Raif Karadağ - Şark Meselesi

Page 1



ŞARK MESELESi

Rusya, İ ngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya ve Osmanlı İmparatorluklan'nın

tarihi Şark

siyasetleri ve bugtin Şarkıaki

hadiselerin gerçek sebebleri

Yazan:

RAİF KARADAG


ŞARK MESELESi

İÇİNDEKİLER

..•.••....•.•••.••.••.••. ..•••.....•..••••.•• ••••••.••••••••• ••••••••

Meselesi

•••••••••.••.••••••.•••.•••••••••••••••••••••.••••

Şark Meselesi Meselesi

..................

................. 11

............................................

. 18

ı Ele Alış Sebeblerl "IACtiAI,nlll'!!l

••••••.. •.••.••••• ••••••••••• ••••••

10

••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••

22

:ırıı��:ınıın Şark Meselesindeki RoiO

...••.••.•••

30

•• ••••••••••••••••••••• ••••• •••••••••• ••••••••••••••••••••• ••••••

32

Ve centzam-ı Aıem..

..........................

............................................... ......•..........

Hazırlı!}ı

•••••••••....•....................•..........

.. ..•.••..•...•......•. ...............................••••••

Kolunun ÇökOşü .

.

.

......... . . ..............

Kolunun Çök0ş0

·���-·

& &

· ücum . . .. .

.

. .. .

.

. .

.

.......... . .... ............................

.

37 39 41

. ..... 43

.

............ ...... ........... ......

lzanslaştırma Çabası .

37

. ................ ...........

44 47 48

............................................................... 50

Siyaseti De . .. .

. ..... . .. ..... ............... . .... . . 65

...


ŞARK MESELESI Devletlerin Şark Siyaseti ................ 66 In 17. Asır Şark Slyasetlerl. ..................... 67 ••.••..................•.•.....•...............•........

Muahedelerlnln Zararları

•.•...•.......•....

69

96

ııı::ıı·....................................................... 98 .•.....••..••........••...............................

,,..,,�""'"

101

Avrupa'nın

sısındakl Harici Siyaseti......................... 111 .............................................................

Kuruluş Sebebl

•.•

116

�································· 118

s Yeni Buluş: Yenlçerlllk ...................... 122 Şümul PlAnı ....................................... 124 ......................••.••...........................•.....

130

Veya islAm Slyasetl ............................ 136 ·

·

setinin ikinci Merhalesl ......................... 137

Ta\rsh1•e Ettlı::il Türklük Siyaseti ................ 1�4


Şark

Meselesi

Raif Karadağ

TURAN VAVINCILIK A.Ş. Paşalimanı Cadd.Nu: 22-2 Üsküdar- iSTANBUL Tlf: (0216) 31 08905


Şark Meselesi/ 5

GİRİŞ Şark meselesi nedir? Tarih ilminin meseleleri umu­ rniyetle matematik veya kimya nazariyeleri gibi, kat'iyet ve sarahatle tarif edilmiş degildir. Tarihi herhangi bir mevzuu tarihçiler, muhtelif zaman ve mekanda, muhtelif noktai

nazardan

mütalaa

ve

birkaç

türlü

tarif

et­

mektedirler. İşte Şark meselesi de bu görüş çerçevesi içinde ele alınrnışur. Şark meselesi, şimdiye kadar, yalnız bir türlü tarif edilmiş degildir. Fakat muhtelif tarihcilerin, birbirinden ayn muhtelif tarifleri arasında ciddi ben­ zerlikler vardır. Bu bakırndan Şark meselesi bazı fark­ larla, umumiyetle aynı görüş çerçevesi içinde mütalaa edilmiştir. Mesela, Fransız rnekteblerinde okutulan ders kitabianndan Sinyobos 'un tarihinde Şark meselesi şöyle tarif olunmaktadır:

«On sekizinci asır' dan itibaren Rusya ve Avusturya­ Macaristan devletleri Osmanlı İmparatorluğu' nu istila etmeğe ve onun Hıristiyan tebaasını isyan ettirmeğe ça­ lışmışlardır. Bu çalışmalar, Fransa aleyhine açılan mu-


6 1 Şark

Meselesi

harebeler/e (ihtilal ve imparatorluk muharebeleri) in­ kııaa uğradı. 1815 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu hiilii mülki tamamiyerini muhafaza ediyordu. Rusya' nın bu tehdidi, Osmanlı devletinin ne olacağı bir mesele idi. İşte bu me­ seleye bir müddet sonra isim takıldı ve adına ŞARK ME­ SELESi denildi.» Fransa 'nın ünlü müverrihlerinden olım Sinyobos'un bu tarifi, Şark meselesinin en sarih başlangıcını 18. asırda gösteriyor ve meseleye isim takılınası keyfiyetinin daha sonra, yani

19.

asırda oldugunu söylüyor. Sinyobos'un

Şark meselesine isim takılınası hususunda ileriye sürdügü iddiası, belki de itirazı mümkün olmayacak bir tarihi ha­ kikattir. Lakin Şark meselesinin mevcudiyeti, yani tarihi vak'alann bir Şark meselesi halinde tecellisi, daha dogru tabiri ile tarihi vak'alan tedkik, tasnif ve vekayiden bir Şark meselesinin mevcudiyetini ortaya koymak cihetine gelince, müverrihlerin bu husustaki kanaatlan çok de­ gişik bir mahiyet arzetmektedir .. Ziora, Şark meselesi, dünya tarihcileri nazannda Haz­ ret-i Nuh'dan başlayan ve günümüze kadar devam eden bir mesele olarak ele alınmakta ve o istikamette de­ gerlendirilmektedir. Mesela, Albert Sorel, «Şark Meselesi)) adlı kitabının ön sözüne şöyle başlıyor:

«Türkler, Avrupa'ya ayak bastığı andan itibaren bir Şark mesP irs; mrydana gelmiş oldu. Run·a h;r :\vrupa devleti olur olmaz bu meseleyi /..mdi menfaatlerine en uygun şekilde halletmek yoluna e irdi.» Sorel, bu suretle Şark meselesinin zaman meflıumu içinde sahasını fevkalade genişletmiş olmaktadır.


Şark Meselesi/ 7 Türkler, Avrupa'ya ayak basar basmaz, yani miladi

14.

asır ortalarından itibaren, bir Şark meselesi vardır

diyor. Sinyobos ile Sorel arasında zamanda fark oldu�u gibi, Albert Sorel'e göre, Şark meselesinin cereyan etti�i saha çok daha geniştir. Şark meselesinin aktörleri de Sinyobos 'un dedi�i gibi, yalnız Osmanlı İmparatorlu�u. Rusya, Avusturya­ Macaristan İmparatorlu�u ve Osmanlı devleti hududlan içindeki gayn

Müslim unsur de�ildir.

Polonya,

hatta

İsveç dahi Şark meselesi içindedirler. Mamatıh Albert Sorel'e göre, Şark meselesinde en mühim rolleri Rusya ile Osmanlı İmparatorlu�. yani Türkler ifa ederler.


8 / Şark Meselesi

BORJVA'Y A GÖRE ŞARK MESELESi Boıjva'ya gelince, Şark meselesinin tarihi ve cografi hududu daha da genişler. Borjva'nın nazannda Türklerin Avrupa'ya

geçmesi,

selesinin sadece

bir

İstanbul'u

fethebnesi,

Şark

me­

perdesidir,

Boıjva'nın Şark

me­

selesini nasıl kabul ve izah ettigini bizzat kendi

ki­

tabından ele alalım ve görüşlerini tesbit edelim.

<<Asya'dan gelen barbar (!) kavim/erin kovuldukları yahut Roma ve Hıristiyan medeniyetini kabul ederek onu neşretmek üzere tekrar Şark' a döndükleri andan itibaren eski dünya için bir Şark meselesi vardır. Şark meselesi, Ortaçağ' lardaki cemiyet/erin dış in­ kişaf/arında en esasi bir mese/e idi. Şarlman (742- 814) İmparatorluğu' nda bir Şark Fransa' sı vardır ki, bu Fran­ · sa, Frank krallığına istinaden Ren nehrinin öteki ta­ rafında Cermen kavmini temessül (asimilasyon) ve onu medeniyete sevkederdi. Şar/man ve halefierinin 9. asır ' da Avar'lar (Türk kavimlerinden biridir) aleyhine seferleri ve muharebe/eri, · Şark meselesinin bir safhasından iba­ rettir. 9. asır nihayetinde Macarlar (Türk kavimlerinden Turanf bir kavim) ortaya çıkarak Hıristiy., alemini teh­ did ederler. Şarlman' m Varj' ları ve .Roma pap�· sının müttefikleri bulunan Alman imparatorları Macar istilasım durdurarak Şark hududunu tanzim ve Şark'da askeri istinad noktaları tesis ederler ki, bunlar da Bran­ denbourgh (Merandenburg) çit' i (Marche) ve Avusturya (Osterich, yani Şark üf_kesi) dır_ Bu askeri uç'lar, Şark'ın zaptı ile vazifelidirler. Hatta Hıristiyan aleminin riyaseti yani imparatorluk, Hıristiyan kavimler arasında bilhassa Şark meselesinin halline en zi-


Şart Meselesi / 9 yade gayret sarfeden kavmin hakkı gibidir. Kloviyus ve Şarlman'ın Frank'lan, sonralan Almanlar...

12.

ve

14.

asır'da bu makam, yani riy�'iet etmek

hakkı , Slav ırkına ve alelhusus Çek'ler kendilf':rine ait ol­ du�unu iddi:t ederler. Çek'ler, Frank'lann başladıklan işi devam ett;.r�rek, Lüksemburg hükümdar ailesini kazanmak sureti i1e

İm­

paratorlu�u kazanırlar. Bu da gösteriyor ki, Şark me­ selesi,

Avrupa

hududlannın

içinde

ve

dışın�a

mu­

kadderauru tayin ediyordu. Fransa, Ortaça�'larda kazandı�ı imtiyazlı, şerefli du­ rumunu, Şark meselesinin halline karşı girişti�i büyük gayrete medyundur. Fransızlar, Şark'a, Akdeniz vasıtası ile yol açmışlar, bu yoldan Şark'a girme�e teşebbüs et­ mişlerdi. Ve Fransızlar Ehlisalib muharebelerini de idare etmişlerdi.

Şark meselesi, 15. asır'ın sonunda, evvelce ken­ disinden olduğunu tammağa tenezzül etmediği bir kavim tarafından yeni bir gayret ve lıimmetle ele alındı ki, o kavim de Rus/ardır . Moskova'nın kuruluşundan itibaren (8. asır) Rus kavmi'nin bütün tarihi, Orman'larda, Karatoprak'da ve Bozkır'larda yayılmaktan ibarettir. Uzun müddet Avrupalılara meçhul kalan bu tarih, Şark meselesinin yeni bir sathasını hazırladı. Frank'lann Roma'dan

aldıklannı

Ruslar,

Bizans'dan

almışlardır.

Ruslann ilk mukaddes şehri olan Kiyev, Bizans'ın bir nevi mahallesidir. Frank'lann Garb'daki ve Rus'lann Şark'daki tarihi hayatlan arasında bir nevi muvazililt ve benzerlik vardır. Garb'dakilerin

Şark'ı

istilalan

durdu�u zaman,

lanilki başladı. Ve Şark meselesi devam etti.

Rus­


10 1 Şark Meselesi Görülüyor

ki,

Borjva, Şark meselesini zaman ve

rnekanda çok geniş tutmuştur. O Şark meselesini, Or­ taçag'lann başlangıcından itibaren Hıristiyan kavimler ile Hıristiyan olmayan kavirnlerin çarpışmaları şeklinde te­ lakki etmektedir. Fakat Borjva tarifi içine Müslüman ka­ virnlerin

Hıristiyan

Avrupa

ile

rnuharebelerini

al­

mamaktadır. Bu tarihi realiteye uygun bir görüş olmaktan uzak olsa gerektir. Çünkü, ehli İslam, ne Avrupa'dan ko­ vulan ve bütün Garb tarihçilerinin Barbar dedikleri ka­ virnlerden

sayılabilirler,

ne

de

Roma-Hıristiyan

rne­

deniyetini tamamen kabul etmişlerdir. Çok uzaktan dolaştınlarak İsliim rnedeniyeti, Roma­ Hıristiyan medeniyetinin şubelerinden addedilrniştir. Bu çok yanlış bir görüştür. Böyle bir görüş rnuteber ad­ dedilse idi, iki din olan Hıristiyanlık ve İsliimiyel ile İslam ve Hıristiyan medeniyetlerinin çarpışrnasından iba­ ret olan ehlisalib seferleri bu görüş çerçevesinin dışında bırakılırdı. Meseleyi bu kadar geniş bir şekilde kavrayan Borjva dahi, Şark meselesinin son devresinde Türkler ile Ruslan, karşı karşıya bulundurmaktadır. Aslında Şark meselesinin çerçeveledigi saha, Borj­ va'run çizdigi hudud dahilinde de kalmış degildir. Borjva, eski devirlerde, ilk çaglarda Şark meselesini ararnarnış,

Şark

meselesinin

köklerini,

bugünkü

rupa 'nın rnenşei olan Ortaça�:riarın başlangıuııa götürmüştür.

Av­ kadar


Şark Meselesl / 1 1

EDVARD DERİYO'YA GÖRE ŞARK MESELESi Borjva'ya mukabil, (Şark meselesi) muharriri Ed­ vard Deriyo, Şark meselesinin başlagıcıru hemen, hemen Nuh Tufaru 'na çıkanrsa da, meseleDin ilk zamanlara ait kısmına ehemmiyet vermemektedir. Deriyo'ya göre, Şark meselesinin mana ve mahiyeti (Ehli İslam ile Gayri Müslimlerin) kavgasıdır. Yani Ed­ vard Deriyo, Şark meselesini bu vadiye irca etmektedir. Deriyo'nun Şark Meselesi hakkındaki fılaini şöyle i�ah etmek mümkündür:

«Şark meselesi, Fatih Sultan Mehmed Han' m İs­ tanbul' u feth ve İstanbul' a ayak basması ile değil, Haz­ ret-i MUHAMMED (S.A.V.) in dünyaya gelmesi ile bir­ likle doğmuştur. Bu cihetle Şark meselesi, bir İslam meselesi demektir. İSLAMlN AVR UPA'DA VE ASYA'DA RİC' AT ETMESi, ŞARK MESELESiNi TEVLİD ETTİ.» Detiyo'nun (Şark Meselesi) isimli kitabının giriş kısmı, Şark meselesinin tarifine hasredilmiştir. Orada de­

ki: «Büyük İskender, Batı Akdeniz ve SaJı.ra, Doğu İndus (Sind) nehri olan bir memlekete, yani Avrupa' nın Hin­ distan' a giden yoluna sahib olmuştu. Ondan sonra Ro­ malılar nadiren Dicle nehrine yaklaşabildiler. niliyor

İran ise, azarnet ve mevcudiyetini muhafaza etmekte idi ..

Daha sonra 7. ve 8. asır' larda Arab İmparatorluğu (daha doğrusu, islam İmparatorluğu) Akdeniz'den İndus' a kadar genişledi. Ve cenubundan biraz daha ge­ niş/emek sureti ile Büyük İskender' in İmparatorluğu'na


12 1 Şark Meselesi

müsavi bir imparatorluk oldu. Daha sonra 1 2. asır'dan 15. asır'a kadar Orta Asya kavimlerinin istiHilan Avrupa ve Batı Asya'ya yayılıp bu yerlere sahib çıktı ve yerleşti. Batı Asya yine istiliilarla çalkalanıp duruyordu. Cengiz ve Timur'un saltanatlan, Anadolu'dan

Ganj

nehrine

kadar

yayıldı.

İstanbul,

Şark'tan veya uzak Şark'tan gelen kavimlere karşı du­ rabilecek Avrupa'run son kalesi idi. İstilacılann son bir dalgası onu da, Hıristiyanlıgın İslam'a karşı kurulmuş bu seddini de yıktı:

1 453.

Osmanlı devleti dört asırdan fazla bir müddetle Şarki, Avrupa ve Garbl Asya'da, Tuna'dan Acem kör­ fezine (Basra körfezi) kadar hakim kaldı. Lakin Osmanlı devletinin faaliyeti, fethedilmiş ülkelere derin kökler sa­ lıvermemişti. 17. asır'dan itibaren Devlet-i Osmaniye za­ yıfladı, hududlan geriye çekildi. Kurumuş bir meyva gibi usaresini kaybetti, buruştu. İslam'ın, Avrupa ve Asya'da ric'ati, Şark meselesini tevlid etti. Şark meselesinin tarihi, İslam kavimlerine komşu milletierin zaranna, tekeınrnül ve terakkileri ta­ rihidir. Bu sebeple Şark meselesi dini evsafı haizdir.)) Edvard Deriyo, bu mütalaasının biraz aşagısında ise, Şark meselesinin ırki vasfı üzerinde duruyor ve bu vasfın Şark meselesi üzerindeki tesirini göstermek üzere diyor ki:

- «Yasefin ahfadı olan Latin/er, Cermenler, Anglo­ Saksonlar, Slavlar ve Ruslar dünya dam ' ı eteğine, Mısır kavminin, Irak Sami/erinin, Küçük Asya Türklerinin et­ rafına üşüşmüşler, İndus ile Akdeniz arasına Mu­ kadderat-ı ilahiye' nin birleşrneğe sevkettiği Hind ve Av­ rupa ailesinin iki büyük şubesini ayırmak için gaflette avlayıb basıp girmiş olan bu yabancı kuvvetleri, yani


Şark Meselesl/13

Müslüman/arı, Türkleri mahv ve tahribe uğ­ raşmaktadırlar.» İşte bu da, Deriyo'ya göre Şark meselesinin ırki an­ laşmazlıgını gösteren cephesidir. Ve Ervard Deriyo devam ederek diyor ki: «Fakat bizim günümüzde Şark meselesi, her geçen gün ehemmiyeti artan iktisadi bir sifat alıyor. Bu sifat, öylesine şiddetli bir anlaşmazlıktır ki, hatta akraba mil­ letleri bile birbirleri üzerine saldırtıyor. Süveyş kanalı'mn açılması, 320 milyon Avrupalı'yı (şimdi 600 milyon civanndadır) 250 milyon Hindli'yi (şimdi 500 milyon civannda)* 400 milyon Çinli'yi (şimdi 800 milyon kadar) baglayan ve Büyük Ok­ yanus'dan Atlas Okyanus'una günlük maişetimizi ternin edecek olan mahsulatı taşıyan eski dünya'run en büyük ti­ caret yolunu bu kanaldan geçirdi. İngiltere, Fransa bu kanal ile iki tarafındaki büyük yollardan mühim mev­ zileri tutuyorlar. Rusya şimal'in buzlu sahralannda yahut bozkırlannda mahbus kalmaga raz� olmuyor, serbest de­ rıizlere çıkış anyor. Akdeniz'e, Hind Denizi'ne, Büyük Okyanus'a çıkmak istiyor. Diger Avrupa milletlerinin de büyük yolda bir mevzi tuımaga ihtiyaçlan vardır. Bu yol­ dan uzakta kalanların istikbalde faal iktisadi rolleri ol­ mayacaga benziyor.>> Şark meselesinin iktisadi mahiyetinden bahsedilirken bütün tarihi vak'alan sırf iktisadi arnillerin neticesi gibi telMdd eden maddiyatçı tarih nokta-i nazanndan Şark meselesini izah ve tarife çalışmak, günümüzün içinde bo­ caladıgı hadiseler gözönüne getirilirse isabet edilmiş olur. Zira günümüzde dahi açıkça belli olmuştur ki, Şark'ın büyük servet kaynakları etrafındaki çetin mü­ cadeleler, hatta harbler, ihtilaller, kıtaller bu görüşün *

Kitabın

1971 'de

yazıldığı hatırlanmalıdır.


14/Şark Meselesi ehernmiyetini ortaya koymaktadır. Bilindigi gibi,

18.

asır'dan itibaren Avrupa'da sanayi

ve bugünkü manası ile sermaye sür'atle gelişmiş ve mey­ dana gelmişti. Buhar kuvveti ile işleyen makinelerin, yel­ ken ve kürek devrine nisbette bir malı bir yerden digerine sür'atte nakledişi ve yine bu makinelerle imalatın kor­ kunç denecek derecede arnnas ı ve sür'atlenmesi, ma­ kinelere yatınlan sermayenin temettü vermesi, çalışan iş­ çinin işsiz kalmaması için bir taraftan külliyetti ham maddeye, diger taraftan imalahn sürebilecegi yeni yeni pazarlara kat'i surette ihtiyacı vardı. Ve bu mamül madde pazarlan, kendi topraklan için­ de ham madde kaynaklanna sahib olan milletlerdi. Bu milletler,

Basra Körfezi'nden itibaren merkez

olarak

Anadolu alınmak üzere, Afrika kıt'asına ve Asya'nın de­ rinlikleri ile birlikte Uzak Asya topraklan üzerinde bu­ lwıuyorlardı. Yani, Avrupa dışındaki eski bilinen top­ raklar üzerindeki milletler. Batnun sanayiine elzem olan ham maddeler arasında, kalay, nikel, krom, demir, kömür madenieri ile kauçuk, pamuk ve bugday, bu topraklarda pek çok idi. Bu topraklara sahib olmak, hiç olmazsa, bu top­ raklardaki ham madde kaynaklannı ellerine geçirmek için de, Avrupa'nın sanayileşmiş milletleri İngiltere, Fransa, Avusturya - Macaristan, Almanya, İtalya daimi bir mü­ cadelenin, birbirleri ile çetin bir mücadelenin içine gir­ mek mecburiyelinde kaldılar. Binaenaleyh Şark meselesi, sanayi hareketi ile bir­ likte mütalaa edilmek ve ona göre degerlendirilmek icab etmektedir. Bilhassa,

19.

asır'ın yansından sonra ve

20.

asır'da,

petrol'ün Şark memleketlerinde pek mebzul mikdarda


Şark Meselesl/15 oluşu ve ham maddenin kömür ile müteharrik sanayi ve nakliye vasıtalarında kullanılma�a başlaması, baulı sa­ nayileşmiş milletleri, Şark meselesini bir iktisadi mesele, daha do�ru tabiri ile bir petrol meselesi haline sokma�a mecbur etti. Avrupa'nın sanayileşmiş milletleri, ham maddelere muhtaç idiler ve iptidai madde alınarak yerine mamül eşya saulacak milletler bu sanayie malik olmayan mil­ letlerden elbetteki başkaları de�ildi. Yakın, Orta ve Uzak Şark, bu nevi milletlerden mey­ dana gelmişti. Bu milletierin sanayii küçük sanayiden, yani sırf insan, hayvan ve hava ve su kuvvetleri ile iş­ leyen sanayiden yukanya çıkamamışu, ki buna da sanayi denemezdi. Avrupa'da

büyük

sanayileşme

ve

sermayedarlık

vücud bulurken, mahalli küçük sanayii yiyip bitirdi�i gibi, Şark milletlerinde de aynı imha hareketine devam ederek, oraları büsbütün sanayiden mahrum ve bütün mamül eşyayı veya emteayı, Avrupa'dan alma�a mecbur bir hale getiriyordu. Avrupa, ham maddelere sahib Şark milletlerini sa­ nayiden mahrum bırakacak siyasetlerine devam eder­ lerken, Avrupalı sanayiciler de iktisad kaidelerine uy­ gunlu�u dolayısı ile fabrikalarılll veya işyerlerinin bir kısmını bizzat ham madde kaynaklannın oldu�u mem­ leketlerde kuruyorlardı. Böylece sanayileşmiş di�er Av­ rupa milletleri ile daha müessir şekilde mücadele ede­ biliyorlardı.

Yani

Avrupa,

böylece

sermayesini

bu

sanayide geri bıraku�ı memleketlere getiriyordu. Bu su­ retle Şark'ın yerlileri, Şark milletleri büyük sermayeden mahrum,

Avrupa

sermayedarianna iptidai madde ha­

zırlayan ve Avrupa'dan mamül emtea alan iptidai işçi kit-


16 1 Şark Meselesi lelerinden ibaret kalmıştı. Avrupa, sermayesi ile sermayedariann menfaatlerini devarn ettirme�e ve Şark rnilletlerinin, bilhassa geri bı­ raktıldan milletierin idarelerine müekkil Avrupa

hü­

kümetleri, işte bu gayeye vasıl olmak istiyorlardı ve bu gayeye de varrnışlardı. Nihai gaye olarak Şark pazarlarını ellerine geçirmek isteyen Avrupa memleketleri bu gayeye varmak için yani Orta, Yakın ve Uzak Şark'ı kendi sermayelerinin nüfuz sahası içine almak için Avrupa ve Amerika, bu mem­ leketlere a�larını kurmuşlardı. Gayet tabii olarak bu sermayenin tutunması kolay ol­ mamıştır. Sermaye yatınmı yapılan memleketler bir ta­ raftan bu sermaye tahakkümünü, kendi menfaalleri is­ tikametinde geliştirmek isterlerken, di�er taraftan da Avrupa memleketleri ile Amerika, daha do�ru tabiri ile Asya'da iktisadi menfaatleri olanlar bizzat kendi ara­ lannda da korkunç bir mücadeleye başlamışlardı. Bu mü­

ki,

cadele öyle arnansız olmuştur

Asya'nın her tarafını

ateş ve kan meşherine çevirmiş, Balkanlar ve Avrupa ka­ nşmış, barbier olmuş, milletler yıkılmış, imparatorluklar yok

olmuştu.

Neticede

ise,

dayanabilen

kendi

he­

gemonyasını yürütebilrniştir. . Bugün dahi, dünyanın içinde kıvrandı�ı bulıran'ın en büyük hissesi,

ham

madde

kaynaklanna

sahib

olan

Asya'nın başına patlamış ve İkinci Cihan Harbi'nin unu­ tulmayacak tahribatma ra�men, bu topraklar üzerinde mücadelenin önü alınamamıştır. İşte,

yukandan

beri

işaret

etti�irniz

bütün

bu

vak'alann hepsi birden tarih huzurunda Şark meselesi adını alır. Görülüyor ki, Şark meselesinin bir cebhesi de Avrupa devletlerinin, daha do�ru tabiri ile ilmin ve sa-


Şark Meselesl/17

nayiin her kolunda ilerlemiş olanlann, yani Avrupa'nın Şark memleketlerini ya tamamen müstemleke yahut yan müstemleke haline getirmege çalışbklan görülür. Ed•.1ard Deriyo'nun yalıruz menşe sureti ile bah­ settigi ilk çaglar vak'alan, Ruslann meşhur mü­ verrihlerinden Soloviyef'in nazannda bizatihi Şark me­ selesinin ta kendisidir.


18 1 Şark Meselesi

SOLOVİYEF'E GÖRE ŞARK MESELESi

Soloviyef'e nazaran Şark meselesi, düşünülemiyecek kadar eski zamanlardan beri Avrupa ile Asya'nın çar­ pışmasıdır ki, bu çarpışmada Avrupa, hayat balışeden de­ nizlerin, Asya yaşanınası mümkün olmayan bozkırların tesirlerini teşhis eder. Ve bunların adeta, tarihin Hürmüz ile Ehrimen'i olan bu iki kuvvetin çarpışması cihan ta­ rihinin derinliklerinde, en asli mahiyetlerinden birisidir. Soloviyef'in bu nokta-i nazarı, terakkiperver Garb ta­ rihçilerinin çogu tarafından kabul edilmiş ve Rusya'nın Garblılaşması, denizierin tesirlerinden hayat ve menfaal alması için lüzumlu içtimai tedbirlere ve siyasete dön­ mesi tavsiye olumnuştur. Bu nazariyeye göre de, Ruslar denizsiz kalmamalı, steplerden, Ehrimen'in karanlık ve ölümlü ülkesinden kurtulup, Hürmüz'ün aydınlık ve hayat dolu saltanatma girmelidir. Görülüyor ki, bütün müphem vak'alardan sarih ve maddi bir siyasi netice çıkıyor: Rus Soloviyef ile Şark meselesi, zaman ve mekanda hududsuz adeta, beşeri olmaktan ziyade tabii bir mahiyet iktisab ediyor. Biz, meselenin böyle geniş, felsefi, hatta mistik telakkİsini bırakıp da onu daha kolay anlaşılır, daha maddi ve mahdud mefhumuna irca edersek, iki türlü tarif edebiliriz: 1- Şark meselesi, Hıristiyan Avrupa milletlerinin Müslüman Şark milletlerini iktisadi ve siyasi nüfuz ve hükmü altına almak maksadından meydana gelen tarihi mesele/erin hepsidir.


Şartc: Meselesl/19 2- Avrupa devletlerinin Osmanlı İmparatorluğu'nu, sebebler ihdas ederak parçalamak ve zabdetmek ar­ �usundan ve Osmanlı idaresi altında bulunan muhtelif milletlerden bazılarının istikliillerini te' min etmek is­ teme/erinden meydana gelen tarihi mesele/erin hey' et-i mecmuası, Şark meselesi adını almıştır. Şark meselesinin bugünkü şeklini tarif ve tespit eunek hayli güçtür. Çünkü, Şark meselesinin baş­ langıcından itibaren bünyesinde ihtiva ettigi meselelerin bir kısmı halledilmiş, bazılan da halledilmektedir. Ta­ rihin en mühim dönüm noktalanndan birisinde yaşıyoruz. Şark meselesinin yukandaki tariflerinden ikincisi, bugün için ve alelhusus yann için eskimiş ve tasfiye edilmiştir. Fakat birinci maddenin tarifi içine giren Şark meselesi, geniş ve umumi oldugu cihetle, yaşadıgımız vak'alardan ve tarihin seyrinden daha az müteessirdir. İkinci tarif, 9. hatta 20. asır'da Şark meselesini mey­ dana getiren unsurlan ararken diyor ki: «Bugünkü günde hôkim Türk milleti ile onlar ta­ rafından evvelce tabifyet altına alınan kavimler arasında asırlardan beri devam edegelen ihtilafların temeli gi­ bidir.» . Osmanlı İmparatorlugu 'na tabi kavimlerden ba­ zılannın istiklallerini almış olmalan, henüz Türkiye'ye tabi olaniann aynı yola sülfik eunelerine müşevvik olu­ yordu. Ve bundan dolayı asnn başında Şark meselesinin parçalan olmak üzere Makedonya, Girid, Arnavutluk ve Ermeni hatta Arab meseleleri mevcud idi. Çünkü, mil­ liyetler tahakkuk etmek isterler... Bu suretle Şark meselesinin iki unsuru vardır. Bir ta­ rafta SULTAN ve hükümeti ve TÜRKLER, diger tarafta ise, Osmanlı hakimiyetinden kurtulmak isteyen tabi ka-


20 1

Şark Meselesi

vimler. Bu iki unsur'a üçüncü bir unsur daha ilave olur ki, o da büyük devletlerin Türkiye'nin iç işlerine mü­ dahaleleridir. Bu müdahaleler vaki olmadan evvelki iki wısurun Şark meselesinin açılmasına kifayet etmedigi ise, tarihi vakıalarla sabittir. ... «Avrupa büyük devletleri geniş iktisadi kudretlerini ve siyasi nüfuzlanm artık Avrupa'da yapamadıklanndan, muhteris rekabetlerini Şark'a götürdüler. İşte mü­ dahalenin sebebi budur. Bir de Osmanlı saltanau dün­ yanın en büyük ve en ehemmiyetli tarihi yollanna sahib ve hakim oldugu gibi, aynca öyle sevkulceyşi noktalara hakim ve maliktir ki, bu noktalann elde bulunması, bu noktalara sahib olan devleti, denizierin hakimiyeti ile bir­ likte cihan hakimiyetine götürür.» BOGAZLAR ve SÜVEYŞ, HİND YOLLARI ka­ radan ve denizden Türkiye'den geçer. Bunun içindir ki, bir asırdan beri büyük ittifak, anlaşmalar ve harbler hep Şark meselesi etrafında dönmüştür. «Avrupa devletlerinin, Osmanlı İmparatorlugu'na karşı aldıklan vaziyet, çok taraflı sebebe istinad et­ memektedir. AVRUPALlLARlN ŞARK'I ELE ALlŞ SEBEBLERİ

Nihayet bu sebebler iki'den fazla degildir. «Birincisi, Osmanlı İmparatorlugu'nun çölanesini çabuklaştırmak, böylece büyük deger taşıyan mirasına korunak, ikincisi ise, Osmanlı İmparatorlugu hududlan dahilinde nüfuz ve kudretlerini arttırmak ve iktisadi men­ faaller elde ederek burılann azamisini almak için rakib devletleri tardetmek. Bu iki şart'ı tahakkuk ettirirken, im-


Şark Meselesi/21

paratorıugun idaresine hakim Sultan'ın istiklaiini temin etmekle birlikte devletin tamamiyetini de muhafaza etmek.» Yukandaki görüşten de anlaşılacagı vechile Şark me­ selesi aslında iki ana görüşe baglarmu ş bulwunaktadır. Bunlardan birisi tamamen dini, digeri ise, hem dini hem iktisadidir. Büyük Avrupa devletlerinin Osmanlı İm­ p�torıugu 'nun şahsında yürüttükleri mücadele, Şark meselesinin sadece ikinci safhasını, yani dini, dini ve ik­ tisadi veçhesini teşkil etmektedir. Bu iki unsur Osmanlı İmparatorıugu 'na tevcih edilmiş Şark meselesinin ta­ mamının sadece ikinci saflıasıdır. Şark meselesinin bi­ rinci safhası, kanaatimizce, İslamiyetin intişan ile birlikte başlamaktadır.


22 1 Şark Meselasi

ŞARK MESELESiNİN BAŞLANGlCI

Şark meselesinin asli mahiyeti, başlangıcı ve en şid­ detli şekilde devamı, Türklerin İslam'a yardımcı ve son­ ralan baş olmalan ile başlamaktadır. Tarih'de Şark me­ selesi diye adlandınlan ve Hıristiyan Avrupa tarafından yürütülen bu siyasetin en mühim unsurunu da, Mukaddes Topraldar ve bu topraldann İslam'ın eline geçmesi teşkil etmektedir. Mukaddes Topraklann Türk unsurunun eline geç­ mesi, bu ırkın idare ve harb kabiliyeti yanında büyük me­ deniyetlerin de kurucusu olması, Avrupa'yı, gerek Mu­ kaddes Topraklar üzerinde vücud bulmuş, gerekse bu topraldara giden ticaret yollarını ellerinde bulundurmuş olan bütün İslam-Türk devletlerine karşı Hıristiyanlıgı müşterek bir cebhe tutmaga mecbur etmiş ve böylece Şark meselesi dedigirniz mesele vücud bulmuştur. Şark meselesinin birinci safhası diyebilecegimiz bu devre, Garb Selçuklulan devletinin yılalması ile son bul­ muş, Selçukluların topraldan ile birlikte, tarihi devresini sona yaldaştırmış ve zayıflamış olan Bizans İm­ paratorlugu topraldan üzerinde dogmuş bulunan Osmanlı devleti ile ikinci ve Türk devletinin ihtişamlı saflıası baş­ lamıştır. Şark meselesi bundan sonradır ki, büyük bir titizlik ve ciddiyetle ele alınmış ve Avrupalılar, İkinci safha için­ deki her iki unsuru, Osmanlı İmparatorlu� aleyhine kul­ larımı şlardır. Bu iki unsur, yukarıda da söyledigirniz gibi, önceleri dini, fakat sonralan hem dini hem iktisadi olarak ele alınmıştır. LWn Şark meselesinin iktisadi veçhesi, bilhassa son bir buçuk asır içinde dini cebheye üstün gel-


Şark Meselesl/23

miş ve Osmanlı İmparatorlugu'nun topraklan içindeki zenginlik, batı devletlerinin tek düşüncesi olmuştur. Zira, fevkalade zengin ham madde kaynaklanna sahib olan Os­ manlı İmparatorlugu, gelişen teknik'in icabı olarak ısrarla aranan iptidai maddelerin de en mühim kaynagı idi. Osmanlı İmparatorlugu üzerinde emelleri olan bütün devletlerin tek düşüncesi bu idi. Ve bu devletler, Osmanlı İmparatorlugu derinliklerindeki iptidai ham madde kay­ naklannı_elde eunek için, Şark meselesinin dini cebhesini ikinci plana aunışlar, bu meseleDin iktisadi cebhesine egilmişler ve birbirleri ile ciddi birtakım mücadeleterin içine girmişlerdir. Fakat, Osmanlı İınparatorlugu üze­ rinde birtakım haklar iddia eden bu devletlerin, yani aktör devletlerin rolleri de zaman ve ahvale göre daima de­ gişiklikler arzetmiş, fakat esastan hiç bir vechile inhiraf eunemişlerdir.


24/Şark Meselesi

GENİŞ MANASI İLE ŞARK MESELESi

Geniş manası ile Şark meselesi, Müslümanlar ile Hı­ ristiyanların anlaşmazlık, mücadele ve mü­ sademelerinden meydana gelen meselelerin hey'et-i umumiyesidir. Müslümanlık tarih 'in meşhur taksimatma göre, Ortaçag'Iarda zuhur enniş oldugundan, Şark me­ selesi, Ortaçag'ların, yani İslam'ın ruhurundan ve ge­ nişlemesinden itibaren mevcud demektir. İslam, zuhurunun daha ilk asır'ında yalnız Ara­ bistan'ın Müşrik, Sab'i, Yahudi, Hanif ve hatta Hıristiyan kavimlerini bir din ile birleştirmek ve bir lisan ile temsil ederek bir devlet teşkil ettnekle kalmadı, pek çabuk Ara­ bistan'ın Şark ve Garb'ındaki iki büyük İmparatorlugun, İran Kisra'lıgı ile Şarki Roma Kayser'liginin mem­ leketlerini de istila ederek genişledi. Hazret-i Halid İbn Velid, Hazret-i Ebubekir'in vefat edecegi sıralarda, yani hicretin onüçüncü yılında (Miladi Temmuz 634) Ecnadin civarında bulunan Hıristiyan - Rum ordusuna karşı büyük bir meydan muharebesi kazanarak, birkaç kilometre Şimali Şarki'de bulunan Kudüs'ü zabtetmişdir. Ve böy­ lece yedinci Miladi asır'ın başlangıcında İslam alemi ile Hıristiyan alemi, lı�?r iki din mensublarınca mukaddes sa­ yılan Kudüs-ü Şeıif civannda ve Kudüs'ün Müs­ lümanların eline geçmesi ile sona eren meydan mu­ harebesinde çarpışmaga başlamışlardır demektir.


