İÇİNDEKİLER
TURI< ..
..
Namık Kemal'in Ö lü m ü n ü n Yüzüncü
..
KULTURU Yayın Ta.: Kası�1962
Yayınlayan : ARAŞTIRMA
ENSTİTÜSÜ Ta.: Ekim
*
Prof. Dr. Şükrü ELÇİN
*
Yazı İşleri Müdürü Prof. Dr. Ahmet B. ERCİLASUN
*
: 600 - TL.
Yıllık A bon esi
(1988 yı l ı için) - İndirimsiz 7200.- TL
- İndirimli
5400.- TL.
Abone bedeli, num aralı
Kemal'in
Yılı Dolayısıyla
100.
Ölümünün Barika-i
Z:ı.fer'de
Dr.
391
Zöhrc Bilgegil
Bulgaristan'da Sosyalizm'de Türkçe Eğitim Meselesi
1961
İm ti y az Sahibi
Fiyatı
387
Namık Kemal Namık
Geçen İktibaslar ve İbareler
TÜRK KÜLTÜRÜNÜ
Kuruluş
Yılında : Vatan
171.379
Mehmet ÇA \TŞ
Dr.
Ödemeli gönderilmez.
* Dergiye gönderilen yazı
409
Orhan 1''. Köprülü
Azerbaycan'da Rusça
Öğretiminin
Teşviği
412
Yasin Aslan Orhun Kitabelerinin Dili Üzerine Yard. Doç. Dr. Leylıi Karahan. Mehmet Celal ve Şiirleri
421
Mehmet Önal
Niza.mettin Onk Türkçü Dergiler
Dr.
_
418
VI
436
Fethi Tevetoğlu
Dedemin A dı
Prof. Dr.
440
Hüseyin Ayan
HABERLER: Sürgünün 44. Yılında Kırım Türkle
ri H ala Vatan Kırım'a Döndürülmü yorlar.
basılsın, basılmasın iade edi lm ez. Dergideki
Batı Almanya'daki Kırım Tatar
kaynak gösteri
Selçuk üniversitesi II. Aşıklar Şö
al ınabili r . Makale
leni, IL A şık Ferrahi'yi Anma Günü,
lar
yazılar lerek
4-13
Cemiyeti idare Heyeti
lerdeki fikirler imz! sa
Yunus Emre Kültür ve Sanat Haf
hiplerine aittir.
tası
*
İdare ve yazışma adresi :
BAHÇELİEVLER SONDURAK, 17.
SO KAK NU. 38 06490 ANKARA
Tel Tel
213 41 35 : 218 81 00
417
Aras Boyu Şairlerimiz : Aşık Alhas
posta çeki
hesabına yatınlabilir.
397
Dil Yaresi
İrfan Ünver Nasrattınoğlu
.
444
BİBLİYOGRAFYA : Prof. Rıfkı
Salim Burçak,
Türki
ye'de Askeri Müdahalelerin Düşün dürdükleri,
Ankara
1988,
VIII +
94 s.
Ercüment Kuran
.
448
Okuyuculanmızın
Enstitümüze gön
*
Dizilip Basıldığı yer Ayyıldız Matbaası A.Ş.
Ankara Tel : 218 19 62
222
69 40 - 222 69 41
Sayın
adresleri De yazılarında birlikte posta kod numaralarını da bildir derdikleri istek
meleri rica olunur.
T"ÜRK KÜLTVR"ÜNÜ ARAŞTIRMA ENSTtTO'Sti
TÜRK SAYI 303
KÜLTÜRÜ YIL XXVI
TEMMU'A 1988
Namık Kemi.l'in ölümünün Yüzüncü yılında :
VATAN Hikmet-i tecrübiyye ki cihanın şu gördüğümüz kemalat ve terakki yatına her şeyden ziyade hizmet etmiştir, bu kadar fevfildiyle beraber bir
iki asırdanberi her türlü hududu zir ü zeber ederek fikirlerde ne kadar mü'tekadat, gönüllerde ne kadar hissiyat var ise cümlesini birer birer naza.r-ı şekk ü tetkik önüne çe kme k şaibesinden masun olmamıştır. Tecrübe n am ın a taharri-yi hakikatle me'liıf olanlarda ise, aradıklarını maddiyat içinde bulmıya hasr-i nazar etmi ş birtakım ashab-ı mu8.heze gö rülür ki, dünyada lemsi ve müşahedesi nakabil her ne var ise mevhum veya ma'dum hük münde tutmak isterler. Umiırnun menfaatinden başka hak , efradın itiyadından başka ahlak tanımazlar. Tasarrufa sirkat, verasete gasp, nikaha esaret namı verirler. tşte insiniyeti bu nokta-i nazardan temaşa edenlerdir ki vatan fikr-i mukaddesinden bahsolundukça bulundukları yerin ya hudut veya harita sını tasavvur ederek "Vatanı tayin eden madde birkaç bin mazliırnun kanı veya birkaç rical-i devletin kalemiyle çizilmiş bir hatt-i mevhumdan ibaret değil midir? Böyle akıl va ta biatle hiç münasebeti olmaksızın sırf mev zuat-ı beşerden olan ve insanların uhuvvet ve
ihtilafına set çekmekten
başka dünyada bir tesiri görülmiyen bir vahimenin insaniyet nazarında ne hükmü olabilir?" derler. Evet! S8.ni-i hakim insanın fikrini keITat
cedveli, vicdanını hendese
mikyası mahiyetinde halketmiş olsaydı dünyada fille, millet, mesken, va tan tasavvurlarının vüCU.duna imkan kalmazdı. Sırf maddi olan fevaidden başka bir şey düşünülemez idi. Şu kadar var ki adem başka sıfatta, başka hasiyette yaratılmış. Akıl "iki ile iki dört eder" davasını ne kadar beda hetle kabul ediyorsa vicdan da "bir kadın ile bir erkek meyl-i tabii ve kavl-i şer'i ile irtibat hasıl edince bir aile meydana gelir" hükmünü o ka dar bedi.hetle tasdik eyliyor. Akıl, ''murabba başkadır, müselles başka"
(l)
387
SAYI 303
TÜ R K
KÜ L TÜ RÜ
YIL !XXVI
kaziyesinin hakikatine ne kuvvette hükmeyliyorsa vicdan da "vatan baş kadır, haric-i vatan başka" sözünün sıhhatine o kuvvette itimat ediyor. Şir-harlar beşiğini, çocuklar eğlendiği yeri, gençler maişetgahını, ihtiyarlar gfişe-i ferağını, evlat validesini, peder ailesini ne türlü hissiyyat ile severse insan da vatanını o türlU hissiyat ile sever. ·Bu hissiyat ise sırf sebepsiz bir meyl-i tabiiden ibaret değildir. İnsan vatanını sever? Çünkü mevahib-i kudretin en azizi olan ha yat, hava-yı vatanı teneffüsle başlar. insan vatanını sever : Çünkü ataya-yi tabiatin en ravnaklısı olan na zar, lemha-i iftitahında hak-i vatana taalluk eder. insan vatanını sever: Çünkü madde-i vücudu, vatanın bir cüz'üdür. İnsan vatanını sever : Çünkü etrafına baktıkça her köşesinde ömr-i güzeştesinin bir yad-i hazinini tahaccür etmiş gibi görür. İnsan vatanını sever : Çünkü hürriyeti, rahatı, hakkı, menfaati vatan sayesinde kaimdir. İnsan vatanını sever : Çünkü sebeb-i vücudu olan ecdadının makbere-i sükunu ve netice-i hayatı olacak evladının cilvegah-i zuhuru vatandır. İnsan vatanını sever : Çünkü ebna-yı vatan arasında iştirak-i lisan ve ittihad-ı menfaat ve kesret-i müvaneset cihetiyle bir karabeti kalp ve uhuvvet-i efkar hasıl olmuştur. O sayede bir adama dünyada nispet vatan, oturduğu şehre nisbet kendi hanesi hükmünde görünür. İnsan vatanını sever : Çünkü vatanında mevcut olan hakimiyetin bir cüz'üne tasarruf-ı hakiki ile mutasarrıftır. İnsan vatanını sever : Çünkü vatan öyle bir ga.Iibin şemşiri veya bil' katibin kalemiyle çizilen mevhum hatlardan ibaret değil; millet, hürriyet, menfaat, uhuvvet, tasarruf, hakimiyet, ecdada hürmet, aileye muhabbet, yad-ı şeb abet gibi bir çok hissiyyat-i ulviyyenin içtimaından hasıl olmuş bir fikr-i mukaddestir. Bundan dolayıdır ki tarih-i insaniyyetin hangi sahifesine atf-i nigah olunsa her zamanda, her millette zuhur eden efkar-i aliye ve ahlak-i fazıla ashabının cümlesi vatan muhabbetini umur-i dünyeviyyesinin kaffesine müreccah tutmuş ve pek çoğu vatan yoluna feda-yı can etmiş görülür. Bundan dolayıdır ki her dinde, her millette, her tarbiyede, her mede niyette hubb -i vatan en büyük faziletlerden, en mukaddes vazifelerdendir. 388
(2)
N. KEMAL
SAn 303
Ya ne vakte kadar insanların i'tilafı böyle vatan
namıyla birtakım
eczaya inkısam edip duracak? Acaba umfun ebna-yı beşer bir aile ve bü tün dünya bir vatan olmak lazımgelse insaniyet için şimdiki halden fay dalı değil midir? Faydalı mıdır, değil midir? Orasını kablelvuku tayin etmek keramete muhtaç görünür. Zira böyle bir halin husulü takdirinde muharebe mündefi olur denilecek ise biz şimdi mevcud olan vatanlar içinde birtakım dahili ihtilaller görüyoruz ki mucip olduğu
tahribat
muharebelere kat kat
galebe ediyor. Hele hudud-ı vatan aradan kalkmak ve insanların mecmuu yekcins ve yekterbiye bulunmak ve dünyada yalnız bir lisan kalmak, hülasa şairin: :Milletim nev-i
beşerdir
vatanım ru-yi zemin
kavli herkese şiar-i ittihad olmak ve bu alemin başka
bir a.Ieme ihtiyaç
gösterdiğinden veya hiç olmazsa böyle bir ha.Iin zuhuru bu a.Iemi başka bir alem hükmüne koyacağından, insaniyet için ümid-i saadeti ittihad-ı umumi zamanına hasretmekle öteki dünyaya hasretmek beyninde pek de fark görülemez. Binaenaleyh bir millet için o kadar bir istikbale nasb-ı ayn ederek ittihad-i insaniyyet namına fikr-i vatanı ilgaya kıyam etmek ahirette rahat ümidiyle kendini öldürmek kabilindedir. Çünkü zamanımızca hamiyetin en büyük muharriklerinden olan va tan fikrini gönüllerden kaldırmak hıfz-i hukfıkun en müessir esbabından olan ateşli silahı ellerden almıya benzer. Bir millet, vatan muhabbetinden tecrid-i nefs ederse çok zaman
geçmez
elbette
vatanını o muhabbetle
me'lfı.f ,olanların rayet-i istilası altında görür. Nitekim bir kavim ateşli silahtan keff-i yed eylerse az vakit içinde o silahı
düşman eliyle kendi
göğsüne çevrilmiş bulur. Dünyadan vatan fikrini kaldırmak insaniyete bir hizmet ve muhte dir olanlara bir büyük meziyet olabilmek zannında bulunanlar da var mış. Biz öyle garip bir maksadı fijle çıkaırmak
teşebbüsünde
ihtiyara cesaret edenlere tayyib-i hatırla terkeyleriz.
pişva.Iığı, Biz oturdµğumuz
yerlerin her taşı için bir cevher-i can verdik. Her avuç toprak, nazarı mızda o yolda feda olmuş bir
kahramanın
yadigar-ı
vücududur: Onu,
binaenaleyh bize göre vatanı Çin ile Sibirya ile hemkıymet tutmak ihti malin haricinde görünür. Vatan bize kılıcımızın ekmeğidir. Daima kendimize mahsus, kendimize münhasır biliriz. Daima nefsimizden ziyade sever,
nefsimizi uğruna feda
ederiz. (Namık Kemal, lbret gazetesi,
(S)
22
Mart
18173). 389
SAYI 303
TÜ R K
KÜ L T Ü RÜ
YIL XXVI
Kelimeler : Hikmet-i tecrübiyye : tecrübeye dayanan J:ükmet (tecrübe ile elde edilen teknik ve fikrt ilerleme ve değişiklikler); fevaid : faydalar; zir zeber etmek : alt üst etmek; mQtekadat : itikad edilen, inanılan şeyler; nazar-ı şekk ü tedkik : şübhe ve tedkik bakışı; şaibe : leke; taharr i-yi hakikat : hakikatin aranması; hasr-ı nazar etmek: bakış ı bir tarafa veya n oktay a dikmek; ashab-ı muahaze : Münekkid le r, her şeyi tenkid fikri ile düşünenler; lems : el ile yoklamak; m evhQ m : ge rç ek varlığı olmayıp tahayyül edilen ; madum : varlığı olmayan; fikr-i mukaddes : mukaddes fikir; mevzQat-ı beşer : ins anla rın koy up kabul ettikleri şeyler; uhuvvet : ka rdeşlik; i'tilaf: uyuşmak, alışmak; Sani-i hakim : hikmet sahibi olan yaradan, Allah; meyl-i t abit : tabii istek ; kavl-i şer'i : şeriate ait söz, dini kanunun sözü, kararı; murabba : kare; müselles : üçgen; haric-1 vatan : vatanın dışı; şirhar : süt emen, yavru; m aişetgak: maişet temin edilen yer, geçim yeri ; kQşe-1 ferağ : insanın her şeyi bırakıp çekildiği köşe; mevahib-i kudret : Allah'ın ihsanları; hava-yı vatan : Vatan havası; ataya-yı tabiat : tabiat ihsanlan; lemha-i iftitah : gözün a çılışındaki ilk bakışı, dünyayı ilk görüşü; hak-i vatan : vatan toprağı; madde-i vücQd : vücudun maddesi, varlığın esası; ömr-i güzeşte geçmiş ömür ; yad-ı hazin : hüzünlü hatıra; tahaccür etmek : taş haline gelmek; sebeb-i vücud : varlık sebebi; makbere -i sükQn : sükQn mezarı, insanın ölünce dinleneceği mezar; netice-1 hayat : ö mrün s onu ; cilvegdh-ı zuhQr: çıkıp görünülen yer; ebna-yı vatan : vatan evlatları ; iştirak-i lisan : dil ortaklığı; ittihad-ı menfaat : menfaat birliği; k e sre t-i muvaneset : ülfet ve ünsiyet çokluğu; karabet-i kalb : kalp yakınlığı; uhuvvet-i efkar : fikir kardeşliği; tasarruf-ı hakiki: bir şeye gerçekten sahip olup onu istediği gibi kullanmak; §effi§ir : kılıç; yad-1 şebabe t : gençlik hatırası; hissiyat-ı ulviye : yüksek hisler; tarih-i insaruyet : in sanlık tarihi; atf-ı nigah etmek : göz atmak, bakmak; efkar-ı aliye : yüksek fikirler; ahlak-ı fazıla : faziletli huylar, iyi ahliik; ümO.r-1 dünyeviyye: dünyaya ait işl er ; feda-yı can etmek : can vermek; hubb - i vatan : vatan sevgisi; ebna-yı beşer, insan oğullan, insanlar ; kablelvuku : olmadan önce; yekcins : aynı cinsten; yekterbiye: aynı terbiyeye sahip olan; nev-i beşer : insan cinsi; ruy-1 zemin : yer yüzü; şiar-ı ittihad : birlik alameti, birleşme umdesi; nasb-ı ayn etmek : göz dikmek; f"ıkr-1 va tan : vatan düşüncesi; ilga : ortadan kaldırmak; hıfz-ı hukfik : haklan korumak; tecrid-i nefs etmek : ıiefsi ayırmak; ra'yet-i istila : istila bayrağı; keff-1 yed etmek : el çekmek; pişva : önden giden rehber; tay yib -1 hatır : gönül hoşluğu; cevher-1 ca.n: can cevheri; yadigar-ı vücOd: vücudun yadigarı, hatırası; hemkıymet : aynı kıy mette olan.
390
(4)
NAMIK llEMAL'İN ÖL"ÜMÜNÜN 100. YIU DOLAYISIYtA
BARİKA-İ ZAFER'DE GEÇEN İKTİBASLAR VE tBAREI,ER Dr. Zöbre
BtLGEGtt.
Barika-i Zafer, Namık Kemal'in eski nesirdeki gücünü gö1termek maksadıyla kaleme aldığı bir eserdir. Ebüzziya Tevfik, Baril�a-i Za fer'in, 1278'de yazıldığını bildiriyor : Ebüzziya Matbaası tarafından vü cuda getirilen baskıların kapağında 1278 Ramazan'ındadır kaydı yer al almakta; eserin sonunda da sene 1278 tarihiyle k arşıl aşmakt ayı z. Fevziye Abdullah Tansel, bir notunda "Kemal'in bu eseri Pk önce Evrak-ı Perişan dahilinde ve basım tarihi kaydedilmeyerek Ahm-�d Mid hat Matbaası'nda tRb'edilmiş, sonradan birçok def'a neşredilmiştir" (1) diyor. ömer Faruk Akün ise, bu risfilenin Evrak-ı Perişan'a ait hiçbir baskı içinde yer almadığını ileri sürüyor (2) . O da, basılış tarihle!'ini bil dirmeksizin, birçok baskıları olduğundan sözetmektedir. Barika-i Zafer'in dadır;
üzerinde hangi
ğeri ise
1305
iki ayrı baskısı vardır : Bunlardan
birincisi
1289'
matbaada basıldığına dair bir işaret yoktur. Di
yılında Matbaa-i Ebüzziya'da basılmıştır. İçlerinde
en
iti
nalı nüsha, sonuncusudur.
Eser, tstanbul'un fethi kımdan bir değer taşımaz.
ile alakalıdır.
Bununla
beraber tarihi ba
Ebüzziya Tevfik, bu risale için yazdığı takdim yazısında, Namık Kemil'in bir nevi "bazice-i inşası kabilinden olmakla beraber, mukal ledi olan asar-ı kudemaya
gıbta-resan
olacak mertebelerde" bulunduğunu
ileri sürüyor.
M.
Kaya Bilgegil de Barika-i Zafer'in eski nesir karşısındaki zayıf
yönlerine temas ederek genelde şu hususları belirtir: Eski an'aneye uy-
(1) Fevziye Abdullah Tansel, Namık Kema.l ' in Mektuplan, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1967. C. I, s. 342. (2) ömer Faruk Akttn, Namık Kema.ı•tn Mektuplan, Ec'!ebiyat Fakflltesi Mat baası, İstanbul, 1972, s. 467.
(5)
391
sAYr'303
TÜRK
YIL XXVI
KÜL TÜRÜ
gun mensur bir risale, umumiyetle "besmele, hamdele, salvele, al ve eshaba selavat, sebeb-i te'lif, ism-i müellif, ism-i kitab, füslıl ü ebvab, hatıme" gibi kısımlardan teşekkül ettiğini, oysa Barika-i Zafer müel lifinin hamdeleden sonra hemen konuya geçtiğini söyler. Aynca esere alınan man:mımelerin kimlere ait olduğunu belirtilmediğini, m�tindeki terkiplerin hatalı kullanıldığını ve risalenin bünyesinde yer alan dilin, bilgi, mantık hatalarıyla çok acemice olduğunu belirtir. Nihayet Namık Kemat'in gerek eski nazımda gerek eski nesirde çeşitli zaafları oldu ğunu; bunlar arasında ifade kudretinden mahrumiyetin bile yer aldığını; fakat diğer vadilerdeki yazılarında if 8.dedeki iktidarını da gösterdiğine göre bu zaafın bilgisizliğe bağlanabileceğini kaydeder (3). Barika-ı 7'1fer, "tasannu" mahsulü bir eserdir : İçinde yalnız eski miş bir osmanlıca değil, doğrudan doğruya arapça, farsça ibareler de vardır; bu yönüyle metin, yapı bakımından bir "mülemma" manzarası arzeder. Eserde türkçe dışında kalan ibareler ya mensur, ya da manzumdur: İçlerinde iktibas, ta�min sayılacaklar· yer aldığı gibi, doğrudan doğruya Namık Kemal'e ait olması muhtemel bulunan ibareler de vardır. Şimdi söz konusu eserde geçen iktibasları ve ibareleri açık!ı>yarak vermeye çalışalım. 1
-
İktibaslar :
İktibas, bir yazıda ayet veya hadislerden birini zikretmektir. Ayetler:
a)
Barika-ı Zafer'de yer alan iktibaslarda ayetler, hadislerden fazla bir yekun tutmaktadır. Ayetlerin izahında Ömer Rıza Doğrul'un tef sirinden faydalandık (4) . Bu iktibasları hiçbir sıralandırmaya tsbi tut madan söz konusu eserdeki sıraya göre vereceğiz: 1 C9.hidô. fi sebili'llih (Bakara Suresi, 28 inci ayet, Enfal E:'uresi, 74 üncü ayet, Tevbe suresi 16 ıncı ayet) -
Meali: "Allah yolunda cihad ediniz/' (3) M. Kaya Bilgegil, Harabat Karşısında Namık Kemal, İstanbul,
1972,
(4) Ömer Rıza 1stanbul,
392
s.
Ahmet
Salt
Bıoı.�baası,
193-202.
Doğrul, Tanrı
BuyruğU, I
ve
II nci ciltler, Bilgi Basım ve Yaymevl,
1955.
(6)
SAYI 303
-qı.,xxvı
Z. BİLGEGİL
-------
2
-
-------
-
Ev ke-sayYibin min e's-sema'i iıhi zulümatün ve ra'dün ve berk (Bakara suresi, 19 uncu ayet)
Meali : "Yahut bunlar karanlıklarla gök görültüleri ve şimşeklerle yüklü bir buluttan boşanan yağmura tutulmuş kimselere benzerler."
3
-
Bismilmhi mecrfilıa ve mürsaha (Hud Suresi, 41 inci ayet)
Meali : Akıtan (gemiyi yürüten) ve koya yaklaştıran Allah'ın adıyla.
4
-
Fe sübhane'llezi esra (İsra suresi, 1 inci ayet) Burada]{i "fe",
Namık Kemal tarafından ilave edilmiştir.
5
-
Nasrun min Allah ve fethuıı karib ve beşşiri'l-mii-miı;iı:i. (Saf
13
suresi,
Meali : '1Sen,
üncü ayet)
mü'minlere müjdele ki,
yardım
Allah'tandır ve fe
tih yakındır."
6
-
Eynemi tekô.nô yüdrikkümü'l-mevtu velev küntüm fi burôcin müşeyyedetin (Nisa suresi,
Meali :
"Nerde
olursanız
olunuz;
70
ölüm,
inci ayet) sizi kuşatır;
hatta çok yük
sek kalelerde de olsanız."
7
-
İnna fetahnaleke fethan mübina (Fetih suresi, 1 inci a.yet)
Mea.Ii : "Biz sana apaçık bir fethi ihsan ettik."
8
Fedhulôha halidine (Zumer suresi, 7 inci ayet)
-
Meali :
9
'Oraya ebedi olarak giriniz.''
Fanzur ifil asari rahmeti'ltahi (Rum suresi, 50 inci ayet)
-
Meali : "Allah'm r::ıhmetinin eserlerine bak.'' b)
Hadis:
Barika-i Zafer'de yalnız bir hadisle karşılaşmaktayız : Recana min'el-cihadi'l-asgari ile'l-cihadi'l-ekberi. Meali : "Küçük cihaddan büyük cihada döndük.''
il
-
Tazmin
Söz konusu
�
eserde
sadece bir tazmine
ğıdaki beytin ikinci mısraı,
tesadüf
etmekteyiz.
Aa
İran şairi Rudegi'ye aittir (5). Namık Ke
mal, buna ilk mısraı ilave etmek suretiyle nazmı, tazmin etmiştir. Padişah mihr ü Sitanbul asman Mihr suy-i asman ayed hemi ( 5) M. Kaya Bilgegil,
(7)
a.e.,
s.
1 94.
