne eğitim imkanları sağlıyoruz, yardım yapıyoruz. Bunlar, mil let birliğimizin bir tezahürüdür. O halde, m i l let gerçeğini redde derek, Kur'an-ı sadece "ümmet" oluşumunu destekler gösterip "kavim" sevgisini dışlamanın anlamı da yoktur. ınguşlar 1 86070'lere kadar Hıristiyan ve Aminİst gibi inanç sistemleri içinde yaşarken Dağıstan'dan gelen Sufı din adamları yoluyla İslam ' ın Sünni mezhebine katılmışlardır.
ı 13
BÖLÜM VII
MİLLETLEŞME VE MODERNLEŞME İLİŞKİ Sİ Bu bölümde, milletleşme-modernleşme kavram çiftini ele alacağız ve buna paralel olarak İslam ' ın yükselişi, yeniden ge lenekselleşme, postmodernizm, fundamentalizm, yeni libera l izmi n doğuşu, nihayet fem ilizm değil de kadın haklarının yük selişi (feminizm) gibi konulara değineceğim. M i l letleşme, her şeyden önce öneml i ölçüde kimlik arama olgusu ile yakından aliikalıdır. B ir topluluk, kendi şuuruna var madığı sürece ınilletleşmesi mümkün değildir. Bu da ancak bir duygu bağı i le veya İbn Haldun'un deyimiyle asabiye şuuru ile mümkündür. M i l liyetçi lik, mil letleşmenin sembolüdür. Bu şuur doğmadan, mi lletleşmenin gerçekleşmesi mümkiin değildir. İşte, kimli k, arama bu şuur hal iyle yakından aliikalıd ır. Etnik kimlik, dini kiml ik, bölgesel ve sosyo-ekonomik kimlikler daha ziyade aşiret-kabile yaşantısının birer yansımalarıdır. M i l l i kim l ik, bütün bu yan-kimlik unsurlarının aşılması tümünUn ortak inanç ve değerler sisteminde birlikteliğidir. Milletleşme ve Kimlik M i l letleşme, her şeyden önce önemli ölçüde kimlik arama olgusu ile yakından aliikalıdır. Bir topluluk, kendi şuuruna var madığı sürece mil letleşmesi miimkün değildir. Bu da ancak bir duygu bağı i le veya İbn Haldun'un deyimiyle asabiye şuuru ile mümkündür. M i l l iyetçilik, mil letleşmenin sembolüdür. Bu şuur doğmadan, milletleşmenin gerçekleşmesi mümkün deği ldir. İşte, kimlik, arama bu şuur haliyle yakından aliikalıdır. Etnik ı 15
Orhan Türkdoğan
kimlik, dini kimlik, bölgesel ve sosyo-ekonomik kiml ikler daha ziyade aşiret-kabi l e yaşantısının birer yansımalarıdır. M i l l i kim l ik, bütün bu yan-kimlik unsurlarının aşılması tümünün ortak inanç ve değerler sisteminde birliktel iğidir. Batı sosyoloj isi ve psikoloj isinde kimlik arama olgusunun, 1 9501erden önce henüz bir d inamiklik kazandığı görüşü i leri sü rülemez. Muzaffer Şerifin; An Outline of Social Psyhcology ad lı eserinde ( 1 949) kimlik kavramına rastlamak mümkün değil dir. Ancak, 1 960'1ar sonrası sosyal psikoloj i ve psikoloj i kitap larında; çocuğun rol-alma, etnik gruplarla özdeşleşme ve top lumsal sınıflarıyla bütünleşmesi gibi çok yönlü süreçlerde, kim likleşme bir boyut olarak karşımıza çıkmaktadır. Örnek olarak Newcomb'un, Social Psychology adl ı eserini ( 1 96 1 ) verebil iriz. Kimlik aramanın anahtar kavramı, ayni leşme veya özdeş leşmede 1 960'1ar sosyoloj isinde, cemaat-cemiyet tipleştiri lmesi biçiminde, daha ziyade kimlik belirleme süreci olarak yerini al maktadır. Merton ve Nisbet, tanınmış Alman sosyaloğu Ferdinand Tönnies'in ünlü eseri; "Gemeinschaft und Gessselschaft" adl ı eserme dayanarak, cemaatlerde kiml ikleş menin güçlü olduğunu, cemiyetlerde ise daha zayıf bulunduğu nu açıklıyordu ( 1 96 1 ). Ancak, bu dönemde Tamotshu Shibutanı Society and Personality adlı bir kitabında, kimlikleşmeyi (identification), Benlik-Kavramı ile bağlantı lı olarak ele alıyor du. 1 950'lerden 1 980'lere kadar psikoloj i alanında güçlü bir akım olarak ortaya çıkan davranışçı yaklaşım, Skinner'in yerin de teşhisiyle hem psikoloj iden ruhu kovuyor, hem de psikoloj i yi hayvan davranışının bir ilmi olarak algı lıyordu. Davranışçı yaklaşımın çağdaş psikoloj iye belki en önemli katkısı, kimlik kavramının belirlenmesi alanında olmuştur. 1 980' lerden sonra da sosyoloj i ve antropoloj iye kimlik sorununun taşındığına tanık olmaktayız. B. Güvenç'in Türk Kiml iği, her şeyden önce bu geçişin anlamlı bir örneğini teşkil eder. Ferdi ve kişisel kim l i kten m i l l i-kültürel kimliklere yönelmiş, konunun sosyo antropoloj ik boyutlarını göstennesi bakımından önemlidir. 1 16
Türk Ulus-Devlet Kimliği
Özell ikle, Antropolog, Claude Levi-Straauss'un 1 974-75 yıl la rında ele aldığı kimlik semineri 1 977 yılında yayınlanmıştır.46 Böylece, kimlik konusu antropoloj i ve sosyoloj ide yerini almış tır. Ancak, kimliğin günümüzde sosyal dinamiklik kazanmasın da en önemli etken, yine de Merton ve Nisbet'in belirttikleri gi bi, teknoloj ik i lerleme ve hızlı sanayileşme sonucu, eski daya nışmacı yapı ların yıkılınası karşısında, toplulukların yeni ipuç ları yakalamak suretiyle kendi lerine dönüş yapmalarıdır. Kimlik meselesi, millet ve mil liyetçilik kavramlarını da da vet eder, demiştik. Nitekim Ernest Gellner, "Milletler ve Mi lli yetçi lik" adlı eseriyle, bu hususa açıklık kazandırmıştır. Gel Iner, bu eserinde m i l leti baz olarak almış, onun üst ve alt kısmını ise millet-altı ve millet-üstü olarak belirlemiştir. M i llet-üstü kav ramlar; evrensellik, hümanizma ve küreselleşmedir. M i llet-altı kültür ise, daha ziyade etnik ile yoksul luk kimliğini temsil eden alt gruplar olarak iki kategoride incelenmiştir. Gel iner de milliyetçil iğin modern dünyanın kendine özgü şartlarından doğduğunu, bunun da kimlik sorununu gündeme getirdiğini bel irtmektedir. Anthony D. Smith'de, M i l li Kimlik adl ı eserinde (National ldentity, 1 99 1 ), kiml ik olgusunu tam anlamıyla sosyoloj inin malzemesi haline getiriyordu. Buna göre, eserde m i l l i kimliğin etnik temeli, milliyetçilik ve kültürel kimlikler, ayrı lıkçı lık ve çoğulcu-mil liyetçilik, mi lli-kimlik sonrası mı? gibi konular ele alınmıştır. Türk sosyoloj isinde kimlik olgusunun gündeme gelmesinde ebetteki Batı sosyoloj isinin etkileri yanında, bir takım toplum sal gerçeklerin de hesaba katılması gerekir. 1 968 1 er sonrası Marksist ideoloj isinin enternasyonalizm nitelikli eylem biçim leri, ülkemizde mezhep, soy ve kültür bölücülüğünü hazırlamış tır. Katılımcı demokrasinin gelişmesi de, siyasallaşmayı hızlan dırmış, böylece etniklik şuurunun dinamiklik kazanınası sağ-
46
Bozkurt Güvenç, Türk Kimliği, Kilittir Bakanlıgı Yayınları, Ankara. l 994,
s.5-6. ı ı7
Orhan Türkdoğan
lanmıştır. Elitist kadro yanında, siyasal partiler bu sosyal hare ketl i liği bilinçli olarak teşvik etmişlerdir. Ayrıca, iç ve dış göç ler, bu ayrılıkçı güçlere yeni referans çerçeveleri oluşturmuş ve azınl ık-etniklik duygusunu pekiştirmiştir. Görülüyor ki; günümüzde "kimlik" ya da "özdeşlik" konu sunu sosyologlar için i lgi çekici kılan gelişme, fertlerin kendile rini sadece bir başkası, başkaları, bir grup veya bir kategori ile özdeşleştirmekle yetinmemeleri, fakat kendi leri i le o bütün lük(ler) arasındaki bağiantıyı mümkün kılan süreci sağlamakla gerçekleşebilmiştir. Bu süreç (enstrüman) ferdin cinsiyeti ise sözgelimi bir kadın kendini artık sadece diğer kadınlarla "tam aynı" görmenin ötesine gidip, kendini "kadınlık," "kadın olma" sürecini kendisi ile özdeş görmek ve kendini sonuçta "kadın" olarak tanımlamaktadır. Bu süreç (enstrüman), ferdin etnisi ise, sözgel imi bir Gürcü kendini artık sadece diğer Gürcülerle "tam aynı" görmenin ötesine gidip "Gürcülük", "Gürcü olma" süreci ni kendisi ile özdeş görmekte ve kendini sonuçta "Gürcü" ola rak tanımlamaktadır. Bu süreç, bir enstrüman ferdin d ini ise, sözge l imi bir Müslüman kendini artık diğer Müslümanlarla "tam aynı" görmenin ötesine gidip, kendini "Müslüman o lma" "Müslümanl ık" süreci i le özdeş görmekte ve kend ini sonuçta "Müslüman" olarak tanımlamaktadır Böylece, inşalarımızla bir yandan insan i potansiyelimizi güncelleştireceğimiz bir kanal bulmuş oluyoruz, bir yandan da insanlarımızia ürettiğimiz kimliklerimiz güçleniyor, pekişiyor, yaptiaşmaya başlıyor. Böyle bir yolu izlerken, aynı zamanda ferdi inşalarım ızla kolektif bir bütünlüğün (entity) yaratılmasına katkıda bulunmuş oluruz. Görülüyor ki m i l let, d in, etni gibi ayırırncı unsurlar birer dolayım enstrümanlarıdır. Bunlar kimlik inşalarında önemli rol oynarlar. Hedef olarak da, gelenekselleşme ve kurumlaşma yoluyla da küresel leşen bir dünyada bütünleşınemize katkıda bulunurlar. Bu açıdan meseleyi incelemeye çalışalım.
1 18
Türk Ulus-Devlet Kimliği
Milletleşme Türk toplumu, temelde "tek kültür" devleti diyebileceğimiz bir yapıyı temsil etmektedir. Ü lke çapında kitle iletişim araçla rının etkin bir biçimde kullanılması, bölgelerarası sosyal hare ketliliğin yoğunluk kazanması, kentleşme ve endüstrileşmenin coğrafi alanlara yayılması, standart kültür ve eğitim kal ıplarının okul-öncesi ve okul çağlarındaki gençler üzerindeki uygulan ması, etnik özelliklerden dil, kültür, gelenekler ve iktisadi statü deki yansımaları engelleyebilir. Önemli olan, sanayi leşme ve kentleşme süreciyle uyum sağlayacak biçimde sosyal seferber lik güçlerini gündeme getirebilmektir. Aksi takdirde, bunlar arasındaki sosyal bütünleşmenin sağlanamayışı veya birinin ötekinden hızlı gitmesi "millet-yapma" (nation-bu i lding) yerine, "millet-tahribine" yol açabilir. Karl M. Deutsch kültürel asimi lasyon (benzeşim) ve sosyal seferberl iği (mobilization) iki so yutlama süreci olarak görmüştür, iki süreç arasındaki denge temel etkendir. Eğer kültürel benzeşim, sosyal seferberlik kalıp larından ileri giderse, herkes kendi halkı içinde bütünleşecektir. Eğer sosyal seferberlik hızlı gider, kültürel benzeşim yavaşlarsa bu defa zıddı ortaya çıkabilir. O zaman, millet-yapma süreci, şüphesiz m i llet-tahribine yol açabilir. Ü l kemiz, bugün, bu oluşumun ıstıraplarını yaşamaktadır. Bu da, sosyolojik anlamda milletleşme olgusunun henüz gerekli düzeye ulaşamamasından kaynaklanmaktad ır. Görülüyor ki m i l li kimliğin oluşması veya milletleşme süreci, günümüz sos yoloj isinin bugün en ziyade üzerinde durduğu konulardan biri dir. Ü lkemiz tek-kültürlü devlet (üniter) olmakla beraber, sosyal seferberlik gücünün etkin bir biçimde kul l anılamaması sonucu, bugün parçalı bir toplum görünümüne acıkmış izlenimi yaratan lara fırsat tanımaktadır. DPT'nin M i l li Kültür Komisyonu, 1 980'lerden sonra gerçe ği isabetle sezinlemiş ve sosyal seferberliğin önemine değinerek şu görüşleri i leri sürmüştür; " Ü lkemizde genel ve yaygın kültür birl iği ve bütünlüğü sağlanması şarttır. Ulaşım ve haberleşme imkanlarının sınırlı ve gelişınemiş olması yüzünden, çeşitli 1 19
Orhan Türkdoğan
yerlerde birliği bozucu mahiyette kültür farklılıkları baş gös termiştir.''47 DPT, kültürel farklılaşmanın yoğun olduğu bölge lerde -belki buna katı bölgeler diyebiliriz- kültürel diriitme ha reketine girişilmesini önermektedir. Aslında bu süreç, sosyal mob i lite dediğimiz ve DPT'nin "kültürü tanıma ve ona katılma" eğiliminin bir parçasını oluşturur. Millet-yapma süreci, DPT'nin deyimiyle "sosyal bütünleş me," bir devletin sınırları içinde yaşayan insanların egemen değer yargılarını benimserneleri ve bunu tutumlarıyla yansıt maları olarak algılamaktadır. Bir başka deyimle, m i lletleşme, bir sosyal sistemin unsurları veya bir milletin mensupları ara sında ortak tutum ve davranışları belirleyen karşılıklı bağımlı lıktır. Türkiye, milletleşme süreci içindedir. Altı yüz yılı aşan bir imparatorluk dönemine rağmen, milletleşıne olgusunu belirli ta rihi gelişim süreci içinde gerçekleştirememiştir. Bunda, kuşku suz ümmet pol itikasının etkisi büyük olmuştur. Modern m i llet ler, özell ikle Batı toplumları bu gelişimi Fransız Devrimiyle bundan en az iki yüz yıl önce gerçekleştirilmelerine rağmen, Osmanl ı toplumu Asrı Saadet'ten sonra belki de islam uygarlık alanı içinde ilk ümmet ilkesine dayalı kuruluşu oluşturmaktadır. Ümmet ideoloj isi yörüngesinde, devletin teşkili, tarihsel süreç içinde desteklenmiş, Arap dünyasında rastladığımız gibi bir kavim şuuruna (asabiye) gidilmemiştir. Emeviler ve Abbasiler, İslamiaşma tezini gündeme koyarken, aynı zamanda İslamlığı fethe çıktıkları ülkelerde "Araplaştırma" ideoloj isini de yay makta ısrarlı olmuşlardır." Emevi ler (66 1 -750), bir yanda savaş ta tutsak fethedilen ülkelerde öteden beri oturmakta olan halkla rı, Maval i olarak tanıyorlardı. Mavali olmak, hem dinlerini değiştirmeyi hem de Arap d i l ve kültürünü benimserneyi gerek tiriyordu. Bu sürece, Fazlur Rahman "Arapçılığın İslami leşti-
47
DPT, Milli Kültür,DPT Yayınları,Ankara, 1 984, s. 1 38.
1 20
Türk Ulus-Devlet Kimli�i
rilmesi," Seyyid H. Nasr da " İslam ' ı n m i l l i leştiri lmesi" diyor du4s . İbn Haldun, Araplarda yaygın olan ve günümüz anlamıyla kavim şuuru, sosyal dayanışma veya Charles l sawi'nin de belirt tiği gibi, Esprit de Corps anlamına gelen asabiye ideoloj isini, tarih tezine ana motif olarak işlemiştir. Kur'an'da asabiyet söz cüğüne rastlanmıyor. Sadece, insanlar veya cemaat anlamında usbe sözcüğü geçmektedir. Ancak, hadislerde az da olsa rastlı yoruz; "Asabiyet, zulmeden ve haksızlık yapan b irine yardımcı olmaktır." Bu da, Cahi liye devrinin asabiye anlayışına set çeken İslami bir davranıştır. Oysa İbn Haldun'da asabiye teorisi en hareketl i bir kavramdır. Hem soy hem de sebep asabiyesi ile İbn Haldun, tarih felsefesini sistemleştirirken, kabile/aşiret asa biyesinden kent asabiyetine bir i lerleyiş olduğuna d ikkatlerimi zi çekmiştir. Toplumlar, Serberilikten Haderi hayata geçerken, asabiyetleri zayıflar ve tarih sahnesinden silinirler. Böylece, kemale eren her asabiye zevale ermekle de son bulur. Mamda, Şu'ubiyye akımı, asl ında Arap m i l liyetçil iğine bir tepki olarak doğmuştur. Genel olarak, Şu'ubiye Arapların diğer kavimlerden daha üstün olduklarına karşıt bir düşünce sistemidir. Tanınmış Oryantal ist Goldziher'e göre, Şu'ubiyye Kur'an ve sünnetin emirleri doğrultusunda halis Araptarla onların dışındaki diğer M üslüm an milletiere eşit davranı lmasına davet eden düşünürler . ve yazarlar topluluğudur. Arap m i l l iyetçi liği, islami misyon altında M ısır, Suriye, İranit Karini ailesi, Büveyhi ler, Türkistanl ı Afşin beyler, Fas, Tunus, Cezayir, Büyük Satıra, Güney Libya, İfrikiya ve Moza Araplar gibi çok değişik ve renkli ırkları bel irli bir süre içinde Araplaştırmayı başarın ışiard ır. Oysa Anadolu Selçukluları ve Osman lı pol itikasında gözle nen Türkleştirme ve İslamiaştırma kültür kodları, Arap mil l iyet çiliğinden tamamıyla farklı bir doğrultuda gelişmiştir. Türkleş-
4"
Fazlur Rahman, "Arapçanın İslamileştirilmesi'', Islami Araşiırma/ar Dergisi,
Ci lt: 4, Sayı: 4,
1 990
121
Orhan Türkdoğan
tinne, daha ziyade Orta Asya'dan göç eden Türkmen ve Oğuzla rın fethedi len topraklara yerleştirilmesi anlamında kul lanılmak ta4 9 Bu anlamda, İslam iaşma aynı zamanda Türkleşrnek demek tir. Aynı süreci, Cahen'in Anadolu'da Türkler adl ı eserinde de izleyebi liriz. Gerek bir iskan ve kolanizasyon olarak vakıflar ve temlik ler ile dervişterin kurduğu tekke ve zaviyelerin manevi yoldan hizmetleri, gerekse sürgün ve Acemi oğlan toplama ve din de ğiştinne (ihtida) gibi iç etkenler, temel felsefe olarak İ slamiaş tırma esprisine dayalıdır. 1 900'lerde, Türk toplumunda Genç Türklerle gündeme ge len Türkçü akımların özünde, Bati tipi bu milliyetçi akımların derin izlerine rastlamamak mümkün deği ldir. Ümmetçiliği tem sil eden İ slamcılar ile milleti temsil eden Türkçüler arasındaki yanı lmalar da bu dönemlere başlar; İ slamcılar, belirli bir coğ rafya ve m i l let oluşumunu reddetmekle sosyal gerçekten uzak laşmışlardır. Türkçülerin bir kesimi de, laiklik kodu doğrultu sunda ümmetçilikten uzaklaştıkları için Batıcı kalmışlardır. Ancak, Ziya Gökalp bu iki uç arasında bir sentez kurmak sure tiyle bütünleşmeye gitmiştir. Böylece, Gökalp ümmet ile m i l let arasında bir zıttaşına değil, bir bütünleşme olduğu tezini savu nacaktır. Ancak, Kemalist ideoloj i Gökalp'in ölümünü müteakip üınmet yerine laik kodu yerleştirmek suretiyle, daha çok Batı esprisine uyun bir yol tutmuş olacaktır. 50 Kısacası, mil letleşmenin felsefesi, fertterin içinde yaşadık Iarı toplumla birlikteliği, bütünleşmesi ilkesine dayanır. Bunun gibi, m i llet düzeyine u laşmış bir toplumda sosyal katılma, yani tebaa durumundan yurttaş duruma geçiş vardır. Aynı şeki lde,
49
T.S. Eliot, Edebiyat Ü zerine Dilşilnceler, (Çev.: Sevim Kantarcıo�lu), Killtilr Bakanlı�ı Yay., Ankara 1 990. .. 50 M illi kavramı, ilk kez. resmen 1 9 1 2 yılında kurulan; Mildafaa-i Milliye Cemi yeti"nde kullanmıştır. Bu cemiyet, millet kelimesi Tilrk anlamına gelmese de. eski Osmanlılık ve Islamlık kavramlarının yerine millet kavramını getirmeyi amaçlı yordu (Ahmad Feroz, Ittihat ve Terakki, Sandcr Y ayınevi. Istanbul, 1 97 1 , s.239).
1 22
Türk Ulus-Devlet Kimli�i
örgütlenme yapıya egemendir. S iyasal parti ler, sendikalar, mes leki kuruluşlar gibi çok çeşitli sivil toplum unsurlarının gel iş mesini de, bu m i lletleşme sürecinin bir yansıması olarak kabul edi l ir. Mümtaz Turhan'a göre, millet-olma; milliyetçilik, halkçı lık ve cumhuriyetçi liktir. 5 1 Sosyoloj i k anlamda m i l let olma veya tarihi m i l let oluşumu, son yıllarda, Türk sosyal bilimcileri arasında da tartışma konusu yapılmaktadır. Bu ortak nokta; l ) Devlet kurabi lme yatkınl ığı 2) Bünyesinde öbür halkları eritebilme 3) Dış saldırı ve işgallere direnebilme gücü olarak sıralanabilir. 5 2 DPT'nin teşhisiyle, mil letleşme süreci ancak, "bir devletin sınırları içinde yaşayan insanların değer yargılarını benimseme/eri ve bunu tutumlarıy la gerçekleştirebilme/eridir. " Baykan Sezer'e göre, bunun sınır ları öteki halkları asimile etme noktasına kadar uzanabilir. Bu oluşumda, demokratikleşme sürecinin de katkısı unutulmamalı dır. Günümüz siyaset sosyal bilimcileri, siyasal toplumlaşma adını verdikleri bir olgudan söz açmaktadırlar. Buna göre, siya sal parti ler ve öteki demokratik kuruluşlar da, tıpkı toplum gibi fertleri ortak inanç ve kanaatler, özellikle eşitli k, özgürlük, sos yal adalet ve halkın kendi kendini yönetmesi biçiminde temel ilkeler etrafında uyum sağlayacak kişi ler olarak bütünleştirmek tedir. Böylece, siyasal partiler çok sayıda insanı siyasal katıl maya yöneltir ve sosyal sistemle güçlü bir ilişki içine sokar. Örnek olarak ABD'de partilerin, siyasal istikrarı sağlamada ve m i l li kültürlerle bütünleşmede olumlu rol oynadığını burada zikredebiliriz. Böylece, toplum ve onun siyasal kültürü, parti fonksiyonlarını bel irleyeceği gibi, partilerin fonksiyonları da toplumun ve kültürün bütünleşmesinde, değişmesinde etkin rol oynar. Günümüzde, katılımcı demokrasi sözcüğü i le anlaşılan da, siyasal partilerin bu tür milli birlik bi linci etrafında kitleleri bütünleştirmesid ir.
51
Mümtaz Turhan, Atatürk like/eri ve Kalkınma Cilt: /. Şehir Matbaası, Istanbul, 1 965, s.422-423 52 Baykan Sezer, Türk Sosyo/ojisinin Ana Sorunları,İ.Ü. Sosyoloji Yıllı�ı 1 4, Istanbul Üniversitesi Yayınlan, Istanbul, s.32.
1 23
Orhan Türkdoğan
Bazı araştırmacılar bu noktada, "mi l li özdeşleşme" sürecini de kullanmaktadır. Burada en önemli sorun, kişilerin kendilerini ne ölçüde milli bütünlüğün bir parçası saydıklarını tespit etmek tir. Eğer toplumun fertleri kendilerini milli devletin birer üyesi saymıyor, ona bağlı h issetmiyorsa, siyasal gelişim çok ıstıraplı ve sürtüşmeli bir süreç olarak belirecektir. Çünkü toplumun fertleri m i l li meseleler karşısında kayıtsız, ilgisiz kal ıp, kendile rini yalnız kendi bölgesel çerçevelerine ve i lkel kurumlarına karşı sorumlu hissederler. Bun lar alt-milli kiml iğe bağlılığı oluştururlar." 53 M i l li kiml iğin, açıklanan bu etkenler karşısında, istenilen seviyede oluşamaması, I 980'ler sonrası Türk toplum yapısının atomize olmasına, parçalanmasına neden olmuştur. Hatta sorumlu devlet yöneticileri ve akademisyenler tarafından ileri sürülen 27 veya 47 etnik gruptan söz açılması, sadece Gü neydoğu bölgesinde I 7 alt kültür gruplarından bahsedilmesi ülkemizde, m i l li kiml iğin yanılması denilen bir süreci gündeme getirmiştir. Etnik partilerin kurulması, etniklik bilincinin ülke sathına yayı lmasına ve İttihat ve Terakki dönemi bir çeşit Balkanizm hareketlerinin içine çekilmesine neden olmuştur. Sosyoloj ik açıdan eğer bir toplumun fertleri, ortak duygu larda birleşemiyor, yurt sathında tasada ve kıvançta bir ve bütün olarak yürekleri çarpmıyorsa, kurumlar arası organik bağl ılık ve bütünleşme sağlanmamışsa, devletin yasal gücü toplum katla rında etkinliği duyuramam ışsa ve milli gel irin dengeli bir bi çimde dağılımı gerçekleştirilememişse o takdirde milli kimliğin varlığından söz açı lamaz. Zenci-beyaz çatışmalarının yoğun luk kazandığı I 950'ler sonrası Amerika Birleşik Devletlerinde, Daniel Beli, henüz m i lletleşme sürecinin gerçekleşeınediğini tartışma konusu yapmıştır. Elbette, dünyada h içbir toplum ve ülke yoktur ki saf, homo jen kiml iğini muhafaza etmiş olsun. Sosyoloji ancak, bu tür top lumların yakın kan akrabal ığı bulunan aşiret kuruluşlarında o la-
53
Ahmet Yücekök, Siyaset 'in Toplumsal Tabanı, Siyasi Bilgiler Fakültesi Yayın ları,Ankara, 1 987
1 24
Türk Ulus-Devlet Kimliği
bileceğini kabul eder. Osmanl ı toplumu, ümmet ideoloj isiyle, birçok etnik ve azınlık gruplarını bir mozaik biçiminde bir ara da tutabilmiştir. 54 Bu da Toynbee'nin yerinde teşhisiyle, üzerin de altı yüz yıl l ık güneş eksitınediği bir imparatorluğun ürünü olmuştur. Bu bağlar, yinninci yüzyılın başlarında çözü lmüş, yeni sosyal mobil ize güçlere yerini terk etmiştir. Eski bir kav ramı yeniden d iriltmek ve tüm fonksiyonlarıyla uygulama ala n ına aktarmak oyun kurallarına zıttır. Ancak, m i lletleşme süreci i le dini değer ve normların birbirlerini pekiştirrnek açısından devreye sokulması yeni bir sosyal iyi leştirme yöntemidir, İslam, bütün inanların kardeş olduğunu ve tarak dişi gibi birbirleriyle eşitlik ölçüsüne göre bağlı bulunduğunu, sosyal gerçeğin dina mik bir yasası olarak kabul etmektedir. O halde, sosyal kimliğin oluşumunda dini devre dışı bırakmak, Batı tipi sekülarize de ğerlerin peşinden gitmek demektir. Türk aydınının büyük çapta, Batı norın ve değerleriyle bi çimlendirilmiş bir bakış açısına sahip olması nedeniyle, meto dotoj ik bakımdan olayları analiz etmesinin objektif kıstaslara dayandığı tezi ileri sürülemez, İslam evrensel bir dindir. Rengi, ırkı, dili ve kültürü ne olursa olsun, bütün insanlığa hitap eden bir mesajı taşır. Bu nedenle, eğer evrensel ve hümaniter değer ler peşinde koşuyorsak, her şeyden önce, İslam ' ın bu kimliğini bir sosyal gerçek olarak görmekte yarar vardır. Cemi! Meriç'in isabetle belirttiği gibi: "Biz ki başlan aynı kitaplara eği lmiş kimseleriz. B izden yakın akraba mı olur?" İşte Marndan kaynaklanan evrensellik mitosunu burada aramak gerekir. Batının evrensel ve hüınaniter değerlerinde sadece ve sadece Hıristiyan lık veya seküler değer ve inanç sistemleri kokmaktadır.
ı• Kur'an'da geçen Ommet'in (halk, cemaat), bazıları tarafından Arapça Omm yani
anne ile aliikalı oldugu söyleniyorsa da aslında ıbranice veya Ararniceden alınması muhtemel. Ümmet, lsliim öncesi dönemine aittir. Bemard Lewis, lsltinıtn Siyasal Dili,Rey Yayıncılık.lsıanbul, 1 992, s.33-35. 1 25
Orhan Türkdo�an
Modernleşme ve İslam Modernleşme Batı değer ve norm larının toplumumuza akta rıl masının itici gücü olmaktadır. Türk Batılaşma tezi, antropolo jik deyimi ile bir akültürasyon sürecidir. Killtürleşme anlamına gelen bu kavram, iki farklı toplumun kültür değerlerinin etkile şimi sürecidir. Akültürasyonda önemli unsur, egemen kültürün etki alanına aldığı toplumu biçimlendirmesidir. Bu nedenle, Türk Batılılaşma tezi, temelde Batı norm ve değerlerine uyum sağlamaktadır. Oysa bu tür bir etkileşim, tüm değerlerin Batıdan geldiğini kabul etmek gibi yaratıcı olmayan, taklitçi bir eğil i min ortaya çıkması demektir. Batılılaşma karşısındaki tutumumuz ne olmalı idi? Bir İs lcim ınutasavvıfının belirttiği görüşünü kullanmak gerekirse, şöyle bir yol izlememiz uygun olurdu. Bu büyük veliye göre; "Dünyada olalım fakat dünyalı olmayalım." Biz de diyoruz ki; "Batıda olalım, fakat Batıl ı olmayalım. "Tanzimat'tan beri tutulan yol, bu çizgiden kayarak Batıetiaşma biçiminde tecel l i etmiştir. Eğitim v e öğretim sisteminden tutunuz da, tüm dünya görüşü ve kogn isyonlarımız adeta Batı'ya göre monte edilmiş tir. Doğu, bütün kültür mirası ve değerler sistemiyle d ışlanmış, arka plana iti lmiştir. Gökalp'ten beri Batılaşma, modernleşme teziyle eş anlamda kul lanılmıştır. Tanzimat döneminde, "sivi lize" olmak eği l imi 1 900lerde yerini asrileşmeye terk etmiştir. Günümüzde de, S. Eisenstdat'ın belirttiği üzere tüm Üçüncü Dünya ülkelerinde, modernleşme, batılı laşma ile eşdeğer tu tulmuştur. Bir kültür antropoloj isi kavramı olan modernleşme, günü ınüzde hızlı sanayileşme ve teknolojik değişme süreci sonucu, bu kimliği büyük ölçüde yitirerek adeta bir hayat tarzı, bir dün ya görüşü haline gelmiştir. Böylece, modernleşme siyasal, sos yal ve ekonomik alanda kitleleri etkilerneye başlamıştır. Bura da, Ernest Geliner'in Nations ve Nationalism ad lı eserinden kaynaklanan bir görüşe dayanarak konumuza derinlik kazandı rabiliriz. Gellner'e göre; "Geleneksel (sanayi öncesi) toplumlar da insanların kiml iklerinin daha çok yapısal bir temel i vard ır. 1 26
Türk Ulus-Devlet Kimliği
Bir insanın kim olduğu nisbeten sabit ve gtiçlti bir aile ve akra ba yapısıyla belirleniyordu. Fakat modern sanayileşmiş toplum larda bu geleneksel düzen artık geçerli olamıyor. Çünkü sanayi toplumlarının ana teması, sürekli değişme ve yenileşmedir. Değişme üzerine inşa edi len bir düzenin fertleri de sabit değil, hareketli olmak durumundadır. Modern toplum; kültürel anlam da homojenize edilmiş bir yapıya sahiptir. Yani geleneksel top lumdan modern topluma geçerken kültürel anlamda bir eşitleş tirme meydana gelmektedir. Böylece, modern toplumda artık yapı deği l, ktilttir ön plana çıkmaktadır. Bu da modern toplum larda insanların kültürel şuurunu, geleneksel toplumda görül medik bir biçimde güçlendiriyordu. Ancak, kültürel unsurlara bağlı bir kiml ik, nispeten sabit olan bir yapıya yönelik bir kim liğe nazaran daha bulanık, tanınması daha zor olan bir boşluk, köksüzlük ve gerçeksizlik hissine yol açar." 5 5 İşte, bu güvenil mez duruma karşı milliyetçilik ve din duyguları bir tepki unsuru olarak gündeme gelmektedir. Geliner'in modernleşme tezinin ana felsefesi burada yoğunlaşmaktadır. Geliner için milliyetçilik (yani aynı milli veya kültürel vasıfları paylaşan insanlar, aynı siyasi iktidarı, aynı devleti paylaşsınlar ilkesi) hem modern topluma muhtaç olduğu kültürel homojenliği sağlamış oluyor, hem de kimliğini kültür olgusuyla bütünleştiriyor. Ancak, mil letleşme süreci, sosyolojik anlamda ülkemizde gerçekleşmediği için bu m i l l iyetçilik bağı, etnik bilinçlenmeyi törpü lemiş ve 1 980'1er sonrası ortamın doğmasını hazırlamıştır. Gellner'in, bu modernleşme süreciyle bağlantı l ı olarak, ikinci tezi d ini duyguların uyan ışı idi. Çünkü din aynı zamanda kültürün çok önemli bir unsuru oluyordu. "Aile, akraba ve yö resel bağların hızla zayıflayıp ve yapısal bir kimlik zemininin kaybolmaya başladığı bir dönemde, özellikle 1 950' 1 er sonrası ve ona bağlı olarak insanların daha açık bir şekilde kültürel
ss
Emest Ge liner, Nations and Nationalism,NY: Comeli University Press, 1 983; Elizabeth Özdalga, "Türkiye'de lshimın Uyanışı ve Radikalleşme Üzerine", Iskimi Araştirmalar Dergisi, Cilt:4, 1 990, s.57-60.
1 27
Orhan Türkdoğan
değerlerine sarılmaya başladığı bir ortamda- dinin ön plana çıkması normal bir gelişme olarak değerlendirilmelidir." Görülüyor ki, Türkiye'de d ini canlanma, yapısal bir sürecin ürünü olup, modernleşmenin belirlediği sorulardan kaynaklan maktadır. Hem m i l liyetçilik hem de d ini uyanış geleneksel lik ten modernleşme sürecine geçerken, ortaya çıkan sosyal gergin likler karşısında, insanlara bir tutanak, bir dayanışma noktası teşkil etmektedir. Son yıllarda; İslami okullaşmanın yoğunluk kazanması, yerli ve yabancı İslami yazarların eserlerinin önem li oranda tel ifı ve çeviri leri, İslami siyasal partilerin güçlenmesi ve İslami okullaşman ın yoğunluk kazanması, İslami siyasal odak noktalarının güçlenmesi ve İslami medyanın kend ini h is settirmesi, bu Batı tipi modernleşmenin doludizgin gidişine bir tepki olarak yorumlanmalıdır. Bu bir reaksiyoner hareket değil dir, tüm İslam ülkelerinde, Batının sömürgeci ve oryantalist eğilim l i politikalarına karşı İslam' ın yüceltilmesidir. Şerif Mardin, aynı şekilde: Nurcu hareketin kendini mil let ler arası alanda ortaya koyuşunun ülkedeki Cumhuriyetçi mo dernleşme, hareketinin dorukta olduğu zamana denk düştüğünü söylemekle konunun isabetli liğim dikkatlerimizi çekınekte dir. 56 Spuler de, Nurcu hareket ile modernleşme arasındaki ba ğıntıya değinmektedir. 5 7 I 923'den sonra, Kemalist ideoloj inin dini dışlayan laik kültür kodu karşısında, kişilere kendi kültürle ri çerçevesinde bir yol bulma imkanı sağlayan kök paradigma olarak Nurculuk, İslami canlanışın simgesini oluşturur. Nurcu hareketin, gücünün bir bölümünü de Cumhuriyet döneminin bazı başarısızlıklarından aldığı hususunu belirten Mardin'e göre; "Bu başarısızlıklar arasında önde geleni, Cumhuriyetçi laik ideoloj inin bir dünya görüşü olarak İslam ' ın yerini alamama sıyd ı . Söz konusu başarısızlık, Batı medeniyetinin artık bir ye-
16Şerif Mardin, Beddiiizzaman Saidi Nursi OlayıModern Türkiye 'de Din ve Toplum sal Değişim, Ikinci Baskı. ,İletişim Yayınlan.lstanbu1, 1 992, s.45. 57Supler,C. Nurculuk. Bonner Orietnalische Studien. 1 973, s. I 00- 1 72, Zik. Şerif Mardin.. 1 28
Türk U lus-Devlet Kimliği
ni lgi olarak algılanmaya başladığı, sanayi toplumuna özgü bir olgu olarak güçlü inanç bağlarının yokluğu ve bezginl ikle para leldir." İslami uyanış, modernleşmenin batılılaşma eğil im leriyle, Resmi teorinin dini dışlayan girişim lerine karşı bir tepki olarak doğmaktadır. Her iki standart davranış biçimleri de, sekülarize edilen norm ve değerler sistemine karşı İslam kimliğinin kişiyi atomize olmaktan kurtaran dayanışmacı yapısına yönelikti. Bu oluşum, Batıdan kaynaklanmak suretiyle -İran radikalizmi de göz önüne alınırsa- fundamentalist yorumlara yol açm ıştır. Oysa fundamentalizm bir Hıristiyan kavramıdır, İslam ' da yoktur. Bu kavram, muhtemelen bu yüzyılın başlarında, bel l i bazı Protestan kilise ve teşkilatlarını ve özellikle de İncil'in gerçek ilahi kay nağını ve doğruluğunu iddia ve muhafaza edenleri temsil etmek üzere ku llanı lmaya başlanmıştır. Fundamentalistler, bu şekilde, incil'e eleştirel ve tarihi açıdan bakan liberal ve modernisı din bi lginlerine karşı çıkarlar.5 8 Kısacası Amerika'da fundamentalizm, İnci l'in daha dar ve liberalisı bir yorumudur. Daha ziyade, geleneksel H ı ristiyan ahlakı üzerinde yoğunlaşan ve Protestanlığın anti modernisı biçimlerine yönelik bir akımıdır. Seyyit Hüseyi n Nasr'a göre, fundamentalizmin bu özellikleriyle, bugün İslam' da tasnif edi len olguların pek az i lgisi vardır. Fransa'da fundemantalizmin kapsadığı anlamları dile getirmek için kullanı lan integrisme kavramı, hayatın tamamını dinleriyle bütünleştirmek ve dinleri ni de hayatın bütün yönlerine nüfuz ettirmek isteyen Katalikie rin görüşleridir. Nasr'a göre, geleneksel İslam da integriste bir kimliğe sahiptir. Genellikle, fundamentalist İslam'ın yükselişinde, araştırma cılar iki etken dikkatlerimizi çekmişlerdir. Bun lardan biri, "ül kede MüslümanlarlaMüslüman olmayanlar arasında çatışma olması . İkincisi ise, "sosyal hayal kırıklıkları, sosyal nedenlerle
ıKLewis,a.g.e, s.33-53.
