Remzi Oğuz Arık - Coğrafyadan Vatana

Page 1


KÜLTÜR BAKANLl�I YAYINLARI I 538 Kültür Eserler Dizisi 130

w

COGRAFYADAN VATANA

REMZi oGUZ ARIK


Kapak Düzeni / Ümit YÜKS'EL

ISBN 975 - 17 - 0724 - 2

©

Kültür BakanlıQı, 1990

Yayımlar Dairesi BaşkanlıQı'nın 14.11.1990 tarih ve YAPKUR 928 - 2467 sayılı makam onayıyla dördüncü defa olarak

5.000 adet bastırılmıştır.

Atak Ofset

229

66 84

-

Ankara 1990


iÇiNDEKiLER CoGRAFYADANVATANA Coğrafyadan Vatana

...................................................................................••.

Vatanlara Dair

........................•.......................................................................

Tarihimizin Öğrettikleri Rejiyonalist Kimdir? Milliyetçiliğimiz

.

............................................. .....................................

.

.......................................................................... ............

. .

.

....................................... . . ...... ......................

Milliyetçiliğimizin Merhaleleri

Türkiye'nin Yükseltilmesi

...

....................

.........................................................................

.

.................................................................. ............

11

18

27 38 45

53

64

GURBET - iNMEYEN BAYRAK Gurbet.

...........................................................................................................

Usta ve Çömezler

..........................................................................................

Mahrec-i Aklam

...........................

Bunlar Kim?

Bir Köy Köpeği

.

. .

........................................................................ ............... .. ...

Hastaneden Sesler Tehlike Kaçakları

............................................... ...... ..............................

... ......................................................

ilim - Sanat - Politika

,� ...........................

.

.

.................................................. ..... ...........................

.

........... ......................................... ........

Dostluk Üzerine Düşünceler Hisar ve insan Harabesi

Çocuk

. .

.

. ................................................ .... .. .............................

Sokağa Düşen Ticaret

inmeyen Bayrak

83 88 92

98

10 1 105

,........................... 109

..

........................................ . ................. ............

. .

1 13

........ . . ..................................................................

122

:····················............... . . .

125

...................................................................

Bir Mektep Hatırası

77

,.................................................................. 8 1

...................................................................................................

Alaturka - Alafranga

75

......................................................................................

.

............. .............................................................................

ı 28

133

5


KÖYKADINI Köy Kadını

...........................................................................

..... . .. ...... .

.

.

.......

139

Köylü ve Keven............................................................................................ 149

MEMLEKET PARÇALAR! Güzelliklerimizin Fethi. Adana

.

.. .

....... ..........................

.

..

.. ........................ ....... . .......

153

........................... .......... ......................

155

..........................................................................................................

157

Kimsesiz Güzellikler

. .. . ...

............ .

.. .

.

.

Yağmurdan Sonra Adana . . .

. 159

.

.. .. .. ............................................... ................ ..

Mardin .... ..

. . ......

................ ..

.

.

.

.

... ... .................................... ...............

... ... . 160 ..

.. ..

Tarihte Kayseri ............................................................................................. 176 Boğazköy ..................................................................................................... 198 Alaittin Tepesi

.

.

................. ...................... .....................................................

203

Bergama Yolunda ............... ... . .. ... ........................ .. ...................................... 209

Çanakkale Alanlarında Erzurum'a Övgü

.

Bir lstanbul Mektubu

..

.

6

.

. .

. .

.

.

..

. .

.

.

........ . .

.

.. . ............. .....

.

..... . . .

......................... ... .......... ................

. .. .. ... ... .... ... ..

.......... ... .

.

......................... ... .. ......... ................ . ...

... . . . . ............................ .. ...........

Başka Bir lstanbul Mektubu Yokolası Ayrılık

.

.............................. ........... ........................... .. . .....

........................

..

..

..

.

..

..

. . .

.

. .

219 226 227

. 231

... .

................... .. .. ..... ...............

233


REMZiOCUZ Ölüm, vatan uOrunda ise şehadet olur; şeklinin bir ehemmiyeti yoktur.

E.miııim ki henüz daha on altı yaşında iken cılız çocuk vücuduna rağmen bo­ yundan uzun tüfeOI ve kendisinden a!}ır teçhizatıyla gönüllü olarak vatan hu­ dutlarına koşarken hangi ruh haleti içinde idiyse bu defa Adana'dan ayrılır· ken de aynı hisleri yaşıyordu, Gerçi memleket şimdi tehlikede deOildl. Fakat o. vatani vazifeler arasında bir ayrılık gözetmezdi ki. Vatan sınırlarını koru·

makla vatan toprağında hürriyeti kofumak arasında bir fark bulmuyordu. Her ikisi de aynı derecede mukaddes birer vatani vazife idi. Vatan onun büyük ve ebedi Aşkıydı. Bu uğurda katlanmayacağı cefa, yap­ mayacağı fedakarlık yoktu. Bütün varlığıyla vatanın emrinde, vatan onun ben­ liğinde iEli. Memleketin menfaatine uygun düşmeyeceğini zannettiği her hare­ ket. küçük bir yolsuzluk onu günlerce rahatsız edebiliyordu. Onun için ha yatı tam bir huzursuzluk, uykusuzluk ve hastalık içinde geçiyordu. Bu münasebetle insanları tanımakta oldukça maharet gösteren bir fikir

adamımız onu devrin

büyüklerinden birisine tanıtırken •marazi derecede vatanperver• demişti. Tam olmasa b ile pek de yanlış olmayan bu teşhis. uzun müddet. Remzi'nin dil nden

düşmemişti. Çünkü o, vatanseverlikte bir hudut

edemiy ordu .

j

olabileceğini bir türlü kabul

Onun milli yetçiliği de vatanseverliğinin bir icabı idi. Zaten hakiki vatan­

severlikle milliyetçilik arasında bir fark yoktu. Bunlar iç, dış; şekil ve muhteva münasebeti gibi birbirine bağlıydı. Vatan, haki ki hüviyetini üstünde yaşayan insanlardan ve onların meydana getirdiği eserlerden almak suretiyle lalettayin bir toprak parçası olmaktan kurtuluyordu. Bu bakımdan vatanı, mensuplarının kurmuş olduğu nizamdan, tesis etmiş olduğu kıymetler sisteminden, toprağa

kök salar gi b i yapmış olduğu abidelerden, diğer sanat eserlerinden hulasa

meydana g etirdi ğ i kültürden. bu uğurda döktüğü kanlardan ve giriştiği müca­ delenin bir hikayesi 0lan tarihinden ayırmaya imkan var mıyd ı? Bunlar olmadan bir vatan düşünülebilir miydi? Onu n için bir vatana b ağlanmayan mi!liyetçilik, nasıl b ir hay alde n başka bir şey olamıyorsa milleti ve onu ayakta tutan kıymet­ leri içine alamayan bir vatanseverlik de öylece mücerret kalmaya mahkum ) l u yordu .

7


Hürriyet onun

bağlandığı ikinci büyük sevgisiydi. _Her vatansever milli·

yetçlnin hürriyeti ist emesi zaruretti. Vatanın lnklfafı, mille.tin terakkisi için ilim.

sanat ve fiki r hayatı ne kadar zaruri ise bunların gelişmesi için de hürriyet o

nispette zaruri idi. Gerçi hürriyet olmadan da memlekette bir dereceye kadar

bir kalkınma , maddi refah me ydana getirmek mümkündi.i. Fa�at. hak iki . manevi kıymet l eri n desteğinden mahrum kalan bu nevi. bir kalkınml er geç çökmeye veya satıhta kalmaya mahkÜİndu. Bu itibarla hakikt bir ilerleme ancak manevi ge!Jşmenin el ele gitmesiyle mümkündür. H alkın manen yükselmesini temin et· meyen müstemlekİ!lerin imarı !>Unun canlı bir misalini 'teşkil ediyordu. Manevi

sanat ve ahlak sahasındak ı" lu yinetlerin ve bunların şuu­ mtımkOndü: işte hürriyet bize bu lrnkAnı vermektedir. · Haki·

ka l kınma ise mnt."flkll'. runun frikişafıyli kı:ıtte fert

inkişaf

gibi

cemiyetin bütün lmkinlarından faydalanarak· serbest bir

edip inükertİtnel bit varlık haline gelebflrnesi,/tlahslyet· ı· nt .

�Hde

bulatıUmesı

· ancak hürriyet-T·ejlml ·içinde kabildir.

Hürriyetsiz vatan insana zindan olabilir. Bunun gibi hürNyetslz insan­ lık da en esli bir bağındarı. müşterek bir duygudan mahrum �ır. Zira ilim,

sonat -ve fikr.fn yanında hürriyet, lnsanlan bi tbİrlne b8Qlayan en mühim k1J1119t· lerden biridir. Her ne-kadar hürriyet bugün dOnyadakl millet lerden ancak bir" kısmını birleştiriyorsa·da·yarın bü tün insanlığa şamil olabilirdi. Onun bu ınsant· ve ileri görüş� iştirak etmesinin bizim garplılaşmafnızın tarzı bakımtndan da büyük b ir ehemm iyeti vardır. ÇOnkü o, böytece · jJarp medeniyetinin Him, tıkir ve hrırr iy et. gibi en: esas kıymetlerini benimsemiş butı.ınuyordu. · işte o. kafasında bu fiki rl er ve gönlünde bu emellerle siyasi hayata atıl­ ani kararlnı duyunca siyasi faaliyetin karışık lcSplarına

mıştı. Bizler onun b•.ı

uyamayacağı endişesinden l:iyade sıhhatinden dolayı

korkmuştuk. O ise bu

yolda kendisini takip edemediğimiz için bizi itham ediyordu. Ona göre bu mü­

him, hayati memleket davasında milletçe mwaffatc otabllmemlz ancak bOUin vatansever 1 münevverlerin harekete geçm esiyle rnümkOndii. Bu fikirlerinde de isabet etmiş oldu§unu zannediyorum . Onun nispeten kısa süren bu teşrii faaliyeti esnasında s iyasi realiteleri

ne dereceye kadar k avray ıp ona !göre tedb i rler aldığını, bu hayata ne kadar intibak edebildiğini bilmiyorum . Ancak muhakkak olan bir şey varsa o da onun fikir· hayatımız gibi siyasi hayatımız için de büyük bir 4tayıp olmas ıdır. Zira o her vak i t iyiye iyi, kötüye kötü diyen dürüstlüğü ve samimiyetiyle daima fikir seviyesinde . kalıp demagojiye tenezzül etmemesiyle y$nl demokrasi rejimini n ye rleşmesi nde bir istikrar unsuru, siyasi ahlakın teessüsünde bir örnek olabi· lirdi. Onun, insanları her nevi silahtan tecrid eden·samlmlyeti, dürüstlüğü kar­ şısında politika oyunla rı da tesirsiz kalabilirdi .

8


Hakikatte şahs·iyetinin en bariz tarafı, insan mükemmeliyetin in esas va­ sıflarından olan sadelik, samimiyet ve gençllöe has saffet ve temizllöl idi.

Onun en çok sevdiği insanlar, bu vasıflarını kolayc a gösterebllecelji,' ken di tabiriyle �yı:rıiarında ewinde imiş gibi hareket edebileceği • kimselerdi. Bun­ lara bayılırdı. ince ve hassas ruhu, bu vasiflarından dolayı, başkalarını in cite­ ceği endiş.eslyle doluydu. Fakat bu çekingenlik ancak günlük ve şahsi müna­

sebetlerine inhisar ediyordu. Ftkir •hasında ne bahasına olursa olsun dürüst· lü§ü gahtbe çalar, düşündüğü gibi konufl'Tl8ktan çe kinmezdi. Bu hususta muh­ telif zamanlarda mwi'tteHf vesUel-erle gösterd!AI cesaret örnek .olacak bir mahi­ yette idi.

. Onun bu taze, gençliğe has saffet ve temlzll§I, cana yakın tevazu ve samımıyetl ltP.ııdislykı,ilk karş tlaşsnlan bı.te büy üle rdi . Cnu dalma taze ve aenç twtan bw meziyetler, iyilik Ye güzellik karşısında kolayc a heyecanlanma hassa­ slyle birleşerek .sevimli hoş. bir terkip meydana getirirdi. O, bu sayede en çok seYdl!ji, en razı. gilvenıd"ıği gençlerle kolayca konuşup anlaşablllrdl. Hayatının en mesut anlan kendisine yakın hissetti1jl dostları .ve ı:.·ençler arasında geçen zamantarm. Ancak bu esnada o içirlden gelen halis bir fi ki r c ezbesi ve sanat heyecanı ile coşar, günün tatsız ve yıpratıcı üzüntülerinden kurtulabilirdi. Çok kiiçük şeylerden mesela bir çocuk tebessümünden, bir kır veya deniz manza­ ras ı ndan, btr çam ağacı altında bir bardak çaydan masumane bir şekilde büyük bir zevk dwyduğu halde bunlar için nadiren Yak ı t bulablllrdl. Zamanı da dahil ,

olmak uıere bütün ·varım, yoğlitllu Yatanı, ıvaıJfesl ve başkaları dı-öı •Qln kendi-s.ıne hemen hiçbir şey aytramazdı.

u@run�

harca­

HOlasa Remzi, müşfik bir eş, ems41Jslz bir bahB, vefalı bir dost Yet. m ü kemtTiel bir imendı. Bu arada •r talihe inanıyorsanız o,· herhalde talihli bir i nsan cl9'!)ik1i. &ütün ömrü lx>yunca bir an dahi nasip olmayan o çok muhtaç okluğu hıızuta kavı.ışm891 bilP. ancak bir facia sonunda oldu. Fakat onı.ı seven ona hayran otan bizler, omın bu ölümü karşısında aca,ba daha mı talihliyiz. ·

MÜMTAZ TURHAN

9



COORAFYADAN VATANA

Bir memleketin coğrafyası, ilk bakışta, ne kadar aşağı; ne kadar Zavallıdır! Bu coğrafya, ister esrarlı. dağlar, ister yal­ Qın kayalar, ister cennet gibi bvalar, ister kuş uçup kervan geçmez bozkırlar olsun : tnSaıiın, hayvanın çiğnediği bir ölü 01cmdir. � çizmesi, atının nalı, çobanın kayıtsız ayağı oman yiıi.zf.ine, gözüne basar. Katilin haksız yere d ök­ ti.iığti kan ba vücutta yayılır; her. şeyden habersiz çoluk çocu­ ğun tekmeleri onun bağrını tekmeler; oost çiğner, düşman çiğner... Ac;lanla sırtlan, bülbülle karga, kurtla· k uzu;· atla eşek, tıpkı hainle sadık ve tıpkı adille zalim gibi bu· gövde üstün dedir. Bu birbıiri.ııi inkar eden, birbirinden tiksinen varlıkların altın­

da coğrafya hep bir ve değişmez boyun eğmesiyle görünür.

Fa.kat bir gi.in gelir, insan ve �Y\>amn aynı kayıtsızlıkla çiğnediği bu coğrafya canlanır. İyinin ve kötün4n, dostun ve düş� insan ve hayvanin ayağı ·altında boyun eğen bu

gövde, silkinir; uçurum uçurum derinleşir, zirve zirve heybetle dikelir. Sıtma renkli bozkırın bitkin, teslim olmuş yüzünde bi.itiln damarlar gerilir ve toprak, yarı k yarık, obruk obruk bir ejderha ağzı gibi açılır. Her elin uzanıp devşirdiği meyvala­ rıyla. ekinleriyle herkesin olan bir güzelin zavallılığını hatır­ latan gümrah ovalar bir kasırga sahnesine döner: Her dal bir kargı, her tane bir kurşun, her ince su kanlı bir bataktır. Hü1asa bu ·cansız coğrafya bütün varlığıyla şahlanır, geçilmez uçurum, aşılmaz sınır olur. İnsan, o vakit, güzel olarak , bü­ yük olarak kimi varsa ve insan topl ulu ğu iyi olarak, sevgili olarak neyi yetiştirmişse bu uçurumların b'aşına� aşılmaz sı11


ııırlara yollaı·. «Uoştuı·, vcrimsizdh·, sarptır, çöldür» diye hor· ladığı, k ayı ts ızca çiğnediği bu toprakların her adımına, anala­ rın ve illerin üzene üzene hazırladığı zek alarını , yiğitlerini he­ sap arama,dan ku rb an verir.

Çiğnenen şey, baş tacı olmuştur; cansız ..'C tarafsız coi­ rafya vatan ..olmuştur. Ortada bir mucize �ardı r: Bunu kim yapmıştır,· nasıl yapmış tır? .

· Vataruarın ilk doğuşu ne kadar bulutludur?

Harigi küt­ seçmekte serbest olmuştur? Yer yer akan sel sula· rına, kaynfık sularına benzeyen insanların, yer yer toplanıp �'coğrafyanın yatağına, kab'ına göre bicim almasında tesadüfün oyunları ne kadar ·büyüktür! Türkmenler · Hazer'in şiinalin den geçsel•rdi şimdi kim bilir hangi dinde, hangi yerde idik? Birleşi k Amerika'yı kuranların çıktığı yerlerin değişikliğini, çıkışlannda hakim· olaiı sebepleri düşününüz : Hangisi bu­ günün vatanını,: de\rletini kurmak eı:ıelini taşı yordu ?

le

va tan ım

­

Tesadüfün. rehberliği ile. çiğneaen .otluklarda, dağlarda dökülen bu ilk emekl er ne olursa ohun; vatanların başlangıcı irade dışı tesirleı-e dayanıyor. Bu de'rirlerin karanlık çok kere adsız, vatan maksadından uzak oh:ışu değil midir ki adını bil· diğimiz insan kütlelerinin yanında bilmediklerimizin sayıs ını derecesiz artırıyor. İrade dışı sebeplerle dünyanın bir köşesine akan veya sığınan insanların ne dediğini kim bilecek? Onların sığındığı yer, kararsız bir toprak parçasıdır. Bu k ar a rsı z parça i�e kim uğraşacak? Ana ve babasını seçmekte do,�acağı yeri istemektç ser­ best olmayan. çocuğun, iradesini ka�nmcaya kadar geçirdiği müphem,, karanlık, hatta adsız devre pek benzeyen bu coğrafya ve cemaat adsızlığı yavaş yavaş silinir. Nesiller orada yaşama ve mesut o_lma şartlarını parça parça yaratır ve sonra kütle ad alır, ayrı bir karakter kazanır. Coğrafya da ad alı.r. 12


lnstm kütlesinin

adsız

bu coğrafya üstünde yaşama ve me­ sut olma şartlanriı yaratırken birleşmeleri, birleşik kütlelerin zaman i\�inde müşterek hareketleri, milletin, ,ilk büyük şaı·tını meydana getirir. Bu şart, müşterek tarihtir.' Bu andan başla� yarak kütle de coğrafyaya damgasını vurmuştur. Artık bu kütle,

doğuşun karanlığım yırtınış; in�n. topraltn ve top�k. in�anm adını almışhr. Hücum ederken, hücum edilirken art �k ortada cınuayyen• bir cemiyet ve onun yurdu vardır. Vatan �oğmuş­ tur. Bir l'3tanı kurarken her kütleye ilk rehberliği yapan se­ bep ayrı ayn olabilir. «Birleşik Amerika• yı kurduran sebep, sürgün, ekmek ve altın arayıcılıktı. Türkmenlerin Anadolu'yu fethetmesine sebep din oldu. Bu ihtiyaçları, bu itikadın yurt kunnakta büyük ehemmiyeti vardır. Fakat; kör ihtiyaçların; itikadın rehberliği ile doğan vatanın tamamlanması için, en aşağı - Rönesans devletlerinin. tabii sınırlar dediği - bütün­ lüğe ermesi gerektir. Yalnız bu bütünlük için bile kütleleriniri din, aile, ahlak, irfan, dil ve edebiyat, sanat, hukuk, devlet, ikti­ sat gibi. .. müesseseler meydana getirmesi; gaye birliğine ve bir örnek adete, an'aneye, sahip olması lazım gelmiştir. Bu mües­ s�selerdcn her birinin ne katlar ağır fedakarlıklara mal oldu­ ğunu anlamak için, dağınık hurafelerin mazbut bir millet di­ nine dönebiJmesindeki eziyetleri; kör ihtiyaçlar yığınının mil­ let iktisadı haline erişebilmesindeki sonsuz kahırlar; her · biri bir parça toprakta; başka bir ağızla derdini anlatan aşiretlerin tek dille anlaşabilmesindeki önlenmez ayrılıkları... ömek ola. rak düşünelim!· Müşterek tarihi yarattıran işlerin, felaketlerin ve saadetlerin pot asınd a eriyip co�afyaya dökülerek onu va­ tanlaştıran topluluk; akıcı olmaktan, muayyeniyetsizliğe. her an namzet kütleler olmaktan çıkar. Millet olur. Ve artık ne· siller, tarihi boyunca şu vatandan ve şu millettendir. Fertlerin haya t ı için muayyeniyetsizlik burada bitmiş, muayyeniyet baş­ lamıştıı·. Bu bakımdan, milliyet fikrinin esası da vatanla, va­ tanın doğuşu ile başlar. 13


·

Vatanların varhğı, vatan fclscfdi ... başlaugıçhı dl·gil; bu muayyeniyetle ve bu anda kazandıkları şahsiyet l e başfar. Ta­ rihi imkıin, tarihi zaruret denen ve ferdin olduğu kadar kiitlc­ nin de yaşamasında hükmünü yürüten müessirler de i.Şte bu anda son ehemmiyetlerine yükselmiş olur. Siz, lrfanda'ya eri­ şen kabilelerin soyundan doğabilirdik. Reis Ruzvclt Doğu Ti.ir­ kistan'ında yerleşen bir oymaktan çıkabilirdi. Ama bunlar hep ihtimallerdir, faraziyelerdir. Hakikat şu ki;, biz Türk soyundan gelmiş ve Anadolu'da doğmuşuz. Soy\lmUzwı gc,--çirdiği ilk yer. leşme macerası bittikten, vatan kurulduktan, soyumuz ve \'3· tanımız adını,· damgasım aldıktan sonra doğuşumuz, yaşama� mız, adımız, sanımız artık muay)'eıı bir kader çerçevesine gir­ miştir . Milletimiz için .tarihi imkanın çizdiği mahrcki değiştit� memiz imkansızdır. Çünkü saadet ve felaket, iyilik ve köti.iJiik, güzellik ve çirkinlik, doğruluk ve eğrilik anlayışı.n:uz hep . bu mahreke göre ayarlanmıştır. Bundan şiltiyet edenlere sadece şaşarız; çünkü bütün insanlık bu türlii imkAnlara, zaruretlere göre kurulmuştur.- Kendi vatanımızın, milletimizin tarihi za. nıretlerinden kurtulmak istesek. vazi)'et ne olur· ki'? crKader bi rliğiıt , « tarih birliği • ve öteki müesseselerin birliği ile · şu alem içinde imkan altına sokabtldilimiz anlaşma, başarın�. sevme , sevilme, duyma, bilme... gibi her şeyde n uzak kalmış; bizimle hiç münasebeti olmayan diğer ıarihi imk!ınlar ve zaru­ retler içinde kaybolmuş oluruz... Gurbet gibi bir motifi yaratan Türkler, bu kaybolmanın ne olduğunu bütün insanlardan iyi anlarlar! Bu bakımdan bizim için, vatansızlığın sebep olacağı felaketlerle karşılaştırılacak bir felaket akla getirilemez, Ati� na ve Isparta beldelerinde en büyük ceza sürgündü! Bir müs­ tebidin bir insana ölümden beter diyerek yüklettiği işkence s ürgündür' ! Vatansızlığın insan benliğinde meydana getirdiği korkunç eksiklikleri bilmek için, · yabancı bir memlekete gi­ den veya bir memlekete yeni mal olanların cürct el t iği haya� sızlikları ölçü olarak almak yatılış olmaz. «Sergüz;.:Şt arayan• uiyc tanıdığımız küstahların, bütün zekalarıyla, cı:surluklar.ıy·

14


la

gctirJigi ıııı:l'unlukbrııı sı:bl.·bini ı:ıı su­

iıısaıılıga

birlıklı.:

nunda vatarısızlıkta b ulmuy or muyuz? Bunların bütün t e cavüz

ve hareket kabiliyetleri sanı ldığ ı gibi yalnız zckal:ırmdan deği l köksüz olmalarındandır. Bir vatanın doğlişunda çekil en mihnetler, bazen asıl va­ tan fikrinin doğuşundaki zorlu ğun yanında ufalır gibidif Bi­ zim, asıl vatanımizın varlığını, manasını anlamamız için geçir­ diğimi z asırları, kaybettiğimiz babayiği t le ri bir di.işi.inünüz ! ti­ kin vatanı, •İslam beynelmilelliyet»inin zarfı gibi gördi.ik: "Hakiki müsJiın için vatan, bütün İslam diyarı idi. Onun dı­ şındak i toprak lar darülcihaddJıı>. SOIJra, Osmanlı İmparatorlu­ ğu nizamında. vatan fikrim iz nıiistemleke ve anavatan kaydı gözetmeksizin hükmümüzün geç tiği he r yeri a lıyord u .

.

Bununla beraber anavatanımız, hiçbir zamaİı, Türklerin elindeki yekpareliği bulma mıştı. Bizans, Roma, Yunanistan, İran, Asur . . . hatta Hititler. A.nadolu'yu sadece i$lerine gelecek . biçimde işletmiş ( expl oiter), mü.stemlekeleştirmi.ştir. Bmat Anadolulu olan Lidyalılar, Karyalılar, Li kyalılar gibi kavim· lcr de, bu .kıt'ayı benimsemek şöyle dursun, dağınık kalmaktan başka şey y ap amamışlardır. . . .

.

Anado]u'yu adı m

adım ve büyük bir takip iradesi ile be­ onun tarihi kaderini sırasına göre yaratan, sırası­ n a göre değiştiren insan kütlesi, Türkmenler olmuştur. Oğuz boyları, yab:mcı ne varsa asırlarca bir sel hücumu ile yıkmış, s ü p ür müş; sonra bu _örenler üstünde yavaş yavaş, kendilerinin bel deler i n i . idaresini, sanatını yarat arak anavatanım kurmuş­ tur. Bunun şuuruna ancak bugün varmakla ber abe r, i mpa ra torluğumuzun böyle kurulduğunu biliyoruz.

nimseyerek

.

,

­

«İslam beynelmilel li yeti • ve «Osmanlı İmpara torluğu» gi­ fikrinin iç inde kendimizi nasıl yitirdiğimizi düşünelim. Eğer bu kendimizden geçmemize rağmen İmpara­ torluğumuz yüzlerce yıl slirmüşse bunda anavatariın - bizlere bi i ki c;cşit vatan

15


ba ş sebeptir. Coğrafyam11., �r ya nda n o kadar çok düşmanla, rakiple sarılmışllr ki, fcJakctlcr arasında durmadan bilendik. Bir m i J lctin böyle c mli şdcrlc keski nleşmesi ; omm bir mirasyedi kaygısızlığıy.\a emin bulun� masından bin kere fazla yükselme amilidir. Yalnız, o milletin coğra fyasındaki bu büyük telkini işitmesi, bu telkine uygun ı.lamgasıııı vuı·an - vaziyeti

yaşaması şarttır.

Alelade bir şi rketin, bir tan ıdığı hakları düşününüz!

firmanın kurucula rımı , insanlığın

O zaman; bir '\-atanı kuranların, millete kendi şahsiyetini vermesine hak verecek; millete gaye çizmesini doğru bulacak; bu vatana yeniden gelecekler ve bu millete katılacaklar için gerekli gördüğü şartları koşmasına minnetle boyun cğeceksiniz.

Coğrafyadan vatana yükselişin kaç milyon faciaya, kaç milyar ha diseye , kaç milyar acıya mal olduğunu anlamak için doğuran bir ananın yanında bulunmak ; onun çektiğini uyanık yürekle, görmek lazımdır. Karnına düşmeden bir zerre, çok bayağı bir kimya zerresi olan; hatta karına düştükten sonra, dokuz aylık mihnet... çile de,;'Ii içinde bile her şeyi bilinmez bir adsız uyüb ol an ·çocuk ... doğarken anasın ı kaç kere öldü­ rür, d irilti r ! Doğmadan bir yabancı olan ve çok kere ölümüne ağlanm ayan bu adsiz et parçası için ana , ilkin canıııdan da ileri gelen tazeliğini, insanlığın övünme mevzuu olan g üzel liğini vermiştir. Yıpranmış, bazen sakat kalmış, mahrumiyetler yü­ zünden manası yitirilmiş bir bedenden sonra, bütün arzulann gömülmesi gelmiş, bunlara katılmıştır. Adsız, şekilsiz bir zer­ reden adlı, şanlı bir şahsiyet haline getird iği ya\TUyu cya il alı r gider, ya sel al ı r gider•, yahut cansız coğrafyayı ebedi va­ tan yapmak için sınıra gömmek icabedcr. Şu üs t ü nde bulundu­ ğumuz toprakta .dokuz yüz yıldan beri doğanların ölüp bu top­ rağa gömülenlerin sayısını kim bilebilir? Bir arşınlık yerini su­ layan yiğit kanının, göz yaşının, alın terinin, göz ntıı:unun, Z'-'"' 16


ka ııurunun hesabım kim yapabilir? Yüzlerce yıldan beri top­ rak olan Türklerin ayıkladığı pürüzün, doldurduğu uçurumun akıl almaz büyükİüğünü ve bu büyüklüğün niyetlerini anlamak için, tamamlannı k&anmak yolunda bugün dövüşen milletler­ den birinin katlandığı korkunç fedakarlığı ölçü gibi kullanmak yeter. ·

zaman,

bir vatana bağlanmanın hikmeti ne güz�l an­ laşılır! Vatana bu bağlanmanın, yal teknesine sadtk kalan köpeğin bağlılığına benzemediğini anlamak için şu hayali göz O

• . .

önüne getiriniz: Almanya'nın, lngiltere'nin', Anadolu'dan ileri­ de, mamur ve � _olduğunu kim bilmez? Fakat memleketin çocuklannı toptan bu ileri, zengin ve mamur illere göçürmeyi akla getiren bulunur mu?

Yerin, göğün, hülasa : Kaza ve kaderin yaZısıyla başla­ yan vatan meselesinin bugünkü haline bakınız : Millet adına layık hiçtİiı: cemiyet yurdunu gönül rızasıyla ·bırakmamıştır, bırabmaz! Vatan bu derecede milletle beı:aberdir. •

17


VATANLARA DAİR Narmk Kemal imizin vatan için yazdıklanndan bu kadar

yıl

sonra bu konuya dönmekliğirnize

ve dünyanın yüzüne

sebepler çoktur. Yurdun dikkatle bakanlar bu sebepleri anlamakta

güçlük çekmezler. Bir

milletin \atanında kalacağından emin olması için ne

gerckiyoİ'?

İnsanlığın ilk devirl erin de, antik devirlerde. hatta Orta­ çağ'da bir topluluk eğer komşularından daha zorlu ise bu em­ niyet gerçekleşebiliyordu. Sanat, kültür siyaset ve... her şey op] uluğun daha zorlu olmasını sağlarsa o insanlar kendi top­ raklarında kalabilmişlerdir. Yoksa köle olmuşlar, küfle kütle •

sürülmüşler ve sürüldükleri yerde yok edilmişlerdir. Topluluk­

lar; dinamizmlerinin kör iştahı önühde tek engel görmüşlerdir: Zor!

Tck<1miil nazariyesini

hayvanda. bitkide kolayca

t ak ip

cdcbiliyonız. Yeni buluntulara dayanan şimdiki tarih, insan­ lık için si.irüp giden tekamülü artık kabul etmiyor. Bunda hak­ lıdır da. Zordan başka engel bilmeyen iştahlann önünde her şey boştur, süreksizdir. İnsanlı k boyuna kuracak, boyuna yı­ kacak ve

boyuna işe yeniden başlayacaktır. Bu bakımdan mil­

letlerin zordan başka bir hakka dayanması ancak yenizam�n­ ların ortaya attığı bir temeldir. Boyuna daha güçlü, daha zorlu olmak ... Bu çaresizlik insanlığı ilerleten, insanlığı yeni keşifle­ re götüren büyük faktör olmuş.t ur. Bunu inkar etmek imkansız­ dır. Amma boyuna Öldürme,

yıkma ve bunlardan korunma _ça­

relerini �lrayan insanlığın kaybettiği şeyler o kac�ar büyüktür 18


ki y a rın ından emin olmayan, içtimai emniyet l;.uıııııa)'�ııı

ıcklc­

rin öınriinü bir güz önüne get i riniz Bu didişmeye ıııalıkfım iıı­ .

s;.m yara t abilir

mi? Şa heser, deha eseri verebilir mi? ÇcvrL•sin­ dt• hep zora dayanan iş tahların cender esin i duyan millet de bu wr sistemini artırmak t an başka ne verebilir ? Böy le h i r si stt ın iı;imk insanlığın devamlı tekamül ü düşün ülebilir mi? •

Ç

Bunun içindir ki insanlık modern devirlerde vatanların

\er e\'csini emniye t altına almak istemiş, bu emniy L'l i zordan

başka haklar üzerine yerleştirmeye çabalamıştır. Bu ba şlayış

insan l İğın en büyük öğünme vesilesi olmalıdır. Bu hakların

ha­

�ıncla bir vatan içinde, miJlet olarak yaşamak gelir. , Bir milletin va tanını hang i andan başlatmal ıdır! Bir yer,

bir insan kütlesine ne zaman yurt, vatan olur?

Biliyoruz

ki

«ncolitib çağdaki yerleşmder jeolojin in müsaadesi ülı,:üsiin­ J cdir. İnsan nerede yaşayabi h;ceği yer ve oraya doğru bir yarık, bir yol bulabilmişse oraya dökülmüş,· oraya yerleşmiş­

tir. Yani, yurtların ilk manzarası baştan H öy iiklcrin ilk kurulduğu yerlere

aşağıya tesadüflerdir.

bakıyoruz: Su k u yu ları 1 '. pınar yan ları \'C tümelti lerdir. İnsan buı alara t opluca gelmiş, belli ki dili ve kanı, nispeten

insicamlı olarak tabiatın bu

müsaadeli köşesini seçmiş. Amma başka bir köşeyi de seçebi

­

lirdi. Bakır dc\·ri insanlığının hile

hatta yaln ı z Ö n asyada -

ne kadar geniş yer ler e y ayıldığ1n ı, ne kadar dağı nık ycrll·nlc yurt

tu ttuğunu

düşününüz! Buralar,

jeolojinin ::;artlarından

başka sebep, faktör bilmeyen tesadüflerden başka m.� ile tutul­ muştur. Bu ilk insanlıkların yazı de�en nimetten uzak kal­

ması t es adüflerle kurulan bu yurdun arkeoloji vesikalarından

başka şeylerl e devam etmemesine sebep olmuştur. Bu yurtlar­

da gelenek, hatıra devam etmemiştir, Höyüklerde gC>rüyoruz ki

yangınla biten bir kültür katından sonra gelen katın medeni­

yetinde çehre, esaslı olarak değişmiştir. Daha önceki katın ba­ zı teknik şeylerinden hatıralar, izler var. Fakat işte o kadar!

E vler in istikameti, şekli, katı, büyüklüğü, kapkacak r engi ''e

19


biçimi kökünden değişmektedir. Bazen insanların bile kökü kazınmakta, - antropolojinin vesikal�nna ·göre -:- tamamıyla yeni bir soy türemiş bulunmaktadır. Böylece, tesadüfle kurulan şehirler, yine tesac\üfle - ya

.lelzclc, ya ya ngın, ya istila ile, bazen de tufan ile - yok ol· maktadır. Prchistoryanın, protohistoryanın

yerleşmiş insanı, top-:

rnğınn tcsadlifün eliyle geldi, yerleşti. .Bunn ·şiiphc yok.

Onu . ilkin midesi. idi-Buna .da �üphe yok. Bu insanların - mideleriyle bağlandıkları - bu toprak için dö­ vüş ettiklerini de biliyoruz. Fakat bunlar vatanın doğuşun�

.tuprağlJ)a ..b.ıığlayan

göstenrrez.

ladıkhliı

Ne zaman ki bu insanlar, bu toprak üst ünd e sağ­

ıncn faaie

eş, hatta üstün menfaatleri kendilerine vaat­

cden,. tc;:hıin eden yurtlara, kendi topraklarını tercih edecek bir

anlayı$a kavuşurlar, işte vatan o zaman doğuyor demektir: ediği zaman bile yoluna coın verilebilecek toprak: İşte vatan budur! Kendimi7.e madde olarak menfaat temin c t

ıljı

Pekiyi : İnsanlara fayda temin etmediği zaman

bile,

yo·

luna ölebilmeleri için bu toprakta ne. gibi unsurlar yaratılmış­ tır? Yani, menfaatlerin üstünde insanlara ken4!. yolunda can ve rdiren bu unsur nelerdir?

Benim anladığıma göre : Hauralardır. İnsana yaşamanın . değerini, tadını, manasını, gay�sini çizen hatıralar. Bu hatıra­ lar olmadıkça insanın, toprağı v atan , edinmesi imkinsızdır. Onun yoluna - kendi gönlü ile - can vermesi · imkansızd ır. Bu hatıraların doğması , insanın o. toprakta yaşaması ile­ dir. Amma sönmemesi, kaybolmaması, insan nesillerine taze bir

güç olarak

geçebilmesi : Tarih ile mümkündür.

Hatıraların yuma ğı : Buna tarih" diyoruz. Yaşayan nesil­

ler bu yuniağ

lcr :

20

çözerler, çözerler, şuurlannın gergefinde işler·

Vatan denen hüyük

gerçek

ö

b yle doğar.

·


•ToJlluluklc.mn hafızası• c.lc<liğimiz t a rih, yazı olmasaydı ou ke rteye yükselebilir m iydi ? Masalın, efsanenin eksikliği ta­ rihin ünliıulc siliniyor ve ltp·ilı bu ik.i kaynağın içinden - d�­ niz köpüğünden doğan Mrodit'in gerçekliği ve ayrılığı ile fışkır,ıyor. Bunun büyük faktörü yazıdır. -

Vatanların kuruluşunu yazının bulunmasına .. bağlamak tainaİnıyla yerindedir. Yazı toprakla insanın münasebetlerini, başka bir vesikaya nasip olmayan kuvvetle sürüp götürdüğü, yaşattJiı için herhangi bir felaketle yıkılan beldelerlıi, insan beyninden, insan gönlünden hemen uçup gitm�sini önlen:ıiş­ tir. Böylece o beldeler, o topluluğun geride kalanları için öl­ memiş yaşamaya devam etmiştir. Oraları ele geçirenler bile, yazı sebebiyle. yıktıkları yerlerin . kendilerinden başkalarına yurtluk yaptİğını hatırlamaya mecbur kalmışiardır. Ellerine düşen insanlara - hatta menfi muameleleriyle - bu hatırla­ dıklarını belli etmeye, bu yüzden de onların gönlünde .eski yurtlarını yaşatmaya sebep· olmuşlardır. ·

. Yazıdan önce de insanl ar toplu yaşadılaı. Toprağı ekti­ ler, biçtiler ve çiftçilik denen zahmetl i mukaddes mesleğin te­ mellerine dayanarak köklü bir alem kurdular. Yazıdan önce insanlann madenlerden faydalanmayı ne yüksek derecede bil­ diğini şimdi m ükemm el öğrenmiş bulunuyoruz. ,

· sanatlarını birer güzel sanat kolu derecesine yükselt­ mişlerdir. Yazıdan qnce muharebeler vardı. İ,µsanla� şehirleri

almayı, yıkmayı mükemmel biliyorlardı. Eli mi ze geçen sehir­

ler gösteriyor ki o devirlerde

surlar, kaleler vardı. Harp vası­

taları vardı. Aileler vardı. Evlerinin büyükli.iğünü, küçüklüğü­

nü görerek bu ailelerin ne türlü sosyal hayatları olduğunu da. biliyoruz. Bu devirdeki ido1ler,

�ühürlcr, oc·aklar. mezarlar

gösteriyor ki din· de" ,,'ardı, mülkiyet de vardı, din merasimi de vardı.· 21


Fakat bUtiin bunl a r, yok oluyor; yeniden vcy.ı l'l.İkn ne­

sillerin :ırdından gelenler, bunlardan h ab.!rs iz kalıyord u . Böy­ lece yurt herhang i zorlunun elindı:, onun dilediği b iç im i, ren­

gi, cinsi alan akıcı, kararsız tabiat parçasından farksız �luyor­ du. Bir memleke t, hatta hiç yıkılmasa, başkalarının eline geç­ mese de; yaş aya n ve boyuna yen i lenen r.csiJler için gene ta­ biat .parçasından farksızdı. Yaşadığı evin ne zahmetle yapılıp devam ettiğini, onun böyle ayakta kalabilmesi i çin daha ön­ cekilerin canlarını, canlarından da sevgili birçok şeylerini ver­ diğini nereden bilecekler? Bu ym ; a<lıkla rı stepin tabiat elin­ den alınıp insan yatağı, insan barınağı ö]abilıncsi i çin ne ze­ kalar erimiş tir, ne gençlikler erimh;tir, nasıl b ilinir? Şu su içtiği pınarın başında nel er olmuştur, şu nöbet beklediği sur­ ların yolunda ne canlar toprak olup gitmiştir, insan ha tırlaya­

bi1ir mi? Fakat, tarih araya girince işin rengi değişmiştir.

bitenler, yayılanlar .

adım adım,

Olup

köşe köşe, parça parça hatır­

lanma imkfüu bulundukça nesilleri n

hafızas\, yaşanılan top­

rağı, şöyle böyle bir tabiat parç;ısı halinden çı karmış, yaşama·

nın bütün manasını bize veren tek imkan kertesine yi.iksclt­ ıniştir. Bu hatıraları çekecek, alıkoyacak nelerdir? İlkin yaşadı­

ğımız yerin kendisi, asıl coğrafyadır. Onun dağları, ovaları, suları, gökleri, hayvanı ve bi t kisi ile asıl çehresidir. insan oğ­ luna gurbette, hasta döşeğinde, yahu t s on ne fesinde geli p be­ liren bu çehre, her yerde bir· olması gereke·1 tabiata , ayn bir çeş n i verir v e yurdu, eşsiz zannettirir. .

Sonra; bu coğrafyayı gören, yer yer d.!ğiştircn fakat her

zaman onun. canını meydana getiren insandır, nüfusudur. Ço­

cuklukta , gençlikte, ihtiyarlıkta, bek arl ıkt a, evlilikte ayrı ayn yaşayan insan! Bu yaşayışı ile bu coğrafyayı dolduran ·insan! Ah bu insan ! Kcdcı-, s�vinç, kin, şefkat, zor, b i tki nl ik anların-

22


da, ·Aşık iken, sevili rken, aldatılırkcn, beğenilirken; alay edl· lirken. � . ayn ayn bu coğrafyaya döktüğü kantar, yaşlar, ·emek­ lcr, zekalarla vatanı nasıl meydaıi:ı· getirmiştfr! ; • . ·

·

Sonra; bu hatırata� çeken, toplayan başka röper nok� talan v�r. BÜtiln an"ıtlar : ·. Şu mabetl er, saraylar, evler, yblİar:

köprl:iler. kervansaraylar, suyolları, hamamlar, çeşınel�r te­ ker teker rnily'tmlarca voltluk bir kudretle insan" hatırasıni çeken ve mıh layan varlıklar değil midir? Sonra yazı, tai:iniri d�yan dığı büyük dayanak, dil dediğimiz muhteşem : anlaşma vasıtasım, güzel sanatların en .t:ıtlısı ol an edebiyat halinde, nesilden n�si le alıp ge ti rmi şt ir. E deb iyat Hatırafan_bir ele:­ l! im scm a , hir ebemkuşağı tazel i ğ iyl e insanların gönlünde tutan ha tmıla rı teker t�kcr, biz yaşamışız, biz y_apmışız gibi dile ge:­ • • •

. . •

ti rcn ve !':İlinmcktcn koruyan, caniı tutan edebiy�t ! _

.

'

. Y:.ızı i le, güzel sanatların yüreğe 'en derin işleyeni.. olan

mu s ı k i göklerden yere i nmiş, insan h a t ı ra sı nın başka bir bek�

çisi kesilmiştir.

Hatıraları rengin · büyüsü i le güzelleştirip nesillere devre· den resim nasll unutulur? Serbesi, gafil, israfçı tabiatı şöyle bi r yana çekip insanın her türlü imkanlanm ve iinkansızlıkl�nnı her şeyclcn mükemmel olarak aksetti ren

�ar mı?

mezarlar akıldan çı�

Biiliin bunlar tarihi yaratırlar. Tarihe ölmez çehresi ni vcrirleı:... Ve . vatanlaı·ın .doğuşunu· ·-müjdelerler. Bütün bunlar, hem ku ru tabiatı yer yer b i zi m zaptettiğimizi gösterir; hem her biri, insan hafızasına geçen nesilleri adeta çiviler. Bunlal'.­ la insan - tesadüfün kör iştahlar dinamizminin sürükleyip getirdiği - toprağın üstünde yerleşmiş, hak gibi, tad alma gibi, yalmz i nsan ın gerçekleştirebileceği nimetlerle, yani me­ deniyetlerle, kültürle , tarafsız coğrafyayı, vatan yapmıştır.

Tarih, ı cklcri hatıralar yoluyla toprağa bağladığı gibi , küt­ n ı cki kütleler ö nlind e vatanlarıyla nispetini de aydın·

lelerin

23


latnıaktadır. Bu kütlenin t opra k. üst ünde yarat t ığı şeyler onun, biitün <lünya karşısında vatanı üstündeki hakkını- ateşten ok­

lar gibi- göze sokan gerçeklerd ir. Kütleni n yaral l ığı bu şey­ ler onun medeniyetidir, kültürüdür. Bunların her zerresini ya­ ratmak için; toprağı yalnız başka . kütlelerden almak değil, tabiatın elinden de zaptetmek için topluluğun katlandığı sa­ yısız mihnetleri ve onun dayanakları olan yazı, güzel sanat­ lar; anıtlar, teknik - bütün incelikleriyle aksettirir. Bu aksin sayfalarında biz, topluluğun vatanı üstündeki haklan1lJ, oku­ ruz. Tarihin aksettirdiği emek, zeka, sanat, zevk ve mihnetler; bir vatanı yaratan kütlenin oradan atılmaması için yeter bir sebepti r Bir evi kuran ailenin başına gelen herhangi bir fela� ket, daha genç, daha dinç olan yabancılara o evi gaspetmek hakkını nasıl vermiyorsa, m ille t le rin hatası, uğrad ı kla rı fcla· ketler, hayatlarının bir anında gösterdikleri herhangi düşkün­ lük de onların vatanını başkalarının zaptetmesine hak vere­ mez. Zorun karşısına insanlık, yaşamakta devam eden tarihin -

.

hakkını koymak suretiyle barbarlık devrini kapatabiJlr.

1 tiraf etmeli ki, bazen bir vatan üzerinde türlü tarihler katışmış olur. Bunların birbiriyle çarpıştığı da olur. O top­ rakta birçok medeniyetler, milletler gelmiş, iz bırakmış, git­ mişti r . Bunlar, tarihin, «vatanlara tanıklık eden temel» olma imtiyazını' karışıklığa uğratmamalıdır. Dikkat edilirse görülür ki , bu· tarihlerden bir kısmının dayandıkları belgeler şimdi ar� keolojik değerden başka şey değildirler. Bunlar ancak arkeo­ lojinin konusu olabilirler, milletin, milletlerin değil ! Sonra; çatışan veya çarpışan tarihlerden en üstünü, en canlısı bu top­ rak üstündeki milletin vatan davasına temel olabilir. Geriye kalanlar olsa olsa bu feyizli tarih için tanıklık eden belgeler­ dir. Nihayet; yaşayan. bir tarihi yaratanların; yerine geçtikleri tarihi n sahiplerinden daha üstün, daha olgun, daha

uzun ve

sürekli medeniyet, kültür hayatı meydana getirip getirmedik­ leri göz önünde bulundurulmalıdır. Bu türlü ölçüler kullanıl-

24


madan, aklına esen kavim artıklannm; şurada buradaki arke­

oloji hatıralarını ele alarak milletlerin ba:rışmı, emniyetini bozması; tarihe saygı değil, tarihi . yalan şahit gibi zulmün, gaspın aleti yapmaktır.

Buraya gellnce; bir vatanın hakla�· korumakta vatan olarak kalmasında, milletlerarası hukukun yerini ve ödevlerini belirtmek şarttır. Haklan unutan haklan yanlış esaslara daya- · narı, bil- Icıi.natın karşısında en zorh.•• en muhteşem vatanlar . da dayanamaz. Millederaraıs .hUkukuiı, yaşamakta dev?Jll eden tarih üzerinde kuracağı vatan haklan; karşıhkh emniyet. için en CS8$lı temel olacalttır. ·çünkü bu temel, milletler gelişimi­ nin gerçeklerini içine almaktadır. Bu temel, bir milleti insan h!ın ailesi içinde yer aldığına fuandıran havayı, iç Alemini ·yara­ tır. Bu hava ve iç alemi, kütleleri muvazene �çinde ileriye dpl\'.' ru alıp götüren, !ilsanlığa karşı emniyetle hareket ettiren imklndır. ,

­

·

·

Yazı� hatıralar, tarih, ınilletlerarası hukuk . . . Evet, hep bunlara inanıyorum. Bunlara inamlmazsa insan, canavarlar gibi bUbiriıl.i yemekte devam edecek. Bütün bunlar doğru. Amma şu dünyada dolan ve yok olan, vaktiyle yaratılan, şim­ di ise ancak dünya tarihinin bir hatırası kalan ne kadar vatan . var ! tık çağlardan, hatta bugüne kadar, vatanlar yok edilebili'.' yor. Bizden önceki alem, sayısız örneklerle dolu. :KAh kıtlığın, depremleİ'.i.n, kwaltbğin; ·kAh dinin; Wı kinlerin, iştahlarını sü.ri.iklediği kütleler ; bir vatanı yok etmeye yetmiştir. Bu fak­ törlerin akıtıp getirdiği kütlelerin, ya kalabalığı, ya teknik i.istünlülü. yahut . yahut .. . ,bir vaıart çocııklannın yurt�nı korumaması, yôluna öleinemest; bir vatanın yok olmasını ha­ zırlamıştır. Arkada hatırlayacak .timse kalmacbğı zaman tıp­ kı hatırlanacak şey olmadığı zamanki gibi artık vatan yok tur! Bütün dünyanın hatırlaması, · bir �oprağı., bir coğrafyayı belJi bir vatan halinde ihya etmeye yetmemiştir, yetmez! ·

.

.

-

-

­

ıs


Hi tit medeniyetini, sana tı m , tarihini artık btitiin i nsa n artık yok tur! Asur. İmparatorluğu, « assyriol oj i » gibi ·;Jir bilim yaratarak bü­ tün insanlığın hafızası ndad ır. Amma bir· Asur vatam artık yok· tur, olamay�caktır ! lık biliyor ,_'C hatırlıyor. Amma bir Hi t i t vatanı·

·

­

·

BU hibarladır ki, ·bfr milletin · vatamnd·a kalacağından emin . olma..�i için, her şeyin üstünde : o vatanı tanıyan, seven kütlelerin kılİmış olması şar t tır. Ve gaJiba Mithat Cl'mal, yer-· den göğe kad..v haklıdır. .

•Toprak, eğer uğnında ölen varsa vatandır! •

26


TARİHİMİZİN öGRETTİKLERİ Türklerin tarihi bir denizdir. Orada · kaybolmak isteme­ yenlerin mcvzuunu sınırlandırması şarttı r . «Tarihimiz» keli-­

mesi ile benim kastettiğim. Oğuz boylarının Önasya'da .yarat� tığı zan1andır, işlerdir. Bizirlılc uğraşanlar, hakkımızda türlü türlü hüküm .verir-

ler :

Bi r

Abdullah Cevdet için Türkler ecnebi. damızlığa muh� taç olacak kadar pörsümüştür. İslam Alemindeki aşağılığın tek sebebi GazncJi Mahmut'tur. Müs1üman oluşumuzu, Hazer'in cenubundan geÇip yerleri vatan yapmamızı felaketle rin kay nağı sayan . okur

bu ya­ · zarlarımız bugün de boldur. Türkçe konuşmamızı bir eksik bilen, başka b i r ecnebi dili, anadilin yerine yerleştirilmeyi tek­ lif edenlerimiz de vardır. Bizim birçok işleri yapamayacağımı­ za yabancı kudretinin bir Allah vergisi · olduğuna itikat, henüz siJinmcmiştir. ·

Ecnebi gözüyle Türklerin muhakemesi de· boy boydur : Bizi bir zaman � Allahın belası• diye mektep kitaplarına geçi­ renler, bütiln Avrupalılar, Amerikalılardır. Biz; Önasya · cenne­ tini altüst edip külünü savuranlar diye gösterildik. Bir Arap tarihçi si, Ahmet Zeki (Paşa) için İslam alemindeki düşüklük­ ten Türkler mesuldür. 1914 - 1918 Umumi Harbinden sonra, kendi mi11ctlcrinden umut kesip şarka yönelen Avrupalı müte­ fekkirler bizim üs tüm üzde durmazlar. Onlara göre T ü r kle r, vereceğini vermiş olan, eskimiş bir kütledir; dünyaya yeniliği, kurtuluşu Jslavlar getirecektir. 27


İçli dışh, haklpmızda ileri sürülen bu görüşlerin bizdeki

.aıcnfi tesirlerini gi.kmcmek iç i n kör olmak gerekir. 1928'dc

Münih'tc gördüğüm bir m imar naİn.ıe t , bizim dünyaya çapul­

dan başka şey getirmediğimizi söyleyeı ek hepimize dehşetten, tiksintiden dilimizi yutturmuştu. Çok İ/i bir enstitü müdürü tanırun ki kötü, aşağılık şeyleri ifade için cOsmanlı• kelime­ sini kuilanmayı adet edinmiştir. Dünya kurulalıdan beri gelip

geçenleri Türk saymak modadır. Bunu ispa ta çalışmak ilim·

dir; amma tarihimizin kurucularını ha.'.(aretlere boğmak yeni­ liktir, hatta vatanseverliktir. Galiba bunun içindir ki Antakya gibi btr beJdemizin kenarında kurduğumuz yıllık «De­ mir cCisri Hadib yapmasına kızınca onu cHitit ICöprUsi.b yapar, fakat buralarda ne kadar sanat abidemiz varsa hepsini söker atarız. Yahut �ır yapanz. De­ rriek, bizim asıl tarihimiıi hor görmek; bizim iktisatça sefale­

Köprlbyü. Arapçanın

yüzlerce

timiz, tek.niltçe geriliğimiz karşısında kendimizi c dejeneresan­ sa• uğramış bulmak. . . daha sökülüp .atılamamıştır.

Tarihimizin öğretti�i ilk hakikat, bu \.'atanı kurmanın kolay olmamış bulwıduğudur. Üstünde bugün seleserpe gezdi­

ğimiz bu. topraklar, cvatanımız• .olabilmek için Türkmen, ye­ tiştirdiği en seçme yiğitleri, en sevdiği, üstüne titrediği zekala­ rı, dokuz yüz yıldır buralarda eritmiş, buralara akıtmış bulu­ nuyor. Türk illeri dört ya ndan , ille Bizans, Ada lar, Ermenistan, Gürcistan yanırxlan düşman illerin içine girmişti. Buralarda kı­ lıca kılıçla, baskına baskıı:ıla, akına akınla karşı koymak gere­ kiyordu; her an tetik davranmak, tedbirli olmak, yiğit kalmak

şart oluyordu. Hayat, bundan ötürü çetin, ateşli, fakat kahra­ manca kunılup gidiyordu. Şüphe yok : Karşılarındaki düşman da böyle idi, böyle yetişiyordu. O da yen i Hıristiyan olmuş. o da dinin emrini her b�yruktan yukarı gCirmekte idi. Birbirleri­ ne karşı bi le gaddar, zal im olmak vasıflan da üste kalıyordu. Bu itibarla Türkmenlerin durumu çok zordu ; her an geldikleri yere atılab ilirlerdi . Amma işte öyle olmadı : En çetin şartları

28


hile yenebildik ve bu top rakları , yekpare bir vatan haline so� tuk.

Demek; Oğuz boylarının, yani bu \'atanı kump onu hcy­ likler, imparatorluklar halinde yaşatanların, Önasya'da, hele Anadolu'da uğradığı türlü suikastlara rağmen ayakta kaldığı, erimediği; tarihimizin öğrettiği ikinci hakikattir. Bu suikast şe­ bekeleri yalmz insanlar hükUnıetler tarafından ve silahla olma­ mıştır; tabiat, kaia ve kader, insan ve hükUınetler, kültili'ler ve medeniyetler Hepsi de Türkırten'in bu vatanı kunnıamaısına yahut eriyip gitmesine elbirli.ğiyle çabalamıştır. . . •

Bir yanda eski Yu�an kWtUrilne dayanan, nüfuzlu eritici · Bizans İmparatorluğu ; bir yandl dört yüz milyonluk kütlesiyle Türkler için bir' ahtapot olan Çin; bir yanda kesildikçe üreyen mahşer : Islavlar; bir yanda tsa'dari önce üç bin yıldan beri 0nasya'yı haraca kesen Samilerin yepyeni bir fışkı�sı; bir yan­ da barbarlıklarını pek silkip atamamış Latinlerin, Cermenlerin · Anglo-Saksonların elinde yaman b ir taassup, zulüm, istila yatağanı kesilen Hıristiyanlık; bir yanda bu Hıristiyanlığa karşı canını kurtarmaya çabalayan Müslümanlık. . . ; nihayet, Gürcüler, Ermeniler, « Cinevizler», Sırpl ar, Arnavutlar, Bulgar­ lar, R,omanyahlar gibi düzinelerce külahlı, -pusatlı, yarı bar­ ·

bar, yarı mutaassıp, kah dindar, kah çapulcu; t icareti, ilmi,

hatta sanatı haraca kesen kümeler. . .

Türkmen, işte bu ihtiraslar, bu birbirini tamamlayan suikastlar, türlü sebeplerle bilenmiş bu silahlar arasında 0nasya 'd aki tarihini, vatanını yarattı . Yarat tı ve yaşat tı . Bu haki­ kat; Türkmen denen, Oğuz boylan denen, Garp Türkleri de- ­ nen, ka h Selçuklular, kah Osmanlılar heyetinde görülen eşsiz realitenin canlılığını . göstereH ateşten oktur: Zamanla bütün o dü şman , o müttefik varlıklar ya başka kanallara c:.kıtılmış, ya Türkmeıi'in iş ortağı haline sokulmuş, ya kötülük yapamaz hale geti rilm işt ir.

29


T. 1 1

ların ı ı ı

i l ı i ın i 1. i ı ı iiğn.• 1 1 iği iil;iiı ıl'ii hiiyiik lıa k i b ı : Oi�ıız hoy­ Ünasya'yı · ele alması ; şarkı, hele İslam diinyasmı k urta­

ra n q • s i z h i ı- nıiidah�llc olduğudm.

İsa'dan sonra tek i st ila

göstcri kırn.:z ki ne ticesi bakımından Türkmcnlcrinki k a da r biiyiik hay ı.rl ı . olsun . Prof. Şemseddin Günaltay'ın da ded iği gibi, -< tab i a t la m üca dele ede ede p işmiş, tabiat kanunlarım kan-am.ış; rl.'a l i ( eyc, müshct düşünüp görmeye alışmış; m an en de mezhep mücadeleleriyle yıpranmamış » bu yeni fak törün Önasy�ı\ia işe başlaması i nsanl ık için tam bir nimet olmuş­ tur. B u m ü d ahale i lk in d üşünc e h ürriye tin in , vicd a n h ürri ye t in i n Ö n a sy;-ı da , Akdeniz'dc kurulması iç i n h i ı- n i met ol muş­ tur. ­

'

Eski Yumın med eni yeti - ki b i zza t ken d is i şark a yöne­ len ilk Röncsansdır Makedonyalı İskendcr'in ulu l u k has­ talığına, . ma cera dü şkünl üğü ne kurban gidip yık ılı n ca i k iye ayrı l mı ş tı . Birisi garpta Roma 'n ı n , sonra kilisenin mirası oldu. Klasik Avrupa Rönesansını XVI. asırda doğuran amiller içinde bu mirasın da yeri var, amma o vakte kadar garb ı n skolastik tarz eJinde sü rün m es i n i önleyememiştir. Bu Rönesansa kadar cihandaki düşünüşün, bilginin asıl nazımı şarktadır. -

Eski Yunan medeniyetinin şark taki varisleri : İskenderi­ yc, Antakya, Silifke, Bergama ... hep Helenistik Çağ'ın impara­

torluklarına merkez olmuştu. Bunlar, B iz ans ı n mirası ol duk­ tan sonra tamamıyla Müslümanların eline geçmiştir. Emevilere, hatta sadece Abbasilere kalsa, Helenizm mirasından i stifadeye imkan kal mazdı Gerçekten de, Helenizmin, ille neo platonis­ mc'in m e tin l eri , İbran iceye çevrildiği o sıralarda gerek İslam, gerek Bizans aleminde, kiliselerde korkunç din kavga ları ol­ makta; Yunan felsefesine sadık kalanlarla B izantin izm ara­ sında kanlı çar pı şm ala r sürüp gitmek te ; medeniyet eserleri yı­ '

.

-

kılıp, m ahvolm akta idi. Bizansın medeniyete vurduğu darbeyi, bu bakımdan, dünya durdu kça lanetle anmak lazım. İş böyle

30


gi l sl·ydi , Bi�nnshlan H vt• J\rap Orl odukshı r ı ı ı ı ı ı d i ıııl1..·. . .l;.;uJiın medeniyetin zerresi kalmayabil iı-d i.

.

.

�nasya' �

Türkıncnlcrin, dt , İsl•im diinyası mla yt·di.�ı·i n i •11ması, işte bu devreye rastlar. İster Abbasiler adına, ister ıniis­ takil devletler halinde iş görsiinlcr; kad im mdinlCİ'i n Anıp­ çaya çevrilmesi, aklın nakle üstün görülmesi, liğinin riayet görmesi onların kar k t eri stiği i teşkil :chniştir. Şarkın ilk Rönesansı da bu sayede doğmuştu.

a

n

·vic(bn scı:bcst­

· Yakın şarkı gerçek bir inhitattan kurtaran bu Türkmen , müdahalesi, bu ilk şark Rönesansı; daha sonrakf Arap halifc­ lerle onlardan kuvvet alan Ha. Eşari ve Gazali elinde · boğul­ mak üzere idi ki Anadolu'da, yakın · -şarkta yerleşeıl: Selçuklu Türkmenleri vatanlarını bu Röncsansın mirasına bir · ; ; bahçe gibi açtılar. · Başka illerde barınamayan bir Şem si·Tcbdzi, bir . ' Mevlfma; bir Sultan Veled, bir Muhittin·i·Arabi... ancak bizim illerimizde vicdanına, düşüncesine hµrriyet buldu , · yerleşti. ·

·

Tesamuh ( = tolerence) o devirçle insanlığın buluşma yeri yapmıştı.

Afıadolu'yu · bütün

· seçkin

kabartma­

Sonra; güzel sanatların, plastiğin - heykelin nın .;._ minyatürün; güzelliğine doyum olmayan çiiıilerimize işlenen insan şekillerinin ... bugün bilebildiğimiz kadarı ela Eşari \'e Gazali dünyasında heykelin, resmin mahkum edildiği o anda- Selçuklu Türkmenlerinin güzel sanatta, .viCdan, dü­ şünce serbestliğinde nerelere kadar ilerlediğini· gösteren başka bir misaldir. •.

Önasya'da Oğuz boylarının yerleşmesinden doğan ikinci nimet, şu çok ünlü «Roma sulhu»ndan beri bu aleme tattırdı­ ğımız sükCındur, emniyettir. Her şeyi soyumuzun aleyhine yo­ ran • Ehli salip» döküntülerinin · iftiralanna rağmen insanlık bu nimeti de gün geçtikçe cdiliyle ikrar, kalbiyle tasdik» et­ ·

mektedir. Kilisenin, Bizans'ın din kavgalarıyla birer çöl man­ zarası alan seniş bir 'kıt'ada Selçuklulann yaptığı yollan, o 31


kuş uçmaz, kervan geçmez bcyabanlarda csultanhan•�arı şek­ linde akıttıkları zekayı, medeni anlayışı bir göz önüne g�tiriniz. Buralardan insanlar, zenginlikler aktı. BunJann akması için sulh \IC emniyet denen büyünün varlığı şarttır. Büyük ticaı::et yollan Anadolu'dan geçiyor.. Anadolu'ya dökülüyor, �adolu' dan başlıyordu. R.efah. seviyesi, yaşama seviyesi durmadan ar­ tıyor; Anadolu Türk kiitleleri ile doluyordı: . Bizanslılann, Er­ menilerin, Gürci.Uerin zaafı, taassubu yüzlmden yakın -şarkı parçalayan a.nacşi devri, böylece bitmiş; · herkesi malından, canındatı einin bırakan büyük bir devlet sistemi ile c Türkmen .sulhu• girmişti.

B\lndıan başka Türkmenler ; birbirini boğmak üzere olan ırk,. mezhep. kütleleri arasında devlet nüfu sları, ruhlarındaki tesamuhla öyle ·bir tesir yaptılar ki insanlığa yeniden umumi bir .disiplin, 5i.i.k.im ile birlikte adalet, doğruluk getirdiler� Aıdalet,. doğn.ıluk prensipleri ancak insanın ereceği nimetler­ dir. Ve insan ancak hayvanlığını, barbarlığını yendikten sonra bu nimete erebilir. Bu prensipler, Romalının chak, zorun­ durh formfilineı va:hşiliiine ne kadar aykındır! Bütün"dünya hukuku bugün bile bu Romalı formülünün ağır� barbar dam­ gasını taşımaktadır� Bu damga ile yüzü, özü kapkara bir Me­ me· Tiirlder, adalett, doğntluğu, anlaşma zihniyetini yalnız tav­ siye etıııenıiş ; omı tahaJdcuk da ettirmişlerdir. Azınlıklara ver­ diğimiz 1-Jclan. asırJ.arca işgal ettiğimiz yerlerdeki muamelele· rimizi , hatta kapitülasyonlan bu zihniyetimizin delili alırsam şaşmayına. cYaşamak için kavga• formülünün medeni Avru­ pa'ya, Amerika 'ya İncil oldıığunu görüp bizim imparatorlukla­

rımızın adalet, doğruluk, anlaşma zihniyetine «siyaset aptallı­ ğı» diyenlerle bir düşünmüyorum. Azınlıklara verilen haklar, imtiyazlar, kapitülasyonlar bizim en zorlu, en şuurlu devri­ mizde verildiği için dünyaya hangi gözle baktığımızı, bu Şarl­ ken, bu Birinci Fransuva, bu Bo.rjiyalar dünyasına ne getirdi­ ğimizi mükemmelen gösterir sanıyorum.

32


Bütiin bunlar doğnıd u r. Faka t o kadar büyiik başla­ yan- Selç u k İm pa rato rl uğunun daha XIII. asır sonunda çök­ tüğü de b i r korkunç realitedir. Bu, yalnız bir s'.yasi idarenin çökmesi olmamış; bütün bir dünya görüşünün değişmesi; Türklerin garptaki bütün harekctJcre uzak kalması neticesini de vermi ş ti r Dünya ölçüsünde, dünya için acı olan bu çcküntünün üç sebebi "'ardır : l . Taze 5elçuk İmparatorluğunun «Haçlıhr» suikastına uğra'ı11 ası, yeni bel de le rimiz, yeni yollarımız üstünden, bu milyonlarca barbar mutaassıbın; taze b ir bahçeyi ezen kor­ kunç bir silindir gibi geçmesi. Haçlılar hücumu yalnız yıkmakla, örene çevirmekle, bü­ tün bir medeniyeti, -insanlığa vaad et t i ğ i bütün meyveleri vcrml·ktc gec i k t i rme kle; bu medeniyetin hamlesini geri dur­ durmakla kaliuamış; şarkın garba karşı önüne geçilmez bir şüphe, endişe, tiksinme beslemesini, böylece hümanist düşün­ celerin, cereyanların bir daha doğmamasına sebep olmuştur. Bu hücum, Selçukluların üniversel görüşünH yı k mış, dünyayı i k i diişımm mezhep k ü tles i ne ayırmıştır. -

.

