Türk Kültürü - Sayı 316

Page 1



TÜRK KÜLTÜRÜ

İÇİN D E K İL E R

Yayın Ta.: KasımJ1982 Yayınlayan:

TÜRK K'OLTOR.üNü ARAŞTIRMA

Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu

ENSTİTÜSÜ Kurulu§ Ta.: Ekim

1961

*

lmtıyaz Sahibi

Prof. Dr.

6ilkrtl ELÇL� *

Yazı l� leri Müdürü Prof. Dr. Ahmet B. EBCİLA.SUN Fiyatı

:

Türk Zaferleri

*

1500,- TL.

Baııkumandanlık Meydan Muhaberesi 30 Ağustos 1922 M. Necmettin

Hacıeminoğlu

Dr. H. Fikret Alasya

466

Alimin Ölümü Alemin Ölümüdür Arş. Gör. Adnan Gürbüz

Gagauzlardan Yeni Haberler Ahmet

B.

Ercilasun

4'76

Halkın Aydın Günü

Abone bedell,

171 .379

numaralı posta çeki

An.ı Söm

.

4,85

.

hesabına yatınlablllr.

Prof. Dr. Mihail P. Guboğlu'nu Kaybettik

Ödemeli gönderilmez.

İrfan trnver Nasrattınoğlu

*

Dergi ye gönderi len yazı lar

453

Kimliğe İhtiyaç Yoktur

Yıllık Abonem

- $. 20.- DM. 36.-

.

1922 İzmir Yangını !le llgili Bir Rapor Zeki Arıkan . .

(1989 yılı için) -İndirimsiz 18000.- TL -İndirimli 14400.- TL

Yurtdışı:

.

basılsın,

basılmasın

la.de edilmez.

Dergideki

yazılar kaynak

gösteri­

lerek almablllr. Makale­ lerdeki flldrler ımzA sa­

h1 plerine Alttlr.

*

486

Ercişli Emrah ve Aşık Tarzı Şiir Geleneği Prof. Dr. Umay Günay

491

Hocam Mehmet Kaplan Ş. K. Seferoğlu

501

HABERLER

308

İdare ve yazı§llla adresi :

BAHÇELİEVLER SONDURAK, 17. SOKAK NU. S8

06490 ANKARA Tel 213 U 35 Tel : 213 31 00

*

Basıldığı yer : Ayyıldız Matbaası A . Ş. Anka ra Tel : 213 19 62 222 69 40 - 222 69 41 Dizilip

Sayın

Okuyocularımızm

derdlklerl

lst.ek

Enstltllmtlze gön·

yazılarında

adresleri

Ue

blrlllrt.e posta kod numaralarım da bildir­ meleri rica ohm.ur,


TÜRK KÜLTÜRÜNÜ ARAŞTIRMA. ENSTİTÜSt'T

TÜRK SAYI 316

KÜLTÜRÜ ACUSTOS 1989

YIL XXVII

TÜRK ZAFERLERİ

Prof. Dr. İbrahim KAFESO<iLU

Savaş, bir milletin haysiyetini ve varlığını ortaya koyduğu en çetin imtihandır.

Ancak yalnız sil8.hlann konuştuğu

maddi güç, manevi değerlerle beslenip

sanılan

desteklendiği

bu imtihanda

müddetçe

zafere

ulaşılır. Savaş gibi bir öfüm-kalım muhasebesinde muvaffakiyet şansı sulh devresinin milli beraberliği koruyucu ve kuvvetlendirici çalışmala­ riyle pek yakından ilgilidir ve mücadele, çok da önceleri, barış yıllarında kazanılır veya kaybedilir. Bunlar birer gerçektir. Fakat yine gerçek olan bir husus da şudur: Tarihin karanlıklara gömüldüğü çağlardan bu yana binlerce yıllık ha­ yatı boyunca Türk milleti, hemen her devirde, ruhi asaletinde billurla­ şan yüksek kültürle bezenmiş başını zafer dizilerinden örülü emsalsiz taçlarla süslemiştir. Denebilir ki, zaferin sınırsız zevki ile olgun mane­ viyat arasında, hiçbir millet, Türk kadar sıkı bir rabıta tesisine muvaf­ fak olamamıştır. Maddi kuvvetin eseri askeri zaferlerle ruh dünyasının, Türklerde mevcut bu ahenkli imtizacına bilhassa dikkat etmek lazımdır. Zira bu, bizim ne sebeple savaşla dost, zafere tutkun olduğumuzu ve neden ölümsüz millet hüviyeti ile yükseldiğimizi gözler önüne serecek en kıymetli delillerden birini teşkil eder. Zaferde cesaretin ilk planda rol oynadığı doğrudur. Ancak bu has­ letin bir toplumu, millet bütünlüğü halinde, başarıdan başarıya koştur­ mak için yeter bir faktör olmadığı da muhakkaktır. Cesur fakat cahil, korkusuz fakat fikir ve duygu yoksunu öyle kütleler vardır ki, neticeleri bakımından, makbul olmıyan, sönük ve çok kere insanlığa zararlı bo­ ğuşmalara atılmışlardır. Bu gibilerin gayesi, hodbince gururlanmak ve kendi hesaplarına, talihsizlik kurbanlarını sömürmek noktalarında top­ lanır. Türkler bu bedbaht, kısır telakkileri taşıyanlar kategorisinin dı-

:(1)

449


SAYI 31(:

T Ü R K

KÜ L T Ü R Ü

YIL XXVII

şında yer almıştır. Tarihin bütün açıklığı ile ortaya koyduğu üzere; sa­ vaşlardaki itaatimize

civanmertliğimiz, giren

mağluplar

karşısındaki

ı:ısilane

tavrımız,

kavimler hakkındaki insani düşüncelerimiz Tüırklerin

ne kibirlenme, ne de istismar için değil, fakat beşeriyeti ilerletmek, kül­ türleri zenginleştirmek ve dünya medeniyetinden bütün cihanı nasipli kıl­ mak maksadiyle çarpıştıklarını isbat

eder.

ömrünü

insanlık

hayrına

böyle israf edercesine harcayan başka bir millet daha göstermek pek kolay olmasa gerektir. Esasen Türklerin asıl muvaffakiyeti de bu hari­ kulade

tutumlarında gizlidir. Büyük milletimiz bu kudretini, her top­

lumda az çok rastlanan, cesaretinden ziyade, o cesaretin kültür ve be­ şeri hislerle kaynaşmasının mahsulü olan kahramanlığından almaktadır. Eski tarihimizde "alp"lar, İslami çağımızda "gazi"ler işte bu orijinal Türk kahramanlığının tarihi vesikalarla tesbiti mümkün olan tipleridir Türk zaferlerine kaynak vazifesi gören kahramanlığın parlak şekil­ de belirdiği bir çok tarihi işaretler mevcuttur. Mesela fütuhat yapma­ nın, cihangirler yetiştirmenin Türk inhisarında bir tezahar olmadığı, di­ ğer milletlerin de uzun ve çetin seferler tertipledikleri, meydan muha­ rebeleri verdikleri ve kuvvetli stratejiler çıkardıkları maliımdur. Fakat bunlar sağanaktan meydana gelen geçici sellere benzerler. Zaferleri de­ vamlı kılan ruhi muhtevanın cılızlığı sebebiyle, kısa zamanda gücünü kay­ bederek yataklarına, yani eski yurtlarına çekilmek zorunda kalırlar ve zafer sonucu hakimiyet kurdukları ülkelere gerçekten sahip olmak, mağ­ lup kavimlerin kalbinde yer tutmak kabiliyetinden mahrumdurlar. Bun­ dan dolayı dünya siyasi tarihi, umumiyetle, belirli ve hudutları çizili bir mekandan, yine geri dönmek üzere, etrafa vukubulan basit askeri tasal­ lutların hikayesi karakterindedir. Fütuhat yönünden de istisnai bir du­ rum arzeden Türk milleti ise, ülkeleri kendine bağlamayı, milletleri ken­ dine minnettar bırakmayı bilmiştir. Tarihi Türk zaferlerini, başkalarının istila hareketlerinden kesin farklarla ayıran noktalardan biri de budur. Yabancılar kaba kuvvete dayanarak işgal altında tuttukları memleket­ leri sömürmek ve boyunduruklarında inleyen zavallı halka kıyasıya bas­ kı yapmaktan başka bir şey düşünmezken, dünyaca malum kahramanlığı ve ruhunun derinliklerinde saklı insanlık duygulariyle Türkler, manevi yapıları icabı, kendi kılıçlariyle hatta kendi kanları bahasına, esaret al­ tında kıvranan kütlelere hürriyet ve

adalet götürmeğe gayret etmiş­

lerdir. Zaferlerimizin ulvi meyvesi olan cihanşümfil Türk efendiliğinin sırrını açıkhyan bu husustur ki, Türklerin, her yerde saygı ile karşılan­ masını, kurtuluş iksiri bağış1anan mahkum kavimlerin gönüllerinde sev­ giden tahtlar kurmasını sağlamıştır. Aynı tutumun en tabii sonucu ola-

450

(2)


SAYI 316

İ. KAFESOGLU

YIL XXVII

rak tarihte Türk'ten başka, Japon denizinden Atlas Okyanusu'na. Sibir­ ya'dan Habeşistan'a kadar, aynı anda sesini duyurmuş ve bu muazzam arz kıt'asında 80'nden fazla devlet kurmuş bir millet gösterilemez. Çünkü insan haysiyetini korumak gayesiyle hürriyet nizamı tesis etmek, hu­ kuki hükümler koymak ve bunları azimle yürütebilmek için, her şey­ den önce, beşeri duygudan ilham alan yüksek kültürle mücehhez bulun­ mak gerekir. Devamlı tesirler yaratan askeri zaferler maddi güce te­ mel veren hukuki, sosyal, iktisadi üstünlüğün eseridir. Medeniyetin her safhasında şahsiyetini isbat etmiş olan Türkler bu vasıftaki zaferlerle, milli tarihe olduğu kadar, insanlık tarihine de büyük hizmetler etmişlerdir. Ne anormal tahakküm hırsının bir araya getirdiği diktatörlerin, ne de dünyayı kendi kör iştihalarına yem yapmağı tasarlayan toplumların tahammül edemedikleri coşkun hürriyet :;;evgisini, izalesi imkansız bir meleke halinde, gönüllerinde taşıyan Türklerin yeryüzünde ileri hamle­ leri, hiç bir insan unsurunun müdahalesiyle değil, ancak tabii manialar karşısında kesilmiştir. Tarihte her zaferin açtığı yeni ufuklara dolu . diz­ gin yönelen bozkır çocuğu Türk'ün idealizmini köstekliyen yegane engel, rutubet ve yakıcı çöl coğrafyası olmU§tur. Bu sebepledir ki, Türk zafer sahaları. şimal buz mıntakası, güney Çin ovası, orta Hindistan,

Arap

çölü ve Büyük ·Sahra ile sınırlanır. Türk zaferlerini tavsif ederken, kahramanlık, hakka ve adfilete da­ yanan kanun saygısı vb. amiller arasında büyük milletimizin savaşçılık istidadını da zikretmek zaruridir. Aslında cihanı feyizli hürriyet ışığı ile nurlandırmak gibi deruni bir iştiyaktan doğan bu savaşseverlikle Türk­ ler, her bölgede muharebe mahallerinin şartlarına uygun tabyeler keş­ federek ve devrin en tesirli silahlarını kullanmakta fevkalade maharet göstererek Asya, Afrika ve Avrupa'da kendilerine karşı kurulan mu­ kavemet setlerini kolaylıkla yıkmışlar, Roma'yı, Bizans'ı, ve Rus'u güçlük çekmeden mağlup etmişler, bu suretle

Çin'i, Hind'i,

şanla dolu, zen­

gin ve renkli tarihlerini yapmışlardır. Karşılaşmalar çok kere, kuvvet bakımından, ölçüsüzlük içinde vukubulmuş, fakat yabancı kavimlerin ve devletlerin bilmedikleri muharebe aletleri ve yine onların beceremedikleri savaş taktikleri sayesinde az sayıda Türk, kalabalık hasım o:rduları pe­ ri.şan etmeğe muvaffak olmuştur. Tabiatiyle Türk'ün zekasını ve mut­ laka galebe çalmak azmini de buna ilave etmek lazımdır. Azın çoğu yen­ mesi, yani keyfiyetin sayıyı mahkum etmesi Türk zaferler tarihinin di­ ğer bir hususiyetidir. Tarihteki Türk zaferlerini burada birer birer saymağa imkan yok­ tur. Senenin belki her haftasına birkaç zafer düşecek kadar şanlı bir

(3)

451


SAYI 316 ----

T Ü R K K Ü L T Ü R Ü

YIL xxvn

------

maziye sahibiz.. Fakat zaferlerin desteklendiği yıl içinde bilhassa Ağus­ tos ayının mutlu bir özellik arzettiğini belirtmeliyiz. Zira milli tarihimiz­ de doğurduğu parlak, devamlı ve devir değiştirici sonuçlariyle en ünlü zaferlerimiz çoğunlukla bu ay içinde kazanılmıştır: Aziz vatanımız Ana­ dolu 26 Ağustos 1071 Malazgirt cenginin baha biçilmez hediyesi olmuş­ tur. 29 Ağustos 1526 Mohaç Muharebesi orta Avrupa'nın hemen hemen 200 yıllık geleceğini tayin etmiştir. Genç Cumhuriyetimizin temel taşl! olan 30 Ağustos Başkumandanlık Meydan Muharebesi Türk istiklal be­ yannamesini Türk kılıçlarının ucu ile Dum�upınar'da yazan muhteşem bir destan payesine yükselmiş ve son asırlarda milli ruhtan uzaklaşmanın sağ-duyumuzda yarattığı

sarsıntıdan

doğan

Kurtuluş

mücadelemizde,

Alp Arslan oklarının şiddeti, Kanuni toplarının dehşeti, Atatürk'ün se­ siyle şahla.nan milli savlet şeklinde tecelli ederek zaferlerimizin en bü­ yüğü gerçekleşmiştir. Türk zaferlerinin ortaya koyduğu hakikat şudur ki, maneviyatı za­ yıflamadığı, kültürünü kaybetmediği ve dünya tarihinde kendisine tevdi edilen hak ve adalet prensiplerini cihana yaymak vazifesinde ihıniil gös­ termediği müddetçe milletimiz için herhangi bir talihsizliğe

uğramak

ihtimali mevcut değildir. Bugün ise, fedakar ve kahraman Cumhuriyet ordusunun vatanperverane

dinamizminin

rehberliğinde

Türk'ün

zafer

türküleriyle mes'ut istikballere doğru yürüyeceğine şüphe yoktur.

452

'(4)


.BAŞKUMANDANLIK MEYDAN MUHAREBESİ 30 Ağust.os 1922

M. Necmettin HACIEMİNOOLU

Savaşta kazanılan her başarı bir zaferdir. Ve her zafer, kazanan için en büyük başarıdır. Bir zaferin,küçük bir kuvvete karşı, kolay ve ça­ buk kazanılmış olması, şüphesiz ondan duyulacak sevinci azaltmaz. An­ cak, zaferin gerçek değeri tesir ve neticeleri ile ölçülür. Kurtuluş savaşı boyunca kazandığımız zaferleri böyle bir kıstasla mukayese edersek, 30 Ağustos zaferinin bir zirve olduğunu görürüz. Bilindiği gibi, 19 Mayıs 1919 da başlayan Kurtuluş Savaşı, istilacı Yunan ordusuna üst üste dört darbe vurmuştu. Fakat, yıllardan beri üç kıt'ada çarpışa çarpışa yorgun düşen Türk Milleti asıl öldürücü yum­ ruğu indirmek için biraz toparlanmak zorunda idi. Küstah palikaryalara kat'i mağlfıbiyeti tattırmak için ikinci dereceden bazı meselelerin halle­ dilmesi gerekiyord· . Başkomutan daha 13 Eylül 1921 zaferinin akabinde istilacılara son ve kat'i darbeyi vurmağa karar vermişti. Bu sebeple, önce güney cephesini düşmandan temizledi. Aynı zamanda da batı Ana­ dolu'daki düşman kuvvetlerinin ikmal yollarını uzatıyordu. Hedefe ulaş­ ma kararı ve bunun icra tarzı önce Mustafa Kemal Paşa'nın kafasında hazırlanmış, sonra yakın silah arkadaşlarının tasvibi ile kesinleşmişti. Büyük zaferin indireceği yumruk biraz ağır olmalıydı. Çok değil, biraz­ cık ağır olsun yeterdi. Çünkü bu, normal bir muharebe değil, adeta bir tenkil, bir imha hareketi olacaktı. öyle uygun görülmüştü. Zira kışkır­ tılmış ve kudurmuş bu çapulcu güruhunda düzenli bir hasını ordusu hay­ siyeti yoktu. Ona düşman bile denemezdi. Bu, müstevli kuvvetlerin en küçüğünün, en alçağının bile utanacağı, insanlık dışı zulüm ve yağma­ larla, geçtiği yerleri harabeye çeviren bir harami çetesi idi. Onun için yiyeceği sille kahredici olmalıydı. Hem de ani. Nitekim Türk Milleti ta­ rafından hasım olarak kabul edilmesi dahi kendisine bir şeref vesilesi olan bu şımarık güruh, yiyeceği darbenin şiddetinden habersiz, çapulcu­ luklarına devam ederken, Mustafa Kemal ve arkadaşları, hummalı bir savaş hazırlığı içindeydiler. Bu hazırlıkları şöyle özetleyebiliriz :

(5)

453


SAYI 316

T Ü R K

K Ü L TÜR Ü

YIL XXVII

1. Siyasi alanda, 2. Askeri alanda. Siyasi alandaki hazırlıklar arasında şu tedbirleri sayabiliriz : a. 20 Ekim 1921 da Fransızlarla bir anlaşma yapılmış ve böylece Fransız devleti muhasım bir kuvvet olmaktan çıkarılmıştı. b. Bir taarruz hazırlığından şüphe edilmemesi için, Avrupa devlet­ leri katında da sulh teşebbüsüne geçildi. Fakat, esasen oyalama mak­ sadı ile yapılan bu teşebbüs neticesiz kalmıştır. Askeki hazırlıklar şu esaslar üzerinde yapılıyordu : 1. 2. 3.

Eğitim, tkmaJ, Gizlilik.

Eğitim : Ordunun savaş gücünü geliştirmek için her çareye başvu­ rulmuştur. Birlikler sıkı ve devamlı olarak t3.lim yapmışlar, subaylar kısım kısım çeşitli kurslara tabi tutulmuşlardır. Savaş baskın şeklinde ve imha gayesi ile yapılacağı için, bilhassa gece eğitimlerine önem verilmiştir. Ayrıca, düşmanın muharebe usulleri ince­ lenmiş, bunlara karşı müessir tedbirler alınmıştır. Taarruzda topçunun rolü dikkate alınarak buna göre eğitim, öğre­ tim ve tatbikatlar yapıldı. Düşman kuvvetlerine nisbetle daha üstün durumda olan süvari bir­ liklerimizin eğitimi üzerinde bilhassa duruldu. Tümen ve kolordu kademesinde manevralar yapılarak, eğitimin so­ nuçları gözden geçirildi. Eksikler tamamlandı. ikmal : İnsan gücü, savaşın en önemli ve müessir unsurudur. Hele bu gücü Mehmetçik teşkil ediyorsa. Bu bakımdan insan gücü itibariyle düşmandan geri kalmamak lazımdı. Vazi�eye çağrılan yedeksubaylarla zabit kadrosu, geri hizmetlere ayrılan erlerden yapılan azami tasarrufla da asker kadrosu tamamlandı. Zafer kartalı ııçmağa hazırdı. Yiyecek işleri menzil teşkilatına bağlanarak, Konya ikmal merkezi haline getirildi. Birliklerde karışık durumda bulunan toplar ve çeşitli silahlar ayrı ayrı gruplar halinde bir araya getirilerek, özel birlikler teşkil edildi. Kolordu teşkillerine birer hastahane verildi. Ayrıca Kızılay teşkilatı ile de işbirliği yapıldı. Eksik silahlar, onarıma muhtaç malzeme ve her türlü cephane kendi iç imkanlarımız zorlanmak suretiyle tamamlandı. (6)


SAYI 316

M. N. HACIEMİNÖGLU

YIL XXVII

Yegane taşıma vasıtamız olan kağnı'ya, Fransızlardan satın alına­ rak, 150 tane de kamyon ilave edildi. Gizlilik : Savaşta gizlilik çok önemlidir. Fakat Başkomutanlık Mey­ dan Muharebesi'nde daha da önemli idi. Çünkü taarruz toptan imha ga­ yesini güdüyordu ve baskın tarzında yapılacaktı. İstila kuvvetlerinin kolu - kanadı ile beraber kafası da kırılmalı idi. Onun için savaş hazır­ lıkları mutlak bir gizlilik için yapıldı : Harekat hakkında görüşmek üzere Garp Cephesine gitmesi gereken Başkomutan, bu seyahatını Konya'da bulunan ve kendisinden görüşme talep eden General Townshend'la konuşmak bahanesi ile perdeledi. Temmuz ayı içinde Garp Cephesindeki ordu ve kolordu komutanları ile görüşüp istişarelerde bulunması lazımdı. Bu görüşmeyi de Akşehir'de tertiplenen bir futbol maçına komutanları davet etmek suretiyle sağladı. Ağustos ortalarında cephe karargahına varmak üzere Ankara'dan ayrılan Mustafa Kemal Paşa, bu hareketini de başarı ile gizlemişti. Ni­ tekim aynı günlerin gazetelerinde Başkomutan'ın Çankaya'da bir çay ziyafeti verdiğine dair haberler yayınlanıyordu. Cepheye trenle değil, otomobille gizlice hareket eden Başkomutan Konya'ya iner inmez postahaneyi kontrol altına aldırmıştı. Şimdi harekatı Mustafa Kemal Paşa'dan dinleyelim : ·

"20 Ağustos 1922 günü öğleden sonra saat dörtte Garp Cephesi

Karargahında, yani Akşehir'de bulunuyordum. Kısa bir müzakereyi müteakip 26 Ağustas 1922 sabahı düşmana tarruz için Cephe Ku­ mandanına emir verdim. 20/21 Ağustos 1922 gecesi Birinci ve İkinci Ordu Kumandanla­ rını da Cephe Karagahına davet ettim. Erkanıharbiye-i Umumiye Reisi ve Cephe Kumandanının huzuriyle sıiret-i taarruz hakkındaki nokta-i nazarı, harita üzerinde kısa bir harb oyunu tarzında izah ettikten sonra Cephe Kumandanına, o gün vermiş olduğum emri tekrar ettim. Kumandanlar, faaliyete geçtiler. Taarruzumuz, sevkül­ ceyş ve aynı zamanda bir tabiye baskını halinde icra olunacaktı. Bunun mümkün olabilmesi için, tahşidat ve tertibatın gizli kalması­ na ehemmiyet vermek lazımdı. Bu sebeple, bilcümle harekat, gece icra edilecek, kıtaat gündüzleri köylerde ve ağaçlıklar altında isti­ rahat edeceklerdi. Taarruz mıntakasında yollann ıslahı ve saire gibi faaliyetlerle düşmanın nazarı dikkatini celbetmemek için diğer bazı menatıkta da aynı suretle sahte faaliyetlerde bulunacaktır. 24 Ağustos 1922 de Karargahlarımızı Akşehir'den, taarruz cep­ hesi gerisindeki Şuhut kasabasına naklettirdik. 25 Ağustos 1922

(7)


SAYI 316

T Ü R K

K Ü L TÜR Ü

YI L xxvn

----- ---

sabahı da Şuhut'tan muharebeyi idare ettiğimiz Kocatepe'nin ce­ nub-u garbisinde çadırlı ordugaha naklettik. 26 Ağustos sabahı Ko­ catepe'de hazır bulunuyorduk. Sabah saat 5.30 da toplu ateşimizle taarruz başladı. Efendiler; 26, 27 Ağustos günlerinde yani iki gün zarfında düş­ manın Karahisar'ın cenubunda 50 ve şarkında 20-30 kilometre im­ tidadında bulunan müstahkem cephelerini düşürdük. Mağliıp olan düşman ordusu, kuvayi külliyesini, 30 Ağustosta icra ettiğimiti mu­ harebe neticesinde (buna Başkumandan Muharebesi unvanı veril" miştir) düşman kuvayi asliyesini imha ve esir ettik. Düşman ordu­ su Başkumandanlığını ifa eden General Trikopis de, üsera meya­ nına dahil oldu. Demek ki, tasavvur ettiğimiz netice-i kat'iye, beş günde alınmış oldu. 31 Ağustos 1922 günü ordularımıi: kuva'yi asliyesiyle İzmir is­

tikamet-i umumiyesinde hareket ederken, aksam-ı sairesiyle de düş­ manın Eskişehir ve şimalinde bulunan kuvvetlerini mağliıp etmek üzere, hareket ediyorlardı. Efendiler; Başkumandan Muharebesinin neticesine kadar inki­ şaf eden taarruzumuzu tebliğ-i resmilerde gayet ehemmiyetsiz ha-' rekattan ibaret gösteriyorduk. Mak.ıadımız, vaziyeti mümkün ol­ duğu kadar cihandan gizlemekti. Çünkü, düşman ordusunu tama­ men imha edeceğimizden emin idik. Bunu anlayıp, düşman ordu­ sunu felaketten kurtarmak istiyeceklerin yeni teşebbüslerine mey­ dan vermemeyi münasip görmüş idik. Muhterem Efendiler, Afyon Karahisar - Dumlupınar Meydan Muharebesi ve ondan sonra düşman ordusunu kamilen imha veya esir eden ve bakiye'tü-s-süyfı:funu Akdeniz'e, Marmara'ya döken harekatımızı izah ve tavsif için söz söylemekten kendimi müstağni addederim. Her safhasiyle düşünülmüş, ihzar, idare ve zaferle intac edilmiş olan bu harekat, Türk ordusunun, Türk zabitan ve �manda hey'e­ tinin, yüksek kudret ve kahramanlığını tarihte bir daha tesbit eden muazzam bir eserdir. Bu eser, Türk Milletinin hürriyet ve istiklal fikrinin layemut abidesidir. Bu eseri vücuda getiren bir milletin evladı, bir ordunun Başkumandanı olduğumdan, ilelebet mes'ut ve bahtiyanm"(1). (1) Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt U, sayfa 673-674-677. Mlllt Eğitim Basımevi, İs­ tanbul, 1952.

