Türk Kültürü - Sayı 309

Page 1



..

TURK KÜLTÜRÜ

·,..:

İÇİ N DEKİLER

Yayın Ta.: Kasım;l962

Kıbrıs'ta Kayıplar Meselesi

H.

Yayınlayan : TÜJU< KOLTORONO ARAŞTIRMA

Fikret

''Haydar

ENSTİTÜSÜ

Şehriyar'a Veda

lmtiyaz Sahlbl

* Yazı lşlert Müdürü

Prol. Dr. Ahmet B.

EBClLASUN *

22

.

Bulgaristan'daki Türkler ve Bulgaris­ tan Türk Basını

23

Abdülkadir Salgır

Prol. Dr. Umay Günay

Yıllık Abonesi.

29

Balkan Acısı (Şiir)

36

Ilyas Subaşı

(1989 yılı için) -İndirimsiz 18000.- TL

Türkçeye

TL

Bir Eser

Yurtdışı :

Kazandırılan

Çok

Mühim

37

Dr. Orhan F. Köprülü

$. 20.-

Gevhcri'nin Yayınlanmamış Şiirleri

36.-

Abone bedell, 171.379 numaralı posta çeki hesabına yatınlabtll r.

Ödemeli gönderilmez.

*

Dergiye gönderilen yazı basılsın,

basılmasın

ıa.de edilmez. yazılar

14

Yunus Emre"ye Dair

Fiyatı: 1500,- TL.

lar

Nazireleri

(Şiir)

.

Ali Akbaş

Prol. Dr, ŞUkrtl ELÇİN

- DM.

Selam"

Yrd. Doç, Dr. NA.mık Açıkgöz

*

-

Bal)aya

ve Yayımlanmamış Bir Nazire

Kurulu§ Ta.: Ekim 1961

-İndirimli 14400.-

1

Alasıya

Dergideki

kaynak

göstert­

lerek alınab1llr. Makale­ lerdeki fikirler ımza. sa­ hiplerine Aıttlr.

*

ldare ve yazışma adresi : BAHÇELİEVLER

41

Doç, Dr. Hamdi Hasan Türkbilimci

Ahmedcan

Ebubekir

Divay

49

H, B. Paksoy Tatar Şairi Abdullah Tukay'ın Azer­ baycan'daki Ermeni Mezalimi İle İl­ gili Bir Hikayesi :

Doğma Ay!

Türkiye Türkçesine aktaran:

Fatma ÖZ kan Haberler

.

.

.

.

.

.

65

:

Tekirdağ'da

Namık Kemal

Sempoz­

yumu

.

Tiirk Kültürü

SQNDURAK, 17.

ŞOKAK NU. 38 06490 ANKARA TeC Tel

213 41 35 : 213 31 00

* Dizilip Basıldığı yer : Ayyıldız Matbaası A.Ş.

Ank ara Tel : 213 19 62

222 69 4Q

-

222 69 41

Sayın Okuyucularımızın Enstlttlmtlze gön­ derdikleri

istek

yazılarında.

adresleri

ile

birlikte posta kod nwnaralarını da. blldlr. melerl rica olunur.


Tt.iRK KVLTVRÜNÜ ARAŞTIRMA ENST1Tl1SU

TÜRK

KÜLTÜRÜ

SAYI 309

- ---

YIL XXVII

. -

OCAK 1989

KIBRIS'TA KAYIPLAR MESELESİ(*) H. F1kret ALASYA Kuzey Kıbrı s Türk cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Danl.!jmanı

KAYIPLARIN SEBEBİ Tarihte hiçbir olay sebebsiz değildir ve hiçbir olay da neticesiz kal­ mam.ıştır. Kıbrıs'ta "1963 Kanlı-Noel" olaylarının meydana gelmesinin asıl sebebi, tarihte hiçbir zaman Yunan Hakimiyetine girmemiş bulunan Kıbrıs'ın, Rum-Yunan ikilisi tarafından ·

�elen"

adası olarak görülmesi

ve bundan dolayı Kıbrıs'ın Yunanistan'a "ilhak" edilmesinin gaye edi­ nilmesidir. Bugün bile Rum-Yunan ikilisi, Kıb1·ıs'ta "Elenizm Savaşımı" verdiklerini

açıkça söylemektedirler (1).

Görülüyor

ki

Rum-Yunan

iki­

lisi, Kıbns'ta savaşım verdiklerini itiraf etmektedirler. Bu savaş elbette ilk önce Türkleri imha etmek yolunda olacaktı. Çünkü Türk halkını, ENOStS'e yani İLHAK'a giden yolda, tek engel olarak görmekte idiler. Makarios, bu gerçe�i 4.9.1962 tarihinde Panayia köyünde

yaptığı ko­

nuşmada;

"Türk Milletinin küçük bir parçası olup Helenizmin korkunç düş­ manı olan Türk toplumunu

ada'dan kovuncaya kadar EOKA kahra­

manlaruun görevleri asla bitmiyecektir" demiştir (2). Nitekim barışçı yol­

lardan gayelerine ulaşamayacaklarını anlıyan Rum-Yunan ikilisi, ilhakı

silah zoru ile gerçekleştirmek cihetine gitmişler ve bu maksatla EOKA adı ile bilinen "Tedhiş Teşkilatını" Albay Grivas'a kurdurmuşlardır(8). ( 19-23 Eylül 1988) sunulmug teb­ ( *) VI. Milletler Arası Türkoloji Kongresine li ğin metnlr!ir. (1) Sprtos Kyprianau•nun 20.11.1987 talihinde yaptığı ko nugma, basından öğ­ renilmlgtir. ( 2) Greek Atrocities in Cyprus, PIO, TESC, 1974, s. 7. ( 3) Dr. P. N. Vanezis, Makarios Fatih and Power, 1972 . s. 92; Nancy Crawshaw, The Cyprus Revolt, London, 1978, s. 90; Piere Obe rling , The Road to Bellapais,

New York, 1982, s. 41; H. Fikret Alasya, Kuzey Kıbrıs Türk CUmhurtyeU Tarthi,Ankara, 1987,

(1)

11.

21 .

1


SAYI 309

TÜR K

K Ü L T Ü RÜ

YIL XXVII

Başpiskopos Makarios'un başkanlığındaki EOKA çeteleri, hayatları pa­ hasına da olsa ENOSİS'i gerçekleştirinceye kadar mücadeleye devam edeceklerine dair, Atina'da 7 Mart 1953'de and içmişlerdir(4). Yunanistan'ın maddi ve manevi desteği ile, en modern silahlarla do­ natılmış bulunan EOKA teşkilatı, 2 yıl gibi kısa bir süre içinde, her türlü hazırlığını tamamlamış ve eğitimini yapmıştır. Artık harekete geçmek için bir sebep bulmak gerekiyordu. Rum-Yunan ikilisi, 15 Ocak 1950 tarihinde Makarios'un yaptırdığı, dünyada bir benzeri olmayan söz de plebisit (5) neticesinde, Kıbrıs Rum halkının, Kıbns'ın Yunanistan'a ilha­ kını istediğini ileri silrerek, Birleşmiş Milletlere müracaat ederek "Kıb­ rıs halkına, yani Rumlar'a Self-Determinasyon hakkı verilmesini" talep etmiştir. Laki� B.M.'den çıkan karar "İlgili devletlerin meseleyi arala­ rında halletmesi" şeklinde çıkmıı;tır (6). Bu durum karşısında, Rum-Yunan ikilsi, meseleyi fillen silaha sarı­ larak çözüm yoluna gitmiş ve 1 Nisan 1955 tarihinde EOKA'yı harekete geçirmiştir. TüRK.LERtN İMHA EDİLECEGl

Aynı gün Dighenis takma adı ile bir bildiri yayınlamış bulunan Grivas: "Karşımızda iki düşman vadır. Birincisi İngilizlerdir, ikincisi ise Türklerdir. İngilizler ile savaşarak, onları Kıbrıs'tan kovacağız, bundan sonra Türkleri imha edeceğiz. Gayemiz ENOSİS'tir. Her ne pahasına olursa olsun, bu gayeye ulaşmak bizim görevimizdir" demiştir(7). ENO­ SİS'e engel olarak gördüğü Türkleri, Helenizmin düşmanı kabul eden Grivas, Türkleri imha etmek gay�sindedir(8). Bugün de durum aynıdır. TÜRK MUKAVFMET TEŞKİLATI'NIN KURULMASI

Bu şekilde başlamış bulunan mücadelede Kıbrıs Türk halkı da var­ lığını koruyabilmek için, Türk Mukavemet Teşkilatı'nı (TMT) 1958 yı( 4 ) Rauf R . Denktash, The Cyprus Tıiangle, 1982, s. 22, 24; Alasya, K.K .T. Cum­ huriyeti Tarihi, 1987, s. 21; Crawshaw, Lahika, 4; Kamil D. Kutalmış, Kemal Tekakpınar, ENOSİS, 1978, s. 36. s. 20.

(5) Alasya,

(6) Necati M. Ertekün, Some Reflections on the Cyprus Problem,

An Adress

Deliverd at the Accademie Diplomatiquee Internationals, Paris, 30 Nov. 1982, s. 5; Alasya, s. 21. (7) Vanezis, s. 117 ; A:asya, s . 22 (8 ) Denktash, Triangle, s. 22 .

(2)


H. F. ALASYA

SAY! 309

YIL xxvn

Iında kurmak zorunda kalmış ve çok ağır şartlar altında direnişe geçmek mecburiyetinde kalınmıştır (9) •

İngilizler, 1955 yılında aldıkları bir kararla, 1960 yılında Kıbrıs'ta İngiliz hakimiyetine son vermeği ve ada'da sadece hükümran üsleri el­ lerinde tutmayı planlamışlardı. Bu sebeble EOKA'ya karşı kedi-fare oyunu oynamayı ve ada'dan çekilmeğe gerekçe hazırlamayı tercih etmiş­ lerdir. Nihayet, 191'9 yılına kadar süren çarpışmalar neticesinde, insan üstü bir gayretle direnmiş olan Türk halkının bertaraf edilemiyeceği anlaşılmış, 1959 yılı Şubat ayında imzalanmış bulunan Zürich ve Londra Andlaşmalan ile, h..bns Cumhuriyeti'nin kurulması kabul edilmiştir. 1955 ile 1959 yılları arasında 400'den fazla Rum, Ortodoks klisesi kadar ENOStS'e bağlanmadıklarıııdan dolayı EOKA tedhişçileri tara­ fından öldürülmüıjılerdir (10) •

Makarios, Zürich ve Londra Andlaşmalarım, baskı altında kerhen imzaladığını söylemiş ve mücadelenin gayesinin bir Cumhuriyet kurul­ ması olmadığını açıklamıştır(11).

KIBRIS CUMHURİYETİ'NİN İLANI Kıbrıs Cumhuriyeti 15/16 Ağustos 1960 tarihinde resmen ilan edil ­ miştir. Bu Cumhuriyet'te Kıbrıs Türk halkı eşit statü ile kurucu ortaktı. Cumhurbaşkanı Rum, Muavini Türktü ve veto hakkı vardı. Mllietvekil­ lerinin % 30'u Türk1tü ve kabinede 3 Türk Bakan vardı. Rum Bakanlar 7 idi. Gayesi ENOStS olan Makarios, Türklere hiçbir hak tanımak iste­ mediğinden, "Kıbns Anayasası'mn tatbik kabiliyeti yoktur." tezini or­ taya atmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ise, Anayasaya dokunul­ maması yolunda, Makarios'u ikaz etınݧtir. Buna rağmen, Makarios, Kıb­ rıs'taki İngiliz Yüksek Komiseri'nin de yardımı ile, Anayasaya 13 Mad(9) Oberling, s. 60; Alasya, s. 22. ( 10) Kıbrıs Mektubu, Dergi, Kıbrıs Türk Kültür Derneği yayını, Sayı:

2, Kasım 1987, e. 3. (11) Makarios'un Eylül 1960 tarihinde New York Herald Tribune gazetesıne ver­ diği demeç; 5 Eylül 1963 tarihinde, Usi, Suomi of Stocholm'de yayınlanan mülakat; 4 Eylül 1962 tarihinde Panayia köyünde yaptığı konuşma; Alasya, e. 24, 25, 26.

(3)

3


TÜRK

SAYI 309

delik "Tadil Teklifi'

YIL XXVII

KÜL TÜRÜ

hazırlamış ve Garantör Devletlere, 30 Kasım

tarihinde vermiştir ( 12) .

1963

Veto hakkı dahil, Türklere tanınmış bulunan bütün haklan kaldıran ve Türk halkını basit bir azınlık haline getirmeği öngören bu tadil tek­ liflerini Türkler derhal reddetmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti de

6 Aralık 1963 günü, kabul etmediğini bildirmiştir(13). Garantör Devlet­ ler olan İngiltere ile Yunanistan'dan, tabiatı ile hiç ses çıkmamıştır. Makarios, tadi! teklifleri lehine kamuoyu oluşturmak için dünya ça­ pında ve bilhassa Üçüncü Dünya ülkelerine, propaganda ziyaretlerinde bulunmuş ve lehine hava yaratmıştır. Bu sırada Türkiye Başbakanı lnö­ nü'nün 2 Aralık

1963

tarihinde istifa etmiş bulunması neticesinde, Hü­

kümet buhranının mevcut olması (1�), Yunanistan'da da Zürich ve Lond­ ra Andlaşmalarını bir cinayet sayan Yorga Papandreu'un Başbakanlık makamına oturmuş alınası, Makarios'u cesaretlendirmiş ve Kıbrıs Türk halkını imha etmek için Yunanistan Genelkurmay Başkanlığı tarafından hazırlanmış bulunan ve Türkleri imha etmeği hedef alan AKTlRAS nını ( 15) tatbik mevkiine koyma emrini verdirmiştir.

1963-1964

p la­

yıllan ara­

sında Kıbrıs'ta Rum Milli Muhafız (RMM) ordusunda hizmet etmekte olan Yunanlı subay Ioannides, Makarios'un elini öpmüş ve şu planı teklif etmiştir:

"... projem şöyledir: Ada'mn her tarafında bulunan Türklere ini bir saldın yapmak ve tek bir Türk kalmayacak şekilde onları imha etmek"(16) demiştir Kanlı Noel olaylan bunun için başlatılmıştır. KA1'i"'LI-NOEI. OLAYLARI VE KAYIPLAR Çok iyi eğitim görmüş ve Yunanistan tarafından, en modern silah­ larla donatılmış bulunan 20.000 kişilik EOKA teröristleri, Yunan alayına (12) Zaim M . Necatigil, The

Cyprus

Conflict, Nicosia

1981, s. 11; Necati M. Er­

tekün, Intemational Talks and the Cyprus Problem, Nicosia, 1977, s. 63; Denk­ tash, Triangle, s . 26; Oberling, s. 83; Doç. Dr. Sevim Toluner, Kıbns Uyuş­ mazlığı ve Milletlerarası Hukuk, İstanbul, 1977, s. 78; Alasya, s. 29; H. Scott Gibbons, Peace W"thout Honour, Ankara, 1969, s. 47. (13) Alasya, s. 30. New York, 1967, s. 21. , M. Necatigil, The Cyprus COnfltct,

(14) Alasya, s . 31; Kemal Melek, The Cyprus Question (15) Denktash,

Triangle,

s.

180-191;

Zaim

H. Fikret Alasya, The Cyprus Problem, 1979, :ıı. 1975, s. 136-143; Ergenekon , Yayını, AKRİTAS PLANI, Lefkoşa. 1971; Alasya, s. 31. (16) Greek Atrocitles in Cyprus, PIO, T?SC, s. 26, Pollcy of Genocide. Nicosia, 1981, s. 141-147;

136-143; Zenon Stavrinides, The Cyprus Conflict

4

(it:)


SAYI 309

H. F. ALASYA

YIL XXVll

mensup askerlerle birlikte, savunmasız Kıbrıs Türklerine karşı 21 Aralık 1963'de saldırıya geçmişler ve olaylar 23-25 Aralık tarihleri arasında Kanlı-Noel adı ile, tarihe kara bir sayfa halinde geçen faciaya dönüş­ müştür. Bu saldırının gayesi 6-8 saat içinde Lefkoşa'daki Türkleri imha etmek ve bunun neticesinde de diğer bölgelerdeki Türklerin teslim ol­ masını sağlamaktı (17). Basın yayın organlarını ve TV'yi elinde bulundu­ ran Makarios, bu saldırıyı, dünya kamuoyuna, Türklerin isyan ettikleri ve tenkil harekatının başlatıldığı şeklinde ilan etmiştir (18 ) . Makarios, Tilrldye Büyükelçiliğinin telefon bağlantısını bile kese­ cek kadar ileri gitmi�tir (19 ) . Makarios, Kanlı-Noel olaylan sırasında, yar­ dımcısı Dr. Küçük'ün bürosunu, silahlı EOKA çetelerine işgal ettirmiş ve randevu talebini bile kabul etmemiştir. EOKA çeteleri ve Yunan askerleri, savunmasız Türklere karşı, aklın alamıyacağı cinayetleri işlemekten çekinmemişlerdir. Savunmasız, silah­ sız evlere kadar girmişler, 3 yavrusu ile sığındığı banyo küvetinde, bir anayı kurşun yağmuruna tutup delik deşik ederek vahşice katletmişler­ dir (20) . Bu saldırının duyulması üzerine, Garantör Devletlerden biri olan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, 25 Aralık 1963 günü öğleden sonra saat 14.00'te Lefkoşa üzerinde, Türk jetlerine bir ihtar uçuşu yaptırmış­ tır (21). Makarios ateş kesmek zorunda kalmıştır. Fakat Makarios, 26 Aralık 1963 günü Ayvasıl'da bulunan savunmasız Türkleri topluca katlettirip, kazmak zorunda bırakıldıkları çukurlara attırmıştır (22) . EOKA çeteleri, Lefkoşa Devlet Hastanesinde yatmakta olan 21 Türk hastayı zorla almışlar ve kayıplara karıştırmışlardır (23) . Açıklanmış bulunan bu olaylardan da anlaşılacağı gibi, Kıbrıs'ta ilk kayıplar, yollardan toplanarak, evlerinden alınarak, bugüne kadar ken­ dilerinden hiçbir al!namayan Türklerdir. Tiirk halkı Kanlı-Noel olayları (17) Grawshaw, s . 366-3 7; Oberling, ·s. 87-93; Gibbons, s. 1-15; Alasya s. 31. , (18 ) Gibbons , s. 37, 62; Greecc And Terror, Thc Cyprus Turkish Cultural Asso­ ciation, Head Offic, Ankara, 1985 , s. 18. (19 ) Alaysa, s. 31. (20) Alasya, s. 30, 31; Barbarlık Müzesi, Lefkoşa, KK.T.C.; Max Clos in, Figaro, Jenuary, 1964; Gibbons, s . 96. (21 ) Oberling, s. 98; Kemal Melek, The Cyprus Question , s. 22; Crawshaw,

s.

367�

Denktaş, Seçenekler ve Kıbrıs Türkleri, 1986, s . 13; Alasya, s. 32; Dr. Vehbi Zeki, Türk Mücadele Taıihi Cilt III. s. 8. , (22) Alasya, s. 32; Human Rightts in Cyprus, 1979, ·s. 93-95; Denktaş , Seçenekler, s. 12; Türkiye Milli Talebe Federasyonu ' Ankara Üniversitesi' 1964 · (23) Oberling, s. 93; Gibbons, s. 79 .

(5)

5


SAYI 309

TÜ R K

KÜLTÜRÜ

sırasında 92 şehit, 475 yaralı vermiş ve kayıpların hesabı ise meçhul kalınıştı r (24) . Küçük Kaymaklının 70 yaşındaki yatalak imamı Hüseyin İğneci bile başından vurularak şehit edilmi,tir(25 ) . EOKA çeteleri 1963 yılı Christmas öncP-sinde, çoğu kadın ve çocuk olmak üzere 700 Türkü rehine alarak Lefkoşa'dan uzaklaştırmışlardır ki bunlardan bir kısmı daha sonra katledilmiştir ( 26 ) . Türk kayıpların izlerinin bulunması için yapılmış olan bütün giri­ şimler neticesiz kalmıştır. B.M. Genel Sekreterinin 11 Mart 1965 tarihli S/6228 sayılı raporunda 209 Türkün hala kayıp olduğu ve Milletlerarası Kızılhaç (ICRC) ile B.M. Barış Gücünün (UNFICYP) raporlarında da bu hususun teyid edildiği açıklanmıştır( 27) . Verilmiş bulunar. rakamlardan da anlaşılacağı gibi, Kıbns'ta ilk kayp­ lar, şehitler ve yaralılar Türklere aittir. Rum kayıplar yoktur. Mesele Rumlar tarafından �ıkartılmıştır (28) Fakat ne Milletlerarası Camia ne de İnsan Hakları savunucuları, Kıbrıs Türkünün feryadına kulak ver• miştir. Makarios başta olmak üzere, yetkili ve suçlu kişilerin, "Jenosit suçu " işlem.iş olmalarından dolayı, Cenevre Andlaşmalanna göre yargı­ lanarak müstahak oldukları cezaya çarptırılmaları gerekirdi . Fakat maa­ lesef cezalandırılmak şöyle dursun, bilakis desteklenmiştir. •

Kanlı-Noel olayları. Kıbrıs Türk halkının can güvenliği bakımından büyük tehlike teşkil ettiğinden, tedbir alınması icap etmiştir. Dr. Küçük ile Makarios'un mü�terek talebi üzerine, İngiliz askerleri 29 Aralık 1963 günü Lefkoşa'daki "Yeşil Hat"ta girmişlerdir (29 ) . Böylece Kıbns'ın ikiye bölünmesi safhası, fiilen başlamıştır. Bu görevi, B.M. Güvenlik Kon­ seyi'nin 4 Mart 19&1 tarihli kararı ile B.M. Barış Gücü, İngilizlerden dev­ ralmıştır. Barış Gücü, bu göreve devam etmektedir. Bu Kanlı-Noel olaylarını öğrenmiş bulunan Kıbrıs Anayasa Mahke­ mesi Başkam Alman Prof. Dr. E. Forshoff 30 Aralık 1963 günü UPI Muhabirine verdiği demeçte: (24.) Denktash, Triangle, s. 43 44. , (25) V. Zeki, s. 8; Gibbons, s. 8 4-85. (26) Denktash, Triangle, s. 43; Oberling, s. 121. (27) Denktash, Triagle, s. 43,44. (28) Cumhurbaşkanı Denktaş'ın Sovyet önerilerine Yanıtı, Kıbns Türk Kültür Der­ neği Genel Merkez Yayını, Kıbrıs Mektubu (Dergi), Kasım 1987, sayı 2, s. 54; Greece and Terror, The Cyprus Turkish Cultural Assaciotion, Head Offlce, Ankara, 1985, s. 17, 18; Washington Po:5t, 17.12.1964.

(29) 6

Oberling. s. 99. Alasya, s. 34.

(6)


H. F. �SYA

SAYI 309

------ ----

yn, XXVII

------------------

bu derece vahşi bir saldın olacağını tahmin edeme'Ldim. Ma.­ bütün bunları Türklere Anayasa'da t.anınan haklann hepsini el­ lerinden almak i�in yapmıştır.'' demiştir(30). Tarafsız olan Başkanın bu sözleri, Kıbns Türk halkının, sadece Türk olduklarından dolayı maruz kaldıkları haksızlığın. düçar oldukları facianın en açık bir delilidir. ".

.

.

.

karios

Dünyanın bu kayıtsızlığı, Makarios'u cesaretlendirmiş ve 1 Ocak 1964 günü yaptığı bir açıklama ile, Kıbrıs Andlaşmalarını feshettiğini ilan et­ miştir (31 ) . Böylece Kıbrıs Cumhuriyeti fiilen çökmüş ve ortdan kalkmış­ tır. Çünkü Makarios, Türk tarafını yönetimden silah zoru ile uzaklaş­ tırmış, Türklerin hakkını gaspetmiş ve "Gayrı Meşru Kıbrıs Rum Yö­ netimi" ortaya çıkmıştır. S.S.C.B .Dışişleri Bakan Yardımcısı Vadim Lon­ ginov, Güney Kıbrıs'ı ziyaretinde yaptığı basın toplantısında "Kıbrıs Rum Yönetimi"ni tanıdıklarını söylemiş ve "eğer bu meclisten, bu hü­ kümetten kaçmışlarsa. buna iyi gözle bakmayız" diyerek(32) tarihi ger­ çeği işine geldiği gibi saptırmıştır. Hakikatte Türkler Temsilciler Mec­ lisi'ne sokulmamışhrdır ( 33 ) . Bugün de Kıbrıs Rum Yönetimi gayrı meş­ rudur. Fakat Milletlerarası Camia ve kuruluşlar, prosedüre! olarak, Kıb­ rıs'ın tek Meşru Hükümeti olarak Rum Yönetimini tanımaktadır. KIBRIS'TA TURKL.ERE KARŞI SALDIRILAR DEVAM ETMİŞTİR

Kıbns'ta yönetimi eline almış bulunan Makarios, köylerde azınlıkta bulunan Türkleri öldürtmüş, evlerini yağmalatmış, insanlık dışı muame­ lelere maruz bıraktumıştır. 103 Türk köyü yakılmış, yokedilmiş, 24 bin Türk göçmen dururr:.una düşürülmüştür(34). 70 yaşındaki Küçükkaymaklı imamı Hüseyin İğ·-ıeci'nin bile öldürülmesine rağmen, bu kayıplara ve Türk göçmenlerine karşı dünyada en ufak bir tepki gösterilmemiş ve ilgi duyulmamıştır. Rumların eline geçmiş bulunan Küçükkaymaklı'nın iade (30) Oberling, s. 80, Vanezis, s. 155. Crawshaw, s. 367; Hwnan Rights, s. 29; Zaim M. Necatigil, Cyprus Constitutiıonal Propasals and Developments,

s.