·

-

·

Haçlılardan daha mcşum neticeler veren Moğol istilası Haçlılardan kurtulabilen her şeyi Moğollar yok etmiş; ille Selçuk alemini içinden vurmakla şarkın en bü· yük medeniyet amilini ortadan kalkmaya zorlaruştır. Anado­ lu'nun Moğol istilasıyla perişan olması ; bir yandan siyasette ahlak buzuklur,>Un a, şahsiyetin e ri mesine ; öte ya.1dan ayyarla· nn, dervişlerin m u taa ssıpl arın ortalığı basmasına imkan ver­ mek suret i yl e de pek şeametli olmuştur. 2.

Moğol a kı nl arı

.

3. Bu ik i amilin tesirleri altında, tertemiz bir Türkmen k ü tlesinin, disiplini, sıra ve saygıyı yitirmesi, sıra ve saygı, mezhep ayrılıklarıyla sarsılmamış olmak ... Selçukluları dünya tarihinin, Ortaçağ'da kahramanı yapmıştır. Bunlardan mah­ rumluk onlan tarumar etti.

33


yct;

Şurasını hemen kaydetmeliyim ki diinyada hiı;biı· 1.:emi­ her biri teker teker bir soyu yok etmeye yeten bu üç kor­

kunç suikastın µıüşterck hücumuna dayanmazdı. Türkmenle­ rin buna dayanması, hatta daha büyük, daha zorlu, daha m ü­ kemmel teşkilatı, daha medeni bir yeni imparatorluk ; Osman­ lı İmparatorluğunu· kurarak kadere meydan okuması . . . bu büyük soyun ne an bir kan taşıdığını, bu ka nı n nasıl tüken­ mez bir enerji kaynağı olduğunu isp at eder. Büyük Türkmen " kütlesi, soyl arını n hediyesi olan kanlarına; kaynaklarından ge­ tirdikleri idare kabiliyetine; dinlerinin · yekpare tutan tesirine

dayanarak bütün bu suikastlardan daima daha ta7.c çıkabil­

miştir.

Selçuklu faciasının hemen ardından Osmaiılı İmparator·

lu�nu kuranlar dünya tarihinin daima hayretl e, hürmetle göreceği, büyük simalardır. Bu imparatorluğun da bugün göç­ tüğü bi r vakıadır. Şu dünyada canlı olan her şeye göçmek mu­

kadder olduğuna göre, Osmanlı İmparatorluğu gibi bir dina­ mik kudretin de çökmesini tabii bulmak lazımdır, Mesele onun çökmesinde değ i l, bu çöküntUnün şart larındadır. İnsanlığın tanıdığı en uzun öm ürl ü imparatorluk olan ' Osman lı idaresinin de inhi tat sebeplerini _;,Selçuklularınki gi­ hi-, sovumuza, kültürümüze ( dinimize, dilimize, mu sık i mize ) , dünyaya gel irken seçtikleri coğrafya yol una verenler aldanı­ :vorlar. Soyumuzun, bu inhitat işlerinde ilişiği olmadığını ye� tes i anlattım sanıyonı m . Kültürümüzün de bu i n.fıi ta t l arl a ili­ şiği olm adığını tekrar etmek şarttır. Şimdi en çok münakaşa konusu olabilecek birisini : Dini seçiyorum. Diğer bütün tarihi meseleler gibi din meselesini de art ık dikkatle, cesaretle bil­ gimizin objektifi önüne koyacak seviyedeyiz. Önasya'ya, hele Anadolu'ya yerleşmeden, birçok dinlere girip. çıka� Türkler, itiraf edelim ki boYurıa erimişlerdir. Çi n' de eri yen lerden başka Bizans hizmetine geçen asilzadeleri bu

34


ch!vk ı tc

biiyük yerlere erişen Türk soyunun bölükleri

baştaıı haşa k aybol d uğ u gibi; başka dine giren Bulgarlar da -bizzat Türk düşmanlığının-, Slavlık heykeli gibi', Tiirk soyundan çıkıp gitmişlerdir. 'fi.irklcrin din işinde ancak Müslümanlıkla bir karar gö­ rebiliyoruz. Bu · istikrarla birlikte Türk men kütlesi de duru­

luyor. Kendilerinin bu dine yaptığı milyonlarla hizmete k�ı bu din de onların erimesini Önlemiştir. Sonra bu din, onların vaktiyle en büyük medeniyeti kur­ masıım hele rasyonalizmi, aklı her şeyin üstünde tutan düşün­ me tarzını baş tacı yapmalarına da engel olmamıştır.

Bundan başka; öteki dinler, mesela Hıristiyanlık vak­ tiyle başka milletlerin bize yenilmesini önleyemediği gibi bizim en parlak beldelerde, refahla, çok medeni bir seviyede yaşarken, o milletlerin kulübelerde, bataklarda, bin türlü has­ talıklarla, pislikten, bakımsızlıktan kırılmalarına da çare bu­ laıilaınıştı. Bizim Müslüman iken yaptığımız tıbbiyeler, bimar­ hanelcr, büyük medreseler karşısında başka dinde olan mil­ letlerin hasret, imrenme içinde yaşadıklarını artık biliyoruz. H:.\lis Müslüman olan imparatorlarımız, bir taraftan Türkçe, Farsça şi irler söylerken öte taraftan portrelerini İ talyan res­ samlarına yaptırıyor, fakat bir yandan da Bizans'ı yı ka n top­ ların planını çizebiliyordu. İdarede, askerlikte deha değil de­ halar vermiş olan bu milletin son çeyrek asra kadar ideali · bile Müslümanlıktan başka ne idi ?

Maksadım XX. asırda Müslümanlığın apolojisini yap­ mak değil ; inhitatlarımızın sebebini soyumuza olduğu kadar kültürümüze de yükletmenin doğru olmadığını göstermektir. Bizim anladığımıza göre Osmanlı İmparatorluğunun inhita­ tını - binbir amil arasında - dört büyük sebeple toplayabi­ liriz : 35


B i dnı.:i sebep . Dünya ticaret yollarının dcği�tfü·si , Tii ı·k

va tanı n ı n iktisut bakımından esaslı darbeler y iycrL"k sarsılma­ sıdır. Bu sarsı lınalo.u-a ko.u-şı t�dbir almak iı;in dış ı ııiinası..'h\.'l­ lcrimizi Tiirkmcnlcrin üni\'erscl görüşü içinde gcl iı;; l i n.'llıcdik ise sı..'bcp yiıw Haı;l ılardı r.

İkiiıci sL"hcp : Haçlıların Türkmen va tanına L" k s i l nıcyı..· n b i ı· k i nle, şiddetli.', huyuna sui kastta bulunması ; hu viizd"·n şa rka çöken nefret, öç hisleri dolayısıyla garp - şark müna­ sebetinin dar çerçevede kalmasıdır.

ta

Bu sebepledir ki h i z gar�

olup b i teni takibedemedik, tedbir alamadık. Üçüncü sebep : B i :ı bu halde iken Avrupa'n ı ıı

süratlc

kendine gelmesi; büyük devlet halinde çevremizi kuşatması ; Ruslar, Avusturyalılar gibi i k i zorlu düşmanın -Avrupa siya­ set muvazenesini ele alan- korkunç amiller haline yliksclınc­ si, böylece bizim yapayalnız, tecridedilmiş kalmamız w üst liste mağlup oluşumuzdur.

Dördüncü ve en tehlikeli sebep : Osmanlı İm paratorlu­ ğunu ilk k u ranların uyanık k::ırakterleri ile yekpan• l i ği n i ka­ zamın ve metropol payesini yi t irmeyen Anadolu' n u n ; sonraki nes i l ler eli nde müstemlekcnin uğrayacağı ihmale, kayıt sızlığa, hatta cbha beter zulma uğr aması , harcanması; hi;y1ccc im­ paratorluğun istinatgahını

kaybetmesidir.

Şema halinde verd iğimiz bu sebeple rle uğradıi,i.ımız bü­ tün bu mağlupluk, inhitat s ilsilesinden herkes cı.:ı ıazL"ınizin çıkacağını bekleyip miras payın a çıktıkları bir a n da Tii r k men­ lcr gene yekpare bir m illet ha l inde -yan i a s l ı na h:.ık arsanız, daha zorlu bir halde . . .- ayak tadırlar. B u vakıa; t ::ı ri h i ın i z i n akset t i rdiği enerj i , canlılık ledıasınm yanlış olmad ığın ı b i r kere d a h a göstcr<li. Fas , Suriye, M ı sır, Irak, Hint, Çin, Alman­ ya da, �1ynı zama n d a, bizim t cşcbbüsümüzii yapıı ı ı ş t ılar. Al­ manya ve k ısm e n Çin bir yana bırakılırsa, ö t eki le r, Türklerin rnrdığı net kcyc ulaşamadılar. Bu da, milyonluk kii t ldcrlc Türkmen arasındaki farkı gösterir.

36


Diinyada ınahşcrlcri n

kaynaşt ığı bir anda, 1 1.ırihiın i z i ı ı

üstüne eğ i l mek gösteriyor ki b u vat< n ı lafla al madık . Burada­

ki büyük, ebedi Tiirk şahsiyetini

' afl a kurmadık. Burala rı , }aratarak «bizi m » yap t ı k . Yend i ği miz düşman kütlelerin meyd 1na ge ti rd i kleri l!scrlcri, Bizans'a yakışır. H açl ı l ara yakışır surette yı kma d ı ğ ı m ı z a . koruduğumuza, bugiinün nesilleri ·üzüliiyor, kızıyo r . Bit: o d ii�­ man m il le t leri n yapıp bı ra ktığını o bda r geçtik ki; bu ITil'mlc· kete damgamızı öyle eşsiz iki h ayat özü ile : Zeka ile, kanla bastık ki buraların artık başkalarına ait olması ih t im al i k a l­ mam ı ştı r. Karşımızdakilerin hayat iyeti ya nında hiziın k i n i n ne kadar üstün olduğunu b u gösterir.

birbi rinden ağır tarih . hadiseleri

Sonra; buraları yalnız almadı.�, muhafaza ettik .

Hem

de bütün dünyaya karşı. Bu da bizbı k anımızın kuruyup

ku­

rumadığ ını -ilkin kend imize, sonra bütün cihana- - gösteri r sanırım. Bu vatan; ancak biz ta:rihi vazifemizi anlamaktan, hu

vazifeye layık olmaktan çıkarsak d üşma nları n ol ab i l ir .


REJIYONALİST KİMDİR? İki türlü rejiyonalist ( = mahalli hemşerilik güden in­ san ) vardır. Birisi siyaset yapar. Bu birinci örneğe; impara­ torluklar zamanında, müstemlekeleri olan idarelerde, aile "� hanedan evlenmeleri . vesilesiyle bir devletten öbürüne katılan mıntıkalarda rastlıyoruz. Avrupanın siyasi, miilki tarihinde XVI. asırdan beri bilhassa gördüğümüz bu türlü rej iyonalistin rnenşeini derebeyliklere, Ortaçağ'a dayamak lazımdır. Avru­ pa'daki derebeyliğin doğuşunu· -Fustel de Coulanges'in aksi­ ne ...- Cermeri istilasının, Cermen ailelerinin, yani dışarıdan gelen bir kitlenin tesirine verenlerle bir düşünüyorum. Bu sebeple de; Avrupa'da siyasi reji)!onalistin; Ortaçağ yerleşme­ leri, o devrin vatan kurma sistemine bağlanmasını kabul edi­ yorum. Kendi şatosu, kendi surları içinde soyunun, dininin icaplarına riayetle beraber -hatra başıboş, hatta fizyolo.i ik imkanlar ( = contingences) a tabi - bir istiklal ile yaşayan bu küçük belde - devlet ( = Cite - Etat)ler; büyük merkeziyetçi devletler· kurulmaya başlayıp bu . beylikler onların çerçevesi içine sokuldukça ayaklandılar. İnsan tabiatından tutunuz da cemiyetin, coğrafyanın zaruretlerine kadar bütün amiller, de­ rebeyini dürtüklemiş, onu bu ilhaklar karşısında gerilemeye, kandırılmaya teşvik etmiş gibidir. Gözümün ününe Ortaçağ'ın son safhalarıyla klasik Avrupa Rönesansıı1 ilk safhalarındaki Fransa, İngiltere geliyor. Bir Franche - Comte'nin bir .tskoç­ ya, bir İrlanda'nın sürüp götürdj,;ğü kin, mücadele, ihtilal, is­ yan, zamanımıza kadar uzayıp geimiş rej iyonalist hareketleri değil midir? Hollanda· - Korsika mücadelelerini merkeziyetçi büyük devletlere karşı güdü]müş rejiyonalist hareketler gibi alacağız. Bugünün Fransa sma karşı Bretonların� AJzas � ·

38


güttiiğü ayrılık pol i tikasını, İsparıya'ya karşı Catalonların yaktığı istiklal ateşini de siyasi rcjiyonalizmin ür­ ıwği diye vcrcet.• ğiz. Rusya, Avusturya, Osmanlı imparatorluk­ larına karşı yer yer, zaman zaman fışkıran isyanlar, ayrılma arzuları siyaset yapan rejiyonalistlerin en kanlı, en unutulmaz örneklerini vermiştir. Hepsinin de aslını; Ortaçağ'da kurulan veya kurulmaya başlayan siyasi tcşekkiillerin ilhakı meydana getirmektedir.

·Lorcnlilcrin

Görülüyor ki siyaset yapan rejiyonalist tarihin seyri için­

de kurulan vatanları, kendi beldesi, kendi dar mıntıkası hesa­

bına parçalayan bir amildir. İnsanlık bu amillerin karşısında aynı hükmü ı.ermemiştir. Merkeziyetçi, büyük ve yekpare va­ tanların parçalanmasına sebep olan ayrılıkçı ( = separatiste) hareketleri « İ syan•

diye damgalamış, kanunsuz bulmuş;

fa­

kat imparatorlukları yıkan dağılma cereyanlarını " milliyetper­ verlik» diye anmış, hoşgörmüş, teşvik, etmiştir. Alzas - Lorcnli­ nin Fransa'dan ayrılma hareketleri isyan diye, kötü gözle gö­ rülmüş, Fas'ın kıyamı ise . meşru hak gibi' karşılanmıştır;

İkinci rejiyonalist örneği çok farklıdır. Bu örneğin aslını hislerimiz; bu hislerin en iptidfıisi, fakat en köklüsü olan doğ­ duğumuz, ·b üyüdüğümüz yerlere karşı duyduğumuz tabii sev­ giye bağlamak gerekiyor. Bu sevginin unsurlarını fikir, siya­ set ve hele edebiyat adamları çok didiklcmiştir. İç t i mfıi insa­ nın karakterini yoğuran coğrafya; onun bütün beşeri tcmayül­ l.crine olu_k ve havuz işi gören cemiyet muhitleri; insanı hay­ \'andan _en çok ayıran ruh hadisesi : Hatıralar, bu hatıralara maya vazifesi gören sevgiler, kinler, .korkular ... doğup büyüdü­ ğümüz yere karşı bağlılığımızın örgüleridir. Ömrümiizde, hiçbir zaman hür olamadiğımız bu cemiyet hayatının· çemberinden kurtulamayıp çevremize -ancak içtimai insanın duyacağı­ derin bir melal ile bakındığımızda� muhayyelemizin bizi alıp götürdüğü tek teselli iklimi olan çocukluk hatıraları ... bu bağ­ lıhğın örgÜlerindeki sırn, metafiziği anlatmaya yeter. 39


Bıı t ii d i i

t u r. Amma

r�·Jiyoıı;ı l i s l , hdki ilk sitl· fü· lwı:alw·ı· lloğ.ınuş­ bahas ı Yunan t a rihç i s i Pausanias'<.lır diyeb i l i ­

as ı l

riz. Roınalıbnn e l i nde l'rimeyc başlayan Yuna nlıl ığa

karşı

duyduğu hasret, ona en güzel rehber ki t apla rını yazc.lırmıştır. Fa k a t ; bu ö rn eğ i n i l im, siyaset, edebi yat mevzuu olması

.ancak m u a s ı r Avnıpa'da

ortaya çıkmıştır.

Frans ızl a rı n Mist­

Mist ral'in ede­ bi rcjiyonalizmi, hakiki Fransız vatanperverleri tarafından da hiinnctle a n ı l d ı ğ ına göre bu örneğin; s i yase t yapan, vatan par­ ral ' i ı ı i , h a t t a Al phonsc Daudct'sini düşüniiniiz !

çalayan rej iyonalistten farklı olduğunu açıkça görebiliriz. Bu

edebi rcj iyonal izmin daha vardır.

ola n

Avrupa'da, Amerika'da, ba şk a iki

menşei

Birisi : Bugünün aşırı yenilcşmeciliğinden, buna destek tekniğinden, modasından, bunların neticesi olan yck nt"­

sa k lı k ta n bıkan, edebiya t adamlarının mahall i hususiyetlere sı­ ğınmak isteyen ruh halctleridir. Her t ü rlü konfora a l ı şkın Ang­

lo · Sak s o nla n n bile İrlanda göJlerine, Fransız Bretanya'sındaki fakat Ortaçağ hüviye ti ni y iti rmem i ş k öşelere koşuşması; roman y azm ak için bütün dünyan ı n Avrupal ı ayağı az değmiş ye rl eri n e uzanan, yeni , gö rülmed ik , işitilmedik mev­ zu a rayan son zaman ediplerini ancak bu ruh ha l e t i yle izah son derece pis,

edebiliriz.

İ k inci s i . : Bugünün büyük şehirlerinde b oğulan , mak i nala­ şan fikir a d a m larının dinlenme, düşünme içi n ; tarihin bir nevi istatistikleştiği köşelere bir çeşit vurgıın luk duymalarıdır. Bu \'urgunJuk, o mıntıkanın folklorundan, etnografyasından tutu­ ımz da coğrafyasının her zerresine kadar hayranlık, kıskanç­ lık, muhafazakarlık doğuruyor. Biı· milletin tarihi,

şahsiyeti

bakımından b u hislerin ehemmiyeti mcydandadfr. Dikkat edilirse; edebi diyeceğimiz bu rejiyonal ist

iç ve d ı ş turizmin doğmasından başlıbaşına

bct, en modern h adi selerden

40

biri olmuş t ur.

amil olan

örneği, müs­

en


Türkiyc'nin bu iki türlü rcjiyonalizmi tanımamasına im­ kan var mıdır? İmparatorh�k olarak, yer yer ayrıl ış hareket­ lerinin bütün kanlı safhalarına aşina olan Türkiye, siyaset ya· pan rejiyonalistin her türlü fesadına, suikastına · . uğramıştır. Romanya, Macaristan, Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan'dan tutunuz da; Mısır'ın Arnavutluk'un, lraJ.c'ın, Suriye'nin, Ara­ bistan'ın imparatorluktan ayrılmak için giri ;tiği her türlü düş­ manlık; metropol çocuklarına neye mal olnuştur, biliyoruz ! Anavatanın müsteıplckeler yoluna eritilip mahvedilmesine va­ rıp dayanan bu korkunç devirlerin rejiyonaiisti, hemen daima soyumuzun, devletimizin aman bilmez düşmanı olmuştur. 1098� den az önce Bükreş'te toplanan il. Başkıırı Kongresine veril­ mek üzere bir Arnavutluk tarihi yazan ve orada Türkler için -o vakte kadar kimsenin nğıza alamadığı- ağır hakaretleri savuran Şemsettin Sami Fraşeri; Türk soyuna karşı düşman­ lığında herhangi bir müsteşriki nasıl fersah fersah geçmiş ise; bir Arap tarihçisi Zeki Paşa, aynı diişmanLkta bütün selefleri· ni, herhangi bir Avrupalıyı çoktan geçmişti ! Bunların hepsi de siyaset yapa:q rejiyonalistlcrdi ? ·

BugünkU . Türkiye halinde, yekp�reliğe kavuşaı.ı anavata· nım1zda da rejiyonalistİer görünmemiş değildir. · ErmeniJcrin, Kürtlerin hareketleriyle; Pontosculann hareketini ve daha buna benzer bir, iki teşebbüsü, .siyaset yapa� rejiyonalistlcrin körüklcdi.ğini biliyoruz. Bunların kökü daima dışarıda, ecnebi memlekctlerdcdir ve hepsi de; tarihin azametli nehirler halin· de akıp gelerek döküldüğü bu yekpare vatanı, parçalamayı; bütün Türklüğiin, bütün Türklük tarihinin tek mümessili ka­ lan Türkiye'yi ortadan kaldırmayı hedef bilen ecnebi devletle­ rin emeline, planına göre yürümüştür.. Bununla beraber Türkiye'de, ebedi rc.; iyonalizm hareket· lcrine bağlanabilecc� �adiselerin ön safına cc mahalli hemşehri-

4 1·


Ji k lcr;, ded iğimiz ve benim,

u

Yo kol a sı Ayrılık»( ' ) yazıs ıyla ur··

taya ·koyduğum, had i seyi a]mak lazımdır. Edebi rejiyonalis t Tü rk iye'de belki en iyi temsil eden haddizatında bu umahalli hemşerilik» gayretidir.

örneğini de

Aslına bakarsanız; bu· gayret, bizim Ortaçağımızın tabii Ortaçağı mız başlıca ".Jüyük Selçuk İmpa· ratorluğunun kuruluşu, büyük Türk men ·oeylerinin , hanedan· Jannın Anadolu'da kurduğu beyliklej·, bu beyliklerin kısmen yıkıhnası ve Anadolu Selçuklularının hakimiyeti, bu Sel çuk Devletinin de yıkılması ile Oğuz beylerinin -Anadolu'da yeniden beylikler kurması, nihayet Osmanlı İmparatorlu�ı.ınun bütün bu dağımk alem yerine yekpare, uzun ömü rlü teşkilatı daha zorlu bir devlet halinde yükselmesi. . . ile . karakterlenir.

bir neticesidir. Bizim

Bilhassa bu beylikler; Anadolu'da bugün basit şehirler, kasabalar halinde yükselen yerleri, bir devlet ölçüsünde ele al­ mış, bir devlet kadrosuyla doldurmuş, bir devlete yakışır şekil­ de imar etmiş; yine bir devletin yapabileceği hars ve ilim mües. seselcriyle ön safa geçirmeye çalışmıştı. Her beyliğin merkezi, kalesi, suru ile çevresine kafa tutan taştan bir şövalyel i k abide­ si, kendi halkını, aşiretinin lehçesi, göreneği ile besleyen bir hars merkezi; kendi hanedan ve devletinin, insanlığa katmak istediği ilim eserlerini boyuna yaralan müstakil, muazzam, bir beyin; kendi hayat).fıı, inanını sonuna kadar koruyan işlek bir kılıç, b ir hatıra, b ir tarih meşheri ki. İmparatorluğumuz, bütün bu beylikleri yıkıp yerine yek­ pare bir siyaset makinasrnı kurduğl\ zaman bile bu beyl i kle­ rin merkezin de yer yer devlet düşkünü ailelerin, sülalelerin hıncı devam etti. Bilhassa imparatorluk, devlet müessesesinde olduğu kadar hars müesseselerinde:, ille dil müessesesinde; Oğuz boylarının sürüp getirdi ğinden farklı veya tamamıyl a ayrı

<ı> 42

Köy Kadını - Memleket Parçalan, sayfa 233.


bir an'ane, bir müessese kurunca; tamamıyla Oğuz töresine, Türkmen harsına bağlı kalan b,eyliklerin halkı, kendini her iti­ barla imparatorluktan ayn görmeye başladı. Folklorumuzla, halk şiirimizde bu görüşün yankılannı bol bol görebiliriz. De­ nilebilir ki her beyliğe karşı bugün Anadolu'da ayn bir ağız, ayrı bir folklor, ayrı bir etnoğrafya vardır . ·

Mahalli hemşeriliklerin, asıl sebebini bizim bu b ünyemiz

­

de aramalıyız. Bu itibarladır ki dilde birliğe varabilmek için, Anadolu'daki ağızlan folklor, halk musıkisi ve halk şiirindeki

farkları tespite şiddetle muhtacız. Nasıl Anadolu beyliklerinin o ademi merkeziyetçi cehitleri üzerine impan; torluklanmızın ağır cihazı oturqıuş, asırlar boyunca sürüp gidebilmişse; yek­ pare millet olarak bugün dilimizin, kültüri,imüzün büyük yek­ pareliğine kavuşmak için de, eski metropolun 'e bugünkü Tür­ kiye'nin bütün edebi, harsi hususiyetlerini ... ele almak, kıymet­ lendimıek mecburiyetindeyiz.

Amma, yalnız kültür sahasında bu mecburiyet, bu ihtiyaç var. Her mıntıkarnızın ağzını, folklorunu kıyme tlend irmem i z ancak harsumzın yekpareliğini sür'atle ve şah eserler verecek şekilde kurmak; bu kültür yekpru-eliğini, devletimizin .siyasi yekpareliğine m\IV� bir hale getirmek içindir ki, mahalli hem­ şehrilikleri bir yokolası ayrılı k, b ir dej ene releşm iş rej iyonalizm saymaktayız. Her köşemizin ayn bir hususiyeti, ayn bir güzel­ liği vardır ve orada doğup büyüyenin bu hususiyeti, bu güzel · liği anmasını, s�vmesini, hele Tü rkiye ölçüsünde d�erlendir­ mesini harsımız için kazanç -hususi idareleri şiddetle alıko­ yan- devletim iz için kazanç biliriz. Amma bu gayreti, bir mın­ tıka vatanperverliği şekline sokan la rla barışmamıza imkan yoktur Bu vatanı bu gözle gören, bu vatanı bu yekpareliği ile ru­ -

·

.

·

huna yerleştiren bizler; mllletin çalışmalarım daima Türkiye' nin hayatı, ihtiyaçları bakımından düzene koyduk. Osmanlı İm­ paratorluğunu kurarken metropolümüz, ana\-atammız olan 43


Anadolu; hu1�iinkii 'J:ii rk iyc'ni n t �\

kl·mlisidir.

Ml•ric;'tcn A�n dn­

ğma kadar, bu yekpare vatana kah. Türkiye, kflh

A na d ol u

di·

yornz. Bunu lk·l'kcn, hüylc hareket ederken, Ti.irk iyc Cumhn· riyctiyle, tam mutabakat halindeyiz. . Bunun içindir ki •Anadolu» kelimesini ağzımıza aldığı­ mız

için

ğilselcr,

44

bize rcjiyonalist adı n ı

verenler gafil, yahut cahil dl'­

mutlaka su ikas tçı elemanlardan ibarettir.


MİLLİYETÇİLi(;iMİZ Asıl Türk milliyetçiliğinin doğuşunu cKuvayı Milliye Mü­ cadeleleri » ile baŞlatanlar aldanmıyorlar. Bu korkunç zelzele · ile sarsılan anavatan; kendini bulmak, kendi özüne inmek iç i n kullanacağı asıl yolu, asıl medeniyeti, asıl tekniği ancak « İstikhıl !\fücadclcsiıonden sonra seçmiştir. Karamanoğlu muh­ terem Mehmet B ey 'in milliyetçiliği gibi, Tanzimattan beri ara­ sıra ışıldayan mi ll i yetçilik de ( 1 ) , Meşrutiyetten sonra c compro­ mis» kı· h a l i nde fışkıran milliyetçilik de; İslam beynclmilel­ ciliğinin etki si ile olagelen vatanseverlikten ileri gitmemiştir. İlle Tanz i m a tta n beri; denebilir ki, Türkler hep. öteki ka\•İm­ l c ri n m i l l iyetçiliğini uyand ırmak için kahrolmuş, sabretmiş, fedckarlık yapmışlardır. Bütün bu son devirlerin ibretle, hayretle görülecek vas­ fı : İdeal i n de, ideolojinin de ağırlık merkezini canavatan = ınetrupolı> dcn başka yerlerin m eydan a getirmiş olmasıdır. İmparatorluğumuzda Müslümanlık bir ideal olduğu zamanlar ağırl ık ml·rkezi « Ma kamat-ı mübareke» idi, aslında müstemleke olan yerler, idealin bizzat vatanı haline girmişti. Osmanlılık bir ideo l oj i yapılmak istendiği sıralarda gayenin ağırlık merkezi anavatandan gayri yerler olmuştu. cTurancılıkıo la ifade ede­ ceğimiz ilk milliyetçi şuur devrinde de ideolojinin _ağırlık merkezi a nava t an dışında kurulmuş; eme llerimiz başka yer­ lere çevrilmişti. Anavatanı müstemlekeleri yoluna, inanılmaz ııı

Abd ü lhak Hamid'in �u mısraı

gibi : ·Sen Türk namını anıyorken biraz eğil• ·Türk.ün sebep sukutuna Türk olması değil! ..


bir gafletle. yahut, - başında bizzat müs temle ke çocukları, dönmeler hüküm sürdüğü zaman,-,- şuur parçalayıcı bir hi­ yanetle harcamak; bizim · imparatorluğu başka imparatorluk­ lardan ayıran en mel'un vasıf olmuştur. İmparatorluğumuzun bütün felaketlerini bu esaSa bağlamakta tereddüt e tmiyoruz . ·

1914'deki .Cihan Harbi tslAmcıl ığın (dikkat ediniz : Müs­ lünlanlığın demiyorum) , Osmanlıcılığın belini büken bµyük bir ameliyattır. Anadolu'daki •İstiklal Mücadeleleri•, Turan­ cılık şeklinde ve c compromis • lerle bağlanmış ilk m illiyetçi­ liğin hak ve mukadder yolu bulması için geçmemiz gerekli, bir sırat köprüsü oldu. Dünyada devamlı, büyük, müstakil kendi biricik TW-k de'lı'1etini kurmuş olan Oğuz boylarının rl FJ"Çekle ne ermesi için, cİst.iklAJ. Harpleri • gibi bir cehen� nemden geçmesi lazımdı. Bu harplerin yangınında, Türk reali­ tesine · aykırı ne varsa ki.il olmuştur. Öte yandan; bütün dün­ ya · Türklerinin kurtulması, yaş�ı için Anadolu denen mü­ cahitler yuvasının müstakil, kuvvetli, büyük kalması şart ol­ duğu meydana çıkmıştır. Bugün, dinya Türkleri için de mil­ liyetçi ve samimi tek insan yoktur ki her şeyin üs tü ne ilkin, clstiklru . Harpleri:ıınin kazandırdığt büyük neticeyi konımak

hedefine saygı göstennemiş olsun !

Denebilir ki Anadolu, yalnız �·ütün tarihi içinde değil; Türkmenlerin fethinden beri de ilk defa, sınırlan içinde «bü­ tün» haline girmiş bir yurdun şuuruyla çerçevelenmiştir. Tür� kiye dediğimiz bıı çeı.re bugün imkAnlann karşısına işte bu bütünlüğüyle dikilmiş bulunuyor. Moğol akınları, cEhli-salip» tahribi gibi suikastlar yüzünden geri kalmış büyük «mission» unu başarması, bugünün milliyetçilik i deoloj i sine bir zemin olmuştur. •Müteferrika İbrahim• den beri hiç olmazsa on ne� sil, bu işin başarılmasına çabalıyor, bu yolda cari veriyor. Ge; çen nesillerin 'Hlrmaya. çabaladığı bütünlük, b irlik i mkanla. . nna bizim neslin kavuşmuş

46

olması. büyük mazhariyctimiz;


olan VL: ohtCi.tk Şeylel'İll ŞUU qıııa Vi.ll"llli.l k , hu11J.1n kort l l l l�lk hii yiik nws'ııl iyc t i nı izdir. Bu mazhariyetle bu mes'u li yet, ş i md i k i

ideolojim izin dayanağıdı r. M alazgi r l 't c ; Kılıçaslan 'la ·

Esk işe­

h i r w Konya ovalarında; Sırpsın<lıiıı 'nda; Bclgrnt'ta; Otluk­ bcl i ııdc ; Ça ld ıran 'da ; Mcı"cidabığ'da; Mohaç'ta; Viyana önle­ '

rinde; Rodos'ta; Pru.t· kıyılarında; Bağdat'ta; Kanijc'dc şehit olanlar; yahut dönme Kuyucu Murat'ın zulmü ile gömülen­ ler; Simavlı · Bedrettin ile bfrlikte ölenler; nihayet, Çanakka­ lc'de, ·sankamış'ta, Süveyş'tc, Gazze'de, Toroslar'da, Ermenis­ tan cephesinde, İnönü'de, Sakarya'da, Dumlupınar'da ... cbu toprak için toprağa düşenler• şimdi sağ olsaydı, bugünün mil­ liyetçiliğini • kendine gelme, kendine doğru toplanma, buldu­ lu yeri doldurma, bu yerleri ebediyetlere kadar Türk olarak koruma ! » dan başka ne ile karakterlendirirdi?

Bu itibarladır ki bugünün ileri cemiyetleri arasında yer almaya çağrılan büyük, köklü Türkiye'nin dünya ölçüsündeki ideolojisi; bu kadar ağır imtihanlardan sonra erişilen .·milli­ yetçilik» ten başka şey olamazdı. Gene bunun içindir ki bu mil­ liyetçiliğin ilk faslı : Topluluğumuzun, toprağımızın, tarihimi­

zin gerçeklerine uyan bir realistliktir. Bu realizm yüzünden­ dir ki bizim milliyetç il iğimiz ne yalnız başına his, ne yalnız .

başına kan, ne yalnız başına toprak birliğine dayanmaz. Yu­ karıda söylediğimiz giDi, bu ideoloji bir sıra realitelere daya nır. Bİ.ı sayede de, Hint'teki bir ckasbın, insanları -ölümlere kadar kovalayan, ayıran - zincir olmaktan çıkar

-

.

Bu -realitelerin başında : Türkiye'ye adını veren, Türki­ ye'nin dünyada Jıiçbir değerle ölçmeyeceği Türk kütlesi var­ dır : Bütün milletlerin kurulma devrinde yaşadığı tesadüfler safluısını yenip, iki milyara yakın insanlığın kaderi arasında kcnc.linc. mahsus bir kader, bir yaşama düşünme, zevk alm:a şekli yaratan Türkmen kütlesi! Bu esas kütle, bu asıl nüfus manzarası bu memleketin dil, nüfus, toprak, sınır; �iyaset,

-47


maa r i f, ikı is�l l , sağlık gibi bii liin tk·v lc ı. <;al ı!>ıııa b rn ı ı ı ı l ıd l..c­ miğiııi mcyJana gd i l'ir. llu ı;o.ıl ışnıalanıı k i m ·iı; i ı ı , k i ı ııiıı adı­

na, kimin müs aades iy le yapıl ması gerek t iğini ve m i i m k ii ı ı ol­

duğunu gösteri r.

Vatanımız için dünle yarının, yerle göğü n, bilinenle bi­ linmeyenin arasında köprü ve çim en t o vazifesi gi>rcn Tiirk­ ıncn kiit lesi yan ın da , Tü rkiye 'nin imparatorluktan m iras ol a­ rak aldığı bir nüfus alacalığı bulunmaktadır. Devletin esas

kiitle ile olan münasebetinden hiçbir şey değiştirmek şöyl e dursu n, bu nüfus al acal ığı ; devlet çalışmalarının kesk in, a k sa­ maz bir şi d d e t l e, bi r teıncrkü zl e i şlemes ini emrcdı.:r. Bu n l a­ caklık, bugün insanlığın özlediği birliğin, s:ıadc l i n dayanağı olan tccanüsü yok etmektedir. Bu b irl i ğ i , teca11 üsü soy aslına d:.\\' nnnn kii l t iir birliği kurabil ir. Bu kül tür esas kii tknin hcs­

l�diğindcn,

büyiittUğündcn başka olabilir mi ?

Devletimizin bu çafışmaları, bu nüfus alacalığ ın ın yerine m i l letimizin tecan ü sü nü get i rmeyi ; ana kütleni n ben l iği n i yı k­ madan, onun hiçbir hakkını yok etmeden mi llet i m iz i n k ade ri ne yürekten k a t ı l mı ş olanlara bu memleketi cen net h i r vatan ya p m ayı hedef bilir. İmparatorluğumuz d ünyan ın en iyi temsil ed�n cihazı ş üph esiz bu yurt, öz k ü tles i ne kat ı lan k iit'fcleri en çok b ahti y ar eden vatan olarak t an ın dı . Ancak, bıı insanca, bu demokrat adını almadan d emok ra t ça iyi l i k l er ; hemen d aim a öz kütlenin, yani bu vatanı milyonlarca seçk inini feda e d erek kuran, aya kt a tutan Türk t opl u l uğu nu n zararına ol­ muştur. « Ku vftyı Milliye» çarpışmaları, biitiin b i r gcçmıı;ı, -iyil iği ve kötülüğüyle- tasfiye ederken, cihanda pek az

olmuştu. Ve

rastlanan

biı uygunsuzluğu ( =, anomali) da s il i p yok etme­ yi f!�ı�·c ol a ra k bel i rtmişti. Bu devl etçi l i ğ i de daima hu ana diişiim:clcrle m illet hayatımızda hcn i msenccek h i r merhale

sayıyoruz.


. Yckpare milletin çabucak doğması, ancak

• Kuvayı Mil­ liye » ruhunun çarpışmalarındaki ideale sadık kalmakla müın­ kün olur. Her şey, her çalışma; tarih ve \'atanı yaratan, yaşa­ tan kütlenin bodurlaşması yolunda yapılmadıkça, İmparator­ luğu.muzun Çökme· devirlerinde gördüğüınüz manzara -yani büyük çoğunh:tğun müphem siyaset muvazeneleri, · birlikleri yoluna harcanması- meydana gelir. Bu da, değil milliyetçi­ Ukle, devrimizin hiçbir, amma hiçbir ideolojisi ile uzlaşamaz;

Cumhuriyet, demokra8i, laiklik gibi prensiplerin bugün­ kü realist milliyetçi yanındaki de�, bu nüfus alacalığına ve esas kütlenin -birtakım zaruretler, hiyanetlerle- perişan kalmasına baktıkça kuvvetlenmekte: ideoloj imizi çatlaksız bir organizmanın ahengine kavuşturmaktadır. Her bakımdan te­ _caiıi.isürie kanışması bit ideoloji . zemini olan vatanımızda, · bUtUn bu prensipler; bizi, inandan, siyasetten, millctlcrarası mi.inasebırtlerden doğan bin türlü zorluğu yenmeye götüren

imldnlardır.

Bunwila beraber devletçilik, laiklik, inkılapçılık gibi prensiplere birer ideal kutsiliği verme: kten uz$. Mesela de­ mokrasiyi kayıtsız şartsız, baş köşeye g�çirdiğimiz sanılmasın. Vaktiyle Çığır'da yazıldığı gibi (2), tea..nüsünü tam .bulmamış. çokluğu her bakımdan ön safta yüıiimekten kalmış cemiyetler­ de demokrasi, ancak millet biitünlüğü"nü parçalar, bu parça­ lamaya ön ayak olan azınlıktan körükler. Bunu anlamak için Osmanlı İmparatorluğunun ve bu­ gi.i.rıkii imparatorlukların, hatta bugünkü bazı milletlerin ma­ cerasım göz önüne getirmek yeter. Bu itibarla da. biz halkçı olma tabirini · demokrat olma tabirine tercih ediyoruz.

Som

laikll�i, bugün dünden ziyade gçiyetimizde· bir . muvazene faktörü olarak alıyoruz, Onun .�· olduğu mmı_a· C2J

Çığır,

83 - 85 sayılar, Samet

Ağaoğlu'nun yazılan. 49


zene, l·c1niycttc bütiln ihtilallere, muharebelere rağmen istik­ rarın yi tmcmcs i n i , sonra, cemiyeti n d ünya şartları, hayatın binbir ihtimalleri karşısında kıvraklığını (souplesse)· koruma­ sını mümkün kılıyor. Bu istikrar ve elas tikiyet sayesindedir ki cemiyetler, vakit vakit creforme»lar yapabiliyor, yani içti­ mai kuvwt grupları arasında zamanla doğması çaresizleşen milrıasebetlerde değişikliği idare edebiliyor; bu değişikliğe -yıkılmadan- uyabiliyor. Bundan başka; biz, bu büyük mu­ vazene faktörünü de milletimizin bütün tarihi boyunca ün ve­ ren tcsamuh ( tolerance) göreneğine dayayabiliyoruz. Demek bu prensip, bizinı milletimiz için bir ideal değil, bütün tarihi boyunt;a tahakkuk ettirdiği tesamuhun bir varış noktasıdır.

Milliyetçi· olmayı bu anlattJ.iun gibi kavrayan aydının devletçi de, inkılapçı da, cumhuriyetçi de, lııik de, halkçı da olınası normaldir. Toprak Kanununu çıkarmak için elimiz­ deki memleketin �i kadar halkının da efendi kalmasını, birbirine düşman olmayan neınşehrilerdei). meydana gelmiş kal­ masını isteyeeek kadar milliyetçi olmak yet��r, ardından, cre­ forme» korkusu silinip gidecektir. Toptaklanmız . üstünde, geçmişten miras kalan azınlıkları .hatırlamak ve bu insanlık d�v-. rinde, ayn ayn dinden olan bu kütlelerle yaşamaya mecbur olan çoğunluğun yaiıU2 kendi dinini devletin resmi dini yapa­ mayacağını, yaparsa milletine biı.iyi.ik zararlar · geleceğini düşü­ necek kadar milliyetçi olmak yeter : Ardından laiklik gelecek­ tir. Bugi.inün insanııgı arasında ayakta kalabilmek için, bir avuç aydının aı-dından yürümek yetmeyeceğini, bütün küt­ lenin. teker teker bu toprağın, bu mille tin kaderini benim­ seyip onun faktörü olab i lmesi gerektiğini anlayacak kadar mil­ letini seven bir milliyetçi olmak yeter : Ihlkçılık da, cumhu­ riyetçil ik de ardından gelecektir. Oturulacak belde · olmaktan çikmış k asaba ve şehirlerimizi yekindirriıek; yurdumuza Or. taçağ'm beylikleri kadar ayrı, dağınık bir görünüş veren, ikti· sadımızı felce uğratan yolsuzluğu gidermek; fabtikalanmız• '

·

50


tkın iryoJlarımızi yapmak için; bu milletin ihtiyaçta.nm d i.işi.inc­ cck kadar milliyctÇi olmak yeler : Devletçilik arduıd;,ın gclc­ ct>ktir. Biz bu halkçı, bu

devletçi olan

-Necmettin Sadak'ın yazdığı gibi-

milliyetçiliğin adına

•Sosyalizm» denmesine

veya denmemesine üzüleceklerden değiliz. Yetel". ki bu türlü

bir milli�tçilik, bütün temi2liği ile içimizi

kaplamış

olsun.

Bizim gibi, tarihinden gelen çaresizliklerle al�kh kal­ kurmuş olan asıl kütlenin, ço­

mış cemiyetlerde, tarihi ve vataiıı

ğunluğun siyasetçe, iktisatça,

külti.irce ön safta. bulunmaina­

sı, o, topluluğu yıkacak olan şeydir. Bir milleti kuranlar, o mil· Jete katılanlar arasında geri, örnek arayan hale düşerse, diişü.:. rülürse; o milletten gelen ve onu idare edenlerin ilk işi, bu uygunsuzluğu gidermek, o çoğunluğu· ön safa çıkarmak olınası çaresizdir. İşte bu çaresizlik, ınilliyeıçilerin lJerl ve yeni bir ya­ şamanın, büyük hamlelerin, başarıların, tarafını tunna:Smı izah eder. Türk m.illiyetçiliğinin müjdecileri · ve bütün fedaileri

,

aynı zamanda düşünme yolları, yaşayışları, ha.sretleri bakımın dan cemiyetimizin daima en ileri gidenleri, cemiyeti en ileri · götü�mek isteyenleri oldu. Bugün de gerçek milliyetçiler insan� lığın eriştiği, erişmeyi hedef bildiği en ileri tekniği, en ileri ya� ­

şamayı memlekette yerleştirmeyi, memleketi iktisatça, teknikçe

tek parça haline get irmeyi t�msil etmiyor mu ?

Bu bakımdan milliyetçili�imizin müsbet vasfı : llerili�in,

yeniliğin aşıkı olmasıdır.

Bizim ideolojimizi dayadığımız realitelerin başlıcası top­

rağımızdır. Bu ki t abın başında etraflıca anlattığımız üzere, ta­ ril:ıi akışımızın gelip döküldüğü bu anavatan, b izim milliyetçi·

liğimizin b aş realitelerinden ve asıl he<leflerinden biridir. Baş­

kasının vatanında gözümüz yoktur; fakat bu topraktan da bir

zerresini feda edemeyiz, kumara b asar gibi sergüzeştlerde har­

cayamayız. Emeğimizin, ordumuzun, maliyemizi n, iktisa<lımı­ zın , siyasetimizin m i hveri ; basit bir coğrafya i ke n vat a n hal i ne

getirdiğimiz bu topraklardır.

51


· · · Kimseiıin vatanında göziiılıüZün olniaması� bizim ·de cirre- · dentisme• Difz bufunniadılmı göstermez. Fakat bir Hatay, hii Bolazlar (M9ntrö) an.Jaşması, biZim, bizden koparılmış vatan parçalarını haıigi zihıilyetler, haıigi yollatla istediğimiz· hakkın­ da yeterince ··kanaat verlr : · Bizim mllllyetÇllllfmlZ, · milletlere bela ol.an· cinsten delfldlr! · .

.

Bugüılüıi öteki milliyetÇilikleiinden, hatta beynelmilelci tanınmış rejimlerinden titriyonız Bunlar kinin, yersit kibirle­ rin kokuttuğu bir şiddet Alemi yaşıyorlar. Bu şiddet� milletle­ ri kıyasıya rakip bezirgAnlar gibi birbirinin karşısına dikmiş bulun ..:.yor. Bu rakip, bezirgArilann insanlığı nereye getirdiğini hepimiz görmekteyiz. .

'

·

Türk milliyetçiliği k�seye �rdundap bir k�nş vermeme­ ye ahteden, kimsenin vatanuia göz dikmeye� özelliği ile, bütün bu düşman Alemlerin ortasıİıda ·tarihin diktiği bir muvazene

amtıdır. Bu husftsiyetin dayandılt temel : Türk miHiyetçislıiin her şeyden önce, her şeyin üstünde yurdunu, milletini şevmesi­ dir. Bizi, kimseden; kimsenin milleiind�n, yurdu�dan nefret etmiyoruz. Sadece kendi yurdun:ıuzu, k�ndi m.ill�timizi sevmek­ le işe başlıyoniz. Bir madalyanın ter5 yüzü gibi, nefretimiz an· cak, her şeyden üstün tuttuıtumuzu sevmeyeni, tehlikeye düşü-. reni vuracaktır : Ve bu, bizint;milliyetçililimizin belki en kes-. kin 1-oasfıdır. .

·

52

·

·


MiLL1YETÇ1Lt(;tMIZ1N MERHALELERİ Türklüğün ilci bin altı yüz yıldır, btr Türk dmiasının do­ kuz yüz yıldır var olduğu kabul edilebilir. Bun� rağmen, bu­ günkü anlamıyla bir Türk İnilliyetçiliğinin varlı� nispeten kısa bir zaman işidir. Bu iki bin altı yüz yıllık devrede Türklük için çalışanlar, om.ın yi.i.kse:tmesine emek ve ömür ·ıerenler olmuş fakat bunlar milliyetlerini duymamış, milliyetçi olmamış, Türk milliyetçiliğini uyandırmamışlardır. Japon deniıiyle Endülüs yaylaları arasmdaki sonsuz gibi uzanan Alemi ,dolduran Türk­ lük tarihinden elimizde kalan; şu Türkiye'dir dersek mübalnöa olmaz. Bugiin.Idi Türkiye'de de Ti.irk milliyetçiliğinin şimdiki anlamda bclirnleSi bir ideal olması bir ideal kuvvetiyle Türklü­ ğe dayanak olması çok yenidir. ·Fakat dediğimiz gibi, Türklük en az dokuz yüz yıltlır topluluğU belli, adı belli bir kütledir. ·

O halde, şimdi bir kolay iş, bir . v�kıa olan milliyetçiliğ i­ mizin dayanağı olan bu Türklük, bu kadar zaman ayakta kal­ mak için hangi · ideale sahipti ? Yani pıilliyetçil i'ğe dayanmadan önce iç dünyamız neye · dayanıyordu ? Ne türlü düşünsem görüyorum ki bir idealin başı ıstıraba dayanıyor. Bir kütlenin kaderi önünde durup düşünmeyen acı duymayan insanın ideali anlamasına da, ona kavuşmasına da imkan görmüyorum. Amma ıstıraptan idealin doğması, onun şuuruna varmakla mümkündür. Istırabını ferdinin destanı ha­ Jine koyan insan belki sanatkardır, amma mutlaka egoist tir. Çektiğinden habersiz bir kütle de iclealsizdir. Bizim kütlemizin şu dokuz yüz yıllık geçmi Şinde şuuruna vardılt mukaddes ·bir ıstırabı var mıdır?


Tarihimizin şahitliğine bakarak anlıyoruz ki

1070'dcn beri

Önasya 'run kaderini ellerinde tut an Türklerin, o zamanki mu­ kaddes endişesi, ıstırabı din olmuştur. Bir Tuğrul Bey, h apis haneden . çıkardığı halifenin atım, bu din adına yedmişti. Ana­ dolu'yu çi.Anemek isteyen Haçl ıl a'ı'.'a göğüs geren Türkler, bu ­

·

müthiş fedakarlığı, Müslüma'n

,mak için yapımşlardı.

·

oJ,foklan içi n,

MüslUman kal-

Bugünkü vatanımızın üstün:le kurulan Türk devletini�

ikinci bir

.ideali daha olmuştur :

Osmanlılık.

BU. devleti bir imparatorluk haline yükselten son cehitler, Osmanoğulla.rınc:lıin gelmiş ve Osmanlılık şu altı yüz yılın ayrıl­ maz damgası olııiuştu.r. Amma Osmanlılığın şuurlu bit siyasi

ha.relcetin başı olması bir ideal haline başlatılabilinir. Bu

yükselmesi Tanzimatla

idealin şuuruna varılmasının sebepleri vardır.

Dünya

iktisadının mihverini değiştirmesi yüzünden bizde refah kay­ nakları tıkanır, eski ticaret yollannın üstündeki mamurelcri­ miz ören haline girerken , batı dü nyasında başk a bir insanlık yi.ikseliyordu. Rönesansın yıktığı değerlerle perişan olan Kato­ lik alemi, parça parça olınaktan çıkmış; vatandaş terbiyesi alan, va.ıaııdaş şahsiyeti \'e bilgisi olan insanların müstakil vatanları doğru gelişmeye başlamış tı . Türlü seb eplerle Avrupa dı­ şına altan bu batı insanlığı, kendi üstünlüğüne inanmak için

haiine

birkaç zafer be.kliyordt.t, denebilir. Bizim son iki yüz yılımı z Av­ rupa'ya. bu beklediği zaferl�ri veren bir düşkünlük· devridir. Avrupa, dört yüz yıldır her alanda sa"\"'aŞ halindeydi. Oradaki kütleler kah birbirleriyle çarpışıyor, yahut birbirleriyle birle şerek bizimle savaşıyor, Asya'ya, Afrika'ya, Amerika'ya saldırı­ yordu . Bu çarpışmalar on ları bilemiş, uyandırmış, her şeyi ba ­ şarma emniyetini, hırsım vermişti. Dünyayı alsalar doymaya­ cak: bir hırsla koşan bu Avrupa aleminin dörtyol ağzında ilk karşılaştığı biz olmuştuk.

­

S4


. Avrupa· dünyası 'kendisini hazırlarken, bilerken · yıktığı teokrasileri bizde blllınalan onların •samimi idealistlerini bize düşman etmişti. Bu samimi idealistler, aynı zamanda �ski Yu­ �an · Roma kültürünü de .· benimseyen ·romanistlerdi. Ve bu �ıfat, bütün Roman · Yunan dünyasının topraklarını elinde bu­ lunduran . Osmanlı Devletine dilşman olınalanna· başka: bir se­ bep oluyordu. ·Halbuki, yine bu Avrupa'da. herkes idealist ·ve· romanist değildi. Amerika'yı zaptedenler, Avnıpa'nın idealistleri olmadı· ğı gibi, Osmanlı İmparatorluğuna düşmanlık da yalnız fikir ve din işi olmuştur. Bizi, refah ve hırslarının önünde bir set gibi bulan bu obur ins anlık bizi de yemek istemiş tir. Osmanlı Devletinin içindeki azınİıklar

davasını böylece

fikıi. 'lini sebepler kadar siyasi ve iktisadi bir oburluğun iştahı­ na bağlamak da ha ta olmasa gerektir. Bizim içimizden vuran azinlıklar meselesini çözebilmek için Osmanl ı Devletinin inanarak ele aldığı Tanzimat, bize, ya­ ni imparatorluğu kuran, aya�ta tutan kütleye yeni bir dünya gö­ ıiişü sayesinde Mü slü man olmayan azınlıklar, siyasi vak'alar halinde arµmızda büyümüşler; bir İslam devlet) olan impara· torluğumuza Avrupa'daki , karışık imparatorlukların çeh resini , daha doğrusu mes'ul iyetini, derdini yüklemişti. Tanzimat , bi­ zim bu mcs'uliyeti resmen behscttiğimizin ilanıdır. İslam beynelmilliyetlerinin var olduğu bir zamanda Önas­ ya'ya inen Türkler, nasıl Müslümanlığa hizmet etmiş, kendi� lerini o yol da feda etmişlerse; Osmanlılık idealinin kurucusu olarak ona büyük bir vefa il e sanlmışlard'ı r. Müslüman olm a­ yan azı nlıkların, Osmanlı Devleti dışındaki bütün düşman clc­ manlaı-a dayanarak, imp:iratorlutriı parçal am a, ondan ayrılma hareketlerine karşı gelmek zorunda olan Türkler, Osmanlılık ideali için büyük fedekarlıklar yapmışl ard ı r. Doğduğum

Çukurova'da, küçüklüğümde :ç.rrncnicenin devlet mekteplerin. de"'."okutulduğlinu, adilye· mckanizmaS'lnda bcllibaşlı yerlerin 55


P. rnwni ll·n.� vc ri l d i � in i , Ernll'ııi k i l iSl'Sİ n i n hir

gibi olduğunu hatırlıyorum.

tkvll'I

ıı ıt.·rkl·zi

Bize bugün garip gdcn hu fedakarlıkları o dev ri n Türk­ leri i nanarak yaptılar. YolWla, bütün bir Türk ta rihi n i yarattı­ ğımız imparatorluğu eliyle y ıkacak b i i Türk'ü o zaman aramak. Kanuni devrinde Türklük için Balkanlardan va:r.gcçmeyi iste­ İnek ten de beter bir şey olurdu. ·

Aslında bir müstemleke halla olflllları, kurulmuş bir dev­

let in sahipleri arasında göstermek XIX., yüzyılın romantik,

ba­

şıboş faktörlerine karşı birçok zorluklar perdelediği için dev� Jet adamlarına da aynca cazip gelmiştir. «Osmanlılık» idealinin, B irinci Cihan Harbine - hatta c Ye­ ni Osm anlılar» diye, zaman zaman tazelenerek sürüp geldiğini görüyoruz.

ay­ sanldı­

1 908 Meş ru tiyeti ilan edildiği sırada büyük bir Türk

dınl ar kütlesinin bu Osmanlıl ık idealine nasıl sımsıb ğını gördük. Bu ideale hizzat · keneli milletinden olanların ca­ nına kıyacak bir şiddetle ben i msediklerini göniüği.imiiz bu Türk aydınları, Osmanlılık ideali uğrunda fedakarlık yapanla­ rın sen;lbolüdürler. Fakat 1912 Balkan Harbi, Osmanlılık idealine ilk lteJ;in darbeyi vuran korku nç bir imtihan oldu. Son iki yüz yılda, Türklük a leyhine gelişen yerli fakat Türk olmayanların, ecne bi kuvvetlerle seyrek görülür bir namertlikle - elele vermeleri d emek olan Balkan Harbi denebilir ki bizim gözümiizü açmak için bir zelzele vazi fesi gördü. Gökalp'ı iı o sıralarda çıkan bir .

-

manzumesinde; «Durma düşman durma, gücünü artır Türklüğün başına .hakaret yağdır.

Uyuyan bir kavme bu felaket azdır, . Vur eski kölesi, utandır onu,

Bırakma uyusun, uyandır onu ! • diye sızlanması, bu zelzelenin bir yankısıdır. 56

­


Bu zelzele imparatorluğun idea li olan OsmanlılıiJ.n da iflasını göstermiştir. o . zaman, şu dünyada müs takil de\•le� ve cemiyet olarak tu t tuğumuz son dayanağı da yiti :miş hayret ve

dehşet içinde kalmıştık.

İşte bu · dehşet içinde kaldığımız anlardadır ki Türkçülük ideali siyasi bir kt.ı.net halinde belirmiş buliınuyor. Onun bir kuvvet olarak belifdiği hu anda başka bir ideali� de yenileştiri­ Ierek bize sunuldlilğwıu görmekteyiz.' Milslümanlık. Gerçekten de, bir Haçlılar seferine pek benzeyen Balkan Harbi, - diliıya Müsltimanhğınuı gözünden kaçmamıştır. Müslümanlığı yeni b ir ideal cazibes.ine kavuşturmak isteyenler, Türk soyundan olan kü tlclcrin arasında büyük alakayla karşılaİuyordu. Bu küt-

leler, bilhassa. _ Rusya'da'Ydı.

·

Rusya'nıh- bütün imparatorluk politikas1 Müslüman _- Türk kütleferini vatanlarım yok etmeye · yöneldiği içiiı • buralarda, Müslümanlık hemen bir siyasi hareket haline gelebiliyordu. Afrika'da, Asya'da mi.istemleke haline düşürlilmüş Müslüman kütlelerin de baş ında. Hıristiyan de�let bulunmaktaydı Bizans .

imparatorlarından gaddar olan, çarlar kadar olmasa da, bütün bu Müslüman dünyasının başında bulwıan devletlerin Hıristi­ yan oluşu; Mi.islümanhğı 'bir siyasi hareket olarak benimse yenlere, benimsetlilek isteyenlere hak veriyordu Bütiln bu ha· reket i birleştirmek isteyen idealistler halifenin bulunduAu �re - dönüyorlar; arada tek müstakil Türk d-eVleti olan biz - imle tuh· .

!arını birleştirmek istiyorlardı.

Halbuki; Balkan Harbilı.deki yaman yenilgi, _bizim aramız· daki MUslüman fakat Türk olmayan kütlelerin de ayn olmak, hevesini, hırsını-k��ti. Bütün bı.ı azınlıkların korkunç bir Türk düşmanlığıyJa harekete geçtikleri göriildil. Bizler bu dü� manhğı imparatorluğun

deniz.

dört köşesinde, zehir

fbi

içenler­

57


B irinci Cihan Harbinde bu Türk düşmanlığının' cıı son noktasına vardığını, k.ardeşleriıriiz dedi�imiz bu kütlelerin bizi bu yaman d ünya i mtihanında arkadan vurdukla rını görüyoı;uz . Bütıin bu hadiseler, Müslümanlık idealini sunanları tak­ viye etmek.ten uzaktı. Çünkü realiteler, Müslümanlığın bütün Mi.isli.iman dünyasını tutacak bağ o',masını isteyenlerin halle­ rine uym�. Bu Müslüman dün:rasında bulunanlar siyaset

ve iktisat bakımından esirdiler. Bir kısmı da bizim irnparator­ luğumuzdan ayrılmayı ideal edinmi:1lerdi mek

Bu itibarla Müslümanlığı siya�.i

isteyenler muvaffak olamadılar.

ideal payesine yükselt­

"' ''"''

MilliyetÇiliğimizin siyasi bir şuurla doğması işte bu dev­ reye rastlar. Müslüman ve Hıristiyan olsun, Türk olmayan bü. tün vatandaşlar, bütün kütleler tarafından hiyanet gören, ar­ kadan vurulan, bırakılan� Türkler; yani bu vatanı kuranlar... İşte b1ı1 devrededir ki yapayalnız kaldıklarını farkettiler. Tutu­ nacak bir manevi deste k aradıkları, bizzat kendilerinin varlı­ ğından başka bir kuvvetin k;ılmadığını anladılar. Ruhumuzdaki gurbet bütün Ti.irk i�rinin başına gelen felaketin bizim de ba­ şımıza gelmek üzere olduğunu anlatıyor, kendimizin, tarihimi­ zin, bütün soydaşlarımızın ıstıraplarını yüreğimizde çörcklcn­ diriyordu.

Türkçülük, işte bu ıstıraplarla şuuruna varmış, siyasi b i r hareket haline yükselmiştir. Siyaset... si�aset ! . . Onu ötekinin

berikinin ayağına karpuz kabuğu koymak zannedenler ne ka­ dar aldamyorlar ! Siyaset, bir topluluğun kaderi üstünde dur� mak, ona müspet yönler vermek, hizmet etmek, o topluluğun kaderini mes'ut bir neticeye ulaştırmak endişesidir, Türkçü­ lük işte bu devredeki endişenin şuuru ile siyasi bir hareket se· viyesine yükselmişt�.

58


Türkçülüğün ilk safhasını Tanzimatla başlatmak müm­ kündür. Bütün azınlıkların soy ve millet şuuruna . ererek aleyhi· mize yürüdükleri bu anlarda; o 'zamanlara kadar Fena-fil-islam olan bizim de kendimize yönelmemiz, tabii görülmelidir. Bu an­ larda ilkin kendi yalnızlığımızın, sonra kendi varlığımızın far­ kına varmış gibiyiz. Bu XIX. asır ve onun ortası, romantizmin galebe e ttiği bir çağdır.. 1773 ve «İnsan Haklan Beyannamesi» Napolyon harpleri, bütün dünyayı sarmıştı. Bütün Avrupa, hatta Amerika bir egzo tizm hareketleriyle coşmakta, başka ül· kelere, yeni ufuklara açılmak tadır. Bu yüzden Türklerle ecnebi· ler çok sık temastadır. Gazeteler, kitaplar batımn bütün hare­ ketlerini bize aksettirmektedirler. Demokrasi, milliy�çilik, fen, ilim ... yeni ce!'eyanlar halinde bize de akıp gel mektedirler. Bu

cereyanlardan Türk aydınlarının müteessir olmaması inıkansız- ' dı. Bu devirde Avrupa'ya yolladığımız insanların her biri; her yönde örnek insanlar halinde dönmüşlerse, sebebi, i çlerinde başkaldıran ıstıraptır. Bu ıstırap yeni bir şuuru müjdelemek· tcdir. «Yeni Osmanlılan> dediğimiz kütlenin büyük kısmı, Türk

kelimesini benimsemekten korkmayan vatanperverlerdi.

Bir ıı. Mahmut, ordusunu düzeltmek isteyince, Mısır'da­ ki Mehmet Ali'den ilkin chalis Türk uşağı• hocalar sormak­ tadır. Avrupa'ya gidenler arasında bir Ali Süaıvi'yi hay.ret ve hürmetle anmamız lazım. XIX. aSJr ortasında kerıdine gelen bu yaman, Çankırılı Türk, Türklüöfinü ilk defa en mükemmel şekilde duyan, müdafaa eden, yayan insan oldu. Arşivlerimiz. den yeni gelen aydınlıkla görebildiğimiz bu yeni adların yanın­ da şüphesiz başkaları da var. O zaman anlıyoruz ki bütün bu hasretler, aramalar kendimizdedir ve Türklüğümüzü bulmak içindir. Devrin icabı, Osmanlılık ve İslamlık arası nda bir tür­ lü bu h�nliğimizi açıkça tutamamakta, söyleyememekteyiz. Erzurumlu Rabia Hatun gibi, bütün Türk · aydmlannııı o de­ virde, Türklük için şöyle söylemeleri kabul olunabilir : •Ben ta. senin yanında da hasretim · sana ! »

59


Türk milliyetçiliğinin bu ilk merhalesinde, bazı karakter­ leri vardır. Bir kere, milliyetçilik şuuriı, bizim azınlıkları aya­ la kaldıran, batı romantizminden ilham almaktadır. Fransız­ ların 1793 ihtilali, Napolyon harpleri ve yenileşme · teşebbüs­ leri, Avrupa'ya talebe yollamamız; batıdaki demokrasi cere­ yanından müteessir olmamızı tabii hale getirmiştir. Bu iti­ barlardır ki milliyetçilik tam bir 'siyasi hareket değil, hatta Türk adına dayanan bir şuur bile delil ! Bu devrenin Ali Sü­ avi bir yana kalırsa . bütün aydınlan, henüz istedikleri ŞCJİ tam bilemezler. Bir Abdülhak Hamit. Tank'ı, Nesteren'i, Li­ berte'yi ve saireyi yazar. Ancak Tayıflar Geçidi 'n decl i r ki şöy­ le haykırabilir.

•Sen Türk

namım

anı)'Ol"ken biraz eltl•

Soııra hen:iz uyanış olan bu milliyetçih"k merhalesinde bu

davayı güden insanlarımız, hürriyetin, · adaktin yani demok, rasinin aşıkıdı rlar. 1 Bundan başka, 'bu inSanlar ileri tekniğlıı, ileri ilmin pro­ pagandacısı ve dostu olarak karşımıza çıkmaktadırlar.

Hülasa, bu devirde milliyetçilik henüz adını alamayan realitesi bir yana bırakılmış; arttk hUlya (__: utopie) denebilecek olan unsur­ ların birliği az:�nhklann birliği vah.imesine ömür verilmiştir. Bu yüzden de büti .n imparatorluğu ayakta tutan, ona adını, ha­ kikatını veren bir anavatan, halkıyla birlikte müstemleke ( = sömürge) kerte;ine dllşürülmüştür. Türk varlığı bir yana bı: r"dkılmış, yapma bir . topluluğun \oarlığı peşine düşülmüştür. bir his halindedir. Bu yüzden de Türklük

· Milliyetçiliğin ikinci merhalesini, 1908 Meşrutiyetiyle baş­ latmak, Anadol� Kurtuluş Savaşıyla bitirmek gerek tir. . Gerçi Mehmet Emin :

•Ben bir Türküm! Dinim, cliislm uludur! • 60


Diye haykırdığı zaman yıl 1 897'dir, arpına bu haykınşın bir topluluğu ilgilendiren prensip olabilmesi, Meşrutiyetle başla­ yan devreye rastlar. Bu merhalede, Türk milliyetçiliğinin ilk karakteri, Japon deniziyle Endülüs yaylaları arasında, geniş bir Türklük dlemini kucaklamak istemesidir. İkinci karakteri : İçeriye

ve

dışarıya karşı kendimizi bir sawnma, bir müdafaa cihazı olarak ele alınmasıdır. Sarıka· mış'ta doğranan doksan bin şehit bile bir teeavüzün d�ğil, bir müdafaanın kurbanlarıdır. 1

Üçüncü karakteri : Ki tap milliyetçiliği olması, yani bu . yolun yolculannın, yerli ve ecnebi kitaplar sayesinde bu his­ lerini besleyebilmeleridir. Bir Leon Cahun'un bir Deguinas'nin bu merhaledeki fikir adamlarımıza yaptığı tesiri bir �üşünü­ nüz ! ·

Dördüncü karakteri : Bu ınilliyetçiliii de hep,üz tereddütlerden kurtulamamış, müvazaalar, tenAkkuılar1a dolu for­ miUlere dayanmış olmasıdır. Gökalp gibi en büyük idealisti dahi, .bu idealin adını düpedüz k�yaınamıştır. Bu yüzden de milliyetçiliğimiz · bu merhalede de müvAzaadan sıyrılamamış-" .tır. c İttihat ve Terakki Cemiyeti- gibi, idealist denebilecek insanlarla dolu bir partide bile, bu yüzden, :J.'ürklük ilk gaye değildir. Hali Osmanlılık ve Müslümanlık i dealleri yolu · ka-. ·

paınakta, önde gelmektedir.