(8)


M. N. HACIEMİNOOLU

SAYI 316

YIL XXVII

Safahatını kısaca sunduğumuz bu savaşın hazırlıkları biraz uzun sür­ müş fakat netice çabuk alınmıştı. Bu netice Başkomutan'ın arzu ve ta­ savvur ettiği gibi idi: Kat'i, şümullü ve kahredici... "Türk vatanını fethetmek fikrini, Türk'ü esir etmek hayalini umumi ve m8.şeri bir fikir haline koymaya çalışanların layık ol­ dukları akıbetten kurtulmadıklarını gözlerimizle gördük." Harp tarihi vesikaları gösteriyor ki Başkomutanlık Meydan Muha­ rebesinde iki tarafın kuvvetleri aşağı yukarı denkti. Yalnız, müttefikle­ rinden yardım gördüğü için Yunan ordusu daha modern silahlarla mü­ cehhezdi. Savaşa Türkler

186 bin, Yunanlılar 11)5 bin kişilik bir insan

gücü ile katılmışlardı. Fakat kitapların yapmadığı bir mukayeseyi biz yaparsak Türklerin şu noktalarda düşmandan üstün olduğunu görürüz :

1.

Savaşa �aşladığımız zaman Türk ordusu haklı olmanın manevi

huzurlı ve rahatlığı içinde idi. Çünkü vatanını eşkiyadc.n temizliyordu.

, . 2.

Türk ordusu savaşı alışkanlık, zaferi gelenek haline getirmiş bir

milletin ordusu idi. Ardında yüzlerce zaferin halelediği bir "kale" vardı. Damarlarında o savaşların, o zaferlerin· mirası ve tecrübesi vardı.

3.

Türk Milleti savaşa kat'i bir kararla girer. Bu, kazanma ka­

rarıdır. Türklerin bu kazanma kararı herhangi bir şarta bağlı değildir. Türkler savaş kararı verirken kazanmaktan başka bir ihtimali de düşün­ mezler. "Ya kazanmak ya kaybetmek" şeklinde bir "kumar" değildir sa­

vaş. Zaferi anc�k kazanmak için savaşanlar kazanır.

Hasım Yunan ordusu bütün bunlardan mahrumdu. Akibetleri

beple feci oldu.

bu se­

"31 Ağustos sabahı binlerce insanm toplanmış bulunduğu muharebe meydanında korkunç bir sükut hüküm sürüyordu. Düşman ölmüş veya esir olmuştu. Bizans'ın ahfadı olduğunu iddia eden düşmanın başkuman­ d�ı. İmparator Konstantin gibi muharebe meydanında can vermek ce­ saretini gösterememişti.

O da Kızıltaş Deresinde bir fert gibi kaçarken

yakalandı"(").

( 2 ) Tuğg. Şemsi Rıza Zobu, 30 Ağustos 1922 Başkomutanlık Meydan Muharebesi Taarruz Planı. Kara Kuvvetleri Dergisi, sayı 7, sayfa 38-51, Şubat 1960, Ankarn . Faydalandığımız diğer eserler :

1. Kara Kuvvetleri Dergisi, sayı : 1-22. 2. Silahlı Kuvvetler Dergisi, sayı: 213 .

(9)


1922 İZMIR YANGINI İLE İLGİLİ BİU RAPOR Zeki ARIKAN

26 Ağustos 1922'de başlayan Büyük taarruzla kısa sürede Yunan direnisi kırılmıs ve düsman ordusunun büyük bir kısmı Başkomutan . Meyd �n Savaş ;'nda(1) yok edilmi�ti. Türk ordusu Başkomutan Gazi Muı:tafa Kemal Paşa'nın verdiği buyruğu, tarihte eşine az rastlanan bir başarıyla uygulayarak bütün Batı Anadolu'yu işgalden kurtarmış ve 9 Eylülde lzmir'e girmişti. Düşman ordusunun artıkları ve onlara katılan yerli Rumlar, Akde:niz'e doğru kaçarken önlerindeki ·bütün şehir, kasaba ve köyleri ateşe vermekten 8'eri kalmadılar. Anadolu'da binler­ ce ev yakılmış, halk bütün varını yoğunu yitirerek aç ve sefil bir duru­ ma düşmüştü. Hatta bu halkın binlercesi, kurtuluştan birkaç gün önce. İzmir sokaklarını doldurmuş, yiyecek bir lokma ekmek ve yatacak lıir yer derdine düşmüşlerdi. Düşman subaylarının bu zulmün önünü almak şöyle dursun, tam tersine bütün olaylara göz yumdukları alınan tutsak­ ların ifadelerinde açık ve seçik olarak dile getirilmiş ve bu belgeler 18 Eylül 1922 tarihli Ahenk't.e yayımlanmıştır (2). Türk öncü birliklerinin lzmir'e girdiği gün Mustafa Kemal Paşa, yanında İsmet Paşa, Fevzi Paşa ve diğer erkan olduğu halde Belkahve' den şehre bakıyordu. Körfez, Kadifekale ve güzel İzmir ayaklarının al­ tına serilmişti. Körfez, yabancı savaş gemileriyle dolup taşıyordu. Baş­ komutan lzmir'e uzıun uzun baktıktan sonra "-Bu güzel şehre bırşey olsaydı çok üzülürdüm" diyebildi (3). Gerçekten şehirde hiç bir yangın belirtisi yoktu. Ancak ömrünün urun bir bir süresini Bornova'da geçiren, işgal ve kurtuluş sırasında­ da da burada bulunan Bayan Wood'un hatıra defterinden (4) anlaşıldı(1 ) Kemal Atatürk, Nutuk, İstanbul 1972, II, 671-677; Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Ankara 1961, I, 247-267. ( 2 ) "Yaptıkları mezalimi zabitleri de itiraf ediyor'', Ahenk, 18 Eylül 1338 . ( 3 ) Şevket Sdreyya Aydemir, Tek Adam, İstanbul 1968-69, II, 584-593. (4 ) Bıı defterin bazı bölümleri Türkçeye çevrilerek yayınlanmıştır. Bk . Türkmen Parlak, İ�galden Kurtuluşa il, Yunan Ege'den nasıl gitti?, İzmir 1983, 445 s.

(10)


SAYI 3l'i

Z.

ARIKAN

YIL X.XVII

ğına göre 10 Eylül akşamı bazı levanten evlerinin kundaklanmasına gi­ rişilmişti. Nitekim Bayan Wood, Bornova'da kundakçılarla askerler ara­ sında çatışma çıktığına ve o gece kendi evlerine çok yakın bir evin yan­ makta olduğuna şahit olmuşbı . İzmir şehrinin büyük bir kısmının yanıp kül olmasına yol açan yan­ gın, 13 Eylül 1922 Çarşamba günü başladı ( (5 ) . Bütün kaynaklar(6) yan­ gının Ermeni mahallesinde başladığını doğrulamaktadır. İzmir Sigorta­ ları İtfaiyesi Şefi Paul Grescovitch'in raporundan anla�nldığına göre, yangın Ermeni mahallesinde en az yirmi beş yerde birden başlamış, rüz­ gann da etkisiyle kısa sürede geniş bir alana yayılmıştı. Paul Gresco­ vitch yangını söndürmek için elindeki sınırlı araçlarla canla başla ça­ lışıyordu. Fakat tulumbalar kullanılmaz bir hale gelmiş, borular da par­ ça parça edilmişti (7). Yunanlılann Aya Tria, Aya Fotini kiliseleriyle bazı özel evlerin altına yerleştirmiş olduklan cephane ve dinamitlerin patlamasıyla ortalığı daha korkunç bir güriiltü kaplıyor, yangının gö­ rüntüsü tüyler ürpertici bir hal alıyordu. Yangın mahalleleri sardıkça halk nhtıma koşuyor, büyük bir insan seli bütün Kordonboyu'nu dol­ durmuş bulunuyordu. Bunlar, İzmir körfezinde bulunan yabancı savaş gemilerinden medet umuyorlardı. Oysa gemiler merdivenleri kaldırılmış, iskeleleri çekilmiş halde hiç kimseyi kabul etmek istemiyorlardı (11). Üç gün süren yangın sonunda Ermeni mahallesi, Çalgıcıbaşı, Aya­ dimitri, Ayakaterine, Ayatrikona, Ayanikola

Mortakya, Hacı Franko

mahalleri tamamen yanıp kül oldu. Madamcani (Yeni Mahalle), Mey­ hane Boğazı, Fasolya, Plavmine, Frenk mr,halleleriyle Birinci Kordon ve Ayavukula kısmen yandı. Yangın 3000 metre genişliğinde, 5000 met­ re derinliğinde bir alanı kaplamıştı. Yanan ev, dükkan ve mağazaların sayısının 20-25.000 dolaylannda bulunduğu tahmin ediliyordu (9). fzmir'in (5) Halide Edip Adıvar, Türkün Ateııle İmtihanı, İstanbul 1982, 245. Burada ve İslam Ansiklopedisi, Atatürk maddesinde (1, 765) yangının başlangıç tarihi olarak 12 Eylül verilmiştir. (6) Bezmi Nusret Kayguiluz. Bir Ro.man Gibi, İzmir 1955, 225-226; Halide Edip, Türkün Ateşle İmtihanı, 245; İzmir �igortaları İtfaiye Şefi Paul Grescovitch'in raporu şurada yayınlanmıştır : Kadir Mısıroğlu, Türkün Siyah Kitabı - Yunan Mezalimi, İstanbul 1973, 181-185; Falih Rıfkı Atay, Çankaya, İstanbul 1969; Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Vatan yolunıla - Milli Mücadele Hatıraları, İs­ . tanbul 1958. (7) Krş. Halide Edip, aynı yerde. ( 8 ) Karaosmanoğlu, Vatan Yolunda, 181 . (9 ) İzzetin Paşa'nın I. Ordu Komutanlığına yazdığı 15 Ekim 1338 (1922 ) tarihli rapor. Mk. Parlak, II, 477-478.

(11)

459


SAYI 316

TÜ R K

K Ü LT Ü R Ü

YIL xxvn

en gelişmiş mahalleleri üç gün içinde kül olmuştu. Yanan binalar ara­ sında Kramer Palas, Splendide Palas, Sporting Klüp, ttibar-ı Milli Ban­ kası, Posta ve Telgrafhane vb. gibi ünlü yerler de bulunuyordu. Bu büyük felaketin sorumluları hakkında şimdiye kadar birçok iddialar ortaya atılmış ve yangının; a) Yerli Ermeniler, b) Yunanlılar ve yerli Rumlar, c) Türkler tarafından çıkarıldığı ileri sürülmüştür. Yan�nın kazaen çıktığı iddiası, üzerinde durulmayacak kadar zayıf bir ihtimaldir. Şimdi bu iddialar üze­ rinde kısaca duralım : Şehrin Ermeniler tarafından ateşe verildiği en kuvvetli ihtimaldir. Yangının önce Ermeni Mahallesinde başlaması ve genişlemesi için her türlü hazırlığın yapıldığına şüphe bulunmamakta­ dır. İzmir Sigortalan İtfaiyesi Şefi Paul Greı:>covitch'in raporu, bu ko­ nuda hiçbir şüpheye yer bırakmayacak kadar açıktır. Paul Grescovitch, yangını söndürmek için Ermeni mahallesine gittiği zaman kendisine kur­ şun sıkılmış ve bir ateş çemberi içine alınmıl?tı. Mustafa Kemal Paşa,. Amiral Dumesnil'le yaptığı konuşmada yangının kundakçı bir Ermeni teşkilatı tarafından hazırlanmış olduğunu ve daha Türkler gelmeden ki­ liselerde şehrin ateşe verilmesinin kutsal bir cdev olduğu yolunda vaaz­ lar verilmiş olduğunu söylemişti (10). Hatta Ermeni kadınların evlerin­ de bu amaç için hazırlanmış akaryakıt bulunmuş, bir çok kundakçı da yakalanmıştı. Ermeni tarihçi Marjorie Housepian ( 11) bu konudaki kay­ naklan oldukça çarpıtarak (12) Ermenilere hiG bir sorumluluk yükleme­ mekte ve şehrin Türk ordusu tarafından kasten yakılmış olduğu iddiası nı kitabının temel tezi olarak işlemektedir. Öte yandan Halide Edip, Yunanlıların şehri yakmak için her tür­ lülü düzeni almış olduklarım (13) açıkça yazmaktadır. Bütün kilise mah­ zenierinin ve bir çok özel Evin birer barut fıçısı haline getirildiğini ve yangından sonra buralardan elleri ayaklan bağlı Türklere ait cesetle­ rin çıktığını (14) gözden uzak tutmamak gerekir. Yunan askerlerinin ge­ ri çekiliş sırasında hemen gemilere bindirilip uzaklaştınldıklan, Rumla(10 ) (11 ) (12 ) (13 ) (14)

460

Bencis Mechin, iUustapha Kemal ou la mort d'un empire, Paris 1954, 479. 1922. The destruction ofa <"ity, London 1966. Heath Lowry, Onun<'u Türk Tarih Kongresi bildiri özetleri, Ankara 1986, 227. Adıvar, 245. Parlak II, 157 s. Smyrne

(12)


SAYI 316

Z. ARIKAN

YIL XXVII

nn can derdine düştükleri(15) bu bakımdan yangından sorumlu olamaya­ caldan iddialan(16) tutarlı değildir. İslam Ansiklopedisi, yangının düş­ man artıklan tarafından kasten çıkarıldığım yazdığı gibi(17), Ahenk Gazetesi de İzmir Rum Midafaa-ı Milliye Teşkilat Cemiyeti ve Ermeni komitecilerinin tertibi olduğu üzerinde durmaktadır(18). Ahenk Gaze· tesinin, Rum Müdafa.a-ı Milliye Teşkilatının yangından sorumlu olduğu iddiası üzerinde önemle durmak gerekir. Bu dernek, adeta Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti taklit edilerek, örnek alı­ narak kurulmuştu. Amacı, İzmir başta olmak üzere işgal altındaki böl gelerin bağımsızlığını sağ"lamak, buraların yeniden Türklerin hakimiyeti altına girmesini önlemekti. Bu derneğin 1922 yılında oldukça yoğıın bir çaba içinde olduğunu görüyoruz ( 19 ) . Yunan cephesinin yarıldığı, Yunan ordusunun bozulup geri çekilmeye başladığı sırada, İzmir Rum Müdafaa-i Milliye Cemiyeti'ne bağlı subaylar İzmir'e gelmiş ve gönüllü kaydına başiamışlardı. "İzmir Türklerin eline düşerse yakarız" yaygaraları da en çok o günlerde duyulmaya başlamıştı. Batı Anadolu'yu yakıp kavu­ ranların İzmir'i sapasağlam Türklere teslim etmek isteyeceklerini kim temin �debilir? Şehrin Türkler tarafından yakıldığı iddiaları Ermeni (2°) ve Yunan­ lı(21) tarihçilerin eserlerinde yer almaktadır. Mütareke ve işgal günleri­ nin acılarıyla çalkalanan lzmir'de, glvur İzmir'e karşı duyulan öfkenir. bu yangında belirli bir rol oynadığı iddiaları ise yersiz ve anlamsızdır ( ıı) . Bu kısa açıklamalardan sonra 1922 yangınıyla ilgili olarak o gün­ lerde yayınlanmış bir raporu sunmak istiyoruz. Bu rapor, Harik-i Hail Bilal N. Şimşir, Sakarya'daıi İzmir'e, İstanbul 1972, 530. Bilge Umar, İzmir'de Yunanlılann Son Günleri Ankara ı974, 323. , İsliim Ansiklopedisi, Atatürk maddesi (I, 765) . Ahenk, 17 Eylül 1�38. "Müstahbarat-ı hwıusiyemize nazaran elde edilen on be§ yaşında bir Ermeni çocuğu kendisine verilen iki lira mukabilinde şehrin muh­ telif mahallerine kundak ve mevadd-ı iştialiye vaz'ıyla harik ikaına memur edildiğini beyan etmektedir. Esasen ecanibden pek çoklarının şahidi oldukları yang:nın bir suikasd eseri olduğuna şüphe kalmamaktadır". ( 1.9 ) Bu konuda henüz basılmayan Mütareke ve İşgal Dönemi İzmir Basını başlıklı eserimizde daha ayrıntılı bilgi bulunmaktadır. ( 20) Bk. not 11. (21)' Constantin Tsoucalas, La Grece de l'independance aux colonels, Paris 1970, 28 . (22 ) F'. Rıfkı Atay, Çankaya, 324; "Gavur İzmir karanlıkta alev alev, gündüz tüte tüte . yanıp bitti. Yangından sorumlu olanlar o zaman bize söylendiğine göre sadece Ermeni kundakçıları mı idi? Bu işte Nurettin Paşa'nın hayli marifeti olduğunu söyleyenler çoktu ... " Krş, Bilge Umar, Yunanlıların.. . 322, 3327-328. , (15 ) ( 16) (17 ) (ı8)

(13)

461


SAYI 316 -

-----------·

T ÜRK

K Ü L T Ü RÜ

---------

--- ------------

YIL xxvıı - - - - ---

Hakkındaki Tabkika.t-ı .Resmiye başlığı altında Ahenk gazetesinin 22 Eylül 1922 tarihli sayısında yayınlanmıştır( 23). Bu rapora göre, İzmir'i.D. Yunan i�galinde bulunduğu son üç gün zarfında Ayavukula, Ayafotini, Daragaç ve Ermeni mahallelerinde birbirin� izleyen geceli gündüzlü on beş yangın çıkmıştır. O tarihe kadar İzmir'de böyle sürekli yangın çık­ madığı için sabotaj ihtimali akla geim.iş, itfaiye başkomutanı, itfaiye müdürü ve memurlarının dikkati çekilmiş, gerekli araçların çoğaltılması, görevlilere izin verilmemesi gibi tedbirler alınmıştır. Sivil Rum ahaliden lzmir'in yakıla.cağı söylentileri işitilmiş, ancak bunu resmen doğrulaya­ cak bir delil bulunamamıştır. Ancak işgalin son üç günü içinde yer yer çıkan yangınlar bu söylentileri doğrulayacak gibi görünmüştür. İngiliz askerleri itfaiye kulesini denetim altına almışlardır. İtfaiye, bir gece · Karantina'daki hasta.nenin yakılacağı konusunda ihbar alınış, durum tt­ faiyede görevli İngiliz askerlerine bildirilmiştir. İzmir'in kurtanlmasın­ dan bir gece önce yangın tehlikesine karşı İngiliz askerleri kuleden çe­ kilmiş ve aynı gece Buca'ya gönderilen iki özel tren İngiliz uyrukluların vapura ulaştırılmasını sağlamıştır. Ermeni mahallesiyle çarşı içindeki yüksek binaların çatılarında ba­ kişilerin sürünerek dolaştıkları görülmüş, yangın sırasında da görev· 1.i itfaiye memurları girip çıktıkları evlerde odalara saçılmış pamuk ve yür. tiftiklerine ve paçavra yığınlarına şahit olmuşlardır. Bu hazırlıklar, :rangınm çabueak genişlemesi için yapılmıştı zı

Yangın, ilk önce 13 Eylül Çarşamba günü saat 10.30'da Ermeni ki­ lisesine seksen metre uzakta bulunan bir Ermeni evinden çıkmış, bu nun söndürülmesine çalışıldığı sırada, kilisenin içinde bırakılan ve ara· larına tüfek mermileri yerleştirilmiş olan eşya yığınının ateş aldığı, bu da söndürülmek üzere iken yangının bir başka Ermeni hanesine sıç­ radığı görülmüştür. Bundan sonra Soğukçeşme karşısında başka bir Er­ meni evi ve Ermeni klubü ateş almıştır. Alevler kısa sürede yayılmış, patiayan bomba ve mermiler İtfaiyenin görev yapmasını engellemiştir. Lodos rüzgarı alevlerin diğer semtlere yayılmasını kolaylaştırmış; hat­ ta bazı E:rnıeniler evlerini kendilerinin yaktıklarını dahi söylemişlerdir. Şehir içinde dolaşan silahlı Ermeniler de tsıam mahallelerine ateş açmış· (23 ) Gazetenin birkaç gün önceki sayısında ( 17 Eylül 1338 ) , "İzmir'in en güzel binalarıyla cesim ve mühim müessesatını tume.i lehib eden harik-1 hail hak­ kında cihet-i askeriye ve mülkiyece icra edilen tahkikat"ın henüz sona erme­ diği bildiriyordu. Bu konuda ayrıca bk Çınar Alay, Tarih İçinde tzmır, İzmir 1978, 88-93.