Şark Meselesl/25 Hz. ÖMER'İN KUDÜS'E GELİŞİ

Ecnadin mevkiinin ehemmiyet ve azametini takdir eden Halife Hazret-i Ömer, Miladi 637 tarihinde bizzat Filistin'e geldi ve Kudüs-il Şerif'e muzaffer ordulann Halifesi olarak girdi. İşte birinci Hicret asr'ının başlannda (Yedinci Miladi asır) Kudüs'ün Müslüman gazileri tarafından zabtı, İslam Halifesinin Kudüs'e galib ve muzaffer bir kumandan olarak girmesi ile Şark meselesi açılmış oldu. Bu büyük vak'adan yani muzafferiyetten itibaren Müslümanlar, Gaıb-ı Şimali'ye ve Garb'a, yani Su­ riye'ye, Anadolu, Mısır ve Şimali Afrika'ya dogru iler­ lemişlerdir. Yani Roma İmparatorlugu'nun (Şarki Roma) topraklannı Şarki Akdeniz'in Şimal ve Cenubun'dan istilaya başlamışlardır. Bu esnada Müslümanlar nazarında Şark meselesi, Şarki Roma İmparatorlugu'nun top­ raklarını zabd, ahalisini ihtida ettirerek (Müslüman ya­ parak) İslam camiasma idhal etmek yahud öylece bı­ rakarak tabiiyete almak, bu suretle Hak din'ini neşr, İslamiyeti genişletmek, İslam medeniyetini inkişaf et­ tirerek İslam saltanatını, daha dogru tabiri ile İslam aıemini genişletmek diye hülasa ve ifade edilebilir. Bu temessül ve istila kuvvetine karşı duran Hı­ ristiyanlar da, bittabi din ve medeniyetlerini, toprak bü­ tünlükleri ile saltanatlannı müdafaa ve muhafazaya ça­ lışıyorlardı. İslam genişlerken, Hıristiyan aıeminin ilk müdafaa hatb Şarki Roma İmparatorıugu yani Bizans lm­ paratorıugu idi. Bizans İmparatortugu, Afrika müstemlekelerini, Su­ riye kıt'asıru, hatta Anadolu'nun bir kısmını Müs-


26 1 Şark Meselesi lümanlann ilk taarruzlanna ve istila hareketlerine karşı müdafaa edemedi ve bu topraklan kaybetti. Bir asır içinde Arablar, Afrika'dan ta Atlas Ok­ yanusu'na kadar ilerlediler. Filistin ve Suriye'yi istila ve zabdeddikten başka, pek büyük bir sür'at ve kabiliyeıle temessül ettiler ve bu topraklara yerleştiler. Zira, zaten burada li sandan başka pek karabet yoktu ve İslam ' dan evvel devam eden bir iktisadi ve fikri münasebet vardı. Mekke kervanlan Şimal 'den Ş am'a, Cenub'dan Yemen'e giderek iktisadi ve medeni münasebetleri devam ettirirlerdi. Mekke'nin en zengin ailelerinden Emevi' ler, ticari münasebetleri dolayısı ile Şam'ın serveti ile birlikte ehemrniyetini de pekala biliyor ve takdir edi­ yorlardı. Emeviler zamanında (Miladi 661- 750) İslam mücahidleri Kilikya'ya geçip Toroslara dayandİlar ve bu dagı tırmandılar. Ve hatta bir kollan Muaviye İbn Süfyan zamanında (Hicô 48 - Milidi 669) İstanbul' a kadar ge­ lerek isıarnıann asli hedefi olan bu şehri muhasara ettiler. Muvaffakiyetsizlikle neticelenen bu muhasaradan sonra İsıamıar tam yanın asır beklediler ve Hazret-i Mu­ harnmed' in (S.A.V.) hadisindeki açık emre uyarak ikinci bir sefer İstanbul 'u muhasaraya teşebbüs ettiler. İslamlar, İstanbul ' a vaki ikinci muhasara te­ şebbüslerini Süleyman bin Abdülmelik zamanında (Hicô 98 - Miladi 7 17) gerçekleştirmiş iseler de fethi mümkün olarnaıruştır. İslam tarihinin Arab devresinde Müslüınanlann, Hı­ ristiyan alemi içinde Akdeniz şimalinden daldırdıgı istila kolu, Miladi 7 1 7 tarihinde Bizans İmparatorlannın en şe­ reflilerinden sayılan İzorya'h Leon tarafından maglub edilerek geriye döndürülmüştür. Ve bu vak'adan sonra anık Müslümanlar Osmanlı İmparatorlugu'nun dog-

·


Şark MNelesl/27

rtıasma kadar şehri bir daha muhasara etmemişlerdir. Bu cihetle, İslam ordusunun Şimal kolu sekizinci Miladi asır başlannda Bizans'lılar tarafından bir müddet için dur­ durulabilmiştir.


28/Şark Meselasi

MÜSLÜMANLARlN AVR UPA'YA GEÇİŞİ

Fakat, İslam fütühatırun cenub kolu, rahatlıkla ve hiç bir ciddi maniaya rastlamaksızın bütün Şimali Afrika'yı geçerek ve oralarda ırkan Arabiarta akraba olan Sarnilerin bakıyeleri ile yine çok eski zamanlardan beri Arabiarta rabıta ve münasebetleri bulunan Mısır'lılarla pek çabuk anlaşarak Cebelitank'a gelip dayanmışlar, oradan Avrupa kıt'asına geçmişlerdir. Müslümanlar, İspanya'da Kseres meyden mu­ harebesini kazanarak, Cenub'dan Şimal 'e, İspanyanın da büyük bir kısnuna sahib oldular. Ve Pirene'leri aşıp, Fransa 'run cenubuna yayıldılar. Liikin, İslam'ın şimal kolu aynı sene (Milacti 717) de İstanbul surlan önünde İmparator Leon tarafından ric' ate mecbur edildigi gibi, cenub kolu da, yani İspanya iç­ lerindeki kolu (Mil3.di 732) da Puvatya meydan mu­ harebesini vermişler ve büyük Charles'in (Şarl) oglu Çekiç Charles tarafından maglfib edilerek ric'ate mecbur edilmişlerdir. Bu meydan muharebesi Garb'da İslam fütuhatının durdurulması ve istila hareketinin sonudur. Fakat Şark'da Müslümanlar zabtedib geçecek, Roma-Cermen İm­ paratorlugu'nun merkezlerinden ve Şark'ın Avrupa'daki ilk geçid yeri olan Viyana'ya kadar yürüyeceklerdir. Bu suretle şimal istila kolu'nun son noktası Miladi 1683'de Viyana olacaktır. Viyana önünde yenilmiş Os­ manlı Türklerini takib eden Hıristiyanlar, 19. ve 20. asır­ larda bu takibata devam edecekler ve Asya'ya ge­ çeceklerdir. Bu arada Avrupa'yı istila eden İslam'ın cenub kolu


Şark Meselesl/29

Puvatya meydan muharebesinden bu yana, Fransızlar, İs­ panyollar, İtalyanlar tarafından mütemadiyen bır­ palanacak ve geriye çekilmek zorunda bırakılacaklardır. Evvela Fransa'dan, sonra da İber yarımadası'ndan (İspanya - Portekiz'in bulundu�u Avrupa'nın en cenub yarımadası) yani Avrupa'dan çıkanp Mrika'ya abna�a çalışacaklardır. Ve buna 15. asır nihayetlerinde muvaffak olacaklar ve Mrika'ya çekildikten sonra da Hıristiyanlar, Müslümaniann peşlerini bırakmıyacaklardır. O günden bugüne kadar Fas, Tunus, Cezayir, Mısır ve Trablusgarb'a taanuzları devam edib duracakur. Abbasi Halifeleri devrinde (Miladi 749 1258) Arab'lann genişleme ve fütuhat kuvveti ciddi bir şekilde eksilmiştir. İşte bu tarih'den sonra da İslam'ın temeli olan Hilafet müessesesi zayıflama�a başlamışur. Gerçi, Abbasi Halifeleri içinde şiddet ve eeladet sa­ hibi olanlar nadir de olsa mevcud idi. Fakat bunlar ha­ lifeli�in icab ettirdi�i enerjiyi gösterecek kudrette de­ �illerdi. Bu sebeb'den dolayı da İslamiyet gerileme�e başlamıştır. -


30 1 Şark Meselasi

TÜRKLERiN iSLAMA GİRİŞİNİN ŞARK MESELESiNDEKi ROLÜ

Eger islam alemine canlı, taze, kudretli yeni bir unsur, yani TÜRKLER dahil olup, HARB, SİYASET ve İDARE iŞLERİNİ ellerine almamış olsa idiler, büyük bir ihtimal ile İslam'ın cenub kolu gibi Şark ve Şimal istila kolu da daha sür'atli bir ric'ate mecbur kalırdı. Hatta, Af­ rika'nın şimalinde, ta Cezayir'den itibaren Hıristiyanlann istila ve taarruzlanna mukavemet ve müdafaayı tanzim ederek bu uzak memleketi idare edenler bile İSLAM TA­ RİHİNİN TÜRK DEVRESİNDE TÜRKLER OL­ MUŞTUR. Miladi 9. asır sonlanna dogru, yani İslam aleminin gerçekleştigi tarihi devreye yakın zamanda, Abbasi dev­ reye yakın zamanda, Abbasi hilMeti memleketi bir sürü derebey'liklere, Tavaif-i Mülük'a taksim etmişti. O sırada Bizanslılar, Anadolu'daki İslam fütühatını durdurmuşlar, hatta, bu fütuhau ve İslam istila ordulannı Anadolu'dan, Kilikya'dan geri çekilmege, ta Fırat'a ve Dicle'ye kadar ric'ate mecbur etmişlerdir. Hatta Bi­ zanshlar bu arada Suriye'ye dahi girmişlerdir. Şimal ve Şark kolunu daha ziyade ric'atten kurtaran, taze TÜRK imdad kuvvetinin İslam aleminin başına geç­ miş olmasıdır. Türk'lerin İslam alemine girmesinden, yani üçüncü Hicret asnndan itibaren Şark meselesinin İslamiyet ba­ kımından en mühim unsuru Türk'ler olmuştur. Şark meselesinde İslam'ın müdafii vazifesini Türkler deruhte etmişlerdir. Denilebilir ki, üçüncü asır'dan baş­ lamak üzere, Şark meselesi, bir TÜRK - HIRİSTİYAN


Şark Meselesl/31

mücadelesidir. Filvaki Rum kayzerligi (Bizans) aleyhine harbe giden Halife'lerinin ordulannın kumandan ve ef­ radından ekserisi Türk cengiverleri idi. Çok eski ve köhne bir medeniyelin sahibi olan İran'lılar, cenk ve kav­ gadan uzaklaşarak fikri hareketler ve ticaretle meşgul oluyorlardı. Sami ırk'dan olan Arablar ise, beklenmeyen _ ilk genişlemeleri ile kazandıklan servet ve refah'dan is­ tifade etmegi harb ve mücadeleye tercih ediyorlardı. San'atı askerlik olan TÜRK'E GELiNCE, o, mu­ harebelerden ve kavgadan hiç bıkrnıyordu. Askerligi sa­ yesinde Türk, İslam aleminin Bey'i ve Han'ı olmakta ge­ cikmedi. Türk ırkının bu hasletleri, hemen bütün dost düşman Avrupalı müverrihlerce teslim edilmektedir. Deriyo bu hususta diyor ki: «Abbasf halifelerinin Türklerden ordular kurması büyük netice/erin doğmasına sebeb teşkil etti. Zira Arab­ lar her işlerini Türklere bırakarak Arabistan' /arına çe­ kildiler. Ve İslam dinini çarçabuk kabul etmiş olan bu yeni Türkler, zamanrmıza kadar yakın Şark' da İslam' ın müthiş mümessili oldular. » Yukandan beri işaret ettigirniz vak'alar zincirinin de­ vamına bakılacak olursa, Türk'lerin din degiştirerek İsHim alemine girdikleri ve İslamiyet'i kabul ettikleri, İslam aleminde mevki ve ehemmiyetlerini arttırarak yer­ leşlikleri zaman, üç gaye takib ettiklerine hükmedilebilir.


32 1 Şark Meselesi

TÜRKLERiN ÜÇ GAYESi

Diger bir tabirle, cereyan eden vak'alardan, Türk­ lerin, İslam aleminde üç türlü siyasetleri oldugu istihrac olunabilir. Bu üç tarzı siyaset ise şöyle sıralanabilir. 1 İslam aleminin hakiki hakimi yani dini ve siyasi reisi olmak. Bu maksadı evvela bir dereceye kadar Gazne'liler devletinin kurucusu Sultan Mahmud Gaznevi (Dokuzuncu asır başlangıcı) sonra daha geniş rnikyasda Selçuklulardan Tugrul Bey ve Melikşah Sultan takib ederler. Bu iki Türk büyügünden Halifeler ile ilk sıhriyeti, Halifenin kızı Seyyide ile evlenmesi şeklinde kurmuş, Melikşah Sultan ise, bizzat iki kızını Halife'ye tezvic etmek sureti ile bu sıhnyeti takviye etmiştir. Fakat bu sıhnyet, tam manası ile istenilen neticeyi vermemiş ve Türklerin İslam'ın başına geçmeleri ve Hilafeti almaları için 16. asıra kadar beklernek icab et­ miştir. Görülüyor ki, Türkler, İslam ile rnüşerref oldukları andan itibaren daima İslam 'ın koruyucusu, kuvveti ve kudreti durumunda bulunmuş ve İslam'ın yükseliş ve sat­ vetine tek dayanak haline gelmiştir. Bu sebeble, Orta Şark'da kurulan Türk devletlerini idare eden bütün Türk sülalelerinin tek hedefi Halifelik makarnı olmuş ve bu si­ yasetlerini, zor'a degil, yumuşak ve sevdirrnek esasına, daha dogru tabiri ile sihriyet esasına bina etmek is­ terni�lerdir. Türkler, Halifelik makarnını almak hususunda ken­ dilerinde hir nevi hak kabul eirnektt' idiler. Evet Türkler -


Şark Mesalesl/33

biliyorlar ki, eger kendileri olmasa idi, İslam alemi de, halifelik makarnı da barbar Avrupa'nın önünde çoktan yok olur ve İslam'ın nişanesi kalmazdı. Hıristiyan Avrupa'nın Arz-ı Mev'ud için açugı Haçlı seferleri, bu seferleri teşkil eden Avrupalı kavirnlerin koyu, hatta korkunç bir Hıristiyanlık taassubu ile Av­ rupalılann neler yapabileceklerini, İslam'ı nasıl yok ede­ ceklerini bütün saralıatı ile ortaya koymaktadır. Fakat Türklerin bu din'e sahib çıkmalandır ki, Hı­ ristiyan Avrupa'yı durrnaga, İslam üzerine tevcih ettigi tecavüzleri durdurrnaga ve sonunda ric'ate mecbur etmiş ve Hilafet yukanda da söyledigirniz gibi 16. asır'da Türk­ lerin eline geçmiştir. Hilafet müessesesi Yavuz Sultan Selim Han'ın Mısır'ı zabtından sonradır ki, Türkler siyaseten de, di­ yaneten de İslarnlann, İslam aleminin tam manası ile ba­ şına geçmişlerdir. 2 Garb'a dogru yürüyerek, bir zamanlar Cihan'ın tek hakimi ROMA İMPARATORLUGUNA, Diyar-ı Rı1m'a sahib olmak, İstanbul'u fethetrnek. Türkler bu gayeyi Emevi halifelerinin askerleri, Abbasi halifelerinin ümerası sıfatı ile elde ettikten sonra, SelçukHer devrinde (9. asır) Hakim ve Sultan olarak elde etmek istemişlerdir. Nitekim bu gayenin tahakkuku için ilk gayretlerini sarfetrnişler, Selçuki Sultanı Alp Arslan Malazgirt'de Bi­ zans imparatoru Romanos Diojenos'u mağlı1b ettikten sonra oğluna İmparator'un kızını almış ve ilk sıhnyeti böylece kurrnuştu. Böylelikle SelçukHer'in bir kolu, bir nevi Rum sal­ tanatı tesis ederken Süleyman Selçuki de İznik' i fetheder. (Hicri 473-Miladi 1081) Fakat Türklerin tam manası ile -


34 / Şark Meseleal İslam aleminin başına geçişi, Osmanlı İınparatorlugu za­ manında mümkün olabilmiş ve tarih bu devreyi beklemek zorunda kalmıştır. Türkler fiili olarak İslam'ın başına geçmişler ve bu sıfatın alemdarlı�ını da İstanbul'u fetbederek tarsin et­ mişlerdir. Zira İstanbul'da, Hıristiyanların mukaddes şeh­ rinde bir daha tahta oturan Sultan Mehmed Han, takib et­ ti�i siyaseti ile bu hususu bilfiil gerçekleştirmiş ve Osmanlı İınparatorlu�u'nun temel prensibi haline sok­ muştur. Bu temel prensip, Diyar-ı İklim-i Rum Sultam ola­ rak, Osman o�ullannın, İslamın emretti�i dünya devleti için, Diyar-ı Küfr'e cihad olarak isimlendirilebilir.

3

- Cenub'a, Hindistan'a do�ru yürümek, cihanın en

zengin hazinesi olan bu efsanevi kıt'ayı taht-ı idaresine almak. Bu maksad'ın tahakkuku için ilk adımı Gazneliler devletinin kurucusu Mahmud-u Gaznevi, Milidi

on­

birinci asır başlannda atmış, Mahmud-u Gaznevi'yi ta­ kiben Timurlular (Gürganiler)ın Hindistan'ı istilası ha­ reketi takipetrniştir. Nihayet bu saltanat, Babür Han'ın kudretli idaresi ve dirayeti sayesinde bir büyük im­ paratorluk haline gelmiştir. Bu imparatorluk, tarih'te, Garb tarihçilerinin ifa­ desince büyük Mogol - Türk İmparatorlu�u şeklinde ad­ landınlmış ve bu imparatorluk ihtişam ve kudreti itibarı ile Osmanlı İmparatorlu�u derecesine çıkmıştır. Dün'e kadar İngilizlerin, Hindistan İınparatorlu�u ünvanlan, kendilerine bu sülaleden intikal etmiştir. Türklerin, bu üç tarzı siyasetlerinden Hilafet siyaseti, Şark meselesine do�rudan do�ruya dahil değil ise de, İs­ tanbul'a yürümek, Şarki Roma İmparatorlu�u'nun mer-


Şark Meselesl / 35 böylece bu imparatorluga sahib

kezini fetlletmek ve

olmak gayeleri ve Hindistan'a hakim olmak emeli, Şark meselesinin belli başlı unsurlarındandır. Türkler, İslam ateminin bu iki cebhesinde yani Garb ve Cenup cebhelerinde, Bizanslılardan başlayarak her türlü Hıristiyan kavimlerle on asırdan fazla bir müddet çarpışmışlardır. Ve bugün hati çarpışmakta devam et­ mektedirler, ancak günümüzdeki çarpışma, silahlı bir çar­ pışma degildir. Bu çarpışma, Fransa büyük ihtilalinden sonra gelişen milliyet fikrinin hikim oldugu devirlerden başlayarak gelen, Osmanlı içtimai nizarnını mahvetmek, Osmanlı devleti hududlan içindeki gayri müslim unsuru ayaklandımıak

şeklinden,

imparatorluk dagıldıgı

için

uzaklaşmış, çabşma, sadece manevi ve içtimai sahaya in­ hisar etmiştir. Binaenaleyh. yukandaki nokta-i nazardan denilebilir ki, Müslüman ve Hıristiyan atemleri arasında ve bilhassa Türkler ile Hıristiyanlar arasında bir (BİN SENE) mu­ harebeleri devam etmektedir. Şarlc meselesi bu Bin Sene barbierinin siyasi ceb­ hesini teşkil etmektedir. İslimiyetin cenub fütuhat kolu sekizinci asırdan iti­ baren ric'ate, Şimal kolu ise 9. asırdan itibaren te­ vakkuf' a ve Müslümanların aflarından

cesaretleneo

diger kollarının

Hıristiyan

atenii

bu

za­

onbirinci

asır'dan itibaren İslam dünyasına karşı mukabil ta arruza geçmege teşebbüs etti. Hıristiyanlann bu mukabil taarruzlarının asıl hedefi, Makamat-ı Mukaddese, yani ilk İslim-Hıristiyan mü­ cadelesinin etrafında cereyan ettigi Kudüs şehri idi. Ehlisalib seferleri

13.

asır sonlanna kadar iki yüzyıl

devam etmiştir. Ehlisalib seferlerinde Hıristiyanlara en


36 1 Şark Meselesi

çok mukavemet eden yani bu mutavassıt cebhede İslam alemini en çok müdafaa edenler yine Türkler, Türk sul­ tanlan, Türk ümerası, Türk beylikleri ve Türk mü­ cahidleri olmuşlardır. ·Üçüncü Ehlisalib muharebesi (Milacti 12. asır) es­ nasında en büyük kahramanlıgı gösteren Selahaddin-i Ey­ yubi 'yi hazırlayan, silahiandıran da bir Türk kahramanı ve SultaıT'ı olan Nüruddin Mahmud Atabeg idi. Ehlisalib muharebelerinin hıristiyanlar için maglı1biyet ve ric'atle nihayet buldugu onüçüncü asır sonlarından zamanımıza kadar yani yirminci Miladi asır'a kadar Hıristiyan Avrupa'nın Mukaddes Belde'ye (Cebel-i Lübnan meselesi, Napolyon'un Kudüs'e ta­ arruzu, Suriye seferi müstesna) vaki olmamıştır. Birinci Cihan Harbi esnasında İngiliz'lerin mısır yolu ile Filistin'e girmelerine, Kudüs-ü Şerif'i zab­ tetmeterine umumi tarih belki de dokuzuncu ehlisalib se­ feri adını verecektir. Ehlisalib muharebelerinin ve hayasızca savletlerin, böyle altı-yedi asır süren uzun bir fasılaya ugraması, yine Türklerin himmet, gayret, cesaret ve büyük bir im­ paratorluk kurmak maksadı ile ve İslam için Fisebilillah mücadelelerinin neticesidir.


Şark Meselesl/37

«DEVLET-İ EBED MÜDDET» ve «NİZAM-1 ALEM»

Türkler, İslamiyelin kabulünden ve bilhassa Osmanlı İmparatorıugu'nu kurduktan sonra, bilinen dünyarun büyük bir kısmına sahip olurken, devletlerin sıfatı, haklı olarak, DEVLET-İ EDEB MÜDDET olarak tesbit edil­ miştir. Ve bu sıfatın temelini de, NizAM-I ALEM düs­ türuna istinad ettirmişlerdir. «ALLAH İÇİN CİHAD»

Dikkat edilirse, Osmanlı Türklerinin harbleri, bilinen veya anlatılan sebebiere bina edilmiş degildir. Bu sebebin başında ALLAH İÇİN CİHAD fikri vardır ve bu fikir, Osmanlı İmparatorlugu çökünceye kadar devam etmiştir. Demek oluyor ki, Türkler İslamiyeti kabul ettikleri günden itibaren nasıl bu ulvi din'in itilasına çalışmişlar, bu ugurda nasıl hiç bir fedakarlıktan çekinmemişlerse, Osmanlı İmparatorıugu devrinde de aynı azim ve ce­ saretle mücadele etmişler, Allah için Allah yolunda fetih için kılıçlarını kınlarından çekmişler, kullanmışlar ve Allah'ın inayeti ile ·de Hıristiyanlık aleminin Ehlisalib fikrini, takriben yedi asır müddetle, İslamın üzerinden uzak tutmuşlardır. Hıristiyanlık aleminin Müslüman der­ ken Türk'ü kasdetmesinin sebebi de böylece meydana çıkmaktadır. Hıristiyanlık için Müslüman'ın tarifi, sadece TÜRK'TÜR. Türk ırkının, ortaya koydugu maniadır ki, Hı­ ristiyanlık aleminde asırlar devam eden bir duraklama meydana getirmiştir. Bu duraklama, büyük ve muhteşem


38 / ş.k ll....... Türlc. Selçuki saltanaunın, Ehlisalibe, Kudüs yolunu ka­ patması, bu devlet üç asırlık saltanattan sonra yıkılırken, kendisinden daha kuvvetli ve kudretli olarak meydana gelen Garb İslAın.lıgı da daha mwnazam, daha kuvvetli, daha devamlı olması demek olan Osmanlı Türklerinin PEYGAMBERİ bir savlet ile İstanbul 'u zabtederek Av­ rupa'ya atlayıp, hemen bir hamlede merkezi Avrupa'ya yerleşmesinden neş 'et etmiştir.


Şark Meselesl / 39

AVRUPALlLARlN MÜDAFAA HAZlRLlGI Hıristiyan Avrupa, artık Ehlisalib ordulanm bu yeni kuvvet önünde Makamat-ı Mukaddese'yi kurtarmak için degil, İmparatorluk ve Papa'lık merkezlerini yani Viyana ve Roma'yı tehdid eden Türk karşı

Müslüman kuvvetlerine

kendi memleketlerini müdafaa etmek

için

ha­

zırlamakta idi. Osmanlı Türkleri önünde bütün bir Ehlisalib or­ duları, önceleri, miltemadiyen maglub oldular. Ve Os­ manlı Türklerinin,

yalmz

Osmanlı Türklerinin degil,

belki bütün Türklügün en azametli devresi, bir devlet için çıktiması

muhal

olan en muhteşem nokta

Onaltıncı

Milidi Asır'dır. Bu asır'da Osmanlı - Türk ordulan Garb'da Vi­

yana'ya ulaşmıştı.

Osmanlı ordulanmn Viyana'ya ulaşması ise, Av­ rupa'mn çökmesi demekti. Avrupa Hıristiyan ilemi, müt­ hiş bir korlcunun esiri olmuştu. Avrupa'nın Şark kapısı yani Viyana ile Avrupa'mn kalbi demek olan Roma, Hı­ ristiyanlıgın merkezi, Türkler tarafından tehdid edilmekte idi, hatta buna tehdid demek de caiz degildir. Türkler, Avrupa'mn şark kapısım zorlarken, Roma da, tekmil Av­ rupa'da İslAmın zebunu durumwıda idi. Timurlular (Gürgin.i) saltanatı, Gazneli

Mahmud'un

ve Sebüktekin'in açııgı yoldan yürümüş ve Hindistan'ın büyük kısmını feth ve İslAm 'ın hududlarıru genişletıni�ti. Bu saltanatın Hindistan hududlan, Cenub'dan yir­ minci arz dairesinin cenubwıa kadar iniyor ve Şark'dan Ganj nehrinin mansablannın öbür tarafına kadar uzu-


40 1 Şark Meselesi yordu.

1526 tarihinde, Muhteşem Süleyman Han'ın Eh­ lisalib'e karşı kazandıgı MOHAÇ MEYDAN MU­ HAREBESi ile Osmanlı Türkleri Avrupa'nın merkezine, Tuna 'nın mansabına dogru yerleştiler. Garb'da, Osmanlı Türkleri bu muvaffakiyeıleri elde ederlerken, aynı yılda, Miladi 1526 yılında Panipat mu­ harebesi ile Hindistan' a giren Timurlular, İndus ve Ganj havzalaıma ve bütün Orta Hindistan'a sahib olmuşlardı. Şimalde ise, Altun Ordu Hanlan bütün Rusya' nın mutlak hakimi idiler. Yukanda sıraladıgımız tarihi ger­ çekiere temas eden Deriyo diyor ki:

«Onaltıncı asır, Türklerin büyük asrıdır. Adriyatik denizinden Ganj nehrine, Bengal körfezine, Cenubf Rusya step/erinden, Türkistan' dan Arabistan ve Sahra kumluk/arına kadar muhtelif Türk kabile/eri, kendilerine Arab İmparatorluğu' ndan da daha geniş bir im­ paratorluk kurdular. VE İSLAM BİR DAHA B U ASIRDA "OLDUGU DERECEDE MÜDHİŞ OLAMADI. O ZAMAN HIRİSTİYANLIK TİTREMİŞTİ.»

Evet, bütün Hıristiyanlık titremişti. Zira Türk, bir cihan imparatorlugu kurmuştu ve bu imparatorluk ile Peygamberi bir savletle ve ilimi emirle Nizam-ı Alem'i kurmaga memur edildigini ilan etmişti. Filvaki Türk - İslam saltanatının, daha dogru bir ta­ birle, İslam tarihinde, Türk devresinin gerek haşmet, ge­ rekse siyasi ve askeri azarnet ile birlikte servet ve me­ deniyeti itiban ile de en yüksek devresi, Onuncu Hicret asndır. İşte bu tarihte Osmanlı Türklerinin tahtında Kanuni Muhteşem Sultan Süleyman Han, Timurlular tahtında ise, Ekber Şah bulunuyordu. Lakin çok teessüfe şayandır. ki,


Şark Meselesi/41 bu asırdan sonra Türk ve Müslümaniann genişlemesi dur­ muş, medeniyeti sekıeye ugramış ve tevakkuf etmişti. Bu muhteşem kudret ve medeniyet ise, 17. Miladi asır son­ lanndan itibaren de ric 'ate ve çökmege başlamıştı. İslam - Türk medeniyet ve kudreti bu derece yüksek oldugu devrede, Hıristiyan a.Ieminin Mukaddes Makama, yani Kudüs-ü Şerif'e veya diger İslam - Türk hakimiyeti albndaki topraldara Ehlisalib olarak muvaffakiyeıli ta­ arruzlar yapabilmeleri ve buraları istila etmeleri, bittabi, bu muhteşem Türk kudreti karşısında hemen hemen imkansız gibi idi. AVRUPALlLARlN TAARRUZU Lakin, Türk - İslam ilerlemesi ve genişlemesi durur durmaz, Hıristiyanlann, yani Ehlisalib' in mukabil ta­ arruzu başladı. Bu taarruzlar sonunda ric ' ate başlayan Müslümanlar, amansız bir takibe ugradılar. Türk - Müslüman aleminin ilk ric 'ati ise, Avrupa'nın merkezine, Viyana kapılarına kadar gitmiş olan Osmanlı Türklerinde degil, Şimalde ve daha Cenub'da bulunan Türk - İslam cebheleridir. Bu cebheler, Hıristiyanların hücumlanna dayanamadılar ve çöktüler. Osmanlı İmparatorlugu 'nun şimalinde Altun Ordu, Cenubu Şarki' sinde ise Timurlular vardı. BÜYÜK DEVLET YERİNDE DEVLETÇİKLER •

Görülüyor ki, bilinen dünya bir ucundan diger ucuna kadar Türk soyundan gelen devletler veya im-


42/Şark Meeelesl paratürluklar

tarafından

adeta

taksim

edilmiş

ou­

lunuyordu. Fakat esefle söylemek lazımdır ki, asnmızda bu imparatorlukların yerinde, İslam 'dan intikam almak için hala el ve işbirligi yapan Ehlisalib'in meydane ge­ tirdigi bir sürü devletçik meydana getirilmiştir. Bu

büyük

saltanatın

şark

ucunda

bul unan

Ti­

murlular'ın yerinde şimdi bir İngiliz Kommenventh azası olan Hindistan ile Pakistan vardır. Dünkü Rus Çarlıgı, bugünkü komünist Rusya topraklannda ise, 16. asırda Altun Ordu Hanlıgı veya Kaanlıgı vardı. Bütün Rus prens veya Knezleri, Osmanlı Sul tarıma baglı ve tabi Slav, Rum, Macar, Knez ve prensleri gibi, Altun Ordu Han'ına tabi bulunuyorlardı.


Şark Meselesl / 43

TÜRK - İSLAM'IN ŞİMAL KOLUNUN ÇÖKÜŞÜ Moskova büyük Knez'i Üçüncü İvan, AltUn Ordu devletine ödedi�i cizyeyi ilk defa 1 5 . Milidi asır'da ver­ mek istememiş ve isyan etmiştir. Üçüncü ivan'ın bu isyanı, Altun Ordu devletinin par­ çalanmasına yol açmış ve Türk İslam kolunun Şimal kolu böylece çökmüştü. Altun Ordu devletinin parçalaıunasından sonra, bu im­ paratorlu�un enkazı üzerinde bina edilen Kazan ve As­

tarhan hanlıkları

1 6.

asır ortalanndan sonra (Kazan

Han'lı�ı 1 522'de Ruslar tarafından zabtedilmiştir.) Rus hakimiyeti aluna girmiş ve 1 6. asır'dan itibaren Rusya'da durum tam aksi şekilde tecelli etmiştir. Esir ve tibi olan Rus'lar hakim, Sultan ve hakim olan Türkler ise esarete düşrnüşlerdi. Rusya'da Çarlık idaresinin yıkıldı�ı ve etti�i her

gÜne kadar Rus Çar' lan

bakımdan

kendilerini

vArisieri addetmişlerdir.

tarihe

intikal

(kadim tabiri ile Kaanlan) Altun

Ordu

Kaanlannın


44/Şark Meselesi

TÜRK - İSLAM'IN ŞARK KOLUNUN ÇÖKÜŞÜ Timurlular devletinin yıkılmasından sonra Hin­ distan'a yerleşen İngilizler de, tıpkı Rus Çar'ları gibi, kendilerini mahvettikleri Türk devletinin varisi ad­ detrnişler ve imparatorlanna, Hindistan lrn­ paratorlugu 'nun vli.risi unvan ve sıfatını vermişlerdir. Türk - İslli.m kolunun Şimalinde meydana gelen bu ilk ric'atten sonra, ikinci mühim ric'at, Hindistan'da, yani Timurlular saltanatı cebhesinde vukua geldi. Böylece İslli.m - Türk İmparatorlugu'nun Ş ark kolu da tarihe ka­ nştı. Hıristiyan dünyası, İslli.m atemini arkadan kuşatmak için Hindistan' a taarruz etmek fikrini daha 1 5. Millidi asır'da tasarlamıştı. 1492 yılında Amerika'yı keşfeden ve insaniyete, medeniyete hizmet kasdı ile hareket ettigini zannettigimiz Kristof Kolomb, Garb'dan Ş ark.'a dogru gi­ derken Hindistan' a vli.sıl olmak ve bu suretle «İslli.m'ı ar­ kadan vurmak, yaıagında ezmek istiyordu.» diyordu, De­ riyo. O zamandan beri Hıristiyan atemi bu fikrinden vaz­ geçmedi. Kristof Kolomb Hindistan' a gidemedi ise de, 1 498'de V asko dö Gama Hindistan 'a vli.sıl oldu. Ve Milli.d 'ın 16. asnnda, Hind yanmadası 'nın bir çok nok­ talannda Portekiz 'liler mühim bir çok mevkiler elde et­ mege muvaffak oldular. 17. Millidi asnn başlangıcından itibaren Hol­ landalılar, Fransızlar ve İngilizler birbirlerini tai(iben Hindistan'a geldiler. Ve önceleri sahillerde yerleştiler. Sonra yavaş yavaş Timurlular Sultanlanndan başlangıçta


Şark Meselesl/45 dostane ve lütufkarane müsaadeler elde ennege muvaffak oldular. (Mesela, I 644 yılında, yani Timurlular saltanatının en kudretli ve haşmetli devrinde Şah Cihan, Muhteşem Kanuni Sultan Süleyman'ın Fransızlara verdigi basit im­ tiyazlar kabilinden bir imtiyazı İngilizlere verdi. Böylece Hind-İngiliz şirketine Bengal ' de ticaret müsaadesi balı­ şetmiş oldu.) İşte bu kabil desiseler ve riyakarlık.larla Hı­ ristiyanlık alemi, daha dogru tabiri ile Ehlisalib, İslam ' ın harim-i isınetine kadar nüfuz edebildi. Büyük Mogol-Türk saltanatında da, tıpkı Osmanlı İmparatorlugu 'nda görüldügü gibi, evvela en çok ticari ve iktisadi müsaadeyi alan, buna inzimam eden siyasi nü­ fuzu eline geçirmiş olan devlet Fransa ' dır. Fakat, gerek Osmanlı İmparatorıugu'nda, gerekse Türk-Mogol İm­ paratorlugu 'nda, ilk imtiyazlan Fransızlar elde etmiş ol­ duklan halde, İngilizler bu ezeli rakibierini 1 8 . asır'da Hindistan'dan tamamen çekilmege mecbur ettiler. Böy­ lece, Fransa, Hindistan'daki büyük iktisadi menfaatlerini İngilizlere bir defa daha kaptırmış oldu. Sür' atle yıkılmaga yüz tutmuş olan Türk-Mogol Sal­ tanatını temsil edenler, iki Hıristiyan devlet olan İngiliz­ Fransız rekabetinden ve düşmanlıgından istifade etmek istemişlerse de, 1 8. asır'da Fransızlann İngilizlere maglub olması ve 19. asır'da, yani 1 789 ihtilali ile ik­ tidara geıe·n Napoleon'a karşı İngilizlerin galebesi, Şark 'da ve müstemlekelerde bu devleti tek başına bı­ rakmış, böylece İngiliz müstemleke imparatorıugu mey­ dana gelmişti. Miladi 1 8 . asırda İngilizler, Türk-Mogol saltanatını, sıkışııra sıkıştıra, hudutlannı saltanatın merkezi hükumeti olan Delhi ' ye kadar indirdiler. 19. asnn başından itibaren


46/Şark MeseiMI çaresizlik içindeki saltanat, İngiliz-Hind şirketinin hi· mayesini resmen kabul ederek şirketin verdigi aylıkla ge­ çimini saglayan bir memur durumuna düştü. Bu şekilde İngiliz-Hind şirketinden maaş alan iki şah gelmiş, fakat memleketleri

ve milletleri

pamamışlardır.

Ancak,

için herhangi bir şey ya­

İngilizler,

Türk-Mogol

sal­

tanatlanndan kurtulmanın da çarelerini bulmuşlar, dahili ayaklanmaları bahane etmege başlamışlardı. Hindistan'daki bu ayaklanmalann en mühirnlerinden birisi olan

sipahi

ayaklanmasını son Sultan Babadır

Şah' ın kışkırttıgını iddia eden İngilizler, kendisini hemen tahtından indirmişler ve Rangoon'da hapsetmişlerdi. Bu tarihten sonra da,

( 1 857)

tarihte muazzam ve muhteşem

bir imparatorluk olan bu saltanat yani İslamın kolu in­

kıraz bulmuş ve Hindistan böylece Büyük Britanya dev­ letinin hakimiyetine girmiştir. İngilizler, İslam - Türk İmparatorlugu 'nun Şark ko­ luna böylece nihayet verirken, Ruslar da Şiinalden

yü­

rüyerek ve oralardald küçük Türk hanlık ve beyliklerini imha ede ede 19. asnn sonlannda Pamir yayiasının Şimal yamaçlanna gelmişler ve dayanmışlardı. Ruslar,

Pamir

yayiasının

şimal

eteklerine

yas­

landıkları vakit, aynı ParDir'in cenub eteklerini ise İn­ gilizler tutmuşlardı. Hıristiyan alemi böylece birisi Şimalden digeri Ce­ nubdan iki kol halinde, İslam aleminin Şark kolunu yok etmişler ve büyük Türk - İslam İmparatorlugu 'nun böy­ lece Şark ve Ş imal kollannı tarihten silmişlerdi.


Şark Meselesl / 47

MERKEZ 'CEPHEYE HÜCUM Hıristiyanlıgın artık hedefi Büyük İslam - Türk im­ paratorlugtı 'nun merkez cebhesine dönmüştü. Ehlisalib mezbuhane bir gayret ve aralanndaki büyük iktisadi men­ faaller aynlıgına ragmen, İslamiyete duydugu tunç yü­ zünden yine el ele vermişti. Fakat bununla beraber, mer­ kez cebhesi, İslam Halifeligi unvanını da muhafaza eden Osmanlı

saltanab,

maruz

kaldıgı

bütün

ehlisalib

ta­

arruzlanna, gittikçe sıklaşan maglubiyetlere, ric'at hat­

bnın kesilmiş

olmasına

İmparatorlugun lurisliyan te­

baasının her gün ayaklanmaianna ve Türkleri mutaassıb bir dini görüşe dayanarak kitle halinde katletmelerine, bunlara inzimam eden Müslüman ırklardan (Türk ol­ mayan) bazılannın halifenin temsil ettigi son müstakil İslam İmparatorlugu 'na ve saltanabna karşı gösterdikleri ihanete ragmen vazifesini ifada, kendisine terettüb eden müdafaa

mınbkasını,

büyük

ve

muhteşem

bir

kah­

ramanlıkla ve bütün bir luristiyanlık husumetine ragıtıen elde tutmuş ve müdafaa ebniştir.

20. asnn başlannda Türkler Mla Avrupa kıt'asında idiler. İşte bu kuvvetli cebheye karşı girişilen ve sürekli

taarru zl ara müteallik siyasi meselelerdir ki, mahdud ma­ nası ile Şark meselesini teşkil eder.