10; Denk­

ta·sh, Triangle, s. 27; Alasya, s. 35. s. 367; Denktash, Triangle 27; Alasya, 35; Necati , M. Ertekün, Inter-Communal Talks and the Cyprus Problem, 1977, s. 95; Denk ­ taş, Seçenekler, s. 13, 14.

( 31 ) Vanezis, s. 155; Crawshaw,

(32) Tercüman. Gazetesi, 21 Aralık 1987, K.K.T.C. diye bir şey yok, s. 4. (33) Zaim Necatigil, K.K . T. Cumhuriyelti'nin Hukuki Statüsü Nedir? 1984 Haziran ayında, Boğaziçi Üniversitesinde Tertiplenen Sempozyumda •sunulan tebliğ, s. 4. s. 94'den 235•e kadar; Ertekün, Inter­ Communal Talka, s. 95; Human Rights, s. 29, 93, 94, 9:>; Denkta§, Seçenekler , s. 13, 14; Greek Atrocities, s. 3; Gibbons, s. 84, 85; Alasya, s. 33; B.M. Genel Sekreterinin 29 Temmuz 1965 tarihli S,'6569 kararı.

( 34 ) Denktash, Triangle, s. 27; Oberling,

(7)

7


SAYI 309

TÜR K

YIL xxvn

KÜLTÜRÜ

edilmesi ve iskana açılması teklifimiz "Silahla alınan yerleri geri veril­ mez" sözleri ile reddedilmiştir. 1964 yılında Limasol'da, Baf'ta, Gazi­ veren'de, Erenköy'de ve adanın her tarafında, Türklere karşı girişilmiş bulunan imha harekatını durdurmak için, Türkiye Cumhuriyeti Hükü­ meti, Garantör Dev'et sıfat ve yetkisi ile müdahale etmek ve Türkleri imha edilmekten k1ı.J1:armak istemiştir. Fakat A.B.D. Başkanı Johnson'un, Başbakan lnönü'y� yolladığı 5 Haziran 1964 tarihli mektubu ile buna mani olunmuştur p;). Bundan cesaret almış olan Rum-Yunan ikilisi, 15 Kasım 1967 tari­ hinde Grivas komutasındaki EOKA ve Yunan tümeni ile Geçitkale ve Boğaziçi köylerindeki Türklere karşı büyük bir saldırıya geçmiştir(36). Hatta, B.M. Barış Gücü askerlerinin telsizlerini kıracak kadar ileri git­ mişlerdir. 27 Türk öldürülmüş, 9 Türk ağır yaralanmış ve 80 yaşındaki köy imamı üzerini?' �azyağı dökülerek yakılmıştır (37). Bu saldırı karşısında, Garantör olan Türkiye Cumhuriyeti Hükü­ meti, Kıbrıs Türk'.erini imha edilmekten kurtarmak için, Türk Silahlı Kuvvetlerini kullanr.ıak yetkisini TBMM'den almış ve askeri birlikleri gü­ neye intikal ettirmi�1ir. Bu defa da A.B.D. Cumhurbaşkanı Özel Temsil­ cisi Cyrus Vance'ia arabuluculuğu ile Türkiye'nin şartlan kabul edilmiş ve çıkarma yapılmı:ı�ı önlenntiştir (38). Cyrus Vance, �ııeseleye barışçı yoldan, taraflar arası görüşmelerle bir çözüm bulunm.ısı hususunda tarafları mutabakata vardırmış ve ilk ikili görüşmeler 1968 yılı Haziran ayında Beyrut'ta başlamıştır(39). An­ cak Rum-Yunan ikilisinin ENOS!S gayesinden hiçbir zaman vazgeçme­ mesi sehebiyle, bugüne kadar kesin bir anlaşmaya varılamamıştır, va.n­ lacağına da kaani bulunulmamaktadır. Makarios, 1964 ve 1967 yıllarında Türkiye'nin Kıbns'a çıkartma yap­ ma yolundaki kararlılığını iyi değerlendirmiş ve meseleyi uuzun Vaa,. deli Mücadele" taktiği ile çözmeği planlamış ve uygulamaya başlayarak (35) Oberling, ·s. 114; Alasya

s. 38. 1 (36) z. M . Necatigil, The Cyprus Conflict, Nicosia, 1981, s. 27; Denktash, Triangle,

s.

50, 51; Crawshaw, 376, 377;

Oberling,

s.

141;

Alasya, s. 39; Necati M.

Ertekün The Cyprus Dispute, 1984, s. 22. , (37) Crawshaw, s. 376, 377; Gibbons, s. 177. (38) Denktash, Triangle, s. 50, 51; Oberling, s. Hl, 142, 143; Crawshaw,

s.

377,

378; Ertekün, Dispute s. 22. , (39) Denktash, Triangle, 54; Oberling, 94, 100, 101, 152; Ertekün, Dispute, 192-194; Alasya, s. 41. ·

8

(8)


SAYI 309

YIL XXVIl

H. F. ALASYA

netice almayı da başarmıştı. Ancak, Yunanistan'daki Albaylar Cuntası, dahildeki zaaflarını kapatmak için, Kıbrıs'ı bir an önce Yunnistan'a İL­ HAK etmek istemiştir. Bu durum, Makarios ile Cuntanın arasını açmış ve Makarios, Yunanistan Cumhurbaşkanı General Gizikis'e 2 Temmuz 1974 tarihli mektubu yazmıştır('0). MAKARİOS'A KARŞI DARBE

Dir an önce İLHAKI gerçekleştirmek ıçın 15 Temmuz 1974 günü Makarios'a karşı bir darbe yapılmıştır. Darbe'de Makarios'un öldüğü Rum radyo ve TV'si ile ilan edilmiştir. Fakat Makarios, İngilizler tara­ fından kaçırılmış ve uçakla Ada'dan uzaklaştırılmıştır(41). Cumhurbaşkanlığı koltuğuna, insan kasabı olarak ün yapmış Nikos Sampson oturtulmuştur('"). Sampson ilk iş olarak ''Kıbrıs Helen Cum­ huriyetini" ilan etmiştir(43).Bu, adı söylenmemiş İLHAK demekti. Ga­ yeleri dünya kamuoyunun tepkisini tesbit etmekti. KIBRIS'TA RUM KAYIPLARI

Darbe, Kıbrıs'ta Makarios'çu ve Cuntacı olarak ikiye bölünmüş bu­ lunan Rumlar arasında çatışmaya, netice olarak da Rumlardan kayıp­ ların ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Lefkoşa Yeni Rum Mezarlığı pa­ pazı Papatsestos'un Rum mahkemesi huzurunda, yemin ederek verdiği ve ilk defa olarak "Ta Nea'' gazetesinde yayınlanmış olup 28 Şubat 1976 tarihli bütün Rum gazetelerinde yer almış bulunan ifadesinde "Canh bir Rum gencinin, diri diri �ukura gömüldüğünü" açıklamıştır. Papatsestos, darbede öldürülmüş bulunan 77 kişinin, cunta tarafından, tanınmalarına bile fırsat vermeden "köpekler gibi" 2 çukura gömüldüğünü ve gömme sırasında, başına tabanca dayanmış olduğunu söylemiştir(45). Rumların ( 40) Denktash, Triangle, s. 64, 65; Oberling, s. 154..57; Alasya, 43; Ertekün, pute, s. 31, 32; Crawshaw, s. 306, 307; Human Rights, s. 77-80.

Dis­

·s. 158; Ertekün, Dispute, s. 31; Denktash, Triangle, s. 64 65; , Crawshaw, s. 389; Human Rights, s. 23-25. (42) Oberling, s. 159; Ertekün, Dispute, s. 32; Turhan Feyzioğlu, Necati M. Er­

\41) Oberling,

tekün, The Crux of the Cyprus Questicn Lefko§a, 1987, s. 17; Alasya, s. 43. , (43 ) Oberling, s. 159; Crawshaw, s. 389; Denktaıı, Triangle, ·s. 65; Human Rights, s. 81-85 . ( 44) Scnsational Disclosures By A Pricst 15 July 1974 coup in Cyprus, Rights, Appendix 15.

"Hlw Greeks l{illed each other during Appendix 15; Human

PIO, TFjiC, s. 389-9 1;

(45) Sensational Disclosures s. 4; Human Rights, s . 89; Oberling, , s. 93, 147.

(9)

s.

160; Triangle,

9


SAYI 309

TÜR K

KÜLTÜRÜ

YIL XXVll

öldürülmeleri, sadece Lefkoşa'da olmamıştır. Limasol'da, Baf'ta v.s. yer­ lerde de olmuştur. Papatsestos'un kendi kulakları ile duyduğunu �ık­ ladığı, telefon konuşmasında; Cunta Subayı, "En son kişisine kadar, bu akşam hepsi öldürülmelidir" emrini vermiştir (46). Papatsestos TA N ea muhabirinin

"Türkler Ada'yı işgal etmeselerdi, dar bede daha çok Kıbrıslı Rum öldürülecek mi idi?" sorusuna; verdiği cevapta; "Evet, pek çok. Beni de öldürmek istediler. Söylemesi biraz zor &ma, Türk müdahalesi, bizi insafsız bir iç savaştan kurtarmıştır. Onlar, Makarios ta.rafta.rlanrun bir listesini hazırlamışlardı ve hepsini de ka� ledeceklerdi" demiştir(47). Darbe sırasında binlerce demokrat Rumun yawnda, masfim Kıbns'lı Türk kadınları ve çocukları da EOKA sürüleri tarafından insafsızca öl­ dürülmüştür (48). Bu rakamları çoğaltmak mümkündür. Papatsestos 13 Aralık 1974 tarihinde Makarios'a şu açıklamada bulunmuştur: "Lefkoşa mezarlığının içinde ve etrafında beş adet büyük (7ft x 20ft) çapında mezar vardır ki bunlara askerler, polisler ve siviller (bazıları yaralı olmakla beraber hala yaşıyorlardı) eski çuvallar gibi, kamyonlar­ dan boşaltılmışlardı (49). Bu ifadeler, Cunta tarafından yapılan darbede, gerek Rumların gerekse Türkler'in insafsızca öldürüldüklerini, görgü şahidi olan bir papazın açık itirafıdır. Ancak acı gerçek şudur ki 1963 Kanlı-Noel olaylarında katledilen, kayıplara karıştırılan Türkler hakkın­ da hiç kimseden çıt çıkmamıştı. Fakat Makarios 19 Temmuz 1974 günü B.M. Güvenlik Konseyi'nde yaptığı konuşmada :

"Yunan Cuntasının yaptığı darbe bir işgaldir, neticesinden bütiin Kıbns halkı, hem Rum hem de Türkler ızdırap çekmektedir." demiştir(S0). Makarios'un bu açıklamasından ve Nikos Sampson'unun ''Türkiye müda­ hale etmeseydi, yalnız İLHAK etmekle kalmayacaktık aynı zamanda Türkleri de İMllA edecektik" yolundaki kararını bildiğinden, Garantör devlet olan Türkiye, Kıbrıs halkını mutlak bir imhadan kurtarmak için (46) Sensational, s. 5; Human Rights, s. 9; AKEL, Kıbrıs Trapedisi Yıllığı, s. 214.. (47) Sensational, s. 5. (48) Sensational, s. 6; Kıbns Trajedisi hunharca öldürüldü). (49) Sensational, s. 6.

Yıllığı,

s.

31, (Darbe

sırasında 450 kişi

(50) Triangle, s. 136; Oberling, s. 160-162; Crawshaw s. 389; Ertekün, Dispute, , 244; Türk Ajans Kıbns T ( AK), 22 Temmuz 1974, s.1; Alasya, s. 56.

10

s.

(10)


SAYI 300

H. F. ALASYA

YIL :xxvn

harekete geçmiş ve Kıbns'ı işgal gayeEi gütmediğinden dolayı, zamanın Türkiye Başbakanını Londra'ya göndererek, "müşterek müdahale" tek­ lifinde bulunmuştur. Teklifi reddedilinc� (51)

de Garanti Andlaşmasının

iV. Maddesi gereğince, 20 T e mmuz 1974 tarihinde, t.ek taraflı müdahale hakkım kullannııştı.r. Bu müdahalenin kanuni olduğunu Atina Yüksek Mahkemesi, 21 Mart 1979 tarihli ve 2658/79 sayılı karan ile tescil et­ miştir (52). Makarios'un B.M. deki açıklaması tarihi bir gerçeğin objektif ola­ rak itiraf edilmiş olmasıdır. Ancak Makarios, tekrar Kıbns'a dönüp de Cumhurbaşkanlığı makamına oturunca, B.M. de yapmış olduğu konuş­ masını unutmuş ve darbe neticesinde ölmüş olan Rumların hesabım Türk­ lerden sormuş ve böylece bu insani meseleyi, politik maksadına propa­ ganda malzemesi olarak kullanmıştır (5�) . Darbenin hemen arkasından, yani 5 gün sonra, Kıbrıs Türk Barış Harekatının yapılması, Rum-Yıunan ikilisinin, meseleyi istismar etmesine imkan vermiştir. Nitekim Kıbrıs Türk Federe Devleti Başkanı (KTFD) Denktaş ile 27 Ocak ve 12 Şubat 1977 tarihinde yapılmış olan zirve toplantısında yer alan konuşmaların 27 Ekim 1977 tarihinde açıklanmış olan tutanaklarında, Denktaş'ın; "Ka­ yıp ailelerine doğruyu söyleyip bu konuyu propaganda için kullanma" demesine karşılık Makarios'un verdiği cevap şu olmuştur :

"Propaganda ya!Jmam i�in elimde başka silah kalmamıştır(54). Ma­ karios'un darbe neticesinde kaç Rumun öldürüldüğünü bilmediğini açık­ laması üzerine Denktaş'ın : "Fakat B.M. de yapmış olduğunuz konuşmada, Ada'da büyük öl­ çüde kan döküldüğünü söylediniz" demesine karşılık Makarios : "Sizi temin ederim ki darbe sırasmda kaç kişniin öldüğünü ve kaç kişinin kayıp olduğunu ·bihniyorum'' karşılığını vermiştir(55). Denktaş, "İskandinav basınının rakamlarına göre ölü sayısının 2000'i aştığı ve Kıb­ rıs asıllı bir Yunan Prof.'un Londra'dan, Lefkoşa'daki bir Türk arka­ daşına yolladığı mektupta

Limasol sokaklarında

yüzlerce ölü cesedini

gördüğünü bildirdiğini ve bir papazın da kamyonlar dolusu ölü getiri­ lerek, bazılarının canlı canlı gömüldüğünü gördüğünü, söylemiştir. Bu ger( 5 1 ) Triangle, s. 88; Oberling, s. 160-162; Crawshaw, s. 389; Alasya, s. 46. ( 52) Alasya, s. 74. (53) Denktash, Triangle, s . 158. (54) tbid s. 153; Human R ights, s. 23. (55) Triangle, s. 153, 154.

(11)

11


SAYI 309

T Ü R K

KÜLT Ü R Ü

YIL xxvn

çekleri dikkate almadan 200 Kıbrıs'lı Rumun hesabını benden ve Türki­ ye'den nasıl sorarsın?" demiştir. Bunun üzerine Makarios; "Meseleyi biliyorum. 23-24 mesele için bir araştırma komitesi kura­ maz mıyız?'' sorusuna Denktaş: "Kurabiliriz" cevabını vermiştir('"). Siz savas sırasında kaybolan 23 veya 24 kişinin ne olduğunu bana soruyorsunuz" diyen Denktaş, Ma­ karios'tan 1963-64 yıllan arasında Rumlar tarafından evlerinden alına­ rak, yollardan ve işyerlerinden toparlanarak, kayıplara karıştırılan 203 Türk'ün ne olduğunu öğrenmek istemiştir ( 57 ) . Çünkü Klerides, 1968 yı­ lında yapılan görüşmelerde, hepsinin öldürülmüş olduğunu söylemişti. "Bu Türklerin kimler tarafından ve nerede öldürülmüş olduğunu bana açıklar mısınız?" ( 58 ) demiştir. Esasen 1974-75 yıllarında, Milletlerarası Kızılhaç Temsilcisi Philip Zuger Başkanlığında, Türk ve Rumlardan oluşan Geçici Komite aracılığı ile kayıp kişiler araştırılmış ve şu neticeye varılmıştı: (a) Harp esiri olarak Türkiye'ye götürülmüş bulunan Kıbrıs'lı Rum­ ların hepsi Rum tarafına geri verilmiştir (59). (b)

Kayıp olduğu iddia edilen pek çok Rum, aslında hayatta olup

Rum kesiminde yaşamaktadır.

\'..)

(c) Pek çok sayıda kayıp ki�i ile ilgili olarak bilgi elde edilmiş dosyaları kapanmış olanlar hakkında taraflara bilgi verilmiştir.Ve (d)

Görüşmeci olan Denktaş ve Kleridis'e araştırılması icap eden

30 dosyayı devrettikten sonra mahalli bürosunu kapatmıştır (60).

Milletlerarası Kızılhaç'ın bu raporundan da anlaşılacağı üzere, çö­ züme bağlanmamış 30 kadar kişinin dosyası mevcuttur. Ancak Rum Yönetimi, Makarios'un da belirttiği gibi, meseleyi, "küçük bir devlete karşı, dev bir devlet" olarak nitelendirdiği Türkiye aleyhinde bir koz olarak kullanmaktan başka çareleri kalmadığı için, anlaşma yolunu tıka­

,, ı�·kt::ıdır ve netice alınmasına engel teşkil etmektedir. Buna karşılık, Türk tarafı, kayıplar meselesinin araştırılıp bir neticeye varılmasını, gö­ nül huzuru içinde kabul etmekten çekinmemiştir. Çünkü kronolojik bir esas dahilinde incelenince, ilk önce 'rürk tarafının kavıplan gün ışığına < 56) İbid, s. 154..

(57) Denktash, Triangle, s. 154, 156. (58) İbid, s . 155. (59) International Committee of the Red Cross, ıı Marcb 1976, (60) Triangle, s. 158, 159; Human Rights, s. 296, 300.

12

(12)


YIL xxvn

H. F. ALASYA

SAYI 309

çıkacaktır. Bundan dolayı, Türk tarafının ısr&n neticesinde, Rumların da muvafakatı sonucu, 1981 yılında B.M. Genel Sekreterinin tayin ettiği bir Milletlerarası Kızılhaç Temsilcisi, Claude Pilloud Başkanlığında, bir Türk ve bir Rum üyeden oluşan "Otonom Kayıplar Komitesi" ortaya çıkmış ve ilk toplantısını, 14 Temmuz 1981 günü yapmıştır. Ancak ikili görüşmelerde olduğu gibi, Rum tarafı, sürekli şekilde, mesele çıkararak toplantıları aksatmaktan ve yalan haberler yayarak neticeye ulaşmaya engel olmaktan vazgeçmemiştir. Meseleyi, propaganda yaparak gündem­ de tutmak için tekrar tekrar B.M- 3. Komitesine başvurmaktan çekin­ memiştir. Aslında Rum tarafı, kayıpların sayısını da kesin olarak ortaya koy­ mamakta veya koyamamaktadır. Kayıp sayısını bazan 4000'in üstüne çıkarmakta, bazan 2500 ve bazan da 1619 olarak ortaya atmaktadır(61). Esasen Rum tarafının kayıp diye iddia ettiği Rumların darbe sırasında öldürüldüklerini ve canlı olarak gömüldüklerini AKEL Lideri Ezakias Papayuannu da 28 Kasım 1982 günü Lefkoşa'da yapılmış olan m.iting'de itiraf etmiştir ("2). Böylece Papatsestos'un ifadesi, edilmiştir.

bir kere daha

teyid

Tarihi gerçek zaten budur. Makarios'un da itiraf ettiği gibi, mese­ leyi gündemde ve canlı tutmak, propaganda yapmak için elinde başka btr koz olmadığından dolayı, bu insani konuyu istismar etmekten Rum tarafı vazgeçmemiştir. Kıbrıs meselesi halledilinceye, B.M. 3. Komitesinin Rum Yönetiminin "Kayıplar meselesini'' gündeme koydurma talebini redde­ dinceye ve dünya Y.:amuoyu tarihi gerçeği anlayıncaya kadar Rum ta­ rafının bu tutumun&. devam edeceğinden şüphe edilmemelidir.

(61) Denktaş,

Cumhuriyet'in Soruların ı yanıtladı,

Cumhuıiyet Gazetesi, 25 Şubat

1988, s. 1 ve 10. (62) Birlik Gazetesi, 1 Aralık 1982, s . 1 ve 6 Aralık 1982, s. 1; Kıbns Trajed isi Yıl­ lığı, AKEL Partisi Neşriyatı, 1975, s. 28, 31, 36, 53, 86, 203 ve 214.

( 13)

13


"HAYDAR BABAYA SELAM" NAZiRELERİ ve YAYIMLANMAMIŞ BİR NAZiRE

Yrd, Doç, Dr. N&mık AÇIKGOZ(•)

Bilindiği üzere nazirecilik şiir sanatının en köklü geleneklerindendir. Büyük­ , lüğü herkes tarafından kabUI edilen ı;airlerle aynı bedii atmosferi paylaşmak iste­ yen edebi şahsiyetlerin başvurdukları bu metodda, bazen, daha iyi, daha güzel, daha sağ"lam söyleme endişesi farkedilmektedir. Tarih boyunca, Türk edebiyatının her türünde çok sayıda misaline rasltanan bu gelenek, arsımızda da devam etmektedir. Günümüzde, en fazla nazire yazılan şiir, meşhur Azeri şairi lUullamed m Hllseyia (1907 -18 Eylül 1988 , Tahran) 'ın, hemen hemen bütün Türk dünyasmda

ŞebrlyAr

bilinen ve hatta lirizm ve muhteva açısmdan adeta bir "Bayrak şiir" hA.line geU­ rilen Dayılar Babaya SelA.m (HSB) olsa gerektir. HBS'ın Türkiye'deki ilk neşri, !ran'daki ikinci neşriyle(l) aynı yılda, 1954-1955 yıllarmdadır. Azerbeycan Aylık Kültür Dergtsl'n.in Eylül 1954 i1A Ağustos 1955 yıl­ larındaki sayılarında tefrika edilen şiir, daha sonra Türk Yurda dergisinin, Ocak­ Ekim 1955 sayılarında neşredilmiştir. HBS'ın derli toplu ilk neşri olan üçüncü neşri ise, 1964 yılında Prof, Dr. Ahmed Ateş tarafından yapılmıştır(2) . A. Ateş, eserinin başına, Şehriyar'ın hayatı ve HBS hakkında verdiği kısa bilgiyi eklemiş tam metnini ve Türkiye Türkçesi'ne çevrilmiş metni ve rm işUr.

ve

§lirin

·

Doç. Dr. Muharrem Ergin, Türk Kültürü dergisinde neşredilen

bir sert yazı­

smda, Ali Tebrizi, Muhammed Hilseyin Sa.hhA.f Cennetima.kAm, Ali Azeri, CebbAr Bağ"çebAn ve Nusretullah Fethi'nin HBS'a yazdıklan

nazireleri kaydeder(s). M.

(*) Fırat Üniversitesi, Fen- Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü , Öğretim Üyesi, ELAZIÖ.

(1) Doç. Dr. Muharrem Ergin, "Haydar Babaya Selam Şiirinin Yankılan", Tllrk Kültürü, C. m, S. 31, s. 480. (2) Prof. Dr. Aluned Ateş, Şehriyar ve Haydar Babaya SelAm, Ankara 1964. (3) Ali Tebrizi, Seyyid Muhhammed Hüseyin Şehriyar, TK, C. I. S. 2; M. H. SahhAf Cenneti Makam, Şehriyar'a Selam, TK, C. m, S. 31, s. 481-482; Ali Azeri, Şehriyar'a Ümit, TK, c. III , s . 32, s. 540, (Yalnız bir bent vardır. ) ; c. BA.ğçeb4n, Heyder Baba Dilinçe Şehriyar, TK, C. m, S. 32, s. 541-542; N. Fethi, Şebrlylr'a Ta'ztm , TK, c. m, s. 33, S, 601-607.

14

(14)


YIL X:XVII

N. AÇIKGÖZ

SAYI 309

Ergin daha sonra HBS ı.ıı ile beraber bu nazireleri ve bunlara ilaveten Coşgun•un

:

nazir sini de bir

�raya

getirerek A zer i

Türkçesi

adlı eserinin merkezi yapacaktır(4).