Beşinci karakter.i : Bu merhalede milliyetçilik idea.linin ağırhk merkezinin� ._amıvatan dışında oluşudur. Tıpkı İslam­ lık, Osmanlılık ideall�rinde olduğu, bu ikinci devirde ki Türk­ çülüğün de düşünce, duygu, gaye merkezi dışarıdadır. Bu « ademi metkeziyeb sistemine bile tahammül edilcmcmcktc; anavatan bütün halkıyla birlikte müstemleke m uam elesi gör­ mekte, gerekirse bütün imparatorluk, bü tü n müstemlekeler, yahut U7.ak VC muhayyel tarih hatıraları İçin «kumara hası1makta• . dır. 61


Türk milliyetçiliğinin üçüncü ve son m erhalesi ni Anado­

lu Kurtuluş Savaşıyla başlatmak doğrudur. Anadolu Kurtuluş

Sa'\faşından önce geniş bir Türklük

a]cmini kucaklamak isteyen milliyetçiliğimizin, ağır imtihan­ lar, acı gerçeklerden mürekkep kurtuluş savaşlarımızla şim­ diki merhalesine varmış bulunuyor. Bu mcrhalde, milliyetçiliğimizin b aşlıca karakterleri şun­

lardır :

Bir kere val_an Türk vatanı, devlet Türk .devleti, mil let

Türk milletidir. BÜ basit gibi görünen gerçekleri içimizde duymak, dilimizle söylemek için dokuz yüz yıl bekle di ği miz i düşününüz : · O zaman bu basit gerçe k lerin ne kadar büyük ni­ metler olduğunu at.ılarsınız. Sonra; şimdiye kadar kütlelerin, başka zümrelerin, şahsi heves ve hırslannın bir harç, bir malzeme gibi kullandığı Türk

halkı, bugünkü milliyetçiliğimizin bir gayesi haline gelmiştir. Sonra bu milliyetçiliğin, Türk soyunun gerçeğine ve bu

gerçeğin t ari h içinde yarattığı kültürün çevresinde düşündü­

ğümüz birliğine dayanan bir i deoloji gibi insanlığa sunula�il� mesidir Bu itibarla da şimdilik .

milliyetçiliğimiz,

ken dimize

mal ettiğimiz, bizim k al an insanları, bizim saymakta tereddüt

etmeyen

bir k a rakterle

de ayrılmaktadır.

Daho. sonra; bu merhalede milliyetçiliğimiz bü t ün açık­

lığıyla anavatana yönelmiştir. İnsanlığın temiz ve b üyük bir gerçeği olan Tü rk kütleforinin t ar ihin i , kültürünü benimsiyo­

ruz. Onların kahroluşuna ağlamayan gözlerin kör olmasını hay­ . kırıyoruz. Fakat, siyasi hareketlerimizin çerçevesi olarak Tür­ kiyc'yi kabul ediyoruz. Bütün emeklerin döküleceği yer bura­

sıdır. 62


Durulan başka ; bugii nkü nı i l l iyl'f \· i l i ğ i m i z Sl'v g i ih· haş­ lamakta<lır. Vatanını, tarih i n i , m i l letini ( i şçisi , ç i f l t,'. i s i , askeri

ve tikcan i le ) bütün halkını sevmek; m illiyctçiliğ i m i z i ı ı reket n oktası b ud ur

ha­

.

·

Ancak bu gerçeklere tecavüz, bu varl ıkl ara düşma nlıktır

ki b i zi mukabil hareketlere zorl a r

.

Bu i t iba rl a şimdiki milliyetçiliğimiz de baştanbaşa bir savunma cihazıdır. Ve bizim milliyetçiliğimiz; insanları bir­ birine düşman b ezirganlarin hırsı, rekabeti, nefreti ile karşı karşıya getiren kine, intik� tecavüze dayanmaz. Zaten mil­ letlerarası işlerde ne tütlü hareket ettiğimize bakılırsa bunu .

·

a n lama k ko lay d ır .

Fakat, Türk milliyetçiliğinin bugünkü merhalesine ait bu karakterler; bizim vat an ı savunmak için tek d a m a r hali nde cephelere boşalmayacağımız dernek değ i ldi r Bugünkü vatan, millet gerç eği ne ermek için dokuz ')'üz yıl bekleyen bu n�s i l lcr çevrelerine iyi bakmaktadırlar. Onlar, Türkiye'yi çepçevre ku­ şa t an ve d U nyayı yese doymayacak oburlukta olan düşman alem­ l eri farkediyorlar. Bize sal dı rm a k için saniyeyi kaçırmayacak ol an bu obur alemlerin k arşı sınd a Türk m il li yet perverleri bir­ bi rin e daha sıkı, daha candan sanlmayı ömürlerinin ilk şartı biliyorlar. Türklüğün son ümidini ve son kurtulma manive­ lasını ellerinde tutan bu milliyetçiler; bütün insanlığın karşı­ sına işte bu büyük milli m es u l iyet i n şuunıyla çıkmaktadırlar. Bu yurda, bu millete tecavüz nereden gel irse gel s i n onlar .

'

,

kai nata bu birlikleriyle, hlıl ah i tlcri ylc çıkacaklard ı r !

63


Bir' korunma, bir müdafaa idolojisi Qlan bugünkü

milli­

yetçiliğimiz her şeyden önce Türkiye'yi yükseltmeye yönehnek­ tc; çok ileri olan milletler ailesi içine .şerefle girebilmeyi, eşit ·haklarla yaşamayı hedef bilmektedir. Türkiye'nin yükseltilmesini her şeyden önce : Hakk'a. insanlığa ve cemiyetlerin şahSiyet haline gelmesi demek olan millet varlığına saygı gösterir bir dünyanın doğmasına bağlı

buluyorum. Böyle · bir dünyayı· yaratmak . iddia�nda bukuıan�

boşalmadıkça, Tür­ k iye nin de -- başka birçok insan kütlesinin başina gelecekten lar, bu endişeler ve bu çalışmalarla dolup '

k urtulması zordur.

Bununla beraber; insanın, hiç ölmeyecek gibi çalışması

llrts ı l esas karakteri icabı ise; milletlerin, dış Alemde hiçbir şeY yokmuş gibi kendi hususi şartlannı düşuiıınesi, ona göre prog­ ramını çizmesi tabii bir şey. İşte bu tabil şeye dayanarak diye­ bilirim ki, bizim yükselme meseleiniz; elimizde en büyük ser­

\'C kuvvet olan cinsamınız •ı çoğaltmaya, keyfiyetçe birinci sınıf insan haline getirmeye; bu insanları örnek bir insicamla birleştirmeye, bir kalmalarını temine bağlı. Hemen il ave edeyim: İnsanımızı çoğaltmak meselesiİıin (dökme su ile değirmen döndürmek) sayılacak, damla damla veya kütle küt­ le insan getirip katmakla, mümkün olaaiını bir türlü aklım almıyor Çokluk meselesini de kayıtsız şartsız bir rakam mese­ lesi gibi almadığım kolayca g�rülmektedir.

maye

.

Yüksdme işine nereden . bakarsanız bakınız, meselenin lwrekct nokt ası ve başarılması varıp örnek insana dayanıyor. 64


Bu insanın meydana gelmesi mutlak . olarak örnek insanların

·kutlcleşmesinc bağlı. Dikkat ediniz: · Yalnız varlığına değil, / kütleleşmçsine diyorum ! . . .

Manivelayı oynatacak olan bu örnek insanlann nasıl mey­

dana geleceğini, cemiyetin mi bu insanlan, bu insanların mı cemiyeti yaratacağını münakaşa etmiyor, bugünkü topluluğu­

muz arasında anlan var biliyorum. Herhangi demagojiye yer

vermeden d.iyebilirim ki bu türlü

de her

zaman

insan, bizim cemiyetimizde

bulunagelmiştir. örnek insan meselesinde asıl

mühim bulduğum nokta : Değerler hakkında hiyerarşik bir hükümler manzumesinin ilk şart olarak tespitidir. Yani, örnek insanı tanıyabilmemiz, onun heder olmasını önlememiz için ona ait değerleri sıraya koymamız, böylece örnek insanlarımı­ zın derecesini de bütün cemiyete aşılamamız lazımdır.

örnek olma şartlarının birincisi, örnek dediğimiz insa­ nın, Tilrkiyemizin Ti.irk çocuğu olması teşkil edecektir. Fakat, hiçbir zaman, sadece Türkiyeli olmak, Türkiye kaderine ha­

kim olmak için, örnek insanımız sayılmak için yetmez; Türki­ ye'ye layık olmak da lazımdır.

Bu «Tilrkiye'ye layık .olmak• şartını ateşten damgalarla k�amıza kazdığımız zaman; birinci sınıf «bilgi adamı• olmak, birinci sınıf «sa�t adamı» olmak, hülasa kendi insanlığımıza birinci derecede hizmet edebilen insanlar haline yükselmek ge­ rektiğini şart koşmuş bulunuyonız. Bir milletin yükselmesine temel olan örnek insanlar için böyle bir şartı öne almakla, en ileri, en yüksek Seviyeyi de başa geçirmiş bulunuyoruz. Örnek. ihsanlara ait şartlar sırasında, cbir mesl,eğin ada­ mı olmak», bu meslekte sayılır bir insan olmak başka bir ge­ rekli şarttır. Mesleksiz insan, cemiyet meJ;anizmasında parazit

olup kalabilir. İş ahlakı edinmesi zordur. .Böyle insanlarda ise, umumiyetle şeref, izzetinefs gibi - fertleri ayakta tutan dayanaklar güç bulunabilir. Meslek edinebilme, bir meslekte -

65


tanınmış olma; kafamızm metotla, disiplinle anlaşması demek­ tir. Metotsuz. disiplinsiz zekalardan neler çektiğimizi düşünür­ sek meslek yoluyla insanımızın edineceği bu nimetlerin değe­ rini kolayca ön safa alırız. Bununla beraber; bir milletin birinci sınıf millet hali ne yükselmesine temel olacakların, yalnız bu şartlarla )'etinmesinc imki\n yolCtur. örnek insanın cbir dava adamı olması» da şart­ tır. Dava adamı tabiri ile, dışandan hiçbir 1esir olmadan, ken­ di kendine, bu milletin kaderi üstüne son lar soran bunların karşılığını arayan insanı kastediyorum. Bu insanın gerek mes­ lek, gerek insanlık meziyetleıini· bu · milletin hizmetine vermi ş olması, böyle b i r daıra adamı olmasının şaJı�tidir. ı

Ancak Türkiye'ye layık olan meslek sahibi olan bu mes­ leğe hizmet etmiş bulunan, davası olan örnek adam şartlarını n üStüne şunu da koymamız lazım : Bu insa'.11n, davasını ortaya koymuş, onun hakikat h al ine gelmesine çalışmaya başlamış, bu hususta eserler vermiş olması şarttır. İnsanımızın keyfiyeti bakımından yükselmesinde destck­ olacağına inandığım «örnek insan» bu söylenen şartlan değer­ lendirmek, işletebilmek için hazırlıkh olmalıdır. Bu hazırlık : Nefsini yenebilmek, feragat gösterebilmek, gerekirse fedakar­ lıkta bulunmak, içinde yaşadığı topluluğu tiksindirmeycn bir münasebetler sistemi kurmak demektfr. Şu dünyada aldanmn­ nm, inişli yokuşun kaderimiz olduğunu bilenler; b ir cemiyete örnek olacak insanda bu hazırlığın olmasını, normal bulacaklardır. Sonra, kendisini feda etmesi ni biltneycnin, fcd:ıkurlık beklemesi de yersizdir. Davalar şu dünyada sonsuzdur. Örnek insanın büyük vasfı dava sahibi olmasıdır, dediğim zaman, büyük bir �dava dam­ pingi• ile karşılaşmak tehlikesini görenler olabilir. Bu itibarla şu noktayı açıkça söyleyt?yim : Bahsettiğim dava bi7.e ait olan­ dır. ve

/

66


Bu davayı göktc'aramayınız. O, yerdedir ve karşımızdadır. Yam� J ı· bohçaya be nzeyen, verimsizleşen büyük bir yurdun sahibi olan bizler; ona göz diken birçok komşu milletlerden geri ve azlık bir duruma düşmüşüz. Ya, şu doymayan toprak ve mal hırsı dünyasında mahvolacağız; yahut bize göz dikenleri geçece­ ğiz. İşte dava, buraya kadar, b u eserde, doğuşun gelişmesini, içt imfıi zanırct i n i a nlatm aya çalıştığımız : Milliyetçilik'tir.

Bu davanın mahiyeti üzerinde de duralım. Bu yurdu sev­ mek gibi, temelini sevgiye dayadığımız bu mil liyetçilik anlayı­

şında bi rl iğiz sanıyoruz : Bu milletin d i l i , birinci sınıf modern bir dil olmak için, nasıl tasarruflarına sarılmaya borçlu ise; bugünün büyük milleti de, öz kütlesinin bütün temsillerine, tasarruflarına bağlı kalmaya b orçludur. Dilimize giren, bizim olan, bizim dil kaidelerimizc uyan tek kelime) i - anlaşmamızı tehlikeye koymadan - atmayı nasıl düşünmfr{orsak; millet ör­ gümüze mal olan tek insanı kaybetmeyi öyle i stemiyoruz. Bi­ zim kalan ve vatana layık olan insan, Türklf ğün ta kalbinde­ dir. MilJiyctçilik

davasına gönül verenlerin, kayıtsız

şartsız

bir «garp çömezliği»ne alayla baktık : Tenkitsiz her taklit gibi yüz elli yıldır çömez bıraktığı için ! Amma •garp me den iye t i yok oluyor ! n diyenlere de katılmıyonız. Bu medeniyet kor­ kunç bir imtihan geçiriyor. Sevki tabiilerin cnlenmez bir şid­ detle kükrediği bu buhran devri; Avrupa'yı yer yer yıkabilir. Fakat, Avrupa'yı Avrupa eden fik i r ve mana, geriye kalan mil­ yarlık bir insan kütlesiyle sürüp gidecek, hatta . . . daha mükem­ mel olacaktır. Bu sürüp gidecek ve bizim keşiflerimiz, bizim katacağımız kıymetlerle bizim de olacak olan garp medeniye­ ti karşısında, Türkiye ne yapacaktır? Bu hususta milliyetçilik davasının prensi p le ri

kurulmuş, yol açmış bulunuyor. p ren s ipleri n ruhunda şunları buluyoruz :

Bu

67


M il liyetçi lik, şu dünyamızdaki

de,_ bu

insanın bu dü nya üstün­ ,

dünya için düşünWmesidir. İnsam hayvandan ayıran

«adalet•, hürriyetsiz gerçekleşemez; işte bu yurtta chürriyeb, ancak bir millet kalmamızla müınkü· ıdür. Bu topluluğun sa­ adetine kefil olan manevı: fikri bütü a kuvvetlerimizin denk kalması, millet kal.arak mü.mkündi.ir; mill iyetçi insanımız bu muvazeneyi bozmayandır. Sermayeyi tanrilaştıran memleket leri, buhrandan buhrana· götücmüş bir sermaye tahakkümüne izin vermemek, milliyetr.iliğimizin nıhundadır (1). Sermaye tahakkümüne, yani : Sermayen in milletteki başka kudretler, başta müesseseler zararına zalim ve şuursuz bir üstünlük ol­ masına; mille tin bflti.in manasını, bütün zekhiın, bütün sanat miraslarım, sanat imldıılannı ezmesine izin vermeyen milli­ ­

·

.

yetçilik!

Bir vatanda yaşamanın tatlı, hatta mukaddes ibir şey ol duğmıu sağlayan ciçtirnM emniyebi Türkiye'de hakim bırak­ mak milliyetçiliğimizin i�ir. Nihayet, insanı bütün bunlara

­

kavuşturacak tek şart olan « müstakil bir Türkiye• realitesini her şeyin temeli bilmek bu mil liyetçiliğin hikmetidir.

Milliyetçiliğimizin ruhunda bulduğumuz bu mana;· bizim garp �niyeti içinde yaratıcı olabilmemizin temelidir Af. rika'nın, . Asya'nın kopyacı kütıeıeri yerine, garp medeni�etin i kendinin öz ılıaıı yapan Türk milleti, ancak böyle kemalini .

bulur sanıyoruz.

BunJarı söylerk� ne tekniği, ne parayı, ne maarlfi, ne ziraat i unutuyoruz. Amma Ziraat da, maarif. de, para da, tek­ nik de bunlara benzeyen öteki imlclnlar da; . insan unsuruna �ıdıi ve tabidir. Bu itibarla, onlan insanın çevresinde top­ luyoruz · Yakın zamanlarda; yukandaki imUnlardan mahrum. .

.

1J

Dikkat edilsin : Sermayeye değil, serır aye yelerin tahakkümüne!...

68

tahakkümüne

izin v1>r- ·

memekten bahsediyorum. Bilhassa. kazımılışle.tı söz götüren se�a­


bırakılan, hatta mahvolmuş telakki edilen kütleler, işte bu büyük «İnsan meselesi•ni halletmek suretiyle yeniden, birinci sınıf milletler haline yükselmişlerdi r O kütleler, aralarındaki örnek insanları tanıtan kı:Ymetler sırasını bilecek ve o örnek insanların heder olmamasın1; sağlayacak kadar uyanık idiler. 'Jğradıklan felaket-,. o ·kUtlclcri'"bu·l.lya·nıklığa tezce kavuşmay� zorladı. Zaten, dört yüz yıldır Avrupa'nm her alanda yaptılt savaş bu kütleleri bilemiş durmuştu. Aynı kıt'a üzerindeki kütlelerin, kah birleşerek, kah ayrılarak sonsuz çarpışmalarda birbirine geçmesi; bu toplulukların çarpışma ve başarma · ihti­ rasını kamçılamış durmuştur. Bunun içi ndir ki, bütün dünyayı yutsalar doymayacak hırsta olan topluluklar, felaketlerin en .

büyüğü içinde bile fütur getirmemiş; örnek insanlarını tanımış, heder etmem i ş , çarçabuk yeki nmiştir .

Türkiyemizin - Ortaçağ'da H açlılar

akınından beri bu türlü inan, düşünce çarp1şm:ılanna yeni katıldıltnı unut­ mamak lazım. Son «İstiklal Savaşları»·· hir yana durursa, Tür­ kiye, uzun asırlar bir dava, için harbe g i rmemi ş tir denebilir. Yahut bu dava - Lehistan, Macaristan mesclelerinde olduğu gibi ...;.. şövalyece bir kahramanlık davasını pek geçmemişti r. Öteki harpl er, boyuna ·bize açılan, ustaca, şeytanca bize yük­ letilen harpler olmuştur. O harplerin hiçbirinden zaferle çık· madığımızın sebebini, onlaIJln bu «menfi• vasfında aramak

-

yersiz olmayacaktır. «İstiklal Savaşları » Türkiye'yi dava için çarpışmış modem toplulukların arasına katan büyük, mukad­ des dönüm noktas ıdır. M il l iyetçil i ği dava alarak ele alan bu ncsiJJcr, program

·

larınnı ana çizgil eri ni de çizmiş"" bulunuyorlar. Her şeye, her

t ürHi

ayrılığa, farka rağmen bu

nesillerimizin

baladığı ; Genç Osman'dan, « Müteferrika gerçekkşmesi

yol u na çok

şündüğümüz şudur :

yürütmeye ça­

İbrahim• den beri

şeyler verdiği bu program için dü­

69


İnsanımızı çoğaltma işini «dökme su ile . değirmen dön­

dürmek» denecek bir iş sanmadığunı tekrar söylemeliyim.

Örnek insanlar olaiı · dava adamlarımız ; insanımızın çoğalma meselesinde, yurdumuzdaki küt leleri, toprak, sağlık, tecanüs, kültün birliği bakımıridan ve şehir, kasaba, köy bilimi yolu ile ilk · hamlede ele alıp işlemeyi program bilmelidir. Bu iti­ barladır ki çOcuk meselesini; bir vecizeler, bir tezahürler, bir öğünmeler, irat ve akar sahibi olmalar halinden çıkarıp dev­ letimizin davası haline getirmek, dava adamının programın­ daki ana prensip olacaktır. Bu· memleketin her şeyini insan sermayemi7Jn korunmasina, ilerlcmcsiµe yarayacak ş eki lde ayarlamak, her '\'aZifenin başın da · gelmektedir. Bunun için, Türkiye'nin örnek dava adamı; i nsan emeğini mutlaka her yerde değerlendirmek, her. emeği saygıya kavuşturm ak işini progı;amımn, ahlakının bel kem iği yapacaktır. Nihayet; bugün, yüzler ve yüzlerce neslin zeka, sevgi, has­ ret ve can vererek bi�e hazır bıraktığı bu VATAN'ı; bizim in­ sanımızın yetişmesi, b irinci sınıf mi llet haline gelmesi için işlemek ve korumak dava adamı nm program ında b ir kilit taşı olmalıdır� Bu itibarladır ki, bi7.e kağıt, mürekkep, hcz satan sözde' devletçilik yerine; şehirleri, kasabaları kalkındı­ ran , Türkiyemizde sosyal emniyeti mutlaka yerleştiren yeni, öz bir devletçiliğin dostuyuz .

Bütün dedikodulara rağmen göriiyuruz ki dun.ılın;,\nı ı ı.­ çağlarda yalnız kendi maksatlarına yönelip, kalmış özel men­ faat ne vatan tanıyor rie vefa ! Hukuk gibi , adalet gib i mües­ seseleriyle cemiyette sözünü gcç.i rcn hir tarafsızlığın yara ı ıcısı devletin; iş alanında· bu--amya . girmesini aykın bul am ıyoruz . Ancak, bu devletçiliği� bugünkü anlamından ve i şleyişinden kurtarmak şarttır.

Görüyoruz, seziyor \'C <luyuyoruz ki; Türkiyc'nin çocuk­ ları; yurtlarını yükseltmek için, gerçekten eşsiz zorluklarb· ·

70


dolu bir zaman ve bir inclcAn mirasına konmuşlaı:dır. Bu çelin devir, bu sonsuz zorluklar, hele geçiş dcvir1erindc sık rastla­ nan nankörlükler, anlaşılamamalar. . . insanı yıldırabilir. Fakat şunu unutmayınız : Dünyada esaslı, orijinal şey vermemeye mahkfun olan nesil : Her şeyi ha7..ır bulan, hazım konan nesildir. Türkiyemizin asıl dava adamları, teşekkür el-' melidir ki böyle çetin bir zamanda, böyle eşsiz zorlukların

mirasına konmuşlardır.

71



GURBET·

-

iNMEYEN B.AYRAIC

73



GURBET Gurbet, galiba bizim Orta Asya'dan gelirken edindiğimiz, henüz dindiremediğimiz bir sızıdır. Anadolu'ya gelirken arkada ne kadar çok medeniyet, devlet, yurt, hatıra, sevinç ve eziyet

bıraktık ! Kah tabiat afetlerinin, kah aç gözlü komşulann, kah

her ikisinin silip süpürdüğü yurtlarımızın hayali gözlerimizde asılı kaldı. c Gözü açık gitti» sözü, Anadolu'da galiba bunun için gurbet kadar acı ve yerlidir. Göçebelikten, yerleşmiş mil­ letler haline geçtiğimiz; çadırlarımızdan saraylara; tabiatın her yerde hazır, hçr yerde görünen kuvvetlerine tapmaktan büyük mabedle re geçerken de hep gurbetteydik.

Fakat şu altıyüz yıldır yerleşmiş imparatorluğwnuzu ye­ di iklim dört bucağa tanıttığımız son ve ebedi yurdumuzda olsun, gurbetimiz bitmeliydi. Halife Kaaim-bi-Emrillfilı'ı ha­ pisten çı kanp din büyüklüğü yerine geçiren Tuğrul Bey, artık Yakm Doğu'da gurbeti unutmalıydı . Malazgirt'in kıyamet gü­

nünü yaratan mübarek Alp Aslan için gurbet kalmamalıydı. Nizamiye kolejini .lcuran Melikşah artık gurbette sayılmama­ lıydı. Anadolu'yu sanatın, bilginin , emniyetin bi r bahçesi sevi­ yesine yükselten geniş göruşlü Selçuk beyleriyle bu gurbet faslı kapanmalıydı . Hele dünya nizamını altı yüz yıl tesirleri altında bırakan, her bakımdan meden i ve büyük imparator­ luğumuz İçin, hanları , sarayları, çeşmeleri, köprüleri ve Sü­ lcynıaniyeleriyle bu topraklara Tann'nın sapladığı bir ·anıt olan yeni mille t imiz için gurbet, folklorumuzda bile kalmamalıyd , . . Ne gezcı· ! Hükümdarlarımız, beylerim i z, hanedanlarımız, yurtlarımızda daha derin, daha köklü yerleştikçe, bizim gur­ bet imiz artmışa benziyor. Neyi, arıyor ve özlüyoruz böyle

Yarabbi?

75


Dosı larım ! Ne yollar, ne kcrvaRsaraylar, ne Alanya li­

manı ve tersanesi,

ve

ne ticaret

�izisi

refahın kesilmez

gibi

dört bucağa U7.anan hanlar, ne saraylar, ne de kaynaşan ikti­ sat

dünyası. . Bir yana bırakalım, .

unutulan Türk benliğinin

yerini tutamaz. Bü�ün bu saydıklarım, , itısan içindir, bizim insanmuz için ! Halbuki yitirdiğimiz işte .o idi. Türk halkı,

kendisini o eski kozmopolitlik er içinde kaybetmişti.

Ne Bizans'a karşı kendirii savunmay;ı çalışan geniş g� rüşlü Selçuklular; ıie bütün bir. cihana unu ama an Osmanlılar zamanında... Bu Türk halkı · hatırlanmıştı. Halk şairinin, saz şairinin, sipahinin, b'�zen celalinin, bazen Simav­ nalı Bedreddin'in, bazen Bektaşi babasının, bazen Mevlevi

tesiri

tul

y

dervişinin, bazen bilinmeye�ı sanatkarların, bazen esnafların feryadında, isyanında, sezişin de , nefesinde, neyinde, işinde belirmeye çabalayan bizim halkımız, 'boğulmuş kalmıştı. Hele son üçyüz yıldır ters dönen bahtmuz, sürülüp çıkarıldığımız · diyarlar, yurtlar... Oralara gömülen şehitlerde açık giden göz­ ler, bizlerde ise siirekli acısı bıraktı.

gurbet

Bu cemiyet depremlerinden, bu iç yıkılışlarından yeni TUrk dünyası doğmak cyiğit, · düştüğü yerden kalkmakı. i.i2eredir. En az dokuz yüz yıldır ;;üren gurbet, umalım ki, bu yeni doğumla artık bitsin. Kendini bulan Türk nesilleri gurbe­ bir

tin

acısını bir yana atsın ve şu yeni dünyanın k�ndisine, ken­ disinin karakterine, yiğitliğine, efendiliğine açılan koilarına atılsın. Artık özlemler, ahlar, vahlar, duraklamalar bir yana gitsin. Yeni nesillerimiz, denemelerin kazandırdığı güvenle, kendisi olmadan eksik kalan medeniyet cihazının içinde ye­ rini alsın. Ne kin, ne kıskanma, ne boş özlemler istemiyoruz, dost­

larım. Bi.iyük serbest ufuklarda inanın, güvenin, sevginin ışığı

parlıyor. Bu sizin içindir. Hep birlikte oraya ! Haydi !

76


USTA

ve

ÇÖMEZLER

Usta Avrupa'dır. Hiç olmazsa üç yüz yıldır insanlığa yol göstermeyi, insanları idare etmeyi kendi imtiyazı bilen Avru­ pa ! ... Zekasının, parasının, makinesinin arkasında vaktiyle Allah'a secde etmeyi düşüklük bilen şeytan, yahut Faust'un çilelerini hazırlayan Mephistoheles gibi. . . bir zaptedilmez hi­ sar, bir yontulmaz kaya gururu ile, hissizliği ile, pervasızlığı ile duran Avrupa ve onun azmanı Amerika. Çömezlerin kim olduğunu izaha lüzum var mı? Bu kaya­ nın,

bu hisann

dibinde, bir putperest ip'tidailiği ile, diz çöken

bütün kütleler, Avrupa'nın veya Anıerika'nın çömezler kafilesi

içiı\dedir. Bw. çömezler mağrip ile maşrık arasında, eski za­ manın esir kafileleri hayatını temsil eden bir mahkumiyet ·

ile yürli.mektedir. Ruhları bir sihitbaz _tarafından hapsolunan insanların taşlaşmış cesetlerini hatırlatan bir kalıplar kafilesi; birbirine ilmin, Avrupa ilminin, yani kütüphaneler ilmiµin !. . . korkunç belirliliği ( �terminis�e) ile zincirlenmiş olarak, mağrip ile maşrık arasında koşuyor. Her biri Sisphos'un (1 ) iş­ kencesine :n:ıah.ktmı bu esirlerin bugün te\: imtiyazı : Avrupa

ve Amerika çömezliğidir ! l'e

Bi:r gün bir hizmetçi kadından bahsettiler. Çok zengin meşhur insanlar olan ev sahiplerinin bu hizmetçiye reva

gön:ltiği.i şiddeti, pintiliği hayretle, nefretle saydılar; Sonra ıengin \re' meşhut değil, çok iyi yürekli insanlar olan bir

da

Cı>

Sisphos, Yunan efsanesinde, ancak ölümle dinebilecek insan ıztı­

rabmı temsil eder. Korent kralı iken Jüpiter onu; mahkılm

Koca

bir

kayayı tepeye çıkanr fakat kaya

etmişti.

tekrar yuvarlandıAm­

dan, Sisphos işe yeniden 'başla.İ'dı.

77


başka a ih·n i ı ı hu hi.r.ıı ıl; l \·iyi k u .-ı�ı nıı:ık

l\' 1 1 1 llosl

l ı ı ı l ı ı mhiğı ı

o zengin a i leye m i.iı-<ıcaatım anlat t ılar. Ze n gin a i le hizmc l ç i y i derhal vcnncyc razı olmuşt ur.

Fakaı. hizmetçi ş i md i cm.ıyı

bırakmıyor. Tavassut eden le r şaş kınl ık içindedir. Bu ka ı-a rın hcb i n i sordukları zaman aldıkları cevap yamandır :

5c­

- Doğru... doğru.... ben burada köpek gibiyim. Köpe kten Ama ev sahiplerim 7.cngin, çok da ünlü ! B 1J n!a rı nasıl b ıra kayı m ?

de aşağı !

Avrupa ve Ameri ka'n ı n çömezleriyle bu h izmetçi birb i ri n e ne kadar benze r !

kadın

Av rupa ve Amerika çömezliği, ustanın şöhretiyle geçinme­ ye dayanan bir zihniyetin sahibidir. Derler ki : Vaktiyl e İ ng i l i z, İtalyan , Fransız Somanlisi'nden seçilip Londra, Roma ve Pa­ ris 'te yetişen üç Habeş genci ; altı yıl sonra memleketlerine ay­ nı vapurda dönerler. Bunların her biri mensup olduğu memle­ keti : Habeşistan'ı, en iyi t emsi l ettiğine, memleket in i htiyaç ve şahsiyetini en iyi m eyda na çıkardığına k aanidir. Konuşmaları sırasında her biri, tahsil sırası nda içinde ya­ şa d ı ğı Avrupa cemiyetinin meziyetlerini, üstünlüğünü sayıp dökmekt e birbirleri ile yarışmaya başlarlar. Bu meddahlık , bu hayranlık yarışı bir dci·eceye gel ir ki, üç « C ivi l i sc» Afrika genci , bi rb iı-lcr ini incitmeye, n ihayet birbirini dövmeye, e n sonunda birbirini denize atmaya kadar vaqrlar. İngi l i z,

sız serm ayes i n i n malı olan

İtalyan , Fran­

vapur kaptanı, süvarisi, ga rson ları on ları n a l aylı mülahazaları önünde olu p biten bu cemiye t faciası, bana daima Avrupa veya Amerika çömezl iğinin ruh

ve

mekanizmasını ve akıbet ini vermiştir.

Usta asırlardır Promcthcc'nin c i ğeri ni yiyen kartal gibi

alemini yemek le geç i n miştir. Carolingienslerin az bil i nen Hk rönesans­ XVII. asrın klasik rö nesansı , daha sonraki

kendi manasını, hüviyetini, iç Mcrovingicnslerin,

lanyla XVI. ve

78


;ısı rl a n ı ı ı o mmıı izmi hu iç alemini k urtamiaya bir çabalayış­ tır. Ve hepsi de, şu meşhur XX. asıda irI;,as;,a uğrmnışı ı r. Bii­ l iin mam·vi kıymetler m�kanik neticeler haline girm iş t ir. Doğ­ ru lu k hl.'sap makinesinin do ğru luğud u r; şcı·cf, a ncak hesabın kabul et tirdiği bir muameledir ve gene hesapla o muamc1eden

\'azgeçilebilir,

hak : Ancak kuvvet barometresinin ibre­ çıkan bir fizik meselesidir.

Adalet,

s iy1c meydana

Yani : :XX . asrın,

şu karışık cemiyetleri gibi . korkunç kuv\'t!tlcri, ayak ta tutacak ne kadar moral ve sprituel (ah­ laki ve ruhi) ölçü varsa hepsi ustanın elinde bir hesap, bir fi. zik işi kalıbına girmiştir. 1 938'de Kopenhag'a vardığımız sabah; İstanbul'daki mü­ messilin mektubu ve daha önceki müracaatımızla, tanınnıış bir otelde yerimizi hazırlanmış telakki ediyorduk. Halbuki otel müdürü veya sahibi yerimizi daha fazla kalması muhtemel bir t ngi liz ailesine bizi tamamıyla açıkta bırakmak pahasına. . . ayırmakta tereddüt etmemiş, bu husustaki teessüfümüze de

yalnıı. ticari bir tebessümle mukabele göstennifti !

Ne gariptir ki çömezler arasında, ustanın bu sakat iç ale­

günah saymak bir

itikat haline gelmi ştir.

Bu sa­ katlık hakkında hatta imada bulunanın dilini keserler ! Bütün

m ine bakmayı

günah, bütiin ayıp, bütün bozukluk çömezlere göre kendilerin­ de, kendi iptidailiklerinde, kendi geriliklerinde ve bütün bun'

b ra kmd olan an'anededir.

Halbuki mağripten maşnka kadar kaç cemiyet gördük ki Avrupa \'C Amerika'nin manevi istilasına teslim olduktan son­

ra, sapından kopmuş kuru y apraklar mahşeri halinde döne dö­ ne,

yükseliyoruz zannettikleri ha'lıadan çamurlara düşüp top­

rak old u l ar. Deha yetiştirmeyen, şaheser vermeyen ccmiyetle­ ı·"� bakın : Bunlar ustaya tapan yen i pu t pcrcs tlerdi r ki,

kendi 79


boğ muş, bu yeiıi putperestli­ ği kalın boya tabakaları gibi şuu rlnnmn üstüne kalafatl amış­ lardır ! . . . Usta asırlardır bunlara bakmış, haz, gurur duymuştu.

benliklerini zincire vurmuş ; veya

Fakat usta bugün memnun değil ! Çömezlerin iç alemin­ deki yıkılış bugün, bir derecededir ki kendi kendilerine inanma­ mak sınırını aşmış bulunuyorlar. Şimdi ustanın değeri ustanın kaderi - tarihi değiştiren unsurların - elinde didikleniyor. Ve çömezler buna iki şeyle mukabele ediyor : Laf ve yalan ! Usta kendi yoluna ölmedikleri, kendine yalan söyledik!� ri için çömezlerden memnun değil : Hiddet ve şiddet içinde ! Kendi kendilerine inanmamak sınırını aşıp, ustaya da inanmaz­ lık göstermekte bulunanlar, bu hiddete karşı hayret içindeler : Asırlardır usta, kendilerine laf ve yalandan başka ne getirmiş. ne öğretmişti? Bütün dünya çömezleri, sadece bizim Selçuk, Osmanlı tarihi boyunca akıp gelen Haçlı sellerine baskınlar; . · Rusya'nın, Avusturya'nın Venedik'in bize reva gördüğü arka­ dan \'tınışlan seyretsinler; 93 seferini, Balkan Ha rbini, 191 4'ü, İstiklal Harbimizin bütün suikastlerini göz önüne getirsinler : Avrupa veya Amerika'nın ne ge tirdiğini, ne öğrettiğini görürler. Ond an sonra hüküm versinler. Fikret'in dediği cc Klzbe

80

yalnız

gibi :

riya ve humk -ağlar !a


Adan . payı,

barbar kavlm]erde, iptidai cemiyetlerde

fati­

hindir, şef"m&r. Mlltlaltiyetirı ıaıalltıını deYam ettiği; monarşinin mukad­ des bir gasp hıaLinde derinleştiği devi.İ'1erde eksik olan İıe fütu­ hattır, � ilimıdil-, ne sanatf.U', ne dıe refahbı:! Bütün bunlar, cemiyette bir. saadet ha1ipde devam .�iği ıaman . da. monarşi, m1ı1tlak.iyet bir beladlr; ç\inki.i söyled.1ğimiz fütuhat, ilim, sanat, refah. . Tek, itişinin veya o tek kişiye satılmış bir grubun keyfi­ ne,

.

isteğine tabidir.

Barbar k.avimlerle iptidai cemiyetlerdeki .monarşinin, mut­ lakiyetin mcl'unlı.ığlıl ş.uradadır : Büti.in cemiyı.!ti bir sürü ha­

line indirmekte -ve insan kütleWıi idal'e ettikleri için değer, lNdret alanlar bi2zat o amıiyette iistiin hale gelmektedir. Böyle idarelerde mille4 idme edenler içindir. tdare · eden, idare ettiği için, ancak iyi idare ettiği z,aman \ıe me1®ı içt'lde itaat edilen vasıta olmaktan çıkrm.ş, gaye haline yü.kseltilmiştir.

Milletin idare edene alet kı1ımşuun siyasi neticeSi : Tek­ .

lere, azlıldara., onlaruı keyfine, hevesine mahkfunlukıur; Böyle

bir . idarenin psikolojik neticesi : Cemiyette bir nevi tevekkü­ li.in, hususi bir nevi tembellik halinde kökleşmesi; herkesin bir zamanlar Allaha ·ısmarladıİğı · kendi işini, kendi · vazifesini kendini idare edenin diiş.ürunesine ısmarlayarak bir makine uygunculuğu ile her yapılana boyun eğmeye alışması; böylece. · cemiyetin fertlerinde her türRi mes'Wiyet, teşebbüs, her türlü çarpışma kabiliyetinin kısırlaşıp nihayet. . sönmesidir ! •

. • •

.

.

81


Kendini i dare edenlerin azmine, seviyesi ne, kültürüne, in·

sanhğına g(>rc makineleşme, sü rele şme derecesi belli olan cc· miyctin kendi ken di n i düşünmesi, �;ahsiyetler yetiştirmesi bah­ se girlllC'.f.. A.rtık her şey idareyi te nsil eden kuvvetin keyfini, zevkini

devam

ettirecek vasıtalar, :ıani hükümetin « kalemleri­ İster m :::ktep, ister üniversite, ister

ne katipler» yetiştirecektir.

mües.sesesi olsun, her şey artık kalem ( = bureau) dir. Böyle bir dı.;:vlet isterse cihangir olsun, onun sinesinde her şey, er veya geç:, bir cmahreci aklam• olup kalacaktır.

fabrika, i.S ter hayır ve

·

şefkat

·

Böyle bir cemiyette tek hiyerarşi vardır : Eşkiya ve hiyerarşisi ! Tek hegemonya vardır : Bürokt:asi !

82

köle


BUNIAR KİM? Dopdolu bir gün geçirmişsiniz, ama yemekten sonra

çalış­

mak. zorundasınız. Kafanızla geçiniyorsunuz. Onun için gece­ nin si.ik(munu sevinçle karşılıyor, yavrularınızı yatırdıktan sonra işe başlıyorsunuz. &at 1 2'yi geçiyor. Şehrin bu ark a so- · kakJarı deıin derin �l1.1yor; uykuya dalmıştır. Ankara düşünii­ yor 'Ve dinleııiyor dersjniz, . Birden sokağuuzı garip sesler bürür. Bu ilkin size Sicil­ geceleri1'1i, Sevil sokaklannda harp öncesi akşamlarım ha.tu"Jatan bir melez musıki teranesi gibi gelir. El armoniği, akordeon, mandolin sesleri arasında, ecnebi · sefarethane şo­ förlerinin birleşip şu karşınızdaki Bomonti bahçesinden son ra soltağımzı da derbeder keyiflerine, geçici bir sahne yaptılar ya'da yaz

·

zannedersin.iz.

Sesler pel)cerenizin önUnde durur. Kesilen acemi sazla­ rın nağmesi yerine, körpe denecek hançerelerden çıkan Türkçe

laf121ar kulağınıza. gelir. Bunlara lafız diyorum, çünkü manala-· nnı anlayamadığınız, tuhaf bir argodur. Çoğunun uçları çiğnen­ miş, yahut kesilmiştir. ·Sonra bu lafızlar, bu körpe hançerelere verilemeyecek kadar kirlidir, laubali imalar serpmektedir ! Merakla, hayretle pencereye yaklaşır; gece yansını geç­ « m odern • (! ) olan ses sahiplerine ba­ karsınız. Bu bakış size ilkin bir opera figUnn,lannın levhasını ' . çizer gibidir : miş iken uyanık, demek

Hepsi de genç adamdır. Elektriğin d;binde, durmuşlar­ dır. Musiki aletleri boyunlarına asılmıştır. Biryantinli olduğunu parlamasından anladığınız saçlar, İspanyol mevzulu fi lmleR'

·


r i ı ı kal ı ro.ı ı ııan larma yakışan şakak zi.ilüflcriyle karakterlerimiş­ tir. Bıyıklar da öyle ... Ceketler, b;,ğa güreşÇisine yakışır bii çep­ ken hal i ne g i rmiş, p<ıntolonlar vaktiyle İstanbul SC!kaklarmı tik� sintiye boğan tulumbacı sululuğu ile ayakkabılarının tabanını yalamaktadır. Kollarında Çok nazlı, altın yahut gümüş zincirle­ rin halkalandığını elektrik size açıkça akset tirmektedir.

Onlar, değil yalnız size. bütün bir şehre kıymet vermeyen küst ahlıklarıyla tekrar garip sesli, orkestramsı · yaygaralarına başlar; kelime · denmeyecek lafız döküntüleriyle ·. sokağınızı ve kulağınızı kirletmekte devam eder.

Bu Türk sokağında, herkesin dinlendiği yahut çalıştığı b u gece yanlarından sonra, hayatınıza musallat olan; bunun için ne bekçinin, ne polisin, ne belediyenin ... müdahalesine uğrama­ yan; Türkçeleri bozuk. kıyafetleri bo2uk, hangi "diyara özendik· lerini bilmediğiniz bu garip ve beleş mızıkacı bozuntuları kar� şısınrla hayretle, tiksinti ile, lrencil k endinize sorarsınız : Bun­ lar kını? _

•••

Yolcusunuz. Bir işl e, kendi mes'uliyetiniz altındaki bir vasıtadasımz. Meşhur, yeni mahallelerden. birisine mensup bir

tanıdığınız çıkar; gideceğiniz yere birlikte götürülmesini rica eder. Arabanız müsaittir, kibar giyimli, nazik yüzlü insan hiç de zararlı gözükmemektedir. Alırsını.Z, yola koyulursunuz. Biraz sonra kibar giyimli, nazik yÜzlü Inisafir, yan güler, yan mahÇup : «B�nı pek rüzgar tutuyor, der, hen de pek hassasım. Aca­ ba yerleri değişsek? LO.tfetmiş olursunuz?»

Misafiriniz sizin rüzgara dayanmayan yapıdaki vücudu- . nuzun geçirdiği hastane macerasını çoktan biliyor. Fakat tek­ lifi yapmaktan çekinmemiştir. E .. . misafirdir dersiniz, yerinizi verirsiniz. O da enine boyuna or.aya yerleşir.

84


/

böyle b i r m a hi r

/

ihifolh•r l·yk·r. Aylı�ını sorar, bu ayl ık la insanı n na s ı l çalışt ığına şaşa r. Ankara'ya dö­

Yolda şoförünüzc

nünce bu aylık işi için lçendisini görmesini söyler. Şoförünüz iyi adamdır, ama primi t i ftir. Bu k ibar y üzl ü misafirinizin ala·

kası , vaad i o n u büyülem işti r; o kadar ki az sonra misafirin�. rey i ni almaya lüzum görmeden arabanın dilediği yerde durma· sını, sür'atini kendi arzusuna göre azaltıp çoğaltmasını em· rctm�ye başladığı zaman şoför, kuzu gibi, siz yokmuşsunuz gibi i taat eder. Programınız altüst ohnuştur. Yıllardır kurduğunuz disipli n silinmiştir. İleride bir kasabaya varırsınız. Birden misafiriniz birisi . i l e selamlaşır. Tatlı t a tlı konuşurken öğrenir ki refikası, yavru­ su ile birlikte o zat da, sizin gittiğiniz yere gitmektedir. Hep o meşhur, kibarlar mahallesinde o turan bu zata,

misafiriniz

re­

yinizi sormaya lüzum görmeden arabada hemen yer ayırır. Ye­ ni aile sizi biraz daha köşeye iterek, gelir, yerleşir. Yeni gelen zatın bakışla_rı ara sıra size çevrilir, sonra ahbabınınki ile birle­ şir, gülüşürler. Bu gülüşme ile size verilen hükmü sezersiniz : « Konduk ! Aldırma, sessiz zavallının biri ! » der gib i dirler. Varılacak yere varırsınız. Resmi sıfatınız birtakım dost· ·

larm sizi aramasına, yerleşmeniz için hazırlık yapılmasına se­ bep olmuştur. Geniş bir «Oh» çekmek üzeresiniz. Sizi arsızca

sömürenlerden kurtuluyorsunuz demektir. Fakat bakarsınız ki misafiriniz, sizi karşılayanlarla, -sizin gölgenizde. münasebete girişmiştir. Kendisinin .de, misafirinin de ( maaile ) , size ayrılan yerde kalması için, masum ve nazik dostlarınızı tedbir almaya zorlamıştır. Hayret ve tiksinti ile ağzınız açıldığı sırada misa· firiniz, yine yarı güler, yarı mahçup edası. ile sızlanır : «Dışarı­ daki vaziyeti biliyorsun; otelde yatılmaz, ne yaparsın, gemisini kurtaran kap tan ! Hele şu gecey i geçirelim de, Allah kerim ! •

Ve sizin cevabınızı bile almadan, karşılayanlan da araba- .

nıza yerleştirerek, şoförünüze hareket emrini verir.

Skandal

85


ı-,:ıkaı-amaı.sınız ya ?... Herkes fü! der? Zaval lı <lost bn 1 1 11.ı ' bir ma nzaradan korumak için d i şi nizi sıkmak şarttır.

b:üt ii

Varılacak yerde, dostlannız;la iki teşekkür ve minnet keli­ mesi konuşurken, « gemisini kurtaran kapta.n » yukarıdan in­ miştir. Her şeyi hallettiğini söyler �izi karşılayanlar s izi yorma­ dan , her işi halleden bu cana yakın( ! ) dosta bir nevi saygı ile .

hayrandır. Yukarı çıkarsınız, görürsünüz ki size ayrılan iyi­ ce yeri m isafiriniz, kendisiyle ötekiler arasında bölmüştür. Eh... şitndi, herkesin yanında, kendi nefsiniz için ğu n » rahatmı bozamazsınız ya ? Boynuntizu büker, yerinize

uçoluk çocu­

sinersiniz.

İşte o sırada; yıkanmış, pijamasının ipekleri içinde, çev­ ;( kap tan» misafirimiz, n,eşeli neşeli gelir. Kendisine 'tiksinti ile baktı­ ğınıza bir cevapmış gibi : «Görüyorsunl.lZ ya, der, ben hiç ta kalmam ! Açıkgöz olmak, keçesini sudan çıkarmak lazım; saygı, sıra, hatır sayma hep boştur. tnsan , ekıneğitıi böyle, be· ni m gibi, taştan çıkarmalı; herkesle ahbap görünmeli, çıkarı­ na bakmalı, köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı demeli .. Unutma iki gözüm : Dedemi n Bulgar 9lması boşu na değildir! B i'z her zaman gemimizi kurtaran kaptanlarız». resindekilere •kibar insan ! », « cana yakın insan! » dedirten

­

açık­

.

Kendisine, bu söylediklerinin değersiz, hamalca söylen­ miş laflar olduğunu; şimdiye kadar yaptıklarının yalnız şu mühim t emele : Yüzsüzlüğe dayandığını, şeref denen ve insanı hayvandan ayıran farikadan vazgeçtikten sonra, herkesin bu türlü « mazhariyetlere» erebileceğini; bilhassa burada kalmak

istemesiyle, sizin adınıza geniş bir «suistimal yapıp» yaptırd ı­

ğını,

hiddetle söylersiniz. Birden kuzu kurt olmuştur. İnce ve pembe

nin hain,

yüz

bir tilki­

şerir simasını almıştır. Tanıdığınız pususundan çık­ .

ımştır : « Ya ! der; demek bir de ahlaksız, vatan haini olduk? Suçumuz da şu ilin malı olan arabada bir. köşeye sığını p gel

-

86


-

şu, ht:y lülmal i n olan yerde başımızı bir gccL"Cik sokaca k yer bıılma'kt ır. Tevekkeli senin için geçimsiz, sert, baş belası de­ miyorlar. tnsan . kırk yıllık ahbabına bunu yapınca, başkaları

md�;

na

­

neler etmez?»

O

şerir çekilir gider v e siz kendi kendinize sorarsınız :

Bunlar kim ? Bir tek değil, bir düzine değil, kadını, erkeği,

çoluk

çocu&'Uyla,

birbirine · benzeyen mahalleler ineydane geti­

ren bı.ı tipler kim?... Cenazede iskat toplayan; ölüde kefen 90yaD; leştc karga olan; arabanızda türkünüzü söyleyen; mcs'­

uliyeti

size, nhneti

kendisine aktaran ; her şeyi, herkesi kendine hizmet için v-Uedilmiş bilen; hazıra konan; başkasının ki.ilfeti.nde�. sırtından geçinmeyi zekanın farikası sayan; ince görünüp sellülözde'n bir iç alemi gezdir��ı, pembe · yüzlü olup. kuzguni ruh taşıyan; güzel giyinen, güzd kalan ve muhitini zifire bulayıp) 8teşe atıp kendisi tarafsız, · sulhçu gözüken; ne­ rede mes'uliyet varsa vebadan · kaçar gibi uzaklaşan; vatan, re­ j;im, in.kılap kelimelerini yerine göre yafta, yerine göre pasta yap$Tl; bu kelimelerden }-aptığı türlü kıyafeti giyip değiştirerek yere, mınana uymakta eşsiz bir ustalık gösteren bu fırsat düş.. künü yi.i:ı.siizler kim? Nerenin malı? Nerenin ithalat matahı? Hayat ölçümii3;.i, · hayat anlayışımızı, yaşama üslubumuzu bu­ landıran; kendi yaptıklarını zekanın hakkı olarak belirtmek için asıllarını ya Bulgar dölüne, ya Helen kanına, yahut herhan­ gi bir azınlığın soyuna çeken bu şeref, h"lya yankesicileri kimin tebaası, k im in talebesi, kimin dostu?. . .

87


ALATUR.KA - ALAFRANGA Bir garp kozmopolitliği bir de şark kozmopolitliği var. Birincisiyle Tamimattan beri tanı$ıyoruz; ve onunla alay, daha o zamanında başlamıştır. Ah.met Hikme t 'in cYiğenim» monoluğu Hüseyin Rahmi'nin c Şıpse...w � adlı . rom anı bu alayların klttsikleşen misalleridir. Garp kozmopoliti ilk bakış­ ta bir din di.işmanı, hele bir Müslümanlık düşmanı gibi kendi­ ni takdim eder. Bütün hayatı ise, mensup o lduğu maşeri inkar etmekle başlayan bir kayıtsızlık, bir kararsızlık sergisidir. Milliyetin, tarihi imkanlar, tarihi mukadderat üstüne temel ,kuran bir şuumltı ve bir şuur olduğunu bilmez. Her fırsatta içinden kaçmaya, bağlarından kurtulmaya çalış tığı cemaatında o; hazır ara.yan, hazıra konmak isteyen ve her şeyi emeksiz her şeyi hemşehrilerinin aleyhine isti smar eden bir böcektir. Onu zamanın karikatü.rd.ileri put kollu, dar pantollu, tek gözlükl ü , ince ıı:zı.ın bastonlu; İstanbul 'ı.ın veya İzmir 'in şu veya bu sa­ lonunda hafif meşrep frenle kadını8nnın birinZİen öbürüne yüz suyu dök.erken gösterdiler. Böylece olgun milletleri yaratan esasların hiçbirini bilip yapmaya niyeti olmadan onların din· lenmek, en kuvvetli hamleleri hazırlamak için kıymet verdikle­ ri eğlenceleri hayatın biricik mUıveri haline �.akan gafillik Ör· neği de meydana · gelmiş oldu. Bu örnekler mu itkiyi öğrenmedi­ ler; musı kinin ilerlemiş milletlerden nasıl olup da yü ksel miş cemiyetleri de beraber yilkseltntiş olduğunu araştırmayı aktl bile etmediler. Memleketlerinde arayıp hasre t çektikleri garp musıkisi, yanlış bellenmiş, yanlı.Şiarla dolu bir iki O)Wik hava oldu. Ecnebi diller için yaptıkları, bundan başka olmadığı gibi, .�dm hakkındaki düşünceleri, kadın için diledikleri de bunlara 88


benzer. Onlar bu v at an d a ki insa nl a rın y:.1 rısı ohm kad ı n ı n va­ tan d a ş derecesine yükselmesi meselesine değil; düpedüz tabia ta esir ofan b i r miiptdanın işt�halarına mcınlekctlcrindc has­

­

ret çektiler. Garp milletlerinin esası�dan, mahiyetinden, zayıf ve kötü yerl eri nden gafil kalmak · imtiyazını � her zaman alı­ k oydular .

Bu derde tutulmamak için çare· : Bizdeki garp kozmopoli­ tinin kendi toprağım, kendi cemiyetini tanıması; hayattaki is­ tinadı, gayeyi, kuvveti kendi milletinde bulması idi. Osmanlı İmparatorluğu gibi kendi kendinden habersiz, kendi özünü kendi yıkan, kozmopolit bir siyasi teşekkül içinde böyle bir ümide, böyle bir istinat noktası bulmaya kabiliyet yoktu. «İki cami arasında kalmış beynamaz• olan, ne kendi mil­ letine yar, ne başka milletlere ta i çi n den aşina bulunan garQ kozmopol itin e Anadolu'da kısaca «alafranga» derler. Bu sebep­ le de « alafranga» musıki, « alafranga» yemek denince, olgwı mil­ le t l e r i n insanını coşti.ıran büyük garp musıkisi; temi.z bir garp ai les inin kibar yemek tarzı, aile terbiyesi görmüş blr garp in­ sanının zekadan, zevkten doğan giyinişi değil; bulaşık; renksiz bir şey, bir mefhum kastedilir. « Alafranga » örnek, hatta ·bize ,garp m i ll e t lerind en birinin millet örneğini veren, tanıtan be­ n i m se t m ek isteyen de olmamıştır. O milletleri hiç bilıpediğinden, tanımadığından, calafran­ ga »n ı n hasreti karmakarışik, elie tutul amaz bir şey için olup kalmıştır. · « İki cami arasında kalmış» başka bir «beynamaz» örneği­

miz daha va rd ır. Bize tattırm�k istediği çeşni, bizi benzetmek istediği örn ek ... Garp kozmopolitininkinden daha az k armak a rışık değildir amma bunu ötekinden ayıran esaslı fark meydan­ dadır : « Şark kozınopoliti» diyeceğimiz bu örnek, Avrupa'nın,

­

89


i ş te üs li.in olduğuna, üstün kah.nıgıııa « min­ t a raf illah » iti kat etmiş olmakla beraber, o m ille t l e rden hiçbir şey olmamayı hiçbir işte onlara benzememeyi diıı i ı ı esas ı zan­ /\ ı ı ıeri ka'nın her

neder.

Garp kozmopoli t inin tersine, şark kozmopoliti di nli gö­

rünmektedir. Fakat mi l le ti n karşısındaki vaziyeti - tıpkı öteki gibi - bilgisizlik, m il l et ine ait esasları aşağı görmek t i r. Rahmetli Vefik Paşa, Türkçclqtirdiği « Zor N i kah » piyesinde : �< Sağ kı.ık\­

ğı m ilim dillerine, ecnebi di lleri n e , büyüklerin dillerine mah­ sustur; sol kulağım i se avama ana dilime ınahsı.ıs-lı.ır ! » dc<lirt· t iği « allamc »lcrle şark kozınopol i t inin emsalsi1 bir kar i katürü­ nü çizmiştir. Hakikaten - tıpkı garp kozmopoliti gibi - şark kozmopoliti Anadolu'nun konuştuğu Türk dili, hayatları « mintarafil­ lah» sefil geçmeye mahkum zavallıların beyan vasıtasıdır. Ana­ dolu' da yaşayan, hatta en kozmopolit tarihlerde bile milletle­ rin en büyüğü kadar iş yaptığı gizlenemeyen insanlar, Türk oldukları için ikinci derecededirler. Na sı l «allame» olmak için Arapça, Acemce, Hintçe bilmek şart ise, mümtaz insan olmak iç i n de A ra p, Acem diyarından Hint'ten gel mek şart tır( i ) . Hin­ di sta n, Arabistan veya Acemistan'dan gelen kılıksız d i lenci lerin h i le A na dol u'd a· nasıl bir « adştokrasi» meyda n a getirdiğini; şark k ozmo po l i t i olanlar tarafından nasıl h i ma ye \'C rağbet gördüğünü yaşı a l tmı ş ı bulan her memleket çocuğu ha tırlar zannederi m . Anadolu'nun b ağ rı n d an fışkıran ş i i rler, musı ki parçaları ; b izim olduğu, bi zi m zekamızdan, bizim gönlümüz­ den doğduğ� için şark kozmopolitinin hakir gördüğü şcyl�rdir. B i l iyorsunuz ki « türkü », Türk adı « kaba, ob�.�. bi idrak» hare­ k c t l c r i y l � a n ı l d ığı devirlerde Anadolu'nun m u s ı k is i nc, ı:; i i rine için,

(ll

Şair ·La.li» nin

macerasını hepimiz biliriz : Latifi to.lkereSinde, 200.

manzume ile uğradığı belaya girebilmek için Acemistan'dan geldiğini

sayfada, yazdığı

yanıp yakılan şair,

saraya

söylemiş. ikbale ka­

vuşmuş. Sonra Tokatlı olduğu anlaşılınca dışarı edilmiştir.

90

ve

yalnız hu

se l>eple,


n:rilcıı

sıl<tl

i ken « Şi.\rk ı » , EmlL'n ı n u n .

si>zdl·

arisloknı t la rı ın 1 1.

ulan şark kozm'opo l i tlcrinin musıkisi, şiiri olaı·ak iınt iy�lıydı .

Anı.pÇi.\, Acemce b as i t bir gaze l , s e fi l b i r k asit.k h i r şnh.ı.·scr gibi payeler almıştır.

bize ne yapma k istemiştir? Ona sorar­ sorahilscriiz, size şu karşılığı verir sa nı rı m : cDevri saa­ det insan ı ,, ! Ol up bi ten iŞlcrc göziiriü, gön lü nii kapayan bu örnek, « devri saadet» hulyasıyla ... , milletinin en temiz saadet· krinc ya gl�m vurmuş, ya kayıtsız kalmıştır. Şark kozmopoliti

s;m ız,

Şark kozmopolitine Anadolu'da sadece « alaturka» derler. Meriç'ten Ağn dağ'ına ka­ da r genişleyen topraklardaki Türk'ün hayatı. :Türk'� zekası, Türk 'ün zevki, Türk 'ün .sanatı değil , zaman zaman Ti.irk impa­ ratorluklarınm tebası olmuş bulunan şark milletlerinin birbiri­ ne karıştırılmış adetleri, telkinleri, bulanık zevkleri kastedilir. "' Ala turka » kıyafet Türk kıyafet olmadığı gibi Arap, Aıcem, Hin! kıyafeti de değildir; c alaturka• hareke t ne Türle, ne Arap, De Acem , nı.: Hint adetine uymayan belki hepsinin · en en

Bu .y�zdcnd i r ki « alat\.ırka» deyi nce

laubali

t.'O !,!Cri

kötü,

kafmlŞ vasıflarina cevap veren muameledir.

91 .


BİR KÖY KÖPEOt Al işar höyüğüne gidiyoruz . . .

Otomobil Şefaatlı istasyonundan . bizi alıp şimal doğµya götürüyor. ,Oç vadinin birleştiği noktada kurulan bu istasyon bir emmebasma tulumba gibi ; · içerlerin mahsulünü Anado lu' nun .her yanına dağıtıyor. Güneşin ak şam ış ığı altın da ilerle­ dikçe, uzanan yalnız şu : Ağaçsızlık ! . . . Zahire taş ıyan. eşekler, kağnılar sıra teşkil etmekte. Benekli · koyun sürüleri, tiftik keçi­ leri, otomobilin dev gibi ilerleyişinden, homurtusundan deh­ şete düşüyor, Ö'teye beriye dağılıyorlar. Kale yerleri� höyükler, kireçli tepeler Yorgun, umutsuz gibi serilen kuru vadiler, onlarin dibinden bir yol haH�i al mış sel yatakları. Nihayet hasta gözler gibi kirli, elemli evleriyle, yolsuz veya pis yollarıyla tek tük köyler ! . . . Bütün bu yalçın ta­ biat ve onun üstündeki hayat alemi, bizim ! Orta Anadolu'nun bu ıssızlığı bizim ! Onların hepsinde, yetişmemize, bizimle yeti­ şen gönlümüze aşina bir h� var. Ve bizi, işte bu hal sımsıkı sarıyor. . • .

Orta Anadolu'İıun bu yerlerinde köyler şimdi bir buğday mahşeri. . . Tarlalarda güz hazi rlıkları başlıyor. Sürülmüş top­ rak, step yeşilliğinin fı şkırdığı kucaktır. Bu evlekler hep yeş il­ lik püskürecek; bu evlekler biraz sonra bozkırları buğday, arpa, yulaf başaklarından bir denize çevirecek; insana, bu çorak ftlc­ min canlı olduğunu duyuracak, yeşilliğe dinlendirici rengini verecek . . .

Şu göçebe sürüleri,· göçebelerin kıld�n doku nm u ş , büyük bir evi andıran köşeli, kalın çadırları; şimdi buraların ıss ızl ığı

9?.


içinde biricik ;varlıklar gibi duruyor. Sonra otomobilimizle ya­ rış eden, om.ı bir nevi merasimle kovalayıp yolcu eden çoban köpekleri. bu evlerin hem bekçisi, hem sesi sanılır. .

Gerçekten; yolların toprağına Itanşaçhk kadcµ- . renksiz, ölü. seyrek köylerde bi:ıi �yan ilk, bazen tek şey : Köpek sesleri ve köpeklerdi. . . liele güneş battıktan sonra otomobi­ lin iki yamnda daki.kalan::a koşan bu gönüllü, köy bekçileri, ce­ maatin bünyesine Yabancı her şeye fırlayan oklar gibi karan­ lljı, ıssızlığı parçalıyor gibiydiler. Sıebin bu müthiş yalnızlı­ ğında, köpekler, mesafelerin bitmez yeknesak.lığına sanki � «BU· rada da · yaşayanlar var!• diyorlardı. · Alişar höyi.i:ği.inün etcltlerindeki hafriyat kampına epeyce geç vard.ı.k. Bwrada koşuşan köpeklere aldırmadık bile. . Uyku­ dan uyanan i�lıe kampta ·bizi Wşılaya.nla.rın arasında kö­ pekleri tabii bir teşrifatçı gibi görtiyoniuk. Otomobili kovalar ken aç k1.U'tJa.ra bemeyen köpekler ınak.ine cb.ıtunca, şa.şırıyor, dl.U"aklıyor: içinden iı1enlete dokumnak akıllarına · gelmiyor gi­ bi, bekleşiyorlardı. Fa.kat alışinadıklan · k.ıyaİei, alışmadıkları koku. ses karşısında bu durak.lama birdenbire yeni hücumla­ ra dönüveriyordu. Kamp sahipleri bizi köpeklerin lWcumundan kurtardılar. Vazifelerini yapan bu sadlk mahlWtlara darılmak a.klımızdan geçmedL &!ta, onl:aıtda. yadırgamayı seÇen içgüd.� kuvveti bizi adeıa di.işi.ind.ü.rii gibi oldu.. Sağlığı büti.ilı kalan, ke�in­ den olanla -kenclinden olmayanı ayırt edebilen içgüdü ne iyi . şey !. . . Yal.mı; bizi önleyen mahluklar arasında kara- beyaz �ca. sı köpek, çok şaşılacak bir hal gösterdi. Orta boylu, iyi beslen­ miş, çeneleri de pençelen gibi kuvvetli olan bu mahJ:ı.ik, öteki köpekler gibi havlayacak yerde yana çekil� inenleri gözden geçiriyordu. Cinsi aJeJade bir köy köpeği olmakla beraber, ha­ linde, h areketinde tuhaf bir başkalık \'ardı. Biıyük radyom lambalarının ışığıyla gündüze dönen avluda onun alaca fakat kı.

·

­

·

93

·

-


_

ınıld:.mı:.ı yan varlığı; ne k adar aykırı düşmekte idi. Öteki köpek­ !er Vl' misafi rleri karşılayan insanların tcJaşı arasında, bu kö­

peğin _susuşu hemen göze batıyordu.

Bizim ona baktığımızı gören kamp reisi gülerek takdim etti : «Aslan, kampın üç senedir en sadık bekçisi. . ·"

Amerikalı · dostların k ılavuzluğu ile. biz odalara girmek üzere yürüyünce �lan yerinde · kımılda[ dı, bize yaklaşt�. Ya­ nımııtla kampın ve köpeğin sahibi bulu nduğu için, Aslan'ın hepimizi teker teker· koklamasına bir· şey demedik. Tam .hafriyat heyetinin odasına girmek üzere idik ki ar­ kamızda bir haykı.nna, bir fırlayış oldu . Biraz. da şaşırarak ar­

ka.nuza döndük. Ge1Biğimjzden beri uslu uslu bizleri gözden geçiren ruaca • Aslan», şoför muavini işini gören ameleden Sa­

tılmış'ı bacaklarından dişlemiş, bütün haykırışlara, vurmala­ ra karşı bırakmıyordu. Sak.in köpek, yırtın bir kurt oluvermiş­ ti. Bu hal. bir köpeğin, rastgele bir yadır��ama ısırmasın dan çok farklı bir �'Ytfi. Çünkü Aslan bizim gib1 ilk rastladığı yaban­ cılan değil; her gWı bir arada bulunduğu bir köylüyü yaralıyor­ du. Bizzat kamp reisi Satılmış'ı kurtardı. Aslan'ı epeyce dövdü, bizlerden af diledi. İçeri giı:dik, yemeklerimizi muhitin taşkın neşesine katıla­ rak yedik. GeCe yansından sonra yatak odalarımızı göstere11 dostlamtıJ2Jn ardından avluya çıktığımızda, lambaların ışığın­ da ilk gÖZ'Üme çarpan Aslan 'ın bize şimdi çok sinsi görünen gövdesi oldu. Kamp reisi neş'e ve alay dolu seSiyle : «Korkmayın•, dedi, bizim Aslan'ın şerri yalnız hemşerilo­ rine, yalmz köylülere idi. O, kampa yabancı olanlara ürmek,

onları korkutmak, onları kaçırmak suretiyle asıl bekçilik vazi­ fesini yapmaktan ziyade, kendi işinde gücünde olan, tanıdığı insanlara, köylülere musallat oluyordu. >..slan kötülere, · mü� tecavizlerc cezalarını veren bir vefalı dostta n ziyade; arkası nı

·


zorlu bir derebeyine dayayarak muh i l i ııc bela olaıı b i r soı ırndan görme, fırsat düşkünü ağaya benziyord u . ·

.

Hafriyat yerinde kaldığımız aylar içinde , gün geç mezd i

' ki Aslan'ın bir vak'ası olmas ın .

İster yakın, ister uzak köy-

. lerden ; ister kadın, ister erkek olsun ; kampın içinden , yanın­ dan geçmek isteyen köylülerin, işçilerin en kötü düşmanı As­ lan'dı. Onun düşmanlığını gösterişinde tuttuğu yol, bizzat o düşmanlıktan daha bayağı idi. Kampın başka köpekleri bü tün yadırgamalara ürer, açıktan saldırırken, o, bir kenarda uslu uslu durur; gelen veya geçenleri sürerdi. Köylü yahut işçi olan yol­ cular, önünden emniyetle geçip ilerleyince bir yıldırım gibi sıçrar --ekseriyetle, çıplak, giyimsiz- bacaklarından birini diş l erdi . Ne dayak, ne kovmak onu bu sinsi, bu gaddar suikast· köylerin Aslan bütün o alanlardaki tan vazgeçirememişti. · tiksinerek,. korkarak hatırladığı kara bir «hayalet» hal i ne girmişti. Onun di şl eri nin yerini ha.la iyi edemeyenler pek çoktu. Her köyde Aslan'ın suikastına uğrayan bulunduğundan nereye gitsek onun kötü macerasından birisini dinlerdik. ·

İşin şaşılacak yanı daima aynı idi : İyi giyimli, şehirliye Hdt: panlolon­ onun şerrinden kurtuluyordu benzeyen hı, kravatlı efendi veya beyleri Aslan hemen tanıyor; tanı­ makta zorluk çekerse -bize yaptığı gibi-:.. onu bir koklama tefti şinden geçirip seçiyordu . Aslan bu nlara kuyruk salla­ masını da pek · iyi beceriyordu.

ağalar

. . .