48/ Şark Meselesi

BİZANSIN TÜRKLERİ BİZANSLAŞTIRMA ÇABASI 19. Asnn sonlarına dogru Şark meselesinin en kuv­ vetli ve faal arnillerinden olan iki rakib devlet; Rusya ve İngiltere, Orta Asya'da Pamir yayiasının şimal ve cenub eteklerinde, birbirlerine yaklaşmak sureti ile İslam alemini tamamen çevirmiş olmalarına ragmen, İslam aleminin Garb cebhesi , bizzat İslam Halife'sinin emir ve kumandası altında Türk - İslam ordusu, kahramanca mü­ dafaalan, bazan parlak, insanın gözünü kamaştıracak muhteşem mukabil taarruzlan ile Balkan yanınadasım İslam'ın ileri mevziini hala muhafaza ediyordu. İşte İslam aleminin bu Garb cephesine müteallik me­ selelerin meydana çıkardıgı siyasettir ki, mahdud ve kısa tarifi ile de bunun manası «Şark meselesidir». Mahdud ve kısa manası ile Şark meselesinin mey­ dana gelmesinde en mühim amil, Avrupa devletleri, Os­ manlı İmparatorlugu ve Osmanlı İmparatorlugu hududlan içerisinde yaşayan bazı milletlerdir. Şark meselesine karışmış olan Avrupa devletlerinin faaliyetleri esas itibarı ile Osmanlı İmparatorlugu 'nun menfaatlerine pek nadir olarak uygunluk göstermiş, fakat her meselede daima Osmanlı İmparatorlugu 'ndan elde edecekleri menfaatleri istikametinde hareket etmişlerdir. Osmanlı imparatorluk hudutlan içerisinde bulunan kavimlerden bazılan ve bilhassa gayri müslim unsurlann hepsi, devletin ali menfaatlerinin degil, basit meselelerio bile karşısında olmuşlar, devlete, millete en cebin ve rezil düşmanlıklannı göstermişlerdir. Bu müşahedelere dayanarak, Şark meselesinin se-


Şark Meselesi/49 beblerini karşılıklı olarak şöyle tesbit edebiliriz. I Bir tarafta Osmanlı İmparatorlugu ile im­ paratorluk hududları dahilindeki Müslüman unsurlar, bil­ hassa Türkler. 2 Diger tarafta Avrupa devletlerinin hemen hepsi ve Osmanlı tebaasının bir kısmı (imparatorluk hududları içerisindeki bütün gayri müslim reaya) mahdud ve ma­ nada alınan Şark meselesinin mahiyeti, işte yukarıda işa­ ret edilen iki taraflann birbirleri ile mücadelesidir. Osmanlı İmparatorlugu'nun başlangıçta Avrupalı devletlerden (Burada Avrupa devletlerinden murad edi­ lenler Hıristiyan devletlerdir.) Bizans İmparatorlugu ile ve hemen aynı zamanda Slav devletleri ile, İtalyan cum­ huriyetleri ile, bir müddet sonra Tuna havzası ve bütün Avrupa Hıristiyan alemi ile harb ve sulh münasebetlerine girmiştir. Bütün bu devletlerin Osmanlı İmparatorlugtı 'na karşı takibettikleri siyaset, Osmanlıların ilk savletleri kar­ şısında münhasıran müdafaadır. Bizans, Osmanlı İmparatorlugu' nun istilası kar­ şısında kendisini yalınız silah ile müdafaaya çalışmış de­ gildir. Bizanslılar bazan Osmanlılarla dost ve müttefik bile olmuşlardır. Bu dostluk bazan Bizans imparatorları ile Osmanlı sultanları arasında sıhnyet derecesine vanr. Bizans diplomasisi, imparatorluk hududlan boyunca yaşayan kavimleri din ve siyaset vasııaı,ı ile kendisine celb ve kendi medeni yeti nt" i<fh:1l t"derek. sonund:l ta­ mamen veya kısmen tabiiyeline almak ve hatta onu, Bi­ zarıs potası içinde yok etmek gayesini güderdi. -

-


50 1 Şark Meselesi

ŞARK SİYASETLERİ

·

Bizans diplomatlanrun Osmanlı Türklerini Bi­ zanslılaşurmak için gayret saıfettikleri ve bir netice is­ tihsali için çalışUldan şüphesizdir. Fakat Osmanlı Türtc­ lerinin daha evvel İslam dinine ve İslam medeniyetine girmiş olani � , Bizansın dini ve siyasi bakımdan vaki bütün teşebbüslerinin akamete ugramasına sebeb ol­ muştur. Fakat buna ragmen Osmanlı Türiderinin içtimai yapılanna zamanla bir mikdar Bizans adeti yetleşmiş ve bu adetler tesirlerini göstermiştir. Bizans devletinin siyasetinin bir cebhesi de, kendi hududlarına yakın ve ci var mahallerde yerleşmiş olan artc­ lar ve kavimler arasında her türlü hile ve desiseye baş­ vurarak, birbirleri aleyhine kışkartmak ve çmlar arasında cereyan eden çatışmalardan bilistifade, zayıflayan düş­ manlanru diledigi şekilde ezmek şeklinde ve is­ tikametinde ifade edilebilir. Bizansın bu siyasetini Osmanlı Türtelerine karşı tat­ bik edip etmedigi henüz tesbit edilmiş degildir. Fakat Os­ manlı Türiderinin Bizansı geride bırakarak Balkan Slav­ lan üzerine yürüyüşlerinde, Bizans siyasetinin bu ana prensibinin belirtileri de yok degildir. Fakat her ne olursa olsun Türider, tarih boyunca de­ neruniş usullerini burada da tatbik etmişler ve düş­ manlannın her türlü muvasala ve ilanal yollanru kes­ mişlerdir. Türklerin bu şekilde hareketleri, Bizans 'ın ömrünü daha uzatmış ve tefessüh etmiş bu içtimai bünye içten içe erimege devam etmiştir. Bizans, yani Şarki Roma, Garbi Roma'nın halefi olan Katolik - Latin ileminin dini, iktisadi ve siyasi ra-


Şark MNIINI / 51 kibi

idi.

LASİLEOS

yegane

imparator

kalmak

Or­

todokslugu cihana yaymak., Akdeniz ticaretini kendi elin­ de

bulundurmak

istiyordu.

Bu

cihetle

İtalyan

Cum­

huriyetlerinin, Osmanlı Türklerini, Bizans aleyhine teşvik etmiş

olmalan

pek

muhtemel

oldugu

gibi,

Bizans

siyasilerinin ve Bizans İmparatorlugu 'nun sukutundan sonra İstanbul 'da kalan ve Osmanlı tabiiyetini kabul, din degiştirerek devlet hizmetinde mevki alan Ortodoks ki­ lisesinin, Rum iferi gelenleri ile asilzAdelerinin Lltin Alemi aleyhinde Osmanlı imparatorlannı da teşvik et­ meleri akla yakın bir ihtimaldir. Kendi zaaf ve aczierini pek bariz bir surette gören bazı

Bizanshlar,

artık sırf kendi

kuvvetleri

ile hn­

paratorlugun Uitinlige karşı müdafaa ve muhafazasına imk3n olmadıgıru anlayınca, yeni ve kuvvetli bir unsuru denemegi düşünmüş olabilirler. Onlar yine, bu saglam ve cengaver milletin başlarında padişahlan oldugu halde Bi­ zans taht'ına çıkmasını da düşünmüş olabilirler.

Fakat bütün düşünceler, Garb müverrihlerinin var­ mak istedilderi netice, İstanbul müdafaasının devamı sı­ rasındaki şiddet ve azın ile kabil-i te'lif degildir. Zira bu düşünce içinde olan ve Türkleri kullanmak isteyen bir si­ yasetin tatbikçisi olanlar, eger bu düşüneeye sahib olsa idiler, tarihin nadir müdafaalanndan birisi olan İstanbul muhasarası ve müdafaası meydana gelmez, Fatih Sultan Mehmed Han ellerini koliamu saliayarak İstanbul 'a gi­ rerdi.


52 / Şark Meselesi

OSMANLlLARA KARŞI EHLİSALiB SİYASETİ

Osmanlı ordulan Balkan yanınadasına girdikten sonra, Hıristiyan alemi rüesasının, yani Papa'lar ve İm­ paratorlann teşvik ve tesirleri ile müteaddid kral ve prensler kumandası altında Osmanlı Türiderine karşı gelen EHLİSALiB ordulan muayyen bir siyasetin icra kuvvetinden gayri bir şey olmadıgı artık gün gibi işikir olarak ortaya çıkmıştır. Papaların ve imparatorlann bu si­ yaseti şöyle hulisa ve ifade edilebilir: Osmanlı İmparatorluğu' nun Avrupa' da yerleşmesine mani olmak, müslümanların Avrupa' da hıristiyan/ara Juikim olmasına müsaade etmemek, İstanbul' un Türkler tarafından fethine mcini olmak. O zaman Hıristiyan aleminin müşterek menfaatı narnma bir EHUSAilB Sİ­ yASET İ mevcud oluyor demektir. Kendi aralannda daima derin bir ihtilü hatinde bu­ lunan, İmparator ve Papa'ya hünnetlerini, kendi şahsi menfaatleri ile birlikte düşünmekte olan hükürndarlann, Şark siyasetinde ekseriya anlaştıklan ve kendi ara­ lanndaki büyük husumetlere ragmen ittifak ettikleri gö­ rülür.


Şark Meselesi / 53

HABSBURGLAR'IN ŞARK SiYASETi Onaluncı asır' dan, yani Osmanlı İmparatorlugu tah­ unda Kanuni Sultan Süleyman Han'ın bulundugu tarihten itibaren Habsburglar'ın yeni İmparatorlugun (MU­ KADDES ROMA - CERMEN İMPARATORLUÖU) ve İspanya kralhgııun, Habsburg'lara rak.ib ve hasım olan Buıbon'ların, yani Fransa krallıgırun ve Şark ile en çok alakadar olan İtalyan cumhuriyetierinin Şark siyasetleri bütün hatları ile tebellür eunege, şekillenrnege baş­ lamıştır. Bu sıralarda, mukaddes Roma - Cermen İm­ paratorlugu tahuna calis olmuş bulunan Beşinci Şarl. Av­ rupa'run merkezine ve garbına hemen tamamen hakim idi. Büyük Şarl ve büyük Oton 'lann saltanau tekrar ihya edilmiş gibidir. İspanya vasıtası ile Akdeniz'e ve Ok­ yanus'lara, Almanya vasıtası ile merkezi ve Garbi Av­ rupa'ya, Bohemya ve Macaristan krallıkları sayesinde Avrupa'nın şarkına hükmetmek ister. İmparator Şarlken zamanında, Habsburg 'ların Şark siyaseti , Osmanlı ' l an bir taraftan Tuna'nın cenubunda bı­ rakarak Macaristan ' a sokmarnaga çalışmak, diger taraftan Akdeniz'e hakim olmalarına maru olmak için mücadele, diye hülasa edilebilir. Zira, Habsburg 'ların tesbit edilmiş bir Akdeniz siyasetleri vardır. Bu siyaset, Aragon ve Kas­ telya krallıklan tarafından takib edilmiş olan İslam aleyh­ dan siyasetin devamıdır. Şarlken, İspanya hakimiyetini kaybetmiş olan Müslümanlannı, Akdeniz ' in garb hav­ zasında, Afrika'da takib etmiştir. Şarlken'in gayesi, Ce­ zayir ve Tunus'u da zabteunek ve garb'dan başlıyarak bütün Akdeniz ' i hakimiyeti altına almak istiyordu. Bu maksad ile giriştigi ciddi teşebbüsler de vardı. Macaristan


54 / ş.k Meselesi ovasında muhteşem Sultan Kanuni Süleyman Han'ın kar­ şısına çıkamayan ve ondan kaçan Don Karlos, Akdeniz ile Şarlken'in bu siyasetini

t3hakkuk ettirmek maksadı

ile

Osmanlı donanmasının kaptan-ı derya'sı Baıbaros Hay­ reddin Paşa'nın karşısına çıkmış ve bizzat onunla sa­ vaşmıştır. Şarlken' in Osmanlı İmparatorıugu'na karşı tesbit et­ tigi siyaset daha başlangıçta ve Ş ark'da netice vermemiş, Macar asilzadelerinden bir kısmı her girdikleri, fet­ hettikleri yerlere İNSANLIK ve ADALET GÖTÜREN Türklere esir

olmayı,

Habsburg 'lann asilzadelik

pa­

yeterinden daha üstün tutmuşlar ve Osmanlı hakimiyetini kabul etmişlerdir. Böylece, ilk Hıristiyan - Müslüman yardırnlaşması ve yakıniaşması meydana geliyor, Macar Hıristiyan asilzadeleri, Müslüman Türklerle birlikte, Hı­ ristiyan Habsburg 'lara karşı mücadele ediyorlardı. Böylece, hemen bütün

Macaristan Osmanlı

İm­

paratorıugu 'nun hMdmiyeti altına girdi. Cenub sahilleri tamamı ile Müslüman halk ile mes­ kun

olan

Akdeniz

hakimiyeti

de,

Osmanlı

İm­

paratorıugu'nun eline geçmiş oldu. Böylece, gerek Şark'ta gerekse Akdeniz'deki beşinci Şarl siyaseti iflas ederek bu havalideki mutlak hakimiyet Türklerin eline geçmiş oldu. Beşinci

Ş arl 'ın

siyasetinde

muvaffak

olamayışı,

Gaıb tarihcilerince Osmanlı Türklerinin gerek siyasi ge­ rekse askeri kudretleri karşısında, Hıristiyan aleminin tu­ tunamayışına baglanmaktadır. Bundan ayn olarak aynı kaynaklar, ikinci bir sebeb olarak da Fransa' da dini ıs­ lahat hareketinin harici siyaset ile birlikte yürütölmesini ileri sürmektedirler. Fakat buna ragmen Fransa'nın, bir dünya siyaseti ve bu siyaset içerisinde bir Şark siyaseti


Şark Meselesi/55 vardır ve Fransa Şark siyasetinde muvaffak olmuş bir devlet

addedilebilrnek

yanabilmektedir.

için

bir

çok

sebebe

da­


56/ş.k Meselesi

FRANSA'NIN ANANEVi ŞARK SİYASETİ Fransa'nın Şark siyaseti,

umwni harici siyasetinin bir

kısmıdır. Fransa Kralı Birinci Fransuva, mukaddes Roma - Cennen İmparatorlugu'na göz dikınişti. Ve her ne su­ retle olursa olsun, imparator olmak istiyordu. Birinci Fransuva, Beşinci Şari 'ın taht üzerinde en kuvvetli rakibi idi. Ve Fransuva Fransa tahtına intisab için elinden gelen her şeyi yapıyordu. 1 5 19 tarihinde Be­ şinci Şarl'a rakib olarak mukaddes Roma - Cermen im­ paratorluk tahtına namzed iken, halk ve asilzadeler nez­ dinde yaptıgı konuşmalarında, seçildigi takdirde bütün Avrupa 'dan toplanmış muazzam bir Ehlisalib ordusunun başında Müslüman'ların üzerine yürüyecegini ilan edip duruyordu. Talihsizlik

ve

muvaffakıyetsizlik

Birinci

Fran­

suva'nın planını degiştirdi. Fransuva seçimle mukaddes Roma - Cermen i mparatoru olamadıgı gibi, silah zoru ile tahtı eline geçirmek için giriştigi mücadelede de maglfıb oldu, talibii rakibi Beşinci Şarl'ın eline esir düştü. Bu vak'a

üzerinedir

paratorunun

ki,

Fransa

Habsburglar

Fransa'run

ısrarlı

Kralı

ile

Osmanlı

İmparatorlugu

talebleri

sonunda

aleyhine Osmanlı

İm­ ve İm­

paratorıugu - Fransa siyasi ittifakırun temelleri atılmış oldu. Osmanlı

İmpa ratorlugu

ile

Fransa

a rasındaki

bu

siyasi sıhnyet, bazı mühim fasılalarla, 19. asnn sonlanna kadar, hemen hemen dört asır müddetle devam etti. Fran­ sızlar

bu

siyasete

«An' anevi

siyaset»

adım

ver­

mektedirler.

1 8. Asır'dan itibaren Türk - Fransız dostluğu, yalınız


Şark Meselesi / 57 Habsburg hanedaruna karşı degil, aynı zamanda Rusya Çar ailesi Romanoff' lara karşı ve onlann aleyhine olarak kullanıldı.

Bu siyasetin gerçi Osmanlı İmparatorlugu müstefıd fakat asıl istifade eden, Osmanlı İrn­

oldu,

paratorlugu 'ndan ·

büyük menfaatler elde eden Fransa

oldu. Fakat, Fransızlann Osmanlı İmparatorlugu ile olan bu

dostlugu da diger Hıristiyan Avrupa devletleri dost­

lugu kadar bir kıyınet taşıyordu. Bu siyasetin de ilk he­ defi, Osmanlı İmparatorlugu'ndan da daima bir şeyler, çok şeyler, büyük menfaatler kopannak ve Türkleri gel­ dikleri ülkelere, Orta Asya ' ya geri göndererek, İslamın bu kudretli müdafıini ve liderini ortadan kaldırrnaktı. Fransa böylece, Şark'a daha çabuk ve daha kuvvetle

bulili edecek, Ş ark ' ın zenginliklerini daha kolay bir şe­ kilde kendi memleketine taşıyabilecek ve kuvvetlenir kuvvetlenmez

de,

paratorlugu tahtı

mukaddes

Roma

-

Cerrnen

İm­

için mücadele imkanlarını eline ge­

çirmiş olacaktı. Fransızlar, Osmanlı İmparatorlugu'na karşı gizliden gizliye, ittifaka ragmen düşmanlıktan sıynlmak için gay­ ret sarfettigi hatta dost kalarak hıyanetten çekindigini ihsas ettigi zamanlarda bile, Osmanlı dostlugundan, mut­ lak· olarak bir şeyler almak bir takım büyük menfaatlar koparmak gayesini takibetmiştir. Fransa bu siyasetini takviyeye karar verdigi vakit, Osmanlı

İmparatorlugu 'ndan

behemehal

iktisadi

bir

takım tavizler koparmak peşinde koşmuş ve her seferinde de bu tavizleri almaga muvaffak olmuştur. Buna ragmen, Fransa, Osmanlı İmparatorlugu' nun dostluguna muhtaç bulundu!ıu ve B i rinci Fransuva'nın mukaddes Roma Cennen İmparatorluğu 'na esir oldugu devreden itibaren


58 / Şark Meselesi kendisi için elzem olan Türk dostlugunun ilk devresinden itibaren ondördüncü Lui ve Napole<m Sonapart zamanlan gibi, Fransa'nın en kudretli oldugu sıralarda dahi, iki yüzlü siyaset kullanmaktan asla vazgeçmemiştir. Fransa, bir taraftan Osmanlı imparatorlugu ile dost, hatta müttefik görünürken, diger taraftan, Osmanlı im• paratorlugu'nun amansız düşmanlan ile ittifaldar akdetmekten, hatta Osmanlı devleti aleyhine harekete bilfiil geçmekten çekinmemiştir. Birinci Fransuva'run esareti üzerine, kralın annesi bizzat muhteşem Kanuni Sultan Süleyman Han'a mü­ racaat ederek oglunun kurtanlması talebinde bulunmuş, hatta rivayetlere göre, bir nevi tazallumu hal ederek yal­ varmıştır. ( 1 525) Fransa kralının annesi tarafından, Osmanlı tahtında oruran muhteşem Kanuni Sultan Süleyman Han'dan taleb edilen yardım üzerine ertesi yıl, yani 1 526 yılı bahannda, bizzat Osmanlı imparatoru 'nun kumandası altındaki ha­ kikaten muhteşem bir Türk ordusu birinci Viyana se­ ferine çıkıyordu. Bu Türk ordusu bu seferi, Mohaç mey­ dan muharebesinin muzaffer ordusu olarak devam ettiriyordu. Osmanlı İmparatorlugu'nun Fransa Kralı Birinci Fransuva için bir harbi göze aldırması, bir göl haline sok­ nıklan Akdeniz'de görül�erniş kudrette bir donanmanın Amiral Barbaros Hayreddin Paşa kumandasında Fran­ sa'ya gitmesi, mukaddes Roma - Cermen imparatoru Şarlken üzerinde tesirini icra etmiş ve Fransa Kralı Bi­ rinci Fransuva, İmparator ile Madrid sulhunu imza et­ mişti. Ancak Şarlken, bu sulh ile Fransa kralından bir çok taahhöd meyanında Protestanlara ve TÜRKLERE karşı müşterek hareket hususundaki imzasını da almıştı.


Şark Meselesi / 59 Fransa, her seferinde oldu� gibi, bu sefer de Os­ manlı İmparatorlu� aleyhine bir muahede imzalamış oluyordu. Hem de, kendisini kurtaran imparatorluttun, mukaddes Roma - Cermen imparatoru Şarlken'e gön­ derditti mektubun mürekkebi kunımadan... Fransa

Kralı

Birinci

Fransuva,

bu

anlaşmanın

ahkarnına ölünceye kadar sadık kalacattına dair İrnparator Şarlken ile birlikte İncil üzerine yernin euniş, fakat bu ye­ rnininden fiilen dettilse bile, z ımmen rücu etmiştir. Osmanlı imparatoru muhteşem Kanuni Sultan Sü­ leyman Han'ın kudretli bir ordu ile Viyana üzerine yü­ rüdültünü haber alan mukaddes Roma - Cermen im­ paratoru Şarlken, bir taraftan Osmanlı Türk ordusunu durdurmak için tedbirler alırken, bir taraftan da derhal Fransa Kralı Birinci Fransuva ile Madrid anlaşmasını tan­ zim ve imza etmişti . Şarlken, Avrupa'mn kaderini tek ba­ şına elinde tutmuş

olmasına raltmen, muhteşem

Sü­

leyman ile tek başına karşıtaşmayı arzulamıyor, böylece esaretten tahlis edecelti Fransa Kralı Birinci Fransuva'nın da yardınıım, esaretten tahlisine karşı ternin etmiş olu­ yordu. Fransa

Kralı

Birinci

Fransuva,

Osmanlı

im­

paratorlultu'na söz vermişti. Kendisi aleyhinde harb et­ rneyecekti, lllin siyasi zaruretler, bilhassa Fransa 'da satt­ larn bir taht kurmak ve devam ettirmek maksadı, Şarlken ile böyle bir anlaşmayı kendisi için de elzem kılıyordu. Gerçi Fransa Madrid anlaşması ile Türklere karşı harb edeceltine dair verdilti imzayı çiltnememiş ise de,

1 529 yılında Türk ordulan Viyana'yı muhasara ederken, Fransa, Chamere (Sambure) sulhunu imza etmiş olmakla imparator Şarlken'in bütün kuvvetleri ile Viyana'nın im­ dadına koşması imlc:in.ım sattlamışu. Ancak bu suretle


60 1 Şark Meselesi Türklerin Viyana'yı alınasına mini olunabilmiş ve Fransa bir kere

daha

Türklerin

aleyhine

bir

harekette bu­

lunmuştu. İşte böylece samirniyetten ve sadakatten uzak bir görüş ile başlayan Türk - Fransız dostlugu, nihayet 1 535 yılında resmi bir ittifak muahedesi şekline inkıliib etmiş ve o tarihte, Fransızların daima Türkler aleyhine kul­ landıkları sahte Türk dostlugu böylece başlaınışu. Osmanlı İmparatorlugu - Fransa ittifakından Türk­ lerin 1 6. asırda gördükleri istifade, mukaddes Roma Cermen imparatorluk kuvvetlerini Fransızların da bir ta­ raftan meşgul ederek, Türk ordusu ve donanmasının ha­ reketlerini kolaylaşurması idi. Hatta her iki devletin, yani tarafeyn devletlerin donanınası müşterek askeri harekatta da bulunmuşlar, Fransız donanınası Osmanlı Donanınası Kumandanı Barbaros Hayreddin Paşa�nın emrine ve­ rilmiş, Tulon Limanı müşterek deniz üssü baline ge­ tirilmişti. Buna

mukabil

Fransızlar,

Osmanlı

İm-

paratorlugu ' ndan 1535 kapitülasyonlannı elde etmişlerdi. Fransa'nın bu kapitülasyon ile elde ettigi menfaaller cid­ den çok büyüklü. Bu kapitülasyon ile Fransa, Osmanlı imparatorluk hududlan içerisinde, İmparatorlugun bütün limanlannda ticaret serbestisi hakkını kazanmış, Osmanlı İmparatorlugu limanlannda Fransız bayragından başka bayrak taşıyan gemiler ticaret yapamamışlardı. Bu gemiler, Osmanlı İmparatorluğu 'nda ticaret ya­ pabilmek için Fransa bayrağını çekmek mecburiyelinde idiler ve bu hal, Fransaya bir çok menfaatler sağlaınıştı. Bundan

ayn

olarak

Fransızlar,

Osmanlı

İm­

paratorlugu hududlan dahilinde geniş bir dini serbestiye sahib

oluyorlar,

Makanıat-ı

Mukaddese'nin

Kudüs-ü


Şark Meselesi 1 61 Şerif ile Beytül-lahm 'in muhafaza ve bakımı Fransız te­ baasına bırakılıyordu. Osmanlı İmparatorlu�u'nun bu bir nevi bahşiş şek­ lindeki hareketi sonradan kendisine çok pahalıya mal olmuş bir hareketin başlangıcı oldu�u gibi, Fransa'nın Osmanlı İmparatorlu�u limanlarındaki ticaret serbestisi, sonraları bu imtiyazı eline geçiren devletin diledi�i gibi ve en geniş manası ile tefsir edilmiş, böylece Frarısa, Şark ticaretini adeta mutlak bir imtiyaz şeklinde elinde tutmuştur. Fransa, bununla da iktifa etmemiş ve Kanuni Sultan Süleyman Han ' ın kendisine lutfen bahşetti�i bu hakkı, sonraları, Osmanlı İmparatorlu�u hududları dahilindeki Osmanlı tebaası Hıristiyanlann hukuken hamisi şeklinde kullanmış, bu noktada bilhassa ısrar etmiş ve Osmanlı İmparatorlu�u'nun zayıfladı�ı sıralardan itibaren par­ çalandı�ı ana kadar bu imtiyazdan gayet mükemmel bir şekilde istifade etmiş, pek pahalı bir müttef"ıkti. Osmanlı İmparatorlu�u 'nun en kudretli za­ manlannda, lutfen verilmiş birer aufet olan bu imtiyazlar, bize dost, müttefik ve bizden himayemizi taleb ederek devletin kudretine sı�ınmış olanların, bilinmez nasıl, bize kabul ettirdikleri bu imtiyazlar, sonralan devletin içinden çıkamıyaca�ı bir takım siyasi anlaşmazlıklar meydana ge­ tirmek yolunda kullanılmış ve bundan istifade et­ mişlerdir. Sonraları kapitülasyon adını alan bu imtiyazlar, Os­ manlı İmparatorlu�u 'nun zayıfladı�ı devrelerde, yine o dost ve müttefiklerimiz tarafından (hakikaten kendileri ile dost ve müttefik oldu�umuz zamanlarda bile) daha şid­ detlendirilmiş, kapitülasyonlara sahib olamamış diger Avrupa devletleri ile Osmanlı İmparatorlu�u arasında ak-


62 / Şark M...lesl tedilecek siyasi ve iktisadi veya ticari anlaşmalarda da kıstas olarak daima göz önünde tutulmuştur. Böylece

Osmanlı

İmparatorlugu 'nun

bütün

bey­

nelmilel anlaşmalannda ve bizzat devletin hududlan da­ hilinde yaşayan halk üzerinde hakkı kazası takyid edilmiş ve binnetice Osmanlı İmparatorıugu bir kısun istiklaliiİi kaybetmiş duruma düşürülmüştür.


Şark Meselesl / 63

İKİ İMPARATORLUGUN İKİ SiYASETi 1 6. Asırdan, yani, muhteşem Kanwıi Sultan Sü­ leyman Han'ın hakikaten o pek muhteşem imparatorluk devrinden itibaren, o devrio en kuvvetli iki devleti olan mukaddes Roma - Cermen İınparatorlugu ile Fransa kral­ ııgı tarafından, Osmanlı saltanatma müteveccih ta­ kibedilen iki muayyen harici siyasetleri vardı. Bunlardan birisi, Habsburglann ŞaıK siyaseti ki bu siyaset Osmanlı İınparatorlugu'na karşı açıktan açı�a has­ mane bir siyasettir. Digeri, Burbon h3nedarunın Şark si­ yasetidir. Bu siyaset, zahiren dostane, aslında ise din'e tam manası ile Hıristiyanlık temeline dayanan hasmane bir hüviyet taşıyordu. Fakat Habsburg'lann ŞaıK meselesini hasmane bir siyaset ile halletmek istemesinden Osmanlı İın­ paratorlugu'nun gördügü zarar ile Fransa'nın aynı ŞaıK meselesi hakkını da takib ettigi dostane siyaset yolu ile meseleyi halle ugraşırken Osmanlı devletine iras ettigi zarar ve ziyan, her halde Habsburg han�arurun iras etmek istedigi tahribattan çok daha büyüktür. Fakat bütün bu degişik siyaset oyunlanna ragmen, ister Habsburg, ister Burbon'lann Fransa'sı veya isterse diger Hıristiyan milletler veya devletler, bütün bu un­ surlar Osmanlı İmparatorlugıi'na, dolayısİ ile Türk ırkına ve milletine asla dost olmamışlar, Türklere karşı ta­ kibettikleri siyasetlerinde ya Roma'daki Papa'nın ku­ kuletası veya İstanbul'daki Patrik'in tacı kendilerine reh­ ber olmuştur. Binaenaleyh, Türkler ile Avrupa arasındaki mü­ nasebetler daima bir ehlisalib zaviyesinden mütalaa edil-


64/Şark Meselesi miş, Osmanlı İrnparatorlu� 'nu parçalarnak için Avrupa devletleri, daha do�ru tabiri ile Hıristiyanlık alemi bu si­ yaseti daima birinci planda mütalaa etmişlerdir.


Şark Mesalesl/65

AVRUPA'NIN BUGÜNKÜ SİY ASETİ DE ... Avrupa'mn dünkü siyaseti, Hıristiyanlıga dayanan ve daima bir şeyler almak, İslam' ı yıkmak nokta-i na­ zanna nasıl bina edilmiş ise, bugünkü Avrupa siyaseti de, aynı nokta-i nazara dayanmaktadır. Ve Hilal ile Salib karşı karşıdır. Gelecekteki Avrupa'nın hıristiyanhga bina edilmiş siyasetinin de bir başka noktadan mütalaası böylece suya düşmektedir. Yani, gelecekteki Avrupa siyaseti de Hı­ ristiyanlık temeline oturtutacak ve Hilal ile Salib daima karşı karşıya bulunacaktır. Bu, İslamiyetın zuhuru ile bir­ likte başlayan Şark meselesinin devarnından başka bir şey degildir.


66 / Şark M....esl

iTALYA YARlMADASI'NDAKi DEVLETLERiN ŞARK SiYASETi 1 6. Asır'da Şark meselesine müessir olan unsurlar ve Bau devletleri arasında İtalya yarım adasındaki devletleri de gösterrnek lazımdır. Fatih Sultan Mehrned Han zamanında bir hayli bır­ palanmış bulunan bu devletçiklerio onaluncı asırdaki Şark siyasetleri, Osmanlı İrnparatorlu�u 'nun devlet ola­ rak kurulmasından evvel, Şark'da haiz bulunduklan büyük ticari menfaatlerini muhafaza ve devarn ettirrne�e matuf bir siyasettir. Yani, ciddi ve ehemmiyetli bir ik­ tisadi siyaset takibediyorlardı. İtalya yarımadasının co�­ rafi durumu, İtalya'lı devletlerin, bilhassa Venedi.k ve Ceneviz Cwnhuriyetlerirun, Akdeniz'in en kuvvetli ti­ careti deniz filolanna sahib olmaları, bu devletlerin büyük servetler elde etmelerine imkan sa�larnıştır. Bu tüccar ve gemici devletler, Akdeniz'in i.ktisaden mutlak hakimi olmak ve bütün bu havzanın ticaretini el­ lerinde bulundurabilmek için harb ve darb'dan çok, si­ yasetin inceliklerine vakıf olarak, bu incelikleri tatbikte maharet kazanrnı şlardır. İşte bu sebeble, yarü Akdeniz ' in bütün ticaretini el­ lerinde bulunduran ve siyasetin bütün inceliklerine vakıf olan bu devletlere karşı, Hıristiyan Avrupa devletleri daima yakınlık göstermişlerdir. Marnafih, her iki taraf da, yani hem İtalya'lı dev­ letçikler, hem di�er Avrupalı Hıristiyan devletler, Müs­ lüman Türk imparatorlugu olan Osmanlı İrn­ paratorlu�u 'na karşı aleyhde yaptı� an bütün ittifaklarda daima birlikte hareket etn1işler ve neticeyi ancak bu su­ retle istihsal edebilmişlerdir.


Şark Meselesl / 67

AVRUPA DEVLETLERİNİN 17. ASlR ŞARK SiYASETLERİ 1 6. ve 17. Asırlardan itibaren Şark meselesinin en milhim 3rnilleri Habsburg hanedfuuna mensub hü­ kümdarlan, mukaddes Roma - Cermen imparatorluk ta­ cını da haiz bulunan Avusturya devleti ile Fransa kral­ lıttıdır. Bu iki devlet ve kraliyel ailesinin arkasından 18. asır­ da Rusya ve İngiltere, Şark meselesi bahsinde hırsla ve sinsice sahneye çıktılar. Yine I 8. asırda Lehistan (Polonya) ve İsveç, Rusya ile Şark meselesi bahsinde çok ciddi bir şekilde utt­ raşmışlar ve siyaset sahnesini bir müddet kendi varlıkları ile oyalayabilmişlerdir. Bu asnn sonuna dottnıdur ki, Şark meselesine bir yeni devlet daha girer. Bu devlet Pnısya'dır. Zira 1 8 . asnn bitiminden sonra, Prnsya'nın Şark meselesinde tesirleri ciddi şekilde görülmette başlar. 1 9. asıreta Hohenzollem hanedAnının riyaseti altında vahdetini kurmuş olan Almanya, bu vahdetten sonra kuv­ vet ve kudret iktisab euniş ve Şark meselesinde dünyanın başlıca devletlerine ciddi bir rakib olmuştur. Kendisi gibi milli ittihadını yeni tamamlamış ve kur­ muş olan İtalya ile dostluk kurmatta teşebbüs etmiş bu­ lunan Almanya, bu devlet ile birlikte, üzerinde pek ehem­ miyetle durdugu Şark siyasetinde yeni bir kapı açmıştır. Almanya ile İtalya birlik olduktan sonra açtıttı bu yeni siyasi kapıya Akdeniz siyaseti adını vermiştir. Ve Al­ manya bu siyaseti ile de Akdeniz meselelerinde birinci planda bir devlet olmuş, birinci derecede rol oynamış ve Akdeniz meselesinin, yani topyektln Şark meselesinin 1 9 .


68 1 Şark Meselesi asırdan sonraki devresinde en mühim iki wısur olarak or­ taya çıkrnışlardır. 20. Asırda, infirad siyasetine saplanmış kalmış olan Amerika'nın da kendisine pahalıya mal olan bu infirad si­ yasetinden tam manası ile uzaklaşmasa bile, iktisadi men­ faatıerinin emrettigi yerlerde bu siyaseti terk ederek ha­ rekete geçtigi ve Şark meselesine müdahale ettigi ve iktisadi menfaatler peşinde koşrnaga başladıgı görülür. Osmanlı İmparatorlugu Şimal batıya dogru, yani Av­ rupa'nın içlerinde ilerlerken, Tuna'nın ortasında Slavlara tesadüf ettiler. Fakat burada asıl karşılaştıkları devlet, Türklerin kendisinden NEMÇE diye bahsettikleri Habs­ burg 'lann Avusturya'sı idi. Osmanlı İmparatorlugu, 16. Miladi asırdan başlayarak, 19. asır'a kadar, müteaddid defalar Nemçelilerle karşılaştılar. Bu devlet üzerine mü­ teaddid seferler yaptılar ve Nemçelilerle mütemadi ve de­ vamlı siyasi münasebetlerde bulundular.


Şark Meselesl / 69

AVR UPA'NIN ŞARK SiYASETi Evvela, Orta Tuna havzasıru, Macaristan ve et­ rafındaki memleketleri Osmanlı İmparatorlugu 'na kap­ tırmamak için mücadele eden ve bu siyasetlerinin aka­ mete ugradıgıru gören Habsburglann mernleketi Avusturyalıların siyaseti, 17. asır nihayetlerinden, Os­ manlı İmparatorlu� 'nun Viyana maglubiyetinden ( 1 686 Kara Mustafa Paşa'nın Viyana bozgunu) sonra bu İm­ paratorlugu Tuna'nın cenubuna atmak için gayret gös­ terir. Şark meselesi bakımından favkaliide mühim olan bu büyük vak'ayı müteakip Avusturya'nın Şark siyaseti, Vi­ yana surlan önünde maglı1b olan Osmanlı İm­ paratorlugu 'nu takibeden bir mahiyet arzetmiştir ve bu mahiyet Avusturya için, tarihi bir takibden ibarettir. Bun­ dan böyle Avusturya, Osmanlı İmparatorlugu 'nun m ühim bazı parçalarım kopanp alacak ve kendisine mal etmek gayreti içine girecektir. Avusturya böylece, Osmanlı dev­ leti hududlan içersinde bulunan Hıristiyan tebaanın da hamisi rolünü üzerine almış olmakla onları yani Hı­ ristiyan tebaayı, Türklerin zulmünden (!) kurtarmak id­ diasında bulunmuş ve bu siyaseti, Birinci Cihan Harbine kadar Rusya ile birlikte devam ettirmiştir. Fakat Avusturya 'nın Şark'da serbestçe ilerlemesine bir çok bakımdan mani olan iki Avrupa devleti vardır ki, bunlardan birisi I 6. asırdan beri Habsburglarla mücadele eden Burbon' lann Fransa 'sı digeri 1 7. asır ni­ hayetlerinden başlayarak, Hıristiyanlan Türklerin zul­ münden ( ! ) kurtaracagım diyerek Osmanlı İm­ paratorluğu 'nun mutlak hakimiyeti bulunan Balkanlar ve


70 / Şark Meselesl Dogudaki topraldan ve İstanbul 'u ilhak etmek isteyen Rusya. Karlofça muahedesi ile (26 Ocak 1 699) �m hulaı ı büyük harb'de hemen bütün Hıristiyan ilemi, Papa 'nın da feryadı ile Hıristiyan ilemini imdada çagıran dini oto­ ritesi ile imparatorun (Avusturya imparatoru) etrafında ve Türklerin aleyhinde olarak topl anmı ş bulwıuyordu. Türk­ lere karşı yürüyen bu ordu, tam manası ile bir Ehlisalib ordusu idi. Şark meselesinde Habsburg hanedamnın ha­ misi ve aynı zamanda rakibi olan Fransızlar, İmparator' a askeri yardımda bulunmuşlar v e külliyetti mikdarda as­ keri de emrine vermişlerdi. Fransızlan, hasım ve rakib bulunduklan siyasi bir cebhede Avusturya İm­ paratorlugu 'nu desteklemege sevkeden husus, hatta Fran­ sızlann Osmanlı İmparatorlugu 'nda elde ettikleri iktisadi ve ticari imtiyazlar tehlikeye girme pahasına da olsa, sa­ dece Papanın davetinden mülhemdir ve Fransa, Ka­ tolikligin hamisi rolünü böylece Papalık makamına karşı bir defa daha te'yid euniştir. Papa'nın yapugı bu davet, 14. Lui'nin Katolik da­ marlannı harekete getirmiş ve bir anda Habsburg' larla Burbon'lar arasındaki rekabeti bir tarafa itmiş ve Avus­ turya İmparatorlugu'na yardıma koşmuştur. Bütün bir Ehlisalib ordusu Osmanlı İm­ paratorlugu'nwı üzerine yürürken, Rusya da boş dur­ manuş, o da bu salib ordusuna katılmış, Osmanlı İm­ paratorlugu 'na bu harbi fırsat bilerek harb ilan etmiştir. Türklerin, hududlannın her tarafından ve aynca de­ nizden de taarruza ugradıklan bu sırada, Şark meselesinin üçüncü unsuru olan Rusya'nın da Avusturya ile müşterek hareket ettigi ve Osıtıanlı devletine karşı isyana geç­ meleri hususwıda teşvik ettikleri Sırblann, Yunanlılann,


Şark Meseleal / 71 Yunanistan, Makedonya ve Balkanlarda Osmanlı İın­ paratorlugu aleyhine kıyarn ettikleri görülür. Demek olu­ yor ki, Hıristiyan aıemi, nihayet içten ve dıştan birleşrnek sureti ile Osmanlı İmparatorlugu'nu Salibin önünde dize getirmege gayret sarfediyordu. Osmanlı İmparatorlugu'nun maglubiyeti ile ni ­ hayetlenen harb'e iştirak etmiş ve Habsburg hanedarurun galibiyel elde etmesi için çalışnuş olan Fransa, Avus­ turya 'nın, Tuna'nın cenubuna inmesini, kendisinin Şark­ taki an'anevi menfaalleri ile kabil-i te' lif gönnemiş ve Belgrad muahedesinin akdinde ( l l Eylül 1738) Osmanlı devletine yardım etmek sureti ile Avusturya'nın yolunu kesmiştir. Fransa, Osmanlı İmparatorlugu'na yaptıgı bu siyasi yardım karşıligında ise karlı çıkmış ve daha evvelce elde etmiş bulundugu imtiyazlannı yenileştirdigi gibi, bazı yeni imtiyaz ve haklar da elde euniştir. Fransa, Belgrad muahedesindeki tutumu ile Avus­ turya'nın Balkan'lara inınesini daha bir müddet en­ gelliyor ve Osmanlı İmparatorlugu 'na daha çok hulUI si­ yasetine devam ediyordu. Demek oluyor ki, Osmanlı İınparatorlugu'nun tarnarniyeti mülkiyesinde menfaalleri olan Fransa siyaseti, 1 8 . asırda, Avusturya'nın Şark'ı istilasına karşı koymak şeklinde tezahür emıiştir.