393
SA.YI 303
TÜR K
KÜLTÜRÜ
YIL XXVI
m Namık Keınftl'e ait olması muhtemel ·bulunan yabancı ibareler: Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Barika-i Zafer'de Namık Kemal'e ait olduğu intibamı uyandıran bazı arapça ve farsça ibareler vardır. Bunların bir kısmı manzum, bir kısmı da mensfırdur. -
Manzum Olanlar :
a)
Arapça: 1 Berihin uciyret hafiran min zebercedi lehat tibru cismun ve'lluciynu halahilu Manası : "Cismi altın ve halhalleri gümüş olan rüzgarla kazıyarak bir tırnak ödünç aldı." 2 Bi-ceyşin akasiş'şarki tercufu tahtehu Ve tartaccü minhu uhreyatü'l-magaribi Manası : "Doğunun en uzak köşeleri dahi o ordunun ayakları altın da tirer. Diğer batı ülkelerinin kapıları, onunla kapanır." 3 Ve'l-leysu la-yuhsinu'l-lukiyya iza karfıba Manası : "Yaklaşan arslanla karşılaşmak iyi olmaz." 4 Kad semical-kahkaha kad recaca'l-kahkari Manası : "Kahkayı işitti; bozguna uğrayarak geri döndü." 5 Fasirtu iza esabetni sihamun Tekess.�r'.lti'n-nsalu <ale'n-nisali Manası : "Oklar bana isabet ettiği zaman kısaldı, temrenler üst üste kırıldı." -
-
-
-
-
6
El'ane ahrahe rav1a külli mühennedin ve a<P-zze dine Muhammedin bi- Muhammedin Manası : "Halen Hind demirinden yapılmış bütün kılıçların ver miş olduğu korku yerine ferahlık getirdi. Muhammed ile, Muhamed'in dini aziz oldu.'' b) Farsça: Barika-i Zafer'de bir hayli de farsça nazım parçaları vardır Bun ları da sıralayahm : 1 Vakayi0-nüvisan-ı mucciz-haber Bedin gfine gfiyed peyam-ı zafer Manası : Muciz haberli vak'a-nüvisler, zafer haberini bu tarzda yazarlar. 2 Cihan ezin du Muhammed girift rift'at ü cah Yeki .M:uhammed-i mürseli devO.n Muhammed-i şah Manası : Cihan, bu yücelik ve mevkide iki Muhammed'i ele ge çirdi : Birincisi peygamber Muhammed, ikincisi padişah Muhammed. -
-,_
-
-
394
(8)
SAYI 303
3
-
Z.
YIL XXVI
BlLGEGtt.
Feth ü nusret der-yemin ü kahr ü satvet der-yesar Hazm ü meknet pevrevan ü cazın ü himmet piş-rev
Manası : Fetih ve nusret sağda, kahır ve satvet solda; uzağı görüş lülük ve sohbet ardında; azim ve himmet de önünde.
4
-
Be-talici ki nümayed talica-i ervah Be-sacat-i ki kaza-zed liva-yı fevz ü felah
Manası : Ruh öncülerinin göründüğü öncülükle,
fevz ve fel8.h bay
rağının dalgalandığı saatte.
5
-
Zi gerd-i kereng ü zi-caks-i direfş Heva sürh ü jeng ü kebiid ü benefş
Manası : Kırmızı atların tozundan
ve sancakların
aksinden
hava;
kırmızı, pas renkli, mavi ve menekşe renkli.
6
·
-
Ten-i lerze-lerzan ruh-i senderiis
Manası : Tirtir titreyen bir ten, kehribar gibi sapsan bir yüz.
7
-
Ne <'ay-i setir ü ne pay-i güriz
Manası : Ne sığınacak bir yer, ne de kaçacak ayak.
8
-
Giıiva giriv ü huriiş a huriiş
Manası :
9
-
Çığbk
üstüne çığlık, şamata üstüne şamata.
Yekbar tü calem bizeni ateş ü men ab
Manası : Bir def ada sen aleme ateş atıyorsun; ben, su (atıyorum) .
10
-
Kaza güft gir ü kader güft di.h Felek güft ahsen melek güft zih
Manası : Kaza "tut" ve kader "ver" diyor. Felek "iyi" diyor; me lek "güzel" diyor.
11
-
Cinan
(çünan olacak) rayet-i din firazed yedeş -
Cihan-r.forin, "aferin" gı1 yedeş Manası : Din bayrağı gibi elin
yükseltir;
cihanı yaratan da, "afe
rin" der.
12
-
Esbab-ı cayş Ü saz-ı tarab-ra bi-yaveıi Amed zeman-ı mescadet-i ciyd-i ekbeıi cAfem girift pertev-i
nur-ı
Muhammedi
Hayber-şikest kuvve-i bazu-yı Haydeıi Manası: Saz ye tarabın vasıtalarını hazırlayınız. Büyük
kutlamanın
bayramı Haz
zamanı e:eldi. Alemi Muhammed nfirunun ışığı kapladı.
ret -i Ali bazusunun kuvvetiyle Hayber yıkıldı.
(9).
395
TÜ R K
SJ. YI 303
KÜL TÜ RÜ
YIL XXVI
13 - Pa dişah mihr ü Sit anbul asman
Mihr ı:ıuy-i asman ayed hemi Manası : Pa dif a h güneş ve İstanbul gökyüzüdür : Güneş, daima gök te yükselir. 14 - Bum nevbet mizened ber-tarem-i Efrasiyab Perde-dari mikuned der- kasr-ı Kayser <ankebut Manası : Efraı>iyab'ın günbedin de baykuş nöbet tutuyor. Örümcek de Kays er'in kasrında perdedarlık ediyor. 15 - ctyan kerd-i m escid be- c ay-i Kenişt Ber-eyvan-eş inna fet ahn a rüvişt Manası : Sen lı ilise yerine mescidi ortaya ç ıkardın ; onun eyvanına "inna fetahna" ayetini yazdın. c)
Mensur :
Eserde geçen mensur ibareler arapçadır . 1 - Kitabın hamdelesi : Elhamdülillahi'llezi ca<ale bevarika suyu fi'd-dini müşarikan li sünufi'l-Mücahidine ve havarikan li süffıfi'l-mu canidin. Manası : Dinin ·kılıçlarının şimşeklerini mücahid sınıflarına aydın lık ve inatçı safları yakıcı kılan Allah'a hamdolsun 2 - li-sseybi ma-nehuve'l-katli ma-veledu ve'n-nehbi ma-ceme"u ve'n-nari ma-zerecu. Manası : MenkCıhelerinin cariye edilmesi, evlatlarının öldürülmesi, toplamış oldukları malların yağma edilmesi ve ekmiş oldukları zira<at maddelerinin yakılması. 3 - cAleyke avnu'llah Manası : AHah'ın yardımı üstüne olsun. 4 - !steftehu ya mecaşire'l-mücahidin Manası : Ey mücahitle r topluluğu, fethediniz Sonuç : Namık Kemal'in, eski nesirdeki gücünü göstermek maksadıyla kaleme aldığı Barika-i Zafer ' de , dokuz ayet zikredilmiştir. E'serde sa dece bir hadi'3e t�sadüf etmekteyiz. Tazmin olarak Namık Kemal, yalnız İran şairi Rudegi'nin nazmını tazmin etmi ştir . Barika-i Zafer'de geçen ibarelerden manzum olanlar arapça ve farsçadır. Arapça olanlar altı be yit; farsça olan�ar ise onbeş beyitten ibarettir. Risalede geçen mensur ibareler ise arapçadır. Namık Kemal, arapça ve farsça ibareleri kimden aldığına işaret etmemiş; kendisine aitmiş intibamı uyandıracak şekilde tahrif ve tasarruf ederek eserinde kullanmıştır. 396
(10)
BULGARİSTAN'DA SOSYALİZM'DE TURKÇE EGİTİM MESl.LESİ
Mehmet
ÇAVUŞ
Sosyalizm, Bulgaristan'a büyük büyük vaatlerle girdi. Türk okul ları ve Türkçe eğitim bu vaatlerin başında geliyordu. Sosyalizm döne minin ilk yıllarında Bulgaristan Türkleri en büyük servet bilindi. Me sela, 1946 yılında <Ekim ayında) Komünist partisiyle beraber diğer 4 partinin temsilcilerinden oluşan parlamenterler, Meclis çalışmalarında Türklere bel bağlamışlardı. Bulgaristan Türkleri genellikle en güçlüle rinden sayılan Nikola Petkov'un BZNS (Bulgaristan Çiftçi Halk Birliği) parlementerlerine oy kullanmışlardı. Gelecekte, yeni komünist iktidarın çalışmalarını felce uğratabilir, bütün baskılara rağmen seçimlerde den geyi bozabilirlerdi. Bu sebeple de Bulgaristan Türklerini elde edebilmek için Komünist basının günlük meseleleri arasında Bulgaristan Türkleri nin eğitimi, Yeni Türk okullarının açılması, Türk aydınlarının yetişti rilmesi, Türkler arasında cahilliğin kaldırılması, Türkler arasında ka dın ve erkek eşitliği v.s. temel tutuluyordu (1). Daha 1945 yılında Yüksek Eğitim Kurulu kuruldu. Kurul, yeni eğitim reformlarının merkezi oldu. Kurul'un, 1946 yılı sonlarında tek rar tekrar Meclisin gündemine getirdiği meseleler arasında, istekler doğ rultusunda yeni Türk okullarının açılması, komünist eğitimin sağlanması, okul programlarının hazırlanması, Türkçe okul kitaplarının yazılması gibi meseleler Mecliste de değerlendirilmiştir. Bu tür teşebbüsler sonucu 1947 yılında Şumnu'daki "Nüvvap·'.' okulu Reel Türk lisesine ç;evrildi. Eskizağra'da da bir Türk Pedagoji okulu . açıldı. Bulgaristan Türk gençlerinin bu okullara akını başladı. Yoğun çalışmalar, bu iki okulda büyük coşku yarattı. Fakat, bu iki okulda da öğretmenlik yapanlar Nüvvab'ın Ali kısmından memın oldukları için, komünist eğitiminde hazırlıksız görüldüler. Hatta Eskizağra Türk Pe dagoji okulu öğretmenlerinden Şekür Bey ve Dinçer Haliçov görevden (1) "Rabotniçesko
(11)
Delo'•
(İşçi Davası),
"Işık" gazeteleri
Kasım,
Aralı.{,
1947.
397
SAYI 303
TÜR K
KÜL TÜRÜ
YIL XXVI
alındılar. Bunun tek sebebi, diğer Türk öğretmenlerine gözdağı vermek, rejim yanlısı olmalarını sağlamak, yeni neslin "komünist ruhunda" eği tilmesi idi. Eğitim kadrosundaki boşluğu doldurmak amaciyle 1950/1951 yılında Şumnu'da bir Türk Enstitüsü açıldı. Enstitü'ye Nüvvap'ta uzun zaman öğretmenlikten sonra kurulan Türk Lisesinde müdürlük yapmış olan Beytullah Slc;man getirildi. Beytullah Şişman, ılımlı davranışlariyle, yeni isteklere nyum sağlayabilmiş olarak kabul edilmişti. Aslında, milli yapıya sahip, Türk aydınlarının yetişmesinde büyük emeği geçen bir öğ retmendi. Zengin Türk edebiyatını bütün Türk gençlerine sevdirebilmiş, öğrencilerden başka velilerin de takdirini kazanmıştı. Şumnu'da bu coş kulu çalışmalara rağmen, Eskizağra Pedagoji okulu öğretmensiz kal mıştı. 1948/1949, 1949/1950 yıllarında öğrenciler bu durumu Milli Eğil tim Bakanlığı nezdinde protesto etti. Yapılan teftişler sırasında eşit haklı olmalarına rağmen, Türkçe okutulmadığını vurguladılar. Hatta bu durumun kötü sonuçlar doğuraıbileceğini, bunun da rejim yararına ol mıyacağını dile getirdiler. Nitekim, Türk Pedagoji Okulu'nun en par lak öğrencilerinden sayılan İdriz Aydın, Sünnetçi ve diğerlerinden olu şan 10'dan fazla genç Türkiye'ye iltica etmek zorunda kaldı. Bu, okul programlarındaki Türkçe eğitimin değerlendirilmemesini protestv anlaml taşıyordu. Rejim, daha ilk yıllarında ağır yara aldı. Aynı Türk Pedagoji okulunda okuyordum. Okul müdürli Çolakov her gün toplantılar dü zenliyor, biz öğrencileri tehdit ediyordu. Müdürlin bu tutumlarına tepki gösterecek cesarette olan öğrenciler gereken tedbirlerin alınmasında aceleci davranılmasını, oldukça daha liberal görlinümdeki basına da in tikal ettirmeye başladılar. Aslında Eskizağra Türk Pedagoji okulunun Türk öğretmeninden yoksun bırakılmasının başka bir sebebi vardı. Eskizağra, Rus-Türk Sa vaşında büyük yara almıştı. Bulgarlar bunu bir türlü sindiremiyordu. Türk öğrencilerine karşı köşe başlarında pusular kuruluyor, tartaklama olaylarına gidiliyordu. Fakat yara almayan, daima gruplar haEnde ge zen Türk öğrencileri oluyordu. Her şeye rağmen, Türk Pedagc,ji oku lunun burada kalması mümkün değildi. Bu yüzden de 1951 yılında bü tün gazetelerde Hükümetin bir kararı yayınlandı (1). Bu Karara göre kapatılmasına karşılık 1952/1953 ders yılında : 1. 2.
Razgrat'ta bir Türk Pedagoji okulu (Kuzeyliler için), Kırcali'de bir Türk Pedagoji okulu (Güneyliler için) açılacak,
(1) Rabotniçesko Delo, Uçutelsko Delo (Öğretmen Davası), 6, 7, 8, 9, 398
VIII.
1951.
(12)
M. ÇAVUŞ
SAYI 303
YIL XXVl
Bunu müteakip; aynı ders yılında :
1.
Sofya'da 3. Türk Pedagoji okulu,
2.
Rucçuk'ta
3.
Şumnu'daki Türk Enstitüsünün Türk
(Ruse)
Türk kız lisesi açılacak,
Dili
ve Türk Edebiya
tı'ndan başka, Matematik , Tarih-Coğrafya, Beden eğitihi, Biyoloji v.s. bölümleri oluşturulacak,
4.
Kaza
ve
İl
Eğitim
Müdürlüklerinin
değerlendirmesi
sonucu
Türklü şehir ve köylerde yeni yeni Türk Ortaokullarının açılması sağla nacaktır. Kararda, bütün masrafların devlet tarafından yapılacağı, '.rürk öğ rencilerinin yurtlara yerleştirileceği,
okulların
eğitim için zorunlu bü
tün cihazlarla donatılacağı da vurgulanıyordu. Kitap konusu da ihmal edilmemişti. Sosyalist eğitimin istekleri doğrultusunda yeni yeni okul kitapları yazılacak
(llkokullar için Türkçe Alfabe ve Okuma kitapları ,
Ortaokullar ve liseler için Dilbilgisi ve Okuma kitapları v.s.), Tarih,
Coğ
rafya , Matematik, G\:ometri, Tabiat bilgisi ve diğerleri tercüme edilecek
Bu dersler Türkçe olarak okutulacak, Sovyet Azerbaycan'dan
çok
sa
yıda tecrübeli öğretmenin gönderilmesi sağlanacaktı. tlükümetin bu kararı Bulgaristan Türkleri tarafından takdirle kar şılandı. Gazetelerde uzun zaman bunun yorumu yapıldı. Bulgar basınında Türk velilerle beraber Türk toplumcularının ve Bulgar bilim adamla rının meselelerle ilgili beyanatları geniş çapta yansıtıldı. Alınan karar lar "sosyalizmin zaferi", ''milli meselenin komünistç e çözümü"
olarak
değerlendirildi. Bu "kararların" başka türlü yorumu da yapılamazdı. Vılko Çerven kov hükümeti g�rçekten de amaçları ne olursa olsun, Aleksand•r Stam boliyski'den sonra Bulgaristan Türklerinin savunuculuğunu yapıyordu . Elde edilen sonuçlar da gönül açıcı oluyordu. Mesela, bizzat VıJ.i..o venkov'un direktifleriyle Türk
okuluna
1949-1956
yıllarında Bulgaristan Türkleri
kavuştu. Bu okullara "Türk llkokulu" ,
"Türk Lisesi",
"Türk Enstitüsü" ,
"Türk
Filolojisi"
"Türk adı
Çer
2.116
Ortaokulu",
verildı.
Yine
Çervenkov döneminde Sofya'da "Dostluk" , "Işık" (devamla "Yeni Işık", "Yeni Işık-Nova Svetlina"), "Halk Gençliği", "Yeni Hayat" , öğJ.·enciler için "Eylülcü Çocuk" gibi gazetelerin yayınlanmasına başlandı. Sofya'da çıkan bu gazete ve dergilerin tirajı yıldan yıla artıyordu. Bulgaristan Türklerinin basın ihtiyaçlarını karşılama amaciyle taşrada
(la)
da
(Rt•&çuk'ta
SAYI 303
TÜR K
KÜL TÜRÜ
YIL XXVI
"Tuna Gerçeği", Şumnuıda "Savaş", Varna'da "Varna D avası ", Kırcali'de "Yeni Hayat" v.s.) mah all i gazeteler çıkarıldı. Devamla bunları diğer gazete ve dergiler izledi. 1949-1958 yılları Bulgaristan Türklerinin "Lale Devri" bilindi. Bu yukarıda değindiğimiz okullardan başka 25'ten fazla "Türk Pedagoji Okulu", "Türk Lisesi", "Türk Enstitüsü" gibi okullar açıldı. Sofya Üniversitesi'nde Türk Filolojisi, Türkçe "Matematik-Fizik", "Ta rih-Felhese" bö!i.imlerinde Türkçe yüksek öğrenim sağlandı. dönemde,
Eğitim konusunda büyük hamleler yapıldı. Bulgaristan'da yeterli ve hazırlıklı öğretmen kadrosunun bulunmaması sebebiyle Sovyeı: Azer baycanından çok sayıda tecrübeli öğretmenler ve bilim adamhı.,·ı gön derildi. Azerbaycan Maarif Bakanlığı görevlilerinden Halaskarov'un ida resi altında, 1951 yılı Ağustos'unda Bulgaristan'a gelen 5 kişilik heyet önce Bulgaristan'ın Türklü bölgelerini gezip dolaştı. Türklerin okul ih tiyaçlarını yerinde incelediler. Bizzat bu heyet, Moskova'nın elçileri sıfa tiyle bir boşluğun doldurulmasında büyük rol oynadı. Yeni yeni Türk llkokullarının, Ortaokullarının, Öğretmen okullarının, Türk liselerinin açılmasında söz sahipliği yaptılar. Dediklerimizi birkaç örnekle delil lendirelim : 1. Razgrat'da 1951-1952 ders yılında bir Türk Pedagoji okulu açıldı. Eskizağra'da (Stara Zogaro) 1947 yılında açılan Türk Pedagoji okulunun, değindiğimiz sebeplerle 1951 yılında kapatılmasından sonra, burada okuyan öğrencilerin bir kısmı Razgrat'a, diğerleri de Kırcali'de açılan Türk Pedagoji Okulunda öğrenimlerine başladılar. önce 4 yı llı k olacağı kararlaştmlan okulun öğrenim süresi 3 yıla indirildi. Eskizağ ra'dan gelen 3. v e 4. sınıf öğrencileri aynı ders yılında okuldan mezun oldular. Bu 76 öğrenciden başka, 1. sınıfa 106'dan fazla öğrenci alındı. Her geçen yıl öğrenci sayısında hissedilir bir artış yapıldı.
Okul müdürlüğüne Hüseyin Mahmudov, Müdür yardımcılığına Adam Adamov, Türkça öğretmenliğine Canan Mahmudova, Matematik ve Fi zik öğretmenliğine Hüseyin Gaziev, Biyoloji öğretmenliğine Hatice Ah medova, Anayasa öğretmenliğine de Mehmet Murtazov getirildi. Azer baycan'dan gönderilen kıdemli öğretmenlerden Gafarlı, Razgrat ve Şum nu' daki okulların çalışmalarını denetliyor, genç öğretmenlere metodik yardımda bulunuyor, Milli Eğitim Bakanlığı ile okullar· arasında koor dine sağlıyordu. Zira Bulgar Milli Eğitim Bakanlığı'nın "Türk Okulları" bölümünde de yeni yeni atamalara gidildi. "Türk Okulları" Müdürlü-
(14)
SAYI 303
M. ÇAVUŞ
YIL XXVI
ğüne Türkçe bilen Tenli Demirev, İlkokul, Ortaokul ve Liseler müfettiş liğine Rıza Mollov, Halil Mıtış, Mestan Osman getirildi. Türk okullarının çalışmalarını Bakan sıfatiyle Bulgaristana gönderilen Azerbaycanlı Ha laskarov idare etmeye başladı. Bir dereceye kadar Tenli Demirov'un sorumluluğunu da Halaskarov yüklendi. Razgrat Türk Pedogoji Okulunda 2. ders yılında öğrenci say.sı 180 oldu. Türk öğrencilerinin tümü yurtlara yerleştirildi. Türkçe'den başka matematik, fizik, tarih, coğrafya, biyoloji, Anayasa gibi dersler Türkçe olarak okutuluyordu. 1958-1959 ders yılında bütün Türk okullı:..riyle be raber Razgrat Türk Pedagoji okulu da kapatıldı. Azerbaycan'cıan ge• len öğretmenlerin 1953 yılında Stalin'in ölümünden sonra memleketlerine dönmeleri, 1956 yılında Vılko Çervenkov'un görevden alınmasından sonra yerine Türk dü�manı Todor Jivkov'un getirilmesi, BKP'nin aşırı ırkçı bir bataklığa sürüklenmesi, Bulgaristan Türklerinin "Lale Devri0ni ce henneme çevirdi. 2. Kırcali Türk Pedagoji Okulu da 19Zl-1952 ders yılında açıldı. Aynı ders yılında kapatılan Eskizağra okulundan dönen 64 öğrenciyle beraber birinci sınıfa yeni 96 öğrenci alındı. Güney Bulgaristan'ın Kır cali, Hasköy, Mestanlı, Koşukavak, Paşmaklı (Smolen) , Filibe, .Kızanlık, Eskizağra, Yenizağra bölgelerinden her yıl okula öğrenci seçimi yapıldı. Bütün Türk öğrencileri özel yurtlara yerleştirildi. Okul müdürlüğüne getirilen Turgut Recep milli yapısiyle öğrencilerin ve velilerin takdirini kazandı. Kırcali'ye de Azerbaycan'dan öğretmenler gönderildi. Derslerin çoğu Türkçe olarak okutuluyordu. Okul 1958-1959 ders yılında kapatıldı.
3. Şumnu "Nazım Hikmet" Türk Lisesi'nin uzıun bir tarihi var dır. Bu lise, 1922 yılında açılan "Nüvvap" okulunun devamıdır. 1944 yılından sonra dini eğitim engellenmiş, ancak 1947 yılında reel liseye çevrilmiştir. Sosyalizm döneminde Ahmed Hasan, Beytullah Şişman, Sabri Demir, İsmail Sarhoca, Mehmet Mehmedov burada müdürlük yap tılar. 1956-1957 ders yılında öğrencilerin sayısı 740'ı buldu. 1952 yı lında Azerbaycan'dan gönderilen Kıdemlı Öğretmen Gafarlı, Türk öğ retmenlerinin büyük destekçisi oldu. Onun da ısrarlı çalışmaları sonucu, göreceğimiz gibi, bundan sonraki yıllarda Kuzey Bulgaristan'da lO'dan fazla Türk lisesi açıldı. 1956 yılında hazırlıklı bir öğretmen kadrosuna sahip olan lise 1958-1959 yılında kapatıldı.
4.
Şuınnu Türk Enstitüsü
1950-1951
ders yılında Bulgar Enstitü
sünün bir kolu olarak çalışmalarına başladı. Ortaokullara öğretmen ha115)
SAYI 303
TÜR K
KÜL TÜRÜ
YIL XXVI
zırlama amacıyla açılan Enstitü, Azerbaycanlı öğretmenlerin de ısrarlı çalışmaları sonucu özel bir kadro tarafından idare edilmeye b<ı.slandı. 1952-1953 ders yılında Beytullah Şişman müdürlük görevine �ei:irildi. nk zamanlarda sadece Türkçe öğretmeni yetiştirmekle görevlendirilen Elı.stitü'de daha sonraki yıllarda Biyoloji, Tarih, Matematik, Rus�a, Be den Eğitimi gibi bölümler de açıldı. Türk Enstitüsü de 1958-191)9 ders yılında kapatıldı. 5. Sofya Türk Pedagoji Okulu 1952-1953 ders yılında açıldı. Sof ya'da da b5yle bir okulun açılmasında, basının verilerine göre, Vılko Çervenkov'un büyük payı vardı. Okul müdürlüğüne Mestan Mollov adın da Yaınbollu bir Türk getirildi. Açılış töreninde bizzat Vılko Çervenkov da hazır bulundu. Okula birinci yıl 80 yerine 120'den fazla öğrenci alın mıştı. Açılış töreninde okul müdürünün kısa konuşmasından son::-1. Baş bakan Vılko Çervenkov, Milli Eğitim Bakanı Demir Yanev, Azerbay can'lı Bakan Halaskarov özlü konuşmalarında Bulgaristan Türklerinin "mutlu bugününü , "daha mutlu yarınını", "Bulgar-Sovyet Dost1.uğunun yüceliğini" önemle vurguladılar. "Geri kalmış Burjuva Türkiye"den de örnekler sergilendi. Bulgaristan Komünist Partisinin Türklere karşı "kar deşçe sevgisi" anlatıldı. Her konuşmacı, okulun, Bulgaristan· rürkleri için hayırlı ve uğurlu olmasını temenni etti. Okulun öğrenim kadrosunu, Sofya'da yeni açılan Türk Filolojisin den, Türkçe, Matematik ve Fizik, Tarih ve Coğrafya bölümlerinrlen, bir kaç yıl öğretmenlikten sonra yüksek öğrenim yapa_n Üniversite öğren· cileri, Üniversite okutmanları oluşturuyordu. Yeni açılan "Edebiyat Der· neği"ni Üniversite öğrencisi olup Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliğini sürdüren şair Niyazi Hüseyin'le, bir yandan aynı fakültede öğrenim ya pan, öte yandan da Türkçe çıkan "Eylülcü Çocuk" gazetesinde çalışan Mehmet Çavuş idare ediyordu. Üniversite öğrencilerinin pratik çalış maları da bu okulda yapılıyordu. Sofya Türk Pedagoji okulu "Vılko Çervenkov'un adım taşıyordu. Her törene bizzat Vilko Çervenkov da katılıyordu. Ne yazık ki böylesine başarılı bu okul, Başbakan Vılko Çervenkov'un görevden alınmasından sonra 1956 yılında ka p.atıldı. Öğrencilerin bir kısmı Kırcali, bir kısmı da Razgrat Türk Pedagoji okullarına gitmek zorunda kaldılar. 6. R'llsçuk (Ruse) Türk Kız Lisesi 1952-1953 ders yılında açıldı. Okulun açılışıyla ilgili Hükümet karan Türkçe ve Bulgarca bütfüı gaze telerde yayınlandı. Liseye 100 Türk öğrencinin alınacağı bildirildi. Türk lerin konservatif (muhafazakar) tutumlu oldukları düşünülerek, Rusçul[ n Parti direktifiyle n Eğitim Müdürlüğünden görevliler Türklü blUgeleri
(16)
M. ÇAVUŞ
SAYI 303
YIL XXVI
haftalarca gezip dolaştılar . Rusçuk'ta çıkan "Tuna Gerçeği" gazetesinde Ağustos ve Eylül aylarında aydınlatıcı yazılar basıldı. Basında ve köy toplantılannda Komünist Partisinin, hususen Başbakan Vılko Çerven kov'un Türklere olan "yakın ilgisi" "babaca kaygılan" anlatıldı.