Biz bunları dinley ip gördükçe şaşırır kalırdık. O zaman kam p reisi ecnebi, yarı Türkçesiyle, neşeli neşeli anlatırdı. şu·

d a anlattıklarından biridir :

« Geçenlerde büyük "bir m isafirimiz muallimler ve bir­ oturmuştuk. çok dostlarımız gelmişti. Onlarla Ben büyük misafirim izi n arz ula rını yak ında n anlayabi lecek bir yerde idim. Misafirimiz buraya gelmekten çok m em n u n ol duğunu anlatan ufak bir nutuk söylüyordu. B i rdcn h i n: sö,

birlikte yemeğe

95


zü �csildi, eğildi, masanın. al tına baktı. Hemen ben de

eğilip

bak tım. Bir de ne göreyim : B iz i m Aslan masanın al tında yine insanları koklamadan geçiriyordı.ı. Dizlerinin arasında iri bir kÖpek görmek misafirimizi tiksind irrni ş , ürkiltmüşti.i. Ben Aslan'ın meşhur aristokratik huyunu anlatarak kendilerini yatıştırdım, herkes de gülüştü» .

.« Hakikaten misafirimiz kaldığı müddetçe ASlan onlar içi n tam bir bekçi kesilmişti. Fakat onlara hizmet eden dört zavallı köylüyü sinsi usulü ile yaralamaktan çekinmemişti. Bu sinsi hayvanı niçin tuttuğumu sorabilirsiniz. Onu çok kov­ duk, hem de çok uzaklara kovduk. O her defasında buraya gel­ mek yolunu buldu. Dövdük, ayakıanm12a si.irü.ndi.i. Ne bile.

yim, bir yere kaçmıyor. Onu öldüremem

Peki, dedim; onun köylülere ediyorsunuz?

ya ! . . . •

düşmanlığım ne ile izah

- Ben bu düşmanlığı tabii buluyorum. Köyli.iler kö­ peklerini o kadar dövüyorlar ki. . . Bizim Aslan da vaktiyle köylülerin elinden kim bilir neler çeltmiştir. Şimdi bizim hima­ yemiz altında beslenip kaldıkça, kendine �ktirenlerden ()ç alıyor. Ben başka izah yolu bulmmyonım. . . » Hafriyat heyeti reisi olan ecnebinin manla biz bulmuştuk.

bulamadığı

izahı za­

Aslan ecnebilerin yanında iyi lokma bulmuştu; mide­ sini kolayca, iyice doldurma pahasına, hüviyetini değiştirmiş, · « dejenere» oluvermişti. Bu köy köpeği, yabancılar yanında, yabancılar eliyle medenileşivermişti. Bundan sonra, ilk iş hem­ şerilerini aşağı görmek, eski efendilerini yadırgamak · olmuş : yeni efendilerine benzemeyenlere karşı kör, · yaman bir kin beslemeye başlamıştı. Bu kin, bu hor görme kendisi ta ra fından tec avüz şckHn­

dc açiğa vuruldukça, köylülerin de ondan tiksinmesi, aynı zaQf.


manda Aslan'ı n

kodunası arınuştı. Küylülcr Aslan'a şerri ka.tmerleşmişti. ·

�- verdikçe,

tyi giyimliler . daima kamp reisi, bm.p adamları . tara­ fından � için Aısları'm hlcıınnwa uiranlazlardı. Hatıa; u:ıun yılbr sadaltat � sevinıexyk, . övünerek, söyleyen efendileri önWıde misafirlerin, köj>ele iltifat etmesi, onu sevmesi adet � Aslan'm da onlara, yaltaklamna­ liırla mukabele edişi pek tabii itli. B\ınlara raAnıen kamp he· ·

·

·

köy: köpeği o�ı.ığ\uul, omı bayağı bWduğunu ,İ\sJan. köyüne, . köylü­ süne hiyanıetUıe, yeni. efendilerine ,.alta.klamtıasına rağmen, yabancılara yaranamamiş, köy _Ja1peği okluğul"ı.ı unuttı.ı.rma-

yeti

Aslan'ın �

tekrn.rıama:k.m.n vazgoeçtniyordıı. Yani

mıştJ.

1

Kamptan ayrılmarn.m!atı birkaç gi.in öiııce, yakındaki köylerin halkı Aslıan'ı bir nevi � düşürmüştü. Öteki köy köpeklerine muamelesi. lı:6ylWere � farksız olan As.lan; lr.öy!İlerin � . �- kendi benzerleri ta,.rafından � A&lan'm ' bu Atibeti, ecnebi efendile. rini pek o k.adat diı\şQodür.tned. Fakat lröyltiler, işçiler; bivi;. yetini yitirmiş, yabancı eliyle yan rnedenilıeşmtş, . ıımhirtne düş­ man b."Silıniş Olan � bta som.ına sevinmişlerdi.

97


SOKA�A DÜŞEN TİCARET Sokağa düşen ticaret. . . Göçebe ticaret. . . Sabahın s'\at al tısından gece yansına kadar ayakta, sürünen, haykıran, yaka­ nıza sanlan: ne evinizde· ne sokakta size düşünme, dinlenme imkanı bırakan bu sokağa düşmüş ticaret ! . . .

Anadolu'da komünizmi kurmak is·;eyenler, ge ls in �e mem­ leketin bu en ileride sayılan '\ilayetiriıle ticaretin uğradıb'l bu sefaleti görsünler. . . Sözde kapitalist olan Anadolu tüccarının, bu sok�a di.işen, sokakta sürünen sermaye macerasına b:ık­ sın, ve hülyalarının manasızlığını anlasınlar ! Size, hemşehrilerim, «İstanbul btiyük şehirdir . » demiş· tim. Her birinin, toprağı ayn, halkı ayn, adetleri ölçü ve dir­ hemi ayn olan bu şehirde birbirine hfnzcr tek şey var : Sokak . .

satıcısı !

Yani sokağa düşen ticaret ! Yani memleketin sözde en vilayetinin bağnncia geçen, Türk sermayesinin siiriinen

ileri

macerasi !

Tüccar güya en refahlı bir scrb(·st meslek sahibidir, değil mi? İstanbul sokaklarında haykıran ve yakanıza sarılarak size zorl a mal satan; satmak için yalvaran, yemin eden, Lcb­ dit eden, yalan söyleyen, aman Yarabbi!. . İlle bu yalan söy­ leyen ! . . . satıcılar gösteriyor ki aldanıyorsunuz. .

Bu satıcılar İstanbul halkına kolaylık ve ucuzluk getiri­ , yor zanneders iniz, değil mi? Ne gezer? Seyyar satıcılık, ayak satıcılığı alami ve satana tembeUik, ihmal, intizamsızlık, yalan­ cılık nihayet bastalık sirayet ettiren mel'un bir fldettir. Evi­ nin önünden her an satıcının geççceğine cmiri olan ev hanımı. • •

,

98


nın işini bir saat, biı· program içinde; yapması nasıl bir hayalse, aynı hani.mıi1 veya bçyin bu yüzden · ycinck, çalıŞmak, yatmak hususunda ihmalci, intizamsız kalacağı o kadar meydanda! '\'e

a:t.adc . kalan bu gö­ çebe ticaret nasıl hileye, yalana alışkın ise, bu yalanı, hileyi göre göre inanma kabiliyetini yitiren halkın insnfsız, pazal'­ Belediyenin teftişinden tabiatıyla w.ak

l ıkçı, �alıt�:kıir olması

o kadaı: tabit !

&ıhhat ve idare ilminin .mürakabcsindeıı korkmayan bu gemi azıya almış, fakat süıiinen ticaretin en çürük, en katkılı, en şüplıc)i malları satınası nasıl zaruri bir hakikatse, bu be­ laya �lışan diyarın sefaletten, hastalıktan kurtulmayacağı o kadar kat'i. bir netice ! ·

Nihayet, vergi sistem i kuran bir hükümet�n bu seyyal, bu renksiz ticaret yüzünden 1.arara girmesi, ald.mm•ısı ise bü­ tün bu neticelerin ·şahcscı-i ! . . . Bu ayak satıcılığını sakın bizim bazı yerlerimizde, Bati

Avnıpq'nın

hemen her beldesindeki hal, pazar usulüyle kıyas

pazarlarda · ne �fiy, ne semiaye, ne satan, ne alan bu çeşit hareketlerle sürünmez. Bu yerler iş bölümü­ nün, iJıtizrun ve i st ikrarın , bir neticesidir ki, sade refah, ko­ ctmeyini:t; ··Hallci ve

. laylık getirir.

.

Ayak sntıcılığıyla sürünen insanları, sokaklanmı..Ja •es­ kiler. alayını,! • diye diye ctckcden teleme çalabilen. . .• meşhur tabaka ile de kıyas e tmeyiniz. . . Bu maceraya Anadolu'nun en saf,

en

gürbliz unsuru bir kapana tutulur gibi tutulmaktadır.

Senelerce süren bu yalan dolan, bu sefalet sergüzeştinde haş­ rllncşlr olarak köylerine, kasabalarına dönen bu cidden çalıf­ kan, s:ıbırh memleket çocuktan; . gerçi kemerlerinde birkaç

banknotla dönerler

amma, dinç gidenlerin beli

bükülmüş,

99


gen� gclcıilcı· k.01.:�mıış, haknnsu.hk.tan,

dişlerinin kanım gtLlu yerine somurmaktan yüzler,\ndc . renk, iJikJcrindc derman kal­ mamıştır. Mcınlckct lcrimk..'11 afif, tcmi:t. <:ıkmışlar, hilekar, y:ı­

lancı dönmüşlerdir. Yeni bir iktisat peygamberi bekliyoruz. Bu peygamberin memleket halkının birliğine.� layık bir iş ve mal istikrarı kurmak olarak ve şu sokağa düŞ\:n göçe· be ticaretini bir yere bağlanlak, şüp�iz bu peygamberin ilk gazası olacak! .. ilk işi millet haline gelen bu

Sokak satıcılığı Memleketin sıhhat ini, şerefini mezada çıkaraıı mel'un adet ! Hangi memleket çocuğu seni kaldıracak bu gazaya girişmez ki? . . . .

.

.

. . .

1 00


IMSTANEDEN ,SES� I

Hastaneyi iyi teftiş ve tetkik etmuini biliniz : Bütün bu millet in mekanizmasım, hüviyeti ni tanımış olursunuz.

Teftiş ve tetkiklerini cemiyet için, iı: sanlık için temiz ne- · ticeler almak emeliyle yapanlar hastaneyi bir hasta gözüyle görebihnelidtr� Bilmelidirler ki : Hasbme, hastalar 'içindir \"e onlar için akın bir şeyin onlara uygun; orilara şifa ve fayda

� ol1ıtp olmadığı · asıl meseledir.

B.i:r mahpusun bir hasta old.uiu herkesçe kabul edilmiş� tir. Fakat ne gariptir ki her hastane bir mahpushane gibi idare edilmekten kurtv.lmamıştır. . .

·

Yalnız iş.ı:et mi cgilheri Ademi teınyize mihenk•tir? İn­ sanın «çın.lçıp1ak çarmıha gerildiği» bas1;me daha az mı insan karakterin! meydana çıkarır? · .

. !ltimas ; adaletsizliğin,

güler yüz ve tatlı sözle hakkın, hakiki şefkatin yerini gaspetıriesidir. Bu basit ahlaksızlı k has� tanede bir katil kadar şeni, tahripçi oluyor. Hastanede en ufak şahsiyetin bile büyük, nüfuzlu, iyi göri.inmesi de gösterir ki cihanla aranızdaki nisbetler değiş­ miştir. Radyodaki sanat. nağmelerini asansör gürültüsüne· kim

tercih etmez? ( «Makineleşmek» i s teyen l er müstesna ! ) Fakat bir hastane ki , amel iyat geçiren, kan kusan hastasinı, ilk devirdeki i nsanlar gibi zahmetlere sokarak yi.irütür, IJakleder; ve sonra asansör yerine radyo takar ! O, yıkılası bir simsar

evidir.

1 01

·


il

. Hustahk. bizi ; iş1cy�n. rca1izc eden cemiyetin kadi·osu dışına atmakla kalmaz; adet, telakki 11 amına neler varsa üstü­ müzden onları ödiinç bi r elbise gibi atar. Ve biz, ilk insanlar gi bi , tuhiat kanunlarıyla haşhaşa kalırız : Çırılçıplak ! Ayıp kal­ kar, şefk a t manasuiı kaybeder. Dert... Dert... İnsanı hayvan yapar : Yalnız kendine bakar, yalnız kendini düş�nür. Hastalıkta bir derece vardı;· ki i nsan madde halinden çıkmı ş; yalnız his, şuur kalmış gibidir. Veremlilerin niçin aşkla nefeslerini tükettiğini, onlar gibi kan kusmayan, nere den bi lecek ? Hastanın sinirleri kıl ıfından ' çıkan keskin blr hançer gibi­ dir. Onu severseni z gazaplandırmayın. Fakat gazapl anırsa sa­ km kızıp kırılmayın : En geçici gazap hastanınkidir. Çünkü esa­ sı yoktur. Her ziyaretçi cemiyetin kadrosu dışında kalan hastaya o büyük teşkilatın bir selamı, b ir

ihtarıdır. Bu

sayededir

ki bas­

ta, hayatın ebediyen dışına atılmadiğını, bir ihtiyat kuvvet i halinde kaldığını, cemiyetin kendi sine yine vazife vermeye ha­ zır bulunduğunu . . . sezer, bilir ve kuvvet bulur. · Hastaya çiçek getirin; b azen yiy�eğe muhtaç veya mü­ sait olamaz; fakat baharı, neşeyi , rengi hü lasa eden çiçeğe teşekkür etmeyecek aı.dır. Eleğimsağma efsanesini yalnız şunlar hakikat · haline so­ karlar : Hastaya çiçek getirenler ! Çirkinse güzelleşir, yaban­

cıysa tanışır, düşmansa dost olur, nişanlıysa evlenirler !

Paraya düşman olursunuz : Hastanede ! Fakat hiçbir yer· de paraya oradaki kadar muhtaç değilsiniz ?

102


ili

.OüŞmanların en tehlikelisi

hangisidir ? . Görünmc1cn !

Doktortın büyüklüğü işte burada : Nisbetsiz bir kuvvet önün­ de,. zek�ıyla

bütün insanlığı mi\dafaa eylemesinde !

Doktor! Dllşmanla� en müthişi olan görünmez

düş­

mana : Hastalığa karşı, insanlığın asıl müdafii sensin! Bu v:ı7lyetinlc hangi kahraman

büyüklü� siperis�ika . gibi, en b.üyük

ve

senden büyüktür ? Bu tehl ikeli mes'uliyctleri

senin yakana teı;'Cih eder, unutma! Ne acı inkisar�hr ki bir �ı umumide bugilni.in telak­ kisi şudur! Avuka tla doktor fcJ�etin ·ticaretini yapmakla ge-

çinirler. Doktor hastasına gösterd iği .alaka ile karakterini de gös­

termiş olur. Kibir her zaman boşluğun,. hiçl iğin kalkanıdır.

Fakat

doktorun kibrinde aşağılık, tehli keli bir tecavüz de vardır.

Şefkatini kime · saklıyorsun doktor? Hastana . akıtrnadı­ ğın bu pi.nar kapandıys.a sen alel�de, makine denen demirden farklı mısın?

Simsar kelimesfode tıpkı bezirgan kelimesi gibi bir pL·.s­

payelik gizlidir. Fakat bu kelimenin bay�ğılığı hiçbir zama n sıhhat kelimesiyle kullanıldığı zaman kadar tüyler ürpertınc­ miştir. En bayağı düşmanlık nedir bilir misiniz? Doktorluğunu , şifa dilenen . hastasına bir· silah gibi kullanan· namerdin hare­

keti ! 1 03


iV Hastabakıcısuiı seçemeyen hastane, doktorunu

başında mahkU.m etmiş demektir : Bıçağı o�ratör

daha işin ·

kallanır,

fakat onun zehri n i temizleyen hastahakıcıdır. Bir ameliyatta

neşteri :vuran doktorsa, yarayı fyi eden h3.stabıabachr. tç ha&· talığını hekim anlar. fakat hastanın ölümü hastabakıcıriııı elin­ dedir.

Uhut faciasını bilirsiniz; kirk okçu bir boAazda, \laJttin. den önce ayrıldılar ve bütün bir ideal çökmek ıehlilcesiue uA· radı. Hastabakıcının vaziyeti aynıdır : Harp1'?.tin en mUthişi olan .. doktor · hastalık • cldalindc şefi.İıln yaptJlını en ufak bJr ·

gafletiyle, cehaletiyle mahvedebilir !

Çirkinlik iıe fazilettir, ne de fazilet verir. Fakat bir ha.S­ tabakıcınm güzel olmaktan evvel faziletli o� arayan · doktor; hastasını mutl aka kurtannaya azmetmiştir. Aynı derecede hastab�ıcılardan birini tercih. etmek la·

zı_m gelse, en şefkatlisini seçerdim. Kalpsiz bir hastabakıcı bir

makineden farksızdır. Halbuki insan. kalbine kadın ( int uition ) bir -has.ta kadar muhtaç kim vardır?

sezişine

v

Hastane · bir

vatandan

chşanda

mıdır? Bir vatanın miie­

scsesi · olan bu yerde bir vatan terbiyesini nasıl düşi.irune7.Sin doktor? Şefkate istinat ettireceiin b1il terbjycyi nasıl ihmal ı.:dersin?

« Personel » inize iyi bakınız. Kendilerinden şefkat, dik.kat, fedakarlık beklediğimiz bu unsurlara şefkat, dikkat, fedakar. lık göstermeyen hastane ve doktor boşta dönt..'tl yakb:dı bir

yalandır. ·

Personelin hırsız, gaddar olmaması senin elinde d�ktor! ilaçsız ve kontrolsüz bırakan : Hırsızlık ve _ gadi rdcıi başka fü! beklemeye haklıdır ki ?

Onları aç, çıplak, yatacak yersiz,

1 04


İLİM-SANAT · POLITİKA . Eski alışkanlıklardır galiba,

·

m,�mleketimizde bir ilim

adamı, bir sanat adamı politika hakkm�a görüşünü, düşün­ � söyledi mi, her yandan mırı tı : ar duyulur : «Hiç olur

mu

efendim? Herkes ken<1� alanında ·dolaşsın ! İlim adamının siyaSetle ne ilgisi var? » Hele bu ilim ve sanat adamı bizzat bir siya.si görüşe sahi p olursa, belli' bir dava adamı gibi

�. d'üşünür,

yazarsa; bu mırıltılar

açıkça haykmşmaya,

k.orkuttnaya kadar varır : «Ne münasebet? K.endi mesleğinde kadar işi var, kalkmış poli­ tika yapıyor! Haris adam ! Asın ! Kesin şunu ! Atın hapse

yapacaklıarı tükendi mi k i ? Dünya şu.mı ! »

·

Doğrı.ııd ur : Birtakım ilim veya sanat adamları vardır ki

sanatın me:ı;ısubudur; yoksa ilimde, sanat t a kentlileri-· ni ya.ra.tıcı yapecak 'bir davanın sahibi değildirler. B.u nlar bir kere girdiltleri , yolunu yolağını ÖğreQ<iik.leri, kısaca; mesl ek edindikleri bu işlerde kalmış gitmişler; zamanla, bu işlerin dı­ şında_ tek ihti..� beslemeyi dtişilnmcinişlerclir. Yahu t bu işler, onlara yaşa.malannm amacı olan craha ;, kaygısız yaşama»yı bol bol sağlamaktadır ve bu ' kapıya hlıylece bagla nmı<;b r d ı r. Bu türli.i insanlann politika yapması, politik hayata girmesi sadece felakettir. Bu felaketi anlamak i�in politika hakkındaki

ilmiıı.

tarifimizi yapalım :

Politika nedir? Politikayı kimler yapar? Veya kimler y�p­ mabdır? ·

.

Bir insanm, mensup oldı.ı:ğı.ı veya bağlaııdığı topluluğun

için düşündükleri, diledikleri varsa; bu insan bu dü:şilnd�ii, bu dilediğini gerçekleştirmek istiyorsa , po­ gidişi, yaşayışı

litika yapıyor demektir. Ve ancak bU tiirlü bir insan pol itik a

yapabilir. Bir cemiyetin toplu yaşayış; , seviyesi gidişi üze rin­ de düşünüşü olmayan, bu yoltkı gl."l'çek.\eştireceği şeyler bulun­

mayan insanın bizim anladığımı:t yüksek manasıyla pol itika

1 05

·


yapması hem li.izumsuzdur, hem imkan azdır. Bu türlü da vası

olmayanlar yaps�ı yapsa cnt ı-ika yaıxt r; �unun bümın ycri mk­ parasullhİ, işine.le gi>zii lcalır ve on lara karşı kötülük yap�1r.

Demek ki mensup olduğu topl ul uk için da\-ası bulunma­ ve kaygı sız yaşamaktan başka derd i, gayesi

yan, tat1ı canından

olmayan ;

edindikleri m esleği ve sanatı,. geçim vasıtası :bilmek­ ten ileri gitmemiş; yahut bu meslek ve bu sanat ın , dünyasın­ dan başka cemiyet ihtirası, mukaddes ihtiras tatmamış olan­ .lann poli ti k hayata girmesi boştur, lüzumsuzdur. Hatta zarar­ lıdır. Çünkü biı· ya n d an meslek veya sanatları yetişmiş biJ" işçisini yitirmektedir ki, bu umumi l�i dişi n selameti aley · hincdir. Öte yand an , bu türlü insan lar, politi ka gibi hem çok dinamik, hem boyuna topluluğun saadetini hedef bilmesi ge­ reken bir büyük uğraşma alanına kendi kaygısızbklannı, yahu t kendilerinin tek kaygısı olan rahat yaşama miskinliğin i birlik­ te gctin...>ecklerdir. Böylece büyük millet davalarını gerçekleş­ tirme yolu, alanı olan politik hayat; köksüzlerin, derbcderle­ rin, cmidepcrver efendilerin» toplanma yeri haline girecekt ir. B öyle bir kerteye düşen politik hayatta, yukarıda söylendiği gibi, olsa olsa kıskançlıklar olabilir, yapılsa yapılsa entrikalar yapıl abilir. Ve asıl topluluğun işi u nutulup gider. . Bu tü rlü - yani topluluk için davfiksı olmayan - ilim sanat

adamının politikaya girmesi hiçbir yerd e , hiçbir zaman fela­ ketten başka bir şey getirmemi ştir. Bu' bakımda n yukarıdaki mınltılan, korkutmaları, b u çeşit «günlük politikacılar»

için

yerinde bulduk.

Fakat, memleketimizde bugün bile; politik görüşü olan, batta bir ayn dünya görüşü bulunan ve in sanları bu göriişc gö­ re kahraman - miskin, iyi - kötü, faydalı - faydasız, büyük - kü­

çük diye ayırmaktan çekinmeyen bilginlere, sanatkarlara karşı biı" şüphe, bir nev'i suçlu olma havası wrdır. 106


llu bilginin, bu saı ıalkünıı Lli.i ı ıya güıfo;;iiııc, pul i l ik gö­ rüşünün llc'li"inc karşı şiiphe, it iraz yapıJubil ir. A nı ma hu türlü meslek adamının, bir dünya görüşü, bir politik görüş sahibi ol mas ına karşı gelmeyi hiçbir zaman doğru bulamıyoruz. Ta­

mamıyla tersine kendi milletlerini temel yapmayan; kendi mil­ letlerini dünya içindeki milletlerin, nizamların karşısında ve­

ya arasında, bir düşünce sistemine temel yapmayan meslek adamının faydasından şüpheleniyoruz. fliın ve meslek hayatı; kendi malıiyctlerindcn dolayı insanları alabildiğine ayırmaya, i n sa nim· arasında meslek rekabetleri, menfaat çatışmaları ya­ ratmaya doğru gi diyor. İnsanları böyle parçalayan ve aslında son· derece zorlu, tesirli olan meslek ve araştırma hayatı için­ de; insanları toplayıcı u nsurlara büyük önem vermek zorun­ dayız. Meslek hayatı, bir insanı cemiyetin içinde parazit olmak­ tan kurtardığı; sistemli düşünüp görmeye ahştırdığı için şüphesiz ki· örnek adamın vasıflarından biri · de meslek adamı ol­ maktır. Amma dünyadaki bütün mesleklerin, bütiµı çab al:ı.ma­ ların gayesi insan, yani cem iyet insam olduğunu unutmayan­ l ar için her şeyin üstünde in.sanları dü şün mek bize en gerekli , en verimli yol görünüyor.

Bu itibarladır ki; ilim ve sanat adamlarının arasında, . hareket noktası olarak - insanlığın kendine en yakın, en reel parçası bulunan - milletini alabilecek, bunu kendine dava yapa­ bilecek kudrette olanlar ( 1 ) pekala siyasc� yapabilir, siyaset ha­ yatına girebi lir.

Fidyas, Pcriklcs'in fırkasından olduğu için hor görülme­ mişti; bugün de onu aşağı görmek kimsenin aklından geçmez. Fidyas'm tek hemşehrisi yoktu ki, hocası yoktu ki, Atlna'm11 ' <ı>

Kendi milletinde başkasının politikasını yapmayı, daha birçok za.­

· ınan için kendimize gereksiz bir lüks sayabiliıiz. Bizden başka mİllell\Jrin poli tikasını yapan, davasını -- güdenler o kadar çokt.ur ki!

hem de

birinci derecede

107

.


l ı i ı y i i k l i ii�i i ı ı i i , i i s l i ı ıı l i iı�i i ı ı i i dava l·d i ı ı ı ı w ı ı ı iş olsu n ! R(iıu.·sa nsı ı ı

dev !'>:lnal kftdarı ndan b i r t anesi b i l e si lclcrin i ıı ,

hedd

ğildi !

üstünlüğünü

hilen politik düşiinccdcn, politi k. görüşten mahrum <le·

Bernar Şov'un dünyada ta nınan değeri, onun politik bir dava adamı olmasını önlemiyor. Arkeoloj inin bugün en bü­ yük çehrelerinden olan Gordon Çayld İngilterc'n.in �detini, büyüklüğünü hedef

almaktan, bu hedefi

en sol bir

davaya

dayama k tan çekinm iyor. Galih'.a gene bunun i-çindir lcl bombasını, bütün milletkriıı eline vermeyen bilginlere kızmıyor. Gene bunun içi ndir ki

Birleşik.

atom kimse

Amerika Devletlerin·

de dışişleri bakanı seçmek gerekince, serbest bir fabrilca mil­

dlirü bu lşe girmekten korkmuyor. Böyle bir politik sahanlıp. bir siyaset dorutuna çıkamayan ilim ve sanat adamı m\tt� kilçük ve kötü olr'n;ız. Amma; yaşadığımız diinya bu tilrl'i.i uz­ manlannı, bazen c ashib-ı. kehf• diye_ anar; çok kere de "dün­ ya bostanını besleyen gübre• gİbi kullanır.

türlü

«Siyasi terbiye• almış, kendisini bildiğimiz hu ye· tişkin insanları .aramızda çok gör� bahtiyarlık olaca.ttır.

Ancak bu t ü rlü

toplayıcı, çWıkil topluluğa bağlı,

toplumwı sa­

adetin i ,' hedef bilenlerdir ki milletleri kara günde, bı.lhran gi.i· nünde çözülmekten, • insanlık bosta.mna gübre• olmaktan kur­ tarır . sanıyoruz:

](ı�


Renk renk, boy boy insan tamrsınız.. Kimi san, kimi. ak, -kimi daiımk, Jdmi kirli, kimi paktır. ?tluhakemenizin istiklal kazanmadığı .çoculdulc. ilk gençlik anıaiı.nı bir yana bırakı�ız, hayatın derş·v� sizin o dersi anlayabildiğiniz de\irlei'in"bu-. renk renk, boy boy insem GstilnOzde, ömrünüzde çeşitli tesir bırahmştu'.

1ieSitlerdeıı hepsi de. gü.ıel, uygun olmayabilir. Kimisi Yaııyana · geçirdiğinjz . 7&'Cıri vakitlerden n.ıhunt.u:da derin bir tiksinti kalnuştır. Kimisi NrkÇeyi perişan eden bir Jrahahlna lroııuşw.r; hareketleri, sözleri kadaı- laubalidir, tasa· sızdır, u yeri Jrendinin çardalı mMeden k.UstahlıkJ.a kalbi ·· yıkar. Onlardan tuJaiumda - huysuz cJi?rt ayalclmın çiftesme ben.zeym bir. gfiriilti.i çınlar dı.uı.ır. GönlUİıu:ıde onların her · hatırlanışı bir öbiizlük uyandırır.

Bit kabadır,

·

sağhğınıza; kimisi her şeyden ge­ vaktinize, .kimi&i. her � bedel şeı- bela olımıştur. Ter� s'1.ıe .alıngan acbm tatıfnştJ.i-. Sayıgıhsinız, kil:ııirli diye dedikoc:b.ıtmnı yapmışlar. Vazifeniııe aşıbımz, omı yapar, . yaptmr, bu yokla leri _geri biılmeısiııiz; geçimsi:ı· dUcbaşlı iftirası ile muhit.iin.W aehitlıemiştir. 'Herlresin hakkına hürmetiniz · var, k.e,Ddiniztnkine de saygı beldersmi7.. gösterilmene karşıh­ Kimisi :paranıza. lcimisi

rekli

ğıin yapat'Slılil7� disipUnsiı:ı diye· aıdınıZ

çıknuştır.

� bllinmiZ : «karnı tok, tı.rtı pek! • tekerleme­ siyle önüne. ge1'ene saldınr; kendi.sinden başkasııiı sırtından

geçinen tufeyli . gibi teşhire çahŞır; berkese · kıt zekAlı, . iliqlen nasipsiZ,. tuttukları. � layık olmayan kalpazanlar gibi. bakar; J09


buna karşı kendisinin çanıasmda dolaştırdığ ı tek

h�yı ıd ı�ıi1cl

ki tabı yazdı ğını, beynelmilel olduğunu söyler, hürli..i k bahsin­ de Ncwyork'daki hürriyet heykelini söküp Türkiyc'yc dikecek; hümanizm bahsinde Aristoteles hakimle, Eflatun hfıkimi ara­ mızda doğmadığından dolayı neredt:yse çarmıha gerecek; hii­ manizm diline kem gözle bakanları bit beşinci kol ağası, ya­ hut, bir nevi Ttirk cezvitleri cemiyetini kuran tehlikeli m ü rte­ ciİer . gibi ateşe yakacak sertlikte ;ve tecavüzdedir. Hele ah­ lak bahsinde; ne kadar demokrasi ue kadar sosyalizm ayeti varsa hepsini sıralayacak taassuptad ır amma ne dünün , ne hu­ günün. ne yannın cemiyetlerinde hoş görülmeyen hüt ii n işti­ halara ilmini, şahsım alabildiğine açmakta örnektir; ahlak bozuk.l;uığ\l (perversite) denilen zaa f, . onların geniş ! Hür ! İn­ sanca !, nm !, yaradılışlanna delil olarak ilan edilir. Halbuki siz onları sahiden alim, sahiden memleket adamı, sahiden feragat örneği zannetmiş idinid Kimisini bilirsiniz; yad ideolojilerin satın al ı nm ı ş ada­ mıdır ve böy1e olarak memleketin içinde, dışında ün alm ış tır; şimdi size milliyet hocalığı yapmaktadır! Kimis ini tanımışsı­ nızdır dün birlikte bolşevik feryad�u figan'ı yaptı ğı arkadaşım ele verdikten sonra şimdi hiyanetin in meyvasını geğirerek göbeklenen, eski günah yoldaşım gördükçe başını çeviren bir fırsat düşkünüdür. Halbuki size vefa., insanlık, karakter dersi vermekte utanmaz ! . Anadolu'dan tiksinir, ona geri bir müs­ temleke gibi bakar ama her yazısının bomboş kalıbına maske olan şanüatlı başlık c Toprak ! Memleket ! Anadolu ! f;:za ! Dchd ! Sanat ! Enerji» ile başlar! .

·

·

Ne bileyim ben , hülasa. . . Bu renk renk, boy boy her birin den bir türlü ders almış, krnlmışsımzdır.

insanın

Fakat, bu cemiyet posalarının, bu sonradan görmelerin

vakit vakit önünüze sokulmuş olan tehlike kaçakları­ � gönlünüze kattığı zehiıi katmamış, size �u di.in­ yayı zindan etmemiştir. hiçbirisi

nın ömrünü e,

110


Tehlike kaçağı korkaktır �ma her yerde, her zaman bö­ bürlc.nirlcr, atar tutarlar. Siz bu çalımlara aldanır, ·bu yalancı . pchlivanlar.ı kahraman sanır, herhangi bir ıeşebbüse girersi­ niz. Dalm ilk zorluklar, ilk tepkiler görününce onların her biri ya. bir deliğe sinmiştir; ya sinecek vakit bulamamışsa, da teh· like ihti m a lin den dolayı size diş bilemeye, ateş yağdırmaya, hatta . . . hatta i ftiralar düzmeye kadar gitmiştir. Dost zannet­ n1işsin izdir, düşman çıkmıştır ?

. Bunlardan birazı şu yaşadığınız dünya ile alakasız gibi gö­ rünen hasbi, derbeder, mevzuu içinde kaybolmuş ilim Aşıkı; ahut şu alemin öı;mesine de, yermesine de, varlığına da, yoklu­ ğuna da, metelik vermeyen kahraman edalı dost rolü oynamış­ tır. Her söz açılış ta göklerde dolaşan; ·her kalemi ele alışta idea­ lin c�r» ini yaratan bu fikir ve roman kahramanlarına inarimış­ sımzdu·. Halbuki göklerde uçanlar bir Jeş kargası, fikir ve ro­ man kahramanı bclledikleriniz bir hayat, simsarı çıkmış; ilk işi, kendisine feda ettiğinizin karşılığını bekliyorsunuz korkusuyla sizi •memnu» yahut «tehlikeli » mıntıka sayarak uzaklaşmak ol­ muştur. ·

y

TchJikc kaçaklarından bira zı , şu hayati bir yer dcprentisi, yahut bir çatı düşmesi, yeya bir. bit ısırmasıyla her an sönü­ verecek olan şu fani hayatı, ancak geniş topluluğa çevrilmiş yüksek düşüncelerin güzelleştirebildiğini, ebedileştirdiğini tek­ rar etmişlerdir. Siz onları örnek idealcilcr zannetm iş; yaşayış­ larınızı bu dervişlerin fikrt veya zikri il e doldurmuşs�nuzdur. Onlar ise bir Bektaşi realistliği, bir cpuritain• pragmatizmi, bir ders hocasının, bir eski Yunanlı sophiste'in, bij Filis�inli fılri!-;'iıı koku alıcılığı ile yürümiişlcrd i r- : Ca nlan iÇin t�hl ike ncrcdt'd1 ı', zevkleri ve hirslart içın 1capı n ered edir, ıikbale götü­ ren dişi veya erkek hangisidir, bir •erki'ın-ı harp» dikkatiyle çoktan gözden geçirmişlerdir. Bu itibarla da siz onların lafı­ na, ahma bakarak bir şehit yahut gazi hayatı beklerk en onlar harp ccpltcsinin yalnız ganirnctinc koşmuş, dükkanl arın ı bü� 111

.


yük pazadara ııaklct ınişlt.·ı·;- sonrn sizhı Ş&lşk m l ı k ı . 1 1 1 l a ş kesi­ len gözlerinize, bir masumun gafletine gülüp al:ıy�l ll l ı i ııoğlu­ hinin şeytanlığı, i timatsızlığı ile bakmış : zavallı! Hay.alı anla­

madı, anlamayacak ! . Budala ! demekten utanınaıtı�lardır ! Tehlike lçaçağı tipini mektepte şiliyetçi, yahut fit verici fakat müdürün kapısı önünde sıvışıp giden olarak; ' yüksek tahsil hayatında - yani hayatın hürliğ\i, efendiliğini en çok tattırıp t'ltbik ettirdiği yaşta ve devrede . numara almaya ka-· vuk sallayan, · yahut tecavü.zi.i, küstahblı şaMiyet ıann«ien hilekar' olarak, memurluk hayatında ··saat dolduran• ve ıı!:fan­ geldiım » in sımna ermiş yahut mes'Wiyetten kaçan. ioo8'1ılllyeti yanındakine yüklemesini bilen, yahut bQyü.k bir değerin. ıaya­ ğına karpuz kabuğu koyan sahteld.r olarak; amme lüzm&ttine vakf�dilecek mevkide, cambazhane :mi.iıdüri.i ,gibi. �:� el­ lendinnekten başka şey düşünmeyen zevk dellalı, her ktşhba giren ( =conforn:ıiste) olarak ve hepsini; bütün hayatlaıiınca ken din den yukarıdakine karşı köle, kendinden . 3..�kine karşı eşkıya olarak bulacaksınız. Onlar, serbest .insanlarıııı se­ çerek edindiği dost ve hemşehri tipini dünyadan kaldıran, ye� rinc fırsat düşkünü, m ide ve kese esiri tipini koyanlardır. Bir cemiyette tehlike kaçaklarmm artması yalntt fqrtlıe­ dn yaşamasında kırıklıklar, · umutsu.zlU.ltlar yaratan . facialar hazırlamakla kalmaz; bütün bir millıetin ileıisini bc�k (indeterminisme) celladının eline ıesJ.im eder. O zaman ce­ miyette, vefa, şeref, inan, doğ.raluk, çalışmaya ve iradey� se-­ bata güven gibi ne kadar mf.\sbet deler vana hepsi iki �le anılmaya başlar : •Budalalık ! Gerililt! • Böyle bir cemiy.ette ise cJeierler alt i.i.st ulmLl..�tur; iyi, doğru, güzel diye müşt�k şey kalmamıştır. Tehlike kaçaklarııun · hüküm sürdi.iAü cemiycttt: zekimın� vefamn, sebatın, hakiki çalışmanın ... ya hicret · etm.!si, ya yok olması, ya muhite uyması, yahut şu rezilleşen dünyay ı '>nhtc� . karların başına geçirmesinden baş.ka )•ol kalmamıştır. 1 12


DOSTLUK ÜZERİNE DÖŞÖNCELER Elinizden kaçan, yok olan veya azalan her şeye duyduğu ve d os tluk içinde varlığınızı ka v u rs a , göğündürse yeridir. Bugün kim yalanlanmadan, gerçek dostum var d iyebilir ?

­

nuz has ret şimdi dost ,

Dostluk - tıpkı ahlak, hukuk, sanat gibi - cemiyet insanı­ nın, cemiyet içinde gerçekleştirdiği realitedir. Yani tek insan için, dostluk bahis mevzuu olamaz. Cemiyet adamında dostluk bir zaafla başlar. Zaten . bütün se vgiler bir zaafın ifadesi değil midir? Sevenle sevileni bağ­ layan bu zaaf, galiba cemiyetlerdeki iç disiplinin ( discipline in­ teri nsequc de la societc) yaratıcısıdır. Çünkü bu zaaf kendi­ liğinden b ir hiyerarşi, bir sıra kurmakta, topluluRun ke nd ili ğinden b ir nizama kawşmasını sağlamaktıdır. ­

Dostluğu meydana getiren zaaf, ��uıatta gördüğümüz, kendini döküp boşaltma ihtiyacının beli rttiği zaaf gibi insa­ nın yalnızlıktan korkma zaafıdır. Dostluğa dair . okuduğum bir yazıda, bu korkunun iç yüzü oldukça güzel anla ttlmıştı : «Dostluğun bittiği, olmadığı yerde; dış alemin kıyme t 'ermeye değer bir şeyi bulunmadığına inandıran - insanlardan nefret e t ti ren felsefenin sı nırı bulunur. Yalnızlığa giriş, kıymetleri yıkmakla başlar. Başlangıçta vahşi bir ze'lr'k ve gururla girişti­ , ğiniz bu işin sonunda muazzam bir çölün ortasında korkun ç ve yıkıcı bir iblisle : Kendinizle haşhaşa kalırsınız ! Bu yalnı,..­ lık çölü, deliliğe pek uzak değildir.» . .

-

Dost deyince etten kemikten, ihtiraslardan meydana gel­ miş insanla, insanın münasebeti anlaşılır.

İnsan dostu, ı;ocuk 1 t3

·


dostu, hayvanlar dostu denen

dostluğudu r, bir insanın değil !

dostluklar aslında bir

fikrin

İlk insanın her şeyden korkan \'e her şeye karşı kendini korumaya mecbur eden bi tm ez endişeleri, cemiyet insanını yı­ �ar. Bütün benliğinizi eriten, bizi an ve karınca öm rüne indi­ ren lıu en dişeyle gözümüzü dört yana çeviririz. Dost, . bu emni-

;

. yetsizlik bu en dişeler aleminde rastladığımız büyük kervansa­ raydıt

Bu sığınakta insan, endişelerinden soyunur, . almaya

mecbur kaldığı tedbirlerin kirinden arınır. Denebilir ki dost, kendisine karşı �-:humuzun ve bütün yaradılışımızın çıplaklı�ı

ile, cildtiğumuz gibi çıkabildiğimiz, karşısında korunmak için tedbire, silaha ihtiyaç duymadığımız, sözün kısası : Gerekirse

teslim olduğumuz, gerekirse kayıtsızlığın bütün tadını tattığı­ mız inşandır. . - Bu, şu demektir ki dostluğun büyük unsuru ,

emrıiyet ve emniyeti doğuran inanç (itimat)ttr.

Kinle, öfkeyle, minnettarlıkla· hatta nefretle vardır. Fakat.

hiçbir zaman

başlayan

dostluk kinle, nefretle, ö fkeyle, minnetle sürüp gitmez. Bundan anlaşılır ki dostluk; sevgiye dayanır�

dostluklar

Nefret işinde herkesin bir

tek

nefreti olabilir ama,

sevgi

iş inde böyle olmuyor. Anamı severim ve bu sevgi bir türlüdür.

Karımı severim, bu sevgi apayn bir çeşittir. Ana sevgisini yok etmek, varetmek pek de elimde deği l. Sevgilimin sevgisin i ka­

rarla, mantıkla

ölçerek b içerek edinip bırakamam. Fakat dos­

tun sevgisi ·aklımın, irademin i şi dir. Ve bu sevginin kaderi üzerinde l�ürriyetin, zamanın, düşüncenin, denemenin payı boy­ dan boyadır. Bu itibarladır ki; cemiyet insanının, yani vazifesi

y

olan, mes'uli eti olan, hakkı olan, hesap soran ve hesap veren insanın - bence asıl ·insan ın - yarattığt biiyük sevgi : Dostluktur. Söylediğim gibi, dostluk -tıpkı ahlak, adalet; sanat gibi- ya ln ız ve yalnız cemiyet

a damının yarattığı şeydir. Dağılmamış, in­ saadetim yitirmemiş sanlık a ilesinde yerini; muvazenesini, 1 14


topluluklaı·, hemen mu tlaka Jostluklaı·a daymıaı ı la nl ı ı -. B i r cemiyetle dost ve dost l uk yaşamıyorsa anlayınız k i orada de­ rin, çaresi henüx bulunmamış bir buhran vardır. Ve o 1 opluluk ölesiye hastadır. .

·

Dostluğun temeli sevgidir, dedim. Ama sevgi · bile dost­ lukta bir sonuçtur. Bu sonucu kuran unsurlar nelerdir? tik büyük unsur yukarıda söylediğim, emniyet ve ilimat­ tır. İkinci büyük unsur; takdirdir. Hür, eşit insanfar arasın­ daki dostluk bir seçmedir. Şu kadar yahut şu kadar milyon insan arasında dost dediğim, dost diye bağland4�ım insan, be­ nim bu kadar kütle arasında beğenip seçtiğim - " e şiiphesiz onun tarafından beğenilip seçildiğim - insandır.' Beğenmek, insanı insandan ayıran inüsbet farkları görmek, insandaki me­ ziyetleri, üstün yanlan aklımıza ruhumuza maletmek demek­ tir. ...

Demek, dost, seçtiğimiz insandır ve takdir unsuruna bağlanır. Fakat bu takdiri kimler yapabilir? Davası, şu dünya için görüşü olmayanlar nasıl takdir edebilir? İki buçuk milyar içinde dostluğuna güvenilmez denen insanların çoğu; davası, göriişü ve netice olarak karakteri olmayanlardır. Hayatın bu yolda verdiği büyük nasihat şudur : Değersizlerin, karakter­ sizlerin dostluğundan çekininiz ! Çünkü bu türlü «m:ıhlukat­ tan• dost çıkmaz! Değersizin değersizle münasebeti dostluk değil, sürüdeki insiyak hayatının bir parçasıdır. Dostluğun meydana gelmesinde, dostluğa temel verdiği­ miz sevginin doğuşunda nasıl birtakım unsurlar varsa, dost­ luğun sürüp gidebilmesinde de birtakım unsurlar var. Bu ikinci grup unsurların başında tesamühü ve feragati buluyo­ ruz. Dostluklar tesadüfle başlayabilir dedik. Doğru. Ama dost­ luk tesadüfle devam etmez"' lnsan iradesi, insan aklı, insan isteği bu devamı sağlayabilir. Bu demektir ki dostlukta mut· laka bir tesamüh · örgüsü var, 1 15


Kul kusursuz olmaz ! Dostluğu kuranların kusut işleme- . ycccğini düşünmek safdillik olur. Dost da yanılır, dost da suç işler. Dostluğun sürüp gidebilmesi kabah.atsizlikten değil te­ samühdendir. Birbirini affetmesini bilmeyenler arasında· dost· luk doğmaz değil fakat yaşayamaz. Bunu demekle, dostluk, bir kött .lükler, suçlar alemine Takdirle sevgi ile başlayan dostluk; meziyetlere, iyiliklere, olgunluklara dayanıyor demektir .Gene böyle devam edebilmesi için dostta· ki her suçu bir ayrılığın vesilesi yapmamak gerekir, diyorum. O suçu bir ayıp halinde dostumuza ye;·leşmiş görmek istemi· yorsak, tesamühü başa almalıyız. Bir ağacı, ;sevdiğimiz bir çi· çeği yetiştirmek için nelere katlanıyoruz! Dostluk gibi bir ni­ meti esirgemek, daha az sabra, emeğe mi mal c;>lmalıdır?

dayanmalıdır kanaatini uyandırmıyon: m değil mi?

·

·

Tesamüh ... Bu aslında kendi benliğimizden, benliğimizin aman bilmez iddialarından, isteklerinden, Jsrarlanndan bir vaz­ geçmedir. Denebilir · ki, hodbinliğin m. tolojideki Narcisse · gibi hep kendini seyretmenin, hep kendımizc sapmanın ·esirliğinden, tahakkümünden kurtulmadıkça dost olamayız ve pek z,or. dost d��

Söz buraya gelince, menfaat unsuru ile dostluğu karşılaş­ llk mukaddes şekli · kendimizi koruma insiyakının gereklerini bi­ lerek , düşünerek yerine getirdiğimiz işlere varır dayanır. Ken­ dimizi korumak Toplulukların ahlaklılığını ilk kanunlaştıran dinler de ancak bunu gözetmiştir. İslam dinindeki : «Zaruret­ ler, sakınılması, yapılmaması gereken şeyleri mübah kılar ! » s� zü, bu gözetmeni n bir örneği gibi alınab il ir. Kendimizi koru- · mak _sının içinde kaldıkça yaptıklarımız, söylediklerimiz hak­ lıdı r meşrudur. Ve dost hiç olmazsa bu haklı, bu meşriı sını ra saygı göstermdidir. Tesamüh yalnız itikat, yalnız düşünce, yal­ nız adet i şl er i n de değil; elbette kendin . kon.nna sının içinde tırmamız farz olur. Menfaatin ilk şekli � demesi caizse :

...

,

1 16


kalan öteki işlerde de hükmünü yürütmelidir. Dosttan bu kc::n­ dini koruma sınırının dışında kalanı bırakması istenebilir ve dostun bunu vermesi benim feragat dediğim şeydir Feregat ba­ zen - istenen şeyler, kendini koruma s,inırı içi ndeki işlere ka­ dar genişledikçe - fedakarlık denen fazi le t i doğurur. Bununla beraber, fed akarlığı bir dostluk temeli yapmak, onu fedakar­ lıktan çıkarmak tır. Bu itibarladır ki, tesam ühün yanında d os t­ luğun devam unsuru olan .fcragatı buluyoruz. .

,

Dosttan, kendini korumaya ya rayan imkanları bırakma­ sını istememek, gene en basit dostluktur. Fakat bu sınınn dı­ şında kafan, yaşama için bir çere� olan her şeyden vazgeçmeyi; yahut bu şeylerde müşterek inanlanmızla uyuşan yolu tutmayı isteyebiliriz. Hayat şunu gösteriyor ki; dostluğun ilk faciası hu isteklerim.izle başlar. Dostluk ister, ama dost, bir isteneni veremeyecek kadar adetlerine, çevresine düşkünlük içindedir. O zaman , dostumuzla olan münasebc; derimizde muvazilik, benzerlik yok olmuştur.

Meslek işinde, evlenmede olduğu � ibi dostlukta da taktir

ve seçme var deyince bir üç seçme arasında kader bi rliğini de koru"yoruz demektir. Şunu söy lemek i� tiyorum. Meslekte, e\"

lenmcde b uhran olunca yani falan mcslı.�k i çin, yetişen ve yetiş­ tirilen, hiç beklenmedik bir iş alanında karşımıza çıkınca; ya­

ni en

normal bir temel olan evlenme durmuşsa veya tesadüfle kuruJuyoı·, h emen bir t esadü fle de oı tadan k alkıyorsa ... bir

topluluk normal yaşamayı b ırak m ı ş sa: •ılır. Bunun gibi dostluk taki buhran da, dostluklardaki sfüesizlik de t opluluğun iç has­ talığ ın ı öyle meydana vurur. Dostluk yoksa dostluklar sürüp gidem iyorsa biliniz ki, o cemiyet hastadır. Devletlerle teklerin iç çatısını bi r görmekten uzağım. Ama şunu tespitten kendi m i alamıyorum : Tekler arasında dostluk ,olmayınca nasıl o tek­ lerin cemiyeti buhran içinde ise; cemiyetlerde görülen bu buh­ ran devletler arasındaki scvişmezliği, anlaşm azlığı belirtmiş olur. Buhran zamanlarında cemiyetlere bakınız : Hepsi birbi­

1 17


fine düşmandır. Nasıl ki öyle anlarda, bizzat o ccnıiycı lcrde

İ

geniş bir sevgi, ferakat, dost uk buhranı göze parpar.

·

Dostluklar, tıpkı bir aşk gibi, ana - evlat sevgisi gibi soy, millet, sınır tanımaz. Ve bu insana çok garip görünse yeridir. Aşk, çocuk - ana sevgisi tabiatımıza dayandığı içi ; dos Lluk ak­ lımızdan, irademizden kuvvet aldığı için ! Dedik ya : Dostluk cemiyet insanının _ve yalnız hür, eŞit insanı.n gerçekleştirdiği mefhumdur. Bu itibarla soy, millet, sınır tanımaz ama, derece

n

tanır.

un r r

Bu derecelerin en altında menfaate dayananlar l>ul u . Köpük dostlukla,rdır. En üstünde ise, aynı ideale gönül \'e miş olaiılann dostluğu yer alır.

Aynı ideale gönül vermiş

olanlar, yani davası olanlar dostluktan ayrılmaz mı? Ve insan dostu hakkında ya lmaz mı? Ah. . . hem nasıl aynlır!Hem nasıl aldanır ! Davası olan

i

dost olur, abii. Fakat o hiyanet de edebilir. Hiyanetin sebepleri insan kadar karışıktır. Yalnız hiya­ netin unsurları, psikolojisi 'ne olursa olsun, şunu görmekteyiz ki,· hürriyetin bulunmadığı cemiyetlerde, yahut cemiyetlerin büyük intikal devirlerinde, yahut eşitliğini, benzerliğini yani tecanüsünü yitirmiş bulunan alacalı cemiyetlerde yane bol­ dur. Hürriye tini yitirmiŞ topluluklarda yanet, kendi ocağın­ dadır ve sürekli dostluk demek olan vefa, mutlak bir iÇ hürri­ yeti, istiklal ister.

t

·

Hür, eşit insan:, kendisi gibi hür, kendisine, �şit insanla ve vefasızlık karşısında btitün

t

dost olduğu içindir ki, hıyane

insanlık aym nefretle, lanetle titremiştir. Bir emir kulunun, bir kölenin ııhlaksızlığı da, hıyaneti de bizi ayr düşürmez. Her davama ·adamı bilir ki, hıyanetin mekanizması, ya köle

h

ete

derecesine düşmekle nefsinin menfaatını müşterek davanın, idealin ,�ferinden üstün' tutmakla işlemeye başlar. Bmiunla

1 18


hl·rnh1..· r l l avasın ın adamı kahın dost, vefasızı değil, haini �cz�l­ landırıl'. ÇünkU vcfasızlıkta, nihayet insanın insanı aldat ina sı vardır; hu al datışı ve ·bu aldanışı doğuran düşkünlüğii anlayıp baihslavabi lınek mümkündür. Gene bunun için, büyük dostl a­ rı; o k k�rc affettiğin i göı'mek bizi şaşırtmaz. Fakat bir dava�

Ç

ya hıyand ederek dostunu arkadan vuranda, dostluğu çürü­ ten bir k(jtii kast vardır ki, affetmek çok kere imkansızdır.

Bumda aydınl atılması gerekli nokta şudur : Bir ·dostlu­ ğa temel olan davanın, ideal sahibinde değişmeler görülebil i r.

O daYay::ı, o i deale karşı itikat değiştiren ve böylece yeni bir d�ıvaya bağ l an an insan pekala görülebilir. Dost olan bu eski fikir a ı·k:::ı d aşını ancak d ostluğu n derecesinden çıkarır; yoksa açıkça ideal değiştiren insana hainlik damgası vurmaz. Hain, bir idt:.ıli bırakan fakat bunu söylemeye cesaret cdcri1cycn, bu bırakışını gizleyen, yeni bir ideale gönül vermeyen yahut bu yeni i deal ini de do stundan gizlcycndir. Böylece yalan ve gizlç­ me dostluğun iki korkunç zeh iri gibi belirir. E n t ri kadan ileri

gidemeyen , böylece yalana \'c

gizliliğe dayanan

zamanı�ızın

polit ikaları nın do s t lu k ları öldürmesi, dost tipini üretmemesi ve· insanlığa zerre kadar faydal ı ob mama sı bundandır. Ataların «gözden ırak olan gönül d en de ırak olur» sözü, dostluk bah sinde de ayn seviyelere işaret ediyor sanıyorum.

Normal olarak; ·öğre�imin, scyah�tlerin, uzun zaman memleket değiştirıncnirı doğurduğu seviye farkları vardır. Bu fa rk la r bir hıyanet d 1..·ği l bir zayıflama doğurabil i r. Yetmemek, kfıfi gel­

memek, doyuramamak gibi sebeplere dayanan bir seviye de­ ğ i şik l i kl � ri , dostlukta tabii görülebilecek zayıflamayı ' yaratı­ yor. Bu t iirlü zayıflamalara hem çare bulunabiliyor, hem de dostun Llosta karşı münaşeb ct l eri bir hıyanet, bir inkar kerte­ sine varr�ıyor.

• Düşenin dostu olmaz, hele bir yol düş de gör» sözünü de a t a b r boşuna söylememişler.

Bu söz, Dostlu�a dair . . . olan 1 19


giizcl ya7.ıda okuduğum ve benim biraz önce . seviye (ark.t için söylediklerimi genişletir bulduğum bir fi{tri, ataların da benim.; sediğini gösteriyor. Fikir. şudur : İki dosttan birinin yaşama şartlarında beliriveren değişiklik, dostluklanna kötü akıbetler hazırlıyor.

Bu hususta hayat şu sebepleri ileri sürmektedir : Menfaat­ leri çarpışanlarda ergeç anlayış, görüş, düşünüş ve nihayet 'Ya­ şayış ayrılığı doğmaktadır. Anlayış, görüş, düşünüş ve nihayet yaşayışt.aki benzerlik yahut muvazilik üzerine kurulabilen dost­ luğun bu aynlıklara dayanması, tabiata uymaz. Dünyamızla münasebetlerimizde, yaşama şartlarımızda meydana gelen değişiklik: karşılıklı talihimize, inandığımız prensiplere, geçim şartlaruıma, politik mevkie ait oluyor. Dost­ luğu yaşatan inanına. ·görme, yaşama benzerliğinden doğan de­ ğil. bunlardan güç' alan · muvazilikleri; servet, talih, �ruin,. poli­ tik mevki farklan zehirliyor. Tecrübe ile bellidir ki, karakterli bir insanın kanaatında beliren samimi değişiklik, dost1,1iıu in­ kisara uğratsa da korkutmaz, tiksindirmez. Bundan. başka, çalışılarak edinilen meşru bir benzerlik de - dostlukları ne ka­ dar değişik yaparsa yapsın - bir dostu ürkittmez. Fakat poİitlk .mevki farkı çok kere, gerçekten inanılan prensiplere dayanıl­ maktan ziyade, - şahsiyetten kaybetme . pahasına elde edildiği için olsa gerek· dostluklar üzerinde öldürücü tesir yapmakta­ dır. Politikayı çok kere, harcı alem olan aşağı manası ile ele alan şu dünyada, politik mevki farkı. pek seyrek .olarak dost­ luğu zedelememiştir. Aynı zamanda hem zenginlikteıı ileri ge­ len küçümseme ayıbını, hem müşterek prensiplere inanma­ maktan doğan yalanı ve gizlemeyi, hem en yakınına bile hük­ metmek ihtirasından fışkıran adiliği birleştirdiği, için, politika mevki farkı öteki değişikliklerden daha yıkıcı oluyor. İktidar yerinin zevki, insanlığın tanıdığı iptilaların galiba en korkun­ cudur. Çünkü en şiddetlisi, ea gafili, netice olarak da en adisi olarak görünüyor. Politikadaki yer, serbestçe ahnmıyor da bir 120


insan tarafından, bir grup t arafından veriliyorsa bu mevki ,

oraya erişeni bütün insanca imtiyazlardan vazgeçiriyor. Böy­

lece politik me\•ki - böyle cemiyetlerde - dostun k9leliğe düşme­ si, köpekleşmesiyle neticeleniyor. Bu düşkünlüğe rağmen, ge­

ne böyle cemiyetlerde politik mevki, yanımızda veya karşımız­

da fakat daha alt rütbelerdeki dostumuzu ufak, hafif. zavallı gösterebiliyor: Daha · dün fikirlerine taptığımız, görüşlerini baş­

kalarının üstünde bulduğumuz, her duygusunu insança yüksek­ liğin pırlantası bildiğimiz dost; politik mevki farkı doğunca gözden düşüyor. Müşterek imtiyaz olan fakirlik yahut . dostu­ muzun karakterine şahitlik ettiği için saygılarla andığımız bü­ tün tahammüller, feragatlar yanımızda bayağılaşıyor ve birlik­ te, dünkü dostu gözünüzde küçültüyor, küçültüyor, nihayet si­ liyor. Bize, eriştiğlmiz yeri veren veya vere·.ıler. topluluğun övünemeyeceği katJ.ar düşük, kötü bile olsa, o yere varınca ar­ tık oradan utanmıyoruz. Tam tersine, bizden farklı bir hayat

ve mevkide kahm dostumuzla utanıyGr, onur, dostluğunu unut­

maya çalışıyoruz. Böyle anlarda, politik me•rki veren mi, ken­ diniz mi daha alçalmışsınızdır pek belli olrıuyor ! . Bunun içindir ki - çok yanlış olarak - i nsanlara hükmet-. mek iptilası gibi beliren politik mevki; çok kere dostlukları kül eden bir hıyanet olarak karşımıza çıkm aktadır. Bizi, baş­ kalarına daha iyi, daha mükemmel hizmet etmeye yükseltecek olan bu imkan, bu yer; ne yapılır ki, bizi, bütün devirlerde, ben­ liğimiü daha çok hizmet etmek, yani benliğimize daha çok esir olmak haline sokuyor veya . düşürüyor.

· İş, bu kerteye düştü mü, artık, yanından yükselerek, fe­

rahlayarak, dünyayı güzel göstererek ayrıldığımız dost; bizi sıkmaya başlar. Hareketlerini kaba buluruz. Düşüncesi serttir, mutaassıptır. Konuşmaları sıkıcıdır. Onunla buluşmalarımız · artıJ< bize huzursuzluk, üzüntü vermektedir. Ve ... ve ... bu türlü buluşmadan sonra dostumuz için ilk dedikodu, ilk arkadan söy­ leyiş, ilk hiçe saymak başlamıştır. Artık mevzumuz biirnişdr, çünkü dostluk kalmamıştır !

121


HİSAR VE İNSAN HARABESİ Dün, topal dostumun, cgözl�rinin içi gülen• bu s1.:rseri şairin, aksak temposuna uyarak şehrin dışına çıktını. Batıda, heyb.:::tli bir gölge gibi, şehre çöken hisarı gördüm . Beraberce ' ona tırmandık. ,

Bugün şehirle kırın arasında bir bekçi gibi dikilen hisar, vaktiyle kralları misafir eden, krallara kafa tutan bir . şövalye imiş. Bugün koyunlarını güden değneksiz bir çoban gibi sakin, korkak duran bu duvarlar vaktiyle dinç kollarda ateş püskü­ rür, kan boşaltınnış. Duvarlar yer yer yenmiş, göçmüş . .. İri bedenlerdeki göçme­

ler, ihtiyar bir kadınin kovuk, morarmış, çüri1k dişleriyle dolu ağzına bemiyor : Kara ve karanlık !

Bu çürük ve göçük bedenler, çirkinliklerinden utanıyor­ muş gibi. yer yer sarmaşıkl arla sm.-ılmış, kaplanmış. Bu koyu , sık, yeşil örtünün saklayamadığı y erler, garip, kanlı bir sima­ ya benziyor.

Hisarın eteğinden dolanarak ' çıkıyorduk. Zamanın kemir­ diği iki kapı, bir karikatüre dönmüş, içeride geniş bir avlu , solda )rıkık odacıklar, karşı ilerimizde iri, dört köşe bir kulenin

bize yol veren küçük bağrı ... O bağn ağır ağır çiğnedik. Tepe�

mizde kııbbe olmaya özenen bir mimarlığın çizgileri çömelmiş gib iydi.

Geniş diğer bir boşluğa çıktık. Solumuzda bir çan kulesi­

nin çatısl.: Delik deşik bi� böğür gibi... Kalın gövdeli duvarlar ·ııfuklan gösteren kitap �ahifeleri gib

1 22

i,

yırtık ve kirli.


Hisarın tahta, çürük kapısını ittik. Taştan, dönemeçli merdivenler toz içinde, parça parça olmuş. Her parça ayağı­ mın al tın d a, yassılan bir omuz gibi çöküyor, dönerek yükseli­ yordum. Bu harap, bu dağılmış basamaklar, seciyesiz insanların b ed en i ne , vicdanına ne kadar beµziyor! ·

ilk kat, biçimi farkedilmcyen bir oda ... Ne imiş, neye ya­ raımş? Bilmem ! Bugün ışıktaıi. kaçan vebalı bir yüz gibi çirkin Ye lıarap !

Üçünc ü kat ... bir dama dünmüş... Diğer katlar çökerek bu­ rayı bir taraçaya çevirmişler. Bu yüksek düzlükte birçok ağaç­ lar bitmiş . . . Onların arasından i lerle d ik ve ufka bir kere d aha baktık : · Birçok yeşil renkler, batmaya hazırlanan güneşin ya­ ladığı bir sima gibi, renkten renge giriyor; çukurlarda güne­ şin k ıvıl cımlan, tozları ince nur taneleri gibi uzanıyor, titreşi­ yor. İnip çık an şu ovalar, tarlada çalışıp dinlenen birçok renkli elbise giycn bir kadına benziyorlar. Hisarın dördüncü katında bizzat kule bedenlerini görebi� liyonlum. Çiğneye çiğneye tepesine çıktığım bu bedenler; ye­ şil elbiseleri, güneşin baygın ışığından süzülmüş maskeleriyle, ne dinç, ne sağlam, ne heybetli idiler ! Her biri, yaralı, civan bir şövalyenin tunçtan beline benziyordu. Şu iri, geniş du'liıar­ lar, muhakkak o şövalyenin kemiklerinden örülmüŞtü : Sünge­ re dönmüş, delik deşik ,taşlarının göğsünde, sanki bir hayal ol­ muş o ces a ret lerin ruhu yaşıyordu !

Ova, ayaklarım ın altında daha baygın, daha sönük yakla­ şıyor; ta uzaklardan deniz göz kırpıyor... Şehir manasız kıvrım" larıyla, sevimsiz bir yılanın büklümünü, bayağılığını hatırlatı� yor. Yalnız muhteşem, kudretli yaşayan : Şu kule harabesi, geçmişin şu artığı !. Çok düşünceli in d im. Yukarı çıkan genç kızlara bir böcek kad a r bile ehem m i ye t vermediğimi hayre tle düşünüyorum.

1 23


Kapı da i k i büklüm bir cisim; biı· değneğin üs liimfe ilerli­ yordu. İlkin, şu harabenin perişan,· harap nıhu nu c i nler, şey� l ıınl a r ya rdı m ı yla bindiği bi r nevi hayvanın üstünde -. bana mu­ sallat oluyor sandım. Baktıtl\ ki bu, sakallı bıyıklı, yü7.ü sar­ kık ve l i me lime bir ihtiyar kadındır ! Ağzı, �u göçük ve karan­ lık hale bedenlerinden daha boş ve kirli; gözü şu kulelerin ince yarıklı gözlerinden daha fersiz daha karanlık, daha kirpiksiz; dudakları şu duvarların, katı ve sıyrık etlerinden daha cansız, daha kuru; elleri ... - oh ! O müthiş elleri... - şu duvarlarda biten tufeyl i değneklerden daha odun ve dikenli . . bir kadın ! Bir in· san .. bir insan harabesi ! -

.

Evet, bir insan harabesi ! Sözler ağzından iğrenç bir kö­ pük halinde düşen; elinde dayandığı değnek bir sihirbaz asası kadar gözlere korkunç görünen; şefkati manasız, lafı kıymet siz, tenine dokunulamaz, vücudu elbisesi gibi kirli, konuşula­ maz, sevilemez, hatta hatta acınamaz, güvenilemez bir mahluk, bir mahlu� artığı, bir artıklar harabesi! ­

Ovaların yaltaklanan taze göğsüne basıp dikelcn, kanlı mahmuzlu, dev gibi b i r şövalyeye benzeyen, bana heybet; hatı­ ra, ders ·veren şu hisar harabesiylc şu insan harabesinin mana­ sız, kıymetsiz hatırası, manzarası önünde parça parça oldum. Budha; bu müthiş devrin, bu felaketli_ devrin; ihtiyarlığın ıstırabını duyan ilk ve en iyi duyan peygamber olmuştu. Beynimde ıstırap; otlara uzandım. Şu yeşil renkler sade­ t abiatın zaferini, gençliğini söylüyordu. Şu güneş sadece ta­ biata vaatler yapıyordu. Şu kuşların neşesinde ancak tabiat vardı. Biz, insanlar hep fani, hep geçici bir siist\ik.

ce

1 24


Ç O C U K. . .