72 1 Şark Meselesi

ŞARK MESELESiNDE R USYA - AVUSTURYA İLİŞKİSİ Şark meselesinde, Avuı.tuT) . ı · ıun Rusya ile rnü­ naseretlerine gelince, Avusturya ya Rusya ile bir harbi göze alıp onu yenecek, Türkiye 'nin zabtını ve istilasım ternin edecek yahut Rusya ile uyuşacak, yani Türkiye'yi aralannda taksim edecekler veyahut da Rusya'nın kuv­ vetli .zarnanlarında, ben nasıl olsa fazla alrnayacaltırn, bari Rusya da almasın, diyerek Osmanlı İrn­ paratörlultu'nu Rusya'ya karşı müttefik olarak elde tu. tacaktır. Avusturya İmparatorlultu böylece, hem kendi rnefaatlerine hizmet etmek, hem de Osmanlı İrn­ paratorlulti.ı 'nun devlet bütünlülttinü, menfaalleri ile mu­ vazi olarak devarn ettirmek niyetinde idi. Bu siyasetin ta­ kibi ve devarnı Avusturya devleti için, bir Rusya ve Fransa tehlikes� karşısında kaçınılmaz bir zaruret ar­ zetrnekte idi. 1 7 . asnn başlarında ve nihayetlerinde Avusturya ile Rusya, Osmanlı İrnparatorlultu aleyhine tam bir ittifak içine gicnıişler · ve anlaşrnışlardı. Karlofça ve Belgrad an­ laşmalanna takaddüm eden harblerde, Rustarla Avus­ turyalılar, birlikte, Türkiye aleyhine hareket ettikleri gibi, 1 8. asır sonlannda dahi, Avusturya - Macaristan im­ paratoru İkinci Jozef, hem Venedik'i ele geçirmek, hem de Osmanl ı İmparatorlultu 'ndan bir hayli arazi ka­ zanmak maksadı ile, Rusya Çarlçesi Katerina'run hırs ve emellerine muvafık bir proje hazırlamış ve bu projeyi Ka­ terina'ya bildirmişti.


Şark Meselesl / 73

GREK PROJESİ Tarihte Grek Projesi adı ile şöhret bulan Avusturya Macaristan İmparatorlugu'nun Rusya'ya verdigi bu proje, Avusturya - Macaristan Imparatoru İkinci Jozef ta­ rafından 1 2 Kasım I 783 tarihli bir mektub ile Rus Ça­ riçesine gönderilmiştir. Grek Projesinin ruhunu teşkil eden esas maddeleri ise şunlardır:

a - Ef/ak, Buğdan ve Basarabya birleştirilerek, Din­ yester ile Tuna nehirleri arasında Rusya Çarlığına tabi büyük bir Hıristiyan devleti kurulacak. Ve bu devletin adı (Dasya İmparatorluğu) olacaktır. b - İstanbul' da Grek İmparatorluğu ihya edilecek, bu suretle bu eski - yeni imparatorluk tahtına Büyük Ka­ terina' nın küçük varisi ( esasen bu prens' e bilhassa ve kasdf olarak bu isim takılmış, bir gün tahtın varisi ola­ cağı kendisine ilham ve telkin edilmiştir.) iclas olu­ nacaktır. Bu ikinci imparatorluk da jiflen Rusya'ya tabi olacak demekti. Nihayet bu iki imparatorluğa nezaret ve icabı halde yardım için BUG ve DİNYESTER nehirleri arasındaki arazi ile Adalar denizinde (Ege Denizi) bu­ lunan adalar Rusya'ya verilecekti. Grek Projesinde Avusturya - Macaristan imparatoru İkinci Jozef'in Rusya'ya verdigi bu tavizler karşısında, kendi devleti için derpiş ettigi plan da şu idi:

Avusturya - Macaristan İmparatorluğu Eflak' ın ALOTA nehrine kadar devam eden batı kısmı ile Sır­ bistan, Bosna - Hersek, İstirya ve Malmaçm'yı, velhasıl Vidin' den Drina körfezine kadar çekilecek düz bir hattın Şimal batısında kalan bütün Osmanlı imparatorluk arazisini alıyordu. Şark' da, Osmanlı im-


74 / Şark Meeeleel

parotor/uğu' ndaki bu yağmaya, diğer Avrupa dev­ letlerinin seyirci kalmaları ve bu yağmayı uzaktan sey­ retmeleri ihtimal haricinde bulunduğundan, onlara da bir hisse çıkarılacak, Fransa'ya Mısır ve Suriye, Rusya'ya da ayrıca Lehistan anizisinden TORN ile DANZİG verilecekti. Avusturya Macaristan imparatoru İkinci Jozef, Grek Projesinde yalnız İngiltere' ye hisse vermiyordu. İşte bu projeyi yapanlarlarm beklemedikleri, ar­ zularnadıklan ve kuvvetiiyiz diyerek Osmanlı İm­ paratorlugu 'nun yagmasına sokrnadıklan İngiltere isyan etmiş ve adaletsizlik ( ! ) ile vasıflandırdıgı bu yagma da hiç bir vakit kuvveden fiil i çıkanlarnarnışu. İkinci Jozef' in büyük ürnidlerle hazırladıgı bu proje de böylece sadece kagıt üzerinde kalmış oluyordu.


Şark Meselesl / 75

FRANSA'NIN DOGU SİYASETİ AMİLLERİ Gerek merkezi Avrupa'da, gerekse dogu Avrupa'da, Avusturya

menfaalleri

ile çatışan Fransa'nın,

B irinci

Fransuva'dan itibaren dogu siyasetini tayin eden asıl amiller,

cografi

mevkii

ile

tarihi tekamülünün de­

vaınından başka bir şey degildir. Fransa'nın etrafı tabii hudutlarla, deniz, dag ve ne­ hirler ile çevrilmiştir. Fransız halkının dini, milliyeti bir­ dir. Dini ve milli vahdet, Fransız hükumetinin intizarn içinde toplanabilmesini, dahili işlerinde bilhassa idarenin gayet normal ve kolaylıkla tedviri neticesini tevlid et­ miştir. Fransa, umumiyetle sanayi ve ticaret noktai na­ zarından çok ileride bir devletti. Fransa'nın bilhassa, do­ gulu milletler ile ticaretinde mümtaz ve pek ehemmiyetli bir mevkii vardı. Her hangi bir Avrupalı tüccar, dogu'da ticaret yapmak isterse, bu, ancak Fransız bayragının hi­ mayesinde olabiliyordu. Yabancı devlet gemileri Fransız bayragı çekmedikçe Osmanlı İınparatorlugu'nun hemen bütün Akdeniz ' i tutan limanlanndan hiç bir suretle ticari emtea yükleyemez veya boşaltaınazdı. Bu hak, Fransa krallıgına bahsedilmiş bir imtiyazdı. Bu ve buna benzer imtiyazlar yüzündendir ki, Fransa, Şark'ta bütün Hı­ ristiyanların bir nevi hamisi durwnunda idi . Bütün bu şartlar 1 7 . ve 1 8. asırlarda Fransa 'nın, Av­ nıpa'da ve bilhassa Şark'ta diger devletlere üstünlügünü, harici siyasette bu devletin kuvvet ve kudretini ternin et­ miştir. Mademki Fransa, muhtelif sebeblerden dolayı, diger Avrupa'lı devletlere üstün bir vaziyette bulunuyor, o halde, gerek Avrupa'da gerekse Şark'ta, Avrupa dev­ letleri arasında takarrür etmiş münasebetlerin tagyiri,


yani mevcud muvazenenin bozulması, Fransa'nın za­ rannadır. Binaenaleyh Fransa, mevcud nizam 'a (Statüko) taraftar olmalı, yani harici siyasette muhafazakir bir hti­ viyet taşımalıdır. Dogu Avrupa 'da genişlemege çalışan, bu suretle mevcud milletler arası muvazeneyi ihlal etmek te­ şebbtisünde bulunan Avusturya - Macaristan İın­ paratorlugu, Rusya Çarlıgı ve Prnsya'nın (Almanya) iler­ lemesine ve dolayısı ile genişlemesine ve başka devletler aleyhine, bilhassa Osmanlı İmparatorlugu aleyhine ge­ nişlemesine maru olmak, Şark meselesinde söz ve men­ faal sahibi Avrupa devletleri için zaruri bir yoldu. Bil­ hassa başlıbaşına bir Şark siyaseti ile dikkati çekmiş olan ve Avrupa devletleri içerisinde, Osmanlı İın­ paratorlugu 'nda en geniş imtiyazlan, Türklerin bir liitfu olarak alabilmiş olan Fransa'nın müdahalesi ve bu ge­ nişlemeyi durdurmak istemesi, kendi menfaalleri ba­ kımından bir zamret haline gelmişti. Avusturya - Macaristan İmparatorıugu ve Rusya Çar­ ııgının, Osmanlı İrnparatorlugu aleyhine genişlemeleri ve böylece kuvvetlenmeleri, asırlardan beri Fransız ti­ caretinin en işlek pazan olan Şark'ın kapılannı Fransa'ya kapatabilir ve Fransa'yı iktisaden korkunç bir çıkmazın içine sürükleyebilirdi. Avusturya - Macaristan İm­ paratorıugu, Rusya Çarhgı ve Prnsya devletine karşı Fransa'nın an'anevi siyasetinin kullanacagı kuvvetler, Osmanlı İmparatorlugu, Lehistan (Polonya) ve İsveç dev­ letleri ile Alman müesseselerinin mevcud şekli idi. Tür­ kiye yani Osmanlı İınparatorıugu, Lehistan ve İsveç 'in is­ tiklaJ ve mülki tamamiyetini rnüdafaa ve muhafaza etmek, Almanya'nın mevcud statükoya bagh kalmasını te'min ve bu yolda ısrar etmek, Fransız an'anevi si-


Şark Meselesi / n yasetinin en tabii icablanndandı. Aksi takdirde, Avrupa statükosu bozulacak, devletler muvazenesi de�işecek ve Fransa Avrupa'da üstünlü�ünü kaybedecek aynca asırlar boyu devam ettirdi�i Şark siyaseti ile elde etti�i iktisadi menfaatleri da haleldar olacaktı. Hatta bu menfaatler ha­ leldar olmakla da kalınıyacak, Rusya, Avusturya ve Prus·­ ya arasında aynca bir yeni ve tehlikeli mevzu meydana gelecekti. Böyle bir durum ise, Fransa'mn, bilhassa Avrupa muvazenesi mevzuundaki titiz siyasetinin tamamen ak­ sine ve Fransa'mn menfaatlerine ayk.ın bir şekilde ge­ lişmesine imkan verecekti. Fakat Fransa'mn 1 7. asırdan beri devam ettirdigi Av­ rupa devletlerarası diplomatik münasebetleri tedkik edi­ lirse, sadece bu an' anevi makUl siyaseti tatbik etmedigi

\

dertıaı göze çarpar. Bazan Fransızlar, bu siyasetin tam zıddı olan bir taarnızi, istilacı siyaset peşinden koşarlar. Gerçi Fransız diplomasisinin en mümtaz şahsiyetleri olan

Kardinal

Rişliyö

ve

Mazaren,

Fransa'mn

mu­

hafazakar ve makul siyasetini en büyük bir kiyaset ve cidden takdire şayin bir şekilde tatbik etmişlerdir. Hatta önceleri bu siyaseti begenmeyen

ve

Fransız tarihinde

Koca Kral likahım taşıyan 1 4. Lui de acı ve tehlikeli tec­ rübelerden sonra «Rişliyö ve Mazaren))in siyasetini ka­ bule mecbur olmuş ve o yolda yürümüş ise de, yine 1 4. Lui'dir ki, saltanatı müddetince istilacı bir siyaset ta­ kibine çalışmış, bilhassa Şark'da, Fransa'nın asırlık si­ yasetinin ve Fransa 'nın iktisadi menfaatlerinin zıddına bir

takım hareketlerde bulunmuş ve bu hareketler Fransa'ya bir hayli pahalıya mal olmuştu. Fransa, 1 4. Lui 'nin teşviki ile istilicı bir siyaset ar­ zusuna

kapılınca,

memleketlerini

genişletmek isteyen


78 / Şark Meselesi di�er A vnıpalı devletlere mümaşat etmek, onlann ge­ nişlemelerine mUsaadekar davranarak, istila edilmek is­ tenen yerler mevzuunda taksim muahedelerine girişrnek ve böylece di�er devletlerin, Fransa için halihazırda teh­ like teşkil etmeyen nisbi kuvvetlerinin artmasına, dolayısı ile Fransa için tehlikeli olabilecek bir kuvvetlenıneye yol açmasına razı olmak mecburiyetinde kalıyordu. Almanya'nın mevcud

teşkilatırun

zaraona

olarak

Avusturya ve Rusya'nın kuvvetlerinin artmasına nza gös­ terilince, Fransa'nın beyneldtivel, yani devletler arası si­ yasette

haiz

oldu�u

mtimtaz

mevkii

tehlikeye

dil­

şiirdiikten maada, mtilki tamarnİyetinin muhafazasına dahi tehlikeli olabilecek bir takım kuvvetlerin meydana gelmesine

ve teşkiline bizzat kendisi sebebiyet vermiş

oluyordu. Bundan başka, bir defa Fransa, Avrupalı devletlerin hatın için zayıf devletlerin taksimi yoluna girdi mi, Os­ manlı İmparatorlu�u. Lehistan ve İsveç gibi, Fransa dip­ lomasisinin Ş ark'da yardımcılan durumunda olan dev­ letler de mecburiyet tahtında feda edilmeyecek mi idi. Bu ise, Fransa siyasetine zıd bir siyaset de�il mi idi? Ve ni­ hayet Fransa, Avrupa kıt'asında muharebeler, taksimlerle meşgul olurken, denizlerde rakibi olan İngiltere ' ye btitiin müstemlekelerini kapuracaktı. Zira, Fransa'nın hem Av­ rupa'da, hem de di�er kıt'alarda muvaffakıyetle harb ede­ bilecek kadar kudreti de yoktu. Muhafazakar ve istilacı gayeler arasında sallanan Fransa siyaseti, Şark'da 1 8 . asnn ortalanna do�ru. tam muhafazakardır. Fransa hariciye nazın Kardinal FLORİ ve Fransa'nın İstanbul setir-i kebiri Marki de Vilnov, Belgrad muahedesi akdolunaca�ı sıralarda ( 1 739) Avus­ turya ' ya

karşı

Osmanlı

İmparatorlu�u ' nun mtilki ta-


Şark Meselesl / 79 marniyeti için büyük gayretler saıfettnişlerdir. Bu iki Fransız diplomab, Belgrad 'da Osmanlı İm­ paratorıugu lehine sarfettikleri gayretierin de semeresini almışlar, Osmanlı İrnparatorlugu'nda elde edilmiş bu­ lwıan Fransız imtiyazi anın daha da kuvvetlendirmişler ve çok daha saglam esaslara baglarnışlardı. Böylece Os­ manlı İrnparatorlugu ' nwı malik bulwıdugu siyasi cog­ rafya içindeki iktisadi ve ticari menfaatlerini daha da tar­ sin etmişlerdi. Fransa'run, Osmanlı İrnparatorlugu'ndaki bu muvaffakıyeti için «Deriyo» diyor ki:

«Fransız tüccarlarının ticari imtiyazları tekid ve tevsi olundu. O zaman Şark yani Osmanlı İmparatorluğu bizim için geniş bir müstemleke imparatorluğu haline gelmişti. Fevkalade müsaid şartlario bizim ihracat mal­ larımızı satın alıyorlar ve yerine kendi mallarını bize sa­ tıyor/ardı. Filistin' deki mabedieri, Ortodoks/arın, Ruslar ta­ rafından diiima ortaya atılan ve her vesile ile teyid edilen iddiasına ve devamlı taleblerine rağmen, Fransız mu­ hibleri olan Kato/ik rahibler tarafindan idare olu­ nuyordu.>) Deriyo'nun bahsettigi bu imtiyaz,

1 740 tarihinde

yine bir Osmanlı atıfeti olarak Fransaya verilmişti.


80 1 Şark Meselesi

VERJEN SİY ASETİ, FRANSIZ OYUNU

18. Kont

asır'ın soniaona dogru, Fransa hariciye nazın

Verjen,

Lehistan

meselesi

Şark'da yine muhafazakar yani

münasebeti

ile

an'anevi Fransız

si­

yasetini takibetmiştir. Rusya'nın baudan ve cenub'dan genişlemesini, Osmanlı İmparatorıugu, Lehistan ve İsveç üçlü ittifakı ile önlemek ve bu genişlemege mutlaka mfu1i olmak, Fransa'run kendi menfaalleri bakırnından pek el­ zemdi. O sıralarda gayet açık bir şekilde tatbik edildigi için «Veıjen Siyaseti» diye adiandıolan bu siyasetin tatbik sa­ hası olarak seçilmiş bulunan Osmanlı İmparatorlugu, Fransa diplomasisi tarafından, Kaynarca muahedesi ile son bulacak meş 'um bir harbe sevkedilrniştir. Fransız

siyasetinin bu oyunu hakkın da müverrih

«Boıjva», «Siyaset-i Hariciye Tarihi» adlı eserinde şun­ lan yazrnaktadır:

«Bar konfederasyonunu toplayan adamları Dö Ver­ jen tuttu. Onlara para gönderdi ve onlara yardımcı ola­ rak Türk kuvvetlerini hazırladığını söyledi. Devlet-i Os­ maniye, Dö Verjen' in teşviki ile Rusya'nın Lehistan'da bulunmasını protesto etti. Ve nihayet Sultan da, Rusya'ya harb ildn etti.» Veıjen'in Şark siyaseti, Osmanlı İrnparatorıugu'na her bakımdam çok zararlı olmuştur. Türkiye, Rusya' nın Lehistan'daki mevcudiyetine müdahale ettigi

ve pro­

testoda bulundugu sıralarda, bir harbi göze alacak du­ rumda olmadıgı gibi, bir harb için de henüz hazırlıklı de­ gildi. Osmanlı devleti, Rusya önünde zayıf durumda idi. Osmanlı İmparatorlugu'nun zaaf derecesini, o sıralarda


Şark Meselesi / 81

yazılmış Tü�çe risale ve eserlerden takib .ebnek ve ög­ renmek mümkündür. · Ancak batılı tarihçiler, Fransa'nın bu siyasetini haklı bulmakta ve Türkiye'nin Rusya' yı protestosunu, yerinde ve zamanında yapılmış bir hareket olarak va­ sıflandırrnaktadırlar. Nitekim Borjva, Fransız hariciye na­ zın Veıjen'in siyasetine rnuanz olrnarnışur. Boıjva'nın, Fransa'nın bu siyaseti hakkında yazdığı şu tenkid hükmü, Fransa'nın ve baulı rnüverrihlerin Şark siyasetini hangi ölçüler içinde rnütaUia ettiklerini gösterrneğe kafidir. Boıjva bu tenkidinde diyor ki : «Fransa siyasetinin luıtası , Türklerin mağlubiyeti ile Bar konfederasyonunun bir takım ufak çete/ere dağılması ile anlaşılıyor. Zayıfların bir araya toplanmasından bir netice beklemek gayri makul idi. İttiluıd, kuvvet tevhid eder. Lakin sağlam ve canlıların ittiluıdı.» Osmanlı İrnparatorlugu'nu bu uğursuz harbe, şe­ refsiz bir siyaset ile sokan ve bu iş için devleti zorlayan Fransa siyasileri, harbe son veren Küçük Kaynarca rnu­ ahedesi (2 1 Temmuz 1 774) akdolunurken Osmanlı İrn­ paratorluğu'nu Rusya önünde tamamen yalnız bırakmış ve en küçük bir yardırnda dahi bulunmak isternerniştir. Böylece, bu ugursuz harb sonunda Küçük Kaynarca rnu­ ahedesi ile Osmanlı İrnparatorlugu, tarihi içinde bir eşi daha wr bulunabilecek en ağır bir rnuahedeyi devlet ola­ rak imza ebniş oluyordu. Küçük Kaynarca rnuahedesi sonunda eğer Rusya Ça­ riçesi İkinci Katerina, Osmanlı İrnparatorluğu'ndan, rnu­ ahede dışı yeni topraklar almak istemedi ise, bunun se­ bebi sadece Lehistan 'dır. Zira Lehistan rnevzuunda, Rusya'nın iki rakibi vardı. Ve bu iki kendisine rakib dev­ let, daima Rusya'nın karşısında bulunuyorlardı. Bu iki

·


82 / Şark Meselesi

Avrupalı devlet Avusturya - Macaristan İmparatorıugu ile Prnsya idi. Bu üç devlet arasındaki rekabettir ki, Rusya' yı büyük imparatorluk olmak, İstanbul 'u da içine alacak pek vasi bir imparatorluk olmak yolwıda ilerlemekten ala­ koymuştur. Avusturya - Macaristan İmparatoru İkinci Josef ta­ rafından işte sadece kagıt üzerinde kalan Grek Projesi ha­ zırlanırken, Fransa'nın Şark meselesinde yukarıda bah­ settigirniz gibi faal bir rolü olamazdı. Fransa'da büyük Fransız ihtiHilini teşvik ve tevlid eden sebebler ile birlikte büyük ve fevkalade tehlikeli mali kriz, 16. Lui hüktimetinin harici siyasetle faal şe­ kilde meşgul olmasına maru olmakta idi. Fransa 'nın en kritik bir devrede bulundugu bu yıllar zarfında, Fransa kendi kaderine hükmetmek için içeride çok ciddi bir takım tedbirler almak mecburiyelinde idi. Bu sebeble ve yaklaşan ihtilalin korkusu albnda kalan bir Fransa'nın, bilhassa Şark'da faal ve ciddi bir tarihi si­ yaset takibine asla imkan yoktu. Gerçi, Fransa birinci Fransuva'dan itibaren Şark'da, yani Osmanlı İmparatorlugu 'nda pek mükemmel bir takım imtiyazlar elde etmişti, lakin, aynı Fransa, bu im­ tiyazlar bahasına da olsa, Şark siyasetine dönecek veya ona permi verecek şartlara malik degildi. Muhtelif se­ beblerle çatırdayan bir içtimai bünyenin sahibi olan Fran­ sa o sıralarda işte bu durumda idi.


Şark Meselesl / 83

R USYA'NIN ŞARK SİYASETİ Fransa 'nın, 18. asır başlarından itibaren Şark'da, ge­ nişlemesine ve kuvvetlenmesine şiddetle maru oldu!!u, muhalefet ettigi ve bu u!!urda büyük gayretler sarfeuigi bir devlet vardı ki o da Rusya idi. Rusya'nın Şart<: si­ yaseti, bu asır başlarında, Rus harici siyasetinin en mühim faslım teşkil etmektedir. Rusya'nın takib ettigi ve büyük bir titizlikle üzerinde durdugu bu Şark siyaseti , yani Osmanlı İmparatorlugu si­ yasetidir ki, Saltanat-ı Osmaniye'nin zayıflamasında ve dagılmasında en çok tesir icra eden sebeblerden birisi ol• muştur. Esasen Garb devletlerinin tarihi ittifakları icabıdır ki, Rusya'nın Avrupa siyaset sahnesine cür'etkar bir eda ile girmesi, Osmanlı İmparatorlugu 'nun maglubiyetler yü­ zünden, Avrupa sahnesinden her gün biraz daha uzak kal­ masına sebeb olan İkinci Viyana maglubiyetinin patlak verdigi yıllara tesadüf eder. Rusya Çan Deli Petro 1 689 tarihinde tahta çıkmışu. 1 683 tarihinde ise Osmanlı Orduları, Başkumandan Sadnazam Kara Mustafa Paşa kumandasında olarak Vi­ yana önünden çekilerek ric 'at etmişti. Viyana ric'atinden itibaren Türkler, Avrupa'da mü­ temadiyen gerilemişler, Ruslar da fasılasız ve ekseriya Türklerin terk ettikleri araziye yerleşmek üzere iler­ lernişlerdir. Rusya'nın tebellür etmiş olan büyük Rusya siyaseti, Osmanlı İmparatorlul!u'nun terk etti!!i topraklara yer­ leşmek sureti ile kuvveden fiile çıkmış ve böylece Türk Rus çauşmalan durmadan devam etmiş olmasına ragmen,


84 / Şark Meseleel

Osmanlı İmparatorlugu ile Rusya arasındaki münasebet ve çatışmaları hazırlayan evvelce ihzar edilmiş bir çok se­ bebler mevcuttu. TÜRK - RUS ÇA TIŞMALARININ SEBEBLERİ

1 Onuncu Miladi asırda, yani Osmanlı İm­ paratorlugu henüz teessüs etmeden evvel Ruslar, Türk Altun Ordu Devletinin taarruzuna ugramadan ve Rusya istila edilmeden evvel Merkezi Hükumet olarak Kiyef şehrini kurmuşlardı. Ruslar, Hıristiyanlıgı Grek - Or­ todoks mezhebini steplerde, bozkırlarda ve Rusya'nın meskfin yerlerinde halka takdim ettiren B izanslı pa­ pazlardan ögrenmiş ve kabullenmiştir. Bu itibarla, Bi­ zans, Çarigrad (Çar şehri, Mukaddes şehir, İmparator şehri yani bu isimlerio sembolü Kostantiniyye - İstanbul) Ruslar indinde Ortodoksluk mezhebi dolayısı i le en mu­ kaddes şehir olarak anılır ve hürmet görürdü. Kiyef de, o kudsiyete temas itibarı ile bir nevi kudsiyel almış sa­ yılırdı. Kiyef' in bu kudsiyeti, Rusya'nın Ortodoks mez­ hebini kabul etmesinden sonra Bizans i le olan dini ra­ bıtalarından ileri geliyordu. 2 - Bütün Rusya, Cengiz Han'ın evladlannın ku­ mandası altında, Türk orduları tarafından zabtedilerek iki asır kadar (Miladi 1 3 . ila 1 5. asır) Türk hakanlarının em­ rine ram olmuş ve Türk Hanlar'ına, İlhanlılara haraç ver­ mişlerdir. Bu mahkı1miyet. Rusların kendi müverrihleri tarafından iddia edildigine göre, agır ve zulümkar ol­ makla beraber, Tatar boyundurugu unvanım almış ve Müslüman Türklere karşı yalınız hükümette degil, ruhaniler ve halk içinde dahi bugz ve adavet uyanmasına sebeb teşkil etmiştir. Ruslar'ın halk destanlannda Müs-


Şark Meselesi / 85 lUrnanlar diima «Mekruh Busurmanlar» diye zik­ rolunmaktadır. Ruslann Müslüman Türk tahakkümünden kur­ tulduklan sırada, mukaddes bir şehir olarak bildikleri Kostantiniyyenin yine bu rnekruh adını verdilderi Müs­ lüman Türkler tarafından fethedilişi, kin ve adavet his­ lerinin Osmanlı İmparatorlugu'na çevrilmesinde birinci plAnda müessir olmuştur. Bu bakımdan Ruslann, Müslüman Türklere karşı milli bir huswnet besledikleri görülmektedir. Yani açık­ çası, İstanbul, mukaddes şehir, Osmanlı Türklerinin elin­ de kaldıgı müddetçe bu milli kin ve huswnet devam edecektir. 3 Rusya' yı, Altun Ordu devletinin mailkurniyetinden kurtaran Moskova bey'i Büyük Knez (Ve­ liki Kinaz) Üçüncü İvan (Milidi 1 462 - 1 505) Şarki Roma'nın son imparatoru Kostanlin Paleologos'un kar­ deşi Sofia Paleologos ile evleruniştir. Ruslar bu izdivaç ile mukaddes şehir üzerindeki hak­ lannı, bir irsiyet esasına baglamışlar ve bu şehrin geri alırunasını milli bir siyaset haline sokmuşlardır. Rusya'mn, Üçüncü İvan tarafından tesbit edilen bu siyasetidir ki, asırlık Türk - Rus münasebetlerinin daima çetin mücadeleler içerisinde geçmesine vesile vermiştir. Bu mücadelelerin milırakını ise, şüphe yoktur ki, sıhriyet dolayısı ile tahtında hak iddiasında bulunmuş olan Üçün­ cü ivan'ın tesbit euigi kadim siyaset teşkil etmektedir. Ortodokslu�n en mukaddes yeri olan Kostantiniyye (İstanbul) bir başka noktadan da Rusların «mirasımızdır» dedikleri bir şehir olmuştur. Bu hadise, 1 9. asnn başında Osmanlı İmparatorl u�' nda meydana gelen Mora ve Moldavya isyanlanndan dolayı mes'ul ve müşevvik ola·


86 / Şark Meselesi

rak devrin sadnizarnı Benderli Ali Paşa tarafından Fener Patrikhanesinin kapısına asılmış olan Gregorios 'un ce­ sedini Marmara' da bulan bir Rus ticaret gemisi nin, cesedi alarak Rusya'ya götürmesinden ve Odesa'da göm­ melerinden dogmaktadır. Ruslar, böylece hem Çarigrad dedikleri şehri almak, hem de Gregorios 'un şahsında Pat­ nkhanenin ve patrikligin kendi haklan oldugunu iddia etmek gibi iki taraflı, fakat her ikisi de dine dayanan bir siyasetin tatbikçisi olmuşlardır. Hıristiyanlık alemi, Osmanlılara karşı artık birleşik bir kitle halinde çıkmaga kararlı idiler. Bu maksadla da sıhnyete büyük ehemrniyet vermişlerdir. Bu sıhnyeti kurmak maksadı ile Ortodoks kilisesi ile Katolik kilisesi arasındaki büyük husumete ragmen, Pa­ palık harekete geçmişti. Bu maksatla, Mora Hlikimi Toma'run kızını Moskova Büyük Knez'i ile evlendirrnek hususunda tavassuta bulunan Grim Papa Pi, Ortodoks ki­ lisesine mensub yegane hükümdar olan İvan'ı bu evlilikle Katoliklige celbedebilecegini düşünmüş, böylece iki ki­ lise arasında bir yakınlık kurmak ve imkan bulursa, bu iki kiliseyi birleştirmek istemişti. Bu neticeyi istihsal etmek için Grim Papa Pi, Mora Hakimi Torna'nın kızı Sofia'nın cihaz ve dügün mas­ raflannı da bizzat deruhte etmişti. Papa İkinci Pi 'nin bu düşüncesinin zıddına olarak Moskova Büyük Knez' i ivan büsbütün başka gayelerle hareket ediyordu. Büyük ivan'ın takibettigi siyaset, Fatih Sultan Meh­ med Han'ın bir darbesi ile sukut eden Şarki Roma Or­ todoks İmparatorıugu 'na bir nevi veraset hakkı kazanmak sureti ile hakim olmaga ve bu İmparatorlugu tekrar ihya etmege dayanıyordu. Mora Hakimi Torna 'nın kızı Sofıa, işte bu müşahhas siyasetin yani veraset sisteminin bir de-


Şark Meselesi / 87 Iili olacaktı. . Büyük Ivan'ın bu Grek izdivacından sonra Moskova sarayı, merasim ve teşrifat bakımından Bizans ' ı taklid et­ me�e başladı. Moskova Büyük Knez'i, Bizans 'ın im­ paratorlan Paleolo�os 'lann çift başlı kartallannı ken­ disine arma olarak kabul etti. Üçüncü ivan'ın varisi Dördüncü ivan, babasının bu iddiasını ve veraset si­ yasetini daha da ileri götürecek taç giyme merasiminde Büyük Knez unvanını terk ederek kendisini ÇAR olarak selamlattı. (Çar sıfatı da bpkı Kayzer, Çesar, Sezar gibi Garbi ve Şarki Roma'nın Yulius Sezara nisbette ta­ kındıklan fahr verici bir unvandır.) O zamanıli Rus hukukçulan, bir kısmı Bizans'dan gelen papazlardan ibaretti. Bu hukukçular, yani papazlar, Üçüncü ve Dördüncü İvan'lan Şarki Roma'nın hukuki varisi tel3.kki ediyorlardı. Ve Moskova beylerinin hareket ve fikirlerini o veraseti taleb ve istihsale imale etrne�e büyük bir gayret sarfediyorlardı. Onların fikrine göre, Türklerin İstanbul 'u fethetrnelerinden itibaren im­ paratorluk, Ortodoksluk ve Sofıa vasıtası ile Moskova Büyük Knez'lerine intikal etmiştir. O sıralarda metropolit Zosima Üçüncü ivan'dan bahsederken: «Nasraniyetin (Hıristiyanlığın) hamisi, bütün Rus­ yalıların sahib ve hakimi, yeni şehir Kostantiniyye olan Moskova' nın yeni Kayzer Kostantin' i Büyük Knez ivan' ın oğlu Vasi/' i Cenab-ı Hak takdis etti.» diyordu. Di�er bir papaz, İvan'a yazdı�ı bir mektubda, «iki Roma 'sukut et­ tiler, üçüncü Roma Moskova' da duruyor ve ilelebed du­ racak/ır. » diyordu. Şarki Roma'nın Moskoflar vasıtası ile ihyasına ça­ lışan bu ruhanilere göre, Moskova üçüncü Roma, Mos­ kova beyleri yani Knez' ler ise Roma Kayzerleri olu-


88 1

Şark Meselesi

yorlardı. Büyük Knez müdhiş ivan'ın kendisini Çar ilan ettirmesi, bu nazariyeyi resmen kabul etmesi demekti. Ruslar, Şark'da takib ettikleri Müslüman - Türkleri kovmak siyasetini, iktisadi ve dini siyasetini, bu za­ mandan başlayarak cenubta da tatbik etmek isteyecekler, Cenuba ve istanbul'a yerleşmiş olan Türkleri maglub ederek, mahkfun telMdd ettikleri dindaş ve ırkdaşlannı kurtarmak için harekete geçeceklerdir. Ve Büyük Knez Çar Dördüncü ivan, bütün Ortodoks aleminin yegane hakimi olmak, Şarki Roma'yı Rus eli ile tekrar ihya etmek emelini besleyecektir. Ruslar, kendilerini Bizans' ın varisi addediyorlardı. 4 Onyedinci asnn siyasi taksimauru gösteren bir Avrupa haritasına şöyle bir bakılacak olursa, Rusya'nın iktisadi ve içtimai noktai nazardan harici siyasetinin ne olması icab ettigi kolayca görülebilir. Moskova Çarlıgı sahillerden, sıcak ve mutedil ülkelerden (yani garbi Av­ rupa ülkelerinden) haftalarca uzak bir yerde, senenin büyük bir kısmını kar ve buzlarla örtülü olarak hayatsız geçiren geniş, düz ve az münbit bir ovaya yayılmıştır. Bununla beraber halkı sür' atle artmakta olan bir mem­ lekettir. Moskova devleti ahalisini geçindirebilmek, hal­ kına Garb medeniyetini aşılayabilmek için devletlerle ik­ tisadi, fikri ve medeni münasebetlerde bulunrnaga mecburdu. Halbuki Rusya için bu münasebetleri temine mani haller ve manialar vardı. Rusya, zengin ve medeni, kuvvetli bir Avrupa! devlet olmak isterse o manialan ve halleri ortadan kaldırmak zamretinde idi. Yani Rusya'yı çeviren etrafındaki yabancı tovrak.lan zapt ede ede mu­ tedil bir iklime, deniz sahillerine çıkması, Garb devletleri ile temasa gelmesi, her bakımdan Avrupa ile mübadele esasına dayanan bir vasat yaratması icab ediyordu. Bu -


Şark Meselesi/89 husus, Rusya için pek ciddi bir zamret idi. Rusya ya­ şayabilmek için, deniz ile Avrupa ile kendi arasında bu­ lunan devletlerin arazisini istila etmek zamretinde idi. Hı1Iasa Rusya'nın, Garb'a ve Cenub' a dogru ge­ lişmesi ve genişlemesi, cografi durumunun hu­ susiyetlerinden meydana gelen bir hadise idi. Bu mec­ buriyel bir iktisadi ve medeni ihtiyacın kaçırulmaz neticesi idi ve Rusya, Cenub' a inerken, bittabi Tür­ kiye'ye, yani Osmanlı İmparatorıugu'na çarpacaktı. Bu son hayati sebeb, Rusya'nın cenuba inmesinde, yani Os­ manlı İmparatorlugu 'na çarpmasında en esaslı ve asli se­ bebtir. İşte şu dini, milli, iktisadi, siyasi sebebler, Rusya'nın harici siyasetini Miladi 1 8. asnn başlangıcı tayin eder. Hatta bu siyaseti Rusya için emreder. Birinci Petro, Rusya'nın nelere muhtaç oldugunu, ne yapmak Hizım geldigini pek iyi biliyordu. Petro, Rusya'nın dahili ve harici siyasetinin programını tayin etmiş bir vasiyetnameye hatta bir programa bile hacet yoktur. Rusya'nın cografi durumu ve ondan meydana gelen tarihi an ' aneciligi, takibedilmesi Rusya için şart olan si­ yaset hususunda ortaya çıkan en tabii bir programdır. Rusya'yı idare edenler bu siyaseti takibe mec­ burdular. Fransız müverrihi Alber Soreli bu mevzuu ted­ kik ve tahlil ederken, Fransa'nın cografi durumu ile tarihi an'aneviligini hatırlayarak, Rusya'nın Meta tabiatı eş­ yadan dogan bu harici siyasetine gıpta eder. Ve «Böyle vazılı ve zaruıi bir hattı hareketin vücudu bir devlet için büyük bahtiyarlıktır.» der. Hasılı, Rusya'nın harici si­ yasetinin zarureti genişlemektir. Rusya istila adımlanın mutlaka cenuba dogru atmaga mecbur idi.


90 1

Şark u.......