100 öğrencinin sağlanamıyacağı tahmin edilirken kaydını yaptıran yüzlerce öğrenci oldu. Müdürlük görevine Razgart Türk Pedagoji Ok'Ulu Biyoloji ö�etmeni Hatice Ahmedova getirildi. Öğretmenlerin
ve
eğit
menlerin çoğunu Türkler oluşturuyordu. Bu sevindirici olay anc<ık bir kaç yıl yaşandı. Todor Jivkov'un iktidara gelişinden (Nisan,
1956 ı sonra
Rusçuk Türk Kız Lisesi de kapatıldı.
7.
Yüksek Öğrenimli Türk aydınlarının yetişmesi için
ders yılında Sofya Üniversitesinde Türkçe Filolojisi, 2.
Matematik-Fizik bölümü,
3 bölüm açıldı :
1952-1953
I. '.i'ürk
3. Tarih-Felsefe bölümü. Okut
man olarak Türkoloji bölümüne Rıza Mollov, eşi Mefküre Mollova
Hü
seyin Mahmudov, Tarih bölümüne Kemal Pınarcı, Matematik böli\mün� Hüseyin Gaziev ve diğerler getirildi,. Azerbaycan'dan
4 Profesör
gön·
derildi. Sovyetlerin ünlü bilim adamlarından Prof. Dr. Şiraliev de bu büyük değerler arasında bulunuyordu. Üniversite'nin Türkoloji bölümii ünlü Macar Türkoloğu Güla Nemet, Leh Zayançukovski ve diğe.1er ta rafından sık sık ziyaret ediliyordu. lkinci ders yılında Doçent .Or. sı fatiyle günümüz Profesörlerinden Georg Hazai de Türkoloji bö�ümünde yoğun çalışmalara başladı. Üniversite'nin bu üç Türkçe bölümünde çok yönlü çalışma�ar sür dürülüyordu. Hilmiye Merdanova ve günümüz bilim adamlarından Ga gavuz asıllı Emil Boev'in yönetiminde bir koro kollektifi oluşturuldu. :({oro takımı Sofya'da zengin repertuvarlı temsiller de veriyordu. Bu temsiller bizzat Vılko Çervenkov tarafından ziyaret ediliyor, Bulgaris tan Başbakanı'nın kısa
ve özlü konuşmaları Türk gençlerini manen güç
lendiriyor, şahlandırıyordu. Türk gençlerinin marşını genç şairlerden Meh met Çavuş yazmıştı. Yüksek öğrenim gören Türk gençlerinin
yükseliş
azmini anlatan Marş'tan bir dörtlük : Dalgalanan bir ihtilal Bayrağıdır mefküremiz, Önümüzde hür istikbal Bu bayraktan daha temiz.
(şair Türk Pedagoji
Üniversite'de yüksek öğrenimlerini sürdürenlerden bir kısmı Niyazi Hüseyin, Sabri Mehmet, Ahmet Efrahimoğlu v.s.)
(17)
403
SAYI 303
T Ü R K
K Ü L T Ü R Ü
YIL :XXVI
Okulunda da çalışmalarını sürdürüyor, bir kısmı (Mehmet Çavuş , İshak Raşit, Fuat Salih, Ahmet Çıtak, Etem Hamza, Hayriye Memova, Adile Mirkova, Mehmet Davut ve diğerleri ) çeşitli gazete ve dergilerde Çalışı yor, tercümeler ırapıyor, Türkçe okul kitaplarının hazırlık işlerine katı lıyor, diğerleri de (Hüseyin Arifov, Mehmet Beytullov, Emil Boev, Ali Mehmedov v.s. ) Komsomol Merkez Komitesi'nde görev alıyorlardı. Diğer deyimle, bunlar, çok yönlü çalışmaların lokomotifi biliniyordu. Gerçi, Bulgar polisine hizmet edenler de bulunuyordu. Lakin bilinen bu kişilere yakınlık gösterilmiyordu. Türk gençlerinin başarısı görülmemiş bi r süpriz olarak değerlen diriliyor, hayranlıkla karşılanıyordu . Çeşitli Fakülteler arasında, Türkçe Tarih bölümünde okuyanlar birinciliği, Türkoloji bölümünde okuyanlar ikinciliği, Matematik bölümünde olanlar da üçüncülüğü kaptırmıyorlardı. Bu üç bölümde okuyan Türk gençleri bütün Üniversite'de "süper zeka lılar" olarak ad yaptılar. Üniversite Rektörü Akademisyen Vladimir Geor giev ve diğerler, yapılan genel toplantılarda bu gerçeği önemle vurgu luyor, diğerlerinin Türk gençlerinden örnek almalarını salık veriyorlardı. Yazımızın devamında görüleceği gibi, ilkokul, ortaokul ve lise ki taplarının hazırlanmasında bu gençlerin büyük payı olmuştur. Bundan sonraki yıllarda Bulgaristan'ın çeşitli il ve ilçelerinde yeni açılan Türk liselerinde öğretmenliğe atanan bu gençler hakiki birer meşale bilindiler. Lakin çoğa varmadı, çoğu "milliyetçilikle" mimlenerek görevden alındı ve başka sahalarda çalışmak zorunda kaldılar. Üniversite'de, Türk mii liyetçiliğinin "bayraktarları" bilinerek, Doç. Dr. Rıza Molla, Mefküre Molla, Kemal Pınarcı, Hüseyin Gaziev ve diğerleriyle beraber, ünlü Ta rihçi Prof. Dr. Aleksandır Burmov, Türkolog Gılıb Gılıbov ve diğerleri görevden alındı. Bir yandan Azerbaycanlı bilim adamlarının memleket lerine dönmüş olması, öte yandan da Türk dostu bilinen Vılko Çerven kov'un görevden alınması, 1956 yılında Başbakanlık görevine getirilen Todor Jivkov'un ırkçı kararlarını gerçekleştirmesini kolaylaştırdı. Ta rih ve Matemg,tik Bölümleri 1957 yılında kapandı. "Şarkiyat" adı ve rilen Tü.rk Filolojisinde Türk gençlerinin öğrenim görmeleri kısıtlandı. Günümüzde Sofya Üniversitesi'nin Şarkiyat Şübesi varlığım sürdürse de , 15 yıldan beri bu bölümde Türk gençlerinin öğrenimleri yasak kapsa mına alınmışhr. "Şrı.rkiyat" şubesi ilim ocağı olmaktan çıkmış , Bulgar lardan "casus yetiştirme" merkezi haline getirilmiştir. 8. 1953-1956 yıllarında Kuzey ve Güney Bulgaristan'da 20'den fazla Türk Lisesi ve Türk Pedagoji Okulu açılmıştır. Bu okullardan hah-
SAYI 303
M. ÇAVUŞ
sedilmemesi akademik değeri olan Sayın Türkleri" eserinde büyük bir bosluktur. ,
YIL XXVI
Bilal
Şimşir'in "Bulgaristıı.n �
Söz konuS'l.l okullar aşağıdaki şehirlerde açılmışt� :
1. Güney Bulgaristan' da : Kırcali, Mestanlı (Momçilgrat) , Koşu kavak (Krumovgrat) , Eğridere (Ardino) , Sarıhanbey ( Septemvri) , Ka ragözler (Çerno0çene) v.b . Bu okullardan başka Güney Bulgaristan'ın Türklü 6 oturum merkezinde dikiş ve tütüncülükle ilgili birer yıllık Mes lek okulları da açılmıştır. Kuzey Bulgaristan'da : Şumnu (Türk Lisesi, Türk Pedagoji Okulu ve Türk Enstitüsü) , Akkadınlar (Dulovo ) , Kemallar (İsperih) , Balpınar (Kubrat) , Yeni Pazar (Novi Pazar) , 'Osmanpazarı (Omurtag) , Hacıoğlu Pazarcığı (Tolh lhin) , Aydos v.b . Bunların dışında Kuzey Bulgaris tan' da Varna, .:::>füstre ve Torlak (Hleberovo) da Türkçe şubeler açıl mıştır. Türklü 12 meskun bölgede "Zimno Praktiçesko Uçilişte" (Kış pra tik okulu) adı altında birer ve ikişer yıllık Dikiş ve Tarımcılık okullarının açılmasına gidilmiş ve bu okullara yüzlerce Türk genci alınmıştır. 2.
Bu okullar jçin Türkçe özel kitaplar hazırlanmış, Türkçe öğretime ağırlık verilmiştir. Ancak bu okullar da uzun ömürlü olamamıştır. 9. "Lale Devri" dediğimiz bu kısa dönemde Türk gençlerinin Tıp eğitimine de bü vük önem verildi. Hasköy ve Kırcali'de felşer (sağlık me muru) , hemşire ve ebe bölümleri olan Tıp Meslek Okulları açıldı. Varna ve Rusçuk'taki mevcut okullarda "Türkçe sınıflar"ın açılması uygun gö rüldü. Bu ok'11ların çoğuna, ortaokul öğrenimli Türk soylu erkek ve kızlar imtiyazlı olarak alındı ve başarılı öğrenim gördüler. Bundan sonra Kırcali, Hasköy, Harmanlı, Kı�anlık, Rusçuk, Razgrat, Tırnova, Ziştovi, Şumnu, Eskicuma (Tırgovişte) , Varna, Hacıoğlu Pazarcığı (Tolbuhin) , Silistre, İslimye, Kazan (Kotel ) , Burgaz v.b. gibi Türklü şehir hastane lerinde boşluk a.rzeden Tıp personeli Türk gençleriyle dolduruldu.
10. Burgaz ve Silistre'de birer Öğretmen Enstitüsü vardı. Bu Ens titülerde, husu SP,n Biyoloji ve Kimya öğrenimi için Türkçe sınıflar açıldı ve · yüzlerce Türk genci imtiyazlı olarak öğrenimlerini bu Enstitülerde sürdürdüler. Ti.irk öğrencilerinin normal eğitimi için bu Enstitülerde de bütün maddi v� manevi imkanlar sağlandı . Bu Enstitülerden mezun olan lar, ilk zamanlarında tayin edildikleri okullarda Biyoloji ve Kimyayı Türk çe olarak okuttu, ancak Türk okullarının kapatılmasından sonra Bulgar ca'da da başarılı oldular. Fakat son isim değiştirme olaylarından sonra zorla Bulgarhştı rmayı tepkiyle karşıladıkları için sokağa atıldılar. (19)
405
S A. YI 303
TÜR K
KÜ L TÜ RÜ
Y1L XXVJ
11. 1947 yılında Bulgaristan'ın tüm Türklü şehir ve köylerinde Türkçe yazma )kuma kursları açıldı. Yaşları 15 ila 50 arasındaki bü tün Türkler wrunlu olarak bu kurslara alındı. Fakat Bakanlar Kuru lu'nun 5 Ağustos 1952 tarihli kararından sonra {1 ) Türkçe eğitim öğre timle yetinilmeyerek, ders programlarına Bulgarca da alındı . Böylece, yaz ma-okuma kunl arını bitirenlere İlkokul, devamla Ortaokul derecesinde Şahadetnameler verildi. Yazma- Ok'llm a kurslarını bitirenlerden birçoğu bu Şahadetnamelerle lise ve Pedagoji okullarına devam ederek meslek sahibi oldular. B·ı kurslar vasıtasiyle Bulgaristan Türkleri arasında da cahilliğe son V':!rildi. 12. 1952 '19fi3, 1953/1954, 1954/1955 ve 1955/1956 yıllarında yüksek öğrenim için $ovyetler Birliği'ne 60'tan fazla TÜrk genci gönderildi. Bun ların ekseriyeti yüksek öğrenimlerini Azerbaycan'da bitirdiler. Türkoloji okuyanlardan Selahattin Osmanov, Yakup Mehmedov, Mustafa Çetin, Hasan Çakalov ve daha birkaçı Türk okullarında Türkçe müfettişi, ga zetelerde tercüman olarak çalışmaya başladı. Diğer. bir kısmı (Halil Ete mov, Ahmet tskenderov, Cengiz Hakov , Fahrettin Halilov, Ali Hulı'.lsiev ve diğerleri) Sovyet KGB'si tarafından eğitilerek Bulgar gizli servisinde faaliyetlerini sürdürdüler ve sürdürmektedirler. Sovyetler Birliği'ne yük sek öğrenime 5önderilenlerden Gülçin Çeşmecieva L-eningrat'ta Gazete cilik, Ali Dervişev ve Yüksel Kurdov Rejisörlük okudular. Azerbaycan'da öğrenim görenlerin diplomalarına "Türk" , Moskova ve Leningrat'ta öğ renim görenlerin diplomalarına da ''Turok" (Türk ) oldukları yazılmış tır. Fakat ırkçı B'lllgar rejimi "milli meseleye" Sovyet teşhisini de ge çersiz saymıştır. Bulgaristan Türkleri eğitiminin "Lale Devri"nde Burgaz'ın Çiftlik Mah'llle'sinde ( Rilka ) ve Kiremitlik't e ( Lülyakovo) iki Medrese de varlı ğını sürdürmü:tiir. Çiftlik Mahalle'sindeki Medrese 1956'larda, Kiremit likteki 196l'de kapatılmıştır. Bu okullarda öğretmenlik yapanlar daha sonra takibata uğramış, birçoğu tutukevlerine sürülmüştür. özet yapılması gerekirse, Bulgaristan Türkleri eğitimi bu kısa dö nemde büyük başarıl ar kaydetmiştir (2) . Türk Lise ve Öğretmen okul larını bitirenler hundan sonraki yıllarda Sof ya, Varna, Fili be (Plovdiv) v.b. Üniversitelerde Bulgarlarla beraber imtihana katılmış, Bulgarlardan ( 1 ) Bulgarca ve Türkçe bütün gazeteler.'\
( 2 ) Demir Yanev, Uspehite na narodn9t'l:( obrazovanie (Halk EAitiminin Başarıları) , Sofya, 1954..
406
(20)
M. ÇAVUŞ
SAYI 303
YIL
XX.VI
daha üstün başarı göstermişlerdir. Bu, Türk okullarında sürdürülen Türk çe eğitim seviye.�inin çok yüksek seviyede olduğunu ispat eden bir ger çektir. Bulgaristan Milli Eğitim Bakanı Demir Yanev de birçok yazısında bu gerçeği önemle belirtmiştir. TtJRK OKULLARI VE
Tt!RKÇE KİTAP MESELESİ
Bu konu <:ıayın Bilal Şimşir ( 1 ) ve sayın Osman Keskioğlu (2) tara fından yeterinr.e işlenmiştir. Gerçekten de sosyalizmin ilk yıllarında ve Vılko Çervenkov döneminde sosyalist iktidar Türk okullarına büsbütün sahip çıktı. Türkçe kitap meselesine de önemli bir mesele gözüyle bakıldı. Fakat 1944'ten 1949'l ara kadar programlı çalışmalar büsbütün sek teye uğradı. Kırallık döneminde neşredilen kitaplar temel tutuldu. Türk okullarını denetleme, ihtiyaçlarını karşılama hususunda boşluklara mey dan verildi. Din (Müslümanlık) rejim için her ne kadar da zararlı gö rülse, kitapsızlık yüzünden birçok yerlerde . Din Derslerine fazla ilgi gösteriliyor, Türk öğrencileri torbalarında dini kitaplarla gidip geliyorlardı. İlk oku11ar j çin Alfabe ve Okuma Kitabı Razgrat öğretmenlerinden Ahmet Şevki tarafından, 1947 yılında Razgrat'ta neşredildi. Bunu, 1948 yılında Süleyman Salih adında bir aydının Sofya'da neşredilen 2 . , 3 . , 4. sınıflar için Okuma Kitapları izledi. Bu ve bundan sonra basıl an Okuma ve Türk�e Dilbilgi�i kitaplarının hazırlanmasında Osman Keskioğlu ( Sun gur) , Nida Gamzov, Nabi tbrahimov, Ahmet Yakubov, Beytullah Şişman, Sabri Demir gibi milli yapılılar öncülük etti. Hazırlanan kitaplarda Tür kiye şair ve ya:t:arlarının eserlerine öncelik verildi. Fakat önemli olan, büyük bir boşluk doldurulmuş, pl3.nlı-programlı çalışmalar sağlanmıştı. Türk ok�ıllarında Matematik (Cebir ) , Geometri, Tarih, Coğrafya, Tabiat Bilgisi �bi dersler de Türkçe okutulduğu için tercüme kitaplar basılıyordu. Önemli olan, Türk okullarının Türkçe kitapsız bırakılmaması, programlı eğit.imin uygulanması ve öğretmenlerin bilgilerini tazeleme leriydi .
tık ve Ortaokullardan başka, 1952'lerden sonra yeni yeni Türk Li seleri ve Pedagıji Okulları içinde Dilbilgisi ve Okuma Kitapları hazır lığına gidilmiştir. Bu kitapların hazırlanmasında, Üniversite okutman larından Rıza Molla , Hüseyin Mahmut, Kemal Pınarcı , İbrahim Tatarlı ; Enstitü öğretmenlerinden Beytullah Şişman, Sabri Demir ; Lise öğret menlerinden Fnat Salih, Emil Boev, Yakup İsmail, Recep Aliev, Mu( 1 ) Bilal Şimşir, aynı eser,
(2) Osman Keskioğlu, aynı eser.
(21)
407
SAYI 303
T Ü R K
K Ü L T Ü R Ü
YIL :XXVI
harrem Tahsinov ; gazetelerde çalışanlardan Selim Bilal, Adile Mirkova , Ishak Raşit, Kazım Memiş, Etem Hamza ve diğerleriyle beraber Tür kiye'den Bulgaristan'a iltica edenlerden Fahri Erdinç, Ziy a Yamaç ve diğerleri de yararlı olmuşlardır. Bu dönem hazırlanan tık ve Ortaokul kitaplannda Rus-Sovyet ve Bulgar yazarlannın eserlerine öncelik ve rilmiştir. Liseler ve lise dengi okullar için hazırlanan Dilbilgisi ve Lelisikoloji kitapları Azerbaycan'dan adepte edilen kitaplardı. Türk� Okuma ve Ede biyat Kitaplarında Batı klasikleriyle beraber Rus-Sovyet Edebiyatının, Bulgar Edebiy3.tının, Türk Edebiyatının, Azerbaycan Edebiyatının ünlü temsilcilerine yer veriliyordu. Mesela Türk Edebiyatı başlangıcından 1950'lere kadar önde gelen temsilcileriyle okutuluyordu. Cumhuriyet dö nemi şair ve yazarlanndan Nazım Hikmet, Sabahattan Ali, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Rıfat Ilgaz, Aziz Nesin, Samim Kocagöz, Orhan Veli, Melih Cevdet, Fnkir Baykurt, Fahri Erdinç gibi sol kesimi temsil eden lere öncelik veriliyordu. Bu yazarların hemen hemen bütün eserleri Bul garistan'da Türkçe olarak yayınlandığı için öğretmenler ve öğrenciler tarafından daha kolay benimseniyorlardı. Lise l'de Halk, Divan ve Tasavvuf Edebiyatı, lise 2'de Tanzimat ve Servet-i Fünim. iise 3'te Cumhuriyet dönemi şair ve yazarlan programa alınmıştı. Türhç12 öğretmenleri Bulgaristan'da basılan kitaplarla yetin miyor, Türkiye'de çıkan kitaplardan da bol bol faydalanıyor, Türk Ede biyatının derli-toplu öğretilmesine büyük gayret sarfediyorlardı. Türk okull ırı 1958/1959 yılında kapatıldı. Fakat bundan sonra da Türklü bölgelerde Türkçenin İlk ve Ortaokullarda okutulmasına devam edildi. Bu okul:f:". r için 1963 yıllarına kadar kitaplar basıldı. Ancak 1969 yılında Parti \fr:rkez Komitesi Politbürosu'nun "Priobştavane" (B•itün leşme ) Kararı yayınlanınca, Bulgaristan'da ve Komünist Partisinin de netimi a ltında b&.sılan bütün Türkçe kitaplar kütüphanelerden ve ev lerden toplatılarak köy meydanlarında yakıldı , evlerinde bu tür Türkçe kitaplar bulun•hranlar takibata 'Uğradılar. BKP böylece kültür emper yalizminin uçurumlarına sürüklendi. Hortlayan Türk düşmanlığı, ırkçılık ve aşın şovenlik mekanizmaları çalıştırıldı. Ve nihayet, 1984 yılı ı\ralık, 1985 yılı Ocak oylarında Bulgaristan Türkleri silah gücüyle Bulgarlaş tırıldı. Türk ö:rf ve adetleri yasak kapsamına alındı. Tuhaftır ki Türk okullarının açılmasını, Türkçe eğitimin uygulanmasını , Türkçe kitapların neşrini sağlayan ırkçı rejim, bundan sonra Bulgaristan Türklerinin madcil ve manevi varlığını inkar etti. Fakat bir Atasözümüzü hatırlamada ya rar var : YALA NCININ MUMU YATSIYA KADAR YANAR !