(14)


SAYI 31fl

Z. ARIKAN

YIL XXVII

lardır. Yangın gecesi Ermeni kilisesi ve çevredeki binaların pencerelc· rinden atılan h avai fişeklerin parola niteliğini taşıdığı da şahitlerin ifa­ delerinden anlaJjılmış bulunmaktadır. Rapor, şehrin Ermeniler tarafından kasıtlı olarak yakıldığı sonu cuna varmaktadır.

Sonu� Bu rapor, yangından hemen sonra düzenlendiği için şüphesiz

oü­

yük bir değer taşımaktadır. Ancak İzmir Rum Müdafaa-i Milliye Cemiye­ ti'nin yangındaki rolü h akkında bu raporda bilgi bul'Unmamaktadır. Oy sa o günün İzmir gazeteleri şehrin yanmasıyla ilgili olarak Rumlarla Er­ meniler arasında ;şbirliğinden açıkça söz etmektedirler. Bu doğrultuda yapılacak çalışmalann yangın olayını tam anlamıyla açığa çıkaracağına şüphe yoktur.

Ek:

HARİK-t HAİL HAKKINDAKİ TAHKİKAT-!

RESMİYE

Eylülün 13 üncü Çarşamba günü tzmir'de Ermeni mahallatında ta­ raf taraf zuhur ve şehrin mühim bir kısmını tume-i lehib eyleyen harik-i hanümansuz hakkında polisçe icra edilmekte olan tahkikat-ı muşikafane bu kere neticelenmiş olmağla bervech-i ati hülaseten derc-i sütun eyli yoruz. Evvela bu babda malumat ve meşhudatı olan zevat-ı mutebereniı.ı if8.datına müracaat edilmiş şu netice elde ol'Unınuştur. İzmir'in Yunan askerinin yed-i gasbında bulunduğu son üç gün zar­ fında Ayavukula ve Ayafotin ve Darağaç ve Ermeni mahallatında yek­ diğerini müteakıp geceli gündüzlü on beş harik zuhur etmesinden ve bu tarihe kadar İzmir'de böyle devamlı surette harikler vukubulmamış ol­ masından bunun bir maksad-ı mahsus ve bir fikr-i melanet tahtında ifa edilmekte olacağı kanaatıyla İtfaiye başkr.ımandanı, İtfaiye müdürü ile memurlarının şiddetle nazar-ı dikkatini

celp etmekle beraber alat ve

vesait-i itfaiyenin teyidi ve efrad-ı mevcudeye mezilniyet verilmemesi gı bi tedabir-i mukteziye ittihaz edildiği ve sivil Rum ahaliden lzmir'i:il yakılacağını tevatüren işitmiş ise de bunu resmi bir ağızdan duymadığı için sıhhatine kail olmamış iken sen üç gün içinde İtfaiye Kulesinin İn-

(15)


SAYI 316

T ÜRK K Ü L T Ü RÜ

YIL XXVII

---- ------------- ----

giliz askerleri tarafından taht-ı muhafazaya alınarak İngiliz nöbetçi as kerlerinin bazı defa kuleden (filama) tabir olunan bandıralarla ve sefam-i havbiye ile muhabere etmeleri ve bir gece muhabere neticesinde Karan· tina'da kain hastahanenin yakılacağı haber alındığından İtfaiyenin mü­ teyakkız bulunması emrolunduğunu nöbetçi İngiliz askerinin tebliğ et­

mesi ve İzmir'in muzaffer ordumuz tarafından işgalinden bir gece mukad· dem asakir-i merkumenin melhuz harik tehlikesi hasebiyle kuleden kal­ dırılması ve aynı gece Buca'ya iki tren-i mahsus tahrik ettirilerek İngi­

liz ailelerinin izmir'e nakl ve vapurlara irkab olunması harikin Erme­ niler tarafından ika edildiğini müeyyeddir. Bundan başka Ermeni ma­ haliesiyle çarşı içindeki yüksek binaların kiremitlerinde bazı eşhasın sü­ rünerek dolaşmalarından indelhace bunların cadde ve sokaklara bomba­ lar atmaları ihtimali kuledeki nöbetçiler tarafından görülmesi gibi ah­ val-i delfillden de muntazam teşkilata malik bir komite tarafından şeh··

rin ihrak edileceğini (edileceği) anlaşıldığından ve harik-i hail esnasın­ da İtfaiyenin kumandan ve memurları hasbelvazife girip çıktıkları ha­ neierin odalarına saçılmış olan pamuk ve yün tiftiklerinin ve paçavra yığınlarının, yangının az zamanda tevsiine medar olmak üzere kasden konulmuş olduğunu müşahede eylemişlerdir. Ateş iptida Çarşamba günü kablelzeval saat on ıbuçukta Ermeni ki­ lisesine seksen metre kadar bu'diyeti olan bir Ermeni hanesinden çık­ mış ve itfaiyenin gayretiyle itfa edilerek mevzii bir halde bırakıldığı esnada mezkur Ermeni kilisesi içinde bırakılan ve aralarına tüf enk mer­ mileri vaz' edilmiş elan eşya yığınının ateş aldığı ve bu da tamamen itfa olunmak üzere iken Basmahane'de Sürur sokağında diğer bir Er· meni hanesinin ve bunu müteakıp yüz kadar ileride Soğukçeşme kar­ şısında başka bir Ermeni evinin ve biraz sonra Ermeni klubünün ateş aldıkları ve bunların itfası ile iştigal edilirken Ermeni mahallesinin nu­ kat-ı muhtelifesinde ve mezkur mahallenin harici olan Ayavukula ve Ayaparaskevi ve Belediye Kireç Ahırı �emtlerindeki Ermeni hanelerin­ den ani bir zamanda taraf taraf harikl�r zuhur ettiği ve harik esnasın­ da infilak eden bomba ve tüfenk mermileri itfaiyenin ifa-yı vazife ede­ bilmelerini tas'ib eylediğinden ve o anda şiddetle vezan olan lodos rüz­ garı ateşi mahallat-ı saireye sevk ettiğinden harikler ittisa'a başlayıp şehrin mühim bir kısmını harabezara çevirdiği ve harik esnasında

itfaiye

efradından Tatar Bilal Efendi'nin dizinden hafif surette cerihadar oldu­ ğu ve bulvar üzerinde kain tahta barakalar üstüne ittisalindeki Erme­ ni hanesinin penceresinden harik ikaına mahsus yağlı ve alevli paçavra­ lar atıldığı ve Ayavukula harikinde bir Ermeni çıkıp hanesini kendisi

(16)


Z. ARIKAN

SAYI 316

ateşe verdiğini itiraf

YIL XXVII

eylediğinden derdestine teşebbüs edilmiştir. Bu

adam firara yeltendiği cihetle üzerine açılan ateşten maktul düşmüş ve İzmir'in istirdadından bir gece evvel Çorakkapısı'nda Abdullah Efendi mahallesi ve Evliyazade sokağı civarında dolaşan müsellah Ermeniler tarafından İslam

mahallatına bazan ateş açıldığı ve Kayasoğan Camii

şerifine bir mermi isabet ettiği gibi işbu şerirlerin İzmir'i y akacaklarmı ve bu haliyle Türklere terk etmeyeceklerini söyledikleri ve harik gecesi Ermeni kilisesinin ve civarındaki yüksek binalann birinin pencerelerin­ den rengarenk havai fişeklerin atıldığı v� bunun parola mahiyeti(ni) haiz

olacağı şuhudun aledderecat ifadat ve beyanatından anlaşılmış ve

harik-i meşumun sırf Ermeniler tarafından kasden ika edilmiş olduğu­ nu bütün delail ve emarat ile tebeyyün ve tahakkuk eylemiştir.

Ahenk, 22 Eylül 1338.

VEFAT Enstitümüz muhabir üyesi Prof. Dr. Saadet Çağatay, 24 Ha­ ziran 1989 günü

vefat etmiştir.

Yakınlarının ve meslektaşlarımızın acılannı paylaşır, merhu­ meye Ta nn'dan rahmet dileriz.

Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü

:(17)


K1MLtGE

WTİYAÇ YOKTUR! Dr. H,

Fikret ALASYA

Katolik Venedik zulmü altında inleyen Ortodoks halkın sürgündeki Başpiskoposunun, adaletine inandığı ve güvendiği Osmanlı Sultanına mü­ racaatı üzerine,

1570-1571 yıllan arasında 50.000 şehit verilerek fethe­

dilmiş ve Anavatana bağlanmış bulunan Kıbrıs, Anadolu'nun hemen he­ men her vilayetinden Kıbns'a göç ettirilmiş bulunan

5720 hane halkı

yani takriben 40.000 kişi ile iskan edilmiştir. Kıbrıs Türk halkı Anavata­

nın bir uzantısı olan ada'da asırlar boyunca dini ve milli varlığını de ­

vam ettirmiştir ve ettirmeğe de devam edecektir. Bundan kimsenin şüp­ hesi olmasın.

1878 yılında talihin kötü bir cilvesi ile İngiliz idaresinde yaşamak zorunda bırakılmış bulunan Kıbrıs Türk halkı, Anavatandan koparılmak ve asimile edilmek istenmiş; bu gün Bulgaristan ve Yunanistan tara­ fından kullanılan "Siz Türk değilsiniz. Müslümansınız" telkini altına alın­ mıştır. Ancak Türk halkı, bu propagandaya karşı çıkmış ve "Evet biz müsl'ilmanı-ı:, ama Türküz de. Aksi takdirde lranlı'dan veya Mısırlı'dan ne farkımız olur?" diyerek Türk milliyetçiliğine daha sıkı bir şekilde sa­ rılmıştır. Hatta zorunlu olarak camiye

götürülen öğrenciler, ibadetle­

rinde gerilemeye girmişlerdir. Bu tarihi gerçeği bilmiyen bazı kişiler, Kıbrıs Türk halkını dine karşı bir az kayıtsız davranmakla suçlamakta­ dırlar. Ancak gerçek olan husus, Kıbrıs Türk halkının Türk ve müslü­ man olduğudur ve Kıbrıs'ta bunun savaşını verdiğidir. Mutlu Kıbrıs Barış Harekatından sonra Rum-Yunan ikilisi ve bazı solcular,

"Kıbrıs Kıbrıslılarındır. Halklar kardeştir."

gibi

sloganlarla:

bir propagandaya başlamışlardır. Böylece Kıbrıs Rum halkı ile Kıbrıs Türk halla.nı birleştirmek ve bilhassa Türk halkına Türklüğünü unuttur­ mak, Barış Harekatının neticesini sıfırla çarpmR.k gayretine girişmişler dir. Fakat Türk halkı bu oyuna gelmemiştir. Çiinkü t�rihte Kıbrıs hal­

y

kı di e bir etnik grup yoktur. 1907 yılında Winston Ohurchill'in Kıbns'ı

ziyaretinde söylediği gibi : "Kıbns'ta kendisini Yunalı sayan bir melez

(18)


SAYI aıe

H.

F. ALASYA

YIL XXVII

--- -------------- ·---

ırk olan Rumlar ile özbeöz Türk olan Anavatandan Kıbns'a göç etmiş Türk halkı mevcuttur" demişir. Tarihi gerçek elbette budur. Kıbrıs Türk halkı eğitim ve öğretim sistemi balnmından tamamen Türkiye si.stemine bağlıdır. Her seviyedeki okullarda aynı müfredat uy­ gulanmakta ve öğrenciler aynı imtihanlara tabl tutulmaktadır. "Halklar kardeştir" sloganı ise büsbütün saçmadır. Çünkü Kıbrıs Türk halkı, Rum halkı tarafından her zaman düşman olarak görülmüş, hakarete uğratılmıştır. 1974 yılı Temmuz ayının ilk haftasında kordiplo­ matik arabalar içinde Maraş'ı dolaşırken büyük lokantaların ve otelle­ rin kapısında "Köpekler ve Türkler giremez" yazılarını hayretle ve nefretle görmüş, şoke olmuştuk. De­ mek ki Rum halkının nazarında köpekler Türklerden üstündü. Kar­ deşlik konusunda ise Rum EOKA terör örgütünün komutanı meşhur Grivas, "Cennetle cehennem birleşirse, ateş ile su bir araya gelirse biz Türklerle ancak arkadaş olabiliriz" demiştir. Arkadaş olabilmek için bi­ le İnümkün olmayan şartlar ileri süren bir Rum halkı ile Kıbrıs Türk halkının kardeş olması elbette mümkün değildir. O halde Kıb -s'ta Türk halkının "Kimlik" aramasına gerek yoktur. Kıbrıs Türk halkının kim­ liği özbeöz Türkoğlu Türk olarak ortadadır. Dikkat edilmiş ise "Kıbrıs Türk halkı" diyoruz ve "Kıbrıslı Türk" demiyoruz. Çünkü Kıbrıs Türk halkı, 1570-1571 yılındanlreri Kıbrıs'ta yaşayan Türklerdir. Anavatan'a candan bağlı, kendisini hiçbir zaman Anavatandan ayrı görmiyen, Ana­ vatanla ağlayan Anavatanla gülen, Türk bayrağını yere düşürmemek için gözünü kırpmadan canını seve seve veren bir Türk varlığıdır ve sonsu­ za dek böyle kalacaktır. Kendisini Klbns Türk halkından saymayıp, soyunu inkar edenler varsa, onlar kendilerine istedikleri kimliği arayabilirler. Bulacakları kim­ lik kendilerine mübarek olsun. Ama bizim kimliğimizle oynanılmasına asia müsaade ed�meyiz. Şanlı ve şerefli milletimizden bizi ayn göster­ meğe hiç kimsenin ne hakkı ne de haddi vardır. Bu böyle biline. Kıbrıs Türk halkını böyle bir kimlik arayışında bulunmaktan tenzih ederiz. NE MUTLU TÜRKüM DİYENE! VEYL GAFİLLERE!

(19)

467


"ALlM:tN öLt)Mü ALEMİN öLVMVDtlR"

Art. Gör. Adnan GURBU Z ( " )

Yunus Em.re'nin "Ölürse ten ölür j Canlar ölesi değil" mısraında an­ lamını bulan ölümsüzler kervanına bir "alim" kişi daha katıldı. Geçti­ ğimiz Mart ayının ilk haftasında, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesine 40 ytia yakın emek veren, öğretim üyeliği yapan Hocamız Prof. Dr. Baha­ eddin öGEL'i son yolculuğa uğurladık. Bahaeddin Ögel, İslam öncesi Türk tarihinde Türkiye'de ve Dünya­ da otorite kabul ediliyordu. Türk tarihinin mes'elelerini çok iyi bilen ve vuzuhla ortaya koyabilen, bildiği çok sayıdaki kaynak ve batı dille­ ri iie gelişmeleri çok ya.kından ve derinlemesine takip edebilen, yazdığı

cilt cilt eserlerle her zaman anılacak ve aranılacak büyük bir ilim ada� mını ; in�anhğı, yaşayışı ve davranışı ile tam bir "çelebi insanHı kay­ bettik.

1924 yılında Elazığ'da doğan Ögel Hoca, El.8.zığ Ortaolrulu'nu ve Maiatya Lisesi'ni bitirdikten sonra Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'ne girdi. 1945 yılında Fakülteyi bitirdikten sonra iki yıla yakın Erzurum Lisesi ve Ankara Hasanoğlan Köy Enstitüsü'nde öğretmenlik yaptı. Bir yıl kadar, Uzak Doğu tarihinin büyük mütehassısı, mülteci Alman ilim adamı Wolfram Eberhard'ın yanında hususi olarak çalıştı. Ayna zaman­ da Eberhard'ın nezaretinde "Uygurlar'ın Menşe Efsaneleri-Uygur Dev­ leti'nin Kuruluşu" konulu doktora tezini hazırlayarak Dil ve Tarih-Coğ­ rafya Fakültesi'ne intisap etti. 1956 yılında "Liao Devrinden Önceki Kitanlar-Hıtaylar Devleti" hakkında hazırladığı tezle, İslam öncesi Türk tarihi doçenti, 1964 yılında da, "Sino-Turcıca (Çingiz Han ve Çin'deki Hanedanın Türk Müşavirleri) " adlı takdim tezi ile profesör oldu. Da· ha Fakültede talebe iken, Hocası Eberhard'dan Almanca tercümeler yap-· tığını kendisi söylerdi. Prof. M.A. Köymen'in deyimiyle o yıllarda "arı gibi dil kürsülerini dolaşarak yabancı dil öğrenmeye çalışıyor"du. Bu( * ) Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü.

(20)


SAYI 316

A. GÜRB'ÜZ

YIL XXVII

nun semeresini de yedi yabancı dil öğrenerek gördü. Ögel Hoca, 1953-

54 ve 1959-61 yıllan arasında Almanya'da ihtisas için, iki yıl kadar da

Milliyetçi Çin'de Tai-Peh Üniversitesi'nde misafir profesör olarak bu­ lundu ve eski Türk tarihi, kültürü ve dili derslerini verdi . Sovyetler Bir· liği, Çin, İran ve Moğolistan gibi ülkelerde ilmi araştırmalar için bulun­ du ve kongrelere katıldı, Türkiye'de kongreler tertib etti. En son ola­ r ak 1988 yılında BakO.'da düzenlenen "Türk Kültür Anıtı Olarak Dede Korkut Kitabı Konulu 1. Sovyet-Türk Kollokymİıu"na katılmıştı.

Gerçekten Hoca, "Çağdaş bir Dede Korkut, Dede Korkut biliklü Oğuz" idi. Eserlerindeki dile bakılacak olursa Dedem Korkut'un üslu­ bunu samimiyetle taşıdığı görülecektir. Genç denebilecek bir yaşta ve en olgun çağında "Allah ile mukave­ lemiz yok, şu işleri bir an önce bitirmeli" diye diye ve "Namusum" de­ diği "Muhteşem bir maziyi daha muhteşem bir istikbale bağlayan köp­ rü" olmak için çabalarken aniden aramızdan ayrılmasının bizi teselli eden tarafı, ömrü boyunca çalışarak meydana getirdiği bir insan ha yatma kolay kolay sığmayacak hacimdeki eserleri ile ilim dünyamızda ve özellikle Türk kültür tarihinde silinmesi mümkün olmayan derin bir iz bırakarak bu alemden göçmüş olmasıdır. O, Türk kültür tarihinin yo­ rulmak bilmez, kendi deyimiyle "iğneyle kuyu kazan" azimli bir araştı­ rıcısı idi. Ögel Hoca, Türk milleti ile tarihinin bütünleşmesini sağlamak ga­ yesiyle, Türkiye'ye Fuad Köprülü tarafından sokulan "İlmi tarihçilik" anlayışını benimsedi ve Hocası'nın yolundan g:derek bu yönde çalışma­ lar yaptı. O'nda Türk tarihi bir bütün olarak görülür ve devamlılık ar · zeder. Bir Türk hanedanının yıkılmasıyla bir diğeri onun yerini alır. Türk devleti devam eder. Türk tarihi, Hun devletinin kuruluşu ile baş · lar ve bir çizgi halinde Göktürkler, Uygurlar, Karahanlılar, Gazneliler, Büyük Selçuklular, Harizmşahlar, Türkiye Selçukluları, Anadolu Bey­ likleri, Osmanlılar ve Türkiye Selçukluları şeklinde devam eder. Eserle­ rinde ele alınan konular da bu bütünlük ve devamlılık içinde ve "Hun lar'dan Osmanlılar'a" esprisi içinde aktarılır. Bunun ortaya konulması için, diğer eserlerinin yanısıra, müstakil olarak, başlangıçtan 13. yüzyıl sonlarına kadar "Türklerde Devlet Anlayışı" adlı eserini kaleme almış · tır. Hoca bu eserinde ; "Her şeyden önce, Türk tarihini bölünmez biı bütün olarak ele almak ve bunu böyle kabul etmek zorunda idik . Türk tarihi, Türk kaviınleriyle, Türk milletinin bir hayat hikayesidir. Devlet­ ler yıkılıp, yeniden kurulabilirler. Ancak kalıcı olan, Türk milleti ile

(21)

469


SAYI 316

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

Türk kavimleri ve onların zihinlerindeki düşüncedir.

YIL XXVII

Türk devletleri­

nin çekirdeği de ailedir. Aile bozulmadıkça, bu düşünce ve anlayış de­ vam

etmiş ve devam da edecektir." diyerek devlet anlayışımızın kök­

lerinin çok derinlerde ve eski olduğu ve zamanımıza kadar değişmedeu bir halk ve millet geleneği şeklinde bize kadar uzandığını irdeleyerek, dünü bugüne ve yarına bağlama düşüncesi taşıyordu. Ve bunda ne ka­ dar haklı idi. Köklerinden ve aile mefhumundan koparılmış bir Türk toplumunun nasıl kötü durumlara düşeceği ve nerelere sürükleneceği acı misalleri ile ortadadır. Hoca, köklerimizden kopmamanın kavgasını ömrü boyunca vermiştir. 1960-1970'Ii yıllarda orta öğrenim müfredatına kadar giren "Yunan mitolojisi'' okutulmasına karşı çıkarak, Türk Mi · tolojisi adlı eserini yazmış, "Türkiyeli Pan Helenikçiler"in karşısına bir kal'a gibi dikilmişti. Hele son yıllarda iyice yoğunluk kazanan "Hitit­ li atalarımız" safsatasına şiddetle karşı çıkar ve derslerinde ilmi ten­ kidini yapardı. Sırf bu sebepten "Tarihte Türk Devletleri Sempozyu­ mu" 'nun düzenlenmesine ön ayak olmuş, bütün yükü omuzlamıştı. TV' de yayınlanan "İpek Yolu" dizisi Hoca'yı çok heyecanlandırmış, fakat eksikliklerini ve yanlışlıklarını da ortaya koymuştu. Bahaeddin Hoca'yı ilk defa, ikinci sınıf talebesi iken yakından �a­ nıma fırsatım oldu. Engin bilgisinden çok istifade ettim. Fakülte bi· tirme tezimi "Kutadgu Bilig'de Devlet Anlayışı" adı altında kendinden aldım. En son doktora dersleri sırasında hangi sahaya yönelmemiz ge­ rektiğini iç açıcı ve kendine has üslubu ile anlatıyor, yol gösteriyordu. Evet, büyük insanlar, ağaçlar misali ayakta ölüyorlar. Arkaların­ da eser bırakanlar kolay kolay ölmezler ve her zaman da hayırla yaC! edilirler. Bahaeddin Hoca da aynı duygularla anılacaktır. Mevlana, ölü­ me

vuslat diyor. Yüce Allah ise, "Her nefis ölümü tadacaktır" buyuru­

yor. Allah affedicidir, affetmeyi sev.er. Bu y:�nde dua edelim. Kabul olu­ nur inşaallah. "İnna lillahi ve inna ileyhi raciun."

ESERLERİ : A

1

-

-

Kitapları :

Enurum Anıtlarmda Altay-Türk Sana.tının İzleri, Erzurum

1974.