Osman F. Sertkaya, "Haydar Babaya Selam" Şiirinin Türkiye'deki Akisleri"(5) başlıklı yazıaında, kısa bir HBS ve Şehriyar bibliyografyasıyla beraber Verdi Kankılıç, Ayılll Erol ve Ali Korkut Akbaş'ın HBS'a yazdıkları nazireleri verir. Doç, Dr. Ali F. Karamanlıoğ'lu ise, "İl Dayakına Selam" adlı yazısında(6), Azeri şıiiri Bariz mahlaslı Abbas İslami'nin aynı adı taşıyan §iirini ele alır ve seçme mi­ saller verir. tran'lı araştırmacı M. Ruııen'in Azeri sahasında yazılan on'larca HBS nazire­ sinin ( 7)

tamamın.dan haberdar olamamakla beraber,

yukarıda sıraladığımız ş&ir­

lerin nazirelerinin ııu ııekilde bir dökümünü yapabilir ve umumi olarak baıılıca husu. siyetleıini tespit edebiliriz : 1 Muhammed H. Sarri.f CennetinıakAm, "Şehriyiir'a Selam" : 5'er mısralık 7 bent, ll'li hece. Şehıiyar'ın medhedildiği bir manzumedir ve muhtemelen HBS'a ya. zılan ilk naziredir. -

2

-

All Tebrizi, "Seyyid Muhammed Hüseyin Şehriyar" : İlki 8, diğerleri 6'şar

mısralık 5 bent, aruz vezniyle yazılmııı ve terkipler de dahil olmak üzere Farsça'nın çok tesirinde kalmııı bir manzfunedir. Bu da Şehriyar'a medhiyedir. 3

-

All Azeri, "Şehriyar'aÜmid" : örnek olarak 5 mısralık tek bent veriımiııtir .

4

-

Cebbar Bağçeban, "Heyder Baba Dilinçe Şehriyar": 5'er mısralık 9 bent,

ll'li hece. Bu ııair de manzumesinde Şehriyar'ı ve sanatını övmüştür. 5

-

Coşgun, "Eziz Şehriyar'a Selam" : 5'er mwıralık 92 bent, ll'li hece. Şeh­

riyar'ın medhedildiği bir manzfunedir.

6

-

NUBretullah Fethi, "Şehriyar'a Ta'zim" : 5'er mısralık 30 bent, ll'li hece

(Sonda, 15 mısralık 7 heceli bir masal sonu tekerlemesi benzeri kısım vardır.). Bu manzume de Şehriyar'a medhiye olmakla beraber HBS He muhteva benzerliği olan bir naziredir.

7

-

BA.riz (Abbas lsl.8.mi), "İl Day:ı.kına Selam" : 5'er mısralık 100 bent, ll'li

hece, sonunda "li Dayakından Haydar Babaya Selam" adlı bir bölüm vardır. Bir dağı (İra.n'da Eresperan yöresindeki YahfürQz köyü yakınlarında bulunan n Da.yakı dağı) merkez alması ve diğer ııekil ve üslüp özellikleri bakımından HBS'a en fazla benzeyen naziredir.

8 - Verdi Kankılıç, "Şehriyar'dan İlhamlar" : tstanbul'da 1968 yılında yazılan bu nazire, 5'erli mısralardan oluşan 7 bentten müteııekkildlr. ll'li heceyle ve Birecik ağzıyla yazılmıştır. Muhteva bakımından da HBS'a benzer.

9

-

Ayılll Erol, "Şehriyıir'a Sesleniıı"

:

1 Mart 1968 yılında İstanbul'da yazıla.a

bu nazire de telmik özellikler açısından diğerleri gibidir, fakat 5 bentten ibarettir. Muhtevası ise hamasidir. Azeri lehçesi ve Anadolu ağzından bir kaç kelime dı§lDda edebi Türkçe ile yazılmıştır.

( 4 ) Prof. Dr. Muharrem Ergin, Azeri Tiirkçesl, İstanbul 1971. (5) O. F. Sertkaya, "Haydar Babaya Selam Şiirin Türkiye'deki Yankıları",

TK, C.

vıı, s. as, s. 836-841. ( 6 ) Doç. Dr. A. F. Karamanlıoğlu, "İl Dayakına Selam", TK, c. VIII, S. 95, s. 798-800.

( 7 ) Doç. Dr. M. Ergin, "Haydar Babaya Selam Şiirinin Yankıları", TK, C. m, S. 31, s. 480 .

(15)

15


SAYI 309

T Ü R K

K Ü LT Ü R Ü

YIL xxvn

10 Ali Korkut Akba�, Şebriyiir'a : Şekil ve teknik özellikleri açısından HBS'a benzeyen 7 bentten ibarettir. Hamasi duygularla medhedilen Şehıiyar konu edilmiştir. Çukurova ağzıyla yazılmıştır . -

"

"

Bunlardan başöka, Şehriyar'ın 49 Lcntlik ikinci BHS'ını da ilkine nazire kabQl etmekle beraber onun "Sehendim" adlı şiirini, şekil ve muhteva bakımından olmasa da, gaye ve fonksiyon açısından HBS'a bir nazire sayabiliriz. Fakat biz ikinci HBS ve Sebendlııı dışında sıraladığımız bu 10 nazireyi topluca değerlendirirsek, şöyle bir ne­ ticeye gidebiliriz: 1 Ali Tebrizt•nı.ı naziresinin dışında, bütün nazireler, şekil, teknik ve üslQp özellikleriyle HBS'a benzerler, -

Sadece Bariz'in naziresi HBS gibi bir dağ merkez alınarak yazılmıştır.

2 3

-

Hacimce HBS'a en yakın nazireler Coşgun ve Biiriz'e :iittir.

Anadolu'da yazılan nazirelerde Anadolu ağızları, Azerbaycan'da yazılan­ larda ise Azeri lehçesi kuUanılmıştır. 4

-

Anadolu ağızlarıyla yazılan 5 muhteva açısından HBS'a benzer. -

nazirelerden sadece

V.

Kankılıç'ın naziresi

6 N. Fethi, V. Kankılıç ve Bariz'in dışındaki şairler, nazirelerinde Şehriyar'ı ve sanatını medhetmişler , muhteva açısından HBS'a benzemeyen manzumeler yaz­ mışlardır. -

7 A. Erol'un şiiri, şekil ve teknik özellikler ve iki kelime dışında HBS'a ben­ zememektedir. -

9 lardır.

-

Anadolu ağızlarıyla yazılan n�zireler lstanbul'da ve 1968 yılında yazılınış­

HBS nazirelerini umümi olaı-ak bu şekilde değerlendirdikten sonra, bu yazıda tam metni verilecek olan ve 3 Şubat 1!>81 tarihinde Ankara'da Fahri Unan tarafın­ dan yazılıp ilk def'a bu sayfalarda neşredilmekte olan nazireye gelebiliriz. Çiçekll'ye SelAm adını taşıyan bu nazire, Orta Anadolu ve bilhassa Yozgat yö­ resi ağzıyla yazılan; şekil, teknik ve muhteva yönünden Bariz'in naziresi gibi, HBS'a en fazla benzeyen bir manzumedir. Çünkü F. Unan bu naziresinde, Şehriyar gibi uzun yı11ar ayn düşülen bir coğrafya parçasını ( Yo:o;gat ili AkdağmAdeni ilşest Çiçekli köyü ) merkez almış ve yaptıkları muziplikleri, oynadıkları oyunları, arka­ daşlarıyla beraber yakın akrabaları ve yörenin folkloru ile dolu olan çocııkluk nostal­ jisini, zaman zaman HBS'da olduğu gibi ironik bir anlatım ve mahalli üadelerle dile getirmiştir. Azeri lehçesinin özelliklerini kuUandığı bentlerinde ise Azerilerin esaretine temas ederek, naziresine fikri bir boyut katmış ve böylece Şehriyar ve BBS Ue bir his birliği ihsas ettirmiştir. Bu nazirede, HBS'daki lirizm, nostalji ve coşkunluğun yanı sıra, vezin tcabı düşürülen hecelerden, yeknesaklığı gidermek için zaman zama nbaşvurulan durak aksamalarına kadar an'anevi halk şiirinin muhtelif ifade özelliklerini bulmak müm­ kündür. neride daha geniş bir şekilde yapılmasını arzu ettiğimiz HBS ve nazireleri ça­ lışmalarına bir katkıda bulunmak ·gayesiyle F. Unan'ın nAziresinin tam metnini ve me­ tinde geçen mahalli ifadelerin bazılarının manalannı veriyoruz :

16

(16)


SAYI 309

YIL xxvn

N. AÇIKGÖZ

ÇtÇEKU'YE SELAM - ŞebriyAr'a Hey Çiçekli, derelerin akanda,

Hey Çiçekli, er olan sana yanar,

Bahar gelip çiçeklerin kokanda,

Bilir misin kimisi yada kanar, Seni seven elbette seni anar,

Çobanların dağda ataş yakanda,

Ne hoş olur sende seni görmesi !

Anmayanlar- bedbaht olsun, kör olsun ! Yürekleri ataş olsun, kor olsun !

Hey Çiçekli, Ağtepe'ye yaslanma,

Hey Çiçekli, bağrıma taş ba.şmı§8ffi ,

Kış olanda duman tutup sislenme,

Heç sormazan, bil ki sana küşmüşem ,

Zemheride kederlenme yaslanma,

Sanma senden alakamı kesmişem,

Ne hoş olur sende safA. sünnesi !

Gün olur kim bahar gelir eline,

Gece gündüz yüreğimde sızısın.

Gün olur kim bülbül konar gülüne!

Ta ezelden !iti alnımda yazısın.

Hey Çiçekli, çiçeklerin açanda, Koyunların yaylalara göçende ,

Düşlerimi meşgu l ettin yar gibi, Kaşlarını çattın çok kızar gibi,

Yağız erler arp a , buğday biçende,

Belli, yüreğinde keder var gibi ,

Harmanında dii.De dii.ne çeç olur,

Heç çekinme, söyle kimdir ağlatan,

Gönüller şen, yüzler güleç

Başcığma kara bürük bağlatan ?

olur !

Sabahların ayaz olur çiğ olur,

Ağaçların yapraklan dökende,

Gündüzleri üzerin açığ olur,

Uğursuz kış üzerine çökende,

Kar yağanda dağlarında çığ olur,

Lapa lapa karlar kefen biçende,

Orda kayar bebelerin ayağı,

Sanma sen kim bahar gelmez, yaz gelmez!

Zevklenircll çocukların bayağı.

Kederlerin yüreğime az gelmez.

Hey Çiçekli, senin gönlün şen olsun,

Bilirsin kim, seni özden özlerim,

Dört bir yanın şirince gillşen olsun,

Onun için meUllleljir gözlerim,

Bu §Ür de benden sana şan olsun,

Sakın yalan sanma sözlerim,

Sen gönlümde yer eylemiş mekA.nsm,

Ta yürekten süzülüp geliyor,

Sen gönlümde şirince bir vatansın.

Yalan değil cümle il.lem biliyor. nu

Hey Çiçekli, ayn kalmak güç oldu,

Sablliğim heç çıkar

Bilir m1sin emeklerim heç oldu,

Ayırmazım adlDl öz adımdan,

Söyle hele, güzellerin neç'oldu ?

!resmini bıralonazım yedimden,

onlara da benden eyle bir selim,

TenhAlarda doya doya bakarım,

Yanlarına otur eyle bir kelA.m ...

Efkarlanır bir cıgara yakarım.

Hey Çiçekli, er olan

sana

yanar,

yadımdan,

Hey Çiçekli , kocalırsa.m eğer ben,

Bllir misin kimisi yA.da kanar,

örter misin üzerime toprak sen ?

Seni seven elbette seni anar,

Verir misin bağrında bana vatan ?

Aııroayanlar bedbaht olsun, kör olsun!

Yoksa nara yakar mısın cismimi ?

Yürekleri atag olsun, kor olsun!

Defterinden siler misin ismimi ?

Hey Çiçekli, ayrı kalmak güç oldu,

Hey Çiçekli, sen vefasız olmazan,

Bilir misin emeklerim heç oldu,

Ben gül.mezem, sen de ağlar gül.mezen.

Söyle hele, güzellerin neç'oldu ?

Kıyamete kadar heç düzelmezen

Onlara da benden eyle bir selam,

Onun içün canım özler çok seni,

Yanlarına otur eyle bir kelam ...

Unutma heç, unutma n'olur belıl'

(17)

17


SAYI 309

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

Derlerin daş.kumunan dolarsa, Düşmanla.rm yamacında gülerse, Hazan vurup çiçeklerin solarsa,

Çolaklar'm ac'elmayı yiyerken, Çolak geldi ceketimi giyerken, Hepimize söğüp kızıp sayarken,

l§te o an ben ölürüm kederde, "Eyvah, eyvah, öksüz kalmışım !" der de.

Biz de onu daşlaınaya baglardık, Daglarman bir gözelce haglardık.

Vatansever deyü kanma herkese, Yalancıktan "Seni severim." dese, Kulak verme duyacağın her sese,

Deli Havuz, Eso'yu hep döğerdi, Ben kaptanım deyii özün överdi, Elimizde ne bulursa o yerdi,

Anla, dinle, kimdir, nedir, nicedir ? Belki söylediği hep sinsicedir.

Biz de ağlar sonra eve giderdik, Anamıza hep şikayet ederdik.

Hey Çiçekli, dağın tagm nQr olSUD! Oğulların mahşere dek hür olsun Gönülcüğün her gün pür.huzOr olsun !

Kış gelende kavurgalar bişerdi, Kimi hoplar önümüze düşerdi, Çedeneyi koşar tavuklar yerdi,

ݧte o an mes'Qd, mes'Qd ölürüm, Mahşerde de koşar sana gelirim!

Süpürgeynen kovalardık onları, Dökerlerdi on!ar da hep unları,

Yad ettim de, eski günler dün gibi, Ayan-beyan görünüyor gün gibi, SabWğim toy gibi, düğün gibi,

Bazlamayı sacdan kapıp kaçmışdım, Ufraları ortalığa saçmıljdım. Su diyerek gaz yağını içmişdim,

Birer birer gözlerimde canlanır, Yüreciğim kuş gibi heycanlanır.

Ne dövmüştü anam beni kızarak, Uyumuştum korku ile sızarak.

Post'asan'm temeğinden dügerdik, Ordan çıkar geri dama koşardık, Ne tez çıkdık deyii biz de şaşardık,

Bostan kabuğundan kağnı yapmı§tım, Karabaş'm gözlerinden öpmil§Ulm, Boz kedinin yediğl.ni kapmıgtım,

Post'asan da kovalardı Asaynan Kahrolurduk sanki o tasaynan.

Bir lokmada aşırmıştım ağzıma, Doyamazdım amma. ala tazıma...

Del'asan'ı oynatırdık yatarken, Toplanırdık dama, güneg batarken, Pecelerden kirli duman tüterken,

Köylerinden emmim bize gelmlgti, Bana biraz cıncık-şeker almıştı, Fatey yengem pasta, çörek salmıııtı

Dag atardık ocaktak.ı kazana, Hep söğerdik çıkıp bize kızana..

Doya doya ne yemiştim haz ilen Ağlamıştım daha diye naz Den.

İregit'in bostanını çalardık, Cemalgil'in hıyarını yolardık, Kaçar gelir bir ağıla dolardık,

Kar yağanda körkü yapar gezerdik, Takıları belimize düzerdik, Yağ, un, bulgur vermeyene kızardık,

Gülüşürdük kahkahalar atarak, Kavun yerdik küllüklere batarak.

Depinirdik damlarının başında, Hepimiz de sekiz-dokuz yaşında...

Kepçegil'in cevizini taşlardık, Düşenleri, kapışmaya baglaİ-dılıi, Ham elmayı lgtahılan dişlerdlk,

Yağmur, çamur demez oyun oynardık, Neye bilmem fıkır fıkır kaynardık. Köpekleri birbirine haylardık,

Kadir gelir bize dayak atardı, Deli Eso ağlar yere yatardı...

Boğuşurlar seyrederdik onlara, Güle güle akıdırdık donlara.

18

(18)


SAYI 309

N . AÇIKGÖZ

YIL XXVII

Mektep vaktı çentemizi alarak, Koşa koşa sınıflara dalarak, Memmed, lbo, Neco, ben bir olarak,

Deli Mılla, sala.sIDl verende, Cıi.mimizin kapısında duranda, Çocukları oynariken görende,

Başlarıdık şamataya, gavgaya, Teneffüste fırlarıdık bahçaya.

Bağırırdı hepimize pür-şiddet, Aman Allah, ne kızmaydı, ne hiddet.

lbo ilen Memmed güreıı dutardı, Halil başlarında guk guk öterdi, "Hadi Memmed, yık lbo'yu ha!" derdi,

Akşam olur babam eve gelirdi , Yorulmaktan say ki ölürdü, Nazlı kızı kucağına alırdı,

tbo onun kolunu ıssırırdı, Memmed yumruğuynan ona vururdu.

Biz küserdik, çekilirdik köşeye, Gitmezidik salarlarsa bir şeye.

Bahar gelir camızlan güderdik, Her gün birisiynen gavga ederdik, Bekçiden de eyi bir dayak yerdik,

Anam köfte yapar, bizler yiyerdik, Bulgurlan birer birer sayardık, Soğanları ayırarak koyardık,

Ağlardık kıçımıza. vuraııda, Susu§Urduk bizden hesap soranda.

Bayram, hergün yemek yerken küserdi, Bıçağınan lastiğini keserdi ...

Al'cepe'nin kavağını kımu§tı.k. KovalamIJj, Dağ-tallaya VarIJ11'dık, Peşimizden bir gözel de yormuşduk.

Hey Çiçekli, o günlerden ne kaldı ? Ne çoğaldı, neler var, ne azaldı ? O gözelim günlerimiz neç'oldu ?

"Bir dutarsam sizi veletler!" derdi, Ondan sonra dizlerini döğerdi.

Hala çocukların oyıın oynar mı ? Kanlan da fıkır fıkır kaynar mı ?

Mahmut;gil'in ekinini yaynıl§tık, O uyurken pantolonu soymuştuk, Cebine de bir el-öpen koymuştuk,

Harmaıı vaktı dövenleri koşanda, Çoluk-çocuk neşeyilen coşaııda, Kimi inip, kimi binip düşende,

Ne korkmuştu aman Allah o zaman, Ne gülmüştük, ne gülmüştük biz o iill .

Zevklenirdik samanlara yatdıkça, üzerimiz samanlarnan battıkça.

Gün tepenin arkasına kayanda, Anacığım. tavukların sayaııda, Ebem evde yayıklan yayanda

Şimdi duydwn dövenlerin kalmamııı, Kıymetini kimsecikler bilmemiş, Yad ellere saldıkların gelmemiş,

Toplanırdık başııa ki yağ verıdıı, Derdi : Oğul, yağı çok mu seversin ?

Bir hoş olmuş insanıyın haller!, Konuşmazlar tutulmuş da dillen.

Maldaıı gelir eııııeklere koşardık, Pala.nsız.dı, üzerinden düııerdik, Eıışek kaçar biz pepden coprdık,

Hey Çiçekli, ardıçların kurur mu ? Ekinlerin tallalarda durur mu ? Apıh Dayı gine keklik vurur mu ?

Torpaklan koynumuza saçarken, Kuyruk sallar, anınrdı kaçarken.

Eskilerden kimler yaşar, kim öldü ? camimize §imdi imam kim oldu ?

Hey Çiçekli, ne ho§ olur yazların, Göleklerde ötüşürdü kazlanıı, Bir başkaydı yollardaki tozların,

Hey Çiçekli, ele gönül verme hl! HasretliDim, yüreğimden vurma ha! Heç bilmezem ben nerdeyim sorma ha!

Toz.. torpaktan bostan yapar satardık, Neşemize onca neııe katardık.

Gün olur kim geri sana gelir1m Sen benimsin, ben de semn olurum.

( 19)

19


SAYI 309

T Ü R K

Hey Çiçekli, davgaıılarm kaçmasın,

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

Birlik olsun dağılmasın oğullar,

Heç bir günün tasayınan geçmesin.

Bire çıksın, iki olmasın yollar,

Sırnmızı kimse ele açmasın,

Her baharda gururlu açsın güller,

Gizllmizi aman deme ele ha !

Arıları bir neşedir kaplasın

Sözümüzü sakın verme yele ha !

Çekirgeler çimenlerde zıplasın.

Hey Çiçekli, senden uzak iller var,

Hey Çiçekli, sözlerim heç bitmedi,

Bülbüle çok hasret kalan güller var,

Güzelliğin hayalimden gitmedi,

Esir kalmış yaylalar var, yollar var,

Kağıt isyan etti kalem yetmedi,

Ben anların hasretine yanaram,

Olsun ! Yazacağım göğe sflretin !

Düşlerimde o illeri anaram.

Dünyii. duysun. bir neyimiş kudretin !

Vatanında gün sürmeyen civanlar,

Hey Çiçekli, dağın daşın altunmuş,

Ağlar lozlar, gelinler hem kızanlar,

Senden kaçan göster nerede onmuş,

Ayakları prangalı o hanlar,

Sende hayat tılısımh düğünmüş,

Şimdi bizden birer Selam bekllyir,

Şimdi bildim bu illerde kalıp da,

Kabli.hatı hepimize yükliyir.

Her kıssadan bir hisse alıp da !

Kan ağlayan ürekleri gördüm de,

Ay çıkanda Ağtepe'ye nflr yağar,

Hılllerini birer birer sordwn da,

Şüleleri sanki bin bir tür yağar,

Eyvay dedim, dizlerüme urdum da,

Orda yüreğime hep huzQr yağar,

Bil kim, öldüm ölenlerün yanında,

Sevinç dolar kalbim, ruhum, bedenim,

Veten ağlar damarımda, kanımda.

Eksik olmaz orda gelip gidenim.

Hey Çiçekli, o illere selam sal,

Hey Çiçekli , şimdi düğün olur mu ?

Bir hatır sor, ziyaret et, gönül al,

Yiğitlerin ele mendil alır mı ?

Hemen dönme, biracık da orda kal,

Güvey girer sağdıç dışta kalır mı ?

HA.llarinden uzım uzım haber ver,

Gözellerin "Ntnnari"yi oynar mı ?

Lıizınusa o uğurda bin ser ver.

Ocaklarda kazanların kaynar mı ?

Hey Çiçekli, şimdi beni sorarsan ,

Gelin kızın entarisi al mıdır ?

"Nasıl ? " diye eğer zihin yorarsan,

Belindeki Antep işi şal mıdır ?

Tez anlarsın biraz hayal kurarsan

Konuşduğu, şeker midir, bal mıdır ?

Senden uzak gurbet elde dardayım,

Anacığı yüreğini dağlar mı ?

Elim kolum bağlı gayet zordayım.

Babacığı için için ağlar mı ?

Bu ellerde dertlerimi soran yok, Yaralandım, üzerini saran yok,

Hey Çiçekli, bayramların ne Mide ?

Süreceğim, biraz ilaç veren yok,

I<ıvır lovır mendil uçar mı elde ?

Salmacaldar kuruluyor mu dalda ?

Ne kadrim var, ne loymetim bu elde,

Yoksa hepsi yas ilen mi geçiyor ?

Ne rahat var, ne huzQr var gönülde.

Her bayramda kim kalıp kim göçüyor ?

Hey Çiçekli, seher yell esende,

Derin dere düzleşti mi bu sene ?

Gezmek ister gönül varıp da sende,

Tokluların yozlaştı mı bu sene ?

Bir hevesdir şimdi kabardı bende,

Telli Nine kızlaştı mı bu sene ?

Bu demlerde sende olmam gerekdir,

Kış gelende imeceler olur mu ?

Hasta olsam sende ölmem gerekdir.

Ocak başı bilmeceler olur mu ?

20

(20 )


N. AÇIKGÖZ

SAYI 309

Hey Çiçekl i, törelerin kalktı mı ?

Nakış nakış torpağını işlesem,

Muhtar Emmi daş köprüyü yıktı mı ?

Gurbet ilde hayal in i düşlesem.

Piyangodan sana milyon çıktı mı ?

Firkatl iyim, ağlamaya başlasam,

Haber eyle birer birer soruma, Susarısan gayet gider zorwna.

Helal olur d iyer misin emeğim ? Varım yoğum sende, sensin her şeyim.

Hey Çiçekli, seni niçin anaram : Sen vatansın cazibene kanaram,

Nefes nefes benliğimde yaşarım ,

Sönüversen bil ki ben de sönerem,

Işığımsın, sen olmasan §aşarım,

Hey Çiçekli, senle dolup taşarım,

Bana şekil, suret veren diyarsın ?

Kollarında uyut beni bırakm a !

Gönlümdeki en sevgil i bir yarsın !

Ele bele, büyüt ben i unutma!

Meft(in olsam bana çok mu görürsün ?

Mahşer olsun uyanayım bağrında,

Dimağımı hafsalanu bürüsün !

Ben olayım senin gönül ağrında,

Gölgem gibi ardım..sıra yürürsün,

Yetişeyim bir nefescik çağrmda,

Ey mübarek vatan canım sana fedadır!

Yaralansan sana ilaç olayım !

Sana küsmek, bildim büyük hatadır !

Sen solarsan ben de o an solayım !

Mayalandım torpağında, daşında,

Hey Çiçekli, §3.ir oğlun Fahrl'yiın,

Uyukladım eteğinde, döşünde,

Senle dolu bir muhabbet şehriyim,

Lezzet buldwn baharında, kışında,

B il k i sen in düşmanıyın kahrıyım,

Kul olursam bana çok mu görürsün ?

Kollarında torpak olam ben. Amin !

Sen havamı, sen suyumu verirs in.

İlel-ebed sende kalam ben, Amin !