Ne kadar uzun ömürlü olursa k olalım, sonunda ölürüz. Ne sevdiğimize doyacağız, ne yapacağımızı bitirebiliyoruz, ne . düşündüklerimizin hepsine bir çehrt� verebiliyoruz. Kendimize ne kadar iyi bakarsak bakalım, gençliğimiz soluyor; gücümüz tükeniyor. Son nefesimiz gelince bakıyoruz ki ömrümüz ne ka­ dar kısa; hasretlerimiz ne kadar çok ve yapacaklarımız meğer ne kadar eksik bırakılmış. Bu herkes için böyle. İçinde hasret, pişmanlık olmadan ölen kim var? Tam bu sırada, oğlum haykırdı ve içeri girdi. O beı:rak . ses içimdeki bütün sisleri yırttı. Onun parlak kara gözlerinde cıvıldaşan, iştahtan, neşeden, sevinçten titredim : «İşte ölümü, ölümleri, fan.iliği yenen kuvvet ! İşte bu, umut ! » dedim. Gerçekten de, bizler çocukla devam ediyoruz. Hepimizin kapısını çalacak faniliği, her şeyden önce çocukla yeniyoruz. Yaptığımız veya yaptırdığımız bir e'i·, bir mabet, bir saray var mıdır ki çocuğtimuz kadar bizi aksettirsin? İstanbul'daki Beya­ zıt Cami'i, Sultan Beyazıt'ın değil, Mimar Hayrettin'indir. Be­ yazıt'ı devam ettiren Yavuz'u devam ettiren Kanuni olduğu gi­ bi ! Yaptığı büyük cami Mimar Hayrc:ttin'i bize hatırlatıyor ama onu da devam ettiren çocuklandır. Eserinin onunla nisheti çocuğunun kendine nisbetini andırdığı içindir. Mabet olsa olsa sanat adamım yaşatır. İnsanı yaşatan an­ cak, insan ufağı : Çocuktur ! So�; herkes bir Sinan değildir. Arkasından herkes bir Süleymaniye bırakamaz. Halbuki bir Sinan için dahi, insan olarak devam etmek hasreti, yapı ığı eserlerle değişmiş değil1 25


dir. İnsanoğlunun ihtiraslarını asıl gerçekleştiren çocuktur. Ço­ cuk, b izim yani insanın olduğuı içindir ki onda biz ihtirasları­ mızın ellenip ayaklandığını, dile geldiğini, hatta bizim diyeıne­ ducleıimizi onun haykırdığını sanıyoruz. Bu b;;ıkımdan aile bi. zim en insanca yanımızı tamamlıyor. En insanca zaafımıza ça­ re

buluyor.

Alpaslan'la birlikte Malazgirt'i görenler ne oldu? Kanuni devrinde yaşayanlardan kim kaldı? Üçüncü Selim devrinde ya­ ° şayanların hangisi bugüne kadar geldi? Hepsi şimdi toprak altındadır. Fakat °Türk milleti yaşıyor! Biz kendimizi, bin yılın kalın takviınindeki yaprakları açıp gelen · insanlari biliyoruz. Dünle o kadar biriz. Konuşulan dil birdir. Antropoloji vasıflarım.ızda köklü değişiklik yoktur. Bir topluluğu ötekinden ayıran anla­ yış, sevişi değer veriş dünümüzle bugünümüzde, büyük kütle­ · lerde ayrılmaz. Dün ve bugün ara!andaki bu köprüyü kur�n insan topluluğunu Hızır'ın ölmezlik çeşmesinden içirip ona de­ vam etme, ölümü yenme imkamnı veren, kısaca; bir yılın başı­ nı sonuna bağlayan şu takvim açısı sihirbaZ, çocuktur. Bir va­ tanı vatan eden şeyler dünün çocukları tarafından yaratılmış­ tır. l3u vatanı vatan olarak sürüp getiren büyük kudreti hatır­ lama da yine bugüni,in çocuklarıyla mümkündür. BütUn anıtlar, saraylar, sana.-lar, güzel veya çirkin fakat ölmeyen şeyler ancak onlara sahip olan çocuk, bunl�rı duyan çocuk, bunlara •mirasım• diyen çocuk va�a yaşarlar. İnsan­ oğlunun, ölüm karşısındaki derin, değişmeyen endişesini, yok olına için duyduğu korkuyu önlemek için bulduğu her şey : Dua, hayır, anıt, mezar, yazı, tarih... hepsi, onu devam ettiren, ona değer verdiren nesil bulundukça vardır. Nesil... Nesil dediğimiz bu gcrç.�k. çocuktan başka neyle mümkündür? ·

·

.

126

.


Bu bilmeceyi insan, millet denen sürekli, iç ve dış kavra­ mını bulmuş toplulukla çözüyor gibidir ! İnsanoğlu, beğendiği, aşık olduğu, üstün bildiği, her türlü bağlarla bağlandığı varlık­ ları barındıran, bu varİıklara şekil veren, ömür veren imkanı, bütün bunlarla benliğini koruma emniyetini milletle gerçekleş­ miş buluyor. Bir bakıma millet devam eden teklerin topluluğu­ dur. Devam etmek ... İşte bu imkan, teklere verilmeyen ölmez­ lik hakkını gerçekleştiren bu imtiyaz; metafizikten çekinen fa­ kat ölmezliğe hasret çeken insanı kandırabilen tek şey. Bu tek şey ise çocuğun varlığına bağlı. Bu itibarlardır ki çocu­ ğun üstüne titreyen, çocuğuna diinyayı feda eden ana ve babayı öfkelenmeden seyretmek istiyorum. İnsanı hayvanlaştı­ rnn, insan topluluğunu at karıncaları mahşerinden de aşağı dü­ şiiren hodbinlik belasını; ancak çocuğa yöDelince hağışla-y;ahü mek mümkün. Çünkü insanoğlu, özlediği ebediliği işte bu mahçuplukta buluyor. ·

1 27


BİR MEKTEP HATIRASI İ k inci sınıftık, amma heybetli bir sınıftık. Mektep, geniş bir bahçenin kenarına uzanmıştı. «Uzan­ mışt ı » diyorum; bir kat yapılması itibarıyla camiye: uzunluğu, yekpareliğine göre de kışlaya benzeyen, Sis'in « İptidai Mektebi»

ne daha yakışıklı izah olmaz ki ! ...

1 324'tcn evvelki · resmi binaların meşhur rengi hatırınız­ da ını ? Mektebim işte o karantina rengine boyanmıştı. Yalnız köşe taşlarının bembeyaz kalması , bu yeni binaya cana yakın bir tazelik, bir revnak veriyordu. 40 metre uzunluğun ortasında, yegane kapısı açılmıştı.

Bu ciiml� kapısından girince küçük \e dört köşe, zemini taş

döşeli bf r aralık vardı ki sağlı sollu çivilenen tahtalarla raflar, gözler meydana getirilmiş ve çocukların ayakkabılarını koyma­ ya ayrılmıştı. O zaman, tıpkı camiye girdiğimiz gibi, mektebe de ayakkabımızı çıkararak girerdik.

bir

Bu aralığın binaya açılan iri kapısı, daima iri, kalın p�n.lc ile örtülürdü. Kışın soğuk rüzgar nefeslerinden, yazın tozlarından içeriyi kurtarmak için, yorgana benzeyen bu iri, ka­ ba perdenin gördüğü hizmet cidden büyüktü. Onu ve kapının mandalını kaldırıp içeri girince eni boyu .

b:!şcr metre olan sofa bulurdunuz. Kapının tam karşısına ge­

len k ısmı n a yerleştirilen süslü, yükseci k sedirli bir kerevit; biı" dolap, i ki rahle, sağlı sollu duvara asılmış, ayn büyüklükte iki falaka, <l iv i t kr, hokkalar, maktalar... buranın muallimlerin otur­ duğu divan olduğunu anlatırdı. 1 28


Kapıdan girince, divanın sağındaki hüyük oda iptidai bi­ rinci sınıftı. İptidai birinci sınıf dediğim� bakmayın : Orada, şimdi ana mektebine verdiğimiz çocuklard ın, lise altıncı sınıfın

büyük çağda talebesine kadar her boyda çocuk okurdu. Diva­ nın bulunduğu bu sofa kısmı · kapının

sağına

konan

so]una

sıralarla - iptidai 'üçüncü sınıf haline getirilmişti. , Divanııı solundaki iri oda, bizim ikinci sınıftı.

Bizim sınıf cidden heybetliydi. 1 5 r ıetre uzunluğunda, 5 metre yüksekliğindeki geniş oda, .ağzına kadar doluydu. İçimizde yedi sekiz yaşında tabii tahsil yaşında memur çocuk­ larından, köylü, eşraf çocuklarına kadar her yaşta, her biçimde erkek talebeden başka birçok da kız vardı. Bu, kız·- erkek ka­ nşıklığınm en ufak bir uygunsuzluk bile çıkarmadığını bugün düşiinüncc şaştıkça şaşırıyorum. .

İçeri girince, yüzlerce an kovanından çıkabilecek bir inil­ ti ortalığı kaplardı. Bu gürültü, sallanmalar, gezinnıcler hoca giren e kadar sürerdi. «Büyük Hoca• dediğimiz başmuallirnin yalnız kapıda görünmesi ; «Muallimi sAni» İsmail Efendi'nin de kürsüsüne oturması her sesi keserdi. Birincisi gülmeyen, aman vermeyen sertliği le ödürnüiü koparmıştı. İkincisini severdik .

y

Severdik, çünkü o Kur'an hocasıydi. inci gibi bi r yazısı .. · vardı. Kalemlerimizi - kızmadan , darılmadan hep o güzelce açar; san, sevimli sakalında pürüzlerini gideririi. Fakat onun yalnız bizlın kalbimizi değil bütün memleketin gönlünü çelen sım, c Bi lal i Habeşi »i gibi yamk, masum bir sesi oluşuy<hl.

kuman­

Muallim girdi mi, sinıfm çavuşu cbak ! ıt diye bir da verir, bütün talebe ayala kalkardı. Kur'an hocası, Giritli büyük hoca gibi .aramaz; ceza verecek, can yakacak açık gözlülük göstermez: hatta gürültü· ·edenlere bakmazdı bile !...

kusur

Sis'"m en sofisi olan rahmetlik babası gibi, san tıraralt, gülümseyeı-ek kürsüye yönelirdi.

sakalını

kanş­

129


Kürsüye oturdu mu, talebe de yerine oturur. Kur'anlarını açaa-, beklerdi. Eğer yeniden ders ve�ekse . çavuşun Kelam-ı

Kadim'ini alır, biraz durur� sonra okumaya başlardı. Hepimiz nefes bile almazdık sanıyorum, ki :;ineklerin uçuşu işitilirdi. Onun sesine bilmem Aşık mıydık? Ukin İsmail Efendi'nin oku­ duğu Kuran'dan hakikaten Allah'm !:özü, Allah'ın sesi, Allah'm heybet ve ·rahmeti dağılırdı. Onun !çin de ders vereceği gün dersane ramazan günlerinin camisi gibi, Allah'a yakın olurdu. Kendi bir iki kere okuyup içimize sindirince; aramızda sesi en iyi olanlara okuturdu. Yanbşlan düzeltir; hele tecvit belasını biz.e şekerli bir hap gibi, eiiyetsiz hazmettirirdi. Aramızdaki iyi seslilerden biri .54 Veli'ydi. Çocuklar ona cküçilk hafız» derlerdi. Zengin bir manifaturacı olan babası kafasına, Veli'yi hafız yapmayı koynıuştu. Memleketin tanın­ mış hafızl�nndan ders aldırır, kendisi arkasını bırakmaz, ho­ calara söyler, beş vakit namazını camide yaninda kıldırır, ap­ destsi7 gezerse çekişfr, sabahını ihmal ettiğini işitirse kırbaçla canını çıkanrdı . Bu yüzden, yavrusunun böyle eriyip ilrkek, korkak sıska oluşuna dayanamayarak kendine karşı gelen ICa­ nsını bile bı ra ktığıqı o zaman . söylerlerdi. Bu devamlı gayret �ticesi Veli 13 yaşında olduğu halde, ramazanda mukabeleye bile çıkmaya başlamıştı.

Kur'an hocamız, diğer iyi sesliler gibi, . Veli'yi de sever, ona da •ayn bir gözle bakardı • Fakat Veli, hafızlarla çok dü­ · şüp kalktığıridan mıdır nedir; okurken hep dilini eğer büker; gerek okuyan, gerek dilııeyen · bir Türk'Ün içini bulandıracak bir. Arap gösterişi� özenirdi.- Halbuki İsmail Efendi, gırtlaAını . bozmay�; yalancık şive yap�yan, yapanları, hoş görmeyen, Arap gibi okumayı li.izumsuz, sevimsiz bir taklit bilen bir Ana­ doluluydu. .-Ayın»lan çatlatanlara hemen �ler, •zal•ları pel­ tek peltek çıkaranlara ters bakardı. Veli'niİı okuyacağı · Zaınan · hepimiz meraklanırdık. Sesini beiendilim:iz bu hafız ufağı ile .

130

'


Kur'an hocasının arasında, uzun, hiddetli · aynı 1..amanda gülünç bir mücadele geçmediği olmazdı. Bir cumartesiydi. · ıık ders Kuran'dı. Perşembeden ders verdiği için bugün dinleyecekti. Tatlı tatlı girdi. İyi seslilerden, Bayram Jloca'nın oğlu, on yedi yaşındaki Hayrettin dersi açtı. Çocuk su gibi biliyordu. Kırmızı renkli, güzel bir aferin aldı. Sonra Latif Hoca'nın oğlu İdris okudtJ. Dersi, masum, ilahi bir musiki ahengiyle okuyordu. Sıra Veli'ye gelince, İsmail Efendi kü.rsüden indi ; on kişilik sıralardan birinin başında otu­ ran küçük hafızın yanına geldi. Biz, adet olduğu üzere, Veli'nin cıı ayın»lan çatlatan, «Z»leri dilinde kubbe yaptıran, •ş•lara bir çağlayan şırıl tısı veren o meşhur cııeuzil>•lerinden birini bekli­ yor; Kur'an · hocasının yine - taklidini yaparak -·onu bu huyun­ dan vazgeçirmeye çalışacağını gözlüyorduk. Birkaç saniye ge­ çip hiçbir ses çık�ayınca, yüzü geçen bütün talebenin gözü o sıraya çevrildi. O sırada şaşılacak bir hal oluyordu : Veli'nin dudakları oynuyor, fakat sesi çıkmıyordu. Çocuğun bağırmak için çabaladığını anlıyorduk : Yüzü kıpkırmızı kesilmiş, bur­ nunun iki yanında terler birikiyor; gırtlağının damadan, mavi şerit gibi kabarıyordu. Sınıfta müthiş bir sükut vardı. Umulmadık, anlaşılma­ dık bu halin karşısında sebebini anlamadığımız bir korkuya tutulmuş gibiydik. Bu moraran beniz, bu titreyen, adeta çır­ pınan dudaklar, kanlı yaşlarla dolan, e\•inden uğrayan· ve Kur' an'ın üzerinden ayrılmayan O gö;e:ler; nihayet, taş gibi donup talebesine bakakalan muaJHm ... Bize öyle bir tehlike hissi ve­ riyordu ki neredeyse hep birden odadan kaçacak, deliler, çar­ pılmışlar gibi çığrışacaktık. Tam o sırada hatırlaması hala kanımı donduran· bir çığ­ lık koptu. İnsan sesine hiç benzemeyen, fakat tanıd"ığımiz hay­ vanlardan da hiçbirisinin haykırışına uymayan bu korkunç feryadın arkasından Veli'nin sıra üstüne düştüğünü, etrafın131


daki çocukların hep birden bağırışarak kapıya koşuştuğunu gördüm. Hem birbirini kapıdan dışarıya itiyor, hem de «Veli'yi cin çarpmış ! Uğramış ... Amanin ... • feryadı n ı koparıyorlardı . Ne ders, ne dersane, ne İsmail Efendi kalmıştı. Hepimiz peş im izden yüzlerce cin kovalıyormuş gibi, b ağırarak, birbiri­ mizi tepeleyere� kapıya, kapıdan kurtulmaya çalışıyorduk. Zannederi m, İsmail Efendi hep Veli 'yle uğraşıyor, bize batmı­ yordu b ile !. .•

Bi zi ni sınıfın bu hücum u , bu firarı , bu dehşeti, mualllm­ ler divanında yıldırım t esiri yaptı. • Mu allim mi evvel• yani & G iridli Hoca», iri pat lak gözleri büsbütün büyümüş; korku­ dan se diri n üstüne ayağa kalkmış deli gibi bakıyor, elinde kırılmış sedef tesbihin ht!r b iri bir yana yu\'3rlanan tanelerin­

den kalanlarını, farkında olmadan düşürüp duruyordu.

cMuallimi evvel»in bulunması Adet olan köşeye bakmak

bizim öyle kö klenmiş bir atletimizdi ki, bizi selam vermek için (bu Giridli ve pa t la k gözlü, daha Türkçe konuşmasını bilme­ yen hoca azması) bu ade te öyle alıştırmıştı ki, işte bu tl'hl i-· keli zamanda bile, bu kaç kaç arasında bile unutmamıştım. Avluya ç ı k an la r bahçede beklemiyor; ellerinde ayakkabı­ l arı , evlerine, çarşıya doğru kaçıyorlardı.

Üç gün mektebe gidemedim. Çok fena sarsılmıştım. Ailem bu had isen in aslını öğrenmeye çalışırken ben çok fen a nöhct· lcr geç i rm i şt im . Mektebe kork a korka döndüm. Veli sınıfta yoktu. Ço­ cuklar tamamdı. Hemen yanımdaki İdris'e küçük hafızı sor· dum. Elini dudaklarına götürdü, bir •sus ! • işareti yoptı son­ ra ku l ağıma yavaşça •Veli deli oldu ! • dedi.

Bir ay sonra babam haber verdi : Zavallı Vcli'yi cin ler­ den kurtarmak için bu radaki hocalar bir şey yapamad1khırın­ dan, Kilis t araflarındaki •Bap• şeyhine götürmiişlerdi. 1 32


İNMEYEN BAYRAK tiu toprak için toprağa düşen Çulmrovalılann ruhuna.

1919'da, Adan a sık sık soyulan evleri, silahsız ve şaşır­ mış halkıyla yekpare bir şey olmuştu : Yetim ! ,

Ömründe ilk defa böyle bir yabancı istila görüyor öm­ ,

ründe ilk defa devletinin kendinden etin

tırnaktan ayrılma­ sından daha müthiş bir azapla ayrıldığına şahit oluyordu. Ana­ dolu'nun neferleri, asker kuvvetleri çekilmiş; şehir herhangi bir belaya, hiicuma, tecavüze karşı,

şaşkınlığı ve endişesiyle

yapayal nız kalmıştır. Ermeni ve Fransız'dan mürekkep d iiş man daha gir nic

­

mişti. Yüzyılların nefesi tepelerden şehre, nehre dökül üyor, denebilir ki hüküm, hakimiyet, efendilik bu nefeslerde bir cJc­ ğimsağma büyüsü. gibi renklenerek yetim beldeyi sanyordu. Bu yetimin başındaki bu tarih tacı, gasıp'.ara bir ch�amın önünde mezar hırsızının korkusunu, endişesini veriyordu. •

Bu şehir unutulmamış, terkedilmiş ti . Anadolu buradaki hak i m iyet alametlerinin hepsi ni ya götürmüş, ya gizlemişti . Bi l mem Adana çocuğunun, Adana toprağının h içbir ::ılametc hacet bırakmayacak kadar Türkmen oluşundan mı ; yok sa kuv­ vetle zulmü birleştiren düşmanın mukaddes bir şey ta nı m asın a imkan verilmediğinden mi : Adana'nın, başına yekpare siyah örtü geçmiş, hüviyet i beliı'sizleşmişti.

İki gün sonra ehramın öo.ündeki mc:zar hırsızları gibi; dün va ta nı arkadan bıçaklayan, bugün t cnebi bir müstevli oluveren komitacıların ardından Frans!z kuvv-etleri şehre ya133


naştı. Hüviyeti belirsizleşen beldeye renklerini arması sökülen tarihe damgalarını vuracak lardı. Dört yıl hep· bugünü bekleye

. bekleye kuduran kaçak azınlıkların kini Franı;ız üniformasının altında şaha kalkıyordu.

İlk yanaştıkları, dininden çevfrmeyc koştukları : Şehrin . dışındaki •Yetimler Yurdu• oldu. İri, yeni binanın yetimlere yuva olan kucağı boşalmış, kendisi bir yetim olmuştu. Kim­ sesiz yuvaya dört Ermeni, bir Fransız akbabalar gibi koştu­ lar. Beş bin üniformalı haydut koşanların oynayacağı oyunu beklediler : Silahlar· hazırlandı.

Beş çift pençe, karışık renkli bir bayrağı asmak için bi­ nanın tepesine çıktılar. O zaman garip bir şey gördüler : Şim­ diye kadar nefesi tutulan boşlukta, helecanlı, telaşlı gözlere · görünmeyen bir Türk bayrağı birdenbire açılmiş, dalgalanma­ ya başlamıştı. Beş haydut hayalet görmüş mezar .bı:rsızlannm korkusuy­

la, ellerini çektiler.

Bu bayrağı kim böyle unutmuştu? ı)nu böyle her çeşit zora, tecavüze karşı, çarmıha gerilenin kudretsizliğiyle, dire­

pıde kim çivili bırakmış gitmişti? Onu şimdi parçalayacak­ serbest ve serbestlik kanadını kim­ bilir birikmiş kinlerin ayağı altında nasıl ı;iğııeyeceklerdi ! Aş�daki beş binlik, kiftle, �abırsızlıkla haykırdı : c Ne du­ ruyorsunuz? Parçalayın şu bezi ! • . Yukandakiler, bu haykırışma ile• di:i ildi, silkindi. İki ka· satura kının� çıkıp süzülen bayrağa lırladı; sonra bu iki demir tecavüzün sivri dili, ipek kanada dokunmadan dU�tü W'C beton zeminde büküldü.

lar; haşmetle süzülen bu

·

Uç tabancanm kısa nainlusu· kurşunlarını bu' çırpman kanada kustular : Renklerin en ınanahsıyla · kızaran kanat, na­ mı, hür çırpındı ve kurşunlar boşa akan ok yılanları hışmıy­ la hışıraayıp gitti. 134


Aşağıdan küfre benzeyen nam la r d uyul du : • N!! bakıyor­ sunuz·? Çıkıp yırtsanıza?• Hakikaten direğin gövdesini kuşatan hu beş silahlı, bir nevi korkuyla donmuşa benziyordu. Demfre, kine güler gibi, dudak büker gibi dalgalanan bu bayrak onlara meydan oku­ yor, çanlı harikulade bir çehre gibi görünüyordu. Onların an­ laşılmayan bu bekleyişi, bu tereddütü ... aşağıda bekleyenlerin sabrını tüketti. Safların arasından on kişi birden fırladı. Ga­ zaplı bir azimle •Yetimler Yurdu•nun beyninde geçen hu bek­ lenilmeyen sahneye koştular. On beş düşman, muhasaraya aldıkları nazlı bayrağa bak­ tılar. İçlerinden birjsi : •Direğe çıkalım ! • dedi. Ve hemen tır­ manmaya başladı. Yarı yere kadar varmadan tırnakları sökü­ lerek, dizleri bükülerek geri kayıp düştü. Diğer birisi eline' sap­ lanan bir kıymık yüzünden inleyerek yuvarlandı. ı:>ört ·Erme­ ni komitacı aynı tecrübeyi, aynı eziyetle, netice alamadan tek­ rarladı.

O zaman; uzun, çok uzun, kömürleşmiş bir çam ağacına benzeyen birisi; öteki dört iri gövdeliye : « Direği dördünüz kucaklayın; omuzlarınıza basıp çıkayım: şu bezi elimle hen parçalayım• teklifini yaptı. Hemen omuzlarını onun ayağının altına serdiler, agır ağır dikeldiler; insandan bir çeşit kule yapmış oldular. Haydut aldanmamıştı : Bu insan kulesinin omuzunda yükselerek tutmak mümkündü. Elini hışımla uzat­ tı, şimdi daha tez, daha sesli çırpınan kırmızı kanadı avuçladı. Aşağıdan beş bin gırtlak haykırdı : «Yaşa ... Parçala, durma ! » Uzun marsık, gibi el, kinle ipek kanada asıldı ve müthiş bir foryadla evvela direğin bulunduğu sahan l ığ ı n korku luğu üstüne, sonra tam yere, bir uzun marsık çuvalı gibi düştü : Ezilen hu insan gövdesi şimdi tam bir yı ğın bez kes i l m i ş t i . Bayrak, kanadının bir iki tüyünü feda eden efsanevi b i r anne 1 35


kuş

g ib'i.

bu saldıran azgın ele

parçası nı vermiş; haydut hızını gitmişt i . T a ilk zamanlardan

beri

ancak bfr kcnanmn

zaptcdcmt..-ycrek

yırtılah

yuvarlanmış

efsane, tılsım, mucize Hıristiyan­

lığmın - bu yan haydut, yan ehlisalip artığı - mensupları ar­ tık duramadılar; düşünmeye bile lüzum görmeden büyük bir korkuyla kendilerin i sahanlıktan merdivenlere attılar. Yerde, bir ölü soyucunun ortakları gibi bekleşen sürüden artık ses

çİkmadı : Hepsi şamar yiyen bir çocuğun şaşkınlığı, perişanlı­ ğı ile donup kalmışlardı. Bütün bu düşman kütlesinin vicda­ nına bu şaman indiren bayrak, kendini indiremedikleri direğin ucunda - temsil ettiği memleketin, milletin kolu gibi yükselen

bu tılsımlı direğin ucunda. . . - süzül üyor, süzülüyordu .

«Yetimler Yurdu»nun öbür tarafında, bir kamışlığa sin­ beş yağız çocuk, bir saattır, bir facia seyreder gıôi, her şeyi unutup bakakalmışlardı . Dün vatandaş dedikleri, bugün kendilerini - yabancı bir devlet bayrağı adına - köleleştirme­ ye koş;m bu sürüye bir şeyler yapmak için, daha her türlü

miş

resmi mecburiyetten affedilen bu Adana çocukları, ilkin bura­ dan biraz etrafı gqzetlemek istemişlerdi. Onlar da ilkin gör­ med ik leri Türk bayrağının göriinüşüne şaşmışlar; ona yapılan

hücumun muhakkak neticesini düşünerek donmuşlardı. Düş­ manın teslim alamadığı bayraitın çevresinde geçen facia bitip, beş h i n haydut ağı r ağu· bi nanın içinde kaybolunca; hilA gü­ lümseyen, hala zaferle_ uçan bayraklanndan lar -ı;e birbirlerine baktılar.

gözlerlft.i ayırdı­

İçlerinden biıisi : cGeri dönek, haber verek. . . • dedi. Hep birden ağır ağır şehre döndüler, cSetbaşı'na gelin� arkalaİ'ı­ na bir daha baktılar. Uzun boylul a , inmeyen bayrala baka baka :

. « Bunda bir Al lah işi var• dedi ; hepsi imanfa başlarını salJadılar ve şehrin iç ine girdiler.

136


KOY KADINI



KÖY KADINI

Anadolu'yu, -bütün haraplığı,· geriliği ile beraber başka yürtların. üstüne çıkaran asıl mucize nedir bilir ın�iniz? Köy kadını ! ... Köy kadını... Milletimizin ·.büyük yığınının kadını !... Ço­ cukluğunu duymadan kızlığa, kız yaşını tanımadan kadınlığa, kadınlığına doymadan toprağa geÇen mahluk ! İşte bu, bizi bir millete, bir vatana mensup olduğumµzu söylemek gururu­ na, iftiharına kavuşturan asıl sırdır.

Onu sakın gazetelerin, mecmuaların cümleleriyle tanıma­ ya kalkışmayın... O yazılan yazanlar ne köyü, ne köylüyü, ne köy kadınını tanırlar. Köy, köylü, köy kadını bu milletin bili el dokunulmamış sırlarını, zenginliğini meydana getirmekte devam ediyor. O elmas çekmeceyi açacak anahtarı, geçiş dev� resi nesillerinde aramak boştur . . «Köy kadını» demekle Türk kadınını, yahut asıl Türk kadınını ifade etmiş oluyoruz. Bir kere o, bugünkü milletimi· zin yüzde yetmiş beşini doğurmuştur. Sonra bir millete millet dedirten unsurların büyük kısmını onun yarattığına, şimdi· çoğunu onun koruduğuna, nesilden nesile onun geçirdiğine inanıyoruz. Bundan başka hepimiz biliriz ki, şehir kadını, köy­ den gelmiş, köyden sivrilerek şehrin eksiğini tamamlamaya gelmiş olanlar bir yana bırakılırsa bu milletin ana benliğini temsU etmekten uzak bir sayı azlığı, bir mana yoksulluğu· için­ dedir. Şehir kadını - hiç olmazsa onlar arasında Türk kadınlı­ ğını temsil ettiği zannedilen · sözde münevverler - içtimai ( fonc­ tion ) olmayan veyahut, çekildiklerinde bu ccfonction• zarar 1 39


görmeyecek, hatta b ugü nk ü duruma, scıaınct bile bulacak olan .bir azlıktır. Bugün için, onun devam ettirdiği hayırlı bir an'ane, üzerine aldığı mü.spct bir •mission vazife» yoktur. Göreneklerin «müessese» haline gelm i ş en değerli, vazifelerin en ağın ve mukaddesi olan aanahk» bile; şu veya bu sebeple şehir kadınının kaçındığı bir mana almıştır. Şimdilik sıfatı : Eksik bir okumanın, kötü bir lüksün kibrini gezdiren beynel milel bir müsrif olmaktır. Halbuki köylü kadını bu milletin kaderine ait tarihi bir cmission»u bulunan bu milletin varlığı ile alakalı an'aneyi devam ettiren, şehir kadını azlığının çok kere uydurma salonlarda erittiği millet yapısını boyuna tamir eden, tamamlayan bir çokluktur. Bunun içindir ki, köy kadını sözü ile biz, asıl Tü.rk kadınını kastediyor; doğru bir ifade bul­ duğumuza inanıyoruz (ı) . -

-

·

Bu türlü anladığımız Türk kadını, bizim, bütün milletle­ rin karşısına hiç korkmadan çıkmamızı temin edecek büyük­ lüğü" nefsinde toplamıştır. Hiçbir millet gösterilemez ki varlı· Ama ait imkinlan, şartlan bizilnki kadar kendi kadınlığına borçlu olsun ! ... '

Kaç asırdır, sözde metropol olan Anadolu, kendi müstem­ lekeJci·i yoluna, doğranan bir damar gibi, boşalmaktadır. Os­ manlı İmparatorluğunun tek endişe, tek .merhamet, tek saygı göste rme den her türlü « kumarla ra bastığı» Anadolu'nun in­ san serveti; bugün hala millete yakışacak kitlede i se bunu yal­ nız köylü kadınına borçluyuz !. .. U>

A nkara'da. ·Ulus Meydaru•ndaki abidenin bir köşesini süsleyen

•Mermi taşıyan kadın• heykelinin bütün güzelliği, bu millete alt

kur�uluş

anıtında yer alan, yer almaya layık olan kadınlığı •köy­

lü k adını · olarak temsil e mesi değil midir? Ve yine yalnız bu

t

bakımdan. Prof. Matşın kadınlığımıza ait Cene ' değerli bulmaktayız.

1 40

vre nutkunu mtmalı. ·


Anadolu'yu iki yUz yıla yakın bir akınla yeniden fethediı yeni bir hüviyete sokan en son Türk göçü; bu ülkede Bizans, · İran, Arap ve daha başka millet kültiirlcrinin birliğine ar)>tı Türkmen kültürünün, yalnız başına çarp tığ ı :ı>u birleşmış kül· türlere, sonralan imparatorluğumuzun Enderun müesseseleri de katıldı. Bugün mükemmel bir surette görüyoruz ki Türklerin Anadolu'da büyük cmission• unu durduran Moğol istilası gibi, Haçlılar gibi engellerin yanında bu müthiş kültür düşmanlığı da yer almış bulunuyor. Fakat, öteki engelleri silip süpüren büyük kudret, kültür imtihanında da yenilme�iştir. Bu kül­ tür zaferinin asıl kaynağı köy kadınımızın haberi olmadan Al· lah'ı, taşıyan bir Sina ağırlığı ile, yüz yıllardan beri akıp gelen Türk kültürünü, kapalı ruhunda korumasıdır.

.

Türk kültürü gibi, Anadolu'nun iktisadı da, imparatorlu· Run kwnarbazlığına bahşiş ·Verilmişti. Bilhasa yeni deniz yol­ lan bulunması yüzünden Anadolu, tı ansit yeri olma ehemmi· yetini kaybedince, bozulan muvazenı!, Avrupa sanayiinin dev· leştiği devirlerde bizim için bir fehıket halini aldı Anadolu,. nun harp lerden arta kalan vanyoğu, bu devrin inira�edi nesil· Ieri ile Türk olmayan azınlıkların elinde Avnıpa'nın vahşi al­ datmaya yarayan müstemleke mallarına akıtıldı. Bu eşsiz is­ .

rafın bitirdiği millet bünyesi « Kurtuluş harbimiz» de, yıllarca büyük millet davasını zafere götüren bir malzeme, takat kay­ nağı imkanını, vazifesini görebildiy:>e bunu, ancak, köylüye, onun harikulade tutumlu oluşuna, hatta... hatta onun insan ihtiyaç1annın ve seviyesinin aleyhine kullanacak kadar sabırlı, kanaatJı oluşuna borçluyuz. Köylü· '!rkeği şehirle, şehirli ile nispeten çok temastadır; şehrin Jı ötülüklerine, israfına daha çok akışı mümkündür. Amma çocukluğu duymadan kızlaşan, kız4'aşını tanımadan kadınlaşan, lcadınlığına doymadan top­ raklaşan köylü kadını ; sert bir tahammül dininin bütün mera­ simine riayeti sayesinde Aİıadolu'yu tam bir iflastan ku r t aran · asıl amil olmuştur.

141

.


Köy kadınının büyüklüğü, eşsiz kıymeti Türkiye ıçm, yalnız onun tarihi «missionu•ndan ileri gelmiyor. Köylü ka­ dın, bugün de dün gibi, memleketin kuvvet aldığı en feyizli pınar olmakta devam ediyor. ·

Nüfus meselesi Türkiye için bir ölüm kalım işidir. Bu işte köy kadınının. yükündeki misilsiz ağırlığı anlamak için köyün tam bir imkansızlık gösteren manzarasını göz önüne getirmek yeter. Bayramdan bayrama et yiyen, zaman zaman şekerin var­ lığını büsbütün unutan gıda yoksulluğundan, her çeşit ava· danlıfia, her çeşit sıhhat vasıtasına kadar coğrafyanın lutuf­ karlığı şöyle bir yana durursa tam bir yoksulluk içinde çocuk büyütmek, bir şehirli kafasıyla, bünyesiyle helaların belasıdır. Fakat, e-ç•inin, işinin her şeyi olan köy kadını, bu cbelaYı • dok­ torsuz, ilaçsız, her yıl meydana getirmeyi VE.�ifeden büyük bir şey bilmekte devam ediyor; bir tane bile çoı;uk yetiştirmemek için her türlü mazereti öne süren şehir lrndınının ak.sine o, cçocuk belası•nı' kendi sütü . ile veya . kendi kanı ile besliyor. Ordunun kurtaran safları rtıukades safları, köy kadınının her şeyini vererek büyüttüğü Mehmetlerle meydana gelir. Sınırla­ rın dört yanuu kuşatan: düşmanı ve teknik üstünlüğüne Ana· dolu'nun çıkardığı büyük tarihi ·kalkan : Ordu; köy k�dınının kanı eseridir. Anadolu'nun çetin nüfus işitti biz, işte bu eseri veren köy kadınının büyüklüğü ile halledeceğimize inanıyoruz. Ana olarak aldığımız köy kadını hala ahengini yitirme­ miş cemiyetlerdeki feragatın büyüklüğünü taşıyor. Kendi nef­ sine düşmüş bir kadın örneğinin bozgunuI)u, hakikatta bütün muvazenesini yitirmiş olan köyde daha tamamıyla görmijyor­ sak bunun sırrı köyde henüz ayakta duran ailedir. Şehirde aile nedir ki? Her çeşit keyfin, hevesin oyunca­ ğı ! ... Bazen iki toy çocuğun «sevişiyoruz ! ... » demesi, bazeıi iki ana babanın karşılıklı kibri, arzusu, aile denen millet tem.elini kurutmaya yeter . Böyle heveslerle kurulan yuvaların aynı . �o-

142


!aylıkla, göçmesi, cemiyetimizin intikal . devrindeki alametle­ rinden biridir ( İstatistiklere ve adliye dosyalarına bir gözat­ mak bu hususta şahit arayanlara yeterince v�sika verir.) .

da

Köyde... ailenin temeli toprağın derinliğine girmişti. Ora­

yuvayı gelip geçic• hevesler değil , ilk insanı coşturan cins

ihtirasları; yahut toprağın ancak köy çocuğu tarafından işiti· lip anla�ılari esrarlı daveti, emri... kurar. Bu itibarla da köy kadınının lgönlünden erkeğini ne ölüm, ne mahşer siler. Köy­ deki aiJe' yuvasını harbin tırpanı bile güç devi_rir. Köy kızı yoldan çıkmaz mı? Şehrin sözgelimi, Ankara' da ki telsizlerin ... korkunç de�irmenine düşmezse; onu yoldan

ç ıka rmak için kocası olmak farzdır. Ve o kıratta bir cDiya­ naıoyı kaçırmak için «Köroğlu» kadar efsaneleşmiş köy erkeği olmak şarttır. Kızı kaçıran erkek, sonunda hayat arkadaşına sahip olmayı ihtiras yapan bir kahramandır; seniiğiyle kaçan kadın, aşk ihtirasını her tüdü riyakarlıkların kabuğundan sı­ yırmış bir anadır. Onun suçu

de kendine

yakışacak büyüklüktedir.

Ne analık feragatındaki bu tabii büyüklük ne. kadınlık iht iras ındaki bu temiz, büyük tabiilik,.. neye inanacağıni bil­ meyenlerin, hele gönlü boşalmış süslü mankenlerin kan değil­ dir. Her üstün gördüğü teknik sahibi millete· benzemeye yel­ tenen cemiyetlerin kadını, her gün. put değiştiren bir dinsize benzer. -Onun gözünde feragat da, büyük ihtiraslar da birer aptallıktır. Köy kadınının, inandığı, sevdiği şey bulunan ben­ liği, bugiin de k ühü rümüzün �ferini vaadeden tek ihtiyat kuv­ vetimizdir. Asırlardır kültür sahasında deha veremiyoruz. Bü­ tün müesseselerimiz havada dönen boş, yiyici bir çarktır; baş­ ka milletlerin bulduğu, yarattığı şeylerle yaşayan bir tufeyli­ dir. Bu durgunluk, bu gerileme, bizde orta sınıfı beslemesi la­ zım gelen köylünün düşkünlüğüne müvazi bir iniş çizgisi çiz­ miŞtir. ·Bugün yarata � milletlerin kafilesine katılmak için ken143

·


dimize dönüyoruz. Bu dönüşle bi;..e cevap, hep köyi.i ı ı hağrm­ dnn · geliyor. İ nsanlığın karşısına ç1karacağımız her ş1.,yimizi orada n topluyoruz. Halk dili, halk edebiyatı, halk şi iri, halk zevki, halk musikisi, halk oyunu, halk ahlakı .. dediğimiz ma­ nevi mirasın büyüklüğünü her gün biraz daha iyi anlıyoruz. .

Hakikatta, bu kült.ürü olanca temizliğiyle, eksiği · veya fazlasıyla saklayıp bize devreden; her çeşit kültür karışıklığı ile sersemlemiş, hangi yolda . ilerleyeceğini şaŞırmış şchirlcri­ mi:z değil, köyümüz, köyümüzde köy kadınıdır. Ninnisi, ağıdı, türküsü, hikayesi, atalar sözü ile köy kadını nesillere Türk ...

dilinin. güzelliklerini, Türk musıkisinin artık beynelm ilel olmak yoluna giren melodilerini nasıl aşıladı, öğretti, sevdirdi ise; Türk dansını düğündeki, harman yerindeki, tarladaki halay­ ları, oyunları ile öyle muhafaza etti; Tiirk efsanesini, masalla­ nnda öyle yaşattı. Rengin, renk ahenginin unutulduğu,

Türklcrl:c

i.!rişile­

memiş bir nimet sanıldığı bu nankör zamanlarda. ccncbilcr­

deki. kadar kendi çocuklarının da bilgis�liğine, istihkarma ve iftira sı na cevabı, köy kadınının el işinde bulduk. Cem iyctimi-' zin bu yoldaki dehasını, tezgahının, kasnaAtnın üzerine eğilen · Türk kadını korudu ve bu Türk kadını na ırkın odJinal mot:f­ lerini köy kadınının an'ane ve tabiatla beslenen Hrnçkk:ri

1l

verdi.

' Bütün harp sonu nesilleri gibi bir haşrüncşir geç iren ah­ lak b ünyemizde iyi, götü bize, bizim damgamızı vuran ne var­ sa köyde, köylüde, köy kadınında bulmuyor muyuz ? Türk erkeği, Türk kadı:ı;ıına bakınca daha çok gezen, daha çok ka­ nşan, daha ç ok yadırgı tesirlere kapılan bir unsurdur. Hal­

buki köy kadını; toprak, dam ve ağıl1a çevrelene.ıi fılcıninin sı­ nırlarım taşmayan muvazeneli varlıktır. Bu i tibarl a ktiltiirü­ müz, onun ağırbaşlı çekmecesi içinde bin türlü yac1 ı rgı düşmanlıklarını arkada bırakarak bb;i bulabilmişlir. ·

144

kiil t ür ··


Dünkü im para torluk içi n bir kumar fişi alan An.:ı<lol• •' nun qıetropol ikt,sadında o· büyük felaket içinde! . ... Yerli l:tir · iktisat tekniğinin mayasını koruyan : Küçük f;czgalu, çıkrığı; iği, kirmeni, çap?Sl, sabanı, döneği, orağı ile köy kadını olmuş­ tu. Bugün de Türkiye iktisadınin temeU olan .ziraatta en (.'sa�b unsur halinde karşımıza yine o çıkıyor. Kendi iktis1.ıt num.ızı.;­ nesini yitirmiş olan köy, bugun·hdlA nefes alıyor, hatt a bir dç\"' lct çerçe\:esini, bütünlüğü ile ayakta tutan cüzii tam gibi mu ha­ faza ediyorsa, bunu başka milletlerle nisbct kabul cli}:l\!ycıı ucuz bir el eriıeği bolluiıunııil, bütUn istihsalde omurga kemiği olmasına · borçluyuz. ·

, Köydeki el e�eği ! ... Çalışanların ckmelini yapan , tandır­ · da veya ocakta pişiren, onu en uzak bucaklara kadar eriştirip .

dağıtan, dağda. süriiyü otlatan, oriu köye getiren, sağan, yoğurt,

yağ, peynir yapan ve bunlan koruma tedbirleri alan; yal1ut

sürüyü kırpan, kılı yü nü temizleyen, eğirerek onu dokuyan ya­

hut hammadde olarak satılacak hale getiren; t arlayı süren, eken, bekleyen, mahsülü biçen, h arman eden, ambara taşıyan, satışa çıkaran yahut , bankaya olan borcunu ödemek için şeh­ re döken; borca ve bin mihnetle aldığı hayvanları otlatan; ya; rasım ve çıkığını saran, Iıastalanmca şifa bu l an , ölünce eli böğ­ ründe, yükün altına kendi giren ... el emeği ! BUomn karşıl ı ğı ya bir hiç tir, ya b ir yığın borçtuı·, ya mü selsel '>ir açlıktır. Bir .ıpü thiş hiçliğe dökülen bu bedava el emeği, hc�:abı hiç ı u ı u l ımı­ mış el emeği : IC.Öylü kadınıuındır. Bugün müthiş bir ho7.gun fı1cminin a nsımf a , Aıı�ıdolu köyleri nd e bir tahammül mucizesini gürüyvnız. Büylcn�. lw­ şeriyct i n en çet i n buhran devrini i nanılmaz b r si.i k lı n ,..... ..·ın­ niyet içinde aşımlya çalışıyotsak bunu; yalm:� köy is t ihsa l i n ::! el emeğini veren kty kadı nının, o yam a n cnı:rj .yi, çah!;imayı he­ saba kalmayac•ık k ada r cngi:ı hir göni.il zt!ııg i ı ı l igiyk· y.ı l':ı d ı l ­ ınış olmasında, b i r kere bile emeğinin h.:s<ı h ı ı ı ı , lü:ı ı ı l i ı ; ; ; � \·. tenlerden ara m am as ı n d a hulımılıyız. ..•

!

ı .;

·


BütilJi dını acaba

bir milletin

bugün

en bikir ihtiyat kuweti olan · köy ka­

nasU. görülmektedir�• Millet hayatında ona

ayruan yer nedir? Sıfırdan· daha aşalı bir rakam !...

Sıfırdan daha aşağı.,. Çünkü, kö.v kadını, hesaba . gipni.. . yen k:uvvettfr ! Onti şehirde : Yafancı ve gırtlai� bdar do­ landırıcı oorca' göqıülen lüksün pudrası. kızılı attsında top­ raktan; kÖyde : Toprak rengine . girmiş �ipsiz erkeğinden . farkeden ' kimdir?

·

·

·.

·

Ona şehirde, şimdi hedefsiz bir süs ömrü geçiren renksiz adaşlannın uşaklığı, lüks hademeliği layık görülmüştür. Ya­ hut barlarda, en sefil iştahların laıİıbasım taşunak, hızını din­ dirmek vazifesi verilmiştir. Köy kadınının, belki asırlardır içine akıp toplanan; arzularına kavuşması 1ehrin. bu ·en sefil köşele­ tjiıde .boğazlanan haya ve iradesi pahasına olurk�n. köy �adını, elinde olmayan sebeplerle şehre boşalı rken mesc.Ja bir Telsizler mahallesinin her bakirliği kaZıyan yaman esirlik makinesi diş­ lerinden onu koruyan hangi teşkilattır? Buna aldıran kimdir? Hakikatte, köyldlinden koparılıp

şehirler.in kayıtsız ve

· hor gören bağrında, şeref öğütc!n değirmenlere dökülen Türk

kadınını, barların ve alelade . yerlerin kirleten ışıklan ' altında görenler, içtimai vazifesini,. tarihi cmission•unu ebediyen kay­ beden bu yeni cins lüks ve haz paryalarının artmasından· deh­ şete düşmekte haklıdır. Köyün muvazenesi bozulalı, onuiı ka­ dmını şehirde yalnız bu akibet �kliyor!. ..

·

Aile temelini sarsan kültürlerin bozgunundan hAla uzak; kadını kozmopolitleşen kültürlerdeki kısırlıktan şimdilik ha­

bersiz; çöküntüye uğrayan cemiyetlerde lüks hayvanına yak­ laşan kadın olmaktan hemen tamamıyla münezzeh; takatı tü­ kenmiş millet iktisatlannda israf çarkı haline giren kadın maktan henüz çok uzak olan köy kadı nı; erkelin arkadaşı ola­

ot-·

rak, ana olarak ailemizin ve milletimizin temelidir. Ondan bi­ zim beklediğimiz : Sefaletin bekçiliğini yapması delildir. Onun

146


sabrını, iradesini takdis cdişimi:r., köyün geri 've pcdşanlığma

sonuna kadar şuursuz bir seyirci · olmasİndan ileri gelmiyor; Biz onun; tarih felaketleri, cefaları ' üstürlc yükselen c·anhlığtna; felaketi, kaderi yenen takatıiıa hayranız. ·

Fakat köy kadını tıpkı köy, gibi, bu muvazenesiz, borçlu, daima «başkası için kullanılan emek• olmaktan çıkacak; köy çerçevesini doldurduktan, köy çerçevesinde bereketlenip güm­ rahlaştıktan sonra Şehrin yediği, erittiği nüfusu tamire, telafiye akacaktır. Köy kadınını ; kadınhğını yitirmiş, unutıritı'ş bir ırgat · halinde bırakan; yahut teknik adına, ilerleme adına onu böyle bir ırgat bırakmayı bir keşifmiş, bir hünermiş gibi . . beyinlere sindirmek isteyer. herkesten, her usulden tiksiniyoruz. Köy kadınını yuvasına dönmekten; yuvasında ana, eş, hemşire, sevgili olmanın imtiyazından ayırıp sözde iş, sözde teknik pazarının pary'ası sefilliğinde hapseden her terbiyeden, her tahsilden şüphe edeceğiz. Ondan . asıl beklediğimiz : Bugüne kadar olduğu gibi, bu milletin kendine mahsus nesi varsa, onun haznesi kalması, bu milletin gizli ihtiyat kudreti olmak sırrını vermemesidir. Şeh­ rin bugünkü dalgalı, her ari değişen bünyesi Türkiye'yi beğe­ nilmeyecek karışıklığa uğratırsa, köyün ağır ve uyanık şuuı'u, an'anenin tartısını ağır . basacak; ziraatımız vasıtasıyla millet iktisadımızdaki mm:-azenesi sayesinde şehrin kumara basacağı her kuvveti telafiye o koşacaktır. Her çocuk yeni bir imkan, yeni bir istidat, yeni bir umut­ tur. Köy kadınından, yani büyük Türk kadını çokluğundan beklediğimiz bu imkanı bu istidatı, bu uinudu bol yetiştiril­ mesi, iyi beslemesi ve onu, bizim olan ruhun, ahlakın en te­ miz örneği gibi vermesidir. tıie bu .bizim olan ruh ve a'1lak ! Bunun tek kefili bugün köy kadınıdır. Şu İstanbul'daki Polo­ P :!Z köyü ile bizim köyleri mukayese edince duyduğumuz ge­ rilik ezasını, utancını, köylerimizin . morfolojisindcn geliyor ·

147


zann�denlcr . ne kadar yanılıyor !

...

1stanbul'ua bize tek kadeh

temiz sü t içirmcyen bela mandıranın hem de asri mandıranın

yokluğu mudur? Yoksa siit dcı ıcn gıdayı tclvis etmekten czft mes'uliyet duymayan ruhuil ta� kesilmesi midir? Ankara'nm dibinde Polcnez köyünden güze:, asri köylerimiz var. Onun in­ sanı, har;ıp köylerimizin insanından daha verimsiz, daha geri ! AnadoJu'nun köy kadını bizim bu düğümümUzü çözecek tek ·

imktindır.

Bir gün Anadolu, en ileri bir millete vatan olunca onun bu n1a:d1ariyetini gören nesiller, köy kadınının yani Türk kadı­ mn ı ı ı büyük ve temiz hatırasını yeni Süleymaniyelcr, yani amtlarla anacaktır. ·

ı ..ıs

·


KÖYLtl' VE KEVEN Gözlerinizi, yalnız el ve ayaklannızı değil, gözlerinizi de didikleyen, parçalayan bozkırın çalılarıyla yorulunc a, bir mu·

cizeyc ra s tlarsınız : Kevenler!

Dikenleşen çiçekleri, kabuklaşan ufacık ya praklarıyla görünmekten ziyade siniyor hissini veren kevenler, bozkırın sert, hüzünlü bağrınd a açan b i r ottur ki ona kabuk, toprak, taş diyeceğiniz gelir O her ot gibi yeşi l değildir, yeşermek boz.­ .

kıl" o.tunun sanki nasibi olmamıştır. Güdük gövdesi toprağın üstünde yükselemediğindendir ki her yanı boz, esmer bi.r ren­ ge bulanmıştır. Minik, açılmaktan korkan yaprakcıkJarı, gü­ neşe baltmaya zor cesaret eder gibi, hafif yeşilliğini iki bük­ lüm olarak saklar : Üstünde ürediği top rak gibi ! Boz, korkunç boşluğun, sert çoraklığın b ağrında göıleri biraz aldat�n, al­ dattığı için biraz d in lend iren = Onun denmesi caizse esm er yc­ şilliğid ir. Bunun içind ir ki, ayağınızı ılal ayan, yırtan keven ... bütiin çor�k görün ü şüne rağmen, bozkırın bir mucizesidir. Küylülerin kevenle münasebeti, şt:hirlininki gibi gözüyle

de�ildir. Bozkır köylüsün ün , ancak bir günlük ekm eği ne yeti­ rebildi ği didişmesi

arasında. zevkinin �ıdası na ayıracak vakti .

yoktur. Onun d ikkati bugün, midesiyle der.isinin ipti dai istek­ lerine saplanmıştır.

Bu istekler ve onu kendine '\erecek, getire­

cek vasıtaları : Köylün ün bundan ba·;J.-:a ehemmiyet

_verdiği

şey, yalnız bunlan tehl ikeye düşüreni :!rdir.

, Bu vasıtalarm başında köylünün hayvaı11 gelir. Kevenle köy1üniin münasebeti, işte asıl hayvanı yüzündend i r .

149


k a t lı k

küylliı ıiin ka<lcri­ tlir. Bu kaderin orağı köylünün mahsulünü biçti mi, onun d� Kuraklık bozkırın ıahii lmli<lfr,

lin<lc eyer demir, gök bakar ! »

c;arcsizliğini,

güzünJc canından

C\'\'CI hayva nı nı n açlığını bulursunuz. Mahsülünü böceğe, çürü­ meye, kurak l ığa yem eden kader, hayvanı nı n tek yiyeceği olan samanı da elinden çalmişhr. Tarlasinda beli bü külen köylü bu sefer bozkırın. çakılları arasında dizler Elinden, tutan, daha doğrusu eli ni ayağı �ı tutup onu y'erc çökert�n yalnız kevendir. .

i

O diken diken çi çek o kabuk kabuk gövdecik köylünün umudu haline yükselir. O zaµıan kev:enin kopma istemeyen sapıyla köylünün aç, umutsuz hücuml.J arasın da yainan bir dövü ş başl;pnıştlr.' ' ,

·

· ·

·

·

·

'

lnsan koparmak istedikçe ot çelik kadar , sert ve las tikl i liflerini gerer. İnsan onun dibini açık ·kökünü bulmak istedik­ ,

.çe ot yerin metrelerce derinliğine saldığı kollarını gömer gibi gizler. Sontında insan d ib ini bulamadığı otun gövdesini keser, t oplar, döver, hayvanmin . ağzında çiğnenecek hale sokar ve ancak o zaman bir nefes alİr. ·

Çelik leşen

narak,

lifleri ni bir burg� gibi yerleri oymakta kulla­ bir damın suyu yedi " kat yerin dib inde �yan şu

.bo­

dur; d.i kenleşmiŞ otla; kuraklığın, kıUiğı n b}çağl altında göz­ d ğla başinda bir lokmayı yct·­ leri dönen, ka ala r · den, gök.ten soran şu insanın talihi . ne kadar bird i r! ·

y

1 50

dibinde, ·' a

r


MEMLEKET PARÇALARI



,•

GÜZELLİKLERİMİZİN FETHİ Kt:ı�di kendi m izin fethine çıkıyoruz. Bütün dünyayı bilen, bütün dünyadan haberi olan; fakat Anadolu'ya gel ince basi­

b;;ığJanan

reti şark ve garp kozrnopolitlerimizin zıddına ... , b i.z milliyetperverler..., kendi kendimize dönüyor ve ilkin ken d imi zi tanımaya gid iyoruz. Dünya n ı n g üzell i ğin i kıskanmadan, o güzelliği insanlığm

r�lhmet gibi sinmiş görmek için, Anadolumunın gü­ zelliklerini keşfe, fethe koşuyoruz. gönlünd�

Resim, nakış , heykel, oymacıl ık, savatçılık. kakmacılık ... ile mimadığımızın, şu dünyada bize millet payesi kazandıran pınarım tırtıllar, kurbağalar kaplamış . Fırçamızla, çelik yont­

ma kal em imizle, yazı kalemimizle höcf kleri temi zl emeye , Türk zevkinin imana, şevke,

lanıyoruz.

vuzuha aşık

gt.zlerinden içmeye hazır'

Bugün tek telle çalan tanburamızın türküleri , yarının b ü

­

yük nrnsı kisine gereken motifleri veriyor. Paleti daha gen i ş­ lemcmi � rcssamımızda yarının renk , ışık harikasını yaratacak ürpertiyi görüyoruz. Hacım fikrine, f C11işliklere daha ak l ı pek

yatmaya n hcykeltraşımız, biliyoruz • ki,. yarın em el abidemizi yontacak kadar sıtmalar içinde. Dah': diin hor görül en çömez mimarımız, bugün eline ald ığı yapıları dörtb aşı mamur veri­ yor; yarın on dan insanlığın m iiccrret gü zel li ğine plan bcklcyebiliyoru" .

'

Hep �ark ve garp kozmopoliti ! Anadolu 'ya iyi bak ! On­ daki ha�rüncşr daha b i t m ed i . Türkiye'nin bozkırlanndan k ıyı­ fara lroğnı bir g1.' rİn mc, b i r gerilme var. Büyülü An adolu sı1 53


nırlaı-ı içinde, yekpare bir �illetin haınun yuğnıluyor ! Ona biz cevherimizi maya yaptık o cevher asırla rın arkasından sı­ zıp gelen :Yakutlu kandan; zekamızın ve zevki �izin. mabetlerde, çeşmelerde akan kevserinden; Türkmen ıc.ızının halı tczgahla­ nnda, çini ocaklanmıida, gc�ef. • kasnak tahtalannda i:cnk, şekil alan göz nurumuzdan, gönül nurumuzclandır. Biz bu di­ yarın değil, · 14 milyonun dettil, b.ir b�çuk; �nilyann tasasıpı ' çeken hülyacılar gibi ı;urkiye'yc · arkamızı çevirip .«Madde ! .... Madde!...•· diye haykırmıyoruz :Biz' güzelin, iyinin lşıklanyii ve her · yere yalnız Türkiye'nin sınırlan · içiride:.1 � sevgi... �i!... iş ... iş ! yaradış ... yaradış ! . » d iye akacağız. .

..

Güzelliğin, güzelliklerimizin fethine kcışanlara diyoruz ki : Türkiye'yi gezin! İJkin en yakın yerl rlmizden başla�arak, Türkiye'nin dört bucağını gönlünüze kazın ! Vatan havad� ge­ .

zen bir hülya değildir. Vatan aşk gibi, kale gibi bir realitedir, bir hakikattır. · · Milliyetçiyim diyen ' kiz .ve delik.anlı ! . Vatan hakik.atını elinde ·tut, . ayağınla, gözletjnle taiıı! ·

Gez, haydi, gez ! Güzelliklerimizin fethi için; yekpare bir millet kültürü . yaratmak için !

154


KİMSg$tı GVZEI.LİKLER Adana - ' Mersin treninin yokulan, bilmem göre

bakmadılar

m'ı? Vagonlarda çok glizcl iki fotoğraf

göre \-ardır :

H�lep kalesinin Fransızlar tarafında.n çektirilmiş ve turizm

düşünceleriyle bölmelere, çok zaman · önce çivilenmiş rafları ! Fransızların ma ksad ı

kendileri için

.

fotoğ­

sadeçe takdire la­

yıktır.

.Fak�t bu resimlerin . karşısınd.1, benim içimde boynu bü­ ki.ilen başka , düşünceler var... B u düşüncelerin aynasına vuA<U1 bjn isim, bin resim var. ..

r

ir

Türk nihnarlığı b i denb e ' SUleymaniye'yi, Yenicai:ni'yi, Edirne'deki c $u1tan Selim Cami» ini ap ad Türk yazı ı ·

y m t

s

.

birdenbire uYcsati »ni'n. insana · hayranlık veren kompozi syonlarına yükselmedi.

'

·

·

Mesela ·Bu �sa�nın • Yeşibindeki Tür;k nakşı halılarımızın her ç�şitindc bizi beşeriyetin ırenk . ü�ta.tları m�rtebesine yük· selten eşsiz ahengi birdenbi re bulmadı ,

. .

Türk oymacılığı, he�hangi mihrabımızda herhangi rah­ lemizdc, hatta herhangi mermer veya taş kapımızdaki bi.iyüte� yecek kadar güzel kıvrımlarını bir adımda b�l madı Türk k�k­ macılığı, silahlarımıza, avadanlıklanmıza beşeriyetin güzel sanatlar arasında ye r verdiren anlay.şını, inceliğini birdenbire ,

.

icat etmedi.

Vaktiyle dünyanın en gaileli, e:1 gaile veren devleti hali­

ne gelmemiz için, taa «Orta A sya » da n başlayıp «Anadolu »nun

155


dört köşesinde uzanıp giJen biı· cım.·klcım:, h ir hcn·l.·nıl· lk\•ri· g�çirdik. Her derebeylik topr.ığmda Tfü·k si yaset i Türk ida­ reciliği ycnidt!n bilene bilene, ebed i leşen kudret ini l•mmdı. ,

« Türk sanatı»da böyledir. Onun da ş.ıhcscrlcrini \'c..Tme­ si, son n oktaya ermesi için cAnadolu»nun dört bucağında bir •Tavaifi müluk» devri yaşaması lazım geldi. Bu .dcvı c �scrlc­ rinin kıymeti : Onların blr taraft an Türkmen ruhunun primi­ tif, fakat bakir, fakat kendine mahsus bütiin gi.izcllik, lıazlan ma set·ki tabiilcrini akset tirmcsin dc ; öbür ya ndan ela hu özün i.istünc gelip tesir eden d i ğcı· sanat işlerinin aslım , i\ yifai.inii · · bize naklctmesindedir.

·

Yukarıda söy led iğim

düşüncelerin aynasum vurnn, aq, işte b u eserlere aittir. Adana'da, Tarsus'ta, ne ktıdar ' Türk eseri var ki, seli·ilmek, u nutkan lık tozlarını silkmcmizi bekliyor ! Adana'daki bir c Ulucami »nin batı ve 'doğu kapısı ; bir ccAkçamcscit»in kubbe ve kemer biçimi; bir «Irmak Hama-' mı »n ı n ışık tertibatı; Tarsus'un bir l « Kırkkaşık� imarC...t inin ocakl ığı veya g irme kapısı ; bir cc Ul ucami • minberi; hir ccGön­ hanı»mn kapısı , kubbesi; bi r Kubat Paşa Mcdrcscsi'ni n kapısı ... ; Silifkc'ni n cennet kadar güzel Silifkcmizin kfiprihii, lrnlcsi.,.; hii t ii n Scyh�m. Cl•yhan, Tarsu s çayı, ' G<;ksu . rntl i icı-i n<lcki .:ski fıhidclcrin akıl almaz güzellik teki yık lklaı·ı ...; hiıim. lrcnlerimizi süsleyemez mi? Bu memleke ti n fotoğr�lfl;ısı ::ıcaba herhangi ecnebi fotoğra fı;ıyı gcç.:cck eserle•· \'crml· ı ı ıiş midir? .

resim

...

-

..

Kimsesiz güzeliklcr! Anadolu'nun biilün kim:•.:siz . v,iizc1liklcri; arkeolojinin kristalinden geçmek \'C ı;ocuklannın iç ine hir dcğimsağma gibi akmak istiyor.


A D A N, A Adana'ya üst yandan gelenler, Bozkırları zahmc::tle aşan yolların milyonlarca voltluk, dayanılmaz bir kudret eliyle bo­ yun büktüğünü görUrlcr. Eski insanların taptığı azametli ökü­ zün, boyunduruğa vunılmasına �enzer bir halle kıvranan yol, Torosların içinde, Dante'nin serencamını geçirir. Aşağı b ak sa­ nız gözledniz kararır.

O kadar yukandasımz; geçide göklerden

bakar gibisiniz, Yukarı baksanız başınız döner : O kadar

çu­

kurdasınız; insanlığın, gözllnü ilk ::ıçtığı zaman kendini b u lduğu yedi kat yerin dibinden, mağa ral ard an bakar gibisiniz.

Kendinden geçer gibi, btlküle büküle s ürünen yol Haı.:ıkı­ n'na geldiği zaman; hep o dayanılmaz kudretin eliyle dağın yontul duğunu , Ça kıt 'a yol veri l d iği n i görü rsünüz . Siz Çuku r­ ova 'yı işte böyle yaman bi r pencereden; ha k i k at en dağlarına, göklerine, ovasına yakı;iır ululuktaki bu dört köşe y ır t ık t an sey­

n:dcrsiniz. Denizle ovayı, yerle göğµ birleşmiş gibi giis tl'l"L'n hu bakış, . y uk a rı la rda n uçurumlaı-a bakmanın şa�kınlı�ı ııı lk·ğil ; uzaklardan Selçuk kervansarayına erişmenin va a d i n i , e ı ı ı i ı ı l i­ ğ i ni t a t t ı rır . Torosları, artı.,< klasik bir Ti.iı:k ın inan.:si ıı dl· ıt iııa gibi i nersin iz. Ova o zaman özcn ikrck, diişiin iik'rck l w z ı rb ı ı ı ı ı ı ş b i r m abet ölçüsündedir. Stlhidcn de Çukurova, tabiatın dikkatle, özenerek, ku rdu­

ğu yerdi . Scyhan'ın, Ceyhan'ın, Tarsus çay ı n ı n ağzıyla A ı ı n do­

lu'nun özünü, cc

çamurdan bir harç gibi

kulltınan

tabi a t ; yi.i zl�T­

asir bu ufacık ovayı denizin bağrında işlem iş; <,:a t ı � ı ı ı ı çal­

n ı ı ş t ır . A nadul u'da i y ice bilinen c i lalı taş de vri mcdcıı iyı.: t i n i n

";- i ın d i l ! k y :ı l rı ı z Mers i n 'dcki Yii ıniik ll'pc'dc b r!5ımın l: ık ı ı ı :ı s ı na 1 57


şa5nuyomz. 1lk insanlar, o kadar emekle ışıldattıklan mcdcni­ ycflcri için, kudretin beğene beğene işlediği böyle bir köşeyi scçc:cck zckiida idiler! Ne kadar özeniJerek yaratılınış olursa olsun Çukurova adsız bir toprak, bir coğrafya idi. Onu Yüregir d iye damg�la­ yan, rıdmı sanım koyan Türkmenler oldu. Tabiat onu . denizin f!.ğ-Lından �kmiş çıkarmışsa; sonsu;, ve adsız coğrafyanın için­ den çıkarıp tarihimize hediye eden �>iz olduk. Tabiat ona Anado­ lu'nun özünü, neb,irlerinin ağzıyla siirülüp getirdi. Biz ona, Türk men kızının büküle büküle doğurduğu mi lyonlarca aşiret ço­

c:uğuoun kanıyla can verdik.

Çukurova'nın, dünya kurulalıdan beri Türk olmasının se­ bebi budur. Dünya yıkılasıya kadar Türk kalacağının hikmeti bu oJacağı gibi !

1 58


YACMURDAN SONRA ADANA

y

Yerden göğ�. gökten ere döne döne' kör olan göZler, dün­ kü yağmurlarla yİkandı ve İsa eli değen hastanınki gibi, açıldı�. Şimdi herkes birbirine, karŞısındakine b8ka baka ufuklara dö­ nüyo r ve Adana'nın çözülen dilinden şimd i vait, şefka� ipek gibi akıyor. Yere, göğe sıkılan y\ıninıklar, kucaklaşmak için açılıyor.

Adanalı insanlıkla, yaradanla banşıyor.

Günlerden beri kapısııiın eşiğkıdeki baharın uza ttığı de­ met demet nergize, menekşeye bakmayı bile akıl edemeden tar­ lasının evleklerinde uğunan Yüreğir çocuğu, şimdi filizlere iba­ det ediyor · : Şu araba, otomobil kafilesi, şu yayalar akım, Ada­ na toprağmın esmer derisi üstünde kımıldayan yeşilliğe koşu­ yor. Binlerce yıl önce, baharı kaybeden insanların kışın dök­ tüğü yaşlan her

i lkbaharda silen

Demeter ve

Persephone

ayinlerini hatırlatan bu Nevruz neşesi, Adana'ya nasılda paga­ nist bi r sima veriyor ! Adana'ya putperest diyeceğim geliyor!

Anadolu'nun kurtuluş harplerinde gördük

:

Adana çocuğu toprağının efendisi kalmak için kerametler

gösterdi. Topraklarının hakimi kal an karayağızlar, tarla dö­

niimlcri önünde, al ınanlarının aklığı için sabana koşwrnaya ra­

zı ! Güzünün, yerden göğe, gökten yere

zincirlendiğ ine bakma­

y�ın : Bu memleket çocuğunun kalbi topraktadı.r! 159

·


MAR D İ N

Dü y

pek

az yerin n a da · gibi ınm anlaşmış pulunur.

cu��rnlyusı ile tadhi

Mı.ı rdin'dck i

Didc'nin, binlCrcc yı1lık ditliıımclcr1t• kcı ı d i nc açtıöı geni!;' ''adi n i n cenubunda, doğudan bat ıya donrıı uzanan dağlar, yer yer :ıd alırlar : Doğuda, Mardin'in Cizre kazasında, Cudi dağı, DlTCclağ1 , Karadağ , Hcrekol , Şcyhahnt , Şc;·yh�irm·r, Çcman, . Ke­ rah diye aııılnn bir yığın yü ksekl i k : Marc..l i ı ı ilinin ortnlarmda , �lalt:ı.!1 ._ Softc�, ��dya_n d.a@.�n .\'.�ı-pı,r.. _H_c,ıtıda ise bunlar .1\-fos-· sos yah u t daha eski adıyla, Massios dağı, Mazı d ağı, Hızdağı di­ ·ye biJinirJcr. Daha ha�ıda artık Karaca-Ali dağı olmuştur.