2 İslamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi-Orta Asya Kaynak ve Buluntularına Göre-, Ankara 1962, 1984, 1986. -

470

(22)


YIL XXVII

A. GÜRBÜZ

SAYI 316

3 - Sino-Turcıca-Çingiz Han ve Çin'deki Hanedanın Türk Müşa­ virleri. Tai-Peh 1964. 4 -

Türk Kültürünün Gelişme Çağları,

İstanbul

( 2 cilt) ,

1971

1979, 1988. 5 -

Türk Mitolojisi-Kaynakları ve Açıklamaları ile Destanlar-, İ& 3 . baskısımn son tas ·

tanbul 1971 (2 cilt-özet-) , Ankara 1971 (1. cilt ) , hihlerini yapıyordu. 6 -

Türk Kültür Tarihine Giriş,

9 cilt, Ankara 1978-1987,

1

- Türkler'de Köy ve Şehir Hayatı, 1978, 1985. 2 - Türkler'de Ziraat Kültiirü, 1978, 1985. 3 - Türk..er'de Ev Kültürü, 1978, 1985. 4 - Türkler'de Yemek Kültürü, 1978, 1985. 5 - Türkler'de Elbise ve Süslenme Kültürü, 1978, 1985. 6 - Türkler'de Tuğ ve Bayrak, 1984. 7 - Türkler'de Ordu, Ordugah ve Otağ-Devlet, Ordu ve Aile Disiplininin Temelleri, 1984. 8 - Türkler'de Devlet ve Ordu Mehteri, 1987. 9 - Türk Halk Musikisi Aletleri, 1987. 7 -

Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi,

8 -

Türklerde Devlet Anlayışı - 13. Yüzyıl Sonlarına Kadar -,

Ankara 1981 (2 cilt ) .

An.kara 1982. 9 -

Türk Milli Bütünfüğü İ�erisinde Doğu Anadolu (1Imi

heyetle

birlikte) , Ankara 1985. 10 -

Hunlar, Göktürkler, Uygurlar,

( 1 967-68 Ders Yılı Notları) ,

Derleyen : R. Baskın, Ankara 1968. B 1

ten,

-

Makaleleri : "Sekeller'in Ataları Hakkında

( 3ikil, Esgil Boyları) ",

IX/36 (1945) .

2 - "Göktürk Yazıtları'nın (Apurım ) l arı ve

Belleten, IX/33 3 -

(Fu-lin )

Problemi" ,

(1945) .

"Erzurum Tavan İşlemeleri",

4 - "Erzurum Evleri",

(2 3 )

Belle­

Vlkü,

Ülkü, (3.

seri) 1/7 (1947 ) .

Il/12 (1947) . 471


T Ü R K

SAYI 316

5 "llk Töles leten. XII/48 (1948) . -

6

YIL XXVII

K Ü L T Ü R Ü

Boyları, Uygur, Ting-Ling ve Kao-Ch'e'ler", Bel ­

"Uygurlar'ın Menşe Efsanesi -Türk Efsaneleri Üzerine İn ·

-

celemeler-" ,

Dil

ve

Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi ( =

DTOFD) ,

VI/

1-2 (1948) . 7

"Barthold'un Türkler'de Ölü Gömme Adetleri Hakkındaki Ma­

-

kalesinin Tenkidi",

8

DTCFD, VI/3 ( 1948 ) .

"Çin. Kaynaklarına Göre Wu-Sun'lar ve Siyasi Sınırlan Hak­

-

kında Bazı Problemler",

9

-

DTCFD., VI/4 (1948) .

"Türk Kılıcının Menşei ve Tekamülü Hakkında",

DTCFD.,t

VI/5 (1948 ) . 10

-

"Büyük Hun Devleti'nin Kuruluşundan Önce Kuzey Çin'in

Etnolojisi Hakkında",

11

-

"Şine Usu Yazıtının Tarihi Önemi, Kutluk Bilge Külkağan ve

Moyançur",

12

-

Notlar",

Belleten, XV/59 (1951 ) .

"Fatih Devri Kültür ve Sanatının Türk Karakteri Hakkında ·

Fatih ve İstanbul Dergisi, 1/2 (1953) .

13 "Uygur XIX/75 (1955) . -

14

-

Devleti'nin Teşekkülü ve Yükseliş Devri",

Tarih Vesikaları, I/1 (1955) .

"Avrupa'da 15 XIII/1-2 (1955) . -

16

-

18 "Fatih (1958) . -

-

Tenkidi",

20 Journal

-

472'

A.ltay'daki İzleri",

"Eski Orta Asya Kabileleri Hakklf.da Araştırmalar",

-

19

Hun-Got Sanatının

DTCFD., MCFD.,

(1957) .

17 "Doğu XXl/81 (1957) . IV

Belleten,

"Topkapı Sarayı Müzesi'nde Bulunan İki Minyatür Albümü

Hakkında Notlar'',

xvil-3

DTCFD., VII/4 (1949) .

Göktürkleri Hakkında Vesikalar ve Notlar", Albümünde Şeyhi İmzalı Minyatürler",

Belleten,

Vakıflar Dergisi,

"Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Bazı Yeni Araştırmaların

DTCFD., XVII/ 2 ( 1959) . "Ein Tor nach China im ( = CAJ) ,

X.

Jahrhundert",

"Central Asiatic

VI/3 (1961) . (24)


YIL XXVII

A. GÜRBÜZ

SAYI 316

21 - "Über die alttürkischen Schad-Würde

( Sfı-baschi) ", CAJ.,

VIII/1 ( 1963 ) . 22 - "Die Yabghu-Würde beidem Kök-Türken und Uiguren"CAJ., XIII/1

(1968 ) .

23 - "Über die alttürkischen 'Yabgu-Würde' ", CAJ., XIII/2 ( 1968 ) . 24 - "Prof. Abdülkadir !nan, Türk Kültürü Tetkiklerinin Büyük Öncüsü, Yazılarının Bir Arada Yayınlanması Do!ayısıyla",

Türk Kültürü,

VI/71 ( 1968 ) . 25 - "Caca Bey Vakfiyesindeki Bazı Unvan ve Ki!;ıi Adları Hak kında Notlar",

Sel�uklu Araştırmaları Dergisi

26 - "Toğrıl Bey'in Adı Hakkında", 27 - "Tatar",

İslam Ansiklopedisi,

(

SAD.,

=

SAD) , II

( 1970 ) .

( 1971 ) .

ili

XIX/1 ( 1971 ) .

28 - "Türkler"de Kartal ve Kartal Arması' ,

Türk Kültürü,

X/118

( 1971-1972 ) . 29 - "Kurrı.ı.t-Eski Bir Türk Azığı ",

Folklor Ara,tmuaları Kurumu

Yıliığı/1975 . . 30 - "Türk Kültür Tarihi ve Milli Eğitim",

Milli Kültür,

1/3 ( 1977 ) .

:n - "Mete ve Eüyük Hun İmparatorluğu" ,

Milli Kültür,

1/6 ( 1977 ) .

32 - "Attila ve Avrupa Hnnları" , 33 - "Mete'nin Oğlu Gökhan", 34 - " Çiçi Han",

Milli Kültür,

35 - "Göktürk Devleti",

Milli Kültür,

Milli Kültür, 1;10

I/8 ( 1977 ) .

I/9 ( 1977 ) .

( 1977 ) .

Milli Kültür,

I/11

( 1977 ) .

36 - "Türk Askeri Tarih Araştırmalarında İzlenecek Metod Hak­ kında Birkaç Not",

Askeri Tarih Bülteni,

37 - "Türk Ailesinde Kadın",

8 ( 1982 ) .

Kadın Ansiklopedisi,

38 - "İpek Yoh. Dizisi Hakkında'',

Türk Kültiirü,

I

( 1984 ) .

XXIII/261

( 1 985 ) . 39 - "Türkiye Selçukluları'nda Devlet ve Ordu Mehteri",

çuk Dergisi,

II/l ( 1986 ) .

40 - "Toy ve Sofra Üzerine",

( =TDTD) ,

Türk Dünyası Tarih Dergisi

I/2 (1987 ) .

41 - "16 Türk Devleti Hakkında",

TDTD.,

1/4 ( 1987 ) .

42 - "Türkler'dE' Semavi Kurtlar",

TDTD.,

III/13 ( 1988 ) .

( 25)

S.tJ. Sel ·

473


T Ü R K

SAYI 316 C

1

-

-

Teb1iğleri : "İslamdan

Önceki

Türk

Türk Tarih Kongresi Zabıtlan, 2

-

Devletlerinde

-

Timar

Sistemi",

IV.

Ankara 1952.

"Civil Administration in thc l\fongol Em pire",

of ihe International Altaistic Conference, 3

YIL XXVII

K Ü L T Ü R Ü

Communications

BJoomington 1967.

"Some Remarks on the Origin of thP royal tribe of Kök-Türks''

Commwıications of the International Altaistic Conference,

Bloomington

1 968. 4

-

"On the Chronology of the Yüeh-Chih tribes",

Congress of Kushans, 5

-

"Eski Orta .Asya'da Türk Kent Kültür ve Dilinin Konya ve

Dolaylarındaki İzleri ve Gelişmesi" , X.

lor ve Halk Edebiyatı Semineri, 6

-

Türkiye Aşıklar Bayramı, Folk­

Konya 1975.

"Keloğlan Masal Motifinin Eski Türk Kökenleri",

arası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, 7

-

"Türkler'de Kalın ve Başlık",

Kongresi Bildirileri, 8

-

-

-

Milletlerarası Türk Folklor ·

"Türk Mutfağının Gelişmesi ve Türk Tarihi Gelenekleri" , Ankara 1982.

"Türk Tarihinde Millet ve Ordu Bütünleşmesinin Nedenleri",

Askeri Tarih Semineri, 10

Milletler­

İstanbul 1976.

İstanbul 1982.

Türk Mutfağı Sempozyumu, 9

InternıationaJ

Duşanbe, Tacikistan Cumhuriyeti 1968.

Ankara 1982.

"Türk Kültürünün Birleşik Noktaları",

Milli Kültür Şôrası,

Ankara 1982.

11

-

"Türkler' de Tatlı Anlayışı ve Şeker" ,

lan Sempozyumu, 12

---

"M.S.

Ankara 1984.

VI. Yüzyıldaki Kırgızlara Ait Kaynaklar Arasındaki Çe-

1İıj>kiler ve Sebepleri" , X.

13

-

Geleneksel Türk Tath­

Türk Tarih Iiongresi,

Ankara 1986 (Basılmadı ) .

"Tür k Halk Müziği Araştırmalan ve Türk Kültür Tarihi",

Milietlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri,

İstanbul 1986.

14 "Milli İradeden Milli Hakimiyete", Erciyes Üniversit.esi T.B. M.M. ve Milli Egemen1ik Konulu Konferans Serisi, Kayseri 1986. -

15

-

"Ziya Gökalp'e Göre Milli Kültüı· ve Milli Birliğimiz",

Üniversitesi Ziya Göka:p Sempozyumu, 474

Dic'-'

Diyarbakır 1986.

( 26 )


SAYI 316

YIL XXVII

A. GÜRBÜZ

16 - "Büyük Hun İmparatorluğu ve Daha Önceki Devletler" , An­ kara Üniversitesi Tarihte Türk Devletleri Sempoıyumu ( = 'ITDS) , Anka­ r!'! 1987. 17

18 - " Türkler' de TTDS., Ankara 1987. 19 20

TTDS.,

- "Batı Hun imparatorluğu,

'Kainat Devletleri' Anlayışı

-

( Universismus) " ,

Ankara

1987.

"Göktürkler'den Önce Ortaasya'd:ı Türk Devletleri ( Türklerin

TTDS.,

l iiçlenip Birleşmeye Başlamaları ) ",

21

- "Akhun Devleti" ,

22

-

"Batı Göktürk Devleti",

TTDS.,

23

-

4''fürgeş

Devletleri

Ankara

TTDS.,

Ankara

1987.

� 987.

Ankara

1987.

(Göktü:r:klerin Batıya

Şehirli Türk Devletlerinin Doğuşu ) " ,

24

TTDS.,

- "Türk Milleti ve Türk Devleti"

1987.

Ankara

TTDS.,

Ankara

Kay maları-Batıda

1987.

- "Göktürkkr'de Devlet ve Millet An!ayışı (Göktürkler' den

manlılar'a ) '',

TTDS.,

Ankara

Os­

1987.

25 - "Türk ve Moğol İlişkileri Üzerinde Tiirkiye'deki Araştırmalar".

V.

Uluslararası Mo�olistler Kongresi/1987. 26

- "Alaeddin Keykubad Çağında Batı lran'da Çormahan Noyan'ın

Durumu ve Statüsü" , 1.

27

-

Alaeddin Keykubad Sempozyumu,

retnıenler Derneği Konferansları, -

Aydın

Ankara

Aydın Öğrenci ve Öğ­

1987.

"Türk Kültürüne Genel Bir Bakış",

Türkler Semp0zyumu, 29

Ank,ara Üniversitesi Dünya

1987.

- "Dede Korkut Kitabının Eski ve Yeni Kaynakları Hakkında

(Topkapı Sarayı'ndaki Oğuz Destanı Parçalan 1Ie ) ", 1.

Iokyomu Kültür Anıtı Olarak Dede Korkut Kitabı,

(27)

1987.

"Anadolu Ulu Beğliği'nin - Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu, Do­

nanması ve Türk rıbbının Gelişmesindeki Rolü" ,

28

Konya

Sovyet-Türk Kol­ 1988.

Baku

475


GAGAUZLARDAN YENİ HABEULER

Ahmet B. ERClLASUN

Gagauz Türklerinin büyük çoğunluğu bugün, Moldaviya Cumhuriyeti'nin "Bucak"

adı verilen güney

Sosyalist

bölgesinde yaşamaktadır­

lar. Bucak'ta yaşayan Gagauzların sayısı 180.000 kadardır (l ) . Moldavi­ va'nın diğer bölgelerinde, bilhassa başkent Kişim�v'de de Gagauzlar bu­ lunmaktadır.

Moldaviya'dan başka

Ukrayna

Cumhuriyeti'ndeki

ı: ehrinin batısında kalan Karadeniz kıyılarında ; böigesindeki

bazı

O descı.

Romanya'mn Dobruca

köylerle Kuzey-Doğu Bulgaristan'ın bazı

köylerindP.

de Gagauzlar vardır (2) . Gagauzların toplam nüfusunu kesin olarak bile· miyoruz. 1970 nüfus sayımında Sovyetler Birliğinde, çoğunluğu Molda� viya, az bir kısmı Ukrayna sınırları içinde olmak üzere, 157.000 ; 1979 nüfus sayımında ise 173.000 olarak görünmektedirler (3) . 1970 ila 1979 ı. rasındaki 9 yılda <fr 10.2 nisbetinde bir artış meydana geldiğine

gör� 1979'dan 1989'a kadar geçen 10 yıl içinde 19.500 kişi artmış olmalıdır lar. Bu takdirde şimdi nüfusları Sovyetler birliğinde 192.500 ' e ulaşmış demektir.

Başta da belirttiğimiz gibi

bu nüfusun 170-180.000 kadarı

bölgesinde yaşamaktadır. Romanya ve Bulgaristan'dakilerle be­ raber Gagauzların toplam sayısının 200 ila 250.000 arasında olduğu tah­ min edilebilir. Gagauzlar Ortodoks Türklerdir. Fakat Çuvaşlar ve bazı Altay ve Yakut Türkleri gibi son asırlarda R'llslar tarafından hristiyanl81jtırılmış dr ğild irler . Çok eski asırlarda, eski Gök Tanrı dininden doğrudan doğ · r ya hristiyanlığa geçmişlerdir. Gagauzlar da bizim gibi Oğuzdurlar. Azerb ayc an ve Anadolu'daki 'I t!rklerden farkları, güneyden değil, Kara Deniz'in kuzeyinden b atıya· Bucak

( 1 ) "Gagouz Halkına Avtonomiya'', Ana Sözü, sayı : 8 ( 18 ) , 9.4.1989, s. 2. ( 2 ) Th. Menzel, "Gagauzlar" lııIAm Ansiklopedisi; Müstecip Ülküsal, Dobruca ve Türkler, Ankara, 1987, ,;; . 72-74 ; Ahmet C2feroğlu. Türk Kavimleri, Ankara 1983 s. 81; Hasan Eren, "Gagavuzlar", Türk Ansiklopedisi. (3) Nadir Devlet, "Dış Türklerde Büyük Nüfus Artıııı", Türk Kültürü, sayı : 209210 ( Mart-Nisan 1980) , s. 136.

'J 76

(28 )


A . B. ERCİLASUN

SAYI 316

YIL X.XVII

göçmüş olmalarıdır. 1065 yılında Tuna boyunda beliren Uzlar ( Oğuz· lar) , kayıklarla Tuna'yı geçerek Kuzey-Doğu Bulgaristan ve Dobruca bölgesine yerleştiler ( 4) Daha sonra gelen ba:.;ı Kaman ve Peçenek Türk · •

leriyle de kısmen karışmakla beraber esas kütleleri Uz'dur. İşte bu Uz­ lar, Bizans'ın etkisiyle Hristiyanlığın Ortodoks mezhebine girdiler. Taht kavgalan yüzünden Konya' yı terketmek zorunda kalan Sei

·

çuklu sultanı 2. lzzeddin Keykavus, Bizans imparatoru 8. Mihail Paleo­ log'a sığınmıştı. Maiyetiyle birlikte gemilerle Varna'ya gelen Keykavus 1262-63 tairhlerinde Uzların başına geçerek bir devlet kurdu. Keyka­ vus'un bu devleti, Sarı Saltuk'a bıraktığı rivayet edilir (5) . 14. asmiJ. ikin­ ci yansında Bizans komutanlarından Kuman asıllı Balik, Balik'ten son­ ra da kardeşi Dobrotiç devleti yönettiler. Dobrotiç 1386'da öldü. Dobro­ tiç'ten hemen sonra da Uzlann yaşadığı topraklar Osmanlı Türklerinin eline geçti. Dobruca bölgesinin adı işte bu Dobrotiç'ten gelir (6) . Paul Wittek'e göre Gagauz kelimesi Keykavus'tan gelınektedir (7) . Gagauz kelimesi gerçekten Keykavus'tan geliyorsa bizce bu, dil bilimi­ ne göre iki türlü açı klanabilir : l ) Kontaıninasyon yoluyla. Buna göre "Keykavus" ile "Uz'' kelimeleri birbirlerine karşılıklı olarak tesir et­ mişlerdir ; böylece "Gagauz' sözü ortaya çıkmıştır . 2 ) "Keykavusun Uz­ lan" anlamındaki "Keykavus Uzı" isim tamlamasında arka arkaya ge · len ve birbirine benzeyen "-uz-" ses gruplanndan biri düşmüş (hece düşmesi haploloji) ve "Gagauz" sözü meydana gelmiştir. Dil bilimi açısından imkansız görünmemekle beraber bu açıklamaların izaha muh­ =

taç yanı, Keykavus'taki y'nin kaybolması ve ön damak (ince) k'lerinin arka damak Oralın ) g'sına dönmüş olması keyfiyetidir. Wittek'ten önce Menzel, Gagauz'un "Gök Oğuz"dan geldiğini ka­ bul etm.işti (8) . Biz "Gagauz" sözüne başka bir açıklama getirmek istiyoruz. Ana dolu ağızlannda "gaga" kelimesinin bildiğimiz kuş gagasından başka iki anlamı daha vardır : Erkek kardeş ve kuru yemiş (9) . Birinci anla(4)

Müstecip Ülküsal, a.e., s. 30. s . 32; Feridun Yıldız, "Sarı Saltık DeC:e", Türk Killtürü, sayı : 209-210 ( Mart-Nisan 1980 ) , s. 144. Müstecip Ülküsal, a.e., s. 32. H. Eren, "Gagavuzlar" ( Türk Ansiklopedisi ) maddesinden naklen "Les Gagauzes = Lcs gans de Kaykaüs" , Rocznik Orientalistyl'Zny, XVII, 1951-1952, 12-14. Th . Menzel, "Gagauzlar", İslam Ansiklopedisi. Derleme Sözlüğü VI, Ankara, 1972, s. 1891-1892. Doktora öğrencimiz Ferhat Tamir, Balkan Türklerinde "gaga" kelimesinin "kuru ve esmer insanlar" için kullanıldığını ifade etmiştir.

( 5 ) a:e.,

(6)

(7) (8) (9 )

(29)

'477


T Ü R K

�AYI 3 1 6

YIL XXVII

K Ü L T Ü R Ü

mı kabul edersek Gagauz kelimesini "kardeş, ağabey Oğuz" anlamında düşünebiliriz. Fakat biz ikinci anlam üzerinde durmak istiyoruz. Oğuz Kağan destanında ağaçlardan sal yaparak İdil ırmağını ge­ çen beye Oğuz Kağan "Kıpçak" adını verir ( 10) . Oğuz Kağan'ın Reşideddin rivayetinde, içi oyulmuş ağaçta aünyaya gelen çocuğa Oğuz Han, "Kıp­ çak" adını kc,yar. Bunun sebebi destanda aynen şöyle anlatılıyor : "Oğuz adını Kıpçak koydu ki Kıpçak, kabuk kelimesinden çıkmıştır. Türk di­ linde içi çürümüş ve oyulmuş ağaca derler." ( 1 1 ) Kutadgu Bilig'de "kivı" ve " 'kıvçak" sözleri de "boş" anlamına gelmekteciir. 1'kıvçak" kelimesi · nin "kıvı-çak" şeklinden çıktığı açıktır. Divinü Lfıgati't-Türk'te "kak", "meyve kurusu, kurutulmuş nesne, kurumuş göl" anlamlarına gelmek· tedir. İşte bu "kak" kelimesinin pek çok türevi vardır ki hepsi de "boş" ve "kuru"

anlamlarıyla ilgilidir.

Kav·ak

"bildiğimiz

ağaç

manasından

kovuk, kobı - kovı "Uygur Türkçesi Sözlüğünde boş" , kaval "içi boş çalgı fileti" , kagun - ka­ vun "içinde boşluk olan bildiğimiz meyve", kabak "içinde boşluk olan bildiğimiz sebze" , kavuk "bildiğimiz başlık anlamından başka Uygur sözlüğünde kabarcık", koğuş "İbn Mühenna Lfıgati'nde ortası boş olan", başka

Mukaddimetü'l-Edeb'de

içi

boş" (12) ,

kawz "Anadclu ağızlarında içi boş kabuklu yemiş, çürük buğday vb." (13) , gagaç "Şavşat'ta içi boş olan kamış gibi bitkilerin gövdesi" ( 14) . Örnek

­

leri daha da çoğaltmak mümkündür. İki ünlü arasında kalan dönmesi, g'nın da b,

v

seslerine dönmesi Türkçede yaygındır.

k'nın g'ya g, b sesleri

yanında yuvarlaklaşmalar da yine normal fonetik hadiselerdendir. Anadolu

ağızlarında

"kuru

kimse" anlamlarında bulduğumuz

yemiş" ve Balkanlarda

gaga

" kuru

esmer

sözü de bizce aynı kelime

aile­

siyie ilgilidir. Adlarını "boş ağaç" anlamından alan Kıpçak Türklerinin bir başka adı da yine "boş ve kuru" anlamıyla ilgili olarak gaga

olma­

lıdır. Gaga ile Kıpçak'ı birleştirirken sadece anl&m birliğinden hareket etmiyoruz. gavan

.