Metnin ağız hususiyetlerini konunun mütehassıslarına kaç ifadey i ve bunların manalarını vermekle iktifil. edelim : bürük baş örtüsü çedene

Sakızağacı , kendir ve kenevir tohumu

düşmanıyın

düşmanının düzelmezsin kertenkele

düzelmeyen el-öpen gülmezen

gülmezsin

ıssırmak insanıym k6rldl

ısırmak insanının

bırakarak, �mdilik bir

olmazan

"saya, tortu ve köse" gibi adlaı·Ja da anılan ve baharın müj­ desini veren bir oyun ( • ) lastik a y ak ka b ı olmazsın

pece

baca

lastik

ı

YIL XXVII

ı:

talla

tarla

temek torpak

Kümes, ahır ve samanlık penceresi, duvar deliği

ufra

Yufka açılırken hamurun tahtaya yapışmaması için kulla­

yarpak

nılan un yaprak

yiyerken

yerken

toprak

8 ) Geniş Bilg i İçin bakmız: Şükrü Elçin, Anadolu Köy Orta Oyunları, Ankara 1977, s. 41-44.

< 21)

21


ŞEHR1YAR'A VEDA

AD AKBAŞ

Dahilere dünya dar geliyor dar

Rahmet o gönüller 8.şinasına

Onlar g ökyüzünde huriişa çıkar

İran'ı, Tfıran'ı kattı yasına

Belki de hilkatle yarışa çıkar Kırar kanadını bir rüzgar, ölür

Aks-i seda gelmeyince sesine Gökyüzünde telli turnalar ölür

Nerelerde kaldı şair-i zişan

Yaslı ufuklardan tar sesi gelmez

Niçin sustu bülbüllerle yarışan Son şiir tezgahta yarını, perişan

Atam Şehriyar'ın gür sesi gelmez "ölen hayvan durur 8.şıklar ölmez"

Son hamleyi bekler, sanatkar ölür

Biz öldük, sanmayın ol nigar ölür

Yağmurla yıkayın, buluta sarın

Çalar ömrümüzün hazin saati

"Evvel giden ahbab" selama durun

Can dediğin ne ki bir gül demeti Hakk'a teslim edip ol emaneti

FuzUli yanında bir otağ kurun Korkut Ata oğlu Şehriyar ölür

Rintler son nefeste bahtiyar ölür

Şair gözyüzünü maviye boyar

Tebriz'e gidelim, yol hara dağlar

Vakitli vakitsiz bir yıldız kayar Şehriyar yok diye erken yağdı kar

Babası ölürse el kara bağlar Akbaş ölsün, yalnı.Z anası ağlar

Bahçede çiçekler tarümar ölür

Şehriyar ölürse bir diyar ölür

Garip bülbül erir erir ses olur Bağban ağlar has bahçede yas olur Göz yaşlan çimen üzre süs olur Akpak saçlarıyla bir bahar ölür

22

(22)


BULGARİS1'AN'DAKİ TtJ'RKLER VE BULGARİSTAN TtJRK BASINI

Abdttl kadir SALGIR

Balkan Yarımadasında memleketimize kom§u devletlerden birisi olan Bulgaris­ tan, eski bir Osmanlı vilayeti iken, Rus Çarlığının yardımı ve 1878 Eerlin Antlaşması ile Osmanlı İmparatorluğuna bağlı bir prenslik haline getiıilmiş, 1908'de de Meşru­ tiyetin getirdiği buhranı fırsat bilerek, Bulgaristan Prensi Ferdinand istiklalini ve krallığını ilan etmiştir. 8 Eylül 1946'dan bu tarafa sosyalist bir halk cwnhuriyeti olarak komünist bir rejimle idare edilen Bulgaristanın resmi adı, Noradna Republika Bulgaria'dır. Nüfusu 1986 kayıtlarına göre 8.970.000'dir. Bunun % 88,2'sini Bulgarlar, '/o 8,5'ini Türkler ve '!o 3,3'ünü de diğer azınlıklar te§kil etmektedir ( ı ) . Encylopaedia Brltannlca'n.ı.n verdiği bu bilgilerden çıkardığımız sonuca göre, 1986'da Bulgaristan. daki Türk nüfusu 762.450'dir. Türk Kültürünü Ara§tırma Enstitüsü yayınlarından olan Türk Dlinyası El Kl­ tabı'nm 1070 - 1081 . sayfalannda yer alan "Bulgaristan Türkleri" başlıklı yazısında Sn. Bilal Şim§ir Bulgaristan'daki Türkler haltkında geni§ bilgi sunmu§ ve bu arada resmi Bulgar nüfus sayımına göre Bulgaristan'daki Türk VP Müslüman nüfusun sayılarını da vermiştir. Resmi Bulgar sayımına göre Bulgaristan'daki Türk ve Müslüman nüfusu :

Sayım yıllan 1887 1892 1900 1905 1910 1926 1934

Türk nüfus 603. 331 569.728 539.656 505.439 504.560 577 .555 618.268

Müsliiman nüfu!I 676 . 215 643.258 643.300 603.867 603.084 825.774 S21.298 t2)

Bu bilgilerle beraber, Sn. B. Şim§ir, Bulgaristan'dan Anavatan Türkiye'ye göç eden Türklerin sayılarını da çıkarmı§tır. Verilen rakamlara göre, Türkiye'ye 1932 1940 yılları arasında 95 .494; 1941 - 1945 yılları arasında 14.309; 1950 . 1951 yılların. da da 156.000 Türk-Müslüman Türkiye'ye göç etmiştir. 1934'ten 1951'e kadar Tür kiye'ye göç eden ve göç etmeğe zorlanan Türklerin sayısı 265 . 884'e ula§mıştır. Sözünü ettiğimiz yazıda, "1 Aralık 1956 günü yapılan Bulgar genel nüfus sayımı ise, Bulgaristan'da 656.025 Türk, 197.865 Çingene ( Tsigan ) , 5.993 Tatar göstermek( 1 ) Ana Brltannlca. dünya ülkeleri 1987, 47. S. ( 2 ) Bilal Şim§ir : "Bulgaristan Türkleri." Türk Dünyası El Kitabı. 1071. S.

(23)

23


SAYI 30CJ

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL xxvn

tedir. Bu sonuçlar, resmen Birleşmiş Milletlere de bildirilmiştir. Bulgar istatistik­ lerinde Türklerin 200.000 kadar az göösteı ilmiş olması, bunların 100 . 000'den fazla­ sının "çingene" olarak sayılmasından, 100 hin kadarının da doğrudan doğruya Bul­ garlara katılmasından ileri gelmiştir. Eski Bulgar istatistiklerinden farklı olarak, yeni Bulgar rejimi ayrıca "Müslüman" nüfu:.ı miktarını göstermemekte ve Pomak­ ları "Bulgar" olarak saymaktadır. Bu hatalı Bulgar istatistiklerinden hareket edilse bile, Bulgaristanda Türk nüfusu yılda ' ; 2 artı§la, 1970 yılında 850 . 000'i bulur." de­ nilmektedir. Bu hesaplama ile 1987 yılı sonuna kadar, Bulgaristan'daki Türk nüfu­ sun bir milyonu aşmış olması gerekir. Bulgaristan Milli Kütüphanesi eski Müdür Yardımcısı Dr. Nicolas V. Michoff tarafından hazırlanarak Bulgarska Akad e m lla na Nauldte tarafından yayımlanmış olan ve bizim "Türk Kültürünü Araştıracak Kimselere Faydalı Olabilecek Bir Bib­ liyografya Denemesi" (.:l) çalışmamızda bibliyografik künyesini verdiğimiz l..a. Popu­ latlon de la Turquie et de la Bulgarle an XVIIl• et an XIX• S. Recherehes Blbllog­ rapdhlques avec Donnees Statlstiques et Ethnograpblques adlı eserden naklettiğimiz bazı bilgiler de Bulgaıistan'da Türk nüfu:;:un bulunduğunu göstermektedir. Bilinen bir gerçeği, Bulgaıistan'da Türk nüfusun bulunduğu gerçeğini, tekrarlamaktaki ama­ cımız, Bulgar ttimler Akademisi tarafından yayımlanmış olan bir devlet yayınında da Bulgaristan'daki Türk nüfusun sayılarını belirten bilgileri vermek suretiyle Bul­ garların kendilerini inkar ettikleıini belgelerle göstermektir. ttmi bir şekilde hazır­ lanmış olan bu eser, bir devlet yayınıdır . Bilindiği gibi devlet yayınları araştırmacılar tarafından birinci el bir kaynak olarak kabul edilir. En doğru bilgilen vermek zorunda oldukları için de devletin itibarı sööz konusu demektir. Bir Bulgar devlet yayını "Bul­ garistan'da Türk vardır" diyorsa Bulgaristan'da Türk vardır. İlmi bir çalışmanın ürünü olan bu bibliyorgrafyanın 4. cildinden aldığımız bazı bilgileri tarihi bir ger­ çeği belgelemek için sunuyoruz. İngiltere'de "Church Missionary Society" tarafın­ dan yayımlanmış olan The Mlssionary Register for 182'7 adlı yayının "Proceeding of Mr. Barker in Roumelia" bölümünde ( 429-431. S . ) Mr. Barker, Fili be ( Philippo­ poli ) nin dört tepe üzerine kurulmuş önemli bir şehir olduğunu, gördüğü diğer yer­ lere nazaran daha iyi durumda bulunduğunu yazmakta, nüfusundan bahsederken de, güvenilir kaynaklardan aldığı bilgilerle Filibe'de 6.000 Türk ailesi, 1 . 500 Bulgar ailesi , 200 Yunan-Romen Katolik aile, 200 Çingene ailesi, 50 Ermeni ailesi ve 40 Yahudi ailesinin yaşadığını belirtmektedir . Aynı eserin 478-485. sayfalannda yer alan "Journey of Rev . H. D. Leeves nn Roumelia and Bulgaria" bölümünde, H. D. Leeves, 26 Kasım 1826 günü öğleden sonra Tırnova'ya vüsıl olduğunu, Tımova'da 5.000 ev bulunduğunu ve hunlardan yalnız 800 evin Bulgarlara ait olduğunu yazmatadır. The Mlı;ııılonary Register for 1840'nin 290-297. sayfalarında yer alan "Fiellsted in Bulgaria" bölümünde, yazar, 22 Haziran 1839 tarihinde Tırnova'ya geldiğini, 18.000 olan şehir nüfusunun üçte ikisini Türklerin teşkil ettiğini yazmaktadır. Londra'da 1887'de Ward Lock and Tyler tarafından yayımlanan ve British Museum Library'da (9135. aaa . 8. )

yer numarası ile kayıtlı olan Illustrated guide to the war or Sultan, Slav and Cza r.

lncluding the population, races and creeds of Turkey ; blstorkal sketches of Servia, Buigaria, Bosnla and Montenegro ; rellgion of lslaın and the Greek, .. adlı eserde, şe­

hirlerin nüfusları ile ilgili listelerden 10. sayfadaki listede Rusçuk'ta 331.000 Müslü­ man, 234.000 Hınstlyan ; Varna'da 89 . 000 Müslüman ve 32.000 Hırıstiyan bulunduğu ( 3 ) Türk Kütüphaneciler Derneği Bülteni, 1 962, XI. cilt, 85-193. S.

24

(24)


SAYI 309

A . SALGIR

-- ------- ·----------- -----

YLL XXVII

----- -----

kaydedilmektedir. The Illmıtrated London Ncws, Vol . 72 January to June'nun 250. sayfasında, Yeni Bulgaristan nüfusunun 3.822 . 000 olduğu, bunun 819.000'ini Türk­ lerin ve Tatarların teşkil ettiği, bunlarla beraber Bulgaristan'da 220 . 000 Arnavut, 101.000 Yunanlı, 65 . 000 Çerkes, 15.000 Romen bulunduğu, geri kalanları da Çingene Yahudi ve diğer azınlıkların oluşturduğu yazılmakta, dini ayırımda ise nüfusun 1.430.000'inin Müslüman olduğu belirtilmektedir. Bu tarihi gerçekler ve 1 Aralık 1956 günü yapılan Bulgar Genel Nüfus Sayımı sonucunda Bulgaristan'da 656.025 Türk ve 5.993 Tatar bulunduğunun gösterilmesi ve bunun resmen Birleşmiş Milletler Teşkila­ tına bildirilmiş olmam gerçeği karşısında Bulgar resmi makamlarının Bulgaristan'da yaşayan Türk toplumunu inkara kalkışmaları medeni bir Avrupa ülkesi ( ! ) olma cid­ diyetiyle bağdaşmamaktadır. Bıılgarbtan'da Ti.irk Basını

Dulgarist;ın'da 1865'ten 1953 yılına kadar 132 Türkçe gazete ve 18 Türkçe mec­ mua çıkmış ve bunların büyük bir çoğunluğunun Bulgaristan sınırları içindeki Türk Matbaalarında basılmış olması, Bulgaristan'tla bu gazete ve mecmuaları yaşatacak kadar Türk toplumunun bulunduğunu ortaya koymaktadır. Bulgaristan'da çıkmış olan bu gazete ve mecmuaların 34'ünün bazı sayıları kütüphanelerimizde mevcuttur. Bunlar : Ahali ( Filibe, 6.4 . 1905 - 1 . 8.1908 ) , Ahali ( Sofya, 18.12.1920 - 14.9 . 1922 ) , Altın Kalem ( Rahova, 10 . 1.1924 - 15. 6. 1924 ) , Balkan ( Rusçuk, 1 .3.1885 - 3 1 . 12.1886 ) , Balkan ( Filibe, Sofya, 1 . 7 . 1906 - 14.12.1920 ) , Bedreka-l Selamet ( Filibe, 15.1. 1896 - 30.9 . 1896) , Bule-a­ ristan Resmi Gazetesi Te rcümesi ( Sofya . 1 2 . 10.1880 - 15.3.1882 ) . Bulgaristan Türk Muallimler Mecmua sı ( Şumnu, 1 . 12.D23 - 17.3.1925 ) , Çift�i Bilgisi ( Sofya, 14 . 1:1919 - 19.5. 19'34 l , Deli Orman ( Razgrad. Sofya, 21. 10. 1922 - 12.2 . 1934 ) , ( Sofya, 1.6.1884 - 28 . 2.1886 ) , Emniyet ( Fili be. 29 . 10.1896 - 1 5 . 1 . 1908 ) , Feryad

Dikkat

( Sofya.

Ga yr e t ( Filibe, 13.3.1895 - 25. 12 . 1897 ) 14.12.1905 - 3 1 . 1 2 . 1907 ) , Hamiyet ( Filihe, �0.12 . 1897 - 31.1 . 1898 ) . Hilal ( Fili be, 1 3 . 1. 1884 - 1.2.1889 ) . I s lah ( Rusçuk, 16 . 1 . 1899 27.2. 1!102 ) , İttifak ( Sofya , 1.3 . 1894 1 8. 1!'!08 1 . lUal üm at ( Filihe, 21.9 . 1898 - l . R 1908)

�ltt\'azımc ( Fili he, 20.8. 1896 _ 27.3. 1905 ) , Rağb e t (Fili be, Z0.11. 1902 - 16 . 2 . 1904. ) , Rehber ( Sofya, 14 . 1 . 1928 - 31.12.1938 ) . Safy � )luhbiri ( Sofya, 14 2 . 1910 - 10.8 . 1910 ) , Şahid-ül Haka\k ( Razgrad, 1 . 2.1933 - 1.12. 1935 ) . Şems ( Fili be, 25 . 1 1 . 1896 - 31.12.1907 ) , Terbiye Tuna (Eskicuma, 1.9.1921 - 2.1. 1922 ) , Tuna (Rusçuk , 16.3. 1865 - 13.6 . 1877 ) , ( Rusçuk, 1 . 9. 1905 - 28.2 . 1910 ) , Tunca ( Filibe, 1 . 3.1913 - 1 . 1 1915 ) , Türk Sadası ( Filibe 1 . 12.1913 - 30.6.1914 ) , Uhuvet ( Rusçuk. 24.5.1904 - 1.3 . 1908 ) , Yıldırım ( Sofya, 18 . 9.1935 7.l l . J 920 - 9.6.1923 ) 3 1 . 12 . 1935 ) , Yoldaş ( Şumnu, 15.12 . 192 1 - 1 . 9.HJ22 ) , Ziya ( Sofya, dır. Yukarıda isimlerini, çıktıkları yerleri çık• ıı v e kapanış tarihlerini verdiğimiz Bul­ garistancla çıkmış olan Türkçe gazete ve dergilerin bazı sayıları, başta Milli Kütüp­

Ocağı

hane olrr:ak üzer<!, Beyazıt Devlet Kütüphanesi, Hakkı Tarık Us Kütüphanesi, İstan­ bul Bele<liye Kütüphane�.i ve Millet Kütüphanesi koleksiyonları arasında yer almak­ tadır ( ' ) . Bu gazetelerin bazıları hakkında kısa bilgiler : Tuna, 14 Mart 1865 günü çıkmaya başlamış ve 1 Eylül 1877 günü kapanmıştır. İdarehanesi, Rusçuk'ta Rusçuk Vilayet Kon-ığı olan bu ilk resmi gazetenin yarısı

Türkçe yarısı da Bulgarca idi. Kurucusu Ahmet Şefik Mithat Paşadır. "Rusya ile muharebe neticesinde Tuna Vilayetinin Bulgaristan olmasıyle gazete tatil ve ilga ( 4) Bak. : Eski harfli Türkçe süreli yayınla r toplu kataloğu. Ankara

( 25)

1987.

25


SAYI 30P

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL :X.XVII

· -- - · --· ·- ---- -----

edilmiştir_" Tuna gazetesinin bazı sayıları Milli Kütüphane, Millet Kütüphanesi ve Hakkı Tarık Us Kütüphanesi koleksiyonlarında vardır.

HilAI, Pazar günleri çıkar, haftalık siyasi Osmanlı gazetesidir . 13 Ocal:c 18M günü çıkmaya başlamış. 1 Şubat 1889 günü kapanmıştır. Filibe'de Hilal Matbaasında basılan bu gazete 4 yaprak ve 4 sütun üzerine çıkıyordu. Boyu 31

x

46 santimdir.

1 nüshası 2 kuruş idi_ Sahibi Pehlivanoğlu Ahmet, muharriri Ahmet Faik

Şabana.ğa­

zade Mehmet Ağa idi_ Bu gazetenin bazı sa yıları Milli Kütüphanede ve İstanbul Be­ lediye Kütüphanesinde vardır. Muvazene, Kuvve-i ibtidaiyye ve esasiye-i muvazene ve mukayese, hukuk-u me­ deniyye ve şahsiyeyi muhakeme ve muhafaza esasına müstenit bitaraf gazete olarak 7 Eylül 1896 günü çıkmaya başlamış ve 27 Mart 1905 günü, 374 sayı çıktıktan sonra. Bulgar hükümeti tarafından kapatılmıştır. Reıılmli

Türk

Sadası, Haftalık siyasi

gazete.

1 Temmuz

1914 günü

çıkmaya

başlamış ve 7 Ocak 1915 günü kapanmışt: r. 12 sayfa olarak Sofya'da basılıyordu. Eski adı Türk Sadası'dır. Başmuharriri . Ahmet Fazıl 3erifzade, muharriri Hüsmen Celal Çetin, mütercimi Filibeli Cavit Bey, Edime muharriri Arif Oruç'tur.

1.H.T.

Okday Resimli Türk Sadası hakkında bilgi verirken, gazetenin "Direktif veren Mü­ şavir Kontrolör"ü olarak tanıttığı ATATÜRK'ün Resimli Türk Sadası'na olan hiz­ metlerinden şu satırlarla bahsetmektedi r : "1913/15 yıllarında Bulgar Telgraf Ajansı Bültenleri, Bulgar Hariciye Nezareti binasının arka kapısının iç tarafında, her ga­ zeteye ayrılan kısımda bulunurdu. O zaman küçük yaşta iken Resimli Türk Sa.dası gazetesinde stajyer olarak çalışan Mahmut Necmettin Behçet Deliorman, her sabah saat altıda Hariciye Nezaretine gider, bülteni alır ve Resimli Türk Saclası gazetesine götürürdü. Gazetenin mütercimi Filibeli Cavit Bey, Türkiye'ye ve Türk siyasetine ait hir haber bulunursa hemen tercüme ederdi. Sonra Mahmut Neı·mettln tercümeyi alır, Ferdinand Caddesi 17 numaraya koşardı. Türkiye Ataşemiliteri MUSTAFA KEMAL BEY hemen o erken saatte bültenlerin tercümesini okur, ilave edeceği bir husus veya bir fikir varrn. bir kağıda yazar, Cavit Beye yollardı" (İ5 ) . Yazının başka bir yerinde Arif Oruç'tan bahsederken de, "Resimli Türk Sadası gazetesine Edimeden yolladığı makaleler Sofya'da gazetenin matbaasında diziliyordu, provası basıldıktan sonra, Os­ manlı Devleti Elçi liği Ataşemiliteri Erkan-ı Harbiye Binbaşısı MUSTAFA KEMAL BEY ( ATATÜRK ) 'e yollanıyordu. O da bunları dikkatle okurdu, bazı ilaveler veya çıkarmalar yapardı." ( '' ) ATATÜRK'ün "Basm, milletin umumi sesidir. Bir milleti ay­ dınlatma ve uyarmada, bir millete muhtaç olduğu fikri g·ıdayı vermekte, özet olarak bir milletin mutluluk hedefi olan müşterek istikamette yürümesini teminde, basın başlı başına bil' kmrvet,

bir mektep,

bir rehberdir. "

sözleri, Bulgaristan'da çıkmış

olan bunca Türk gazetesinin ve Türk gazetecisinin yapmağa çalı§tıklarını, veciz bir şekilde ifade etmektedir. Çoğu, Bulgar Hükümeti tarafından kapatılan gazeteleri tek­ rar çıkarabilmek için büyük sıkıntılara katlanmış olan Türk gazetecileri için 1.H.T. Okday, kitabının önsözündc,

"Bulgaristanda gazete çıkarmış ve Türk gazetelerine

yazı yazmış Türklerin ekserisi ızdırap içinde yaşaınııılar, iftiraya uğramışlar, sürgün, hapis ve ölümü göze alarak gazeteciliklerini yapmışlar ve böyle güç şartlar içinde Türk kültürüne hizmet etmişlerdir. ( 5 ) Bulgaristan'da Türk basını. 134. B . ( 6 ) Aynı yer, 133. S.

26

(26)


A.

SAYI 309

YJJ., XXVII

SALGIR

Bulgar Hükümetinin Türklüğe karşı icraatını beğenmeyen Türk gazetecileri, Bul­ gar polisinin ve mahkemelerinin zalim tazyiklerine maruz kalmışlar, feci işkencelere, uzun hapis cezalarına katlanmışlardır." demek suretiyle Bulgaxistan'daki Türk ga­ zetecllerinin, Bulgar idaresine karşı Türklerin hak ve hukuklaxını korumak ve on­ ların uyanmalarına yardımcı olabilmek için büyük bir fedakarlıkla görevlerini yap­ ma gayreti gösterdiklerini belirtmektedir. Bulgaristan'da Türk gazetelerinin ve mecmualarının çıkmış olduğu şehirler. Eğıidere

(2 gazete ) , Eskicuma ( 2 gazete, 1 mecmua ) , Filibe ( 40 gazete, 2 (2 gazete ) . İslimye ( 2 gazete ) , Kırcali ( 10 Türkçe gazete,

mecmua ) , Gazi Plevne

1 Türkçe-Bulgarca gazete ) , Mastarlı ( Komünist Bulgarların çıkardığı 1 Türkçe ga­ zete ) , Lom ( 1 gazete ) ,

Osmanpazarı

( 1 gazete ) , Rahova

Razgrad ( 4 gazete, 1 mecmua) , Rusçuk

( 1 gazete, 1 mecmua) ,

(12 gazete, 2 mecmua ) , Sofya (39 gazete,

7 mecmua ) , Şumnu (7 gazete, 2 mecmua ) . Bulgaristan'da çıkan gazete ve mecmuaların basıldığ1 matbaaların büyük bir çoğunluğu da Türk matbaalarıdır. Türkçe gazete basmış olan Türk matbaaları : Ahali Matbaası ( Rahova) , Balkan Gazetesi Litografya Basımevi ( Rusçuk ) , Bal­ kan Matbaası baası

( Sofya ) ,

Deliorman Gazetesi :Matbaası

( Filibe ) , Eskicuma Taş Basımhanesi

Hilal Matbaası ( Şumnu ) , Hurşit Matbaası

( Deliorman ) ,

Emniyet Mat­

(Eskicuma ) , Havadis Matbaası IFilibe ) , ( Filibe ) , İleri Matbaası ( Varna ) , İntibah

Matbaası ( Şumnu ) , Koca Balkan Matbaası

( Filibe ) ,

Malumat Matbaası

( Filibe) ,

Milli Mücadele Matbaası ( Gazi Plevne ) , Neşriyat Şirketi Matbaası ( Filibe ) , Nüvvab Matbaası ( Sofya ) , Rehber Matbaası ( Sofya ) , Rumeli Matbaası (Eskicuma ve Filibe) , Sabri Sadık Matbaası (Filibe ) , Tefeyyüz Matb<lası (Filibe ) , Terakki Matbaası ( Şum­ nu) , Tuna Vilayet Matbaası Ümit Matbaası

( Rusçuk ) , Ubeyd ullah Hoca Basma Makinesi

( Filibe) ,

( Sofya) , Zarafet Matbaası (Filibe ) .