408
(22)
DiL
YAR-ESt Dr. Orhan F. Köprülü
Hani pek çoğumuzun bildiği ve sevdiği "Dil yaresi gibi yare bulunmaz" diye dillerde dolaşan bir şarkı vardır ya, ben de bugünlerde ne zaman türkçe diye yutturulmağa çalışılan uydurma bir kelimeye veya yanlış kul lanılan bir cümleye rastlasam hemen aklıma o şarkı geliyor. Türkçeye biraz aşina olanların çok iyi bildikleri gibi o ünlü bestedeki "dil" kelimesi osmanlıcada "y" (i) siz yazılır ve gönül manasına gelir. Benim bu kısa yazımda ele alacağım ve makaleme başlık olarak seç tiğim " dil " kelimesi ise eski harflerde "y (i) " harfi kullanılarak yazılan ve ayrıca lisan olarak da ifade edilebilen kelimedir. Bana kalırsa, adı geçen şarkıdaki gönül (dil) yaresine , günümüzde çare bir çok kereler kolaylıkla bulunabilir ama halen içinde bulunduğumuz �il (lisan) yaresine çare b ul mak her geçen gün daha güçleşmekte, türkçeden haberi olmayanların sa yısı, radyo ile T.V. nin ve özellikle bütün dil bilgilerini buradan öğrenen lerin sayesinde, her geçen gün biraz daha artmaktadır. Asıl gücüme gidc:n mesela her vesile ile türkçenin müdafii olduğunu belirten ve geçmiş yıllarda bu iş için büyük mali fedakarlıklara da katla nan bir gazetenin, köşe sütunlarından birine sahip, türkçeye gönül ver miş bir yazar bile, hem de yazısına başlık olarak (22 Nisan 1988 tarihli nüsha) , "güncel" kelimesini, velev özür dileyerek de olsa kullanabilmek tedir. Niye yıllardır alışılagelmiş olan "günlük" (mesela günlük yumurta gibi) veya "gündelik" gibi kelimeler varken bir uydurmacayı kabullen mek yoluna gidilmektedir. Bunu anlamak cidden zordur. Keza bir zaman lar "kanıtlamak" kelimesinin karşısında olanlar aynı uydurmacayı nasıl kabul edebilmektedirler ? Yine yukarıda bahis konusu ettiğimiz gazetenin 23 Nisan tarihli nüshasında, bilinmediği için değil, sırf umursamazlıktan "Mescid-i Aksa" kelimesi "Mescid"i Aksa" şeklinde yazılmıştır. ''Aksa" daki son "a" harfini kısa olarak telafruz etmek kulağa hoş gelmediği gibi bir de aksamak (hafifçe topallamak) kelimesiyle de kolayca karışabilir. İşin garibi aynı kelime, 24 nisan tarihli nüshada başka bir köşe yazarının sütununda doğra olarak yer almıştır. Bilgisizlik ve neme lazımcılık y üzünden, dili türkçeleştiriyoruz diye piyasaya sürülen kelimeler, dilimizde esasen mevcut kelimelerdir. Mesela "çaba" kelimesi, türkçede uzun yıllardır kullanılmaktadır. Ancak bunu
(23)
409
SAYI 303
T Ü R K
K Ü L T Ü R Ü
YIL XXVI
gayret manasına kullanamazsınız. Zira "çaba" kelimesi ümitsiz bir gay reti ifade eder. Yüzmeğe çabalayan çocuk, aslında yüzemeyen çocuk de mektir. "Çabalama kaptan ben gidemem" bu iddiamızın en güzel örneği dir. "Gayretli bir çoruk" derseniz bu, o çocuk için iyi bir nottur. "Çabalı bir çocuk" derseniz bütün incelik yok olur. ''Gayret" kelimesini dilimiz den atarsak, mesela "gayretkeş bir memuru" başka ne suretle anlatabi liriz. Dilimizi fakirleştirmek istemiyor isek "gayret" ve "çaba"nın aradaki ' nüans dolayısıyla birlikte yaşamaları şarttır. Her gün yeni kelime uydur mak merakı, dilimizde yıllardır yerleşmiş türkçe bir takım kelimeleri de atmağa başlamıştır. "yaşam" ve "yaşantı" özenti kelimelerinden beri mesela "yaşayış" kelimesi adeta unutulmuştur. Halbuki ''gayet müteva zı bir yaşayışları vardır" veya "yaşayış tarzları arkadaşlarından çok farklıdır" gibi cümlelerde "yaşayış" kelimesi tamamiyle yerinde olup, hiç bir suretle aksamamaktadır; Diğer taraftan türkçede kullanılan bir takım kelimelerin eklenti al dıkları taktirde son harflerinin şiddetli olarak telaffuz edilmesi şarttır. Halbuki T.V.'de spikerler, pek çok kereler "zamın" veya ' 'zama" diyerek büyük bir yanlış yapmaktadırlar. Aynı şey Ziyaü'l-Hak için de bahis ko nusudur. Radyo ve T.V. 'de "Zıyaü'l-Hak'a "Ziyaü'l-Hak1m denilebildiğine sık sık şahit oluyoruz. Halbuki nasıl, İstiklal Marşı'mızdaki "Hakkıdır Hakka tapan milletiı;nin istiklal" mısraı, ''Hakıdır Haka tapan milletimin istiklal" şeklinde söylenemez işe, Ziyaü'l-Hak misalinde de Ziyaü'l-Hakk'a veya Ziyaü'l-Hakk'm denilmesi şarttır. Türkçenin güzel kelimelerinden olan ve geniş bir kullanma alanı bulunan "yüzden" veya ''yüzünden" radyo ile T.V.'de ekseriya yanlış kul lanılmaktadır. "yüzden" ve "yüzünden" bilindiği gibi ancak olumsuz hal lerde kullanılabilir. "Heyelan yüzünden yol kapandı" misalinde olduğu gibi. Ama "yağmurlar yüzünden barajlar doldu" denilemez. Bu ancak "yağmurlar sayesinde barajlar doidu, su sıkıntısı çekilmeyecek" şeklin de olursa doğru bir mana ifade edebilir. ''Senin yüzünden başım derde girdi" doğru bir cümledir. Ama "senin yüzünden zengin oldum" denile mez. Ne yazık ki ''yüzden" ve "yüzünden" türkçenin inceliğini bilmiyen ler tarafından radyo ile T.V.'de bir çok kereler yerli yersiz kullanılmakta dır. Spikerlerimize türkçenin incelikleri, küçük telaffuz farklarının ne . büyük yanlışlıklara sebep olabileceği ilgililer tarafından öğretilemediği veya anlatılamadığı i.çin devamlı hatalar birbirini kovalamaktadır. Afganistan'm başşehri Kibil'in adını doğru söyleyebilenler yanında bunu kabil (mümkün) şeklinde telaffuz eden spikerlere de sık sık rastlanmak410
(24)
SAYI 303
0.
F. KÖPRÜLÜ
YIL XXVI
tadır. Bu yanlışta Kabil'in lngilizcf/de "Kabul" şeklinde yazılmasının da dahli olsa gerektir. Lise tarih ve coğrafya kitablarında adına tesadüf olunan "Hemedan" şehri de herhalde yine İngilizcenin tesirinden olacak spikerlerimiz tarafından "Hamadan" şeklinde telaffuz olunmaktadır. Spikerlerimizin oldukça sık yaptıkları diğer bir yanlış cinsi de hiç lüzum yok iken izafet terkibi kullanmağa çalışmalarından ileri gelmek tedir. Mesela artık ' 'merkez-i hükumet" derneğe hiç bir şekilde ihtiyaç ol madığı halde 13 Ekim 1987 Salı akşamı T.V. 1. kanalda 20.00 haberlerini okuyan spiker, Ankara'nın hükumet merkezi olmasından söz ederken ' 'merkez - i hükumet" diyeceğine "merkezi hükumet" demek gafletini gös terdi. Halbuki yukarıda da işaret ettiğim gibi merkez-i hükumet derneğe çalışıp yanlış yapacak yerde, spiker, hükumet merkezi deseydi mesele kökünden halledilmiş olacaktı. Aynı spiker yine o akşam askeri ve mülki erkan (doğrusu erkan ) demek suretiyle büyük bir telaffuz yanlışı yaptı . 1 5 Ekim 1987'de yine T.V; nin 20.00 haber bülteninde spiker, XIX. yüzyılın sonlarında Akaretlerde yapılan evlerden söz ederken "Akaretler' diyeceğine Akaretler (yanlış) deyiverdi. O tarihten bir kaç akşam sonra T.V. de Emanat - ı mukaddeseden bahs eden spiker, sakal-ı şerif diyeceğine sakallı şerif demek gafletinde bulundu. 26 Ekim 1987'de Türkiye radyola rının 19.00 haber bülteninde lüzumsuz yere söylenmeye çalışılan "nakl-i hane" kelimesi spikerin ağzından naklhane şeklinde çıkıverdi. 8 Kasım 1987 akşamı yine 19.00 haberlerinde Sakarya'daki otoyoldan bahseden spiker, ''icraatından" kelimesini dört defa üst üste" icraetinden" şeklinde telaffuz ederek kulaklarımızı tırmaladı.
Son zamanlarda ise bir takım yabancı kelimelerin de inanılmaz bir şekilde gelişi güzel telaffuz edildiğini görüyoruz. Mesela kabine kelimesi bir çok kereler kabine ( yanlış ) veya ekibimiz kelimesi, ekibimiz ( yanlış) söylendiğine şahit oluyoruz. 23 Ocak 1988 aşkamı T.V.'nin 20.00 haber bülteninde, Amerika ' d a ki kürtaj aleyhtarlığından bahseden spiker, "kürtaj kelimesini üçdefa küretaj ( yanlış) şeklinde telaffuz etmiş ve bundan ra hatsız da olmamıştır. Bu cins yanlışlara reklamlarda da rastlyoruz. Me sela aylardır bir margarin ilanında herkesin bildiği sürpriz kelimesinin süpriz ( yanlış) olarak telaffuz edilmesi lazım geldiğini reklamı yapan gençten öğreniyoruz ! Geçenlerde T.V. deki bir filmde ise adamın biri vi.rislerini aldıracağını (varislerini olacak) övüne övüne söyledi. Son günlerde ise nema kelime sinin T.V. 'den nema (yanlış) olarak telaffuz edildiğine şahit olduk. Yukardan beri sadece bazı nümfıneler vermeğe çalıştığım türkçe yanlışlarını duyan bir kimse dil (lis& n) yaresinden söz etmez de ne yapar ?
(25)
.411
AZERBAYCANDA RUSÇA 00RET1MtNtN TEŞvtGt
Son zam�nlarda, özellikle Ekim İhtilalinin 70. yıldönümü münase beti ile Sovyet Azerbaycanı ve diğer cumhuriyetlerin basınları, milli cumhuriyetlerde, sovyet ifadesi ile l•Lenin dili, Oktyar dili" Rusçanın öğretilmesinin öneminden · sık sık bahs etmektedirler. 1979 nüfus sayımına göre Sovyetler Birliğinde yaşayan Azerilerin %29,5'i Rusçayı bilmektedir. Bu oran, Gürcistan , Ermenistan, Kazakic:ıtan, Özbekistan ve 'iZ sayıda olsa da Ukrayna, Kırgızistan, Beyaz Rusya Tacikistan, Baltık Cumhuriyetleri ve Moldovyada yaşayan Azerileri de içine almaktadır. Yine 1979 nüfus sayımına göre Azerilerin %97.9'u Aze riceyi birinci dil, yani ana dili olarak beyan etmişdir. 1970 nüfus sayı mına göre Azerbaycanda yaşayan muhtelif milletlerden 813 bin kişi Rusça bildiğini ve ikinci ana dili olduğunu beyan ettiği halde, 1979 yı lında bu fikirde olanların sayısı 1.616.000'e yükselmiştir. Ancak Azer baycan nüfusunun hızla artması ve Azeri olmayan unsurların Azerbay canı terk etmesi sebebiyle bu oran giderek Azerbaycanlıların lehine de ğişmektedir. 1970-1979 yılları arasında Azerbaycanı 62.000 inı:ıan terk etmiştir. 1984 istatistiklerine göre bu rakam 104.000'e yükselmiştir. Azerbaycanı terk edenler esas itibariyle Ruslar, Ermeniler, Tatarlar ve Yahudilerdir. Ruslar ve Tatarlar özellikle yeni petrol bölgelerine, Erme niler ise özellikle genç Ermeniler Ermenistana gidiyor. YahudHer ise İsrail veya başka batı ülkelerine muhaceret ediyorlar.
1979 nüfus sayımına göre, Azerbaycanın yerlileri Azerbaycan nü fusunun %78.l'ini teşkil ediyordu. Ancak Azeri olmayan unsurlan..ı orayı terk etmesi nüfus saflığının Azerbaycanın lehine değişmesine ve bu ve sile ile Rusça bilenlerin sayıca azalmasına sebep olmaktadır. Bundan başka milli cumhuriyetlerde, tabii ki Azerbaycanda da talebelerin ek seriyeti ana dilde ders veren okullara gidiyor. 1965-1972 yılları arasın da Azerbaycanda Rus okulların a kayd olanların sayısı %5.2 azalmı ştır . Yi412
(26)
SAYI 303
Y.
ASLAN
YIL xxvı
ne de milli okullarda Rusça öğretilmesine büyük önem verilmektedir. 1979 nüfus saytmına göre Sovyetler Birliği nüfusunun %82'sinin Rusça bildiği kaydolunmaktadır. Ancak ara:lan 8 yıl geçmiştir ve bu zaman zarfında nüfus artışı, özellikle Türk cumhuriyetlerinin lehine değişmiştir. Novosti Haber Mat buat Ajansı Ba<nn Evinin 1987 yılında İngilizce olarak yayınladığı "Mus lims in USSR" adlı kitapta ilk defa olarak Sovyetler Birliğinde 50 mil yon Müslümanın yaşadığı bildirilmektedir. Diğer taraftan 1985 yılının başlarında Rusya Federasyonunun nüfusu 143 milyon, Ukraynanın 50 milyon 84-0 bin ve Beyaz Rusyanın 9 milyon 942 bin idi. Yani Sovyet nüfusunun 204 milyonunu Slav grubuna dahil insanlar teşkil ediyordu. (1987 rakamlarına göre Sovyetler Birliğinin nüfusu 281 milyona ula� mıştır. ) Rusya Federasyonu , Ukrayna ve Beyaz Rusya Slav grubuna dahildir ve dilleri birbirine yakındır. Burada ister istemez akla şöyle bir soru geliyor : Rusçanın milletlerarası anlaşma vasıtasına çe vrilme sine yönelen kampanyanın başarısı Ruslara kendi ana dilini öğretmekten mi ibarettir ? Sovyet basım "Rusçanın öğrenilmesi, onun milletlerarası anlaşma diline ı;evrilmesi prosesi gönüllülük mahiyeti taşımalıdır ve bu işte mecburiyet olmamalıdır" diye yazmaktadır. Her şeyden evvel bu ifade merkezden verilen emirleri tatbik eden yerli idarelerin Rusça öğ retim kampanyası çerçevesindeki gönüllülük prensibine zıt hareket et tiklerini belli ediyor. Şöyle ki, "Azerbaycan Mektebi" dergisinin 1984 yılının 11 . sayısında "Mekteblerde Lenin Dilini, Oktyabr Dilini Da ha Derinden Öğrenek" •başlığı altında çıkan yazıda "Rusçayı de rinden öğreten okulların şebekesi genişletilmiştir. Bu ders yılında (1984) onların sayısın;ı 20 okul ilave edilmiştir. Ağsu, Lenkeran ve Nahçıvan daki 3 internat (yatılı okul) Rusçayı derinden öğreten tedris ocakla rına - çevrilmiştir. 1984 yılından itibaren köy ve kasaba tipli okullardaki Rusça öğretmenlerin maaşı %15 artırılmıştır" denilmektedir. Bir ta raftan Rusça ders wren okulların sayısını arttırıp, Azerbaycanda 14 bin işsiz öğretmenin olduğu bir devirde, Rusça öğretmenlerinin maaşını art tırırken, milli cumhuriyetlerde vatandaşların Rusçayı gönüllü olarak öğ rendikleri iddiası hiç de inandırıcı görünmüyor. Azeri Türk·� e3i cumhuriyetin resmi dilidir. Onun gelişmesine ve kulla nılmasına hiç bir engel yoktur ve olamaz da. Ancak Azerbaycana ve Aze rilere yön veren · insanlar, Moskovaya yaranmak için olacak, Azerbay can dilini hayatın bütün sahalarında kullanmaktan çekiniyorlar. Mesela, Araz Memmedov Azerbaycan Yazarlar İttifakı İdare Heyetinin 24 Tem-
(27)
413
SAYI 303
T Ü R K
K Ü L T Ü R Ü
YIL XXVI
muz 1987 tarihindeki plenumunda (toplantısında ) "Bazı kanunlara bağlı olarak milli dillerin gelişmesinde muayyen problemler ortaya çıkmıştır. Bu hususta özellikle Ukrayna ve B eyaz Rusya yazarları sık sık yazılar yazmaktadır. S. Mihalkov p lenumda k i konuşmasında "Başkırdistan ve Mari Muhtar Cumhu riyetlerinde kendi ana dilini bilmeyen bi r nesil ye tişiyor, bu durumd a bu c umhuriye tleri n milli kültürü nasıl gelişe cektir" diye c:ıormuştur. Azerbaycan İl iml er Akademisi Nesimi Dilci lik Enstitüsünün ilmi katibi Mesud Memmedov "Azerbaycan Gençleri" ga zetesinin 29.9.1987 tarihli sayısında çı k an yazısında "Azeri milletinin ve dilinin kaynağı nı tetkik sahasında, şimdiye kadar teferruatlı olarak yazılmış, ilmi �ihetten makbul sayılan bir eser yoktur. Elbette bunun neticesinde Azerbaycan okullarında bu dersl e ri n tedrisi aksıyor" demiştir.
salonlarda veya toplantılarda yara eder. Mesel a, Kırgız talebesi Damir Oroz bayevin Cengiz .A ytmatova itha fen yazdı ğı ve "Sovetik Kırgızistan" mecmuasının 26.10.1987 tarihl i sayısında yayınl anan mektubunda milli cumhuriyetlerde Rusça öğrenimine önem verilmesinin doğurduğu acı sonuçların kendini açıkça gösterdiğine temas edilmektedir. Damir Oroz bayev "Kırgız edebiyatı hakkında okulda fazla bilgi verilmiyor. Anam babam benim "Manas", ': Er Töştük'', "Kurmanbek" ve diğer Kırgı1 destanlarını okumamı istiyor. Ancak ben onları okumakta güçlük çe kiyorum, okud•_ığumu da anlamıyorum. Bu sebepten Kırgızcayı büsbü tün konıuşam<J.z oldum Şimdi annem babam beni Rus okuluna gönder diklerine bin pişman oldular. Çünkü ben hem Ruslar hem de Kırgızlar arasında bir "durak"ım (ahmağım) . Bazen ben de kendimin hakikaten ahmak olduğuma inanıyorum. Bende milli gurur ve iftihar diye bir şey kalmadı. Sebebi ise Kırgız dili ve tarihinden çok uzak olmam. Sayın Cengiz Aytmatov, belki siz Rus okullarında Kırgız dili, edebiyatı, tarihi ve coğrafyasının öğretilmesine yardım edebilirsiniz" diye yazmıştır. Güçlü edebiyat ve ilim
dilinin
tıla mı ya c ağını herkes kabul
Diğer taraftan 25 füylül 1987 t arihl i "Özbekistan Edebiyatı ve Sa natı" adlı haftalık gazetede çıkan "Dile İtibar, Ele İtibar" başlıklı ya zıda, Özbek okullarında 6.-10. sınıflarda Özbek dili dersinin kaldırıldı ğından, son zamanlarda parti plenumlarında Özbekçe değil de, Rusça ko nuşulduğundan, toplantıya katılanların ekseriyeti Rusçayı bilmediği için orada konuşulanların anlaşılamadığından bahs olunmaktadır. Yazıda Se merkant vilayetinin Gallaeral rayonundaki parti plenumu buna misal gös terilmiştir. 414
(28 )
SAYI 303
Y.
ASLAN
YIL :XXVI
Kazakistanda ise "Kazakistan Ayelderi " (Kadınları) adlı aylık der ginin 1986 yılımn 12. sayısında okuyucu mektupları yayınlanmıştır. Bun larda Kazak gençlerinin ana dillerini iyi bilmediğinden, konuşmakt a güçlük çektiklerinden, bazılarının ise Kazakçayı hiç anlamadığından şi kayet edilmektadir. Elbette bütün bunlar mi lli cumhuriyetlerde Rusçaya üstünlük verilm�sinin neticesidir. " Azerbaycan Muallimi " g azetesinin 28 Ekim 1987 tarihli sayısında çıkan "Problemler Hel e De Galır" baş lıklı yazıda da belirtildiği üzere, . Azerbaycan Orta Okullarımn üst sı nıfları nda yaban :!ı dil derslerinin %50'si Rusçaya ayrılmıştır. Ancak bü tün bu menfi tezahürlere rağmen Sovyet Cumhuriyetlerinde, özellikle milli cumhuriy�+lerde milli şuur güçlenmektedir. Milli şuurun güçlenmesi yalnız Orta Asya Cumhu riyetleri ve Kazakistana ait değildir. Bu tezahür Ukrayna, Beyaz Rusya, Baltık Cumhuriyetleri ile Kafkasyada da müşa hade edilmekb�lllr. "Sosyalistiçeskaya İndustriya" gazetesinin baş yazarı Belyayev, Sov yet yazarlarının Gorbaçovla görüşmesi esnasında , milli kültürlerin ori jinallığını ve saflığını müdafaa eden bazı güzel sanat temsilcilerinin nu tuklarında Sovyet sosyalist kütürünün 'beynelminelcilik' mahiyeti yok olup gidiyor" demiştir. Gor'baçov ise "Her bir milletin kendi dili, kendi tarihi var ve hunl ar kendi köklerini aramak, anlamak istiyorlar. Bu sosyalizme zıt mıdır ? " diye cevap vermiştir. Sovyet parti lideri Gorba çov ' un bu sözlerine katılmamak mümkün değildir. Ancak "Pamyat" (Rus şovenistlerinin teşkilatı ) adlı teşkilatın üyeleri Rus medeniyetinin, kültür ve abidelerinin ve diğe r milli değerlerin muhafaza olunmasını talep ederken, her hangi bir resmi tepki ile karşılaşmamakta, hatta Mosko vada gösteri yapan Pamyatçılar sovyet liderleri tarafından kabul edi lirken, Alma Atada milli değerleri için gösteri yapan Kazaklar, "aşırı milliyetçi" damgası vurulup hapse atılmaktadır. Ana yurdu Kırıma dön mek için gösi:eri yapan Kırım Tatarlarındaıı çoğu işten çıkartılmış ve bazıları da haps edilmiştir. Dil sahasında olduğu gibi burada da büyük kardeşin (Rus-un ) imtiyazları ağır basmıştır. Azerbaycan Yazarlar İttifakı İdare Heyetinin plenumunda belirtil diği gibi , "Açıldık" �raitinde uzun yıllardan beri söyl enmesi zor bir çok milli problem, milli dillerin, kültürlerin gelişmesine engel olan se bepler araştırılmaktadır. Haksız olarak basılmayan ve basılması yasak edilen romanlar, piyesler ve şiirler şimdi artık basılıyor. Lakin bu imti yaz şimdilik esas itibariyle Rus yazarlarına aittir. Şimdiye kadar millf cu mhuriyetlerde yasak edilen eserlerden hiç biri gün ışığı görmemiştir. (29)
415
SA YI 303
T Ü R K
K Ü L T Ü R Ü
YIL XXVI
Ukraynalı şair B. Oleynik Sovyet Yazarlarının plenumund& haklı olarak "Biz tabii olarak Rusçanın ve Rus medeniyetinin zaruıiliğinden bahs ediyoruz. Bu bizim beynelmilelcilik tabiatımızdan ileri geliyor. Ancak biz kendi milli dilimizin, tarihimizin ve milli okullarımızın du rumundan bahs ettiğimiz zaman, bazıları bize "Bunlar da baş kaldır dılar" demeye başlıyorlar" demiştir. Burada me�hur Rus yazarı K. Poustovskinin şu sözlerini hatırlatmak istiyorum. "Her insanın kendi ana diliyle münasebeti, onun kültür se viyesi ile birlikte, vatandaşlık gayretini de tayin eder. Ana dilini sev meden vatanı sevmek mümkün değildir. Kendi ana diline bigane olan adam vahşidir." KAYNAKLAR .: ( 1 ) Azerbaycan Mektebi, 1984 / 1 . ( 2 ) Azerbaycan Muallimi,
18.4. 1986
( 3 ) K en d Heyatı, 1987/1. ( 4 ) Edebiyyat ve !ncesenet, 31 .7. 1987.
( 5 ) Edebiyyat ve !ncesenet, 7.8.1987. ( 6 ) Azerbaycan Gençlert, 29,9. 1987. ( 7 ) Azerbaycan Mektebi, 1987/9. (8) Edebiyyat ve tncesenet, 23.10. 1987
( 9 ) Azerbaycan Muallimi, 28, 10.1987. ( 10 ) Sovetik Kırgızistan 26.10.1987. ( 1 1 ) Özbekistan Edebiyatı ve E1anatı, 25 , 9 . 1987, ( 1 2 ) K az aki st an Ayeldert, 1986/12. ( 13 ) Muslims in USSR, 1987/Moskova.
416
(30)
ORHUN
JilTABELERİNİN DİLİ ÜZERİNE Ya.rd, Doç, Dr. Leyli. KARAHAN
Dünyanın en eski dillerinden biri olan Tür kçenin tarih içindeki ge lişmesini, biline :ı en eski yazılı metinlerimiz olan Orhun Kitabelerinden itibaren takip edebiliyoruz. 8. asırda yazılmış olan bu kitabeler, aradan 12 asır geçmesine rfl ğmen Türk dilinin pek az değiştiğini gösteriyor. Farklı coğrafy�fa r, çok çeşitli siyasi ve edebi münasebetler, asırlar bo yunca Türkçede".! kelime almış, Türkçeye yeni kelimeler kazandırmış, fakat onun yapısını çok az değiştirebilmiştir ( l ) . Bunu da her şeyden ön ce Türkçenin sağlam kaidelere dayalı yapısına borçluyuz. Türkiye Türk çesinden ne kadar farklı olursa olsun, kitabelerin dilini anlamak için ne bfr eğitime :ıe de hususi bir gayrete ihtiyaç vardır. Birkaç kelime ve birkaç kaide bilindiği takdirde, Türk dilinin bu eski şaheserini ori jinalinden okumak ve anlamak mümkün olacaktır. Çünkü gaye sadece muhtev;:ıyı öğrenmek değil, aynı zamanda dil ve uslfıpla ulaşılan güzel liklerden de istifade edebilmektir. Böyle bir zevkten mahrum olmamak için, birkaç kelim enin manası ile bazı gramer hususiyetlerini bilmek ye terlidir. Kitabelerd�, bugün kullanıldığı için manası anlaşılamayan bazı keli meler bulunmak·;adır. Kökü ve ekiyle tamamen unutulmuş olan bu ke limelerir1 nisbeı· iain yüzde sekiz-dokuz civarın da olduğunu söyleyebili riz (2) . Bu kelimelerden, mesela "boşgurmak", öğretmek ; "tupulmak", delinmek ; "kür" . "teb", hile ; "kisre", sonra ; "ökünmek", pişman olmak ; "sıgıt", ağlama ; "taluy" , deniz ; "ögüz", ırmak manasına gelme ktedir. Ki tabelerde geçen kelimelerin büyük bir kısmı ise aynen veya çok az bir değişmeyle günümüze ulaşmıştır. Mesel a bugün kullandığımız almak .