Gaga

kelimesini bir başka etnik isimde de buluyoruz :

Gar;

Gagavan, Kıpçak asıllı olan Meshet Türklerinin Posof ve Arda­

han'da oturan kollarına Karslıların verdiği isimdir (15) . İşte bu veriler­ den hareket ederek Gagavan ve Gaga kelimelerinin

Kıpçak

Türklerine

( 10 ) W. Bang, G. R. Rahmeti Oğuz l{ağan Destanı, İstanbul 1970, s. 25. ( 11 ) A. Zeki Velidi Togan, Oj;uz Destanı, tstanb•ıl 1972, s. 26. ( 12 ) Nuri Yüce, Mukaddimetü'l.Edeb, Ankara 1988, s . 136. ( 13 ) Derleme Sözlüğü VllI, Ankara 1975, s. 2693. ( 14 ) Derleme Sözlüğü VI, s. 1892. ( 15) Ahmet B. Ercilasun Kar!! İli A'.:rı zları-Ses Bilgisi, Ankara 1983, s. 32.

478

(30 )


SAYI 31C

YIL xxvıı

A. B. ERCİLASUN

verilen bir isim olduğunu tahmin ediyoruz. Buna göre

Gagauz da "Kıp·

çak Oğuz'' demektir. Burada, "Kıpçak ülkesinden gelen Oğuzlar" anla­ mı düşünülebileceği gibi Uzların Kıpçaklarla karışmasından dolayı "Ga­ ga + Uz" sözünün çıktığı da düşünülebilir. Gagauzlar üzerinde çalışan pek çok araştırıcı, onları

esas itibariyle Oğuz saymakla beraber, Kıpçak­

laria da karışmış olduklarını kabul ederler. Gagauzlar'ın ağızları üzerin­ de duran Kowalski de hakim unsur olarak Oğuz özelliklerini bulmakla birlikte Kuzey Türkçesi mektedir ( 1" )

sof yerlileri

(Kıpçak)

özelliklerini de bu ağızda tesbit et­

Bizim üzerinde çalıştığımız

Gagaıvan denilen Ardahan-Po­

(Meshet Türkleri ) ağzı ile Gagauzların ağzı arasında da,

neredeyse iki ağzı aynı saydıracak ölçüde benzerlikler vardır ( 17) . "Gaga" kelimesini "Kıpçak"la birleştirmediğimiz takdirde "Gagauz"a "kuru, es­ mer Oğuz" anlamını verebiliriz.

11. yüzyıldan itibaren Kuzey-Doğu Bulgaristan ve Dobruca'da ya· şayan Gagauzlar, 18. yüzyılın ikinci yarısında Basarabya'ya (Moldavi­ ya'da bugün bulundukları yerlere ) göç etmeğe başladılar. Küçük Kay­ narca

anlaşmasıyla

( 1774 )

neticelenen

başiayan gö�, bilhassa 1806-1812 yılları

Osmanlı-Rus

savaşı

sırasında

arasında yoğun olmuştur (18) .

Böylece, 18. asnn ikinci yarısıyla 19. asrın başlarında, Gagauzların

700

yıllık yurtları değişmiştir. O tarihten sonra az bir kısmı eski yurtların­ da (Kuzey-Doğu Bulgaristan ve Dobruca) , büyük çoğunluğu ise Basa· rabya'da yaşama�a devam etmişlerdir. 200 yıldan beri Gagauzların yur­ du Basarabya olmuştur. Basarabya'daki Gaguzlardan küçük bir grup da 1908-1914 yıllarında Orta Asya ve Kazakistan'a gitmişlerdir (19) . Da· ha önce Romanya'ya ait olan Basarabya, 28 Haziran 1940'ta Sovyetle:­ Birliğine bır akıhnca Gagauzların büyük çoğunluğı.1 da Moldaviya Sosya­ list Cumhuriyeti içinde kalmışlardır.

1931-1944

Y,Jlları

arasında

Bükreş

elçiısi

olan Hamdullah

Suphi

Tanrıöver, Gagauzlarla çok yakından ilgilenmiş, 26 köy ve kasabada Türkçe öğretim yapan okul açtırmış, bu okullarCl.a Türkiye'den getirtti· ği

kitap�arın

okutulmasını

sağlamış,

30-40 kadar Gagauz

gencini

de

Türkiye'ye orta ve yüksek tahsile gönd3nn!ştir(2°) .

( 17 ı ( 18 ) ( 19 ) ( 20 )

Tadeusz Kowalski, "Kuzey.Doğu Bulgaristan Türkleri ve Türk Dili" (Çeviren : Ömer Faruk Akün ) , Türk Dili ve Edeblya·�ı Dergisi, Cilt : III, sayı : 3-4, İS· tanbul 1949, s. 477-500. Ahmet B. Ercilasun, a.e. Mfüıtecip Ülküsal, a.e., s. 7 3 ; Th. Menzel, a. madde. Hasan Eren, a madde. Fethi Tevetoğlu, Hamdullah Suphi 'l'anrıöver, Anl<ara l!JSG, ,;_ 207.

(31)

479

< lG J


T Ü R K

SAYI 3 16

YIL XXVII

K Ü L T Ü R Ü

Th. Menzel, İslam Ansiklopedisindeki makalesinde "zümreler halin­ de dağınık vaziyetlerinden ve aralarında fikri irtibattan. tamamen mah­ rum olmalanndan dolayı bunlar, etraflarındaki milletler arasında ya· vaş yavaş,

fakat muhakkak surette, eriyip, kaybolmağa mahkfimdur­

lar" (21 ) dcyor. Müctecip Ülküsal da "Dobruca ve Türkler" adlı eserinde "bunlann şimdiye kadar gördüğümüz pasif tutumları Gagauz meselesinin ve da­ vasının ayrı bir millet meselesi ve davası şeklinde ortaya atılacağı hu ­ susunda pek ümit vermemektedir" (22 ) demektedir. Birincisi

77

yıl, ikincisi 50 yıl önce söylenmiş bu olumsuz ve ümit­

siz sözlere bakılırsa bugün Gagauz Türklerini.n kaybolmuş olması ge­ rekirdi. Fakat son zamanlarda aldığımız haberler, yepyeni bir hareket içinde Gagavzlann canlı ve diri olarak yaşamağa devam ettiğini göste­ riyor. Moldaviyalılar,

Moldavcanın

"devlet

dili ' '

olmasını, Ukrayna'ya

bırakılmış olan Ku:ley Bukovina'nın ilhakını isterken ve Romanya'dan ayrılıp Sovyetlere katıldıkları 28 Haziran gününü lanetlerken Moldavi­ ya 'daki Gagauzlarımızın sesine de kulak verelim. Elimde Gagauzlann çıkardığı dört adet "Ana Sözü" gazetesi var.

17 numaralısı 26 Mart 1989, 21 numaralısı 21 Mayıs 1989 tarihini taşı · yor. Tamamen Gagauz Türkçesiyle

(Kiril harfleriyle)

14 günde bir çı­

kan iki yapraklı bir gazete. Demek ki 1988 yılır.ın Ağustos ayında çık� mağa başlamış. Başkent Kişinev'de çıkan Ana Sözü'nün baş redaktörü Todur Zanet. Elimdeki gazetelerin 18, 19 ve 21. sayılan neredeyse ta· mamen muhtariyet konusuna ayrılmış. Moldaviya'mn sadece vatandaşı olan ve hiçbir devletleri bulunmayan Gagauzla1· şimdi Moldaviya için­ de bir "Gagauz Otonom Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti" kurmak isti­ yorlar. Gazetelerin

arka sahifelerinde yer alan Türkçeden Rıusçaya söz­

lük sütunu, okuyuculara bazı Türkçe kelimeleri öğretmek gayesini ta­ şıyor . Böyle bir sözlüğe ihtiyaç duyulması, bazı Gagauzların Türkçeyi unutmak üzere olduğuna veya bir kısım kelime1erin yerine Rusçalannı kullandıklarına del81et etse gerektir. Folklor ,_: e halk edebiyatı ile ilgili yazılar da dikkati çekiyor. Bir sayıda Nevruz bayramı, bir başka sayıda hıdrellez hakkında bilgi veril­ miş, "Altıncık Bucak" adlı şiirin sözleri ve halk havalanna göre notaMenzel, a. madde.

ı

2 1 ) Th.

ı

22 ) M. Ülküsal, a.e., s.

79.

(32)


SAYI 316

YIL XXVII

A . B. ERCİLASUN

ları da 21 Mayıs 1989 tarihli gazetede yer alıyor. Her sayının üçüncü sahifesinde bir şair kısaca tanıtılıyor ve şiirleri yer alıyor. Elimizdeki sayılarda tanıtılan şairler şunlar: Petri Çebotar (17 ) , Afanasiy Kara Çoban (18) , Mina Köse (19) . Okuyucu mektupları ve okuyuculardan gelen şiirler de gazetelerde önemli yer tutuyor. Ulyanovsk kasabasından ",kiyat"

(mektup) yazan

Kuddus Safiulin adlı bir Tatar Türkü şöyle diyor : "Biz Ulyanovsk Ta­ tarian da isteeriz olsun bizim de gazetanuz, ama şimdilik çıkardamadık onu." Azerbaycan'ın Nahçıvan bölgesinden yazan Kuliyev Musa, Novruz bayramı hakkında bilgi verdiği için gazeteyi kutluyor, dört gözle ga­ zeteyi beklediklerini ve daha sık çıkmasını istediklerini ifade ediyor. 14 yaşında bir Azeri genci ise adresini vererek "Gagauz uşaklarıyla kiyat­ laşmak'' istediğini söylüyor. Çeşitli Gagauz köy ve kasabalarından gaze· teye mektup yazanlar daha çok muhtariyet ve Gagauz dilinin kullanıl­ ması üzerinde duruyorlar. Gazetelerin en büyük kısmını kaplayan ana konu ise "muhtar bir Gagauz devleti" kurma konusudur. 9 Nisan 1989 tarihli Ana Sözü'nde. 2 Nisan 1989 Pazar günü Komrad şehrinin (Gagauzların yaşadığı en büyük şehir) Pobeda meydanında yapılan miting hakkındaki haber "Hal­ kın istediy Olur" başlığıyla yer almakta ; gazetenin birinci ve ikinci sa­ ·

hifelerini hemen hemen tamamen kaplamaktadır. Mitingde "Gagauz Hal­ kı Akıntısı''ııın (Derneği) programı okunmuştur. Programın 4. maddesi "Gagauz Otonom Sovyet Sosyalist Respublikasını" kurma amacım dile getirmektedir. İkinci sahifede mitingden resimler yer almakta, kalaba­ lık bir grubun taşıdığı "Yaşasın Gagauz Avtonom Sovyet Sosyalist Res ­ publikası ! " pankartı dikkati çekmektedir. Miting haberinin altında; ya­ zar N.t. BABOGLU, şair ve gazetenin redaktörü F.1. ZA.NEr, yazar

M.V. KÖSE, yazar ve araştırıcı D.N. TANASOGLU, tarihçi doçent G.N. Avtonomiya'' başlıklı bir bildiri var. Bildiriden şu satırları aynen alıyorum : "Gagouzlar, Türk dilli bir halk, derin çok asirli istoriyası (tarihi ) olan, yaşeerlar tophfoa % 80 zeyede Moldaviya SSCB'nin üülen (güney) regionunda­ �ucak'ta-, 3, 6 bin kvadrat km ( km2) territoriyada, 170-180 bine ya­

TOPUZOGLU'nun imzalarım taşıyan "Gagauz Halkına

kın insan 48-50 can 1 km2'de ... Yeriydir burada gösterme, ani Gagauzla­ dedelerinde de, kendi Gagouzlarda da varmış geçmiş zamanlarda dev-

rın

letlik : .Oğuz devleti (Oguzistan, 9-10 . asirlerde Orta Aziyada) , Uzieyalet (13-14. asirlerde Balkannarda) hem Komrat Respublikası (1906 revolut · siya yılında) ".

(33)

481


SAYI 3 1')

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

23 Nisan 1989 tarihli Ana Sözü'nün 1. ve 4. sahifeleri yine otono­ miye ve bu konuda yapılan toplantılara aynim.ıştır. 1. sahifede yer alan "Ne Verecek Avtonomiya" başlıklı yazı, muhtar devletin Gagauzlara sağiayacağı faydalan anlatmaktadır. "Mitingler, Topluşlar" başlıklı ha · ber ; 9 Nisan'da Komrat'ın Beş Alma köyünde, 16 Nisan'da Çadır ka­ sabasında yapılan mitinglerle Besarabka'nm AvdHma ve Kiriyet köy­ lerinde yapılan toplantıları anlatmaktadır. 2. sal:>ifede verilen bir ha­ bere göre okullarda Gagauzca için dersler konuldu ve bu dersler için kitaplar hazırlandı. Moldaviya Yazıcılar Birliğinde bir Gagauz .Bölümü açıldı. Komrat ve Taraklı'da Gagauz H&lk Müziği grupları kuruldu . Ay­ nı habere göre önümüzdeki yıllarda Gagauz dili, tarihi, kültürü ve san'ah için pek çok kuruluş ve düzenlemeler gündeme gelecek. Yine 2, sahifede Kişinev'den Mihaylov Agenin, "Hadiyn Klub Kuralım" başlıklı yazıSm" da şöyle diyor : " ... Şindi, açan taa yok avtonomiyamız hadiyin tutuna­ lım da kura�ım ldub dilimizi ürenmee deyni (için ) . Gösterelim, ani biz da varız dünneyde (dünyada) im:an. Kendim yaşeerım Kişinev'da. Tek­ lif yederim o Gagouzları kim yaşeer bu kasabada, kuralım biz de· böle klub. Da (ve) ürenelim orada dilimizi, istoriyamızı (tarihimizi ) , kultu­ ramızı. Çok vakıt b�klemee yok neye. Hem sayerım ani hiç zarar olmay:.. cek herliim (eğer) bizim o topluşlara (toplantılara) gelirseler onnar kim bilmeer diümizi. Yok bişey, sayerım, ki biz gösterecez hem var ne gös­ terelim, bizim da zengin lrulturamızı. Çekedirsek (başlarsak ) toplariniaa hem ürenmee bu işleri ilerleycez biz da, ilerleycek perestroyka da. . ' ·-. .

21 Mayıs 1989 tarihli Ana Sözü'nün 4. sahifesinde, Haziran ayın­ dan itibaren her ayın ilk pazarında, Moldaviya televizyonunda "Buca.an, (Bucak'ın) Dalgasında" isimli bir Gagauz programı yayınlanacağı _ h��r veriliyor. Bu ilanın yanında bir bildirim (ilan) daha var� .Aynen şöyle : "Hepsini, kim sever ana dilimizi, kim isteer bilmee istoriyamızı, litera­ turamızı, folklorumuzu, köklerimizi TEKLİF YEDERİZ (ederiz) mayJ!l (Mayısın) 24'üne Politehnik tnstitut'un 2'nci korpusun!L (Kiyev Sokaa, 78) saat 19.00'da "Ana Dilim" klubun ( ku!übünün) _otııruşu_na. Buyu­ run, gelin, dostlarnızı da teklif edin." İkinci sahife bütünüyle, "Vatan" adlı tarih ve politika grubunun Valkaneş şehri parkında yaptığı toplantının konuşma ve resimlerine ay­ rılmıs. Kal�u adlı konuşmacı Gagauzların "Bucak" bölgesine nasıl gel­ diğini, Bucak'ın "köşe" anlamında Türkçe bir söz olduğunu ve harita.ya bakılınca Bucak bölgesinin gerçekten de bir köşeye benzediğini söylüyor. Yanev adlı bir diğer konuşmacı, "elcmek-suook" kaygısıyla "millet" me482

(�)


SAYI 316

A. B. ERCİLASUN

YIL xxvıı

seiesinden uzak duranlara soruyor : "Biz düşünersek salt neylen şkemoe­ mizi doldurmaa o zaman biz ne hayvana benzemeeriz mi ?" Kurdov, bi­ zim de devletimiz olaydı bu kadar geri ve yoksul olmazdık diyor. Res­

sam Fazlı, Gagauzların yüksek mevkilerde hiç yer almadığından bah� sediyor. 1iatev, kaç Gagauz'un yüksek okul bitirdiğini, kaç Ga.gauz'un önemli yerlerde çalıştığını soruyor. Bir hanım öğretmen olan Duloğlu; "İnsanın can güzelliği, onun milli gururudur" dedikten sonra devam edi­ yor : Ben Rusum ve bununla iftihar ediyorum, ben Moldovanıın ve bu­ nunla iftihar ediyorum sözlerini her zaman işitiyoruz ve buna da şaş­ nuyoruz ; çünkü bu "canın bir parçacıı"dır ; fakat bir Gagauz'un, ben Gagauz'um ve bununla iftihar ediyorum dediğini hiç işittiniz mi ? So­ ruyor ve cevap veriyor Duloğlu : "Neçin böle oldu ? Bana geler ani ne­ redese kırdılar bizim canımızı, burdular onu, bozdular onu. Neylen ? Biz Iaazım şimdi bunu doorudalım. " "Lüzgerli ve yaamurcuk"lu havada 3.000 kişinin takip ettiği toplantının sonunda "Vatan" adlı tarih ve po­ lWka cemiyetinin kuruluşu temellendi ve ''Gagauz Avtonom Sovyet Sot­ sialist Respublikası" meselesini yüksek sovyet organlarına iletmek üze­ re bir hazırlık komitesi kuruldu. İki haftada bir Pazar günleri çıkan "Ana Sözü" gazetesinin adresi şöyie : "277012, Kişinev, Puşkin Sokaa, 22. Moldaviya Sosyalist CUmhu­ riyeti." 21 Mayıs tarihli gazetenin ilk sahifesinde yer alan gimizin diğer sahifelerinde okuyabilirsiniz.

(35)

baş yazıyı der­

483


HALKIN

AYDIN G'ON()'

Herbir milletin ömüründe geler vakıt, açan ayın. Y•Yan iıısannar, ayleier, küyler, kasabalar birleşerler. Büünkü güneden (güne kadar) dünne (dünya) yoktur gördüü böle birleşmek Gagouz halkında. Perest­ royka lüzgeri (rüzg8.rı ) uykudan kaldırdı bizi, açtı gözlerimizi, temiz­ ledi bakışlarımızı, zere (zira ) çok yıllar o bakışlar topraa baka baka perdeylen çekildiler. 1985'inci yılın Apreldeki (Nisan ayındaki ) SBKP Merkez Komitesi Plenyumu yeni yol gösterdi bütün Sovyet Birliinde ya­ Eayan milletlere. O yeni yol getirdi bizi düşünmeklere, ki Gagouz halkı da bu dünneyde var insan da o da var nası (nasıl) kabul yetsin kendi­ sine devletlik-AVTONOM1YA. Dorusunu laazım sölemee, ani çoyu ilkten bu işi inanmaardı, hem diil salt inanmasın ama aalemi da bu inanmalıklan ulaştırardı. Gelerdi, ani Gagouzlar istemeerler ki olsun onnann da cevletlü. Bundan kaare (başka) çok yardım yederdiler yerdeki mankurtlar ( * ) da. ·

Büünkü günde mitingler, topluşlar (toplantılar ) geçti herbir Ga­ gouz küylerinde, k11.sabalannda. O mitinglerde, topluşlarda insannar üze çıkarardılar bir, GagO'UZlara 18.azım avtonom (otonom = muhtar) res­ pubiikası (cumhuriyeti ) . tnsannar annadılar, ani onnar kendileri lazım olsunnar çorbacı ( hakim ) yaşayan toprakta. Çok çalıştılar mitingler hepı topluşlar için "Gagauz Halkı" adına akıntının ( derneğin) azaları. Böle büük, kolossal (azametli) iş yaptı onnar bir kısacık vakıtta, da (ve) ' te geldi zaman halkımız toplansın sefte syezd.ına (ilk kongresine) . Büün (bugün = 21 Mayıs 1989 Pazar) Ko:ınrat'ta, saat on birde çekeder (başlar) işlemee "Gagauz Halkı" akıntının syezdı. Burey (bu­ raya ) delegat (delege) ayınldı her bir Gagouz köyünden hem kasaba­ sından, may her bir yerden nerede yaşeerlar Gagauzlar. ( ''' ) Cengiz Aytmatov'un "Gün Uzar Yüz Yıl Olur" romanında beyni yıkanıp hakim kavme hizmet edenler "mankurt" olaıak geçmektedir.

484

(36)


SAYI 316

HALKIN AYDIN GÜNÜ

YIL XXVII

Syezd (kongre) kararlayacek birkaç soruş (mesele) . Ama hen (en) özlü soruş, hen merkezli soruş, "MOLDAVİYA SSR'in (Sovyetler Bir­ liği'nin) İÇİNDE GAGAUZ AVTONOM SOVYET SOTS1AL1ST RES­ PUBLİKASI KURMAK İÇİN". Bundan kaare (gayn, başka) delegat­ lann önüne çıkanlacek birkaç doklad (rapor) hem sodoklad : "Peres­ troyka hem (ve ) küçük halklar", "Gagauz halkın istoriyadan hem et­ nolrulturadan verimneri (ürünleri) ". Syezdda kaldınlacek soruşlar di · timiz için, Bucaan (Bucak'ın) ekologiyası için, milletin hozrasçet (ka­ Z!lnç, fayda) problemalan için. Hepsi bu işler için söz tutulduktan sonra ks.bul yedilecek rezolO.tsiyalar (kararlar) hem ayınlacek Moskova'ya delegat. ·

Gagouz halkı Sovyet Birliin milletlerinnen barabar, yetişti o va­ kıtlara, açan demokratiya başladı memleketimizde örümee (yürümeye) , açan hallnn istedii yakın üze çıkmaa. Büün sıra geldi işlerimize yeniyce bakıp demee : "İy yol sana, hal­ kımızın syezdi ! Ko (bırak) senin kararlamaklann aslı çıksın ! "

Ana Sözü, 11 (21) , 21 Mayıs 1989, Kişinev, Moldaviya

(37)

485


PROF. DR. MİllAİ L P. GUBOGLU'NU K..\ YBE'l'TİK İrfan Vnver NASRATTINOGLU

Türkiye'nin fahri kültür elçilerinden birini, Romanyalı Prof. Mi­ haii P. Guboğlu'nu da kaybettik. Türkiye'yi çok seven ve Anadolu'yu öz vatanı sayan Guboğlu, Tan­ rı'ya yakarmış olmalı ki, 12 Mayıs 1989 Cuma günü tstanbul'da öldü ve 15 Mayıs'ta düzenlenen törenden sonra, aziz naşı Romanya'ya gönde­ rildi. Romanya'nın, dünyaca ünlü ilim adamlarından birisi olan Guboğlu, Çt�itli ülkelerden sayısız davetler alıyordu. Ama, O'nun için, bütün dün'­ ya bir yana, Türkiye bir yana idi. Nitekim !ıer yıl ülkemize, bir veya birkaç defa geliyor, ilmi toplantılara katılıyor ve her gelişinde, bilgi dağarcığını zenginleştirmeye yönelik araştırmalarda bulunuyordu. Eskişehir'de, 11-13 Mayıs 1989 tarihlerinde düzenlenen IV. Ulusla­ rarası Türk Halk Edebiyatı Semineri'ne davetliydi. Bu seminerin açılış tö­ reninde kendisine, Folklor Araştırmaları Kunımu'nun Şeref Üyeliği de ı.; erilecekti. Seminere sunacağı tebliğ ise ilgi çekici idi : "Hoca Sadeddin Efendi'nin ve Şair Mihail Eminescu'nun Manzumeleri Işığında En Eski Osmanlı Efsanesi". Bu tebliğin hem bizim hem de Romenler için önemi \. ::trdı. Bizim için önemli yanı, Romenlerin Milli Şairi EininesC'll'nun Os­ n anlı İmparatorluğu'nun kuruluşu ile ilgili Lir destan yazmış olması ve t.u destanın bir Romanyalı ilim adamı tarafından, Türkiye'deki bir ilmi tc.plantıya tebliğ olarak getirilmesiydi. Romenler bakımından önemi ise, j�inde bulunduğumuz yılın, UNESCO tarafından "Eminescu Yılı" ilan edilmiş olması ve böylelikle, Eıninescu adının, Türkiye'de de bir ilmi toplantıda anılacak oluşuydu. Mihail Guboğlu ile son yıllarda yakın dostluk ilişkileri kurmuştuk. O, Türkiye'ye her gelişinde bizi arar sorardı. Biz ise, Bükreş'i her zi­ yaretimizde mutlaka Guboğlu ailesini ziyaret ederdik. itiraf edelim ki Guboğlu ailesini ziyaret etme arzumuz, evlerinin bir Türk Müzesi'ni an-

(38 )


SAYI 3Hl

İ. Ü . NASRATTINOGLU

YIL xxvıı

dıran görünümünü heyecanla temaşa edebilme zevkini doya doya tatmak­ tfln kaynaklanıyordu . İki oda bir salondan müteşekkil evin duvarları , Türkiye ve · Türk Büyükleri ile ilgili sanat eserleriyle dol'l.lydu. Atatürk'ün en güzel portreleri, Fatih Sultan Mehmet'in temsili portresi, Türkiye ha · ritası, halı-kilim, bakır el işleri, İstanbul'un muhteşem camileri, Mekke­ Medine ve Kabe-i Muazzama... Guboğlu, bütün Gagauz Türkleri gibi Hristiyan dinine mensuptu, ama Müslümanlığa öylesine hayran ve İslam dinini kabul etmeye öyle­ sine hazırdı ki.. . Bir keresinde, Bükreş'in ün!ü Çeşmeci Parkında dolaşır­ kell bize aynen şöyle demişti : "Benim babam, onun babası hristiyan ol·

duldan i�in, ben de hristiyanım. Bir�ok b� da

vaktiyle

Gagauz Türkü gibi, benim ba· Türkiye'ye gidip yerle şmiş olsaydı, bugün ben de Müs­

lüman olurdum..." Eskişehir'deki düzenlemelere katılmak için

hazırlıklar yapan Gu­

boğlu, o arada, tstanbul'dan da bir çağrı aldı. Bu çağrıya uyarak geldiği tstanbul'dan gönderdiği bir kartta, bize şunları yazmıştı : "İstanbul, 19.IV.1989 Sayın İrfan Bey,

II.