Bulgar resmi makamları, ısrarla "Türk yoktur" dedikleri memleketlerinde, bu ka­ dar çok Türk matbaasının faaliyet gösterdiğini,

sayısız kitaplar yanında yüzlerce

gazete ve mecmua basmış olmalarını acaba nasıl cevaplandırıyorlar ? Bulgaristan'da hizmet etmiş olan bazı kuruluşlar ve okullar da Bulgaristan'da Türk toplumunun bulunduğunu ispata yeterlidir . Mesela : Bulgaristan vakıfları, Türk mektepleri ve müftülükler hakkında Bulgar Hükümetince çıkarılan kanun, karar ve haberleri Türklere duyurmak maksadiyle Tebligat adlı gazeteyi yayımlayan, Bulga­ ristan Türkleri Müessesat-ı Diniye ve Vakfiye Müdürlüğü ; BuJgaristan Türk Mual­

lbnler Mecnıuası•nı çıkaran Bulgaristan Muallimtn-i İslamiye Cemiyet-i İttiha.diyesi ; Türk Mektepleri Maarif Encümenleri ve Türk Mektepleri Umum Müfettişliği gibi.

BuJgaristan'da Türk Basını adlı eserinde, İ.H.T. Okday, Türk gazeteleri ile Bul­ garistan'daki Türk gazetelerini çıkaranlar ve Türk gazetelerine yazı yazanlar hak­

kında bilgi verirken, bu basın mensuplarının tahsil durumlarını ve vazife aldıklaxı kuruluşların isimlerini

de tespit

etmiştir. Mesela :

Türk Mektepleri Müfettişi ) , Arif Necib Kaskatı

Ahmet Hilmi Ses

( Bulgaristan

( Razrad Türk Mektebi Müdürü ) ,

Besim Hilmi Çolakoğlu (Bulgaristan Türk Mektebi muallimi ) , Ethem Ruhi Balkan (Bulgaristan Türk Mektepleri Umum Müfettişi ) , Hafız İsmail Hakkı ( Razgrad Türk Mektebi muallimi ) , Halil Zeki Lofçalı ( Filibe Türk Mektebi Müdürü ) , Mehmet Beh-

( 27)

27


T Ü R K

SAYI 309

YIL XXVII

K Ü L T Ü R Ü

c;et Perim ( Rahova Türk Mektebi Müdürü ) , Mehmet Lütfi Takanoğlu ( Kırcall Türk Mektebi Encümen Reisi ) , Mustafa Şerif Alyanak (Gazi Plevne Rüştiye Mektebi Mü­ dürü ) , Necib Nadir Bey (Vama Türk Rüştiye Mektebi Müdürü ve muallimi ) , Osman Nuri Peremeci ( Vama Türk Mektebi Müdürü ) , Tarık Mümtaz Göztepe ( Rüştiye Mek­ tebi Müdürü ) ve Yahya

Hayati

( Eğridcre Türk

Mektebi muallimi )

eğitim ve

öğretimle ilgili vazifelerde de bulunmuşlardır. Gazete çıkararak. yazılar yaz&rak Bul­ garistan Türklerini aydınlatmak, anlara rehberlik etmek, onların hak ve hukuklarını korumak için büyük fedakarlıklara katlanarak hizmet eden bu basın mensupları, okul­ larda müdürlük, öğretmenlik ve müfetti�Iik gibi sorumluluk taşıyan görevler üst­ lenmek suretiyle Bulgaristan'daki Türklerin kültürel kalkınmalarına da yardımcı ol­ muşlardır. Bulgaristan istatistikleri, Bulgaristan Türk okulları nda 1894-1895 ders yılında 1516 öğretmen 72.582 öğrenci, 1923-1924 ders yılında 2.351 öğretmen. 77 . 559 öğrenci ve 1949-1950 ders yılında ise,

1. 199 okulda 3.037 öğretmen 100.376 öğrenci bulun­

duğunu göstermektedir ( " ) . Bütün

bu

gerçekler

ve

resmi

belgeler, Bulgaristan'da

bir milyondan fazla Türkün bulunduğunu tartışmasız bir şekilde ortaya koymaktadır. üzerinde durduğumuz bu konularda etraflı bir araştırma yapılacak olursa, Bulgar res­

mi makamlarının ne kadar haksız olduklarını ve gerçekleri tahrif ettiklerini daha kuvvetli hir şekilde ispat etme imkanına rnhip olabiliriz.

( 7 ) Bilal Şimşi r : aynı yazı, 1074. S.

VEFAT Enstitümüz muhabir üyesi Abdülkadir Salgır, 17 Kasım 1988 günü vefat etmiştir. Ailesi halkının ve meslekdaşlarımızın acılarını paylaşır, merhuma Tanrı'dan rahmet dileriz.

Türk Kültürünü

Araştırma EnBtitiisü

·2s

(28)


YUNUS E.MRE'YE I>AtR

Prof. Dr. Umay Günay

Din, ahlak ve estetik, ilim değildir. Bu sebeble din, ahlak ve estetik sistemleri, inanca, düşünceye ve yeteneğe dayalı olarak gelişebilir. Ah­ laki değerler, estetik ifadelerle ve bu değerleri günlük hayatında uygulayan güzel insan örn€kleriyle diğer insanlara öğretilebilir. İnsanlığın maddi ilerlemesi manevi

olgunluğuna

bağlıdır, çünkü

medeniyet ferdi ve topluluğu ahlakça olgunlaştırmaya götürdüğü ölçü­ de insanın yaratıcı faaliyetlerinin bütün alanlardaki, bütün ilerlemeleri­ nin toplamı olarak ortaya çıkar. tnsanlığın genel ahlakı yoktur. Her kültürün, gQÇerliliği kendinde başlayıp kendinde biten değerler -anlamlar- kurallar bütünlüğü için­ de kendi standartları vardır. Klasik ahlak, tavır alına ahlakıdır. Batı ahlakı, iradenin, ahlak emrinin

"yapacaksın - yapmayacaksın" şeklinde

ifadesini bulan güç iddiasının ahlakıdır. Faustçu ahlak, iş yapma ahlakı­ dır. islam'a dayalı tasavvuf ahlakı ise, şefkat, arınma, Tanrı-birliği inancı ile her türlü benlikten, iradeden, bireylikten tam kurtulma ahla­ kıdır. Yunus Emre, bu ahlakın temsilcisi, uygulayıcısı aynı zamanda öğ­ reticisi olan büyük bir şair ve halk inancına göre değerli bir velidir. Yunus Emre, Tekke edebiyatının temel felsefesine bağlıdır. Bu esas­ lara göre, Tann birliği, inancın temelidir. Hz. Muhammed peygamberlerin sonuncusu ve en güzel insandır. Kur'an ve hadisler, dünya ve ahiret için gerekli bilgilerin kaynağıdır. Ahlak, hukuk, felsefe, edebiyat bu kaynak­ lardan ilham alır. Kişi, şeriat hükümlerine uyduğu ve dini görevlerini ye­ rine getirdiği ölçüde Allah indinde iyi bir kul, dünyada itibarlı bir insan olabilir. Sünnet ehlinin, varlığı "yaratan" ve "yaratılan" diye ikiye ayır­ masına karşılık, tasavvuf ehli varlığı bir bütün olarak kavrar. 1nsamn idrak edebildiği kainatın tamamı Tann'nm tecellisidir. Bu inançla ikilik ortadan kalkar, yaratan ile yaratılan birleşmiş olur. Kamil insan, Tan ­ rının tecellisi ile yetinmeyip aslına kavuşmak, onun varlığında yok olmak ister.

(29)


SAYI 309

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII - -- ------·----

Yunus Emre, "Risaletü'n-Nushiye" adını taşıyan mesnevisinde, in­ sanı iç sefere davet ederek, onun nefsi ile başa çıkabilmesi için kötü huy­ ları ile yaptığı mücadeleleri gerçek savaş sahneleri gibi tasvir eder. Nefsi terbiye etmek ; benlik, gurur, kin, lıırs, öfke, gazap, tamah gibi insanı küçültücü, çevresindeki insanlara zarar verici huylardan vazgeçmekle mümkün olur. Yunus Emre, insanın Allah'ın nurunu taşıyan diğer insan­ lara hizmet ettiği ölçüde görevini yerine getirebileceğini tekrar tekrar ifade etmektedir. Bir

kez gönül yıkdunısa bu kılduğun namaz değül millet dahi e!in yüzin yumaz değül

Yetmişiki

Kanı erenler

geldi g�di bwılar yurdı kaldı göçdi Pervaz urup Hakk'a u�dı hüına kuşıdur kaz değül

Yol oldur ki toğn vara göz oldur ki Hakk'ı göre Er oldur alçakda tura yüceden bakan göz değül Toğrı yola ıgitdünise er eteğin tutdwıısa Bir hayır da itdünise birine biııdür az değül Yunus bu sözleri çatar sanki balı yağa katar Halka mata'larun satar yüki gevherdür tuz değil (1)

insan nefsi üstünde egemenlik demek , bütün insanlığın, her ferdin, her canlı organizmanın, maddi ve dini bakımdan iyiliğini istemektir. Nef­ se hakimiyet kavramında hayata ve insana saygı söz konusudur. İslami inanca göre, hayatın sürdüğü, insanın varlığını ispatladığı bu dünya bir imkan alemi ve imtihan yeridir. Bu alemde herşey izafidir. Allah'ın te­ cellisi olan bu alemde var olan herşey Allah'ı tasdike yarayan birer ayet­ tir. Böyle kayıtsız şartsız yaşama iradesi ve hayata saygı ahlakı Yunus Emre'nin şiirinin özüdür. Elif okuduk ötürü Pazar eyledik götürü Yaradılanı hoş gördük Yaradandan ötürü(2)

İnsan medeniyet ve kültürünün ideal amacı, tabiatın ve insan nef­ sinin üstünde aklın egemenliğinin sağlanmasıdır. insan nefsi üzerinde ( 1 ) Prof. Dr. Faruk K. Timurtaş, YUNUS EMRE DİVANI, 1986 Ankara

s.

( 2 ) Prof. Dr. Faruk K. Timurtaş, YUNUS EMRE DİVANI, 1986

s.

Ankara

91.

( 30)


SAYI 309

YIL :xxvn

U. GÜNAY

manevi denetim sağlanması, tabiat üstünde denetim sağlanmasından daha güç ve önemlidir. Hz. Muhammed, Küçük cihad düşmanları yenmek, büyük cihad insan nefsini yenmektir, demiştir. İslam dininin ve tasavvuf felsefesinin temeli olan ahlak unsurunun üstünlüğü fikri, Türk edebiya­ tının güçlü şairi Yunus Emre'nin bütün şiirlerini kaplamaktadır. tnsan. vücudu vasıtasıyla dünyaya bağlıdır. Dünya nimetleri, insanın ebedi bir­ liğe ulaşabilmesi, Allah'ın varlığını anlayabilmesi için vardır. İnsan bu gerçeği unutursa, Allah'ın insana 10.tfu olan kalıcı yanını (ruhunu ) ve Allah'ı unutur. Maddeye bağımlılıktan kurtularak Allah'a doğru yüksel­ mek için insanın nefsinin ihtiraslarından kurtulması gerekir. Yunus Em­ re İslam ahlakı ve inancını aşkla, sevgiyle hissetmiş, bu duygu ve dü­ �üncelerini şiirlerine aksettirmiştir.

Eger ışkı seversen cin olasın Gönüller tahtına sultan olasın Seversen dünyayı mihnet bulasın Erenler sırnnı kaçan tuyasm Diken olma gül ol eren yolında Diken olırısan oda yanasın Niyaz içlin buyurdı Hak nami.zı Niyizdan vay sana gafil olasın �renler nefesin asi idin s?n Eger nefsüne uyarsan fenasın ibi.detler başıdur terk-i dünya Eger mü'minsen ana inana.sın Atan anan hakkın yitürdüııis e Yeşil tonlar geyesin tonaııasın Eger konşı hakkı boynundayısa Cehennemden yann biki kalasın Yunus bu sözleri erenden aldı Sana dahi gerekirse alasın Gönüle gireni gönendi dirler Gönüle sen de gir kim göııenesin(�) ( 3 1 Prof. Dr . Faruk K. Timurtaş, Yunus Emre Divanı, 1986 Ankara,

(31 )

s.

14:1-142.

31


SAYI 309

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

Yunus Emre bu dünyanııı faniliğini, aldatıcılığını bilmekle beraber bu dünyadan nefret etmez ve korkmaz. Bu dünyanın, Tanrının varlığını bilmek için bir imtihan ve şuhud yeri olduğunu daima hatırlayarak bu alemi tasvir eder. Yunus Emre şiirleriyle önce insanı kendisi ile ba­ rıştırır. sonra bu dünya ile uzlaştırarak, ebedi aleme hazırlar. Bu dünyanun meseli bir ulu şara benzer Veli bizüm ömrümüz bir tiz hazara benzer Her kim bu şara geldi bir lahza karar kıldı Geri dönüp gitmeği gelmez sefere benzer Bu şarun evvel dadı şehd ü şekerden şirin Ahir aC'ısını gör �ol zehr-i mira benzer Evvel gönül almağı hiı bl a ra ııisbet ider Ahir yüz döndürmeği aciı:z mekki.ra benzer Bu şarun hayalleri dürlü dürlü halleri

Aldamış gafilleri caziı: ayyara benzer Bu tıarda h ay allerün haddi vü şümi.rı yok Bu h ayale aldanan otlar davara benzer Bu şarın sultanı var cümleye ihsi.nı var

Sulti.nıla bilişen yoğıken vara benzer Kendi mikdirm bilen bildi kendü halini Veli dahı ışkıla evvel bahara benzer Biçare Yiı:nus'ı gör derdile hayran obnış Anun herbir nt'fesi şehd ü şekere benzer (4)

Yukarıdaki şiirinde Yunus Emre, bu dünyada hayatın ba.şlangıçda bal ve şeker gibi şirin ve tatlı olduğunu bilir. Bu imkan aleminin türlü türlü halleri, sınırsız ve sayısız hayalleri ardından acısının yılan zehiri gibi geleceğini hiç unutmaz. Yunus Emre, bu dünyanın bir geçit, bir köp­ rü olduğunu bilenlerin -ki bunlar mümin kullardır- şad olmayıp an­ cak hlit rem olacaklarını ifade ederken, hürreın kelimesiyle ifade ettiği mutluluk ve sevinci, ebedi birlikteki şadlıktan (sevinçten) ayırmaktadır. Yunus Emre, Kur'an-ı Kerim'de tarif edilen, tasavvufta yolları be­ lirlenen düşünce sistemi ve olgunlaştırılmış , seçilmiş duygularla bu dün( t l Prof. Dr. l<'aruk K Timurtaş, Yunus E m re Divanı, 1986 Ankara,

32

ıı.

46.

(32 )


SAYI 309

U. GÜNAY

YIL XXVD

yayı yaşar ve böyle bir dünyayı sever. Yunus Emre, İslam tasavvufunun öngördüğü ilahi düzenin bir parçası olduğunu bilir. Kendi içinde hisset­ tiği uyumu çevresinde de kurmak ister. Bu sebeble bölünenleri bir bütün içinde birleştirmeye çalışır. Kuşku ve nefretle değil, asıl gerçekliğe Tanrı inancı ve güveni ile yol alır. Güç arzusundan değil, uzlaşma duy­ gusu ve sevgisinden ilham alır. insanları düşman ve rakip olarak değil kardeş ve dost olarak görür. Ancak bazı insanların gönül gözleri kapalı, aşksız olduklarını bilir ve onları kendi hallerine bırakmanın uygun ola­ cağını söyler.

Işksuzlara verme öğüt öğüdünden alur değül Işksuz adem hayvan olur hayvan öğüt bilür değül Boz yapalak devlengice emek irte gice 'Anun işi gözse pekdur salup ördek alur değül Şa.h balaban şahin toğan zihi öğnıiş anı öğen Toğan zaif olunsa toğanlıkdan kalur değül Kara tap su koyarsan elli yıl ısladırısan Heman taş gine bayağı hünerlü taş olur değül YUD.us olma c&hillerden ırak olma ehillerden Ci.hil ne var mü'minise cahillikden kalur değil (5) Yunus Emre, mutasavvıf-şair olarak İslam ahlakını, Allah sevgisini ve varlıkta birliğe giden yolu söz vasıtasıyla çevresine ulaştırabildiğinin şuurundadır. Sözün, insanlar arasında ahengi, sevgiyi, birliği sağlamak amacıyla zamanında söylenmesini tavsiye eder.

Keleci bilen kişinün yüziııi ağ ide bir söz Sözü bişürüp diyenün işini sağ ide bir söz Söz ob kese savaşı söz olan bitüre başı Söz ola a.ğulu aşı bal ile yağ ide bir söz Kelecilerün bişürgil yaramazını şeşürgil Sözün usıla düşürgil diınegil çağ ide bir söz Gel ahi iy şehriyi.rı sözümüzi dinle bii.ri Hezi.ra.n gevher dinin kara toprağ ide bir söz ( 5 ) a.e., s. 85.

( 33 )

33


SAYI 3 0<l

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

Ki�i bile söz demini dimeye sözün kemini

Bu cihan cehennemini sekiz u�mağ ide bir söz Yüri yüri yolumla gafil olma bilünile Key sakın ki dilünile canına dağ ide bir söz Yunus imdi söz yatından söyle sözi gayetinden Key sakın o şeh katından seni ırağ ide bir söz (') Ancak sözü söyleyen kişinin gönlü aşk dolu olmalıdır. Aşksız gönüller taşa benzer, bu sebeple sözlerinin güzel duygu ve düşünceler uyandırması mümkÜ.!1 değildir.

!şidün iy yarenler ışk bir güneşe benzer işin olmayan gönül misali taşa benzer Taş gönölde ne bit.er dilinde ağu düter Nice yomşak söylese sözi savaşa benzer

işin var gönöl yanar yumşanur muma döner '.faş gönüller kararmış sarp katı kışa benzer Ol sultan kapusmda ha�eti tapusmda Aşıklarun yılduzı herdenı �vuşa benzer G� Yô.nus endişeden gerekse bu bişeden Ere ışk gerek öndin andan dervişe benzer (7) Yunus Emre, Risaletü'n-Nushiye ve Divanındaki bütün şiirlerinde, imtihan alemi olan bu geçici dünyada insanın nefsi ile mücadelesini, bu mücadelede özü unutmadan kamil insan olmanın yollarının anlatmakta­ dır. İnsan, ancak bu dünyada Allah'a karşı görevlerini yapabilir. Yara­ dılmasının sebebi istikametinde yalnız bu alemde yol alabilir. İnsanın kurtuluşu ve helakı bu dünyadadır. Varlık ve yokluk kavranılan bu dün­ yaya aittir. İnsan bu alemi, İslam tasavvufunun öngördüğü tarzda yaşa­ yarak bu alemde hakikati aramaya, Tanrı'yı anlamaya, kendi sırrını çöz­ meye mecburdur. Herkes, kendi hayatını yaşamakta ve kendi mazhariye­ tinde olanı izhar ederek vazifesini ifa etmektedi.r. Bu insanın kaderidir. tlahi ahengi, anlamanın ötesinde imanla kabul eden Yunus Emre, ömrü ve hayatı tasvir ederken geçici dünyada kısa süren misafirliği sı( 6 ) a.e.,

s.

( 7 ) a.e.,

s.

34

5fi.

4·1 .

(34)


SAYI 309

U. GÜNAY

Yil.. XXVII

rasında, Allah'a karşı olan görevlerini yerine getirirken gerçek dost ve mürşitlere karşı duyduğu ihtiyacı ve hayatın amacını, Türkçenin şiiriyeti ile ifade etmiştir.

Benim bunda kararım yok, ben bunda gitmeğe geldim Bezi.Tganım mati.mı çok alana satmağa geldim Ben gebnediın davi için benim işim sevi için Dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmağa geldim Dost esriği deliliğim aşıklar bilir neliğim Değiştiriben ikiliğim birliğe bitmeğe geldim O hacemdir ben kulıyaın dost bahçesi bülbülüyem Ol hacemin bahçesinde şad olup ötmeğe geldim Yunus Emre �ık obnuş ma.5iika derdinden ölmüş GerQek erin kapısında halim arz etmeğe geldim(�)

( 8 ) a.e., s. 142.

(35}


HALKAN ACISI

1lJae SUBAŞI

Balkanlar'da şadırvanlar, Mü'min diye avuç açar. Balkanlar' da şadırvanlar, Gündüz susar, gece ağlar. Ne Hüseyni ne de Saba, Demez kubbeye merhaba. Zulüm el attı mihraba, Kurnadan göz yaşı damlar. Bu insanlar kime n'etti, Güvercinler uçup gitti. Tekbir, dua, huzur bitti, Burda güller gülmez ağlar. ( Sevdakar, 1988)

36

(36)


TÜRKÇEYE KAZANDIRILAN ÇOK MÜHİM BİR ESER·

Dr. Orhan F. KOPRtJLU

XVI. yüzyıl Türkiye'si hakkında Almanca yazılmış çok mühim bir eser olan Hans Dernschwam seyahtnamesine ilk dikkatimizi çeken ve .

bunun Türkçeye tercümesinin çok yerinde olacağını belirten Semavi Eyice olmuştu ( 1 ) . Aşağı yukarı aynı tarihte Nejat Göyünç, yine aynı yüzyılda yazılmış Almanca diğer bir seyahatnameden söz eden makale­ sinde, I. Ferdinand'ın, Kanuni'ye gönderdiği elçilik hey'etine Hans Dernschwam'ın da bütün masrafları kendisine ait olmak üzere katıldığını belirtmiş ve eserinin Türk tarihi bakımından önemine işaret etmişti (2) . Aradan epeyice bir zaman

geçtikten

sonra ise, Prof. Yaşar Önen,

Türk - Alman münasebetlerinden söz eden bir yazısında, Hans Dernschwan'ın seyahatnamesinden biraz daha geniş ölçüde bahs. ederek, 1553 - 1555 yıllan arasında Türkiye'de kalmış olan seyyahın resmi bir görevi olmadığı için, eserinde verdiği bilgilerde gerçeği daha rahatlıkla aksettirebildiğini belirtmişti (3) . Uzun yüzyıllar yazma olarak kalan bu çok önemli eseri Prof. Franz Babinger daha 1923'te tıpkı basım olarak yayınlamıştı (4 ) · Ancak eski Al­ manca olarak ve çok ağır bir üslupla yazılmış olan bu eserden istifade et­ mek Almanca bilen tarihçilerimiz için dahi epeyice güçtü. tşte bundan do­ layıdır !ri XVI. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu hakkında, son derece önemli ( 1 ) Doç, Dr . Semavi Eyice, Flensburg'lu Melchlor Lorichs, Türk Kültürü, Ağustos 1963, sayı 10, s. 37 ve 41, not 3 . ( 2 ) Nejat Göyünç, Salomon Schweigger ve seyahat-nAmeai, Tarih Dergi si , İstanbul 1963, sayı 17-18,

( 3 ) Prof. Dr. Yaşar ônen, XDI.

s.

İst., ttnv.

Ed. Fak.

121.

- XIV. yüzyıllarda. Türk

-

Alman miinasebetleri,

TKAE yayınları, Cwnhuriyetin 50. yılına Annağan, Ankara 1973, s . 197.

(4) Nejat Güyünç'ün yukarda adı geçen makalesinin 10 numaralı notunda eserin tam adı ve naşiri şöyle belirtilmiştir : Hans Dernschwam's Tagebuch elner Reise nach Konstantlnopel und Klelnarlen ( 1553/55) , önsöz ve notlarla neşreden : Franz Bablnger, Studien zur Fugger Geschihte, VII . kitap, München ve Le ipzig 1923 .

_

(37)

37


SAYI 309

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

bilgiler veren bu eserden tarihçilerimiz bugüne kadar gerektiği gibi ya­ rarlanmak imkanını bulamamışlardır. Aziz dostum Prof. Yaşar Önen, uzun yıllar süren titiz bir çalışmadan sonra Hans Dernschwam'ın bu seyahatnamesini, Babinger'in tıpkı bası­ mından, Türkçeye çevirerek, İstanbul ve Anadolu'ya Seyahat Günlüğü adı altında yayınlamıştır (5) . Bu tercümede oldukça sık rastlanılan dizgi yanlışları ise bütün yazarların karşılaştıkları müşterek bir derttir. Prof. Önen, bu eserin başına eklediği kısa bir önsöz (s. 1-5) 'de bu tercümeyi yaparken nasıl bir yol tuttuğunu ve seyahatnamenin özellikle­ rini gayet kısa fakat özlü bir surette anlatmaktadır. Bu önsö�'ün arka­ sından gelen "Giriş" ( s. 7-15) kısmı Franz Babinger tarafından 1923'te yazılmış olup, sayın Önen bu bölümü de Türkçeye çevirerek okuyucuların istifadesine sun.muştur. Hans Dernschwam'm seyahatnamesi 2 kısımdan teşekkül etmekte­ dir. 1. kısım (s. 19-23) "istanbul'a seyahat", 2. kısım ise ( s. 207-372) "Anadolu'ya seyahat ve Viyana'ya dönüş" tür. Elimizdeki eserin sonun­ da önce "Açıklamalar" (s. 375-410) yer almıştır. Prof. Yaşar önen'in önsöz'ünde de belirttiği üzere parantez içinde (B) harfi ile gösterilenler Babinger, (!) harfi ile gösterilmiş bulunanlar Macar yazar Tardy Layos taraflarından, hiç bir işaret yoksa Önen tarafından yapılmış açıklamalar olup, eserden faydalanmayı kolaylaştırmaktadır. Bu tercümenin 411-412. sayfaları arasın<laki ''Bibliyografya" Dernschwam'ın bu eserine Avrupa'da verilen değeri göstermesi bakımından önemlidir. Seyahatnamenin sonun­ da yer alan "Dizin" ( s . 413-427) de eldeki tercümeden daha kolay yarar­ lanmamızı sağlamaktadır. Eserin son iki sayfasında ise Dernschwam'ın geliş ve dönüşde takip ettiği yol okuyucunun gözleri önüne serilmektedir. 22 Haziran 1553'te istanbul'a gelmek üzere memleketinden yola çı­ kan (s. 19) Dernschwam, çeşitli yerlerde konakladıktan sonra 25 Ağus­ tos'ta lstanbul'a vardıklarını söyler (s. 50 ) . Geçtikleri çeşitli şehir, ka­ saba ve köyler hakkında çok canlı müşahedeleri olan seyyahımız, sayın önen'in de işaret ettiği gibi, resmi bir görevi olmadığı için gördüğü, işit­ tiği herşeyi adeta bir fotoğraf makinesi veya ses alma bandı gibi sada­ katle günlüğüne geçirmiştir ( önsöz, 2) . O, çok iyi tahsil görmüş, 18.tince ve yunancayı çok iyi bilen, ancak mutassıp bir protestandır. Bu itibarla onun Türklerin yaşayış tarzlarını ( 5 ) Çeviren : Prof. Yaşar ônen, İstanbul ve Anadolu'ya. seyahat gttnlüğtt, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Tercüme eserler dizisi : 62, Ankara 1987, 427 sayfa.