1 29
Orhan Türkdoğan
yükselen sınıfa ve bunların yönetim ine olan tepkisidir." 59 Her iki oluşum da B. Lewis'e göre, Türk toplumunda mevcut değil dir. Bunlar daha ziyade Kuzey Afrika, Mısır, Lübnan gibi Müs lüman ülkelerde gözlenmektedir. Ancak, Lewis'e göre, Türki ye'de din çatışması türünden bir fundamentalizm düşünüleme yeceği gibi, "fundamentalist olmayan dindarlık da fundamen talizm olarak görülmemelidir." Türkiye'de İslam' ın uyanışı, yapısal kaynaklardan ve buna bağlı olarak da hızlı teknoloj ik değişmeterin ortaya çıkardığı sosyal gerginliklerden doğmaktadır. Bu nedenle, oryantalizmin yönlendirdiği Batı tipi bir bakış açısı, Türk İslami hareketlerine gölge düşürebilir. Türkiye'de İslam ' ın uyanışı, Bennigsen'in Sfıfı ve Komiser 'de d i le getirdiği mit ve jargonlara göre b içim lenmiştir. Sovyetlerde, komünizmin gelmesiyle din bir sosyal kurum olarak gündemden kaldırılmış, çocuklar daha üç yaşına gelmeden önce ateist okullara yollanmıştır. Cami ve kiliseler kapatılmış veya başka maksatlar için kullan ılmış; dini sınıf or tadan kaldırılmıştır. Ancak, Türk ve Müslüman insanların yaşa d ığı Türkistan, Özbekistan ve Kazakistan gibi yörelerde sufı eylem biçimleri (Nakşibendi gibi) yer altına inmiş, hem komü nizme hem de daha önce Orta Asya'daki mevcut Bud izm ve Hıristiyanlığa karşı direnm iştir. Komünist ideoloj i (komiser) ne kadar dini baskı altına alıyordu, yer altına çeki len (sfıfi) İslami yöneliş de o kadar güçleniyordu. Bu süreç, Bennigsen'e göre, bir tür "paralel İslam" d iye adlandırmaktadır. Böylece, paralel İslam' ı, resmi olmayan Mam 'dır. Resmi görüş cami içi olduğu halde, sfıfı akım cami dışı bir yönel işi göstermektedir. Nakşi bendi, Kadriye ve Kübrai gibi komünizm öncesi Çar yönetimi ne ayaklanan tarikatlar, komünizme de Çeçeng-lnguş, Dağıstan yörelerinde I 9 I 7- I 924 yılları arasında ayaktanmış ve I 936'ya kadar sünnüştür. Daha sonra da sistamatİk bir tarzda yer altına çeki lerek, tıpkı Anadolu 'nun Türkleşmesinde gözlediğimiz gibi,
s9
Bemard Lcwis. Tercüman Gazetesi. 4 Aralık 1 990
1 30
Türk Ulus-Devlet Kimliği
Rusya'da da komünizme set çekmeye çalışmışlardır. Bugün de Rus emperyalizmine karşı savaşmaktadırlar. 1 924 Tevhid-i Tedrisat yasasından sonra da, resmi oku l lar da din derslerinin kaldırılması, din adamı yetiştiren her türlü okul ve fakülteterin kapatılması, dinin seküler (dünyevileşme) d iyebileceğimiz bir alana itilmesi, yukarıda belirttiğimiz gibi, büyük bir boşluk yaratmıştır. Bu süreç, diyebiliriz ki bir çeyrek yüzyıl devam etmiştir. Şerif Mardin'in bel irttiği üzere; "Nurcu hareket, gücünün bir bölümünü de Cumhuriyet döneminin bu başarısızlıklarından almıştır. Bu başarısızlıklar arasında önde geleni, Cumhuriyetçi laik ideoloj inin bir dünya görüşü olarak İslam ' ın yerini alamamasıydı . " Nurculuk, halk arasında yaygın Kateşizm (ilmi hal) geleneğini kullanmak suretiyle, yasal çizgi nin altında kalarak yayılmıştır. Bu paralel İslam ' ın, kök para digmalarının (The forest symbols) esnekliği, halk katında İs lam'ın yayılına sürecini sağlamıştır. Nurculuk, tamamıyla dini bir uyanış olarak yaratı lan kozmik boşluğu doldurmuştur. Bu nedenle, Nurcu luk, batılı anlamda bir fundaınental izın olarak düşünülmemesi gereken laik koda bir tepki unsurudur. Mardin 'in isabetle belirttiği üzere, Nurculuk bir canlanıştır (Tecdit). Ancak, bu canlanışta ınodernleşıneye karşı tepkiler de yer al maktadır. Bu da Nurculuktan ayrı bir bağlamda, Türkiye düze yinde ele alınması gereken bir konudur. Günümüzde, modern leşme karşısında İslam'ın yeni tutum ve davranış kalıpları da artışına alanına girm iş bulunmaktad ır. Türk modernleşınesi ve onu izleyen manevi bulanımlar kar şısında, Nurculuk kadar öteki paralel İslam nitelikli akımların da almış olduğu tutum ve davranış tepkileri vard ır. Bu, ilkin İslam dünyası çapında, sonra da milli sınırlar içinde düşünülebi l inir. İslami modernizmin merkezi tezi, temel kaynakları Kur'an ve sünnette yönelmek ve bunların ışığında oluşan topyekun tarihi mirası i lmi ve akılcı bir süzgeçten geçirerek tarihsel ve sosyal gelişme sürecini ortaya çıkarmıştır. Bugün, İslam dünya sında olduğu kadar ü lkemizde de bu tür bir modernleşme hare ketinin izlerine rastlaınaktayız. İslam' ın, Asr-ı Saadet ölçülüleri131
Orhan Türkdo!an
ni temel bilgi kaynağı olarak ele al ındığı bu dönemde, insanlara takdim ve on hurafelerden arındırarak ıslah etmek için yorum cuları üç kategoride toplamak bir gelenek olmuştur. Bun lar; 1 ) Tecdit (yeni leme) 2) Teceddüt (yenilenme-reformizm-çağdaş lık-modernizm) 3) İldahi (dinsizl ik, islami inançtan dönenler).60 Tecdit, İslami başlangıçtaki satlık ve devaml ılık iç inde ye niden aniayabilme ve düşünme olarak tanımlanmaktadır. İbn Teymiye'den itibaren Selefıye diye adlandırılan ve günümüzde kökencilik (fundamentalizm) olarak da tanımlanan görüşler bu kategoride yer almaktadır. Çünkü temelde İslam ' ın kökenierine inmeyi esas alan bu akım, "bütün çöküşün ve bozulman ın ne denlerinin selefin öğretisinden ayrılmak ve sorunları Yunan düşünce kalıplarına göre çözümlemek" olduğunu ileri sürer. Görülüyor ki, bu İbn Teymiyeci (yani Kur'an ve sünnete her şey açıklanmıştır tezi) yaklaşım veya hermenötik analizde, fun damentalizm bir radikalİst eylem biçiminden ziyade, "Kur'an sisteminde arayıştır. Hatta bir metodoloji, bir yorum tarzıdır." Bu görüş, Uyanık'a göre, "Batılı anlamda reformdan anlaşı lan ve dinin yeni sosyal ve iktisadi şartlara göre değiştiri lmesi, yani yeni lenmenin (reformun) tersidir. Reformda, tashihi istenen dinin kendisi iken; tecdid de din hakkındaki yan lış anlamlar tashih edilir." Aynı şekilde, bir diğer grup da "reformu, ıslah etmek", yani bozulmuş bir şeyi eski doğru haline getirmek, düzeltmek şekliy le belirtmektedirler. Dinde reformcular şöyle sıralanabilir; a) Müceddidler b) Bidat veya dalalet fırkaları, c) İslam düşmanı, sinsi kafırler.6 1 Bir başka yaklaşım da, tecdid ve teceddütün anlamları nın çok iyi değerlendirilmesi kanısındadır. Tecdid anlam olarak yenileyen, teceddüd ise yenilenen demektir. İslamda tecdid vardır. Bu anlamdan dolayıdır ki, her asrın başında geleceği
I>OMevlut Uyanık, "Günümüz Islam Düşünüşünde Isiahat Kavramı", lslcimi Araş
Iirmalar Dergisi, Ci lt: 4, No: I , I 990, s.49-S6. 6 ı H. Hilmi Işık, Dinde Reformcu/ar, Işık Kitapevi, lstanbul, 1 976, s.7
1 32
Türk Ulus-Devlet Kimliği
müjdelenen şahsa yenileyici anlamında müceddid denir. Müceddi, mevcut İslam sistemiyle geldiği asrı yenileyen insan dır. Reform ve tecdid, tamamen zıd manadadır. Dinde tecdid vardır; fakat reform yoktur. Zira İslam'da işin temeli asla de ğişmez. Yapılan ve yapılması gereken, Kur'an ' ın o asra bakan yönünü tespittir. Yani asra, Kur'an'a göre bir yorum getirmektir. Bu ise, katiyyen bir yenilenme veya reform değildir. Yenilen me, bir bozulma ve eskime neticesinde olur. Her gün ebed ka dar taze kalan İslam'da katiyen bir eskime ve bozulma yoktur ·ı . ı k ı, yenı enme o sun.62 İslam'da reformun olamayacağı hususu, Işıkçı ve Gülenci Okulu birleşmektcdir. Ancak çağa göre bir yorum getirmek, yani Kur'an'ın o çağa bakan kimliğine bir açıklık kazandırmak, temel ilkeyi teşkil etmektedir. Kur'an'ı asra göre deği l, asrı Kur'an'a göre yorumlamak, İslami tecdidin özünü oluşturmak tadır.63 Bu yaklaşım, Latince modernus (çağa uyum sağlama) anla mında modernizmin de ruhuna uyum sağlamaktadır. İslam ' ın Batıya bakış açısı da, bu yenilenme çerçevesinde yoğunlaşmak tadır. Öyle ki, Tanzimat bu okul taraftarları için bir yenilenme dir. Tanzimat ile Batı. standartları ölçülerine göre yeniden yapı lanma esastır. Ancak, temelinde i lahi kaynak olmadığı için bu İslamcı grup Tanzimat türü yenilenmeye karşıdırlar. Bu yüzden Batıya bakış açılan kuşkuya dayanmaktadır. "Batılı durmadan yeni yen i fikirler üretmekte ve bizleri esas kavga vermemiz gereken noktadan uzaklaştırmaya çalışmaktadır. Dolayısıyla bize telkin edilen ve birçoğunu da tesir altına alan Batı kaynaklı düşünceler, sadece bir aldatmacadan ibarettir. Ne bize, ne de başkalarına kazandıracağı hiçbir şey yoktur."
62 Fettullah Gülen, Yeni Dünya Yapılanması Üzerine, Zaman Gazetesi, 27 Ocak 1 992. 63 MOmtazer TUrköne, Siyasal Ideoloji Olarak Islamcıltğın Doğuşu.lleıişim Yzyınları.lstanbul. 1 99 1 , s.275-276.
133
Orhan Türkdo�an
İslami fundemantalizmde Batılı bakış açısı önemli rol oy namaktadır. Buna göre, İslam'da günümüzün şartlarına göre yorumlar yapılmalı, islam'a yeni bakış açı lan getirilme l idir. "Tecdit (yenilenme-renewal) ve ıslah (reform) güçlenen Is Iam' ı n iki öneml i kavramıdır.64 Batıl ı düşünUrlere göre, "tecdit ve reform, islam kaynaklarına sürekli bir dönüş çağrısını ifade eder." John Voli'e göre, "Kur'an ve peygamberin sünnetine dönüş ve bunların ödün vermeden uygulanması çağrısı 2) Bu uygulama sırasında önceki ulemanın görüşlerine bağlı kalmak ve düşüncelerini örnek almak değil, tam tersine, Kur'an ve sün netin bağımsız analiz edilmesi, yani içtihat hakkını savunmak 3) Sentezci İslami pratiklere karşı, "Kur'an'ı deneyim"in eşsiz liğini ve orij inalliğini savunmak ana metodoloj iyi teşkil eder." Vali, reform (ıslah) yöntemi hususunda da Kur'an'a boyut getirmek, suretiyle geleneksel İslamcı görüşlere karşı çıkmakta dır. Ona göre reform, Allah elçilerinin görevleriyle doğrudan doğruya bağlantılıdır. Zira Şuayb peygamber Kur'an'da gönde rildiği insanlara şöyle der; "Gücümün yettiğince, sadece ıslah etmek istiyorum." Islah için çalışanlar, yani (muslihfın) zümre sinden Kur'an'da sık sık övgüyle söz edi lir. Görülüyor ki, ıslah (reform) - yani gerçek anlamda reform - peygamberin ve ıslah çabalarının bitmesine rağmen, sadece verimliliği veya refahı yükseltmek için çalışmak değildir, insanların erdem leri arttırma çabasıdır da. Batılı yorumlara, ıslah ve tecdit kavramiarına fark lı boyutlardan yaklaşmak suretiyle Selefiyeci veya geleneksel ınetodoloj iye karşı çıkmakta, onları fundamentalist gruplar ola rak belirtmektedirler. Genç Türk teoloj istleri, geleneksel ve Batılı yorum biçimle ri arasında yeni tutumlar kazanmış durumdadırlar. Bunlar, Aziz Lahbabi'nin de belirttiği üzere; "20. yüzyılın iletişim teknikleri karşısında, neredeyse ortak bir kültüre doğru gidildiği ve saf bir kültürün olamayacağı gerçeği karşısında, İslam inanç sistemini,
64
John O Voli. .. Islam Tarihinde Tecdil ve Islah", Ed. John Esposito, Güçlenen
lsldmın Yankıları, Yöneliş Yayınlan, Istanbul, 1 998. s.45-49 1 34
Türk U lus-Devlet Kimliği
dünya ve ahireti kuşatacak şekilde, günümüz insanına sunmanın zorunluluğuna işaret etmektedirler."6s E. Özdalga'ya göre; "Ba tıya (yani dış dünya i le entegrasyon), kapitalizme, sosyalizme, materyalizme, eğlenmeye icabında demokrasiye ve laisizme, yani mevcut olan her şeye karşı o lan (düzene karşı) bir görüş, geniş din çevrelerinde hakim bugün. Bence, bu radikalizm "din sabittir ve dünya değişiyor, çevreleri ise eski düzeni muhafaza etmek istiyor" gibi ifadelerle açıklanamaz. İçinde yaşadığımız dünya h ızla değişiyor o doğrudur, ama demin söylediğim gibi ası l değişmekte olan bu dini görüşlerin ve tutumların kendileri dir." Görülüyor ki, İslam'a yaklaşım tarzlarında henüz billurlaş mış görüş açıları -yenileme ve reform olgusuyla ilgili olarak mevcut değildir. Hüseyin Nasr'ın geleneksel yorum biçimi ile F. Rahman'ın açıklayıcı ve hermenötik metodolj isi kültür ortamı mızı etkilemekte devam etmektedir. Bu nedenle, İslami radika lizm i le fundamentalizm b içiminde beliren şartlandırmalar da henüz aydınlığa ulaştırılmış değildir. Rahman'ın tefsir yöntemi, "şeriatlar değişmiş, fakat akideler değişmemiştir" biçiminde bir çeşit değişme sosyoloj isi okuludur. Buna göre, "zekat venne ilkesi hiçbir zaman değişmez; ancak değişik yorumtarla bu il keyi güçlendirmek gerekliliği gibi, zekat toplama uygulamaya yönelik konularda değişik usuller gerekebil ir."66 E Rahman'ın Kur'an tefsirine yaklaşımı, günümüzde genç Türk ilahiyatçıları arasında daha yaygın bir itibar kazanmış gö rünmektedir. Bu nedenle, metodoloj isi, aynı zamanda Batıdaki Islam anlayışına da akılcı ve doyurucu bir cevabı teşkil etmek tedir. Hüseyin Nasr' ın önerdiği gelenekselciler, gelenek terimi ni hem vahiy yolu ile insana bildirilen kutsal olan, hem de in sanlık tarih inde bu kutsal mesajın açılması ve kendini göster mesi anlamında kullanmaktadırlar.67 E Rahman, konuya daha
Aziz Lahbabi, Milli Kültür ve Medeniyet, Tur Yayınları, Istanbul, I 980, s. 1 44. Fazlur Rahman, a.g.m., s.296. �7 S.Hilseyin Nasr.lsldnıda Bilim ve Medeniyet,lnsan Yayınları,lstanbu1, 1 99 1 , s.29. M
M
1 35
Orhan Türkdoğan
farkl ı ve açıklayıcı bir biçimde aydınlık getirmektedir. "Kur'an incelemenin yöntemi tefsirle başlar. Tefsir de Kur'an'a yönelik tir. Yani Kuran'ı, Kuran olarak anlamanın tek yoludur. Tefsir de, iki yönelimi ortaya koyar. I ) Hiçbir metin, bağlaını dışında doğru aniaşılamayacağı için Kur'an ' ı n da bağlamını ortaya koymalıyız. Bunun için de Kur'an'ın zamanına dönmek zorun dayız. Böylece, sebeb-i nüzulü ve ayetlerin bağlamını iyice kavramal ıyız. O halde, bu ilk hareket, zamanımızdan Kur'an'ın indirildiği zamana inmektir." Buraya kadar Nasr'la Rahman aynı çizgide bileşmektedir. 2) "Şayet, Kur'an ' ı n indirildiği gibi gidip orada kalırsak o zaman Kur'an' ı n çağımızia olan ilgisini ortaya koyamayız. Eğer Kur'an'ı uygulamaya dökmek istiyor sak, birinci hareketle ortaya konulan Kur'an 'ın asli manasını zamanıınızın anlayışına göre açıklamalıyız. O halde, ikinci ha reket de Kur'an ' ı n indirildiği zamandan kendi zamanımıza dönmektir."68 Rahman ' ı n bu metodolojisi, Annates Okulunun tarihi olay lara yaklaşım biçimini hatırlatmaktadır. Onlar da, zamanımız dan hareket ederek tarihsel olgulara yönelmel i, oradan da gü nümüze gelmeyi önermektedirler. Ayrıca, "Kur'an ' ı n asli ma nasın ı zaman ımızın anlayışına göre açıklama", F. Gü len'in " Biz ler de bir yenilenmeden bahsediyoruz veya bahsedebil iriz. An cak, bu yenilenme inandığımız sistemin bizdeki tezahürüdür. Yani, yenilenler bizleriz. Yoksa İslam'da yenilenme söz konusu olamaz" tarzındaki görüşleri ötekilere nazaran daha açık ve daha güçlü bir anlam taşımaktadır. Kısacası, radikalizm ve fundamentalizm akımları, İslam' ın can lanışı ve yükselişi ile ülkemizde de yeni yorumlara yol aç maktadır. Batıdan aktarılan kavramlar ve metodoloj i türleri, bu nedenle gündeme gelmekte, ayd ınlarımız arasında tartışma ko nusu yapı lmaktadır. Bu yaklaşım tarzları, nereye kadar asli kim liklerini korumakta, nereye kadar İslam ' a radikal bir İstİkarnet
6"
Fazlur Rahman, lslöm ve Çağdaş/ık. Ankara Okulu Yayınları.Ankara, 1 990, s.7 1 -82
136
Türk Ulus-Devlet Kimli�i
vermektedirler, bUtUn bunlar, güncel yaşantım ızda çok boyutlu yönleriyle ele al ınmaktadır. Fukuyama, "liberal-demokratik pragmatist toplumlarda, " ideoloj i lerin" iflas edip, tarihin de ideolojik evrimini tamamladığı" tezinin, Orta Doğu toplumları için henüz geçerli olmadığı görüşUnU i leri sürmektedir. Yalnız, burada, Türk ve İslami yapılaşmasını ayırmak gerekir. TUrköne, Orta Doğu ülkelerinin sömürgecilik şartları altında islama sa rılmaları nedeniyle, Osmanlı bakış açısının farkl ı lığına dikkatie rinizi çekmektedir. Ona göre, "Osmanl ı aydınlan (Namık Kemal ınodernist, Ali Süavi İhyacı), İslam'ı, Batı lı ideoloj i ler gibi bir ideoloj iye dönüştürürken, ona modern bir siyasal sistem olarak bakmaya, ondan modern bir siyasal kural çıkarmaya çalışmış lardır." Bunda, tüm İslam ülkelerinin, özellikle Orta Doğu top lumlarının uzun süre sömürge hayatı yaşamalarının rolü unu tulmamalıdır. "Sömürge idaresinde yaşayan Müslüman aydın lar, "cihad" çağrısıyla kitleleri dayanışmaya çağırırken, Osmanl ı aydın lan beraber yaşad ıkları gayri Müslimleri siyasi birlik için de tutmanın yollarını aramaktaydı lar." Osman lı aydınlarının geliştirdikleri İslamcı l ık ideoloj isi, laik politikaya ihtiyaç h isse den, hatta bunları zaruri gören bir Türk İslami model idir. Türk İslami kültür kodunun; 1 924- 1 950 dönemik, yaratılan dinsel boşluğa tepkisi sonucu, paralel İslam türü -yeniden can lanma sürecinde-, Kemal Pilavoğlu, tarafından temsil edilen Ti cani eğil imli radikal birkaç hareket istisna edilirse, önem li etkisi olduğu söylenebi lir. Türk toplum yapısında, I 928'de Mısır'da kurulan ve İkinci Dünya savaşından sonra faal rol oynayan Müslüman Kardeşler Hareketi, İran'daki Fedeyani İslami ve Pakistan'daki Cemaat-ı İslami ve benzeri Batılıtaşmaya karşı radikal örgütlerin doğmayışında, bu Türk İslamın önemli etkisi düşünülebil ir. Yeniden Gelenekselleşme ve Postmodernizm Mc Luhann'ın Dünya Köyü, bize, i letişim çağının meydana getirdiği medya ağı içinde, birlikteliğimizi sağlamıştır. Türki ye'de I 839'dan beri tartışma konusu olan Batılı laşma modeli, 1 37
Orhan Türkdoğan
artık tüm etkinliği i le insanlarımızı kuşatmış bulunmaktadır. Kırsal alanlardan kentlere göçler, kentlileşme sürecini meydana getirirken, aynı zamanda, dönüşümü olmadığı sanı lan gelenekli l ikten modernleşmeye gidiş çizgisi de tersine dönmekte; postmodernizm akımında gözlediğimiz üzere, gelenekli kimli ğimizi aramaya doğru yönlendirmektedir. Sosyolojik deyimiyle bu süreç bir rurbanizasyondur. Kırsal alanların kentlere, kentle rin de kırsal alanlara etkileşimi anlam ında rurbanizasyon (köy kent etkileşmesi) olgusu da, günümüzde hızlı teknoloj ik değiş me ve sanayileşme süreci sonucu, sosyal dönüşüme uğramakta dır. Bu yeni oluşum, Sayan'ın deyimi i le "yeniden geleneksel leşme"dir. Bu kavram, yeniden toplumsaliaşma olarak b i linen ikil i kimlik kazanma boyutundan esinlenmiş olsa gerek. Türkiye'de elitist gruplar arasında modernleşme sürecine getirilen yeni boyutlar postmodemizm, Feyerabend damgalı düşüncelere protestoların yayılması, Fukuyama'nın "Tarihin Sonu mu?" türü tezleri ve kültürün feministleştiri lmesi anla mında anarşik feminizm akımları, pomografı, seksüalizm, nudizm, transparan, transseksüel oluşumlar, tümü ile Batılılaş manın ürettiği tek boyutlu evrenselleşme ve genelleştirme fel sefeleri, üçüncü dünya ü l keleri veya Batılı olmayan toplumların kozmik davranışlarında etkili olmaktadır. Dünya köyünün pen ceresinden; bu oluşum ların yansımalarını her an fikir ve sanat dergilerinde, telif eserlerimizde ve giderek azımsanmayacak ölçüdeki çevirilerde, gazete sütunlarında, TV forumlarında gözleınekte, okumakta ve izlemekteyiz. Batıda, elli veya yüz yıl içinde gelişen düşünce akımları ve yeni likleri toplumumuz belki de 1 980' 1 er sonrası beşer, onar yıllar içinde yaşamakta dır. 90' l ı yıllar, bu nedenle üzerinde durulınaya, meditasyona açılınaya elverişli dönem olarak kabul edilmelidir. Daha önce gibi, modernleşme, batılı laşma ile eşdeğer tutul muş (Gökalp tezi) ve bir model olarak benimsenmiştir. Ancak, bu tür bir modernleşmenin, yeni gelenekçilik (neo-trad itiona lizm) gibi Üçüncü Dünya ü lkelerinde ortaya çıkan tepki ler kar şısında yorumlamaları, Türk elitistleri arasında bilinçli atılım la138
Türk Ulus-Devlet Kimliği
ra neden olmuştur. Ünlü, modernleşme teorisyeni E. M . Rogers, yeni gelenekçiliğin modernleşmeye yönelik tepkilerini üç nok tada topluyordu; l )Batı lılaşmanın modernleşmeyle eşdeğer tutulması bir yanı lgıdır. 2) Modernleşme, sanılınıştır ki, bütün değerlerin batıdan kaynaklanması sürecidir. 3) Modernleşme sonuna kadar iyi bir şey değildir ve ayn ı zamanda tek boyutlu olarak d a düşünülemez. 69 1 960' 1 ar sonrası Batıda aktüel konu olarak gündeme gelen Batıl ı laşma üzerine yürütülen eleştirilerin, Cumhuriyet dönemi boyunca otokton felsefe tarafından hala tabu kavramlar katego risi içinde yer alması, kültür ve düşünce hayatımızda resmi ve resmi olmayan tezlerin gündeme gelmesine neden olmuştur. Resmi tez, batılılaşma-modernleşme sürecini hiçbir eleştiri süz gecinden geçirmeden Batıdan aktardığı halde, Resmi olmayan alternatif görüşler, Türk düşünce sistemine boyutlar getirmek bakımından i lerlemeler kaydetmektedir. B irinci Cumhuriyet, ikinci cumhuriyet tartışınaları da bu kategori içinde düşünıneli d ir. Marksizm' in, bizzat Marks'ın kapitalizm için söyled iği deyimle, "tarih çöplüğüne atılmasından sonra" serbest kalan Türk Marksistleri yeni jargonlar, mitler ve ütopyalar peşine düşmeye başlamışlardır. Etnikl ik, azınlık sorunları, feminizm, vb. görüşler bunlar arasındadır. Bu da, özgürlükçü, katıl ımcı, piyasa ekonomisine dönük bireyci kavramların, Freudian üslup la alt-bi lincin etki leri olarak yorumlanabi l ir. Genellikle, Batıdan yüklenen bu akımlar, kaosunun otaya çıkardığı felsefi krizler karşısında, Doğulu ve İ slamcı akımların temsilci lerinin savunma mekanizmaların da, eski yuvalarına dönmek suretiyle tepkici bir vaziyet alışı ortaya koymaktadır. İ l k görü nüm, sosyal bilimler ınetodolojisinde dikkatleri çekmiş-
M . E. Rogers, Modernization Among Peasanı. Holt and Rinehart. New York, 1969, s. 1 5 .
6�
The lnıpact of Conımunication,
1 39
Orhan Türkdoğan
tir. Bunun da, bir zihniyet ve kognitif yapı değişimi olduğunu anladığımız zaman, gerçeklik kazandığına tanık olmaktayız. Aslında, bu bir öz eleştiridir. Şöyle ki, her şeyden önce Batı laşma veya çağdaşlaşma karşısındaki yanı lgımız, Batı değer yargıları, inanç sistemlerinin oluşturduğu bir dünya görüşünü, kendi tarihi gelişimimizin bir yansımasıymış gibi teliikki ede rek, onu benimsernemizden kaynaklanmaktadır. Oysa Batı uy garl ığı Batı insanının dünya görüşü, hayat tarzı ve zihinsel ka tegorilerinin bir ürünüdür. Aynı şekilde, mantıkçı pozitivizmin egemen liği de kuantum fıziğindeki son gelişmelerle 20. yüzyılın ilk yarısında sarsıl mıştır. Karl Popper'in yanlışlanabilirlik ilkesiyle de tarihseki l ik ağır darbeler yemiştir. N ihayet, Feyerabend'le "yönteme hayır" noktasına kadar gelmiştir. Bilimsel evrim teorileri de yıkılmış, bilimin devrimsel sıçramalar yaptığı tezi gündeme gelmiştir. Artık tek ve geçerli teoriler yerine, teorik çoğulculuk geçmiştir. Hatta karşıt-bilimci çıkışlar boy göstermeye başlamış, bilim tahtından indirilmeye çalışılmıştır. İşte, D. Lerner'in daha önce temas ettiğimiz geleneksel lik ten-modernliğe geçişin ana temasını teşki l eden -dini yaşantıdan seküler duruma yöne l işin modeli- Türkiye'yi de içine alıyor du. 70 Böylece, bu sürecin, modernliğin en belirleyici özellikleri olan demokratikleşme, laikleşme, rasyonalizasyon, sosyal fark lı laşma gibi olguları meydana getireceği düşünülüyordu. Bütün bu varsayımlar ve beklentiler (empati), gelişmekte olan ülkele rin Batının sosyal ve tarihsel gelişme kalıplarını izleyeceği temel düşüncesine dayanmaktadır. Batının sosyal-ekonomik gel işme sürecini, bütün toplumların izleyeceği evrensel bir mo del olarak kabul eden Avrupa merkezli bu bakış açısı, tarihi i lke gelenekselden modern batılı toplurnlara doğru tek yönlü bir
70
Daniel Lemer, The Passing of Traditonal Society: Modernizing Middle Eost, Free Press or Glencoe, New York 1 958. s . l - 1 5
1 40
Türk Ulus-Devlet Kimliği
yürüyüş olarak değerlendiren "i lerleme felsefesine" dayanmak tadır. 7 1 İhsan Dağı'ya göre, bu yaklaşımda gözden kaçan nokta, kalkınınakla olan ülkelerdeki gelişme sürecinin "geri tepme" etkisidir. Zira kırdan kente göç, sanayi leşme, ferdin kollektif cemaat dayanışmasına istinat eden kurumlardan kopuşu, sosyal normlardaki belirsizlik veya alt ve üst kültür grupları arasındaki normatif çatışma gibi modernleşme sürecinin toplumsal ve ferdi etkileri, h ızl ı bir yabancılaşma ve parçalanmışlık duygularıyla geçiş toplum larının en belirgin özelliklerini teşkil etmektedir. İşte S. Sayarı'nın "yeniden gelenekselleşme" olarak nitelediği olgu burada karşımıza çıkmaktadır. Öyle ki kırsal alanlardan koparak büyük kentlerin marj inal alanlarına dolup taşan bu kitleler, bu yen i kent yuvalarına yerleşememekte, açıkta kal gözlemlenen ınaktadırlar. Sosyo-psikolojik seviyede atoınizasyon ve yabancılaşma, ferdin geleneksel olanla bütün leşmesi ihtiyacını doğurmaktadır. 72 Fert, bu yabancı laşma ve parçalanmadan kurtulmak için ye niden gelenekselleşme mekanizmasını kul lanmak durumunda kalmaktadır. Böylece, bir yanda geleneksel sosyal kurumlar ve değerlerin hızla erozyona uğradığı bir modernleşme süreci, öte yanda bu birimleri Batı kimliğine göre standartiaşamaya çalışan Batıl ı norm ve değerler düzeni. Bu iki zihniyet arasındaki ça tışma, yani Batı karşısında geliştirilen bu yerl i ve ideolojik tep kiler, tarihsel gelişmedeki tek-yönlülük (irreversible) iddialarını da çürütmektedir. "Sosyo-ekonom ik değişmenin geleneksel toplum yapısı ve i lişkileri üzerindeki baskısı, eski ve yeni değerler arasındaki ça tışma sosyal düzeyde anomiye yol açmakta; ferdi düzeyde ise, karmaşık bir sosyal yaşam biçiminde, dayanışmacı ve basit çö-
7ı
lhsan Da�ı, Ortado�u'da Islamın Siyasallaşması, Yeni Forum. Sayı: 279, A�us tos 1 992. 72 Sabri Sayarı, "Politication of lslamic Tradionism, Some Preliminary Notes", Islam and Politics in The Middle East, Ed. Metin Heper ve R. lsraeli. 1 984; İhsan D. Da�ı. Yeni Forum, Sayı: 279, A�ustos. s.92 141
Orhan Türkdoğan
zümler üretici bir cemaat i le özdeşleşme arayışına neden olmak tadır." Yukarıda belirttiğimiz üzere, dini veya İslami canlanış, hızl ı değişim sürecinin bir sonucu olarak yabancılaşan ve kim lik arayışına katılan kitlelere yerli kültürleriyle yeniden bütün leşmeyi mümkün kılacak olanakları sağlamaktadır. M. Heper'in de belirttiği üzere, "toplumun kendi kültür köklerine doğru bir arayışı yansıtan geleneksel değerlerin yeniden keşfı, modern leşme sürecinin siyasi eliller ve akademisyenler tarafından sıkça gözden kaçırılan bir boyutudur." Gerçek geleneğin yeniden keşfı, sadece Üçüncü Dünya ül kelerine özgü bir olay değildir; yani, aynı şekilde, aydınlanma sonrası şekillenmeye başlayan modern Avrupa kültürünün gü nümüzde ürettiği kendi post-modem toplum ve kültürün de aynen "yeniden keşfı"dir. Gerçekte, "Beyaz Camın Arkası" veya iletişim ağı olarak TV, ferdiyetçi ve özgür toplumu; sürekli standart kültür normlarıyla bağımlı kılmış ve kendi içine çeke rek büsbütün bir kenara itilmiş, autizm kurbanı yapmıştır, işte post-modernizm gibi akımlar, biraz da toplumun bu yapısına bir başkaldırma olarak ortaya çıkmaktadır. İslami fundamental izm, bu ortam içinde kaybolmamak için islama sarılmakla ve köklere dönmeye çalışmaktadır. M i l l iyetçilik akımlarının da güç ka zanmasında, etkinliğin b i linçlenmesinde bu tür bir o luşumun derin etkileri olduğu unutulmamalıdır. Post-modernizm, ister ilkin mimari ve sanat-estetik alanda başlamış olsun, isterse kökleri 1 6. ve 1 7. yüzyıllara kadar uzan mış olsun, her şeyden önce modernizmin karşıtı bir akım olduğu bütün özellikleriyle gözlenmektedir. Marksizm'e, kapitalizme, pozitivizme ve modernl iğin tüm değerlerine adeta bir başkal dınnadır. Postmodernizm, Batının modernli zihniyetine Batıdan kaynaklanan bir protestodur. R. Faik'ın yerinde tespitiyle, " Post-modernizm; B i l im, rasyonal izasyonu ve laiklik ilkelerine dayanan ve modemist söylemin bir parçası olan kapitalist ve sosyalist modellerin iflasının bir sergilenmesidir."7 3
73R. Faik. "Islam and The Revalt of The Petit Bourgeoise", Daedolus. Vol. l l l , No: 1 . 1 988. Zik. Da�ı. a.g.e.
1 42
Türk Ulus-Devlet Kimliği
Batıda Postmodernizm, çağdaşlaşmanın dayandığı Aydın lanma geleneğine, bu geleneğin temel taşı rasyonalizm ve bilim metodoloj isine ciddi bir saldan bulunmuştur. Aydınlanma çağı nın dini dışlayan tüm sekülarize edilmiş tutumianna karşı bir di reniş, bir tepki unsuru olarak ortaya çıkmıştır. Hatta Budizm' in, Konfüçyan düşüncenin, Doğu mistizminin unsurlarını günlük yaşantıianna getirmek suretiyle fundamentalist düşüncelerinin yeniden canlanışına yol açmıştır. Türk fundamentalizmi de, 1 939lardan beri içine sürüklendi ği ve tüm değerler sistemini alabora eden Batılı norm ve değer lere karşı bir direniş içine girmiş, yeniden canlandırmaya çalış mış tır. Bir Batılı ideoloj i olan Komünizmin çöküşü ile Türk Cumhuriyetierindeki bu tür yeniden canlanış hareketleri de bu bağlamda incelenmel idir. İslam Yeniden Yükselişini ele alan Esposito'nun çizdiği tablo göz önünde bulundurulmalıd ır; "Ba tının empoze ettiği modernlik, İslami değerleri dejenere eden bir yapıya sahiptir ve reddedi lmelidir. Ayrıca, modem bilim ve teknoloj i yeniden İslami prensipler ışığında ele alınmalıdır. Hatta Batılı bilim İslamileştiri lmelidir." Yeni Liberalizmin Yükselişi
Rönesans ve Aydınlanma çağı ile ortaya çıkan akılcılık ve pozitivizm akımları, özgürlük ve eşitl ik gibi temel haklar ya nında, halkın egemenliği ve özerklik ilkelerine dayalı evrensel değerleri de getirmiştir. Bu da, Batıda sanayileşme sürecini başlatmıştır. Piyasa ekonomisine dönük bir liberal ekonomi anlayışı, ferdi temel varlık olarak kabul etmiş, özgürlüğü de gaye haline getirmiştir. Devletin işlevi ve etkinl iği azaltılmış, ferdiyetçi lik destek lenmiştir. Böylece, ekonomi ile siyaset arasında yakın bir il iş kinin kurulması sağlanmıştır74 • Bu da, siyasal özgürlüğün bir
74
Bkz. Gülise Gökçe, Güçlü ve Zayıf Devlet Tartışmaları Baglamında Türkiye. Çizgi, Konya, 2007. 1 43
Orhan Türkdoğan
zorunlu unsurunu oluşturmuştur. M. Friedman' ı n yetkili teşhi siyle; "Tarih, siyasal özgürlük için gerekl i şartın kapital izm olduğunu" söyler.7 5 0na göre varılan sonuç şudur; "Hiçbir za manda ve yerde, büyük ölçüde siyasi özgürlüğe sah ip bir top lumun, ekonominin faal iyetler kitlesini düzenlemek için serbest piyasa benzeri bir düzen kul lanmadığına rastlamad ı m." Bu var sayım, Friedman'ın aslında genelleyici ve Batı merkezli tezinin bir yansımasından başka bir şey deği ldir. Perestroika sonucu, sosyalizm in de bir iktisadi sistem olarak tarih sahnesinden uzaklaşması, kapital izmin "Tarihin Sonu mu?" tezini ön plana getirmiştir. Artık, toplum düzeni kapitalizmle son bulacaktır, başkaca alternatif düşünülemez. Fukuyama'nın toplumumuzda da yansımasın ı bulan "Tarihin Sonu mu" tezi, aynı şeki lde Batı lı bir görüşti.ir. Türk toplumu da, oldukça gerilere giden bir iktisadi l ibera l izm deneyimine sahiptir. Bu, İkinci Meşrutiyet'te Ahrar Fırkası ile siyasal bir tez olarak fı lizlenmiştir. Daha sonra, Cumhuriyet dönemi Serbest Fırka ve Terakki Perver Fırka ile iki kez dene yim olanağına u laşmıştır. 1 960'lar sonrası, yarış çizgisine gir miş, hatta "Türkiye'nin küçük bir Amerika olacağı" parolası ortaya atılmıştır. 1 980'lerden itibaren de Türkiye'nin bir "Consumer Society" -tüketim toplumu- olacağı temennisi ve buyruğu kitlelere bir mesaj o larak yayılmıştır. Batı merkezli metodoloji, toplumumuz için de izlenmesi gereken bir credo, kapitalizmin bir kateşizmi haline gelmiştir. Batı lılaşmak, ser best piyasa ekonomisine yönelmek özgürlükçü ve katılımcı bir pol itik mekanizmayı uygulamak gibi bir takım Batılı ön şartları taşıyordu. Kısacası, piyasa özgürlüğün bileşkesidir. Ancak ser best piyasanın varlığı, hiç kuşkusuz devlete olan ihtiyacı orta dan kaldırmaz. Friedman'a göre, "devlet" hem "oyunun kural la rı"nı belirlemek için bir forum o larak, hem de kararlaştırı lan kural ların yorumlanması ve uygulanması için bir hakem olarak
Milton Friedman, Kapitalizm ve 0=gürlük,(Çev.Doğan Erbcrk ve Nilgiln Himınetoğlu) Altın Kitaplar Yayınevi, Istanbul, 1 988, s.27.
75
1 44
Türk Ulus-Devlet Kimliği
gereklid ir. Devletin, kamu alanının bazı kesimlerini müdahale altına alması neo-liberal toplumlarda bile zorunludur. 76 Batı tipi piyasa ekonomisi, 1 980'ler sonrası özgürlükçü, fer diyetçi ve katılımcı demokratik türevleriyle ülkemizi istila eder ken, devletin ufalanması, hatta kaldırılmasına yönelik girişim ler karşısında, Galbraith ve Friedman gibi Amerikan kapitalist sis teminin güçlü teorisyenlerinin bu görüşleri karşısında aydınları mızın ne söyleyebi lecekleri merak edilmektedir? Max Weber, "Protestan Ahlakı ve Kapitalizm in Ruhu" adlı ünlü eserinde, "demokrasinin, kapitalizmin, bilimin, hukuk sisteminin" Batı nın, özellikle Protestan ahlakının ürünü olduğunu kesin çizgile riyle daha 1 9 1 0' l u yıllarda vurgulamıştır. Ü lkemiz bugün bu çizgilerde yürürken, Batıl ı norm ve değerlere de uymak suretiy le, büyük ölçüde İslami ve milli kiml iği zedelemiş bulunmakta dır. 1 992'de Cumhurbaşkanı toplumu artık bir "Consumer Society haline getirmeyi hedetledik" diyordu. Böylece, eski dayan ışmacı, tasarruf kokan dengeli toplum kodları, Yeni Libe ralizm uğruna topa tutuluyordu. Hayek'in "Özgürlüğün Anaya sası" ad lı eserinde en aşırı l iberal uç, teorik de olsa, gündeme gelmiş bulunuyordu. Ancak, Türk toplumu bir Amerikan top lum yapısı özelliğine sahip midir? Kültürel değerleri ve inanç sistemleri, fert-toplum dengesine dayal ı toplum yapımız bu süreçten ne derece rahatsız olabilir? Bütün bu sorular bir yana itilerek, toplum yapısını doludizgin liberal ekonomi doğru ltu sunda mob i l ize etmek suretiyle vahim sonuçlar doğurabilirdi . Nitekim de öyle oldu, bugün toplumumuzda gözlenen radikal diyebileceğimiz değerler yozlaşmasıyla karşı karşıya bulunu yorsak, kuşkusuz bunun da nedeni, bu evrensel Batı merkezl i teorilerin peşinden gitmemiz yüzündendir. G. Trommsdorff, günümüz ünlü Alman sosyoloğu, bir araştırmasında, Japonya ve Almanya gibi iki büyük sanayi toplumunun bir karşılaştırmasını yapmıştır. Sonuçta, liberal-piyasa ekonomisine rağmen, Japon-
7�
John Kenneth Galbraith, Ekonomi Kimden Yana,(Çev.Belkis Çorakcı, Himmetoglu)Aitın Kitap Yayınları,İstanbul, 1 988, s.396-397.
Nilgün
145
Orhan Türkdoğan
ya ve Almanya'nın çok farklı kültürel değerler ve toplum kuru luşlarına sahip oldukları gözlenmiştir.77 " Post-materyal ist değer lere yönelik belirl i değişmeleri Japon toplumunda bulamıyoruz. Grup sadakati, toplumsal dayanışma üstünlüğü gibi çok merkezi Konffıçyan ve Samuray değerleri de hala Japon sosyalleşme sürecinde hakim ve etkindirler." Görülüyor ki, Batı ve Japan modelleri sanayileşmeyi başar malarına rağmen -birbirinden farkl ı toplum yapılarına sahi ptir ler. Batı ferdiyetçi (individual), Japonya ise toplulukça (kollektivist) özelliğini korumaktadır. Yani, piyasa ekonomisi için toplum değerlerini Batı standartlarına göre düzenlemeye gerek görmemektedir. Kapitalist sistemin Amerikan toplum yapısını nasıl çökertti ğini ünlü sosyal bi limci Daniel Beli, "Kapitalizmin Kültürel Çelişki lerinde çok açık bir biçimde gözler önüne sermiştir. Ül kemizde; "Şirketler dünyası, borsa-piyasa ilişki leri, holdingleş me, bir sınıfın dillere destan hedonistik yaşantı ları, veto gruplan ve iktidar el itleriyle güç birliği sağlanması, gri para dalavereleri, ü lkeyi bunal ımiara götüren terörist eylemler, hayat pahalılıkları, kitlelerin yoksul laşması, intiharlar, gençlik-yan kültür a lanları nın oluşması (culturati), seksi ve Epiküryen türde konuların ba sın ve TV dünyamızı istilası, m illi ve dini ideallerin marj inal alanlara itilmesi, bu liberalleşme sürecinin birer yansımaları dır." Femilizm değil Feminizm mi? A i le sosyoloj isi açısından, durum daha da karmaşıktır. 1 9. yüzyıl sosyologları, toplum yapısı ve biçimiyle aile türü arasın da yakın ilişkiler olabileceğine dikkatlerimizi çekmişlerdir. Özellikle Le Play, "toplumun biçimi ai leyi meydana getirir" d iyordu. Kolektivist ve dayanışmacı toplumlarda baba otoritesi-
n
G. Trommsdorff, "Change in Japan and Gennan", International Journal of
lntercultural Relations, Vol: 7. 1 983, s.357-360.