( 1 ) Tilrk dilinin M.S. 8. asrın başlarında işlenmiş, olgunlaşmış bir yazı dili
olu
şunun delillerinden biri de, onun 12 asır boyunca cok az d e ği şme sid ir Bk . S. Maksudi Arsal, Türk Tarihi ve Hukuk, tst. üniv. Yay. tst. 1947, <J. 45. ( 2) örnekler için bk. Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, Mi ll t Eğitim Banmevi, .
tst.
(31 )
1970.
417
SAYI
303
T Ü R K
K Ü L T Ü R Ü
YIL :XXVI
aşmak, basmak, başlamak, batmak, bilmek, binmek, bulmak , inmek, katmak , konmak, korkmak, ölmek, sözmek, sürmek, tutmak, uçmak, yatmak, yaşam�k gibi fiiller ; at, baş er, kişi, çöl , kan, kar, kum, kız, saç, yüz gibi varlık isimleri ; kalın, uzun , . ırak, iç, alp, kara, ak, kızıl gibi vasıf isimleriyle yaz, kış , yıl gibi zaman isimleri 8. asırda da bu ı;.ekilde idi. Kitabelerdeki kelimelerin bir çoğu, bazı ses değişmeleriyle Türkiye 'I ürkçesinde yaşamaktadır. Canlı bir organizma olarak tekamül eden, kendisini yenileyen dilde, elbette böyle değişmeler görülecektir. Dünden bugüne, hangi sesler nasıl değişti ? Bunların birkaçını bilmekle Kita belere biraz daha yaklaşmış olacağız. Orhun Türkçesinde , bazı kelimelerin başlarındaki k, k (ka) ve t sesleri, Türkiye Türkçesinde g, h ve d'dir. O halde, Kitabelerde k ile başlayan kelmek, kitmek, körnıek ve kötürmek fiilleriyle, kök, köl, köz, keyik, küç, kün, kümüş gibi isimler, Türkiye Türkçesinde, gelmek, git mek, görmek, götürmek, gök, göl, göz, geyik, güç, gün ve gümüş'tür ; k (ka) ile başlayan kanı, kangı kelimeleri, hani ve hangi'dir ; t ile baş layan temir, tiz . tüz, tört, tokuz gibi kelimeler de demir , diz, düz, dört ve dokuz şeklindedir. Orhun Türkçesinde , bazı kelimelerdeki .b ve d sesleri, Türkiye Türk, çesinde v ve y olmuştur. Onun için kitabelerdeki eb, sebinmek, kabışmak, bar, barınak, birmek, adgır, adak, kodmak, udımak kelimelerini de bu değişmeyi dikkate alarak ; ev, sevinmek, kavuşmak, var, varmak, ver mek, aygır, ayak. koymak, uyumak şeklinde anlayabiliriz. Bugün kullandığımız eğmek, oğul , bey ve yağız kelimeleri, Kitabe lerde küçük bir ses değişikliğiyle egmek, ogul, beg ve yagız şeklindeydi. Orhun Türkçesinde çok heceli kelimelerin sonlarında bulunan g sesi ile ek başlarında bulunan g 'lerin bir kısmını Türkiye Türkçesinde göremiyoruz. Kitabelerdeki emgek, ingek, katıg, ulug, kulgak, kazgan m ak kelimeleriyle, bugün kullandığımız emek, inek, katı, ulu, kulak, ka zanmak kelimeleri arasındaki fark sadece bu g sesidir. Kelime içindeki ünlülerde de geçen uzun zaman içinde bazı değiş meler olmuş, ünlüler daralmış, genişlemiş, düzleşmiş, yuvarlaklaşmış, kalınlaşmış, incelmiş veya tamamen kaybolmuştur. Bu değişikliklere rağ rr,en Kitabelerdeki mesela üçün, yokaru, beril , artuk, bulıt, itmek, eşit mek, yimek, yir, yaşı! kelimelerini kolayca tanıyabiliyoruz. Hele kula418
(82)
SA YI 303
L. KARAHAN
ğı mı z, Anadolu'nun bazı yöre l eri nde leyişlere
hala muhafaza
YIL XXVI
edilen benzer
söy
alışıksa..
Bugün olduğu gibi kitabelerde de geçmiş zaman, -dı/-di, mış/ miş, -r ve -ar/-er ekleriyle ifade olunuyordu. Şahıs ekleri de bugünkünden pek farklı değildi. Sadece keltimiz, birtimiz, süledimiz gibi kelimelerde gördüğümüz -miz/-mız şahıs eki, yerini -k ekine bır'l.kmıştır . Biz bugün geldik, v erdik diyerek hareketin tarafımızdan yapıldığını ifade Ptmiş oluyoruz. Fiil çekimlerinin büyük bir kısmında kullanılan şahıs ekleri, Orhun Türkçehinde ş ahı s zamiri idi. örneklerini daha da ç oğal tabileceğimiz müşterek eklerin yanında, bugün az da olsa değişmiş ekler de vardır. Ancak bu eklerdeki değişme, onların tanınmasını zorlaştı racak ölçüde değildir. Kitabelerde,- Türki ye Türkçesinde kullanılmayan ekler de bulunmaktadır. Mesela gelecek zaman, "ölteçi" örneğinde oı duğu gibi -taçı/-teçi ekiyle anlatılırken, bugün aynı ifade içiiı -acak/-ecek ekine başvuruyoruz. -
-
geniş zaman
s ağl amlığın ı günümüze kadar muhafaza et miştir. CümlelP.rde unsurların sıralanışı düzgün olup, fiil daima son d adır. "!nim Kültigin kergek baldı. Özüm sakındım. Körür közüm kör mez teg, bilir biligim bilmez teg boldı. Özüm sakındım Öd tengri yaşar. Kişi oglı kop ölgeli törümüş. Ança sakındım. Közde yaş kelser tıda, kön gülte sıgıt kelser yanduru sakındım. Katıgdı sakındım". Bilge Kağan'ın k ardeşi Kültigin'in ölümünden duydu ğu üzüntüyü anlatan bu bölüm, muntazam, az unsurlu, az kelimeli cümle yapısı sayesinde kolayca an laşılmaktadır. Kitabelerin cümle yapısı
.
Orhun Kitabeleri, Türkiye Türkçesine ne kadar titizlikle aktarılırsa aktarılsın, bu titizlik sadece muhtevayı koruyacak, uslUpta meydana gelecek değişmelere mani olamayacaktır. Kitabelerdeki kelimeler öyle itina ile seçilmiş ve yerl eştirilmiştir ki kelime, kelime grupları ve cüm leler arasındaki ses ve mana düzeni, ancak metinlerin aslını okumakla anlaşılabilir. Akai takdirde seci ve alliterasyonlarla birleşerek sözü adeta · musikiye dönüştüren bu düzeni hissetmemiz mümkün değildir. "Irak erser yablak agı birür, yaguk erser edgü agı birür." "Başlıgıg yükündürmiş, tizligig sökürmiş." "Uligig ilsiretmiş, kaganlıgıg kagansıratmış." "Körür közüm körmez teg, bilir biligim bilmez teg boldı." "Altun yışıg aşa keltimiz, trtiş ögüzüg keçe keltimiz." "Üze kök tengri, asra yagız yir .. "
(SŞ)
419
T Ü R K
S A YI 303
K Ü L T Ü R Ü
YIL ıXXVI
"Üze tengri basmasar, asra yir telinmeser . . . " "İçre aşsız, taşra tonsuz . . . " Tonyukuk Kitabesinin güney cephesindeki,
birliğin
dayanışmanın
önemini anlatan "Yuyka erkli tupulgalı uçuz ermiş, yinçge erklig geli
uçuz.
Yuyka
kalın bolsar tupulgul'Uk
bolsar üzgülük alp ermiş " udımadım,
küntüz
üz
alıp ermiş . Yinçge yogun atasözünde, çok çalışmayı ifade eden "Tün
olurmadım"
gibi
deyimlerde,
böri teg ermiş, yagısı koyn teg ermiş" , güküng tagça yatdı " gibi benzetme
"Kangım
kagan
"Kanıng subça yügürti,
cümlelerinde , kelimeler,
süsi
sün
aynı ses
ve mana düzeni içinde yanyana gelmişlerdir. Bilge Kağan, "Türk begler budun bum eşiding" ,
"Türk Oguz begleri budun
eşiding.
üze tengri
basmasar, asra yir telinmeser, Türk budun ilingin törüngin kim artatı udaçı erti.n "Türk budun ertin, ökün." "Türk begler sakımng, ança ling."
''Tokuz
Oguz begleri budum
bu
sabımın
edgüti
eşid,
bi
katıgdı
tıngla." cümleleriyie milletini ikaz ederken, tesrili olan sadece söz değil,
sestir.
Sözü nakle <mek kolay, sesi nakletmek zordur. O halde bu sesi du yabilmeli, bu
420
..
52Jeri tercümansız anlayabilmeliyiz.
(34)
M E H M E T
C E L A L
V E
Ş İİ R L E R İ
Mehmet ÖNAL
Tanzimat devri edebiyatı ile Servet-i Fünfın döneffii arasında bulunan ve her iki edebi okulun genel özelliklerini bir bütün halinde bünyesinde taşımayan bir kısım yazarlar, çok geniş bir okuyucu kitlesine , kısa bir zaman dilimi içerisinde hitap eder ler. Edebiyat araştırmacılarımız tarafından ikinci hatta üçüncü dereceden sanatkar lar olarak tesbit edilen bu yazarların çoğu, Tanzimat ve Servet-i Fünfın arasındaki "ara nesil" in de , "popüler edebiyat" ın da temsilcileri sayılırlar. Tanzimat edebiyatının son yıllarından başlayarak yirminci asrın birinci çeyre ğine kadar eserler veren ikinci dereceden yazarların bir grubu, bir "ara :ıı. esil" ( ı ) oluştururlar . Ar a neslin e n önemli fonksiyonu, Tanzimat edebiyatı ile Servet-i Fünfın nesli arasında bir geçiş vazifesi görmüş olmasıdır. Bu durum , bilhassa üslQpta ve ikinci dereceden, konuların ve şahısların değerlendirilmesinde ( tematik ve figü ratif yapıda) kuvvetle hissedilir. Merhum hocam Prof. Dr. Mehmet Kaplan, ara nesil sanatkarlarının yaşadığı dönemi "Küçük ve Günlük Hassasiyetler Devri" ( 2 ) olarak da isimlendirir . Ahmet Rasim ise bu dönem içindeki yazarlara "mutavassıta erbabı" veya "mutavassıtin" ( 3 ) der. "Bu devre muharrirleri, Abdülhak Hamid ve Recaizade'den devraldıkları ferdt hassasiyet ve santimantalizm cereyanını devam ettirip yeni temler üzerinde işlerler. ·Bunlar arasında Nabizade Nazım, Mehmet Ziver, Fazlı Necip, Mehmet Celal ve Mustafa Reşit en ileri gelenlerindendir. Mehmet Celal ve Mustafa Reşit, Servet-1 FünQn edebiyatında hastalık halini alan santimantalizmin en tipik müjdecisi olmuş. lardır." ('4 ) Bu isimler listesine ııair ve yazar ayırımı yapmadan ııu imzaları da dahil ederek aynı zamanda popüler özellikler taıııyan "ara nesil" kadrosunu geni3letmek müm kündür : Mehmet Vecihi, Abdullah Zühdü, Ahmet Rasim, Mehmet Münci, T. Abdi, Mehmet Rifat, Fatma Aliye Hanım . . . ( • )
( 1 ) Prof. Dr. Mehmet Kaplan , Tevfik Fikret ve Şiiri , Türkiye ya)"., İst. 1946, s. 9. (2 ) a.g. . , s. 10. ( 3 ) Ahmet Rasim, Muharrir, Ş&ir, Edib : Matbuat Hatıralanndan, (Haz . Kazım Yetiıı, Tercüman 1001 Temel Eser yay., İst., 1980, s. 127. ( 4 ) Prof. Dr. Mehmet Kaplan, a . g.e., s. 10. (5) Mehmet Vecih!, Abdullah Zühdü ve T. Abdi hakkında geniıı bilgi için Gazi Üni versitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde hazırlanan a3ağıdaki yiiksek lisans tez-
SAYI 303
T Ü R K
K Ü L T Ü R Ü
YIL XXV1
Popüler edebiyat, geniş halk kitleleri için yazılan, eğitici, eğlendirici v.b. husu siyetler taşıyan eserlerden oluşur. Popüler edebiyatın tahkiye türü ise yine geniş halk kitleleri için yazılan, önc e leri romantik -sonra realist- yönü ağır basan, kısmen eğitici, ama daha çok eğlen dirici olan ; tahkiyenin teknik ölçüleri ihmale uğramııı, sanatkarın ve sanatın titiz liğinden çok . okuyucunun ilgisi göz önünde bulundurulmuıı roman ve hikayelerden meydana gelir. Bu tür roman ve hikayeler batıda "trival" ( basit) edebiyat ifadesi ile gruplan dırılmıştır ; ayrıca Almanca'da bu tür eserleri yazan veya y ayınl ayan ııahıs v• kuruluşlara "romanfabriken" ( roman fabrikası ) denilmiştir ( s ) . Popüler edebiyatın kastedildiği bir başka kavram "yığın edebiyatı"dır ; Nermi Uygur bu konuda şunları söyler : "Bambaşka bir kuruluşu var yığın edebiyatının . İlk göze çarpan şu : Baştan aşağı yazılı bir edebi y at bu . . . Sözlü yığın edebiyatı tasar lanamaz. Baskı tekniğine sıkı sıkıya bağlıdır bu ede biya t . Basıp yaymada kolaylık, çabukluk, ucuzlukla işbirliği yapar yığın edebiyatı." ( 7 ) Geniş halk kitlelerine hitap eden pc.püler sanatlar, müzik, edebiyat v e sinema alanları ile sınırlanabilirse , diyebiliriz ki ; müzikteki arabesk besteler; macera ağırlıklı ani harekete dayalı filmler ve sulu-sepken aşk filmleri ile e debiyattaki po püler eserler ortak bir nok t ada toplanabilir. Bu ortak nokta, eğlendiricilik vasfının her alanda çok önemli bir fonksiyonu taşım asıdır. Ara nesil sanatkarları içinde, tahkiyeli eserlerindeki özellikleri ve şiirlerinde hitap etti ği kitle bakımından popüler bir yazar olarak tanınan Mehmet Celal, 1867 tarihinde !stanbul'da doğdu. Babası Jandarma Dairesi reislerinden Ferik Hakkı Paşa'dır. ( � ) Mehmet Celal ilk eğitimini babasından aldı. Evde düzensiz bir şekilde devam eden matematik ve Farsça dersleri kendisi için pek faydalı olamadı . Sonraki eğitimi yine gelişigüzel bir şekilde devam etti. Yine programsız bir surette müzik dersleri aldı. Mehmet Celal, babasının memuriyeti yüzünden yurdun çeııitli yerlerinde bulun du . Eğitiminin düzenli bir şekilde devam etm emesinin sebeplerinden ' belki de en önemlisi bu seyahatler olmuştur. ( 9 ) !erine bakınız : Mehmet önaı, Mehmet Vecihi Bey'in Hikayelerinde Fiktlf Yapı, 1985, 1 5 7 s. ; Zeki Gürel, Abdullah Zühdü'nün Hayatı ve lliki.yelerl 'Oze rine Bir Araştırma, 1985, 215 s . ; Hüseyin Yeniçeri, Türk Tahkiye Geleneği İçinde ( T. Abdi'nin ) Sergüzeşt-i Kalyopi'nin Yeri, 1987, 255 s. ( 6 ) Yrd.
Doç.
Dr.
Yüksel Baypınar,
"Yığın Edebiyatı Kavramı üz erine " , Mllll
Kültür Dergisi, (Kültür ve Turizm Bakanlığı yay . ) , nu. 47, Aralık 1984, s.
83. nu.
( 7 ) Prof. Dr. Nermi Uygur, İnsan Açısından Edebiyat, İst. ünv. Edb. Fak. yay.,
47, Aralık 1984, s. 83. ( 8 ) İbnülemin M.K. İnal, Son Asır
Türk
ŞAirleri, Türk Tarih Encümeni Ktilliyatı : 16,
Orhaniye Matb. 1st. 1941, s. 212. ( 9 ) "Babası iımQmiyetle Anadolu ve Rt;meli'de pek çok dolaştığı için Celal , vata.
nın blnblr manzarasını görmüıı, Şam'm portakal, limon, turunç ağaÇları
422
ara-
M, ÖNAL
SAYI 303
YlL XXVI
Ali Canib'in Güneş Mecmuası'ndaki makalesinden öğrendiğimize göre , Mehmet Celal küçük yaşlaniidan itibaren Leyla ile Mecnun'u, Aşık Kerem'i, Aşık Garib, Şah İsmail, Aşık Ömer ve Dertli'yi, şair olan babasının teşvikleri ile okumuştur. Böylece şiirlerinde görülen halk şiiri etkilerinin çocuk denecek yaşlarda edindiği birikimle rinden kaynaklandığı söylenebilir. Kısaca söylemek gerekirse Mehmet Celal, düzensiz bir eğitim almış, kendi ken dini yetiştirmeye çalışmıştır. Onbeş yaşında iken babasının himmetleri ile "Tahrirat kalemi'ne girdi, bilahare mümeyyiz oldu". Bir müddet özel okullarda "kitabet"
( yazma ) ve "kavaid-i Tür
kiyye" ( Türkçe dilbilgisi ) okuttu. ( ı o ) Mehmet Celal'in evlilikleri hep ayrılıklarla neticelendi. Beş defa evlendi. Ha nımlannın ölmesi ; boşanma ve bohem hayatı sebebiyle düzenli bir aile hayatı yaşa. yamadı. İçkiye aşırı düşkünlüğü,
dengesiz bir psikolojiye sahip
olan
şahsiyetini
zaaflarla doldurdu. Mehmet Celal'in yaşadığı zamanda siyasi, kültürel ve sosyal hayatımıza bağlı olarak edebi hayatımız da bir geçiş dönı-mi geçirmektedir . Bu dönemin yazarları arasında bulunan Harputıu Hayri , Adanalı Ziya, Ali Rfthi, Vassaf, Nuri ŞeydA, Sa nklı Şeyh Vasfi, Andelib ve Faik Reşat gibi yazarlar Mehmet Celal'in edebi çevresini oluşturmaktadır ;
Celal, aynı zamanda, Muallim Nil.ci'nin sohbetlerine katılmış, bir
rhüddet kendisine şakirdlik etmiştir. ( ıı ) Mehmet Celal, Naci-Ekrem kavgasır.da Muallim Naci'nin tarafını tutarak eski edebiyat savunuculuğu yapmak istemiş, ancak pek etkili olamamış ve kayda değer bir cephe oluşturamamıştır; bununla birlikte Naci ve taraftarlarını samimi bir şe kilde ölümüne kadar desteklemiştir . ( 12 ) sında gurublarını, Amik Ovası'nın sükutunu, Beyrut'un denizlerini , Erzurum'un karlı dağlarını seyr etmiş . Anadolu'yu , Adana'yı, Edime'yi gezmiştir . Nihayet büyüdü, lstanbul'da yerleşti . ' ' Ali Canib, "Tali'siz Bir Ada Şairi : Mehmed Celal" , Güneş Mec., nu. 1 6 1 . Teş ,
rin-! Evvel. 1927, s. 2, 3. ( 10 ) lbnülemin M . K. İnal, a , g . e . , s . 212 .
(11 ) Ahmet Rasim , a.g.e,, s. 127. ( 1 2 ) Mehmet Celal'in , Tanzimat devrinin birinci dereceden sanatkarları ile pek fazla münasebeti olmadığı görülüyor ; bu konuda Fevziye Abdullah Tansel'den şun ları öğreniyoruz : Namık Kemal Ağustos 1867'de Mustafa Asım Bey'e yazdığı mektupta şöyle diyor : "Canım, siz bana Mehmed Celal imzası ile ufacık bir pusula göndermiş idiniz.
Kimden
olduğunu sordum ;
cevap vermediniz,
cevap
beklerim." ( Namık Kemal'in Mektuplan, s. 108 ) Kemal'in bir başka mektubu söz konusu iken Fevziye Abdullah 6U açıklayıcı bilgiyi veriyor : "Mustafa Asım Bey daha evvel Kemal'e yazdığı mektupla beraber
Mehmed Celal imzalı
bir
mektup da yollamıştı. Şairimiz bu şahsın kim olduğunu hatırlıyamamış , baba sından buna dair izahat istemişti . Mehmed Celal' e cevap yazmakta geciktiği
için, babası tarafından suçlandırılmı;ı olmalı ki, "Allah Allah, Mehmed Celal Efendi'ye işte mektup yazdım gönderdim . " diyor. ( a . g.e. , s. 114) Eldeki bilgi bu
(37)
423
SAYI 303
T Ü R K
K Ü L T Ü R Ü
Muallim Naci'yi tanıdıktan sonra Tercüman-ı
YIL XXV1
Hakikat'e
yazmaya ba§layan
Celal, bu gazeteden ba§ka Mürüvvet Gazetesi, Musavver Maarif, Musavver Şüküfe, Haftalık Malfimat , Rehber_i Saadet, Çanta ve Gül§en gibi dergilerde yazılarını ve §iirlerini yayınlamı§tır. Mehmet Celal az okuyan bir insandı. Bu yüzden eserlerinde bir birikim zaafı dalma hissedilir. Bu konuda Ali Canip, Hayat Mecmuası'nda yazdığı bir makalede §unları söyler : "Bugünün gençlerine, §imdi tamamiyle unutulan bir §airden bahsetmek istiyo. rum : Mehmed Celal. Muallim Naci'nin Tercüman-ı Hakikat'inde yetişen bu adem pek lirik bir §alrdl. Kendi bedbaht hayatını tahkiye eden "Küçük Gelin" ünvanlı bir romanı vardır ki ben Türkçe'de bu kadar nafiı; ve sari bir eser okumadığımı itiraf ederim. Mehmed Celal'in manzümeleri pek hazin , pek samimidir. İşretle serseriliğin uçurumları arasında yu. varlanıp mahvolduğu söylenen bu "mader-zad"
( anadan
doğma,
§alrl
doğuştan)
bence, daha yaşarken cehli öldürmüştür. Hiç ve hiç şüphe yok ki eğer "Zade-i Şair" sahibi, okuyan bir adem olsaydı bugün Türk edebiyatı o'nunla iftihar ederdi." (1. 3 ) Mehmet Celal, sağlığında "şair-i mader-zad"
{ anadan doğma
şair ) ,
"§alr.i
zt.irtical" {birdenbire, düşünmeden, hazırlıksız, içine doğduğu gibi §lir söyleyen §air) ünvanlan ile anıldı. Yaşadığı bohem hayatı, bu ünvanlara engelledi. Birkaç defa psikiyatrik tedavi gördü. "hezeyan-ı mürteiş"
layık eserler vermesini
En son Fransız
hastahanesinde,
( sarhoşluktan ileri gelen titremeli sayıklama hastalığı ) denilen
hastalığı sebebiyle, bir ay kaldı. 5
Safer
1330 ; 26 Ocak 1912 tarihl nde vefat etti {H ) . ,
* **
kadardır. { Fevziye Abdullah Tansel N amık Kemal'in Mektuplan, c . 1, T.T.K.
Basmv. , Ank. 1967 , s. 108, 114 ) .
Bu konuya bağlı olarak yine Fevziye Abdullah Tansel'den edindiğimiz bilgiye göre ( F.A. Tansel, Mualliın Naci ile RecAizli.de Ekrem Arasındaki Münakaşalar ve Bu Münakaşalann Sebeb Olduğu Edebi Hadiseler, Türkiyat Mec . , c. 1 0, 1951-1953,
s.
159-200;)
Muallim
Naci'nin talebelerinden
olan
Mehmet Celal,
pek fazla itibar görmemektedir. Naci talebeleri arasında Şeyh Vasfi'yi çok se ver. Vasfi, Ekrem-Naci münaka§asını Naci öldükten sonra da devam ettirml§, hocasının ölümünden sonra dağınık haldeki şiirlerini toplamı§, "Y&diglr-ı Nlcl" adıyla kitap halinde yayınlamıştır. İşte bu dostluğu Mehmed Celal şöyle hicveder Şeyh Vasfi gibi bir cahili takdir eyler Bu kadar ilm ü faziletle Muallim Naci Bir edibi bir edebsizle görünce hem-dem Bütün erbab-ı edeb olmalıdır davacı. ( 13 ) Ali Canib, "Edebiyat Meraklısı Bir Gence Mektub"
Hayat Mecmuası,
c. 1,
nu.
10, 3 . Şubat. 1927, s. 2 ( 1 82 ) 3 ( 1 83 ) . ( 14 ) İbnülemin M . K İnal, a.g . e., ·s. 212. •
.