Vakıa Rusya, 1 8. asırdan evvel, büyük şehirler ba­ kımından Şark'ın medeni merkezlerine yetişerek onlarla münasebetler kurmak, iktisadi mübadelede bulunmak üzere Şark'a ve cenub Do�'ya ilerlemiştir. Hatti Dogu'nun, ki 17. asır'a kadar batıya bir nevi iktisadi ve medeni üstünlügü devam etmiştir. Rusya'run, medeni ihtiyaçlarını ve medeniyeti bir de­ receye kadar temin ettigi muhakkaktır. Asıl 17. ve ve 1 8 . asırlardan itibaren Rusya'da batı !lemi ile münasebetler kurmak lüzumu h!sıl olmuştur. Rusya, Batıya dogru ilerlerken, lsveç ve Lehistan'a (Polonya'ya) cenuba dogru yürürken, Türkiye'ye (Os­ manlı lmparatorıugu ve ona tabi Kınm Hanlıgına) te­ sadüf edecektir. Binaenaleyh, Rusya, 1 8 . asır başından itibaren belli başlı harplerini İsveç, Lehistan ve Osmanlı İmparatorlugu ile edecektir. Hayati, iktisadi ve medeni mecburiyeller ile üzerlerine musallat oldu� İsveç, dinen Protestan, Lehistan Katolik, yani Ruslar nazarında Rafizi, Osmanlı İmparatorlugu ise, Müslüman, yani , Ruslara göre dinsizdir. Binaenaleyh bu memleketler aleyhine harb, dindarhga fazlası ile meyyal Rus halkının, din düş­ manlanru ezmek arzusuna da tamamen uymakta idi. Bil­ hassa Tüı1der, Rus'lann nazannda mukaddes Kos­ tantiniyye'nin gaasıbı ve tahribkan, din düşmanı ve ırklannın hasrnıdır. Halkın ruhuna İstanbul 'u tekrar Türklerden geri almak, Ayasofya'yı tekrar kurtarmak his ve fikri yer­ leşrnişti. 19. asır'da bu dini hissiyata Slavlık fikrinden neş'et eden bir de milli his inzimam edecek ve Ruslar Türklere karşı korkunç bir düşman olacaklardır. Bu suretle Türkler aleyhindeki haıb d!ima bir nevi ehlisalib muharebesi, bir


Şark Meselesl / 91 nevi CiMd-ı Mukaddes mahiyetini alacaktır. Bu temel görüşten sonra Albert Sorell'in, Rusya'nın harici siyaseti hakkındaki görüşü şöyle husa.sa edilebilir: «Rusya'nın iktisadi, medeni, dini ve milli ihtiyaç ve ihtiraslan, harici siyasetini hep bir cihete sevkediyor ve bunun içindir ki, Rusya'nın siyaset-i hariciyesi sade, müstakar ve muvaffakıyeti istilzam etmektedir. Filvald Rusya'nın tahb hükümdarisinde büyük Katerina gibi si­ yaset dAhileri de otursa ·azimsiz, akılsız, cılız ve hasta Pavel ve Petro'lar da bulunsa, devletin idaresi bir takım mürtekip, müşteri, ahlaksız nedimler, muaşıklar elinde de kalsa askeri ihtiHilleri, saray entrikalan ve inkılaplan tah­ tın etrafını kana da bulaştırsa, Rusya 'nın dahili, Kazak k.ı­ yamlan, köylü isyanlan ile yanıp kavrulsa da, Rusya si­ yasetinin 18. ve 19. asırlarda mütemadi muvaffakıyetlerle devamını, Rusya'nın genişledikçe genişledigini, kuv­ vetlendikçe kuvvetlendigini görüyoruz. Bu tekamül adeta tabii bir gelişme gibi oluyor» 1 8 . Miladi asnn başlangıcında ve sonunda Çarlar tahtında Rusya'nın iki en büyük imparatoru oturuyordu. Birinci Petro Çar unvanını da kafi görmeyerek halkın talebi üzerine kendini imparator ilan etmişti. Ve bu ilan münasebeti ile çıkarılmış olan madalya'ya (Petro Grek imparatoru) diye yazdırarak nerelere göz dikligini izhar etmiştir. Mamafıh Petro, Rusya'yı Baltık denizine çı­ karmış ise de Karadeniz' e ancak yakınlaştırabilmişti. Asıl 1 8 . asır sonlarına dogru Rusya'yı idare eden İkinci Katerina'dır ki, Rusya'nın izah ettigirniz harici si­ yasetini Türkler Leh ' liler zararına, fevkalade maharet ve muvaffakıyetle idare ve tıt.tbik etmiştir. Albert Sorell, Katenna hakkında «Rusya, bu Alman

prensesinden daha ziyade Rus bir hükümdara ma/ik ola-


92 1 Şark Meselesi

mamıştır.» demektedir

Katerina'nin Lehistan ile oldugu gibi Osmanlı İm­ paratorlugu hakkındaki siyaseti de, bütün memleketi ya­ lınız kendi eline, Rusya'ya geçirmektir. Prusya ve Avus­ turya, Katerina'nın onune dikilip birer hisse istediklerinden ve onların taleblerine tamamen muhalefet etmek kudretinde oldugundandır ki, Lehistan ve Osmanlı İmparatorlugu'nda taksimiere razı olur. Fakat imkarn bul­ dukça da nza gösterıneyerek bilhassa Lehistan 'da sta­ tükonun muhafızlıgını yapar. Manevi şahsiyetleri büyük iki devletin, Lehistan ve Osmanlı İmparatorlugu' nun Rusya ve Avusturya bı­ çaklan altında nasıl idame-i hayata çahştıklannı ve düş­ manlannın onlan nasıl parçalamaga ugraştıklannı, bu büyük tarihi faciayı, Sorell, « 1 8. asır'da, Şark meselesi» adlı kitabında ço� canlı bir şekilde izah etmektedir. Katerina, Kaynarca muahedesi ile sersemleşen Os­ manlı İmparatorlugu 'nu ikinci bir darbe ile büsbütün de­ virmek istemiş ve bundan meşhur (Grek Projesi) - 1 78 1 meydana çıkrnışur ki, tatbik olundugu halde Türkiye'nin bir kısmı Rusya ve Avusturya arasında taksim ediliyor, diger bir kısmı da Bizans İmparatorlugu 'nun ihyası sureti ile yine Rusya eline geçiyordu. Lakin bu proje, sadece kagıt üzerinde kaldı ve adı tarihe geçecek olan Grek Pro­ jesi, devletlerin hariciye nezaretlerinin mahzenleı:inde saklandı. 1 8 . asır yahnız Lehistan'ın diri diri parçalandıgını görerek tamamlandı. Osmanlı İmparatorlugu düş­ manlannın arzu ve ümidlerine ragmen, 19. asır sonıma dahi sag ve salim ulaşu. Lakin 1 8 . asır başlarında Rusya Baltık denizine vasıl oldugu, Avrupa devletleri ile temasa geldigi gibi, asnn nihayetinde de aruk Karadeniz'e ta-


Şark Meselesl / 93

mamen iruniş, Kınm Hanlıguu tamamen yok etmiş ( 1 784) yani yukanda izah edilen siyasetini kısmen ta­ hakkuk ettirmiş bulunuyordu. 1 9. asırda yine bu hareket devam edecek, Rusya dip­ lomasisi, o bir sürü siyasi dalaveresine ırk esasını, Slav 'lık fikrini de ilave edecek ve fakat gerek önüne çıkan devletlerin tesiri, gerek ırk meselesinin Romanya ve Yunanistan' ı onun siyasetinden ayırması, gerekse Devlet-i Aıiyyenin Garb teknik ilminden istifadeler temin etmiş olması neticesi olarak Rusya o kadar ileriye gi­ demiyecektir. Garb devletlerinden Fransa, 1 8. Miladi asırda Rusya'nın cenuba dogru genişlemesine siyaseten maru olmak istemişti. Aynı asnn sonlannda, Garb dev­ letlerinden birinin, İngiltere'nin de Şark siyasetinde aynı gayeyi takib ettigi , yani, Rusya'nın bogazlara ve Ak­ deniz'e çıkmasına mürnanaat etmek istedigi görülür. İn­ giltere'nin Şark siyaseti de, umumi harici siyasetirİde 18. asır sonlarından itibaren gayet mühim bir mevki tutar.


94 / Şark Meselesi

İNGİLTERE'NİN HARİCİ SİY ASETİ İngiltere'nin harici siyasetini ve binaenaleyh Ş ark si­ yasetini vaziyet ve umumi alıvali tayin etmiştir. İngiltere bir adadır.

Bu adada bol bol maden kömürünün bu­

lunması ve buhann muharıik kuvvet olarak keşfi, İn­ giltere'de büyük sanayiin dogmasına sebeb olmuştur. Büyük sanayiin mevcudiyeti iptidai maddelerin bol mik­ tarda ihtiyaç hissettirmesi, mamı11

malların ihracı lü­

zumunu intaç etmiş, yani büyük mikyasda ticareti icab et­ tirmiştir. Demek oluyor

ki,

İngiltere, sanayii kuvvetli ve

tüccar bir ada devletidir. İngiltere

ada

olunca, oradan dünyanın diger kı­

sımlanna giden büyük yollar da bittabi denizden olur. İn­ gilizler fabrikalanna lazım olan ham maddeyi deniz yolu ile getirmek, mamı11 maddelerini de dünyanın dört bir ta­ rafına deniz yolu ile sevketmek mecburiyetindedir. Bi­ naenaleyh, İngiltere 'nin denizlere biikim olması, bu şart­ lar

muvacehesinde

kaçınılmaz bir

mecburiyettir.

Ve

zaruridir. Bundan başka, aynca ham madde tedarik ede­ bilecek bilecegi

menbalar

ile

mamCil maddelerini

mahreçler de bu

siyasete

ihraç

uygun .o1arak

ede­ İn­

giltere 'nin elinde bulunmalıdır. İngiltere'nin harici siyaseti, coğrafi vaziyeti (ada oluşu) ile milli meşguliyetinden (sanayi ve ticaret) mey­ dana geldiği için tabiidir ve binaenaleyh sabit bir po­ litikadır. İşte İngiltere'nin bu sabit siyaseti şu üç cümle ile bulasa edilebilir:

1

-

Denizleri kendi ticaret filolanna serbest veya

hakimiyetinde bulundurmak,

2

-

Ham maddesi bol, binaenaleyh alınıp yerine


Şark Meselesl / 95 mamil.l eşya satılabilecek müstemlekelere mank olmak,

3

-

Müstemlekelerin her türlü menbalanndan istifade

eunek. İngiltere'nin denizlerde kendi lehine olarak deniz ti­ careti ve seyrüseferi elinde bulundurması, müstemlekeler elde edi � onlan elden kaçırmaması, dünyanın her ta­ rafında m'am il.l eşyayı satabiieceği pazarlar temin eunesi ve en nihayet asıl İngiltere adasını, anavatanı müdafaaya muktedir olması, ancak kuvvetli bir donanınaya m3lik ol­ makla mümkündür. İşte buna binaendir ki, İngiltere dün­ yanın en büyük donanmasına m3lik olmuştur.


96 1 Şark Meselesi

KARLOFÇA ve KAYNARCA MUAHEDELERİNİN ZARARLARI Katerina, Osmanlı İmparatorlugu 'nu seneler süren çetin ve yorucu harblerle maglıib ettikten sonra bir kaç saat içerisinde meş'um Kaynarca muahedesini ( 1 774) imza ettirdi. Karlofça muahedesi Türkleri Orta Avrupa'dan çı­ kararak 17. Miladi asırda buralardaki biikirniyetine son verdigi

gibi,

K aynarca

muahedesi

de

Osmanlı

İm­

paratorlugu 'nun içine tefrika ve tahlil tohumlan ekdi.

19. asırda Osmanlı devleti dört bir tarafından ke­ silmek ve parçalamaktan ziyade, içinden parçalanacak, taksim edilmekten fazla iç bünye itiban ile kısırnlara ay­ olacaktır. Bu aynlık ve parçalanmayı ason başlanndan itibaren devam ettiren inkılapların barutlannı, fitilierini resmi olarak ilk defa Rusya, Kaynarca muahedesi ile Os­ manlı İmparatorlugu 'nun her tarafına yerleştirdi. Lakin Rusya'nın bu kundaklarnalanna zernin hazırlayan en zi­ yade Bizans 'ın döküntüleri olmuştur, Ezcümle B izans pa­ pazlan, ta Petro zamanından itibaren Birinci Katerina Eli­ zayna ve İkinci Katerine devirlerinde Rusya'nın bütün Hıristiyan halkını Osmanlı

hiikimiyetinden kurtaracagız

fikirlerini, o zamanlar ırki fark gözetmeksizin bütün Or­ todokslar arasında neşrediyorlar ve böylece, Rusya'yı Or­ todokslugun bir kurtarıcısı ve hamisi gibi göstererek Os­ manlı

reayasını

fikren

ve

hissen

Ortodokslugun

menfaatlerine baglıyorlardı. İkinci Katerina zamanında bu teşvik ve tahrikler daha büyük mikyasda icra olundu. Kaynarca muahedesi, Rusya tarafından Osmanlı Dev­ letinin Rusya' yı Hıristiyan tebaasının adeta hamisi gibi


Şark Meselesl / 97 resmen tanıması suretinde tefsir olundugundan, bu te­ sirler ve tahrikler bittabi arttı ve kısmen aleni bir şekil aldı. Demek oluyor ki, 1 8. asırdan itibaren Rusya'nın dini siyaseti, Şarki Roma'dan hakimiyet arzuları çok faal bir duruma giriyor, şekilleşiyor ve Kaynarca muahadesi ile bu yolda en mühim bir adım atılmış oluyordu.


98 / Şark Meaeleal

İNGİLİZLERİN SOGUKKANLILIGI İngiltere 'nin deniz kuvveti, tabiatın kendisine yük­ ledigi tabii ve zaruri bir siyasetin neticesidir. İngilizler gayet müteşebbis, cesur, netisierine gü­ venen, inatçı, gururlu, haşin ve ciddi adamlardır. Bu mil­ letin ırki mümeyyiz vasıflan işte bunlardır. İngilizler, bu vasıflanru, tabiatın kendilerine çizdigi büyük bir denizci devlet olmak siyasetlerine ilave etmişlerdir. Hatta buna ilave etmişlerdir de diyemeyiz. İngilizler bu siyasetlerini şahsiyetlerinin temeli haline getirmişlerdir. İngiliz siyaseti onun içindir ki, müteşebbis ve cesur, inatçı ve muteazzım, ciddi ve gururludur. İngiliz siyaseti, İngiltere'nin maddi menfaatlerini araştınr, bulur ve büyük bir dirayetle bunlan milli menfaalleri is­ tikametinde kullarur. Onun içindir ki, İngiltere'nin bu si­ yaseti, tam manası ile bir menfaat siyasetidir. Vak.ıa diger devletlerin siyasetleri de aynı gayeyi istihdaf eder ve ga­ yeye varmak ister. Fakat İngilizler kadar bu si­ yasetlerinde maharet ve azim göstermezler. İngiliz si­ yasetinin temeli, tabiatın çetin şartlan karşısında ister istemez ticarete baglanmış ve İngiliz siyasetinin temeli olmuştur ve ona baglıdır. Daha dogru bir ifade ile İn­ giltere siyaseti, İngiliz ticaretinden, İngiliz ticari men­ faatierinin bir kısmından ibarettir. İngilizler harbi, büyük faiz ile para yatınlacak bir iş gibi tel3.kki ederlerse, dü­ şünmeden, çekinmeden ve her riski göze alarak kabul ederler. Fakat bu demek degildir ki, İngilizler daima harbi tercih ederler. Bilakis İngilizler, sulh'u harb'e daima tercih etmişlerdir. Zira ticaret daha fazla sulh dev­ resinden müstefid olur. Zira ticaret, ancak sulh'un devam


Şark Meselesl / 99 etti�i devrelerde yapılabilir. Gerçi bu husus 1 9. asır için böyle olmasına ra�men, modem ça�larda yani 20. yüz yılda bir mütearife olmaktan çıkmış ve İngilizler için haıplerin başlaması ve devarnı da bir ticaret mevzuu ha­ line girmiştir. İngilizlerin menfaatleri harbi mecburi kılarsa, o zaman da, nihai noktaya kadar yani harbi mutlaka ka­ zanıncaya kadar, muvaffak oluncaya kadar bUyük bir inad ile devam ettirirler. Ve gayet çetin bir surette harb ederler. İngilizlerin 17. asnn başlarından itibaren, Hin­ distan' a yerleşme�e başlamış olduklan tarihten 17. ve 1 8. asırlar devarnınca Hindistan' da ve Hindistan yollannda Fransa 'nın rakip ve hasmı olmuşlardır. Fransa ile İngiltere, Akdeniz'de uyuşmazlar. Zira Hindistan'ın kervan yoUanna yalnız Akdeniz'den gi­ dilebilir. Şark. ticareti ancak Akdeniz yolu ile yapılabilir. O zamanlar Akdeniz'de en fazla nüfuz ve itibar sahibi devlet, Fransa'dır. Şark milletleri ile ticaretin hemen en bUyük kısmı Fransızlann ellerinde idi. Ve Fransızlar bu ticaretlerini birinci Fransuva zamanından beri büyük bir titizlikle mUdafaa ve büyük bir gayretle yürütmekte idi­ ler. İngiltere, Akdeniz'in hakimi olmak, Hindistan'da kurdu� hakimiyetini devarn ettiernek ve bu bUyük, ticari bakımdan fevkalacte memleketi elinden kaçırmamak için, memlekete giden yollann başlıcası olan Akdeniz' de hakim olmak, Fransa ' yı gerek siyaseten, gerekse ik­ tisaden Akdeniz'de işgal etti�i mevkiden uzaklaştırm ak istemiştir. İngiltere'nin, Frarisa'yı Akdeniz'den çıkarmak için kendince haklı buldu�u sebeblere, Şark meselesi ile


100 1 Şark Meselesi

alakalı olmayan diger sebebler de inzimam edince 1 7. ve 1 8. asırlarda İngiltere ve Fransa birkaç defa harb etmek mecburiyelinde kalmışlardır. Ve bu harblerde umu­ miyetle Fransa maglôb olmuştur ki , bu muvaffakiyetsiz harblerden birisi de, Fransızlann Hindistan müs­ temlekelerini tamamen elden çıkarmalan ile son bul­ muştur. Fransa'nın Hindistan'da hakimiyet ve nüfuzu kay­ boldugu sıralarda Akdeniz'de de itiban eksilmişti. İşte, Fransa'nın Akdaniz'de itibannın sarsıldıgı sıralarda, yani 1 8. asnn nihayetlerine dogru, Şarki Akdeniz'de Hindistan yollan üzerine, diger bir rakip devlet meydana çıkmıştı. Bu rakip devlet Rusya idi.


Şartc: Meselesl / 101

İNGİLİZ - RUS MÜNASEBETİ O zaman, yani 1 8. asnn soruanna kadar İngiltere­ Rusya münasebetleri pek iyi degildi. Çünkü, ticaret nok­ tai nazannd a İngiltere ile Rusya arasındaki münasebetler henüz inkişaf etmişti. Rusya İngiltere'nin sanayiine ve İn­ giliz ada halkının beslenmesine lüzurnlu olan maddeler (bugday, kereste, tomruk, kenevir, demir, v.s.) gön­ deriyordu. İngiltere ise, Rusya'ya karşılık olarak, parasa az ve sanayii henüz gelişmemiş olan bu devlete mamul demir, dokuma, ziynet ve sefahat için lüzumlu yükte hafif pa­ hada agır eşyaya anavatandan, kahve, şeker, kakao ve em­ sali gibi mahsullerini de müstemlekelerinden gönderirdi. 1 8. asarda Rus - İngiliz ticareti İngiltere lehine pek ziyade inkişaf etmiş bulunuyordu. Fakat Rus - İngiliz mü­ nasebetleri sadece ticari sahaya inhisar etmiyordu. Bu münasebetler bir başka noktaya kaydmlrruş bulunuyordu. Bu nokta içtimai saha idi. Gerçekten Rus - İngiliz ticari ve iktisadi münasebetleri bizzarure içtimai sahada da ken­ dini göstermişti. Londra'da Rus muhipleri cemiyeti mev­ cud oldugu gibi Petersburg (Leningrad), Moskova gibi büyük Rus şehirlerinde de ve bilhassa asilzadeler ve aris­ tokratlar arasmda Anglofil'ler, hatta Angloman'lar büyük ekseriyeti teşkil etmekte idiler. . Böylece İngiltere, rahat ve emin bir şekilde Rusya'run idareci kadrosu içinde müstakbele aid bir takım köprü başlan kurmuş oluyordu. 1 8 . asnn sonuna degin dünya kadar, dünya umumi efidin da bu hadiselere tabii menfaatler diye bakmakta idi. Ancak, dünya umumi efkan ile İngiliz umumi


102 / Şark Meselesi

efkanrun bu ballisteki noktai nazanru ayn ayn mütalia etmek zaruridir. Yukanda da işaret edildigi gibi, İngiltere'nin tabiat tarafından kendisine takibetmesi pek lüzumlu ve zaruri bir siyaset olarak i lham edilmiş bulunan büyük deniz bahri kuvvetine dayanmak ve bir çok maddeden mahrwn adalar halkını beslemek için (bu bahri kuvvete da­ yanarak) büyük bir ticari kabiliyet ve ihtisasına sahib olmak hasleti, İngiliz milletini diger dünya dünya mil­ letlerinden ayırd etmektir. İşte bu sebeble İngiltere'nin Rusya'da kurdugu bu Anglofil ve Angloman mü­ esseselere benzer müesseseleri, kendi hayati ehemmiyeti haiz ticareti için hemen dünyanın her tarafında kurmuş ve bundan da azami şekilde istifade ettniştir. İngiliz milletinin adeta lazım gayri müfakiri haline gelen bu ticari hasletidir ki , İngiltere'ye büyük ve ci­ hanşümul bir ticaret imparatorluğu kurmak imkanını ver­ miştir. Ve dünya haritası üzerinde İngilizlerin hasletlerini tatbik edebilen bir ikinci millet de mevcud değildir. 1 8 . asnn son yirmi beş senesine dogru Avrupa siyasi ufkunda Rus - İngiliz rekabeti ve hatta husumeti be­ lirmeğe başlamıştır. Bu husumetin ve rekabetin en büyük sebebi, İngiltere'nin Hindistan'a iyice yerleşmesi ve Rusya'nın, Sibirya'da ve orta Asya Türk illerinde her geçen gün cenuba biraz daha sarkınakla beraber, Hin­ distan yollanna hakim noktalara yerleşmesidir.


Şark Meselesl / 103

İNGİLİZ T AKTİGİ, RUS KABALIG I Ancak bu karşılıklı yerleşme devam ederken takip edilen usuller daima birbirinin zıddı olmuştur. Rusya, 1 6. asırdan itibaren Orta Asya'daki Türk yurdunda ve Si­ birya'da yerleşme�e başlarken, kuvvet ve kudreti daima başta ve ön planda tutmuş, askeri hareketleri genişleme siyasetinin nazımı yapmıştır. Buna mukabil İngiltere, harbsız ve darbsız bir yol takibetmiş ve ticari hulı1l si­ yaseti, İngiliz yayılma ve genişleme siyasetinin temeli ol­ muştur. Onun içindir ki, İngiltere harbden ziyade maharet ve siyasetle Hindistan'a yerleşirken, Ruslar Kafkasya' ya ve Orta Asya'ya do�ru yürüyerek Hindistan'a yaklaşıyor ve Hindistan yoluna, Türkiye 'ye, Akdeniz'e do�ru da miltemadiyen ilerliyordu. Daima hatırda tutulmalıdır ki, Hindistan'ın e n kısa deniz v e karayolu Osmanlı İm­ paratorlu�u 'ndan geçmekte idi. Daha o zamanlar Süveyş kanalının açılmasını düşürunüşlerdir. Zira böyle bir ka­ nalın açılması, İngiltere'yi en kısa yoldan Hindistan' a ulaştıracak fevkalade iktisadi bir yol olacaktı. Bunun ayn bir manası da, İngiltere'nin Hindistan'da kalabilmek için Hindistan' a giden gerek kara, gerekse deniz yoUanna hakim olmak mecburiyeti idi. Yani Ak­ deniz ve hatta Akdeniz'in Do�u havzası ve Akdeniz'in di�er denizlere ba�landı�ı noktalar, ticaret gemilerini u�­ rama�a mecbur bulundu�u liman ve mıntıkalar, İn­ gilizlerin imparatorluk menfaatleri için ellerinde bu­ lunmalı idi. Cebelitank, Malta, Süveyş kanalı, Kıbns, Mısır, Ara­ bistan, Irak ya tamamen İngilizlerin olmal ı , yahud İngiliz ticaret imparatorlu�una zarar vermeyecek kadar zayıf, İn-


104 / Şark Meselesi giltere 'nin arzulaona tabi bir veya bir kaç devletin idaresi altında bulunmalı idi. �

bir

Bu husus, İngiltere'nin Şark siyasetinde de�işmeyen prensiptir

ve

İngiliz

siyasetinin

en

mühiın

düs­

turlanndan sayılır. Bununla, bu basit düstur ile Ş arkta ce­ reyan etmiş ve halen etmekte olan bütün vakalann sebeb ve mahiyeti anlaşılabilir. Akdeni z ' in Şark kısmını tamamen kuşatan ve Hin­ distan' a giden bütün ticaret yollan ile kadim İpek Yolunu da kontrolu altında bulunduran Osmanlı İmparatorlu�u İngiltere menfaatlerine tamamen muhalif bir mevkide bu­ lunuyordu ve İngiltere için bu devletin varlı�ı tehlikeli addediliyordu. Fakat İngiltere, bilhassa

19. ason baş­

lanndan itibaren takibetti�i mahirane siyaseti ile Tür­ kiye'yi, İngilizlere zarar vermeyecek bir duruma getirmiş bulunuyordu. Gerçi Osmanlı İmparatorlu�u İngilizlere zarar verecek derecede kuvvetli olmamakla beraber, di�er devletlere karşı kendini büsbütün müdafaa ederniyecek kad� da zayıf de�ildi. Osmanlı İmparatorlu�u henüz ken­ disini müdafaa edebilecek halde idi. Fakat haddı zatında Osmanlı İmparatorlu�u kendisini müdafaa ederken, is­ temeyerek İngiltere'nin Hindistan müstemlekesine giden ticaret yollarını da müdafaa etmiş oluyordu. Binaenaleyh, Osmanlı İmparatorlu�u bu v�ifesini ifa ederniyecek de­ recede zayıftatılır ise, İngiltere, onun kuvvetlenmesine, hiç olmazsa statükoyu muhafaza etmesine hizmet etmiş ve çalışmıştır. Fakat kendisine kafa tutacak, arzulaoru kabul

etmeyecek

bir

Osmanlı

İmparatorlugıt'na

İn­

giltere'nin tahammül etmesi bahis mevzuu olmazdı. İngiltere

için, Osmanlı

İmparatorlu�u 'nun sadece

kuvvetlenmesi ve kendisine kafa tutacak hale gelmesi de�il. fakat kuvvetlenmesi ve bir başka devlet ile İn-


Şark Meselesl / 105 giltere aleyhine tecelli edebilecek bir siyaset takibetmesi de mevzuubahis olmazdı. O taktirde, İngilizlerin siyaseti derhal bu devleti ezmek için harekete geçer ve buna mü­ saade etmezdi. İngiltere böyle bir siyasete müsaade ettigi takdirde, bizzat Osmanlı İmparatorlugu'nun veya bu İm­ paratorlugun dostu İngiltere'nin, cihan hakimiyeti si­ yasetine bir tehlike teşkil eder. Billıassa İngiltere'nin rakip ve hasım devletlerin ta­ raftartıgını yapıp da İngiltere'ye karşı koyacak bir devlete İngiltere, Akdeniz'in bu kısmında asla tah ammül eunez. Yukandaki bu umumi mütalhlanmızın 1 8. asnn so­ nundan itibaren İngiltere'nin Osmanlı İmparatorlugu'na karşı takibettigi siyasetin esaslanru ve temelini teşkil et­ tigini söylernek fazla bir iddia olmaz. Nitekim günümüze kadar takibedilmiş olan İngiliz siyaseti tedkik edilirse, bu husus vazıh olarak meydana çıkar. Nitekim Rusya'nın Cenub'a, Karadeniz'e, İs­ tanbul 'a, Bogazlara, Akdeniz'e, Fırat ve Dicle hav­ zalarına inmesi, İngiltere için Hindistan yolunun ke­ silmesi dernekti. Ruslar tarafından Kınrn ' ın zaptı, Karadeniz şimal sa­ hillerinin Rusya'nın eline geçmesi ( 1 783). Bu tehlikeli hareketin muvaffakiyeıle başlamış oldugunu gösterir. Rusya, İngiltere'nin can damanna basmak istidadında idi ve İngiliz siyasileri, Rusya'nın bu genişleme ve yayılma siyasetini büyük bir dikkatle takibediyorlardı. İngiliz siyasileri, Rus bahriyesinin Karadeniz'de kal­ mak istemiyecegini düşünmüşlerdi ve bunda da isabet vardı. Rusya, mutlak surette Akdeniz'e inmek istiyecekti. İşte bu andan itibaren İngiltere, bütün siyasi dehasını kullanarak ve hatta bazen kendi askerine bile müracaat ederek -ki asker kullanmak İngiltere'nin katiyyen is-


106 1 Şark Meselesi temedigi, arzulamadıgı, sevmedigi bir usuldür- Osmanlı İmparatorlugu elinde bulunan Bogazlan kapamaga, İn­ gilizlerin nazannda Bogazların bekçisi, bir nevi kapıcı olan Osmanlı İmparatorlugu'nu saglamlaştırmaga mecbur olmuştu.

RUSYA'NIN AVRUPA İÇİN TEHLiKELi OLMASI Rusya'nın Avrupa için tehlikeli oldugunu ilk ilm eden, karşılıklı ticari menfaatlere müstenid dostlugun artık bozulmakta oldugunu ilk sezen İngiltere ' dir. Şark'ta bir buçuk asırlık müstakbel siyasetini ilk görüp gösteren ve İngiltere menfaatlerinin, İngiltere ticaret im­ paratorlugunun tehlikeye girebilecegini ilk ilm eden İn­ giliz başvekili, İkinci Pin olmuştur. Pin, atılacak İngiliz Avam Karnarasında irad ettigi bir nutkunda, Rus tehlikesinden uzun uzun bahsetmiş ve kamara mensuplannın dikkat nazarlannı celbettnişti. Pitt, bu nutkunda şöyle demişti:

«Rus/ann bütün işgal ettikleri memleketleri mu­ hafaza ile hareketlerini sonuna kadar görüp, Türkleri Av­ rupa' dan koğmalarına müsaade etmek bizim için hiç bir zaman zararlı değildir, diyenler/e konuşmağa bile lüzum görmem.»

Pitt, yukandaki nutkunu, Kınm Hanlıgın'nın istilası üzerine 1787'de açılan İkinci Moskof seferinin sonlanna

dogru irad etmişti. Bu harb esnasında Fransa diplomasisi, Osmanlı İmparatorıugu 'nu yalnız başına bıraktıktan sonra, İngiliz diplomasisi Osmanlı İmparatorlugu lehine hareket etmiş ve harbden bir nisbet dahilinde az zararlı çıkmasını temin ettniştir. İngiltere, 1 787 Osmanlı - Rus harbinde Fransa' nın


Şark Meselesl / 107

Osmanlı İmparatorlugu yalnız başına bırakınasından der­ hal istifade etmiş ve Fransa'nın Osmanlı İmparatorıugu nezdindeki yerini almaga ilk ciddi adımı atmıştır. Ni­ tekim, İngiliz diplomasisi, bu harb ile beraber, İ sveç Kralı Gtistav'ı Rusya üzerine saldııtmışu. İNGİLİZ SİYASETİNİN BAŞARISI

İngiltere, Osmanlı - Rus harbinde Fransa'dan bo­ şalan yere oturabiirnek için iki müttefik bulmuştu. Bu müttefikler Prusya ile Hollanda idiler. Rusya için boyun egmekten başka çare yoktu. Zira, İngiltere, Rusya'nın korktugunu müstakbel düşmanlanndan birisi olan Prns­ ya'yı ve istikbalde müşterek iktisadi menfaatler kuracagı Hollanda'yı da Rusya'run karşısına çıkarabilmişti. Rusya bu duruma göre, müşkül bir vaziyette kal­ mıştı. Ve İngiltere'nin bu kuşanna siyasetidir ki, Çariçe Katerina'yı büyük projelerden vazgeçmege ve Osmanlı İmparatorıugu ile Yaş muahedesini akdennege mecbur et­ mişti. Rusya, bilhassa İngiltere'nin tazyiki ile Osmanlı İm­ paratorıugu 'ndan pek az bir arazi kazancı ile çıkmak du­ rumunda kalmıştı. Bu vaka ile İngiltere, 18. asnn sonlarından itibaren tehdid aluna giren Hindistan yolunu Ruslara kapatmak için, Türkiye'nin menfaatlerine olarak, Şark meselesine fitlen karışmış bulunuyordu. 1 8 . asır nihayetlerinde Prnsya'nın pek fazla ge­ nişleyen ve İngiltere ile beraber Şark meselesini mü­ dahale ederek, Osmanlı İmparatorıugu lehine siyaset ta­ kibennege mecbur olmuş bulunan Prusya Krallıgı, o tarihe kadar bu meseleye pek az alaka göstermiş bu-


108 / Şark Meselesi Iunuyordu.

PRUSYA'NIN SİVASETi Prnsya'nın devlet olarak meydana gelişinden beri Prnsya krallannın siyasi gayeleri, memleketlerini, her ba­ kımdan toparlamak, taİızim etmek, kuvvetlendirmek, sonra da Avusturya - Macaristan İmparatorlu�u 'nu ce­ nuba do�ru iterek Alman topraklarında yalınız kalmak ve nihayet Almanya'ya hakim kılmak esasına istinad edi­ yordu. Prnsya'nın bir kısnunı Almanya'dan ayıran Le­ histan Birleşik Krallı�ı 'nı taksim edip devletinin Şark hu­ dudlannı kuvvetli ve emin duruma getirmek gayesidir ki, Prnsya kralı büyük Fredetik' in 1 8 . asnn ilk yansından sonra, Şark meselesine büyük bir iştiha ile girmesine sebeb olmuştur. Bu kanşmanın asli manası ve maksadı, Lehistan'ı parçalayıp, Prnsya' yı birleştirmekti. Mamafih, Al­ manya'nın karşısına çıkan Avusturya - Macaristan İm­ paratorlu�u 'nun, Lehistan 'da kendi menfaatleri için ma­ nialar ve vesileler ihdas eden Rusya'nın, Cenubda hasımlan ve amansız düşmanlan olan Osmanlı İm­ paratorlu�u 'nun tam mülkiyetini muhafaza ve kuv­ vetlendirmek, haddı zaunda Prnsya'nın menfaatlerine uygun geliyordu. Bundan dolayı, Prnsya kralı büyük Fre­ derik, Osmanlı İmparatorlu�u lehine bir siyaset tesbitinde adeta mecbur kalmışu. Ve bu siyaseti de tesbit ve tatbik etmişti. O kadar ki, hatta bu filozof hükümdar, Osmanlı sadnazam'ı Koca Ragıp Paşa zamanında, Osmanlı İm­ paratorlu�u ile ittifak akdetmiş, bilahare bu ittifak her iki memleket arasında tecdid ve devam ettirilmişti.


Şark Meselesl / 109

AVRUPA'DA ENTERESAN GELİŞMELER Prnsya'nın bir taraftan İngiliz siyasetine paralel bir tutumun içine girmesi, di�er taraftan Hollanda'nın İn­ gilizlerle müşterek iktisadi ve ticari menfaaller dolayısı ile aynı siyaseti devarn ettirmesi, 19. asır Avrupası için dikkate de�er bir takun gelişmeler meydana getirmiştir. Bu dikkate de�er gelişmeler arasında, Alrnanya'run birli�ini kurmuş olması, İngiltere - Hollanda birli�inin dünya ham maddeler tıakiıniyetinde beraber hareketi, Avusturya - Macaristan İrnparatorlu�u'nun Balkanlar ve Makedonya üzerinde sarih haldar talebinde bulunması, Rusya'yı, Orta Asya fütuhat siyaseti ile birlikte, Şark rne­ selesinin temelini teşkil eden Osmanlı İrnparatorlu�u meseleleri ile çok daha yakından alakadar olrna�a adeta mecbur etmiştir. Rus siyasilerinin bu görüşüdür ki, Rusya'yı 1 9. asır'dan itibaren Şark meselesinin en rnühirn un­ surlanndan ve arnillerinden birisi haline getirmiş bu­ lunmaktadır. Venedik ve Ceneviz devirlerinde Şark meselesine çok kanşrnış ve hatta bir aralık en nüfuzlu devletleri ha­ line gelen İtalya'daki devletlerin, Şark meselesine, İtal­ yan devleti halinde ve bir birlik olarak ve esaslı ve rnühirn bir arnil olarak tekrar girmesi ve müdahalesi de yine 19. ason ikinci yansında mümkün olmuştur. İtalya'nın Akdeniz'deki co�rafi durumu Şark rne­ selelerinin hemen tamarnında kendisine ehemmiyetli bir mevki ternin etmesine rnüsaid ise de, ırki vahdete İtal­ ya'nın bir çok küçük devletçik ve dukalıldara bölünmüş olması, umumi siyaset bakırnından asli kıymetlerini bu


110 1 Şark Meselesi asırda indinnişti.

1 8 . asnn dünya siyasetine bu noktadan bakıldıgı vakit dogru olanın bu oldugu anlaşılır. İşte bu siyaset mu­ vacehesinde de İtalya siyasetinin bir kuvvet olmaktan çok uzak bulundugu neticesi de kendiliginden meydana çıkar. Albert Sorel i ' in tabiri ile, «Apenin yanmadası, Fran­ sa ve Avusturya - Macaristan İmparatorlugu ' nun çar­ pışmalan için hazırlarımı ş bir muharebe meydarııdır.» Yani açıkçası, 1 8. asrda henüz birligini kunnanuş bir İtalya, dünya ve Akdeniz, daha dogru tabiri ile Şark me­ selesinde hiç bir veçhile yeri olmayan ve nazan itiban alınmayacak kadar küçük devletçiklerden meydana gel­ miş bir toprak parçasıdır. İşte Sorell ' in söylemek istedigi de budur.


Şark Meselesl / 1 1 1

OSMANLI İMPARATORLUGU'NUN AVR UPA'NIN ŞARK MESELESi KARŞISINDAKi HARİCI SİYASETİ Osmanlı İmparatorıugu Şark meselesinin hem arnil ­ lerinden biri, hem de bizzat mevzuudur. Bu bakımdan Osmanlı İmparatorlugu 'nun harici si­ yaseti hakkında fikir ve mütalaa serdetmek cidden çok müşkildir. Zira, 1 8. asnn yansından itibaren genişlernek ve Şark meselesinin başlıca arnili ve mevzuu edinrnek ba­ kımından Osmanlı İmparatorlugu, Avrupa devletleri kar­ şısında iki siyaset takibetmek mecburiyelinde kalmıştır. Bu iki siyaset, gerçi netice itiban ile tek sebebe irca edi­ lirse de, biz bunun iki ayn aınil olarak ele alacagız.

a) - Şark meselesinin birinci sebebi, yukarıdan beri belirttiğimiz gibi, dinidir ve Sallb' in Hilôl' e açtığı mü­ cadeledir.

Bu mücadelenin hakiki sebebi 1 8. asnn ikinci ya­ nsından günümüze kadar devam euniş olmasına ragmen, bu tarihten, yani ı 8. asnn ikinci yansından itibaren daima ikinci planda mütalaa edilmiştir. Zira 18. asrın ikinci ya­ nsından sonra, Hıristiyanlık aleminin Şark meselesinden anladıgı, bizzat kendi aralannda dahi mücadele et­ melerine yol açan ham maddelere sahib olmak key­ fiyetidir. b) - Şark meselesinin ikinci ve dahi devam eden ha­ kiki cephesi, ham maddeler kaynaklannın Osmanlı İm­ paratorlugu 'nun topraklarının derinliklerinde bulunması ve bu maddeleri elde etmek için Hıristiyan devletler ara­ sında günümüzde dahi devam eden mücadele. Her iki sebeb de, Şark meselesini, Osmanlı İm-


1 12 1 Şark Meeeleal paratorlu�u'nun hanci siyasetinde mütebariz bir şekilde tedkike imkan vermemektedir.

Zira, Osmanlı İmparatorlu�u 'nun bünyesi ve idare

tarzı ile Hıristiyan Avrupanın bünyesi ve idare tarzı ara­ sında geniş farklar vardı. Herşeyden evvel, Osmanlı İm­

paratorlu�u. ilk kuruluş ve bir cihan imparatorlu�u haline geldi�i günden beri takib etti�i siyaseti tedvire çalışmakta

idi. Gerçi Devlet-i Aliyye, küffar üzre harb etmiyordu,

fakat küffar üzre harb etti�i tarihlerden miras kalan top­

rakl amu muhafaza etmekle mükellefti.

Bu mükellefiyet, Osmanlı İmparatorlu�u harici si­

yasetinde, bir takım affedilmez hataların meydana gel­

mesinde başlıca amil olmuştur.

Bu hatalann başında ise, Osmanlı İmparatorlu�u'nda

zamarun icabianna uygun olarak, tek idare sisteminden çıkan devlet idaresinin bir nisbet dahilinde Babı3.Ii de­

di�imiz, sadnazamlar ve vezirlerden meydana gelen bir heyetin de mes 'uliyetine terk edilmiş olması idi. Bu usul

dünyanın

Iaşılmasına B abtali ' yi

geçirmekte zemin

teşkil

oldu�u

sistem

hazırlaması

eden

sadnazam

inkılabının

an­

vezirlerin

an­

gerekirken, ve

bizzat

Iayışsızlıkları yüzünden kabul ve tatbik edilmemiştir. B unun en açık misali, 18.

asır başlannda Sultan

Üçüncü Selim Han'ın Fransız ihtilal-i kebirinin en mü­

kemmel vesikalanndan birisi olan Hukuk-u Beşer Be­

yannamesini tercüme ve tatbik etmek istemesinden mey­ dana

gelen

isyan

sonunda,

bizzat

devleti

idare

mükellefiyetinde bulunan vezirlerin ve di�er menfaat gruplannın muhalefetine u�raması ve katledilmesi ha­

disesidir.