1 46
Türk Ulus-Devlet Kimliği
ne dayalı aile; bireyci (ferdiyetçi) toplumlarda ise partikülarist (ana-baba otoritesinin dengeli paylaşıldığı) çekirdek aile biçim i ortaya çıkıyordu. İşte feminizm, bu bireyci, demokratik oluşu mun bir ürünü oluyordu. Böylece, kadının siyasi, ekonomik ve sosyal alanlarda erkeklere benzer haklara sahip olma doğrultu sundaki eğilimleri güç kazanıyordu. Ancak, bu kapitalistleşme süreci, fertleri tüketim ekonomisi peşinde koşturmaya başlamış, gelenekl i aile yapısını büyük çap ta dağıtmıştır. Günümüz İngil iz sosyaloğu Bottomore, evl i l ik kurumunu eleştirirken aynen şöyle diyordu; "Batılı sanayi top lum larında boşanınalar 20. yüzyılın başından itibaren hızla artış göstermektedir. Aile kurumundaki istikrarsızlık, birçok sosyo lojik araştırmaya konu teşkil etmiştir. Evlilik, günümüzde eko nomik bir birlik görünümünden çıkmış, geniş akraba grubun desteğini de çoktan yitirmiştir. Son olarak da, sayısız yeni istek ler karşısında kalan fertler, bu isteklerini gerçekleştirebilecek olanları sağlayabilmek amacıyla, bilerek çocuk sayısını da azaltmaya başlamışlardır. Böylece evlilik bağı karşıl ıklı cazibe ye dayanan basit bir i lişki durumuna dönüşmüştür. Bu ilişki evlilikte, birlik sağlayan ekonomik bütünleşme, akrabalardan yardım görme ve dini kurallar gibi etkin bir bağ yaratamamak tadır. Bu nedenle, oldukça yüksek bir orana varan boşanmaların modern fertiyetçiliğin, evl ilik dışı ilişkilerin sıkı sıkıya denet lenmesinin, kişisel mutluluk duygusunun zorunlu bir problemi sayılması yanlış olmayacaktır"78 T. Bottomore'un çizdiği bu tablo, günümüz "bireyci özgürlükçü" kapitalist toplumların aile ve evl il ik i lişkilerindeki dalgalanmaları gösteren gerçekleri yansıtmaktadır. Evlilik iliş kilerindeki seksüel cazibeye dayalı oluşum lar, yüksek orandaki boşanmalar, akrabalık bağlarının çözülmesi, kadının alabi ldiği ne iş hayatına çekilmesi bu çöküşün tipik örnekleridir.
' K Thorrıa'i
B. Bottomore. Toplumbilim. Dogaıı Yayıncılık, lstanbul, l977, s. 1 85-204. 147
Orhan Türkdagan
Kadının bir iş gücü haline gelmesi (woman power), enfor masyon çağında da giderek h ızla yükselmektedir. John N aisbitt; " İkinci Dünya Savaşından bu yana, çalışan kadınların sayısında % 200 oranında bir artış görüldüğü kanısındadır. Çocuklu ka dınlar arasındaki çalışanların oranı da % 67'dir. 2000'l i yıl lar, kadım bir iş gücü olarak daha fazla yuvasından koparacak, fab rikalara, endüstri alanlarına, bürolara taşıyacaktır." Böylece, Marksistlerin; "Kadının değeri sosyal izmle ortaya çıkmıştır"79 tarzındaki evrensel tezleri, 1 890 İkinci Enternasyonelden beri, komünist dünyada kadını kurulu düzene karşı başkaldıran ve aj itasyon yaratan bir varlık olarak düşünmüştür. ABD'de, feminizmin yörüngesinden saparak bozulmaya yö neldiği hususunda görüşler de vardır. Sosyoloj ik açıdan yapı lan propagandalar yanında, özgürlük, kadın-erkek eşitliğinin siyasal alanda savunulması sonuca kürtaj, eşcinsellik, nudizm (çıplak lık) gibi toplumun genel ahlakını sarsabitecek cinsel toplum fetişizmine dönüşmüştür. Germanie Greer'in "The Female Eunuch" (Mahrem Kadın) da ele aldığı tez, toplumumuz açısın dan da gündeme gelmiş bulunmaktadır. Greer, kadının özgürlü ğü ancak cinsell iğe "evet" demekle gerçekleşebileceği görüşün de idi. Ona göre; "Kad ınlar, propagandasından kurtu lmalı ve baskı altında tutulan cinsel güdülerini doyurmaya yönelmelid ir ler." Feminizm, sosyol ojik bir akım olarak sivil toplumun yara tılmasında önemli bir rol oynayabi lir. Kadının boş zamanlarının değerlendirilmesi ve sosyal faaliyetler yoluyla milli kalkınmaya katkıda bulunmasını sağlayabilir. Bu tür eylemler, kadının sta tüsünün yükseltilesini, aile bağlarının pekiştirilmesini güçlendi rebi lir. Bu bir çeşit ailecilik (femilizm) olarak düşünülebilinir. C. C. Zimmerman, bir sosyolog olarak, Batı toplumları için bu tür aile dayanışmasını arttıran, aile bağlarını güçlend iren bir ailecilik akımını salık vermektedir.
7�
John Aburdene ve P. N ai stb itt, Megatrens 2000, Ten New Directions for The /990's,William Morrow Comp, New York. l 990
148
Türk Ulus-Oevlet Kimliği
Eğer, feminizm, ayrı yollara sapmak suretiyle, ailede kadın erkek rekabetim başlatmak, aileyi toplumda bir durak yeri, is tasyon olarak kabul etmek, evlilik kurumunun boş ve anlamsız olduğunu ileri sürmek isterse, İslamla bin yıldan beri şeretlen miş bulunan Türk insanını rahatsız edebil ir. Islami Türk ailesi, kadın ve erkeğin rekabetine değil, bütünleşmesine dayalı bir model i yansıtır. Onu, Batı tipi, kapitalist norm lardan kaynakla nan bir rekabetçi model içine itmek, toplumun en küçük ve en gerçekçi modelini teşkil eden aileyi istikrarsızlığa sürükleyebi l ir. Gerek m i l l i gerekse milletlerarası alanda yapılan araştırma lar göstermelidir ki, Türk ailesi -iddia edild iği gibi- kabuk de ğiştinniyor, aksine kimliğini korumakta devam etmektedir. Nitekim Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü'nün " 1 988 Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırma" taramasına göre, "Türkiye'de aile kurumu olağanüstü bir dayanıklı l ık göstermek tedir." 1 983'te evl iliklerinin % 92'si kopmadan devam ediyor ken, bu oran 1 988'de % 97'ye yükselmiştir. Ancak, günümüz teknoloj i ve sanayi şartları altında, ana-babanın iş yerlerinde çalışmaları, çocuğun bakıcılara veya yuvaya terkedilişleri, gide rek toplumum uzda ailenin asli görevlerinden soyutlanmalarına, dıştanmalarına neden olmaktadır. B ir başka ifadeyle, aile işyer lerine, kreşlere taşınmaktadır. Bu oluşum, toplumun yapı taşını teşkil eden ailenin kimlik yarı lmasına yol açmaktadır. Bu da, m i lletleşme sürecinde toplumumuzda derin ıstıraplarının kay nağı olabilir. Dünyamız globalleşmeye giderken İslam ve Türk Dünyası nın bunda etkisi nedir? Bu soru hiçbir vakit yararsız ve gereksiz değildir, iletişim, belki bizleri birbirimize daha çok yaklaştıra cak, bir Dünya Köyü içinde yaşamam ızı sağlayacaktır. Ancak, bu süreçte, etkinlik kuşkusuz Batı değerlerinin, norm ve inanç sistemlerinin bir ürünü olacaktır. Avrokrasi (Avrupa merkezli) ve Amerika-merkezli akımlar bu oluşuma damgasını vuracaktır. Zira bilim metodolojisi, Batının -loj ik kimliğine göre yorum lanmakta ve üretilmektedir. Bütün bunlar, daha sonra evrensel 149
Orhan Türkdo�an
ve genelleyici birimler olarak takdim edi lmektedir. Böylece, Batı kendi düşünce ve ideallerini Üçüncü Dünya topluıniarına ihraç etmek sure tiyle, onları evrensel normlar etrafında bütün leşmeye çağırmaktadır. Tanınmış siyaset teorisyeni S. Huntigton, bakınız Amerikan değerlerinin evrensel boyutlarda olduğunu nasıl açıklamaktadır; " 1 980'lerin sonunda birçok kim se (Amerikan düşünün) gerçek olduğunu ileri sürüyordu. Eğer dünyadaki insanlar, A . B.D.'yi siyasi durgunluk, ekonomik ye tersizlik ve toplumsal kaos tarafından kuşatılmış, salon bir güç olarak görmeye başlarsa, onun fark edilen başarısızlı kları, kaçı nılmaz olarak demokrasinin başarısızlıkları tarzında görülecek ve dünyada demokrasinin çekiciliği azalacaktır."80 Böylece, demokrasi ve A.B.D özdeşleşmekte, bu da dünya ile bütünleş mekteydi . Aynı yazar, "tarihsel olarak, Batı H ıristiyanlığı ile demokrasi arasında güçlü bir bağlantı olduğu" kanısındadır. Bu görüş, Webarian tezin bir tekranndan başka bir şey deği ldir. Batı, kendi tipi demokrasiyi veya teoriyi benimsemeyen görüş leri, alternatiflerini I M F, AT ve AGIG gibi kuru luşlar yoluyla dışlanmaya çalışır. Bakınız, bu gerçeği Huntigton nasıl açıkla maktadır, görelim; "Nisan I 987'de Türkiye AT'a tam üyel i k için başvurdu. Bunu kamçılayan nedenlerden biri, Türk liderlerinin, Türkiye'deki demokratik eği limleri ve modernizasyonu kuvvet lendirme, koruma ve İslami muhafazakarlığı destekleyen güçle ri soyutlama arzu larıdır. " Açıkça görülüyor ki, AT'a üye olma n ın şartları; a) Demokratikleşme sürecini hıziandırma b) Mo dernleşmeye devam etme c) İslami muhafazakarlığı -ki Batı buna fundamentalizm diyor- destekleyen güçleri soyutlamaktır. Laikleşme perdesi altında istenen de İslami canlanınayı engel lemektir. Bu taleplerin tümü, bizden Batı tip nonnları benim sernemizi istemektedir. Bu teze göre, "bir toplum ne kadar çok Batılılaşmak isti yorsa o kadar çok batı değerlerine sahip çıkmalıdır." Bir başka
10
E Samuel Huntigıon, Vçüncü Demokrasi Dalgası, Yeni Forum, Ocak 1 992. s.9-
IS 1 50
Türk Ulus-Devlet Kimli�i
deyimle, Batıl ı olmayan toplumlarda demokrasinin gelişmesi için, o toplumlarda Batılı kültürel kurumların yayılması ve uygulanması gerekir. Aksi takdirde, Batılı olmayan kültürler (örnek olarak İslam ve Konfuçyus inanç sistemleri) demokra siyi gerçekleştiremezler. Bu nedenle, Batının Üçüncü Dünya ü lkelerine ideoloj i ihraç etmeleri, her ne olursa olsun, bir zo runluluktur. "Singapur, Tayvan, Kore, Hankong ve Japonya'da önemli kalkınma hamlelerini gerçekleştiren Konfliçyüsluğu, ünlü siya set bilimeisi bakınız nasıl eleştirmektedir; "Konfliçyüs toplum larında ferdin devlete karşı hakları olması geleneği yoktur; fert hakları varsa bile, bunlar devlet tarafından oluşturulmuştur. Harmoni ve işbirliği, uyuşmazlık ve rekabete tercih edilmiştir. Düzenin devam ettirilmesi ve hiyerarşiye saygı temel değerler olmuştur. Fikirlerin, grupların ve partilerin çalışması tehlikeli ve gayrimeşru görülmüştür. Hepsinden önemlisi, Konfliçyüsçülük toplum ve devleti birleştirmiş ve milli düzey de bağımsız sosyal kurumlara hiçbir şey sağlamamıştır." Dört Kaplan veya Pasifik Kuşağı ded iğimiz bu ülkeler, Naisbitt ve Aburdune'nin de isabetle belirttikleri gibi, Budizm, Taoizm ve Konfliçyüslükle büyük ekonomik başarılar sağlamış, adeta ABD ve Japonya ile yarış halindedirler. Ancak, buna rağ men -kalkınmaları ne olursa olsun- Batılı norm ve değerlere sa hip deği ldirler. Toplumda fikir çarpışması mevcut değil, parti Ier-arası çekişme ve hizipleşme yok, toplumsal uyum ve daya nışma yerine, ferdiyetçi eğilim ve rekabet esprisi gözlenmemek tedir. Huntigton, İslam ' ı da Konfliçyüslükla aynı kategoride düşünmekte, rekabete açık olmadığı ve uyurucu kodları taşıdı ğından demokrasi karşıtı görmüştür. 1 990'lar Türkiye'si, bir yanda Batılı norm ve değerlere da yal ı bir modelle karşı karşıya, bir yanda da kendi milli ve dini inanç sistemlerinin oluşturduğu dayanışmacı, bütünleştirici, uyurucu bir kimliği taşımaktadır. Bu nedenle, bir yol ağzında dır, ya makas değiştirecek, tamamıyla Batı hattına geçecektir
151
Orhan Türkdoğan
veya Doğulu değerleriyle sentezler oluşturarak kalkınmasını gerçekleştirecektir. Resmi eğitim, Batıltiaşmayı olanca hızıyla desteklemekte dir. Önemli aydın kadrosu ve yöneticisiyle, zihniyette Batı narıniarına yönelik gruplar mobilize edilmiş durumdadır. Tep ki ler zayıf kalmaktadır. "Bireyci ve özgürlükçü" tutumların gelişmesi; piyasa ekonomisinin devletin yerini alması; gelenek sel değerlerin tahribi, modern birimlerin benimsenmesi ; her alanda rekabetçi eğilimlerin desteklenmesi; sendika, parti ve iktisadi kuruluşlarda benzeşmezliğin eğitim ve öğretim süreciy le toplum katiarına yayılması; ailede kadın-erkek rekabetinin oluşturulması; bütün bunlara ek olarak, etniklik bilincinin uya rılması, azın lık haklarının korunması, toplum kültürünün moza ikleştirilmesi, evrenselliğe yönelme, federatif düşüncenin geliş tirilmesi gerçek anlamda Batının bir parçası olunması bakımın dan ön şart olarak kabul edilmektedir. Batılı standartiara göre, "bir toplumda eğer nüfusun yüzde 80 veya daha çoğu, ayni dini inanca (Katolik, Protestan, v.b.) ve aynı dil grubuna mensupsa, o toplum homojen (tür deş)dir."8 1 0 halde, ü l kemiz homojen bir toplum yapısına sahip tir. Buna karşın, toplumsal mozaikler oluşturulmasının nedeni, Batılı narıniara uymak olsa gerek. 1 990'1ı yıllar, ülkemiz için sosyo-kültürel açıdan yorum lan dığı takdirde daha ziyade Batılılaşma tezinin hassas dengeleri üzerinde yoğunlaşmaktadır. Ancak, bu oluşuma karşı, m i l l i ve dini mobilizasyon güçleri yeni alternatif türetmek suretiyle sesi ni yükseltmekted ir. Bu da, ınilletleşme süreci için isabetli bir başlangıç olacaktır.
11
Arend Lijphaıt. a.g.e. s. 27
1 52
BÖLÜM VIII
KÜRESEL OLUŞUMLAR, POLİTİ KALARI VE TÜRK M İ LLETLEŞME SÜRECiNE YANSlMALARI Kürselleşme süreci sadece ekonomik alan üzerinde değil toplumsal yaşamın tüm alanı üzerinde etkili ve yön lendirici olmuştur. Özellikle 1 980 sonrası küreselleşmenin başat ideolo j isi konumu elde eden neoliberalizm başta ulus devlet olmak üzere, siyaset, ekonomi ve öze l likle de milli kimlik alanında ciddi değişim ve dönüşümlere yol açmıştır. Artık homojenliği öngören M i l l i kimlik yerini çok kültürlülüğe bırakmıştır82 • Bu gelişmeler Türkiye'deki tartışmalarda da yansımasını bulmuş tur. Ulus-Devlet ve Çokkültürlülük Küreselleşme ve Avrupa B irliği sürecinde bir kısım aydını mız, Türk toplumunu mil let inşasını tamamlamadan federasyo na doğru yönelmesi hususunda bir takım atılımlar gündeme getirmektedirler. N itekim Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu tarafından hazırlanan ve 22 Ekim 2004 günü Başbakan lığa sunulan "Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Çalışma Gu rubu" raporunda " Kürt ve Alevi" kardeşlerimiz ve soydaşları m ızı "azınlıklar" kategorisine ithal etmek suretiyle, hem oryan talist yap ı l ı Avrupa B irl iği'ne hem de Türk kimliğinin dejene-
82 Gülise Gökçe, "Neoliberalizmin Krizi ve Yeni Devlet/Yönetim Modeli Arayışla rı", Türk Idare Dergisi. Sayı 47 1 -472, Haziran-Eylül 20 1 I , s. 9 1 - 1 1 8.
1 53
Orhan Türkdoğan
rasyonuna yol açabilecek adımlar da atılmıştır. Özellikle raporu hazırlayan komisyon başkanı Baskın Oran'ın "Türkiye' de Azın lıklar" adlı ders kitabında da Kemalist sistemin yapı taşlarını oluşturan "UiusDevlet olgusunun artık aşıldığı, sistemin ana unsurlarını oluşturan(Türklük) kavramının(kan) temelli yöntemi çağrıştınnakta olduğu için de 2 1 .yüzyılın çok gerisinde kaldığı" tarzındaki görüşleri, bilimsel bir nitelik taşımaktan ziyade, bi l inçaltı etniktİk yansımalarının ürünü olmaktan öteye bir anlam taşımamaktadır.83 Baskın Oran'ın bu yayın ından kısa bir süre sonra, AB Kürt leri ve Alevileri azınlık grubu kategorisine ithal etmekte geç kalmamıştır. Oran'ın, 2 1 . yüzyılın çok gerisinde kaldığını ileri sürdüğü Kemalist Sisteme bir diğer eleştirisi de ibretle izlenıneye değer: "Mustafa Kemal'in 1 933'te dile getirdiği "Ne Mutlu Tür küm Diyene" sözü artık çağın gerisinde kalmıştır. Onun yerine "Ne Mutlu Türkiyeliyim Diyene" olmalıdır."84 İzlendiği üzere, Türkiye Cumhuriyeti Devletini temsil eden Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu "Türküm Demeyi" çağın gerisinde kalmak biçiminde algılamakta ve bir varlık alanı olarak "Türk Devleti" kimliğini si lerek, yerine coğrafyayı anım satan "Türkiyeliyim" deyim ini kullanmayı yeğlemektedir. Son yıl larda, devletin stratej ik yerlerinde bulunan bazı kişi ve resm i kuruluşlarla, ümmet zihniyetini kendi bilinçaltı etnisitiyapısına göre algılayan cemaatleşme gruplarının da, egemen toplumu veya kurucu kültürü "öteki" konumuna getire rek "Türkiyeliyim" tarzındaki yaklaşımları, eğer cehalet değilse, sözcüğün gerçek anlamı ile ihanettir. Devletin üniter yapısını
83
Baskın Oran. Türkiye'de Azınlıklar: Kavramlar, Lozan. iç Mevzuat. lçtihat, Uygulama, TESEV Yayınları, İstanbul. 2004, s. 1 16 ve 1 34.
K4
Baskın Oran. a.g.e., s. 1 16 ve 1 34. Bazı yazarlar, Oran'ın "azınlık" kavramı m demografik açıdan, "çogunluk" karşıtı anlamında kullandığı yorumunu yapmakta dırlar. Oysa Oran adı geçen ders kitabında, açıkça "azınlık" terimini "çogunluk" karşıtı olarak kullanmakta kalınadığım, çoğunluğu yani Türkleri "öteki" konumuna getirerek, tıpkı BAGEH'Ii KUrtler gibi "TUrkilm yerine Tilrkiyeliyim" demek suretiyle görüşlerini netleştirmiştir.
1 54
Türk Ulus-Devlet Kimliği
bozan, İslam ümmet kimliğini kendi etnisitisi için biçimlendiren zihniyet de "Akif Tipi"nin dışındadır. Mehmet Akif, yüzyılımı zın gerçek anlamda, ümmet m i l let birlikteliğim temsi l eden temel tiptir. İstiklal Marşımız, Çanakkale Destanımız bu temel tip için yeter de artar eşsiz örneklerdir, Akif Tipi, bu devleti kuran Asyatik kökenli bir toplumun Türklük şemsiyesi altında, tüm d indaşlarımızı tasada ve kederde, ortak bir paydada duygularda birleşmelerini sembolize etmesinden ötürü de, kutsal bir değere sahiptir. Evrensel leşme ve Avrupa Birliği ütopyası içinde hareket eden "Türkiyel i " aydınlarımız, Fransız eski cumhurbaşkanı Valery Giscard D'Estaing'in bir gazetemize yazmış o lduğu 25 Kasım 2004 günlü makalesine özenle ve dikkatle eğilmelidirler: "Avrupalıların kimlik idraklerini güçlendirmeye ihtiyaçları vardır. (Avrupalı yurtseverliği) ancak, Avrupa vatandaşlarının kendilerinin tek bir bütüne ait olduklarının bilincinde oldukla rından itibaren mevcut olabilecektir. Avrupa Antlaşması, Antik Yunanistan ve Roma'dan gelen kültürel katkı, Avrupa'nın ya şamına sinmiş olan dinsel miras, Rönesans'ın yaratıcı atı lımı, b i limsel ve rasyonel düşüncenin katkıları aracıyla oluşan birlik teliğin temel lerini daha iyi tanımaya çalışmıştır. Türkiye, bu mirasın hiçbir kısmını paylaşmamaktadır. Bunu gözlemlemek aşağılayıcı bir yargıyı içermez. "85 Kendini kendinde aramayan, Asya'da zengin yer altı ve yer üstü servetlerine sahip 200 mi lyonun üstünde soydaşlarına arka sını dönen, sadece Avrupa B irliği macerası peşinde koşan ların, Fransız Cumhurbaşkanı'nın bu ifadelerine dikkatle eğilmeleri gerekir. Avrupa birliğinin mayası gözlendiği üzere Greko-Latin Kültürü ve Hıristiyanlık değerlerine sinmiş üçlü bir yapılaşma nın ürünüdür. Giscard D'Estaing'e göre, bu değerlerde Türk toplumunun paylaşabileceği hiçbir ortak nokta yoktur. Bu ne-
u
Zaman Gazetesi. 25 Kasım 2004. 1 55
Orhan Türkdo�an
denle, D'Estaing kesin bir biçimde Türkiye'nin Avrupa birliğine alınmasına karşıdır. Türk toplumunun da kökenieri Asyatiktir, devletler kurarak Anadolu'yu fethetmiş, boylar ve obalar halinde yayiasma kışiası na yerleşmiştir. Bu nedenle, Türkçe tüm Anadolu coğrafyasına yayılan bir dil ve kültür unsurudur. Yörelerin töre ve gelenekle ri, inançları, yer adları tümü i le Asyatik kökenl idir. Bu gerçekle ri inkar ederek, Türk varlığını "öteki" konumuna getirrnek sure tiyle, çokkültürlülük diasporasına yönetmeye Türk halkının izin vereceğine inanmak gaflet ve ihanettir. Ulus-devlet veya Françis Fukuyama'nm deyimi i le devlet in şası, çağımızın güncelliğini koruyan önemli bir olgusudur. 86 Bu gerçek d ışlanarak, tabanda etnisiti bilinci yaratmak suretiyle, çokkültürlü federatif bir yapıya ülkeyi sürüklemenin bir anlamı olmazsa gerek. Yukarıda belirttiğimiz üzere Huntigton "Biz Kimiz" sorusuna şöyle karşılık veriyordu: " 1 790'da ABD nüfusunun % 60'ı İngiliz kökenli idi. Günümüzde de İngi lizler diğer halkları yutmaktadır. Bu nedenle, ABD etnik çoğunlukçu değil etnik egemenl ikle karakterize edilebilir. Çünkü Anglo Protestan kültürü, 3 00 yıldır Amerikan kültürünün merkezinde yer aldı, Amerikalıların ortak varlığı oldu ve sayısız yabancının gözlemlediği gibi, Amerikalıla rın diğer halklardan ayıran bir kültür konumuna geldi. ( ... ) Bu nedenle, Anglo Protestan kültürü Öz Kültür, Temel Kültür veya Kurucu Kültür'dür. " 87 Kemal ist Sistem, "Öz Kültür" veya "Kurucu Kültürü" mer keze alarak, Osmanlı'nın çok kültürlü kozmopolit yapısına son verrnek suretiyle ulusdevlet inşasını başlatmıştır. Avrupa B irliği ve yandaşlarının, "Öz Kültür"ün unsurlarını oluşturan Alevileri ve Kürtleri azınlık olarak belirlemeleri "çoklardan biz" doğur-
16
Françis Fukuyama. Devlet lnşası:21. Yüzyılda Dünya Dilzeni ve Yönetişim, Remzi Kitabevi. lstanbul. 2004, s.?- l l 17 Samuel P Huntigton. a.g.e., s.S9
1 56
Türk U lus-Devlet Kimliği
maya çalışma projelerinin adeta ön hazırlıklarını oluşturmakta d ır. Kemalist sistem, Başbakanlık Azınlık Haklan ve Kültürel Haklar Grubu Raporunda iddia edildiği gibi "kan" esasına daya nan bir ulusdevlet inşasına yönelmemiştir. Avrupa Birliğini oluşturan ülkeler ve ABD'de gözlendiği üzere, 3 00-400 yıl önce başlayan ve çoğunluğu oluşturan "Egemen Toplum" veya "Ku rucu Kültüre" dayalı u lusdevlet inşasının bir örneğin i Cumhuri yet dönemi ile uygulamaya aktarmıştır. Ne yapı lmalıydı? Çok kimlikli Osman lı modeli sürüp gitse m iydi? Arab'a "Kavmi Necip", Ermeni'ye "Kavmi Sadık-a" "Kavmi-i Sad ık-a, kendi halkına da "Etrakı bi idrak" (idraksiz Türk) denilen yapılaşma ya mı dönülseydi? Osmanlı, kendini merkeze alarak, askeri ve sivil yönetimi yabancı soylutara bırakmış, öz halkını ise köylü konumuna ge tirmek suretiyle kavim b i lincinin silinmesine yol açmıştır. Böy lece, 16.yüzyılın birinci yansından itibaren artık Hanedam Os mani'nin Türklük kimliği kalmamıştır. Oysa Hz. Ömer: "Kav minizi tanıyınız, soyunuzu biliniz, Nabatiler gibi almayınız" di yordu. 88 Gözlendiği üzere, İslamiyet ayet ve hadisleriyle kavmini ta nıma, soyunu bilme ve kavmine hizmet etme duygusuna büyük değer veren bir inanç sistemidir. Hadis de: "Vatan sevgisi iman dandır" buyuruyor. Büyük düşünür İbn Haldun da tarih felsefe sini "asabiye" duygusuna bağlar. Bir toplum, asabiyesini (aidi yet duygusunu) yitirdiği vakit çöküşe gider. Bu nedenle, günü müzde "Yeni Osmanlıcılar" ve "Cemaatleşme" gruplarının mil letini tanıma ve sevme duygusu anlamında m i l l iyetçi liğe karşı çıkmaları, hem din karşıtı hem de bilim dışı bir davranıştır. Tamamen, islam ' ı ruhundan soyutlayan, yozlaştıran dogmatik
KM
Nabatiler veya Nabati Krallıgı M.Ö. 4. yUzyıl ile M.S . I 06 yıllarına kadar Filis tin'in güneyinde Akabe körfezi ile Lut GölU arasındaki Erdom bölgesinde yaşamış lardı. Putperest Nabatiler Arap yarımadasının kuzeyi ile güneyinde ticarelle u�ra şıyorlardı.
1 57
Orhan Türkdoğan
bir düşüncedir. Günümüzde, cemaatleşmeesprisi, gazete ve yayınlan i le İslam ' ı kişi fetişizmine dönüştürürken, m i l letini sevme ve tanıma anlamında m i l l iyetçi liğe karşı vaziyet alışları bir sapiantıdan öteye bir anlam taşımaz. Türk Solunun Doğuşu Ulus Devlet İ nşa Sürecinin Sonu mu? Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı'nın islam karşıtı "ümmetçi" zihniyetinden kavmini tanıma anlamında "milliyetçi" bir döne me Kemalist sistemle geçiyordu. Bu Türk tarihinde önemli bir oluşum, yeni bir çağdır. 89 Ancak, Atatürk'ün erken vefatı ile u lusdevlet oluşturma tezi, gündemden kaldırı lmış, hatta u lus devlet inşası için kurduğu Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Ku rum larından, paralardan pullardan resimleri kaldırılmıştır. Ta rihsel aydın sınıf, dışlandıkları köşeden bucaktan çıkarak yeni den oyun kural larını oynamaya başlamışlardır. Kapatılan Ma son demekleri açılmış, Nazi Almanya'sının Stalingrad toprakla rından çeki lmeye başlaması ile gizli komünist örgütlenmeler yeniden ülke sathına yayılmaya başlamış, Türk m i l l iyetçilikleri ise "]rkçılık" ve Turancılık" şeklinde suçlanarak yargılanmışlar dır. Nitekim ı 998 yılında: "Cumhuriyet Döneminde Türkçülük Hareketi" konulu bir doktora tezi hazırlamış bulunan Dr. Faruk Aydın ise: "Almanya' nın savaş üstünlüğünü, 1 943- ı 945 yıl lan arasında kaybederek geri lediğini ve Milli Şef İsmet İnönü'nün ı 9 Mayıs ı 944'te yaptığı konuşmada Rusya'n ın dostluğundan bahisle TürkçUleri içte ve dışta fesat çıkarınakla suçladığını" ileri sürmektedir.90
K9 Bemard Lewis'in yerinde tespiti ile: "TOrk toplumu. ulusal benli�im islam içinde erilmiştir." B. Lewis, Modern Türkiye'nin Doguşu. Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara. 1 984, s.327. Ünlü araştırmacı Zurcher'e göre: "Kemalist sistemin tarih tezi. Türk milletine yeni bir kimlik ve güçlü bir milli birlik kurmak için başvurdu �u kaynaktır." Erik Jan. Zurcher, Modernleşen Türkiye 'nin Tarihi lletiş im lstanbu l 1 995, s.278. 'lO Faruk Aydın. ''Cumhuriyetin Ilk Yıllarında Türkçülük: 1 923- 1 945", Yeni Türki ye, Cilt:23-24,Ankara. 1 998, s.783-79 1 ; Günay Göksu Özdo�an, Türkiye'de lrçılık-Turancılık, Bo�aziçi Üniversitesi Doktora Tezi, 1 990. .
1 58
.
.
Türk Ulus-Devlet Kimli�i
1 942-1946 yıllan arası eski bir İttihatçı olan Başbakan Şük rü Saraçoğlu, Nazilerin yenilgisi, Sovyet yanl ısı tutumların gelişmesi ve yabancı soylu bir kısım aydınımızın komünist sisteme destek vermeleri karşısında, 1 944 yılında: "Biz Türk'üz ve Türkçüyüz. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar, bir o kadar da bir vicdan meselesidir. Biz azalan ve azal tan Türkçü değil, çoğalan ve çağaltan Türkçüyüz" demek sure tiyle, Kemalist sistemin küflenen sesini duyurmaya çalışıyor du. 9 ı Atatürk'ün partisi, kısa süre içinde Nazi ordularının Sovyet topraklarından çekilmesiyle başlayan bir sosyal istleştirme kam panyası içine girmiş ve bunun için de ilk adım olarak I 7 Nisan 1 940'da yurt sathında "Köy Enstitüleri'nin kurulmasına gidil miştir. Enstitünün amacı, "kentin kokuşmuşluğuna karşı, sağ lam direnci olan, geleneksel ahlaki değerlerine bağlı" bu insan ları, "kend i pratik etkinliği ile yeni iç evreni arasında tam bir uyuşum kurabilınektir." Bu gerçeği, Köy Enstitüleri teorisyeni olan İsmail Hakkı Tonguç şöyle açıklıyordu: "Öğretmen, bu devrimin bütün d inamizmasım yükleniyor, sarıkit köy hocasının yerini alınaya çalışıyordu." Enstitü, kırsal alanlara sosyal istleştirıne eği limlerini taşıya rak köy kalkınması adı altında toplum yapısının ulusdevlet kim liğini değiştirmeye çalışıyordu. Tüm değerlere savaş açan ve En gin Tonguç'un da isabetle belirttiği üzere: "Enstitülerin gerçek amacı, alt yapı değişikliklerini en fazla etkileyebilecek bir üst yapı kurumu olan eğitimi, devrimci süreci h ızlandırmak için kullanmaktır. Bunun için de, ülkenin toplumsal yapısı gereği olarak, en geri ve en çok ezilen emekçi kitlesi "Köylü" üzerinde çalışmalar yoğunlaştırılacaktır.92 Özellikle, milli değerlerin topa tutularak, köylülük bilincini kozmopolit bir alana itilmesi için her adım atılmıştı. Artık köylüye, teoriysen Tonguç'un deyimi
91
Isınail Hakkı Tonguç. Can/andırılacak Köy, Remzi, lstanbul, l 947, s.4 1 9. Engin Tonguç, "Köy Enstitülerinin 30. Yıldönümü'', Cumhuriyet Gazetesi, 8 Ni san 1 970 92
1 59
Orhan Türkdoğan
i le: "Geçmişinde kilise olmadığı halde, Bach'ı ve Mozart'ı sevsin" mesaj ı veriliyordu.93 Görüldüğü üzere, Köy Enstitülerinin kurucusunun oğlu En gin Tonguç, enstitülerin, Marksist bir model i kullanarak, alt ya pıyı etkileyecek bir devrimci eğitimi hızlandırmada, araç olarak kullanılacağını ilan etmektedir. Bir Köy Enstitüsü yandaşı Fakir Baykurt ise "Onuncu Köy "ünde Türk toplumunun temel değer lerinden biri olan dini sistemi Marksizme giden yolda eleştiri yordu: "İnsanların din yolu ile zihinlerini karartma, sömürü, eğitimsizlik ve bu oluşumda egemen güçlerin rolü" vurgulana rak, Yunun mitoloj isinden parçalar aktarı lıyor, "rustique ve pastoral" bir mutluluk tablosu çizil iyordu: "Mutsuz köyden mutlu köye geçmek için köylünün aydınlanması, imama inan mayıp, öğretmene ya da Batıcı laik kahramanın etrafında topla nılması ve doğayı daha verimli bir şekilde kul lanma yollarının öğrenilmesi" öneril iyordu. 94 Aynı çizgide, Tal ip Aydın'ın Ortakçılar ( 1 969), Sarı Trak tör ve Defıne'si; Fakir Baykurt'un Yı lanların Öcü, Irazcan' ın Dirliği, Onuncu Köy, Amerikan Sargısı, Kaplumbağalar ve Tırpan gibi romanlarında köylerimiz: "Son derece sefil (sanki lanetlenmiş), köylü de sürekli sömürülmüş, aldatılmış, din ara cılığı ile uyuşturulmuş" imaj ı telkin edilmeye çalışılıyordu. Gözlendiği üzere, 1 948 'de -Köy Enstitüleri döneminin ide olojik çizgisini izlemek-suretiyle, aşırı siyasallaşma batakl ığına gömülerek sekiz yılda ömrünü tamamlamıştır. Ancak verdiği mesaj, Greko Latin ve Marksist odak noktalarında bir sarkaç gibi gelip gitmiştir. Kemal Tahir'in yerinde deyimi i le "Bozkır' daki Çekirdek", kendisinden bekleneni verememiş, Anadolu toprağında çürüyüp gitmiştir.
�3Fay Kirby, Türk(ve'de Köy Enstitüleri, lmece Yayınlan, lsıanbul. l 962, s. 1 8; !smail Hakkı Tonguç, Köy EnstitUteri Dergisi, Sayı: 1. 'J4 Kadir Cangızbay, "Köye Giden Cumhuriyet", Hareket Dergisi. Sayı:96, Aralık 1 973 1 60
Türk Ulus-Devlet Kimliği
Ancak, bu anarşik oluşum veya Türkiye'yi alt yapı devrimi için sosyalistleştirme kampanyası, kısa süre içinde meyvelerini verecek ve eğitimin kritik sektörleri kadrolaşma yolu i le ele geçirilecektir. Böylece ülke, bir anda Kemalist sistemin ulus devlet misyonunu temsil eden milliyetçi gençler ile Marksist gruplar arasında beliren ideoloj ik bölünmenin içine itilmiş ola caktır. Bu oluşumun; büyük oranda Osmanlı'dan gelen ve Ke malist sistemin henüz tasfiye edemediği medya, yönetim, i leti şim araçları ve sanayi sektörüne egemen güçleri veya toplumsal aktörleri de Kemalist sistemin "Türkleşme" girişimine set çek mede etken rollerini sürdünnüşlerdir. 1 940' 1ardan itibaren, tarihsel sınıfın sosyoloj ik tortuları ye niden su yüzüne çıkacak, bilinçaltı itilmişl iğin ve köklerden kopmanın- hellonomanin verdiği kin ye intikam duygusu i le, "Türk Hümanizmi" tezi sisteme yönelik eleştiri lerim sürdüre cektir. Özellikle, dil ve tarih alanındaki ulusdevlet oluşum ları, bizzat teoriysen Suat Sinanoğlu tarafından "ciddiye alınmayacak yayınlar ve davranışlar dönemi" olarak aşağılanacaktır.95 Türk H ümanizmi tezi yanında, bir de Anadolu Uygarlıkları teorisi gündeme geliyordu. Bu tez de; Kemalist sistemin Türk lerin kökenini Mezopotamya ve Sümer Uygarlığına bağlayan görüşe karşı çıkıyordu: "Türkçenin ölü dil itibariyle Sümerceye benzediği üzerinde duranlar varsa da, sonuçları açısından önem li değildir. Mezopotamya ile Küçük Asya Kültürlerini yaratanlar Türk soyundan gelmedikleri gibi, kültür tarihi açısından da böyle bir zorunluluk yoktur. ( . . . ) H unların da Moğol mu, yoksa Türk mü o ldukları henüz kesinleşmemiştir.96 U lusDevlet teorisi, bir yandan Tük hümanizmi öte yanda Anadolu Uygarlıkları görüşleri ile köklerinden koparılarak, Asyatik kimliğinden siliniyordu. Artık ulusdevlet olma süreci,
95
Suat Sinanoglu, Türk Hümanizmi, TUrk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1 988, 5.67. 96 Bozkurt GUvenç, Türk Kimligi: Kültür Tarihinin Kaynakları, KUltUr Bakanlıgı Yayınları, Ankara, 1 993, s.7fJ.77 ve 88-89; Ekrem Akurgal. Türkiye'nin Kültür Sorunları, Belleten, Ankara, Nisan' 1 982. 161
Orhan Türkdoğan
ı 950'ler sonrası da gündemden kalkacak, Türkiye kalkınma ve demokratikleşme sürecinin içine girecektir.
Demokrat Partinin ı 950- ı 960 l iberal ekonomik sistemi, "her mahallede 1 5- 1 ?'şer milyoner yaratma" slogan ma dayanır. Aslında, geçmişin "yasakçı devletçilik" zihniyetine bir karşıt tez olarak gelişen bu liberal rejim, kısa sürede ülkenin toplum yapı sını değiştirerek, yeni bir kimlik kazandınnaya çalışıyordu. Bü yük kentlerden kırsal alanlara açılan yeni yollar, tarımsal alanda yoğunlaşan makineleşme, kitle iletişim araçlarının kullanı lması, yeni fabrikaların açı lmaya başlaması, her yönü i le topluma bir d inamiklik kazandırıyordu. Bu tür bir kapitalistleşme süreci, bir yanda sanayi yatırımla rının daha ziyade tüketim maddeleri, montaj sanayi gibi alanla ra kaymasına, öte yanda sermayenin belirli alanlarda toplanma sına, adil ve dengeli bir gelir dağıtıma engel oluyordu. Bu da, bir anlamda Kemalist sistemin adil ve dengeli kalkınma politi kasına ters düşüyordu . Kentleşme, özell ikle tarımsal makine leşme, kısa süre içinde kırsal alanlardan büyük kentlerin varaş Iarına göçterin yığılınalarına yol açıyor, bu da gecekondutaşma olgusunu meydana getiriyordu. Doğu ve Güneydoğu yöresinde sosyal şiddet sonucu gele nekli "göç" olgusuna bir de "kaç" diye belirlenen oluşumlar ek leniyordu. Böylece, ilkin kırsal alanlar (ınezra, kom, yayla, zomalar) boşalmış, yakın kentlere veya metropol alanlara insan lar yığılınaya başlamıştır. Kars, Van, Diyarbakır, Ağrı ve Gazi antep iller bunlardan ilk akla gelenlerdir. Komünist Partisi'nin ı 920' 1erde Bakü'de üstlenen kal ıntıla rı, ülkenin bu yeni tablosu karşısında, odak noktalarına etkili olmaya başlamışlardır. Köy ve kasaba çocuklarının kitlevi okul laşma süreci, işsizli k ve sefaJet yuvalan merkezi yönetime karşı protesto paketlerinin yükselmesine yol açıyordu. Bu süreci, bazı Fakülte ve üniversitelerin senyör Marksistlerinin kanalize etme leri, sosyalistleştione eğilimlerini yoğunlaştınnıştır. Bu baş döndürücü şartlandınnalar altında, genç öğrenciler gerçekle fantezi, bil imle ütopya arasında ne bir analiz ne de bir yorum 1 62
Türk Ulus-Devlet Kimliği
yapabilecek güce sahip olmadan sokaklara düşmeye başlamış lardır. Fransa'da aydınların sosyal kökenierini incelerken Raymond A ron, bazı üniversitelerin ve öğrencilerin bilinçaltı analizlerini yaparak şöyle bir yargıya varıyordu: "Aydınların tutumunu anlamak için Fransa'da fakülteterin havasını mukaye se etmek, bir görüşe varmak için yeterlidir. Bu durum, Profesör ler için de, öğrenciler için de aynıdır, değişmez. Bunlardan Ecole Norman Superieur sola, hatta aşırı sola dönüktür. Institute d'Etudes Politiques ise, genel olarak muhafazakar veya mutedil dir. Taşra Üniversitelerinde her fakülte ayrı bir şöhrete sahip çok kere tıp ve hukuk fakülteleri, edebiyat ve fen fakültelerine nis petle daha sağda yer almaktadır. 97 Benzeri bir tablo, 1 945'ler sonrası periyodik olarak meyda na gelen ideoloj i k kutuptaşmalar göz önüne alınarak, ülkemiz de yürütülebi lir. Ankara'da S iyasal Bi lgiler Fakültesi ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi sol tayfta, Gazi Üniversitesi sağ tayfta yer almaktadır. 1 945-1 980'li dönemler yeniden gözden geçirildiğinde, Türk eğitim oryantasyonu, yakın kültür tarihimizde ağırlıklı olarak Kemalist sisteme bir tepki kuşağı oluşturmak suretiyle düşünsel yerini almaktadır. 1 94S'Ierden itibaren başlayan kutuptaşmalar da "politize olmanın büyümesi" olgusu iletişim organları, med ya ve aydın sınıfın kozmopolit yapısından kaynaklanan güdüm lü şartlandırmaların desteğinde üniversitelerimiz arasındaki koalisyonların ürünüdür. Ünlü iktisatçı G. Kenneth'in belirttiği üzere: "Vietnam savaşına karşı muhalefet yürütenler Amerika Birleşik Devletlerinde ne sendikacı, ne bağımsız aydııılar, ne basın, ne de iş adamları idi, bunlar üniversiteler idi." Ülkemizde de aydın muhalefeti ve desteğinde öğrenci akti vizmi ilk kez sistemli bir güç olarak l 960'1ı yıl larda "politize ol manın büyüdüğü" üniversitelerde başlam ış ve sendikalara, çeşit-
yı
Raymond Aron, The Opium ofthe /nte/lectuals,Calmann Levy,Paris, 1 955, s.268
1 63
Orhan Türkdoğan
li baskı gücü ve derneklere yayılmıştır. Bu dönemin sosyoloj i k tahlilini yapan bir Batılı siyaset sosyaloğu J. M . Landau sağ v e sol gençlik eylemcil iğini şu biçimde değerlendiriyordu: "Sağ eğilimli gençlik grupları daha az ve genellikle m i l l i gururun mesaj ından ötürü Türkiye'nin geçmişinde ortak ideolo j i k köklere sahipken, solcu gençlik gruplarının böylesine bir ortak esinti kaynakları yoktu. Bunlar her biri hayran olduğu peygamberleriyle birlikte çoğalmışlardır. Marx, Lenin, Mao, Che Guevara, Roger Garaudy ya da Herbert Marcus gibi düşü nürlerin eserlerini çevirilerinden okudukları bu ya da başka bir düşünürün öğreti lerinden oluşan bir programı kabul etmişlerdi. Bazı üniversite ve fakültelerde Marksist şartiandırma h ızı art tıkça radikal öğrenci hareketleri de yükselmiştir."98 Döneminin analizini yürüten Landau, Türk Solunun Kürtçülük akımını nasıl Marksist bir şema içinde yürüttüklerini de şöyle açıklıyor du: "Kürt gençleri seferber edilmiş ve Türkiye'nin doğusunda yaşayan Kürtlerin ayrılması" tezi işlenmiştir.99Böylece, l 968'de dünyada ve bizde başlayan öğrenci eylemleri "siyasal Kürtçü lük" kalıpları halinde suyüzüne çıkmış, sonuç olarak Aydın Yalçın'ın da deyimi ile "Kürt bağımsızl ığı hareketiyle, Atatürk ve inönü gibi Cumhuriyetin ve Türk Devletinin kurucularının Kürt halkını aldattıklarını, yeni devletin kendilerini temsil et mediklerini, Türk ordusunun da sanıldığı kadar güçlü bir engel olmadığını" iddia etmişlerdir. Kemalist sistemin müesseseleşmesini sağlayan Halk Evleri, Türk Dil ve Tarih Kurumları, artık ideoloj i k şartlandırmanın bi rer karargahı haline dönüştürülüyor, açıkçası bil imle ideoloj i sa vaşı başlatılıyordu. Türk solu da, 1 960'lı yıl lardan itibaren tek tip (monolitih) bir sosyalizm yerine, çok merkezli (polylith) bir sosyalizme yönelmek suretiyle gündemi sıcak tutuyordu. Artık, şu gerçekti ki, Yeni Solun Mekkesi sadece Moskova değildi, Pekin, Havana, Tiran, Belgrad, Santiago, Oslo, hatta Diyarbakır da olabilirdi. 91 99
Jacob M. Landau, Türkiye'de Aşırı Akınılar,Turhan Kitapevi,Ankara, l 978.s.53 J . M. Landau. a.g.e., s.64-65.