Benim gibi Diyarbakır'dan şima1den gelenler büyük ana

va­

dinin i çi n de diklemesine inecek ; Mazı, Hız ·da�l·;nna ek ol an tcpcJcr yığını ile Massos tepesini aşacaklardır. Büyük bir -ova şehri, Ortaçağ Anadolu'sumın en ünlü beldesi olan Diyarbakır'

dan ayrılanlar için Mardin, inanılmaz bir « tesadüf• ·tür. Ufak çaylann yardı�ı vadiciklcrclen geçen yol kıvrana knnna iner, Çlkar.

Bu yol Diyarbakır'dan bir

iki kilometre uzaklaşınca bir

benzer seller ona bir iskelet· zavallılığı verm ı şti r. Çektiğin iz zorluklardan Diclc'n in bütün bir insanl ığı tanımı-, yiizünü bile göremeyecek k ad ar pcrişansmıı. Halbuki yolculu­ ğun başlangıcında Dicle aklın, hayalin , üzerinde duracaAı en u7.tm, en şaşıfacak, en güzci reali tedir.

ören yerine

_

_

Bugüne

kadar bilinmeyen Diyarbakır höyüğü ( iç kalede, hiiklımct konağı yan ın d aki tepe) , yolculuğun daha başlang1cmda bn ycrlcrin , tarihi h ak kı nda uyanık bulunmanız için size 160


ilk kıvılcımı vermiştir. Doğuya ve cenuba doğru inen Dicle'yc bütün bir insanlığın ilk geçidi diye bakarken nehir boyunca serpilmiş, birbirinden değişik uzaklıklarla ayrılmış, irili ufak­ lı, kiminin üstü düz, kimininki girintili �:ıkıntılı birçok hö­ yükler görürsünüz. Cilalıtaş Devri sonunda veya Bakır Çağın­ dan başlayan, bir sıra insan topluluğunun yaşadı ğı şehir yıkıla­ nndan meydana gelen bu yığmalar size, yol unuzun , hiç olmaz­ sa beşbin Yıllı k bir insan geçidi olduğunu söyler. Fakat yeni yol , ana vadiden ayrılıp cenuba, dağlara sa­ pınca Dicle artık görünmez olur, höyükler ortadan silinir. Tepelere varıldığı zaman kale, kule izleri, daha doğrusu iske- . !etleri belirir. Bunların Ortaçağ başl arın� rastlayan bir çeh­ resi vardır ki. D iyarbakır'la M ardin arası nda bu yolun geç devirl erde. yol tekniğinin dağa. kayaya ha'dm olabildiği asır­ larda açıldığını haber verir. Dicle'nin uzaban bir deniz kıyı sı gibi görünen vadisinden ayrılıp yükselmeye başbyınca ilkin içinize bir gariplik çöker. Allahım ! Bu tepeler ne kadar, ne kadar çıpl aktır ! Yer yer çat­ lamış, parça parça olmuş, didiklenmiş bu kayalar alemi, acaba kaç bin yıl dan beri yeşil renge hasrettir? Arasıra, yer yer ufak sulara rastlarsıruz. Bunlar sefil derecikler :lir, am a çevrelerin­ de ağaca yer verecek kadar zengin gönüllüdür. Köyler de daima· bu cömert zavallılığın dibinde tünem ektedi r. Tepelerse her yer­ de keldir ve kendilerini·. yeşi le . kavuştura cak mucizeyi çatlak dudaklarla sorar, bekler gibidir. 90 k ilometrelik bir imtihanla sabrımızı sömüren bu kel, yalçın alemin dönemeçleri bitip uzaktan Mardin kalesi göründü­ ğü vakit, erişilmez, geçilmez bir dağın üstüne taşlardan işlen­ me bir taç gibi, ilkin garip, heybetli gelir. Bakma isteğiniz tü­ kenmiş, görme takatınız taş kesilmişt ir; fakat Mardin'in ve ka­ lesinin şimal arkası olan sahaya yaklaştı kı;a m esafenin , umut­ s uzluğun belirsiz kıldığı bir cennet açılmaya başlar. Bu bek­ lerunedik güzelliğin verdiği şaşkınlık, bir çocuk sevinci ile iç alenilııize yayıl ır. 161


Saatlardan beri ; geniş ovasına yayılmış ünlü Diyarbakır'ın

onun her şeyden ünlü surlarının kaybolduğu ağaçlı kların , bütün

bu feyzi yaşatan Dicle'nin hasretiyle kilitlenen ağzınızdan bin güzel kelime birden fışkırır.- Siz kaleHin arkasındaki bu bağlar, · bahçeler diyarının dolanıp yükseldikçe bu yalçın tabiatın sakla­ dığı levhalar, birbiri ardından aşağıJa.ra doğru, safha safha ka­ yar, süzülür. Mardin'in eski Diyarbakır, kapısına vardığınız za­ man, sevinçle canlanan gözleriniz, uçsuz bucaksız bir deniz gibi uzanan ovalara, çöllere dalar ve boğulur. Hiç olmazsa 200 400 -

metrelik uçurumlarla ayrıldığınız bu sonsuzluğun yanıbaşında Mardin kalesi, başı göklere değen bir efsane kahramanı gibi, di­ ğer bir sonsuzluğa benzer. Demin söylediğim «tasadüf» işte bu­ dur ve Mardin böylece sizi daha eşiğinde iken büyüler. Fakat Mardin'de tarihle coğrafyanın ne kadar anlaşmış

h\ılunduğunu görmek için burada, «Diyarbakır kapısı• nın bu kendiliğinden olma sekisinde durmak yetmez. Hükftmet konağı­ na kadar uzayan, şimdi güzel diyebileceğimiz, 2 kilometrelik ana

caddeyi de geçmek lazımdır. Anadolu'nun ancak en eski şehir­ lerinde rasladığımız taştan evler, bütlln beldeyi, hem o kadar sanatla doldurmuştur ki tarihle bugünii, eski ile yeniyi ayırt ede­

meden batıdan doğuya sevgi ile, haranlıkla yürürsünüz. Bu da yetmez. Tarihle coğrafyarıın Mardin'deki anlaşma­ sını görmek için lçaleye tırmanmak gE rek. Massos dağının tepe­ sir.i şimdi yer yer çürlimüş, zamanın türlü devreleri ile koparıla koparıla gedikleşmiş ve böylece tepenin co1P-afyasını bir taştan çelenk gibi çevrelemiş olan bu surlardan aşağılara bakış, eşi pek az bulunur bir ürperiş, bir tad verir. Bu tada dikkat ediniz.

1934'te, Niğde'nin 63 kilometre poyrazındaki Göllüdait'da 2410 metrelik keskin bir doruktan Melendiz ovalanna bakmıştım. Erciyes'in Hasandağı'nın arasında, tiikenmez uçurumlara dalan göz, bir daha bu dünyaya dön-�rr. em zannediyor ve insa­ nın içine bu dünyada olmayan bir ürperme çöküyor. Halbuki Mardin kalesinin surlarından 10 kilometre 8şağıda bıçakla kesil1 62


miş gibi dik, keskin görünen çöle, ilkin, bir mermer· çağlayanı glbi dökülen Mardin şehrinin hendesesinden geçilerek varılır. Bunun içindir ki binlerce metre derinliği, hir burgu gibi döne döne iner ve çölün esmer, kızıl bir denh gibi dalgalı sonsuz­ luğuna yayılan bakışınız, bir tasfiyeye u�ramış gibidir. Coğ­ rafyanın sert, hatta vahşi realitesini, Türk tarihinin mazbut, medeni, gümrah realitesi yumuşatmış,. eritmiş gibidir. Aşağılar<lan, Mardin istasyonund�m. Nusaybin veya Kı­ zıltepe (yahut eski Koçhisar) yollarından yukarıya baktığınız vakit volkanik, vahşi, dalgalı tepelerin başına bir şahin yuvası gibi çöken Mardin kalesi ve eteğinde bembeyaz bir hayal şeh­ ri gibi uzanan Mardin, bu coğrafyanın üstünde esrarlı bir sor­ guya benzer : Kuş uçmaz, kervan geçmez bu doruğa, bu şehri niçin kurmuşlar? Buna biraz sonra cevap vereceğim. Fakat aslı­ na bakarsak, Mardin'in, bugün çevresinde bulunan birçok ören yerlerine dönmemesi, bizim tarihimizin iradesinden ileri gel­ miştir. Yeni zamanların iktisadi değişikliği, hele kervan yolla­ nnın esaslı değişmelere uğraması yüzünden yıkılması beklene­ bilen bu şahinler yuvası eski beldemiz, yo·.un istiklalini yeni­ den kazanmasıyla kurulmuştur. Eğer deıniryolu, dünyadaki üstünlüğünde rakipsiz k�lsaydı, Mardin de ya aşağılara, çöle inerek tarihteki tahtından düşecek, yahut haştan aşağı örenle· şip sönecekti. Ama, yol yeniden yayalann, ille otomobilin, kamyonun eline düşmüş bulunuyor. Trer. yüzünden yalnız vadilere, düzlüklere yönelen yol; yapı tekniğinin şimdiki mu­ cizeleri sayesinde, hele makinanın insan is:eğine dost kıldığı imkanlar sayesinde yeniden yükseklere tınnanmaya başlamış­ tır. Böylece Mardin'in de, yeni çağların kendisini mahkfıın eder göründüğü akıbetten sıyrılması, hatta son yıllarda, konuk­ larım ağırlayan büyük bir aile gibi kendin� çekidüzen vermesi mümkün oldu; şehri altlı üstlü ikiye bölen 2 kilometrelik güzel caddesini açtı; 10 kilometrelik Mardin istasyonuna inen, 1 63


Zi nciriyc mcJrcscsinc, kaleye, bahçelere çıkan yo l l an düzene koydu. Mermer hir çağlayan gibi, yükseklerden ;1lçakbra

c.lü· külcn şehrin yiizüııü geceleyin devamlı bir ay ı�ığı gibi ayd ın­

lata n elektriği, Anadolu'yu petrolün

csirliğind.:n

k urt a r a n bu

en hiiyük XX. yüzyıl mucizes ini hcın:;;d ırilcrinc hediye B i r taraftan lrak'a bir taraftan Suriye'ye

Lübnanlara,

etti. öbü r

t a raf tan İran'a Kafkaslara gidenlerin uğrağ� ol mak i mt iyazım

Mardin'den alır gibi görünen D iya rba k ı r d.:miryolunun zar�ı· rını da, yol u n bu yeni isti k la l i önlem iş bu: un uycH'.

Gene bu i s t i k l al sayesindedir ki; bugl ne kadar yaz kcy­ fioi çıkarmak i s t eyenlerin, kale ardında, tar .hi bağ lara , bahçe­

lere gitmek pahasına boşalt t ığı Mard i n ; şimdiye kadaı; ancak keşişlerin ı ı ı a ı ıas ı ır larıncla, bc k t a şi

dcrvişlı!rİ nin k ilerlerinde

dı:mlcncn l'Ş!>iz şarapların yapıldığı üzüır !eri, bu üzümler­ ol maya n başka mcy, · dcri, fıstığ1 ye­ <.k· n d�ıha <.1 ..... ı•.ı: rs iz t i ş t i re n Mard i n ; çevresindeki iyi s u l arı , seyrc:k bahtiyarların tadab ild iği Mar<liıı; k a na l iza syon ::ııılam · nı y i t irmiş ohm Mar­ d i n ; iJk ve soı ı halıarlarm doyum olmayan ı l ı k lığını tek başın a tat t ı kt a n sonra yaz ile kışın a ra sı n d a mdız uıı mahzun unutan �far<lin; pek y;.ı kın bir ya rın ın Türkiyc's i ndc, b i ri nci sınıJ h i r i ç t urizr1' inc b i r merkez

olacak t ır.

Şı mcli

sindiği, sinen:k geçmeye çalıştığı va d ilerin can

yükselen yeni jandarma karakollan ya n ı nd a, yarm

kaçakç ı l a n ıı

noktalannda

Anadolu'nun

dört köşesinden akıp gelen yo lcuları n dinleneceği konaklar ku­ rulaca.k tır.

İyi ama bu büyük gelişmeyi hazırlamak için çabalayanlar,

yine Mard i n 'i n insanına dayanma k zorundadır. Ah bu insan .. . . i l k k omı!;iu l d ı ığu \'a k i t b i r Ortaçağ k i t a hı okuyorum zannını vcrccck lmdaı; çctrdil Mard i n insa nı !..; An::ıdolu'mm he· niiz cldcğıncı ı ı i -;; k ü l t iir ve sanatının, bu dcd.. ..t diişkünii hcl­ lks i n i n sah i h i , hl" k ı.; i s i ülan hu İnsaııı; b i r�ız uşağıda, t a r i h i n iı.: i ndc gijrl.'ı.:1..· :• i / . Fa k a ı h u iı ısan hugii ı ı dc, y ı k ı l a n hii t ii ıı lı i ı rn 1.. . k n iyl"l �ık ı ı ı i ıı i lksll.'k lcyccek kadar içj, ı.1 1 5 1 bii tün k a l ın ı !;'

1 64


bir Türklük örneğidir. Mardin'de otele indiğimiz zaman bizi, bir bilmediğimiz şehirde, para kazanma zanaati ile yaşayan bir madrabaz gibi değil, mis�ıfirscvcr bir ev sahibi gibi karşıl adılar. Kal dığımız müddetçe, bu ev sahipl erini� durumunda aksaklık görmedim. Nerde para <linil}e dayanan yabancı otelciliği; ner­ <lc güngörmüş, Türk Mardin'iİı, Türk göreneğine varan, bizim olan misafir ağırlayışı ! Bu b akımdandır ki coğrafya ne olursa olsun, iktisat ve yol ne yaparsa yapsın, her şey, Mardin'in bu Türk soyu ile ayak­ tadır. Daha doğrusu bütün olanlar, ancak bu ebedi Türk özün, dışarıya, açığa vurması demektir. Yarının iç ve dış turizmini Anadolu' da damgalayacak olan da : Mardin'in Türk ruhunda kaynayan, memleket�n • hemen her yerinde heni.iz canlı kalan bu misafir ağırlama göreneği olacakt ı r .

Mardin'in tarihteki yerini rivayetlerle değil arkeol og gözü ve kafası ile, yani elegeçen abi delere, eserlere göre belirtmek isterseniz, başlangıç noktanız Selçuklular olacaktır. Mardin'in adını Babil onyalılara, Asurlara, Muşkilere, Kommuhlara, fers­ lere, Yunanlılara, Romalılara, Araplara ... bağlamak isterler. Kim bilir, bunların belki hepsi de Mardin'den, Mardin'in yan­ larından geçmiştir. Hele şurası kesin olarak bellidir ki bu yö­ reler Cilalıtaş devri insanın son göçlerine, son yerleşmelerine, maden çağının medeniyetlerine beşik olmuştur. Mardin coğraf­ yasında Cüdi dağının adını bugün, yaşı otuzu geçmiş neslin me­ rakıyla okuyanlar belkr yok tur Ama dört Mukaddes kitabın birbirine devrettiği en heyecanlı hatıra : Nuh Peygamber efsa­ nesi, Cudi dağıyla çerçevelenir. Bu dağ ise (Bugün Mardin'in ' doğuda en ünlü kazası olup Irak - Suriye Anadolu smırlarında kurulan ilk Türkmen beyliklerinden birine merkezlik yapan) Cizre'dedir. Yafes köprüsü, Cizre kasabasının hemen içindedir ve sadece bu Yafes adı, yörenin ilk insanlık bağlarını bize nak­ letmeye yeter, halbuki Mardin'in cenup batısında ve Habur su­ yunun başlarında bulunan Tell-el-Halef ile Teli Çağar Pazar .

-

-

165


hafriyat yerleri, 1912'dcn beri, Önasya'nm en eski en önemli vermiştir. Asur Samilcrinin gadd ar ve aç- · gözlü akınlarına sebep olan bakır madenini \.'eren Ergani, ni· hayct buraların da toprağından sayılır. Mardin istasyonundan en çok 13 kilometre batı-cenupta bulunan Kızıltepe . (Es�i Koç h isa r) hÇ>yüğüne giderken G\lrs suyunun, Zerkan suyunun üzerinde Harzim Hacı Mişmiş höyüklerine rastlıyoruz. Hele Kızıltepe höyüğü, Zerk.an suyunun başlangıçlarında en büyük yerleşme yerlerinden birini meydana getiriyor. Bu höyüklerin yüksekliğine, büyüklüğüne bakınca her birinin bir Çağar-Pazar b i r Tell-el-Halef olabi leceğine hükmetmemek mümkün mü? Kim bilir, eski Erdua'yı be l ki bir gün, Mardin 'i n hemen şu

arkl·oloji eserle ri ni

,

doğusundaki vadilerde bulacağız !

Ama arkeolojinin realitelere dayanan usulünü k ullanınca asıl M ardi n , ancak ve yalnız Türkmenlerin malı olarak mey­ d:ına çıkıyor. Sağa ·bak : . Türk; sola bak : Türk; aşağı bak : Türk; yukarı bak : Türk'tür. Bir kere daha söyleyelim : Genç olmak nasıl ayıp değilse, hatta y erine göre bir imtiyazsa; bir soyun, tarihteki yerini al­

maya başkalarından geç başlaması; bir il'e başkalarından geç gelmesi de

başa kakılacak bir eksik sayılmaz. Yeter ki o soy,

vardığı' yerde başkalarından geri

kalmayan sanat ve medeniyet

eserleri yaratabilsin. Bu bakımdan Mardin

şehri Önasya'nın son fatihler göçünü meydana getiren Türkmenlerin yarat­ tığı bir şehir olmakla yalnız ve yalnız övünecek bir ömür ya­ şamıştır. Bu ömürle övünmesini çok iyi bilen halk, tarihin bil­ diklerini bir yana bırakarak, cMardin, bizim yerin en eski adı­ dır ve Merdin demek mertler;.n ini demektir» tefsirini tama­ mıyla benimsemiş olarak karşınıza çıkar. Mardin'in dört yanına baktığınız zaman tarihte yer almak için b i r millete hak veren anıtların hemen hepsini Artuk oğu l ları adına, ya hut onlar gibi Türkmen olanların adına bağlan­ en

­

dığını görii rsüniiz. « Artuk Bey» adını ilkin Malazgirt savaşı do-

1 66


!ayısıyla okuyoruz. Prof. Mükrimin Yınanç, Artuk Bey için uen

büy'ük kumandanlardan» demektedir. Kendisine Mardin ve çevre5inin cıtka» edilmesi ile oral arın fethi başlıyor. Demekki Mardin'in asıl tarihimize girişi ve bir şehir olarak doğuşu Türk­ menlerle XI. yi.izyılda oiuyor. Ondan önce Cezire, Malat­ ya, Miya-F�, Garzan, Hısn-Keyfa ve ,Amid adları bütün va.k'aları çeker gibidir. Battal-Gazi gibi bir gaza ve efsane kah­ rama.nım:ri adı Malatya sitesine sımsıkı bağlı bulunmuyor mu? XI. yüzyıl Anadolu için bir bakıma bütün Önasya için bir kaynaşma ve bir dönüm yüzyılıdır. İnsanlık tarihinin askıda kalmış bir kısım hesaplarının görülüp temizlenmesi bu zamana rastlar : Bizans imparatorluğunun, bir sömürge olarak harcadığı Anadolu'dan kovulması . bu asırda keskinle­ şir ve Anadolu'nun sömürge olmaktan çıkıp, kültür, siyaset birliğine kavuşması bakır çağından sonra il� defa bu asırda gerçek olmaya başlar. Anadolu'ya büyük birliH ini '\ermeye baş­ layan aynı Türkmen akını, Müslüman şarkta ilk «rönesans»ın doğmasına sebep olur O rönesans ki bugün ilk defa adını anı­ yoruz. O röncsans ki Akdeniz'in klasik iilemi.vle şarkın (garp klasizmine hocalık cdıen) _bütün kaynaklarını birbirine yaklaş­ tırmaya, kaynaştırmaya yeni baştan teşebbüs etmiştir. Bir ba­ kımdan, şarklı ve sönmüş milletlerin görenekleri, kültür kalın­ tılarının aynasında ve o kalıntılar yardımıyla anlaşılmış görü­ nen, Yunan ve Roma alemi, işte bu rönesansle. ve Türkmenlerin eli, zekası ve zevki ile şark alemine yeniden Lşılanmıştır. .

Bütün bunları, Anadolu'nun yeni ve büyiik bir medeniyete açılışını, yeni ve büyük b ir Türk imparatorluğuna ana-va­ tan oluşunu, bu ilk Şark-İslam rönesansını Ttirkmenlerin mey­ dana getirmesindeki bütün hususiyetleri... bu devrin hadisele­ rinde, sanat eserlerinde gözden geçirmek mümkündür. Bütün ihtirası ile, bütün zaafı ve gücü ile, bütün vefası ve vefasızlığı . ile, bütün iyi ve kötü kabiliyetleri ile «İnsan»ı bu devrin eşsiz uyanış v.e oluşunda görüyoruz. 167


Bizim bakımımızdan

bu XI. yü eyılın başk.a bir gü­

zel. büyük hususiyeti var : Anadolu Be:rlikleri ! Bir vilayet ka­

dar büyüklüğü olan yerleri, bir impara torun. bir hükümdarın

ihtirası, özenmesi, kadrosu ile idare edt n Türkmen beyleri

e

yü­

zünden, Anadolu'daki bol, çeşitli fikir m rkezleri, edebiyat ve sanat merkezleri doğabilmişti. Bu çeşiti

ve b ol

merkezler sa­

yesinde - Haçlılar gibi, Moğol seli gibi, milliyet ve soy şuunınun

henüz doğmamış olması gibi şartları iç;inde bile Anadolu'nun OrtaÇağı fikrin. gönlün, şövalyeliğin, insan zaafının ve insan tahammülünün, eli şinin, sanat eserinin, henüz mislini görme­ diğimiz bir gümrahlık çağı olmuştur� Şimdi imrendiğimiz ve ancak ilmini kurmaya çabaladığımız smat, fikir, gönül ve şö­ valyelik şaheserlerinin Anadolu' da o kadar bol, o kadar devam­ lı bulunması bundandır.

Selçuklulann İran, Horasan ve lrak'taki imparatorlukla­ rıyla Orta ve Önasya'mn kavuştuğu yekparelikten önce, bir İs­ lam beylikleri, hükumetleri, çağı var. Gazneliler. Karahanlılar, Herzemşahlar, Saman oğullan, Büveyh oğullan, Hamdan oğul­ lan, Fatimiler ne olursa olsun; iri veya ufak, beylik veya impa­

ratorb.ık hepsinde ortak olan ilk no�ta : Devamsızlıkları : İkinci nokta : Daha sonraki Türk.men birliği için Asya'nın kalbini ha­ zırlamış olmalandır. ·

Bu ilk ve büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun dağılması ile üreyen Türkmen beyleri Anadolu'daki Selçuk İmparatorlu­ Au'nun kurulmasına köprü işini görmüşlerdir. Nasıl ki bu im­ paratorluğun dağılması üzerine Anadolu'da üreyen yeni Türk beylikleri; Osmanlı İmparatorluğu'nun hurulmasma imkan 'Ve­ ren yerli ve Türk şahsiyetini Anadolu'da geliştiren kudretler ol­ muştur. ·

Artuk oğullarını Türkmen siyasi yaşayışında birdenbire denecek kapar parıldatan sebep : «Haçlılar»ın karşısında, men­ sup oldukları medeniyet topluluğunu büyük bir erkeklikle ko-

1 68


n ı ı ı ı ;ı la n d ı r. ı\ r ı ı ı k Bl'y ; Alpaslan, l\klikşah i'.m ı ı a ı ı 1 a n ıula Aııa­ d ı ı l ı ı ' ı ı u ı ı B i 1.aııs lı l;11· d i ı ı<lL"ıı <.llııııııası jçin hüyii k lı i zı m: t i gü­ ri.i k·n \'c i radl'si, kıı d rl' l i B i t inya'da ol d u ğu kad•ll" lfasrn mın­ t ı kasında da S d t; u k im para torunu sevind iren kalıranuınlard•m­ dı. Bmmııla bcr<.ıhcr M a rd i n adı anıldığı zaman aklımıza ilk gch.·n, onun oğl u N l·crnd l i n İ lgazi'di r. . ( l 1 04 yılında) H en ii z k ararını bul mamış b i r tarihin, bazen en biiyük kahramanlaro:ı hi le musa l lat cttij!:i seciye gevşekliği, İ lgazi'dc pek tutunamı­ yor. Şıı i k i hadisey i u nu tamıyorum :

l l ısn-Kcyfa cm iri iken, Selçuk « Sul tan-ı azam»ı l\khıncd'c İ s\';ı n cdcn .Musul \·alisi Çckcrmi�/i. cc:.rnlandırmak iç in, arası­ ı ı ı ı 1 ...,; ı k u l d ıığu Tu tu-; oğlu ve Halep c m i ri Rıdvan i l e i-;birliği

kahııl ediyor : Örfün '\'C milli hirliğin kar�ısıııda bütün l ı i -- l c r i ı ı i sus turnbil�·ıı adam !

�· a p ı ıı:ıyı

Anadolu B i zansl ılurın, Haçlıların bitip tükenmek bilme­ yen t d ı l i kdcri içinde. B i rçok şehir n! kasaba düşınan elinde. B u , !'> 1 ı;ı d.1 !'> u l t ;ıııa \·crd iüi sözü tutmayan Çckcrıniş'in eczasını \ a,· ı ı i ı ı ı p; ı ıa t o n ı n l ıa�, kuıııaı ıdanı Çavlı asi Musul ş eh ri n i n i i ı ı i ı ı ı . ! .> , ,· i ı ı .� lıu sı r;ıd•ı, Ti.iri� tarihi n i n biiyük kahram;,.m lann­ d ; ı ı ı h ı ıi 1 1 1 . 1 1 1 , :\ ı ı a d o ! ı ı �ı ı l i .1 1 11 B i rinci K ı lıç Aslan , iın p:.ıı-;,.ı toru­ l l i ı ı ı i i 1< -r i ı ı,· ·' i i ı i.iyur. İ ı h a lll i i z en hıı sapk ııılıgın karşısında Ar­ t ı ı k og l ı ı J l �·.ızi, l ı;i l:ı duyJuğuıııuz azap \'C öfke ik, i.il üsi.in� Fı­ ı·aı )-0 i b i h i ı- !'>ı ı ı ı ..,u1.lu� ı ı mezar yapan kahı-aman fokut ftsi K ı l ıç As­ b ı ı ' ı ı ı n·zabnd ı rı l nı a s·ın a ko"uyuı-. Gerçi, kend isi de, o kad;,.ır hiiy i i k dii )ii ıı,·,·krlc, l l :u;lılara karşı giden « Stıl l an-ı azam»ın Su­ riyL·0dL" k i oı dusuna kattığı oğlu Ayaz'ın, Aksungur tarafından a l ı ıııak�-a hapscd i l mö i ne dayanamıyor \'C başkuman<la ı ı ı <"L'Za­ l ;,.ı ı ı d ı rı � or. Lı k;aı bu yiizdcn ııcfsinl! uzun hir gurbet fcl:.ıket i n i yi.i k l iiyur. Z a tL·n biraz sonra d a iınparatonıııc.lan suı;uııu bağış­ l ;ı ı ı ı � L'" ı ı ı ı d i Jv ,·,·n:k o ı ı u n affıııa kavuşuyor. D iiylik K ılıç Aslan' la \ i r ı c b iiyiik Nurc t ı i n Zcngi aras ırnb I la1;,· lılara kaı·şı savaş lk\' l'i ı ı i . İ l �· ;vi Nccın d t i n kadar z�ıfcrk, fcragatla dolduran bir

1 (,<)


Türk ı.· miri

yok i ken , adımı pa ra h:ısl ınrn1mış olması, sahiden

onun bir gazi seciyesiyle yaşay ıp öldüğüni.i göstermez m i ? Son ra kardeşi Eminittin, d urup dururken kendisinin

Diyarbakı r'da

üstü n e yürümüştü. İlgazi kend in d en önce M.ardin emiri olan bu cebbar kardeşi yenmiş ve öldüğünü ..görrnilştü. Böyle iken , yal- · nız Mardin'in değil, bugün bütün Türklüğün övündüğü eser­ lerden b i ri olan «Maristan»ı kendisi bitirmiş, fakat ona kar­ deşinin ad ım vermişti; İlgazi 'n i n ölüsünü Silvan (Miya-Fari­ kin)'cİan Mardin'e cSan Cami» ye getirenler acaba onun vasi­ yetine mi uydular, yoksa Mardin'i bu kadar büyük bir seciye­ nin, bu kadar sıcak bir gönl ü n kanatlarından ayırmamak mı istediler? . Artuk oğullarının öteki beylikleri gibi Mardin'dcki dev­ letleri de temiz bir temele dayanıyor. Bu ailenin elinde Mardin, İbni Batıita'nın da şehadet ettiği gibi, «İslam şehirlerinin en la­ tifi, en bedii, en metini olan bir belde; kalesi tanınmış kalele­ rin en ünlülerinden» oldu. Burada -hüküm sürüp •Kayı» bo­ yunun damgasıyla özelleşen paralarını bastıran öteki onüç, on� dört hükümdar zamaninda Mardin, t arihinin hangi imtihanla­ rını geçirmemiştir? Fakat bu emirlerin kendilerine gü vencinin derecesini insan her adımda görüyor, Mesela tlgazi Sait Nec­ mettin, Tebriz hükümdarı Hasan'dan babasının ( Nasirid din

Şehit) öcünü almak için çarpışmaktan kaçmamış, onu yenmiş; sonra Hülagu gibi korkunç bir cihangirin hücumuna karşı koymaktan da çekinmemişti. cZenciriye Medresesi ıtni yaptıran İsa Bey, Temür gibi bir seli önlemiş, ne gariptir ki önünde hiç­

bir engel tanımayan bu cihangir, Mardin kalesine girememiştir.

Tarihin bu yayılışı gözden geçirildikten sonradır ki Artuk oğullarının adına ve hah.tına bağlanan Mardin'in coğrafyası ile tarihi arasındaki bağdaşmayı anlamak kabildir. Son derece zorlu beylikler ve devletlerle çevrilen : Cengiz torunları Temür

ve oğul la rı, Karakoyunlular, Akkoyunlular gibi eşlerine seyrek rastlanır, dehalar, ihtiraslar arasına düşen Mardin'in niçin böy170


. Je kuş uçmaz, kervan geçmez denecek bir dağa konduğu daha kolayca anlaşılıyor. ister tüccar, ister fatih olsun, Mardin, kcn· disine yönelenlere sahiden sapa düşüyor. Bütün alış-veriş ve dövüş sesleri Dicle'yi takip ederek Musul'a iniyor \eya Diyar­ bakır'a çıkıyor. Mardin'i büyük şehir, büyük sanat ve fikir merkezi yapan şey ise : Orayı ele alan cemiyetirt idaresi isteği ve kabiliyetidir. 1

Büyük sanat ve fikir merkezi ! Bunu gelişigüzel kullanmı­ yorum. Mardin'e ilk ayak basan birisi, orayı tepeden tırnağa kadar bir Ortaçağ anıtı sanır. Buradaki o Ortaçağ• sözünü-adet olduğu üzere-aşağılık anlamında değil, ebediyete meydan oku­ yan, taştan sanat çağlayanları bırakan �uş, yaratış çağı anla­ mında kullanıyorum. Cumhuriyet devrinde tamir gören « Şchidi­ ye• minaresini yahut yeni belediyenin i.yi bir hediyesi olan saat kulesini, hatta şöyle herhangi bir Mardin evini eski bir a�idenin taşçı u,stası elinden çıkmış sanmamak, Mardin'i ilk görenler için zordur. Büyük mimarlık göreneğini yaşatan Mar­ din'in, kalesinden tutunuz da Kızıltepe ( eski Koçhisar ve daha eskiden Dcniser) kaza merkezinin Ulu Canii'ine, « Rasat kule­ si• denen anıtına yahut Cizre'den Rişmil'e Hasankeyif'ten Dara örenlerine kadar her yanında, Türk sanatının ve fikrin bu şa· bitlerine yaralı ve kış savaşı geçirmiş, l akımsız bir ordu halin­ der rastlarsınız. Zaten bütün Selçuk sar. atını yaratan çağın bo­ yaları gibi Artuklar da Ortodoks İslamhğın içinde şaşırtıcı bir çehre ile görünürler. Elinize bol bol geçen Artuk paralarına ba­ kınız. Ortaasya'nın her şeyi süs motifi gibi kalıba sokan, üslup­ laştıran c pagan• Türk sanatı ile insanı, plastik alemin mihrakı yapan Yunan «paganizmi•nin birleştiği bu minik maden ka­ bartmalar; soyumuzun iç aleminde soluğunu duyduğumuz sa­ nat ülküsünü, sanat imkanım bize nakleyler gibidir. Eski para­ larındaki bu cplastik»lik hevesi, diğer Selçuk beylerinin, devlet­ lerinin eserlerinde de gözükür. Fakat hiçbirisi Artuk oğullanyla Musul'daki Zengi Atabey oğullarının para]anndaki özelliğe ka·

171


vuşuımıııuşt l l". Sana l laki bu plastiklik şevkini,

tunç veya bakır eserleri mesiyle görmekteyiz.

üzcrind� dah a

Artukluların

derin bir zevkle, beğen­

Sasani yahut Bizans örneğinin kopyacılığında dümdüz kalan İslam sanatı; Türklerin elinde insana ve kainata çevrilmiş­ ti. Selçuk sanatının bütün mimarlık eserleriyle küçük sanatların . da insan, hayvan, nebat çiçek türlü semboller halinde, bazen tuhaf ve karışık bir kabartmalar silsilesi gibi bulduğumuz bu çevriliş, Artuk oğullannın madenden eserlerinde bir şuura, bir nizama erişmiş gibidir XII. yüzyıldaki Artuk paralan üstünde görülen büstler, portre denecek aydınlığa vardığı gibi, XIII. yüzyıldan başlayarak yapıldığı anlaşılan kut u, silah ve silahlık­ lar, çekmece, şerbet kazanı, havan, şamdan, leğençe, ibrik, kase, tas ... halindeki sanat eserleri üzerinde de aynı kabartma­ lar serisinin enli ve ensiz, dairevi dolanan mıntık�lar içinde yerlerini bulduğunu görüyoruz. -Bu mıntıkalar içinde kah teker­ lek, kah armut biçimli çerçeveler içine ayrıca bağdaş kurarak oturan, ata binip koşturan insan mevzularını; ince dallardan filizlerin yahut birbirine geçmiş çifte aşık yollarından bir ze­ minin arasında, bir umetope» aydınlığı il e yer almış görmek bizi sevinç ve şaşkınlığa uğratıyor. Armut biçiminde bir çer­ çevenin içini, çok kere insan, bazen kufi yazı geçmelerinden kabartmalarla süıslemck, Artuk oğullarınırı taş, tahta, maden eserlerinin hcme·n hepsinde görülür. Sözgelimi : Bir Ulu Ca­ mi'in, bir Zenciı:iye'nin, bir Şehidiye'nin minarelerinde bu motifi ne kadar yerinde ve ne kadar özenilerek işlenmiş bulu­ yoruz ! Fatimilerin insana hiç de neşe vermeyen fakat plastik bakımından çok önemli anlayış belgeleri olan sanat motifleri yanında Artuk sanat işleri, ayn bir grup meydana getirir. Bu grubu, büyük Selçuk sanat denizi içinde, Musul Atabeyleri­ nin sanat grubıu ile birlikte ele almak doğru olur. Unutmayalım ki Musul'un oynadığı siyasi merkez rolü, Bağdat'tan sonra en büyük çekici ve yaratıcı tesirleri doğurmuştur. Musul o kadar ,

.

1 72


koy ı ı Ti.irk ycrk::;.ı ııı:si ı ıı:, Ti.i rk k;ıd;ı r l l /.lll l \

,_·

iJan'!'i İ ı ıc w o k a tla r şıı u d ı ı o

d ı.: v a ın l ı b i r alaıı

u l ı ı m ş t u k i i'ı ı ı pa ra t o ıl uiiun

b a ş l ıca \ ı,: l i a l ı t y l l i ş ı i rcn c ı ı yak ı ı ı hir ı ı ı c..· ı k ı·ı. i sa�· ı l ıyord u. E n '

biiyiik s.: lı; u k asker \• ,! bl'ylcri l\1U !'i l l l ' l l rı A t a l w y l i k V•li':i ksiyle

i ı ı ıparatorluguıı kaderine tesir ediyordu. Tab i i b ii t iiıı b ı i l ü ve a k ı nlar da M u '\u l 'u hedef

h i l i yo nl u .

B u rası nı n N i ıwa a d ı i l e

Ö ı ı as:v a ' ı ı ı ı ı L, i ı ı lacc y ı l l ı k t ;.ıı - i h i mle

a l d ığı ye.-i

cl i.i -;; ii ııiin;c..•k,

s.:lı;ı ı k l ııbnn vak ı i ndl' bu ii ı ıiiııii, bu Önl'miıı i kolayca an layabi­ l i ri z . Y ıı k a n J > i dc'ı ı i n b ii l füı b cy l i k k r i im s i ya � i caz i hcs i ıı i n 1,·cuc!'i İ ne lopla nı ı ıışt ı . Artuk o�u lla n sa n a l m d a hu pl as t i k �ı:Ykini, m i ma rl ı k \'�sikaların ı n heps i mk , en yiiksck yı·ri111._· Yarm ı ş ·bul mak t ayız. İster H a s a nkeyf teki tii rheye veya m i nan:1 ,·r,·, i s k r h: ızıl h :pc'ni n « Rasat Kulcs İ » ı ı c n�ya U lucain i 'i nc, j , ; . · :- J\faı·J i ıı '<lL" k i K a s ı m i yc'yc, Ncc m e l t i ı ı ilgazi'niıı hisar i ç i n­ d,· h a rap cam i s i ı ı i ı ı m ihrap kitfıhcsine h::ı k ın ı / . '

B ii ı ii ıı A r ı u k :rnı t l a n ı ı d a , S i l va n ın Uluc..· anı i i d uvarların­ '

da yah u t B a ı rn �ı ı ı k ö p r ü s ü ni.i ıı aya k la n ı ı ı t u t a n nıahınuzun üs­ t ii mk, hele Diya ı ·ba kır'ın YcJ i k anlqler, Evl i hcdcn

burçların­

da, Urfa Kapısı 'rıııı b ugü n eşi olmayan ma d e n kaplamaları t ii n d c ;

o

üs­

Ç<.lğ ı n taze ve kes k i n i t i ka tlarına mey d a n okuyan b i r

pbst i k a � k ı nı yayılmış b u l ur s u n u z . Urfa K ap ıs ı ' n ı n kaplama­

Lırı i.is t ii nLh.·ki t ürl ü hayvan « fi gii r» lcri ndcı ı meydana gch:n h�ı-;; l a n , cf-.; anc n i n ünümüze serd iği b i r k i l <ıp sah i fesi gibid ir. YL"d i ka nk � k r Ycya

E vl i h cden b u n;hırı

öniindc insan b i ı'

mü d afaa v a sı l<.ısm ın, bir ö'l i.i ı n yerin i n kaı ·ş ıs ın da okluğu n u ı ı ı ı u t ı ı r : B ı ı korkunç k a l e p<m;asını Art uklular b i r cam i gi b i , h i r t ii rhL" µ i b i , h a t t a bir Kuı·'an yapr<.ığı g i b i kah: ı r t malarl a bl�Zc­ ı ı ı i � krd i l'. ( i fk l., a r t a l k a n a t l ı aslan b b ii t ü n bu m ü t e n azır pan; ..ıla ı·;,ı; üı t·k i kadın çehrel erine: lwpsi b i rden bir k la s i k ça ğ « ı ı ı ou l u re ı;Ü l w l i n dc kuky'i k u şa t ı p çerçevel ere , ye r l e ş e n - güzel \·a z ı l a r a , 1-..: ı ı ı c rkı·c, saçaklara ; ( söy l e r gibi can l ı ) d u r<.ın hu Jı Lı" t i k ı ı ı a 11 1. u ı n �yc . .. ba)ka h içh i r ycnl ı.: rast layamazsınız: B ii­ ; ı i ı ı ! L' ! ı l i k . - kr.· !-.aı ı a t ı n d i ı ı lı.: bi dcŞen i fa d e s i y l e ürık·111c i s t e r gibi 1 73


h i r h�ıl karşısındayız. Dunlan yapflran Artukoğlu Sa l i h

Mch­

mud'u kendi zamanı bile hazmedememiş, onu putperest zan­ ne tmi şti .

Yeni yeni anlamaya çabaladığımız bu ilk şark rönesan­ sını, Artuk oğullarının diğer . kültür ve sanat teşebbüslerinde de yakalıyoruz. Diyarbakır Artuklanndan Melik Alp İnanç Kutluğ Necmettin buyruğu ile onun için Süryaniceden Arapça­ . ya çevrilen Anavarzalı Diyoskürid 'i n (.M i lad ı n I. asrı) Materia Medica adlı eseri, Türk göreneğini, klasik çaA düşü­ nüşün ü ve İ s lamın bütün taze imanını bir araya getiren bu v�­ şi çağın üstüne bir ışık salkınu sarkıtıyor gibidir. Bu Melik Necmettin İlgazi'yi düşününüz : Kardeşi Emini tti n'in, Mardin' deki ha s tane, medrese, cami ve hamamdan meydana gelen mi­ marl ı k manzumesini o bi t i rtmiş ti. Bu eser, . b aş l ı b aşına bir insanlık uyanışı değil midir? Mardin'i tarihimizin içine bir kahramanlık, bir sanat, bir insanlık merkezi gibi yerleştiren Artuklular niçin o kadar acı bir sona kavuştular? Şim di 944 ( 1 564) 'de Mardin Artuklu'la­ rı Tarilıi'n i yazan « Katip Ferdi»yi hat ır l ıyo rum . Bu civanmert insan, bu acı sonu ne kadar duyarak bize nakletmiştir. Kara­ koyunlu devletinin yaman hükümdarı Kara Yusuf'a M ardin 'i tesl i m etmeye mecbur kalan son Artu klu hiikümdarı Melik Sal ih, m em le ke ti ni bırakıp Musul'a çek i li yoıı : uSan, rüh-ü-revinın verdi, teslim eyledi. San, yerine türlü derdi cisme talim eyledi. Olmasın kimse cihanda kimseye naçar zebun,

Ölmesi yeğdir, azfzan, dlrl olmaktan o gün ! »

Zavallı Melik Salih ! 0 ci evrin en ünlü şehir devleti olan Musul ile bir ayarda tutulan Mardin gibi devletinden düştüğü için mi, yoksa t arihleri n ima ettiği gibi « ağı içirildiğ i » için mi; Musul'a Yarmasından sekiz gün sonra ölüp gitti. Yeni evlendi1 7-l


ği eşinin de ardından öldüğünü söylerler Çocukları da Sinc::ır taraflarına göçebe olup çekilmiş, bununla beraber .Mardin, Türk ilemi için yine ünlü, yine yoluna ölünür bir diyar ol­ makta devam etmiştir. .

Bugün kurtuluş

savaşlarının sırat köprüsünden

geçen

Mardin; arkasını yasladığı büyük Türk tarihinin, bu tarihe o kadar yakışan coğrafyanın üzerinde yeni bir geleceğe bakıyor. Bağdat'taki valilerin «Türkçe konuşulduğu.

için azarladığt»

Mardin nerede; Massius dağından gözleri bir bıçak gibi delen, Türklüğün sınır bekçisi, bizim Mardin nerede? Eşsiz meyveciliği, tari:P, zevkinden kuvvet alıp kendi öz ÇQJ:Uklannm eline geçecek kuyumculuğu, dört mevsimi topla­ yan iklimi,

hele

dünyanın bütün düşüklüğüne arka çeviren

misafirseverlik göreneği, bize türlü alanfarda türlü zeka ör­

neği veren büyük çalışmalan; bunların hepsine sığı nak ve pı­ nar olan Türk şuuru ile Mardin; pek yakın bir yarının Anado­

lu'sunda binnci sınıf bir turizm şehrimiz olacak; . tarihteki manasına uyar bir Türklük amtı olarak kal�caktır.


TARİHTE KAYSERİ Bazı bel deler vardır ki göbekl erini tarih kesm i ş t ir. Onla­ rın doğuşu bütün insanlık için bir başlan gıç veya bir son gib i bellenir. Geçirdikleri çağlar, bugün bile herkes i n elinde bir öl­ çü, dilinde bir efsanedir. Ebesi baştan başa en müthiş, en heyecan lı bir Türk ta­ rihi olan Anadolu'da bizim «Kayseri»nin böyle bir belde oldu­ ltumı söylersem hemşehrilerim biraz şaşıracaklardır. Anadolu' bütün büyüklükleri gibi, beldelerine a it tarih i m t iyazla rı p kadar az bilinir ve o kad�r az değer görür ( ' ) . nun

Halbuki bu beldelerimizi ille Kayseri'yi, bugünkü görü­ şümüzün, duyuşumuzun ölçüsüyle ve hele arkeolojik sanat ve kül tür tarihinin verdiği yeni hükümlere dayana ra k gözden ge­ çirirsek; önümüzde milletimizin geçmişine şeref, geleceğin e sonsuz umutlar verecek bir abidenin yükseldiğini görürüz Ye şaşırmamız hemen gider. * **

Kayscri'den bize en eski haberi veren tabletlerdir ( ! ) . Bunlar, XX. asrın başından beri Anadolu'da; Mezopotamya'da,

Mısır'da ele geçmişlerdir. Yozgat'ın garp şimalindcki BoğazCll (2)

176

Konya, Erzurum, Malatya, Harput, D i vrilc, Eğin. Vn n ve K ayseri böyledir. Orta.cı ı knbarıkı;n dı>ğlrml bir sigara t : ı hakıısına hPnzPyPn tn bletler,

kilden yapılır. Üzerlerine çivi yazısı y l a mel i ı ı ler yıv ı l ı r, ı ı ra k şek i l ­ ler. tablolar. imzalar yazılır.


köy'de Kayseri'nin Kültepe'sindeki kazılarda bulunanların ışı­ ğı altında; milattan önce 2725 yıllarına doğru Kayscri'dcn bir belde diye bahsedildiğini görüyoruz ('). Burası belki de Pu� ruşhanda adlı yakın merkeze tlbi idi. Bu ırierkcz şimdiki Kül­ tepe öreninin yerinde kurulmuş ve Kayseri'dcn 20 kilometre

şimali şarkide bulunan Ganeş beldesinden çok ayrıdır. Ganeş o zamanki Kayseri'dir ve Mezopotamya'dan gelmiş bir Sami tüccar kolonisini, asıl beldenin dış çevresinde barınmakta­ dır

(4) .

Bu koloninin ruhu, gözü hep dışarıda : Asur'dadır.

Gerek Ganeş diye anılan o zamanki Kayseri, gerek daha ayn ve yerli bir merkez olan Puruşhanda, tamamıyla yerlile� rin elindedir(5 ) . Puruşhandalılann Sami tüccar kolonisini sıkış;. tırmaları neticesi Agacle kralı eski veya birinci Sargon �am anın­ da (yani milattan önce 2725 yıllarına doğru) Mezopotamyalıla­

rın Kapadokya'ya girdklcrini görüyoruz. Bunl a ra karşı koyan yerli beylikler arasında Ganeş kıralı Zipani'nin ismi geçiyor. Mazaka'nın yani Kay�eri'nin bu tarihte, böyle büyük çapta

hücuma uğraması içiJıı çok eskiden kurulmuş bir halde olması gerektir

(6) .

Elimizde vesikalar bulunmadığı için daha ilerisi hakkında şimdilik bir şey denemez. Yalnız, şimdiye kadar yapılan kazı­ larla, Anadolu'nun - yalnız garbında değil - ortasında milattan 3500 yıl öncelerine dc;>ğriı geniş bir yaşamanın vesikalarını bul­ muş bulunuyoruz. Bu vesikalar, Anadolu'nun o zamanlardan

başlayıp 2500 yıllarında birleşmiş bir manzara gösteren münaLa Civilisation des Hitit.es at des Miltanniens

13)

Dr. G. Contenau :

(4)

G. Contenau : La Civillsation des Hitites at des Miltann iens Cl934) , P.ı sa.

<s> (6)

Cı934l. P. 51.

Bu yerlilere arkeoloji dilinde Asianlques veya Proto. Hitites deni· yor. G. Contenau : Aym oser. S. 55.

177


sebetlerini göstermektedir. Bu münasebetlerin Kafkasya, Kıb­ rıs, S\lriyc ve hele Mezopotamya, Ege ve · Akdeniz'le yapıldı­ ğını anlıyoruz. Büyük muhaceretlerin neticesi olan akınlar bir yana bırakılırsa, bu münasebetlere her manasıyla «mübadele · münasebetleri» diyeb il iriz Bunların içinde en devamlısinın, o zaman ki Ana do l u kültürü üzerinde en çok tesir yapanı nı Me­ zopotamya, Ege ve Akderiiz olduğu görülüyor. .

imtiyaz, yaln ız şark ve garp ara­ sında transit işini görmekl� kalmamıştır. Şimdiki Çanakkale (Throade) , İzmir - Aydın (1.ydia) alanlarında milattan 2500 3000 yıl önce kurulabilen siteler, Anadolu'm.�n maden, hayvan ve ncbatlarından da büyilk çapta istifade eden Emporiumlar­ Ia temsil ediliyordu. Troiade alanındaki Hisarlık (Troie), Mys ia alanlarında Edremit (Adramittium), Bergama (Berga­ mos ) , küçük Firikya alanhnnda Bandırma (Kyzikos), Lydia alanlarında İzmir ( Smy rn:ı ) , Efes (Ephesos) , Sardes, Aydın (Trall cs) ... Batı Anadolu'mın Emporiumlan; Kemerhisar (Tya­ na), Kayseri (Mazaka) , E:oğazköy C:aattuşaş) . . Orta Anado­ lu'nun Emporiumlan; Sinop, Trabzon (Trapezus) ... Karadeni­ zin kıyısının; Tarsus (Tars: s), Malatya (Melitene veya Melide), Diyarbakır (Amida), Carahulus (Gargamış) . Cenup Anadolu' nun Emporiumlan idi. Eskişehir (Dorylaion)'in, İzmit (Niko­ media) 'in, Kadıköy (Chalc:edoine)'ün hiç olmazsa arkaik Yu­ nanistan'dan önceki devirlerden başlayan bir mübadele tarihi vardır. Anadolu coğrafyasındaki

.

.

.

Din merkezi ve ticaret merkezi. .. , mabet ve depo ... bunları Anadolu'nun eski devirlerinde birbirinin yanında yer almış buluyoruz. Ünlü bir mAbudun adını taşıyan bir mabede ko­ şanl ar büyük çapta bir alış - verişin de kaynağı oluyorlardı, Mesela Efes'in meşhur Diana mabedi Lydia için; Eskişehir'in şark cenubunda ve Sakarya ( Sangarios) kıyısındaki J>essinon­ tc'nin «Toprak ana» «Kybele» rnabedı Firi kya lı lar için böyle idi. ,

178


Bu merkezler arasındaki büyük ticaret yolları nın asırlar· yolların varlığını b irk aç türlü vesika ile öğreniyoruz. Bir kere Romalıların, Bizans l ı la rın za­ ma nında iş leyen askerlik ve ticaret yo l la rın ı n haritası; konak­ lar'ının b irçok l i stesi ; seyahat yapanların, hacıların hat ıral arı elim ize geçmiştir. Yunan, Roma ve Bizans tarihçilerinin' daha önceki an'anclerce hadiselere dair verdiği malumat sırasın da bu m erk ezlerden ve yollardan haberimiz oluyor. ca s üre n bir tarihi var. Biz bu

Sonra Anadolu'da

(Mesela : Boğazköy'de,

Kültepe'de,

Tars us 't a Efcs'te ... ) Mısır'da, Mczopotamya'da elimize geçen ta b l e t l e r askerlik, ticaret hadiselerine ve münasebetlerine dair malumat verirken bizi merkezler, menziller ve yol lar hakkında da ayd ınlatıyorlar. Aynı ye rle rde bul duğumuz k ayal ara oyul­ muş sahneler, kabart ma l ar, heykellerle mühürler üzerinde

gö rdüğümüz sahneler, çok eski devrin kıyafe ti, nakil vas ı tası , t ic�m:t vas ı t a ları, ziraat usulleri, b içiml eri , kanunları hakkın· da bize çok esaslı fikir ve haber vermektedir. Bunlardan başka; bir yere mahsus taşlar madenlerden yapılmış süs ve ibadet eşyasının - bu t aşların, bu maden l eri n bulunmadığı ye rl e rd e - elimize geçmesi .. . bizi, bu alış - veriş yol­

ları, menzi l leri hakkında ayd ı nla ta n başka şa hi t l e rdi r. Bu şa­ h i t kr; biı" istila yahut e tn ografi k bir kaynaşmanın neticesi olan « b i r m ü ş t erek m ed e niye t » vesikalarından, daim esas t a

ayrıl ıyorlar.

B u esk i m erkezl eri b irb irine ba ğl ayan yoll a rın ana ist i ka· metleri hakkında şimdi oldukça ayd ın l ı k tayız ( 7) . Tıpkı, bugün, İzmir'den biri Manisa - Afyon'la şimal; öteki İzmir - Aydın 'la (7)

Bu men ziller, yollar hususunda başlıca : İngilizlerin böyük arkeo­

loğu \V. M, Rnmse y 'e, Newton'a, Fransız G. Perrot'ya, G. Radet'ye,

R Dussaud'ya; Rus alimi Rostovtzef'c; Alman C. Hurnann, Kicpert'e

çok borçluyuz.

179


cenup şm·k istikfönctindc iki dcmiryolu dağıldığı gibi; eski Lydia sahillerinden ( Ephcsos'dan yahut Smyrna'dan ... ) iki büyük yol çıkıyor, şark illerine gidiyordu. Büyük Menderes'le Ki.içiik Mcn dl·rcs bu hususta ilk tabii istikameti göstermiştir. Şimalyolu Afyon'dan bükülüyor; Pessinontc'den Gordion'dan ( ki Sakarya'nın kenarında, Beylikköprü yanında olduğu 1900 kazıları ile anlaşılmıştır), Ankyni'dan geçip şimdiki Ankara' nın rolünü o zamanlar oynayan Hattuşaş'a erişiyordu. Oradan ya İran ve Kafkasya hudutlarına girmek üzere Zile (Zcla) , Cor­ ınana (bakm ile hala meşhur Tokat ) 'ya ya Mazaka'ya ( Kay­ seri ) varıp Malatya - Diyarbakır - Dicle yolu ile Mezopotamya'ya; yahut da Karadeniz kıyısındaki Sinop'a geçiyordu. «La Route Royale» «hükümdar yolu» adıyla klasik devirlere, hatta Sel­ çuk devirlerine kadar hüküm süren bu pek uzu n yolu tutma­ nın iki sebebi vardı. Birisi : Konya'nın şimal şarkından baş­ layıp Aksaray eteklerine kadar uzayan cTuz çölünü • geçmek mecburiyetinden kurtulmak; ötekisi, milattan önce 2000 yılla­ rında, muazzam bir Hitit İmparatorluğu'na merkez olacak

ehemmiyette bulunan Hattuşaş'a uğramak mecburiyeti ! Batı Anadolu'sunun kıyılanndan çıkan öteki cenup yolu­ nun şimal yolundan daha az kullamlmadığını; hatta bu yolun Kilikya üzerinden Suriye'ye, Mısır'a, Mezopotamya'ya geçecek . kervanların en işlek bir geçidi olduğunu biliyoruz. Bu yol Ay­ dın - Dinar (Dineir, Apamee) üstünden Konya'ya ( İkonium ) ve oradan Mazaka'ya ( Kayseri) varıyordu. Mazaka'dan Karade­ nize, Kafkaslara, İran'daki Ekbatan (yani bugünkü Heme­ dan ) 'a, Malatya - Diyarbakır üstünden Persopolis'e; yahut Tya­ na üstünden Gülek boğazı yolu ile Tarsus'a, oradan da Suri­ yc'yc Mısır'a gitmek mümkündü. Mezopotamya, Mısır, Suriye, Kıbns'tan gelenler Antalya üstünden Pamukkale (Hicrapolis) \'e Denizli'den Sardcs'e varmak nasıl mümkün idiyse, Sardes' ten yahut Ephesos'tan gelenlerin Afyon'dan sonra Dorylaion yo­ hı ile N.i komeld'ya, İznik'e, Bizaris sahillerine inmek imkinı 1 80


o kadar vardı. Efcs ve Sard'dan Çanakkab ve Marmara kıyı­ lanna gitmek isteyen kerıoanlann yolu pek r1.eşhurdu. Bu yolun ana çizgisi; lzmir'den geçmek üzere Bergam1, Edremit, Turuva, · yahut İzmir, Bergama, Bandırma (Kyzikes)' veya İzmir, Bergama, Daskalion (Gemlik körfezinde) 'dur. Bu son yoll a rı n ne kadar ehemmiyetli olduğunu, Turuva'da 1865'den beri, Berga­ ma'da 1 882'den beri yapılan kazılarda bulduğumuz taştan, madenden, kemikten yapılmış eserler ortaya koymuştur (A) . Bu yolların gerçekliğine, üzerinde ki.ı�lanılan vasıtaların

ne olduğuna dair bilgimizin başka bir böl 'imünü yine KüJtcpc tabletlerine ve orada bulunan bir mührün resimlerine borçlu­ yuz. Milattan önce 2000 yıllarına doğru yap ı l m ı ş bu tablet üze· rinde dört dağ eşeği koşulmuş dört tekerlekli bir araba vardır. Mezopotamya'daki 3000-4000 yıllı k Sümer sitelerinin kazılması ile elimize geçen benzerlerinden eşlerinden anlıyoruz ki b u araba, Sümerlerden geçmiştir; Anadolu'da kullanıldığını i se tabletlerdeki alım satım mukavelerinden açıkça öğreniyoruz. Bu arabanın kullanılabilmesi için keçi yollarından farklı b ir yol si steminin kurulmuş olması pek tabiidir. • •o

Bu başlangıcı okuyucularımın uzun bulmamasını dile· rim. En. kısa çizgilerle anlatmaya çalıştığım bu başlangıç ol m a­ sa idi, bugünkü Kayseri'nin tarihi karakteri üzerinde söyleye­ ceklerim köksüz kalırdı. <o>

Mesela : Kıbrıs'tan gelen ve milattan önce 2300 yıllarından yeni ol

mayan bakır veya tunç kaplar, avadanlıkla.nn Turuva·nın il. şeh·

rinde, büyük bir hazine

ile

ele

geçmesi; K brıs'a mahsus çanak

çömleklerin Antalya - Kibyra (Korkuteli> yolu üzerinde: yeni fakat

bitirilmemiş tunç ve demir hançerlerin Ant 1lya - Ağlasun · Dincir

yolu üzerinde ele geçmiş bulunmalan, Anad•>lu'daki eski yolların

milattan önce 3000 yıllarında bile hayal deE;il, geniş ve işlek bi r .

hakikat

olduğunu gösterebilir.

eserde bulahlllrslnlz

:

Bu hususta �n güzet hulasayı şu

Ren! Dussa.ud

:

Ll1 Lydie et/aea voiaina. 1932-33.

181


Kayseri'yi şehir olarak gözden _geçirenler gerek bugünkü beldenin, gerek dünkü Mazaka'nın

su,

hava bakımından hiçbir

fevkaladeliğini göremezler. Ordulann hücumuna karşı da onu koruyacak tabii seddi yoktur; berekelli fevkalade bir toprağt, her şeyi yetiştiren iklimi .yoktur. Böyle olmakla beraber, onun hiç olmazsa 5000 yıldır ve her tiirlü ırk, rejim elinde büyük, gerekli bir merkez kalması; dört taraftan akan yolların düğüm yeriµde bulunmasından ileri gelmektedir. Onun büyük bir sa­ vaşa meydan olduğunu biliyorui; fakat yanı başındaki Ganeş' den çıkan vesikalarda, vaktiyle kendisine; davalarının temyiz edilmek için gelindiği hakkında kayıf,ar var. Demek ki Kayseri tarihe bir cil:.angirin eliyle değil, Ana­

dolu'daki insanlığın tabii, devamlı ihtiyaçları ile. doğmuştur. Millattan �nce XX. asırda yaşayan Yunan coğrafyacısı Stroben Kayscri'nin Sinop'a 150, Malatya yolu ile Fırat'a 300 km. oldu­ ğunu kaydetmeyi gerekli buluyor. Ve böylece Kayseri'yi mey­ dana getiren, ticaret münasebetlerini klasik devirde bile yaşa­ dığını göstermiş oluyor. Stroben Kay:;eri için bunları yazmayı lüzum gördüğü zaman, büyük Boğazköy çoktan unutulmuştu; Gargamiş silinmişti; yüzlerce askeri merkez ortadan kaybol­ muş gitmişti. Şurasını hemen söyleyelim ki - hiç olmazsa Romalılar zamanına kadar - Kayseri, Mazaka adıyla ve şimdiki şehrin bi­ raz (yarım veya 1 km. kadar) cenubunda, cenubi garbisinde­ ki tümeltiler üstünde kalmıŞtır. Bugün oraya c Eski şehir» der­ ler. Orada metodlu, sürekli kazılar yapılmadığı için şimdi den

kesilip atılmasa da, yerin üstünde kalanlarla olsun bugün Mazaka'nın bütün tarihini takip imkansızdır. Belli başlı de'\rYeler ara­ sında atlamalar vardır. Bu eksikliği göz önünde tutmak şartıy­ la, Mazaka'yı kuranlar veya onu belli bir site gibi insanlığa ta­ nıtanlar casianiques»ler yani Anadolu'nun ilk yerlisi Proto-Hit� tiler olduğunu te'yit mevkiinde bulunmadığımızı söyleyebiliriz.

182

·


Et ilerin, ille büyük konfederasyonlarını merkezi, Kızılır­ ccnubulllla K ii l lcpc - Ganeş'i n, bu konfederasyonla Me­ zopot amya münasebetlerinde birinci derecede rol görd üğü şüp­ hesizdir. Bu münasebetler ister Lidya yolu ile, ister Dicle yolu ile olsun, Mazaka boyuna bir durak kalmıştır. Eti konfederas­ yonunun merkezi şimale, Boğazköy'c (Hattuşaş) geçtikten son­ ra da Mazaka itibarından kaybetmemiştir. Akdeniz kıyıların­ dan gelen şimal yolu Ankuva'da (Ankara) Boğazköy'c uğrasa da Maza ka 'ya inri1ek m ecburiyet ini giderememiştir. . Milattan önce 1 650'ye doğru Etilerin Kapadokya'nın ve «Kültepe»nin üzerine bir bulut gerilmiş bulunuyor. Anadolu büyük bir akına uğruyor. Buna Hiksoslann akım d iyenler, Hindu-Avrupailerin diyenler var. Bu çağ üzerinde vesikalarımız mak'm

daha yok gibi. Milattan önce 14SO'ye doğru Eti İmpaı-atoduğu'

nun yeniden kurulduğunu bildiren Mısır ve Anadolu vesi kaları bolcadır. Bu ikinci Eti federasyonu Şubhilülyuma'nın hüküm­ darlığı ile değişiyor, şevket kazanıyor. Bu devrenin sonuna ka­ dar Mazaka'nın Anadolu'nun birinci sını f merkezi vazifesini \p' ördüğünü ele geçen eserlerden anlıyoruz. Anadolu 1200 yılla rına doğru büyük çapta bir depreşme içindedir. Bunun hakiki sebepleri , hakiki istikf•metlcri üzerin­ de kesip atan m alumatımız yoktur. Ortalık durulunca şöyle bir vaziyet görüyoruz : «Denizden gelen kavimler»i n zoruyla, Anadolu'nun garbında yerl i en büyük Emporium ve Homeros ' un ölmez İlyada 'sın a mevzu olan Turµ\.a (şimdiki Aasarlı k ) mahvolmuştur. Firikler Çanakkale, Marmara kıyılarında kala­ balıklaşmış, sözleri geçen bir kavim olmuştur. Son Çank ırı.kapı, Karaoğlan, Pazarlı kazılan ile Firiklerin Anadolu ortasına ka­ dar yayıldığı nı anlamaktayız. cıı Ganeş» yerine Mazaka'nın kurul­ duğunu ve cenubunda, cenup garbinde yeni bir Eti devletinin kurulup buna şimdilik Loui teslerin hükumeti dendiğini görü­ yoruz . Bo�azköy hegemonyası kaybolmuştur. İdarenin, hAki­ miyc tin ağırlık merkezi cenuba ve garba geçmiştir. Garp ve 1 83


A n kuva'n ın Do . il a ion'un ille. Gordion'un - Louit�slerc ait Tya­ -

na a J an l : m n ın merkezi düşünülen ve ı 934'de keşfolunan - Göl­

lüdağ'ın parlaması bu zamana düşer. Bu devreye arkeologlar, kül t iir bakımından Post-Hittiler (yani Hititlerin hemen arka­

sı n dan gelen devir) derler. zamanda büyük ehemmiyet

Göllüdağ'daki büyük merkezin bu kazandığı zannolunuyor : Anadolu'

nun ortasında en zorlu, dayanıklı devleti o zaman burada gördü­

ğiimüz

gibi !

Yeni merkezlerin arasında Mazaka asırlardır süren göre­ neğini devam ettiriyor, bütün yolJar buraya dökülüyor. Boğaz­ k �y düşmüştür. Dorilaion, Gordion, Ankuva'dan geçen yol iti_.

bardan düşmemiştir. Ve büküldüğü yer Mazaka'dır. İkonfom

'

dan geçen cenup yolu Garsoura'ya ve Göllüdağ'a uğramakta­ dır, fakat döküldüğü yer Mazaka'dır. Bunu, yani bu devrede da­ hi Mazaka'nın büyük ekonomik rolünün bütün Anadolu'daki

üstünlüğünü göstermek

için Alişar'da, Boğazköy'dc, daha yeni

keşfedilen Göllüdağ'da bulduğumuz kapkacaklann birbirinin ayn i olduğu ortaya koymamız yeter. İstanbul, Ankara, Kayseri_ nıüzclcrindcki ve s ik al ar bu hususta şüphe bırakmamaktadır.

Bugi.in Mazaka alanlarının neresine var�lsa, hangi kayasına ba­ kılsa, Eti devirlerinin vesikalarına bol bol rastlandığı gibi, İs­

ta nb ul Ankara, Kayseri müzeleri de bu vesikalarla doludur. ,

Demir, Anadolu'da daha UI. binde vardı, fakat onu işle­ mek zordu. Bu yüzden ondan yapılanlar süs ebası olarak kal­

mıştı. Başka madenlerde işçiliğin ' ilerlemesi sayesinde demirin

i şl en m es i

de kolaylaştı, ilerledi. Anadolu'da millattan önce 1000

yıllarına doğru meydana gelen büyük depreşme, demire ha­ kim c �anlann eseridir diyebiliriz. .Bu devrenin

184

şampiyonları


Anadolu'da Firiklerdir ('). Gordion'un büyük merkez olduğu bu zamanlarda Mazaka ön saftadır. Hatta Mazaka adının ille bu çağda ün saldığım tahmin eyliyoruz. Çif tçilikleri, hayvancılık­ lan nasıl dillerde geziyorsa Firiklerin dokunıacılıkları renkle­ rin iç manalarını sezişleri, hele musıkidcki anlayış ve buluş­ ları, dinlerindeki vecd . ve esrar ... Bugün öylece dillerde gezer. Onların Anadolu' daki sanat simasına vurduğu damga çok açık ve _vesikaları pek bol, pek meydandadır. Etilerin göreneğini yakından sürüp gittiklf·ri, onların mirasına kondukları için Yu� nanlılarla Anadolu'nun ilk me.deİıiyetleri arasında asıl geçit, asıl intikal devresi onförın devridir. Tahmin olunur ki Mazaka'nın ekonomik kuruluşu bu çift­ çi ve sanatkar kavmin başvurduğu, ele a.ldığı, en yüksek su­ rette işlettiği bir miras � olmuştur. Bu alanlarda (Kültepe'dc, Göllüdağ'da, Boğazköy'de... Alişar'da ... Alaca'da ... Karaoğlan' da ... ) ele geçen Firik çanak çömlekleri ile istihkamlannı göz önüne getiriniz; Mazaka'mn bir Firikya merkezi olduğu hak­ kında hükümler ve onun an'aneleri değerinden bir şey yitirme­ diği kolayca anlaşılır. * **

Anadolu'nun en eski medeniyeti an'anesi olan yerlerinden birisi Lidya alanıdır. Sardis, Efosos buradadır. Lidyalılann ik­ tisat ve ticaret yönünden kazandığı ün çok üstündür. Firiklerin Anadolu ortasını ve bu ortanın dört yol uğrağı olan beldelerini ele geçirmelerini, Lidya'ı;.ın lran'la, Mezopotamya ile olan tehli­ keli bir transit yoluna !:okmuştu. Lidya'nın Mezopotamya'ya yolladığı eşya, din, sanat ve düşünceleri ile oradan neler aldı· <ol

. Hiçbi r türlü dil .. benzetmesiyle tarih ynpmuk

istemeden şunları

ortaya koymama okuyucularım müsaade etc;in : Anadolu'da bir çeşit elmaya. bugün hillA Firik elma denildiği gibi buğdayın bir türlüsüne de Toraslarcla Firik buğday dendiğini pek iyi hatırlıyo­

rum. Nasıl ki Ankara keçisine benı:eyon bir çeşit keçiye Firik voya Filik denmektedir.