Türk Bilim Tarihi Sempozyumu'na katıldım.

(İstanbul 3-5 Nisan 1989) Bir aydan fazla Balta Limanında Üniversi­ te tesislerinde kalıyorum. onunda (öğlen-akşam)

(Oda 3 )

Resmi mektubunuza göre Mayısın

Eskişehir'deyim. Saygılar. Biraz yorgunum. M.

Guboğlu" Türkiye'de bulunduğunu öğrendiğimiz df·ğerli alime, hemen bir me­ saj göndererek, bir ihtiyacının olup olmadığ'ını sorduk. Çok geçmeden il• inci kartı geldi. Şöyle diyordu : "İstanbul, 27.IV.198 9 Sayın Dostumuz, Türkiye'de sizi hoşbuldum. Posta kartınızı dün aldım. Çok çok se­ vindim. Bir aydan ziyade bekledim, İstanbul'da. Mayısın 10. gününde Eskişehir toplantısı için hiç bir arzum yok . Çok çok teşekkür. Maalesef yıpranmağa başladım. Müthiş keyfsizim. Dostluk duygularımla. Bayra­ mınız kutlu olsun. Klodfarer Oteli. M. Guboğlu." Guboğlu İstanbul'a her gelişinde arşivlerde çalışıyordu. Bu defa da öyle yapıyordu ama, bir yandan ilmi toplantılara tebliğ hazırlama, öte yandan yeni yeni bilgiler bulabilme heyecanı içerisinde, kaynakları ta­ ramak yorgun bedenini oldukça sarsıyordu. Yaşı da ilerlemekteydi. Üs­ telik, Romanya'dan, bir dolarlık döviz alamadan yola çıktığı için para­ sız kalıyor ve sağlığı için gerekli ihtiyaçlarını temin edemiyordu !

(39)

487


SAYI 316

T Ü R K

YIL XXVII

K Ü L T Ü R Ü

11 Mayıs 1989 Perşembe günü Eskişehir'in yeni inşa edilen muhte­ . sem Kültür Sarayı'nda, Seminerimizin açılış töreni başladığı halde. Gu­ boğlu'nu salonda göremeyince endişelenmiştik. Zira bildiği� � G� ?ğlu, başına önemli bir iş gelmedikçe, iki eli kanda da olsa verdigı sozu tu­ tar, randevusuna gelirdi. Ama gelmemişti. O h alde Folklor Araştırma ları Kurumu'nun Şeref Üyeliğini belgeleyen, plaket ve şeref belgesi, d� ha sonra kendisine gönderilecekti.

Seminer çalışmaları bitmiş, yerli ve yabancı mistafirlerimizi uğur­ lamıştık . Kültür Müdürlüğü'nde, Seminerin değerlendirilmesini yaparken, Valilik Özel Kaleminden gelen bir haber, bizi yüreğjimizden sarstı ! Guboğlu, lstanbul'da geçirdiği bir kalp krizi sonucu hayata veda etmişti ! . . . Guboğlu, "katılacağım" dediği bir ilmi toplantıya mutlaka katılır­ dı ; elinde olmayan sebeplerden dolayı katılamaz ise, önceden bildirdiği tebliğin tam metnini, tertip komitesine gönderirdi. Bu defa da öyle yap­

mış ve �kişehir'e gelemeyiş sebebini bize gönderdiği bir mektupla açık­ lamıştı. O'nun son mektubunu tarihi bir belge olması bakımından ay­ nen sunmak istiyoruz : "İstanbul, 10.V.1989 Klod-Farer Oteli. Aziz Dostum İrfan Bey,

Bu .günde Eskişehir'de tesadüfümüz vardı. Ama "Evdeki heslljp �arşıdakıya her zaman uymaz. " Pazar ya da Bayramın ikinci günde bir kalp krizi geçirdim. ( 7.V.1989) Doktor derhal çağırıldı, bir ampül yaptı, (80.000 TL aldı ) faydası oldu . Parasız İst:mbul Üniversitesi Kardioloji Enstitüsü ( Haseki ) 'nden derhal acil hizmeti çağırttı. Doktorun takdimi­ ne göre beni bir iki üç gün arda görsünlerdir. Ama aci l hizmeti beni ancak birkaç saat oyaladı, tuttu. Bir elektrokardiyomayla bir iki am­ pül yaptılar. Şunu bunu sordular. Netice : Hiç birşey tehlikeli yok ! Kalp­ te biraz yorgunluk vardır. Sonra soğuk, serin havadan kalbi korumak gerektir. Maalesef İstanbul havası nisan-mayıs çok serindir. Bu aylar

hastalık aylarıdır. Akşam üzerine Klod-Farer otele döndük size telgraf­ name gönderdim : "Bir rahatsızlık doi·ayısiyle Eskişehir Seminerine katı­ lamıyacam" diye yazdım. Hepinize samimi başarılar diledim. Doktor Bayram Gümüştepe takdimiyle Bükreş'e döneyorum. (Cu­ ma, 12.VI. 1989 saat 18.00'de) Latince bir tabire göre "Sic transit gloripı mundi" (dünyanın sonu böyle geçmekt.edir) . Her vakit sizi Bükreş'e dört gözle bekliyoruz. Biz yıpranmağa, ihtiyarlamağa başladık. Hayat budur. Yok ne yapacağım. Hepsi Tanrının emrine bağlıdır. Maalesef ve maatteessüf, hayat h epimi ze sınırlıdır. Son arzumuz şudur : nmt haya-

488

(40)


SAYI 316

1. Ü. NASRATTINOGLU

YIL XXVII

tımızı biraz daha (birkaç yıl) uzatmaktır. İmkan varsa gerek Eskişehir toplantısı ve . gerek Nasreddin Hoca hakkında program-tartışmalan ba­ na gönderin. Bunlar için de birer uzun- kısa tanıtmalar yazabilirim. Romanya tarafından dostumuz M.A. Ekrem katılacaktır ( ?) . Onu Bükreş'te derhal öğrenirim. Ama , dostumu?. D. Tanasoğlu ya da Baba­ oğlu katıldılar mı ? Bunu Bükreş'te de öğrrnernem ( ! ) . .. Maalesef bildfrmıiz de Eskişehir'de okunamadı. Buna rağmen eğer basılırsa çok memnun olurum. Bazı düzeltme-tespitler sonradan da ya­ pılırlar. Mektubumuza ek olarak 7-8 yapraklık bildirimizi gönderiyorum. Bundan başka bizim tarihçi Dr. Cemil Tahsin'in R-0manya'da son yıl­ larda yayınlanan Türkçe dergi ve kita.plar adlı makalesini de gönderi­ yorum. ( 13 S ) Türk Kültürü dergisi için olduğundan Sayın Prof. Dr. Şükrü Elçin'e gönderilmesini rica ediyorum. (Türk Araştırmalar Ensti­ tüsü Merkezi - Bahçelievler) . Müsaadenizle Dr. T. Cemil'in makalesine yeni bir not ekledim. (no. 18) . Anılan kitaplarımın dördünü İstanbul folklorcusu 1. Gündağ Kayaoğlu da sunmuşdu (Bk. Türk Folklor Bel­ leteni, 1, İstanbul 1986, s. ? ) . Son ricamız şudur : Dr. Tahsin Cemil'in Türk Tarih Kurumu'ndan . ı.a·uhabir üyeliği ( 1989-1) ve Prof. Mihail Guboğlu'nun Türk Folklor Ku­ rumunun onursal (şeref) üyeliği belgesi aynı zarfta olarak Bükreş'teki Türkiye Büyükelçiliğine gönderilsinler. Bu münasebetle belki törenle verirler. Saygılarımla. M. Guboğlu" Guboğlu'nun son mektubu aynen böyledir. Tarihi bir belge olduğu i�in noktasına ve virgülüne bile dokunulmamıştır. Mektupta adı geçen­ lerden M.A. Ekrem, Romanyalı Türk bilginlerinden Mehmet Ali Ekrem (Camay) 'dır. Maalesef Eskişehir'e o da gelememiştir ! D. Tanasoğlu ile Babaoğlu, eski adı ile Besarabya olarak bildiğimiz ve bugün S.S.C.B.' nin 15 Cumhuriyetinden birisi olan Moldavya'mn başşehri Kişinev'de yaşayan, Gagauz Türkü iki edebiyatçı-şairdir. Guboğlu ile müşterek dostlarımız olan Tanasoğlu ile Babaoğlu da ne yazık ki Eskişehir'e ge­ lemediler. ,. * ı• Tarih.;i-Türkolog Mihail Guboğlu, halen Moldavya-SSC sınırlan için­ · de bulunan Çadır şehrinde 1911 yılında doğou. İlk tahsilini doğduğu ka­ sabada, liseyi Bender şehrindeki Stefan Cel Mare adlı okulda tamamladı. Cerlnautsi Üniversitesi Edebiyat ve Felsefe Fakültesinde Tarih ve Dil eğitimi gördü . "Gagauzii in lumina istoriei (Tarihir Işığında Gagauzlar) " ('4 1)

489


SAYI 3 1 6

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

adlı tezi ile doktor oldu ( 1940 ) . Yaş şehrinde zamanın T.C. Büyükelçisi Hamdullah Suphi Tannöver şerefine açılan Türkiyat Enstitüsü'nde gö­ rev yatı. F. Babinger'in yanında bir süre çalıştı. il. Dünya Harbinden sonra Bükreş'teki Balkanoloji Enstitüsü'nde görev aldı. 19'48 yılından başlı yarak, Romen Akademisi'nin Tarih ve Felsefe Enstitüsü'nde Os­ manlıca dersleri verdi. Bugün Romanya'da Türkoloji ile meşgul olan bütün ilim adamlarının hocası M. Guboğlu'dur. 1963-1968 yıllan arasın­ da Akademi'nin Güney-Doğu Enstitüsü'nde çalıştı. 1968-1977 yılları ara­ sında da Bükreş Üniversitesi'nin Tarih Fakültesi'nde Osmanlı Tarihi ve Osmanlı Dili okuttu Burada çalışırken emekliye aynldı. Guboğlu, 1957 yılından itibaren Türkiyc'de ve dünyanın çeşitli ül­ ke1erinde toplanan milletler arası seviyedeki ilmi kongrelere katılarak sayısız tebliğler sundu . Sunduğu tebliğlerin büyük bir bölümü Türkolo­ ji ile ilgiliydi. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 50. yıldöniimü mü­ r.asebetiyle, Türk kültürüne hizmetlerinden dolayı ödüllendirilen Guboğ­ lu'na Türk Tarih Kurumu Muhabir Üyelik Folklor Araştırmalan Ku­ rumu da Şeref Üyeliği verdi.

Çok sayıda kitapları ve makaleleri yayımlanmış olan Prof. Dr. Mihaii Guboğlu'nun eserlerinden bazıları şunlardır : 1. Sultani Şimari dregatori Otomani ( Osmanlı Sultanları ve tleri Gelenleri "Erkan-i Devlet", Hrisovul, Vll. Bükreş 1947. 2.

Stud ile orientale in Uııiuııea Sovietica (Sovyetler Birliğinde!

Şarkiyat Araştırmaları) , 1948. 3.

Dimitrie Cantemir si İstoria İmperiului Ot-Oman temir ve Osmanlı İmparatorluğu Tarihi), 1957.

(Dimitri Can·

4. l'İnscription Turque de Bender Refative a l'ExpOOition de Soli man le Magnifique en Moldavie ( 1538-1545 ) (Kanuni Sultan Süleyman'ın Boğdan Seferiyle ilgi!i Bender'de bulunan Türkçe yazıt) 1958. 5.

Paleogr.afia si diplomatika Turco-Osmana (Osmanlı Paleogra­ fi ·ve diplomatik belgeleri) , 1958. 6.

Catalogul Documentelor Turce!;iti (Türk Belgeleri Kataloğu) ,

I Cilt 1960, il. Cilt 1965. 7. Dimitrie Cantemir Orientaliste (Şarkiyatçı olarak Dimitrie Can­ temir) 1961. 8.

İzvoare ııarative priviııd istoria Europei orientale .şi centrale/

1283-1683 (Doğu ve Merkezi Avrupa Tarihine ait Türkçe hik&ye kaynak­ ları). 1978. 490

(4:2)

·


ER.CiŞLl EMRAH ve AŞIK TARZI ŞİİR GELENEGI

Prof. Dr. Umay UUNAY

Her edebi gelenek, belli bir kültür birikimi, dünya görüşü ve inanç sisteminin, yaşama tarzının sanatkarlar tar::ıfından özümlenmesi ve eser­ lerine yansıması, edebi tarzda yaşanması ile hasıl olur. Aşık edebiyatı geleneği klasik şekli ile XVI. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Türklerin, ilk ve milli edebiyat gelenekleri olan Ozan-Baksı edebiyat geleneğinin ge­ niş manada değişen zaman zemin, inanç sistemi, dünya görüşü ve yaşama tarzının etkisiyle şekillenmesi sonucunda ortaya çıkmıştır. Bugünkü adıyla Türk Halk Edebiyatının, Anonim, Tekke, Aşık isimleriyle anılan üç kolundan biridir. Türklerin İslamiyeti kabul ettikleri IX. asırdan XIX. asrın sonlarına kadar süren, Türk-İslam medeniyet ve kültür dairesi içinde ortaya ko­ nulan eserlerin müşterek vasfını islami dünya görüşü teşkil eder. İsla­ miyet, dini inanışla beraber Arap-Fars medeniyet ve kültür unsurlarını da Türk kültür ve medeniyetine dahil etmiştir. Türk-İslam medeniyet dairesinde teşekkül eden bütün eserler şu kaynaklara dayanıyordu : Kur'an ve hadisler, peygamber ve evliya hikayeleri, tasavvufi eserler, Şehname başta olmak üzere Arap, Fars, Hint ( Farsçadan Türkçeye ak­ tarılan) edebiyatlarından tercüme ve adapte edilen çeşitli eserler ya­ nında yerli ve milli malzeme. Bu ortak malzemeden seçilenler, öğrenme tarzı ( sözlü veya resmi eğitim ve öğrenim) , tercih ve seçme sonucu ede­ biyata yansıyış şekilleri ile üslup farklı edebiyat tarzlarını meydana getirmiştir. Divan, Halk Edebiyatı ve bu edebiyatın Tekke, Aşık, Ano­ nim isimleriyle anılan ara bölümleri. Bu sebeble Divan, Tekke, Aşık ve Anonim edebiyat tarzlarında sergilenen dünya görüşleri, hayata bakış tarzları birbirlerine hiç bir zaman uzak olmamıştır. Belirgin fark, dil ve uslıipta, nazım şekillerinde, edebi türlerde ve sanatın icra töresi çer­ çevesinde olmuştur. Osmanlı döneminde her kesimden temsilci yetiştiren ve her kesim­ de dinleyici bulan aşıkların kültür birikimleri yukarıda sayılan kaynak· (43)

491


SAYI 316

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

lardan beslenmiştir. Kopuz eşliğinde eserler veren ozanlar, Osmanlı kül­ tür ve üsfıbu içinde aşık-şair tipine dönüşmüştür. Türk tarihi hayatı içinde önemli yer tutan

şamanlığa gırış mera­

simlerinin, İslamiyetin kabulü ve yeni yaşama tarzının tesirleri altında kompleks rüya motifi haline dönüşmesi, ozanların aşık kişiliğine bürün­ melerine yardımcı olmuştur ( 1 ) . Maddi veya manevi bir sıkıntı sonunda çoğunlukla kutsal sayılan bir yerde uyku ile uyanıklık arasında görülen bu rüyalarda pir elinden içilen b a de veya yenilen bir gıda maddesi ile sade kişilikten sanatçı ki­ şiliğe ve kamil insan mertebesine ulaşıldığına inanılmaktadır. Aşık adayı, irticalen şiir söyleyebilme, saz çalabilme gücünü, dünyevi ve ilahi aşkı, İslami hilgileri bu rüya vasıtasıyla kazanmaktadır. Ercişli Emrah da aşık edebiyatının bir temsilcisidir. Bu geleneğin öngördüğü bütün şartları yerine getirmiştir. Onun, Ercişli Emrah ile Selvihan hikayesinde yer alan rüyası (2) şöyledir : 1.

Hazırlık Safhası :

a. Aşık Ahmed'in Emrah isminde ondört yaşlarında bir oğlu var­ dır.Emrah babasıyla saz meclislerine gider. b. Saz meclisine gittikleri Miloğlu Ahmed bey, Emrah'ın babasına bakışından saza ve ::ıöze alaka duyduğunu anlar. Baba ile oğulun kar­ şılıklı çalıp söylemelerini ister. Aşık Ahmed, oğlunun o güne kadar eline saz almadığını söyleyerek müsaade vermek istemez. Miloğlu Ahmed bey, Emrah'a kendi bağlamasını verir. Emrah, sazı eline alır, tezeneyi sazın teline nasıl vurursa 12 tel birden kopar. Emrah öyle dalmıştır ki tellerin koptuğ·unu farketmeden sazın küpüne tezeneyi çalar durur. Babası Aşık Ahmed ; "Senin gibi hayırsız evlad olacağma olmasa idi, ben sana de­ medim mi usul usul tellere dokun. Niçin bu telleri kırdın ?" diyerek Em­ raha bir sille vurur. Emah ağlayarak meciisten çıkar. c. Emrah ağlayarak köyün dışına çıkar, orada bulunan bir çeşme­ den ağzının kanını yıkar, abdest alır. Çeşmenin arkasında başını toprağa koyar ve şöyle dua eder : "Ey yokları var eden Allah, onsekizbin alemin, herkesin muradını döne döne veren, herkesi bir mesleğe yetiren sen, ya bana sevda, bilgi ver, ya hurda emanetini al." ( 1 ) Umay Günay, Aşık Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya Motifi, Ankara 1986. ( 2 ) Muhan Bali, Emrah ile Selvtban HlkAyesi, Ankara 1973. ( Aşık İshak K emali ıivayeti s. 102-108 ) .

�92

(44)


SAYI 316

il.

U. GÜNAY

YIL

XXVII

Rüya :

a. Ernrah doğruldu, ak sakallı Hlz. Piri gördü. Pir sordu : "Ne ağlıyorsun, ne oldu sana ?" Emrah : "Baba ağladığım bu ki hem cahilim hem de gafilim. Babam beni ne bir mektebe ne bir ilme koymadı. On­ dört yaşıma girdim ama hiç bir şeyden haberdar değilim. Bunun için ağlarım." Pir : "Pekiyi ne istiyorsun yavrum." Emrah : "Bilgi ve ilim istiyorum, ben de bir mecliste bir cevap söyliyeyim." b. Pir : "Bak oğlum, Cenabı Hak sana o kadar bilgi o kadar da ilim nasip etmiş. Şu elimdeki fincanın içinde üç kısmetin vardır oğlum. Albirinciyi, kendi birdir adı bindir, seni, beni kainatı yaratan bir Allahın aşkına nfış eyle." Emrah, ihtiyar pirin elinden birinci yeşil fincandan içti, 366 damarı birden tutuştu. Pir eli kudret gölü doldurdu : "İkinci yeşil fin('anı al, ikinci nasibin üçler, yediler, kırklar aşkına nfış eyle." dedi. Emrah ikinci yeşil fincandan da içti. Pir eli kmitet gölü, üçüncü fincanı da doldu rdu : "Bunu da Miloğlu Ahmed beyin kızı Selvihan �kına nfış eyle" dedi. c. Pir, kolunun arasından Selvihan'ı Emrah'a gösterdi. Emrah, kızı tutmak için uzandığında bunun bir hayal olduğunu anladı. O zaman pı­ narın arkasında kendini yere vurdu. Ağzından yeşil köpük 'geldi. Uyanış :

III.

�ık Ahmet, Emrahı ararken onu çeşmenin arkasında ağzından ye­ . şil köpükler gelirken baygın halde bulur. Aşık Ahmet, oğlunun pir sillesi, pir pençesinden çıktığını anlar. Sazının sarı teline dokunur, Emrah sıç­ rar, kiılkar. XVII yüzyıl saz şairlerinden olan Ercişli Emrah'ın açık hayat hika­ yesini nakleden kaynaklar mevcut değildir. Ercişli Emrah'ın hayat hi­ kayesini, adıyla anılan "Emrah ile Selvihan Hikayesi"nden ve yardımcı kaynaklarla beraber, onunla ilgili rivayetlerden hareketle tesbite çalışı­ yoruz ( 3) Eldeki kaynaklara göre şimdilik kaydıyla, adıyla anılan hikaye Ercişli Emrah'ın hayat hikayesine büyük bir benzerlik ve yakınlık gös­ terınekteC.ir. Bu bilgigler ışığında Ercişli Emrah'ın hayat hikayesi şöyle özetlenebilir : Ercişli Emrah, doğum ve ölüm tarihleri bilinmemekle be­ aber XVII. yüzyılda yaşamış, Karakoyunlu bir aşıktır. Dört ' veya altı yaşında geldiği Erciş'te büyümüştür. Bu sebeble Erciş'li ve Vanlı Emrah •

( 3 ) Muhan Bali, Emrah lle Selvihan Hikayesi, Ankara 1973. Doç. Dr. Saim S aka­ oğlu, Ercişli Emrah, Ankara 1987.