1 64
Türk Ulus-Devlet Kimliği
Türkiye; 1 980'ler öncesi 1 965- 1 970 ve 1 972- 1 980 olmak üzere iki dönem önemli oranda Marksist deneyime sahne ol muştur. Birinci dönem, devrim stratejisi uygulanması diyebile ceğimiz "ideoloj in in ağır bastığı" eylem biçimleridir. Artık, "din, mezhep" ve inanç sistemleri yerini ideoloj iye terk etmek durumunda kalmıştır. Batıda, "ideoloj i lerin sonu" yaşanırken, ülkemizde " ideoloj ilerin başlaması" diyebileceğimiz yeni bir dönem sahneleniyordu. Gerek 12 Mart 1 97 1 sonrası, gerekse 12 Eylül 1 980' 1 er ön cesi kurtan imış bölgeler gerçeği, daha ziyade ideoloj i ler üzerine kurulurken Alevi l ik de "devrimci" kenarda kalan Marksist ide oloj inin içine çekiliyordu. Böylece, ideoloj i tayfının sağında yer alan gençler de İslamcı kutuplaşmayı oluşturuyorlardı. Çünkil 1 93 B'ler sonrası, dinsel alanda ortaya çıkan önem l i boşluk gi derilememiş, yeni yetişen kuşaklar, "laiklik" kültür kodu altında din karşıtı bir yapılaşmanın içine çekilmişlerdir. Nitekim, 1 945 yıl ında, dönemin Diyanet İşleri Başkanl ığının hazırlam ış oldu ğu " Hz.Muhammed" adl ı bir eserin ilk kez yayınlanması karşı sında, Matbuat Umum Müdürü olarak Vedat Nedim Tör'ün Ahmet Harndi Akseki'ye hitaben kaleme almış olduğu yazı ger çekten düşünmeye değer: "Biz, her ne şekil ve surette olursa olsun, memleket dahilinde dini neşriyat yaptırarak dini bir at mosfer ve gençlik için dini bir zihniyet vücuda getirilmesine taraftar değiliz." Atatürk'ün zamansız vefatından bir süre sonra, toplum ya pısının yeniden gelenekli merkez-çevre sistemine oturmuş ol ması, merkezin u lusdevlet esprisi içinde hala millileşememesine ve laikliğin din karşıtı bir yapıtaşmaya dönüşmesine dönemin Matbuat Umum Müdürünün bu tepkisi çok anlam l ı olsa gerek. Ü l kemiz üzerine orij inal çalışmalarıyla bilinen Robert Bellah'a göre, "Türkiye iki örnek içinde (Amerika ve Japonya) belki en fazla laikleşmiş bir ülkedir. Cumhuriyet döneminde din açıkça kişisel tercih konusu yapılmıştır." Keza, David Kushner'in de belirttiği gibi: "Türkiye Cumhuriyeti'nde, İslam dininin resmen Türk kişiliğinin bir parçası olmaktan çıkarılma1 65
Orhan Türkdo�an
sı" gençliğin disipline edilmesinde etken bir rol oynayamamış ı tır. oo Ruhsuz ve materyalist kalıplar içinde yetişen gençlik, artık ideoloj ilere ve kamplara bölünmüş üniversite ve fakültelerde, terör ve şiddetin kurbanı olmak durumuna gelmişlerdir. 1 966 yıl ında Ankara Üniversitesine bağlı on fakültenin öğrencileri arasında yürütülen geniş kapsamlı bir araştırmada "sosyal izmin daha adil bir düzen getireceğine" inanan öğrencilerin oranı %6 1 .8'dir. ıoı Kemalist sistemin eredosunu oluşturan milliyetçilik, 1 960ların ikinci yarısından sonra, artık yerini sosyalist akımlara terk edecektir. Sistem veya resmi teori tozlanmaya terk edile cektir. Şimdi sıra. devrimin stratej i leri ve pratiklerine yöneliktir. Carlos Margihel la gündemdedir: Terör vazgeçilmez bir silahtır. Regis Debray ise: "Devrim İçinde Devrim mi?" veya " S ilahların Eleştirisi" adlı eserleriyle toplumsal şiddeti öne çıkarıyordu: "Çünkü terör bir savaş biçimidir." Kitapçılar, kaınpüsler, öğrenci kütüphaneleri, Lenin, Marx, Che Guevara, Trotsky, Mao vb. kişi lerin görüş ve yayınlarını yansıtan yayınlarla dolup taşıyor du. 1 960, ı 97 ı ve ı 980 askeri müdahaleleri, Türk toplumunun alt yapı unsurlarını irdeleyecekleri, olaylara sosyoloj ik yakla şun lar getirecekleri yerde, yüzeysel önemleric kampiaşmaları adeta pekiştirmişlerdir. Nitekim PKK'nı 1 980 sonrası geril la savaşını gündeme getirmesi de ı 892, 1 92 1 , ı 925 ve 1 93 5 dö nemlerinin deneyimleri sonucu, ortaının yumuşaklığından do ğuyordu. APO' ya göre: "Devlet için çalışan herkes bize hedef tir. Bu nedenle de bölgedeki bütün kurumlara yöneleceğiz. Zira bun ların hepsi de (özel savaşa) hizmet veren kurumlardır."
H ıo David Kushner, Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu: 1876-1908, Kervan Yayınları, Istanbul, I 979, s.2-3. 101 Özer Ozankaya. Oniversite Oğrenci1erinin S�vasal Yönelimleri, Ankara Üniver sitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi,Ankara, 1 966, s.6 1 -63.
1 66
Türk Ulus-Devlet Kimliği
Cumhuriyetin öğreti sistemi, kuruluşundan altmış yıl sonra, artık Kürtçübölücü terör örgütleri i le Güneydoğu sınırları içinde bir gerilla savaşına sahne olacaktır. Türk toplumu, sağ-sol öğ renci çatışmalarında beş bin evladını, gerilla savaşında da 40 bine yakın insanını kaybedecektir. Bu önemli ve düşündürücü bir rakamdır; üzerinde "teorinin teorisini" yürütecek ölçüde ürkütücü hesaplaşmaların yapılınası gerekirken, akademik kuru luşların, üst elitist tabakanın tarihsel konumları gereği latent çizgide sol gruplara destek verıneleri ülkemizi şu anda bölün menin eşiğine getirmiştir. Siyasal Kürtçüiük, toplum yapımızda oluşau ideoloj i yüklü sağ-sol akımları dışiayarak yerli bir kimlik kazanmak ordu bu oluşum, toplumsal şiddetin metamorfızminin biçim değiştirme sidir. Artık 1 990'da APO daha rahat konuşabilmektedir: "Şimdi halkı devreye soktuk. İntifada giderek yayılacak. Bu dönemden sonra kitle savaşı dönemi olacak. Sadece bölgeye deği l, Türki ye'nin geneline de sıçratacağız." Nisan 1 990'da stratej isini daha da güçlendirerek Hürriyet muhabirine aynen şöyle d iyordu: "Şu anda bölgede tam bir özel savaş yaşamıyor. Uygulamalar terör deği ldir. Bundan sonra teröre de başvuracağız." Görülüyor ki, PKK lideri kesin ve açık bir d ille Güneydoğu yöresinde intifada dahil, gerilla savaşını başlataeakları mesaj ı n ı veriyordu. Aynı şekilde, 1 2 Eylül öncesi Aydınlık grubu da: "Partisiz devrim o labileceğini, Türkiye'de devrim şartlarının bulunduğunu, tek bir silahlı mücadelenin eksik olduğunu, bu da başlatıldığında, ülkenin her tarafında küçük grupların silaha sarılacaklarını ve daha sonra da birleşeceklerini" açıklıyordu. ı 02 Devrim stratej isi gereği, 1 968 1 er sonrası gelişen olaylar zinciri, son halkasını artık silahlı halk savaşının başiatılmasıyla ortaya koyuyordu. Şubat 1 972'de ilkin Türkiye ihtilalci İşçi Köylü Partisi (Tİİ KP) Doğu Anadolu Bölge Komitesi Toplantı sında, I O maddel ik bir kararla TKP/ML örgütüne dönüştükten
102
Aydınlık Gazetesi, 20 Mart 1 979 1 67
Orhan Türkdoğan
sonra, eylem biçimleri giderek belirginlik kazanıyordu: "Artık, kırlık kesimlerde başlatılan silahlı mücadele i le kurtan imış böl gelerde Kızı l Siyasal İktidar kurulduktan sonra, seyyar geri lla birlikleri düzenli orduya dönüştürülecek ve kentler kuşatılaçaktır." Carlos Marigella'dan büyük çapta esinlenen bu kır geri ll ası tezine karşı Çayancılar ise, Yeni Demokratik Dev rim Teorisi'ni öneriyorlardı: " Halk savaşı siyasallaşmış bir aske ri savaştır. Bu da silahlı propaganda olup askeri değil, siyasal mücadeledir. Çünkü silahlı propaganda önce bölünmüş solu, sonra da halkı toplayarak tek stratej i etrafında mevzi lendirir." Geçmiş dönemlerin muhasebesi yapıldıkça, günümüze yan sımalarına yorum getirme olanağımız daha da artmaktadır. Yu karıda belirti ldiği üzere, J. M . Landau "Türkiye'de Aşırı Akım lar" adlı eseriyle, 1 960- 1 97 1 'ler arası dönemde, toplumsal şid detin kırılma noktasının siyasal Kürtçülük olduğu hususunda kararlıdır: "Olaylar süresince Kürt gençleri seferber edi lmiş ve Türkiye'nin doğusunda yaşayan Kürtlerin ayrılınası tezi işlen miştir." Sol-sağ çatışmaları, gözüktüğü üzere sadece siyasal ortaın da bir gençlik kutuplaşınası biçiminde yorumlanmamalıdır, temellerine ini lmelidir. Temellere ini ldikçe, Türkiye'nin bölün ınesi ve siyasal Kürtçülüğün oluşumuna zemin hazırlayan d ış ve güçlerin koal isyonunu gözlernek mümkündür. Nitekim Aydın Yalçın bir bilim adamı olarak: " 1 968'lerde dünyada ve bizde başlayan öğrenci hareketleri, siyasal Kürtçülük kal ıpları halinde su yüzüne çıkmış, sonuç olarak Kürt bağımsızlığı hareketiyle Atatürk ve İnönü gibi Cumhuriyetin ve Türk devletinin kurucu larının Kürt halkını aldattıklarını, yeni devletin kendilerini tem sil etmediklerini, Türk ordusunun sanıldığı kadar güçlü bir en gel olmadığını" belirtmiştir. 1 03 Ameleperver Cemiyetinin kapatılmasından (Ocak 1 872) sonra, birikimli deneyimi olan gelenekli aydın kadroların şart103
Aydın Yalçın, Türk Komünizmi Üzerine Bazı Gözlemler, Ekonomik Yayınları, Ankara, 1 977, s. 1 1 5- 1 1 6
1 68
ve
Sosyal
Türk Ulus-Devlet Kimliği
landırdıkları Marksist akımlar, Geoge Harris'in teşhisiyle: "Sol ideoloj i ler böylece ü lkede, fikirleri etkileyen gazeteci ler ve pro fesörler kadar, sanatkarlar ve edebiyatçılar arasında da önemli destek buluyordu." 104 20 Aralık 1 96 1 'de Yön Dergisinin birinci sayısında yayınla nan iki sayfalık (Aydı nlar Bildirisi), giderek radikalleşen grupla rın geniş çevresinden başlamış olmakla kalmıyor, "Türk türü sosyalizm" veya "Latin Amerika türü geril la" hareketleriyle sona eriyordu. Gerçekte, böyle bir çizgi üzerinde olaylar zinciri iz lendiğinde "geril la" bir eylem biçimi olarak Yeni Radikal Sol'un vazgeçilmez bir sloganı oluyordu. Bu anlayışa göre: " İşçi leri sömüren Türkiye'deki demokrasi rej imini değiştirmek için yal nızca propaganda yeterli değildi, silahlı eyleme de gerek var dı." ıos Gelenekli yabancı soylu aydın kadroların desteği ve yön lendiri lmesi sonucu gelişen olaylar, Kemalist sistem in boyutlarınıaşıyor, rej im Marksist sistem ve ozalitlerinin adeta arenasma dönüştürülüyordu. 1 923 ' 1 er öncesi ve 1 940' lar sonra sı toplumun zayıf dokusu, milli ve dini duygulardan soyutlan mış bulunması, aydınlar grubunu büyük ölçüde kozmopolitlik derecesi yüksek akımların içine itiyordu. Bunlar, Kema l izm'denMarksizm'e dönüşüm yapmış, "Marksist görünümü" bir saygınlık kabuleden kadrolardı . 1 06 Yeni Sol ve Siyasal Kürtçülüğe Dönüşümü Artık Eski sol yerini yeni sola bırakmak suretiyle, transfor masyana uğruyordu. Her şey hızla değişiyordu. Demokratik sis-
104
George Harris. Türkiye 'de Komünizmin Kaynakları (Çev.: Enis Yedek), Boga ziçi Yayınları,lstanbul, 1 976, s.64-65 105 Süleyman Genç, 12 Mar/'a Nasıl Gelindi?:Bir Devrin Perde Arkası: 1 9601971, İleri Yayınları,Ankara, l 97 1 , s.5. 1 06 Marksist-Leninist sol aydınların, 1 2 Eylül öncesi -cinayetler de dahil-tüyler ürpertici planları için, bizzat olayların içinde bulunan ve yönlendirilmesinde katkı da bulunan, Hasan Cemal'in: "Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım"( 1 998) adlı itirafhamesini okumalarım öneririm. 1 69
Orhan Türkdoğan
tem işiemiyor partiler arası kavga ve çıkar çekişmeleri ülkeyi hizipleşmelerin eşiğine getiriyordu. Sisteme bir tepki unsuru olarak ortaya çıkan Yeni Sol, 1 960'1ardan itibaren Türk toplum hayatına getirdiği radika lleşmenin "boomerang"ı Fatsa'da ütop yasını, geçici de olsa gerçekleştirecektir. Ü l kede, kısa sürede beliren gecekondu alanları, varoşlar, kampüsler, fabrikalar, okul lar, devlet daireleri, üniversiteler, işçiler, polisler, memur lar, öğretmenler, köylüler ve kasabalılar radikalleştirilmek sure tiyle Yeni Sol'un "Kurtarılmış Bölgeleri"ne dönüştürülmüştür. Yeni Sol'un örgütleri ve kümeleştikleri gruplar göz önüne alındığında, Eski Sol'a nazaran büyük ölçüde farklılaştığı görü lür. Bunlar, 1 2 Eylül öncesi yapılan tespitiere göre şöyle sırala nabiliyordu: "TIP, TSİP,\VA, TIKP, TSP, TEP, İGD, DEV-GENÇ, YEDGE DLB, HALKIN KURTULUŞU, HALKIN YOLU, HALKIN SESi, THKO, THKP, ÇMLSPB, PARTİZAN, IKDDDKD, GSB, DNKD, PİM, TÖBDER, ÖZGÜRLÜK YOLU, YURTSEVER 00RETMENLER, DÖB, DEV-LİS, DEV-GÖRDEV, DEV-YOL, DEV-SOL, GENÇ-GÜÇ, PDA, ALÖB, POL-DER, İLD, PDK." işte Yeni Sol'un ülkemiz genelinde bel l i başlı örgütlenme biçimleri ve alternatifleri Toplumun tüm katları sol stratej iye göre kümelenmek suretiyle, Kemalist sistemin karşısında yer al ıyorlardı.
I 968- 1 990 arası sürüp giden olaylar incelendiğinde, bir za manlar Kemalist sistemin, akılcı ve yoğun akademik etkinlikler sonucu, ulusdevlet modeli yörüngesinde oluşan açılımı artık, kır geri lla savaşları veya kurtanimış bölgeler gibi yöntem ve teori lerle yaylım ateşinin altındadır. Ü lkenin maddi ve manevi varlı ğını tehdit eden tüm bu oluşurnlara rağmen üniversiteler, aka demik kuruluşlar, medya ve iletişim organları, sendikalar, siya sal partiler ve benzeri sivil örgütler birliktelik sağlayarak top lumsal bir direnç gösterecekleri yerde, olaylara adeta seyirci kalmış veya yandaşl ık yapmak suretiyle, adeta "devrim ütopya sının" yedek ordusu konumuna gelmişlerdir. 1 70
Türk U lus-Devlet Kimliği
I 978' de Lice'nin Fis köyünde kurulan Partiya Karkeran Kürdistan yani Kürdistan İşçi Partisi (PKK), legal olmayan bir çizgiden hareket ederek, beş yıllık bir süreden sonra, gözlendiği üzere kır gerillasını başlatmıştır. Şu anda, Kuzey I rak'ta ABD ve İsrail'in desteğinde, Büyük Orta Doğu Projesinin oluşumuna zemin hazırlarken, aynı zamanda Şırnak'tan Yüksekova'ya ka dar uzanan Barzani şeridinde gerilla savaşının hazırlığı içinde dir. PKK'nın bu eğilimleri yan ında 5 Nisan 2005 günü Trab zon'da DHKP-C m i litanlarının ayaklanmaları bir ses veriyordu: " B iz de varız." Karadeniz Teknik Üniversitesi ve Samsun Üni versitesi öğrencileri olan Trabzon, Rize, Samsun doğumlu bu gençler de devrim stratej isinin gereğini yerine getiriyorlard ı. Y ine, 1 980' l er öncesi olduğu gibi, "gelenekli elitist" odak nok taları, medya, i letişim organları, belirli siyasal parti ler, ceınaat leşıne grupları ve "Gri Türkler" 1 07 yayın organlarıyla, geçmişin muhasebesini yaparak olaylara yorum getirecekleri yerde, aksi ne kamuflaj etmek suretiyle, "aşırı m i l l iyetçi ve ırkçı" tepkiler olarak takd im etmeyi yeğleınişlerdir. Oysa önemli olan; bilin çaltı dogmatik görüşleri bir yana atarak, yakın geçmişimizde kırk bine yakın insanımızın yitiri ldiği dönemin de sosyoloj i k yorumunu yapmak suretiyle, bilimsel çözümler ortaya koymak tır. Modern sosyoloj inin bir yaklaşımı da toplumları iyi leştirme işlevidir.
Toplumun bel irli yörelerinde ortaya çıkan çatışmaları, geç mişin kalıp yargı ianna dayanarak, )'eniden sağ-sol kutuplaşma ları tarzmda yalın kat görüşleri tekrarlamak yerine açık bir zih niyetle (open m ind) Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde yeni bakış açıları ile yorumlarıımza bilimsel boyut kazandırmaın ız gerekmekted ir. "Büyük Ortadoğu Projesi, bir hayal ürünü deği ldir, Evanj e list kadroların Siyonizm'le ittifakı sonucu, İslam inanç
ıo7 "Gelenekli aydın sınıf', ülkemiz insanlarını üç grupta lopluyorlar: a) Beyaz Türkler. kendileri b) Esmer Türkler, halk ve köylüler c) Gri Türkler. Köylü ve halk kökenli olarak doğan. sonradan kimliğini unutarak Beyaz Türklere benzemek isteyen, ancak onlar tarafından dışlanan gruplardır.
171
Orhan Türkdoğan
sisteminin Huntigton teorisi çerçevesinde devreden çıkarılması d ır. Yeni Irak Devletinin kurulması, Talabani'nin Cumhurbaş kanl ığının gerçekleşmesi ve PKK'nın Kuzey Irak'taki varlığını sürdürmesi hususunda ABD'nin sessiz kalması, toplum dina mikleri açısından yarumcu bakış açılarının gündeme gelmesini gerektirir. ABD, artık sınır komşumuzdur, Talabani ve Barzani ittifa kına dayal ı bir Kürt devleti projesi, Ortadoğu coğrafyasının ya kın geleceğidir. Yeni kukla Irak devleti ABD'nin güdümünde dir. Ülkenin aydın sınıfı ve sorumlu yöneticileri de, Batıdan veya Avrupa Birliği gibi güçlü uygarlık odak noktalarından taklit yolu ile kültür taşıyıcılığına yönel irse, o vakit Arnold Toynbee'nin deyimi ile " İ ç Proletarya" deni len bir oluşum orta ya çıkmış olur. Toynbee'ye göre, İ ç Proletarya konumuna düşen bir ülkede, fırsat bekleyen ezeli düşmanlar veya Dış Proletarya, her zaman için İ ç Proletarya i le d iyalog sağlamaya hazırdır. Günümüzde, Büyük Ortadoğu Projesi ve yeni oluşumlar karşısında, Türkiye Cumhuriyeti'nin 1 959 yıl ından beri AB sürecine yatkın vaziyet alışı, son yıllarda optimum düzeye ulaşmıştır. Anadi lde öğrenirnin gündeme gelmesi, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin: "Devletin toprak bütünlüğü, ulus bütünlüğü, tekliği ve sınırlarının değişmezliği" ilkesini savunan kararına, 2 . iş Mahkemesinin karşı çıkması v e Eğitim Sen'in görüşünde ısrar etmesi, sorumlu birçok çevrede, ulusdevlet teorisinin ün iter yapısına olumsuz bir yaklaşım tarzında yorumlanmıştır. Böyle bir yaklaşım, aynı zamanda Kemalist sistemin çokkültür lülük veya mozaik yaptiaşmaya zemin hazırlayacak ilk adımları da oluşturabilir. Nitekim AKP hükümetinin başlattığı Avrupa Birliğine yö nelik hızlı katılımcı yaklaşımı ve Birl iğin sunacağı görüşlere açık tutum ve davranışları, toplum katında farkl ı görüş açıları nın bel İrınesine yol açmaktadır. Ulus devlet sisteminin korun ması ve geleneğinin sürdürülmesi hususunda görüş ve düşünce taşıyan aydınlar ile AB'nin tüm kararlarına uyum sağlayan ge lenekl i 'aydın kadro ve Cemaatlaşma gruplarının tarihsel koalis1 72
Türk Ulus-Devlet Kimliği
yonu, toplum katında bir takım kutuptaşma ve gerginlikterin oluşumuna zemin hazırlamıştır. Avrupa Birliği, u lusdevlet kimliğini gerçekleştirm iş, Hıris tiyan inanç ve kültürlerinin oluşturduğu küresel leşme boyutlu bir örgütlenme biçimidir. Türkiye, ulusdevlet yolunda ilerleyen, farkl ı inanç ve değerler sistemine sahiptir. AB-Türkiye işbirliği, her şeyden önce bir kültürel değişme olgusunun simgesidir. Bu rada, egemen veya verici (donner) kültür AB'dir, alıcı kültür (receiver) ise ülkemizdir. Kültür değişmesi olgusu göstermiştir ki, ne vakit iki kültür karşı karşıya gel irse, verici kültür alıcı kültürü şartlandım ve doğal olarak etkisi altına alır. Avrupa B irliği bizi doğrudan zorlamıyor, aksine kabul et mesi hususunda biz onu zorlamaktayız. Bu nedenle, tüm değer lerin sunulmasında teslimiyetçi konumdayız. AB, gökten düş müş, sütle yıkanmış bir yapılaşma değildir, yüzyıllarca i lişkiler sistemimizde art niyetler, bilinçaltı kalıp yargıları taşımaktadır lar. Kıbrıs ve Güneydoğu sorunlarına öncelik vermeleri ve ko nuyu sürekli kaşımaları haklı olarak toplum katında bir takım gergin liklere neden olmaktadır. Gri Türklerin Yükselişi ve Çokkültürlülük Macerası yakın bir zamanda, sorumlu bir devlet adamının: "Avrupa B irliğinin yolu Diyarbakır'dan geçer" sözü, siyasal Kürtçüterin ekmeğine adeta yağ sürmüş, yer yer yükselen öneml i tepkilere rağmen bu ifade günümüzde "yerlilik" unsurlarının da desteği i le giderek Avrupa B irliği yandaşları tarafından uygulama alanına aktarıl m ıştır. Irak Devletinin kurulması, Barzani'nin Cumhurbaşkan l ığına getirilmesi ve sınırlarımız ötesinde, Şii-Kürt ittifakına dayalı bir yapılaşmanın oluşumu, arkalarında ABD ve des teğinde İsrail'in bul unması "Avrupa B irliğinin yolunun Diyarba kır'dan geçer" sözünü adete perçinlemiştir. AB sorumluları ve yandaşlarının sık sık Doğu ve Güneydo ğuya uğramaları, Nevruz ve benzeri kutsal günlere katılmaları, Kürtçe şarkılar söylemeleri, hatta Şanlıurfa'daki kutlamalarda özellikle, Norveç l i sorumluların "Bij i APO" d iye sloganlar at matan yurt genelinde önem l i gerginliklere neden olmuştur. 1 73
Orhan Türkdoğan
Son günlerde, Şırnak ve yörelerinin dağlık alanlarında 1 500 PKK (Kongragel) unsurlarının, ordu birliklerimizle terörist ey lemlerini sürdürmeleri karşısında, DEHAP'ın mitingler düzen lemesi, APO'ya destek veren grupların yakıniarım öne sürerek " Şehitler onurumuzdur, şehitler ölmez" tarzında plaketler ve APO resimleri taşımaları ve teröristterin mezariarım ziyaret etmeleri ve Büyük Şehir Belediyesinin resmi arabaları ve ambu lanslarının tahsis edi lmeleri ve DEHAP'ın bunlara açıkça destek veren bildirilerinin sık sık gündeme gelmesi, halk katında "Gü neydoğu ve Doğu yörelerimiz elden gidiyor mu" tarzında bilin çaltı tepkilerin doğmasına yol açmaktadır. Bu tür oluşum lar, "Ne oluyor? Ülke bölünüyor mu?" tarzında haklı olarak top lumsal endişeterin yükselmesine yol açıyordu. Avrupa Birliği, bir tez olarak Türk devletinin kabulü süre cinde, çokkültürlülük veya federatif bir yapıtaşmaya yeşil ışık yakmaktadır. Bu nedenle, daha önce de belirttiğimiz gibi "Alevi ve Kürt" soydaş ve kardeşlerimizi, içimizde yaşayan H ıristiyan ve Yahudi unsurları gibi "azınl ık" kategorisine sokmaktadır. Ne yazık ki, Başbakanlık İnsan Hakları Danışına Kurulu Başkan ve yard ımcısı da (Oran ve Gaboğlu) destek vermektedirler. Kema l ist sistemin, ulus devleti oluşturmada gündeme taşıdığı Kurucu Kültür veya Kurucu Baba rolündeki Türk gerçeği de dışlanarak, "Ne Mutlu Türküm Diyene" sözü "artık çağın gerisinde kal ı yor", yerini "Ne Mutlu Türkiyeliyim Diyene" tarzındaki çokkültürlülük oluşumu alıyordu. Ancak, Siyasal Bilgiler Fakül tesi öğretim üyesinin bir ders kitabında: "Kemalist sistemin artık aşı ld ığını" ve "Ne Mutlu Türktim Diyene" yerine, "Ne Mutlu Türkiyeliyim Diyene" dövizini açıkça beyan etmesi karşısında, Atatürkçü Derneklerin bugüne değin en ufak bir tepkide bulun mamaları da manidardır. Avrupa B irliğinin Haçlı Seferleri ile başlayan ve Bizans'ın fethi ile sürüp giden, Balkaniara ve Ortadoğu'ya yayılan bir Türk gerçeğine olan tepkileri, ne yazık ki kuşaklar arası alt bilinçlerinde sürüpgitmiştir. Şimdi bu güç ayaklarına geliyor ve içlerine katılmaları hususunda katkılarını istiyor. Yüzyıllarca 1 74
Türk Ulus-Devlet Kimliği
şartlandırılmış bu bilinçaltı tepkiler, kalıp yargılar: "Türkiye Cumhuriyeti'ni ne oranda bölebiliriz?" fırsatını kullanma olana ğını Birlik yandaşlarına tanıyordu; aksine davranış, tepkilere yol açabilirdi. Bu çizgi de olmak üzere çok sayıda yetki li ler, başta Karen Fogg olmak üzere, sürekli Doğu ve G üneydoğu'yu ziyaret ediyorlar, kutsal günlere katılıyorlar, kadın hakları ör gütleri kuruyorlar, yurt d ışı eğitimlerini olanak sağlıyorlardı. Son günlerde, İsviçre Dışişleri Bakanı M icheline Calmy Rey'de Diyarbakır'ı ziyaret etmiş, Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir ve Vali Efkan Ala ile yapmış olduğu görüş mede bir vakitler Devlet yetkili leri tarafından söyleni len "Tür kiye'nin Avrupa Birliğine girmesi yolunun Diyarbakır'dan ge çer" dövizini tekrarlamaktan çekinmemiştir. Özellikle, Leyla Zana ve arkadaşlarının, Herald Tribüne ve Le Mond gazetelerine "Türkiye'deki Kürtler Ne istiyor" başlığı i le vermiş oldukları i landa "Türkiye, İspanya'nın Bask ve Kata lan, Belçika'nın Yalan'lar bölgeleri için tanınan ve Ankara'nın Kıbrıslı Türkler için de istediği hakların tümünü Kürtlere tanı mal ıdır" tarzındaki beyanları ürkütücü olmuştur. Oysa aynı Leyla Zana, bir dönem Büyük M i l let Meclisi'ne yöre milletvekili olarak katıldığında, yemin yapmamış, İstiklal Marşı söylenirken ayağa kalkmamış ve Türk bayrağına saygı duruşunda da bulunınamıştı. Günümüzde de Parti toplantılarında, kurultayiarında ne Türk bayrağına yer verirler ne de İstiklal marşma saygı duruşla rı vardır. Bunlar yakın tarihimizde sıralanan olaylardır. Nitekim Mersin'de cereyan eden Bayrak yakma olayını incelemek için DEHAP'ın Mersin'e gönderdiği heyetin başkanı Alaaddin Er doğan'ın kendisinin de bayrağa saygısızlıktan yargılandığı bilin mektedir. Bu kişi, HADEP il başkanı olarak görev yaptığı I 998 yılında Türk bayrağını çiğneyerek çöpe atmak suçlamasıyla Adana devlet Güvenlik Mahkemesinde yargılanmış ve kamuo yunda " Rahşan Affı" olarak isimlendiren af yasasından yararla narak salıverilmiştir. 1 75
Orhan Türkdoğan
2 1 Mart Mersin olayı, onu izleyen Sakarya, S ivas ve Sam sun'da ortaya çıkan protestolar, medya ve i letişim organlarının ileri sürdükleri gibi, ne bir komplo, ne de ülkücü faşist hareket lerdir; aksine kognisyonları etnisiti bil inci ile şartlandırılmış siyasal Kürtçülüğün Türk kültür koduna bir tepkisidir. Bu sü reci, HADEP ve DEHAP gibi siyasal partiler yanında, illegal ör gütlerin tümünde gözlemekteyiz 2 1 Mart Nevru(o)z olayı, yu karıda seri halinde sıraladığımız olaylar zincirinin en son halka sı olup, kolektif bilincin dışa yansıması idi. Benzeri gelgit olayları, günümüzde ABD için de geçerliliği ni sürdürmektedir. Bu ülke de, Kurucu Kültür olarak Angio Protestan kimliğine dayanmakla birlikte, özellikle Clinton dö neminden itibaren çokkültürlülük kaosu içine sürüklenmiştir. Bu olayı, ana çizgileriyle Samuel P. Huntigton'dan izleyelim: "Ulus düşlenen bir topluluktur; kendine özgü bir tarihle ka zınan bir topluluktur. Ulus kendi tarihsel bel leği i le tanımlanır. 1 8.yilzyıl başlarında ABD bir ulus değildi. Çünkü ulusal bir tari hi yoktu. Ancak 1 824 1 826 yıl larında ulusçuluğun (mil liyetçili ğin) tepe noktasına çıktığını gözlemekteyiz." 1 08 "Savaştan önce Amerikalılar ülkelerinden "çoğul" olarak söz ediyordu. Savaş tan sonra "tekil" olarak söz etmeye başladılar. Woodrow Wilson, 1 9 1 5 anına gününde (Memorial Day) aynen şöyle di yordu: İç savaş, ülkemizde hiç var olmayan ulusal bilinci ya ı ratmıştır." 09 " 1 886- 1 924'ler arası u lusçu luğun yoğunlaştığı dönemdir. 1 9 1 5- 1 93 0 yılları arası ise, öğretİrnde ulusal tarih eğitimi döne midir. Bu dönemde, yayınlanan yaklaşık 400 ders kitabının bü yük çoğunluğu Amerikan ulusçuluğunu içeriyordu. ( ... ) ABD sanıldığı gibi, tüm uluslardan bireylerin bir araya gelerek yeni bir insan ırkının oluşturduğu toplum değildir. Yani Amerikalı insan: İngiliz, İskoç, İrlandalı, Fransız, Hollandalı, Alman ve
10" Samuel P. Huntigton. Biz Kimiz?: Amerika'nın Ulusal Kimlik AraylŞI, CSA Yayınlan. istanbul, Ekim 2004, s. 1 24. 1 09 Samuel P. Huntigton, a.g.e. , s. 1 1 9.
1 76
Türk Ulus-Devlet Kimliği
İsveçlilerin karışımı da değildir. Amerika, farklı halkların birbi riyle evlenmesi sonunda oluşan yeni bir u lus olmadığı gibi, aynı zamanda bu farklı halkların birlikteliğinin bu topluluklarda yeni bir kültür ve yeni bir toplum da oluşturması değildir. ABD tam anlamıyla (Anglouyum) modeli kültürel asimilasyona odakla nır. Bu model, göçmenler ve onların soyundan gelen Standart Anglo Sakson kültür kalıplarına gerektiği gibi uyum sağlama ilkesini göz önüne alır. Nüfusun tümü, AngloAmerikalı olma ilkesinin kültürel tarihine de uyum sağlamak zorundadır. Kısa cası, ABD "Kurucu Yerleşimcilerin" yani Anglo Protestan ları nın merkezi olduğu gerçeğinin temsilcisidir." 1 1 0 "Belirli dönemlerde Amerika B irleşik Devletlerine göç yolu ile gelen tüm göçmenlerin, yargıç Louis Branders'in 1 9 1 9 yılın da açıkladığı gibi "Amerikan l ılaştırma" sürecine uyum sağla ması gerekmektedir. ' ' 1 Amerikanl ılaştırma: Toplumda egemen olan giysilerden tutunuz da, İngil iz dilini, Amerikan kültür ve geleneklerini öğrenmesi, Amerikan ulusu ile her alanda işbirl iği yapmasını gerektirmektedir. 3 0'a yakın eyalette Amerikanlılaş tırma, programlarını başlatmak için gerekli tüm yasalar yürür lüğe girmiştir. Böylece, yerel yönetimler, eyaJetler "asim ilas yon" alanında çaba gösterdi ler. Çünkü Amerikanl t iaştırma bir asimilasyon süreciydi. Bunun için de eğitim temel unsur olarak kul lanılacaktı." 1 1 2 Kısacası, Huntigton'a göre: Amerikalılar, eşit haklara sa h ip, temelde Anglo Protestan bir öz kültürü paylaşan ve "Ame rikan Ruhu"nun liberal demokratik i lkelerine bağlı bireylerden oluşan tek bir ulustur veya "tek kapsamında birçok"tur (E Pluribus Unum)." Bu nedenle, ABD "çokuluslu (çokki.iltürlü) 1 10 Samuel R Huntigton, a.g.e., s. 1 25. 1 1 1 Bazı araştırmacılar, Kemalist Sistemin, Osmanlı tarihi boyunca devreden çıkarı
lan ulus-devlet ilkesinin öz unsuru "Türklük" olgusuna yeniden'dö-nüş anlamında girişilen "Türkleşme" sürecini, "Türkleştirme" biçiminde algılayarak. ırkçılık ve faşizmle eşde�er gönnüş ve eleştirmişlerdir (Rifat Bali. Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri: Bir Türkleştirme Serüveni: 1 923- 1 945, İletişim Yayınları, İstanbul, 2000, s. 1 57- 1 58). 1 1 2 Samuel P. Huntigton. a.g.e., s. 1 34.
1 77
Orhan Türkdoğan
bir halk değil, "tek bir ulustur." 1 1 3 Bu nedenle, Avrupa toplumla rından farkl ı bir oluşumu vardır. "Çokkültürlülük özünde Av rupa karşıtı bir uygarlıktır. Avrupa merkezci l değerlerin ege men o lduğu bir ülkedir, oysa çokkültürlülük buna karşıdı r, Batı karşıtı bir ideoloj idir.'. ı ı 4 Günümüzde, ne ABD ne de Avrupa toplumları çokkültürlü bir yapı taşmaya sahi p değildir. Huntigton'un önemle vurguladı ğı üzere, ABD "tek kapsamında çokulustur", ancak çokültürlü bir halk değildir. Aynı görüşü, Regan' ın baş danışmanı Zbigniev Brzezinski de paylaşmaktadır: "Amerika toplumunu biçimleyen Beyaz Angiasakson Pro testan kültürüdür. Bu niteliğinden küresel mozaiği yansıtan bir kültüre dönüşmesi, kaçınılmaz olarak değerlerinin de derinden değişmesine yol açacak ve belki de toplumsal birlikteliği daha dazayıflayacaktır. ( ... ) Ortak bir dil ve paylaşılmış anayasal değerler, toplumsal uzlaşmanın dayandığı kaynakları oluşturur lar ve bu değerlerin yokluğu hal inde ise, kültürel farklılıkların toplumsal hoşgörürtükten yararlanması mümkün olamaz. İ şte böyle bir durumda da Amerikan toplumunun parçalanma süreci başlar. ( ... ) Ayrışmış bir Amerika'da küresel bir kültürün ve etnik bir mozaiğin oluşmasının, bu ülkenin karşılaştığı sorunla rın çözümünü daha da güçleştireceği inkar edilemez. Eğer bu sorunlarla, bir an önce baş edilemezse, ortaya çıkacak olan bu yeni mozaik Amerika'yı giderek yükselen bir şehir geriliası hareketiyle bile yüz yüze bırakabilecektir. Bunları söylemek, neredeyse kaçınılmaz olan Amerika'nın etnik yapısının değiş mesine reddetmek anlamında değil, daha çok bu ulusun birliği için gerekli dil ve felsefi birliğin korunabilmesi için gerekli önlemlerin şimdiden al ınması gereğinin altını çizmek içindir. 1 15 Gözlendiği üzere, ABD tarihsel oluşumu ve sosyokültürel değerleri çerçevesinde "çokkültürlülük" ilkesine dayalı bir top-
1 13 Samuel P. Huntigton, a.g.e . s. 1 4 1 - 1 42 1 1 4 Samuel P. Huntigton, a.g.e., s. 1 70 1 15 Zb1gniew Brzezinski, a.g.e., s. l 27- 1 28 .