1 85


ğını ille gleptik bakımından yapılan son keşiflerin aydınlığın­ da iyice görüyon:z. Mısır, Mezopotamya medeniyetlerinin Kıbrıs ve Lidya yo­ lu ile Kapadokya ya, netice olarak eski Anadolu medeniyeti üze­ rine yaptığı tesirleri, en zorlu şekilde ıspata çalışan tarihçiler, arkeologlar bugün çoktur. Şarktan gelen bakır ve demir maden­ lerinin toplandığı, Lidya'nın Tmolos dağından ve Pactole suyu kıyılarından toplanan altın ve elektronların akabileceği büyük Mazaka deposunun Firikler elinde kalmasına dayanamayan Lidya kralları - onların istilasına uğramadıkları halde, doğu yol­ larının kilidini kurtarmak emel iyle - bu kavmi ezmeyi milli si­ yaset yapmışlardı. Aslına bakarsak Firikleri yıkan, şimalden Kafkasya yoluyla inep Kimmerler değil , Lidyalıların bu siyaset i olmuştur. Ve Firikya, meşhur kralı Midas'ın i n tiharı ile 676'da

değil daha IX. asırda ölüme mahkum olmuştur. Kimmerlerin yahut Kimmirlerin Anadolu'ya akışı millat­ tan önce VIII. asırda olmuştur. Mazaka'nın bu çağdaki halini pek bilmiyoruz. Kimmirlerin akını yağma, karışıklık şeklinde olduğundan o zam m içinde hadiselerin hali bulanıktır, karan­

lıktır.

karanlık de�renin, Mazaka ile hağları en deri n olan Lidya'daki tesiri müthiştir. Anadolu'nun o zaman en zengin, en temelli bir devleti olduğu halde, Kimmir akınından Orta Anadolu kilidini hiç düşünmeden, Asuriye Kralı Assurbanipala sığınmıştır. Asuryalılar Lidyalılarla birlikte Kimmirleri Adana alanında 637'de 1 amamıyla mahvettiler ve Lidya kurtuldu. Mazaka yolu doğuya, batıya yeniden açıldı; amma buralarda Asuryalıların elinde bir oyuncak haline girdi. Bu

612'de Ninova'nın Medes Kralı Kcyaksar tarafından alı­ nıp yıkılışı Asuıı a boyunduruğunu kaldırıyor. O zaman bü­ tün Firikya'nın mirasına konan Lidya'nın ta Mazaka'ya kadar hükmünü yürüttüğünü görüyoruz. ,

186


Fakat Kcyaksar Asuryalıların Anadolu'daki hegemonya si­ yasetini benimsiyor. Çoraklığı, kabalığı, o zaman pek dilde ge­ zen İran yaylasının hakimleri - taşsız, ağaçsız, madensiz Asur- . ya toprağı üzerinde yaşayanları biteviye Surya'ya, Doğu - Ana­ dolusuna aktıkları gibi... - Anadolu'min çok ünlü olan bereket­ li, ' ille Ege kıyılarına göz dikiyor. Mazaka'ııın Medler eline düş­ mesi bu yüzdendir. Kapadokya'nın ille onun hemen tek kalan merkezinin Medler eline düşmesi, Anadoh'da o zaman en zor· lu olan Lidya'nın can evinden Vıırulması ı�ibi bir şeydi. G. Ro­ det'nin dediği gibi, şark yollarından mahrum kalmak, akılla­ rına, tahammüllerine sığar şey değiidi. Kıal Alyatte'nin 585'de Kızılırmak boylarına kadar, Medlerle döVuşmek üzere koşup gelmesi, bu bakımdan çok manidardır. Onun atlattığı tehlike Krezüs zamanında Li dya 'n ın başına gelmiş; Kapadokya'yı ve merkezini kurtarayım derken zenginliği, zekası dillerden düş­ meyen bu kral ülkesi ile birlikte Medlerin kölesi olmuştur. Medler Kapadokya'da uzun zaman kaldılar ve temellileş­ meye çalıştılar. Pessinonte, Gordion, Ankıva Pteria ve Tavium, Komap.a Pontika, Stalata'dan geçen «Kral yolu»nun en işl<�k devrini açtılar. Bu yolun üzerinde mühim maden ticareti ve din duraklanndan biri olup Tokat'ın şarkında, · şimdilik Koyulhi­ sar veya Reşadiye taraflarında bulunan Pontos Komana'sında­ ki yerli mabet ve Tanrı'nın tesirinden kurtulmak için Zela, şim­ diki Zile'yi, ele aldıklarını görüyoruz. Burada yeni bir Tanrı için yeni bir mabet ve kervansaraylar kurdular. Mazaka'nın bu çağda ekonomik değerini kaybetmediği anlaşılıyor. Metllerin resmi yolu olan şimal yoluna karşı Ana­ dolu'daki hayatın açtığı cenub yolu yalnız işlemekle kalmıyor, elimize geçen çivi yazısıyla yazılı son devir tabletleri burada Medlerin ve sonra onların yerine geçen Perslerin çok zorlu münasebetlerini ortaya koymaktadır. Bu münasebetlerin bo­ yuna artan cinsten olduğunu görüyoruz. Ç�Jnkü Dara'nm zama­ nında biitün Anadolu'yu hükümleri altınd ı tutan Perslerin Ka· 187


padoky;.ı'yı hususi bir i<l;.u·c böl iiıııü i l� kunıd u k l a rı a ı ı la�ı l ıyor. ' O zaman « Pon tos Kapadokya s ı » ve «Büyük Ka pado k va » diye i k iye ayrıl mış, benl iğin i yit irmemi� bu o.ılanlarda Mazaka ikin­ ci kısm ın m erkezi kal nu� t ır. Böy lece Pcrslcrin « Pontos Koma­ nası»na yaptıkları yıkıcı rekabetten Mazaka'nın esirgendiğine hükmolunabilir.

;Bu bir çeşit müstakil krallığını Kapadokya M. ö. lll. ası­ ra kadar muhafaza edebiliyor. Persleri n hegemonyasını bir kuru yaprak gibi ha\aya savuran Makedonyalı İskendcr fırlı­ nasını Mazaka atlattı, fakat İskender'in kumandanları o d ü nya impartorluğunu paylaşınca Kapadokya ve net i ce olarak Maza­ ka, s ıra s ıyla onla ra tab i ol du, yahu t onların himayesine gir­ <li. B üyük «avanturier»nin sarstığı alem, Roma'nın soğuk, menfaatçi, hissiz zincirini takana kadar kendini bu la m a da n çırpındı. Ölenlerin sayısını kim bi lebilir ? Devrilen hükümdar­ ların yekunu nedir? Kaybolan zekanın, emelin hesabını kimden aramalı ? Şaşılacak şey dir. Helenistik devri diye anılan bu mu­ vazenesi bozulmuş çağda Kapadokya bir çeşit istiklal içinde yaşadı. Aryaratlar denen yerli hükümdarların mütemadiyen Mazaka'yı birinci sınıf merkez olarak al dıkları anlaşılıyor. M . Ö. 323 'den 1 00 tarih ine kadar Mazaka'nın bu yerl i idaresini, elimize geçen paralarından takip edeb iliyoruz. M. ö. 100 tarihinde Mazaka'nın başına bir yıldırım düşü­ yor. Bu çok ünlü M ihri dat (yahut Mithridatc) 'tır. Roma İm­ paratorluğu'nun Anibal'den sonra ras tladığı bu b üyük ve gad­ dar düşman Anadolu'nun kendi orddan, Roma . ordularıyla birkaç defa baştan başa yağma edilmesine, yıkılmasına sebep oldu. Bu devrenin Mazaka için bir bela olduğunu yazalım. Mih­ r.ida t intihar· edip bu kasırga geçince Maza ka'nı n , Romalıların h i mayes inde yine yerli bir çeşit hiiki.imdarhğa kmuştuğunu gö rü yoruz . 1 88


Bu yerli hükümdarlıkta aklımızda kalması gereken iki şey var. : Mazaka adının Eusebia'ya değiştiğini görüyoruz, bir; Mazaka'nın terkedildiğini seziyoruz, iki; evet, Mazaka bırakıl­ mış ve şimdiki Kayseri'nin temelleri atılmıştır. Bıına neden lüzum görülmüştür şimdilik bilmiyoruz. Hatta, Mazaka'dan ne zaman ayrılındığını da kestirmiş değiliz. Yalnız Roma hi­ mayesi altında, işleyen yerli hükümdarlar mekanizması, boyu­ na yıkılan, yağma edilen şehrin ne müdafaaya, ne yeniden ku­ rulmaya kabiliyeti kalmadığını görünce bu «bırakma• kararını vermiş olabilir. Düşünülsün ki Mihridat'ın damadı Ermeni :Kralı Dikson (yahut Tigran) M. ö. 77'de bütün Mazaka hal­ kını kendi yeni payitahtına kaldırmıştı ! Zaten eski Kayseri'nin müdafaa bakımından hiç de büyük bir üstünlüğü yoktu. Yeni Kayseri'nin ise yolların daha tabii geçebileceği düzlükte kurul­ muş olmak gibi bir meziyeti düşünülmüş olabilir. Bu iki noktayı bir yana bırakırsanız, yerli hükümdar me­ selesi artık bir laftır. Roma demir silindiri Anadolu'ya yerleş­ miştir. Kapadokya kaç kere bu silindirin altında ezildi ! Roma disiplini her yanda olduğu gibi Eusebia'da da bir demir göm­ lek gibi son yerli Kral Archelaos'u boğdu. Milatın XVII. yılında Euscbia kalktı, ve bizim Kayseri'nin şimdiki adı Kacsarca kon­ du. Romalılar Kayscri'de hep «bilvasıta» hakim oldular. Za­ man zaman Kapadokya'nın şarktan, cenuptan, şimalden yerli eyaletlerle büyüdüğiinü görüyoruz. Kaesarea'nın bundan fazla­ sı ile istifade ettiğini tahmin edebiliriz. Ogüst'ün büyük an'anesine sadık kalarak Tibcr, kadastro ve ardından yollar meselesini. Anadolu'dan ön safa geçirmişti.

Flavieslcr zamanında da yolların yeniden genişletildiğini, ta­ mir edildiğini biliyoruz. Bugünkü Kayseri'de «Kağnı pazarı» nda, eski mezarlığın altında ele geçe n mozaiklerin Roma dev­ rine ait olduğunu zannetmekteyiz. Sonra, Şar (Kam:rna) 'daki

1 89


· Roma eserleri, Kilischisar (Tyana) 'daki büyük ören, Göllü­ dağ'daki Proto-Eti ve F·irikya şehrinin üstüne kurulan büyük Roma si.tcsi, sözün kısası : Kayseri'nin s-ağinda solunda, altında üstünde_... bu devreden kalan yüzlerce ören, Abide, eser... Roma­ lıların Kapadokya'da yerli olmadan yerleşecek kadar orayı mü­ Jıimsediklerini gösterir. Klasik dünyanın İngiltere'si olup bü­ yük sitesinden başka her yere müstemleke gözüyle bakan Ro­ malıların, K.ayseri'den zengin ve işini bilir bir bezirgan gibi geçtiğini yazalım. Roma devrinin hatırda tutulacak iki mühim vesikası ben­ ce şudur : Bir kere Roma imparatorla ."! burada bir darphane kuruyorlar. Bunun manası Kayseri'nin rolü bakımından . pek mühimdir. Sonra; milatıiı 260'ında Sasfüıilerin belli hükümdar­ lan Şapur, Roma İmparatoru Valerianus'u mağlup ederek Kayseri'yi muhasara ve zapteyliyor. Bu zamanda Kayseri'nin nüfusunu 400.000 olarak kaydederler. Anlaşılıyor ki Roma'nın büyük vasfı olan inzibat ve emni­ yet şartları içinde Kayseri, asırlardan beri gördüğü cşarkla garp, cenupla şimal arasında tavassut» işini en iyi biçimlerde inkişaf ettirmiştir. llle eski Kayseri'de izlerini bol bol bulduğu­ muz büyük Roma eserleri bu inkişafın açık vcsikalarulır. Roma burada mabediyle, mahuduyla, ticaretiyle enine boyuna yerleş­ meye çalışmıştır, Kayseri'yi o kadar ehemmiyetli bulmuştur. Eski Kayseri ile birlikte yeni Kayseri'nin de kullanılmış olma· sı pek mümkündür. 400.000 kişilik bir şehrin yalnız eski ve yeni Kayseri'de barınması zordur.' Bu nüfus yekununun sadece yazıl­ ması bile Kayseri'nin o zamanki gelişmesi.n i açıkça gösterir. • ••

Hıristiyanlık Kayseri için bir musibet olmuştur. Sanat, idare· bakımından daha Bizans'ın benliğini kazanamadığı bu ilk devreye Hıristiyanlık adını vermemiz bu acı neticeden ötürü­ dür. Her yerde olduğu gibi Kayseri'de de mağara, katakomp sı­ ğınçlığından kurtulamayan Hıristiyanlık biraz sonra her türlü 190


serbest liğe ka\·uşmuştu. KaY,scri'ııin o :1.a ına n

bi�· mctropolik

me rkez o ld uğunu görüyoruz. İ>aha eski çağlarda dini hususiye t i üzer i ne bir şey bi l med iğimiz büyük belde, böylece zanaat, tica­ ret, ekonomik karakteri yanında bir de dini çehre almıştır. İşte bunun yüzün<lcn<lir ki milatın 111. asrı sonunda ve IV. asrı ba­

şında hüküm süren Roma imparatorları (Diokletien, Galere ... ) llıristiyanlığı mahvetmek i s ted ikl eri zaman Kayseri bu kas tl ar­ dan çok zarar görmüştü. Birinci veya Büyük Konstantin m i latın 3 12. senes inde Hıristiyanlığı benimseyince yapılan işkencelerle tahribat d a durur gibi ol m uş tu. Bir ara «Putperest Julyanus» Hıris·tiyanlığın her şeyine, her köşesine olduğu gibi Kayseri 'ye de musallat olmuş, bir mabed in yıktırılmasından gücenerek, eski adı olan Mazaka'yı yeniden almaya zorlamış, Kaesarea adı­ nı silmi.ş ve tabii Hıristiyanlığa ait ne kadar eser varsa. yok et­ mişti. Bu bela 20 yıl kadar sürüyor. Arkasından (385'e doğru)

Theodosius felaketi geliyor. Koyu bir Hıdstiyan olan bu impa­ rator, «Putperest Ju l yanu s » un bir eşi daha türer korkusuyla olacak, bütün eski devir abidelerin in eserlerinin kökünü kazı.; maya çabalıyor. Bütün Anad olu 'da zelzele kadar ve hatta on. dan daha beter bir yıkıcılık devri, böylece, H ıri st iyan lı kl a açıl­ mış, sürüp gitmiş bu lunuy or. Kayscri 'nin bundan

ne kadar zarar gördüğünü sezmek için imparatoru olan - J usti­ etme işine girişmeye mec­ bur olduğunu hatırlamaklığımız yeter. Yeni Kayseri'nin sur­ ları zorlu olarak yeniden yapılıyor; iç şehir dış şeh i r ayrılıyor Erciyes'den Kayseri'ye doğru uzanan su yollarının bu devreye ait olması i ht i mal içindedir. Yeni yol si s tem i ni n kunılduğu bu dc\TL'dc Kayseri'nin tarihi rolü bir derece daha canlanıyor. Şim­ di on u n içinden yalnız ticaret kervanları geçmiyor; Kudüs'e, Surya 'ya inen Hacılar kafilesi de burada durak l ıyor. Bin hatı­ rn, b i n facia, bin z a ferl e dolu bu alanlarda H ı ris t i ya nl ı k kendi

m i l a t ın VI. asrında - artık Bizans nianus'un uzun bir onarma, tahkim

.

191


zaferi

için her teşebbüsü yapıyor. O devreye ait seyahat ha­

tıraları, yol ve menzil listeleri Kayseri'yi büyük , dikkatle

ya­

zarlar.

Ticaret

münasebetleri sırasında, Hıristiyanlığın Mısır'da, sanat, din felsefesi ve Helenistik

Suı1·a'da meydana getirdiği

devirden dökülüp gelen ilim akıntılarını Kayseri pek yakından

tanıdı. Putperest devirler için cKapadokya tabletleri », « Kapa­

dokya çanak çömlekleri» neyse ilk Hıristiyanlık devirleri için

« Kapadokya mağaralanndaki freskler» -sanat, kültür bakımın­

dan - odur. Biliyoruz ki cemiyetin, insanın her iki tezahürü­ nü bu alanda sentetize eden yer Kayseri olmuştur. O derece

ki, Hz. Muhammed'in kendi dostlanna burayı c ilim merkezi» gibi taktim eyl edi ğ i gelmiş bulunuyor.

bir rivayet halinde de olsa- bize kadar

-

İslamların Kayseri'yi çok iyi tanıdıklarına şüphe yok. İs­

tanbul'un düşman bir ideale merkez vazifesi gördüğünü bilen

p

yeni din, onu ele geçi�ek içjn akınlar ya tı. Karadan yapı­

lanların daima Kayseri'den geçtiğini görüyoruz. - Hicretin 7 1 '

inde Emevilerden Abdülmelik'in 108'inde

Müslime bin Ab­

dülmelik'in, 1 1 1 'inde Said bin Hişam'm, 1 14'ünde Süleyman bin Hişanı'ın orduları Kayseri'yi her geçişinde, yeniden zap· tettiler. Fakat Kayseri'nin İslam disiplinine göre düzene kon· ması ancak Türkmenlerle mümkün olmuştur. • "' *

Kayseri'nin Türkmenler eline -bir

geçmesi

Danişmendliler

devrin dedir

daha çıkmamak üzere· ( l 1 74 - 1 1 84 ) . Yalnız,

Anadolu'daki Selçuklular medeniyetinden ayırmak zordur. Biz K._ayseri 'y i birkaç yüz yıllık geçici hükfı·

Danişmcnd l i lcri

met tesiriyle değil, büyük

i�in<lc gözden

kültür ve medeniyet disiplinleri

geçirmeye; Kayscri'ye damgasını vuran

fikir,

iş sanat akımlarına göre onun karakterini aramaya çalışıyo-

1 97


ruz.

Bu

bakımdan ise Anadolu'daki

sanat ve

fikir

cTavaifi

MülUk•il devrini Selçuklular disiplini içinde görebiliriz. Yani Anadolu'cla nasıl siyasi bir cTavaifi MülCık» devri var idiyse, bir sanat «Tavaifi Müluk•ü devri de vardır ve bu devir Sel­ çuk de\Tİne bir başlangıç ve Osmanlı klasiklerine temeldir.

Selçukluların

Kayseri'yi Konya 'dan

sonra

en büyük

merkezleri haline getirdiklerini biliyoruz. Bu bakımdan ona ancak Sivas eş olabilir. Onların elinde şehrin - daha önceki çağların hiçbirini aratmayacak kadar - bakımlı, itibarda, yük5ekte .olduğunu ne kadar iyi görüyoruz ! Hükümdar, umumi vali. .. kim olursa olsun; savaşa gitmeden burada düşünür, burada hazırlanır, «Üssühareke•si buradadır. Savaştan dönün­ ce, ister alt, ister üst gelsin, çekilip yaQlSını sarac3ğ1, dinle­ neceği yer Kayseri'dir. Barış yıllarında ter mevsim, bütün dü­ şünce, duygu, bilgi, sanat, idAre, din büyükleri toplanıp mey­ velerini verdikleri yer Kayseri'dir. Su.rya, Mısır, Elcezire, Azerbaycan, Gürcistan, İran, Bizans keıvanlannın akıp gitti­ li büyük durak Kayseri'dir. Bu belde o kadar Türkmendir ki Moğol scrgerdcsi Bayço gibi müthiş, gaddar bir düşmanın eli­ ne düşmesi bir dönmenin, bir Ermeni · Tavaşi'nin hainliğiyle kabil olabilmiştir ( 10) . Kayseri o kadar zengindir ki, geçirdiği · · bütün istilalara rağmen, Moğolların çapul alayları onu ancak bir haftada soyabilmişlerdir. Osmanlılar devrinde Kayseri artılı klasik bir Türk mer­ kezidir. «Makam ülerna»dır, cenup, şiı:ıal kıyılarıyla şark ve garp vilayetlerine geçit veren büyuk enıporium, büyük pazar ve depodur. Sinan'ın eseri olan cKurşunlu Cami» klasik hale

yükselmiş mimarlığın örneği ve meyvesidir. Yüze gelir bir işçilik arandığı zaman Kayseri'nin ustalarına koşmak, uzun

geçmişli bir görenektir. Hatta hususi �vleri ... yontma taştan, en özenilmiş silmeler, kirişler, kemerlerle yapılmıştır. İçle­ rindeki tahta işi divanlar, kabul odaları bugün bile bizi zevkle cıo>

Halil

Edhem,

•Kayseriye

Şehri•, sahife

eı.

193


önünde alıkoyacak kadar üslupla. karckterlidir. Fatih'in ona­ rıp yenilediği k;ılesiyle sudan hiçbir devrinkinden aşab'l de­

ğildir, yül:csektir. Bu · dc,,•irde her şark seferine giden, seferden · dönen hü­ kümdar, · vezir Kayseri'de duracaktır. Oramn medresesinde ye­ tişeni bütün Anadolu s i teleri saygi ile güvenle gösterecektir.

İmparatorluğun bin türlü gedik açılan

ekonomi

kalesi

Avru­

pa emperyalizminin kölelik dağıtan sanayi seli basıp Anadolu' nun canı yavaş yavaş çekildiği kara yıl' arda Kayseri'nin tez­ gahlan duraksız işleyecek; bu yeni istifa An�dolu'yu şaşkına çevirdiği sırada onun çocukları bu yeni c ephe de hemen yalnız başlarına silah kullanacaklardır. Onlar, bu kölelik dağı tan ec­ nebi sermaye ve sanayie o kadar dehşet vereceklerdir ki deje­ nere olan ve yabancı sermaye elinde köleleşen yabancı azınlık­ lar bu düşmeyen TI.irkmen ekonomi kalesinin karşısınd a hınç­ larından kuduracak : arsız mahalle çocuktan gibi küfür edecek� terdir. Bciıebi sanayinin boğucu seline kafa tutan görgülü, gö­ renekli, becerikli diyarın, bu klasik cMakam illema »nın zeki çocuklarına cokuma yazma bilmem ama Kayseriliyim ! » ya: hut « Kayseri'de Yahudi barınmaz ! » dedirten kaba şakalar ya­ · pacaklardır.

Fakat it. ürecek . Kayseri' den geçen kervanlar geçmekte O kadar ki, XX. asrın demir veya çel i k yo­ lu da yine Kayseri'den geçecektir

devam edecektir.

•• ••

Kayseri

geçirdiği · devirlerin

sonu:ıa gelmiştir :

Tıpkı

Anadolu gibi ! ... Anadolu Türkmenlerin t line geçmeden önce ancak çok eski devirlerde bazı kavimlere (sözgelimi : Etilere; Lidyalılara ... ) metropol olmuş gibi· görü.1üyor. Amma bun- , !ardan hiçbirisi onu, bu kelimenin anlattığı manada bir va­ tan, bir anavatan haline koyamamış, onun birliğini baştan ba­ şa temin edememiştir. Yalnız Türkmenlerdir ki Anadolu'yu en aşağı yUzelli yıllık, �esilme bilmeyen akınlarla doldu rm u ş ;

194


ha� l a ı ı lnış;ı kcmlinin

kanı,

e t i , kt•miği \'C k;ı fosıyla

ycıı itlcn

kurmuştur. Türkmenlerin o zamanki kafasına hakim olan di­

siplin ise klasik devirlerin felsefe, sanat görenekleriyle dolu İ slamhktı. Anadolu böylece yekpare biı> yüz almıştır. Türk soyu ve

İslam d isiplini ! ... Kayseri bu iki zoru yüz­

k·rcı.! yıl kesk i n ateşten bir soluma gibi içinde dalgalanır buldu.

Türkmenlerin Anadolu'ya yerleşmesinden başlayarak

hiçbir

yıl · göstcrilcmc;. ki Kayseri bunu bir vak'a, bir iş, b ir eserle duymamış, ebediyete götürmemiş olsun ! .. (11 ) Haçlıların v e Moğol akımlarının Anadolu'da yeni açma­

ya başlayan orij inal Türkmen medeniyetini, daha başlarken

boğduklarını,

meye

baştan başa örene çevirdikleri Ariadolu'ya göm­ müdür? �adolu'yu çal ı ştıklarını unutmak mümkün

kendisine \'Crnwl1.' rİ

anavatan,

gcn.·kli

metropol

yapan Türkmenlerin insanlığa a cı acı düşiinüyortız.

meyveyi veremediğini

Bun•ı rağ men , . tarihin dönüm yerlerinde Anadqlu, ırkının

büyük karakterlerini insanlığa kah bir ders, kah bir hamaylı göstermekten geri .kalmamıştır. Bunun sebeplerini biz Ana­

her t ürlü belalar içinde -bir nın enerj isini b ilemesinde ve asırlarca

do l u 'nun ,

çelik namlı gibi - ırkı­

süren büyük Türkmen

ruhunun bu topraklara, başka ülkelerde eşini bulamadığımız,

bir çeşi t hava, bir çeşit görenek, bir çeşit inan ... sindirmesin· de buluyoruz. Tıpkı bunun gibi; Kayseri'yi dolduran abidelerin çeşidin­

deki bolluğa, bu abidelerin ebediyet için yapılışlarındaki hın­ ca, bu abidelerin her birindeki güzelliğin özelliğine bakınız.

Burada hanlarıyla, çeşmeleriyle, kaleleri ve surlanyfa cami· llll

B u hususta bir fikir edinmek isteyenlerin güzel bir istatıstll< !?.ı­

lindc Kayscri'deki abideleri hulasa eden şu küçük tctkika müra­

nı.'ltları faydasız olmaz : Erciy�s <Kayscıi Hıtlkcvi �:ı yı ı .ı - 1 5 < ı 940 vo sahife 453 - 4501

mccmuasiı

195


lcri, minareleri, ıncscitlcri, t ürbeleriyle, mcdrcsclcriylc, t ıp fa. kül t esi ve hastanesiyle ( 1205 veya 1224'te) ... hakikaten büyük, olgun bir cemiyetin yerleştiğini �olayca anlarsınız. Bütün y<ıj�ıııalar, ymıg ın la r, yıkılmalar, hnin l ikl cı· aı-.lstnd;t, h&ıt t.ı bunlara rağmen sanal ve hilgi işlerinin burada nası l kük sal­ dığına bakınız : Kayseri geçici bir akımın- eseri d�ğil; kükü başka yerlerde olan b ir milletin müstem lekesi d eğil ; Anadolu' da kökleşm iş bir milletin yeni bir disiplinle kurduğu merkezdir. Ne kalesi Justinianus 'un kurduğu kaledir; ne mabedi Kayseri metropolitlerinin •Mezamir• okuduğu mibeddir; ne alış - veriş karargahı, Bizans'm yaptığı •agora»lardır. Eski geçmişten al­

dığı yalnız görgüdür, görenektir, atmosferdir ve bunların hep­ si de eni bir senteze kavuşmµş, yeni bir biçimle, yeni bir ifa­ deye girmiştir� Kayseri'deki Abidelerde Helenistik deninin, Mezopotamya'nm, Orta Asya'nın, Kafkasya'nın ve lran'ın,

y

ve Bizans'ın... Motiflerini bulursunuz. Fakat o ftbideler kadar Selçuk o kadar Türktür ki tA Poiters'de onlan tanıya­ biJirsiniz ! ... Kayseri 'nin theologie kürsülerinde söylenenlerde neoplatonizm, aryatizm, yudaizm bulabilirsiniz. Fakat o kür­ sülerdeki hava yeni din inanlannın o kadaı· derin kaynağın­ dan, o kadar zorlu esiyor ki ! ... Onun Seyyid Battal efsanesin­ de Hz. Al i 'dcn birçok ş eyl er bulabilirsiniz; hatta hu kahra­ manın aslını Peygamberin göbe�ine kadar çıkarılmış göriir­ sünüz. Fakat o Elcezire'yi, Surya'yı, İran'ı, Azerbaycan'ı, Kaf­ kasya'yı, dolaştıktan sonra Anadolu'ya akan Türk men lerin. yolunu tutmuş, Anadolu'da yerleşmiştir. Onun «ÜSsi.iharcke•si Malatya, fakat efsanesinin en heyecanlısına sahne olan Erci­ ycs'tir. Ben Erciyes'in başka dillerde hiç efsanesini bilmiyo­ rum. Fakat Seyyid B attal 'ın cçahı cahıme.. . • atıld ığım inleyen en canlı efsane, Erciyes'i ebediyen Türkmenleşti'rrniştir. Roma

o

Kayseri her zaman tüccar kaldı. Amma Ganeş'dcn ne ka­ <lai· farklı ! Ganeş eski devirlerin gözü dışarıda olan ticareti� nin sembolüdür. Bizim Kayseri 'miz ise kalbi Anadolu'ya ÇC\'" 1 96


rilmiş y�rli iktisat görcncğinin merkezi oldu. O bizde ticaret, i ktisat mirasının ; güzel sanat ve zanaat mirasının mima-lık tekniği mirasının, bilgi hareketleıi, dUşüncc hareketleri mi­ rasının çekmecesi ve böyle göreneklerin bize kadar gelişinde amil oldu.

Bir Sinan meydana gelişini araştırırken nasıl Kayseri' nin cCırlavık» köyüne kadar iniyorsak; Anadolu'daki büyük tahammül, yaşama ve büyük hamleler yapını tılsımının es­

rarını anlamak için bizim K.ayseri'mize ve cnun kalan Anadolu sitcJerinin ta iç yüzüne dönccc·ğiz.

gibi

ayakta

1 97


BOCAZKÖY Partcnon'u görenler, sfcnkslerc, «Tacı-Mahal»e koşan lar

asırlard tr süre n bir telkin mirasının esiridirler. İçl eri, gönül­

leri başıboş değildir. İ stedikleri gibi göremezler, söyleyemez­ ler. Onların gözün de , dilinde asırların sanat, ilim adamları görüp söyler. «Boğazköy», daha

kimseye bu tatlı çeşit

esirliği tattı­

racak şöhreti ·bulmamıştır. Kalkış noktanız neresi olursa ol­ sun, �Boğazköy»e varışın ızda içiniz hm ulmamıştır. Kendinizi oradaki eşsiz tesirlere hazırlanmamış bulursunuz.

Ve « Boğazköy» sizi işte böyle, bir denbire ağma sa rar .

Oraya bu gü ne kadar gidenler lıep tabiat arayıcılar oldu. ayağı demir çarıklı» arkeoloğu Texi­ cr ve Humman'dan tu tunuz da 1907'deki keşfiyl e Hitit tari­ hine orijinal bir ışık dağıtan, H. Winckler'e kadar Boğazköy ün yolunu tutanlar, bir ellerinde kazma kürek, öbüründe pertavsız ta şıyanlar oldu. Oç bin sekiz yüz se nel i k tarihinin bağnnda bir elmas taht gibi kumlan büyük beldeye, yalnız pertavsızla bakmak, en güzel bir hay. lt sentezini dağıtmaktı. Bunun için de dünyanın büyük bir hi·.yat \'e sanat sitesi, su­ yu çekilmiş bir değirmenden daha b el irsiz, daha ziyaretçisiz, Yeni devirlerin «eli asalı,

seneler ve senel erdi r duruyor !

Benim gibi siz de ilkin , oraya, Yozgat - Alaca - Kulaklı üstünden gidiniz; Fakat bilmem bizim münevver kitlen i n ara­ sında kaçı şu adlan tanıyacak ! Alaca ... Kulaklı ... başka başka suyu çek ilmiş iki A nadolu değirmeni dah a ! ... 1 98


Bir kam.yon, bir Fonl . sizi buralardan rahatça

O zaman Hattuşaş'a lodosundan varmış olu.rsunuz.

Anadolu'nun yüzünü görrr:.cden haritasını yapan �u

yii k Kipcrt'c ... ba k ı nız �

gcc;irir.

Kipcrt'e

l.·ski

bü­

·

Yekbaz denen bir nahiye merkezimiz var. Oraya kavuş­

t u nuz mu, Boğazköy, başsız kalmış bir dev gövdesi gibi görü­

nür. İki derin vadiniıı ortasına devrilen, vadileri doldurup ta­ şan bir dev gövdesi ki, ( Selçukilerin, Akdağmadcn yolundaki

Karamağara kalesi gibi), aşınmaz yalçınlığıyla,. büyük yollar

geçen

iki vadiyi, .gözlerinin ve kudretinin kontrolü altına al­

ınış, dalgalı bir

benzetebilirsiniz.

kayalık üstiine tüneyen

şahine, kartala

da

Tarihin hu büyük kahramanı . önüne temizlenmeden çı­ kamazsınız. Hele bir Türk, bugüne kadar yaptığı ihmallerin

g ünahın dan temizlenmedikçe, ken, bu kartalın

gözlerini sonsuz ufuklara

göğsünü s�vazlayamaz.

di­

Korkmayın : Hitit­

ler s i ze bu fırsatı verecek kadar büyüktü.r, inanan bir cemi­ yettir, mütcfekkirdir. Bakıp, solunuzdaki geniş (ve daima yal­

çın) kayalık nasıl oyulmuş, işlenmiş hazırlanmı ş ! Burası Ya­

zıl ı - k ayad ır . Açık mabcd ! Günahı olanJan, her zaman, kaya�

I a rın ın yalçmlığmdan, Ana dol u göğünün , Anadolu güneşinin .

b a nyosun da n geçiren Hitit usulü ibadet yeri !

B uraya ürkek ürkek girerken, bakınız ,

niçin

Mikcl An­

gcllo'yu hatırlarsınız : Mukaddes ihtirasına şu alem dar gelen o s an a t kahramanı, bir gün : « İnsanın yaptığı, bir kaya

gibi

y uvarlandıkça, asırların seli altında kaldıkça, bütün kalmadı »

demişti de onun için !Hititlcrin adı ebediyen bilinmeyecek sa­

nat adamları, mutlaka Rönesans sanat devri gibi d şiindüler.

Sonsuz ihtiraslarına minik taşları aı:

gördüler

0de dağlan oy­

d ular, eserl e ri ni ebediyetlere her yönden , her yanda n ısmar­ l a c.l ı lar.

1 99


�ıçık

Fcrhat'ın M i kcl Angello ile bidiktc içinize doğduğu

hu

dizi tanrılar gibi dolaşmak­

mabette, kayalar di le gelmiş gibidir. Dizi

ve i l aheler, kahramanlar ve hükümdarlar sizin

tadır. Tarihle, metafizikle haşir neşir olursunuz. Temizlcnmiş­ sjnizdir, Hattuşaş 'a çıkabilirsiniz.

Bir gün cGazi geliyor ! » denm i ş . Sayılı valilerden biri de taş kesildiği - Hattuşaş'ı Türk işçisinin eline verip yol yaptıımış. Güzel ve k ıvrak bir yol ki oraya en layık bir bi­ çimdedir : Hattuşaş'ın eteklerinde şimdi bir köyümüz pinekler, oradan büyük kale Akrapoluna döne döne çıkarsınız. Bunun içindir ki Boğazköy 'de bir Sina çeşmesi var.

( 1 ) tarihin

Siz yaklaştıkça Boğazköy büyür, büyür; ilk anda gözün, zekanın k avrayamad ığı bir büyüklükte yayılır. Tıpkı !(erken ez kalesinde gördüğüm içiçe genişlemek, yayı lmak hususiliği ! Hititlerin bir alameti !

Daha Akropola vatıhadan, daha eteklerinde iken sizi üç şey çiviler yer yer, şahinlikler gibi, içi nizde ürpertiler uyandı­ ran kaleler ır-e kuleler; yolunuza iıi bir göz gibi dikilen gizli yeraltı yollannın ağızlan; Laocoon'daki yılan gibi birbirine geçen iri

ta şla rdan

örme duvar yıkıkları.

Fakat Akropola çıktınız mı, diliniz tutulur .Ankara ka­ lesi kadar büyük, yekpare bir kaya ... Onun içinde dinin zevki, kuvvet in zevki, ihtiyacın de rdi neler oydurmamış ! Revaklar, büyük sarnıçlar ve buradan suyu kaleye, şehre dağıtan su künkleri tertibatı ! Kütüphaneler, sarayın, çift ve taş direkli bölmeleri ! Acaba Şubbilülyuma burada mı okurdu? Burada mı sonsuz, dalgalı ovalara bakar; Mısır'dan Babi l 'den, Süza topraklarından, Mitanni illerinden yahut Sart diyarından gele­ cek haberleri, hediyeleri... şu yekpare revak altında mı bekler­ di? fı ı 200

O zaman Çorum \"ıtliliğl eden Bay Cemal . Bardakçı


Dostlan için Hititler neler yapabilirlerdi? Bunu bilmek için millattan 1800 sene evvelk� cBabiJ. akımın, daha sonra Mısırlıların başına büyük bela açan •deniz milletleri birliği»ni düşünmek yeter. Düşmanlarına nasıl karşı dururlardı? Bunu bilmek için, vadilerin içinden şu yalçın Akropolun eteğine kadar kakılan büyük, kaypak rampayı görmeniz gerek ! İn­ sana ehramların dört yüzünü hahrlatan bu taş örgü, zavallı es­ ki Yunanlıları ne kadar şaşırtmıştı? Nerede böyle bir örgü görseler, «Kiklop işi ! » diyen, Heredot'un ürkek, hülyalı hem­ şehrilerine Mısırlıların : «Daha siz çocuksunuz ! • demest ne ka­ dar doğru ! Amazonlar için bize bıraktıklan efsane gibi, Hitit mimarlı� da onları şaşırtmış, dillerini 3olaştırmıştı.

Otomobiliniz sizi Akropolun eteğinde beklemektedir. İster onunla, ister · · bir hac yapar gibi - yay'm, Hattuşaş beldesini dolaşmaya başlarsınız. Şu •Nişan - Tepe» ye bakın : Hala Hitit yazılarını bir hamaylı gibi taşıyor. «Krnl kapısI:D sizi Mikena' nın •Aslanlı kapısuma alır götürür; n2' sıl ki Akropoldeki su künkleri tertibatı, Girit'in «Minos medeniyeti:ııni, Knossos sa­ rayını gözünüzün önüne bir dürbün gil::. i çeker getirir. Yalnız, buradaki, eserler, daha sarp, daha iddialıdır. Sağınızda, önü­ nüzde mabet yıkıklan sıralanmıştır. İnanmayan milletler bu dev gibi eserlerin hangisini y�pabilirlerdi ki? .

Gizli yeraltı yollarının en sağlamı, en uzunu içinden geçerken asırların · esrarlı dehlizlerinde yol alır, gibisiniz. Ro­ m al ılara, meşhur •Tolos-Voiiteıo sistemini bu ilk örnekler öğ­ re t medi J cr mi acaba? Bu gizli yolların öbür ucu sizi vadinin yalçın bir geçesine çıkarır. İki yanınız Hititlerin o emsalsiı. rampa örgüleriyle ağaç ve kaya kömelcriyle saklanmıştır. Mı­ sırlıların, Asurlulann bile yıldığı şu «Mitanni• çocuklarını sin­ dirmek için, işte bu işleri yapanların korkusu lazımdı ! • ••

201


alıp yıkamadığı bu surlar zama­ nın ve bit.im kayıtsız ellerimizde .şimdi bir eski za man esirinin gözleri gibi oyu lmak ta. Hattuşnş'm e teklerinde pinekJcyenJerimiz, kalabilen ağaçların kanır. ı emmekle. geçinen, şt� eşsiz sfenksleri kurşunlarına nişan yeıi yapan gafiller. olarak sürün­ mekte ! En hll"çın düşmanların

·

·Bereket ·versin · ki bugfüıe kadar yalnız ilim adamlan için dünyanın en ünli.f sitel�rinden olan Boğazköy, kayıtsız 7.aman­ Ja Şu pinekleyen çocuklarına. ders · ve ıenginJik verecek devreye girmiştir. ·

·

Şimdi Yozgat'ta bulunduğuin amirleri, münevverleri ha­ tırlıyorum. Onlar topraklarına, etin tıpıS:ğa bağlanışı gibi uya­ nık, özlü memleket çocuklarıydı. Bize Boğazköy yolunu kı­ saltmayı, Yozgat'tan en· kolay bir yolcİiluk yapılmasına gcrc­ .keİı her şeyi yapacaklarını vadetılıişlerdi . Bu vaat; şüphesiz hakikat olacak diyorum. Ve gözlerim «Türk Tarih Kurumu» ile •Türk · Turing .Kulühü»ne dikiliyor.

iki

Gönlüm, bu memleket birliği ile· büyük Hattuşaş'ın ka lbin i birleştirecek yerde bulunan irfan mümessiline dönüyor.

Siz böyle ·düşünürken gfuıeş batmaya · yaklaşır. Dünya . Anadolu yaylalarina verdiği bir rt:nk ve sessizlik şiirine d al ar . Bunda, için bilinmez arzularını dindiren · bir şey var. Döne döne çıkarak başlayan ve sizi ebediyetle birleştiren gtini.iniiz

işte böyle duyarak , düşünerek bi tı.!r.

202

·


ALAiTTİN TEPESİ

Ankara'dan Konya'ya kadar uzanıp genişleyen Orta Ana­ parçası j eologların, coğrafyacılanri, ista�istikçilcrin gö­ zünde nedir .ki? Haymana, Konya ovalarıyla Koçhisar ve cc­ nuptaki göller düzlüğüriün birleşmesind en doğan bir step de­ nizi !... Şu kadar 1000 kil ometre murabbaı kuru, vahşi bir deniz ki Anadolu yarat ılırken, daha 3. Devrede, tabiatın hasis di şuursuz bir alayla kireç, kum, tebeşir, jips, şist setleri ile çevirmiş; a ndez i t , serpantin, diyoritten mıhlarla perçinle­ dol u

miştir. Bu setleri zamanın zelzelesi sarstıkça yer yer vadicik­

lcr, uçurumlar, yarıklar açılmış; ne yazık ki buralardan çok kere lav akmış; yahut genişçe çöküntü ler olmuş, oralarda da ancak bataklıklar tutunabilmiştir. Bugün hakiki b ir Loz de­ nizi gibi dalgalanan bu coğrafyanın tek neşesi Tuz gölüdilr ve stepin bu 300 kilometrcJik boşluğun da bunalan gözün görd üğü tek rüya scraplardır. d ar

1°941 yılında yaşayan Türk a rk eoluğ u için mesele ne ka­ farklıdır!

Şöyle ortalama, 900 me tre ile 1 500 metre yükseklikteki bu stepte, yaylalardan ovalara iner, granitlerin ufalanmasın­ dan meydana gelen sert, renkli geçitleri geçer , Tekcdağı'mn Paşadağı'nın, Bozdağ'ın, Karacadağ'ın pınarlarından içerken , güzler Ankara'nın Ludumlu Bel i 'n de n ve Emir gölünden Kon­ ya'mn Beyş ehir gölü ve Fasıllar köy üne ; Haymana'dan Aksa­ ray'a ka da r höyüklere, abidelere dalabilir. Tiirk arkeoloğun un gözü Çihaçef, Andruzof, Hamilton, Ainsvort, hatta bir Pero , bir Şapü gibi .yabancıların gördüğünden çok farklı bir alemi seyre.der. Ş i malden cenuba doğru, şimdi kuru yaylaların ya-

203


ıııacıııJa, ctcğiııdc, yah u t şiııu.li b i r ıuz deryası, b i r

bal<ıkhk

cdıl·nncmi olan ovaların kenarında yer tutan höyüklerin

du­

vağını birer birer kaldıran insan; İsa' dan hiç olmazsa 3000 yıl

öiıcc bu höyüklerin temelini atmış olan kitlel eri n bütün ma­

cerasını yaşaya yaşaya ilerler.

İsler Eı-ciycs ' tcn ve Hasandağı'ndan yani doğudan , istcı­ Emir ve Mugan gölleri mıntıkasından yani şimalden,ister Af- ' yon taraflarından yani batıdan, ister . Kilikyalar'dan yani ce­ nuptan geliniz : Konya'dan geçeceksiniz ve Alaittin Tepcsi'nc scltım vereceksiniz. Bu bakımdan Alaittin Tepesi, Orta Anado­ lu'da bu kısmın bağrında, tarihin özenerek yükselttiği .bir ku­ leye, bir abideye benzer. Benim gibi şimalden gelenler için bu kulenin manası inanılmayacak kadar derin , büyüleyicidir. Muhtelif kapalı hav­ zalarm döküldüğü Konya ovasına kadar, Orta Anadolu'nun bu yaman . çölünde, yüzü insana korku verecek kadar buruşuk ve sert tepelerin, yahut kara leyleklerin küren ( kuşların küme küme bulunuşu) halinde uçuştuğu göl taslağı bataklıkların

aa

taksilerin , cehennemden k ç r gibi arabaların, develerin mü tevek ki l katarları, arı gibi çalı şkan bit' halkın durmayan gi­

a ras ınd an kamyonların,

uzaklaştığım görürsünüz. Kağnılann,

d i ş gelişi; yaratıldığı yerde kalmış hissini veren bu çölün bel ki e n karaktçristik a l em i n i getirirler. Yolumuzun üstü­

meydana

ne değişik m esafelerle dizilen höyükler olmasa, siz de başka­ bn gihi hu stepe i n san elinin değmediğine hükmedersiniz. Fakat bu höyükler, yer yer oyulan böğürlerine; hiç olmazsa hcşbin yıl ı n tabakaları, renkli ve dev işi b,ir kemer gibi dolan­ mış olan bu _ höyükler, size acele etmemenizi söyler. Onlann benzerlerini düşünerek hayalinizde kaldırdığınız tabakaların­ da çok z�ngin, çok orijinal Bakır çağı , Hitit çağı, Firig çağı, Roma w B izan s çağları, n i h aye t Oğu7. Türklerinin medeniyet­ leri dile gelmiş gibidir. O medeniyetleri kuran kim bilir kaç m ilyo n i nsanın t ıpk ı şimdi kağn ısı ile, devesiyl e akıp giden 204


halkın düşündürdüğü şekilde. işte bu vahşi denen · çöle kari.ş­ tıklarını düşünmemek mümkün mü? Bütün· bu milyonlar, şim: di bu ayaklar ve tekerlekler altında uğwıan toza, çakıla dön­ müşlerdir. Nasıl ki onların şehirleri, o yüzleri bulan şehirleri, şimdi stepin şu asık yüzlü kayalıklanndan, tep.elerinde:tı far­ kcdilniez haldedir. Yıllarca Çihaçef'ler, Andru.Zof'lar, Pero'lar, çöle vaktiyle can�ıemıiş olan kitleleri, onlann: şehirlerini işte bunun iÇin görmediler. Beş bin yıl önce buraların tabiatını ele alanların -macerası; kaderi yenen, tabiata hükmeden fatihle­ rin efsanesidir. Bu höyüklerin çokluğu, bu hÖyüklerdeki me­ deniyet katlarının duraksız, birbiri ardından gelişi, bü tabia­ tın kendi içinde barınanlara huzur değil, yıkılmaz bii- iç çatısı verdiğini anlatıyor. Çöle meydan okuyan b� eşsiz tahammülü, sabrı, sükunu, gevezeliğe ve firara müsat.de etmeyen ağırbaş­ lılığı, Orta Anadolu'nun halkında bir .kaııakter olarak buluşumuz sebepsiz değildir. .

r

Fakat höyüklerin dile gelen tabak aları, sizi geçmişin milyonlarca ruhuyla ne kadar çevrelerse çevrelesin, kapalı havzaları aşıp Konya ovasında ilerlemeye başladığınız zaman yanınızda yalmz serap kalmıştır. Gözün alabildiği yerlere ka­ dar, kuruluktan çatlamış, kel, diş diş ürpermiş çölde, kimse­ sizlik kefen gibi sizi sarmıştır. Kuş bile uçmayan. ve kayalar­ dan meydana gelen sonstizluğu, boşluğu içinde bir hisan an­ dıran uzak; görünmeyen köy . evlerinin, efsanevi sütunlar gibi göklere değen koyu direklerinin serabı ile avunacaksınız. İşte tarihin, arkeolojinin bütün takatını yitirdiği bu an­ dadır ki Konya vahası görünür. Bu vahanın, hasretiyle koşan çöl yolcularına ilk selamı veren Al�ittin Tepesi'dir. Bu itibar­ Jadır ki Konya demek, bir anda, Alaittin Tepesi demek olur. Ti.irk Tarih Kurumu'nun bugüne kadar yaptırdığı kazı­ ların tarihimize teması bakımından en millisi olan Konya'da­ ki çalışmalardan önce, ıerek Konya'nın, gerek Alaittin Tepe205


si'ni.q geçmişi, masalların malıydı. Alaittin Te�si, torba tor­ ba taşınan topraklarla meydana gelmişti. Yalnız Efl:'.Hun ha­ kim, burayı nasılsa beğenmiş ve bir tefekkür kulesi kurmuştu ! Şi mdi Türk arkeoloğunuıi eli, Aliittin Tepesi'ni b üt ün masallardan temizlemiş, onu hakikate:tı hayran kaluıacak ta­ rihinin kürsüsüne oturtmuştur. Gerçi Alfüttin Tepesi'ne torba torba_ değil araba araba toprak taşınmıştır, ama bu, oradaki garip, sevimsiz ağaçlama hevesinin sebebinedir. Artık: biliyoruz ki Al?ittin Tepesi denen höyük, kumlu bi r zemine, Firig çağı insaniarı nm kurd�ğu geniş bir şehirle yer­ leşiyor. Şunu artİk anlıyoruz : AIAittin Tepes i'ni masaldan te­ mizleyenler, Konya mıntıkasın;..a, bütüİı Önasya'da görülme­ miş, azamet ve zenginlikte şehirlerle Taş devri spnund:ın beri dolup taştığını tespit etmişlerdir. Mesda Konya'nın Cem Sul­

tan Köşkü denen cenup yerindeki Karahöyük, görülmemiş büyüklügü ile Konya'nın b ütün geçmişini kaplıyor gibidir. Bu bakımd an Alrut tin Tepesi , Taş ve Bakır De\Ti'nde uzun müd­ det bırakılmış, unutulmuş görünüyor. Fakat Anadol u'ya milat­ tan önce 1000 tarihlerinden beri akan Firigler akını b uraya

dökülünce, höyüğümüzün bütün dünyaya meydan okuyacak kadar azametli bir şehre kavuştuğunu görüyoruz. Anadolu'yu altµst eden türlü kasırgal arla kaybol an Fi­ riglcrden sonra Alaittin Tepesi sırasıyla Helenlerin, Romalılar­ ın, Bizanslıların sığındığı - bir istihkam oluyor. Onların tarihi­ ni kapayan Türklerle ise Alt\ittin Tepesi ebedi çehresini �ılmı� görünmektedir.

Ala.ittin Tepesi'nin en eski ve tari�. Konya olduğunu söy­ lerken diğer uzun devirlerin ·üzerinde duruşumuz bizi bunalt­ ıruyor. Oğuz Türkleri gerçi Konya'ya en son gelenler olarak görünüyor, fakat Alaittin Tepesi'ni insanlığa asıl takdim eden onlardır. Alfüttin'de ve bütün bu mıntıkayı şaşılacak bir bolluk­ ta kaplayan höyilklerde başka devir, b aşka medeniyet taba-

206


yüksekliği kapl ıyor. Ne zararı var?· Türkler, baş­ ka kit lelerin bi n lerce yıl yaptığını hulasa eden her höyüğe kar­

kalan hii t iin

ş ı . ha t t a hu stepte onun tepesinden bakan bir abide bırakmış­ tır. Her sabah güneşle birlikte, duvarları önünde yüzüne dal­

<lığım Al:l i t ı i n Ca mi 'in i, Selçuk b üyükl eri yalnız Bizans kilise­ sinin yerine bir din adetini getirmek için kuniıamıştır. Bu cami, ya lnız ibadetin .QlÜtevazi, feragatli büzülmesi için de

yapı]mam1ştır. Türk büyükleri hu mağrur Abideyi, daha önceki medeniyetleri mühürlemek ve Alaittin Tepesi'nden bütün . tari­ hin makta'ını sanki seyretmek için yükseltmiştir. Onlar bu makta'ı şüphesiz dikkatle, şuurla gözden geçirmişler; büyük denizlerin, canlandıran solumasına, ancak sızıntı halinde kavuş­ muş bu stepi, talihlerinin kendilerine iradelerini bilemek için

nasip ettiğini anlamışlardır. O kadar iyi anlamışlardır ki, yara­

danın unutmuş göründüğü bütün bu Alemin kaderini dokuz yüz yıl, Asya'nın, Avrupa'nm hınç ve kin dolu sellerine rağmen i da re etmişlerdir. Bunu gördükten, bildikten sonra, Önasya'nın en son göç dalgasını meydana getiren bizim kitlelerimizin bu­ ralara başk a l arın dan sonra gelmesin in ne hükmü var? Eski ve Türk Konya'nın hududu neresidir? Bu sınırlar, b ir yandan cenupta�i Cem Sultan bahçesine, bir yandan garp­ ta k i Meram'a kadar mı genişliyordu? Bunu tahmin ediyoruz, fakat yüzde yüz bilmiyoruz. ama Türklerin eline geçtikten sonra Alfıi t tin Tepesi'nin artık yetmediği meydandadır. Bu vadiyi Türkler o kadar eşsiz bfr hayatla doldurmuşlardı ki, tarih cilt­ lerin i kaplayıp taşıran Konya abideleri doğabilmişti. Yalnız bunl ar mı? Burayı dolduran hayat, çölün sönmüş alemine ak­ mış; insanın bir kale diyeceği gelen o muhteşem Selçuk han­ Ian mcy<lana gelmişti. Yine bunun içindir ki bütün İslam dün­ yasını dolaşan ?ir Muhiddin-Arabi, bir Bahaiddin-Veled ,bir Mevlana Celfıliddin, ancak Türklerin şarkta yarattığı röncsan­ sın h;ıv:.ısı iç in de nefes alabilm i şler, Konya'da karar kı lmışl ar­

dı. 207


dan

Konya •thiddcrinin, eski ve Tiirk Konya'mn hugiin ne

elimizdedir? Ah ... buna uta nmadan cevap

k<l­

vermek zor. Va­

tanın tapu senetleri olan bu abidelerin yok edilişi b ilhassa son zamanlara rastlıyor. Elimizde kalan, el imizden gidenin galiba binde biri ! Alaittin Tepesi'nden tarih in makta'ına bakanlar, eski ve Türk Konya 'yı bir Antep işi gibi işleyen bizim zevkimi� zin vesikalannı kaybet tiklerine da ima yanacaklardır. Bu tarihi ve bu abideleri yapanların bütün zerrelerinde, hütiin işlerinde kaynaşan büyük, umumi ve bilhassa onlar için o kadar tabii olan sanat aşkı, güzellik aşkı nerede; bu tarihi, bu abideleri

ancak bir tahsil, bir niektep, bir şuur mevzuu olarak alanların münferit çabalamaları nerede ? 1

209


BERGAMA YOLUNDA Tesadüfün insan ve cemiyet

hayatındaki rolüni.i . kim

inkar edebilir? Mümkün olsa de ferdi veya .::emiyeti, bütün istidadindan, kabiliyetlerinden ayırsak, sonra da iki ferdi, ya­ hut iki cemiyeti mankenler gibi, otomatlar gibi zaman zaman karşı karşıya getirsek; netice ne olabilirdi? Tesadüf anlaım ancak insan için, yani etinin, kcrni-ğinin altında bir maya, bir imkan, hulasa, olmaya, olmamaya mü­ sait bir canlı benlik taşıyan mahluk için bahis mevzuu o la­ bilir.

Bergama'nın ömrünü bu ölçü ile, bu gözlükle inceleyin­

ce onun zaman arasına bir yığın imkanlarla girdiğini; Anado­ lu coğrafyasının buradaki tarih doğuşunu nasıl kolaylaştırdı­

ğlm

görül-üz. İzmir'den hareket ederken bu doğuşu hazırlayan ti.irili

imkanları düşünüyor, bilhassa coğrafyayı tanımak istiyordum. Yer yer tamir gören ve sanki niçin yapıldığını bilirmiş gibi bir canlılığı bulunan iyi bir şose üstünde birçok otomobil, otobüs uçuyordu. 60 ile 80 kilometreden aşağı düşmeyen, - hem de çok yağmurlu bir havada - hıza, ğime izin verilir, değil mi? Chateaubriand'ın tiği

hurda

da uçuyor dcmekli­

XIX. yüzyılın ortalarına doğru geç­

bu yollar, şimdi ne kadar

farklı ! ... Daha

1930'da bu

yolları, alaycı gözlerle geçen Henry Bidou (Le temps, 1 5. 1 0. 1 930) şimdi bizi görse başka türlü yazardı. Bu yol s ıkı

­

cılık bilmeyen bir canlı şeye benzer. Ovadan ( şimdi sonbahar yağmurlarını hazmetmekle uğraşıyor görünen ovadan)

tepe209


ciklcn-, ı qıdcnlcıt <lcni:t.ı! inip çıkan

ve

bunları dağ etekle ri­

ne in d ire n , çıkaran canlı şey ! ... Gediz'in seleserpe dolaştıitı yer bi tmede n Güzelhisar çayı başlar. Daha onun ayaklarından kurtulmadan «Bakırçayı Kaikos• 1'adisiııe girersiniz. Bu çay­ •

lar, bu \n<lilcr ise soluyan, mevsime göre . gülen, ağlayan, ufa­ lan, büyüyen canlı şeylerdi r.

Bunların hepsi

beton köprülerin cenderesine : sokularak rahat geçit vermeye zorlamnıştır ki burada verdikleri hürri­ yeti başka. yerleide yayıl ı şlanyla çıkarmaya çalışır . gibidirler. ilk insanlara tabit · bir · yol hizmetini görmüştü. Ege'den Anadolu'ya . yaklaşanlarla Ana­ dolu'dan Ege'ye bakmak isteyenler belki .�e, bizim . kayık

Şu vadi buralara yerleşen

ınanasın:t

dalla ovayı . uyuştu� kıyılarını is��le­ J<aikos'un Ege'ye dökÜ.ldü�ü yerde kurul acaktır.

gelen cKaikos.un,

izlemişti. Bergama bu hatıraları unutma·�caktır. Onun si o

zam:ın

. Bergama için ilk imkan işte bu vadidir .ki onu bir tarar­ tan cThyatire - şimdiki . Ak.hisar». yoluyla 1 Gediz . vadisine, ora­ dan cSardisne; bir taraftan K.yzikos yoluyla Mann�ra'ya, İstan­ bul'a, Kl radcrıiz'e, bir taraftan Troade iline bağlamıştır. ·

Turuva, V. Turuva . örneğin· de kapkacak veren Yortan. bugün de Gelembe çayı üstünde­ dir ve bu çny, büyük Kaikos'un bir koludur. Bergama müzesin­ ' deki tunç devrine ait :iki kap, beldenin . 5 · kilorhetre garbın­ da kalan Değirmen, Bahçe, Bahçıvan t !pelerinde de geçmiş­ tir. Neolitik çağın işi okluğu anla�ılaİı, bugün Ank : ra Etnoğ­ Biliyoruz

ki,

bize

·

I.

rafya Müzesi'nde bulı.man iri müdafaa b al tası. - Nefrit taşın­ dan - Bergama yakınlarında cenup - doğudaki Kaşıkçı ile Musacah arasında, Gi.imüşova höyüğünde bulunmuştur. Bütün bunlar Bergama'nın, kendi coğr�asındaki imk�nlardan, çok eski tariliJcrde faydalandığını meydana koymaktadır. 210


Bcrgama'ya yaklaştığımız zaman bugünkü ·beldenin şi­ mal indeki tepe, 300 me tre lik yükseklikten bize bakıyor zan­ nettim. Bu tepe, sessiz ve insansız dağlardan ba şka bir şeydi . Orada kemerleşen, kuleleşen duvarlar vardl ki zamanın 9yduğu bu gözleri, birer Kyklope gözü gibi, görmeden bakıyor zannettirirdi. Burası tarihi Bergama'mn kurulduğu, kuvvet� lendiği tepeydi.

Bu tepeye eskiden ne derlerdi ? Bilmiyorum. Şimdi ona sadece «kale» deniyor. Çok geniş bir kaide üst ün de, birkaç farklı yükseklik gösteren kale, vadinin ortasından fışkırır gi­ bidir, tektir. Şimal yanını batıdan doğuya, cenub a kacfar Kes­ tel ( Eski Getus) ç(!virir. Şimal batısını garptan cenuba kadar B akırçayı 'n ın \a­ disi kucaklar. Bu genişlik ve boşluk içinde heybetle dikilen kale, haddi zatında · bir tabii Ziggurat'a b enzer ; geniş basa­ 'maklı, devlerin kurduğu bir Babil bahçesinin planına benze­ diği gibi ! Bu tepe, alemle münasebete mani olmadığı halde yadırgamanın her tecavüzüne müsaade etmqz : Kervan için elçi için , yeşil bir kadife yastık gibi yassılan boynu; düşman için, katmerli bir aslan ensesi gibidir. Bu tepe Bergama'nın ikinci büyük imkanıcıu-. Philetairos kimdir? Bergama'nın i m kanlarını birbirine bağlayan tesadüf ! Bu tesadüfün aslı ne idi? Söylendiğine göre lzn;ıitli (Bythinia) bir burjuva ile Kastamonulu (Paphlagoina) bir güzel rençper kızının çocuğu !

yok ki, Philetairos B ergama 'ıun tarihi devrinde görünen ilk tesadüf değildir. Akropolde, yani kalede yapılan oldukça metotlu hafriyatt an anlaşıldığına göre klasik çağda (M.Ö.V. asır.-) ve hatta Arkaik devirde yerleşmeler olmuş­ tur. Bergama. müzes inin camekanlarındaki Post - Mycenien birkaç çanak çömlek parçası, herhalde tek kalmayacaktır. FaŞüphe

211


kat buıılai·ın bütün önemi, galiba Bythinialının· tarihine bir nevi basamak olmak tan öteye geçememiştir. Önasya, hele

Anadolu olmasaydı, Şu bildiğimiz Yunan medeniyeti kurulamaz­ dı. Bu medeniyet Yunanistan'ı bir cennet, servet kabesi haline getirmeseydi Makedonyalı Filip orayı siyasetinin bir ideali haline koymazdı. Filip olmasa, belki Demosten o kadar büyük bir vat anperverlik güneşi haline girmez. ve İskender doğmaz� eh. iskender yetişmese, Yunanlılık bir cihangirlik · sevdası pe­ şüxlcn sürüklenmez ve sonra Önasya bir · kısım Afrika, bir kısım Balkanlar ve Yunanistan o şaşırtıcı' dağınıkliğa uğra­ maz, sanat, fikir tal'ihinde •Hell�nistique» devir açılmazdı. Fakat İskender ölmese cLysiınachos• ün almaz, Anado­ lu'da devJert )ç.unnaz ve Philetairo:; Bergama krallığının esa­ suu

haiırlaına.Zdı.

Lysimachos, lskender'in ölümünden ,sonra mirasına ko­ nanlardandır. Bu miras arasında . Bergama · onun hissesine düşmüştü. Bergama kalesi herhalde o devirden önce de müstah­

kem bir Akropol olacak; çünkü �.ysima'chos, büyük· servetini

saklayacak yeri aradığı

:zaman

orasını seçı:ıiişti.

Bergama t8rihiiıin üçüncü imkanını işte bu hazine mey­ dana gctimıiş bulunuyor. Çünkü «Lysimachos»un hazinesin i , onwı namına Bergama 'yı idare eden Philetairos saklıyordu. Bunı.ı.n, · bir krallık kurma · fikri, şüphesiz ilkin bu hazine 'e bu Akropol ile başJamıştu-. Philctairos, . · ıs�r'in m irası üstünde çarpışanların birbirinden · farklı olmach.ğını anlayacak kadar gün görmü ştü , zekiydi. Bıi i tibarJadır ki Önasya'nm saadet ve şahsiyetini aynı derecede parçalayan generallerin boğuştuğu sırada yerli, şahsi bir politika · gütmeyi · tasarlamış; ilkin Silifkoslar ( Seleu· cides) ile anlaşarak Lysimachos 'un yenilmesini kolaylaştır212


ıııı :;; t ı . O r ı ı ı ıı S u riyc dck i ha rplcr<lc ölmesi üzerine koca « Byti hinia l ı ,, 1 1 1 1 1 kendini Bergama kralı yapması en normal bir ha­ d i se gibi kabul olumnu ş gi tmi ş t ir. '

­

Buraya kadar ağır ağır dönerek, sanki bir oluşa gebe kaldığını saklar gibi ihtiyat gösteren zaman, bu andan iti­

ba ren geniş ve tez devirlerle dönmeye başlar.

Zamanın sonsuzluğu içinde Philetairos'un çevirdiği

bu

büyük tarih filmini anlayabilmek için, o devrin karakteristi� ğini bilmek çok faydalı olacak. Kanun , akıl, amme menfaatı üzerine kurulan Yunanis­ ları; scrgiizcştçi, atılgan «Makedonyalı» nın hülyasıyla dar­ madağın olunca, göz açıp yumuncaya kadar yaşayan dünya

imparatorluğunun yerinde birçok beylik, krallık türedi.. Bir­ birini yiyen bu teşekküller arasında Mısır'daki «Lagides» veya " Batlamiyoslar - Ptolemes» Surya'daki « Seleucides» ler, Ma­

kedonya' da ki «Antigonides», nihayet Bergama'daki (Attalides»

lerdir ki

d evreye damga vuracak iş ve devam gösterebildiler.

Bütün bu krallıklar. her şeyden evvel mutlakiyctçi idi . Orada yalnız bir kişinin hükmü, yalnız onun dediği

olurdu.

Yunan istan'da seçilerek yapılan hükumet reisleri, artık bit­ miştir : Kolunun, zorunun tecavüzüyle işe yerleşen kral, ikti­

dar mak amını beğenip

dinin

ancak sülale_sinc bırakmaktadır. Çevresinde ken­ seçtiği birtakım emir kuralları va.r dır ki bütün efendilerine hoş göri.i.nccek yolda

dikkat ve maharetlerini, harcamayı ilk iş bilirler.

Bu

te:;;e kküllerin bünyesi esasen askerce olduğundan, onu k u ranların bütün dikkati, asker kuvvetinin üzerinde top­ lanmıştır. Boyuna b irbirini yedikleri için bu . teşekküllerin

asker kuvvetine boyuna ehemmiyet yermesi tabiat halini al­ mış; kı-alm parasıyla toplanan, yaşayan bu kuvvetler zama nın en müthiş vasıtası haline yükselmiştir. Bu kuvvette, bir vatan fikri deği1, kralın emri, yasağı yaşamaktadır.