38

(38)


SAYI 309

O. F. KÖPRüLü

YIL XXVII

küçümsemesini tabi karşılamak gerekir. Ama seyahatnamede, yer yer Türkleri öven bir çok satırlara da rastlanmaktadır. Eserde, sıkı bir tenkit süzgecinden geçirilmek şartıyla, XVI. yüzyıl Türkiye'si hakkında çok dik­ kate değer bilgiler bulunmaktadır. Dernschwam'ın müşahadesine göre, halk devlete karşı itaatkardır (s. 65 ) . Türklerin bu hasletinin bugün de aynı şekilde devam ettiğini görü­ yoruz. Yine seyyahımızın işaret ettiğine göre, !stanbul'da buğday unun­ dan yapılan ekmek oldukça beyaz ve tuzsuzdur. Ona göre, Türkler daima taze ekmek yemek isterler. !şte bundan dolayı normal ekmeğin 2 tanesi 1 akça iken, bayat ekmeğin 3 tanesi bir akçadan satılır. Bu adetin Cum­ huriyet devrinde bile devam ettiğini, bayat ekmeğin daha ucuza satıldığını gayet iyi hatırlıyorum. Seyyahımızın ayrıca belirttiğine göre, fırmcılar, biriken bayat ekmekler satılsın diye istanbul'da salı günleri ekmek çı­ karmazlardı. İstanbul yakasında Viyana ve Budin'de olduğu gibi küçük sandviçler yapılmaz ancak Galata'da imal edilen küçük beyaz sandviçlerin 5 adedi 1 akçadan satılırdı ( s. 73 ) . Dernschwam'ın, tavuk satıcılarının, at sırtına yükledikleri tavuk kafesleriyle tavuk sattıklarını söylemesi de (s. 135) çok dikkate değer. Zira ilk gençlik yıllarımda tstanbul'da tavuğun mahalle aralarmda aynı şekilde satıldığını bir çok defalar görmüştüm. Seyyahımızın, Türklerin tatlı şeyleri çok sevdikleri (s. 90) şeklindeki tespiti de çok yerindedir. Dernschwarn'a göre, hıristiyan dünyasının hiç bir yerinde Tilrkiye'de olduğu gibi fakirleri doyurmak maksadıyla kurulmuş büyük ölçüde tesis­ ler yoktur. Ona göre Türkler meyve, soğan, sarım.sak, salata, pancar ve ha­ vuç gibi şeyleri çiğ olarak yerler (s. 96 ) . Türklerin hiçbir zaman hristiyan yapılamayacakları hususundaki müdellel görüşleri (s. 114) , onun ne ka­ dar gerçekçi olduğunu açıkça göstermektedir- Seyyahımızın, " dünyanın neresinden kovulurlarsa kovulsunlar yahudilerin gelecekleri yer Türki­ ye'dir" · demesi, Türklerin XVI. yüzyılda dahi nekadar büyük hoşgörüye sahip olduklarını gösterir (s. 148) . Dernschwam, İstanbul' da 50-100 hane kadar Karaim yahudisinin bulunduğunu, bunların iyi yapılmış taş evler­ de oturduklarını, tefecilikle geçindikleri için diğer yahudilerden daha zen­ gin olduklarını yazar. Onun tespitine göre, İstanbul'da 42 belki de daha fazla yahudi okulu bulunup bu okullara her milletten çocuklar giderlerdi (s. 150 v.d.) . Yine seyyahımızın kendi ifadesiyle "yahudilerin İstanbul' da çok acayip kitaplar bastıkları bir matbaaları da vardı" (s. 156) . Seyyahımız, padişahların gömülü bulundukları türbelerin çok güzel bahçeler içinde bulunduğunu ve her sene ilk baharda bu çiçeklerin yeni­ den ekildiklerini de (s. 124 ) ayrıca belirtmiştir. (39)

39


SAYI 309

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVIl

Demschwam'ın Atik Ali Paşa Camii (s. 60-63) ve Atmeydanı ile lbrahim Paşa sarayı hakkında verdiği bilgilere, daha geniş mukayeseler de yapabilmek için ileride yazacağımız ikinci bir yazıda yer vermek iste­ diğimiz cihetle burada onlardan söz etmek istemiyoruz. Ancak bu kısa tanıtma yazımıza son vermeden önce seyyahımızın çe­ şitli maddelerin fiyatları hakkında verdiği bilgileri belirtmeden geçmeye­ ceğim. Bunun, daha sonraki yılların fiyat hareketlerini tesbit bakımından da faydalı olacağına inanıyorum. Onun verdiği rakamlara göre, 1 akça 24 mangır (s. 1'35) olup, 60 akça biı altına tekabül etmektedir ( s. 117) . Niş civarında 1 tavtik 2-3 akçaya satılırken (s. 26) , İstanbul'da iyi besili bir tavuğun fiyatı 5-6 akça arasındalır. Yine İstanbul'da 1 koyun 24-26 akça arasında satılmakta olup, biraz yukarda bahsettiğimiz üzere taze olursa 2 ekmek, bayat ise 3 ekme.h: 1 akçadır (s. 69) . Buna mukabil mesela Ankara'da 1 akçaya 8 ekmek alınabilmektedir ki (s. 257 ) İstanbul'a nazaran çok ucuzdur. Kefe'dtn gelen yağın okkası 6 akçaya satılırken (s. 70) , 1 okka adi bal 4 % , 1 okka beyaz bal 10-12 akçaya müşteri bulmaktadır. Normal şeke­ rin okkası 17 akça, beyaz ufak billur şekerin okkası ise 18-20 akçadır. 1yi safran'ın okkası 240 akça, savanın 4-5 okkası 1 akçadır. Mısır'ın ts­ kenderiye şehrinden gemilerle getiril en pirincin kilesi 10-12 akça olup, 5 kilenin bir çuvalı doldurduğunu göz önünde tutarsak bir çuval pirincin bedeli 50-60 akçadır ( s. 71 ) . Yukarıdan beri yaptığımız açıklamalardan da anlaşılacağı üzere sayın Prof. Yaşar önen'in büyük bir emek mahsulü olan bu tercümesi XVI. yüzyıl Osmanlı tarihi üzerinde çalışan tarihçilerimiz için çok bü­ yük bir değer taşımaktadır. Merhum Prof. Orhan Burian, The Report of Lello Lello'nun muh­ tırası ( TTK. Basımevi, Ankara 1952 ) adlı eseri yayınlamakla Osmanlı tarihi araştırıcılarına nasıl büyük bir hizmette bulunmuşsa, Prof. Önen de Hans Dernschwam'n günlüğünü dilimize kazandırmakla, XVI. yüzyıl Os­ manlı tarihi üzerinde çalışanlara yeni ufuklar açmıştır. -

Bu önemli eser üzerinde ileride daha tafsilatlı bir yazı yazıncaya ka­ dar, günlüğü, kabaca da olsa, tamtabilmekten dolayı büyük bir zevk du­ yuyor ve Prof. Yaşar önen'i en içten duygularla tebrik ediyoruz.

40

(40)


GEVHERl'NİN YAYINLANMAMIŞ ŞİİRLERİ

Do�. Dr. Hamdi HASAN•

On yedinci yüzyıl Türk Halk edebiyatının en ünlü şairlerinden olan Gevheri, yaşadığı dönemde olduğu gibi, ondan sonra da halk arasında bü­ yük bir şöhret kazanmış sanatçılardandır. Halk edebiyatı sahasında diğer şairler gibi , Gevheri de, türkü, koşma, semai, murabba, divan, kalenderi, v.b. türlerde çok sayıda eserler vermiştir. Onun mahlasını taşıyan şiirler arasında en kalabalık olanlar, koşmalardır. Hem heceyle, hem aruzla şiir söylemiş veya yazmış olan Gevheri'nin eserleri, dil bakımından farklı özellikler göstermektedir. Aruzla söylemiş olduğu şiirlerine kıyasen, he­ ceyle söylemiş olduğu şiirlerinde daha sade bir dil kullanmıştır. Bu gibi şiirlerinde de hazan, gereksiz olarak kullandığı yabancı kelimeler varsa da, bunlar, aruzla söylenmiş şiirlere göre daha seyrektir. Sanat değeri bakımından da Gevheri'nin şiirleri farklı özellikler gös­ termektedir. Onların arasında, üstün bir estetik değere sahip olanların yanında, sık sık düşük değerli, üçüncü veya dördüncü dereceden şiirlere de rastlanılmaktadır. Bu metinler, alışılmışın dışında çıkmayan, yani, bi­ linen şairlik motiflerinin değişik şekilde kullanılmasıyla meydana gelen şiirlerdir. Halk arasında çok sevilen bir şair olan Gevheri'nin şiirleri, çeşitli müstensihler tarafından istinsah edilmiştir. Ancak, çoğu yarım aydın diyebileceğimiz veya cahil olan bu müstensihlerin elinde elden ele dolaşan şiirler, birçok hata ve teknik kusurlara uğramıştır. Bu yüzden çoğu halk şairlerinin şiirleri gibi, Gevheıi'nin şiirleri de, Divan şair ve yazarlarının küçümseme ve hücumlarına konu olmuştur. Ne var ki, Şükrü Elçin'in de haklı olarak bildirdiği gibi, "sübjektif karakter taşıyan her sanatta söz konusu bu kusurlardan birçoğunu Divan şairlerinin eserlerinde de bulmak kabildir." (1) ·

( * ) Üsküp ( Yugoslavya) Kiıil ve Metodiy Üniversitesi Filoloji Fakültesi Öğretim

üyesi. (1) Prof. Dr. Şükrü Elçin, Gevheri Div§.nı, İnceleme-Metin-Dizin-Bibliyografya, Kül­ tür ve Turizm Bakanlığı Milli Folklor Araştırma Dairesi Yayınları : 56, Halk Edebiyatı Dizisi : 9, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, 1984, s. 20.

(41)

41


SAYI 309

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

Daha önce belirttiğimiz gibi, Gevheri'nin şiirleri çeşitli mecmua ve cönklerde sık sık rastladığımız eserler arasında sayılmaktadır. Çeşitli el yazmalarından tespit edilip daha derli toplu olarak yayınlanan eserler arasında Fuad Köprülü'nün (2 ) , Sadeddin N. Ergun'un (3) ve Mehmet H. Bayrı'nın ( 4 ) Gevheri'den yayınlamış oldukları şiirlerle Şükrü Elçin'in (5) Gevheri Divanı'dır. Şükrü Elçin'in büyük gayret ve emekle hazırladığı Gevheri Divanı, bu şairle ilgili şimdiye kadar hazırlanan eserlerin en ha­ cımlısı ve en derli toplusudur. Ancak, Şükrü Elçin de, değerli kitabının "Sözbaşı"nda söz konusu eserinde Gevheri'nin bütün şiirleri kapsanmış iddiasında olmadığını bildirmektedir. ( ' ' ) Çünkü, Gevheri gibi büyük bir şairin eserlerine şimdiye kadar taranmamış kimi başka mecmualarda rastlamak mümkündür. Nitekim, bizim, Üsküp ve Sarayevo ( Saraybosna) kütüphanelerinde bu şairin mahlasıyla rastladığımız yeni şiirler, bu dü­ şünceyi doğrulamaktadır. Gevheri'nin şiirlerine mecmua ve cönk gibi el yazmalarında çok sık rastlanılması, onun eserlerinin halk arasında yaygınlığını ve sevildiğini göstermektedir. Ancak onun mahlasını taşıyan bütün şiirlerin ona ait olabileceğini belirli bir yedekle kabul etmeliyiz. Çünkü, Karacaoğlan, Aşık Ömer ve Gevheri gibi halk arasında çok sevilmiş şairlerin eserleri içinde az tanınmış başka şairlerin şürlerinin de karışmış olması mümkündür. O kadar ki, yukarıda saydığımız şairlerin eserlerinin bile, birbiriyle ka­ rışması mümkündür. Bu yüzden halk şairlerinin eserleri söz konusu olun­ ca, çok dikkatli davranmamız gerekir. Üsküp ve Sarayevo'da yaptığımız halk edebiyatı araştırmaları esna­ sında, Gevheri mahlasını taşıyan birçok metinlere rastladık. Ne var ki, onların en büyük kısmının Şükrü Elçin'in Gevheri Divanı'nda kapsandığı­ nı gördük. Onun için, burada şairin sadece Şükrü Elçin'in söz konusu eserinde geçmeyen. yani, şimdiye kadar yayınlanmayan on yeni şiirini yayınlamayı uygun görüyoruz. Şimdiye kadar yayınlanmadığını sandığımız bu şiirlerden beşi Üsküp Halk ve Üniversite Kütüphanesi'nde, üçü Sarayevo Tarih Arşivi'nde ve ( 2 ) Mehmed

F.

Köprülü,

XVII.

Asır

Saz

Şairlerinden

Gevheri,

Hayatı,

Eseri,

İstanbul, 1929.

( 3 ) Sadeddin N. Ergun, Halk Şairleri -Üçüncü Kitap- Gevheri, İstanbul, 1928.

( 4) Mehmet H. Bayn, Gevheri, Hayatı ve Eserleri, Maarif Kitaphanest ve Mat­ baası, Halk Şairleri

( 5 ) Şükrü Elçin, a.e . ( 6 ) Şükrü Elçin, a.e.

42

s.

Serisi, No :

15, İstanbul, 1958.

5.

(42)


SAYI 309

H. HASAN

YIL xxvn

kalan ikisi de, yine Sarayevo'da Şarkiyat Enstitüsü ( Oriyentalni tnstitut) nde tespit ettik. Gevheri hakkında bundan sonra yapılacak olan çalışma ve araştırmalarda bu şairle ilgili daha derli toplu bir bilginin edi­ nilmesi gereğiyle bu şiirleri de tespit ettiğimiz yazma ve sayfa numara­ larıyla aşağıda veriyoruz.

Koşma 1. Şunda bir dilbere gönül düşürdüm Cihanda endazı hesaba gelmez 'Aşkın ateşiyle sinen pişirdin Derunumun efkarı hesaba gelmez 2. Hicran ateşiyle kolum bağlıdır Düzli Tuna seli gibi şaglıdır Beni ol dilber feryad idüp agladır Ol Fatma'nın harı hesaba gelmez 3. Felek beni şimdi düşürdü dare Şahım seda verir yedi kat yere Da'ima mahlası isimler Dünkü karın karı hesaba gelmez 4. Gevheri'ye der ki sever (di gündüs ) Benim gibi aşıkın kalsın yudunus Bana bir dilberi çok mı gördünüs Ellerin dilberi hesaba gelmes. (Usküp, Halk ve Üniversite Kütüphanesi O.II.2153,7)

Koşma 1. Çok şükürler olsun murad iderdik Güzeller, nazlılar sefa geldiniz Terk idüp bendini divan durmisık Bülbül 'avazlılar sefa geldiniz 2. Cennet perişandır huriler meğer 'Aşıklara karşu boynunu eğer Her bir kelamı yüz bin can değer Ah şirin sözliler sefa geldiniz (43)

43


SAYI 309

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

3.

Melek sifatlılar yeşil donlular Süzme meleklidir billur telliler Beyaz gerdanlılar incu dişliler Mahitaban yüzliler sefa geldiniz

4.

Gevheri der gülistana varalım Desturunuz var mi gülü görelim Ölmeden sizinle bir dem sürelim Mestane gözlüler sefa geldiniz.

YIL XXVII

(Üsküp, Halk ve Üniversite Kütüphanesi O.Il.2153,2b)

Koşm a 1. Ey vefasız sana gönül vereli Bana hasm olmadık eller mi kaldı ?

Destan ettin beni cümle aleme Ahvalin söylenmez diller mi kaldı 2.

Ferhad yol eylemiş ulu dağlan Kangı dilber güldürmüştür ağlan Viran oldu şimdi gönül bağlan Yar eli degmedik güller mi kaldı ?

3.

'Aşıgındır gel cevr etme bu cana Şimdiki (hublara ) yokdur bahane Rüzgar musallat oldu cihane Meyvesini dermedik diller mi kaldı ?

4.

Gevheri derd-mendi her işi'arı Bakalım sonunda verir mi yarı Derd-mend bi-çare dundur her kan Başına gelmedik haller mi kaldı ? (Üsküp, Halk ve Üniveraite Kütüphanesi 0.11.3535, 7a)

Koş m a 1.

Behey kaş-ı keman neyledim sana Beni ferdalara salup yürürsün 'Aşkın deryasını boyladım sana Divane gönlümü alup yürürsün (44:)


SAYI 309

H. HASAN

2.

'l "·

YIL XXVII

Sen bir pa-dişahsın kulların çokdur Her sözün düşmanın bağrına okdur Severim ben seni inkarım yokdur 'Alemde 8.f-tab olup yürürsün Bu derdden ölümden şazz olup gülüm Aglarım gözümün yaşını silem Derd-mend Gevheri neyledi bilmem Da'ima cefilar kılıp yürürsün (Üsküp, Halk ve Üniversite Kütüphanesi O.II.3535, 3a)

Koşma 1. Ey saba hoş geldin canan elinden Gonce dehenimden ne haber aldın Hiç su'al etti mi ol kakülünden Söyle efendimden ne haber aldın ? 2.

Cemaline beyan nigah mi etdik Sabretmeyüp cevre bir ah mı etdik ' 'Aşık olduk ise günah mı etdik Şah-ı hubbanımdan ne haber aldın ?

3. Ne bu celali saffet ne bu va'di Canıma kasd etdi şeşm-i celi.eli Hışm edip bendesine öldürmek muradi 01 cefakarımdan ne haber aldın ? 4.

(Şahsında) anın merhamet var mı İnsafa gelince bir alamet var mı Garib Gevheri'ye bir 'inayet var mı Nazlı sultanımdan ne haber aldın ? Sarayevo Tarih Arşivi (IA.S.258, 6b) G e v h e ri

1. Gine bad-ı sabah esdi Kuzum kalkdı düşeginden 'Aşıkına meze sundu Leb-i şeker dudağından (45)


SAYI 309

T Ü R K

2.

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVIl

Salındı bahçeye girdi Çiçekler selama durdı Mor menekşe boynun egeli Gül kızarmış hicabından

3.

Bak şu rakibin andına Yari bend etmiş kendine İnanma elin sözüne Gelüp geçme iraklardan

4 . ·· E.fendim· ruhların güldür Dalında öten bülbüldür Bu garib bir edna kuldur Bağışla geç günahından. (Üsküp, Halk ve Üniversite Kütüphanesi 0.11.2153, 39a)

T ürki - Gevher i 1. Ey saba ol nev- civanım hoş mıdur na-hoş mıdur ? Tuti-i �irin zebanım hoş mıdur na -hoş mıdur ? Sana mahrem olmadık yok isterim senden haber Biltnezem kaş-ı kemanım hoş mıdur na-hoş mıdur ?

2. Ben umardım clilelerim kalmasun gönül Dastandır yad eylenen demin kalmasun gönül Gel beril gel vir teselli gamda kalmasun gönül Kaküli ' anber-feşanım hoş mıdur na-hoş mıdur

3. Ben bilürem nur diledim der bana naz eylemen Kasd ile agyarı kendisine hem-raz eylemen Salınup bin-naz-ile gönlümi şad eylemen Ol benim devletlü sultanım hoş mıdur na-hoş mıdur ?

4. Gevheri'ye togrı söyle bir diyare gitmesün Dost cevriyle bu 'aşıkın kıtarını yüdmesün Dam olursa bari agyar taze medhin itmesün Ol benim taze civanım hoş mıdur na-hoş mıdur ? Sarayevo Şarkiyat Enstitüsü :

(O'.lS. 400, 59b) . (�)


SAYI 309

H. HASAN

YIL XXVII

K o şma 1. Bir dem kararım yok daglar başında Yine bir mecnuna dönersin gönül Halk-ı 'alem

� r;

( 1 ) bizi söyleşür

Sen aşkın narına yanarsın gönül 2.

Cevrini her sarrafa satmazsın Gice gündüz gamda yanup yatmazsın Belli bir karada mekan kılmazsın Her dem daldan dala konarsın gönül

3. Sıdk ile Hüda'ya dönüp yüzünü Eglenmesin dostun ile düşmanın Kerem gelirdi bu kendi destin Mürüvvetsiz yerlere sunarsın gönül 4.

Gevheri görmedin hasm-ı siyahını Kendine yaratma zar ile ahı Yükseklere çıkıp gahi be-gahi Gah olur alçaklara inersin gönül. Sarayevo Tarih Arşivi (1AS. 250, 8b)

Koşma 1 . Bize ey dil cefa'i naz İden cananı gördün mü ? Nigahi bir aceb canbaz Gözü fettanı gördün mü ? 2. Bizi yad etmege çerçes Sebebdir ol rakib telb'ıs Melek yanında ol iblis 'Adu şeytanı gördün mü ( 1 ) Yukarıdaki kelimeyi okuyamadığımız için, eski yazı ile olduğu gibi aldık.

(47)

47


SAYI 309

T Ü R K

3.

K Ü L T Ü R Ü

YIL :XXVII

Ezel sevmiş idim anı Sanurdım merhamet kanı Unutdı ahdı bi-imanı Ol bi-imanı gördün mü ? Sarayevo Tarih Arşivi ( 1AS. 250, 9a )

S e m a i (1 ) 1 . Şükür ey hub-ı devranım Yüzün mah-ı münevverdir Lebin emrine sultanım Kamu alem mesahhardır. 2. Gelürler bağr-ı yanıklar

!derler aşnalıklar Bir gün derunde sadıklar Hep agyara müzafferdir 3.

Senin şah olduğun cana Yayıldı dünyaya hala Çekerse kaşların tugra Bana münasip mukarrerdir

4. Gevheri devrini gördüm Efendim ahdıma durdum Sana ben gönlümi verdim Begenmezsen muhayyerdir. Sarayevo Şarkiyat Enstitüsü ( OtS. 400, 119b )

( 1 ) Aynı metron değişik ve daha kısa varyantına türkü başlığıyla GHB. 4138, 204 a'da rastlıyoruz. Bu metnin türkü olarak yayınlanmış şekli için bkz. : Hamdi Hasan, Saray-Bosna Kütüphanelerindeki Türkçe Yazmalarda Türküler, Kül­ tür ve Turizm Bakanlığı Yayınları : 782, Kültür Eserleri Dizisi : 81, Ankara, 1987,

48

s.

444 .

(48)


TOIUIBtUMCt EBUBEKİR AllMEDCAN DİVAY

H.B. PAKSOY

Çarlık Rusyasının başkenti St. Petersburg'daki Genelkurmay Baş­ kanlığı bi.inyesinde bir "Asya Bölümü" çalışmalarını sürdürmekte idi. Bu bölümde görevlendirilen subayların ( askeri eğitim ve kabiliyetlerine ek olarak ) Asya dilleri, kültür ve edebiyatını iyi bilmeleri öngörülmüştü. Asya'ya yapılacak Rus askeri harekatlarına hazırlık olarak, bu bölümün yaptığı planlara ağırlık verilmekte idi. Harekatla görevlendirilen Ordu Komutanlarına danışmanlık etmeleri için, "Doğu Bilimleri" uzmanları atanıyordu. Bu danışmanların çoğunluğu Çarlık Rusyası üniversitele­ lerinde ve Çarlık Bilimler Akademisinde görev yapan ünlü Doğu Bilimleri profesörleri idi. Genelkurmay Asya Bölümünün subayları, bu sivil danış­ manlarla birlikte görev yapmakta idiler. Ruslar bu düzeni İngilizlerin büyuk ölçüde geliştirdiğini biliyor ve örnek alıyorlardı ( 1 ) . Doğu Bilimleri profesörlerinin Alman, Fransız, Litvanya v.b. asıllı olmaları ve birçoğunun doktoralarını, eğitim ve öğrenimlerini Rusya dı­ şında yapmış olmaları bir engel olarak görülmüyordu. Çarlık Bilimler Akademisinin tam anlamı ile uluslararası bir düzende çalışmakta olması, aslen Alman bilim adamlarınca kurulmuş olması ve Doğu Bilimleri üzerine geniş ölçüde yayınlar yapması Rus subaylarının daha iyi seviyede yetiş­ melerine yardımcı oluyordu. Çarlık Rusyasında Doğu Bilimleri eğitimi üç basamak olarak yürü­ tülmekte idi. Çarlık Bilimler Akademisi ve St. Petersburg Üniversitesi en üst seviyeyi oluşturmaktaydı. Moskova, Kaza!'l ve Orenburg'daki "orta basamak okulları" gümrük ve diğer devlet memurlarının yetiştirilmesi için açılmıştı. Moskova'daki Lazarev Enstitüsü ilk adımda Ermeni genç­ lerinin eğitilmesi için kurulmuş olup, sonraları Çarlık hükümeti tarafın­ dan bu "orta basamak" okullarının çoğaltılması sırasında örnek olarak tutulmuştu. Gürcü ve diğer kökenli öğrencilerin alınması ile genişletilen ( 1 ) Bak Cherles Marvin, The Russiaıı Advance Towardıt indis: Conversations wltb

Skobeleff, Ignatieff and other Dlstlngui8hed Russlan Generale and Sta.tesmen, on tbe Central Aslan Questlon (London, 1882 ) .