Ve bu sebebe inzimam eden ikinci sebeb de, bilhassa

19. asır başlanndan itibaren, padişahlar tarafından iş ba-


Şark Mesalesl / 1 13 şma getirilen sadnazamiarın, dünyanın içine girdigi ham madde mücadelesinden bihaber olmalan ve dünyanın tek­ nik

sahadaki hamlelerine kulak asmarnalandır. Demek oluyor ki, Osmanlı İmparatorlugu belli bir

harici siyaset olarak, sadece genişledigi ve muhteşem bir imparatorluk oldugu günlerden kendisine miras kalmış olan topraklann müdafaasını siyasetinin temeli haline ge­ tirmiş bulunuyordu.

18. asırdLJn itibaren dünyadLJki bu gelişmeyi ve sis­

tem inkılôblarını yakındLJn takibeden üç Osmanlı hü­ kümdLJrı, Sultan İkinci Mahmud Han, Sultan Abdülmecid Han ve Şehid Sultan Abdülaziz Han, ciddi tedbirler almış olmalarına rağmen, Avrupa' nın takibeniği Şark me­ se lesinin kurbanı olmuşlar ve her üç hükümdar dLJ iha­ nete uğramış/ardır.

Sultan İkinci Mahmud Han, büyük bir hükümdar, müdebbir bir padişah olmasına ragmen, devlet kad­ rosunda kendilerine devleti emanet euigi insanıann adeta göz göre göre ihanetine ugramış ve hiç bir netice ala­ mamıştıt. Yerine geçen ogıu Sultan Abdülmecid Han, hastalık mizacına ragmen, Şark meselesine ısrarla girmek isteyen Rusya 'yı, sonralan Şark meselesinin nazımı ola­ cak olan İngilizlerin ittifak teklifine müsbet cevab ve­ rerek, Kınm harbi ile durmak isteyecek ve bunda bir de­ rece muvaffak olacaktır. Fakat, 1861 yılında vefatından sonra yerine geçen bi­ raderi Sultan AbdüH\ziz Han, büyük bir basiret ve di­ rayetle, Avrupa 'nın geçirmekte oldugu siyasi ve teknik ınkılablan yakinen takibedecek ve devletin harici si­ yasetini, tedafüi ve miras aldıgı topraklan korumak esa­ sına dayanan harici siyasetten uzaklaştırncak ve taarruzi, yani , tekrar kuvvetli bir devlet kuracaktı.


1 14 1 Şark Meselesi Nitekim, Şehid Sultan Abdülaziz Han, bu ham­ lesinde muvaffak olmuş ve devlet, cidden her tecavüze mukavemet edebilecek hale getirilmişti. Bunun neticesi, Osmanlı İmparatorlugu adeta yeiıiden fethedilmiş, Mısır devlete ba�lanmış, Yemen, Asir yeniden Osmanlı İm­ paratorlu�u topraklanna kazandınlmışu. Devlet bu tarihten sonra da çok kısa bir müddet için Şark meselesinde, bütün Avrupa ' yı ric'ate mecbur et­ miştir. Ancak Sultan Abdülaziz 'in katli hadisesidir ki, devleti, kısa bir müddet için takibetti�i harici siyasetten uzaklaşma�a mecbur edecektir. Onun içindir ki, umu­ miyetle Avrupa devletlerinin umumi harici siyasetlerine esas olan maksadlannı izah etmek yahud devletler ara­ sında cereyan euniş olan siyasi münasebetleri hikaye eunek, bu münasebetlere taallı1k eden vesaiki tedkik eunek bir nisbet dahilinde kolaylaşır. Çünkü, bu me­ seleler hakkında zaten bir fikir ve ilmi mesai sar­ fedilmişdi. Bu meselelere dair Bau'nın müverrihleri , mu­ harrirleri ve siyasilerinin bir çok eserleri mevcuddur. O eserlerden veya makale ve yazılardan istifade eunek her zaman için mümkündür. Lakin, Osmanlı devletinin ku­ ruldu�u günden bu güne kadar, devletin harici siyasetini tedkik eden, harici siyasetinde esas ittihaz edilmiş fikir ve maksadlan bildiren ve bu fikir ve maksadiann meydana çıkmasında yardımcı olan arnilieri bulup gösteren bir veya birkaç kitabın veya di�er yazılann, ne kendi li­ sanımızda ne de di�er lisanlarda mevcud oldu�una henüz vakıf de�iliz. Hatta muhtelif

devirlerde

Osmanlı

İm-

paratorlu�u 'nun harici siyasetini izah eden yeni ve mü­ kemmel eseriere de henüz tesadüf edilmemiştir.


Şark Maselasl / 1 1 5 Bu nevi eserler, vekayinamelerden, resmi devlet ar­ şivi vesi.kalanndan, gayri resmi vesikalardan, kitab, risale ve gazetelerden istihrac sureti ile vücuda gelecektir. Garb tarihçi ve muharrirleri, Osmanlı İmparatorlugu tarihinden

bahsederken

vak ' al ara

kendi · noktai

na­

zarlanndan bakmak adetini hiç bir vakit terk etmiş de­ gillerdir ve bu insaniann görüşlerine daima salib fıkri hakim bulwınıaktadır. Binaenaleyh, bu insanların her ne suretle olursa olsun, Osmanlı Türk tarihi hakkında ya­ zacaklan veya hüküm verecekleri her hadise, tarih il­ minin aradıgı bitaraflıktan sıynlmış ve tek taraflı bir nok­ tai nazar haline girmiş olacaktır ki biz buna <<tarih ilmi» demernekte mazuruz. Osmanlı

İmparatorlugu'nun

diplomatik

mü-

nasebetlerini de mensub olduklan devletin, mesela Fran­ sa, Rusya . . . v.s. harici siyasetlerini esas alarak tedkik nakl ve beyan edecekleri aşikiirdır. Albert Sorell, Deriyo, Pion, Yorga, Hammer, Şlum­ berje ve emsali dünya çapında teHikki edilen tarihçiterin eserleri

tedkik

edildigi

zaman,

Osmanlı

İm­

paratorıugu 'nun devletlerarası siyasette umumiyetle, fail ve amil olmadıgı, belki tabi bulundugu hissi hasıl olur. Acaba

bu

his

dogru

mudur?

Acaba

Osmanlı

İm­

paratorıugu 'nun muayyen devrelerde muayyen maksadı elde eunege çalışan bir umumi siyaseti ve bu umumi si­ yasetin bir kısmı olmak üzere harici siyaseti yok mu idi? Osmanlı İmparatorıugu'nun böyle bir siyaseti var olsa bile bazı Osmanlı müverrih ve vak'anüvislerinin telmih ettikleri gibi bütün gaye zaptedilen yerleri yagma edip köle ve cariye devşirmekten mi ibaretti?


1 16 1 Şali( Meselesi

ALLAH İÇİN dHAD

Biz, Osmanlı İmparatorlugu tarihi hakkında uluorta ileriye sürülebilen bu iddialann varid olmadıgı hakikauna dayanmaktayız. Osmanlı İmparatorlugu tarihi tedkik edil­ digi vakit, görülür ki, devlet, Türklerin İslamiyeti kabul ettikleri tarihten itibaren takibettikleri umumi siyasete, yani, Din ve Allah için Cihad siyasetine bagh kalmıştır. Binaenaleyh, böyle bir siyasete dayannuş bir İm­ paratorlugun, Allah yolunda çapul ve yagma yapması dü­ şünülemez. Hele, Osmanlı Türklerinde böyle bir siyasete yer verilemez. Ancak şu düşünülebilir ki, Osmanlı İmparatorlugu 'nun küffar üzere Cihada açtıgı ası ri arda, dün­ yanın her tarafında tatbik edilen o devretere aid hukuk, işgal edilen veya zaptedilen yerlerin tarnamnun, içinde yaşıyanlar da dahil oldugu halde, bütün servet ve samarn ile işgalciye aid oldugu gerçegini kabul etmektedir. Av­ rupa'da gerek devletlerin, gerekse küçük prensiikierin ayakta kalması, kendileri için böyle bir yagma ve çapulu şart koşmakta idi. Ancak Osmanlı İmparatorlugu 'nun da­ yandıgı Din fikri, bu hususun tamamen aleyhinde bu­ lunuyordu. Osmanlllann takibettikleri Cihad fikri ile. Ba­ uh devlet ve prensiikierin veya İmparatorluklann takibettikleri toprak işgali fikri arasında büyük farklar vardır. Batıhlar, yagma ve çapulu esas kabul etmelerine rag­ men, Osmanlılar İslam dinini yaymayı, siyasetlerinin te­ meli olarak kabul etmişlerdir. Binaenaleyh taraflar için devrio hukuku iki ayn manada degerlendirilmek icab et­ mektedir. Osmanlılar, Allah ve Din için harb ederlerken,


Şark Meselesl / 1 1 7 bu u�da cihad yaparlarken, Hıristiyanlar hem kendi ara­ lanndaki savaşlarda, hem de Osmanlı kuvvetlerine karşı

barbierinde çapul ve ya�ayı esas tutmuşlardır. Osmanlı

husus

açıkça

ristiyanlar,

İmparatorlugu tarihi tedkik edilirse, müşahede

Hıristiyanlık

edilmektedir.

Ancak

bu

Hı­

fikrini hiç bir vakit birinci

plmda degerlendirmemişler, fakat Hıristiyanlıgı yagma ve çapul işlerinde vasıta kılmışlardır.

Onun içindir ki, taraflar arasında Çapul ve Ya�a ile

nihayetlenen hamleri

ikiye ayırmak ve tefrik etmek

lazımdır. Hıristiyanlar harbi, Çapul ve Ya�a için ve Hı­ ristiyanlıgı ileri sürerek, yani Hıristiyanlıgı bir kalkan

olarak

kullarurlarken,

Osmanlılar,

devrio

hukuk

ka­

idelerinin de dışında hareket ederek, işgal ettikleri yer­

lerde adil, hür ve herkese müsavat veren bir sistemi,

İslamiyelin

engin müsamahasını

tatbik

etmişler,

fet­

hettikleri yerlerdeki mal ve emlaka dolrunmamışlar, hele Vire ile teslim

olmuş kale

veya şehirlere

asla

do­

kwunamışlardır. ·.Bunun yanında Osmanlılar fethettikleri

yerlerde, fetihten sonra hiç bir veçhile katliamlara gi­ rişmemişlerdir. Bu da gösterir ki, Osmanlı İmparatorlugu, Hıristiyanlann tam aksine adil bir sistemin müdafii olmuş

ve her gittigi yere de bu sistemi rahatça götünnüş ve tat­

bik etmiştir. B u bakımdan Osmanlı İmparatorlugu'nun kwuluş yıllannı ve kuruluş sebebini kısa da olsa tedkik etmek yerinde bir hareket olur.


1 18 1 Şark Meselesi

OSMANLI DEVLETİNİN KURULUŞ SEBEBi Malfundur ki, Osmanlı devleti, Selçuk Sultanlı�ı. yani Garb Selçuklulan sultanlı�ırun uç beylerinden Er­ tu�rul beyin istikl3..1 ini ilan etmesi ile meydana gelmiştir. Mo�ol ordulanrun, Garb Selçuklulanru ma�lı1b ve devletlerini perişan ettikten sonra meydana gelen bu bey­ lik, Bizans İmparatorlu�u'na en yakın bir ınıntıkada ci­ vara hakim bir uç beyli�i idi. Osman bey, babası Ertu�rul beyin ölümü Üzerine müstakil bir beylik tesis etti�i vakit, bu uç beyli�inin iki yanında iki ihtiyar, yıpranmış, da­ �ılmış saltanat vardı. Bu saltanatlar Garb Selçuklulan sal­ tanatı ile Şarki Roma İmparatorlu�u idi. Bunlardan Bi­ zans İmparatorlu�u adeta can çekişmekle idi. Garb Selçuklulan devletinin da�ılışı Osmanlılann Sö�üt 'teki uç beyli�ine istikl3..1 ini kazandırmaktan başka, kolaylıkla toplanabilecek bir yı�ın devlet kınntılan da bı­ rakmıştı. İkincisinde ise, Bizans'daki Kayser'lik tacını ve taht'ıru paylaşamayarak birbirlerine giren imparatorlar ai­ leleri de imparatorlanru tarıımıyor ve hususi menfaatleri istikametinde pek feci mücadelelere girişiyorlardı. Bu ai ­ leler kendi menfaatlerini garantiye ba�lamak için bir­ birleri ile pek ciddi menfaat mücadeleleri yapan Tek­ furlara (Bir nevi beylik) dayanıyorlar ve onlar arasındaki fasılasız mücadeleyi kendi menfaatleri istikametinde tah­ rik ediyorlardı. Da�ılmış olan Garb Selçuklul an devletinden geride kalmış olan beylikler ve emirler, yeni kurulmuş olan Os­ manlı devletinin bey ve hanlan için pek mükemmel birer malzeme idiler. Bilhassa Selçuklu ümerası, Osmanlı bey


Şark Meselesl / 1 19 ve hanlannın harb veya siyasetle iradesine alınabilirlerdi. Bizans tekturlan ise, Bizans 'ın çökmesinde başlıca amil olan, kendi aralanndaki mücadelenin meydana ge­ tirdi�i ahlaksızlı�a ve birbirleri aleyhinde devam ede­ gelmekte olan ihbar müessesesi ayakta tutulmak sureti ile yeni devletin bünyesi içine alınacak, devletleri veya tek­ furluklan bitirilecek, böylece, bu fesad yuvalan da yı­ kıldıktan sonra, müstakar bir idare kurmak mümkün ola­ caktı. Ve her şeyden evvel, yeni kurulmuş olan Osmanlı beyli�i de tekturlar arasındaki bu mücadeleden azami is­ tifadeyi sa�layacak, kayser' lik namzedi bu beylikterin re­ kabet ve anlaşmazlıklannı, Bizans sarayında dahi Os­ manlı bey ve Han'tannın kuvvet ve kudret kazanmak yolunda kullanacaklar ve muvaffak olacaklardı. Bu

ahval

ve

şartlara

göre,

ilk

Osmanlı

hü­

kümdarlannın harici siyasetleri de böylece kendili�inden meydana gelmiş oluyordu. Bu sebeble Osmanlı İmparatorlu�u' nun ilk kumiuş günlerinden itibaren harici siyasetini şu üç esasta mütalaa etmek yerinde olacaktır.

1 - Garb Selçuklulan devletinin efikazını birer birer toplayarak, birbirlerine ekleyerek Osmanlı ülkesine bağ­ lamak ve böylece inkıraz bulmuş Selçuklu Sultanlı�ını yeniden ve Osmanlı S altanatı adı alunda ihyasını ve de­ vamını temin etmek. Bir di�er tabiri ile, Anadolu Türk saltanatında, Ha­ nedan-ı

Ali Osman ' ı

Garb Selçuklu hanedam yerine

ikame etmek. Bu halde Anadolu 'daki Türk İslam devleti yalınız hanedan de�iştirmiş oluyordu.

2 - Rum tekturlarının kavgalarını körükleyerek bil'ini di�eri aleyhine kullanarak zayıftatmak ve aynı zamanda o


120 1 Şark Meselesi tekfurluklan birer birer aviayıp Osmanlı devletine ilhak etmek. Bu şekilde gelişecek siyasetleri ile Osmanlılann denize inmesini temin etmek. Nihayet, Bizans'da bitmek tükenmek bilmeyen dahili fitne ve fesadı, anlaşmazlıgı ve ihtilaflan devam ettirmek ve bunları şiddetlendirmege ça­ lışarak Vasileos namzedlerinden birini iltizam ederek di­ geri aleyhine yürüyerek kayserler payitahtının iç işlerine el atmak ve sonra payitahtı tamamen zaptetmek ve böy­ lece Ş arki Roma İmparatorıugu 'nu da Osmanlı saltanab halinde yeniden ihya etmek.

3

-

Şarki Roma'nın Hıristiyan Avrupa ile denizden

ve karadan her türlü münasebet ve muvasalasıru kesrnek için Akdeniz bogazına (Çanakkale Bogazı) ve Balkan ya­ nmadasına hakim ve sahib olmak. Bu

gayeye

laşmazlıklarından, sında

devam

paratorlan

ile

varmak

tekturların

an­

Balkan kavimlerinin birbirleri

ara­

edegelen

için,

yine

ihtilaflanndan,

Bizans

Balkan devletlerinin birbirlerine

im­ karşı

bestedikleri husumetten, Asyalı Bizans kavimleri ile Bal­ kan milletlerinin mütekahi! düşmanlıklarından, hatta Bi­ zans ile Roma'nın

Şark

ve Garb kiliselerinin (Sen Piyer

ve Ayasofya kiliseleri) Grek ve Latin kavimlerinin re­ kabet ve husumetlerinden istifade etmek. Cereyan

etmiş

olan

vak'alar,

Osmanlı

İm­

paratorlugu'nu ilk günlerden beri idare etmiş olan si­ yasilerin, yani Osmanlı beylerinin, bütün bu hususlardan istifade ederek maksad ve gayelerine ulaştıklarını gös­ termektedir. Harici siyasette muvaffakıyet,

ancak iyi

ve mü­

kemmel bir siyaset ile mümkündür. Osmanlı bey ve hü­ künıdarlan, Osmanlı devletinin tesisi sırasında, bilhassa Orhan bey (Sultan Orhan) zamanında gayet sarih, mun-


Şark Meselesl / 121 tazarn ve kat'i neticeli bir dahili siyaset takibetmişlerdir. Türk, Rum, Ermeni, Müslim, Gayri Müslim unsurlan bir­ birleri ile yogurup, İslam dini ve Türk lisaru ile bir millet ihdas etmek istemişlerdir. Batılı müverrihlerin bir kısmı, Osmanlı devletinde takibedilen bu siyaset sonunda ve geçen zaman zarfında bir «Bizans Milleti»nin meydana çıktıgıru iddia etmektedirler. Bizans milletinin lisanı Yunanca, dini ise Or­ todoks 'tu. Irk bakımından ise ayırd . edilmesine imkan vermiyecek derecede kanşıktı . Ve bunun dışında Bizans milliyetinin en büyük mesnedi, din yani Ortodoksluk idi.


122 1 Şark Meselesi

OSMANLlLARA MAHSUS YENİ BULUŞ: YENİÇERiLİK Halbuki Osmanlı devletinin hususiyeti başka idi. Gerçi Osmanlı devletinde de İslam dini esastı. Fakat Os­ manlı yepyeni usullerle halkı bir pota içinde eritmesini bulmak imkanlarını araşurrnış ve bulmuştu. Osmanlılann takibettikleri bu dahili siyasetin, muazzam, gayet kuvvetli ve herhalde dünyada ilk tatbikçisi Osmanlılar olan bir müessesesi vardı ki, Osmanlı devletini idare edenlerle Osmanlı devlet ricalinin en dahiyane teşebbüs ve icadı sa­ yılabilir. Ve bu buluş sadece Türk damgası taşımakta idi. Bu dahiyane ve muhteşem buluş Yeniçeri Oca�ı 'dır. Bu oca�a giren gayri Müslim veya dinsiz unsurlar, bu ocaktan Osmanlı ve Müslüman olarak çıkrnışlardır� Bu hususta B atı müverrihlerinden birisi, Osmanlıların bu en muhteşem buluşunu de�irrnen'e benzetmiş ve şunları söylemiştir.

«Yeniçeri Ocağı, unsur danelerini öğüterek Osmanlı unu yapmaktadır.»

Osmanlllann ilk hükümet devrelerinde tatbik et­ tikleri siyaset, gerek dahilde, gerekse hariçte bazılannın zannettikleri gibi, yalnız maddi kuvvete istinad et­ memiştir. Ve sadece bu kuvvete istinad ennesi de dü­ şünülmemiştir. Osmanlı bey ve sultanlannın adaleti, kanwıili�i. din'de müsaadekarlı�ı. B izans ' ın çürük ve bozuk ida­ resinden, bazı Selçuklu ürnerarun itisaf ve şiddetlerinden zarar görenleri, Osmanlı ülkesine celb ve cezbediyordu. En eski Türk müverrihlerinden Aşıkpaşazade, Os­ manlı Hanlı�ırun ilk devresini, sade ve samimi bir lisan


Şark Meselesl / 123 ile küçük ve basit vak'alar naklederek gayet canlı bir su­ rette nakl ve tasvir eder. B irinci Sultan Beyazıd, artık Rwn Selçuklu sul­ tanlannın (Garb Selçuklulan) yerine kaim olmuştur. Mısır Sultanı, Osmanlı sultaruna yazdıgı bütün ve­ sikalannda kendilerine «Sultan-ı İklim-i Rum» tabirini kullanıyor ve onlara öyle hitab ediyordu. Liikin Sultan Yıldırım Beyazıd, yalnız Sultan-ı İkl�m-i Rum degil, daha büyük bir sıfat olan Kayser-i Rum olmak istiyordu. Bu, onun için tabii bir hak me­ sabesinde idi. Zira, Bizans kayserleri taht'ına babası Murad-ı Hudavendigar'dan kalma bir miras hakkı ile bagh idi. Babası Sultan Murad-ı Hudavendigar, Bizans im­ paratoru Kantakuzinos ' un resmen varisi idi.


1 24 1 Şark Meselesi

FATİH SULTAN'IN CiHAN ŞÜMUL PLANI Fatih Sultan Meluned Han, İlk Osmanlı han' laorun

harici siyasetini, Yıldınm Beyazıd Han'ın vannak is­ tedigi

gayeye

ulaştırmış,

bunu perçinlemişti.

Kostantiniyye'yi

fetbederek

Şarki Roma İmparatorlugtı'nu payitahtı ile birlikte

tamamen fethettiginden artık haklı olarak Kayser-i Rfun,

yani Bizans tabiri ile Vasileos (Kral) olmuştur. Fatih Sul­

tan Meluned Han zamarunda Osmanlı padişahlıgı, Sel­

çuklu sultanlıgı ile Şarki Roma İmparatorlugu'nun her ikisini de hududlan içine almış, bir diger tabir ile, Şarki

Roma'nın Doguda Fırat'a, Batıda Tuna ve Adriyatik'e kadar yayılmış azarnet ve şevket devrini, Türk ve Müs­

lüman bir hükümdar ve hükümet taht-ı idaresinde ihya

etmiş demek oluyordu.

Fatih Sultan Meluned Han zamarunda, Osmanlı dev­

letinin nazarlan , dogudan ziyade batıya çevrilmiştir. Bi­

zans 'ın siyasetini, Osmanlı devleti adeta tamamen be­

nimsemiştir. Fatih Sultan Meluned Han, kanunnamesinde Şarki Roma kanun ve nizamlanndan bir çok şeyler ik­

tibas etmiş oldugu gibi, harici siyasetinde de Kayser Jus­

tinyanus 'un icraatıru tekrar etmekle kalmamış, bu ha­ reketi

ile

de

Justinyanus 'un

harici

siyasetini

il<mal

etmiştir. Yani, Fatih Sultan Mehmed Han, Şarki ve Garbi Roma arasındaki dini rekabet ve bu rekabetin ortaya koy­

dugu bagdaşmaz düşmanlıktan rahatça istifade etmiştir.

Fatih Sultan Meluned Han bu siyaseti ile Garbi

Roma'yı zayıflatmak, Hıristiyan alemi arasına nifak sok­

mak ve Hıristiyan devletler arasındaki süregelen hu­

sumetten faydalanmak sureti ile Hıristiyanlıgın büyük ki-


Şark Meselesl / 125 lisesini Sen Piyer'i de Ayasofya gibi çelik pençesine ala­ rak Avrupa'ya tamamen hakim olmak siyasetini ta­ kibetmiştir. Böylece Roma İınparatorlu�u'nu Şarki ve Garbi Roma'lar arasındaki taksiminden önceki haline irca etmek, yalnız Şark aleminin de�il. fakat Şark ve Garb'ın da rakipsiz kayseri olmak emelinde olan Fatih Sultan Meluned Han, bu büyük projesini tahakkuk ettirmek için geniş bir harekat plaru hazırlamış ve tahakkuk y<Jiuna koymuştu. Bu plarun kuvveden fiile geçirilmesi için, Fatih Sultan Meluned Han, geniş bir çalışma içine gir­ mişti. Fatih, ilk planda İtalya'ya geçmek, Belgrad 'ı zab­ tederek merkezi Avrupa'ya girmek, Rodos 'u fetbederek Akdeniz' e çıkmak için hazırlıklarda bulunmuştu. Fatih Sultan Meluned Han'ın bu planı gayet ustalıkla ve büyük bir sevkülceyşi bilgi ile hazırladı�ı açıkça mey­ dandadır. Fatih İtalya'ya geçmek sureti ile Çizmenin en kritik bir yerinde bir köprü başı kurarken merkezi Av­ rupa'da en merkezi yerlerden birisi olan Belgrad 'ı da fet­ hetmek yoluna gidiyordu. Bu şehrin zabtı ile, Roma, Grim Papa üzerine yapaca�ı seferin en kritik iki noktasını eline geçirmiş olacaktı. Fakat Fatih, denizlerde üstünlük ve kuvvetli istinad noktalan temin etmedikçe, sadece ka­ radan yürüyecek ordulann kat'i neticeli bir muvaffakıyet istihsal etmek imkanlanndan mahrum oldu�unu bi­ liyordu. Bu sebeble, hem İtalya çizmesindeki köprü ba­ şını takviye etmek, hem de Osmanlı ordusunun oradaki

mt:vcudiyetini idame ettirmek, böylece Roma'yı rahatça ele geçirmek iırin, Akdeniz'de bir köprü başına, kuvvetli bir sevkülceyşi noktaya ihtiyaç vardı. Bu nokta, en mü­ kemmel şekli ile Rodos adası idi. Fatih Sultan Meluned Han, bütün bu hazırlıkları ya-


126 1 Şark Meselesi parken, engin zekası ve yaratıcı kabiliyeti yarunda, Bi­ zans 'tan devraldıgı ve kendilerinden istifade ettigi bir­ takım B izans erkanının da zaman, zaman fikirlerinden is­ tifade etmenin yollarını aramıştı. Ve Fatih Sultan Mehrned Han, bu Bizans erkfuunın Roma' dan, Ka­ toliklikten intikam almak hususundaki düşünce ve fi­ kirlerini de tahrik ediyor, onlardan azami nisbette fay­ dalanmak istiyordu. Bu sebeble de Fatih 'in kafasındaki büyük ve ci­ hanşümul plam her hareketleri ve fikirleri ile des­ tekliyorlardı. İstanbul 'un fethinden iki yüzyıl evvel, Kos­ tantiniyye 'yi zabtederek yagma etmiş olan Garb'ın barbar kavimleri olan Ehlisalib, yani Katolikler, yani Latinler, hala Ortodoksluk için en büyük bir düşman telakki edil­ mekte idi. Şark kilisesi, yani Ortodoksluk mezhebi, o tarihten beri Katolikligi, en korkunç bir düşman olarak mütalaa etmişler ve siyasetlerini bunun üzerine bina etmişlerdir. Nitekim iki kilise arasındaki bu anlaşmazlık tam on asır müddetle devam edegelmiştir. Ortodokslar, yalnız Bizans'ın siyasi istiklalini degil, belki harsi mevcudiyetini de tehdid edecek bir düşman olarak karşıladıkları Katoliklere bu bakımdan Ianetler yagdırmakta idiler. Bu sebeble, Fatih'in yanında kendilerine vazife ver­ digi B izans erkanı hars bakımından pek o kadar iler­ lememiş tel3kki ettikleri Türklere, istedikleri her şeyi yaptırabileceklerine kani olmuşlardı. B izanslı müşavir durumundaki erkanın bu düşüncesi, onlara, Fatih Sultan Mehrned Han'a tam teslimiyet içinde baglanmalarına fırsat vermişti. Bunlar Türklere tam tes-


Şark Meselesl / 127 limiyetle baglandıklan takdirde, hem kendi milli mev­ cudiyetlerini kurtarmış olacaklar, hem de Türklerin kor­ kunç kudretinden faydalanarak Roma'yı

zabtedip, iki

yüzyıl evvelki Bizans'ın zabt ve yagma ed ilişinin in­ tikamıru almak, kendileri için imkan dahiline girmiş ola­ caktı. Fatih,

Bizansh

erkarun

Türkler

yanında

bu­

lunm asından da azami şekilde istifade ettniştir. Zira, Or­ todoksluk ile adeta ittifak kurmuş oluyordu ve Hıristiyan olan Ortodokstarla meskt1n yerlerin fethi, zorlanmadan imkan dahiline girmiş oluyordu. Fatih Sultan Mehmed Han'ın böylece tebellür eden siyasi projesinden arasıra dogu'ya, yani Anadolu 'ya dön­ mesi (Karaman beyligi ihtilaii ve Akkoyunlular ayak­ larıması gibi) birtakım mecburiyetler yüzündendi. Eger bu mecburiyeHer olmasa idi, belki de, hatta belki de degil, Fatih Sultan Mehmed Han bütün kuvvet ve kudreti ile Batı Roma, yani Sen Piyer kilisesi üzerine yürüyecek, Grim Papa' yı tantından, Katolikligi de kilisesinden mah­ rum edecek, bütün Bau ve Dogu kiliselerini ellerinin içine alacak ve böylece hakiki mahiyette ve bütün diniere hükmeden bir cihan İmparatorlugu 'nu gerçekleştirecekti. Fatih Sultan Mehmed Han'ın bu engin projeyi bir an evvel

tahakkuk

safhasına

çıkarmak

için

pek

büyük

fedakarlıklar ve hazırlıklar ihtiyar ettigi ise, artık bilinen bir tarihi hakikattir. Nitekim Fatih, bu büyük projenin ta­ · hakkuku için ciddi şekilde harekete geçmiş, Gedik Ahmet Paşa'yı Otranto 'nun fethine göndermiş, bu vezir Otranto ve havalisini zabdedmiş ve kuvvetli bir köprü başını, Grim Papa'nın ta burnu dibine kurmuştu. Fatih Sultan Mehmed Han devrive · kadar Osmanlı bey, Han ve Sultan ' l arının harici siyasetlerinde tek he-


128 1 Şark Meselesi defteri Selçuki Sultanlıgı (Garb Selçukluları) yerine kaim olmak, Dogu Roma' ya sahib olmak, orasını fethetmek ve Roma İmparatorıugu 'nu Osmanlı �edaru idaresinde bir Türk - İslam İmparatorlugu halinde ihya etmek, diye bulasa edilebilir. Bu kadar geniş ve şümullfi bir harici siyasetin asıl is­ tinatgahı olacak teşkilat ile birlikte dahil i vaziyet de aynı şümul ve kudrette olmak icab ederdi. Eski Dogu Roma'nın yeni sahibleri, silahlı ve atlı bir mümtaz sınıf olan Osmanlı Müslüman Türkler, Türkçe konuşurlardı. Devlet Türk lisanı ile idare ve tedvir edi­ lirdi. Fakat bu yeni imtiyazlı ve silahlı müntaz sınıftan başka, devlet içinde bir de reaya ve tebaa vardı. Osmanlı bey, Han ve Sultanlannın fetih siyasetleri sonunda devletin hududlan genişledikçe tebaa da reaya da artıyordu. Osmanlı Türklerinin hüküm ve idaresi alundaki . bu tebaa ve reayaya, Osmanlılar, mezheb idarelerinde, dahili idarelerinde gayet geniş hukuk ve rİıuhtariyet vermiş bu­ lunuyorlardı. Devlet içindeki bu reaya ve tebaarurı lisaru, dini, adetleri bulasa milli harslan tamamen serbest idi ve Türk­ ler bu serbestiye fevkalade riayetkar davraruyorlardı. Os­ manlı devleti h...ıdudları dahilirideki insanlar ise, ayn ayn ırkiara baglı tebaa idiler. Bütün bu tebaa, Osmanlı devleti hududlan içerisinde Türklerin hakimiyeti altına girmeden evvelki du­ . nımlanndan çok farklı ve çok daha engin bir hürriyet içinde yaşamakta i dil ei . Osmanlı Türklerinin Avrupa'nın içlerine girdikleri ve hududlannı genişiettikleri bu sıralarda, Avrupa'da ve dünyanın diger yerlerinde temessül siyaseti, orta çagı ta-


Şark Mesalesl / 129 kibeden yeni ça�lardaki kadar kat'iyyetle tatbik edil­ miyordu. Bu sebeble, Osmanlı Han ve Sultanlan, te­ baalan olan yeni kavimleri temessül siyesetine de asla iti­ bar ennemişlerdi. Esasen, Müslümanlık zor ve kuvvete dayanan bir temessül siyasetinin de daima karşısında ola­ gelmiştir. Bu sebeble Osmanlı Sultan ve Han' tan et­ raflanna topladıklan yeni tebaayı kuvvetle de�il, kısmen de onlar kendi nzalan ile ilhak ettiklerinden, gerek Fatih Sultan Mehmed' in, gerekse onu takibeden Osmiınlı sul­ tanlannın dini ve milli siyasetleri, devrin şartlarına ve ah­ valine tamamen tevafuk etmekte idi. Tebaanın, bu şe­ kilde en geniş hürriyet ve hukuk içinde idaresi, Osmanlı devletinin durmadan hududlannı genişletmesine yardım ediyor ve her geçen gün bu devleti korkunç bir kuvvet ve kudrete yükseltiyordu. Fatih Sultan Mehmed Han, yukanda izah ve tahlil et­ me�e çalıştı�unız büyük siyasi projeyi ve ona dayanan harici siyaseti muvaffak.ıyet ve dirayet ile tatbik edebilen muhteşem bir tarihi simadır.

Fakat, aynı muhteşem sima, tam beş asır müddet/e saklanabilen bir korkunç ihanete uğramış ve bizzat kendi tabibi Venedik/i bir yahudi dönmesi olan Yakup Paşa ile bir şiinin verdikleri zehir ile projenin sonunu ikmal etmek için hazırlandığı seferin başlangıcında ze­ hirlenerek öldürülmüştür.

B u muhteşem Fatih Sultan'dan sonra, bir aralık batı 'ya. Avrupa'ya müteveccih olan Osmanlı siyasetine karşı bir ıt.l[sülamel baş gösterecek ve Osmanlı İın­ paratorlu�u 'nun b.ıı.tı 'ya do�ru siyaseti duraklayacaktır. Fakat pek kısa bir niiiddet sonra muhteşem Sultan Kanuni Süleyman devrinde, yine batı' ya dönülecek, Fatih'in kayser'lik siyaseti yeniden ele ıilmacak ve büyük bir dikkat ve itina ile tatbik edilecektir.


130 1 Şark Meselesi

ŞARKA DÖNÜŞ SİY ASETİ Gerçi Fatih Sultan Meluned Han ' ın zehirlerup öl­ dürülmesinden sonra, Osmanlı sultanlanndan ikisinin, Beyazıd-ı

Veli ile (İkinci Beyazıd) Yavuz Sultan Selim

Han'ın siyaseti, kendilerinden evvel gelen sultanıann si­ yasetlerinin tam zıddıdır ve Dogu'yu müteveccihtir. Fakat Osmanlı saltanatının

umumi

siyasi hayatında

ve bu siyasi hayatın Garb'dan Şark'a dönüşünü tayin eden Osmanlı sarayında, Beyazıd-ı Veli'den itibaren yeni bir cereyan başlıyordu. O güne kadar devletin her ka­ demesinde muteber durumda olan Avrupalı san'atk!rlar uzaklaştınlmış, levhalar, heykeller, saraydan çıkanlmıştı. İslam alimlerinin ve tarikat şeyhlerinin sayısı ve itibarlan artmıştı. Fatih Sultan Meluned Han zamanında hali ile bı­ rakılan Hıristiyan mabedlerinin hepsi cami haline ifrag edilmiş, manastırlann büyük bir kısmı kapatılmıştı. O tarihe kadar gayn Müslim isimler taşımakta bir mahzur görmeyen ümera ve erkamn isim ve unvanlan da degiştirilmişti. Velhasıl, her suretle İslam-Türk hukukuna mutlak bir dönüş başlamıştı. Kur'an- Keıim'in, islam 'ın dünya devleti hükümleri tatbik edilmege büyük bir cesaretle başl anmı ştı. Sultan Beyazıd-ı Veli, saltanata çıktıgı günlerde ve bir alış­ kaniılda zevk aldıgı, mübah gördügü, Fatih devrinden kalma dünya zevklerinden müstefid olma halini terk etmiş, gitgide zühd ve takva'ya dalmıştı. Böylece, Sultan Beyazıd-ı Veli unvanına bihakkın li­ yakat kesbetmişti. Osmanlı S:.::i.anındaki bu büyük de­ gişiklik, elbetteki dev�2tin dahili ve harici siyasetine tesir edecekti. Ve elbette birtakım tesirler, bir devletin dahili


Şark Mesalesl / 131 ve harici siyasetinin tahavvüllerinde rol oynayacaktır. İşte bu sebebler arasında bir tanesini de harici siyasette aramak icab eunektedir. Ve herhalde bu görüş, hatalı bir

görüş degildir. Bu sebeble, Osmanlı İınparatorlugu 'nda birdenbire meydana gelen Şark'a dönüş siyaseti, böyle ehemmiyetli birtakım harici meseleler yüzünden tekevvün etmiştir. Bu meselelerin başında, Şiiligin Anadolu'ya yayılması ve Sünnili g i de, devleti de yavaş yavaş kemirmege baş­ laması, Mısır'daki Kölemen (Çerkes) sultanlıgırun em­ rinde adeta oyuncak haline gelen İslinı Halifeligin, dev. letin temel siyasetinde bir vasıta olarak degil, asli unsur olarak ve itibari münakaşa edilmeyecek bir durum a yük­ seltilerek bütün İslam memleketlerini bir bayrak altında toplamak için mutlaka Osmanlı sultanlarının hudÜdları içerisinde bul unması keyfiyeti.gelınekte idi.