21 3


Bu müthiş, bu pahalı aleti dt:vam cLtircbilnıck. h;iü çok paraya m uhtaç olan bu Helenistik Cicvir kralları, unu, mem­ leketin bütün gel ir kaynaklarım ele alarak, kend ile rine sözde bu kaynakları muhafaza ediyot süsü vererek temin eylediler. O zaman bu geliri kontrol etmek, toplamak, beklemek için sürülerle kul yani memur kullandılar. Bunların işlemesi için de uzun, çeşitli k anunlar, nizamlar yaptılar. Denebilir · ki Me­ zopotamya. Anadolu ve Mısır'ın kadim imparatorluklanndWl beri unutulan bu çeşit kaideler, asıl Helenistik devrin icadı� dır. ve bi n zahmet, bin şeytanet, bin işkence ile 'toplanan pa­ ranın büyük parçasını� harpler· yutardı; bir kısmı sarayların sefahatına giderdi; ancak minik bir kısmı memleke te ayrılırdı; Böyle bir rejim ise ancak mahdut bir sµııfı zengin etmiştir, Buna karşı halkı, onun bütün kudret kaynakları.ru: göndürmüş,

hele şahsi teşebbüsleri,

eritmiştir.

yaratıcı

enerjiyi tamamıyla

yemiş,

Bu devrin askeri monarşilerinde belki en korkunç husu­ siyet : Yunan cumhuriyetlerinde her şey olan halkın: tama­

mıyla silinmiş olmasıdır. Halk... Halk... Onlan, günlük: ekme­ ğin temini dağa, kıra, ovaya esir etmiştir. Bu ekmeği, ekseriya vergisini ödeyebilmek için, yemekten vazgeçmektedir. Böyle bir yığın için siyasi terbiye, siyasi düşünce aı·tık kaiır mı ? Öte yandan, bu köylü halkın, kendilerini doyurmaktan zcyade kendilerine bela olan bu tqprakları bırakıp yeni kurulan şe­ hirlere akına başladığı görülüyor. Orada yeni bir alem var ki hem ekmek parası, hem de çoraklaşan gönülere haşmetin hay­ ranlığını veriyor.

Bu yeni şehirler Helenistik devrin başka bir hususiyeti­ dir. İskender, zaptettiği yerlerde düzine ile şehir kurmuş, hep kendi adını ı.ermişti. Onun mirasçısı olan generaller de yeni şehitler kurdular veya eskilerini büyülterek benim5cdilcr. �Q beldeler, hep bu k ralları n veya · sülalelerinin adını taşıdı:·Bu insanlar adlarını toprağa ebedi olarak kazmak istiyorlardı.. 214


İ�lc lskcndcriyc, i�k Anhıkya, i ş te Silil kc, işte Bergama, işte S i ragüza •.. Biitün bu b eldele ri n , imtiyazlı, liitu[ güren şd1 i rlcı- olduğunu söylemeye lüzum yoktur. Halkın ha­ Llcı ıchi l ı r !

. .

kimi orada oturduğu için oralann örnek suret te hazırlanmış olması lazı mdı : Binalar, anıtlar, müesseseler, tiyatrolar, mağa­ zalar, yollar, jimnaslar, kütüphaneler, müzeler, saraylar eve t

daima köşkler ve saraylar bütün öteki kasabalarla, şehirlerle kıyas ediJml�yecek kada r büyük, · süslü, güzel, parlak, pahalı­ ...

dır, boldur.

Hükümdarın ve �e vresinin buralarda rahat etmesi, dos­ mi sa firin i , rahat ettirmesi esastır. Ve zamanın ilmi, · tekniği, sanatları hep bu gayeyi temin için dalına se­ ferberdir : Mutlak hakimler, dalına bir maiyet takımına taçtır. B u maiyet takımı göz kamaştırıcı olacaktır. Ne yaver­ ler, ne köleler bu hususta kafi . gelmez; saray divanlarında, Yunan ınc<l.!.!niyctini tems i l eden .en güzide şairlcı·, tarihçiler,

tunu,

güzel

mulı­

bu

bilginler, sanatkarlar, hatipler krala yaranacaklar; oııwı pe­ şinden gelecek, lütuf bekleyeceklerdir. Vazifeleri hükümdan.n yüzden de efendi­ şanını, şerefi n i söylemek, neşre tmektir.

Bu

leri, onlar için akademi ler kurmuştur, müzeler yaratnuştır. Böyleliklcdi r ki bu yen i şehirler birdenbire büyük kültür ocak­ ları hal ine yükselm iştir.

c.lr.:vlctlcrin başmda b u lunanlar arasında, gat"ip biı" iını·cnme, bir nevi haset hüküm sürerdi Hepsi de kü_tüpha. neler kuru p yazmaları oral a rda toplamayı; müzeler kurup sa­ nat adamların ı n , sonra da sanat eserleri n in birikmesini b ir llu

.

nevi izzd-i ndis

işi saymıştır. Mesel a !skcnderiyc'niri me şh ur

kütüpkınt:siyle m üzesi Bcrgama'nın yine o kadar zengin ol an ,

müzesi, kü tüphanesi... hep böyle izzct-i nefis y:ırışlan ile mey­ dana gel mişt ir. Bu sayededir ki Yunan edeb iya t ı grameri, gü zel san::ıtı, tiyatrosu, hatipliği, felsefes i yaşamış, devam et­ miş, tefsir görmüş; b il hassa geniş mıntıkalara yayılmışt ır. Ama, bii t ii n bu n lar bir efendiye kul olanların elinden, dilin,

215


den, kafasından çıktığı için Eş i l 'lcrin

,

Fidyas'larııı, Sokra t 'la­

rın, Tukidit veya Ksenofon'lann yaratıcı, hür eserlerine ben­

zemezler. Fidyas, inandığı mabudu bir · kral veya cumhurrcisi şek­ linde yontabilir miydi ? Bir Sokrat, kabil midir ki, site ve halk varken Lizistirat'ın \eya :Perikles'in üstünde durs un. .

Fakat Helenistik devrin askeri monarşilerinde hüküm· dar, Allah birdir; hükümdarın, ordu kumandanı, zengin, hu­ lasa her şey olması ona yetmemektedir; o, mabut yerine geç­ mek, mabetlerde mabut • gibi halkın ken di s ine taptığını iste mek zevkini en normal hak bilmektedir. Tarihçi , şair, dramcı, sanatkar ... hep ve yalnız onu göz Önünde tutacak; · gönlünün, zekasının, elişinin en seçme eserini ona hediye edecektir. ­

Yukarıda söylediğimiz köy halkının koştu,ğu · şehir böyle

bir şehirdir. Orada onu karşılayan kimlerdir? Para mezhebini ön safa geçirmiş bir zenginlik aristokrasisi; herkesten ileride, ön safta yer alan bir yüksek memur sınıfı ! Bunların çevresinden yığın­ larla köle, sanat sahibi, lafla geçinen tufeyli, mesleksiz vardı ki efendilerinin gölgesinde bir nebat, bir böcek veya bir fil hayatı geç irirlerdi . Bu şehirlerde artık ne zekan ı n , ne para­

nın orta hallisine "lııeya kendi halinde yaşayanına yer kalma­ mıştır. Bu çeşit insan varsa, mutlaka bir kapıya kul ol acak tı r

ki parasını, kafasına hayat hakkı bulabilsin !... Bu şehirlerde oturan büyük kitle ne dinleıi ne milliyet­ leri bir olan, garip, karışık bir tabakadır : En .ufak «civique» endişe onları birleştiremez. Bunlar anlaşılmaz bir yığındır :

Şimdi bakarsınız tam bir «passivite• içindedir: raz sonra en kötü karışıklığı bunlar çıkarır.

halbuki bi­

Bununla beraber bu yığının karakteristiği yok değ i ldir : Bir arada hareket edemez, inanmazlar! Onlarda ve büttin bu

216


Helenistik

krallarm hü üm sürdüğü

toprakların

insanında

kaybolan bir şey var! Bu idealsiz· sürü, gittikçe sefih, gittikçe ince, gittikçe zengin, gittikçe

azametli, gittikçe kültürlüdür.

Fakat bütün bu meziyetler boştur ve onlar, yeni, mert hiç­

bir şey yarattırmayacak olan bir mahdut vazifenin, bir murluğun baskısı altında vamlı

esaslı

me­

belkemikleri kırılmış gibidir, de­

b i r şey yapmak imkanını k

�betmişlerdir. .

Ancak o mel'un para dininin · adam,an olan aristokrasi­ dir ki bu sürünün elinden tutacak, direktif verecek, onlar da yürüyecek, düşünecek ve sözde hüküm verecek. Bu belkemi­ ği kinlan y1ğırun eksiği : Kendilerini, köklerini yitirmiş olma­

larıdır. Kendileri Ötıa:sya'nın o yüzlerce: asırlık kültürünü yaratmış, ona varis olmuş, her noktadan üstün kültürlü kendi­ •..

leri ! Şimdi tek bir ışık görmektedir : Yunanistan'dan, bu ya­

bancı az

müstevliler, bu

yabancı

olmayan

yabancı hükümdalar

a'

ve onların dah

mukallitleri, benzerlı!ri eliyle getirilen me­

deniyet ! Hepsi kendi dilini artık unutmuş, hepsi aslını unut­ muştur;

Yunanca

kanuşmakta ve asıllarını mutlaka

Yunan

mitolojisinin bir kancasına asmaya çabalamaktadır.

y

İşte bö le beldeler, böyle halk

içine Yunan medeniyeti

bir ı,şık gibi değil, bir yıldırım, bir volkan gibi girmiştir. Önü­ ne tek mukavemet çıkmadığı

için

kendisi her

şeyin

içine gir­

miş; ona benzemiş, böylece yerlinin bütün benliğini tamamıy­

la emmiştir. Yahudilik, o da kısmen bir yana durursa, Ön­ asya, bu yabancı, bu müstemlekeci Yunan medeniyetine, kül­ türüne

böyle

esir düşmüştür. Artık vatanperverlik bir laf bile

değildir, an'aneler silinmiştir. Kökü, ı�kın ve tarihin

derin­

liğinde beslenen, tek hatıra kalmadığı için, hiçbir kitle, kendi

217


baş ına ayakta duraca k manevi tesanüde sahip

değildir. Artık

garpta n , Yunanistan'dan ne gelirse ne getirilirse hu insanlar ona münhasır ona bakar olmuşlarc:ır. Helenistik devir böylece, Önasya

halklarının

şahsiyct­

sizleşerck yabancı müstevlilere köle olduğu, bu yabancı az­ lık.larına garip bir nüfuzla, hakimiyetle kültürü, medeniyet i

kendi nefi.slerlıie, kendi çevrelerine tabi

218

tuttu� devredir.


.

•·

Ç�NAKKAl,.E ALANJ.4RINDA 1 Erkcndı:n Spcrling (Turuva'dak i Amerikalı arkeologlar- . dan birisi ) ve bekçim iz Ali Üe .birleşti�. Tunıva'mn şimal gar­ bında k i sahfüll! görünen Yenişe�r'e yollandık. Önümüzdeki Menderes .ovasını görmeyenlerin buralar hakkında fikir edin-· · mesi, bura]ann tarih ve arkeolOjiSi ile uğraşması ne kadar, ne . · kadar zordur ! Yolumuza ilk çıkan, çok eski bir Osmanlı· köprüsü oldu. · Korkuluksuz, akıntıya doğru kocaman dirseğlıtj. çıbnruş, hAla sağlam olan bu eser, Kalafatlı Azmağ� veya Kemer suyu üstiine kurulmuştu. ·

Burayı geçince, ovanın akla durgunluk ve�k . .. kadar gümrah nebatlarının· · �abn . perdesi başladı. . Bilcliğimiz kangal­ lar birer ağaçtı; fasulyeler bir alaççıktı : bin türlü koku, bu kuduımuş, bu · azmış bitkiler Alemini elle tutulaCa.k bir tül gibi sarmı ştı . Otlarda, nebatlarda insanı korkutan bu a2glnlik; hiç­ bir şeye yaramayan yaban domuzundan tutiınuz da: her çeşit böceğe ve hayvana kadar bu korkunçluk, toprağın k:inu;;esizl.l ğindendi. Bu büyük, bu otları ağaçla§tıracak lcadar feyizli ıop­ rak; solunda, yani garbındaki sonsuz sazlık ve bata.'klıkıar, or­ tasını saran ve yataksızlıkt� bataklığa 4örien minik azmak­ larla, her türlü yılanın, büyünün, çıyaıiın , akrebin serpildiği, gcrindiği b ir garip Sırat köprüsünü, bir �cengel •i aIJ.�yor. , B uralarda · bu

nehre, bu ırmaklara dayanarak harita yap- .

mak kim bilir ne kadar tehlikelidir ! Elime hangi harita geç. tiyse bu bat.akları, bu akıntılan başka türlü göstermiş.

219

·


Mcndı:n·si iki kolcbn gl'l,"llll'k lazımd ı . Su, lll'l\.' l l l İ Zl' ka­

dar geleceği n i bildi rmeyecek

kadar bul a n ı k v e sinsi i d i . Yalnız

;ık ı ş ı n d a k i hız i nsanı uya n ı k lmlunclunıyordu.

Yenişchir'e kadar otluk, yeşillik, ç içe kl i k bcyabam <liyc­ ccğim alanlarda yürüdük. İ n yok, cin yoktu. Var olan şeyler karga sürüleri, domuzlar, yılanlardı. Büyük harbin güriilt üsii çekilince burayı saran bu dondurucu sessizlik ... her yanda hü­ küm sürüyordu. Burası «bitaraf mıntıka» idi. Yani herkesin­ di, yani kimsenin olmaktan çıkarılmış, bir beyaban haline so­ kulmuştu ! Bu da bir «enternasyonal» bataktı \·e her enter­ nasyonal şey gibi insana sadece ürperme, t ik sint i ve e m n i yet ­ sizlik veriyordu. Yenişchir'c

bir ürperme

girince, hala gideremediğim derin,

müthiş

sanki her yanıma saplandı. Yalnız yıkık değil, bu

bırakılmış köyün, sahiplerinin bir daha dönmeyeceği bu peri­ şan beldenin başına gelen felaketi her adımda yaşamak, insana soluk almayı işkence yapıyordu. Yollarda ısırganlar, kanga11ar " şahlanmış; her yere yılanlar yuva kurmuştu. Bazısı gömleğini atmış, bazısı iğrenç, soğuk kirli bir şeffaflıkla insana bulantı veren gömleğine bürünmüş, çöreklenen bu yılanlar... dcfllek bü­ tiin ·s ahipsizliklerin başına çökmesi mukadder felaketti? . .. Deniz kenarına vardık. Vaktiyle muhteşem olduğu hala bir villanın bahçesine renk, koku, ferahlatıcı gölge dağıtan ve denizin içine kadar taraçalarını indiren bu güzel sah a ... şimdi sadece korkunçtu. Fakat deniz, fakat boğaz, hele şu " Kum köy» plaj ı , ne vazgeçilm·ez bir güzellikle güzeldi ! . anlaşılan

Buradaki müşterek aramalarımız neticesinde hem klasik devrin, hem VI. Turuva'ya denk gelen Miken devrinin ça­ naklarını ele geçirdik. Belki de aradığımız kadim «Sigcion» beldesini bulmuştuk. Epeyce sevindik. Yılan, diken� ören der­ d in den kurtulur gibi olduk. 220


il Yine Turuva Akropolu'ndan aşağı indik. B� sefer Men­ deres ovasında şimal doğuya . doğru yürüdük. Dümbelek ça­ yını atlayarak geÇtik. a:Halilili» köyünden itibaren şimal batı­ ya ilerledik. Önümüzde; denize yakın ve muvazi, nispe ten al­ çak bir tepecikler silsilesi, kalkerden bir yayla meydana geti­ ·

riyor. Onun ardında, bize yakın, bir başka silsilenin yaylası uzanmakta.' Üçüncü kalker silsilesi arkamızda,· daha cenupta­ dır. Bu silsile en uzunudur, en cenubunda olanıdır. Garp ucundan da bizim meşhur Turuva'mız, bir gemi pupası gibi Menderes ovasına ilerlemiş, saplanmıştır. Garp tarafı, geçen­ de geçtiğimiz Menderes'in azgın nebat, saz filemiyle lrnplı gö-

rünmektedir.

·

Bu topoğrafya basittir ama görmeyenin, bunlardan Tu­ ru\"'a'yı anlamasına im!can yoktur; Homero:;'un ;Tutuva'sı · de­ nizden pek uzak kalıyor ! Aklıma Ch. Hanriot'un Curtius'dan alıp tadil ettiği (1885) harita geliyor. Buradan deniz, taa «Kum­ köy»e kadar girmiştir ve Menderes şimdiki gibi Şimalde delta yaparak değil tam garpta denize dökülmektedir.

Haritalarda . R.hoeteion diye işaret edil :::ı:ı tepede hemen hiçbir iskan izine rastlamadık. Bin bir çalıya kendimizi dişle­ terek, ·daha doğu şimaldeki Toptepe'ye veya Topçamlara, ol­ dukça yorgun argin yaklaştık. Burada sanki bütün bit tarihin sonunu görd.üm . .

.

Toprak tümeltisine l:ıiç şüphelenmeder,t varınca şu man­ zara fışkırdı : Birkaç yeri zedelenmiş çimento yuyanın orta­ sında, boğazın tam içine ağzını çevirmiş, boynu kesik bir kar­ . tal azametiyle ucunu yere dayamış, bir top ! Mekanizması �ıın­ mış ve kendisi yağmurun, tozun, hulasa yerin ve göğün haka­ reti altında, bir daha kapanamaz görünen yarasıyla yapyalnız bırakılmış bir Türk topu ! Ötede .bir tane daha ! Fakat btirada 221


istihlul mm yanma müthiş bir gülle düşmü ş, 2(1 metreye yakın kutui'da bir çukur açılımş ... ötede bir daha ... Fakat bu sefer gülleler, kazamatlan altüst edip devirmiş ve muazzam Türk topunun ucunu parçalamış. Çevrede, patlamamış veya atıla­ mamış, sonra-dan içleri boşaltıl.mış b irçok gülleler, dağınık du­ ruyor: ·

Çamlar, bademler serin rj.izgAnn kanatlarıyla titreşiyor,

kokularıyla her

yam bayıltacak

kadar dolduruyorlar. Boğaz;

efsane, l�ha güzelliğiyle dalguı, kıvnlıyor. Gökte, yerde

kıŞ

uykusundan tamamıyla silkinmiş bir mayıs zinde,iği, . gülen,

parlayan bir

hayat toprağa, toprağın damarlarına

s inmek te .

Burada gözlerini hayata kapayanlar cbu toprak için top rağa eti, kemiği ; üstlerine · düşen şu

düşenler. . . » nerede? Onların. ka.zaµıatlann

toprağı.na,

otuna döneli işte yirml yıl oldu ! Bun­

lar, tıpkı şu yaralı toplar gibi, topl an ve topra'k l an gibi par­ çalanarak,· Anadolu'ya kanşan kahraman gövdeleri gibi, bıra­ kılnu:;; olalı · yirmi yıl · geçti ! ...

Manyetize olmuş gibiyim. Gözüm, gövdem buradan ayrı­ lamıyor. Amerikal ı toy arkadaşım, yabancı,

resim

bütün içimden geçenlere

çekmekle meşgul. Öyle ya cbitaraf mıntıka• da­

dır. «Bitaraf mıntıka ! . Herkese ait sayıldığı için k imsen in ola­ mayan toprak ! Dilimde :

cEy bu toprakJar için toprağa düşmüş asker ? • mısraı sanki ağlıyor gibi. Ölümde, bir umumi maksat iç i n ,

hepimizin olan hisler ve düşünceler için ölmekte, hatta Zola' nın inkar

e d emed i ği

bir kutsilik, bir büyüklük varsa; Çanak­

kale 'dc düşenler şüphesiz dünyanın

en

büyükleıi

idi.

yapılacak abidenin göklere değmesi gerekirdi : Bugün

beraber bırakı1mışbrdır! 222

On1ara

yerle


İİI Bugün , 14.30'da Asırhk Halilili yolunda İntcpc labyala� rımn ilerisindeJd protohistorik yerleşme yerini görmeye git­ ' tik. Amerikalı arkeologlardan ikisi yaya gitmişti. Biz ott>mo-· bilde idik. Büyücek . bir taraça olan İntepş'nin : tam deni% ke­ narındaki kısmında 1. Turuva'da.n · klasik çağa kadar ınun­ tazam bir seri çanak çömlek topladık. Burasının adı ne? İlkin buraya Çobantepe demişlerdi. Halbuki rastladığımızın hiçbi­ risi bu adı bilmiyor. Fakat nasu bilsinler? Onlar öyle bir yer� de oturuyor ki on senede yedi kere köylerinin nüfusu dolmuş \'e boşalmış : Sıtma burada yerliyi ve yerliliği biçen bir tır­ pana benziyor! ,

.

Zavallı bir topumuzun paramparça cenazesi, tek olarak bu İntepe taraçasını dolduruyor! Yalnız bu taraça mı? Bütün buranın kimsesiz coğrafyasım! Şu bizim c Kesikbaş • efsanesi gibi, bu dilim dilim doğranrnış cesede dönen Türk topu da ye­ di kat yerden· ve· yedi kat gökten buranın coğrafyasına çelik ruhlar sağıyor zannediyorum.

Deniz · burada, bütün Çanakkale boğazında · olduğu gibi güzel, çok güzeldi. Onun kıyısındaki yumuşak kayadan ibaret protohistoriJc istasyon 30 me tre kadar yüksektir. Alt yanlan inler halinde oyulmuş, incelmiş ! Kaya, eğilmiş d:!nizi seyre­ diyor zannedersiniz. Şark yanımızda toprak alçalıyor; iki küçük vadi kıvrı­ lıyor ve bir plaja benzeyen kıyıya koşuyor. Kim bilir, bu plaj

dediği� yer, şu protohistorik yerleşmedeki insanl ara · ve bel­

ki de Turuva beldesine iskele vazifesini görmüŞtü !

Buradan dönmek gerekiyordu. Ta ileride , Mendcres'in

döküldüğü, efsaneli mezar yığmalarının, yükseldiği yerlerde, atlarını otlatan topçu zabitlerimizi ziyaret edecektik. 223


Döndük. Paramparça bataryalarımızın arasından ağır bir hüzünle döndük. Bu ağır hüzün yalnız benim içimde idi. Istırabı uzaklaştırmayı vazi{e bilen bu yabancıların; bu batar­ yalarla birlikte gömülen, gövdeleri şurada burada bölük bö­ lük uçtuktan sonra şimdi tabiata dönen Anadolu neferlerinin akibetiylc ne alakası olabilir ki? Bir basit arkeoloji gezintisin­ den dönüyoruz, işte o kadar ! Arkeoloji. .. arkeoloji !... Hangi zaferin, Çanakkale boğazına gerilen bu kolların zaferi kadar Allah 'a yakın olabilir? Şimdi, bir paslı demir ve çelik yığını halinde duran şu topların madeni kadar bile yaşayıp kalama­ yan şehitler, mutlaka Allah'tan ayrılmış birer nefesti. Düşmanlarına bile - iç düşmanlarına değil ! Çünkü iç düşmanları bu alimlerin yalnız neticesine konan münkirlerdir, Ebucehillerdir . - hayranlık veren bu ümmi kahramanların soyundan ve milletinden olan insan ! Herkesin yanında ve her zaman göğsünü gererek, en büyük insan gibi konuşabilirsin ! Sen de onl:ıra katılmak üzere idin; sen de o büyük harpte si­ lah başına koşmuştun; demek buradaki şehitlerin ruhuyla arasında hiçbir an münasebet kesilmemişti ! .

.

Ah ... bütün cContemplation»lan eriten makine, bizi sü­ ratle Masurluk veya Masırlık veya Mansurluk köyüne iletmişti. Her yeri yeni, yepyeni köy evleri süslüyor. Burası adamakıllı medeni bir köy gibi planlı ... Hele ağaçlar... burayı cennete Çe­ virmiş. Kim der ki bu cennete benzer köy, hakikatta malarya, ölüm yatağı ? Kim der ki burası en aşağı on defa dolup boşal­ mıştır . Tarihi yapan dostların : Zabitlerimizin yanına yaklaştık. Topçu zabitimiz atın üstünde dolaşıyordu. O da, yanındaki as­ ker de tarihin yonttuğu heykellere benziyordu. Otomobil, he­ yetten bir kısmı ile köye döndü. Atlara sıra ile binip Mende­ res'i geçecektik. Menderes L. İki incecik kolu arasında dev gibi bir adayı sıkıyor ! Bu cılız kollan bizler hala bükemedik ve arasında kalan insan, hayvan, mahsul ne 'lt'arsa kurtaramadık ! 224


Atta bir tılsım vardır ki ona binmeyeillt� bu büyüye tutu· lamaz� Ev sahibi sıfatıyla ikinci kafileye kalan şu yüzbaşının dolu dizgin Menderes'i geçişine bakın : Köpükler birer elelim­ sağma halesi gibi yağız atı kuşattı ve Türk zabiti, gökten iner gibi bir heybetle yanımıza bir solukta geldi ! Bitaraf mıntıka ! Bitaraf mıntıka? Bir tek Türk zabiti bile, bütün "dünyanın mürekkebi ile bastı� yalancı damgayı, atının tırnaklarından akan sularl� siler gibidir! Halbuki Türk ordusu buraya yalnız Menderes'te sulanan atlarının tırnak su1annı . dökmedi; burada bütün . bir vatanın şahdamanm boşalmış bulmak�yız. Bu mıntıkaya kim bitaraf demiş? O c;adece bizim mmtıkamızclır. 1

225

·


ERZURUM'A ÖVGU

Erzurum ! ... Anadolu'nun dolusunda, eşsiz dağlara dişlerini sı­ kan: gerekirse, mütecavize bu dişleri gömen bir . efsane aslanı gibi diş diş yükselen Erzurum ! Tarihinin eskiliği ile yerin dibine ayaklarını basan; göm­ düğü şehitleriyle topraklarını iliklerine kadar Türk olan, şehit· }erinin göğe yükselen ruhlarıyla başı göklere değen Erzurum ! Tarihimizin her devrinde bizim olan, bizim kalan ve asıl unutulmaz tarafı : Bizi eşsiz bir büyüklükle, doğrulukla temsil eden Erzurum ! Verdiği şehitlerin sayısı, bu ülkeyi ayakta tutmak için yıkılan yuvalannın sayısı bilinmeyen. bu kaç kere Gazi Erzu­ rum ! Ebedi tek parça bir Türkiye gönneye hasret çeken vatan­ severlerinin ayağa kalkmak için, üzerinde bir taht gibi yüksel­ diği eşsiz; ytiksek yaylamız Erzurum ! Sc>ysuzlaşmayanların büyük · tarih macerasını, soyumuzun sınır ardında kalanlarını büyük bir · şuurla gözden geçirmek için tırmandığı, · yüksek vatan kulesi . Erzurum ! Nihayet kadını ayn, erkeği ayn destan yaratan ve dünya ordulannın kaç kere, kaç kere imrendiği Türk ordusunu, Azi­ ziye tabyalarında kendisine hayran b; rakan yiğit, erkek Erzu­ ıı.ım ! ...

226


BİR İSTANBUL MEKTUBU İstanbul bir değil bin şehirdir. Ve ben onun İstanbul sem· tinde oturuyorum. .

· .

·

İşim bu tarafta; günümü buraya, bu semtin itiyatlarına, hayat tarzına uydurmak mecburiyetindeyim. İçtimai hayatımız­ daki en basit teşkilat yokİuğunu .derhal anlamak için, gelin bu . itiyatları h�yat tarzlarını beraber. görelim hemşehrilerim. Kaçta mı uyanırım? Bütün normal hayat geçirenler' gibi uya n ma k isterim. Fakat sadece isterim, yoksa bu saatte uyanırım değil! Ben mutlaka saat beş buçukta uyandınlırım. Evimin sahibi, yaramaz komşular. ta­ rafından değil : Satıcılar: tarafından! on b i rde uyumak, yedi buçukta

..

Daha beş _buçukta başlayan sokak satıcılan, İstanbul'un hakiki bir belasıdır. Bu bela, herkeste� öpce fi� ile hayatını kazananların başına musallat olur. Sayısı bilinmeyecek kadar çok bu seyyar pazadar, müselsel bir feryat, her telden fışb­ ran gürültü tufanı ile sizi esaretleri altına almışlardır : İstedik­ leri saatte uyanmak mecburiyetindesiniz.

Bari uyanınca okumak, başka bir iş görmek · mümkün ol· ,:;a? Ne gezer ! ... Gürültüleri sayıları gibi sayısız, cinsleri gibi çeşitli olan satıcılar, dünyanı� en inatçı ısrarıyla kulağınıza ve o. ince yoldan beyn inize musallat olmuşlardir : Beyninize ge­ rilen milyonlarca notanın titreŞmesinden doğan bir ağ içindesi­ niz': Sükun mümkün mü? Düşünme miimkün mü? .

·

Dinç, çaİ ışmaya iştahlı olması lazım gelen gilnünüz, daha uyanırken böyle irad�nize bela olan bir tecavüzle başlar. Siz de Çaresiz bugünü yaşamaya başlarsınız. 227


k ahval t ı edeceksiniz. Şunu biliyorsunuz ki ben bir talebe vaziyet indey im. Oturduğum yer bir aile ocağı dı..•ğil, bir pansiyondur. Bir pansiyon ! Bu kelimeyi icat eden ec­ nebi milletinin dilinde pansiyon, otel odalarının ( Necip Fazıl'ın ölmez parçasıyla anlattığı ... ) kimsesizliğini, soğukluğunu, ya­ bancılığını unutturacak bir yer, bir aile muhitidir. Halbuki hu semtte, hat ta büti.in i'stanbul'da, pansiyon yalnız azmhklann kurduğu bir tuzaktır; bir ağdır ki boyuna genç Türk avlar. Yıkanacak,

Odanız rüzgarın pervasızca girdiği bir alafcık, bir harman yeri veya her çeşit böceğin sizden istifade için kurduğu bir yu­ vadır. Temizlik burada, sokaklarımızdaki temizliğin benzeri; mobilya, yangından kaçırılmış paçav·raların para kazanacak şekle konmuş bir kolleksiyonudur. Ev sahibiniz? Türk'ten gay­ l"_İ olduğu için selam vermez, selam almaz; . iniş, geliş ve gidişi­

nize yiyecek gibi bakar bir tehlike !

Siz işte hu tehlikenin kanat gerdiği soğuk çatıda uyanır ve yıkanmak istersiniz. Sabah hali ... Bilirsiniz ki her yerde ve herkes için zaruri bir latıbalilik içindedir. Bu haliniz kendiniz için ve kendinizle kaldığınız müddetçe tabiidir, zaruridir. Fa­ kat ... Odanızın içinde, yani �ize ayrılan hudut içinde ... hiçbir vasıtanız yoktur; dışan çıkacaksınız. Sofa böylece en mahrem, en dağınık kıyafet1erin birleştiği bir gayri - iradi sahne haline geçer. Kahvaltı ... Bunu ev sahiblııiz size t�min etmez. Ederse sizi muhakkak mahveder. Onu siz 'odanızda hazırlayacaksınız. Oda­ nızda hazırlamak ... Bu ne güç bir derttir bilir misiniz? Havayı bozmak, odanızı kirletmek üstünüzü başınızı berbat etmek, okumaktan, fikir hareketinden mahrum kalmak pahasına .. bu derde katlanacaksınız ! Fakat bilseniz daha ne kadar engeller var ! . .

228


Bu engeller her şeyden evvel sizi,, size mal satmak için uyandıran, baŞınıza bela olan satıcılardan başlar. Ne almak is­ tiyorsunuz? Süt mü? Fakat alacağınızın doğru ölçüldüğüne, doğru fiyatla verildiğine nasıl emin. olacaksınız?... Dedim ya : İstanbul bir d(;!ğil, bin şehirdir ve her birinde ayn tartı, ayn fiyat vardır. Beş semtte aldığınızı müşterek ve dürüst bir tar­ tıdan geçirseniz mutlaka muhtelif cinste tartılarla karşılaşır­ sınız. Fakat asıl büyük tehlike bu alacağınız şeyin mahiyetinde­ c:ür. Süt ... Eğer her beyaz renkli akan şeye bu adı veriyorsanız bilmem. Yoksa buranın satıcıları ömürlerinde bir kere olsun hakiki süt satmamışlardır. Mik ro p, hastalık tehl ikesini hiçe sa­ yarak, bu en kirli kaplarda, en kirli bir tarzda satılan ak renkli cıvık nesneyi aldığınızı farzedelim : · Onu bir kere bile içinize

sinerek içemezsiniz; ya kesilir, ya bulaşık suyu rengi, kokusu ile ağzınıza yapışır. ·

Böylece, emniyetten tamamıyla mahrum, beklediğiniz ne­ ticeden tamamıyla mahrum, en ufak bir doğruluk, sıhhat imka­ nından tamamıyla mahrum bir sabahın içinde dünyaya gözü­ nüzü açmış olursunuz. Aç ve neşesiz sokağa fırlarsınız. Sokak, Romalılardan beri tamir görmemiş hissini ·ı;eren bir dağ yolu azmanıdır. , «Mehmet Akif»in senelerce evvel yaz­ dığı meşhur rnanzumesiiıde tarif ettiği uçur.ıma benzeyen, gö­ le benzeyen, adaya benzeyen, nehre benzeyen bir geçit, bir nevi sırat köprüsü !. Neresinden ve nasıl yürüyeceğinizi şaşırdığınız bir meydan, feraset, kuvvet ve tahammül meydanı ! Ayağınıza basarlar, üstünüze toz toprak, su dökerler, hatta hatta ... (beni

.

affediniz) yukarıdan tükürürler !

Bu bela yağmurundan şaşkına dönerek asıl ana caddelere çıkarsınız. Size İstanbul'un otomobil ve tramvaylanndan bah­ sedeyim mi? Yakanıza yapışan, satıcı mıdır, dilenci midir ayırt edilmeyen gazete satan bedbahtlardan bahsedeyim mi? 229


Başınız perişan, gönlünüz harap� işinize başlarsınız. Ye­ glne zevk işte bu : İŞiniz! Yaratırıiinız, insanlığın yarattıkları­ .•

.

na kendi kudrctinizce 'ilavelerde · bulunursunuz. Bu sizi teselli eder; daha cesur. hatta daha neşeli akşam üstü dışarı çıkarsınız.

.

.

Şimdi saat beştir. Havalar kararmı� tır. Bereket versin elektriklere !. .. Sizi birçok çukurlara düşm(�kten kurtarmaz am­ ma soyulmaktan kurtarır !

anına ka­

Hemen eve dönemezsiniz. Oturacak, yemek zam bir yer ararsınız. Fakat bu melce nerede? İçinde yığınlarla tavlacı ve kumarcı biriken sinsi. kirli kahvelerde mi bu umduğunuzu bulacaksınız? Size yalnız yorgunluk, yalnız tiksinme saklayan bu kumar ve si gara

dar dinleneeek, düşünecek, bekleyecek

yuvasına girmek, koleraya bile bile yaklaşmak. değil midir? '

Fakat çaresizsiniz :, Ya evinize giderek tekrar yemeğe. bu­

ralara ineceksiniz; ya •karşı.ya geçeceksiniz ya buraya, hapise

ı

girer gibi gireceksiniz. Buraya gömdüğünüz saatler iştahınız

da neşeniz

gibi yok etmiştir. Yemek boğazınızdan bir zehir gi­

bi zorla iner. Ve siz. sabahki azap. istihkar bulaştıran macera­ ya yeniden başlamak üzere, aym cyob. denen coğrafya efsarıe­ s

lı,ıden.

aynı pansiyon denen medeni efsaneye bir esir tevek­

külü ile dönersiniz. Böylece, herhangi medeni bir beldede, haklarına sahip �atandaşların tabü hakları itiyatları olan yaşama tarzı . İstan­ ..

bul Anadolu'nun bu en ileri vilayetinde yalnız zenginlerin

erdi�

Ai bir lüks haline yükselir. .

İnanınız hemşehrilerim;

benim semtimde oturmak bekar­

lar için hakiki bir Kerbela faciasıdır. Ve Tüı·k'ün çocuğu işte hu sebeple de Beyoilu'na taşınmaktadır.

230 ·


BAŞKA BİR İSTANBUL MEKTUBU Petrograt Pastanesine evimden yaya geldim. . Evimden yani ti İstanbul semtinin Marınarayla ·öpüştüğü kıyılardan !

Yolum Tünel'e kadar, çirkin kötii giyinmiş, kah başıbo­ ıuk yığını, kah kavga yapan iki düşman halinde yürüyen insan­ ların aktığı, bir kanal... Yollar pis, kaldırımlar bozuk, caddeler az. avare insanların geçit yeri dükkanlar kapalı; açık bazı dük· kanlar boş ... Yalnız kahveler ve yalnız bunlar daima açık ! Bura­ da insanlar bir duman ve gürliltü kasırgasına sarılmış otomat­ lar gibi görünüyorlar; Burada sadece oturana, tuhaf gözlerle bakarlar. Buraya aile ile, kadınla girilmez ... Burası arkadaşın dostun, sevdiğin buluştuğu yer değildir; burası birbirine düş­ manın, her şeye düşmanın, tefekküre düşmanın, çalışmaya düş­ manın, ideale düşmanın biriktiği izbedir. Bu izbelerin camekan­ ları hasta adam gözleri gibi : Bulanık. Orada, bakanların yüzü, bütün milletlerin gümrük memurları gibi şüpheli ! Yolda yürüyen kadının, kadınla erkeğin en süslUsü, en h nzı rl ı khsı bir tarafa doğru akar : Beyoğlu'na ! Tünelden çıkınca lavantalı, güzel giyimli insanların bollaştığı; mamur, ye n i bir bcldedesiniz. Burada caddelerin ortasından gidenler az. İnsan­ lar sağ ve sol yaya kaldırımının dar kanalına bölünmüş... Gerçi burada da insana çarpanlar, ayağa basanlar, sokağa tüküren­ ler (ah . ille bu sefil , bu sıhhat, bu güzellik düşmanı mahluk­ lar... ) , yaya kaldırımın ortasında durup bağıra bağıra konuşan ve yol kesenler, burada da insanı iliklerine kadar süzenler var... Fakat nispeten az ! . Çoğu kendi işinçle, ken di düşüncesinde, ken­ di endişesinde... Herkes ke n d inin hiirriyetini başkasının zara­ rında, rahatsızlığında aramıyor. ..

231


Niçin l"kyoğhı 'nda hu k•uhır ins;m va r ?. N i'-· i ıı hu hasık, güneş görmez yerlere memleketin çocukları bu kada r koşuyor da -mesela A k saray semtinin güneşle, açık hava ile ccnııctlcşcn yerleri yangın yeri halinde? Niçin kahve ded iği miz sefil biri­ kin ti yeri tipi, İstanbul taraflarında pusu. kurmuştur da gazino tipi yalnız Bcyoğlu'nda var? ... Niçin Türk çocuğu anası, bacısı, . rdikası, nişanlısıyla... dinlenmek, konuşmak i s ters e Bcyoğ­ lu'ndak,i yabancı çatıların misafi rperverliğine sı ğ ı n ab i li yor da içinden çık t ığı İstanbul semtinin hiçbir köşesinde o siikuneti o hürriyeti bulam ıyor ? . . .

·

Çünkü ötede tesamüh (indulgence) var; insanın, vatan­ daşın kendi gezme, eğlenme ve düşünmesini tanzim etmesinde salahiyet hakkı, hürriyeti orada eski bir an'ane ! Evet, bu levan­ ten, bu kozmopolit, bu batı, Orta Avrupa'yı yarım yamalak .taklit eden, içinde Türk'ten çok Türk'ün gayrisi bulunan Türk­ çeden çok Fransızca konuşulan bu yerlerde tesamüh vardır da Türk'ün çocuğu buralara ondan koşuyor... Bu pastanede size hizmet eden kadın, demin siz kapıdan girerken merdivenin dibinde arkadaşlarıyla sohbet ini bozma­ yan, güzel giyimli kadındı r. Halinde terbiyesizliğe yakın bir i s ti ğna var. Yer göstermez, sizi derhal ne içeceksiniz sualleriyle tedirgin de etmez, masanızı siler, size selam vermez. Ve size yal­ nız paranıiı alınca teşekkür eder. Size yerden temennalar ede­ rek, size bin çeşit unvanlar vererek yolcu etmez. Fakat getirdiği çay nefistir�hakiki çaydır. Siz konuşurken gözünü size dikmez. Sözlerinizi dinlemez. Sizi bir nevi göz hapsine almaz. Hele si­ zin yanınızda kimse ile kavga etmez. Siz, parasını vereceğiniz bu köşede, gidene kadar, evinizdesiniz : Dilediğinizi yanınıza ka­ bul ed er, dilediğinizle görüşürsünüz. Yahut sadece okur, sade­ ce d üşü nü r, sadece yazarsınız. Sizi kimsenin rahats ı z etmesine imkan yoktur. Şu hürriyet, bir çay parası mukabilinde satın al­ d ı ğı n ız şu sükun '\'C hususiyet : Bunu İstanbul semtinde yalnız iki yerde bulabilirsiniz : Mezarlıkta, cami avlularında ! ... Fakat kat'iyen is m i\ıe kahve denilen musibet merkezlerinde değil. 232


YOKOLASI AYRILIK Karadeniz kıyısındasınız ... Yemyeşil bir fındıklıktan eşsiz bir denize dalmışsınızdır. Yanıbaşınızda konuşulduğunu işitir- .

siniz. Sizden bahsediliyor... «Adana'dan yabancı !.» dendiğini duyuyorsunuz. Şaşırıyor, irkiliyor �e «Ben mi? Ben mi? Yaban­ cı? Ben ha? Yahu çıldırdınız mı? Şu fındıkların dibini eşele­ seniz, bir kaç yüzyıllık Farsak kemiği bulursunuz ... » diye hay­ kıracağımz geliyor. Fakat neye yarar? Sesiniz dalgaların, fındık bışırtılarının arasında kaybolup gidecektir. Akdeniz'in doğuSunda, Çukurova'nın bir güzel limanında­ sınız. İskelenin işlek Alemini umutlu umutlu gözden geçiriyor­ sunuz. Daha çeyrek yüzyıl yok ki, burada Türk'ün yalnız adı

· vardı. Bugün de işin, sözün hepsini ta özünden Türk görmeye .

hasretsiniz. Amma di.i.nle bugün arasındaki fark bir uçurum ! Bu anda Adanalı bir dostun başını salladığını görürsünüz : cDaha çok ister... Daha çok ister .. Şu Kayser'ilileri bir kovabil­ sek ! » dediğini duyarsınız. tliklerinize kadar t.itrersiniz. Boğazı­ .

niZı çığlıklar yırtar. •Ne yapıyorsun dostum, ne yapıyorsun? Mısır'ı, Yemen'i, Dürzü dağlarım bizim yapan; Çukurova'da Türk benliğini köklendiren kur'a erlerinin arasında, binler ve binlerce Kayserili şehit bulursun. Yabancı bankaların, yabancı fırmalann ipotek kemerıdiyle boğduğu Türk çiftliklerini şu Kayserili kurtarmadı mı?• demek istersiniz. Neye yarar? Sesi­ niz iskelenin alış - verişleri, Yüreğir'den gelen koza yelleri arasında kaybolup gidecektir. 233


Orla Anadolu'nun

Eski şehi rl i dostlarınızla çarşıyı dolaşıyorsunuz. 1914'deki karışık çehresini bntıda,

tren ka\•şağında,

bildiğiniz bu kıymetli beldenizi gözlerinizle, bir fidanı okşar gi­

Firmalar hep Türk ... «Alaiyeli . .. Aksekili ... • ad­ larını belir terek okursunuz. Dostlarınız gülümser ve size : cBoyunlarına hacıyağı� misk şişecikleri i le dolu camekancı kl a­ rını asıp memleketten çıkan bu .Yan çıplak yabanların ! Şimdi nasıl ·piyasaya hakim olduğunu. .. • üzülerek söyler. Kulaklarınız uğuldar, gözleriniz dumanlanır. Anadolu'nun anyı, karıncayı ,

bi süzüyorsunuz.

en ileride Avnıpa'yı imrendiren bu cehit, sabır, başarı abide­

nasıl yadırgama sayılabileceğini sormak istersiniz. Dün­ yanın en büyük ve devamlı imparatorluğu olan Osmanlı Türk Devleti 'nin . ilk hutbesini okuttuğu beldeciğin eşiğindeki bu bel. de yoluna kaç bin A.laiyelinin, kaç bin Aksekilinin ccam-ı şe,­ hadeti nüşettiğini» düşünürsünüz. Neye yarar? Uçak pervane­ leri, tren çığl ık ları; hatıraları bir sam yeli gibi alıp gitmiştir. lerinin

Anadolu'nun şarkında, kahraman bir «serhat », bir sınır beldesindesiniz. Taşını , toprağını bütün bir mill e tin

· kanıyla

yuğurduğu, kaç kere istila görmüş ve hcpsf.ni de erkek göğsün­ de boğmuş

bulunan şehri yan hayranlıkla, yarı melankoli ile

geziyorsunuz. Bir « Sarıkamıpı için doks�ın bin Anadolu fida­

nının doğrandığı bu yerleri her adımda öpmek , derelerine s inen tarihi örselememek için bastığınız duyul nasın istiyorsunuz. Her şeye rağmen gelişen şehri, göğsüni.iz kabara ra k gözden ge­ çiriyorsunuz. Firmal ar arasında Trabzon'uıı, Rize'nin çocukları büyük yer alıyor. Bunu ne kada r tabii bukıyorsunuz ! Melikşah' m Sel çu k cengaverleri buraları çiğnediğinden beri , kaç bin, kaç binlerce Karadeniz uşağının kanı öteki Türk aşiret yiğitleri­ ninkiylc bura lnrı sulamıştır ! Şu her birkde bir efsane uçu şan •

234


tabyalara ad veren öbek öbek şeh i t arasında bazen en ön safı Trabzonlunun Rizelinin, Samsunlunun meydana getirmiyor mu?

mübarek · kemikleri

Birden yanı�daki sevgili · ve · aydın c dadaş •m söylendiğini duyarsınız : cBu illere kene gibi yapışan şu yabancıları bir at­ sald » Yüzüne bakarsınız, bu cyabancılar ! ıtın ya Rizeli,· ya Trabzonlu olduğunu öğrenirsiniz. Damarlanİıızda kan donar . Bütün tarihimiz boyunca yaptığınız hatıra seyahatinin vebali, bu sözler için ruhunuza çöker. Fakat; Anadolu'nun şarkın ne fındıkların, ne kozaların rüzgarı; ne pervanenin, trenin gümbürtüsü bu yüksek kalele­ riıı, tabyaların eşiğini geçemez. Orada soyun, tarihin, örfün, · an'anenin gülbengi bütün naralan susturacak bir yükseklikte akar durur. Burada sınır boyundasınız ve bütün memleke_te seslenecek durumdasınız : Bu

her köşesindt� bir beyin, bir paşanın bodur ve. kıskanç .devleti kös çalan il is­ temiyoruz artık ! Biz yekpareliğini tarihimizin mühürlediği bir vatan istiyoruz ! Ortaçağda, bu illeri parça parça fethedip, aşi­ ret aşiret yerleşen Oğuz boylan elbette o devrin icabına uygun bir hükmetme şekli kuracak; dağınık beylikler meydana geti­ receklerdi. Yine elbette bu beylikler, başlarındaki insanın mi­ zacına, huyun a göre, b irbirine az veya çok yan bakacak, birbi­ rini kıskanacak, birbirinden ş �phelenecek, tedbirler. alacak; sı­ mnnı koruyacak, hükmünü belirtecek farklar, ayrılıklar yara­ tacaktı. Bütün bunlar, Anadolu'nun yer yer, ayn b ir . devlet himmeti, rağbeti iİe şenlenip gelişmesine imkan vermiş; böy­ lece büyük ve köküne kadar Türk kalabilen devletlerin kurul­ maSllll kolaylaştırmıştı. yokolası aynlık nereden geliyor? Biz,

235

.


şeyin, üstünde o beyliklerin ayrılı k damgtısı işte tarihi yırtarak bize kadar gelmiş bulu nuyor. İmparatorluk devrinde yer yer yapılmış muhacir iskanları ile, imparatorlu ğun kalıntısı olan bazı ayrılıklarla yamalı bohça manzarası alan bu büyük · coğrafyayı; bir de bu yokolası, mahalli ayrı lık­ larla doğranmış görmek istemiyoruz. Fakat, h!-?r

­

Bu yamalı coğrafyayı yekpare vatan yapmak için dokuz­

yüz yıldır, sınır sınır boşanan Oğuz boylarının kanı ayağa kalkıyoruz :

namına

Hemşehriler! Bu yokolası, mahalli. aynlıkları kaldırınız. Bu memleket, ona layık olanlar elinde yekpare ve müşterek

vatan olmazsa müstemleke olacaktır!

236


KÜLTüR ESERLERİ Dtztst

Sll:LCUla.ULU OONndHDll: ·ANAIJO. LU'YA YA.Pli.AN AKINLAR: 11't • 11G. 08MANU nAllfS1Z HARBiNDE AKEA JCALl:sl

B-OVC.:: HUN IMl'AliTORWOU

ıı.or. nr. B.ıı-ııım oom..

TAlltıd

L

B-OVC.:: HUN 1MPAUTORLU0U TAlltıd n.

Prof. Dr. Bolıocdıliıı OGBL.

�lırn: YAIL\11CJNJN GOCü. ı.q.la PASEV& AıırrLAS MASI

LAYEl'L Klmif Sa.

'Yll:

AYDIN {tzMİR) vt.

RhCA.Yl1Elt. Dr. Mı.1ar Tnfitollıl. OPDA TAlltHI Cilt t. O... MaıMiıll ALTAR. OPERA TAalJd. Cilt ... 0.V•- Al.TAiL

==ı�tS\r�Jt�

_, ATllSB.

�Öltl

BltY • 5tlLTAN ALPllASLAN • CXZ. AHMft PA§A· SUDAll·I EKREM • LUl'll1J PAŞA. Gemıl kıımıay ATBSB.

D

TUU'ANDA MI TUU'A MiT RAD. Doç. Dr. Biıı<ıl BMIL.

AL1MLlll TUNAY.

M. M.ı.not MU­

VE SANATKARLA.it. A. JWilı: AL­

Pi.ATOM VI PLATON SONRASL

PAKSVT.

Dr.

Pma

llUBAILn.. eem oCR.sov. RUŞEN

ESU7 CNAYDIN'DAN SEÇMl:LEJt.

Ne.- B!Rlffct.

MANisA 'YE Y6ılsıltNDc Kimi SU. 1912.

lşGAL

ACILAIU. ·

GELENEXSEL SAnAN90W ll:VLEltf Vll: OLUŞUMU. Dr.11..ııa GONAY.

OPaA TARhd. Cowı Momılııla ALTAR.

BOTilN YÖNLE RIVU: N.URIDDIM BOCA..

OPDA TAJltıd iL Ccmıt Mıımdııh ALTA!t.

E.rdopı TOKMAKÇIOOLU

. KA.UHANLI l>J:VLJ:T TqKILA.TL Doç. Reııot GENÇ.

KAJ1'KAS YO LLARfNDA. (Sad.}: Yımı.ı Zl!YREK.

A. Refik

Dr.

Altıuıoy.

BUGÜNKC sovvrr loroLOJtsl L � A. WETIER. (ÇcY.): Cemil Ziya ŞANBBY.

sovvrr bJll:oLO.rtsl .iL o­ A. WETTER.. (Çov .): Clıımil 2.iya $ANllEY. BUGÜNK()

MUHSiN ERTUÖllUL'UN SINEMA.SL DR. Alim Şerif ONARAN MEN.

TAHİR iLE

119.0I'.

ZCnJtL Praf. 0.:. Fikn:t TOJtK.

TÜllKİYE'DEÇA.0DAŞ ECtnM VE lt()LTCı'Jt MÜNASEBETLERL Prof. Dr. Nermin ERDEN­

TIJÔ.

TÜRK HAT SANA11NIN ŞAHESERLERL U&m

DERMAN.

T.S. El-IOT'UN SllRLERINDE iNSANiN KEN­ DiSiNi GERÇl'.lCU:SrlRME TEMASL Doç. Dr. Sevim KAN'I'ARCIÖÔLU.

OPaA TAllhd L Cowı Monıılııb Al.TAR.

Rl7A Tll:W'K•l!f Tll:ll[D VE QALIC l:DDl­ YA11 hı ILGD.I MAICALi:LDL Alıdıal* UÇ­

MAN.

ım TClllC - YUNAN HARBL Goaıo1kıımıay ATBSI!.

GAZIOS MANPA SA VE PLEVNI: SAVUNMASL o.n.ııa.m.y A'll!S B.

,

ATAÇTlYATRODA. Prof. Dr. Motlıı AND. .

nCSEY1N CAHfT YALÇIN'IN HAYATI VE llOMANLARI. Dr. ô, Fonılı: HU,YtJGÜ71'.L. Yl:Nt ALMAN EDEBiYATI TARIHt; Prof. Otinel AITAÇ.

Dr.

cOOUFYADAN VATANA. ıı-i Otu& ARIK.

TCltıt BILMIX:ELUL Piet Dr. Şillırü ELÇIS. . .

CAtDAŞ ALMAN EDEBlvATi. ProL Dr. Günıd · . AITAÇ.

HUU:sl XOliY'DAS HtltA.YELER.

Prof. Dr. lnı;i ENG!1'"CN.

KENAN

YANYA SAVl.'NMASJ VE ESAT PAŞA. Gemi· kıumay ATESE. SDGl'.JZEŞT. SAMIP�AZADE SEZA!. INTlaAIL NAMIK KEMAL. MAN.

Hu:

Zcyıq> KFJl.


ı.ı:-ı!��ARlllİNE.?�iş Pıof ı.ı:-ı::1ıaı� ı�1&\l_AR Glalş . VJL VL

.

Pmf.

YAZMA ESl;İl.LDDE VAXIF MCu'OllLDL Ollnoy JCUr. Niaıot BAYRAIITAIL

�&r nm��·=fiKlrN=��ı.sr�i:= CESfNDE VAKOLlJl. . Yrd. Doç. Dr. Palıi.ıııfn OLOUNBR.

.

.

BATILILASMA AÇISINDAN SllllVKf-1 li)', NUN ROMANL Doç. Dr. <lİhil KAVCAR..

OSMANLI ŞAlill.aL YnL Doç. Dr. Onml . KURNAZ. llOZZAM BESTE. lıaoıı 01!Ç1!R.

�OCON ESASLAllL 7.iya OOLW>. Ha. Priil. Dr. Moldm ICAFLAN. AYJlll YOLDA. Moı- ÇINAIUJ.

� iLK ·YARISINDA ANKARA. Ri1iıt BIKAYEi.Ei. L Dr, Malııar 11M'IKOOUJ.

HlltAYD.U iL Dr. Mulıım 11!VFIKOÔLIJ.

Ollİ>U KAUSI SOSYAL TARIB1 Doç. Dr; Bao

BAllP VE KADIN. Ali ıruaı><>Ow.

DiYORLAR Kİ, Şcıı-ın ırun.u.

HÜSEYiN RAHMi G'ÜllPJNAl.'IN ROMANLA· RI VE ROM.\NLARUIDA.SAHISLAR KADRO­ SU. Doç. Dr. Oııdıır OOCGON.

ı-cldiıı YBDlYILDIZ.

TÜRKİYE SELCUKLULARI DEVRiNDE . KONYA. Doç. Dr. TlllKllr BAYKARA. AZERi TÜRKLERiNiN BALK HiKAYELERi. AI-. Al- ARASU

TÜRK KÜLTÜJI. TAillHINE GiRiŞ L Prot Dr. B-ÔOl!L.

��� TAllhdNE GiRİŞ iL Pror.Dr. T{JJt K Kilı;ı.i)R TARiHiNE GiRİŞ Dr. Bolı...tdin OGllL. . .

llL

Proc. '

SllRLERI ANTOLOJISt

Doç. Dr. � BiRiNCi. KAHllAMANUK

J.P, SARTRE ATEiZMiNiN DOOURDOOU PKOBLl:MLEL Doç. Dr. ır.m... 00RsoY.

lllEVLAl'(A ,\.b..BStNDE TCılK MILLrrl. VE

DEVLETi not Aydm TAMllRI•

.

�il,6_m.ıf1YLE � FAZIL l'JSA3İ.'.CMSGifiK �Aylıan lNAL.

SAll'AllAT. M. ilı<ııjnı1 D01D,A.Ö.

T(lıtK ıdiLTÜJI. T,A"RtHINE· GİRİŞ iV, Pıof,

SAF ,UUT.

TÜRK KÜLTÜR TAalHINE GiRiŞ V. Prof. Dr. . . · Bolıııoddiıı ôcıEL. ·

T. C HOKOMETI PROGRAMLAiUND� � TÜL Prot Dr. Se�ıık KANTARCIOOLU.

'

Dr. Baluıcddin ÖClllL•

T{JJtK KÜLTÜR TARlHINE GIRlş

VIU

�-

�tt'Ktt'T�AR- .�Rlş IX. Pror. Dr.

Baluıcddin öaıu...

. .

TARiH MUSAHABELERL Abcluınhmıın Şonıt

Elimdi s..ı. an- KORAY.

.

.•

��RISTM/'DA TÜRKLER. Oıman KBSKlISTANBUL'DAN OlTA-ASYA'YA SEYAHAT. • ·'

Rıza AKDl!MIR.

TÜRK VE BATİ KÜLTÜR() ()sTI)NE.DENE­ MELER iL Aydm.Klmlll.

AHMET MITHAD D'ENDl Şevlmı RADO.

.

HALK EDEBiYATINA GiRiŞ. Prot Dr. Şfllırll

ELÇiN.

�g��usıxıst EL KtrABL Gnııçaiı TANRlDORUKTA RÜZGAR VAiL CotJmn l!R1EPf.

NAR.

DAG.

{EdJIJOll KrlUk). M. Eıtııjı:ııi · OOz. .

.

TÜRKLERDE TAŞLA iLGiLi iNANÇLAR. ı.- TANYU. TÜRK MllLETINtN KÜLTOREL DWERLE­ RL Moluııo ı KAPLAN KANUNi OEVRI. Maİmmıecı Yllcııp MUGHUL

zlYA GÖKALP SOSYOLOJiSiNDE BAZI KAVRAMLAL Orlmt TÜRKDÖÖAN.

ZIYA�·� ESEllLERl, EDEBi �� HAY�TI, IUl'UN ŞHltLERl Doç. ı;ıt'· .

MEHMET AICIP VE CEMiYETiMiZ.

Pmul< IC. 11MURTAŞ.

1912 BALltAN HARB1

.

Prof. Dr.

Soc21tin OÖMEç.

��ELE DONEM.iNDE YOZGAT. iNSAN HÜRRIYET1 ProC. Dr. Necati ÖNHR. .

5,\11.AYBOSNA .

K�HAl'IELPINDEKI Ttlll lCCE YAZMALARDA TtlllXULER• .Dr.

. Hamdi RASAN.

.


TORK VE IA'11 KfJLTORCNDE SIYASrr KAVJlAML Aydm XliZl!R..

CUMHURiYET DÖNEMiNDE TtlllK ŞllR1 b• lım GBÇBR. .

n:LSEn: KOHUŞMALAn StıdııttİD BLIBoL.

ZORLARA DAÖ.JAR DAYANMAZ. 7.ijoedıliıı. FINDIKOOUJ. DiL G'ÔŞA. ProC. Dr. Alıdunlmmı aOzııı..

PCKCMET-1 MUSTA­ KIU:Sf. Novzııı <lONDAO.

1913 GARBI TRAKYA

YARATICILiıt.. L Alev A,R1K.

MEHMET AKiF ERSOV'UN MAKALELERİ.

�DULICAPIRoGLuNmmı ABOOL-

GCNtlN SOSYOLOJiSiNE GlRIŞ. Prol'. Dr. Ta·

hir-CAÖATAY.

TUNA'DAN BATIVA. l ıw.a. sl!VCK.

YURTTAN YAZILAR. 1. Habib sHV0K. SOVYET MARKSiZMi • clN MAKKSIZMl.VE

TOKKIYE GEllÇEKLı:ıt.t lmıot B07DAO. . YENİ TCKK NESRi ANTOLOJfSL Prot Şölaf!BLÇIN - Dr . Mıılar ll!VPIKOOW.

Dr.

APARDI SELLER SARANL Seyfettin ALTAYLL·

TAŞ BADEMLERİ. Jlemzi Ö7.ı;J!UK.

MEHMET SADİ IEY. Sildi Ya- ATAMAN.

HIKAVF.CILIGIMIZIN 188. YILINDA YOz ÖRNEK. Sodık IC. 1URAL. ATATÜRK'ÜN SOY ıtÜl'OOÜ ÜZERiNE llR ÇALIŞMA. Budıon GÖKSHL.

KAN VE İMAN. il. B. Bkn:m TALU· llabim T.\­ RIM. HALKIMIZ VE SANATIMIZ. � ÇINAR.

LI.

DA KÖY. IWnum KAPLAN.

CUMHURiYET DÖNEMi 'lilRK ROMANIN· •

SOSYAL HAREKETLERiN SOSYOLOJiSİ.

Pmf. Dr. Orlım TORıcı:ıoGAN.

TOKKIYE'NIN BATİ iTTiFAKINA YÖNELlşl VE NATO'YA GIRlşl Yuuf SARINAY.

TEK ADAM. Cotk- BRTilPINAll.

MElfMJ;T KAPLAN'DAN · SEÇMELER L inci BNGINON • 7.eynep KERMAN.

MEHMET KAPLAN'DAN SF.ÇMELER iL Lıc:i BNGINON - 7.eynep XERMAN.

VE ÇEVUStJtiDE MfLLI PAALl­ YETLD VE 1'EŞl[liATLANMA. ıı.,._ SA· . ltAILı. ' . ·. OSMAN FADI HAYATI VE ştııu.a:ı. Zoy� '"'P Xl!RMAN.

ANIAli

'lilRK MUSııtlsl IIMINDIL ARll[..

H.

Saadcıliıı

ŞIDLU. AJma MubipDJRANAS.

1'CKKln'DI! ÇOJt PARTiLi çiş. Ahmot YBŞIL.

HAYATA .GE-·

ÖNCUtvu: VE SONRASIYLA Tıulımı ŞAHIN.

93

HARBİ. .

'lilRK VE DÜNYA ROMANLARINDA MO­ DERNtzM. Doç, Dr. Scrvim ltANTARCIOOw.

GABRID. MARCEL'lN VAJlOLU$UÇULU0U; Dr. M. Oıla1tıniıı MUŞTA. lşGAL YILLARINDA LATL Ali ClOUIR.

Y1JNAN

GiZLi TEŞl[t.­

l.USYA'DA L M{JşLÜMAN ltONGRESİ. bı­ ILOAR.

HALI EDEBİYA'11 ARAŞTll.MALAl.J L Prol'. Dr. Şlllirl flLÇIN. HAUC EDEB1vAU ARAŞTJRMALAl.L iL

l'll>C. Dr.

Şlılqiı ELÇiN.

KiMSELERi! ANLATAMADIM. YııJıya AKEN., GIN. StlLEYMAN NAZiF BAYATI .VE ESERLER!. Yrd. Doç. Dr. Şuyb KARAKAŞ.

KAN VE

ı:.ÜL. Ahmot Yıı- İIOYuNAOA.

IA'l1NIN l>OOU

POLtrtKASININ AHLAKEN . IFLAsL Ziyac!EBUZZIYA. SALiH BABA HAYATI VE ESDLERİ. Ahmet DOÖAN. ltÜLTÜREL KiMLiK ÜZERiNE DOşÜNCE­ LER. Doç. Dr. Sodılı: ıc-.ı 1URAL.

GllNEY ASYA MÜSLÜMANLAl.ININ tsı1K0 LAL DAVASi VE TÜRK MiLLi MUCADD.E­ sl Doç. ı:ir. Mim x-ı OKB.


TfıU MUTASA.VVW 'VE ŞADt MtJ&UI. MEB NAZMI. Doç. Dır. O-. TOIU!R. . TOPLU IESLEHMS YAPAN . llrultUM MUI'· Ji'AJCLARIHDA ÇALJŞAH l'llSOHEL lçttf iL · Kh'ASL W- BiRER. TtlRKIYE'Dll: SAOLD: nıatzMI VE JCAPU. CA PLAHLAMASL lmıll CLIER..

MAKA.LELll:IL

MENCIOÖLU.

M..ıımııt

tl.Zlrr.cap.a DBOIR­

MiLLi MUCADELEDR GAZIANn:P. S...ıııaia GÖMEÇ. Ji'UZULI DlvAHrHDA MA.DDI ıroı.TCLNalıil AYBET.

cUMllURIYrn: JCAD.U 11lRıC GCu.şl L ADI KAHRAMAN. CUMRllllYr l ri:

ADI KAHRAMAN.

KA.DAa

TfıU G()uşl

ıtADEa ıtUUAHL O... llJLIÇ.

AHMET RASİM'İH ıı:snı.ıı:alHDıı: BUL Pnıf. Dr. Şerif AltTA$. iL MAHMUD

lL

lsfAH·

OONll:MİHDll: SİVAS'TA ll:SHAJ'

TEŞIW.ATI Vll: CUTtM , TCD:11M hJŞn

LDt Ömor DBMIRBL.

iNSAN

VE

TIHTAŞ.

PSİKOLOJ1 Prof. Dır. Haymıi

AL.

TOıtK:tYll:'Dll: BEDEN Wh1Mt MKETME­ NlNIN vrrtşTIKILMll:St Hllin BiLGi!.

BATI V11: İSLAM KA.YNAKLAKI IŞICINDA PLATON. Prol". Dr• .Pıılnıtiııı OL(lUNER. MEVLANA'DAN GtlLDll:STll:. Mıı1mM ô:İIDl!lt

MUSTAJl'A iTKi Dl:HDt Rfltll ŞAJIDAÖ. Ji'AİLLİTll: MOıtAU: DE 1..4 POUrfQtJE occiDEHTAUE EH OatE!fl'. Dır. Alımot RIZA.. LA

AHD THll: WRlaUJllG DUvts. HE5. Dır• .lılllıım ÖHDllll.

MEVLANA

PLEVNll: MCDAJi'AASL WillUim vem HBRBERr.

Ali ICURDOÖUJ.

THll: POCHET •001: Ol' TWENJttm cıN. TURYTUKJtlSB. Y-tMARDIN.

TDIOlNs RPVL"MJUI DE L'Ol'l'DASStoN BtıLGAill: A DlaNıı: El' sa DIVtaoNs. Dr. illıllr All'. M. PilıRt OOK­ DllMllL PLll:VNll: llCDAPAASL 'Wlllima ...., HBRIERI',

KOKAN Jı:A\'SAMI VE TCIU: KOMAIQNJN DOCuşu. Dır. Danlı Y1LMAZ.

11'.ANUNNAMl-I LİVAYI liYSUKT. Ynl. Doç.

Dr. ı.e,ı. ltARAHAN.

•(ly()][ TfıU MUSIK1SI L Yıı- ÔZJllNA.

•(ly()][TfıU MUSIK1SI iL Yıı-zôZruNA.

•Oı1lıt TfıU MUSll:tsl llL Yılma ÖZJU.

NA.

Mll:BMn' AÜ DSOY'UN MAJı:ALll:LDt !fwm.Alıılllmb AllDULICADIROÖLU. tMsAJll � -LDır.- ÔNllR.

TfıU VI: 11An ıt1lLTfJJtC CZUlNll: DENE­ Mll:La. Aydm KElJill

CUMHUalYET DONDdJımıı: TilH şııat b­

- <ll!(J!R.

&USYA'DA L MCSLfıMAN l:ONGUst ıı,_

ILOAll.

Tilıı& MUSl&tsl KtMINDtL $...ıoum AREL

TÜllıtlYıı: V11: allSYA. -H- ASYA. .

ON'Oç ASIKUlt Tilıılt JCIYAllET Tilhlt

Numtiıı Sl!VIN.

BUi.GAK ZULMCNO GfJNCMCzll: AUll:TJ1..

WIKNll: şıı:etn.IJCLUt Dr. llbr ALP. c.p Kl!Tl!NI!. REN

Bll:ZM U Kll:ZM. Am B. 13n1atir. &ııııraıı..ıı Doç.

ı:ı.. - Ö'Zl()RI.

KONYA ll:NDJh1iDl nı.sD'll: mruuı. Mıa·

- o. ......

BINDISTAN'DAKI Tllas · BfliaiMı>AKLAKL

S..... GÖMllÇ

JtAD&oc:uı..U VI: SOllY • D:ONOMflt 00.. &(JşLDf. 0.Ç: Dr. Hoci BOSTANCI.

•DLDIME &L'011la(JM()z. Prol. Dr. Ano BAYSAL.

T.C. llOJ;ÜMJJ" nOGUMLAKINDA .Jt{)J,.

TCL 5e1çat ıtANTAa.ao<ıw. .

.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.