424
(38)
SAYI 303
M. ÖNAL
· Mehmet Celal , şiirlerindeki fart-ı
y:ı;ı. xxvı
hassasiyeti,
samimiyeti ve santimantalist
( aşırı duygucu ) özellikleri ile dikkatleri çeker. Gözyaşı, bi-kes , ayrılık, ıztırap gibi kavramları, sevgili temasına bağlayarak bu hassasiyeti çevresinde işler. O'nun şiir lerin.de aşk, hasret, bahar, tabiat gibi temalar -tıpkı divan edebiyatında görüldüğü üzere- gül, bülbül, rakib, canan, meyhane, zülüf, figan, neV'-bahar v. b . gibi anahtar tabirler ile birlikte klasik mazmunların ifa.de ettiği
şekilde
yorumlanır. Hemen
hemen bütün eserlerinde deli , cünfın, divane , mecnün gibi kelimeler ayrı bir yer tutar. Şiirlerinin nazım birimi ekseriya beyit ve dörtlüklerden meydana gelir. Seyrek olarak da o zamana göre oldukça serbest sayılan nazım birimleri ( üçlük, beşlik gibi ) tercih edilmiştir. Nazım şekli olarak genellikle yeni mesnevi ve gazel kullanılmıştır . Mehmet Celal'in halk tarzından etkilenerek söylediği şiirleri ise tabii olarak dörtlük lerledir ve konuşma diline oldukça yakındır. Mehmet Celal, ağlamaklı bir i,islüp ile hitabet arasında kalan bir söyleyişe sa hiptir. Celal, çabuk ve samimi, oldukça kolay §iir söylemesi ve edebi birikiminin
az
olması sebebiyle, şiirlerindeki estetik yapıyı yeterince değerlendirememiştir. Mehmet Celal, kafiye ve redif seçerken de pek titiz davranamaz ; yarım, tam ve zengin kafiyeleri kullanır . Daha evvel çok duyulan ve hemen bütün divan şair lerinde görülen 'bana' , 'sana' , 'olsun' gibi rediflerin yanında 'dağlara' , 'öyle değil', 'kalmadı' rediflerini de kullanır. Aruzun
en
çok f8.ilatün fil.ilatün failatün f8.ilün ve
mef'ulü metailü mefailü fefılün kalıplarıyla §iir yazar. Mehmet Celal'e göre şiirin söylenme zamanı
çok önemlidir. Bu noktada şair
ilhama inanır. Tabiat, şaire bu ilhamı verir veya bir Rafael tablosu şaire romantik bir vasatı yaşatabilir. Adada Söylediklerim adlı kitabında şair şöyle diyor : "Şiir ne zaman söylenir ? Bahar hakkında olan bir §iir bahar vakti söylenirse mi iyi olur, kış zamanı söylenirse mi letafetli düşer ? Şüphe yok ki, bir bahariyye , kış zamanı söylense bile bahar vakti söylenilen kadar tabii
olamaz.
Vakıa ııair,
kışda bir bahar, baharda bir kış tasavvur edebilir. Ancak kainat bembeyaz kar içinde görünürken kardan içinde kaldığı bir zamanda gUlden , cihan nev-bahar bahsetmek hiçbir vecihle tabit değildir." (1�) Mehmet Celal, şiiir olan insanlar hakkında farklı kabullere sahiptir. Zamanın da edebi çevrelerde latifeye sebep olan ve Celal'in şair hakkındaki düşüncelerini ihtiva eden "Şair · Tasviri" Mürüvvet
gazetesinde
yayınlanmıştır .
Bu hususta Mehmet
Kaplan şu tesbitlerde bulunur : "Bu neslin hassasiyet tarzına nümüne olmak üzere Mehmet Celal'in şair tasvi
rini ele alıyoruz ki, bu tasvir Namık Kemal ve Hamit'in şair tasavvurlarından bir hayli ayrıdır. ( . . . ) Mehmet Celal şairi daha başka bir hüviyette anlatır : "Mahzun çehresi solmuş ,nur-ı zeka neşreden gözlerine sirişk.i teessür dolmuş, arasıra içini çeker, hazin hazin dolaşır, ekseriya zulmette, fırtınalı gecelerde bir mezarın . mermerine dayanmış , elini başına koymuş, gah bir necme bakar, gah bir yaprak sadası duyar, ağlar bir insan. Tabiat tarafından bedbahtlığa mahkfım olarak
( 15 ) Mehmet Celal,
(39)
Adada
Söylediklerim, Şirket.! Mürettibe Matb . , !st., 1303, s.
4, 5.
425
SA YI 303
T Ü R K
K Ü L T Ü R Ü
YIL XXVI
dünyaya &"elmiş, handesi iğbirar-ı girye içinde, giryesi tebessüm-i mükedderane arasında meşhun bir talihsiz ; baş dönmesine, helecan-ı kalbe, mütemadiyen ağla mağa, bazan düşünürken ansızın titremeğe mübtelil olmuş bir mahUik-ı garip ; göz yaşlannın iri damlalarını bir taş üstüne serperek meçhul bir hisse tebaiyyet ettiğini Iisiln-ı hali ile gösteren bir adam gördünüz mü ? İşte o şairdir . ' ( Mürüvvet Gaz., 1888, sayı : 106) " . B u şair artık kahraman v e mütefekkir olmaktan vazgeçmiş, sırf his , sırf haya.I kesilmek isteyen bir r1ihtur. Aynı hassaiyetin tezahürü olarak bu neslin nesir ve şiiri, veremliler, hasta çocuklar, fakirler, aşk ıstırabı ile inleyenler, zaruret altında ezilmiş insanlarla doludur." (ı� ) Mustafa Nihat Özön ise, bu latifeyi biraz daha ileri götüren gazetecilere ve "Celal usulü edebiyat reçetesi" ifadesine temas etmek üzere şunlan yazıyor : "Külliyetli miktarda esatir periBi, bir hayli çiçek ve kelebek, beŞ-on tane şafak bulutu , bir iki adet mehtap ve tulU-i afitap, bir çok sarı saç ve mavi göz alınıp seher vakti hepsi bir yerde kelimat-i aşk ve muhabbet ile bol bol kanştırıldıktan sonra Büyükada'nın çamları altına serpilir ve icam-ı takdirinde biraz akar su, bir miktar çimen ve bülbül ilave edilirse, Mehmet Celal usUiünce edebiyat yapılabileceği hak kında bir reçete tanzim edilmişti. Çok hayaıt görülen bu şair mizaçlı hikayecinin sanat ufku bu derece dardı." (17) Mehmet Celal , ara nesle mensup bazı §8.irlerle birlikte, Servet-i Fün1in dönemi şairlerinden Fikret başta olmak üzere birçok sanatkan etkilemiştir. "Tevfik Fikret ( . .. ) yetiştiği yıllarda birer şöhret olan Nabizii.de Nazım ve Mehmed CelU gibi şairlerden de bazı sesler almıştır. Bu son isimler, denilebilir ki , bütün mütevıı.zt şairliklerine rağmen Şark ve Garb'ı birleştiren, ses· bakımından ise daha çok Şarklı kalan bazı manzumeleriyle Tevfik Fikret'in adeta müjdecisi olmuşlardır." (1ıı ) Bu cümleden olmak üzere, Yahya Kemal, onbeş yaşında iken okuduğu eserler arasında Mehmet Celal'in şiir mecmuasından bahseder : " . . . RQhi'nin Terkib-i Bendi'ni, gazellerini öğrendim, Ziya Pa§a'nın Terktb-i Bendi ve Terci-i Bendi ile "Eş'ar-ı Ziya" diye ilk ve kötü basılmış divanı, Abdülhak Hamid'in "Makber" i, Mehmed Celal'in hatırlayamadığım bir şiir mecmuası ( .. . ) onbeş yaşındaki şiir kainatımın çerçevesini teşkil ediyordu.' ' (Ht ) Görüldüğü üzere Mehmet Celal'in eserleri, Tevfik Fikret ve Yahya Kemal gibl büyük §filrleıin §ahsiyetlerinde -belli bir süre için olsa bile- oldukça farklı te sirler uyandırmıııtır. Sonuç olarak diyebiliriz ki ; Mehmet Celal, Tanzimat ile Servet-i Fün1in ede biyatı arasında bir geçiş vazifesi gören popüler özellikli ara nesil kadrosundaki ( 16 ) Prof. Dr. Mehmet Kaplan, Tevfik Fikret ve Şiiri, Türkiye yay . , tst. 1946, s. 10, 11. ( 17 ) Mustafa Nihat Özön, Son Asır Türk Edebiyatı Tarlhl, y . y.y., 1941, s . 222, 223. ( 1 8 ) Nihad Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarlbl, fas. 13, Devlet Kit. MiIIJ ,
Eğitim Basmv., tst. 1978, s. 1019, 1020. ( 19 ) Yahya Kemal, Çocukluğum, Gençliğim, Siyi.81 ve Edebi Fetih Cemiyeti yay., 2. bs., tst . 1976, s. 98.
426
Hatıralanm, ht,
_(40)
M, ÖNAL
SATI 303
YIL XXV1
aA.irlerden biridir. Eserlerinde santimantalizmin etkileri kuvvetle hissedilir. Tanzl.. mat edebiyatındaki edebi özelliklerin büyük bir kısmını eserlerinde devam ettiren Mehmet Celal, Servet-i Fünfuı'da karşımıza çıkan fart.ı hassasiyetin ve karamsar lığın ilk önemli temsilcilerinden biri sayılır.
E S E R L E R İ A
-
:S
-
C
-
Şllr Kltaplan
Adada Söylediklerim 1886, Gazellerim 1894 , ZAde.i Şair 189�, Asar-ı Celal 1896, SürQd 1896.
ffikAye ve Romanları : Cemile 1886, Venüs 1886, Dehşet Yahut Üç Mezar 1887, Orova 1887, Bir Kadının Hayatı 1890, 1896, 1910, Vicdan .Aı;ap ları 1890, Elvah.ı Sevda 1890, Margerit 1890, Küçük Gelin 1892 , ElvA.h-ı Masftmane 1893 , Mükafat 1894, Müzeyyen 1898, Solgun Yadigarlar 1899, İskambil 1899, Sefitser 1899, Samimiyet 1899, Piyango 1900, Ninni 1900, Aak-ı Masftmane 1900, İsmete Taarruz 1900, Leman 1910, Nedamet 1910, İsyan 1910, Kuşdilinde 1910. Diler E8Cl'lerl : Osmanlı Edebiyatı Numfuıeleri 1895, TerAclm-i Ahvll-i Selatin 1896, Sevda Lügati 1914, Rene (Cheteaubriand'dan tercüme ) 1893, Ştr.i Gaza 1895. G a z
e
1
Rind-i mihnet.perverim meyhAneler ağlar bana ! Eşk.i gül.gfuıum görüb peymaneler ağlar bana ! Aşina.dan çekdiğim cevr ü cefayı söylesem, Dostlar ! İmanı yok bigAneler ağlar bana. Suz.i dağ-ı sineden yandım kül oldum ey Celal ! Bir ilahi Aşıkım, pervaneler ağlar bana ! K al m a dı
Ştşeler devrildi feyz.1 neşve.1 Cem kalmadı ! Ağlayın ey gözlerim güllerde şebnem kalmadı ! Şine çakem, dil-i pertş8.ı1em, garibem, aşıkım ! Vadi-i sevda.da benden başka Hürrem kalmadı ! Mah-ı ruyundan nikA.b-ı zülfünü kaldırdı yar Afitabın çehresinde ebr-i matem kalmadı ! Bir ilah! aşıkım pervAne.i aşkım Cela.I ! SftZ-ı dlğ-ı sineden btm-i cehennem kalmadı_
(41)
Aras Boyu Şairlerimiz :
AŞm ALllAS ( * )
Nizamettin ONK
Revan Türk Hanlığı (1747-1827 ) çağında olgun deyişlerini veren Al has Ağa (Aşık Alhas ) edebiyatımızın seçkin şahsiyetidir. Halkımız onu çok iyi tanır. tlever, sayar. Söz sohbet anında, aşık meclislerinde deyiş lerine yer vermeden geçmezler.
1800 yıllarında dünyaya geldiği şiirlerinden anlaşılmaktadır. O gün lerde Osmanlı Devleti'nin bir ili olan Ahıska'nın BORÇA kasabası, KE PENEKÇİ (Balus ) köyündendir. Mali durumu iyi, hatırlı, konuksever bir kişi olarak hayat sürmüştür. Osmanlılann (1578-1590 ) İran seferinde "Çıldır Meydan Savaşı'' ( 9. 8 . 1978 ) nı kazanması ile elde edildi bu bölgeler. "Ata.bekler Yurdu" Çıldır Eyaletimizin merkezi Ahıska idi. XIX . asır başlarında 50 000 nü fuslu Ahıska ve çevresi tamamen müslüman Türklerle meskundu ( * * ) . Alhas Ağa'nın ateşli gençlik yılları Revan'da geçer . . . Hanlık yöne timinde halkın refahı, bu toprakların güzelliği iyice etkiler şairimizi. . . Gerçekten eşsizdir Sürmeli (Iğdır ovası ) ve Sahat (Revan ovası ) Çukur lan . Elegez ve A GRI Dağlan arasında uzanırken karlı tepelerden akse den güneş ışınlarının çarptığı yeşillikler gibi insan kalbinin de çarpma ması imkansızdır. Ovanın ortasından yılan kıvrımı çizerek ilerleyen ARAS ırmağı toprak kadar içli duyguların kaynağıdır. Milli sınırlarımız ..
·
dışında (4.9.1746 ) kalan Revan Kalesi de Azerbaycan Hanlıkları yanın da kendini yönetmenin sarhoşluğundadır. Burada yaşayan Türk ahali binbir· emek harcayarak onu daha da gösterişli kılmıştır. Bağlar, bahçeler, kenarları çeşitli ağaçlarla süslü bulvarlar şehrin mimari örneği yapı larını süslemektedir. ('* ) N. Onk ; "Türk Kültürü", Aşık Alhas,
s. 124/ ( 2/1973 ) Revan'lı denilmiş ise de düzeltiriz. ( *'* ) Osmanlı Devleti 28.8.1828 de Ahıska'yı Ruslara terkettl. II. Dünya Sa.vajmdan sonra bu yörenin Türk halkı yurtıanndan alınarak uzaklara sürgün edildiler.
428
(42)
N. ONK
SA YI 303
YIL
XXVI
Biricik ELEGEZ YAYLASI, Göğçe Göl'den Revan'ı bölerek iler leyen ZENG!-SU'yu, HAN Bahçeleri, hilkatin özenerek yarattığı tabi at, şairin her şiirinde dalga dalga renklenir. Göz kamaştırır Revan . . . Ona meftun Şair : Yığıhn
ahbaplar, yaren, yoldaşlar Hele görün İravan'da neler var ? Pambuğu, buğdası, dingi, düyüsü Bir de gö rüm bu meydanda neler var ? Develer çekilir, ziller çalınır, Hem verilir, hem salınır, alınır, Keçisi kırkılır, koyun yolunur Bilmirem ki, bu meydanda neler var ? Aşık Alhas sen de gel travan'a Gör bu gözelleri kal yana yana, Bunlar kimi heç gelmedi cihana, Huri kimi bu gılmanda neler var !
Cinas san'atını ustalıkla işleyen ozan, · Hanlık merkezi Revan'ı in ceden inceye tasvir ederek hislerini açıklamaktadır. "Medh-i Revan "l a şiir dünyamız on mısralık "cığalı tecnis"i kazanmıştır. Şöyle ki ; - Medh-i Revan
-
Gönül, verseler yad elde Han olma, TAk kal da, yoksul ol, dilen Revan'da Azizinem Revwı'da, Kt:>nül alan Revan'da, Tabip olan Revan'da, Memnun galan Revan'da, Han oturmuş hükmeder Zevke dalan Revan'da, Dolansan cihanı tastik edersin, Görürsen ki, gadri bilen Revan'da . . . Cennette var mıdır Han Bağç alan , ölmüşe vermede can bağçalan, Azizinem bağçalan,
Gül, gülşen bağçalan, Gökçektir ağç alan
(43)
429
SAYI 303
T Ü R K
K Ü L T Ü R Ü
YII.i XXVI
Hakk deyer sağ çalan Bülbül tek öter kızlar Nar dolu bağçaları Bağ bozanda seyret sen bağçaları Yeme, içme, birce dolan Revan'da . . . l'llohsam yoh, her bir gereği sazdır, Özge yerin gözelleri mecazdır, Azizinem mecazdır, Hakik değil mecazdır, Kışı yok küllf yazdır, Yaylağı Elegez'dir, Zengi-Su'yun gırağı Yaşılbaş ördek, kazdır Damşdığım kulak ver ki, ne sözdür ALHAS'ı gavgaya salan Revan'da . . . Revan'da ; bir de göz ağrısı, gönül tutkusu olduğuna göre tam gençlik çağında buraya geldiğini ortaya koymaktadır. Hanlık yön etiminin adil tutumunu, ırk, din farkı gözetilmediğini şiirlerinde işlerken tarihe ışık tutmaktadır.
Seksen yıl sürecek Revan Türk Hanlığı'mn son on yıllarına rast layan devrin ınlatışı ilgi çekicidir. Ekonomik, kültürel, sosyal alanda parlak yaşayış mısralarda dolup taşmaktadır :
ha.van'ın ihtişamın görm.ü şem , kız, gelin bir heng eylerler. Mehterin, zurnanın, davulun sesi Bahtiyar bağçada dövran eylerler. Yığılıp
Safiye tutmuş el- ele, Keşiş kızı Aslı men gurban dile , Bi mürvet eliıni verme yad ele Belke ortalıkta bir kan eylerler. Meryem'le,
ALHAS yorulupsan bu tarif azdır, Göllerde ötüşen kubadır, kazdır, tmvan bağları bahardır, yazdır Gelip bahteverler seyran : ylerler.
(44)
N. ONK
SAYI 303
YIL XXVI
Şair Revan yöresindeki soydaşlarının güzel günlerini, mutlu ve debdebeli hayatını belirtirken çevresini dP- ihmal etmez. Güzeldere San cağı'ndan geçerken rastladığı güzellere : irvan'a düştü yolum, Güzeldere gözelleri. . '3ize ayandır bu halim Gi.izeldere gözelleri. Elegez'den güller derin, Allah'dan ağ günler görün, Bir deste gül bize verin Gi.izeldere gözelleri. Matlubunuz var mı mana, Dolanıram yana yana, Biçare AJhas divana Güzeldere gözelleri . .. .. ..
Ahıska (Borça) yöresindeki serin yaylalar, billiır pınarlar ilham kaynağıdır ozanın . . . Dağların sisi, yamaçları yeşillikler arasında ::.üs leyen çiçeklerin kokusu, koyun kuzunun yayılması, içtenliği, m1:1radıdır. Bir "divani"sinde : Bir yaylağa güzar etsen, dağlarında çen gerek, Gah tutul a, gah açıla, gün çıka, herden gerek, Arhı.:ı.cında mal meleşe, tımırcıkda, boranda Her deye de toy-temaşa, kef-damağı şen gerek. örüşüne çöysüyende, koyun, kuzu dağların, Karııhaçdı, Akçalı'dı kalbi, gözü dağların, Yay ötüşdü, payız geldi, döndü ylizii dağların Kar, boranın zemheriden, dolanasın gen gerek . Bir adamla dost olanda,aslın - zatın bilmeli, Gal diyende kulun ola, Öl diyende ölmeli, Dar �ünde dayalı durup, şad gününde gülmeli Marifette ten ,gerekti, ten olmasa gen gerek.
(45)
.fıal
SAYI 303
T Ü R K
K Ü L T Ü R Ü
YIL XXVl
Az <>fanda yatacağı , dar olanda yapısı, Konag g8lse gen açıla, yüreklerin yapısı ,
Bu
h; kmetten bahaberdir, mahlukatın hepisi
Deveçiyle dost olanın, dervazası gen gerek. Adam var
ki ; doğru
yolu, eğri görür, yan gedir,
Doğru yoldan azanların, cümlesi kurban gedir, ALHAS AGA, bu dünyada ceset kalır, can gedir Gezmek için gurbet ener, ölmeğe veten gerek. Şair tabiat güzellikleri karşısında, insan tiplerini, davranış tumlarını söz konusu
eder.
ve tu doğruluk olmadıkça ne "Oloydu/olaydı ! " Dilek-koşmasında şöyle
"Kainabn, varlıkların
değe ri olabilir ?" diye yakınır.
seslenir : K8.ş
ki, dağılaydı Nuh'un gemisi , oloydu.
Deryalar dibinde talan
Garg oloydu mahlukatın hepisi Bu dağlar, dereler alan oloydu. Ga lmıydı dünyada bir nefes çeken, Olmuydu Allahın zehlesin töken, 3elmiyeydi dünyanın gahnnı çeken Yaranıp yaşamak yalan ol oydu
.
Tezeden geleydi Nuh alayhsselam , Tezeden seçeydi mahlukat
t am am ,
Gurup düzeldeydi teze bir eyyam İnsanın gaydma galan
oloydu.
Seçip götüröydü bir hayli insan, İnsana mehriban, faydalı hayyan, Ne tilki , canavar ne ilan-çıyan Ne yırtan, dağıtan, çalan oloydu ! Dünya temizlene fitneden,
felden,
Mihnet uzaklaşa obadan, elden Beşer
kurtulanda
alovfdan, selden
ALHAS'ın yadına salan oloydu .
Güzel deyim
ve
özdeyişi muhtevi mısralar çağımıza. en güzel ar deyişl erinden . . Bir tecnisinde :
mağandır Alhas Ağa'nın
.
SAYI 303
N. ONK
YIL xxvı
Dar günü dalımda, arhada yandı, ( * ) Bahtımın ulduzu arha dayandı, ( * * ) Hayalim Kür geçti, arha dayandı ( * * * ) Üstünden yelkenli gemi de geldi. ( 1 ) Körpelikten meyil verdim guruda, ( * ) Oda birden arıhlada, guruda, ( * * ) Eltbil ki ; it az idi guruda ( * * * ) .3iri de yollandı gemide geldi. (2) Herden düşman olur köhlan ayağı, ( * ) Herden de ALHAS'dı köhlene yağı, (* * ) Değdi kapımıza köhlen ayağı ( * * * ) Ağzında dehnesi, gemi d e geldi . (3) Alhas Ağa ; bir feraylıda dünyanın renkli görünümünün daima in sanı aldattığını belirtir : Yıkılası fani dünya Sevdası seri yandırır. Hiç bir günüm hoş etmedi Derdinnen gami yandırır. 7.�rıncıyam men zarınan, Diyebilmem el arınan, Dumanım çıhar serimnen Arş-alaya dayandırır. t>ünhana yardımcı Hüda, Kudretden dersim ohuda, Alhas'ı şirin yıuhuda Zalim sevda uyandırır.
Cinaslı bayatıları da hafızalarda yaşamaktadır. Bir kaç örnek relim :
( 1 ) Gemi, vapur. *Yardımcı oldu. **Geride kaldı. * *�'Arlı: (su yolu) oldu, ( 2 ) Geminin içinde . ':'Yağsız p eynir . . '*'* Sıskalaştı. * * *Kttraklıkta. ( 3 ) Atın gemi, *Hızlı. * *Ata düşman, * * *At ayağı.
(47)
ve
T Ü R K
S.A YI 303
K Ü L T Ü R Ü
YIL XXVI
Kunıdqı Yemeğe, kurud-aşı ( * ) Feleğin könlü olsa Göyerder kuru daşı ( * * ) Ay Alhas Hoş gelipsen ay Alhas
Er başı arşa deyer Evde olsa ayal has. �-:Iacalı
Hac köyneğin hacalı ("' "'* ) Babam Hacı Emiraslan Ulu dedem Hac' Alı ( * * * * ) Alhas Ağa, Gümrü-Tiflis yolu üzerinde ki, köyü, Kepenekçi'de ha
yata veda etmi�tir. Ölümü ; (H. 1319) 1902 olarak mezar taşına yazı lıdır ( ' ) . Azerbaycan'da yaptığımız araştırmalarla şairimiz hayli bilgi edindik. Tesbit ettiğimiz soy kütüğü şöyledir :
1. Hacı Alı - 2. Musa - 3. A b dull ah - 4. 5. Hacı Emira..ılan - 6. Alhas Ağa (Aşık Alhas ) -
hakkında
bir
Muhammed -
Alhas Ağ'l'nın ; Man sur , Muhammed, Musa ve Abdullah ağa adlı dört oğlu ile hir kızı olmuştur. Bunlardan Abdullah Ağa'mn oğlu Ab bas Abdulla ( 1940 - ) seçkin bir şairdir. Matbuatımızın iyi tanıdığı Ab bas Abdulla, Baku'-de "Ulduz" edebi dergisinin başyazarıdır.
(• ) Bir nevi
çorba.
( •• ) Taşı ( yeşertir kuru taşı. ) ( * * "' )
Hacalıfhaçalı : lki parça.
(*"' * * ) Hacı Ali. (1)
Şa1r1n çok sevdi ği , erdemli eşi "Münevver Hanım, Kendisinden üç yıl önce ( H. 1316) 1899'da ölmil§tür. Buna çok üzülerek : "Seni seven glSçtü; sen de göçmelisin Ay Alhas Ağa ! " diyerek gözlertni yummuştur.