Onun içindir ki, bu meselelerin birincisi, yani Şi­ iligin tehlike olmaga başlaması ve devleti de Sünniligi de kemirmege başlaması keyfiyeti, henüz tam. m anası ile ve ciddi bir tehlike haline gelmemişti. Fakat istikbalde Os­ manlı devletinin başına pek büyük gaileler açması mal­ huzdu. Lakin asıl mühim olan mesele Hilafet meselesi idi. Evvela, Fatih devrinden itibaren Mısır Kölemen sul­ tanlıgı ile Osmanlı İmparatorlugu arasında ciddi bir re­ kabet başgöstermişti. Bu rekabet ciddi birtakım ihtilatlar da meydana getirmişti. İslam aleminin batıda�n kudretli askeri gücüne sahib iki devlet, Osmanlı İınparatorlugu ve Mısır Sultanlıgı Batı ' da birbirlerine karşı üstünlük sag­ lamak maksadi ile günün birinde mutlaka karşı karşıya gelecekler ve çarpışacaklardı. Bu her iki devlet için de mukadder bir netice idi. Zira, Dogu Akdeniz ' e ve ona


132 1 Şark Meselesi sahil olan Suriye' ye sahib ve bilim olmak, her iki İslAm devletinin, yani hem Mısır Kölemen Sultanlıgırun, hem de Osmanlı İmparatorlugu 'nun en esaslı menfaatleri ik­ tizasından idi. Mısır Sultanlıgı, son Abbasi halifelerini nüfuz ve hükümleri altında tutarak Haremeyn-üş­ şerefeyn'in hizmetinde bulunuyorlar ve buna istinaden gayet müessir bir dini siyaset kullanarak isıarn aleminde büyük bir nüfuz ve mühim bir mevki kazanmış bu­ lunuyorlardı. Mısır Kölemen sultanlıgı, dine dayanan nüfuzunu, siyasi menfaatlerine hadim kılıyordu ve Rwn sul­ tanlıgının, yani Osmanlı İmparatorıugu'nun mübalatsız görünen dini tutumundan dolayı da bu siyasetleri çok zarar görüyordu. Sultan Beyazıd-ı Veli zamanında (Hicri 9. asır sonu ile 1 O. asır başlan) Osmanlı saltanatı ile Mısır Memlfik sultanlıgı arasında birkaç harb olmuştu. İşte bu seferler sırasında, Yıldınm Beyazıd Han ile Timurlenk arasındaki harbde hasıl oldu ve Beyazıd'ın ümerasından bir kısmı Timur'a ittihak ederek Yıldınm Beyazıd' ın feci maglfibiyetini hazırlamış ise, Memlfiklerle yapılan bu harblerde de aynı olmuş, Osmanlı ümerasının birkısmı Kölemen sultaruna meyletmişlerdi. Fakat itiraf etmek lazımdır ki, Batı önünde en kud­ retli iki Müslüman Türk devletinin harbetmeleri, bir­ birleri ile bogazlaşmalan bütün Müslümaniann vic­ danında herhalde derin tereddütler meydana getirmekten hali kalmamıştır. Hicret'in 1 3 . asnnda Sultan İkinci Mah­ mud ile Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın verdikleri harbte, bu ruhi çöküntüyü, hadise çok yakın bir zamana ait ol­ dugu için daha sarih olarak görebiliyoruz. Osmanlı Sul­ taniının ıslahatperver oluşu, bazı an'aneleri degiştirmege


Şark Meselesl / 133 çalışması, Osmanlılar arasında Mehmed Ali Paşa'ya bir hayli taraftar kazandırmıştır. Birinci Cihan Harb' indeki vak'alar ise, henüz hafızalardan siliruniş degildir. İşte bi iki vak'adan hareket olunarak uınwniyetle de­ nilebilir ki, birbirleri ile harbeden iki İslam devletinden her birisi, büyük ekseriyeti dinine bagh ve hatta taviz ver­ meyen bir ruhi halet içinde bulunan tebaasının vicdanını tatmin ve kalbini kazanmak için, dinine çok bagıı halk'a ehemrniyet vermeyi , inanç ve din serbestisi bakımından karşısındakinden daha üstün görünmeyi bir siyasi lüzuın addetmiştir. Timurlenk, Yıldınm Beyazıd 'ı Ankara önünde maglfib ederken. Yıldınrn Beyazıd 'ın şer'i emirleri ifada kayıtsızlık gösterdigine dair ortalıkta dolaşanşayialar, Timur ordusunun adeta ihtiyat kuvveti kadar mükemmel iş görmüştür. Bu bakımdan Mısırhlarla, velhasıl Müs­ lümanlarla harbe girmek mecburiyetinde kalan Beyazıd-ı Veli 'nin dini siyasete büyük bir itina lüzumunu şiddetle duymuş oldugu şüphesizdir. Sonra Osmanlı ordusunun Mısır seferinde ugradıgı muvaffakıyetsizlikler, bir müverrihimizin düşüncesine göre, Sultan Beyazıd ' ın çok hassas ve nisbeten zayıf olan ruhuna tesir edecek, başlagıçta belki bir siyasi lazime, başlamış olan cereyaru bir ruhi ihtiyaç ile takviye et­ miştir. O sıralarda fetva makamına geçen, Mevlana Zey­ nelüddin Arabi (Molla Arap) padişahının ruhuna nüfuz ederek vicdanına hakim olmuş ve bir nevi hususi du­ rumundan faydalanarak Beyazıd-ı Veli ' yi tamamen zühd ve ittika vadisine sokmuştur. Padişahın düşünceleri, ha­ reketleri ve emelleri ise o sıralarda bütün siyasi ve içtimai vak'alann adeta tam bir mihveri idi. Bu hususta tesbit


134 / Şark Meselesi olunan nokta-i nazara göre, birbirlerine yakın iki İslam devletini n nüfuz ve menfaatlerini arttırmak veya hiç ol­ mazsa elde tutabiirnek ugrunda, yani dini olmaktan uzak birtakım maksadtarla giriştikleri bir harb, Osmanlı dev­ letinin Şarlc'a, İslam dini ve İslam ilemine daha çok ehernrniyet vermesini mecburi kılmıştır. Bu bakırndan Sultan Beyazıd-ı Veli Han zamanından açılmış olan ilk Mısır seferleri Osrnanlılaran Dogu siyasetinin bir neticesi degil, belki bir sebebidir. Yine bir çok maceralar geçirerek İran şahlannın tah­ tına geçen Safevi hanedam işe şeyhlilde başlamıştı. İkinci Beyazıd zamanında bir şeyh ogıu olan İsmail Safevi, Ale­ viligi sayesinde kuvvetli bir rnesned yaparak dini, hatta tasavvufi bir devlet meydana getirmişti. Bu Safevi dev­ leti,

Osmanlı

İrnparatorlugu 'nun

yalınız

Şark

hu­

dudlarında degil, bizzat imparatorluk topraklan üzerinde gayet ciddi meseleler ihdas etmiştir. Beyazıd-ı Veli'nin saltanatınan son zarnanlannda, Şah İsmail Safevi, bir ta­ raftan ihtiyar Osmanlı padişahını çeşitli hile ve hud 'a ile avuturken, diger

taraftan

Osrndlll ı tebaasının ruhuna ve

vicdanına nüfuz ederek onlan en kuvvetli yerlerinden, din

cebhesinden

vurmuştu.

Böylece

Sünni

unsurunu

Şia'ya ve Alevilige yaldaştırrnaga muvaffak olmuştur.

Osmanlı imparatorluğu caimasının en kuvvetli ve sağlam bağlarından birisi, hatta birincisi islam dininde imam-ı Azam Ebu Hanife' nin islam arneli prensiplerini tedvin ettiği Sünni mezhebi idi. Şah ismail' in de esas si­ yaseti, bu bağı çözmeğe, Osmanlı devletinin temelinden tahribi ile kendi kendilerine çölanelerini hazırlamağa matuf idi.

Gizliden gizliye yapılan bu igfalatın Anadolu'da ve

İrnparatorlugun bilhasşa orta ve dogu kısırnlarında te-


Şark Mesaleel / 135 sirleri duyulma�a başlamış olan bu korkunç ve müthiş te­

şebbüs, Osmanlı devletinin mevcudiyet ve bekası ile alakalı olanların dikkat ve hirnınetlerini bittabı Şarlc'a,

orada cereyan eden iblisçe tezvirata çevirecek ve İslarn'a indirilrnek istenen darbeye karşı bir «ŞARK SİYASETİ»

düşünülecek ve bu siyasetin ana hatları tesbit ve tanzim

edilecektir.

Anadolu, Osmanlıların asli vatanı, için için yapılan

sofilik tahribat• ile yanıp tutuşurken, batıya yürümek,

büyük Roma' yı diriltrnek, Kızıl Elma'yı takibettnek gibi ernellerin behernehal bir tarafa bırakılması zaruri idi.

Osmanlı İrnparatorlu�u 'nun Anadolu ve Asya'nın

şarkındaki topraklan elden çıkınca, devlet Avrupa'da asla barınarnazdı.

gerek

dahili,

Bu

cihetle

gerekse

bediyordu ve de�işti. Osmanlı

Osmanlı

harici

devletinin siyaseti,

siyaseti

de�işrnek

ica­

İrnparatorlu�u 'nun do�u siyasetini, yani

devletin yeni siyasetinin şuurlu bir surette tanz im ve tat­

bik eden Yavuz Sultan Selim Han'dı r. Ve Osmanlı İrn­

paratorlu�u Yavuz Sultan Selim Han'dan itibaren, Şark siyasetinde

insiyatifi

tamamen

eline

geçirmiş,

paratorluk bu siyasetin nazırnı ve tatbikçisi olmuştur.

tın­

Şehzadeli�i zamanında devletin Şark viHiyetlerinden

Trabzon'da vali olan Yavuz Sultan Selim Han, do� ha­ diselerini,

bilhassa

İran

siyasetinin

Osmanlı

İrn­

paratorlu�u 'na taalHlk eden veçhesini çok yakından ve

büyük bir titizlik ve ciddiyeıle takib ve rivayetlere göre, bizzat Şah İsmail Safevi ile görüşüp müstakbel hasmını

tarıırna�a muvaffak olan bu zeki ve son derece gayyur ve şiddetli

hükümdar,

belki

ta

o

zamandan

beri

pa­

dişahlı�ında tatbik edece�i siyasetin istikametini ve hu­ dudlaruıı tesbit ve gayesini tayin ettniştir.


136 1 Şark Meselesi

YAVUZ SELİM'İN ŞARK veya İSLAM SİYASETİ Yavuz Sultan Selim Han'ın «ŞARK veya İSLAM SİY ASETİ» şöyle ifade olunabilir: Osmanlı İrnparatorlugu, Şark'tan gelen S afevi

Ş ii

tehlikesinden, tasallutundan kurtulmak ve cenubundan ilerleyen Kölemen tehlikesini durdurmak. Bundan sonra da, Ş iilige karşı dahilde bir imha hareketine girişrnek, so­ nunda da Safevi devletini yerinden kırnıldayarnayacak, entrikalannda ve desiselerinde daha ileriye giderniyecek, hatta devarn ederniyecek derecede ezmek.

Mısır sal­

tanatının dini rnesnedi Sünnilik ve Sünniligin siyaset ma­ karnı da Hilafet müessesesi oldugundan, İslam Halifesini adeta esir gibi ernellerine alet olarak kullanan Kölemen hanedanının meydana getirdigi Mısır sultanlıgırun askeri kudretini

dagıtarak,

Hilafet

makarnını

onlann

ta­

sallutundan ve tahakkümünden kurtarmak, Halife haz­ retlerini İstanbul ' a getirmek. Böylece her iki devleti de tehlike olmaktan çıkarmak. Esasaen Yavuz Sultan Selim Han, daha Birinci Beyazıd zamanından itibaren Osmanlı İrnparatorlugu 'nun

komşusu

olan

bu

iki

İslam

hü­

kürndannın, Mısır sultanı ile İran şahının, Diyar-ı İklim-i Rum padişahını ortadan kaldırmaya teşebbüs ettiklerini ve bu siyasetlerinde devarn ve ısrar ettiklerini çok iyi bi­ liyordu. Yavuz Sultan Selim Han'ın takib euigi Şark si­ yasetinde ilk rnerhale bu iki, kendisine ve devletine düş­

man komşunun rnelhuz tehlikelerini benaraf

ederek Os­

manlı devletinin bekasını ve istiklalini EBED MÜDDET ternin etrnekti.


Şark Mesalesl / 137

ŞARK ve İSLAM SİYASETİNİN İKİNCİ MERHALESİ Şark ve İslam siyasetinin ikinci merhalesi (ki galib ihtimal birinci kademenin muvaffakıyete ulaşmasını mü­ teakip düşünülmüş olabilir.) Selçuklutann bir zamanlar kısmen temine muvaffak olduklan Şark İslam vahdet ve birligini meydana getirmek olacaktı. Selçuklulann bu ki an'anesinden birini, Şarlci Roma İmparatorıugu'na hakim olmak gayesini de esasen te'min etmiş olan Osmanlı İmparatorıugu, Selçuklul ann ikinci an'anesini, yani İslam Halifeligine sahib olmak emelini de kuvveden fiile çıkaracaktı. Yavuz Sultan Selim Han, Fatih Sultan Meluned Han'ın kurmuş oldugu ve babası İkinci Beyazıd Han tarafından bozulmuş olan Garb si­ yasetine alem olan Rum padişahlıgı siyasetini de böylece HiLAFET-İ İSLAMiYE, SALTANAT-I İSLAMiYE ha­ line getirmek, İslam alemini tefrikadan kurtarmak ve İslam vahdetini, muasır tabiri ile, iTTiHAD-I İSLAM 'I temin etmek istemiştir. Filvaki, bütün İslam alemi, şer'an yalınız bir İMAM­ ÜL-MÜSLİMİ N 'E, bir HALİFE-İ RESULÜLLAH ' A tabi olmakla mükelleftir. Her ne kadar İslam Hilafeti, Hu­ lefa-i Raşidin'den sonra fiilen parçalanmış ise de Şer'i Şerif, nazari ve hukuki olarak bu parçalanmayı asla kabul, tasdik ve teslim etmiş degildir. Şer' an İmam-ül Müslimin birdir. İmametin mütaddid şartlanndan birisi, DAR-ÜL İSLAM ' I düşman ta­ arruzundan ve tahrib ve tefrikadan koroyabilecek de­ ·

recede kudretli olmak siyasetidir. YAVUZ, o kudret ve siyasetin Osmanlı padişahlarında mevcud olduguna kaani


138 / Şark Meselesi bulundugundan,

parçalanmış,

zaafa

ugraınış

İslam

atemini, kendisi ve evlad ve ahfadı sayesinde birleştirip, İslam alemince muazzez ve mübarek bir müessese olan Hiliifete, şeriatın emrettigi vahdet ve kudreti kazandırmak emelinde idi.

Hadiseler,

Yavuz Sultan Selim Han'ın

harici siyasetinde böyle bir gaye taşıdıgını delilleri ile or­ taya koymuştur. Nitekim Yavuz Sultan Selim Han za­ manına kadar HMİM-ÜL HAREMBYN olan Mısır memlüklerinin bu sıfatını şiddetle reddetmiş, Halife-yi Ruy-i Zemin' i muazzez bir varlık olarak kabul etmiştir. Bu sebeble de kendisini, Mısır sultanlıgını ortadan kal­ dırdıktan sonra, verilen HAKİM-ÜL HAREMEYN sı­ fatını şiddetle reddetmiş, HADİM-ÜL HAREMBYN sı­ fatını kabul etmiştir. Yavuz Sultan Selim Han, Hadim-ül Haremeyn sı­ fatını alırken de, İslamın kendi nazanndaki ehemmiyetini bir kere daha ortaya koymuc;:, böylece kendisinin ta­ kibettigi Şark siyasetinin asıl hedefinin, İslam ittihadı ve İla-yi İslam oldugunu ortaya koymuştur. O, Haremeyn'in biikimi degil, sadece hadimi, bu ulvi ve büyük müessesenin basit bir hizmetkan idi. İşte bu dü­ şünce tarzıdır ki, Osmanlı padişahlarını, kendilerinden evvel Hilafet makamını ibraz ettniş olan diger saltanat ai­ lelerinden ayıran başlıca husus olmuştur. Hadiın-ül

Haremeyn,

Yavuz

Sultan

Selim

za­

manında, Macaristan ve Nemçe (Avusturya) diyan; Ve­ ııc:Jik. �,;wıılıuriyeti ile Rim Papa (Vatikan) unutulmuş gibi

idi. Avrupa'nın kaderine ha.kim olan devletler, Osmanlı sultanının muhteşem siyaseti ve aynı derecede

muh­

teşem kudreti önünde adeta silinmişler, unutulmuşlardı ve herhangi bir hareket yapmak imkanlanndan da malı-


Şark Meselesl / 139 rum olmuşlardı.

Elde mevcud ve tedkike tabi vesikalann ışıgı altında ve cür'etle iddia edilebilir ki, Osmanlı İrnparatorıugu 'nun

iki büyük siyaseti vardı ve bunlardanbirisini, İstanbul 'un fethi ile Garb siyaseti olarak vasıflandınlan büyük Rwn Sultanlıgı siyasetini tervic eden Fatih Sultan Mehmed Han tespit etmiştir. İkincisini de yukanda izah ettigirniz gibi, Şarlc ve İslam İttihadı siyaseti ile tesbit ve tayin eden, kuvveden fiile çıkaran yavuz Sultan Selim Han' dır. Bu

padişahlann her ikisi

de,

tesbit,

tatbik

ve

mu­

vaffakıyete isal ettikleri siyasetlerini gayet vazılı bir su­ rette rnihrakına oturtrnuşlar ve devarn ettirmişlerdir. Bu iki siyasetten birincisine

«GARB veya AV­

RUPA SİYASETİ» ikincisine de «ŞARK veya İSLAM SİYASETİ»denilmiştir. Bir diger tabiri ile birincisine ŞARKİ ROMA İMPARATORLUGU SİY ASETİ, ikin­ cisine de İSLAM HALiFELiG i SİY ASETİ denilebilir. Fatih ve Yavuz 'un halefleri , bu iki siyaseti, Osmanlı İrnparatorlugu 'nun yaşadıgı asırlann ortalannda bir arada yürütrnek gibi agır bir mes 'uliyetin altına girmişler ve bir nisbet dahilinde tatbik etmekle beraber tam ve mutlak bir muvaffakıyet ibraz edememişlerdir. Osmanlı İmparatorlugu'nun en kudretli ve haşmetli d{'vresinde, bilfarz Kanwıi Sultan Süleyman Han takiben Sarı

Selim devrinde

devrini

zayıflarna�a başladıktan,

hatta dalıa sonraki devirlerde inhilale

u�radıktan

sonra

da, Şarlc ve Garb siyasetlerinden herhangi birisinin

tercih

edilmedi�i görülür. Harid

acaba

siyasetteki bu te reddüt

vak'alann zorlamasından mıdır?

Yoksa Osmanlı

im­

paratorlu�u 'nun idaresini omuzlarına yüklemiş olaniann basiret ve dirayetlerinin eksikliginden midir? Yalınız ortada bir mesele vardır ki, Osmanlı im-


140 1 Şark Meselesi paratorlu�u 'nda meydana gelen bu tereddüt, harici si­ yasette hem Şark hem de Garb siyasetlerini birlikte yü­ rütmek keyfiyeti, ihtiyari olmaktan uzaktır. Zira, gerek Garb, gerekse Şark devletleri, Osmanlı İmparatorlu�u 'nu kendi siyasetlerinin hedefi olarak tayin ve tesbit etmişler ve buna göre vaziyet almışlardır. Buna göre denilebilir ki , Osmanlı İmparatorlu�u 'nun harici siyasetindeki bu te­ reddüt, bir zorlama, bir müdafaa zamretinin ortaya koy­ du�u bir vakıadır. Yavuz Sultan Selim Han'ın bahtiyar o�lu Kanuni Sultan Süleyman Han, Osmanlı saltanatında coşan ve taşan bir hayat ve kudret kayna�ı oldu�u bildi�inden, bir taraftan Belgrad 'ı fethedip Macaristan ovalarına gi­ rerek, Rodos 'u zaptedip Akdeniz bilirniyetine yol aça­ rak, ceddi Fatih Sultan Meluned Han gibi, bütün Roma İmparatorlu�u'na (Şarki ve Garbi Roma 'ya) tevarüs etmek gayesini güdüyordu. Zira, Kanuni Sultan Sü­ leyman Han, Fatih Sultan Meluned Han'ın izinden yü­ rüyerek, Belgrad'ı fethedip Macaristan ovalanna indi�i zaman, Bizans imparatorlarının an' anevi siyasetini ta­ kibediyordu. Bu siyaset, Roma'ya yürümek, Roma'yı zabtetmek, böylece Fatih'in tesbit etti�i iki kiliseyi dize getirerek, İslamiyeti ilan etmek şeklinde tecelli etmek is­ tikametinde ilerliyordu. Bizans, Fatih'ten evvel takibetti�i bu siyaset ile bütün Balkan yanmadası 'nı hükmü altında bulundurdu�u devrelerde, (MiHidi 1 2. asır) Tuna nehrini geçip, Ma­ caristan'a yayılma�a. Macarları nüfuz ve hAkimiyetleri altına alma�a çalışıyordu. Bizans imparatorları , kendilerini, bütün Roma'nın ve binaenaleyh Cihan İmparatorlu�u 'nun yegane varisi ad­ dediyorlardı.


Şark Meselesl / 141 Bu şekilde de İmparator sıfatı ve ünvaruru yahruz kendilerinin malı telakkİ ediyorlardı. Bizans Gal ' leri,

İmparatorlan

Cermen'leri,

diger

Avrupa

kavimlerini,

İslav 'lan, Turarıi'leri, Arab'lan

velhasıl kendilerinden gayn olan kavimleri Barbar telakki ediyorlar ve hükümdarlanna ancak Kral diyorlardı. Fatih Sultan Mehmed Han, Kostantiniyye'yi fethedip Şarlô Roma İmparatorlanrun payilahtma girerken, onlann siyasetini de tevarüs ediyor, hatta tevarüs eunekle de kal­ mıyor, bu siyaseti bizzat takibediyordu. Fatih Sultan Mehmed Han, bu siyasetin ilk adımı olan

Balkan

yarımadasım

hakimiyeti

altına

aldıktan

sonra, İtalya'ya sefere kalktıgı gibi, Rodos adasının fethi ile Akdeniz'e, Belgrad' m fethi ile de Macaristan ova­ Ianna girmekle, Garbi Roma İmparatorıugu 'na haletlik iddia eden Mukaddes Roma- Cermen İmparatorıugunun hakimiyeti

altında bulunarı topraldara

sahib olmak istemiştir.

ve merkeziere

Fakat Ulah'lann «Beyaz şö­

valyesi>> Hunayadı Yanoş Belgrad 'ı, Sen Jan şövalyeleri de Rodos 'u müdafaa ve muhafaza ettiler. İmparatorlugun bu iki kalesini zabtedip bütün ha­ valiyi fethe teşebbüse, ancak Kanuni Sultan Süleyman Han zarnarunda geçilebildi ve bu teşebbüs muvaffak oldu

( 1 52 1 - 1 528). Avrupa tarihçilerinin MUHTEŞEM SÜLEYMAN sı­ fatını verdikleri, hakikaten muhteşem olan Kanuni Sultan Süleyman Han, muvaffak olmuş olan bu teşebbüsü ile, Garbi Roma'ya bir adım daha aunış oluyor, böylece Av­ rupa'run geri kalan kısmına hakim olan Şarlken de, Roma'daki Grim Papa da korkulu günler yaşıyorlardı. Bu husus, bizzat Şarlken'in kardeşi Ferdinarıd'a söyledigi gibi o, yani Muhteşem S üleyman Halife-i Rum'du ve bu


142 1 Şark Meselesi sıfatı da_bÖylece tescil edilmiş oluyordu.

Kanunf Sultan Süleyman Han, Sultan Halife-i Rum' du ve Karlos ise ancak İspanya kralı idi. Çok şayanı dikkattir ki, Osmanlı padişahı, <<Sultan Halife-i Rum» Kanunf Sultan Süleyman Han, Bizans Va­ sileos' larının iddiasını aynen tekrar ediyor, büyük Roma'yı, fakat bu sefer büyük İslam-Türk İmparatorluğu halinde ihyaya çalışıyordu. Osmanlı İmparatorlugu tahtına oturan Kanuni Sultan Süleyman Han, kafasında tasarladıgı ve büyük bir kıs­ nuru kuvveden fiile çıkardıgı bu geniş ve muazzam mak­ sadlannın tarnanuna nail olabilirse, ŞaıX İslam mem­ leketleri ile olan ticareti tamamen ve kamilen Türkiye ve İstanbul'dan geçecekti. Bu siyasetin tahakkuku ile Ak­ deniz bir Osmanlı gölü olacak, Viyana'da bir Osmanlı valisi bulunacaktı. B üyük hükümdar Kanuni Sultan Süleyman Han, Au­ gust ve Dara imparatorluldarına , Kayser ve Kisra taht­ lanna göz dikmekte beraber, bütün buralan zabtenneyi de ihmal ettnek istemiyordu. Fakat bu kadar büyük ve agır bir siyasetin semeresini görmek, meyvalanru toplamak güçtü. Bu siyasetin tedvirini ve Halifeligin verdigi agır mes'uliyetin vebalini, Kanuni'nin o geniş ve saglam omuzlan bile kaldıramazdı. Osmanlı devletinin öz unsuru olan TüıXler, bu yüke tahammül edemezdi. Zira İmparatorluk içinde müfus ba­ kımından azlık idiler. Ve Osmanlı İmparatorlugu'nun bu vasi topraklan üzerinde mevcud olan mühim işlere ye­ tişemiyorlardı. Nitekim bu siyasetin menfi neticeleri, Kanuni Sultan Süleyman Han'ın halefieri zamanında gö­ rüldü. Kanuni'nin haletleri ne Viyana'yı zabtedebildiler, ne de İran'ı istilaya muvaffak oldular. Hindistan'da ise, ·


Şark Meselesl / 143 bir iş göremediler. Birbirlerini tevali eden İm­ paratorıugun Şark ve Garb hududlanndaki barbier ile çok yorulmuş ve yıpranmış olan İmparatorlugu 17. Miladi asır sonlanndan itibaren, harici siyasette inisiyatifi el­ leinden kaçırdılar. Ve böylece Osmarılı devleti, bizzat fail olmaktan çıktı, diger devletlerin siyasetlerine boyun egmek mecburiyetinde kaldı. Sultan Kanuni Süleyman Han zamanında başlayan, halefieri gününde devam eden ve Osmanlı saltanatma çok pahalıya mal olan bu iki ceb­ heli siyasete bir bakıma «Kanşık Siyaset» adı da ve­ rilebilir.


144 1 Şark Meselesi

CEVDET PAŞA'NIN TAVSiYE ETTİGİ TÜRKLÜK SİYASETİ Osmanlı İmparatorlu�u'nun yukandan beri arz ve izahına çalıştı�ımz üç tarzı siyasetinden ayn olarak bir si­ yaset takibi daha düşünülebilirdi ki, bu siyaseti, Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet'de izah eder. Cevdet Paşa'nın yalnız izah de�il. tavsiye ettigi bu siyaset, Devlet-i Osmaniye'nin yalınız dinen de�il. lisan ve ırk itibarı ile de mütecanis bir manzara arz eden mem­ leketlerde genişlernek gayreti göstermesinden ibaret ola­ caktı. Cevdet Paşa bu siyaseti şöyle izah eder:

« Macaristan ve Hırvatistan fütuhatı ile uğ­ raşmaktan ise bu iki eya/etin yerine, Kazan ve Ejderhan han/ıklarının zabt ve muhafazası devleti aliyyece daha mücerred bir siyaset takibi olurdu. Bu siyaset, Yavuz Sul­ tan Selim Han' ın Yl!-karıda izah olunan siyasetine de ta­ mamen tevafuk ediyordu. Çünkü, Kafkas, Kazan ve Ej­ derhan halkı ele alındığı takdirde, aynı ırka mensub oldukları ve hemen hepsinde mezheb ve din birliği hasebi ile Osmanlı hükümetinin hükmettiği hududlara dahil edi­ lir ve devlete bağlanırdı. O halde de yavaş yavaş Kırım Hanlığı dahi, hatta sair eya/etler de devleti aliyyeye bağ­ lanırdı. Ve Ejder ve Kazan vastası ile Tataristan' da bir (büyük Türkistan) devleti daha kuru/abi/irdi.»

Cevdet Paşa'nın pek haklı olarak tavsiye ettigi bu si­ yasete de isim takmak liizım gelirse, buna IRK veya TÜRKLÜK SİYASETİ adı verilebilir. Osmanlı İmparatorlu�u 'nun takibetti�i bu iki yanlı siyaset, Fransa ilitiliili kebirinden sonra bilhassa kendisini


Şark Meselesl / 145 göstenniş ve devlet, gelişen milliyetçilik fikirlerinin kat'i tesiri ahtına girmiştir. Bunun neticesi ise, Osmanlı İm­ paratorlu�u için pek elim neticeler tevlid etmiştir.


146 / Şark Meselesi

AVRUPA�NIN AGlR BASKISI Avrupa'nın, Osmanlı İmparatorlugu'nun hayatına son vermek hususundaki azim ve gayretleri yarunda, Os­ manlı İmparatorlugu 'nda da, gelişen ilim ve teknik ha­ yata intibak zarureti dogmuştur. Osmanlı İmparatorlugu bu zarureti hissettilti andan, yani 1 9. asır başlarından iti­ baren Avrupa devletlerinin agır baskısından kurtulmak için büyük bir cehd sarfeUniştir. Şark siyasetinin ne­ ticelerindenkendisini kurtaramamıştır. Rusya 19. asır başlarından itibaren Osmanl ı İm­ paratorlugu'na Hasta Adam nazarı ile bakmaleta idi. Al­ manya, B ismark ile ittihadını saglamıştı, Avusturya - Ma­ caristan İmparatorlugu ise, gözünü Osmanlı İmparatorlugu'na dikmişti. Fransa ezeli kapitülasyonlar ile Osmanlı İmparatorlugu 'nda bir nevi vesayet iddiası ile ortaya çıkıyordu. B una mukabil İngiltere bütün bu dev­ letlere karşı çıkıyor, kMı Osmanlı İmparatorlugu'nu, kendi iktisadi menfaatleri için destekliyor, k3h, Rusya'yı okşuyordu, Ve böylece tarihin Şark meselesi adıru ver­ digi Avrupalı devletlerin tesbit ettikleri siyaset mihrakına oturtuluyordu. Gerçi bu siyasetin seyrini degiştirmek maksadı ile Osmanlı İmparatorlu�'nda ciddi hamleler yapılmıştı, lakin bütün bu hamleler fayda vermekten uzak kalmıştı. Nihayet mukadder netice, yani Şark siyasetlerinin Avrupalı devletlerce tesbit edilen birinci perdesinin ne­ ticesi kuvveden fiile çıkıyor ve Osmanlı İmparatorlugu dagıtılıyordu. Fakat iş, yani Şark siyaseti bununla da bitmiyordu. Zira Şark Meselesi, bir Osmanlı İmparatorlu� meselesi


Şark Mesalesl / 147 olmak durumundan, bu İmparatorlu� dagıtılması ile birlikte çılanış ve beyneimiJel siyasetin mihrakını teşkil <eden ve adını yine Şark Meselesi olarak devarn ettirecek bir hüviyete inkılap etmişti. Şimdi Şark meselesi yine dünkü gibi, hattA ondan daha. yıkıcı ve kıncı bir şekilde devarn etqıektedir ve dev­ letler, dünya medeniyetinin beşigi olan bu sahalarda, kendi menfaatleri istikametinde dünya bilirniyetine dogru yol almak maksadı ile mezbuhane bir mücadelenin içindedirler. Bu mücedelenin nereye kadar gidecegini henüz tayin etmek mümkün degildir. Fakat gerçek olan şudur ki, dünya durdukça bir Şark meselesi daima var olacak ve devletlerarası çekişmelere sahne olacaktır.


148 1 Şark Meselesi

19. ASlR SİYASETİ ve OSMANLI İMPARATORLUGU Rusya, 1 830'dan sonra kendisi için pek ziyade mu­ vaffakiyetle neticelenen bir siyaseti niçin tatbik etmedi. Ruslar ve Sımlarden sonra, Eflak ve Bu�dan'daki Ru­ menler de istik13..l lerini taleb etme�e başlamışlardı. Kay­ narca muahedesi, Rusya'yı, bunlann do�rudan dogruya hamisi olarak gösteriyordu. Rus ordulan, Osmanlı İm­ _ paratorlu�u ile yaptıklan harbler dolayısı ile bu top­ raklardan sık sık geçtikleri için, buralarda geniş bir sem­ pati ve sürekli bir idare kurmuşlardı. Bu idare alıkanuna göre; vali ile meclis, Hıristiyan halkı temsil etmekte idi. Rusya öyle görünüyor ki, Romanya'da müstakil bir Romen hükümetinin kurulmasına gayret sarfediyordu. Eger Rusya, Romen hükümetini muvaffak olsa idi, Os­ manlı devletine karşı cebheler ikiye çıkacak ve dolayısı ile Osmanlı İmparatorlugu 'nun taksimi daha da ko­ laylaşacaktı. Rusya'nın, Romanya'da böyle bir hükümet kur­ mamasının sebebi ise, Çar Birinci Nikola'nın Avrupa'nın ileri fikirlerinden nefret etmesi, dolayısı ile Romen milli partisinin Avrupa'nın bu ilerilik fikirlerini Romanya 'da tatbik etmek istemesinden meydana gelmiştir. Rus çar'ı Birinci mikola'nın bu fikridir ki, Ro­ menleri Rusya' dan aynimak noktasına itmiş ve Avrupa fikirler etrafında, bir devletin temellerini atmışlardı. Böy­ lece Romenler, 1 848 yılından itibaren Ruslardan ay­ olmayı başarmışlardı. Romanya'nın Rus nüfuz sahası dışına çıkınası ve Avrupa'ya kayması, Rus çannın açıktan açıga Romen


Şark Meselesl / 149 aleyhtan bir siyaset takibine de zemin hazırlamış bu­ lunuyordu. Avusturya - Macaristan hariciye nazın Prens Met­ ternich'in, Rusya için yaptı�ı gibi, Çar Nikola da bey­ nelrnilel mutlak idareler mücahidli�indeki vazifesini Rusya'nın menfaatlerine feda etmişti. Rus çan, Ruslann Şark'taki menfaatlerinden, ken­ disine has bir siyaset ile yani zorla, daha do�rudan do�­ ruya, daha mükemmel bir surette istifade etmek istiyordu. Çar Nikola'nın milliyet siyasetinden vazgeçmesi, Os­ manlı hnparatorlu�u'nun taksimi siyasetini devam et­ tirmek içindi. Fakat bu siyaset de, meseleyi, yani, Şark meselesini beynelmilel bir zemine koymak isternekten başka bir şey de�ildi. İkinci Katerina'nın tecrübelerinden sonra, filhakika düşünüldü�ü gibi, Çar bu siyasette İn­ giltere, Avusturya - Macaristan İmparatorlu�u ve Fran­ sa'nın düşmanlı�ına maruz kalmıştı . Rus çan, Edirne muahedesinden beri Sultan İkinci Mahmud 'u tehdid eden dahili bir tehlikeden istifade etti. Bu tehlike Mısır valisi Mehmed Ali Paşa meselesi idi. Mehmed Ali Paşa hadisesi, aslında Şark meselesinin bir parçasından başka bir şey de�ildi ve bu valinin isyan et­ mesinde Fransız siyasetinin ehemmiyetli bir rolü ol­ muştu. Mehmet Ali Paşa'nın Osmanlı İmparatorıugu'na harb ilan etmesi, Suriye'yi alması, Kütahya'ya kadar gel­ mesi Rus çan için bulunmaz bir fırsattı. Bunu da mü­ kemmel bir şekilde de�erlendirdi ve elini, dostluk ve yar­ dım elini Sultan İkinci Mahmud ' a uzattı. Bu dostluk sonunda da bir Rus donanınası ile Rus askeri birlikleri İs­ tanbul bogazına, Beykoz'a kadar gelip karargah kurdular. Tarihierimize Rünkar iskelesi Anlaşması olarak gir-


150 1 Şark .....ı..ı miş olan bu dostluk (8 Temmuz 1 833) sekiz sene müd­ detle mer' i idi. İngiltere ve Avusturya'nın takibettikleri Şark siyaseti bakımından onlarca pek tehlikeli telikki edilen bu mu­ ahede üzerine her iki devlet de harekete geçmişlerdi. İn­ giltere bilhassa Rusya'nın bogazlara yerleşmesine ve do­ layısı ile Akdeniz'e inmesine sureti kat'iyyede karşı idi. Bu anlaşma aynı zamanda İngiliz nokta-i nazan na göre; Karadeniz ve Marmara' yı da geniş bir Rus askeri sahası haline sokuyordu. Meluned Ali

Paşa 'nın Osmanlı

İmparatorlugu'nu

tehdid eden ileri harekin karşısında bu iki devlet ve bil­ hassa İngiltere Rusya 'dan daha evvel davranarak, be­ lirmiş olan siyasi tehlikeyi hertaraf etmek maksadı ile bütün Avnıpa'ya. Osmanlı İmparatorlu�'nu himayeleri aluna

almak teklifinde bulundular.

LAkin Fransa'nın

Mısır'da takibetmekte oldugu siyaset, Fransa 'nın bu tek­ life yanaşmasına veya bu teklifi kabul etmesine mani ola­ cak bir takım meseleleri ortaya koyuyordu. Fransa, az kalsın Meluned Ali Paşa'nın utruna harbe giriyordu. Güç hal ile önlenebilen bu harb kararı sonunda 1 840 yılında Londra'da bir konferans toplanmil ve İngiltere ile Avusturya - Macaristan İnıparatorluıtı bütün Avrupa' yı Asya'ya karşı Osmanlı İnıparatorıugu'nu himya mecbur etmişti. Londra konferansıdır ki, · Meluned Ali Paşa'nın geri çekilmesini temin etmiş ve Meluned Ali Paşa'nın Fransız siyasetini alır bir dil ile itharn etmesine yol açmışbr. İngiltere muvaffak olmuş ve an' anevi Şark siyasetini takibederek. Hünlclr iskelesi Muahedesi 'nin iki mad­ desini ortadan kald.ınnışu. Bu

durum

karşısında

gerilernde

ve

tekrar

Ka-


Şark Meaelesl / 151

radeniz'e hapsedilmek mecburiyelinde kalan Rus çan, İn­ giltere'ye en derin bir husumet beslemiş olmasına raıt­ men, bu dar çemberi kırmak ve böylece sıcak denizlere inmek maksadı ile İngiltere'ye tek taraflı ve sadece iki devlet arasında Osmanlı İmparatorlugu 'nun taksimini hedef alan bir anlaşma teklif etti. İngiltere, Rusya'nın teklif ettilti planın ardındaki ger­ çek niyetleri tesbit ettilti içindir ki, Londra konferansnun derpiş ettilti ş� ann aynen tatbikinde ısrar etmiş ve Rusya'nın müşterek hareket teklifini reddetmişti. İngiltere, Rusya'nın Osmanlı İmparatorlultu'nu müş­ terek paylaşmak hususundaki teklifıni reddi ise, tarihte ilk defa olarak iki Hıristiyan devleti, İngiltere ile Fran­ ' sa yı qsmanlı devletini himayeye ve Rusya'ya karşı has­ marıe bir siyaset takibetınege zorlamıştı. Bu siyasettir ki, Kınm Harbi 'nin, İngiliz - Fransız ve Türk ordulannın it­ tifakı tahtında Rusya'ya karşı açılmasına vesile vermişti. İngiltere Türkiye'nin yanında idi. Ve İngiltere bütün Avrupa'ya Türkiye'nin mülki tamamiyetinin, Avrupalı devletlerce garanti altına alınmasını kabul ettirmiş ve böylece Rusya'nın, Osmanlı İmparatorluıtu'nun mülki ta­ mamiyetini hedef aları tecavüzlerinin önüne geçmek is­ temişti. Bu İngil�re'nin Osmanlı İmparatorluıtu'na ya­ k.ınlıltından veya sempatisinden degil, fakat Rusya'nın, her geçen gün biraz daha cenuba, sıcak denizlere inmek isteyen Rusya 'nın bu inişine marıi olmak dolayısı ile İn­ giltere'nin dünya hakimiyeti siyasetine hizmet etmek içindi. Fakat Osmanlı devleti içindeki gayn Müslim un­ surun mevcudiyeti, Osmanlı İmparatorlugu için pek ciddi bir mesele teşkil etmekte idi. Bir taraftan Rusya'nın. bir taraftarı İngiltere ve Fransa'run diger taraftan Avusturya -


1 52 1 Şark Meselesi Macaristan İmparatorlugunun tahrikleri ile ayaklarunış olan, Osmanlı tebaası gayn Müslimler meselesini de hal­ letmek, Avrupa için pek lüzumlu telald<.i edilmiştir. Ve o andan itibaren Osmanlı İmparatorıugu için istikbalde büyük gaileler açacak olan isiahat meselesi de ortaya çık­ mıştı. Sultan Abdülliamid, Avrupa devletinin teklif ettikleri ısiahat usulfinu kabuleunişti. Osmanlı İmparatorlugu, hu­ dudları dahilindeki bilfunun gayn Müslimler aynen Müs­ lümanlar ve Müslüman Türklerin tabi olduklan hak ve hukuka kavuşmuşlardı. Osmanlı İmparatorıugu'nun, Avrupa'nın teklif ettigi ısiahat projesini kabul etmesi aynı zamanda Rusya'run, Gayn Müslim unsurlar arasmda ekınege çalıştıgı ihtilal yolunu da kısmen kapamış oluyordu. Böylece Rus emel­ lerine kat'i surette sed çekiliyor ve bu devletin Şark si­ yaseti iflas ediyordu.