1 78
Türk
Ulus-Devlet Kimliği
lum yapısını temsi l etmekte, bu nedenle de merkezci l değerlerin egemen olduğu Avrupa' dan ayn bir kimliği ortaya koymakta dır. Avrupa Birliği sürecinde Türkiye nerededir? Çokültfırlülük mü? Yoksa merkezci l değerlerin egemen o lduğu üniter bir kim l i k mi? Veya adalet, eşitlik ve azınlık haklan gibi bastırılmış hakların özgür bırakılması ve yönetilmesine dayalı bir çokkültürlülü mü? Bunların hangis toplumsal yapımız, kültür değerlerimiz ve tarihsel oluşum sürecimizle ilgi l idir? Bunlar verilerin ışığında tartışılmalıdır. Başlangıçtan beri, konu üzerine eğilmiş bulunmaktayız. Bir diğer yayınımızia da konunun Kemalist sistem açısından yoru munu kamuoyuna sunmuş bulunuyoruz. 1 1 6 Türkiye Cumhuriye ti, Osmanl ı'nın asabiyesini yitirmesinden ötürü -İslami anlamda "ümmete rağmen ümmet olamayan" kozmopol it bir yapının sürüp gitmesine izin veremezdi. Cumhuriyet ideolojisi, devleti kuran Asyatik kökenl i bir topluluğu " Kurucu Kültür" o larak ka bul etti ve "Türklük" olgusunu merkeze aldı. Sistemin o luşumu için de, Türk Tarih ve Türk Dil Kurumlarını tesis ederek ulus devlet veya m i llet inşasına yöneldi. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Anayasası, yasalan, siyasal yapı laşma, eğitim öğretim sistemi, kamu kuruluşları ve kültürel değerler konfıgürasyonu 1 923 ' lerden itibaren 1 960' lara kadar zaman zaman yoğunluğunu kaybetse de iniş ve çıkışını sürdür dü. Bu nedenle, "Standart Kültür" veya "Kurucu Kimlik" temel olmak üzere, "merkezci! yapılaşma" eğilimli bir modeli çağrış tırmaktadır Tüm bunlara rağmen, uzun süre kaldığı hapisten çıktıktan sonra, Leyla Zana yine grubu ile Dışişleri Bakanı ve Başbakan yardımcısı ve öteki devlet sorumluları tarafından kabul edi lmiş ler, yeni bir zihniyeti gösteren "kardeşlik ve barış" havasının de vamı hususunda adeta topluma mesaj vermeye çalışmışlardır. 1 1�
Orhan Türkdoıan. Kemalist Sistem ve Sosyolojik Yapısı. JQ Yayınları, Istanbul.
2005
1 79
Orhan Türkdoğan
Bunlar, ülkemizin kanlı terör olaylarından sonra beklediği bir likteliğinin iyi niyet davranışlarıdır. Ancak, tüm bu il işkiler düzenine rağmen, yine aynı Leyla Zana ve arkadaşları ı 7 Ara l ık'taki zirve öncesi, bazı sanatçı ve aydınları da aralarına kata rak, o luşturdukları 203 kişilik bir grup, adı geçen gazetelere BASK ve V ALON'Iar model lerinin Kürtlere de uygulanmasını bildirmekten çekinmemişlerdir. Mersin'de, son 2 ı Mart Nevruz kutlamaları olayında 1 1 7 top lulukların, gözleri önünde, Türk bayrağının yakılması ve yer lerde sürülerek dolaştırılması, bardağı taşıran son damla olmuş ve haklı olarak ülkemiz genelinde Edirne'den Diyarbakır'a, Kars'tan İzmir'e ve Samsun'dan Hatay'a kadar yurdun tüm yöre lerinde, Türk bayrağına olan sevgi gösterileri mahşer gibi kala balıklarla kullanmıştır. Mersin olayiarına vatan sathında başlayan bu tepkiler, ma lum medya ve i letişim organlarının ileri sürdükleri gibi, "aşırı mill iyetçi ırkçı" grupların bir başkaidırısı deği l, aksine kendileri gibi düşünmeyen "Türk" halkının yıllarca alt bil incine itilmiş, kin ve nefretinin kutsal bir yansımasıdır. Benzeri olayların ardı arkası kesilmiyordu, bu defa Mersin ve Diyarbakır olayiarına benzer oluşumları Trabzon'a taşımak istediler. N itekim öyle de oldu, 6 N isan 2005 günü beş kişilik DI-I KP-Cii militanı öğrenci grubu bildiriler dağıtarak, Trabzon halkının soylu duygularını sömürmeye çalıştılar. Ancak, halkın
1 17
Kürt vatandaşlarımız, 2 1 Mart gününü kültürlerinin bir unsuru olarak, Nevruz kutlarnalarına tahsis ederler. Nevruz, Farsça Yeni Gün anlamında, Asyatik Türk topluluktan tarafından kullanılmakta olan kutsal bir gündür. Türkler arasında "Nevruz Bey" adı da son derece yaygındır. Bu nedenle, bir kültür kodunun gruplar arasında ortak kullanımı soyca birlikteli�in en belirgin kanıtıdır. Nitekim Do�u ve Güneydo�u kabile ve aşiretleri ilzerinde yürüttil�ilmüz geniş kapsamlı bir alan araşt ı rmamızda (field work), Kürtlerle Anadolu ve Balkanlarda yaşayan Tilrk boylan arasında -konuşulan dil hariç- kUltUr ve inanç sistemleri bakı mından hiçbir aynlı�m bulunmadı�ını bilimsel bir sonuç olarak ortaya koymuş bulunmaktayız (Orhan Türkdogan, Doğu Güneydoğu Kabile-Aşiret Yapısı, JQ Yayınları, Istanbul, Mayıs 2005). 1 80
Türk Ulus-Devlet Kimliği
bölücü ayırırncı bu etnisiti yüklü olaylara olan bilinçaltı protes toları gereken cevabı vermekten gecikmedi. İ kinci Dünya Savaşı döneminde, yazar Pierre Lazareff'in "Fransa'da Basın Rezaletleri" adl ı eserinde ileri sürdüğü türde bazı satılık basın organlarının Nazi Almanya'sına yatkın tavır al malarına benzer tutumların, aynen ülkemizde de gündeme gel miş olması ve olayları "ayrılıkçı ve Kürtçü" gruplar tarzında yo rumlamaları, " İç Proletarya" ve "Dış Proletarya"nın oyun kuralla rının bir devam olmaktan başka hiçbir anlamı olmazsa gerek. Başta sorumlu yöneticiler ve bu ülkenin değerlerine bağlı bilim insanı ve aydınlarının oluşturacakları yetkili organlar durum muhakemesi yapmak zorundadırlar. DHKP-C, 6 N isan olayından sonra bu defa da Trabzon ve Samsun illerinde oluş turdukları Tutuklu ve Hükümlü Aileleriyle Dayanışma Derneği (TAY AD) yolu ile 6 Nisan'da tutuklanan sempatizanianna des tek vermek amacıyla l O Nisan Pazar günü her iki ilim izde baş lattıkları eylemler sürüp gitmektedir. Ülkemizin bu stratej ik yöresi ve kenti, şu anda PKK egemenliğinde olan Güneydoğu gibi D HKP-C'nin ateş hattı altındadır. Son günlerde, benzeri bir olayda gelenekli Marksist eğilim lerin ağır bastığı ODTÜ'de yaşandı. Emniyet Genel Müdürlüğü ile ODTÜ arasında gerçekleştiren bir anlaşma uyarınca, 20 polis şefi Avrupa B irliği standartlarına ön hazırlık olmak üzere "İnsan Hakları" dersine resmi üniformaları ile katılırken 6 nisan 2005 günü 6070 kadar Kürtçü solcu öğrenci grubu tarafından "ODTÜ'de polis istemiyoruz", "Polis Defol", "ODTÜ bizimdir" tarzında l 968'ler ve sonrası dönemleri hatırlatan sloganlar at mışlardır. Olaylar, kınama ve yüzeysel yorumlarla açıklanacak nitelik te deği ldir. l 960'lardan itibaren başlayan ve l 995'lere kadar sü rüp giden ülke genelinde olayları en küçük boyutta örnekleriyle açıklamış bulunuyoruz. Ülkemiz bir yerlere doğru sürüklen mektedir. Bir zamanlar, Nazım Hikmetle birlikte Milli Mücade leyi teperek Sovyet Rusya'ya kaçan ve I. Enternasyonalde Sam sun'dan Güneye Hatay'a kadar çizilen hattın doğu yarım kesi181
Orhan Türkdo�an
minde kalanAnadolu topraklarının hedef gösterilmesinde proje üreten Sahataylığın Yakubi kolundan Şefık Hüsnü Değmer'in yaklaşımları, sürekli olarak i llegal örgütler tarafından, bu kez de yöreye egemen olmak isteyen DHKP-C tarafından pratiğe akta rıl maktadır. Keza, Ponto(us) nostalj isi de Bizans ruhunun bir simgesi olarak, canlılığını sürdürmektedir. Yakın geçmişte, kendini Konstantinos Ekümeniği i lan eden Patrik Bartholomeos'u da yanına alarak, yatı i le Trabzon sahillerine çıkarma yapmak iste yen Rahmi Koç da ulusal direnci yüksek Trabzon halkı tara fından tepki ile karşılanm ış, geri dönmek durumunda kalm ıştır. Ancak, aynı Rahmi Koç bu defa Patriğe Küba'ya kadar refakat ederek Havana'da bir kilisenin açılınasında başarı sağlamıştır. Trabzon, Gültekin Gazioğlu dönemini de yaşamıştır. 203 Solcu aydın grubun, Ponto(u)s ruhuna ve 1. Enternasyonal'in yöreyi hedef çizen stratej isine karşı göstermiş oldukları kutsal direnci "aşırı mill iyetçi ırkçı' slogantarla eleştirmeye çalışmaları karşı sında "Gri Türkler "in de i letişim organları ve medya aracılıkla rı ile bunlara destek vermeleri Türk insanının adeta alın yazısı durumuna gelmiştir. Umarız ki, yetişen genç kuşak, kendine dönüş yaparak, ya bancı soylu örgütlerin çıkarları için kullandıklan "ümmet" ide oloj isinin "Cemaatlaşma" grupları tarafından soylu din anlayı şından saptırılarak, İç ve Dış Proletarya' ının koalisyonlanına dönüşmesine de izin vermeyecek, bilinçlenecektir. Tanrı'dan te mennimiz bu. Türkiye nereye gidiyor? Ne yapmayı düşünüyor? Çevresin de, bir yanda NEO-CON'Iarın Kuzey Irak'ta gerçekleştirmeye çalıştıkları Büyük Orta Doğu Projesi, öte yanda Şia ve Sünni kuşağı hedef alan ve Kürt etnisitisini atlama taşı olarak kullan maya kalkan İsrail Arzı Mevud nostalj isi ve nihayet beklenen Mesih'te ortaklık kuran Judeo H ıristiyan sarmalı. Abdullah Öcalan ve Melik Fırat, son olarak yayınladıkları Mezopotamya adlı eserlerinde kökenierini Nü ve Fırat nehirleri nin suladığı alana dayandırmaktadırlar. Mezopotamya uygarl ı1 82
Türk U lus-Devlet Kimliği
ğından Sümerler, Guttiler ve Kirnınerler gibi, Türk insan ı ile aynı kökenden olan toplulukları dışlayarak, Kürtlerin kaynağı olarak gösteren çabaları bir hayal de olsa sistematik olarak iş lenmektedir. Diyarbakır, şu anda Mezopotamya Kürt uygarlığı nın merkez kenti konumuna getirilmeye çalışı lmaktadır. Barza ni, Irak seçimleri sularında, "Türk ordusunun Kerkük'e herhangi bir müdahalesi Mersin ve Diyarbakır'dan tepki görebilir" tehdi dini gündeme taşımıştı. Ulus-Devlet " Metal Fırtınanın" Eşiğinde mi? Birleşik Kürt Devleti, bir hayal de olsa kapımızı çalmaktadır. Ülkemiz, kabul edelim etmeyelim "Metal Fırtına"nın eşiğinde dir. Gelenekli aydın sınıfın kozmopolit yapısı bu oluşuma dün den hazırdır. Dinler arası Diyalog yandaşları ve Cemaattaşma grupları Gri Türkler olarak bu eğit ime destek vermektedirler. Ne yazık ki, Türk toplumuna yönelik bu İç Proletarya ve Dış Proletarya koalisyonu karşısında direnç gösterecek, modern sosyoloj inin deyimi ile Kapıcı Rolünü (Gate Keeper) oynayabi lecek aydın kadrosu da yok denilebilecek kadar azdır. Avrupa B irliği, bir Dış Proletarya olarak, yapay azınlıklar te orisi oluşturmak suretiyle, İç Proletarya'ya sunmakta, on lar da gereğini yürütmektedirler. Böylece, iç Proletarya ve Dış Prole tarya koalisyonu akılcı çizgisinde yürümektedir. İlk aşamada, çokkültürlülük olgusu gündeme taşınmaktadır. "Üniter" veya "tek-kültürlil" Türk toplum yapısı sistematik bir biçimde işlen mektedir. Atatürkçü dernekler, gelenekli aydın sınıf, sorumlu akademik kuruluşlardan örgütlü ve bilimsel bir tepki yükselmi yor. Japonya, yeni uygulanan ders kitaplarında, 1 93 0 yıl ında Çin'e olan saldırısına yer vermemesi nedeniyle, Çin devleti ve gençl iği tarafından protesto edilmektedir. Biz ise, hayali bir tehcir olayından ötürü, mil letlerarası arenada suçlanırken, ay dınlarımız fütursuzca: "Bir milyon Ermeni'yi ve otuz bin kadar da Kürt insanım katlettiğimizi" söylemekten çekinmem işlerdir. Çekinmernek bir yana, olaya sağduyu ile direnç göstermek 1 83
Orhan Türkdoğan
durumunda kalan Sütlüce kaymakamı, ağır eleştirilere maruz kalmıştır. Bu tür tarihin seyrini değiştirebilecek nitelikte onur kırıcı olaylar karşısında, genellikle, Mustafa Kemal'in tarihsel deneyimine dayalı Büyük Nutku'nda dile getirdiği altın söz akı t iara gelmelidir: "Efendi ler, aziz mil letime tavsiyemdir, ba şına geçirecekleri adamların kanlarındaki ve vicdanlarındaki cevheri asliye dikkat etsinler." Kemalist sistem, bilindiği üzere Büyük Nutuk'ta yer alan : "Muhtaç o lduğun kudret damarların daki asil (soylu) kandadır" sözünü bizlere annağan etmiştir. Yukarıda belirttiğimiz üzere Türk toplumu, Kemalist siste min tüm çabalarına rağmen, Batı ve Uzak Doğu toplumları Ja ponya ve Çin gibi, ulusdevlet kimliğini kazanamamıştır. Her iki ülke, aydın sınıfı kendi soyundan gelen, seçkin grupların yöne timine hazırlamış ve bu süreçte bilinçli atılımlar yapmışlardır. Japonya i lkin, 1 86S'Ierden itibaren Meiji döneminde, Batıda eğitim görmüş aydın sınıfı, sonraları da Tokugawa döneminde de disiplinli ve savaş ruhuna sahip milli ordusunu yetiştirmiş 1 18 tir. Japonya'da "ulusal" yapı anlamına gelen bir de "Kokutai" kavramı vardır ki, öğretim-eğitim ve siyasal alanda bütünleşme ve birliktel iği sağlayan birer kültürel seferberlik (mobil izasyon) kodları olmuşlardır. Bu iki ülke, günümüzde her yön� en, Batı ülkeleri ve ABD ile yarışacak bir düzeydedir. Ü l kemiz ise, AB'nin şartlandırdığı yan sömürgeleşme sürecinin içindedir. Şu anda, çokkültürlülük, bu oluşumun ilk adımım belirlemektedir. Bir aydınımız, Sabancı Üniversitesi'nden Ziya Öniş, çokkültürlülük olgusunu Avrupa Birl iği çerçevesinde şöyle ele alıyordu: "Çokkültürlülük kavramında bu hükümet öneml i bir ivme sağladı . Bir tarafta dini özgürlükler konusunda çokkültürlü bir Türkiye'nin AB içinde önemini savunduğumuz zaman, H ıristi1 11
Palmer Parker Jay, Religion Political Modernization and Secularization: Case Turkey and Japan, University of Cıılifomia Press, Berkeley, l 970, s. l 63, 1 74- 1 75, 200; Orhan Türkdo�an, Max Weber: Günümüzde ve Türkiye 'de Weber'ci Görüşler, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, istanbul, 1 988, s. I 40- 1 43.
Studie:r in America,
1 84
Türk U lus-Devlet Kimliği
yan azınl ıklar konusunda da adım atmamız lazım diye düşünü yorum. ( ... ) " Ruhban okulu konusunda taviz verirsek Türkiye'de Vatikan yaratmak gibi bir şey olur" diyorlar. Neden böyle bir şeyden korkalım? Bunu yaptığımız zaman Avrupa'da yaratacağı etkiyi düşünün. ( ... ) Balkanlarda Türkiye, Yunanistan'la birlikte çok kültürlülüğün merkezi olmak istiyorsa elimizin altında bir piyango var, bir imkan var. Onu kullanmıyoruz şu anda. " 1 1 9 Bu hatırlatma ile şimdi önemli bir noktaya geliyoruz. "Çokkültürlük"ten ne anlıyoruz? Bu röportajda, kavram kesin bir biçimde ortaya konulmuş deği ldir; sadece dinler arası diya log, Vatikan'a ivme kazandırma ve AB sürecinde, "Türkiye'nin çokkültürlülüğün merkezi olma" temenni leri dikkatimizi çek ınektedir. B ilindiği üzere, çokkültürlülük olgusu, Avrupa Birliğinin ülkemiz için salık verdiği bir oluşumdur ve AKP'nin yöneti minden itibaren bu süreç hızlı bir tempo ile sürüp gitmektedir. Ülkemizin, özel likle Güneydoğu'su bu çemberin içindedir. Ar tık, Atatürk'ün 1 93 3 'te gençliğe hitabında dile getiri len "Ne Mutlu Türküın Diyene" sözü geçerlil iğini yitirmiş, Baskın Oran' ın deyimi i le çağın gerisinde kalm ıştır. Önemli olan "Ne Mutlu Türkiyeliyim Diyene" sloganıdır. Bu öneriye destek, sadece stratej ik konumda olan kişi ve mevkilerden değil, kendi lerine Bağımsız Gençlik Hareketi (BAGEH) adını verdikleri 200 kişilik bir grubun, 9 Nisan 2005 günü Van ili DEHAP bi-
1 19
Ziya Öniş, Avrupa Birligi Dagılma Sürecine mi Giriyor?, Zaman Gazetesi, 6 Nisan 2005, Bu vesile ile bir noktayı da hatırlatmak istiyorum. Trabzon'daki, halk direncini "aşırı milliyetçi-ırkçı" çizgide yorumlayan zihniyet, son günlerde şahsıma da iftira da bulunmak sureliyle, karalamalarını sürdürmektedir. Nitekim, 6 Mart 2005 günlü TurkuaziZaman gazetesinde, Nurcu olduğunu beyan eden Musa Çağıl veya namı diger "Saatçi Musa" adlı bir psikopat, Malatya'da gençligim döneminde "aşırı komünist" olduğumu, Sait Çekmegil'le birlikte sabahlara kadar benimle tartışma yaparak yola sokulduğumu dile getirmek suretiyle çamur almaktadır. Bu zatm, yalan beyanda bulundugunu, gazetenin genel yayın müdürlüğüne belgeleric açıklamama ragmen, basın ve ahlak yasası geregince tekzibimi yayınlamaları gerekirken, sadece belirli yerlerinden parçalar alarak, diledikleri biçimde bir görü nOme sokmuşlardır. Böylece, "çamur at izi kalır" tarzındaki ata sözüne de örnek olmuşlardır.
1 85
Orhan Türkdoğan
nası önünde bölücü terör örgütü elebaşısı "Abdul lah Öcalan lehine sloganlar atarak "Bayrak Türklerin değil Türkiye halkla rınındır ve Kürtler de bu ü lkenin kurucu halkıdır" tarzında be yanda bulunmuşlardır. B i limsel anlamda, "Çokkültürlülük" veya federalizm, "bir çok devletin özel yasalarla bağımsızlıklanm koruyarak tek bir devlet çatısı altında birleşmeleri demektir. Burada bir yerellik (subsidiarte) veya yerel yönetimlerin güçlendirilmesi değil, ade mi merkeziyetçilik ilkesinin geçerliliği söz konusudur. Böyle bir oluşumda, artık üniter yapı ortadan kalkıyor, yerini, yerelci federal örgütlenme diyebileceğimiz. bir yönetim biçimi alıyor. Leyla Zana ve arkadaşlarının Herald Tribüne ve Le Mond gazetelerine verdikleri beyanları da açıkça göstermektedir ki, Türkiye'nin "çokkültürlülük" kapsamında, bir Belçika modeline (Valonlar,Flamanlar gibi) yönelmesi istenmektedir. Bu tez, siyasalKürtçüterin de eğilimlerini yansıtması açısından, giderek ülkemizde destek görmektedir. " ikinci Cumhuriyetçiler", "Dinler Arası Diyalog" grupları, "Türk Hümanizma"cıları, "Cemaatleşme" unsurları ve Gele nekli Yabancı Soyluların hemen hepsi birlikte, "Kemal ist Siste min" artık ömrünü tamamladığı ve küreselleşme olgusu ile çokkültürlülüğün başladığı bir federasyona doğru Türkiye'yi zorlamaktadırlar. "Vatandaşlık" mı "Kurucu Kültürün" Sonu mu? Ancak, böyle bir yol ayrımında, Osmanlının tarihsel "mer kez-çevre" modeline dönüşümünü savunan Dış Proletarya ve İç Proletarya koalisyonuna karşı, Kemal ist Sistem veya " Kurucu Kültürü" temsil eden çevre yani Türk halkı, irade beyanında bu lunacak ve "merkeze" doğru yürüyecektir. Zira günümüz sosyal bilimcilerinden Arend Lijpart'a göre: "Bir ülkede eğer nüfusun yüzde seksen veya daha çoğu aynı dine mensup veya aynı dili konuşuyarsa o toplum aynı cinsten (homojen) olarak sınıflandı-
1 86
Türk Ulus-Devlet Kimli�i
rılmaktadır." 1 20 L ij part' ın bu görüşü, homojen- heterojen ayrışı mı açısından sosyoloj inin öneml i bir saptaması olarak bilinir. Önceleri değindiğimiz gibi hem M i l liyet Gazetesi hem de Hacettepe Üniversitesi Nüfus Araştırmaları Enstitü müdürü Ay kut Toros'un tespitlerine göre, "Egemen Toplum", "Standart Kültür" veya günümüzde Huntigton'un dile getirdiği tarzda "Kurucu Kültür", ü l kemizde, nüfusun yüzde doksanının Türkçe konuştuğu ve Müslüman inancını taşıdığı Türk halkı olduğu belirlenmiştir. 121 Çoketnikli l ik kavramı, ilk kez Peter A. Andrews tarafından bilimsel açıdan değil, tamamen misyonerlik duygusu ve propa gandist bir yaklaşımla ele alınmış ve ülkemizde 47 etnik grubun bulunduğu görüşü ileri sürülmüştür. Yayınlandığı dönemde, sol iktidar M i l l i Eğitim Bakan ve yetkilileri de destek vermiş ve Türkiye çoketnikli bir yapılaşmanın adeta içine itilmiştir. Buna, küreselleşme ve giderek "dünyamızın bir köy konumuna" gel mesi görüşü de eklenerek, konu adete pekiştirilmiştir. AB süre ci beklentisinde, A KP iktidarının da "ademi merkeziyetçi" bir yapt iaşmaya olan eğilimi, konuya adeta güncellik kazandırmış tır. 1 2 N isan 2005 günü, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın da Oslo Nobel Enstitüsünde yapmış olduğu bir konuşmasında Türkiye' de 30 etnik gruptan söz açması, resmi teoriyi de yörüngesinden çıkararak, ülkem izi çokkültürlülük furyasının içine çekmiştir. Klasik Amerikan sosyoloj isi, etniklik ve azınlık kavram la rını ayırmıştır. Çoğu kez, etnik kavramını bir toplumda yaşayan grupların di l, din ve kültürel farklılaşmalarının bir yansıması tarzında yorumlamış, soy unsuruna yer vermemiştir. Böylece, etniktİk soy ve ırk kavramından ayrı larak, grubun kültürel etosu i le bağlantılı bir biçimde ele alınmıştır.
0
ı2
Arend Lijphart, a.g. e., s.27 Aykut Toros, "Türkiye'nin Etnik Yapısının Anadil Sorunlarına Göre Analizi", Nüfusbilim Dergisi, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Planlanması Yayını, Cill:4, Ankara, 1 992; Aykut Toros, Doğurgan/ık, Türkiye Nüfus Yapısı ve Nüfus Sorunları, HÜNE Yayını, Ankara, l 973. ı 2ı
1 87
Orhan Türkdoğan
Ancak, 1 95 0 1 er sonrası Amerikan sosyoloj isi, bu tür bir tasniften ayrılarak, yerine nicelik ve n itelik taşıyan "azınlık çoğunluk" kavram çiftine yönelmişlerdir. ı ıı Örnek olarak, Mormanlar veya Kızı lderililer hem azınlık hem de " Kurucu Kültür"den olmadıkları için etnik gruplardır. Görüldüğü üzere, azınlık kavramının Amerikan sosyoloj i terminoloj isinde kendi ne özgü bir biçimi vardır. Durum, Avrupa sosyolojisinde ise daha da farklıd ır; bu ü l kede, bir "azınl ık" çoğu kez kendisini savaş veya siyaset sonu cunda daha büyük bir siyasal birimin parçası olarak bulan bir halk veya mill iyeti çağırır. Burada egemen milliyet, parçası ola na karşı kendisini herhangi bir biçimde ayırt etmektedir. Örnek olarak, Çekoslavakya'nın Slovakları ve Belçika'nın Valonları burada zikredilebilir. Amerikan sosyolojisinde Egemen Toplum veya Standart Kültür ise: Tarihsel dili, gelenekleri ve töreleri açısından top lum içinde belirleyici rol oynayan gruptur. Örnek olarak, bu ülkede Anglo Protestan Kültürü, sosyoloj ik anlamda, Egemen Kültür veya Standart Kültürü temsil etmektedir. Amishler, Mormanlar ve Kızı lderililer ise azınlık gruplarıdır.
I 950' 1 er dönemi Amerikan sosyoloj isinde yer alan etnik grup tanırnma gelince, bu kavramı Mac iver şöyle açıkl ıyordu: "Genellikle üyeleri kuşaktan kuşağa taşınan, kendine özgü ve başka gruplardan farklı sosyal ve kü ltürel bir geleneği paylaşan veya daha kannaşık bir toplumun parçası olan ya da tek başına var olan bir grup olarak algılanmaktadır. Göç yolu ile Amerika' ya gelen iriandalı lar bir örnek olarak burada zikredilebilir." 1 23 Türk sosyoloj isi geleneğinde konuya eğildiğimizde, azınlık lık ve etniklik farklı bir yaptiaşmayı ortaya koymaktadır. Daha ziyade Batı etkisi bu bakış açısında egemen olmuştur. N itekim Azın lıklar, Lozan'dan ve kü ltürüroüzden de kaynaklanan bir 122 Charles E Marden, Minorities in American Society, American Book Company. New York. 1 952. s.26-44 1 2 3 Robert Morison Maciver, Society, Rinehart. New York, , 1 955, s.384-393
1 88
Türk Ulus-Devlet Kimliği
yaklaşımla, Standart Kültür veya Egemen Toplum'dan din, soy, dil ve benzeri töregelenekler bakımından farklı l ık ortaya koyan topluluklardır. N itekim Devlet İstatistik Enstitüsü'nde, "azınlık" olgusunu, ırk, soy, din ve dil farklı laşmalarma dayandırdığı halde, "çoğunluk" unsurunu "nüfus" birimi açısından bir opti muma dayandırmaktadır. Yine Devlet İstatistik Enstitüsü birimleri ve kendi sosyoloj i geleneğimize göre, ülkemizde yaşayan H ıristiyan v e Yahudi un surları azınlık kategorisine girmektedirler. Çünkü, soy, din, dil ve kültür açısından bu unsurlar Standart Toplum' dan ayrılırlar. Etnik gruplara gelince: Dil, inanç, töre, gelenek ve görenekieri bakımından Standart Toplum veya Egemen Kültür'den farklılık arz eden unsurlar olarak tanımlayabi !iyoruz. Amerikan sosyoloj isi, gözlendiği üzere kendi bakış açısı, inanç ve değerler düzenine göre azınlık çoğunluğu açıklarken, Batı farkl ı yaklaşımı ortaya koymaktadır. Kaynaklar incelendi ğinde, Türk akademisyen ve düşünüderi "etniklik" kavramını, ABD ve Batıl ı kaynaklar çizgisine izlemekte, kendi kültür de ğerleri ve bakış açılarını ret etmektedirler. Kültürüroüze mal olmuş bir azınlık kavramı, yörüngesinden çıkarı lmamalı ve saptırı lmamalıdır. Artık taklit mekanizmasın dan kurtularak, kültür yaratıcıl ığına yönelmeliyiz. Türk bilim Rönesans'ı ancak bu yolla kurulabilecektir. Üç kıtaya egemen olan altı yüz yıllık bir imparatorluk mirasımız var. Balkanlarda ve Orta Doğu, Kuzey Afrika'da tebaalarımız vardı. Müslüman olan, Hıristiyan ve Yahudi olan tebaalarımız vardı. Türkiye'nin 47 etnik gruptan oluştuğu "çoğulcu" bir toplum tezi, Peter Alfred Andrews'a aittir. 1 989 yılında Wiesbaden'de yayınlanan "Türkiye Cumhuriyeti'nde Etnik Gruplar" adlı ese rinde, Andrews'un ülkemiz için zikrettiği etnik unsurlar şöyle sıralanmaktadır: Almanlar, Estonlar, Malakanlar, Kuban Kazak ları, Özbekler, Uygurlar, Özbek Tatarı, Türkmen Kazaklar, Kırgızlar, Abdallar, Türkmen, Sünni Yörükler, Tahtacı lar, Ka raçaylar, Kumuklar, Azeri Karapapaklar, Azeriler, Göçmenler ve Balkarlardır. 1 89
Orhan Türkdoğan
Bu sıralamada ilk dördü, benim 1 95 9- 1 962 yıllarında Kars ve Manyas yöresinde Rus kökenli Malakan ve Kazak grupları üzerinde yapmış olduğum tez çalışmasından kaynak gösterile rek zikredilmiştir. Dördü de 1 962'de Türkiye'den ayrılmış, Rus ya ve ABD'ye göç etmişlerdir. Bu grupların 1 989 y ı lında yayın lanmış bir kitapta yer almasının anlamı nedir, bunu okuyucula rımızın taktirine bırakıyoruz. Eserde adı geçen öteki unsurların tümü baştanbaşa Türk boylarıdır. Sadece Çingeneler, Ostetler, Sudanlılar, Keldaniler ve benzeri unsurlar ise, Andrews'un ül kemizde etnik çoğunluk yaratma eğilimini göstermektedir. Ayrı ca, Kırım Tatarları, Nogay Tatarları, Çeçenler, Dağıstan lılar, Gürcüler, Çerkezler ise Transkatkas gruplarıdır; Tatarlar'ın ise, Zeki Yelidi Togan'a göre Türklükleri söz konusudur. Transkaf kas grupları da aynı kategoridedirler. Kürtler ve Zazalara gelin ce, dil yönünden etniklik kiml iği taşımakla birlikte, araştırma ımza göre, her iki grup da Asyatik kökenlidir; karşıt tezlerin bugüne değin bilimsel kimliği olmadığı hususu, yeni bir yayını mızda ayrıntılı bir biçimde ortaya konulmuştur. ı 24 Siyasal açıdan, ülkemizi çokkültürlü bir model içinde gör mek isteyen Peter Andrews'un bu görüşlerini, hükümet yetkilile rinin de, hiçbir ciddi araştırmadan geçirmeden benimsemiş ol ması düşündürücüdür. Ülkemiz ve insanımız, tüm nitelikleriyle bugün gözler önündedir. Bir deney masası kabul ederek üze rinde her türlü sosyal, antropolojik, etnolojik ve dilbilimsel açıdan analizler yapılabilir. Buna her zamankinden çok daha ihtiyaç da vardır. Belidendiği üzere, etniklik kategorisine girenierin oranı ül kemizde yüzde 1 0- 1 5 kadardır. Azınlık unsurlarına gelince, bunlar da, Rum, Ermeni, Yahudi ve Süryani'lerdir. Bunların tümünün oranı da yarım milyonu aşmaz. Çoğunluk, Asyatİk kö kenli Türkçe konuşan Türk boy ve oymaklarının torunlarıdır. Bu nedenle, ülkemiz homojenlik oranı yüksek olan sosyoloj ik bir yapıtaşmayı ortaya koyar. 124
Orhan Tilrkdo�an, Doğu Güneydoğu: Kabile-Aşiret Yapısı, IQ Yayınları, 2005.
1 90
Türk U lus-Devlet Kimliği
Günümüzde de, bu ve benzeri araştırmaların sonuçları gös termektedir ki, ülkemiz nüfusunun yüzde 85-90'ını soy, din, dil ve kültür açısından bir ortak paydada birleşen Türk halkının varlığını temsil etmektedir. Devleti kuran ve büyük çoğunluğu temsil eden Türklük olgusunun "öteki" konumuna getirilmek suretiyle, bir "çokkültürlülük" macerasına ülkenin sürüklenmesi akıl-mantık işi değildir. Buna Türk m i l letinin izin vereceği de düşünülemez. Bir Türkiye cumhuriyeti varsa, bir Türk m i l leti de var de mektir. Onu, "Kurucu Kültür" konumuna getirmemiz gerekir ken "ötekileştirmeye" kimsenin hakkı olamaz. Ayrıca 250 mil yona ulaşan ve sınırlarımızdan Asya steplerine kadar uzanan bir coğrafya üzerine yerleşmiş, ortak dil ve kültürü paylaştığımız soydaşlarımızla, Türklük önemli bir evreni oluşturmaktadır. Bir kısım siyasal partiler ve yöneticiler, bu gerçeğe arkalarını dön müş olsalar bile, Asyatİk kökenli insanımız, kültür varlığımız ve değerlerimiz h içbir vakit göz ardı edilemeyecektir. Başbakan'ın uzun süreden beri devam eden "Türkiyeliyim" tezi ve "Anayasa çizgisinde (Türkiye Cumhuriyeti Vatan daşlığını) üst kimlik olarak kabul etmesi, tüm etnik unsurları da bu üst kiml ikte birleştirmesi" konunun yeniden gözden ge çirilmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır. ı ı s Bu anlayışta, Anayasam ızın başlangıç kısmından itibaren yer alan "Türk Vatanı", "Türk Mil leti", "Türk Devleti" ve "Türk Vatandaşı" gibi bir ulusun varlığını niteleyen deyimler, bizzat Başbakan tarafından dışlanmakta, "Türklük" devreden çıkarıl maktadır. Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran, Türkiye Devletinin ana unsuru "Türklük", "vatandaşlık" konumuna getirilmekte "ötekiler" içinde eritilmektedir. Böyle bir görüşü, sokaktaki adam i leri sürmüş olsaydı, bir derece mazur görülebilirdi, ancak Anayasamızdaki ifadesiyle "Türk Devleti" veya "Türkiye Cumhuriyeti Devletini" yöneten bir Başbakanın ileri sünnüş olması düşündürücü olsa gerek.
ın
Zaman Gazetesi, 1 5 Nisan 2005
191
Orhan Türkdoğan
Başbakan aynı konuşmasında milliyetçiliği de eleştinnekte dir: "Avrupa Birliği süreci içerisinde değer olarak şüphesiz ki farkl ı tanımları var. B izde de bakıyorsunuz ki bu farklı şekilde tanımlanıyor. B izim reddettiğimiz üç m i l l iyetçilik tanımı var. Etnik unsurlara dayalı mill iyetçi liği reddediyoruz. Ve bunu ayrımcı, bölücü görüyoruz. Biz etnik unsura dayalı m i l l iyetçili ği teşvik edersek, bu birbirini tahrik eder ve ülkemizi böleriz. Biz burada üst kimlik olarak bir kimlik ortaya koymuşuz. Nedir bu? Anayasa'n ın tanımladığı vatandaşl ık. Adeta artık mümeyyiz bir vasıf haline gelen, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşl ığı. Bu üst kimlikte etnik unsurları birleştirdik." Aynı şekilde, Anayasamızın ön gördüğü "Atatürk milliyet çi liği" de devreden çıkarı lıyor, Tayyip Erdoğan'ın Oslo konuş ınasında ileri sürdüğü 30 etnik grupla renk vermeden birleş tiril iyor. Böylece, Başbakan "vatandaşlık" amalgamasyonunda "Türk" varl ığın ı etniklik biçiminde algılayarak, "Kurucu Kim l iğini" ret ediyor. Artık, Sayın Başbakana göre, "devleti" oluş turan bir toplumsal aktör olarak, Türk mil letine, Türk M i l liyet çiliğine gerek yoktur. "Türklük", Sayın Başbakan'ın konuşmalarında artık "etnik lik" kimliğine dönüşüyor, "vatandaşlık" tüm etnik grupların buna Türk insan ı da dahil yerini alıyor ve ortak payda konumu na gel iyor. Artık, deyim yerinde ise "vatandaşlık" cemaatçi gruplarımızın ortak paydasını belirleyen "ümmetçilik" ile öz deşleşmektedir. AKP'nin iktidarı döneminden itibaren günde me gelen ve ulusal birliğimizi yozlaştıran bu tutumlar da, yarı nın umudu genç kuşaklar üzerinde olumsuz tepkiler yaratmak suretiyle bilinçaltı reaksiyonlara neden olmaktadır. Sonuç olarak, ı 923- ı 938 dönemleri arası Kemalist sistemin ulusdevlet oluşumu, daha önceleri belirttiğimiz üzere, Ata türk'ün ölüme i le devreden çıkarılmış ve yörüngesinden saptırıl mıştır. Sistem, 1 960'1ara kadar rayına oturamamış, bir gelgit çizmiştir. 1 960'1ardan ı 980'lere kadar da üniversiteler, siv i l toplum örgütleri, kamu kuruluşları baştan sona tüm toplum kuruluşları kamplara bölünmüş, ülkemiz çatışmaların içine sürüklenmiştir. Bu süreç içinde, Kemalist Sistemi ne "Resmi 1 92
Türk Ulus-Devlet Kimliği
Teori' ne "Akademik Çevre", ne de "Derin Devlet" koruyama mış, adeta sistem "tarihin çöplüğüne atılmak "durumuna geti rilmiştir. 1 980'ler sonrası, askeri yönetim ve Özal dönemi i le günde me gelen kır gerillası, Türkiye'yi sağ-sol çatışmalarının içine sürüklemiştir. Bu dönem, yaklaşık ülkemizin 1 5 yılını almış, bu süre içinde, PKK ile savaş, Doğu ve Güneydoğu'yu coğrafya mızdan koparacak bir noktaya gelmiştir. G izl i kalmış etnisiti ayrılıkları, bu anarşik ortamda adeta su yüzüne çıkmıştır. 1 995-2002 yaklaşık yedi yıllık bir "uyuma" döneminden sonra, Avrupa Birliği uyum pol itikalarının yumuşak karnını oluşturan reformların çözüm yoluna girmesi ve "çokkültür lülük" akımına yönel ik değişme sürecinin hızlanması, Türk değerler sistemine ters düşen yenil iklerio (innovation) sunu lma sı ve bunlarla ilgili uygulamaların topluma zorlanması, önemli ölçüde milli değerlerin erozyona uğramasına yol açmıştır. ABD'nin kuzey Irak politikası, Suriye, İran ve Irak üzerin den İsrail ' le yürütülen İslam karşıtı yönelimleri, PKK'nın hi maye edilmesi, Barzani'nin üslubu aşan emperyalist çıkışları karşısında alınan teslimiyetçi tavır, tüm bunlar Türk insanının alt bilincine itilen psikoloj ik depresyon ların odak noktaları ola rak topluma yayılıyordu. Ü lkede giderek yayılan; rüşvet, hortumlama, cinayet, inti har, gasp ve benzeri olayların dalgalar halinde toplumu sarması, umut kapılarının açılamaması, kötümserlik ve inançsızlık duy gusunun yayılması gibi radikal boyutlarda ahlaki dejenerasyo nun baş göstermesi, insanlarımızda güven ve inanç duygusu nun tükenmesine yol açmıştır. Son günlerde yoğunlaşan Kıbrıs olayları, çözümsüzlük, iç ve dış müdahaleler yanında, Ermeni tehciri olayları, Orhan Pamuk'un Türk mi lletine sahip çıkacağı , geçmişine ve tarihine sadakat duyacağı yerde Ermeni lere destek vermesi; 30 bin Kür dün öldürülmesi safsatası ile Kuzey Irak Kürt Devleti ütopya sına göz kırpası, dünya çapında şan ve şeref dolu tarihimize ve değerierimize yönelik davranış normları halk katlarında ıstırap ve elem yaratmıştır. 1 93
Orhan Türkdoğan
Nihayet 2 ı Mart Nevruz günü Mersin'de televizyon ekra nında Türk bayrağının yerlerde sürüklenmesi, yakılması gibi bir vahşet; Hakkari 'den Edime'ye, Çanakkale'den Diyarbakır ve Urfa'ya kadar tüm Türkiye'de haklı tepkilerin dalgalanmasına yol açmıştır. Bunu Trabzon, Samsun, Adapazarı ve S ivas'ta sürüp giden olaylar izlemiştir. Yurt genelinde ortaya çıkan bu toplumsal tepkiler, gelenekli sınıfın ve medya iletişim organla rının i leri sürdüğü türde "milliyetçi ve ülkücü" çıkışlar değildir, bir sağ-sol kutuptaşması h iç deği ldir. Hepimizin tanık olduğu muz olaylar; Türk mil letinin, varlığına, değerlerine, tarihine saldıran ve onu küçümseyen, aşağılayan davranışiarına karşı bir dirençtir. 2 ı Mart olayiarına karşı yükselen tepki ler, aynı zamanda "çokkültiirlülük" imaj ının darbe yemesine, ulusumuzun ve millihis lerimizin yükselmesine, dayanışmacı kimliğimizin bu nalımlı dönemlerinde gerekirse feveran edebileceğinin de kanıtı olmuştur. Ancak, 200 imzalı aydın muhalefeti, bekleni len tepki ler olarak tarihe geçecektir. Ulusal direncin yükselişi, çokkültürlülük ve yandaşlarının beklentileri için bir umut kay nağı olmayacaktır. Ulus-Devlet süreci, gözlendiği üzere yakın tarihimizde bir gel-git yayı çizmektedir. Benzeri olaylar, ABD için de geçerli dir. Nitekim Huntigton merkezcil kiml iği temsi l eden Angio Sakson Protestan eği liminin son yıllarda tekkültürlülükten çokkültürlülüğe doğru itildiğini ileri sürüyordu. Ancak, I l Ey lül olayı, yeniden merkezci l kültürünü önemini ve değerini yük seltmiştir. Benzeri oluşum, ülkemiz için de geçerli l iğini koru maktadır. 2 ı Mart Mersin olayı "bardağı taşıran son damla" olmuştur. Üniter kültür yapımıza dönüş olmuştur. Gelenekli aydınlarımızın olayları provakasyon çerçevesinde nitelendirme leri onlardan beklenen davranış kalıplarıdır. 20 Nisan 2005 günü Genel Kurmay Başkan lığı'nın hem ABD'ye hem de AB'ye yönel ik e leştirileri, Başbakanın ise AB'ye "ülkemizi parçala makla suçlaması" çokkültürlülük yandaşlarına ve kozmopo l it aydın kadrolarına verilmiş anlaml ı yanıtlardır.