(49)

49


SAYI 309

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

Lazarev Enstitüsü, orta kademedeki devlet memurlarının çoğunluğunu yetiştiriyordu (2) . Son basamağı ise "tercüman okulları" meydana getiriyordu. Asya' nın nüfusunun ezici ağırlığının Türk kökenli olması dolayısı ile, bu ter­ cüman okullarına öncelikle Türk asıllı öğrenciler alınmaktaydı. Bl;. ter­ cüman okulları, Çarlık Rusyasının 16.-17. yüzyıllarda yürürlüğe konulan genişleme politikası sonucu, ilk olarak işgal ettiği tdil-Yayık (Volga-Ural) ve Turgay suları arasındaki bölgede yaşayan Tatar, Kazak ve Başkurt gençlerini hedef alıyordu. Diğer Türk ağızlarını kolaylıkla anlayan ve konuşan bu gençler� "ü�üncü basamak'" Tercüman Okullarında Rusça öğretilmekteydi. Belki de bir Rus'un Türkçe konuşmasını öğrenmesinden daha kolay olarak Rusça konuşmasını öğrenebilen l:u gençler, eğitimlerini tamamlayınca, doğup büyüdükleri bölgelerden uzaklarda görev yapmaya gönderilmekte idiler. Böylelikle bu gençler, Doğudaki diğer Türk toplumlarında Ruslara oranla çok daha iyi duygularla karşılanmakta ve Çarlık Rusyasının Do­ ğuya doğru genişlemesine -belki de bilmeden- büyük ölçüde katkıda bulunmakta idiler. Türklük Bilimleri konusunda çok değerli çalışmalar yapan ve eserler veren Ebubekir Ahmetcan Divay bir Başkurt idi. Bugün için, özel hayatı ile ilgili bilgilerimiz sınırlıdır. 19 Aralık 1855'te Orenburg'da doğmuş, Ka­ zaklar arasında büyümüştü. Orenburg'daki Nepliuevsk Askeri Akademi­ sinin Asya Bölümünde, sonra da Tercümanlık ve Doğu Bilimleri bölü­ münde okudu. Kayıtlara göre, sınıf arkadaşlarının çoğunluğu . Kazak gençleri idi. Divay, 21 yaşında ( 1876- 1877) yukarıda adı geçen okulu bitirerek Çarlık Hükümeti memuru olarak Türkistan Askeri Valiliği emrine atan­ dı. (1865'te Taşkent ve 188ı3-84'te de Göktepe Türkmenleri üzerinde Rus askeıi hakimiyetinin kurulduğu akılda tutulsun) . Evliya-Ata (Rusça kaynaklarda Auile-Atinsk olarak anılır) askeri bölgesinde Güvenlik Mü­ fettişi olarak göreve başladı. Sonra, Sarı-Derya Genel Valiliği tercüman­ lığına ve özel Görevler Bölümüne aktarıldı. Bu görevler Divay'a bozkır., (2) Çarlık Rusyasındaki Doğu Bilimleri üzerine eğitim yapan kurulu�lar için .bak Richard N. Frye, "Oriental Studies in Russia," in Russia ancl Asla : Essays OD the InflueDce of Russia OD the Aslan Peoples. Wayne S. Vucinich (Ed.) ( Stanford, 1972 ) . ( R. Frye'nin bu yazısı Islamic Iran and CeDtral Asla ( '7th-12tb Centories)

(London, 1979 )

adlı kitabında tekrar

yayınlanmıştır) . Sovyetıer

Birliğindclci Doğu Bilimleri üzerine eğitim yapan kuruluşlar için bak. , Wlı.yne S . Vucinich. Adı Geç en Kitap.

50

(50)


SAYI 309

H . B. PAKSOY

Yll. XXVII

!arda büyük ölçüde gezi imkanları açtı. Kazak, Kırgız ve Özbekler ara­ sında dolaşmaya başladı. Kaynaklara göre (3) Divay, 1883 yılında bozkır Türkleri tarihi ile il­ gili kaynak, belge ve elyazmalarına ilgi göstermeye başladı. İçinde gez­ diği bölgelerde okuma-yazma bilen Kırgız, Kazak, Karakalpak ve diğer boylardan destanlar, şiirler, bilmeceler ve şamani dualar topluyordu. 1884 yılında Sarı-Derya Genel Valisi olan N. I. Grodekov, Kazak-Kırgız Töre ve Yasalarını toplayarak kitap halinde yayınlama kararını vermiş­ ti. Divay da bu konuda bilgi toplamak üzere görevlendirildi. Grodekov'un kitabı "Kirgizy i karakirgizy Syr-Dar'inskoi oblasti" (Sarı-Derya Böl­ gesi Kırgız ve Kara- Kırgızları) (Cilt 1 ) Taşkent'te, 188·3 yılında yayın­ landı. Bu kitap üzerine çalışırken, Divay kendi adına da -yayınlamak için- araştırmalar yapmaya başladı. Divay topladıklarını "Sbornik ma­ terialov dlia statistiki Syr.Dar'inskoi oblasti" (Sarı-derya İstatistik Ko­ misyonu Dergisi) nin 1891-1897, 1901, 1904, 1905, ve 1907 yıllarında çı­ kan sayılarında bastırdı. Bunlar Divay'ın çıkan yegane yazıları değildi. "Zapiski Vostochnogo otdeleniia Russkogo arkheologicheskogo obschestva" ( Rus Arkeoloji Der­ neği Doğu Bölümü Kayıtları) nın 1896 yıllığında Türk destanları ve bul­ duğu kaynaklar üzerine yazdığı bir gözlemi basılmıştı. Bu tarihten sonra Divay, Türklük Bilimleri üzerine diğer ilmi dergilerde yayınlarını sürdür­ dü. "Okraina," ( Sınırboyu ) "Sredniaia Aziia," (Orta Asya) "Izvestiia Obschestva arkheologii, istorii, i etnografii," (Arkeoloji Tarih ve Etnoğ­ rafya Derneği Haberleri) "lzvestiia Turkestanskogo otdela Russkogo otdela Russkogo geograficheskogo obschestva," (Rus Coğrafya Derneğinin Türkistan Bölümü Haberleri ) · ·zapiski Russkogo geograficheskogo obschestva" (Rus Coğrafya Derneği Kayıtları) bunlardan bildiklerimizdir. 1906 yılında Divay, Taşkent'teki "Tatar" okulu Müdürlüğüne atandı. (0 yıllara kadar, Ruslar Türk boylarına genel olarak -Osmanlı devleti dışında kalanlara- Tatar ; bozkırlarda yaşayanlara da Kırgız adını ver­ mekte idiler) . Bununla birlikte, "Turkestanskii sbornik statei i sochinenii otnosiashchikhsiak Srednei Azii 1878r1887" (Orta Asya Üzerine Yazıl­ mış Yazıların Türkistan Dizini) ne katkıda bulundu. Kaynaklara göre (4) , Divay'ın yazılan bu adı geçen dizinin 566., 567·, 568. ve 569. ciltlerinde basıldı. 1 3 ) Ebubekir Ahmedcan Divay

hakkında

yazılanların

başında

gelen kaynak :

Kazakbskaia narodnaia poezlla ; iz obra.ztsov, sobrannykh i zapiBannykh A. A, Dlyaevym (A. A. Divay Tarafından Toplaaan ve Yayma Hazırlanan Kazak Hallı: Şllrleri örnekleri) ( Alma-Ata, 1964 ı .

\ 4) M. Ghabdullin ve Sydkov, Kazak Halkının B:ıtırlık Jırı ( Alma-Ata, 1972 ) .

( 51 )

5l


SAYI 309

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL :XXVII

1915 yılında, Divay'ın Türklük Bilimlerine verdiği emeklerin 25. yılı kutlandı. Bu kutlamaya ' 'Zhivaia Starina'' (") dergisi özel bir sayı çıka­ rarak katıldı. Radloff, Barthold, Katanov ( 6) gibi tanınmış Doğu ve Türk­ lük Bilimcileri Divay'ın yazı ve araştırmaları üzerine tanıtıcı bildiriler yazdılar, birlikte yaptıkları çalışmalar üzerine anılarını aktardılar. Divay, 1918'de Taşkent'te kurulan Orta Asya Üniversitesinde Kazak etnografyası dersleri vermeye başladı. Bu üniversite içinde açılan Türkis­ tan Doğu Bilimleri Enstitüsünde Kırgız Dil ve Soybilim Kürsüsüne atandı. önce "Bağımsız Okutman," sonra da Kürsü Profesörü oldu. 1922 ilkba­ harında Türkistan Cumhuriyeti, Narkompros (Milli Eğitim Komiserliği) Kırgız İlmi Araştırmaları Komisyonunun başına geçerek bir araştırma gezisi yönetti. Bu araştırma gezisinde toplanan sekiz bin sayfalık temel bilgileri bir yıl içinde Divay bizzat derledi ve açıklayıcı notlarla yayına hazırladı. Aynı yıl, milli dil öğretiminde reform özel komisyonunun üye­ liğini yapıyordu. Divay'ın Türklük Bilimlerine verdiği emekleri 1923 yılında gene kutlandı. 1933 yılında öldüğü hakkında verilen bilgi dışında, hayatının son on yılını nasıl geçirdiğini bilmiyoruz. Bununla birlikte, Z. V. Togan, Divay ile 1913 yılında Taşkent'te tanışmış ve yaptığı konuşmaların bir bölümünü yayınlamıştır. (7) Ek olarak, Zhivaya Starina'da, V.A. Gordlevskii, Divay hakkında şunları yazmıştı : "Divaev'in (Rus kaynak­ larında Divay'ın yazılışı) çok övülmesi gerekli tutumlarının başında, "Turkestanskaia vedemost'' (Türkistann Haberleri [ bülten] ) gazetesinde yayınlanan yazıları tekrar bastırması ve kaybolmalarının bu yoldan önüne geçmesidir." Divay'ın "çok övülmesi gerekli tutumları" bununla bitmemektedir. Bozkır'da topladığı Türk Destanlarını -mesela, Çora Batır'ı- yayınlar­ ken, Divay, Çarlık Rusyasında yürürlükte olan sansür kanunlarını göz önünde tutmak, dışına çıkmamak zorunda idi. Bu sansür kanunları Çarlık Rusyasında önemli bir yer tutmakta olup, üç bölümde özet olarak ince­ lenebilir : ( 5 ) Zhlvaya Starina ( Yaşayan Tarih) , No . 3. Taşkent, 1916. ( 6 ) Radloff Alman doğumlu olup, Doktorasını da Almanya'da Çarlık hizmetine girmişti. Bartold, Alman asıllı

bir

yaptıktan

aileden gelmektedir.

sonra

Eği­

timini Çarlık Rusyasındıt yapmıştır . Katanov ise, Togan'a göre, Sagay Türk­ lerindendir. Togan, her üçünü çok yakından tanıyordu. Ayrıntılı bilgiler için bak., Z . V. Togan, Hi.tıralar ( İstanbul, 1969 ) . ( 7 ) Z . V., Togan, Bugünkü Türklll ( Türld8tan ) ve Yakın Tarihi, ( İstanbul, 1981) . İkinci baskı . Sayfa 556-557.

( 5!:! )


H . B. PAKSOY

SAYI 309

YIL XXVII

1. 1. Petro, 1722'de Çarlık Rusyası tabiyetinde olanlara uygulana­ cak sansür kurallarını yürürlüğe koymaya çalışmıştı. İlk sansür kanunu 1804'te 1. Alexander zamanında yayınlandı. Bu kanunları 1826 ile 1828 arasında I. Nicholas çok ağırlaştırdı. Ancak, bu kanunlar o derece ağır­ laşmıştı ki uygulanmaları imkan dışı idi. Dolayısı ile, 1828'de gözden ge ­ çirilip yeniden basılan bu kanunlar, Çarlık devrinin sonuna kadar geçerli kaldı (•) . 2. Çarlık orduları 19. yüzyılın başında Kafkasları işgal ettikten sonra, bu bölge için özel sansür kanunlarının çıkarılması öngörüldü. m. Alexander devrinde ( 1881-1894 ) Rus olmayanlar için uygulanan sansür, Ruslaştırma ve Hristiyanlaşmayı hedef alınıştı. Dolayısı ile, Rusluk ve Hristiyanlığa aykırı yayınları önlemek niteliklerini de taşıyordu. Kafkas bölgesi de Tiflis'teki "Viceroy" (Çar Naibi ) tarafından, Rus kanunları ör­ nek olarak yönetilmekteydi (9) . 3. Daha önce bugünkü adı ile Kazakistan'i işgal eden Çarlık ordu­ ları, 1865-1884 arasında bozkırların Güneyine de girmiş, Taşkent merkez olmak üzere bir Askeri Genel Valilik kurmuşlardı. Bu Genel Valiliğin bu süre içinde bölgede gerekli gördüğü kanunları günlük emir olarak çı­ karmakta olduğu anlaşılmaktadır. (Bu konuda ek araştırma yapılması gerekmektedir) . Dolayısı ile Türkistan Askeri Bölgesinde yaşamakta olan yerli halk "yabancı" (inarodtsi) olarak anılmakta ve işlem görmekte, do­ layısı ile sansür kanunları da bu kapsama girmekteydi. Bu durum göz önünde tutularak. Divay'ın içinde bulunduğu zorluk kolaylaıkla anlaşılcaktır. Çora Batır Destanı. Rusların Kazan'a saldırısını, Tatarlann Çora Batır öncülüğünde karşı koymalarını, Rusların 1552 yılın­ da Kazan'ı işgal edişini ve Çora Batır'ın bu olay sırasında ölümünü dile ge­ tirir ( 10) . Destana adı verilen Çora Batır'ın tarihi bir kişi olabileceği diğer ( 8 ) Çarlık Rusyasınclaki sansür kanunları için bak., M. T. Choldin, A }'ence Around thc Em�ıire : Censorship of Wcstern ldeas under the Isars

(Durham, 1985 ) .

( 9 ) B u dönemde Rus olmayanlara uygulanan sansür kanunları için bak . , H . Seton Watson, The Russian E mpi re , 1 801-1 917 (Oxford, 1967 ) . Sayfa 170-1, 250-1 , 358, 485-7, 501-5. ( 10 ) Bak. H. B. Paksoy, Chora Batir : A Tatar Admonition to Future Generations," Stuilies in Comparative Communism, Yol. XIX , Nos. 3 & 4, Autu:nn/Winter

1986. Çora Batır destanı Türkiye Cumhuriyetinde tır. İlk bilineni Hasan Ortekin Tarih

ve

Edebiyat Şubesince No. X olarak 1939'da

İkincisi Emel Dergisinin 1984 yılı Destanlar

en az iki defa yayınlanmış­

tarafından derlenmi§, Eminönü

adlı kitaptan

İstanbul'da

Halkevi Dil, basılmıştır.

Hl-145. sayısında, Taşkent'te yayınlanan

l Gafur Gulam Adındaki Edebiyat ve Sanat Dergisi,

1980) aktarılmıştır .

( 53 )

53


SAYI 309

T Ü R K

YIL XXVll

K Ü L T Ü R Ü

kaynaklardan da anlaşılmaktadır ( 1 1 ) . Elimizdeki

bilgilere göre Divay,

Çora Batır destanını ilk olarak kağıda aktarıp bastıran Tiirk Bilimcidir. Destanın sonunu şöyle bağlar : "Çora Batır'ın daha sonra ne yaptığını bilmiyoruz. Söylendiğine gö­ re, Kazan'a döndü. Şimdi biz de dünya'yı sarsarak geçip-giden, günü gelmeden göçen bu yiğit hatırların ruhu için dua edelim. Tannın, yattık­ ları yerin toprağı onlara ağır gelmesin. Bunu söyledikten sonra ağzımızı kapatıyoruz. Eğer anlattıklarımızda Cir kusur bulursanız, ozunımuzu bağışlayın sayın okurlarımız. Biz insanız ve insanlar ara-sıra yanlışlık ya­ parlar" ( 12) •

Divay, Çora Batır'dan başka en a:?: üç tarihi Türk ana (13) destanını (Alpamış, İdige Batır ve Kambar Batır) da ozanlardan toplayarak kağı­ da aktarmış, basılmalarını sağlamıştır. Diğer niteliklerine ek olarak, Türk boylarının tarihi benlik, töre ve ananelerini içinde bulunduran en güçlü ve temel belge olmaları bakımından Türk destanlarının önemi bü­ yüktür ( 14). Diğer emekleri bir kenara bırakılacak bile olsa, Divay'ın bütün güç­ lüklere göğüs gererek Türk destanlarını kaybolmaktan kurtarmak amacı ile yaptığı çalışmalar, onu büyük bir Türklük 8.limi olarak anmamızı ge� rektirir. Divay'ın yaptığı çalışmaların tarihi önemi, il.Dünya Savaşı er­ tesi Türk destanlarının başına gelen olaylarca bir defa daha vurgulanmış, Türk destanlarının tamamının vakit

kaybedilmeden

yayınlanmalarmın

gereğini tekrar ortaya koymuştur ( 15) . Kısacası, Yusuf Has Hacib'in 900 yıl önce Kutadgu Bilig'de yazdık­ ları Divay için de geçerlidir : ''Dikkat edilirse, her kes üzerine bir �y gi­ yer; fakat akıllı ve bilgili insan hil'at ile değil, aslında değerlidir.'' ( 16) . ( 1 1 ) Bak. , Jaroslav Pelenski, Russia and Kazan : Conquest and Imııerial Ideology 1438-1560 s (The Hague-Paris, 1974 ) . ( 1 2 ) Ebubekir Ahmedcan Divay, Çora Batır < Ta§kent, 1895) . ( 1 3 ) "Ana destan" deyiminin açıklanması için bak., H. B. Paksoy, Modern Encyclopedia of Religions in R ussia and Soviet Union.

"Dastans" in ( Gulf Breeze,

FL: Academic Press) ( 1989'da basılacaktı r ) . Ek olarak, H. B. Paksoy, Alpamysb : Central Asian Nationalism and Russian Rule ( 1989 da basılacaktır ) .

(14) Bak. H . B . Paksoy, "Central Asia's New Dastans,"

Central

V. 6, N . 1, 1987.

Asian

Survey,

( 1 5 ) Bak not 13. Ek olarak, A. Bennigsen, "The Crisis of the Turkic National

Eptcs,

1951-1952; Loca! Nationalism or Internationalism '? " Canadian Slavonlc Papers Vol. XVII, No. 23, 1975 . (16) Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig. R. R . Arat Çevirisi, Cilt Il. İkinci Baskı. Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1974. Sayfa 32, Beyit 299.

54

(54)


TATAR ŞAİRİ ABDULLAH TUKAY'IN AZERBAYCAN'DAKİ ERMENİ MEZALİMİ İLE İLGİLİ BİR lltKAYESİ : D O G M A A Y ! ( "' )

Türkiye Türkçesine aktaran :

Fatma ÖZKAN

H. Köyü'nün halkı şimdiye kadar böylesine büyük korkular yaşamamıştı. Sanki köyü, kan tufanı basmış; her taraf ateş fırtınasına maruz kalmıştı. Köy sakinleri neye uğradıklarını halii. anlamış değillerdi. Ancak. korkuları yavaş yavaş geçince, kendilerine gelmeye başladılar. Köyde, gençlerden hiç kimse kalmamıştı. Bekçiler, hemen hergün kötü haberler getiriyorlardı. Mağaralarda,

çukurlarda,

yar diplerindP,

her

tarafta

açıkta yatan

cesetlere

rastlamak mümkündü . Onlan vahşi hayvanlar kefenliyor; cenaze namazlarını yine onlar kılıyorlardı. Hiç kimse, yakınlanna ait cesetleri arayıp, bulup, defnetmeye cesaret edemiyordu. Silahlı askerler, gündüzleri cesetlerin başlarında nöbet tut. maktaydı. Geceleri ise yakınlarını arama yürekliliğini gösterenlere, her kayanın, , her tepenin ardından ecel parmağını sallıyordu. Cenazeleri, son sığınakları olan mezarlara koymak da yasaktı. Analar ne kadar gözyaşı döktüler. O biçarelerin arasında kara matem elbi­ sesi giymeyen yok gibiydi. Yakınlarının ölü veya sağ olduğuna dair hiçbir haber alamamışlardı. "Kim bilir, belki, o kaçıp kurtulmuştur"; "belki, saklanıp kalmıştır" gibi düşünceler, zayıf da olsa onlar için ümit ışığıydı. Çaresiz, günlerini bu yürek sızlatan "belki" ve "şayet"lere bel bağ'layarak geçiriyorlardı. Zeynep de bu ''ihtimal"le, bu "belki"yle avunuyordu . O korkunç gecenin üze­ rinden bir hafta

geçtiği h a.Ide,

sevgili oğlu Fuat•ın cesedini kimse görmemişti.

Keşke, onun yaşlı gözleri kör olsaydı, ömrü boyunca onu görmeseydi de; gözünün nuru, biricik Fuat'ının ölü ya da sağ olduğunu şu dakikalarda öğrenebilseydi . .

.

Kafasından bu tür düşünceleri geçiren Zeynep bir yandan da yayık dövüyordu. , İşine ara verdi. Komşunun kapısından güzel bir sesin nazlı nazlı yükseldiğini duydu. Bu, yanık, içli bir hasret türküsüydü : ( * ) Meşhur Tatar Şairi Abdullah Tukay'ın bu hikayesi, "Ay, Bat!" baglığıyla 1907

yılında Kazan'da çıkan Elgasril Cedit ( El-Asrü'LCedid) adlı dergide yayınlan­ mıştır ("Ay, Bat ! " E lgasrll Cedit. Sayı

:

3-4, Mart-Nisan 1907,

s.

16 ) . Tukay,

Azerbay:can'daki Ermeni mezalimi ile ilgili bu vak'anın, ilk defa bir Rus yazar tarafından hikayeleştirildiğini,

kendisinin

de,

aynı konuyu yeniden ele

alıp

işlediğini belirtmektedir. Söz konusu hikaye "Gabdullah Tukay, Eserler ıv, Proza

Publitsisttka. Kazan 1985, s. 16-27" adlı eserden Türkiye Türkçesine aktarıl­ mıştır. (F. Ö.)

(55)

55


SAYI 309

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

Dumanlar bürümüş düzü, yanan yüreklerde sızı, Çimenlerde günahsızların kanlı izi, Hılin Ermeniler katletti bizi , Kör olsun bu vahşeti yapanların gözü. Gönl!imüz sızlayarak, herdem akar gpzden yaşlar da, Birlikte ağlar ağaçlarla taşlar da. "Ah , Zehra, türkün le benim yüreğimi dağlı yorsun". diye söylenen Zeynep "vah, vaah" diye feryat ederek önlüğü ile yüzünü örttü ·Zehra... sadece bu isim bile Zeynep'in gönlünde pekçok hisler uyandınyordu. Zehra onun sevgili oğlunun yavuklusuydu. Blrgün, -ah o günler nerede kaldı- Z:eynep, kendi gözleriyle Fuat'la Zehrıi.'nın işte şurada, duvara yaslanarak, konuştuklarını görmüştü. O dakikalarda Zeynep'in neler hissettiğini , ancak Fuat gibi yüzü nurlü ve yakışıklı bir gencin, hem de kara gözlü bir güzele il.şık olan bir gencin annesi bilir . Zavallı aşıklar, Zeynep'i görünce ürkütülmüş tavşanlar gibi, herbiri, bir tarafa koşuşup kaçmışlardı. Zeynep ise yalnızca tebessüm etmişti. Na kadar şanslıydı. , Ya şimdi ? Heır gece Zehra, evden çıkıp, duvarın üzerine oturarak Türk kız· !arının kimbilir kaç asır evvel yaktıklan, lakin asla eskimeyen türküyü söylü­ yordu. Zeynep, gözyaşlarını sildi, yavaşça duvara doğru ilerledi. Oğluyla, yavuk­ IUBUD.un buluştukları o mukaddes mekana geldi. Zehra, başını öne eğmiş, çorap . örüyor; bir yandan da ağlıyordu. Gözyaşları , yanaklarından süzülerek, elindeld işe dökülüyordu. O, can yakan içli ·sesiyle yine türkü söylüyordu. Sanld bu, tttrkü değil, kederli, içten gelen bir ağlayıştı. Zeynep'in yüreği büsbütün ezildi ; sesı:;iz sessiz ağlayışı birden hıçkınklara dö­ nüştü. Kız, bakışını o yöne çevirdi ve söylediği hüzünlü türküye ara verdi. Zeynep, şimdi bu sevgili başı şefkatle kucaklıyabilir, analık hissiyle, oğlu Fuat yerine onu göğsüne bastırabilirdi ! Şu dakikalarda Zehra, onun oğlunun sevgisiyle dolu yüre· ğinde yer işgal etmekteydi. O, yoruluncaya, kendinden geçinceye kadar, ağladı. Sev. gilisinin hasretiyle göz yaşı döken Zehra:nın haline üzülüyordu. - Bilmem , hangimizin hasreti daha fazladır ? Zavallı Zehra, CenAb.ı Allah, belki senin se�lni duyar da merhamet ed(� r ; muhtemelen ben günahkllnm, benim duam kabul olmaz, diye mınldandı. Duvarın yanından yavaşça uzaklaştı, yayığın yanına gelerek işinin başına döndü. Güneş bayıra doğru kaydı, vakit akşam oldu . Tereyağını çabucak hazır etme­ liydi. Çok geçmeden Şevket de sürüyle dönecekti. Hızla çalışmaya devam etti. Kapı gıcırdayarak açıldı ; eşiğin ön tarafında, yedi-sekiz yaşlannda bir çocuk göründü . Bu Şevket•ti. Ağlıyordu . . Annesi, işi bırakıp oğlunun yanına kolftu. - Şevket, canım. Allahaşkma hani sürü ? .. Çocuk konuşamıyor, durmadan ağlıyordu.