Şark Meselesl / 153

PARİS KONFERANSININ HÜKÜMSÜZ KALIŞININ SEBEBLERİ

Paris'te, 1 856 tarihinde ve Kınm harbinden sonra ak­ tedilen konferansın tasvib ettigi Avusturya - İngiltere si­ yasetindeki muvaffakıyet, daimi surette Avrupa'ya tesir edecek kabiliyette degildi. Filhakika bu siyaset, Şark me­ selesinin esasını teşkil eden üç unsuru tamamen çü­ rütüyordu. O unsurlar da Hıristiyan kavimlerde milliyet his­ lerinin kuvveti - Rusya'nın ihtiraslanndaki ısran- Os­ manlı İmparatorlugu'nun Avrupa tarafından tamamen Hı­ ristiyan görüşüne müstenid olarak, hala taassub ve atalet içinde bulunması şeklinde mütalaa edilebilir. İşte 1 856'dan 1876 tarihinde kadar Paris konferansı hükümlerinin yok olmasına ve adeta mer'iyyeten kalk­ masına bu üç unsur sebeb olmuştur. Hıristiyanlık, asırlan.n verdigi bir ahşkanlıkla ve Müslümanlıgın tek ve kudretli hamisi Osmanlı İm­ paratorlugu'nu çörkerttnek için her vesileden istifade edi­ yordu. Eger İngiltere ile Fransa, 1 854- 1 856 ittifakı çer­ çevesi içinde Osmanlı İmparatorlugu'na ellerini uzatmışlar ise bu, Osmanlı İmparatorlugu 'nun himaye veya mülki tamamiyetini arzu etmelerinden çok, kendi siyasi menfaatlerine uygun düştügü içindi. Avrupa, Osmanlı İmparatorluğu' nun etrafında ağ­ larını örmekle kendisini vazife/i teLakki ediyor, bu va­ zifeyi yerine getirirken de İsa'yı memnun edeceğine ina­ nıyordu. Bu sebeb/e, Osmanlı İmparatorluğu' nun etrafındaki çember her gün biraz daha daralıyordu. Daralan çemberin bir halkası da, Tuna'da muhtar bir


1 54 / Şark Meselesi prenslik kurm3k için sarfedilen ve muvaffak olunan gay­ retti. Avrupa böylece Romen milliyetçili�lni de yok etmiş

oluyordu. Romanya Milli fırlcası ise, bu duruma isyan ediyor

ve

Rusya'ya

Avrupa' ya

do�ru

müteveccih

çeviriyordu.

Bu

siyasetini

fırlca,

Romen

tekrar mil­

liyetçili�inin menfaatlerini Rusya'nın yanında mütalaa

etmiş ve Çar İkinci Aleksandr ile milliyetçili�e sadık ka­ lınmak sureti ile bir anlaşma yapmıştı.

Romen Milli fırlcasıru Çar İkinci Aleksandr'ın ku­

ca�ına atan insan ise, Fransa imparatoru üçüncü Na­

poleon'du. Fakat Napoleon'un teşviki ile başlayan bu te­

maslar hiç bir netice vermemiş ve böylece sönüp gitmişti. Romanya iki kısma aynlmıştı.

Bu andan itibaren de

Rusya bir çare ararru ş ve Prens Aleksandr Koça, bu bir­

li�i tahakkuk ettirecek insan olarak Romanya'nın başına

getirilmişti. Artık Romanya sa�larruştı

ve

bu

ittihad,

1862

yılından itibaren ittihad

zamanında

paratorlu�u 'na karşı kalınmıştı.

Osmanlı

İm­

Rus çan Aleksandr yalıruz bilvasıta, yani Fransa'dan

gelen muvaffakıyetlerle iktifa etmedi. Aklına gelen cesur ve maharetli bir siyaset takibederek

1 870- 1 87 1

Fransız ­

Alman harbinden bilistifade, tekrar Karadeniz meselesini

mevzuu bahis etti ve bu fırsattan pek rahat bir şekilde is­ tifade etti. Zira, Fransa ma�lub olmuştu, Paris işgal edil­

mişti. Prusya, Fransa harbinden yorgun çıkmış, işgal key­ fiyeti

ile

ziyadesi

ile

meşgul

olmakta

Avrupa muvazenesinin bu iki unsuru

bulunmuştu.

1 870 - 1 87 1

harbi ile

kendi başlanrun çaresine bakarlarlcen İngiltere tek başına kalrruş, çaresizlik içinde Rusya 'nın siyasetini .adım adım

takibe başlamıştı.

İşte Fransız - Alman haminin bu endişeli devresi

içindir ki, Rusya Avrupa'run büyük devletlerine birer


Şark Meselesl / 155

nota tevdi enniş bulunuyordu. Avrupa büyük devletlerine gönderilmiş olan Rus notası, Paris konterasının ( 1856) Karadeniz'deki bilirniyet hususunda vaz'ettr�i kararlan Rusya'nın kabul edemiyece�ini sarih olarak tebli� et­ mişti. Rusya'nın Avrupa devletlerine tevdi etti�i nota, son­ radan Alman Kral Birinci Wilhelm'in dedi�i gibi (Pek ani bir darbe) idi. İngiltere, Rus notasım inceledikten sonra bir kon­ ferans toplanması talebinde bulunmuş, Avrupa devletleri de, Rus notası ile Paris' de vermiş olduklan karariann fes­ hini siyasi bir şiddet hareketi telakki etmişler ve İn­ giltere 'nin yeniden bir konferans toplanması hususundaki teklifini müsbet karşılamışlardı. Buna ragnten, Rusya'nın yaptı�ı bu diplomatik ta­ arruz , bir kalemde, Kınm harbinin do�urdu�u Paris and­ laşmasını siliyor ve mevcud durumu meydana ge­ tiriyordu. Bu duruma göre, tx>gazlar bitaraf kalıyor, fakat Karadeniz tamamen Rus bilirniyeti aluna giriyordu. Rusya, bu diplomatik muzafferiyeti elde etti�i sı­ ralarda ise, Avrupa'da Şark meselesinin halli hu­ susundaki amıin de kınldı�ını müşahede ediyordu. Rusya'nın tersine muvaffak oldu�u yeni bo�azlar ve Karadeniz rejimi Sultan Abdülhamid Han'ı derhal ha­ rekete getirmiş ve ikinci bir defa olarak Kınm harbinden evvel meydana gelmiş olan İngiliz - Türk - Fransız iş­ birli�ine gitmek için, bu devletlerin taleb ettikleri ısiahat tedbirlerini ilan ennişti. Sultan Abdülhamid'in ısdar etti� bu fermana göre; Hıristiyanlar bütün memuriyetlere kabul ediliyor, devlete her türlü harac 'ı vermekten azade kılınıyorlardı. Fakat bütün bunlara ragmen Osmanlı İmparatorlu�u


156 1 Şark Meselesi dahilindeki gayn Müslim unsur, Türl<:iye'yi parçalamak, yok eUnek için asırlardır faaliyet gösteren Hıristiyanlık aıeminin daimi tahrikleri ile durmadan şikayetlerinde ve isyanlannda devam ediyorlardı.

1 839

ile

1 870

yıllan ara­

sında tamamen Batılı siyasetçilerio ve gizli diplomasinin oyuncagı haline girmiş olan Genç Osmanlılar, yani Jön Türl<:ler, giriştikleri B atılılaşma hareketleri ile dahi bu un­ surlan taUnin edememişler ve Osmanlı devletinin par­ çalanması için adeta dış tesirlerle,

yani Hıristiyanlık

alemi ile el birligi yapmışlardı.

Şurası açıkça bellidir ki, Türkler, ne kadar Batılı olurlarsa olsunlar, Batının kendileri hakkında verdikleri hükmü değiştirmek şansına asla malik o/amamışlardır. Zira Hıristiyanlık alemi 1870 yılına kadar Osmanlı İm­ paratorluğu' nu sadece dini cebheden yıkmak istemiş, bu tarihten sonra, bu dinffaktöre bir de iktisadifaktörü ek­ lemiştir. Bu sebeb/e Türkiye' de yapılacak herhangi bir ıslôhat asla netice vermiyecek ve Osmanlı devleti mu­ kadder akıbetine doğru sür' at/e yol alacaktı. Bu akıbet ise, ortada idi. Yıkılmak, parçalanmak ve yokolmak. . . Nitekim, bundan sonraki hadiseler sür'atle gelişmiş,

Rusya

1 850

Paris konferansının mukarreratını ortadan

kaldırmaktan ve Karadeniz'de tam bir hakimiyet kur­ duktan sonra,

1 877- 1 878

Türl<:- Rus harbi patlak ver­

miştir. Bu harb, Osmanlı İmparatorlugunun maglO.biyeti ile neticeleruniş, böylece Devlet-i Aliyye 'nin merkezi hü­ kümeti İstanbul, Rus ordulannın tam tehdidi altına gir­ miş, Rus ordulan Yeşilköy'e kadar gelerek burada ka­ rargah kurmuşlardı. Rus ordu_annın İstanbul 'un kenar mahallesine kadar ilerlemiş olrnalan, İngiltere'yi şiddetle harekete geçmege mecbur bırakmıştır.


Şark Meselasl / 157 Zira İngiltere'nin hayati menfaatleri tehlikeye gi­ riyordu. Bu suretle tarihte ikinci defadır ki, Hı­ ristiyanlı�ın karşı karşıya gelmesi gibi girift bir mesele ortaya çıkıyordu. Fakat Hıristiyan iki devletin karşı kar­ şıya kalmalan dahi Osmanlı İmaratorlu�u için çizilen mukadder yolu de�iştirmiyordu. Sadece bir Hıristiyan devletin tahakkümü ve Şark meselesini kendi men­ faatlerine göre, halletmesi bir tarafa itiliyor, bir başka Hı­ ristiyan devletin, yani Rusya'nın yerine İngiltere' nin Şark meselesini kendisi için büyük menfaatler sa�layacak bir vadiye sokuyordu. İşin açıkçası şu idi ki, Osmanlı İmparatorlu�u 'nun mukadderatı de�işmiyordu, Bu mukadderat sadece el de­ �iştiriyordu, Osmanlı İmparatorlu�u'nun yıkılınası davası Rus ellerinden alınıyor, İngiliz- Fransız işbirli�ine ve­ riliyordu. Rusya, 1 877- 1 878 harbinden sonra yerleşti�i İs­ tanbul kapılanndan işte bu işbirli�i ile atılıyor ve Bal­ kaniann statüsü de böylece de�işiyordu. Romanya tam is­ tiklalini elde ediyor, Bulgaristan'a geniş muhtariyet veriliyor ve Balkanlar statüsü de allak bullak ediliyordu.

Osmanlı İmparatorluğu' nun, çökmek tehlikesini ber­ Iaraf etmek için giriştiği bütün gayret/er, men/eketin en mühim mevkilerine yerleşmiş insanlar tarafından bal­ tanıyor, Avrupa devletlerinin ellerindeki kapitülasyonlar, bu insanlara en geniş imkanları veriyor ve devletin hem içerden, hem dışardan yıkı/ması tedbirleri ko­ laylaştırılmakla birlikte çabuklaştırılıyordu. 1877- 1 878 Türk - Rus harbinden sonra hadiseler

sür'atle ilerlemişti. Türkiye devleti beka mücadelesi için­ de idi ve büyük birtakım işlere girişmiş bulunuyordu. Memleketin her tarafından mektepler açılıyor, de-


• Q8

1 Şark Meselesi

miryollan, karayollan inşası devam ediyordu. Fakat bu işler dahi Avrupa devletleri arasında bir rekabet mevzuu oluyor, bütün Avrupa devletleri, yıkılmaita terk edilmiş ve bu yılalma hareketi tesri edilmekte olan Osmanlı İm­ para•'Jrluitu'ndan kendi menfaalleri istikametinde en bi!yii:� lokmayı kapmak için birbirleri ile mücadele edi-

· yorlareı. Rusya, son Türk-Rus harbinden sonra adeta çe­ kingen bir siyaset takibetınege başlamışu. Zira İn­ �iltere'nin bu harbden sonra kendisine indirdi�i siyasi darbe onu sersemletmişti . Rusya'nın bu sersemlik içinde kabuguna çekilmesi ise, birligini tamamlamış, Fransa'ya 1 870- 1 871 Alman - Fransız harbi ile mükemmel bir ders vermiş olan Almanya'ya y araınışu. Şimdi Şark me­ selesinde İngiltere 'nin karşısında Rusya yerine Almanya yer almıştı. Alman şansölyesi B ismark tarafından tahrik edilen Avrupa devletleri nihayet Berlin'de toplanıyor ve Os­ manlı İmparatorlugu 'nun taksimi karannı veriyorhl:rdı. B u konferansın avakibi Osmanlı İmparatorluitu için pek elim neticeler dogurdu. Bu konferansur ki, Osmanlı İmparatorlugu 'nun siyasi hayauna hatime çekiyor ve Devlet-i Aliyye daha o zamandan ölüme mahkfim edil­ miş bulunuyordu. Ve bu konferansın tayin ettigi kat'i netice de­ gişmiyor, Şark'da İngiliz - Fransız - Alman - Rus re­ kabeti, buna zamirneten Avusturya - Macaristan ve İtal­ ya'nın da bu siyasete katılmış olmalan, ilk büyük dünya haminin meydana getiriyor ve Osmanlı İmparatorıugu, yine kökü dışanda, yine Hıristiyan emellerine hizmet eden Jön Türk kalınulanrun, ittihad ve Terakki ce­ miyetinin başa geçmesi ile on yıl gibi bir müddet içer­ sinde tasfiye ediliyordu.


Şark �lesi 1 159

1912 - 1913 YILLARINDAKi BUHRAN ve ŞARK MESELESi Avrupa devleti erinin, bilhassa Berlin konferansından sonra Osmanlı İmparatorlugu'nda takibettigi Hıristiyan siyaseti, her

gün

biraz daha sertleşmekte ve Devlet-i

aJiyye içindeki Hıristiyan unsurlarh mütemadiyen tahrik etmekte idiler. Hıristiyanlar,

günün

şartları içindeki durumlarından

dolayı, Avrupa 'nın tahrik ve teşvik ettigi kanşıklıklarda birinci planda rol oynamakta idi. surlann

çıkardıklan

bu

İşte Hıristiyan un­

kanşıklıklardan

dolayı

mü­

temadiyen mevzuu bahis edilen Şark meselesi, neden do­ layı Berlin konferansından ancak otuz beş yıl_ sonra halledilebilmişti. Bu meseleDin bu şekilde ve otuz beş yıl sonra halledilmesinde, Batılı Hıristiyan devletlerin, bil­ hassa kendi aralanndaki mücadeleler ve Şark meselesinin son asır içinde iktisab ettigi ham madde kaynaklan ehem­ miyetinden ve onlara sahib olmak istemelerinden ileri gelmiştir. Ş ark meselesinin bu şekle girmesinde bu mücadele büyük

rol oynamıştır.

Çünkü,

Avrupa,

Osmanlı

İm­

paratorlugu 'nda daima ısiahat gibi artık bayatlamış ve Osmanlı İmparatorlugu 'nda tatbiki mümkün olmayacak kadar kangrenleşmiş bu meseleye bir hal çaresi tavsiye etmekle kalmıyor, bunda ısrar da ediyordu. Bu hal ça­ resinin ısrarla üzerinde durulmasının tek faydası vardı. Avusturya ile Rusya' yı dogrudan dogruya ihtilaf haline sürükleyecek olan Ş ark meselesinde bir tasfiye hareketini geciktirmek. Fakat meseleDin asıl hakiki cebhesi, asıl hal çaresi Ş ark meselesini zorla hallettirmek yoluna gitrnek

·


1 60 1 Şark Meselesi için bir taraftan Makedonya Hıristiyanl annın , diger ta­ raftan Balkan hükümetlerinin uhdelerine verilen va­ zifeleri idi. Şark meselesinin hal çaresi, milliyet esasına istinad eden bir istikla.Iden ibaretti. İşte B alkan mem­ leketlerine verilen vazife de bu idi. Vakıa Avrupalı Hı­ ristiyan devletlerce zulme ugradıkları iddia edilen bu Hı­ ristiyanlar, Romenlerin, Bulgarların, Sırbların, Balkan harbinde müştereken icra ettikleri harbi ı 9 ı 2 yılına kadar tehir etmelerine sebep olmuştu. Fakat meselenin, yani Balkan Harbinin bu kadar ge­ cikmesindeki hakiki sebeb ise, Avrupalılann kendilerine istiklal vaadettigi ve her türlü tahrik ve teşvikten geri dur­ madıkları bu Balkan milletleri arasındaki anlaşmazlıktı. Bu sebebie de Osı:nanlı İmparatorıugu 'na karşı gi­ rişecekleri bir harbi yeteri kadar kuvvet ve kudretle idare edemiyeceklerine kani bulunuyorlardı. B ulgar, Sırb ve Yunan milletleri Makedonya'yı ayn ayn kendilerinin ilan ediyorlar ve her biri Ma­ kedonya'nın en büyük parçasını almak istiyorlardı. Ma. kedonya'da, her üç devlet, tesbiti asla mümkün ola­ mıyacak bir nüfus ekseriyeti i le hakimiyetin kendilerine geçmesinde ısrar ediyorlardı. Fakat Sofya, Belgrad ve Atina'da basılan haritalar, adeta birer münakaşa a.Ieti olu­ yor, her üç Balkan devleti bu yüzden birbirleri ile en çetin münakaşa ve ayniıkiara düşüyorlardı. Bu mü­ nakaşalar ve anlaşmazlıklar ise, Osmanlı İm­ paratorlugu 'nun daima işine geliyor ve Sultan Ab­ dülhamid Han bu anlaşmazlıklan en sinsi ve şiddetli bir siyasetle tahrik ve teşvik ediyordu. Balkan devletleri ata­ sındaki bu anlaşmazlıklar, Osmanlı idaresinin gözleri önünde cereyan ediyor ve tabiidir ki, Osmanlı İm­ paratorlugu'nu idare edenleri ümide düşürüyordu.


Şark Meselesl / 161

Balkanlarda Avrupalılann, yani hıristiyan devletlerin tahrik ve teşvikleri ile meydana gelen kanşıklıklar, bu Hı­ ristiyan Balkan devletlerini kuvvetli çeteler kurma�a da sevkeuniş bulunuyordu. Her üç devlet, kendi bün­ yelerinden veya Makedonya 'nın bünyesinden çıkardıklan çeteleri da�lara çıkarmışlardı. Fakat Sultan Abdülhamid Han'ın fevkalade mahirane siyaseti, bu çetelerin baş­ langıçta Osmanlı İmparatorlu� 'na müteveccih hasmane hareketlerini, birbirleri üzerine tevcih etmelerine sebeb olmuştu. Çeteler arasındaki bu anlaşmazlık ise büyük Av­ rupa devletlerini bedbinli�e düştirüyordu. Di�er taraftan Balkan memleketleri arasındaki an­ laşmazlı�ın ve düşmanlı�ın sebebi sadece çeteler arası mücadele de�ildi. Bu anlaşmazlıgın başlıca sebeblerinden birisi, Bulgaristan'ın, Yunanistan ve Sırbistan'a nisbetle çok daha ileri bir seviyeye ulaşması, terakki etmesi ve do­ layısı ile bu terakkinin Yunanistan ve Sırbistan tarafından endişe ile takib edilmesi idi. İşin açıkçası şu idi ki. Yu­ nanistan .da, Sırbistan da Bulgaristan'ın bu terakki imkanlan · önünde Makedonya meselesinin kendi si­ yasetlerinden �zaklaştı�ını müşahede ediyorlardı. · Bundan ayn olarak, Bulgaristan kendi siyaseti için fevkalade mühim telilli ettigi bir de teklif aunıştı ortaya. Bu teklif Fener Rum Ortodoks kilisesinden aynlınaktı. Bilindi�i gibi, 1 870'de İstanbul Rwn Ortodoks pat­ rikliginden tamamen ayn bir Bulgar kilisesinin teşkili ile neticelenen aynlıga ve istiklale karşı Rwn Ortodoks pat­ rikligi, Bulgar ortodokslanru ve Bulgar kilisesini afaroz eunişti. Makendonya'da dört Bulgar piskoposlugunun teşkili ise, 1 896'da Rum Ortodoks kilisesine karşı bi­ rincisinden de mühim bir darbe teşkil eunişti. Yunanistan nasıl ki Bulgarların dini istikl3..l lerini protesto ediyorsa,


162 / Şark Meselesi Sırbistan ile Romanya da. Bulgartann siyasi ve her sa­ hadaki ilerilik hamlelerinden dolayı endişelerini ihzar ediyorlardı. Bulgaristan bilindi� gibi, birligini temin et­ tigi vakit Sırbistan siliha sanlmış, fakat Bulgarlar önünde maglup olmuşru.

Sırbistarun bu maglubiyeti

ise, Ro­

manya ile birlikte, Bulgaristandan endişelerinde haklı ol­

duklarİ nokta-i nazannı ortaya koyuyordu. HattA Romanya, bu kuvvetli komşusuİla karşı, Os­ manli İmparatorıugu ile bir anlaşma vadisine girmiş, Rusya ve Fransa ve İngiltere tarafından bu anlaşma güç­ lülde

ve

Adeta

tehdidle

önlenebilmişti.

Balkan

hükfimetleri, bu suretle birbirlerine rakl'b olunca, artik

büyük

devletlerin de dAima kullanacaklan bir Alet du­

rumuna girmişlerdi.

Yunanistan'• İngiltere himaye ediyordu. 1 863 yılinda Danimarl<:alı Prens Joıjun tahta çıkışiDI kolaylaşuran, hatta imklin dahiline sokan, 1835'ten beri işgal ettigi zaman Yunan adalannı 1 864 yilında teri<: eden, 1 898'de Girid' i

Osmanlı

İmparatorlugu'ndan

koparmak

için

Rusya ile birleşen İngiltere idi. Sırbistan, Prens Milin ile Aleksandr Obrenoviç zamanında, Avusrurya'ya t.ibi ve onun siyasetine bagll iken, Piyer Karagorgiyeviç za­

manında siyasetini degiştiriyor, Rusya'ya yanaşıyordu. Bulgaristan ise, birligini Icıınnadan evvel Rusya 'nın mec� lubu ve ona bagll bir siyasetin takibçisi idi. Fakat, Bulgar tahuna Perdinand

Koburg gelince 1 887 tarihinden iti­

baren Avusturya siyasetine,

1 896 yılindan sonra da

Rusya siyasetine tekrar dönmüş

tam

olmamış, Rusya ile

Avusturya arasmda milli menfaatlerine göre bir siyaset takib etmişti. Romanya, Şart de Hohenzolem zamanında Rusya ile bozuşmalda

beraber,

Avusturya

ile

Almal!ya'ya

ya-


Şark Meselesl / 163 naşıyordu. Daha sonra Karadag prensi, İtalya'ya bir pren­ ses nik3hlıyarak Karadag'uı Arnavutluktaki projelerini

tahakkuk safbasma çıkannale istiyordu. Balkan hükUmetlerinin siyasi hayatlan, böyle bir hengamede

meydana

gelmelerinin

tesiri

albnda

bu­

lundugu için bu hükfunetler, Avrupa büyük devletlerinin takibettikleri Şark siyasetlerinin birer aleti haline gir­ mişlerdi. Avrupa' da tahsil eden Balkanlı halk bir nisbet dahilinde artınca, bir çok yeni insanlar ortaya çıkıyorlar, yeni teşekkül eden hükUmetierin Avrupayı model alarak teşkilatianan bu devletlerin iç teşkilatlannda kendilerine iyi bir vazife bulmak ve genç ihtiraslarıru tatmin etmek için birbirleri ile de çetin mücadeleler yapıyorlardı. Bu sebeble her gün bir çok memur tipi ve avukatlar meydana çıkıyor, en gözü açık olanlar ise, siyasete, muvaffakıy�tin pek kolay oldugu politikaya intisab ediyorlardı. Bal�an memleketlerinde

kabinelerin

ve

hatta

htik:fimet

ida­

relerinin süreksiz olması, ordunun nüfuzunu, siyasi ri­ calin rekabetlerini korkunç bir ihtirasa döndürüyordu. Bi­ naenaleyh bu hükUmet ricali buhranı ile askeıi darbeler, çogu zaman müşterek ve şümul derecesi vasi bir icraata

imkin bırakmıyordu. Fakat prens Ferdinand, Leopold'un ırkından, hakiki bir Koburg 'lu bir prensti. Bu zat, Bulgar başvekili İs­ taiıbul 'un hükUmet idaresinde takibettigi diktatörlük si­ yasetinden muallakta,

hükfuneti yani

bu

kurtardıktan

durumda

Rusya ile banşır banşmaz,

sonra,

kalmamıştı.

büyük

ısl3hat

Ferdinand,

devletlere kendisini

kabul ve tasdik ettirmez, Bulgaristaru yeni bir hükUmet şekline kavuşturmuş, bilhassa fevkalade ilerlemiş olan Fransız silihlan ile techiz edilmiş bir milli orduyu da ye­ tiştimüş ve kurmaga muvaffak olmuştu. Bu ordu sa-


164 / Şark Meseleel yesindedir ki , Perdinand Balkan ittihadının tıneydana gel­

mesinde büyük rol oynamışbr.

1 9 1 2 yılında tahakkuk eden Balkan ittihadı ile ni­

hayet Balkan y anm adasının dört Hıristiyan devleti, ara­ lanndaki anlaşmazlıklan bir tarafa atarak müşterek düş­

manlan

halinde

te13kki

ettikleri

Osmanlı

İmparatorlugu 'na karşı birleşrnişler, Makedonyanın ve bu

mıntıkadaki Hıristiyanlann müdafaasını omuziaona al­ mışlardı.

1 9 1 2 yılı son bahanrıda Avrupa kendi görüşüne göre

sulhçu telakkİ ettigi bir siyaset takibine başlamış, Os­

manlı İmparatorlugu ' ndan ısiahat talebine bütün gayreti

ile sanlmışb. Fakat Balkanlardaki Hıristiyan hükumetler

dahiten ulaşbklan terakki ve kurmaga muvaffak olduklan

birlikleri ile Avrupa devletlerinin kendilerine te'min ede­

medigi ıslahatı, kendi kendilerine taleb veya ternin etmek teşebbüsüne girişmişlerdi. Balkan ittihadının asıl gayesi de esasen bu idi.

1 877 yılında Rusya'nın kendi lehlerine üzerine aldıgı

kurtancı

vasfını

haiz

siyaseti

(Balkanlardaki

Slav

hükiimetler Yunanis� ile birleşince) tam manası ile ifa edecek bir kuvvet iktisab etn'lişlerdi. Balkan devletleri , kat'i olarak Şark meselesinin Balkanlar kısmını kendi kendil erine halletme ge ve Avrupalılann nasihatlannı din­ lememege karar yermişlerdi. Böylece Avrupalı büyük Hı­ ristiyan

devletlerin

Balkanlarda

takibettikleri

siyaset

aşikar bir surette ifUs etmiş, dolayısı ile de ( 1 877'de ol­

dugu gibi) Balkan memleketlerinin kuvvete müracaatını meşru kılmış, hatta bu siyasetin iflası, kuvete müracaab B alkan devletleri için zaruri hale sokmuştu.

Ancak Balkan devletlerinin kuvvete başvurma karan

aldıklan sırada B alkanlarda Rusya, 1 877'de olldugu gibi,


Şark Meselesl / 165 Balkan işlerinde söz sahibi tek devlet degildi. Rusya,

Avusturya'yı da nazar-ı dikkate almak mecburiyelinde idi. Avusturya, B alkan işlerine Rusya'nın müdahalesini

asla arzu etmiyordu ve sııf bu sebeb yüzündendir ki,

Rusya için pek ehemmiyetli olan Balkan meselesine Rusya müdahale edemiyordu.

Balkanlı yeni müttefik dört devlet, Balkanlardaki

siyasi durumun takib edecegi istikarneti daha evvelce tes­

bit

etmişler,

kararlaşurmışlar

ve

bir

neticeye

bag­

larnışlardı. Bu netice Avusturya - Rusya rekabetinin, Rus­ yayı

Balkan

işlerine

müdahaleden

menedecek

bir

istikamette gelişmişti. Ve gelişen siyasi şartlar da Balkan

memleketleri

siyaset

adamlannın

bu görüşünü teyid

euniş, Rusya yerinden kımıldayamamışu. Bu sebeblerden

dolayıdır ki, Balkanlı dört devlet siyasileri kendilerine vaki olan bütün sulh tekliflerini reddetm.işlerdi. Balkanlı

devletler bir harb için kendilerini tamamen hazırlıklı telakkİ

ediyorlar

tiriyorlardı.

ve

red

sebebini

buna

istinad

et­

Balkanlı siyaset adamlan aynca Rusya - Avusturya

rekabetinin Balkanlardaki muhtemel inkişaflanndan do­

layı da, Avrupa devletlerinin, şimdilik bir Balkan me­ selesini ortaya koymayacakianna da inanıyorlardı.

Bu siyasi görüş içinde Osmanlı İmparatorluğu� na harb ilan eden Balkan devletleri derhal ve sür' at/e ha­ reket ettiler. Karadağ/ı/ar, Ölkün, Taşlıca, İpek ve İşkodra'yı ; Sırblar, Yeni Pazar, Prizren, Debre ve Manastır' ı ; Bul­ gar/ar, Selanik ve Edirne - İstanbul yollarını, Yunanlılur ise , Serfice, Selanik, Yanya ve Eğri'yi elde etmişlerdi. Ay­ rıca Yunanlılar Ege adalarmda da isyan etmişlerdi. İşte bu, milliyet esasına istinaden Şark meselesinin,


166 1 Şark Meselesi birinci derecede aıaıcadar devletler tarafından halli key­ fiyelini ortaya koyuyordu. Gerçi bu sıralarda Avus­ turya'nın müdahalesi Avrupa'nın müdahale hırsını tazyik ediyor, bundan başka diger ihtilatların da zuhuru muh­ temel telMdd ediliyordu. Fiiliakika bu sıralarda Avrupa diplomasisi İtilaf-ı Müselles'e (Üçlü anlaşma)ya teşebbüsetmiş ve butün me­ saisini ona hasretmişti. Avusturya, eski Sırbistandaki emeklerinin yok oluşunu görünce, Amavudlugu; İtalya da Epir'de ve Amavudluktaki emellerinin kınldıgını gö­ rünce, Adalan taleb etmişti. 1 878'den itibaren oldugu gibi, bu harb esnasında da Avusturya - Rusya ihtiliifının ihtimal dahilinde oluşu ve hatta vukuu korkusu, Av­ rupa'yı mutlak tesiri aluna almış bulunuyordu. İşte harb­ den evvel Balkan statükosunun muhafaza edilecegini beyan etmek gibi tedbirsizce bir itiraf, Balkanlı devletler bu statükoyu zaferleri ile alt üst ettikleri zaman gösterilen bitaraflık, daha sonra bu bitaraflıgı cürmü meşhud ha­ linde nakzederek Karadag' a karşı müşterek müdahale icrası, hep bunu isbat ediyordu. Fakat bu anlaşmazlık kor­ �ru&,u (Netice de göstenniştir ki) Avusturya'dan fazla Rusya'da daha şiddetli idi. Bundan başka, Avusturya bu korkudan istifade etmiş ve dişlerini göstererek bütün Av­ rupayı ·peşinde sürüklemişti. V akıa Rusya hükümeti ana­ nevi siyasetini terkettigi için feryad eden Panislavist tah­ riklere ragmen sulha bu derece bagldık göstermişse, şurasını da nazar-ı dikkate alm'alıdır ki, bu hareKet, hiç ol­ mazsa kısmen bir harb korlrusu ile ihtiyar edilmiştir. İngiliz siyaseti nazar-ı itibara alınacak olursa, bu korku tamamı ile anlaşılmış olur. İngiltere, on dokuzuncu asırda da Rusya'nın teşebbüslerine karşı daima muarız ve hiç bir mukabil taviz vermeden İsiaviarın Şarki Avrupayı


Şark Mesalesl / 167 istila etmesine muhatif görünmüş ve bu siyaseti ısrarta ta­ kibetmişti. 1876'da İngiltere'nin ihtilaller vasıtası ile Osmanlı idaresindeki Hıristiyan kavimleri kurtardı�. fakat Rusya'ya karşı seferberlik ilan ederek 1878'de de bu kur­ tuluşu durdurdugu dikkate alınacak olursa, bunun se­ bebleri açıktan açıga tezahür eder. İngiltere, usulen ne Ruslara, ne de Slavlara karşı degildir. Fakat Şarki Av­ rupa'da kuvvetli bir hükfunet bulundugunu görmek is­ temedigi gibi böyle kuvvetlenecek bir hükfunete de ta­ hanunül edemez. İngiltere için, şimdiye kadar bütün tehlike Ruslar'dan veya Rusya'ya tabi Slavlardan gel­ miştir. �u sebeble Karadag 'ın ablukası meselesinde, İn­ giltere de Avusturya'ya ses çıkarmamış ve ablukayı zım­ men tasvib etmiştir. Şark meselesi hakkında Üçlü Anlaşma'da hasıl olan bu anlaşmazlık, Rusya'nın sataşmayan, çekingen ha­ reketinin, Karadag 'ın ablukası meselesinde de Avus­ turyanın defalarca yaptıgı ısrannın muvaffakiyelle ne­ ticelenmesi sebeblerini pek güzel anlatır. Bununla beraber İngiltere asker çıkarmaktan imtina etmiş ve Amavutluga bir çıkannay ı yapmayışı, İş­ kodra'nın düşmesine sebeb olmuştu. Daha sonra, Avus­ turyanın ihtiraslarının muvaffakıyete ulaşması, vaktiyle İngiltereyi Rus ihtiraslanna karşı ortaya çıkardıgı gibi, şimdi de Avusturyanın ihtiraslanna karşı meydana çı­ karmıştı. Öyle tahmin edilebilir ki, İngiltere bunu artık bugünden itibaren anlamış bulunmaktadır. Ruslann İs­ tanbul için tehlike teşkil ettikleri zaman nasıl ki İngiltere Avusturya'ya yardun etmiş ise, bu hadiseler içinde de Avusturya tehlikesine karşı Ruslara yardun etmiştir. Avusturyanın zaferi dahi üçlü anlaşmayı takviye ettigi


168 / Şark Meselesi gibi, Avusturya ile Rusya arasında az çok yakın bir is­ tikbalde her hangi bir siyasi anlaşmazlıgın da meydana çıkması mümkün olmayacaktı. Zira İngiltere'nin ortaya koydugu üçlü anlaşma, Avrupada hem harbe hazırlanmak fırsatını vermiş hem de Avusturya ile Rusya 'nın kendi aralannda bir anlaşmazlıgın önüne geçmiştir. Marnalılı İngiltere'nin siyaseti ne istikamette ge­ lişirse gelişsin, Avusturya Balkan Yanmadasının ba­ usında müstakil bir Amavudluk meydana getirebiimiş ve bu vadide muvaffak olmuştur. Ve Avusturya sulh yolu ile hulOI siyasetini Ar­ navudlukta Katolik Arnavudlara karşı mükemmel bir şe­ kilde yürütmüş ve Balkan Yanmadasının batısında bir Arnavudluk ancak bu sulh yolu ile hulfil siyaseti ile ger­ çekleşmişti. Gerçi Avusturya muvaffak olmuştu ama, Ar­ navudlugun güneyindeki Avlonya limanı yüzünden de İtalya ile çatışmışu. Lakin dikkat edilirse, Avusturya'nın başlangıçtan beri takibettigi Selinik limanı siyaseti, Balkan dev­ Balkan İmparatorlugu 'nun letlerinin Osmanlı hakimiyetine son vermesinden sonra iflas etmiş ve Avus­ turya naçar, Arnavudluk siyasetine perrni verrnege mec­ bur kalmışu. Rusya Balkan devletleri ittifakının Osmanlı İm­ paratorlugu'na galebesinden sonra, Balkan devletleri ara­ sındaki ittifakın devamlı olması siyasetini takibetmiş ve bunun ardındaki gerçek sebebi, Balkan devfetlerinin Al ­ manya'ya yanaşması keyfiyetini önlerneyi esas hedef it­ tihaz ettigini de pek gizliyememişti. Rusya'nın bu siyasetine karşılık olarak Avus­ turya 'nın takibettigi siyaset ise, Balkan devletleri ara­ sındaki ittifak'ı dagıtarak, böylece Şark hududlarındaki


Şark Meselesl / 169 büyük bir tehlikeyi önlemege matuftu. Ve Avusturya bu siyaseti son dakikaya kadar takibetmiş, neticede bu si­ yasetinde muvaffak olmuş ve B alkan devletleri, İkinci Balkan Harbinden sonra birbirlerine düşmüşlerdi. Mamafih, Balkan devletleri kendi aralanndaki harbi bitirdikten sonra Silistre'nin terld üzerine bilhassa Bul­ garistan ile Romanya tek taraflı bir siyaset takibinden ıs­ rarla çekinmişler ve muvaffakıyetlerinin arnili olan mu­ vazene siyasetine dönmüşlerdi. Sırbistan' a gelince, Sırbistan'ın siyaseti, Avusturya siyasetine baglı kalınakla beraber, bu siyasetten aynlmayı da derpiş eden gizli bir siyasi oyuna girmiştir. Bu duruma göre, Sırhistan meselesini, Avusturya'nın bir dahili me­ selesi olan Macaristan meselesi ile birlikte mütalAa edil­ mekte idi. Bilindigi gibi, Avusturya - Macaristan imparatorluk halkının yanndan fazlası Slav ırkından gelmedir. Şu halde, Avusturya - Macaristan İmparatorlugu Avrupada gelişen siyasi ittifaklardan birisini tercihte karar vermek mecburiyelinde kalmıştır. Bu siyaset ya Slav ırkına baglı milletiere müteveccih olacak, yahud Cermen siyaseti ta­ kibedilecekti. Hadiseler göstermiştir ki, Habsburg hanedruu , Cermen ırkı siyasetini tervic etmiş ve halkının ekseriyetini nazar-ı dikkate almamış, dolayısı ile Birinci Cihan Harbi sonunda alman Cermen İmparatorıugu ile birlikte tasfiye edilmiş, bu arada kendi arkalanndan Os­ m a n l ı İmparatorıugu'nu da birlikte sürüldemiştir. Avus­ turyanın takibettigi bu siyaset ile iç siyasetindeki ge­ Iışmekı� \ 1! çatışmalara asla m ani ol amamı ştı. Aslında bu çatışma bir Slav - Cermen çatışması idi ve bunun perde önü mümessilleri de Rusya ile Avusturya - Ma­ caristan İmparatorıugu idiler, Fakat bu çauşmaya Sırplar,


170 1 Şart: Meselesi Balkan Slavlan, Almanya ve Fransa da dahil olmuşlardı. Nitekim gelişen hadiseler, Şark meselesinin başlıca unsuru olan Osmanlı İmparatorlu�u'nun tasfiyesini asl a durdurmarnış, bililis, İngiltere, bu meseleyi kendi le­ hinde eri iyi şekilde neticelendirmek için büyük bir ma­ haretle idare etti�i harici siyaseti sonunda patlak veren Birinci Cihan Harbi ile, başlıca ve siyasetinin en şiddetli muanzı olan devletleri , Almanya, Avusturya - Macaristan imparatorlukları ile Rusya Çarlıgıru da tarihe gömmüş, bu arada İttifak-ı Müselles (Üçlü İttifak)'e dahil olan Os­ manlı İmparatorlu�u ' nu da tamamen tasfiye etmiş, İm­ paratorlu�un en bUyük ham madde kaynaklarını eline ge­ çirmiştir. İşte Şark meselesinin kat'i bilançosu şimdilik bun­ dan ibarettir. Fakat Şark meselesi halledilebilmiş midir? Biz

henüz

bu

meselenin

devam

etti�ine

kani

bu­

lunuyoruz. Ve Şark meselesi , bizatihi bir mıntıkanın ik­ tisadi veya siyasi işgali demek degildir. Şark meselesi, kitabımızın başından beri ısrar et­ tigirniz ve batılı tarihçilerin de vardıkları hükme baglı bir meseledir. Bu mesele bir Hıristiyanlık - Müslümanlık mücadelesidir. Bu mücadelenin rnihrakı .ise, dün oldugu gibi, bugün de Türk Milleti ve Devletidir. Zira, Türk Milleti Müslümandır ve B atının, Hilal 'e karşı Salib mücadelesi, günümüzde dahi bütün lursı ve kini ile devam etmektedir.

- SON -



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.