(45)


SAYI 316

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

olarak anılmıştır. Kendisini ve mensubu olduğu milletimizin değerlerini aşağıdaki şiirde kendine has bir üslupla dile getirmiştir. Merhamet kıl hanlar öldürme bizi Feleğin devrinde amanımız var Pir elinden bile badeler içtik O yarman ahdipeyman1mız var O yar menim elde küllü varımdır

Namusumdur gayretimdir arırr.dır Alem bilir Selbi menim yarımdır Bizim Şah Abbas'tan fermanımız var Kayguya kanığıh kargıştan beri ölüınnen aervasız dönmenik geri Gönülde yattıkça gül üzlü peri Bizim bu zahmanda seyranımız var Man Emrah dieller Karakoyunlu Namertler içinde yigit uyunnu Kaz kimi pısmanıh erkek boyunnu Biz Türk'ük Türklükten dermanımız var (4) Gerek adıyla anılan halk hikayesinde tesbit edilen rüya motifi gerek­ se zikredilen şiirdeki ifadesi, Ercişli Emrah'ın badeli aşık olduğunu doğ­ rulamaktadır. Emrah'ın babası, zamanının tanınmış ve geleneği iyi bilen ve uygulayan saz sairlerinden Aşık Ahmed'dir. Ercişli Emrah, babası Aşık Ahmed'in saz meclislerinde büyümüştür. Gerekli bilgileri dinleye­ rek ve gözleyerek elde etmiştir. Teşvik görmediği ve uygulama fırsatı verilmediği için kendine güveni yoktur. Pek çok aşığın biyografisinde gördüğümüz gibi aşıklık sanatını icra etmeye başlamak ve sevdiği kızı açıklamak için bir fırsata ihtiyacı vardır. Kompleks riiya motifi, bu mo­ tivasyonu sağlamaktadır. Evlerinde misafir oldukları Miloğlu Ahmed beyin kızı Selvihan'ı, Emrah rüyadan önce görmüş olmalıdır. Ancak şiir söyleme isteği gibi bu kızı 'beğendiğini de söylemesine gelenekler elver­ memektedir. Emrah rüyada, pir elinden ruhsat almıştır. Bundan sonra çevresine, en önemlisi usta saydığı babasına kendisini ve sevdasını ka­ . bul ettirmiş ve onlardan yardım almayı başarmıştır. ( 4 ) Doç. Dr. Saim Sakaoğlu, Ercişli Emrah, Ankara 1987,

s.

113.

(46.)


SAYI 316

U. GÜNAY

YIL XXVII

Aşıklar, çoğunlukla rüyadan uyandıktan sonra gördükleri rüyayı ve rüya ile kazandıkları mertebeleri bir deyişle anlatırlar. Emrah'ın böyle bir deyişi tesbit edilememiştir. Emrah'ın şiddetle aşıklık istemesinin se­ bebi, Miloğlu Ahmed beyin saz meclisinde habası Aşık Ahmed'in Emrah'ı küçük görmesidir. Hikayede Ercişli Emrah kendisine gelir gelmez, ba­ basına hitaben söylediği şu dörtlük Diz vurdum yerlere, sürdim üzümi Eğer aşk ehlisen al bu sözümi Evvelce Resulün cemal üzüni Diz çöküp de evvel gören kim idi ( 1 ) aşık fasıllarının bağlama-muamma bölümlerinde yer alan bilgi v e sanatı birarada sınayan şiirlerdendir. Ercişli Emrah aynı dörtlüğü, Isfahanlı Aşık Abbasa da yöneltmiş ( " ) , babası gibi Aşık Abbas'dan da cevap ala­ mamıştır. Aşık Edebiyatı geleneği bir kişinin iyi ve başarılı 8.şık oldu­ ğunu kabul etmek için aşık fasıllarına katılmasını ve bu fasıllarda ba­ şarılı olmasnı gerekli kılar. Emrah,kendisini babasına kabul ettirdikten sonra, Tebrizli Mert Cebbar, Horasanlı Lezgi Ahmed ve Isfahanlı Aşık Abbas'la karşılaşmıştır. Bu fasılların tamamı tesbit edilmiş olmakla be­ r�ber, özellikle bağlama muamme ve askı muamma bölümlerinin var­ lığı, Ercişli Emrah'ın başarısının belgelenmesi açısından dikkat çekicidir. Doğu Anadolu Bölgesinde Aşık fasılları şu bölümlerden oluşur : Hoşla­ ma, merhabalaşma gibi isimlerle anılan giriş bölümünde, aşıklar dinle­ yicileri selamlamak ve hoş geldiniz demek için çok kere "hoşgeldiniz", "safa geldiniz", "merliaba" gibi rediflere bağlı ayaklarla karşılıklı söy­ ledikleri koşma dörtlükleri veya ayrı ayrı söyledikleri divani'ler yer alır. Hatırlatma, canlandırma denilen ikinci bölümde aşiklar kendilerinden önce yaşamış ve sevilen aşıkların deyişlerini sıra ile söylerler. Eu

ilk iki bölümün farklı olduğu fasıllar da vardır. Bazı 8.şık fasıl­

ları!lda ev sahibi durumunda olan aşık ilk ayağı açarak 15 heceli bir cfr·:ı.ni ile misafir 8.şığa hoşgeldin der. Misafir 8.şık, ev sahibinin deyişine

Ü<; kıbi.lık 15 heceli bir divani ile cevap verir. Bundan sonra her iki aşıh sıra ile üçer kıtalık birer tecnis (yedekli koşma-cinaslı ) ve birer güzelleme (11 heceli, düz ayaklı, bir kişinin veya yerin güzelliğinden bah­ seden ho5ma) söylerler. ( 5 ) Muhan Bali,

Emrah ile Selvihan Hilfüyesi, Ankara 1973.

( Aşık İshak Kemali

rivayeti, s. 1 08 ) . (6)

(47)

a.e.,

s.

131.

495


SAYI 316

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XX.Vll

Tekellüm, aşık fasıllarının en geniş ve en c;;ok hüner isteyen bölü­ mUdür. Koşma dörtlüklerinin pay:aşılarak sıra ile karşılıklı olarak �e­ ş�tli konularda ve çeşitli ayak düzenlerine uyularak daha çok yarl§ma psfifolojisi ile yapılan karşılaşmalar bu bölümde yer alır. Bu bölüm ken­ cii içinde yedi gruba ayrılmakla beraber, her fasılda yedi grubun her bi­

r:nin yer alması şart değildir. Tekellüm bölümünün ve 8.şık fa.sılla.rııı:n en önemli ve yar�malarda vazgeçilmez kısmı "bağlama - muamma" dır. [;.u bölümde iki a�ık birbirini dini-tasavvufi ve islami menkı·beler ko­ nularında imtihan ederler. Bu bölümde kafiyesi az olan ve zor ayak de­ r.ilPn kafiyelere de baş vurulur. Bağlama-muamma bölümünde &şıklar birbirlerini hem bilgi hem de sanat yönünden zorlarlar. Bağlama veya muamma adlarıyla da anılan bu bölümde 8.şıklardan biri di�erine soru sorar, ikinci aşık birinci aşığın açtığı ayağa bağlı ola­ rak sorunun cevabını taşıyan bir dörtlük söyler. Dörtlük sayısı kısıtlı olmadığ, gibi ikinci aşık, birinci aşığın sorusuna cevap verdiği dörtlük­ te karşısındakine soru da yöneltebilir. Birinci aşığın soruları bitip hep­ ıd doğru olarak cevaplanmışsa o zaman ikinci aşık yeni bir ayak açarak kmdisini sorguya çekmiş olan aşığı imtihan eder. Bazı aşık karşılaşmaları, yalnızca bağlama-muamma tarzında da ya­ pılabilir Ercişli Emrah adına kaydedilen karşılaşmalar bu niteliktedir. Emrah'ın , Selvihan ile ve diğer vesilelerle söyleşmeleri aşık fasılları dı­ . ında aynca değerlendirilmesi gereken sistemli deyişmelerdir. Ercişli Emrah, önce babası Aşık Ahmed ile karşılaşmış ve ona şu �·Jı·uları yöeltmiştir : Hovatın bağları çoktur, en yahşisi hangisi ? · Üç yüz altmış altı dalın bir hanesi ha�isi ? "M" harfini nıiş edenler çekerler dad u ahı Peygamber ki zuhur etmiştir anası hangisi ? Baktım aya gördüm elif, seyreyledim semayı, Kuruldu mizan terazi, bil tarttılar günahı, Halil İbrahim Peygamber ne gün yaptı · Kabeyi ? Mizan burcunun binası ve mihrabı hangisi ? Dertli Emrah bu sözlere ağlayıp ta kanasın Nazlı yardır çam çırağın sen ona pervanesin . 'Sen bu aşkın dolusunu nıiş edip te kanasın Kailim mim nun kitabının manası hangisi (') 496

(�)


U. GÜNAY

SAYI 316

YIL XXVII

Divani türünde söylenmiş bu bağlama - muammanın çözümü ebced.le ve islimi mrnkıbe ve olaylan bilmekle mümkündür. Ercişli Emrah'ın babası �ık Ahmed bu birikime sahip olmadığı için bunlara cevap bulamaz ve "Emrah'ın sözleri arapça, Türkçe danışsın" der. Bunun üzerine Emrah, babasına 11 heceli 3 taneli bir koşma ile soru yöneltir : Avcı idim gezeridim sahrada Göründü gözüme üçtür ne idi ? Ol kim idi torun attı deryaya Çıkardı kenara üçtür ne idi Avcı idim gezer idim bu dağı Üçyüz altmışaltı dalın budağı Çek sineme bu düğünü, duvağı, On iki · bent üzre üçtür ne idi ? Emrah der ki gönül haraptır harap E:renler elinden içmişim şarap Verende ruhunu ol Ebültrap Ali'yi götüren söyle ne idi (8) Aşık Ahmed, bu dörtlüklere de cevap veremez ve ,oğlunun "daha türkçe söylemesi"ni ister. Emrah koşma türünde iki dörtlük daha söyler, ba­ bası cevap veremez. Burada, babanın oğlunu arapça söylüyor, Tü'rkçe söylesin şeklindeki ikazı dikkat çekicidir. Aşık fasıllarının gerekli kıl­ dığı bilgi birikimini ve Osmanlıca ifadelerin yoğunluğunun yadırgandı­ ğını ifade etmektedir. Aşık fasıllarının XVII. asırdan önceki örnekleri­ nin bulunması bu konuya açıklık getirebilir, kanaatindeyim. Emrah ve çağdaşlarından önceki dönemin fasıllarının uygulama ve bilgi birikim­ lerinin ne olduğ'Unu bugün söylemek mümkün değildir. Ercişli Emrah, babası Aşık Ahmed'den sonra, zamanının güçlü aşıklarından olduğu rivayet edilen Mert Cabbar'la Tebriz'de karşılaşır. Mert Cebbar da Emrah'ın sorularından hiç birine cevap verememiştir (�) . E-�rah'ın üçüncü karşılaşması, Hor:asan'da Lezgi Ahmed isimli saz şairi ile olur. Bu karşılaşmada ilk sözü Lezgi Ahmed almış, önce Emrah'ı ( 7 ) a.e., s. 263.

( 8 ) a.e., s. 264. ( 9 ) a.e., s. 265.

'(49)

497


T Ü R K

SAYI 316

K Ü L T Ü R Ü

YIL xxvıı

o imtihan etmiştir. Emrah bütün sorulara cevap vermiştir. Konuya açık­ lık getirmesi ve bir aşığın neleri bilmesinin gerekli olduğunu gösterme · si bakımından örnekleri aynen veriyoruz : Dinle bu sözümü ey 3.şık Emrah, Evvel o kim Sina'ya geldi Niçin dara düştü Hazret-i Havva O nice melektir Havva'ya geldi ? Dinle bu sözümü ey Lezgi Ahmed Adem halk olup Sina'ya geldi Habil darda idi Hazret-i Havva Semai melektir Minaye geldi Ol kimdir ki Ol kimdir ki Ol kimdir ki Nur güzellik

gece gündüz telaşta t'llşelendi ağaçta taam geldi Miraç'ta hangi kimseye geldi ?

Biz adem oğluyuz hergün telaşta Zekeriya tuşelendi ağaçta Mustafa'ya taam geldi Mira�/ta Nur güzellik Yusuf Zelihaya geldi Lezgi Ahmed özün saldın cefaya Bütün emeklerim gitti havaya Nedir ol Davud'a, nedir Musa'ya Ol nedir ki Hazret-i tsa'ya geldi ? Aşık Emrah özün salıp sevdaya Çok şükürler olsun gani Hudaya Zebur Davut'adır Tevrat Musa'ya Oİ İncildir Hazret-i !saya geldi (1o ) 11 heceli koşma dörtlükleriyle Emrah da Lezgi Ahmed'e soru yöneltir.

Lezgi Ahmed bu sorulara cevap veremez. Geleneğin ön gördüğü tarzda Emrah sorularının cevaplarını kendisi verir. ( 10 ) a.e.,

498

s.

266.

(50)


;SAYI 316

YIL XXVII

U. GÜNAY .

Dinle bu sözüm ey Aşık Ahmed Ol nedir ki hare gider .,yolu var Ol nedir ki insan ile dolanır Tapa bilmez anın fendi filli var

. ..

Dinle bu sözümü ey Lezgi .Ahnıed O dünyadır hara gider yolu var o şeytandır adem ile dolanır Tapa bilmez anın fendi fiili var Ol nedir ki boyanuptur boyaksız Ol nedir ki yola gider ayaksız Ol :iıedir ki doğar elsiz ayaksız Kırk gün sonra bakarsın eli var Zağfrandır boyanuptur boyaksız O ölüdür yola gider ayaksız Kurbağadır doğar elsiz ayaksız Kırk gün sonra bakarsın ki eli var ·

Ol nedir ki her dem her dem alalar Ol nedir ki el değmemiş yaralar Ol nedir ki dindiğinden paralar Ol nedir ki kanadında alı var Ol göktür ki herdem herdem alalar Gönüldür ki el değmemiş yaralar Yarasadır dindiğinden paralar Kelebektir kanadında alı var (11 ) Kanaatime göre bu son soru ve cevaplar askı-muamma bölümüne aittir. Çünkü askı şeklindeki muammalar daha çok anonim bilmece ka­ rekterindedir. Soruların cevaplan canlı veya cansız cisimlerdir. Bağla­ ma grubuna giren muammalar ise iki 3.şığın birbirinin bilgisini ve sa­ nabndaki hünerini yoklama esasına dayanmaktadır. Aşık fasılalarında berabere kalan aşıklar son olarak askı-muamma tarzında yarışırlar. Ba­ zen yarışma ve fasıl askı-muamma ile de başlayabilir. Ancak Emrah, Lezgi Ahmed'in sorularını cevaplamıştır. Lezgi Ahmed de Emrah'ın so(11) a.e.,

'(51) • I

ıı.

267 .


T Ü R K

SAYI 316

K Ü L T Ü R Ü

YIL .xxvn

rulannı cevaplamış olmalıdır. Sonuçta elimizde mevcut olan bu askı­ muamma dörtlükleriyle Emrah'ın g3.lip geldiği düşünülebilir. Klisik ede­ biyatta da örnekleri bulunan, "ol nedir kim" ibaresi ile başlayan lugaz­ larla askı-muamma arasında yakınlık sözkonusudur. Erciş'li Emrah, da­ ha önce babasını yenmiş olan Aşık Abbas'la lsfahan'da karşılaşır. Ona yönelttiği ve cevap alamadığı dörtlükler bağlama-muamma tarzında­ dır (12) . Aşık fasılları, iki aşık berabere kaldığı takdirde tatlıya bağla­ nır, medhiye ve uğurlama bölümleri ile sonuçlanır. Kaynaklarda Erciş'li Emrah'ın bağlama-muamma ve askı-muamma tarzındaki karşılaşmaiarı verilmiş ve Ercişli hep galip gelmiştir. Bu sebeple medhiye uğurlama -

bölümlerine ait malzeme tesbit edilememiştir. Ercişli Emrah, Aşık tarzı şiir geleneğinin ön gördüğü, kompleks rüya motifi ve aşık fasıllan ile bilgi sınama şartlanm yerine getirmiş ve adına hikaye tasnif edilmiş veya etmiş başarılı bir saz şairidir. Ercişli Emrah'ın ve ç ağdaşlannın şürlerinden hareketle XVII. yüz­ yılda bu edebiyatı 9ekillendiren Türk kültür birikimini, islimi inanç sis

­

teminin heterodoks akıma yansıyan şeklim ve değerler sistemini tesbit etmek mümkündür. Bu tesbitler için a�ık edebiyatında muhteva tah� }illerinin yapı.iması gereklidir.

( 12 ) a.e.,

s.

268.

(52)


tfOCAM MEHMET

KAPLAN Ş, K. SEFEROGLU

Biz, Atatürk Ün ıversitesi'nin ilk öğrcı.cileri,

büyük çoğunluğumuz

yöremizin küçük şehir ve kasabalarından gelmiştik. Ben, ilk kaloriferli binayı ·E'}rzurum'da görmüştüm. Diğer arkadaşlarım gibi, öğretmen ola­ rak ilk profesörü de burada tanıdım. Kaplan Hocam, o sıralarda, Üni­ versitemizin birkaç Türk profesöründen 'Jirisiydi. Üniversitemiz dediy­ sem, o günlerde sadece Ziraat ile Fen-Edebiyat Fakültelerimiz vardı. Türk profesörü dedim ; zira, Üniversitemizde bir de Nebreska grubu ho­ calarımiz vardı... Geriye dönüp bakınca yıllar ne çabuk geçiyor. Bu yıl üniversitemizin 32 nci kuruluş yıldönümünü kutlayacağız. Biz

mezun

olalı, meğer çeyrek asır olmuş ...

O yıllarda, ben güzel sanatlarda okumayı arzu ediyordum ama ol­ madı. Ziraat öğrenimi gördüm ! .. Üniversiteye girdiğim

dönemde,

em­

sallerime göre, edebi birikimim daha iyiydi. Kaplan Hocamın derslerine de özel ilgi duyuyordum. Rahmetli. Fen-Edebıyat Fakültesi'nin Dekanı ve her iki fakültenin yegane Edebiyat Hocası idi. Şimdi nasıl bilmiyorum ama, o dönemlerde Ziraat Fakültesi öğrencileri de Edebiyat-Kompozis­ yon dersi alırdı ve en mutlu geçen derslerdi onlar. Mezun olduktan sonra, biz ziraatçılar bile,

edebiyat derslerinde geçen hatıralarımızı anudık.

Bunu, Kaplan Hocamın sıcak nefesine borçluyduk. Hocamla ilk ahbaplığımız, Allah'ın sıfatlarının geçtiği bi>r derste ol­ du. O ders saatinde, üst-üste söz almıştım ; sonra zil çaldı. Koridor bo­ yunca hocamla aynı konuda konuştuk. Hoca bir ara bana ismimle hitap etmeye başladı ; tanımıştı beni. Allahım bu ne mutluluktu ; şimdi bile o anı hatırladıkça aynı heyecanı ve mutluluğu duyuyorum. Ne müthiş bir andı.. Kaplan Hoca, öğrencisine ismi ile hitab ediyordu. Ve o öğrenci bendim. Edebiyat-Kompozisyon

derslerimiz, yanılmıyorsam, haftada iki sa·

atti. Bazan şiir okurduk. Herkes güzel şiirler bulur, getirfa- sınıfta okur· du. Ben de, Edgar Allan Poe'den "Güzelim Annabella"yı okumuştum. Se-

(53)

501


SAYI 31fl

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

sim çok yavaş çıkıyordu. Neden bilmiyorum, sanki daha yüksek sesle okusam tılsım bozulacaktı. Arkadaşlarım, "ses ver" diye takılıyorlardı. Hocam, "Bu şiir bu tonla okunursa güzeldir" demişti. Daha sonra, "Gü­ zel şiir yazmak ve güzel şiir okumak kadar, güzel seçilip iyi okunmuş şiiri belirlemek de önemlidir. Sizler iyi dinleyicilersiniz" diyerek gönlü­ müzü almıştı. Yıllar sonra Hocamın bu tür övgüleri, bekar sofralarımızın sık sık tekrar edilen güzel sözleri olmuştur. Hocam ile aramızdaki yakın dostluğun kurulmasına yaptığım bir ödev sebep olmuştu. Yaklaşık, yirmi sahifelik bir hikaye yazmıştım. İs­ mi "Allahın Dediği Olur" idi. Bu hikayede, Ankara Üniver�tesi Ziıraat Fakültesi'ni kazanamayınca duyduğum acıyı anlatmıştım. Vitrin camla­ rında perişan halimi görüyordum ; parkta .ığlıyordum ; Amerikanvari yü­ rüyen askerlerimizi görüyor, bozuluyordum. Nihayet, traş olmak için girdiğim berberde, aynanın !üzerindeki, "A.llahın Dediği Olur" yazısını okuyor ve teselli oluyordum. Hiç unutmam, bu yazımda nüfus ile nüfuz. kelimelerinin fark,lıl:ı;ldarını [bildiğim halde karışbrmıştım. Ama hocam yazımı beğenmiş ve üzerine, "Uğraşırsan, başarılı bir Türk hikayecisi olabilirsin" diye yazmıştı. Unutulacak şey miydi bu. Ortao!rnl'da bütün sınıfa resim yapan Yaşar, artık bütün arkadaşlarının kompozisyon ödev�, terini yapıyordu. Kompozisyon dersi ödevlerinden ikincisi, Hocamın sevgisini iyice ka�. zanmama yetmişti. O ödevimde ben, bir cenaze evinde duyduklarımı aı:;ı­ latmıştım. Adetlerimizle ilgili uygulamayı orada mantık süzgecimden geçirip, olup bitene cevap arıyordum. Bazı uygulamalara da tepki göste­ riyordum. Mesela, iki çocuğu il� dul kalmış fakir cenaze evi, ilk üç gün üst üste, sonra yedinci gü,nde çevreye yemek vermek durumunda idi. Bunu yarı kırkı ve kırkında vereceği yemek izliyordu. ölü evinin yakın7 ları kesilip ikram edilmesi için hayvanlar getirmişlerdi. Bu . arada diğer yiyecekler de ölü sahibi mahçup olmasın, ikram edebilsin, diye getirilmiş­ ti. İkramlardan sonra iki yetim ve bir dulun aç kalacağını biliyotduk. Be­ nim bu olayı yaşadığım Ortaokul yılları idi. Çocukça da olsa, onliırın' du� ' rumu, benim olup bitene isyan etmeme yol açıyordu. ölü evi, Kars'ın 'iki: üç köy ötesindeki Camçavuş Köyü idi. Biz, rahmetli annem ve akrabadan bir hanım ile oraya fayton ile gidiyo.rduk. Yol bciyunca, ölü evinin gele�' ceği konuşuluyordu. Ben daha çok, çocuk dünyamda, çevreyi gözetlemek­ le meşguldüm. Tabiatta çeşitli hayvanlar, bitkiler görüyor ; bunlanıi ' 1ıer hareketi ile ölü veya ölü evinin duyguları arasında bağ kuruyordum. Duygu ve düşüncelerimi, adeta çevremde yol boyunca gördüklerim.i ka�: nuşturarak dile getiriyordum. ödevimi meydana getiren ikinci hikaye de502