(48)
SAYI 303
N. ONK
YIL XXVI
.\.ÇIKLA.MALAR : Alov
Alev.
,A.rha.g
::i aylada ; kayın ve sığırın yattığı yer.
Ağça
Anh b�'ı.aber çen
çöysümek dayah
dingi
düyü galm1ydı gen
Cılı:z. Haberi olan. Sis. Yayılmak. Uüç, kuvvet. Sı ğı n a c ak yer. l;eitiği kabuğ unda n ayırıp pirinç
pirinç.
yapan
alet.
Kalmıyaydı. ı. Kenardan.
2. geniş,
HAN
·ı-ı akan. Reis. Başkan.
heng
Kuvvetle çalışmak.
herden
11au.n.
tRAVAN kaş
Olmasını arzu etmek.
Kür
Irmak adı.
kuba Mecaz olmuydu örüş pambağ
kuğu .
( Revan ) : Erivan.
Taklit,
doğru
olmayan.
o.ın ayaydı. Belli sınır İ!iİndeki hak.
pamuk.
payız
c;onbahar .
tımırcık
S1ıl11 kar tanesi.
yay Yığılın
yaz. Toplanın bir araya.
Karahaç, Akçalı
Kepenekçi'lerin
yayl al arım n
adlarıdır. Gümrü'ye yakındır.
Deyimler :
1.
Deveçiyle dost olanın dervazası
gen gerek
: Kendin
yüksekle
dost olursan, tahammüllü olmalısın. Kef - damağ' : Zevk, eğlenme, filem.
2. 3. Zehlesin töken : Nefret ettiren.
(4:9)
435
T
ÜR K Ç Ü
D E R G. i L E R VI
Dr.
T Ü R K YU R DU vı. Seri
(1961 - 1970)
·
Fetbl TEVEToGLU
Yurttaki genel siyasi bunalımın her kesimde sar sıntı yaratmış olması şüphesiz, Türkocağı faa.Ii
yetlerini de, Türk Yurdu'nun
çıkmasını da ak•
satmıştır. Nisan 1961'de çıkan 1. ( 295. ) sayıda, Dr. Hasan Ferid Cansever'in
(Türkocağı'nın Doğuşundaki Sebep ve Saikler) (ss. 13-14) , Dr. Kemal Çağdaş'ın (Eğitimci Tagore) ( ss. 23-29 ) ve Prof. Şükrü Elçin'in (Ata Terzibaşı, Hayatı ve Eserleri) ( ss. 42-'4 4) gibi değerli araştırmalar yer
almaktadır. Mayıs 1961' de çıkan 2. (296. ) sayıda M. Zeki Sofuoğlu'nun (Üstad Peyami Safa) ( s . 14) ve Dr. Hikmet Tanyu'nun (Türk Milliyetçili ğine Başlarken) ( ss. 17-18 ) yazıları bulunmaktadır. Yayımını güçlükle sürdüren Türk Yurdu'nun Haziran - Temmuz 1961 'de bir arada çıkan 3. 4. ( 297. - 298. ) sayılarının başyazısı, Türkocakları Genel Sekreteri Avukat Osman Rasim Eyüboğlu'nun : (Türkocağı'nı Kapatmak, Türk'ün Ocağını Kapatmak Kadar Bir Suç Sayılır) feryadını duyuruyor. Bu sayıda ayrıca Süleyman Hayri Bolay'ın : (Türkiye'de Materyalizm ve Spiritüalizm) (ss. 7- 10) ; Dr. Tevetoğlu'nun : (Köy isimleri Türkçe Olacak) ( s. 11) ve H.T. (Hikmet Tanyu ) 'nun : (Mühim Bir San'at Haberi) ( ss. 54-55) gibi yazı lar da yer almış bulunuyor. -
Daha sonra yayımına bir yıl ara veren Türk Yurdu'nun 50. Yıl, Üçün cü Cild, 5. ( 299 . ) sayı s ı ancak 196:?. Ağustos'unda çıkabilmiştir. Bu sayı nın başyaz�sında, Ahmet Tahtakılıç 'ın Milli Eğitim Bakanlığı sırasında, Türkocağı'nın 1926 yılında kendi parasıyla yaptırdığı Umumi Merkez Binası'nın intifa' (faydalanma) hakkının kaldırılışı ve daha sonra Hilmi incesulu'nun yeniden intifa' hakkı tesisi için Hükumete başvurması hi k aye si yakınılarak anlatılıyor. Bu sayıda Abdullah Toplu'nun : (Türkocağı da yer almaktadır.
436
ve islim Alemi)
yazısı
(50)
SAYI 303
F. TEVETOGLU
YIL XXVI
Yeniden karanlık bir döneme giren Türk Yurdu, ancak 1963 Tem muz'unda Hamdullah Subhi Tannöver'in sahih ve Dr. Fethi Erden'in Umumi Neşriyat Müdürlüğü'nde tekrar çıkmayı başarmıştır. 51. Yılın bu ilk sayısında, Sayı : 6 (3 00) , Dr. Fethi Erden : (Türkocak lan Merkez Bin8.sı'nm Ti.rihi Durumu ve Türkocağı'nm Bugüne Kadar Geçirdiği Safhalar). konusunu anlatmaktadır. (ss. 5-8 ) . Bu sayıda çıkan
çok önemli bir yazı, Ali Uygur'un Köy Enstitüleri ile ilgili şu incelemesidir : (Anma Töreni'ne Karşılık, Tel'in Töreni mi İsteniyor) (ss. 41-49 ) . Düzenli çıkışını kaybeden Türk Yurdu, Temmuz'dan sonra ancak Aralık 1 963 'de 7. (301 . ) sayısını yayınlayabilmiştir. Burada da Dr. Fethi Erden : (Türkocakları Nasıl Kuruldu, İngilizler Tarafından Nasıl Kapatıl dı, Geçirdiği Buhranlar ve Ocakla tıgili Hatıralar) 'ını uzun uzun anlatıyor ve Türkocaklan'nın Halk Fırkası (C.H.P. ) 'na mal edilen üçyüz kadar bi nasının ve toplam değerinin tam bir listesini veriyor ( ss. 48 -65) . Ancak 1964 Temmuz'unda 8 .-9 . - 1 0 . ( 302.-303. -304 . ) sayılarını 138 sa hife olarak Mevlana özel Sayısı diye çıkaran Türk Yurdu, 11.-12. (305. 306. ) sayısını Kasım 1964'de yayımlayabilmiştir. Bu sayıda Kemal Lokman : (Sadri M'.aksudi Arsal'ın Sorbon 'üniver sitesi'ndeki Son Dersi) (ss. 10-1 1 ) ve Dr. Fethi Erden'in : (Halide Edib Hanıın'm Bilinmeyen veyi. Az Bilinen Tarafları ve Türkocağı ile Alakalı Hi.tıralan) ( ss. 17-30 ) ve Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti eski Hariciye Nazın ünlü mücahid ve mefkfıre adamı Haydar B amm at'ın (Visage de
L'tslam) adlı eserinden rahmetli Ocaklı Bahadır Dülger'in Türkçeye çe
virdiği (ls18.miyetin Mi.nevi ve Kü1türel Değerleri) adlı kita:bıyla ilgili (Kaynaklara Dönüş) yazısı da yer almış bulunmaktadır (ss. 31-33) . Türk Yurdu, Ocak 1965'de Hamdullah Subhi Tannöver'in Sahihliğin de ve Dr. Fethi Erden'in Umumi Neşriyat Müdürlüğü'nde 54. Yayın Yılı'na girmiş ve Dördüncü Cild'in 1 . (307. ) Sayı'sını 48 sahife olarak çı karmayı başarmıştır.
Bundan sonra dergi, Ocak - Şubat 1968'e kadar üç yılı aşkın bir süre yayınını düzenle sürdürmüştür. Hamdullah Subhi Tanrıöver : (Türkocakları'nın Ti.ıihi, Neler tsti orduk ve ili.la Neler İstiyoruz) başlıklı yazısı ile sesini duyurabilmiştir y (Şubat 1965, Sayı : 2 (308 ) , ( ss. 1-2). 48 sahife olarak çıkan Türk Yurdu, Ocak 1966 ' da 55. Yayın Yılı'na erişmiş ve bu Beşinci Cild'in 1. ( 319. ) Sayı'sını 200 sahifelik Yunus Emre (özel Sayı ) ' sı yapmıştır.
(51)
437
SJ. YI 303
T Ü R K
K Ü L T Ü R Ü
YIL xxvı
Türkocağı ve Türk Yurdu'nda büyük hizmetleri geçen Genel sekreter Dr. Fethi Erden'in 23 Şubat 1966'da vefatı üzerine derginin Umumi Neş riyat Müdürlüğü'nü 3. ( 321 . ) Mart 1966 sayısında Hasan Aksay üstlen miş ; 4. ( 322. ) s ayıdan sonra ise bu vazifeyi Muzaffer trdem görmüştür. Haziran 1966'da çıkan 6. ( 324 . ) sayıda Türkocakları Umfuni Reisi Hamdullah Sumhi Tanrıöver'in 11 Haziran 1966' da vefatı kara haberi yer almıştır. Bundan sonra derginin Sahih ve B aşyazar'lığını Prof. Fın dıkoğlu Ziyaeddin Fahri üstlenmiş ve Umfımi Neşriyat Müdürlüğü'nü yine Muzaffer İrdem sürdürmüştüı·. Genellikle 32 sahife olarak zengin yazılarla çıkan Türk Yurdu, 1967 Şubat s ayısını (56. Yıl, Altıncı Cild, Sayı : 2 ( 332) 100 sahife halinde Hamdullah Subhi Tanrıöver'in aziz ha tırasına ayırmıştır. Bu özel sayıda 40'dan çok ünlü Türkocaklı'nın Tanrı över hakkındaki değerli yazı, hatıra ve şiirleri yer almıştır. Nisan 1967'de çıkan 4. ( 334. ) sayıda Ali Fuad Başgil'in 17 Nisan 1967 Pazartesi günü ebedi aleme göçüp 18.4.1967 Salı günü toprağa veril diğini ; yine aynı sayıda Türkocağı'nın değerli evladlarından ünlü tarihçi ve Sivas Kongresi Sekreteri İsmail Hami Danişmend'in 12 Nisan 1967 Çarşamba gecesi saat 23.lO'da tedavi edildiği Şişli Çocuk Hastahanesi'nde vefat ettiği ve 15 Nisan Cumartesi defnedildiğini haber vermektedir. Bu sayıda yer almış bir ilginç yazı, Aydın Oy'un (Namık Kemil'in Kişili ği) başlıklı incelemesi dir. Her ay düzenle çıkan Türk Yurdu'nun Ağustos 1967 tarihli 8. ( 338 . ) sayısında Dr. Hasan Ferid Cansever'in 295. sayı daki Türkocağı hakkındaki yazısı devam etmektedir ( ss. 15- 19 ) .
Türk Yurdu'nun Ekim l967'deki 10. ( 40. ) sayısı. 8 Eylfil 1942'de vefat etmiş Türkocağı'nın Büyük Evladlarından Dr. Rız8. Nur'un 25. ölüm Yılı'na ayrılmıştır. Kapağınd&. Dr. Rıza Nur'un bir resmi de bulu nan bu sayıda Nejdet Sanç ar 'ın : (Dr. Rıza Nur Hakkında ) ve Hakkı Şinasi Çoruh'un (öncüler) başlıklı yazıları yer almaktadır. Kasım 1967 tarihli 11. ( 3'41. ) sayıda, Dr. Hasan Ferid Cansever 'in : (Türkocağı'nın Doğuşundaki Sebep ve Saikler) yazısı tamamlanmaktadır ( ss. 23-29 ) .
Türk Yurdu'nun Aralık 1967'de çıkan 12. (342. ) sayısında Sahibi : Prof. Dr. Osman Turan ve Umumi Neşriyat Müdürü : Galip Erdem'dir. Oeak-Şubat 1968'de çıkan 58. Yıl, Yedinci Cild, 1.-2. (343.-344. ) sayı larda derginin Sihibi : Prof. Osman Turan, Müşavir : Erdoğan Cemil Okçu, Sorumlu Yazı-işleri Müdürü : Mehmed Galip Erdem ,Teknik Sek reter : Mehmed Nedim B ud ak ' dır. 64 sahife olan çıkan bu sayıda Tahsin 438
(52)
S ·\ YI 303
F. TEVETOOLU
YIL XXVI
Demiray'ın : (Sultan Abdiilhamid Devrinde Akabe Mes'elesi ) ( ss. 23-26) ve Nejdet Sançar'ın : ( Mehmed Emin Yurdakul'da i�timai Mes'cleler ) gibi ilginç araştırmalar da yer almış bulunuyor. 1970 Martına kadar ara veren Türk Yurdu, 60. Yılına, Yedinci Cild, Sayı : 3. ( 345. ) ve 64 sahife olarak başlamıştır. Bu sayıda Osman Yüksel Serdengeçti'nin : (Ortadoğu Vatandaşlığı) ( ss. 15 - 16) ve Fevziye Abdul lah Tansel'in : ( Türk Şiirinde Sade Türkçe, Hece Vezni İle Yazmak ve Halk Edebiyatı'ndan Faydalanma Cereyanının Bir Devresi) (ss. 40-44 ) yazıları bulunmaktadır.
Türk Yurdu, bundan sonra Nü,an - Mayıs 1970 tarihli 4. (346 . ) sayısı ile bu dönemi de kapatacaktır. Türk Yurdu bundan sonra tam 17 yıl ya yımına ara vermiş ve Ocağın yeniden faaliyete geçmesi üzerine Şubat 1987'de 7. Devre/8. Cild/Sayı : 1 ( 34.7) diye numaralanarak yeniden çık maya başlamıştır. Aylık, 64 sahife halinde düzenli bir şekilde yayımını sürdürmekte olan Türk Yurdu'nun bu yeni döneminde Sahibi : Türkocağı Merkez Hey'eti Umumi Reisi Prof. Dr. Orhan Düzgüneş , Umumi Neşriyat Müdürü : Prof. Dr. Reşad Genç ve Mes'ul Yazı işleri Müdürü : Dr. Cezmi Bayram'dır. Ufak-tefek noksan ve kusurlar: bir yana, Türk Yurdu'nun bu döne mi, aksamadan 12 sayı çıkmak suretiyle yeni tam bir yılını tamamlamış bulunmaktadır. Türkocağı, yurd ölçüsünde yeniden kuruluş çabasındadır. Türk Yurdu da henüz tam ehil, yetenekli, yetkili, çalışkan, titiz ve geçmişten ders al masını bilen tecrübeli ellerde değildir. Buna rağmen geleceğe umud veren ciddi bir Türkçü Dergi görünümündedir. Bu araştırmamızın sonunda yü rekten dileğimiz, Türk Yurdu'nun yazı kadrosu, işlediği ve yaydığı ilim, mefkure, san'at ve kültür konuları açısından en güçlü yıllarındaki eski düzeyine ulaşması ve Türkçülük Mefkuresi'ne susamış bugünkü Türk gençlerine beklenilen büyük hizmeti yapması, yerine getirmesidir.
(53 }
439
DEDEMİN ADI
Prof, Dr, Hüseyin AYAN ( * )
Benim dedemin adı : Halil'dir. Dedemin babasının adı : Osman. Osman dede
mizin babasının adı ise : Hüseyin' dir. Hüseyin Dedemiz, medreselerde okumuş bu lunduğundan kendisine "Molla Hüseyin" derlermiş. Doğduğumda, okuyup "molla" olayını d eye, adımı Hüseyin koymuşl ar . Ezanla bana bu adı veren dedemin kera meti tahakkuk etmiş, ben okuyup öğretm en ve üniversite öğretim üyesi olmu §Umdur. Ailemiz ve bu aile içinde dedem, Kocabalkan'ın ortasında, Geriş ile Çatalbal kan ve Sakarbalkan arasında kalan Gerayovası ( Gerlova, bana sorarsanız : Gerili ova•dan bozmadır ) , adıyla anılan ovanın güney kısmındaki Akdere köyünde do ğup büyümüştür. Akdere köyü, merkezde Aşağ·ı ve Yukarı mahallelerle civarda Yeni Mahalle, Yüğler ve Tüssa 'dan meydana gelir. Bu haliyle 1950'li yıllarda 7 . 000 nüfuslu bir nahiyedir. Yukarı Mahalle'de, Yüğler'de Bulgar yoktur. Aşağı mahalle'de 70, Tüs.. sa'da 60, Yeni Mahallede de 40 kadar Bulgar ailesi 1920'lerden sonra yerleşmişler dir. O zamana kadar buralarda bir Bulgar gören olmamıştır . Akdere ve sayılan mahallelerinin her birinde birer Türk İlkokulu ( Yüğler•de sadece Türk rıkokulu ) birer de Bulgar rıkokulu vardı. Akdere'de ay rıc a Türklerin bir ortaokulu ( Rüşdiye ) , Bulgarların da bir ortaokulu vardı. Bu sayılan köy ve mahallelerde Müslümanların camileri, ( Akdere'de iki cami ve mescid, bir de na mazgah ) , Hristiyanların da Akdere'de 1935'1erde yapılan bir kiliseleri vardı. Müs lüman ve Hristiyanların mezarlıkları bulunuyordu. Akdere'de 100-110, Tüssa'da 10-100, Yenimahalle'de 4.0-60 kişinin gömülü bulunduğu Hristiyan mezarlıkları ya nında Tilssa'da, Yüğler'de , Yenimahalle ve Akdere'nin Aşağı ve Yukarı Mahalle
lerinde ayn ayrı olmak üzere binlerce kişinin yattığı Müslüman Türk mezarlıkları yanında , köyün ortasında Çerkes mezarlığı adıyla bilinen çok e ski devirlerden kal ma bir mezarlık ve çevre halkının büyük saygı göstere rek penceresinde dua edip kandiline mum diktiği Hacı Molla Yusuf Türbesi bulunmaktadır. Halil Dede'm, Birinci Cihan Savaşı yıllarında üç kişi lik "belediye başkanlı ğı " heyetine başkanlık etmiştir. Bunun bugünkü adı : "Bele diye Başkanlığı"dır. Ama o zamanlar buna "Üçlü Başkanlık" denirmiş . Babam'ın adı : Mustafa'dır. 1937'lerden itibaren 1944'e kadar, belediye meclisinin değişmez üyesi olmuştur. ( * ) Selçuk Üniversitesi
440
nahiyat Fakültesi Dekanı, Konya.
_(54:)
H. AYAN
SAYI 308
YIL XXVI
Akdere v e mahall el eri nden, 1912 Balkan Savaşından sonra, Anayurda doğru göç başlamıştır. Bu gö çl eri n 1912, 1928, 1936 ve 1950-1951 yılında olanları, özel likle kayda değer. Zira 1950-51 yıllarında Yüğler ve Yeni m ahalle tamamen, Tilssa ise kısmen Türk nüfusunu Türkiye'ye göndermiş ve Yüğler, K am çı Nehri üzerinde yapılan bir barajın sulan altında kalmıştır. Akdere•de durum değişiktir. Akdere, 1944'ten sonra · kurulan kollektif ziraat ve komünist sistemden büyük zarar gör müş tür. Tüssa ile buradaki Bulgar nü fusu , şehirlere ve özellikle daha önce Pavli ken taraflarına gitmişlerdir Yenimahalle'ye de Bulgar idaresince Rodoplardan gö çürülen Pomak Türkleri yerleştirilmiştir. Böylece, benim 1976'larda yaptığım tes bitlere göre, Akdere ve mahallelerinde sadece 11 adet Bulgar bulunuyordu ki bun ların da hepsi, biri hariç, Belediye kadrolarında memurdu. Ama ilk ve ortaokul larda, Türk öğretmenleri tarafından Türk çocuklarına verilen dersler, Bulgarca okutuluyordu. .
,. * ,. 1984 yılı sonlarından itibaren Bulgar Komünist Partisinin başında bulunduğu Bulgar Hükumeti, Bulgaristan'da yaşayan Türklerin adlarını zorla değiştirmiştir. Türkler•e gelinceye kadar Bulgarlar, bi r i ki deneme ile te crübe ( ? ) de kazanmış lardı. önce Rodoplar bölgesinde kitle halinde yaşayan Pomak Türklerinin adlarını değiştirdiler. "Gık" demedik. Sonra, Türk-İslam kültürüne bağlı olan Çingenelerin adlarını değiştirdiler. "Bize ne" dedik. Bu kadar "tatlı tecrübeleri" yaşamış olan Bulgar Komünist Partisi, 1953'lerde Türk okullarına son verdi . Tilrkçe'yi haftada 1 saata indirdi . Sonra okullarda Türkçe 'yi yasak etti. 1984 yılı sonlarından iU baren de Bulgaristan'da yaşayan Türklerin hem adlarını deği şti rdi hem de Türkçe konuşmayı yasakladı. · İşte bu safhadan sonra, "uyuyan dev" biraz kıpırdanır gibi oldu. Yani Bu lgari stan'd aki Türk varlığı ile, Bulgaristan'da yaşayan iki buçuk mil yonluk Türk nüfusuyla ilgilenmeye başladık . Meseleyi milli ve milletıerarası kuru luşlarda konuşmaya, ç özüm yolları aramaya başladık. -
"
"
'• * '• Akdere'de Meryem ve Havva halam var. Havva halamın çocuğu olmamıştı. Bugünlerde meflüc ol arak yatıyormuş, Allah' tan acil şifalar ve uzun ömürler diliyorum. Meryem h&-lamın iki oğlu : İsmail ve Şerif ; bir de kızı : Fatma. Her birinin beŞ-yedi çocuğu ve torunları bunuyor. Halil dayımın dördü kız birisi o ğl an olan beş çocuğımdan birisi dışında h e p si şu veya bu yoldan Türkiy e • ye (Anayurd'a) gö!,menin yolunu buldular. Şaban da yımın yedi ç ocu ğımdan Şaban ve ümmügülsüm nenem Anavatan'da rahmete ka vuştular. Anamın babası, Birinci Cihan Savaşında iken hastalanmış, kurtulamı yarak vefat etmiştir Mezarı Akdere'dedir. Halil dedemin ölümünü hatırlıyorum : 1939 yılında öldü. Onun ölümü ile camide, imamın sağ tarafı da boş kaldı. Allah rahmet eylesin ! ,
.
,. * ,. Şimdi asıl meseleye geliyorum : Bulgar Komünist Partisinin idare ettiği Bul garistan' da, 1984 yılı · sonlarından itibaren Türklerin adlan değiştirilip, yerine zorla Bulgar adları konı.ldu. Bu zulme uğrayanların anlattıklarına göre : ı. Kt§inin
(55)
441
SA YI 303
T Ü R K
K Ü L T Ü R Ü
adını, 2. Babasının adını ve 3. Dedesinin lerinin adlarını da, deği§tirnıişler )
adını,
Buna göre : Benim adım : Hüseyin, Babamın Halil; Anamın adı : Hanife, Nenemin adı : Hafize !
YIL XXVI
tabiatiyle analarının ve nene
adı :
Mustafa,
Dememin
adı :
Amucamın adı : Ahmet, Babasının adı : Halil, Dedesinin adı Osman ; Anasının adı : Hafize. Tabii olarak aynı künyeyi babam içinde yazabiliriz . Bulgaristan'da kalan Meryem ve Havva halalanmın künyesini görelim : Adı : Meryem, Babasının adı : Halil ( 1939'da Bulgaıistan'da öldü. Koru•daki mezarlıkta Atça Bucağında vefat yatmaktadır. ) , Anasının adı : Hafize ( 1954'te Aydın İlinin etmiştir. Orada yatmaktadır . Allah'tan rahmetler dilerim ) . Bir de dayılarımdan örnek vereyim : Halil dayımın künyesi : Adı : Halli , Ba basının adı : İsmail ( Birinci Cihan Savaşında hastalanarak ölmüştür. ) , Dedesinin adı : Ahmet; Anasının adı : Ümmügülsüm ( 1965 yılında Ceyhan•ın Mus tafabeyli kö yünde vefat ettl ve orada yatmaktadır. All ah tan bu iki neneme de rahmetler dilerim. ) '
Bulgar komünistlerinin yaptığına bakınız : Kimisi 1919'1arda, kimisi 1939'larda. Bulgaristan'da ; kimisi 1954'te ve 1965'te Türkiye'de ölen dedelerimin ve nenelerimin adlarını değiştirmeye cür'et ve cesaret eden bu idare, insanlık suçu işlememi§ de ne etmi§tir ? Bulgar idaresinin bu insanlık suçu , sessizce bir oldu-bittlye geti rilebilir mi ? Bulgar Hükümetinden işlediği bu insanlık suçunun hesabı sorulma yacak mı ? Bulgaristan'daki Türk varlığı, ikibuçuk milyon Türk insanının uğradığı bu zulüm ve i§kencenin acıları dindirilmeyecek mi ? Ne bekliyoruz ?
ıe
* '•
Bulgar Hükümeti, bana göre, çok büyük hata işlemiştir Onların bu mantı ğına göre, yarın dünya haritası yeniden çizilince ; biz de : BuJga.ri!ltan'da Bulgar yoktur bunlann hepsi BuJgarlaştırıhmş Türklerdir, diyebiliriz ! Bulgaristan'da, aklı başında Bulgarlar varsa, lıdırlar !