1 94
BÖLÜM IX
AŞİRET ve IlAKiMlSTANDART KÜLTÜR BÜTÜNLEŞMESi 2 1 . yüzyıl'a girerken, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'muz, sosyo-antropolojik anlamda, millet-altı kuruluş olarak bel irle nen aşiret ve kabi le kuruluşlarını devam ettirmektedir. l 948'de başlayan zirai makineleşme kırsal alanlarda köklü değişmelere yol açınakla beraber, aşiret ve kabile yapısı eğitim süreci ve sosyal mobilizasyona rağmen "Büyük Toplum" veya "Standart Kültür"le bir bütünleşmeye gidememiştir 1 26 • Başbakanlık Arşiv Belgelerine göre, Orta Asya yayiaların dan Batıya göç etmiş, birçok bölümlere ayrılmış, aynı anlama gelen boylar, oymaklar, aşiretler ve cemaatterin sayısı 7230 ka dardır. 1 27 Bun lar, Anadolu ve Balkanlar'a yayılmak suretiyle, tarihsel oluşum içinde ya kentle bütünleşerek kim l iklerini yi tirmişler veya Doğu ve Güneydoğu yöremizde gözlediğimiz üzere, yer yer de olsa varl ıklarını sürdürmektc devam etmişler dir. Balkanlar, Akdeniz sahil şeridi ve Toroslar ile Karadeniz, İ ç Anadolu yörelerinde ikili (dual) yaytak-kıştak yerleşim biçimle ri varl ıklarını sürdürmekle beraber "Standart Kültür"le bütün leşme gerçekleşmiştir.
1 26 Konu bir başka eseimizde oldukça kapsamlı bir şekilde ele alınıp irdelenmiştir. Bkz. Orhan Türkdo�an. Türkiye'nin Etnik Yapısı, Sosyolojik Bir Analiz, Çizgi, Konya. 20 1 3. 1 27 Cevdet Türkay, Başbakanlık Arşivi Belgelerine Göre Osmanlı Imparatorlu ğunda Oymak, Aşiret ve Cemaatler, Istanbul, 1 979
1 95
Orhan Türkdo�an
Doğu ve Güneydoğu aşiret ve kültür yapısı, yarım yüzyıla yaklaşan bölge üniversitelerine rağmen, sosyo-antropoloj ik yön temlerle derinliğine analiz edilmemiş, bilimsel yorumlar ve çö züm yol ları ortaya konulmamıştır. Bu nedenle, yörede aşiret kabile dağıl ımı ve bun ların içyapısı hakkında ayrıntıl ı bilgilere sahip deği liz. Ancak, yöre nüfusunun yüzde yirmi beşinin aşi ret-kabi le kimliği altında varlığını sürdürdüğünü tahmin etmek teyiz. Ülkemiz genelinde, sanayi leşme ve teknolojik gelişmeler yanında, hızlı eğitim süreci, aşiret-kabi le oluşumunu büyük çapta etkilemesine rağmen, yörede zaman zaman aşiretlerin katılımı ile güçlenmelerine, aşiretsizlerin (aşiret-dışı) d ışlanma sına ve "aşiret empatisi"nin sürekliliğine tanık olmaktayız. Bu üç temel unsur, yöre insanlarımızın büyük kentlerde yaşarnala rına ve farklı sosyal statü işgal etmelerine karşın, yine de aşiret kimliğini silemiyor. Bu nedenle, aşiret bir toplumsal olgu ola rak, yöre insanını şemsiyesi altına almakta ve "grup-aidiyet" bil incinin sürdürülmesine katkıda bulunmaktadır. Aşiret, za manla rol ve fonksiyontarım yitirse de, aşiret olgusu toplumsal gerçekl il iğini korumaktadır. Aşiret-kabile kurul uşlarının içyapısı, gelenekli kültürümü zün bir üriinüdür. Her topluluk, "bey, ağa, seyyit veya reis" d iye belirlenen bir kişi tarafından temsil ed ilir. Her temsilcinin elin de de, atadan-babadan kalan bir silsitename (soy ağacı) bulu nur. Silsitename veya Şecerename kimde ise aşiretin yöneticisi de odur. O halde aşiret-kabile biçimsel-olmayan (informel) bir yapıtaşmayı ortaya koymaktadır. Doğu ve Güneydoğu yöremizdeki bu millet-altı olarak be lirlediğiniz adacıklar, aslında milletleşme (nation-building) sürecini etkileyen ve " Büyük Toplum" veya "Standart Kül tür"den bir sapmadır. M i lletleşme, aynı coğrafya üzerinde ya şayan insanların aynı kültür, dil, duygu ve tarih şuurunu ortak laşa paylaşmaları anlamını taşır. Oysa, aşiret-kabile yapısı, bir toplumu kültürel bütünleşme yerine parçalanmaya (partiküler) götürür. Batı toplumları, öze l l ikle Fransa, Almanya, İngi ltere ve İtalya "ulus-devlet" diye bilinen toplumsal bütünleşme veya 1 96
Türk Ulus-Devlet Kimli�i
m i lletleşme düzeyine Rönesans ve Reform gibi öneml i atılımlar sonucu ulaşmışlardır. 2 1 . yüzyıl'a girerken, ülkemizin sosyal dinamikliğini etkile yen bu mil let-altı kuruluşların sosyO-antropoloj ik, dilbilim ve etnoloj ik alanlarda yoğun bir biçimde incelenmesi, yorumu ve çözüm yol larının ortaya konulması gerekmektedir. Öze l likle, aşiret-kabile tipleştirmeleri, Zaza-Kırmanç ve A levi-Sünni fark l ılaşmaları yanında, kültürel benzerlikleri, yaşam biçimleri, dünya görüşleri, inanç ve değerler sistemi ayrıntılı bir biçimde ortaya konulmalıdır. Birleşik Devletlerde P. Sorpkin, Galpin ve C.C. Zirnıner man gibi önemli sosyologlar, 1 9201erde binlerce köyü inceleye rek köy kalkınınası sürecini başlatmışlardır. Yöremizde, aşiret-kabile kuruluşları hakkında birkaç yerli ve yabancı araştırmaların dışında kapsamlı, sistematik nitelikte hemen h içbir çalışına mevcut değildir. Bölge üniversiteleri as lında bu misyonu yüklenmek durumundadırlar. Hatta Yüksek Öğretim Kurumu, bu alandaki araştırmaları destekleıneli ve yönlendirmelidir. Bir zamanlar, ABD'de Güneyin kalkınması için, altı üniversitenin katılımı ile Tennesse Üniversitesi'nin öncülüğünde kurulan, Tennesse Valley of Administration (T.V A.) Projesi, kısa bir süre içinde yörenin sulama, enerj i, baraj, sulama, okuyup-yazma, sağlık-hastalık sorunları yanında, zenci-beyaz çatışmaları ve beslenme gibi çok yön lü konulara iyileştirici ve ıslah edici çözümler getirmiştir. Benzeri kalkınma modelleri yöremiz için de uygu lanabilir. Üniversitelerin, kal kınmamızdaki rolü bu noktalarda tartışılmalıdır. Ulus-devlet gerçeğini engelleyen ve Türkiye'nin normal da ğılım tablosunun dışına taşan aşiret-kabile olgusu, yakın tarih i m izde i lk kez Ziya Gökalp tarafından ele alınmıştır. Gökalp, Emile Durkheim'dan esinlendiği sosyoloj i metodunu da kulla narak, "Kürt Aşiretleri Hakkında İçtimai Tetkikler" adl ı son
1 97
Orhan Türkdol!an
derece muhtevalı bir inceleme meydana getirmiştir. 12 8 Hayatının sonunda ( 1 924) kaleme aldığı, fakat tamamlamaya ömrü yet mediği için eksik kalan Türk Medeniyet Tarih i adlı eserinde de aşiret-kabile olgusuna önemli yer vermektedir. 1 29 Buna göre, Gökalp en küçük birim olan aileden, soy, sop, boy (kabile) ve öz (aşiret)e yükseliyor. Proto-Türkler de, devletin en basit şekli ise "il"dir. İ l , göçebe bir budun anlamındadır. Aşiretlerin bir leşmesiyle Eski-Türklerde " i l " meydana gelmektedir. O halde, Gökalp'ın oluşturduğu toplum şemasında ilkin: Sop (klan, moity) sonra boy (kabile-phratrie), öz (tribu) ve de aşiret gel mektedir. Türker'de bağımsız aşiret yoktur, her aşiret, mutlaka bir "il (cite)in içinde onun bir organını oluşturur. Eğer bir il, dağılırsa içindeki aşiretler bağımsızlaşır. Budun ise, mil let/ulus anlamında "il"in siyasal kimlik kazanmasıdır. Gökalpçı bu yaklaşım, bize iki sosyal gerçeği hatırlatmakta d ır: Aşiret, kabilelerin birleşiminden ibarettir, ikincisi de, Türk toplumunda, aşiret-kabi le, bir hayat tarzı ve kültürel bir gerçek tir. Türkler, yerleşik bir düzenden ziyade göçebe kimlikleriyle tanınırlar. Bu göçebe hayat tarzında, boy taksimatı (Nomenclatura) öneml i yer tutar. Osmanlı Devleti'ni kuran da 24 Oğuz boyundan "Kınık" aşireti veya cemaatidir. Bu oluşum da, aşiret-kabilenin siyasal laşması mil let veya "budun"a dö nüşmesi gerçeği sakl ıd ır. Türkiye Cumhuriyeti, 1 923'te "ümmet" yapısından " m i llet" veya "ulus-devlet" diye belirlenen bir safuaya ginniştir. Ümmet, din kardeşliği idi. Aynı d ine inananların birlikteliğini ve daya nışmasını isteyen bir görüşü yansıtıyordu. Ancak, bu kardeşlik bağı, 1 9. yüzyı lın sonunda ve yirminci yüzyılın başlarında, Balkanlar'da ve Orta Doğu'da uyanan milliyetçi akımlar nede niyle, çözülmüş, yerini kavim bilinci d iye belirlediğimiz
m
Ziya Gökalp, Kürt Aşiretleri Hakkında lçtinıai Tetkikler, (Haz. Şevket Beysano�lu), Sosyal Yayınları, Ankara. 1 992. s.6-7. 129 Ziya Gökalp, Türk Medeniyel Tarihi, Kültür Bakanlıgı Yayınları, lstanbul, 1 976, s. 1 66- 1 85 . 1 98
Türk U lus-Devlet Kimliği
"asabiyye" duygusuna terk etmiştir. Arap ve İ ran gibi, tarihsel açıdan "asabiyye" kimliği son derece yüksek olan kavimler ayakta kalırken, asabiyyesini yitirmiş Osmanl ı İ mparatorluğu tarih sahnesinden silinmek durumunda kalmıştır. İnsanlık tarihinde, her çağın kendine özgü niteliklerine ta nık olmaktayız. 20. yüzyıl da, yeni bir çağı müjdeliyordu, bu da u lus-devlet veya mil letleşme gerçeği idi. Bu toplumsal dönü şümde ümmet, yerini millet gerçeğine terk ediyordu. Burada m i llet, tasada ve kıvançta insanların aynı kültürü, duyguları ve tarih bilincini taşımaları gibi ortak bir paydada birleşmeleri söz konusudur. Ü l kemizin, Doğu ve Güneydoğu yöresi, şu anda sıcak bir bölgedir. Terör ve şiddet olayları yanında geri kalmışlığı da söz konusudur. Geri kalmışlık terör ve şiddeti, terör ve şiddet de ge ri kalmışlığı desteklemek suretiyle bir nedensel lik çemberi orta ya çıkmaktadır. Ancak, bu nedenlerin de ötesinde, yörenin toplumun bütü nünü temsil eden Standart Kültür veya Büyük Toplum'a katıla maması, onunla bir entegrasyona gidernemesi koşul ları arasında temel alt yapı faktörleri gözden uzak tutu lmamalıdır. Aşiret kabi le oluşumu, bütüncül bir toplum yapısı içinde parçalı (partikü ler) bir durumu ortaya koyar. Bu bölük-pörçüklük, Standart Kültür veya Büyük Toplum'dan bir sapma olduğu için, terör ve şiddete de açıktır. Mao Tse Tung'un bir zaman lar belirt tiği üzere: "Balık denizde, gerilla da ortamında yaşar" sözünü burada hatırlatmak yararlı olur. Günümüzde, siyasal rej imler, özellikle demokratik sistem yeni oluşurnlara sahne olmaktadır. B ireysel özgürlüğün yüksel mesi, medya ve sosyal etkileşim sürecinin yoğun bir b içimde kul lanılması, katılımcı demokrasi modelinin güçlenmesine ne den olmuştur. Artık fert, partisini seçmede, örgütsel faaliyetle rine katılınada biricik özgür sosyal aktör kimliğini kazanmakta d ır.
1 99
Orhan Türkdoğan
Ancak, yöremizde yer yer kimliğini sürdüren aşiret-kabile oluşumu, bu tür bir karar-verme sürecine kapalıdır. Bu da, bir çok sosyal haklar gibi demokratik sistemin seçiciliğini etkiler. Belirli süreler içinde, Van yöresinde yapmış olduğumuz alan araştırmalarında (field work), Bürüki, Ertuşi, Piyanişi, Piran, Livi l l i ve Takuri aşiretleri inceleme konusu yapılmıştır. Ayrıca, Dönendere Mohtileri, Ulupamir (Kırgız Türkleri) ve bir Azeri topluluğu olan Küresin ler de birer kontrol grubu (bağım sız değişken) olarak yorumlanmıştır. ı 30 Güneydoğu'da Süryani ler, Yezidiler, Nusayriler, Keldani, Yakubi ve Asuriler diye çağırılan etnik gruplara da taslamaktayız. Kırınançlar (Kürtçe konuşanlar) yanında, Zazalar (Dimil iler) da öneml i bir kuşağı oluşturmaktadırlar. 1 950'lerde Wolfram Hütteroth, Varto yakın larında, hatta Si irt ve Şırnak arasında Müslüman olmuş ve sade ce Kürtçe konuşan topluluklardan söz açmaktadır. 1 3 ı Bunun gibi, Hıristiyanlaşan aşiretlere (Nasturiler) de rastlamaktayız. ı 32 Yöre de, kapsaml ı bir araştırma yapan ünlü Hal landalı antrapolog Martin Van Bruinessen, H ıristiyanlaşan Kürtler ve Kurdeşen Hıristiyanlar (Mamekanlu) dan söz açmaktadır. Bunun gibi, Kurdeşen Türk aşiretleri yanında, Türkleşen Kürt aşiret ve kabi lelerini de Bruinessen önemle belirtmektedir. 1 33 Benzer görüşleri, Ziya Gökalp, özellikle Mardin, Urfa ve Diyarbakır yörelerinde altı ay süreyle yapm ış olduğu bir araş tırmasında ( 1 923) ortaya koymuştur. ı 34 Gökalp' ın, "Türkmenle rin Kürtleşmesi" veya " Kürtlerin Türkleşmesi" adını verdiği olay da budur. Bunun gibi, 1 998 Ekim'inde, Erzincan'ın Tercan İlçesi Zazalar üzerinde yapmış olduğumuz bir alan araş-
30 1 Orhan Tilrkdoğan, Doğu ve Güneydoğu Kabile-Aşiret Yapısı, IQ Yayınları, 2005 1 3 1 Wolfram D. Hiltteroth, Bergamaden und Yaylabauem im Mitteren Kurdischen Taurus, Marburg, 1 959. 1 32 Orhan Türkdoğan,a.g. e. 133 Martin Van Bruinessen, a.g.e., s. 148. 1 3 4 Ziya Gökalp, Kürt Aşiretleri Hakkında lçtimai Tetkikler, (Haz. Şevket Beysanoğlu), Sosyal Yayınları, Ankara, 1 992.
200
Türk Ulus-Devlet Kimliği
tınnasında, Ağbasar, Alevi Zazalar, Kürtçe konuşanlar (Kınnançlar)dan hatta, Sünni gruplardan kız alıp-vermedik lerini- açıklamışlardır. 1 3 5 Benzer görüşleri, Siverek/Bucak aşireti mensuplarında da gözlemiş bulunmaktayız. Sünni Zazalar, Sünni K ınnançlar'dan (Kürtler) kız alıp-vermediklerini bize ifade etmişlerdir. Türkiye genelinde 1 5 il ve 47 A levi ocakları üzerinde yürüttüğümüz uzun süreli bir saha alıştınnasında da aşiretler arası mezhep ve etnik farklılaşmalara rastlamış bulunmaktayız. Keza, M ayıs ayında, Mersin Dalakdere Tahtacıları arasında yürüttüğümüz geniş çaplı bir alan araştırmasında da -Türkiye genelinden h iç de tamamıyla farklı olmadığını gözlediğimiz Sünni/Alevi topluluklar arasında da benzer sonuçlara varmış bulunmaktayız. Dalakdere, merkez bir köy olup, Mersin'e 1 4 km. uzakl ıktadır. Nüfusunun 1 00 kadarı Sünni, 500'ü de A levi dir. Köyün ortasından bir köprü geçmekte ve köyü ikiye böl mektedir. Köprünün Toroslar tarafı Tahtacı, Güneyi ise Doruklu (Cebel) Sünnidir. Çok eski bir yerleşim alanı olmakla beraber bugüne kadar iki topluluk arası nda kız alıp-verme olayına rast lanmamıştır. Böylece, millet-altı diye belirlediğimiz ve Türkiye genel ini temsil eden Standart Kültür'den sapan bu sosyal ada cıklar, partikül ler kümeleşmeler de kendi içinde sert (hard) nite l ikte, birbirine kapalı mikro-boyutta bölünmelere sahne olmak tadır. Yörede yapmış olduğumuz alan araştınnalarında, aşiret kabile cemaati da kendi içinde aile (hanedan) den itibaren çadır, zom(a), oba, taifa (tayfa) olmak üzere bir farklı laşmayı ortaya koymaktadır. Böylece, millet-altı bir kuruluşta: en küçük birim hane iken, en üst birim aşirettir. Aşirette, otorite baba-soyunu (patrinieal) izler. Evlilikler ise, genel likle aşiret-içidir (endogamy). Bazı antropologlar bu tür bir birimi (aşamalı aşiret) olarak da belirlemektedirler. Hane 135
Orhan Tilrkdoğan, "Erzincan Yöresi Alevileri," Sayı: 1 1 8, 1 999, s.9- 1 6.
Türk Dünyası Araştırmaları
Dergisi,
20 1
Orhan Türkdoğan
halkı genellikle, karı-koca, evlenmemiş çocukları, bazen bü yükbaba, büyükanne, amca, dayı vb. yakınları olmak üzere, geniş aile modeline yatkın bir yapıyı ortaya koyarlar. Gerçekte, aşiret kavramı günümüz Türk sosyoloj isinde gö çebe veya yarı-göçebe topluluklar anlamında da belirlenmekte dir. Göçebe aşiret, sabit bir konuta ve toprağa bağl ı olmadan tarımsal faaliyetlerin yalnızca küçükbaş kısmı ile uğraşan, yay lalardan steplere, steplerden yaytatara göçüp, daima çadır hayatı yaşayan, az çok kapalı bir ekonomiye sahip, kan akrabalığı ve birlik duygusu gibi bağlarla birbirine bağlı, daima bir "beye" bağlanınayı tercih eden, çoğu kez okuyup-yazması ve kültür seviyesi düşük, geleneksel bir cemaattir. 1 36 Bu tanıma göre, bir göçebe aşiretinin başlıca özelliği: Göçebe olması, yaln ız hay vancılıkla ilgili faaliyetlerle uğraşması, üyeleri arasında kan bağının bulunması ve kardeşler, eltiler, elti çocuklarının bir hanede kabul görmesi biçiminde özetlenebilir. ister göçebe isterse yerleşik olsun, hemen her aşiret bir ta kım kabilelerden oluşur. Örnek olarak Ertuşi aşireti on iki kabi le veya Babik'ten oluşmaktadı r. Babik sözcüğü "baba statü"nü temsil etmektedir. Bunlar: Alan, Şerefan, Ş idan, Muhammed Piran, Ezdinan, Gevdan, Jırki, Halilan, Haviştan, Govi, Mahmuran ve Zevki kabileleridir. Bu sonuncusu, halihazırda göçebedirler ve Silopi'de bu lunmaktadırlar. O halde, aşiret kabi leler birleşimi en geniş topluluktur. Gökalp sınıflamasında da benzer bir yol izlenmektedir. Aşiret (aşira) Arapça'da "kabile, ai le" demektir. Mükrimin Halil Yinanç ise, Türkçemize geçen bu aşiret kelimesinin, anlamını değiştirerek, büyük aile değil, göçebe veya yarı-göçebe hayatı yaşayan oymak veya boy anla mında kullanı lmaktad ır. Y inanç, ayrıca Arapçada büyük cemaa te tekabül eden kabile sözcüğünün aksi anlamda, yani Arapça daki aşira anlamında Türkçeye geçtiği kanısındadır. Bu isabetli bir görüştür. Zira yörede yürüttüğümüz araştırmalarda birçok
I J6
Orhan Türkdo�an, Doğu ve Güneydoğu Kabile-Aşiret YaplSI, IQ Yayı nlan,
2005. 202
Türk Ulus-Devlet Kimliği
cemaatler, kabile kavramını büyük aile karşılığında kullanmış lardır. Kamüs-i Türki ise, aşireti, bir asıldan (soy) çıkmış, bir likte yaşayan ve b irlikte konup-göçen topluluk veya oymak biçiminde tanılamaktadır. Hatta kabile ve aşiret arasında bir farklılık görmemekte, birbirleriyle eş anlamlı kullanmaktadır. Buna göre, kabile bir soydan türemiş ve bir reisin başkanlığın da, birlikte yaşayan topluluk, aşiret, oymaktır. Güney Türkmen leri üzerinde araştırma yapan Ali Rıza Yatkın, Arapça aşirete karşılık "oymak" kavramını kullanmaktadır. Oba da, kabile karşı lığı olarak tercih edilmektedir. 137 Yalkın'a göre, Türkmen oymaklarından Beydili 1 2, Bayındırlı 5, Barak l l , Beselli 5, Elbeyli 7 obadan ibarettir. Bu sonuncu oba veya aşiretin reisinin dışarıdan yani aşiret-dışı olması nedeniyle, adı Elbeyl i'dir. Ni zip'e yakın yörelerde yaşayan Barak Türkmen oymağı da 9 oba dan ibarettir. 1 990'da oymağın reisi, ohalarından birinin adının Kürd i l i obası olduğunu bize açıklıyordu. Bürüki aşiretinin yaşa d ığı Kalecik köyünde, yayla yerine oba deyiminin kullanıldığını görmekteyiz. Aşiretler arası ilişkilere gelince, kısmen yukarıda değiniirliği üzere, öneml i farkl ı lıklara tanık olmaktayız. N itekim Kalecik yaşl ı ları: " Her aşiretle kız alıp vermeyiz, çünkü Kürtlerimiz bir birine benzemez" diyorlardı. Giravi aşireti ve Azeri kökenlilerle, daha ziyade bu tür ilişki leri sürdürdüklerini belirtiyorlardı. Bah çesaray (Van) eski adı Müküs'te iki önemli aile vardır: Bunlardan biri Eyübhanbeyi ailesi yani Orhanlılar, öteki de Arvasi ailesidir. Orhanlılar, Bey sülalesini; Arvasiler ise Seyyit çizgisini izlerler. Kurınançlar (Kürtçe konuşanlar), bu iki ailenin himayesi altın dadırlar. Müküs'ün içinde, aynı zamanda Tinisan aşiretine de rast l ıyoruz. Tinisan aşireti, biri Nizariyan, öteki de Beruj ivan olmak üzere iki havike (babiki veya kabile) sahiptirler. Müküs aşireti, sadece Arvasilerle kız alıp verirler; Kurmançlarla herhangi bir
1 3 7 Rıza Yalkın, Cenupta TOrkmen Oymakları, KOltür Bakanlığı Yayınlan, Cilt: 1 3 , 1 977.
203
Orhan Türkdotan
ilişkileri yoktur. Bunları yerli halk, çiftçi veya rençber olarak görürler, aşiretsiz kabul ederler. Aynı biçimde, Müküs'ler, içle rinde bulunan Tinisan aşiretiyle de kız alıp-vermezler; tıpkı Kurınançlar gibi, Tinisanlılan da dışlarlar. Benzeri bir i lişkiler sistemini, Artu-şi -aşireti Alan kabilesinde gözlemiş bulunmak tayız. Çukurca-Uzundere göçerleri olarak da bilinen Alan Babiki civadarında yaşayan Kurmançlardan kız-alıp vermediklerini bize açıklamışlardır. Bukurmançlar, kendilerinin aşiret mensubu olduklarını bild irmelerine rağmen, Alanlar sürekli onları dışla makta devam etmektedirler: Kurmançlara (Kürtçe konuşanlar) olan bu bakış Van yöresinde yaygın bir durumu ortaya koymak tadır. Aşiretsiz bir yaşantıları olan Kurmançlar, belki de Ziya Göktap'in deyimi ile "köylü" olarak algı lanmaları nedeniyle, aşiret-dışı kabul edi lmekte ve dışlanmaktadırlar. Yörede, muhtarlık ve benzeri statü kazandırıcı haklar bile aşiret-dışı bu ceınaatlere tanınınamaktadır. Hatta milletveki l i adaylıkları d a reddedilınektedir. Dilleri (lehçeleri) aynı olması na karşıl ık, aşiret-dışı kabul edilen Kurınançlar, çoğu kez aşağı statüde görülınektedirler. Bu nedenle, aşiret tıpkı bir "klan" gibi kendi içerden evlenmeyi (endogaıny) ön görüyor, klan dışı i lişkiler ise tanınmıyor. Kendi klanını üstün görme, her aşiret kuruluşu için güçlü bir dirlik duygusu (Esprit de Corps) biçi minde telakki edilmektedir. Çukurdere'ye bağlı Uzundereli Kurmançlar, Alan'lardan 3 0-40 km. kadar uzak olmalarına rağmen, sosyal ilişkilerde bu denli dışlanmaları, aşiret olgusu nun öneml i bir savunma mekanizması olduğunu bize göster mektedir. Bu çerçeve içinde, konuya derinlik getirmek suretiyle aşiret olgusu üzerinde cemaat mensuplarının bakış açı larını (frame of refererance) kısaca gözledikten sonra, aşiret-dışı kavramı üze rinde durmak istiyorum. 1 995'te Pinyanişi aşireti üzerinde yapmış o lduğumuz bir alan araştırmasında, i leri gelen kişiler "aşiretin bir güç ve birlik kaynağı olduğunu" ileri sürüyorlardı. Benzer tezi, Muş i l i Celali aşireti de destekliyordu. Faik Ağa, "aşirette eski kuralların bozulduğunu, saygınl ıkların ortadan 204
Türk Ulus-Devlet Kimliği
kalktığını" söylüyordu. Ailede 20 kişiyi aynı çatı altında topla yan Faik Ağa'ya (reis tabirine karşı idi) göre: "Aşiret, birlik beraberlik ve güç demektir." Aşiret mensupları tarafından adeta küçük bir "devletçik" biçiminde algılanmaktadır. Her aşiret kendi cemaatini, "reis" veya "ağa"sı, toprağı ve mahiyeti bulu nan bir küçük devletçİk modeli olarak kabul eder. Töre, yasa gibi kaide ve nizarnları da aşiret temsilcilerinde ararlar. Bu nedenle, güç kaynağı "ağa"da oluşur. Yukarıda belirtildiği üzere, reis, ağa, bey veya seyyit genellikle atadan babadan gelen şecerelere (silsi lename) göre belirlenir. Alan Babiki Deyan'a göre, şecere de: "Aslı-usulü, kökünden neci olduğu yazılan bir vesikadır." Rus generali Mayewski'nin "Doğu Anadolu Raporu"na göre, Erciş ve Patnos yörelerinde bazen bir aşiretlerde 2-3 reisin bulunabileceği kaydına da rast lamaktayız. 138 Bazı aşiretler de reis, seçimle gelmektedir. Şerefname, bu hususta Rujeki aşiretin i örnek olarak zikretmek tedir. Ancak, bütün bu örnekler son derece nadir rastlanan (marj inal) aşiretlerde gözlenmektedir. Aşiret olgusu, temelde gelenekli kurallarla temsil edi len, güç ve birlikteliğin kaynağını oluşturan bir sosyal gerçektir. Yörede aşiret, deyim yerinde ise kutsal alanı teşkil eder, aşiret sizlik ise kutsal-dışı bir yaptiaşmayı ortaya koyar. O halde aşi ret, iki alanı birbirinden ayıran adeta bir eksen veya axis mundi'dir. Pagagedik köyü Piran aşireti arasındayız. Pagagedik (Pagagedik)liler "aşiretsiz'leri dışlıyorlar. H içbir aşirete men sup olmayanları "aşiretsiz" biçiminde belirtiyorlar. Rus general Mayewski, adı geçen raporunda Kürtleri: I ) Aşiret Kürtleri 2) Reaya Kürtleri o lmak üzere iki kategoride ele almaktadır. Aşi reti olmayan Kürtler, Van Gölü'nün güney kesiminde yaşıyor larmış. Aşiret Kürtleri, Reaya (yerli) Kürtlerine nazaran daha zenginmişler. Aşiretler, hayvancılıka uğraşırken, Reaya Kürtle ri çiftçilik yaparlarmış.
m
Mayewski,Doğu Anadolu Raporu,Hazırlayan: Harnit Pehlivanlı, Van, 1 997, s . l 3.
205
Orhan Türkdo�an
Yörede alan araştırması yürüten Martin Van Bruinessen de, aşireti olmayan (aşiretsiz) Kürtlerin genellikle topraksız tarım işçileri olduğu görüşünü i leri sürmektedir. 1 39 Mayewski'nin tezi ile Bruinessen'in fikirleri arasında derin bir çelişki gözlenmekle beraber, her iki araştırmacı da, aşiretlerin yanında "aşiretsiz" cemaatlerden söz açmaktadırlar. Aşiretsiz ler veya aşiretleri olmayanlar Bruinessen'e göre, "aşiret biçi minde örgütlenmemişlerdir. Politik önemi olmayan gevşek, sığ soylar dışında, akrabalığa dayalı örgütleri yoktur. Aşiretii Iere göre, aşiretl i olmayanlar iki ayrı kastı oluşturmaktadırlar: Efendiler ve hizmetliler, yönetenler ve yönetilenler." Benzer farklılaşmaları Alanlar'da da gözlemekteyiz. Alanlar, aşiretliler olarak kendi lerine yakın yaşayan aşiretli olmayanlardan kız aldıklarını, fakat kız vermediklerini söylü yorlar. Van yöresinin hemen bütün aşiretlerinde, "aşiretsizler" dışlanınakta, aşağı görülmektedir. Hatta Rich ve Soane gibi iki Batılı araştırmacı, aşiretli Kurınançların kendilerini safkan Kürt olarak algıladıkları kanısındadırlar. 1 40 Pagagediklilere, bir de "yanaşma" aşiretin ne olduğunu soruyoruz. Alman cevap şöyle: "Hiçbir aşireti olmayan, fakat bir aşiret içinde yaşayanlar." Brunessen, yanaşma aşiret kavramı üzerinde değişik bir görüşü gündeme getinnektedir. Ona göre, yanaşma aşiret sosyal statü bakımından aşağı düzeyde bulunan toplulukların oluşturduğu bir yaptiaşmayı temsil etmektedir. Yanaşma aşiretler, "soylu aşiretle" "aşireti olmayan" köylülük arasında bir ara halkayı temsil ettiği kanısındadır. Bu tip "yanaşma aşiretler" Pij derler ve Caflar arasında görülmektedir. Bruinessen, ayrıca yanaşma aşiret veya yanaşma soylular için bir örnek de Çingeneleri gös termektedir. Bu yanaşma soylular veya Çingene benzeri grup lar, toplumsal statü açısından en alt sırada olanlardır. En alttaki topraksız köylüler bile bunlara tepeden bakarlar. Yörede, aşiret-
nY
M. V. Bnıinessen. a.g.e., s. l 3 1 . Soane, E. B.. To Mesopotamia and Kurdistan in disguise. London, J. Murray, 1 9 1 2, Zik. M. V. Bnıinessen, a.g.e., s. ı s ı 140
206
Türk Ulus-Devlet Kimli�i
ler bu kast-dışı gruplarla evli lik ilişkilerine girmeyi şiddetle reddederler. Van'da eski kale içinde yaşayan ve yerli halk tara fından (Mıtrib) veya (Motrib ya da Keraçi) d iye çağırılan lar da aslında, aşiret-dışı topluluklardır. Konuya dönersek, Erzincan Zaza Alevilerinin mensup olduğu Argil i aşiretlerinde değişik bir yapı laşmayı ortaya koymaktadır. Aşirette Dedelik veya Ocaklama durumunda olanlar, aşiret-dışıdırlar. Bir aşirete men subiyetleri söz konusu değildir. Her Alevi Zaza insanı, doğumu ile aşiret ve ocak kimliğini de birlikte getirir. Burada, aşiret dışılık bir statü yükselmesi, yeni bir üst-kimlik kazanılması anlamında olsa gerek, yoksa aşiretten koptuğu veya dışlandığı gibi bir anlam, taşımaz. Ocaklama yani Dedelik statüsünde olanlara, aşiret saygı duyar, Tal ipleri yani Müritleri gelir, ellerini öperler. Aynı zamanda, Ocaklama veya Dedelik durumunda olanlarla kız alıp veremezler. Aşireti olmayanlar veya yanaşma aşiretler farklılaşması, yö remizde aşiret olgusunun saygınlık, statü üstün lüğü gibi önemli sosyal normların taşıyıcısı olduğunu bize açıkça kanıtlamak tadır. Bu nedenle, aşiret bilinci ve bir aşirete mensubiyeti sağla yan aidiyet duygusu (community feeling) aşiretlerin kimlikleş ınesi için bir takım ipuçların ı ortaya koymaktadır, İstanbul, İz mir ve Ankara gibi bir çok büyük kent merkezlerinde aşiret adlarıyla vakıflar kurulması, mensuplarının aynı çat altında toplanmaları bu zihniyetin bir devamıdır. Doğu ve Güneydoğu yöremizde, tarikat zincirinin de öne m ini vurgulamak gerekir. Bazı aşiretlerde tarikat zinciri izlenir. Beşiri ve Bitlis'te Geylani, Gaydalı; Bahçesaray (Van)'da ise Arvasi cemaatleri bunlar arasında ilk akla gelenleridir. Böylece, aşiret olgusu soy kütüğü yerine tarikat ağırlıklı bir yönelimi tems i l eder. Geylani ler, ünlü mutasavvıf Abdülkadir Geylani, Arvasi ler ise Abdülkadir Arvasi zincirinin bir halkasını oluştu rurlar. Tarikat tipi aşiretlerde ağa bey veya reis yerini "Seyyit" kavramına terk ederler. Görülüyor ki, aşiret gerçeği, kimlik belirlemede önem l i rol oynamakta, soy ve mezhep gibi kavramlar yerine, sürekli bu 207
Orhan Türkdoğan
oluşumları ön plana çıkaran ve onları yön lendiren, destekleyen aşiret olgusunu ön plana geçirmektedir. Celaliler, Bürikan, Ertuşi, Pinyanişi, İzoli ve öteki aşiretler de gözlediğimiz en öneml i husus: "Ben Kürdüm", "Ben Tür küm" demekten önce, " Ben şu aşirettenim", " Ben bu aşirette nim" tarzındaki "Ben/Öz-imaj ı" (self-image) yaygın bir yer tutmaktadır. Bir aşirete mensubiyet, etnik bölünmeleri bir yana iterek cemaat (aşiret) duygusuna öncelik tanımaktadır. Van, Muş, Malatya ve Erzincan aşiretleri üzerinde yakın zamanlarda yürüttüğümüz katıl ımcı gözleme dayal ı alan araş tırmalarında elde ettiğimiz bulgu lar göz önüne alınmak suretiy le, standart kültürle bir bütünleşmeye nasıl gidebileceğiz? Şim d i başlangıçta ileri sürdüğümüz varsayıma dönmüş bulunmak tayız. Doğu ve Güneydoğu, ülkemizin öteki bölgelerinden farkl ı olarak, mil let-altı diye belirlediğimiz aşiret-kabile birimlerine, Seyyit-Şeyh ve Molla diye bilinen bir takım dinsel yapılaşmala ra sahne olmaktadır. Bu temel farkl ılaşmalar, mil letleşme süreci yanında kalkınma girişimlerini de etki lemektedir. Geri kalmış lık, aşiret-seyyitlik yapısının sürdürülmesini, seyyitlik-aşiret ve kabi le yapısaliaşması da geri kalmışlığı fonksiyonel olarak etki lemektedir. Bu oluşumlar, değişik uygarl ık veya kültür çevrelerinin, özel likle Batı toplumlarının tarihsel gelişimleri ve sosya l evrim teorileriyle açıklandığı takdirde, öneml i yanı tgı tara gidilmiş olunur. Türk toplumu, Asyatik bir kuruluş düzeni olarak Batı toplumlarının kültür tarihi ve evrim şeması içinde ele al ınma malı, aksine kendi şartları içinde incelenmelidir. Bir zamanlar moda olan Asya Tipi Üretim Tarzı (ATÜT) yorumlara dayalı Marksist modellerin, aydın şartlandırılması veya taşıyıcılığı dışında, h içbir anlamı kalmadığı gözlenmiştir. Marksizmi, top lumların i lerleme süreçlerini açıklayan evrensel yasalar katego risi içinde düşünen bu aydın yanılgısı, Marksizmin, kapitalizm için öngördüğü deyimle: "Tarihin çöplüğüne atılmasından" sonra, Güneydoğu ve Doğu sorunların "feodal" bir yapılaşma tarzında algılayan düşüncelerin de anlamsızlığı ortadadır. 208
Türk Ulus-Devlet Kimliği
Başlangıçta da açıkladığımız üzere, Türk toplum tipoloj isi "göçer" gezici bir örgütlenmeyi dinamik bir hayat biçimi olarak kabul eder. Bu nedenle yerleşik (sedentary) toplum düzeninden uzak kalmayı tercih eder. Bilge Kağan'ın Orhun Anıtları'nda dile getirdiği: "Ey Türk Budunu, Ötükeni yış (yerleşik bir yer) seç, dönüp dolaşmaktan vazgeç" tarzındaki uyarıları da bu ger çeği gözler önüne sennektedir. Türklerin, Anadolu'yu yeni bir hayat tarzı ve yerleşim alanı olarak seçtiklerinde boy, sop yani kabile ve aşiret halinde göç ettikleri bir gerçektir. 24 Oğuz Boyu, Türker' in bir kimlik şece resi, bir soy-sop ağacıdır. O halde, aşiret-kabile Türk toplumu nun bir kader çizgisidir. Doğu ve Güneydoğu, etnik yapısı ve kültürel farkl ı laşması gibi bir takım oluşumlar sonucu bu tür millet-altı diyebileceği miz bir kuruluşa sahip olmuş değildir. Tarihsel ve sosyo kültürel değerler sisteminin bir sonucudur. Doğu Karadeniz, Trabzon'dan Ordu'ya kadar bir Çepni yerleşim alanıdır. "Çekir ge sürüsü" gibi Anadolu'yu 1 07 1 Malazgirt Savaşı'ndan sonra istila eden Türkmenler, çok kısa bir süre içinde başta Anadolu' nun dört bir yanı olmak üzere Balkanlar, Ortadoğu, Kuzey Af rika kıyı şeridini istila etmişler ve bun lara 24 Oğuz boyuna mensup toplulukları yerleştinniş ve boy damgalarını vunnuşlar dır. Böylece, Karaevli, Yazır, Kızık, Beğdili, Bayat, Eymür, Çavuldur, Yiva, İğdır, Büğdüz, Yüreğir, Kınık, Dodurga, Çepni, Peçenek, Alayundlu, Karkın, Kayı, Bayındır, Döğer ve Salur gibi önemli Türk boyları günümüzde de kimliklerini sürdür mektedirler. Gökalp, Öge!, Kafesoğlu, Sümer Türk toplum yapısını ev rim açısından bir değerlendirmeye tabi tutmuş ve uyumlu bir sonuca varmı şlardır. Her dört sosyolog ve tarihçimizde ortak hareket noktası ai le'dir. Her aileden sonra soy (sop), urug, bişük gelmektedir. Gökalp ve Faruk Sümer'de boy (kabi le),Orhun Anıtları'nda ise Oguş'tur. 1 4 1
141
Orhan Türkdogan, Türk Tarihinin Sosyolojisi, Turan Yayıncılık, Istanbul, 1 996, s. 1 04 . 209
Orhan Türkdoğan
Anadolu, baştan sona aşiret-kabi le ve cemaat kuruluşlarının adeta döl yatağı gibidir. Bu aşiretler birçok tarihsel nedenlerle Kürtleşmişlerdir. N itekim M. Şerif Fırat, Van yöresinde birçok köy halkının Kürtleştiğini şöyle bel irtmektedir: "Zilan deresin de Şehirpazar, Hasanabdal, Boynuzlu, Çakırbey, Kumlubudak, ı Gökdoğan." 42 Bunun gibi, Cengiz Orhonlu'da Bozuluş Türk menleri arasında "Kürt" adıyla anılan bir oymağın Kuşadası (Aydın)'na kendiliğinden yerleştiğini, bu mahalleye bugün bile "Türkmen Mahallesi" denild iğin i kaydetmektedir. 143 Orhonlu'ya göre, ayn ı aşireti Danişmendliler arasında da gönnekteyiz. Ke za, l 997 ve 1 999'da Van/M uradiye İ lçesi Ünseli Beldesi Bele diye Başkanı Mustafa inci de Livilli aşiretine mensup bu lun duklarını ve şu anda ( 1 999) yüz on i ki yaşında bulunan Mehmet Yaşar'ın -ki Yaşar Kemal'in öz amcası- akrabaları olduklarını ve Bursa, Söğüt yörelerinden bu bölgelere yerleştirildiklerini, Türk kökenli olduklarını açıklıyordu. 1 44 Aynı şekilde, Mehmet Yaşar da, dedesinin aşiretlerinin Söğüt'ten buralara geldiklerini vurguluyordu. Hatta Rudolph İran'da bazen, "eşiret" terimi ye rine, aynı anlama gelmek üzere, "il" teriminin kul lanılabildiğini kaydetmektedir. 145 Bilindiği üzere "il" Türkçe bir kelimedir. Kısacası, aşiret-kabile yapılaşması, Doğu ve Güneydoğu yöresine özgü bir örgütlenme biçimi değildir. Tüm Türk boylan benzeri yapı laşmanın içindedir. Hatta aşiretler üzerinde en do yurucu ve geniş kapsamlı alan araştırmasını yürüten Martin Van Bruinessen : "Kürt tipi bir toplumsal örgütlenme yoktur." "Bütün varoluş biçimlerinden hiçbiri, kendi içinde Kürtlere özgü olarak düşünülmemel idir." 1 46
1 �1
M. Şerif Fırat, Do�u İlleri ve Varto Tarihi, M.E.B Yayınları. Ankara. l961 1 43 Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmparatorlugu'nda Aşiret İskan Teşebbüsü, lü Edebiyat Fakililesi Yayınları, İstanbul, l 963. 1 44 Orhan TUrkdo�an. Do�u ve Gilneydo�u Kabile-Aşiret Yapısı, l Q Yayınları, 2005; Mustafa Inci ile 19 Haziran 1 999 günil Van ilinde yapmış oldujlumuz özel konuşmalar. 14� Rudolph Wolfgang, ''Grundzilge Sozialer Organisation Bei Den West i Farıischen KUrden" ,Sociologus, 1 71 1 , 1 %7, s. 1 9-39). Zik. M. V. Bruinessen, a.g.e., s. 83. 14� Martin Van Bruinessan, a.g.e., s. 83. 210
Türk Ulus-Devlet Kimliti
Doğu ve Güneydoğu aşiret yapısı, tipik özelliğini sürdür mektedir. Aşiret, aşiret-dışı veya aşiretsizlik yanında, yanaşma aşiret kategorileşmeleri Standart Kültürle veya siyasal jargonla belirlendiği üzere "üniter devlet yapısıyla" bütünleşme sürecini zorlamaktadır. Ayrıca, yörede rastlanı lan aşiret-kabile kuruluş ları yanında oymak, cemaat ve topluluklarda rastlanılan Seyyitlik ve Şeyhlik, hatta Mollalık gibi oluşum lar da, temsil ettikleri grupları kendi ekseni etrafında toplamakta ve sürekli liklerini sağlamaktadır. Bu nedenle, bu kavrarnlara da kısaca değinmektc yarar ummaktayım. Örnek olarak Van i limizin Bah çesaray veya eski adı ile Müküs ilçesinde yoğunlaşan Seyyitlik kavramı üzerinde durmak istiyorum. Bahçesaray'ın şu andaki nüfusu Belediye Başkanı Naci Orhan'a göre on yedi bin kadar dır. M ezra ve köyleriyle birlikte 63 yerleşim birimine sahip bulunan Bahçesaray veya 1 96 1 yılına kadar Müküs olarak bi li nen ilçemiz deniz seviyesinden 1 700 m. yüksekliktedir. Terör korkusundan yayiacılık yapılamadığından hayvancılık adeta ölmüş durumdadır. Yörenin en gözde ürünleri balcılık ve çeyiz ciliktir. Çatak İ lçesi'nin Yukarı ve Aşağı Narlıca Köyleri genel likle koruculuk yolu ile geçimlerini (ayda SS mi lyon TL) sağ lamaları ve terör korkusunu güvence altına almaları nedeniyle, hayvancı l ık alanında bir hayli ilerlemiş durumdadırlar. Ancak, 800 korucuya sahip bulunmasına karşın, Bahçesaray yine de terör baskısı altındadır. 1 8 Haziran 1 999 günü Bahçesaray'a giderken Yukarı Narlıca Köyü'nde büyük bir operasyonun ger çekleştirildiğini öğrendik. Yanımda Bahçesaray Belediye Baş kanı Naci Orhan da vardı. Naci Orhan S Ağustos 1 998'de Bahçe saray ile Yukarı Narlıca arasında Beyaz Taş mahat inde PKK'l ı teröristler tarafından kaçırılmış, sonra d a serbest bırakılmıştı. 1 997'de operasyon nedeniyle Bahçesaray'a gidemem iştim. Ancak, seyyitlik, şeyhlik ve aşiretsizlik gibi öneml i konulan, Arvasi ve Orhan'ların ileri gelenleriyle tartışma imkanı bulmuş tum. Bu defa da aynı toplulukların saygın kişileriyle konuyu ayrıntı larıyla inceleme alanına almış bulunuyoruz. I 989'dan beri ANAP'tan üç dönem Belediye Başkanı seçilen Orhan, 21 ı
Orhan Türkdo�an
Müsküs'e 30 km. kala Çatak İ lçesi Yukarı Narlıca Köyü civa rında görüşlerini bizlere şöyle açıklıyordu: "Biz Müküs'lü ola rak herhangi bir aşirete bağlı değiliz. B iz, bu ilçede on yedi bin kişiyiz. Van'da ise 20 bin kadarız, tümümüz kendimizi aşiret dışı kabul ederiz. " Kendi lerini ben "Orhanlar" olarak belirlemek istedim, uygun gördü, ancak Arvasilere bağlı olduklarını ifade etmeyi de unutmadı. Arvas Köyü ise Bahçesaray'a 1 1 km. uzaklıkta, 30 hanelik bir köycüktür. Arvaslar'ın kökeni Naci Orhan'a göre, Bağdat'tan geliyormuş, bu nedenle seyyid kimliğini taşırlarmış. Arvas'ı seçmelerinin nedeni de, burada Mir Hasan-ı Veli denilen büyük bir yatırın Bahçesaray'da metfun oluşundandır. Arvas'ların bir kol u da zamanla Başkali, H izan, Doğubayazıt ve Eriş'e yerleş mişlerdir. Naci Orhan'ın annesi de Arvasi lerdenmiş. Ashab-ı Kiram adlı eser Arvassilerin ve Kamuran İnan'ın Seyyid Sibkatullah d iye bilenen dedesi de bu yörelerde "gavs" imiş. Herhalde tasavvufta bir derinliğe, bir makama erişme anlamını taşıyormuş. Arvasi ler ve İnanlar, bu nedenle yörede Seyyid'ler olarak tanınmaktadırlar. Başkan Orhan'a göre: "Seyyid demek, büyük demektir. Resullah' ın soyundan gelirler. N itekim pey gamberimiz de (Seyyidü'l-Enbiya)' dır. Biz aşiretler dışı seyyid kökenine bağlı bir topluluk olarak anılmaktayız. Şeyh ise, irşad eden, yol gösteren bir tarikat önderidir. Bu nedenle, her şeyh seyyid olamaz, ancak her seyyid amel eder, okur, tarikat alırsa şeyh olabilir. Görülüyor ki, şeyhlikte bir tarikata bağlı olmak, amel etmek ve mürşid mertebesine erişmek şarttır. Bana göre, şu anda Ankara'nın Bağlum köyünde metfun bulunan AbdCılhakim Arvasi hazretleri hem seyyid hem de şeyh mertebesindedir. Arvasilerin kolları, şu anda çeşitli siyasi partilerde yer almış bulunmaktadır. Örnek olarak, Sedal Gaydalı, Arvas kökenlidir ve Kamuran İnan'ın ağabeyinin oğludur. Keza, Malik Ejder de Seyyid'dir, Arvas kökenlidirler." Görülüyor ki, seyyidlik ve şeyhlik dini önderlik kategorileri olarak da nitelenebilir. Doğu ve Güneydoğu yöresi toplulukları arasında seyyid ve şeyhlik aşiret-dışı bir yapılaşmayı temsil etme mektedir. Bir başka deyim le seyyid ve şeyh herhangi bir aşirete 212
Türk Ulus-Devlet Kimliği
mensup değildirler. Bu tür bir kuruluş, Orhan'a göre; "Daha de mokratik ve halkçıdır. Oysa ağalık, beylik zorlayıcı ve tepeden inmecidir. Bir insan, tek başına ve sülale olarak kitlelere zulüm yapabilir ve on lan peşinden sürükleyebilir." Bruinessen; " Seyyitlerin soy itibarıyla Arap olup sonradan Kürtleştiklerini" ile sürmektedir. 147 Kanımca, benzeri görüşler yani seyyidlerin, sadece kutsallık kazanmak amacıyla Resullah'a bağlılıkları ya nında Türk kökenli olmaları görüşü daha ağır basmaktadır. Arvasiler, aynı çizgide birleşmektedirler. Alevilerde de, Bağdat kökenli olma veya hem Bağdat hem de Hacı Bektaş Veli/e bağlı kalma gelenekli Aleviliğin bir yönelim biçimidir. 1 48 Ayrıca, Brumnessen tüm Kadiri tarikatının şeyhlerinin seyyid olduğu görüşündedir. Arvasiler de kendi içinde birkaç kola ayrılırlar. Bunların en öneml ileri; 1 ) S ibkatullah'a bağlı H izan kolu 2) Seyyid Fehmi Hazretlerinin temsil ettiği Arvas kolu 3) N ihayet Seyyid Abdülhakim Hz. yöneldiği Başkale ko ludur. Kamuran İnan Hizan, Ahmet Arvasi de Başkale koluna mensuptur. Naci Orhan, şöyle devam eder: "Aşiretsizler olarak, hiçbir vakit aşiretlerden ne kız alırız ne de kız veririz. S iyasal yönden de onlardan ayrılırız. Beytülşebaba' (Hakkari) bağlı Gevdan aşireti tümü ile HADEP'e oy vermişlerdir. Biz aşiretsiz ler oyumuzu, HADEP dışı öteki partilere vermek suretiyle PKK'ya karşı çıktık. Biz seyyidler, oy verirken adayın seyyid kolundan olmasına d ikkat ederiz. Adayımız hangi partiden ise o partiye yönelik bir tutum ve davranışı yansıtırız. Sıfatı ne olursa olsun, adayın zatı önemlidir. Bu süreçte parti değil, adayın seyyit oluşu önemlidir."