56

(56)


YIL XXVIl

F. ÖZKAN

l:=AYI 309

- Yağmaladılar mı ? Yoksa Ermeniler elinden mi alıp gittiler ? Şevket binbir güçlükle : - Yok dedi,

gözya!jları boşanıverdi.

- Peki, ya nerede sürün ? -Kırda kaldı. altında yatıyordu.

Anne

ben koşarak

döndüm.

Fuat Ağabeyimi gördüm ;

yann

Daha fazla konuşamadı, gözyaşları buna imkan vermiyordu . Hem başka söze de hacet yoktu ; annesi felaketi zaten sezmişti. Çocuk ağabeyinin cesedlnl görmüş clmalıydı. Artık başka soru ·sormaya ne lüzüm vardı ? Kelimeler dudaklarında donup Ağladı, ağladı ..

kaldı; göğsüne birşeyler

saplanır gibi oldu .

Güneş battı. Sürü kendiliğinden döndü , koyunlar da ağıla girdiler. Yayıktaki yağ yapılmadan kalmıştı. Köye iyice karanlık bastı. Zeynep, kas­ katı kesilmiş ; hiç hareket etmeden, konu§madan oturuyordu. Bo§ gözlerle bir nok­ taya bakmaktaydı. Ah bu bakış, ne kadar ıztırap, ne kadar keder doluydu. Şevket, annesinin dizinin dibinde ağlıyordu. İkisi de o me§um hadisenin te'siri ile. cansız bir şekilde yığılıp kalmışlardı. Karanlıkta onları birbirinden ayırmak güçtü. Saatler, saatleri kovalıyordu. Şimdi bütün köy uykudaydı. Zeynep, kalktı eve girdi. Az sonra elinde kürek ve kefenlik bezle evden çıktı. Hareketlerine tam bir karanhlık ve ciddiyet hakimdi. Ne pahasına olursa olsun, oğluna bir mezar kazmayı kafa·sına koymuştu. Bütün dünyanın üzerine yürüyeceğini ve her tarafı yılanların, akreplerin saracağını bilse dahi ; bu mukaddes vazifeyi yerine getirmek­ ten onu, hiçbirşey alıkoyamazdı. Canından jaha aziz bildiği oğlunun na'§ını, vahşi hayvanlara terketmesi mümkün müydü ? Ancak, her taraftan ölüm kokusu gelen böyle karanlık bir gecede oesedi nasıl bulabiliriz ? diye düşündü. - Şevket, canım! Sen yerini biliyor musun ? - Evet, evet, biliyorum, Uzak, köyden çok uzak . - Haydi öyleyse, kalk Allahaşkına ! Gidelim, kalk ! Çocuk soru soran gözlerle ann esine baktı. - Nereye gidelim, diyorsun ? - Fuat Ağabeyini defnetmeğe gidelim. - Anneciğim ben korkarım, şimdi karanlık.. hem Ermeniler orada, anneciğim ... --- Ama ben seninle beraber değil miyim, canım ? Gidelim Allaha§kına ! O , senin ağabeyin değil mi, öyle bırakmak günah olur, yavrum. AnnE:si yanında ya , annesi onu koruyacak ya; her anne gibi o da yavrusunun gözünde herşeye muktedir görünüyordu . Şevket'in cesareti arttı. Yola düştüler.

( 57)

57


SAYI �09 -----

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVll

------- ------- ------

Mehtapsız bir geceydi.

Göz gözü görmeyecek kadar karanlıktı. Saklana sak­

lana gidiyorlardı. Çocuk bir annesine, bir de karanlıkta acayip şekiller alan nes­ nelere bakıyordu . - Anne, korkuyorum, bak hele, arkamızda kim geli yor ? - Yavaş, Allahaşkına! Hiç kimse yok, diye yavrusunu yüreklendiriyordu. Birara, ayak sesleri duyar gibi oldular. Arkalarına dönüp baktılar. Fakat, kimseyi gö­ remediler. Köy, artık uzaklarda kalmıştı.

Şevket, karanlığın gittikçe koyulaştığını

hissediyor; ama bu onu korkutmuyordu. Yalnız, Şaııı Gazanfer'in bahçesinin önün­ den geçmekten çekiniyordu. Gündüzleıi

bile

oradan geçmek istemezdi.

Kaldı

ki

gece vakti ! . . Ona, burası hakkında neler ·söylememişlerdi ki : Güya , Şaşı Gazanfer her zaman bahçede gezermiş. Bıizan da bahçeden çıkıp bekçilere hücum edermiş. Onun alevden saçları varmış ;

gözleri p ek çirkin, sevimsizmiş. Ağzı kocamanmış,

dudakları köpüklü, sesi ise çok korkunçmuş. Günlerden bir gün, bahçe duvarı yı­ kılmış; Gazanfer altında kalıp ölmüş. Daha sonra, hortlamış ; her gece duvarın altından çıkarak kırda bayırda gezermiş. Ya o , şimdi buralardaysa! Ya, onların ardından gelirse,

ya bağırırsa . . .

Yıkılan bahçe duvarının yakınından geçerlerken Şevket : - Anne , korkuyorum... Bak hele. kim geliyor ? . . Bu Gazanfer, onun saçları . . gözleri... Anneciğim ! - Korkma, canım, tut benim elimi, hah ııöyle. Zeynep'in kendisi de

titremeğe

başladı.

Çocuğun

işaret

ettiği

ÇE,kten birşeyler vardı. O görünen şey, onlar geçip gittikten

noktada ger­

sonra koyboluverdi.

Ana ile oğul birbirlerine daha sıkı sarıldılar ; bu korkunç yerden uzaklaşmak için adımlarını sıklaştırdılar. - Uzak mı, yavrum Şevket ? - Bilmem, anneciğim.. . Hani aşağı taraflarda büyük bir dere var ya . O dereyi epeyce geçtikten sonra, bir kara taşa varacağız. İşte orada. Yola devam ettiler. Her tarafta sessizlik hüküm sürüyor, gökte yıldızlar par­ lıyordu. Tabiat uykunun huzurlu koynunda dinleniyordu.

Yıldızların sevimli ı şıl­ tıları da, bu sükUrıeti bozmuyordu. Sessizliğin ortasında aniden uğursuz bir baykuş sesi işitildi. - Anne, baykuş sesi .. Bu hayra alamet değil ! Korkuyorum. Anne·si cevap vermedi, ama o da korkmuştu. Tam o esnada, bir kuş sesi duy­ dular. Pek içli bir sesti bu. Herhalde zavallı bir kuş, baykuşun pençesine düşmüş olmalıydı ki, böyle can hayliyle acı acı bağırıp , feryat ediyordu. Zeynep'in kalbi sıkıştı ; sanki yırtıcı kuşlara, zavallı yavrusu Şevket'i kaptır­ mıştı da, bu ses onun sesiydi. Çocukçağız, küçücük eline iki damla ılık gözyaşının düştüğünü hissetti.

Anneciğine

baktı.

Karanlıkta

gözlerini

göremedi. Ama küçük

yüreği sızladı. Bu gözyaşları çaresizliğin ifii.desiydi . Çektiği acıların şiddetiyle Zey­ nep'in gözlerinden yaşlar, gayri ihtiyari süzülilyordu. Şevket, "Benim korkaklığım şikayetlerim annemi üzdü ; onun ağlamasına ben sebep oldum. " diye düşündü. Çocukça bir gayretle annesini yüreklendirmek istedi :

58

(58)


SAYI 300

YIL XXVII

F. ÖZKAN

- Biliyor musun anne, ben şimdi hiçbir şeyden korkmuyorum. . . Sen yanımdasın ya.. isterse Şaşı Gazanfer gelsin ; sen beni ona vermezsin, s enin demir küreğin var . I�ğer Ermeniler gelirlerse, şu sık ba şakların arasına girip saklanırız, bizi görmezler. - Peki canım, ama artık konuşma , yo k sa onlar duyarlar . Çocukçağız sustu,

Yürüdüler, yürüdüler. Nihayet büyük dereye ulaşmışlardı.

Az kaldı diye durup düşünürken, bir ayak sesi işitildi. Korkudan donup kaldılar.

Bir

k arartı

görünür

gibi oldu; sonra

yerde gözden kayboldu. tanat

karanlığı

Uzaklarda, derenin öte

yararak

suyun yukarısında bir

yakasında

sessiz bir karanlık sal­

,

sürüyordu . Yalnız, belli belirsiz şekilde ağaçlar ve kamışlar hafifçe sallan­

m a ktayd ı.

Karanlıkta şekiller olduğundan farklı görünüyordu. Kırlar, dağlar, ağaçlar yukarı çıkıp aşağıya iniyordu. Anne ile oğul korkudan tirtir titremekteydi.

sanki

- İşte şurada anneciğim,

görüyor musun, işte ileride.

Yavrucak, eliyle tepeleri işaret ediyordu. Zeynep, düşünceler içinde derenin kenarında durdu. Onun kafasından karanlık gecelerden daha karanlık, bu dağlar, tepeler kadar korku dolu fikirler geçmek­ teydi. Yola devam etmeli miydi, yoksa geriye mi dönmeliydi ? Kendisi için asla kork­ muyordu . Fuat•sız bir ömrün onun için ne değeri vardı ? Fakat, Şevket. . . Eğer ona bir şey olursa .. Gece merhametsiz, karanlık pek kesifti, Zeynep, avucunun içine gömülen minik elin titredi ğini hissediyordu. Köylüler, yakın zamana kadar ko y unların otladığı, köpeklerin havladığı, türlü seslerin işitil­ diği ; kısaca, canlı bir hayatın sürdüğü bu yerlerden , hiç böylesine korkmamışlardı. Şimdi ise, her taraftan ölüm ve vahşet kokusu duyuluyordu . Onlar, kendilerini bu sessiz gecede yolunu kaybetmiş, yalnızlığa terkedilmiş kimseler gibi görüyorlardı. Bu durgun manzarada, insanı rahatlatan bir ses, gönlü ferahlatan bir çıtırtının işitilmesi mümkün müydü ?

Zeynep, suya baktı ; ona pek derin gelmedi. Suyun akışı insana hayat hakkında ilham ediyordu. Dalgalar ya\·a§ yavaş kayalara çarpıyordu . Zeynep kulak kesildi. Sular, Fuat'ın yapayalnız yattığı taşların kenarından akıp gidiyordu.

düşünceler

Dalgaların fısıltıları arasında Fuat'ın sesini

toprak ile,

bir çukur istemekteydi ; ona

işitebilir miydi ? O annesinden bir avuç

dünyada

yoktu. Hayır hayır, annesi onu bu vaziyette

ann esinden

daha

yakın

kimse

b ırakam azdı.

- Gel oğlum, ben seni sırtıma alayım, karşı tarafa geç eli m . Çocuk annesinin sırtına tırmandı. Karşı tarafa geçtiler. Güçlükle birkaç adım atmışlardı ki, Şevket sessizce :

- Anneciğim , Gazanfer ! yorum, anneciğim.

O şimdi yine buradan ge çti

,

işte

şuradan.

Korlrn­

Karanlık ne kadar koyu olursa olsun, çocuğun keskin gözleri, annesinin göre mediği gölgeyi seçebiliyordu. Annesi şaşırdı : - Yanılıyorsun, elimden

sıkıca

tut;

­

o mu, olur mu yavrum ? Yok canım Gazanfer falan yok , sen korkmuyorum diyordun ya, diye yavrusunu sakin­ ,

hani

leştirmeye çalıştı.

(59)

59


T Ü R K

SAYI 309

YIL XXVIl

K Ü L T Ü R Ü

Küçük tepelerin yanına ulaıımışlardı ; - İljte bu kayanın yanında, anne !

durdular :

Ah, korkuyorum !

- Caııı m benim, bu senin ağabeyin,

hem ben

yanındayım ,

de senin

korkma.

Fuat kocaman bir kayanın dibinde yatıyordu. Zavallı anne,

cesedin

önünde, dizlerinin

söylemeden öylece kalakaldı. Neden sonra ,

üstüne

çöktü,

oğlunu hasretle

zünü onun soğuk yüzüne dayayarak, uzandı. Sonra kalktı,

bir müddet hiçbir şey göğsüne küreğini

bastırdı,

yü­

eline alarak,

ağır ağır işe girişti. Şevket de minicik elleriyle toprağı alıp atıyordu. Mezar bir hayli derinleşmiııti; ama

Zeynep, bu

sevimsiz işi bir an önce bitir­

mek istemiyordu. Çocuk : - Anne , Gazanfer ! diyerek korkuyla bağırdı ve olanca gücüyle çukura atladı. Korkuyla Şevket'e sanlan Zeynep yukarıya baktı. Hakikaten çukurun başında birisi durmaktaydı. - Gazanfer değilim, canım, diye konuştu. Zeynep şaşkınlıktan, korkudan donup kaldı. Mezarın başında duran Zehra'ydı. - Sabredemedim anacığım, affet beni. Ağlama seslerini duyunca kulak kabart­ tım. Şevket'in söylediklerinin tamamını duydum; onu gömeceğinizi de öğrendim. Giz­ lice sizi takip ettim. Tek isteğim, onun mezarının nerede olduğunu öğrenmekti. Şev­ ket yolda beni gördü,

Gazanfer zann etti.

Bu kayanın arka·sma saklandım. Lakin·,

artık dayanacak gücüm kalmadı. Affet beni anacığım. Ecelle yüzyüze gelince, genç kızlık

mahcubiyetini,

utanmayı

bir

tarufa

bıraktım.

Gözyaşı

dökmekten

görme

gücünü kaybetmiş bu gözlere onu son def:ı görmes i için müsaade ediver. Bu güçsüz ellerimle, sana yardım etmek istiyorum, lütfen izin ver ! Kurumuş dudakları arasından kelimeler birbiri ardınc a dökülüyordu. Hiç dur­ madan konuııuyor, yalvarıyordu. Onlar bir anda, nerede bulunduklarını, ne yaptıklarını, korkularını,

karanlığı,

herşeyi unutmuıılardı. Sanki herşey, bu masum genç kızın ümitsiz aşkı karşısında yok olup gitmişti. Zeynep sessiz

sessiz

ağlıyordu.

Kız

dizleri üzerine

çöktü,

ömründe

ilk defa, o soğuk alnı öptü. Bu haliyle Zehra. muharebe meydanındaki şehitleri di­ riltmeğe çalıııan melekleri hatırlatıyordu. Zehra, bir müddet sonra yerinden kalktı ; çukura indi kazmağa baııladı. Zeynep, toprağı dışanya mıştı ;

atıyordu.

artık üç kişiydiler.

Şevket Mezar

şaşkın biraz

şaşkın

daha

bakınıyordu .

Bir

derinleşmişti. Gece,

parça gece

rahatla­

olalı

böyle

yüce bir davranışa şahit olmamıııtı. Bu gece iki gönül birden kanıyordu. Biri ciğer­ paresi

oğluna, diğeri

ise

yavuklusuna

karşı

son

vazifelerini

yapıyorlardı.

Onlar

bu mezAra kendi gönüllerini de gömüyorlardı. Küçük çocuk ise, koruyucu melekler gibi, onlara göz kulak oluyordu. Ay doğdu.

Ayın soğuk ışıklan , önce dağı aydın­

lattı ; sonra cesedin morarmış yüzüne düştü. Yeniden korkmaya, hem de eskisinden dahıi.

çok korkmaya

başladılar.

Şimdi

Ermenilerin,

onlan

uzaktan

bile

görmesi

mümkündü. Birden nal sesleri duydular. Bulunduklan yere çömelerek, nefes alma.­ dan beklediler.

80

(60)


YIL XXVII

F. ÖZKAN

SAYI 309

- Kim var orada ? diye uzaktan bir ses geldi. Ermeni atlılar bir el ateş et­ tikten sonra

geçip

hayvanlardan

gittiler.

Onları

kendilerini korumak

farkedememişlerdi maksadıyla

ama, ölülere üşüşen vahşi ate!! açm.ışlardı. Zeynep

rastgele

lle Zehra, kazdıktan çukurdan çıktılar. Şevket ga.ı;.p bir şekilde kayaya dayanmış sessiz ve hareketsiz oturuyordu. Kadınlar, to.ı;ırak

rine

kendilerince

atmaya

dualar

başladılar.

okuyaı ak,

Böyle ona

mezara

karşı

üze­

yerleştirdikleri Fuat'm

son

vazifelerini

yerine

getirmiş

oldular. Mezarı sevgiyle öptüler . Zehra bir ağıt söyledi : Yarim kızıl, ben kara renklerle donandık biz, Yaslı düğün yapmak için toplandık biz.

Kalktılar, Annesi Şevket•in yanına geldi ; - Kalk, canım, kalk, eve dönüyoruz ! - Çocuk cevap vermiyor, hiç kımıldamıyordu. Derin bir uykuya dalmış olmalıydı. Annesi kuvvetle teJ.Aşlanan

Zeynep,

sarstı.

oğlunu

Çocukta he rhangi

oturduğu

bulaşan kan ile birdenbire irkildi. küçük

Şevket

olmuştu.

yerden

Deminki

Yavrucağın

bir hareket yoktu. Bu defa iyice

çekti,

eğilerek yüzüne

baktı.

göğsünde

derin

bir

, açılmış,

yara

Eline

ne yazık

serseri kurşunun hedefi

üstü

ki, başı

kana boyanmıştı . Ah bile diyemeden oracıkta ölmüştü. Can yakan hıçkırıklar sanki bedbaht annenin ta yüreğinden sökülüp geliyordu. O,

cesetçiği kucakladı ;

nun

alnına ve

yana

iki

yanaklarına

eliyle başının düşmüştü.

üzerine kaldırdı. Ay ıgığı, !!imdi yavru­

Sanki

uyuyordu.

Solmuş

çiçek

gibi

boynl:i

sarkmıştı. Zavallı

göklere

anne,

kederinden ne yapacağını

göstererek,

sanki

bu

haksızlığın

bilemiyordu.

sebebini

Yavrusunu,

sorar gibi, onu

merh&metsiz

yukanya,

daha

yukarıya kaldırıyordu. ·-

Doğma

aydınlatacak çakallar,

ay,

yer

ayılar !

bat! Lii.net bulamadın

Çıkın

olsun

mı ?

senin nCi.runa !

Onu

inlerinizden

Benim

aydmlatmasan

vahşi

ciğerparemden

olmaz

hayvanlar !

Siz

mıydı ?

Gelin,

bqka gelin

Ermenilerden daha gef­

katllsiniz! Gelin , yavrumla beni parçalayıp yutun ! Sonra, derinden inleyerek; - Birini

güçlükle

gömdük,

ikincisine

de

mezar

kazmak

gerek,

diye

mırıl­

dandı. Yeniden haykınp, bağırmaya başladı : - Vahat hayvanlar ! Gelin, bu göğsümü parçalayıp,

yanan yüreğimi çekip

çı­

karın, yiyin ! Yüreğimin ateşi hem sizi, hem de bu merhametsiz cihanı yakıp ka­ vursun. Zeynep ,

köküne

orak

değmiş

ot gibi .

yavrusuyla birlikte

yere

yığıldı.

Artık

sesi soluğu çıkmıyordu. Zehra, yardıma koııtu. Ancak onun çabaları boşunaydı. Ke­ derli ananın yüreği bu facianın ağırlığını kaldıramamı!j; orada ebedi uykuya dal­ mı!jtı. Ertesi sabah, köylüler Zehra'nın saçlarının tamamen ağarmış olduğunu gördüler.

(61)


HABERLER :

TEKlBDAG'DA NAMIK KEMAi. SEMPOZYUMU

Tekirdağ Valiliği ile Türk Kültürü Ara11tırma Enstitüsü'nün düzenlediği "Ölümünün Yüzüncü Yılında Namık Ke­ mal Sempozywnu" 25 - 26 Kasım 1988 Cuma - Cumartesi günleri Tekirdağ Be­ lediyesi tiyatro salonunda yapıldı. Tekir­ dağ Kültür ve Turizm Müdürü Bülent Ayan'm sunduğu programın açış konug­ masmı Tekirdağ valisi Oğuz Kağan KOK­ SAL yaptı. İstanbul ve Ankara'dan İlim adamlarmm katıldığı sempozyumda ko­ DU§anlar ve tebliğleri §unlardır : Prot. Dr. ömer Faruk AKUN

Nanuk Kemal'in Edebl Şahsiyeti,

Yar. Doıı. Dr. Necat BİRİNCİ

Namık Kemal'in Şatrllği, Prot. Dr. Muzaffer TUFAY

Sosyolojik Açıdan Mektuplan,

Namık

Kemal'ln

Prot. Dr. Erctlınent KURAN

Namık Kemal'in Milliyetçiliği, Prot. Dr. Sina AKŞİN : Namık Kemal ve Siyasi Faaliyetleri, Prof. Dr. Rifat ÖNSOY :

Namık Kemal'in İktisadi Göl'ܧleri, Doç. Dr. Abdmrabman KV'ÇUK

Namık Kemal'in Emest Renan'a Cevabı ve İslA.m'a Bala§l. Türk Kültürü

62

(62 )


K İ T A P L A R

1

-

Yahya Kemal Enstitüsü Mecmuası ill. 1988, Yayınlayanlar, Nermin Suner Pe­

kin

2

-

A R A S I N D A

-

Dr. Muhtar Tevfikoğlu.

Prof. Dr . Sadık Kemal Tural,

Kültürel Klmllk

Vzerlne

Düşünceler, 1988.

Kültür Bakanlığı yayını.

3

-

İnönü üniversitesi il. Battal Gazi ve Malatya Çevresi Halil Kültürü Sempoz_ yumu ( tebliğler) 1988.

4

-

Prof. Dr. Ergun Aybars, Yakın Tarihimizde

Ana.dolu Ayaklanmalan, 1988,

Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı yayını.

5

-

Prof. Dr. Ercüment Kuran, Avrupa'da Osmanlı İkamet Elçiliklerinin Kuru­ luşu ve İlk Elçilerin Siyasi Faaliyetleri ( 1793-182 1 ) , İkinci baskı, 1988. Türk

Kültürünü Araştırma Enstitüsü yayını .

6

-

M. Murat Hatipoğlu, Yunanistan'daki Gelişmelerin Işığında Türk-Yunan tliş­ kilerlnln 101 yılı (1821 - 1922 ) , 1988. TKAE. yayını .

7

-

Doç, Dr. Abdülhal(ık Çay, Türk Ergenekon Bayramı ( ilaveli ikinci baskı ) 1988.

TKAE. yayını. Abdullah Battal Taymas, Kazan Türkleri, III. Baskı, 1988 . TKAE. yayını.

8 9

Mirza Fethali Ahundzade, Komediler

( Temsilat ) . Hazırlayan :

Yrd. Doç. Dr

Yavuz Akpınar, 1988.

10

-

Prof. Dr. Şükrü Elçin,

Akdeniz'de ve CezAylr'de Türk Halk Şairleri, 1988.

TKAE. yayını. 11

-

12

-

Erol Güngör İçin (ilmi heyet ) , 1988. TKAE. yayını.

El-Cahiz, Hilafet

Ordusunun

Menkıbeleri

ve

Türklerin Faziletleri, Çeviren :

Ramazan Şeşen, Yeni baskı 1988. TKAE . yayını.

TV'RK KtlLTVBU Yaymlayan

:

Türk Ktllttirtintl Araştırma EnııUtllsQ

İmtiyaz Sahibi : Prof. Dr. Şükrtl ElçlD Yazı İşleri Müdürü : Prof. D r. Ahmet B. Ercilasun

İdare yeri : 17. Sok. No. 38 / 06490 Bahçelievler / Ankara : 213 41 35 : 213 19 62

Dizilip basıldığı yer : Ayyıldız Matbaası A.Ş., Tandotan / Ankara, Tel



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.