442
§imdiden o günlere hazır olma
(56)
HABERLER :
SURG'ON'ON «. YILINDA KIRIM T'ORKLEBİ HALA VATAN KIRIM'A DÖND'OR'OLMDYORLAR
elle tutulur bir gelişme kaydedilmiş de ğildir. Her ne kadar gayet muğlak ifa delerle resmi açıklamalarda Vatan Kı rım'a dönüşten zaman zaman söz edil
18 Mayıs 1988'de Kırım Türklerinin
mişse de, bizzat
aynı
açıklamalarda,
vatanları Kırım'dan topyekOn sürülerek
böyle bir dönüşü fiilen çok zor yahut im
nüfuslarının yaklaşık yarısının katledil
kansız hale getirecek kayıtlar da yer al
mesinin 44. yılı
mıştır. "Komisyon" çalışmaları boyunca
dolmaktadır.
gördüğü en büyük
Tarihin
kitle cinayetlerinden
Kırım Tatar
halkının
milli temsilcileri
birini teşkil eden Kının faciasından bu yana geçen zaman i çinde Kırım Türkle
özellikle dışlanmış, milli taleplerin açık
rinin öz vatanları Kırım'a döndürülmele
sı bu talepleri telaffuz eden Kırım Tatar
ri ve sürgünden önce
-Mim Hareketi
sahip
oldukları
ça ortaya konulması engellenmiş, daha mensupları "ekstremist"
muhtar cumhuriyetin yeniden tesi.;; edil
olmakla
mesi
yaygın karalama kampanyaları açılmlş
hala
gerçekleştirilmiş
Sürgün ve katliamla
değildir.
yansı yok edilen
itham
edilerek,
aleyhlerinde
tır.
Kırım Türklerinin sağ kalanları da za yerlerinde erimeye
Sovyetıer Birliği'nde yaşamakta olan
terkedilerek tarihi bir millet fiilen orta dan kaldınlmak istenmiştir.
Kırım Türklerinin toplam nüfusu yak laşık bir milyondur. Halen bu nüfusun
man içinde sürgün
ancak 20 . 000 kadarı Kırım'da yaşamak
son 30 yıl içinde
ta olup, kalanları sürgündedir. Son bir
sürgündeki Kının Türklerinin teşkil et
yıl i çinde Kırım'da yaşayan Kırım Ta
tiği Kırım Tatar Milli Hareketi, Vata n
tarlarının nüfusundaki artış yok denile
Kırım' a dönüş ,Kırım Muhtar Cumhuri yetinin korunması yolunda yılmaz bir
lişmeler üzerine sürgündeki Kırım Türk
Bununla birlikte,
milli mücadele maruz
yürütmüş ve böylelikle
bırakıldığı
soykırıma
rağmen,
cek seviyede kalmıştır. Halbuki son ge lerinin Vatan'a dönüşe hazırlandıkları, hatta binlercesinin şimdiden sürgün yer
Kırım Tatarlarının ayakta kalarak milli
lerindeki
haklarını sonuna
Vatan Kırım'a yola çıktıkları edinilebien
kadar
savunmalarını
bütün
mal-mülklerini
satıp
temin etmiştir. Gerek Kırım Tatar M!IU
haberler arasındadır. Ne var ki, toplu ve
Hareketi'nin azimli
mücadelesinin , ge
teşkilatlı dönüş için Sovyet hükQmetinin
rek 1944 soykırımının ve onun sonuçla
Kırımlılara henüz hiç bir yardımı görül
rının dünya kamuoyunda yarattığı olum
medikten
suz etkiyi izale etme gereğinin bir sonu
rım'a dönen aileler eskiden olduğu gibi ° çeşitli sun'ı müşkülata uğratılmakta,
cu olarak Sovyet yönetimi, 1987 yılında Kırım Tatar milli meselesini çözüme u laştırmakla görevli
olduğunu açıkladığı
bir "Devlet Komisyonu" kurdu.
Ne var ki söz konusu "Devlet Ko
başka,
münferit
olarak Kı
sürgün yerlerine geri dönmeye icbar e dilmektedir. Anlaşılan odur ki Sovyet hükQmeti , Kırımlılara sürgün yerlerindeki hayatla
misyonu"nun kuruluşundan bu yana ge
rında sathi bazı "ıslahat" bahşederek ve
çen yakla şık bir yıl içind e Kırım Tatar
pratikte bir değer ifade etmeyecek şekil
ları açısından meselenin çözümü yolun1a
de Kırım'a münferit dönüşlere müsaade
,
(57)
443
SAYI 303
T Ü R K
K Ü L T Ü R Ü
eder görünerek, eskiden olduğu gibi Kı rım Tatar millt "çözümsüzlük"te
meselesinin çözümünü aramak eğilimindedir .
Bu da 44 yıldır uygulanagelen politika nın yeni bir görüntü altında takdimin den yani Kırım Türklerini uzun vadede sürgün yerlerinde erimeye terketmekten
YIL XXVI
kaydedilmiş değildir. B arbarca kitle sür gününün 44. yıldönümünde Kırım Türk leri için 1500 yıllık öz
vatanları Kının
fiilen hala bir yasak
bölge halindedir
ve bu mukaddes vatanda Kırım Tatar m i li hayatının yeniden teşkil edilmesi
bagka hiç bir gey değildir . Hiç şüphesiz
yönünde ümit verici bir gelişmeye rast lanmamaktadır. Bugünkü Sovyet yöneti
ki her yıl bir kaç bin Kırımlının dönüşü
mini Stalin döneminden tevarüs ettiği bu
ne izin verilmesi , geri kalan yüzbinlerin
muazzam insanlık suçunun mesuliyetin
ise sonu gelmez bir
itilmesi.
den kurtaracak müııahhas adımlar he
başka türlü izah edilemez. Nitekim Sov yet hükumetinin bugüne kadar tanıdığı
nüz Gorbaçov idaresince atılmamıştır Kırım Türkleri ise on yıllardır maruz
haklar ile sürgündeki Kırım Türklerinin
kaldıkları ırkçı ve soykırımcı politikalar
bekleyişe
gayet açık ve net bir şekilde talep ettik
dan sonra oyalama
leri haklar arasında büyük farklar var dır. Kının Türklerinin talebi , sürgündeki
kesin bir şekilde tarihi adaletin tecellisi ni talep ediyorlar.
Kırımlıların tamamının toplu ve teşki latlı olarak Vatan Kırım'a döndürülmele ri ve Kırım Muhtar Cumhuriyeti'nin ye niden kurulmasıdır. Bu milli talebin her iki maddesi ve hele
ikincisi hususunda
Sovyet rejiminden henüz hiç bir olumlu yaklaşım gelmiş değildir. Buna bağ'lı olarak, Sovyetıer Birliği'ndeki Kının Türkleri hemen her ay Türkistan , Kaf kasya ve Vatan
Kırım'm
şehirlerinde
kitle gösterileri yaparak ve binlerce di lekçe göndererek tepkilerini ortaya koy maktadırlar. Zaman zaman Batı'ya yanıltıcı bir gekilde aksettirildiğinin aksine, Kırım Tatar milli meselesinin çözümünde koz
Kırım Tatar millt
tedbirlerini değil,
meselesi gerçek
manada hiç bir çözümün
getirilmediği
bugünkü durumuyla, yalnız Kının Türk leri yahut genel olarak Türk ve İslan. alemi açısından değil, bütün insanlık a çısından da utanç verici, kanayan bir yarayı teşkil etmektedir. Batı Avrupa' da muhacerette bulunan Kırım Türkleri adına, Batı Almanya'daki
Kırım Tatar
Cemiyeti, bütün dünyadaki Kırım Türk lerinin milli emel yolundaki birlik ve bü tünlüğiin ü bir kere daha vurgular ve in sanlık ideallerine saygı duyan herkesi, soykırım kurbanı bu mi lleti desteklemeye davet eder.
metik bazı değişiklikler haricinde ger çek manada elle tutulur bir gelişme
Batı
Almanya'daki Kının Tatar Cemiyeti İdare Heyeti
SELÇUK 1'NlVERSITESİ D, AŞIKLAR ŞÖLENİ
Selçuk tl'niversttesl tarafından dü zenlenen II. .A.gıkl ar Şöleni 9-11 Nisan 1988 tarihlerinde Konya'da yapıldı. Tür kiye'nin çeşitli yörelerinden gelen 156 l§lk, a.şıklar geleneğ'inin çegltli türlerinde gösteriler yaptılar ve yarıgtılar.
444
Selçuk
trniversitesi
Rektörü Prof.
Halll Cin'ln açıg konugması ile baglayan II. Aşıklar Şöleni sonunda, Dr. Mehmet
önder (Başkan ) , Ahm e t Kabaklı, Doç. Dr. Saim Sakaoğ'lu, İrfan trnver Nasrat tınoğ'lu ve Yrd. D oç Dr. Pakize E rcig' ten ,
(58)
SAYI 303
Koçaklama .:
müteı:ıekkil jüıi, yanı:ıma sonu çlannı göy� le açıkladı
1.
2.
:
1. 2. 3.
Yaı:ıar Reyhant ve Ş eref Taı:ılıova Osman Feymant ve Sefil Selimi
1. 2.
Güzelleme
3.
Yok
Musa Me rdanoğlu H. Ahmet Bozdemtr
İsmail Cengiz Azert Must afa Ruhant
lüğü'nün özel bir ödülü de bu yıl ilk defa
3.
Nurt Uzun
şölene katılan
1.
Ahmet Poyrazoğlu
2. 3.
Mevlüt İhsant Şafak
Nurı:ıah Bacı
En Güzel Memleket Tti.rkttatt : 1. 2. 3.
Hacı Karakılçık Mürsel Sinan tsa Oğuz
Doğmaca Tllrldl : 1. ve 2. Yok Mehm et Yılmaz
Dudakdeğmez :
1. 2, 3.
Yok
Hüseyin Yazıcı Sadi Değer ve Dursun Durdağı
En Güzel Memleket Şiiri 2.
Mehme t Siligüllü Kemalt Bülbül
3.
Gürünlü Aşık Gülhant ve
1.
Maksut Koca
Doğmaca Şllr : 1,
Ali İlhami
2.
Hazım Demirci Ay§ e Çağlayan
3.
(59)
Yok
2.
Hlk&yell Ttil'kti
3,
Abdülvahap Kocaman Nurt Çırağt
Muamma :
3. E yyQbt, Zülfikar Divani ve Sabri . Şimgekoğlu
1.
YIL XXVI
HABERLER
Ayrıca, Selçuk Üniversi tesi Rektör Karamanlı 5 yaşındaki
aşık Birsen Oğuz' a verildi . Muamma .:
S . Ü. il. Aşıklar
Şöleninde
asılan
muammayı, Yrd. D o ç , Dr. Pakize Erci§ belirlemiş ve muamma, aı:ııklar tarafın dan büyük ölçüde çözülebilmiştir. Ancak jüri, muammanın cevabını dörtlük biçi minde en güzel ve anlamlı ııekilde veren iki aşığı ödüllendirmiııtir. Askıyla ilan edilen muamma şöyle dir : "Aşık oldum bir mime İnciler dizilmiştir cime Cim öyle bir cimdir kim
Eliften kaf ge tirmi şti r mime " Aı:ıık Musa
Me rdaoğlu'ya ikincilik
ödülünü kazandıran cevap : "Elif Allah mim Muhammed bilene Cim Cebrail inct Ayet bulana
Ne mutlu ki b un a bağlı kalana
Muammada Yüce Kur'an yazılı" "İmami" mahlası ile şölenen katılan Ahmet Özdemir'e üçüncülük kazandıran dörtlük ise §Öyledir
:
"Mim Muhammed Cim Cebrail Ayet inci Fermandır Cebrail'in getirdiği Allah'dan inen Kur'an'dır."
445
T Ü R K
SAYI 303 De\'let Balmnı
K Ü L T Ü R Ü
Adnan Kahveci'nin
II.
Kutlu Özen
5.
Mesajı .&
YIL XXVI "Aşık Ferrahi'nin
şiir dünyası" .
A.gıklar Şölenine çok sayıda me
saj gönderilmi§tir. Ancak, bunlardan bi risi son derece ilgi gör:n üştür. Devlet Bakanı Adnan Kahveci'deıı gelen bu mesaj aynen §Öyledir :
Muhabbet denizi
a şıklar
deri n dir
nin .
ortaya koyan
İsmail
7.
şiirlerinde
Aslan : "Aşık Ferrabi'nin
türkülerinde müzik Tebliğlerin
ama
".,\şık Ferrahi' yapısı",
okunma sından sonra
kü rovalı aşıklardan
Siz korkmadan ona dal:n fı.şıklar
Ferrahi'
hususlar".
dini temalar".
H alil Atılgan :
8.
Aşıkların § Ölenlni . k u tlarım
Yüreğim sizindir alın
Es ma Şim§ek : ' '.Aşık
6.
nin şürliğini
çu_
Feymant , Gaygılı,
İnıaıni, Hacı Karakılçık, Gül Ahmet ve
Acı kahve yapmaktır tek hünerim İçmeye sizler de gelin agıklar
Abdülvahap K o ca m an ; Ferrahi için yaz
dıkl a rı
İsterseniz bir de ayak vereyim Şeker nerde diye çalın aşıklar
şiirleri okudular ve seslendirdiler.
Daha
son :·a,
Türk Halk Müziği sa
natçılarından Tuğrul Şan , İc l a l Akkaplan, Azize Gürses ve Kenan Şele, Ferrahi'nin bestelenmiş olan eserlerini icra ettiler
.AşIK FERRAHl'Yİ ANMA G'CNU il,
.
22 Nisan'da Ferrahi'nin doğum yeri olan Ceyhan'ın Kıvrıklı Köyü'ne gidildi.
Çukurova Üniversitesi 21-2 2 Nisan 1988 tarihlerinde Aşık Ferrahi için ikinci
Köydeki törende de
defa "Anma Toplantısı" düzenledi.
v e eserleri seslendirildi.
21 Nisan'da, Ç.Ü . 'nin Büyük Anfi'
özellikleriyle ilgili
1934 yılında
Ferrahi'nin konuşmalar
doğ·an
çe§itli ya1; ! � 0 ı
ve 1969'da 35
sindeki toplantı, Rektör Prof. Dr. Mithat
ya§ı n d a iken
Ozsan'ın a çış konuşması ile başladı. Son .
Türkiye radyolarında devamlı olarak
ra, Ferrahi ile ilgili ilmi sempozyuma ge
Ferr ahi'nin ,
vefat eden
edilen birçok e s e r l e ri
bulunuyor.
icra
çildi ve tebliğler okundu. İki oturum ha linde
gerçekleştirilen
s e mp ozy um a
1.
İ rfan
Ünver
Nasrattıno ğlu
"Aşık Ferrahi çağa damgasım vuran
:
bir
ozandır''.
2. kin
:
Yrd . Doç. Dr. Ali Berat Alpte "Aşık Ferra.hi'nin şiirlerinde kafiye
yapııu". 3.
Muhııine
Yavuz
Hellimoğlu
:
konularına
göre sınıflandırılması ve şiirlerinde duy.
gusal dıırinlik". 4.
446
YUNUS EMRE KÜLTtl'R SANAT HAFTASI 6 10 l\layıs 1988
VE
•
Eski§ehir
Valiliği'nin,
Kültür
ve
Turizm Müdürlüğü eliyle her yıl düzenle mekte olduğu
Yunu s
Emre Kültür ve
S anat Haftası, bu yıl da geniş program
"Aşık Ferrahi'nin şllrlerinin
rahi'nin
·• * .
§U
tebliğler sunuldu :
Mehmet Yardımcı
sanatı".
:
"Aşık Fer
!Lı.rla gerçekleştirildi. 6 May ı s'ta Sanköy
Köyü ) 'de
Yunus'un
(Yunus Emre
mezarı
ba§ındaki
törenle başlayan "Hafta" içerisinde kon s erler verildi, sergiler açıldı ve §Ölenler düzenlendi .
(60 )
HABERLER
SAYI 303
7 Mayıs'ta düzenlenen "An'anevi ıv.
ŞAirler Şöleni"ne 36 şair katılarak şiirle rini okudular. Şölene Yugoslavyalı Türk şairlerinden Nusret Dişo Ülkü, tskender Muzbeg Şefikoğlu, Altay Suroy Receho�. lu ve Beynel Beksaç da katıldılar
8 Mayıs
Akşamı
yapılan "Yunus
YIL xxvı Yarışma Sonuçlan :
Eskişehir Valiliği 4 yıldır, bir banka n • n maddi desteğiyle "Yunus Emre Şiir Yanşması" düzenlemektedir, Bu yılki yarışmaya 129:;, ııair, 2630 ııiirle iştirak et. miş ve bu şiirleı Dr. Mehmet Önder baıı kanlığında, Necdet Evliyagil, İrfan Ün
sen Oğuz, Ercişli Ahmet Poyrazo ğ l u , Karslı Mürsel Sinan . Karslı Yusuf Y ı l
v er Nasrattınoğlu, Güven 'fanyeri , Uğ;.ır Aslanoğlu ve M. Atilla Ma raş' dan müte ııekkil jüri tarafındar.. aşağıdaki şekilde değerlendirilmiştir : 1. Mehmet Yardımcı, 2 . Necmiye Özertekin. 3. Nazım İnce.
dız, Kayserili Meydani v e Zakf r Algül i§tirak ett iler.
Mansiyonlar : M. Bekir Ergilçl� Mehmet Kargı ve Iıııl Ergin.
Em.re
Aşıklar Şöleni"ne de
E�kişehi rli
Aııık Nurııah
Bacı, Afyf·n!•ar:ıhisarlı Yoksul Derviıı, Kadir.ıli Osman Feymani, Fekeli Hacı Karakılçık, Gürünlü Aııık
Gülhani, Karamanlı İsa Oğuz ve kızı Bir
JC i'zururnlu
İrtaa
t)'nver
Na.ıırattınoğlu
ENSTİTÜ,\IÜZE ARMAGAN :
Türki ye A n ı U a r D � rneği, Enstitüm üzün Türk İslam kültürüne yaptığı hizmetleri dikkate alaralr 5 haziran 1988 günü toplanan Genel Merkez Kongresi'nde Enstitümüze bir şilt armağan etmigtir. _
(61)
BİBLİYOGRAFYA
Prof. Rıfkı Salim Burçak, Türkiye'
de askeri müdahalelerin düşündürdükleri. Ankara, 1988, VIIl + 9 4 s.
tezgahlanan rattığı
komünist
faaliyetlerin ya kaynaklanıyordu.
buhrandan
"Askeri müdahaleler üzerinde bazı mü lahazalar" konusuna ayrılmış olan 2 . bö
Prof. Rıfkı Salim
Burçak
1950'1i
yıllarda Erzurum Milletvekili iken bakan lıklarda
bulunmuş,
27 Mayıs
sonra Yassıada'nın
çilesini
1966'da amme haklarına
1960'tan
çekmiş ve
kavuşunca d a
lümde
( s . 37-62 )
açıklandığı
gibi, 1960
darbesi Ordu içinde gizlice teşekkül eden cuntanın eseriydi. 1971 müdahalesi "ko muta zinciri
içinde
hiyerar§ik olarak
ya.pılmış" bir hareket olup radikal solun
çeşitli yüksek öğretim kurumlarında S i
darbe hazırlığını
yasi Tarih okutmuştur. Son olarak Yük
icra edilmiştir. 1980 müdahalesi ise ön
önlemek
maksadıyla
sek Öğretim Kurulu üyeliği yapmış olan
cekilerden ayrı vasıftadır ve bir zaruret
Prof. Burçak, dürüst ve mütevazi şahsi
ten doğmuştur. Çünkü, bu sefer komü
yetiyle kendisini
nizm bölücülükle işbirliği halindeydi. Ya
tanıyanların sevgisini
kazanmış , vatansever bir ilim ve devlet
zar da "Türkiye, varlığına ve istiklaline
adamıdır .
yönelmiş bir büyük
Mesleki
yayınları
yanında,
Y88Slada ve Öncesi ( Ankara, 1976 ) adlı hatıra kitabı onun medeni cesaretini bel geler. Son eseri olan Türkiye'de Askeri
Düşündürdükleri'nde
Müdabalelerln
memleketimizde yaşanan demokratik re jimin istikrarsızlık sebeplerini incel eye rek buhrandan kurtuluş çarelerini
gös
termiştir. Eserde Türkiye'nin bu en haya tı meselesi geniş tarih
perspektifi içinde
ele alınmış, olaylar sağlam bir mantıkla değerlendirilmiştir. Eser, Önsöz'den
me ayrılır. ônsöz'de ( s . VI-Vill ) Türki çıklanmıştır. "12 Eylül öncesi" başlığını
(s. 1 3 6 ) Türk de -
mokrasisinin karşılaştığı buhranın mahi yeti araştırılmıştır. Yazara göre, aksak
lık buhranın teşhisinde mutabakat sağ lanamamasıdır. lar bu
2.
bölümde
dayandığı hukuk
askerl
Siyası partiler ve aydın
hususta farklı görüşlere sahip
tirler. Bazıları demokrasinin işlemeyişini
ken ne 27 Mayısçıların
nu"nun ne de onun yerini alan 211 sayılı
"Türk Silahlı Kuvvetleri İçhizmet Kanu nu"nun müdahaleleri
haklı kılmaya yet
mediği delilleriyle gösterilmiş, bu kanun. müesseselegtlr
mek tehlikesine işaret olunmuştur.
Ya
zar, Askere müdahale yetkisi tanımanın millt hakimiyetin tek temsilcisi üstünde bir olacağını
T.B.M.M. gücün varlığını kabul etmek
belirttikten
mektedir. : "Silahlı
tin ma.ruz bulunacağı sında kullanabilme
sonra, göyle de
kuvvetleri, memleke. tehlikeler kargı
yetkisi . . .. siyasi ik
tidarların elinde ve takdirinde bulunmalı. dır"
( s' 5 4-55) . Eserin
3. bölümü "Müdahaleyi teg
vik edici tutumlar"da
nomik
basınının müdahalecileri
uygulanmamasına
ileri sürdükleri
2771 sayılı "Ordu Dahiıt Hizmet Kanu
1961 Anayasası'nda belirtilen sosyo-eko reformların
müdahalelerin
gerekçeleri tartışılır
!arın askeri müdahaleyi sonra, dört bölü
ye'nin geleceğinin demokraside olduğu a taşıyan ilk bölümde
komplonun içinden
12 Eylülde selamet sahiline ulaştı" hük müne varmaktadır ( s. 2 1 ) .
( s . 63-84 ) Türk alkışlaması ve
bağlıyorlardı. Halbuki asıl sebep Komü
bir kısım aydınların seçimlerde halkın o
nist tahrikleriydi. Nitekim 1960, 1971
ve
yıın u şuurlu olarak kullandığına inanma
yurt dışında
ması üzerinde durulmuştur. Bu davranııt-
1980 askeri
448
müdahaleleri
(62)
BİBLİYOGRAFYA
SAYI 303
ların 1961 Anayasası'nda ve Seçim ka nunlarında akisleri görülmüş, neticede hükümetıer ve hatta Devlet kuvvetleri güçsüz bırakılmıştır. 1980 öncesinde a narşinin memlekete hakim olması böyle açıklanabilir. Politikayı ve politikacıyı kötülemenin demokrasinin
yerleşmesini
engellediği de bir gerçektir. zarın doğru olarak
Zaten, ya
belirttiği üzere, "a
narşi ve terörün ileri boyutlara ulaşma sında hemen her müesseseye düşen so rumluluk payı vardı ... Anarşiden, siyasi partiler ve parlamento kadar, özerk ku ruluşlar, yargı organları ve daha geniş anlamı ile bütün Türk aydınları sorum luydular" ( s. 35 ) . 4. ve son bölüm olan "Türk demok
rasisinin geleceği"
konusunda ( s. 85-94 )
Yn. XXVI
tir. Bu bölümde
askeri müdahalelerin
Atatürk çizgisinde
yapıldığı görügünün
yanlışlığı ortaya konulmuş ve Atatürk'ün gençliğe hedef olarak çağdaş medeniye tin üstüne çıkmayı gösterdiği hatırlatıl dıktan sonra "Bu hedefin sadece maddi kalkınmayı içerdiği söylenemez. Tersine olarak , çağdaş medeniyet bizden, her şey_ den önce,
demokrasi
ister" denilmigtir
( s. 93 ) .
Prof. Burçak son
yirınibeş
yıllık
Türk basınından yaptığı alıntılara daya. narak inandırıcı bir kitap meydana ge tirmiştir. Bu arada, memleketiıniz için Komünizm ve bölücülük tehdidinin ciddi yeti üzerinde de
durmuştur. Temiz bir
Türkçe ile yazılmış olan söz konusu kitap yakın geçınişte
vatanımızın karşılaştığı
Türk ınilletinin, bazı aydınların iandığı
siyasi ve içtimai meselelerin mahiyetini
nın aksine,
aydınlatmakta ve buhrandan çıkı§ yolla
gerici
olmadığı
ve oyunu
daima sağduyu ile kullandıAı. bellrtilmig.
rını göstermektedir,
ıı:rcttmeat Kuran
(63)