147 14"
Martin Van Bruinessen, a.g.e., s.244. Orhan Türkdogan, Alevi-Bektaşi Kimligi, Timaş Yayınları, istanbul, 1 995. 213
Orhan Türkdo�an
Van'da, gerek 1 995, 1 997 gerekse 1 999 yılları arasında yap mış olduğumuz uzun süreli gözlemlerimiz bizi şu gerçeğe gö tünnektedir. 1 980'1erden itibaren giderek hızlanan göçler, i l nüfus artışını o n yedi yıl içinde hemen hemen ikiye katlamıştır. 1 927- 1 945 yılları arasında şehir nüfus artışı oldukça yavaş bir seyir izlerken, 1 960'ta kent nüfusu 1 927 yı lına oranla üç katı bir artışla önemli bir tırmanışa sahne olmuştur. 1 960'tan itibaren kentleşme başlamıştır. Eldeki veriler göre, 1 990- 1 997 yıllan arasında Van'ın merkez nüfusu yılda ortalama %5.8 artarak 226.965' e yükselmiştir. Böylece Van'ın merkez ilçesinde yaşa yan nüfusun % 78.5'i kent merkezinde yaşarken, sadece % 2 1 .5'i köylerde yaşamaktadır. Bu durum Türkiye ortalamasının olduk ça üzerindedir. ı 49 Yapmış olduğumuz kamuoyu araştırma ve görüşmeleri so nucu Van'ın i lçe merkezinde aşiretlerin oranı % 75 civarında tahmin edilmektedir. Bu rakam, aşiret-kabi le olgusunun, aşiret dışı veya aşiretsizleri gerilerde bıraktığını gösteren önem l i bir kanıttır. Aşiretsizler veya seyyidlerin, aşiretlerden kız alıp ver memeleri iki topluluk arasındaki öneml i farkiaşmayı ortayı koymaktadır. Aşiretleşme, aynı zamanda bir kimlik biçimlen mesidir. Her fert, aşiretini gözetlernek suretiyle aidiyet duygu sunu (commuiıity feeling) ön plana geçirir. Böylece, aşiret onun için bir koruyucu şemsiye, kişil iğin belirlenınesini sağla yan bir kimlik dokusunu oluşturur. Aşiretin temsilcisi (bey, ağa, reis vb.) hangi siyasal parti yelpazesinde yer alıyorsa, aşiretsiz ler veya aşiret dışı gruplar için de geçerlidir. Seyyid sülalesi, temsil edildiği parti bünyesinde imaretlerinden, cemaatinden oyunu alır. Görülüyor ki, Doğu ve Güneydoğu yöremiz, mil let-altı d iye bel irlediğimiz aşiret ve kabile kuruluşlarının döl yatağını oluş turmaktadır. Bu partikü ler yapılar, Türklerin Asyatik çıkışların dan günümüze kadar sürüp giden ve zaman zaman yöredeki farkl ı kültür ve inanç sistemleriyle de kaynaşmak suretiyle asli 149 Cumhuriyet'in 75. Yılında Van, Van Valili�i KUltür Varlıklannı Araştırma Derleme, Tanuma ve Yayınlama Merkezi Yayınlan, Van, 1 999, s.6 1 -62
214
Türk Ulus-Devlet Kimli�i
özellik lerini muhafaza etmişlerdir. Aşiret ve kabile oluşumları, yörenin yüzyıllarca ihmal görmesi, Selçuklu ve Osmanlı döne minden beri uygulanan " Reaya/köylü veya tebaa" politikası so nucu sömürülmesi, okullaşamaması toplulukların kabuğuna çe kilmesi sürecini yaratmıştır. Hiç hakları olmadı halde, Devşir me ordusu (Yeniçeri ler) ve Enderuni (Dönme) yöneticilerin vergilerini yerınekle de yükümlü kılınmaları, yöre insanlarını kaderleriyle baş başa bıraktimalarına neden olmuştur. Üstelik I 8 . yüzyıl ve daha önceleri uygulanan iskan siyasetleri ve aşiret yerleştirmelerinde güdülen tarih bilinci ve stratej ik hedeflerden yoksun politikalar, ülkenin asli unsurlarım teşki l eden birçok boy, sop, oymak kuruluşlarının kimliklerini yitirmeleri sonucu yaratmıştır. Gökalp ve Bruinessen'in Türkmenlerin Kürtleşmesi veya Kürtlerin Türkmenleşmesi tarzındaki görüşleri yanında, bazı Zaza gruplarının Kurmançlaşması (İzoli aşiretinde gözle d iğimiz gibi), birçok Türk boylarının Şialaşması, Yezidileşmesi, Silryanileşmesi, hatta Araplaşmaları (Kölemenler ve Afşinler), aslında Selçuklu ve Osmanlı'da tanık olamadığımız Türklük bilincinin ümmet politikası içerisinde eritilmiş olmasından kay naklanmaktadır. Aşiretlerin başıboş bırakılmaları, "şekavet"e dayalı nedenlerle hallaç pamuğu gibi bir yöreden diğer yerlere atılmaları, millet-altı dediğimiz oluşumların biçimlenememe sinde biricik etkeni teşki l etmiştir. Bu tarihsel oluşumların bir sonucu olarak, günümüzde Ter can (Erzincan) yöresinde yaşayan Çarekli aşiretine mensup Ağbasar Zazaları (ki asılları Türk'tür) Kurınançlar (Kürtlerle)'la kız alıp vermediklerini bizlere açıklamıştır. 1 50 Hatta Alevi Zazalar da benzer şekilde Sünni Zazalarla ilişki kurmad ıklarını belirtmişlerdir. Y ine aynı yörede yaşayan Arigli aşireti de Zaza Aievi topluluğunda mensup bulunması nedeniyle ne Zaza ne de Kurınanç Sünnilerle kız alıp vermezler. Topluluklar aralarında
ıso
Orhan Türkdo�an. "Erzincan Yöresi Alevileri", Türk Danyası Araştırmaları
Dergisi, Sayı: ı ı 8. Istanbul, Şubat ı 999
215
Orhan Türkdoğan
adeta bir kast meydan getirmiş ve birbirine kapalı yapılara dö nüşmüşlerdir. Doğu ve Güneydoğu yöremiz, Hakim/Standart Kültürle (üniter devlet) bütünleştiği tezi i leri sürülemez. Bununla bera ber, Kemal ist sistemin 1 930'1arda Dil ve Tarih alanında başlat tığı milletleşme (nation-bu i lding) teze, bırakı ldığı yerden itiba ren reformcu bir nitelikte yeniden ele alınmalıdır. ı s ı Bunun için; 1 ) İ lkin, yörede kurulmuş bulunan bölge üniversiteleri, tıpkı yukarıda değindiğimiz Amerika Birleşik Devletleri Tenessee Üniversitesi patronaj ı altında yürütülen T.VA. Projesi benzeri bir kalkınma model i içine girmelidir. Bölge üniversiteleri, yöne tim sosyo-kültürel yapı larını ayrıntıl ı bir biçimde araştırmak suretiyle çözüm yolları üretmelid ir. 2) Ayrıca, alt-yapı sorunları olarak eğitim, beslenme, su lama, tarım reformu, kırsal b irimlerin yeniden yapılaşması, sa nayileşme ve iktisadi kalkınma hamleleri, çeşidi ticari, fınans, kalkınma kuruluşları yolu ile işbirliği sağlanarak yeni projeler üretebilir. 3) Aşiret-kuşağı adı altında devlet, yöreye özgü yeni bir yaptiaşmaya gidebilir. Aşiretlerin, standart kültürle bütünleşme leri ve üniter devlete katılmalarında, ne tür rol ve bek lentilerin çözümlenebileceği hususu, akademik kuruluşlar, sivil toplum örgütleri ve bölgesel birimlerin katılımı ile üst düzeyde akılcı bir biçimde tartışılmalıdır. 4) Bölge üniversitelerinin belirli bölüm veya enstitülerinde yöreye özgü kültür derslerine ağırlık verilmek suretiyle, aşiret olgusunun eğitim sorunları analiz edilmelidir.
ıs ı Orhan Türkdo�an, Kemalist Sistem ve Sosyolojik Yapısı, J Q Yayınları ! . Bask , ı Mayıs 2005. 216
BÖLÜM X
TÜRK TOPLUMUNDA SAHABET KÜLTÜRÜNÜN ÇÖKÜŞÜ-MİLLİYETÇİLİGİN SONU MU? Milliyetçilik olgusu, sosyolojik boyutları olan yapısal bir süreç olarak algılanmalıdır. Bu nedenle toplumların oluşumları, tarihsel dalgalanmaları, inanç sistemleri ve kültürel değerleri göz önüne alınarak yorumlanmaları gerekmektedir. M i l l iyetçili ği gelip-geçici heyecanlar, romantik hayal ürünleri tarzında algılamak mümkün deği ld ir. M i l l iyetçilik veya ünlü İ slam düşünürü İbn Haldun' un de yimi i le bir "kavim asabiyesi" veya kavmini tanıma, sevme ve onunla özdeşleşme duygusudur. Bir Kutsal Hadisimizin belirtti ği gibi:"Kavmimin en hayırlısı kavmini tanıyan ve sevendir". Bu nedenle, "kişi kavmini tanıma-sevme duygularıyla suçlandı rılamaz". 1 9.yüzyılın ikinci yarısından itibaren uyanmaya baş layan Osman lı' daki millileşme duygusuna, Namık Kemal şu sözcüklerle dikkatlerimizi çekiyordu: "Kız köpekler bile vatan perver, vatanı sevmeyen acep ne sever? " M i l l iyetçilik veya dar anlamda kavim sevgisi, çoğu kez yöneticilerimizin anlayışı dışında, tamamen kavim yapısından m i l let oluşumuna geçişin sosyoloj ik bir sonucudur. Bu nedenle, öylesine gelip-geçici veya ayaklar altında çiğnenebilecek değer ler sistemi deği ldir. Sosyoloj ik içerikli milliyetçilik anlayışı, aşiret yapısından veya Osmanl ı tipi belirli bir zümrenin, Hanedan-ı Hümayun' unun kendini merkeze alan, öz halkını da öteki konumuna geti rerek, dışlayan kozmopol it bir yapılaşma hiç değildir. Tam ak217
Orhan Türkdolan
sine yüz yıllarca Yemen' de, Sarıkamış' ta, Mohaç'ta ve Ça nakkale' de hayatlarını feda eden Anadolu çocuklarının merke ze yürümesi, bağımsızl ığını kazanması ve kendi öz kimliğine özdeşleşmesi (ayni leşmesi) sürecidir. Bu nedenle m i l l iyetç i lik, m i llet kiml iğini kazanmış, çevrede yaşayan insanlarımızın bir liktelik duygusu ve dayanışma bilincinin merkezdeki kendine özgü tecellisidir. Ernest Gellner' in de isabetle belirttiği üzere: "Milliyetçi lik, bir toplumda ayni kültürel nitelikleri paylaşan insanların, ayni siyasal iktidara ve ayni devlete bağlılıklarının ortak duygusud ur". O halde, sosyolojik anlamda millet düzeyine ulaşmış bir toplumda "kimlik nedir" sorusunun, en yalın deyimi ile karşılığı kişilerin, grupların, toplum veya toplulukların:" S iz kimsin iz, kimlerdensiniz" sorularına verdikleri yanıttır. Ancak, bi lerek veya bilmeyerek kimlerden olduğumuzu belirtirken, kimlerden olmadığımızı ya da kimlere karşı olduğumuzu da belirtmiş olu yoruz. Bu nedenle, kişilerin kimliğinin biraz da kimlere karşı olduğumuzia da bilinmiş olduğu unutulmamal ıdır. C laude Levi Strauss, bu evrensel gerçeği "Öteki lere Karşı Ben" (Ego-Versus Autre) ifadesiyle karşı lamaktadır. Ancak, kimlikler sabit değildir, nitekim Ernest Geliner Nations and Nationalism adlı eseriyle bu oluşumu bizlere açık lamaktadır. Ernest' e göre:"Geleneksel veya sanayi öncesi top lumlarda insanların kimliklerinin daha çok yapısal bir temel i vardır. Bir insanın kim olduğu nispeten sabit ve güçlü bir aile ve akraba yapısıyla belirleniyordu. Fakat günümüz sanayileşmiş toplumlarda bu geleneksel düzen artık geçerli alamıyor. Çünkü sanayi toplumlarının ana temeli sürekli değişme ve yeni leşme süreci içindedir. Bu nedenle, modern toplum; kültürel anlamda homojenize edilmiş bir yapıya sahiptir. Yani gelenekli bir top lumdan modern bir topluma geçerken kültürel anlamda bir eşit sizleştinne ortaya çıkmaktadır. Böylece, modern toplumlarda artık "yapı" değil "kültür" ön plana çıkmaktadır. Ancak bu kültürel unsura bağlı bir kimlik, nispeten sabit olan bir yapıya bağlı kimliğe nazaran, daha bulanık, tanınması daha zor olan bir 218
Türk Ulus-Devlet Kimliği
şeydir. Bu durum, modern insanlar için bir belirsizl ik, bir boş luk, köksüzlük ve geçersizlik hissine yol açar. İşte bu güvenil mez duruma karşı M i l liyetçilik ve Din duyguları bir tepki unsu ru olarak gündeme gelmektedir". Kısacası, Gellner' e göre: M i lliyetçilik, ayni kültürel vasıf ları paylaşan insanların, ayni siyasal iktidarların ve aynı devlete ortak olanların kutsal duygusudur. Gellner' de gözled iğimiz gibi, ulus-devlet inşasına ulaşmış ve sanayi leşmiş toplumlarda M i l liyetçilik ve din, insanlarımızı boy tahtası haline gelen kitle sel bunalımlar ve inançsızl ıklardan kurtararak, sağlığa kavuştu ran iki önemli dayanışma sütunudur. Din ve Milliyetçilik, göz teneceği üzere millet inşasında birbirini tamamlayan, birbiriyle özdeşleşen yapı taşları konumundadır. Dolayısıyla "Milliyetçi l iği ayaklar altına almak" hiç de öyle sanıld ığı gibi kolay değil dir. Ayrıca bu tür provakatif söylemlerden de mümkün oldu ğunca kaçınmak gerekir d iye düşünüyorum. Çünkü bu türlü söylemler, toplumda bölünmüşlük duygusunun yaygınlaşmasına yol açar. Anlaşı lan Türkiye'yi daha da geliştirmek ve etkin kıl mak için gecesini gündüzene katan Sayın Başbakan' ın danış manlarının milliyetçi lik konusunda hem sağlam bilgileri hem de duygu ları yok gibi görünüyor. Unutulmamal ıdır ki "Millet-olma" toplumsal evrimin son aşamasıdır. Milliyetçilik, "u lus-devlet" oluşumunun bir aksiyo nudur. Buna karşılık, her toplumda standart veya hakim Kültür' le çatışan veya uyum sağlayan alt-kültürler de vardır. Dominique Schnapper'in de belirttiği üzere, "her m i l l i toplum, alt-kültürleri üzerinde bir ortak payda meydana getirmek sure tiyle m i l l i kültürü yaratır" . Bu süreç, millet-olman ın bir gereği d ir. Bazı araştırmacı lar, m i lletleşme sürecinde- yani m i l l i kültü rü o luştunnada-epistemolojik ve estetik zaaftarla malul alt kültürleri yaşatmanın, insanın toplumuyla kaynaşmasında engel teşkil ettiği kanısındadırlar. Ancak uyumlu bir toplumda, insan lar eski örf ve geleneklerini devam ettinnek, ana d illerini ko nuşmak, özel yemeklerini yapmak, kendilerine özgü elbiselerini giyrnek ve kendi ahlak kurallarına bağlı kalmak isterlerse, bun219
Orhan Türkdoğan
ları di ledikleri gibi yapmakta özgürdürler. Buna karşılık, tartış ma kabul etmeyen bir husus vardır ki, o da Bel i ve Brzenzinski'nin de belirttikleri üzere: "Amerikan kültürünün amaç ve kuralları içinde insanların birleşmeleri ve bir bütünü oluşturmalarıdır. Bu ortak unsurlar ise, ingilizce'nin m i l l i d i l özelliğini koruması, demokratik yasalara v e toplum hayatındaki ilkelere kesinlikle saygılı olunmasıdır". Birleşik Devletlerde, İngi lizce'nin milli dil olarak tercihi, milletleşmenin ana unsurlarından birini teşkil eder. Bu ülkede yaşayan Polonyalısı, ispanyol lusu, Yunanlısı, italyanl ısı, Al manyal ısı, Fransalısı, Hollandalısı, Slovakyalısı hepsi bu "Anglo-Sakson Gölü" içinde erimişlerdir. Görülüyor ki, Batıda Rönesans ve Reform hareketlerinin oluşturduğu köklere dönme, milli birliği yüceltmiş ve ferdin tanrı karşısındaki özgür davra nışı, ortak duygularda birleşmeyi sağlamak suretiyle ulus-devlet sürecinin gerçekleşmesine katkıda bulunmuştur. l 9. yüzyı lın "barutla pamuğun evlenmesi" tarzındaki halk şarkısı, Batı'da hem u lus-devlet olgusunun gündeme gelmesini, hem de ulus devlet'in düşünce sistemini yansıtan milliyetçilik akımının doğmasını müjdelemiştir. Bu anlamda milliyetçilik, belirl i bir coğrafi alanda yaşayan insanların ortak kültür, d i l ve duygular da birleşme veya bir millet-olma sürecinin yansımasıd ır. Göz lendiği üzere, milliyetçilik öylesine dışlanan bir romantizmin ötesinde, ortak kültür-dil ve duygularda özdeşleşmenin yapı taşlarının bir oluşumudur. Ernest Geliner de bu gerçeği dile getirerk m i l l iyetçiliğe bir boyut kazandırıyordu: "Aynı m i l l i kültürü veya kültürel unsurları paylaşan, aynı siyasal iktidarla ve aynı devletle bütünleşen insanların oluşturduğu" bir yapısal laşma tarzında bir sonuca varıyordu 1 52 • Kısacası, mil letleşmenin özü, fertlerin içinde yaşadıkları toplumla bir olması, bütünleşmesi ilkesine dayan ır. Bu süreç, terdin özgür ve iradi kararının bir yansımasıdır. M i lliyetçilik
1 5 2 E. Özdalga, "'Türkiye'de Islamın Uyanışı ve Radikalleşme Üzerine", Islami
Araşiirma/ar Dergisi, Cilt: 4, 1 990, s. 57-60. 220
Türk U lus-Devlet Kimliği
ise, m i llet seviyesine ulaşmış bir toplumda, ortak dil ve kültürde birleşenlerin ve "tebaa" durumundan vatandaş durumuna geçiş lerinin simgesidir. Oysa Osmanlı'da halk "kul" statüsünde idi, "hanedan" ise kutsaldı. Ümmetten mil lete geçiş süreci, ancak 1 9.yüzyı l ın ikin ci yarısından itibaren kuşaklar arası çatışma sonucu fi lizlenme ye başlayacaktır. Osmanl ı toplumu, Batı ile bağlantısını Lale Devri, Tanzimat ve daha sonraki dönemlerde sıkı bir biçimde sürdürmüştür. Bu kültürel temaslar, devletin ilk kuruluşundan itibaren yönetimi devralan (avdeti) veya Enderuni aydın kadro yolu ile giderek hızlandırı lmıştır. Batı norm ve değerlerine yatkın ve yumuşak kültür dokusunu temsil eden bu açık zihniyetli yönetim kadrosu, Osmanlının Batılı laşma sürecinde öneml i kilit rolü oynam ışlar dır. Bu nedenle, Batı değer sistemleri analitik (çözümleyici) bir görüş yerine, taklitçi bir yapıya dönüşmüş, hatta çağdaşlaşma olgusu, Batıetiaşma tarzında algılayabileceğimiz bir yöne iti l miş ve (Euro-Cracy)nin bataklığı içine girmiştir. Cumhuriyet dönemi, ümmet ideoloj isi yerine m i llet olgusu nu gündeme getirmek suretiyle, mil letleşme sürecini başlatmış tır. Bu oluşum, kaçınılmaz tarihsel bir gerçekti. Jön Türkler, İttihat ve Terakki dönemlerinden beri oluşan milli-yerli bir ay dın kadro, özellikle Ziya Gökalp, Ahmet Ağaoğlu, Zeki Yelidi Togan ve Yusuf Akçura'nın da birlikteliği sonucu, Kemalist sistemin dünya görüşüne, değerler sitemine ve yerlilik kimliğine yeni bir ruh veriyorlardı. Cumhuriyet ideoloj isiyle, Mil letleşme, bir yanda Osmanlının gelenekli ümmet ideoloj isini yörüngesin den ayırarak, mil let-ümmet özdeşleşmesine saygınlığını yürü türken, öte yanda kavmini tanıma bilincine saygınlığın yolunu açıyordu. N itekim Ahmet Ağaoğlu, Türk Yurdu dergisinde "marifeti kavmiye" veya milli kimlikten Osmanlının bi lgisiz olduğunu, "Türklerin Türk olmaktan doğan milli gururunu ye niden kazanmalarını" istiyordu. Gökalp de, "Türkleşmek İslamlaşmak, Muasırlaşmak" adlı yazı d izisini Balkan Savaşın daki ağır yenilgiden sonra kaleme al ıyordu. Marifet-i kavmiye 22 1
Orhan Türkdoğan
veya tevhid-i anasır gibi deyimlerle milli devlet kimliğinin be l irlenmesi "vaki milletten" (nation-fait) yani çok milletti bir imparatorluktan " iradi millete" (nation de volonte) geçişi ortaya koyuyordu. Böylece, Osman l tiaştırma yolu i le "Osmanl ı m i l le ti" yaratmayı hedefleyen Tanzimat düşüncesine karşı, Gökalp Türk kiml iğini oluşturmak suretiyle Batıltiaşmayı hedefliyordu. Bu da ancak milli terbiye yolu ile gerçekleşecektir. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra da, Mustafa Kemal, Asyatik tarih tezini gündeme taşımış, bu amaçla i lkin 1 93 l 'de Türk Tarih-Tetkik Cemiyeti'ni, 1 932'de de Türk- Dil Tetkik Cemiyeti'ni kurmuştur. Böylece, üç önemli görüşe dikkatimizi çekmiştir: Kanımca, Duverger'in haklı olarak " Kemalist" sistem olarak belirlediği tezi de Atatürk'ün bu yaklaşım larından kay naklanmış olsa gerek. Bu üç temel unsuru sırasıyla açıklayabili riz: 1 ) Osmanlı'nın, kendi kavmini arka plana iterek, "Hanedan" çekirdeğine dayalı merkeziyetçi zihniyetine karşı çıkıyordu. 2) Hanedan çekirdeği, ümmet ideoloj isini dinamiklik kazandırıyor, hiç gereği yok iken kendi kavmini tanıma ve sevme hakkını kullanmayarak, ordu ve yönetim gibi stratej ik alanları devşirme kökeniilere terk ediyordu. 1 5 30ysa, islam, düşünce ve sistem olarak bu görüşte değildi. Peygamberimiz: " Kişi kavmini tanı makla suçlandırılamaz" buyuruyor; "Kavminin en hayırlısı kavmine hizmet edendir" görüşünü ileri sürüyordu ve nihayet "vatan sevgisi imandandır" Hadisleriyle Ümmet ideoloj isini kavim(mil let) gerçeği ile üst düzeyde yoğuruyordu. islam psikoloj ik bir dindir. insanları kucaklayan, onları gö nül bağlarıyla ile birbirine bağlayan bir niteliğe sahiptir. Bütün mürninler kardeştir. Bu güçlü bir inançtır. Ancak bu inanç sis temi, kendi kavmini ikinci plana iten bir düşünceyi davet etme mektedir. Osmanlı ne yazık ki, kendi kavminden yönetimi ve ordu (militarist gücü) sınıfını esirgemiş, öz halkını toprağa bağ lı, reaya veya horlanan bir zümre haline getirmiştir. Dimitri
"3
Orhan Türkdo�an. "Niçin Osmanlı Kimligi?", Türk Dimyası Araşiirma/arı
Dergisi, Sayı: 1 23, Aralık 1 999, s. 9-44. 222
Türk Ulus-Devlet Kimli�i
H itshis, bir eserinde: " Kanuni Sultan Süleyman'ın saltanatı sıra sında görev yapan dokuz Vezir-i Azam'ın sekizinin H ıristiyan olarak doğduklarını" açıklıyordu. 1 54 Bazı Batılı araştınnacılar, devşirmelerin çoğunluğu karşısında, yerlilik (nativistic) oranla rını on altıda bir olarak belirtiyorlardı. Yavuz Abadan ise 2 1 4 sadrazamdan, sadece 79'unun kendi halkından oldukları görü şüne yer veriyordu. 155 Günümüzde, bazı yazarlar Osmanlı toplum yapısına yönelik bu Yabancı Soyluluk modeline eleştirilerimizi "ırkçı yaklaşım" olarak karşılaınakta ve Amerika Birleşik Devletleri'nin dünya nın her yerinden beyin gücünü ülkesine davet etmek suretiyle, Osmanlı modeline benzer bir yol izlediklerini ileri sünnektedir ler. B izim eleştirimiz de işte tam bu noktada düğümlenmektedir. Amerika veya Avrupa'nın beyin göçü i le sistemine dahil ettiği kişiler, kendi lerini o ülkenin hakim kültürüyle bütünleşmiş ve dolayısıyla o ülkenin bir üyesi olarak görmektedir. Osmanlı 'da ve Osmanl ı ' dan günümüze miras olarak kalan anlayış ise, bu kişilerin kendi lerini bu ülkenin hakim kültürüyle bütünleşmeden ziyade ona yabancı laşmayı bir marifet saymış ve bu kapsamda hakim kültür mensuplarını aşağılayıcı ve dışlayıcı bir tavır ta kınmıştır. Yoksa farklılıklarbir mil letin zenginliğidir. Bizim düstürumuz her zaman, çoğunluk içinde çeşitlik, birlik içinde farklılık olmuştur.
154 Dimitri Hitsihis, Türk-Yunan lmparatorluğu, Iletişim Yayınları, Istanbul, ı 996, s.97. 155 Yavuz Abadan, Türk lnkılabı, Ankara, ı 954, s. 28-29
223
SONUÇ U lus-Devlet süreci veya sosyolojik deyimi ile millet inşası (nation-building) olgusu, Türk toplum yapısının dinam ik konu larından biri, belki de en önemlisidir. Osmanlı'nı n ümmet yapı sına dayalı bir model, XX. yüzyılın başında sürdürülemezdi, sürdürülmesi de zaten hem teorik hem de pratik açısından mümkün değildi. Osmanl ı, kavim asabiyesini dışiayarak -islama da ters dü şen- bir sürecin içine girmiş, "kavmim tanıma" tutkusunu yitir miş, Hz. Ömer'in belirttiği gibi Nabati'lere dönüşmüştür. Oysa Araplar ve iranl ılar, kavim sevgisini ön plana almışlar, asabiye lerine (kavim bilincine) bağlı kalmışlar, hatta Arap kavmi daha da ileri giderek, " Mamı Araplaştırma" yaparak islam ı adeta Araplaştırmışlardır. Osmanlı, kavim b ilincini terk etmiş, merkezi otoriteyi ya bancı soylulara (Devşirme-Dönıne) bırakarak, halkını köylü konumuna getirmiştir. Böylece, bir toplumda bekçi-koruyucu (gate-keeper) rolünü oynayan aydın sınıf "conversos" grupların eline geçmiş, toplum bütüncül yapısı ile ulusal kimliğini yitir miştir. Cumhuriyet, bu kozmopolit yapıyla varlığını sürdüremezdi, yeniden Orkun Anıtlarında yerini alan "Türk Budununa" dön mek durumundaydı. Bir kavmin kendini tanıması, bi lmesi ve kim olduğunun bil incine varması onun doğal hakkı idi. Cum huriyet, Türk tarih inde bu süreci Kök Türklerden sonra gün deme getiren i lk devlet kuruluşu oluyordu. Gözlendiği üzere mil let-inşası, Batıya bir özenti değil, aksi ne kendine dönüş, "kendini kendinde bulma" sürecidir. Bu ne denle, Kemalist sistem, sosyoloj ik bir misyonunun, Osmanl ı sonrası Türk toplum yapısına yönelik b i r ulus-devlet operasyo nudur. Biçimsel bir devrim değildir. Kemalist sistem, Gökalp sosyoloj isinin ışığı a ltında mil let leşme sürecini işlerken: Üst sınıfın Türk kökenli unsurlara yö nelik bir yapılaşmanın içine girmesi hususunu ön plana alıyor225
Orhan Türkdoğan
du. Çünkü aydın sınıf gayri m i l l i idi. Halkı ile kültürel ve inanç sistemi açısından bütünleşmiş değildi, ikili (dua!) bir yapılaşma içine girmişti. U lus-Devlet süreci veya m i llet-inşası, m i llete olan sevgi ve gönül verme duygusunu gerektiriyordu. Böyle bir duygu ve sev gi olmazsa idi, milletleşme gerçekleşemezdi . Günümüz deyimi ile bu da, mil lete yönelik bağlılık veya gönül verme anlamında milliyetçilik duygusudur. Gökalp tarafından, Cumhuriyet Halk Fırkasının kuruluş döneminde ( 1 924) i leri sürülen ve altı okta yerini alan, ancak Atatürk'ün ölümünden sonra adı hiç anıl mayan, hatta günümüzde sosyalizme tercih edilen milliyetçilik, bir faşizm hareketi değil, m i llet-olmanın ınanevi yapısıdır. Bu inceleme, Türk toplumunun ümmetten-mi llet'e geçer ken, milletleşme veya millet-oluşturma olgusunu, gereği ölçüde gerçekleştiremeınesi nedeniyle, kültürel yozlaşmaya yol açan önemli yapı bozulmalarına kaydığını belirleyen bir varsayım Uzerine kurulmuştur. O halde, kültürel yozlaşma veya sosyolo j ik literatürde kullanılan deyimiyle "sosyal kokuşma" yapısal temel lerden kaynaklanmaktadır. M i llet-oluşturma, Batıda top lumun tarih i gel işim ve kültür değerleriyle uyum içinde yürütülmesine karşı lık, ülkemizde bu durum hızlı teknoloj ik değişme ve sanayileşme süreci sonucu bir kaos durumuna dönüşmüş, gelenekli yapılar alt-üst olmuş tur. Gelişmekte olan ülkelerde, teknoloj inin kültürel yapılan etki lediği gerçeği gözönüne alınmamış, toplum yapısı doludiz gin Batı norm ve değerlerini istilasına açık tutu lmuştur. Günümüzde, açıkça ortaya çıktığı üzere, milletleşmeme ya ni topraklarımız üzerinde yaşayan insanların, duyguda ve dü şüncede birlikteliğinin sağlanamaması ülkenin doğu ve güney doğu bölgesinde ayrılıkçı güçlerin gerilla tipi ayaklanmalarına, çok-haklı Osman lı döneminde üınmet ideoloj isi bu tür bir daya nışmayı sağlıyordu. Bu gerçeği Osman l ı toplumu, hakimiyeti sürecince bilfiil yerine getirmiştir. Batılılaşma, özel likle kendine yönelik milli dğerlerini ve kültürel potansiyelini gündeme çıkaracak elitist kadrolar yoluy la gerçekleştirileceği yerde, dış kaynakl ı önerme, inanç sistem i v e normlar düzenini ithal yoluna gitmiştir. Böylece, aydın batı 226
Türk Ulus-Devlet Kimli�i
ve doğu sentezinin kilit adamı yaratıcıl ığını büyük ölçüde yitir miş, takl ite dönüşmüş ve adeta bir taşıyıcı durumuna düşmüştür. Japonya'nın Tokukawa ve Meij i dönemlerine benzer hazırlıkiann ü lkemizde yapılmamış olması nedeniyle, her şey boşlukta kalmıştır. Cumhuriyette başlayan milletleşme süreci, bu zemin üzerin de gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Hiçbir ön hazırlığı olmadan, kendi kapasite ve yeteneklerine göre algı lamada bulunan bir Ba tıl ı yaklaşım tarzı, aydınımızı Toynbee'nin de isabetli teşhisiyle belirlediği gibi, bir iç proletarya durumuna düşürmüştür. Ümmetleşme, çok yanlış bir laiklik iktibasıyla, toplumun ta rihi döl yatağından adeta sezeryanla sökülüp atılmıştır. Young'un; "Her insan için dini inancın olması bir zarurettir" görüşü, bu dönem için kayda değer görülmemiştir. Fransa top lum yapısının dokusunu oluşturan bir laiklik anlayışı, hiçbir ön hazırlığı yapılmadan bir organ nakleder gibi yaratabileceği ön ceden hesaplanmıştır. Seküler bir eğitim sistemi, toplumun po tansiyel inanç yapısı ve norm lanyla çatışma durumuna geçmiş, bu da bir süre sonra dindar-laik kadroların oluşumuna yol aç mıştır. M i l letleşme sürecine, belki de indirilmiş en büyük darbe bu noktada olmuştur. Japonya, ümmet anlamına gelen Kokuati kavramı ile toplu mu yapısı arasındaki bütünleşmeye önemle ağırlık vermiş, birini d iğeri için harcamamıştır. Hıristiyanlık dünyası, yapı bakı mından kutsal (sacred) ile Kutsal dışı (prophane) alanları birbi rinden ayıran bir özelliğe sahiptir. Bir batılı, bu alanlardan bi rinde di lediği gibi yaşayabil ir, onun için laikliğin anlamı budur. Oysa İslamiyet'te böyle bir ayırımı yoktur, ama bir kimse İ slam dışı da kalabilir, İslam'da yaşayabi l ir. Fakat bizim laikliğimiz, İ slam-dışı bir yapıya yönelmiş, islamı sosyal bir olgu olarak dışlamıştır. 1 924- 1 948 arası, geçen 24 y ı l içinde vatandaş ne resmi ne de resmi olmayan yollarla dini eğitimini sağlayama mıştır. Çeyrek yüzyıl, bir toplumun hayatından dinin si linmiş olması önemi yapısal yarılmaların nedeni olmuşutur. Özel likle, sanayileşme ve Batılılaşma süreci içinde aküittiras-yon sonucu ortayaçıkan değişmelerde, "dinin dayan ışmacı" kimliği ortadan kalktığı için, toplum yapısında öneml i yarılmalar meydana gel miştir. Ortaya çıkan kültürel boşluk (cultural lag), herhangi bir 227
Orhan Türkdoğan
manevi değerler sistemiyle de takviye edilemeyinci, yozlaşma derecesi yükselmiştir. Durkheim, intihar adl ı son derece sistematik ve belgelere dayal ı eserinde göstermiştir ki, 1 9. yüzyıl Fransasında, Katol ik lere nazaran Protesanlarda intihar oranı daha yüksek düzeyde dir. Her ikisi de bir inanç sistemi olmakla beraber, Katoliklerde, kuralların sert ve bağlayıcı bulunması nedeniyle intihar nispeti daha düşük seviyede seyrettiği gözlenmiştir. Bu bulgular, gü nümüz Batı toplumları için de hala özel liğini korumaktadır. Türk laiklik sistemi, en aza iki nesl i, eğitim süreci içinde di ni normalardan uzuklaştırmış ve toplumun öteki kuruınianna da damgasını vurmuştur. Nitekim Türk eğitim sistemi, dini norm larından tamamıyla dışianmış ve seküler (dünyevi) bir yapıya itilm iştir. Toplumun altı ve orta tabakalarından gelen ve dini duygularla donatılmış körpe dimağlara, 1 9 . yüzyılın pozitivist fesefi görüşlerine dayalı fikir kırıntılar aşılanmış ve materyalist bir gençlik ordusu yetiştiri lmiştir. Aynı şekilde, hukuk ve ekonomik sistem de dini kiml iğin den soyutlanmış ve sekülarize edilmiştir. Bu nedenle, Türk ikti sat sistemi ile Türk hukuk modelinin bir manevi yapısı olduğu tezi savunu lamaz. Etikası olmayan bir ekonomik düzenin, ithal edilen bir kapitalist sistemin peşine takılacağı, onunla birlikte sürükleneceği tabiidir. Nitekim öyle de oldu. Toplumda, tasar ruf diye bilinen yağyıla kavrulma kültür kodu yıkılmış, yerine "al-kullan at" türü bir başka dünyanın yaşayış biçimi hakim olmuştur. Dini kurallarla ekonomik sistemlerin birlikteliği tezi, hem kapitalist sistemin kurucusu Adam Smith hem de Max Weber tarafından savunulmuştur. B ugün, Türk ekonomik sisteminin etikası nedir? Hangi manevi temellere dayanmaktadır? Bunlar da bell i değil. Tüm iktisadi perişanlığım ızda, çalıp-çırpmaları mızda, rüşvet ve iltimasa dayalı yaşantımızda beliren yapısal bozukluklar bu manevi boşluklardan kaynaklanmaktadır. Yoksullaşma, gecekondulaşma ve marj inal alanların ortaya çıkmasında bu tür bir yozlaşmanın derin izleri bulunduğunu unutmamak gerekir. Gelir tabakaları arasındaki derin farkl ılaş malar, kolay ve zahmetsizce para kazanma yolarının açık bulun228
Türk Ulus-Devlet Kimliği
ması, bir yanda ekmek kuyruğunda bekleyen, "açız" diye sokak lara düşen insanların feryadı bir yanda da üst zenginlerin ahlak dışı lüks ve fantastik yaşantıları, bütün bunlar sosyal çürümenin belirtileri olsa gerek. M i lletleşme olgusunu, bu yapısal bozuk luklar da büyük çapta etiklemektedir. Tasada ve kıvançta birlik telik, mutlulukla gerçekleşebilir. Eğer insanların bir kesimi iş bulamıyor, yarınından emin değilse onları standart norm ve değerler etrafında toplamanın son derece güç olacağı inancın dayız. Türkiye, 1 968lerden beri, kitlelerin derin hoşnutsuzluğu içinde yaşamaktadır. "Talebe hareketleri", iki askeri darbeyi gündeme getirmiş, kırsal ve kentsel alanlara yönelik terörizm belasından Sakarya savaşından daha fazla insan ını kaybına yol açmıştır. 1 984'den beri de "hakların kurtu luşu" teorisine dayalı bir gerilla savaşı Güneydoğu bölgemizde sürüp gitmektedir. Cumhuriyet rejiminin, çok kısa bir zamanda (40-50 yıl içinde) böyle bir açınaza yuvarlanmasında, yukarıda zikrettiğimiz yapı sal bozuklukların büyük tesiri vardır. 1 968- I 980'ler arası öğren ci olaylarının oluturduğu dönemlerde Türkiye'nin ekonomik ve sosyal yapısı, siyasal rej im sistemi, yönetim modeli, öğrenci olayiarına sahne olmuş, yeraltı örgütlerinin şekillenmesini sağ lamıştır. U luslararası terörizmin uzmanı Claire Sterling'in ye rinde teşhisiyle; "Atatürk ölmüştü. M iras bıraktığı pol itikası düşüncesiz, mirasyedi rüşvetçi rej imle harcanıp yok edilmiştir. I 984- l 999 yı I lan arası, Güneydoğu'da sürüp giden PKK ey
lemleri de yine bu yapısal bozukluklardan kaynaklanmaktadır. Her terörist eylem biçiminin dayanıklı l ığı, toplum yapısının mobilize gücüyle orantılıdır. J .F Kennedy'ni n, 1 962 yıl ında öldürülmesi sonucu, kurulan bilirkişin in hazırlamış olduğu ci lt ler dolusu raporun son cümlesini burada hatılatmak isterim; "Bu cinayetle Amerikan toplum yapısı sorumludur." Aynı şekilde, ülkemizde yıl larca bitmeyen bir silah l ı savaşta, toplum yapımızı sorumlu kılmayışımızın bir anlamı olabilir mi? Ü l kemizde toplumsal uyum büyük ölçüde zedelenmiş, doku yıpranmaya yüz tutmuştur. Herkes, yannından emin olmayan bir güvensizlik içindedir. Parlemento, rüşvet ve i ttimasının nasıl düzenleneceği hususunda ABD'nin yasa tedbirlerini arştırmak için komisyonlar kurduruyor, temiz eller operasyonu için İtal229
Orhan Türkdolan
yan savcı davet ediliyor, Anayasanın bazı maddeleri -çer çöp gerekçelerler- değiştiriliyor. Adeta, puerilizmi (çocuğumsu davranışları) hatırlatan bu tür girişimleri adeta rej imin itibarını zedelemektedir. Ü lkenin Güneydoğusu'nda, Türk ordusu, güçlükadrosunu on bir yoldan beri seferber kılmış, telafisi güç maddi ve manevi kayıplar meydana gelmiş ve gelmektedir. Toynbee'nin ifadesiyle, bir ülkede aydını yaratıcılığını yitirip taklit seline kapılırsa, o vakit ülkesini dört bir yandan kuşatan dış proJetaryaya yem olur. Bugün PKK'nın en yakın komşula rımız tarafından eğitilmiş olması, himaye görmesi ve yasal lığı nın benimsenmesi de bu gerçeği bütün çıplaklığı ile bize açık lamaktadır. Ülkenin, Doğu ve Güneydoğusu'nun sürekli terörizme açık olması da bu tür bir sosyal yapıdan kaynaklanıyor, demiştik. Gerçekte, yörede aşiret-kabile kuruluşunun hakim olduğu, ev rimin geç kalmış bir safhası yaşanmaktadır. Yaklaşık, yöre nü fusunun büyük bir bölümünü teşkil eden bu yapısal durum, iç düzen, töre ve gelenekleriyle farklı bir dünya imiş gibi algı lan maktadır. Kendilerine haç silsilenamelerle aşiret "ağa veya reis l iğini" sürdüren, kan bağlarıyla birbirine bağlı, bu kapalı yapılar da milletleşme veya millet oluşturma süreciyle bütünleşmekte zorluk çıkarmaktadır. Görülüyor ki, milletleşme gerçekleşmeden önem li sosyal yarılmaların önünü almak mümkün deği ldir. Bu tespit, başlan gıçta ileri sürdüğümüz hipotezin gerçekliğini ortaya koyması bakımından önemlidir. Türk Ulus-Devlet Kiml iği'ni ele alırken; "Niçin Milletleşme" diye ifade ettiğimiz sorunun önemi de tam da burada ortaya çıkmaktadır. O halde, bu inceleme boyunca ele alınan konular toplumsal yozlaşmanın boyuttarım göstermesi bakımından dikkat çekici olsa gerek. Bütün bu oluşumlar, tarih sel kökenierden kaynaklanan sosyal yarılmaların bir ürünü ola rak algılanmaktadır. Bu nedenle de Türk toplumumun, kendi inanç ve değerler sistemine dönmek suretiyle milletleşme olgu sunu gerçekleştirmeden, kimlik yarılmasından kurtulması mümkün değildir.
230
KAYNAKÇA Abadan, Yavuz, Türk inkılabı, Ankara, ı 954. Aburdene, John ve Naistbitt, P.,Megatrens 2000, Ten New Directiansfor The / 990 s William Morrow Comp,New York, ı 990. '
,
Agayef Ahamet, "TOrk Alemi", Türk Yurdu Dergisi, Cilt I, Istan bul, ı 9 I I . Akurgal, Ekrem, Türkiye'nin Kültür Sorunları, Belleten, Ankara, Nisan, 1 982. A natomi Dersleri: Osmanlı Kültürü, Salı Toplantıları, Yapı Kredi Yayınları, 1 995. Armaoglu, Fahir, Atatürk'Un Dış Politika Prensipleri, Teretiman AtatOrk Semineri, İstanbul, ı Mayıs ı 98 ı . Aron, Raymond,
The Opium of the lntellectuals, Calmann
Levy,Paris, ı 955. Aydın, Faruk, "Cumhuriyetin İ l k Yıllarında TürkçüiUk: 1 9231 945", Yeni Türkiye, Cilt:23-24,Ankara, 1 998. Aydınlık Gazetesi, 20 Mart ı 979 Bali Rıfat, Cumhuriyet Yıllarmda Türkiye Yahudiler, Bir Türkleş tirme Serüveni: 1923- 1945, İletişim Yayınları, Istanbul, 2000. Barthold, V. V.,Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler,(Çev. Ragıp Hulusi ,Kazım Yaşar Kopraman ve Afşar İsmail A ka), Emel Matbaacılık, Ankara, ı 975 . . Beli, Daniel, "The Cultural Contradictions of Capitalism", Partisan Review, 4 5 :2, ı 995, p. 206-222. Bottomore, Thomas B. Toplumbilim, Dogan Yayıncılık, İstanbul, ı 977. Brzezinski, Zbigniew, Kontrolden Çıkmış Dünya, Türkiye İş Bankası Yayınları,İstanbul, 1 993 . Cangızbay, Kadir, "Köye Giden Cumhuriyet", Hareket Dergisi, Sayı:96, Aralık ı 973 Cevizoglu,
Hüseyin,
Atattirkçtilük,Ufuk
Ajansı
Yayınla
rı,lstanbul, ı 973 ----------------Cumhuriyet'in 75. Yılmda Van, Van Valiligi Kültür Varlıklarını Araştırma Derleme, Tanıtma ve Yayınlama Merkezi Ya yın ları, Van, ı 999 23 1
Orhan Türkdoğan
Dagı, İhsan, Ortadogu'da İslamın Siyasallaşması, Yeni Forum, Sayı: 279, Agustos 1 992. DPT, Milli Kültür, DPT Yayınları, Ankara, 1 984. Eliot,
T.S.,
Edebiyat
Üzerine
Düşünceler,
(Çev.:
Sevim
Kantarcıoğlu), KUltUr Bakanlığı Yay., Ankara 1 990. Ergin, Osman Nuri, Türk Maarif Tarihi, Cilt l l l , Eser Neşriyat, İs tanbul, 1 977. Faik, Rıfat, "Islam and The Revolt of The Petit Bourgeoise", Daedolus, Vol. l l l , No: 1 , 1 988. Fazlur, Rahman, "Arapçanı n İsHimileştirilmesi", Islami A raştır malar Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 4, 1 990 Feroz, Ah mad, Ittihat ve Terakki, Sander Yayınev i, İstanbul, 1 97 1 . Fırat, Şerif M ., Dogu İ lleri ve Varto Tarihi, M . E . B Yayınları, An kara, l 96 1 Freyer, Hans, İndustri Çağı, İstanbul Üniversitesi Yayınları, İs tanbul, 1 954. Friedman, Milton, Kapitalizm ve Özgürlük, (Çev. Dogan Erberk ve Nilgün Himmetoglu) Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 1 988. Fukuyama, Françis, Devlet Inşası:l l . Yü...-ryılda Dünya Düzeni ve Yönetişim, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2004. Galbraith, John Kenneth, Ekonomi Kimden Yana (Çev. Belkis Çorakcı, Nilgün Himmetoglu)Aitın Kitap Yayınları, İstanbul, 1 988. Gellner, Ernest, Nations and Nationalism, NY: Comeli University Press, 1 9 8 3 . Genç, Süleyman, 12 Mart'a Nasıl Gelindi?: Bir Devrin Perde A r kası: 1 960- 1971, İ leri Yayınları,Ankara, 1 97 1 . Gökalp, Ziya, Kürt Aşiretleri Hakkında İçtimai Tetkikler, (Haz. Şevket Beysanoğlu), Sosyal Yayınları, Ankara, 1 992. Gökalp, Ziya, Türk Medeniyet Tarihi, KUltür Bakanlıgı Yayınları, lstanbul, l 976. Gökalp, Ziya, Türk Medeniyet Tarihi, Kültür Bakanlıgı Yayınları, Ankara, l 34 1 . Gökalp, Ziya, Türkçülüğün Esasları, M illi Egitim Basımevi, Haz. Mehmet Kaplan, Ankara, 1 972 .
232
Türk Ulus-Devlet Kimliği
Gökalp, Ziya, Türkleşrnek İslamiaşmak ve Muasırlaşmak, Toker Yayınları, İ stanbul,2004. Gökçe, GUl ise,"Neoliberalizmin Krizi ve Yeni Devlet/Yönetim Modeli Arayışları", Türk Idare Dergisi, Sayı 47 1 -472, Haziran-EylUl 20 1 ı , s. 9 1 - 1 1 8. Gökçe, GUlise, GUçlU ve Zayıf Devlet Tartışmaları Baglamında TUrkiye, Çizgi, Konya, 2007. Gökçe, Orhan, İletişim, Nasıl daha İyi Anlar ve Anlaşılırım, Çizgi Yayınevi, Konya, 20 1 3 . Gülen, Fettullah, Yeni Dünya Yapılanması Üzerine, Zaman Gaze tesi, 27 Ocak I 992. Güvenç, Bozkurt, Türk Kimliği, KUltUr Bakanlıgı Yayınları, An kara, 1 994. GUvenç, Bozkurt, Türk Kimliği: Kültür Tarihinin Kaynakları, KUltur Bakanlıgı Yayınları, Ankara, I 993 . Hanioglu, ŞUkrU, Entelektüel Bakış, (Haz. Şahin Alpay-NilUfer Kuyaş) Milliyet, Say ı : 1 6. Harris, George, Türkiye 'de Komünizmin Kaynakları (Çev.: Enis Yedek),Bogaziçi Yayınları, İstanbul, I 976. Haupt, G. ve Dumont ?.,Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalist Hareketler, Gözlem Yayınları, İ stanbul, I 977. Heyd,
Uriel,
Ziya
Gökalp
and
Foundation
of
Turkish
Nationalism, Luzac and The Harvill Press, London, I 950. Hitsihis, Dimitri, Türk-Yunan Imparatorluğu, İletişim Yayınları, İstanbul, I 996. Huntigton, Samuel E.,Üçüncü Demokrasi Dalgası, Yeni Forum, Ocak 1 992, s.9- 1 5 Huntigton, Samuel P. ,Biz Kimiz:Amerika 'nm Ulusal Kimlik Ara yışı, CSA Yayınları, İ stanbul, Ekim 2004. Huntigton, Samuel P.,Biz Kimiz?: Amerika'nın Ulusal Kimlik Arayışı, CSA Yayınlan, istanbul, Ekim 2004, s. Işık, H . H ilmi, Dinde Reformcu/ar, Işık Kitapevi, İstanbul, I 976. İnalcık, Hal il, "Osmanlı Devletinin Kuruluş Problemi", Doğu Batı Düşünce Dergisi, Sayı:7, Ankara, 1 999, s.9-34. İnalcık, Halil, Osmanlı İmparatorluğu: Toplum ve Ekonomi, Eren Yayınları, İstanbul, I 993 . 233
Orhan Türkdolan
İnan, Afet, A tatürk'ün Viyana Karlsbat Hatıraları, Atatürk Kon feransları, Seri: lll, Ankara, l 970 lnan, Afet, Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal A tatürk'ün El Yaz ma/arı, TUrk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1 969 Karai, Enver Ziya, Atatürk'ün Tarih Tezi, Atatürk Hakkında Kon feranslar, Ankara, l 946. Keyder, Ça�lar, Türkiye'de Devlet ve Smiflar, Iletişim Yyaınları, Istanbul, l 989. Kırca, Coşkun, "Ferruhzat Hoca", (Sabah, ı 9 Nisan l 999). Kinross, Lord, Atatürk: Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Altın Kitap lar, İstanbul, l 970 .. Kirby, Fay, Türkiye'de Köy Enstitüleri, lmece Yayınları, İstan bul, l 962. Korkmaz, Zeynep, "Atatürk ve Milli Dil Anlayışı", Meydan Der gisi, Aralık l 98 l Kushner, David, Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu: 1876- 1908, Ker van Yayınları, İstanbul, 1 979. Lahbabi, Aziz, Milli Kilittir ve Medeniyet, Tur Yayınları, İstan bul, 1 980. Landau, Jacob M., Türkiye'de Aşırı Akımlar, Turhan Kitapevi, Ankara, 1 978. Lemer Daniel, The Passing of Traditonal Society: Modernizing Middle East, Free Press of Giencoe, New York 1 95 8 . Lewis Bemard, Islamın Siyasal Dili, Rey Yayıncılık, İstanbul, ı 992, s.33-3 5 . Lewis, Bemard, Modern Türkiye'nin Doğuşu, TUrk Tarih Kurumu Yayını, Ankara, 1 984. Lewis, Bemard, TercUman Gazetesi, 4 Aralık l 990 Lijphart, Arend, Çağdaş Demokrasi/er: Yirmibir Ülkede Çoğun lukçu ve Oydaşmacı Yönetim Örüntüleri, Çev. Ergun Özbudun ve Ersin Onulduran, Tilrk Demokrasi Vakfı ve Siyasi İlimler Yayınları, Ankara, 1 986. Maciver, Robert Morison, Society, Rinehart, New York, , 1 95 5 . Marden, Charles E, Minorities i n American Society, American Book Company, New York, 1 952. 234
Türk Ulus-Devlet K i mliği
Mardin, Şerif, Beddiüzzaman Saidi Nursi OlayıModern Türkiye 'de Din ve Toplumsal Değişim, İkinci Baskı. ,İ letişim Yayınları, İstan bul , 1 992. Martin, Robert, 1 7. Yüzyılın Ikinci Yarısında istanbul, Ci lt: 1 , Çev. M . A . Kılıçbay, TIK Yayını, 1 990. Mayewski, Doğu Anadolu Raporu, Hazırlayan: Harnit Pehlivanlı, Van, 1 997. Melikoff, İrene, Hacı Bektaş; Efsaneden Gerçeğe, Cumhuriyet Yayın ları, Ankara, 1 998 Nasr, S. Hüseyin, isitirnda Bilim ve Medeniyet, İnsan Yayınları, İstanbul, 1 99 1 . Nef,John U .,Sanayileşmenin Kültür Temelleri (Çev.Erol Güngör), Milli Egitim Basımevi, Ankara, 1 970. Oran, Baskın, Türkiye'de Azınlıklar: Kavramlar, Lozan, İç Mev zuat, İçtihat, Uygulama, TESEV Yayınları, İstanbul, 2004. Orhan Türkdogan, "Erzincan Yöresi Alevileri," Türk Dünyası A raştırmaları Dergisi, Sayı: 1 1 8, 1 999. Orhonlu, Cengiz, Osmanlı İmparatorlugu' nda Aşiret İskan Teşeb büsü, lü Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1 96 3 . Ozankaya, Özer, Üniversite Oğrencilerinin Siyasal Yönelimleri, Ankara Üniversitesi Siyasal B ilgiler Fakültesi, Ankara, 1 966. Öniş,Ziya, Avrupa Birligi Dagılma Sürecine mi G iriyor?, Zaman Gazetesi, 6 Nisan 2005. Özdalga, Elizabeth "Türkiye'de İslamın Uyanışı ve Radikalleşmc Üzerine", İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt:4, 1 990. Özdogan, Günay Göksu, Türkiye'de lrçılık-Turancı l ık, Bogaziçi Üniversitesi Doktora Tezi, 1 990. Palmer,
Parker Jay, Religion
Secularization:
Case Studies
Political Modernization
in America,
Turkey
and
and Japan,
University of Califomia Press, Berkeley, 1 970. Peirce ,Leslie R., Harem-i HUmayun: Osmanlı İmparatorlugu'nda Hükümranlık ve Kadınlar, İkinci Baskı, (Çev.: Ayşe Berktay) Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Istanbul, 1 998. Poggi, Gianfrance, Çağdaş Devletin Gelişimi, Hürriyet Vakfı Ya yınları, İstanbul, 1 99 1 . 235
Orha n Türkdolan
Rahman, Fazlur, is/dm ve Çağdaş/ık, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, ı 990. Rogers, M. E.,Modernization Among Peasant, The Jmpact of Communication, Holt and Rinehart, New York, 1 969. Roux, Jean-Paul, Türklerin ve Moğolların Eski Dini, Çev. Aykut Kazancıgil, istanbul, ı 994. Sayan,
Sabri,
" Politication
of
lslamic
Tradionism,
Some
Preliminary Notes", İslam and Politics in The M iddle East, Ed. Metin Heper ve R. lsraeli, 1 984; İhsan D. Da�ı, Yeni Forum, Sayı: 279, A�ustos. Sezer, Baykan, Türk Sosyo/ojisinin Ana Sorunları, İ . Ü . Sosyoloj i Yıllı�ı 1 4, İstanbul Üniversitesi Yayınları, İstanbul. Sinano�lu, Suat, Türk Hümanizmi, TUrk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1 988. Soane, E.
B . . To Mesopotamia and Kurdistan
in disguise.
London, J. Murray, ı 9 1 2 . Spencer, Robert E , "Culture Process and l ntellectual Current: Durkheim and Atatürk", Amerikan Anthropo/ogist, 1 95 8 . Sterling, Claire, Uluslararası Terörizmin Perde Arkası Terör Ağı,(Çev. Oya Alpar),YUce Yayınları, istanbul, 1 98 1 . Supler,
C.
Nurculuk,
Bonner Orietnalische
Studien,
1 973,
Wiesbaden, ss. 1 00- 1 72 SUmer, Faruk, Safevi Devletinin Kuruluşu ve Gelişmesinde Ana dolu Türklerinin Rolü, TTK Yayınevi, Ankara, 1 992 . Timur, Taner, Osmanlı Kimliği, H il Yayın, İstanbul, ı 986. Tonguç, Engin, "Köy Enstittilerinin 30. YıldönUmü", Cumhuriyet Gazetesi, 8 Nisan 1 970 Tonguç, Engin, Devrim Açısından Köy Enstitüsü ve Tonguç, Ant Yayınları, İstanbul, 1 970. Tonguç, bul, l 947.
İsmail Hakkı, Can/andırılacak Köy,
Remzi,
lstan
Tonguç, İsmail Hakkı, Köy Enstitüleri Dergisi, Say ı : !. Toros, Aykut, "Tiirkiye'nin Etnik Yapısının Anadil Sorunlarına Göre Analizi", Nüfusbilim Dergisi, Hacettepe Üniversitesi NUfus EtUtleri Planlanması Yayını, Cilt:4, Ankara, I 992 236
Türk Ulus-Devlet Kimli�i
Toros, Aykut, Doğurgan/ık, Türkiye Nüfus Yapısı ve Nüfus So runları, HÜNE Yayını, Ankara, 1 973. Trommsdorff, G., "Change in Japan and German", International Journal oflntercultural Relations, Vol: 7, 1 983, s.3 57-360. Turhan, Mümtaz, A tatürk Ilkeleri ve Kalkınma Cilt: 1. Şehir Mat baası, İstanbul, 1 965. TUrkay, Cevdet, Başbakanlık Arşivi Belgelerine Göre Osmanlı İmparatorluğunda Oymak, Aşiret ve Cemaatler, İstanbul, 1 979. TUrkdogan, Orhan, Eregenekon Öncesi-Sonrası Türk Toplumun da Yeni Oluşumlar, Çizgi, Konya, 20 1 2 . Türkdogan, Orhan, Türkiye'nin Etnik Yapısı, Sosyoloj ik Bir Ana liz, Çizgi, Konya, 20 1 3 . Türkdogan Orhan, Kemalist Sistem ve Sosyolojik Yapısı, lQ Ya yınları, İstanbul,2005 Türkdogan, Orhan, "Niçin Osmanlı Kimligi?" Türk Dünyası A raştırmaları Dergisi, Sayı: 1 23 , Aralık 1 999. Türkdogan, Orhan, Alevi-Bektaşi Kimliği, Timaş Yayınları, İ stan bul, 1 995. Türkdogan, Orhan, Doğu ve Güneydoğu Kabile-Aşiret Yapısı, lQ Yayınları, İstanbul, 2005 . Türkdogan,
Orhan, Kemalist Sistem,
Alfa Yayınları,
İstan
bul, 1 999. Türkdogan, Orhan, Max
Weher:
Günümüzde ve Türkiye'de
Weber'ci Görüşler, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 1 988. Türkdogan, Orhan, Mustafa İnci ile 19 Haziran 1 999 günü Van i linde yapmış oldugumuz özel konuşmalar. Türkdogan, Orhan, Osmanlı 'dan Günümüze Türk Toplum Yapısı, Çamlıca Yayınları, İstanbul, 2002. TUrkdogan, Orhan, Türk Tarihinin Sosyolojisi, Turan Yayıncılık, İstanbul, 1 996. Türkdogan, Orhan, Ulus-Devlet Düşünürü: Ziya Gökalp, lQ Ya yınları, İstanbul, 2005 . TUrkdogan, Orhan, Ziya Gökalp Sosyo/ojisinin Temel ilkeleri, KUltür Bakanlıgı Yayınları, Ankara, 1 997.
237
Orhan Türkdoğan
Türkdogan, Orhan, Ziya Gi:Jka/p Sosyo/ojisinin Temel ilkeleri, Marmara Üniversitesi i lahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, NU: 1 44, istanbul, I 998. Türköne, Mümtazer, Siyasal ideoloji Olarak islamcılığm Doğuşu, i letişim Yayınları, istanbul, 1 99 I . Uyanık, Mevlut, "Günümüz islam Düşünüşünde Isiahat Kavra mı", lslômi A raştırmalar Dergisi, Ci lt: 4, No: I , I 990, s.49-56. Voli, John O, "islam Tarihinde Tecdit ve Islah", Ed. John Esposito, Güçlenen İsldmm Yankıları, Yöneliş Yayınları, İstanbul, 1 998. Wolfgang Rudolph, "Grundzüge Sozialer Organisation Bei Den West-iFarıischen Kürden" ,Sociologus, 1 7/ 1 , 1 967, s. 1 9-39 Wolfram
D.
HUtteroth,
Bergomaden
und
Yaylabauem
im
M itteren Kurdischen Taurus, M arburg, 1 959. www.mfa.gov.tr/yabancıUlkelerdekitUrkler/ Yalçın, Aydın, Türk Kom ünizmi Üzerine Bazı Gözlemler, Eko nomik ve Sosyal Yayınları, Ankara, 1 977. Yalkın Rıza, Cenupta Türkmen Oymakları, KUltUr Bakanlıgı Ya yınlan, Ci lt: 1 -3, I 977. Yücekök, Ahmet, Siyaset 'in Toplumsal Tabanı, Siyasi B i lgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1 987 Zaman Gazetesi, I 5 Nisan 2005 Zaman Gazetesi, 25 Kasım 2004. Zurcher, Erik Jan, tanbul, I 995 .
238
,
Modernleşen Türkiye'nin Tarihi, i letişim, İs
Türk U lus-Devlet Kimliği
DİZİN A
Abaza Hasan Paşa. 69 Ahmet Vetik Paşa, S 1 AKP. 1 72. 1 8S, 1 87, 1 92 Akurgal. Ekrem, 23 1 Alevi, ii Alevi-Bektaşi. ii Alman, ii Ameleperver Cemiyet, ı 68 Amerika Birleşik Devletleri. xiii, ı , S7, 1 08, ı 24, 1 63, 1 77, 2 ı 6. 223 Amerikanizm, 4 Andrews. ii Anglo Sakson, S8, 1 77 Angio-Protestan Kültürü, xii Annales Okulu, ı36 Arapçılı�ın lslamileştirilmesi, 1 2 1 Araplaştırma, 9, 46, 1 20, 22S Arvasi. 203, 207, 2 1 1 , 2 1 2, 2 1 3 Asabiye, 1 6 Asyatik. 48. 97, 1 1 2, I SS, I S6, 1 6 1 , 1 79, 1 80, 1 90, 1 9 1 , 208, 2 1 4, 222 Aşiret. 1 80, 1 90, 1 9S, 1 96, 1 98, 1 99, 200, 202, 20S, 2 1 0, 2 ı ı . 2 1 S, 2 1 6, 23S, 237 Avrupa Birli�i, S2. S8. 1 S3. 1 SS, I S6. I S7, 1 72, 1 73. 1 74. 1 7S, 1 79, 1 8 1 , 1 83, 1 84. 1 8S, 192. 1 93, 23S Aydınlanma Ça�ı. S8 Azınlıklar, 1 S4, 1 88. 23S B B, xii, 1 0, S8, 1 1 6, 1 30, 1 47, I SO,
ı s8, 1 78, 2 1 0, 23 1 , 232 Baba lshak. 66 Babil Kulesi. SO Baıımsız Gençlik Hareketi, 1 8S Balkanizm. 124 Balkanlar, 6, 1 O. 46, 64, 1 9S, 1 98, 209 Barak, 93, 203 Barthold. V. V, 23 1 Barzani, 1 7 1 , 1 72, 1 73, 1 83, 1 93 Batovan. 93 Beli, Daniel, 23 ı
Beritan, 93 Beydili, 93, 203 Brzezinski. Zbigniew, 23 1 Bucak. 93, 201 Budun. 6, 47, 1 98 Bürüki. 200, 203 Büyük Ortado�u Projesi, 1 7 1 , 1 72 c
C, 1 28, 1 48, 1 8 1 , 1 97, 236 Cemaatleşme. 1 S7, 1 86 Consumer Society, 1 44, 1 4S
ç Ç, 1 1 2
Çingene, 26, 206 Ço�unluk. 1 90 D D, ı ı 1. 1 40, 1 4 1 , ı so. ı ss. 236 DEHAP, ı 74, 1 7S. 1 76, 1 8S Devşirme, 22. 6 ı , 62, 2 ı s, 22S DHKP-C. 1 7 1 , 1 80, 1 8 1 , 1 82 Dil, ii Doıu-GOneydo�u. ii Dri, 93 Duderan. 93 Duuski, 93 Duvidiyan. 93
E E, 38, SS, 1 3S, I 39, 1 SO, I 77, 1 88, 2 ı 0, 220, 232, 233, 234, 236 Efliki. S Egemen Kültür, S8. 1 88, 1 89 Egemen toplum, 39 Egemen Toplum, xi, 4 1 , S8, I S7, 1 87, 1 88. 1 89 Emevi, 9 Enderun, ix, 22, 44, 4S, 6 1 , 62, 63 Enderuni. 20, 2 1 , 2 1 S. 22 1 Ertuşi. 93, 200. 202, 208 Esmer Türk. 43, 1 7 1 Estonlar, ii, 1 89 Etnik., ii
239
Orhan Türkdoğan Etnik Grup, 1 89 Etnik gruplar, 1 89 Etnik Sosyoloji, i i Etniklik, 39, 1 39 Evrensel Kültür, v, 80
l. v, 1 , 43, 44, 5 1 , 1 8 1 , 1 82 !rkçılık, I S8 lspirti, 93
F
i, 1 3, 5 1 , 1 00, 1 1 2, 1 22, 1 23, 222,
F, 1 3S, 1 36
Faik, R, 232 Femilizm, vi, 1 46 Feminizm, vi, 1 46, 1 48 Friedman, Milton, 232 G G. 48, 1 43, 1 4S, 1 46, 1 63. 233, 237 Galbrailh, John Kenneth, 232 Galpin, 1 97 Garisan, 93
Gebze, i i Gecekondulaşma, vi, 83 Genç Tilrkler, 1 03, 1 1 0, 1 22 Genç, Si!leyman, 232 Getiyan, 93 Gıttan, 93 Goldziher, 1 2 1 Gökalp. Ziya, 232, 233 Gramsci, 1 04 Greko-Latinciler, S 1 Greko-Romen. 76, 77, 79, 96, 99, 1 06 Gri Tilrk, 1 7 1 , 1 73, 1 82, 1 83 Gülen, Fettullah, 233 Güvenç, Bozkurt, 233 H
H. 48, 1 2 1 , 1 32, I S3, 202, 2 1 0, 2 1 1 , 233, 237 Haderi, 1 2 1 Hanedan-ı Hilmayun, 2 1 7 Harris, George, 233 Haupt, G., 233 Hayek. 1 45 Herki, 93 Heyd, Uriel, 233 Hıristiyan, 23, 35, 44, 74, 79, 94, 1 1 2, 1 1 3, 1 29, 1 73, 1 74, 1 82, 1 85, 1 89, 223 Hiran, 93 Hitit, 4 1 , 77, 78 Hümanizma, 77, 1 86
240
236 İbn Haldun, 1 6, 1 8, 22, 25, 1 1 5, 1 2 1 , 1 57, 2 1 7 İbn Teymiye, 1 32 lç Proletarya, 1 72, 1 8 1, 1 83, 1 86 lnalcık, Halil, 233 İnan, Afet, 234 lranileştirme, 46 İslamiyet, 35, 5 ı , sı, 65, 74, 78, 98, 1 57, 227 J J, 38, 69, ı 00, 1 64, 1 68, 206, 229,
236 K K. 168, 238
Kapitalizm, 1 44, 232 Kara Halil Paşa, 1 0 Karahanlılar, ix Katolik, 1 52 Kavmi Necip, 1 57 Kecan, 93 Keldani, 200 Keldaniler, 1 90 Kendal, 93 Keşguli, 93 Keyder, Ça�lar, 234 Kızıl Elmacılar, ix Kızılkapanlılar, 93 Koca Sekbanbaşı, 26 Koçero, 94 Koçi bey, 26 Kokutai, 1 7, 35, 1 84 Köy Enstitilleri, 80, 1 59, 1 60, 234, 236 Kuban Kazaklar, 1 89 Kurucu Babalar, 57 Kurucu Kültür, v, vi, xii, 48, S3, 54, 55, 56, 57, 58, 1 56, 1 57. 1 74, 1 76. 1 79, 1 86. 1 87, 1 88, 1 9 1 Kuyucu Murat, 43 Kültilr, i i
Türk Ulus-Devlet Kimli�i Kürdistan Işçi Partisi. ı 7 ı Küreselleşme, ı S3 Kürt. ii L
Lahbabi, Aziz, ı34 Lala Paşa, 44 Landau, Jacob M., ı34 Lewis, Bemard, ı34 M M. ıs, 78, ı ı 9, ı 39. ı4ı, ı 44, ı s1, 1 64, 1 68, 1 73, 1 90, ı06, ı ıo, ı32. ı3S, ı36 Malakanlar, ı 89 Mardin, Şerif, ı3S Martin, Robert, ı3S Mavali, ı ıo Mavi Yolculuk, 79 Mayewski., ıos, ı3S Mehmediyan, 93 Meiji. 34, ı 84, ıı1 Mezopotamya, 1 6 1 , t 8ı
Millet, ii Millet-altı. 1 ı 7 Milletleşmc. v, vi, 27, 3S, 37, 39, 1 0 1 , l l S, 1 1 9, 1 96, ı21 , 2ı7, 229 Millet-üstü, 1 1 7 Milliyetçilik, ix, xiii, l l , 1 7, 27, S3, I I S, I I 7, 1 42, 2 1 7, 2 1 8, 2 1 9, 220 Mohtileri, 200 Moserasan,. 93 Mozabit. S 1 , sı Müslüman Kardeşler, 1 37 N
N, I S 7
Nabati, ııs Nakşibendi. 1 30 Namık Kemal, 1 1 0, ı ı 1 Nef,John. ı3S Nevruz, 1 73, 1 80, 1 94 Niçin Milletleşme, 230 o O,
v,
xii, 3, l l , I S, 1 6, 1 7, 18, 19, 24, 30, 3 1 , 3ı, 34, 39. S9, 6 1 , 62, 67, 7S, 76, 85, 88. 90, 9S, 1 04,
1 09, ı 1 0, 1 1 3, ı 1 9, 1 2S. 1 34, 1 36. ı sı, 1 96, 1 98. ıoı, 2os. 209, ı l 8, ıı6, ı30, ı38 Oremar, 93 Orhonlu, C, ı3s Orta Asya, xii, 1 4, 1 8, ı t . 4 ı , 76, 77, 78, 80, 8 ı , 97, 1 08, ı o9. ı ıı, 1 30, ı 9S, ı3 ı Osmanlı lmparatorlugu, 5, 6, 9, 1 1 . 28. 32. 43, 48, SS, 61, 70, 1 95, 1 99, 2 10, 233, 235, 237 Ozankaya, Özer, 23S
ö ö, 78. I S7
Özdalga, Elizabet, 23S p
P, xii, xiii, 1 , 29, S1, 1 48, I S6, 1 76. 1 77, 1 78, 1 97, 23 1 , 233 Peçevi, 44 Pinyanişi, 93, 204, 208 PKK, 38, 42, 1 66, 1 67, 1 7 1 , 1 72, 1 74, 1 8 1 , 1 93, 2 1 1 , 2 1 3, 229, 230 Poggi, Gianfrance, 23S Polonezler, ii Ponto(us), 1 8ı Protestan, xii, 57, S8, 88. ı oı. ı ı9, 1 4S, I S6, 1 76, 1 77, 1 78, 1 88, 1 94 R R. 43, 1 4 1 , 14ı, 177, 23S, ı36 Radloff, ıo, ıs Reaya. 43, ı05, ı ı s Resmi Teori, 1 93 Rosenthal, 1 6
Rus, ii
s s, v, ı , 3, 9, 1 7, 4ı. 78. 1 2 1 , ı ıı.
1 23, ı ı4, ı ı6, 1 3S, 1 4 1 , 1 50, 1 57, ı 93, ı ı o. ı3ı. ı3s, 236 Safevi Devleti. ı36 Sait Halim Paşa. 1 3 Sasani, 100 Savak, 93 Sayan, Sabri, ı36 Seyyit, ıı9. ıo3, 207, 208 24 1
Orhan Türkdoğan Seyyitlik. 2 1 1 Sezer, Baykan, 236 Sinano�lu. Suat, 236 Sleyes, 3 1 Soane, E. B 206, 236 Soran. 93 Standan Kültür, xi, xii, 24, 57, 1 08, 1 79, 1 87, 1 88, 1 89, 1 95, 1 96. 1 99, 201 , 2 1 1 , 2 1 6 Suturka/Atmaniyan, 93 Sümer, Faruk, 236 Sünni, 1 1 3, 1 82, 1 89, 1 97, 20 1 , 2 1 5 Süryaniler, 200 .•
ş Şerefname, 205 Şeyh, 1 2. 65, 2 1 2 Şeyh Bedrettin. 65 Şeyh Muhammed Abduh. ı 2 T T, 1 06, 1 22, 1 47, 1 8 1 , 1 97, 2 1 6, 232 Tahtacııar, 1 89 Tayan, 93 Tecdid, 1 32 Tehzib, 72 Tevhid-i Anasır. 23 The Female Eunuch, 148 Timur, Taner, 236 Tokukawa, 34, 227 Tonguç, Engin. 236 Tonguç, !smail Hakkı, 236 Toshiba, 87 Transkafkas. ı9o Turancılık, ı 58, 235 Turhan. Mümtaz, 237
Türk. ii Türk Budunu, ix, 56, 209, 225 Türk Dil Kurumu, xii Türk Hümanizması, S ı Türk Milliyetçili�i. vii, xiii, 26. 1 66, ı 92, 234 Türk Tarih Kurumu, 57, 1 58, ı 6 ı , 234, 236 Türk Tipi, 23 Türkdo�an. Orhan, 237, 238 TOrkiye Cumhuriyeti, 20, 53, 57, 76. ı o8, 1 09, 1 54. 1 58, 1 65, 1 72, 1 75, 1 79, ı 89, ı 9 ı , 1 92, 1 98 242
Türkiyeli. 1 55 Türkleştirrne, ı O, 50, 98. ı 2 1 , ı 77, 23 1 Türkmen, ı O, 26, 64, 65, 66, 69, 1 08, 1 22. 1 89, 203, 2 1 0. 238 Türköne, Mümtazer, 238 u U, ix, 38. 8 ı , 235 Ulusalcılar, ix Ulusdevlet, 54
ü ü, 1 23, 236
Ümmet, v, 5, 6, 1 0, l l , 1 5, 1 6, 22, l l l , 120, 1 25, 1 98, 222 Üstürikah, 93 V V, 20, 2 1 , 59, 64, 1 88, 206, 2 1 0 Vahdettin, 48 Valery Giscard D'Estaing. 1 55 Vatikan, ı 85
V,
w
W, 25 Wolfram D., 200. 238 y V, 74 Yahudi, l 2. 32, 44, 5 ı , 57, 1 74, 1 89, 1 90 Yalçın, Aydın. 238 Yeni Anadoluculuk, 79 Yeni Osmanlılar. 32, 44, ı ı o Yeni Osmanlılık, 49 Yeni Radikal Sol, 1 69 Yeni Sol, vi, 1 64, ı 69, 1 70 Yeniden Gelenekselleşme. vi, 1 37 Yeşil Elmacılar, ix Yezidi. 44. 58 Yurtsuz John, 29 z z. xii, ı 1, 58. 202
Zaza, ii, 44, 58, 1 97, 207, 2 1 5 Zenginlik Kültürü, vi. 85 Zıvıkan, 93