(54)


SAYI 316

Ş. K. SEFEROGLU

YIL XXVII

nemem bu idi. Kaplan Hoca, şimdi adını hatırlayamadığım ünlü bir hi· kayeciyi tanıyıp tanımadığımı sormuştu ; bu tarz, ona aitmiş ; bu tarzı iyi kullandığımı söylemişti ; öğünmüştüm. Benim bu tür denemelerim ve Hocanın yaptığım çalışmalara ilgisi, aramızdaki bağı her geçen gün daha da güçlendirmekteydi. O sıralarda, hem Cumaya giden ve hem de alkol alanlar grubundandım. O dönemde, Milliyetçi ve Atatürkçüler vardı. Ben ve birkaç arkadaşım Atatürkçü mil­ liyetçilerdendik. Birgün, fakülteden çıkmış, yemekhaneye gidiyorduk. Fa­ külte binamız, bizden evvel Ortaokulmuş ; yemekhanemiz de, bizden sonra Erzurum Belediye binası oldu. Aralarında epey mesafe vardı. Biz, öğrenci grubu halinde, ikili, üçlü yola düşmüşken Kaplan Hoca, faytonla arkadan yetişti ; beni ve yanımdaki arkadaşımı arabasına aldı. ölçülü olmak için Hoca sormadan konuşmuyorduk. Mumcu Ca.ddesi'nden inerken ; "Hocam, bir tarafımızda 18. asrın, bir tarafımızda 20. asrın mimarisi.. . Erzurum birkaç asrı ·bir arada yaşıyor" deyivermiştim. Bunun üzerine hoca da ; "Epey sustun ama, güzel bir açıklama yaptın ; bu değerlerimizi, modern­ leşmeye çalışırken yitirmemek zorundayız" demişlerdi. Günler geçerken, Kaplan Hoca ile ortak hatıralarım da artıyordu. Hocamız, Üniversite bir dergi çıkarsın, diye düşünmüşler, bu işle ilgile­ nebilecek birkaç arkadaşın ismini, belirli günlerde yaptığı konuşmalarla dikkati çeken bir arkadaşımıza vermiş!erdi. Bu birkaç kişinin içinde, ben de vardım. Ne yazık ki biz o dergiyi çıkaramadık ; yazılarımız da ne oldu, bilmiyorum. Ben, dergi için hazırladığım hikayede kopya çektiğim biil" derste, duyduğum ızdırabı anlatmıştım. Nebraska grubundan Amerikalı bir · profesörün dersi idi Kompozisyon derslerini de yaptığımız sınıfta, kürsü arkasında, Atatürk'ün resmi vardı. Başımı kaldırsam, sanki, re­ simdeki Atatürk'le göz göze geliyordum. Onun bakışlarından bir türlü kendimi kurtaramıyordum. Resimdeki Atatürk, gözleriyle bana ; "Sen kopya Çekerek sınıf geçmeyi çıkar yol olarak bulduğun sürece, bu sı­ nıflarda, Amerikalılar daha çok ders verirler. . . yazıklar olsun" diyordu. Sonra, duyduğum hicap ve acıya dayanamıyor, Amerikalı profesöre gi­ dip kopya . çektiğimi, hana sıfır vermesi gerektiğini söylüyordum. Dersin hocası buna karşı, bana bazı açıklamalar yapar, imtihanıma devam et­ memi söyler ama ben yinede dersten çıkmış oluyordum... Kaplan Hocamı ilk üzdüğüm gün, sınıfın kelime bilgisini ölçtüğü gün olmuştu. O ders, Hocamız, yirmi-otuz kadar Osmanlı Türkçesi'nden keli­ meyi sınıfa yazdırmış ; karşılıklarını günümüz Türkçesi ile vermemizi is­ temişlerdi. Ben de epey cevabı karşılamıştım. Ancak Hoca, tatmin olma-

(55)

503


SAYI 31'1

T Ü R K

K 'Ü L T 'Ü R 'Ü

YIL xxvn

mştı. "Güvendiğim dağlara kar yağdı" diyordu. O dağ bendim ; Hocam rahatlıkla kelimelerin hepsini bilebileceğimi ummuştu. Hoca üzüldü ; ho­ cayı üzmüş olduğum, ümidini boşa çıkardığım için ben de çok üzüldüm. Sonra hocamızın bu imtihadan çıkardığı sonucu, yani acı gerçeğimizi, nesiller arasındaki dil kopukluğu felaketini, makale olarak yayınladığını duydum. O, her fırsattan, Türk Milli kültürüne katkısı olabilecek sonuç­ lar çıkarırdı. Kaplan Hoca beni etkilemiş, adeta büyülemişti.. Hani Edebiyat hocalarının beğendiği yazarlığa özenen gençler va·r­ dır ya, ben de Kaplan Hoca'nın teveccühüne mazhar oluyordum. Üstelik Kaplan Hoca, bu sahanın tam otoritesi idi. Ne yapmalıydım ? Tabii ben de büyük bir şevkle teneffüs saatleri dahil, "İnciler" döktürüyordum. Bu arada, yazılarımın değişik yayın organlarında çıkmasına gayret ediyor­ dum. Hayatını okuduğumuz ünlü yazarların ilk yıllarında hissediyordum kendimi. İlk yazılarım kendi adımla, 1959-60'larda Erzurum'un Hürsöz Gazetesi'nde çıkmaya başlamıştı. Daha sonra askerken, "Mümine yazı" mahlasını kullandım. Marifetmiş gibi ben de takma adı bıraktıktan bir süre sonra, birisinin aynı isimle yazdığını basından öğrendim. Sonraki yıllarda da takma isimden kurtulamadım. Bir gün, gazetede çıkan yazılarımdan ()İrini gören Kaplan Hoca, beni kalmakta olduğu Mumcu'daki misafirhaneye çağırdı. Birlikte konuşmaya başladık. Sohbeti koyulaştırdık. Ona, aşklarımı dahi anlattım. Bir psiki­ yatris gibi, dikkatle beni inceliyordu. Yı1l4r sonra, o günleri daha iyi anlamaya başladım. Bana, yazacağım yazılan •yayınlamamamı, ileride üzülebileceğimi, şimdilik yazıp hatalarımı görmeye çalışmamı, ciddi eser­ ler okumaya devam etmemi, çok yazan kimselerin düşünmeye vakit bu­ lamayacaklarını, ileride yazmaya vaktimin olacağını, hatalarımın ve ek­ siklerimin basılı döküman haline gelmeden evvel olgunlaşması gere.kti­ ğini söyledi. Hakikaten, "Bu yazıya artık virgül bile eklenmez" dediğim yazılarımı bir ay geçmeden, "Aman Allahım, bunu ben mi yazmışım" diye mahçubiyet duyduğum o günleri, kimi zaman hala yaşıyorıum. Bir gün Kaplan Hoca, beni, gece saat 10.00'da Üniversite Kütüpha­ nesi'nde küçük bir Amerikan hikayesini tercüme etmeye çalışırken gör­ dü. Gerçek yabancı dil bilgisinin ne olduğunu yıllar sonra anlayınca, şim­ di, o zaman ne kadar komik duruma düştüğümü düşünüyorum. Hocanın yanında, Bakanlıktan bir yetkili vardı. Beni, o zata, överek tanıttı. Be­ nim için, "İftihar ettiğimiz öğrencilerimizden" demişlerdi. Yine bir gün Kaplan Hoca'nın Mumcu'daki evine gitmiştim, Artık bu ziyaretlerim sıklaşmıştı. Haftada bir, on günde bir Hoca'nın Mum(56)


SAYI 316

Ş. K. SEFEROGLU - -- --

-

YIL XXVII

--- ----- ----- --·

cu'daki evine gidiyordum. Yazdıklarımı kendisine okuyordum. Yazdık­ larımdan ziyade onun açtığı konular üzerinde duruyorduk. Bizim bu ko­ nuları konuşmamıza, benim yazıp okumak için kendilerine götürdüğüm yazılar vesile oluyordu. O gün bana, "Yaşar, sen Ziraat öğrenimi görü­ yorsun ; yazı hayatın� da bu derece ilgi duyuyorsun. !kisini bir arada nasıl götürüyorsun ? Bazan, Edebiyat'taki arkadaşlarının derslerine de girsen ... " demişti. "Hocam" , demiştim. "Ben, Türkiye'nin John Steinbeck'i olmak istiyorum. Kırlık kesimin hayatını .edebiyatımıza getirmek isti­ yorum ; ancak, Mahmut Makal'dan daha farklı olmayı düşünüyorum ; ben güzel!.ikleri de sergilemek istiyorum" demiştim. Hocam da "Bunu yapa­ bilirsen, ben de, Üniversitemiz de seninle iftihar ederiz" demişlerdi. Ben dediklerimi yapamadım, yapabileceğim de yok ; yavrularıma yaptırabile­ ceğimi de sanmıyorum. Hocamı ikinci defa, bir öğrenci gecesinde üzdüğümü sanıyorum. Ho­ calarımızın da bulunduğu bir öğrenci gecesi idi. Az çok, herimiz alkol almıştık. Hocam, Erzurum'dan "Serhat Şehri" olarak tahsctmişti. Biz de, Rus sınırındaki Kars'lı genç milliyetçilerindeniz ya, tepki gösterme­ mek ol'llr mu ? Konuştum.. neler söylediğimi ertesi gün dahi hatırlaya­ madığım bir konuşma idi. Hocam rahmetli, daha sonraki günlerde vesile yaratıp hiç o olayı anmadan, "Serhat" k�limesinin ve "Serhat Şehri"nin anlamını anlatmıştı bana. Ben ise, kendisine karşı bir kabalık yaptığımı sanmakla, yanılmıştım. Eğer bir Türk büyüğünden hareketle, onun fikirleri doğrultusunda bir gençlik yetiştirmek için onu eğitim programına almaya karar ver­ diyseniz, hayat hikayesi veya veciz sözlerini aktarmakla uğraşmayınız ; onun eserlerinden birisini müfredat programınıza alıp derslerinizde satır­ satır işleyiniz. Sınıf geçemeyen öğrencileriniz bile, nasibini alacaktır. Bu tür derslerin kazandırdığını, bu derslerde bulunmuş öğrenciler hayata atıldıkları zaman, düşünce tarzlarında göreceklerdir. Biz Ziya GöKALP'i böyle tanıdık. "Tükçülüğün Esasları" bizim, satır-satır takip ettiğimiz ders kitabımızdı. Bu derslerde kitaptan bir mesaj alır, ders boyunca tartışırdık. Kaplan Hoca, bize Gökalp'i öğretmişti. Gökalp ile ilgili derslerden biriydi. Zi-ya GöKALP'in adı geçen ese­ rinde, Türk fiziki tipine dair de -ihtiyatlı olmakla brlikte- bilgi ve­ rilmektedir. Kaplan Hoca, yanlış anlaşılmayı önlemek için kesin hüküm­ lerden kaçınılmayı sağlamaya çalışıyor ; fiziki tipteki esmerlik, karakaşlı ve karagözlü olmak gibi hususların, bütün Türk boyları için geçerli ola­ mayacağını belirtiyordu. Günümüz milliyetçiliğinin antropolojik ölçüleri

(57)

505


SAYI

3 1('

T Ü R K K Ü L T Ü R Ü

YIL xxvn

değil, kültürü esas aldığını anlatıyordu. Çok geçmeden bu olay, dışarıya, "Derslerde, bu özellikleri taşımayanların Ti.irk olmadıkları işleniyor" tar­ :ı:ında yansıdı. Çırpınmamıza rağmen, herhalde yol-yordam bilmediğimiz­ den, biz gerçeği bilenler de gerçeğin ortaya çıkmasında yeterince etkili olamadık. Bu haksız, yersiz ithamlara maruz kalmaya insan üzülmez mı. ?. .. . B u olaya benzer bir başka olay daha yaşadık. Benim mahalli gaze­ telerde yazdığım yazılar, takip ettiğim n�şriyat, söylediğim sözler, et­ rafımda bir çevre oluşturmak üzereydi. Veya bazı yeni ç�vrelere girmek üzereydim. Bizim Fakültede olmayan bazı öğrenciler, bir dernek kur­ mak, bir dergi çıkarmak ve bir kültürel faaliyet içine girmek için be­ nimle temasa geçmişlerdi. Bunları ilk defa tanıyordum. İfadelerine göre ; Batıda bu işler, böyle yapılıyordu. B u millet, bizi, bu hizmetler için ye­ tiştirmişti. Biz yapmazsak kim yapardı? Derneğimizin adı, "İbrahim Hak­ kıyı Tanıtma Derneği" olabilirdi. Bir taraftan da kuruluşa taraftar top­ lamak maksadıyla makaleler hazırlamaya başladık. O kadar samimi ve inançlı idik ki bizi caydırmak isteyen güvendiğimiz büyükler, teşebbüsü­ müzün yaşımızla, birikimimizle, sahamızla. mütenasip olmadığını anla­ tıp ikna etmek için "Hiç olmazsa bu işlerden anlayan beş-on kişinin fik­ rini aldıktan sonra müracaat edin" diyorlardı. Bunların arasında rah­ metli Kaplan Hoca da vardı. O, "Bu tür işlere girenler, etrafındakilerle hem-fikir olduklarını sanırlar ; gerçeği anladıkları zaman çok geç olur, kayba uğrarlar" diyordu. Nitekim, kadromuzda, zihniyet itibariyle bana uyan sadece bir arkadaşımın olduğunu çok geç anladım. Bereket versin, bu işe bulaşmamıştık. Bizim bu teşebbüsümüz, İstanbul basınında bir köşe yazarının sütun­ larına, ' 'Atatürk Üniversitesi'nde irtica Hortluyor" şeklinde aksetti. Bi­ zim çocukça heyecanımız ile Kaplan Hoca'nın kış aylarında bere takması ve Ziya GÖKALP konulu dersleri bir senaryo gibi birleştirilmişti. İnsan, yaşadığı olayların gerçek yüzünü bildiğinde, basının bazı durumlarda ne tehlikeli bir silah olduğunu düşünmekten kendisini alamıyor. Gerçi o ga­ zeteciye Rektörlük gerekli dersi vermiş ; itham edilenler aklanmıştı. An­ cak bütün bunlar da yaşanmıştı. Kaplan Hoca ile olan ortak hatıralarım bir dönem aralandı. Artık Hocamı, Yukarı Mumcu'daki misafirhanede Köroğlu Destanı tespiti ya­ parken göremeyecektim. Erzurum'daki hizmetimin ikinci yılında tstan­ bul'a tayinen nakletmişlerdi. Bu ve bundan sonraki yıllarda bir süre Kap­ lan Hocamı "Yol" ve"Türk Yurdu" dergilerinden izledik ; öğrencileri 506

(58)


SAYI 3 1 C

Ş. K. SEFEROGLU

YIL ixvir.

aramızdaki sohbetlerde hatıralarını anıyor, gelen-gidenden iyi haberlerini alıyorduk. Araya yıllar girdi. Ben, artık "Ziraat Mühendisi Yaşar" olmadığım gibi 1980'den sonra da yeni mesleğimin farklı bir dönemi başlamıştı. Bu dönemde ülkemizin kültür problemlerine karşı ilgim arttı ve kültür ile ilgili işlerle uğraşmaya başladım. Söz konusu problemler ile ilgili, Kaplan Hocam'a mektup yazdım. Yıllar sonra Ankara'da karşılaştık. Elini öptüm. Beni hatırlayamamıştı. Yardımcı oldum. Yeteri kadar sardıra­ madık, kalabalıktı, uçağa yetişecekti. Ama ben Hocam'la karşıl�mak­ tan çok mutluydum. Aradan bir süre daha gec:ti. Bayram KODAMAN 'ın hazırladığı ve genç Türk bilim adamlarının fırtına gibi estikleri o eşsiz Kollokyum'da idik. Hocam bu kollokyumda da yine her vesileyle · birbirinden can alıcı noktalara parmak basıyordu. Dinleyenler bu fikir ziyafetinden mest olu­ yordu. Hoca, Türk fikir hayatının yaşadığı zamanın zirvesi olduğunu l;ıu ziyafetle, bir kere daha ispatlıyordu . Maalesef, Hocamızın bu açıklama­ ları tespit edilip yayınlanamadı. Hocam'a o gün, anlatmak istediğim çok şey vardı. Ama Kaplan Hocam hiç yalnız bırakılmıyordu. Bir hata yaptım ; sevdiğim bir başka hocamı, Hocam'dan bana zaman ayırması için aracı tuttum. Cevap müs­ betti ama, ben onun tarafından çağırılmayı bekledim. Anlamsız bir bek­ leyiş ve bir tutumdu benimki. Türk milli kültürünün bölgecilik adına uğratıldığı bölücülüğü anlatmak istiyordum ; nasıl da hazırlanmıljtım. Bana öyle geliyordu ki dört-beş günlük Kollokyum süresi hiç bitmeye­ cek, hep biz bir arada olacağız ve istediğim zaman Hocam ile konuşma fırsatı bulli!-bileceğim. Rektör'ün verdiği Kokteyl gecesi, belki onbeş da­ kika karşılıklı ve yalnız oturup bakıştık ; koşup yanına gidemedim. San­ ki bizi görüştürtmeyen görünmez· bir engel varmış gibi. . . Bazı meslekler, mensubunu öyle bir atmosferle sarar ki düşünce ve hislerinizle aradaki bu atmosferi delemezsiniz. .

.

Şimdi tek tesellim var. Munzur'a gittiğimiz o hafta ; Kaplan Ho­ camla olduğu gibi Rahmetli ögel ve Sayın Elçin'le de resimler çektir­ ' miştik. Elime geçmemiş de olsa, o resimlerde Hocalarınila bir arada ol­ duğumu bilmek bile beni mutlu eden tek teslli. Kaplan Hocam'ın ru­ huna her fırsatta Fatiha okumak, sanki aramızdaki bağı sürdüren bir manevi köprü. Bundan büyük bir huzur duyuyorum.

(59)

507�


HABERLER

ÖZBEK - MESHET - KIRIM

grupların üstüne çamul' atmaya çalışan­ . ların kendisi bu çatışm alara sebep ol­

TÜRKLERİNİN ORTAK BİLDfittSİ

madı mı ? Türklerin vatansızlığı, Özbek-

ÖZBEKİSTAN'DAKİ OLAYLAR ve

Taşkent - Münih

(Ortaasya

Basın

Ajansı ) : Türkistan'daki Sovyet Sosya­ list

Cumhuriyetlerinden

Özbekistan'ın

Fergane Vilayetinde meydana gelen kan. lı olaylar dünyada olduğu gibi

Özbek

Türkleri arasında da büyük üzüntü ya­ ratmıştır. Yakında aktif faaliyete geçen "Özbekistan Birlik Halk

Hareketi"nin

yöneticileri, Meshet ve Kırım Türklerinin önderleri ile Taşkent'te toplanarak müş­ terek bir bildiri yayınladılar. Müşterek bildiride, Türk boylarından

21

Mayıs

1989'dan beri Fergane Vilayetinde devam · etmekte olan kanlı çatışmalara son ver­ melerini talep deniliyor :

ettiler.

Bildiride

şöyle

!erin kendi vatanlarında güç:

durumda·

yaşamaları .;; e beb olmadı mı bu ölüm� !ere ? "Katillik kime gerek idi ? " soru­ suna işte bu sorulardan cevap bulmak mantıklı olurdu ! Aziz kardeşler! Herhangi bir iftirayı az

sayıda ca olsa kişileri inandıracak

şekilde hazırlamak gerekir. Aklı başın­ da bütün halk yüz kadar sarhoş ve es­ rarcının arkasından yürümez herhalde ! Aziz kardeşlerimiz, Özbek

Tacik, Kır­

gız, Kırım, Tatar ve Türk kardeşlerimiz ! Tarihimiz, dinimiz, gönlümüz

bir

idi !

Yoksulluğumuz, işsizliğimiz, talihsizliği ­ miz bir idi ! Şimdi, faciamız bir oldu ! Ya­ rı uykuda birbirimizle didişme yerine, gö_ zümüzü dört açarak birbirimizi kollama­

"Fergane vilayetinde haksız dökülen

mız ve hepimiz için ortak felaket çağın­

ve hala dökülmekte olan kan bizi sınır­

da uyanık olarak mücadele etmemiz, doğ­

sız üzüntüye boğdu. Çok ağır geçen bu

ru olmaz mı ? Neden bir yakadan baş

kara günleri söz ile açıklamak zor. Fer­

çıkarmıyoruz ? Kardeşler! Görüşmek ve

gane faciasının suçunu Özbeldstandaki

danışmak için zemin var. Neden söz ile

resmi olmayan halk hareketlerinin üs­

bitecek iı;i

tüne yüklemeye ve bu tertemiz

halk

lı§ıyoruz ? O zaman, bir büyük yumruk

.;;on

bizim gibi yumruklaşmakta olanları ka­ nunların kara kürsüsüne perçinle yerelt yapıştırır! Böyle de oluyor. Durun! Çe­

hareketlerini lekelemeye çalışanlar

günlerde çoğaldı. Eski Romalılar bir ci­ nayeti ortaya çıkarmak için "Katillik kL

yumruk ile hal etmeye ça­

me gerek idi ?" diye soru sorarlardı. Ge­

J{i!mc

lin, biz de aynı soruyu sorarak, ceva ­

için duralım ! Dur ara!{, gerçelt arabozu­ euları ortaya çıkaralım . Bizim büyük _ . yola çıkmış kervanımızı başka yola çe­ virmelerinden önce durarak görüşelim !

bını inceleyelim. Güçlükle geçimini sağ­ layan. Irnndi köyünde ekmeye yer, çalış­ maya iş yeri bulamadan uzak bölgelere ve öldürücü Sibirya'ya gitmeye mecbur olan, kendi hakları ve çıkarlarını ve mÜ­

ve yenilgi

için değil,

düşünme

Eiz insnseverlikten vaz geçmeyelim. Bir

letler arasındaki eşiUiği korumak için

Irnç asırlık büyük tari himiz ve. bu tari­ . himiz devamındaki büyük atalarımızın

birleşmiş olan kims.elere, kendi halkı ve

hatıras:na, akıllılığına,

dost halkın kanını dökmeye gerek yok­

bağlı kalalım. Bizden sonra gelecek ne­

tur. Bu resmi olmayan gruplar, bir halkı kendi kardeşine karşı niye kışkırtsın ve­

siller bizim hatıramızı gönül rahatlığıyla hatırlasınlar. Çocuklarımız büyüdiığlİ

ya bir Türkü başka Türke karşı niye

zaman arkadaş ve kardeş olarak birbi­

saldırtsın ?

riyle yaşasınlar! Bunları istiyoruz.

508

Bugün

bu

resmi

olmayan

insanseverÜğine

(60)

· ··


SAYI 31fJ

HABERLER

Kan kardeşlerimiz ! Akrabalığımız ve eski kardeşliğimizin hakkı için ezel ­

YIL XXVII

Yakınlarda

Taşkent'te

ÖZbek

Ay­

dınlarının teşebbüsü ile kurulan ve şimdi

den beri bir olan köklerimize kendimiz

Özbekistan'da

balta vurmayalım !

lanan "Özbekistan Halk Birlik Hareke­

"Özbekistan Birlik Halk Ha­ reketi", Meshet Türklerirıi tem­

faaliyetleri ilgiyle karşı­

ti"nin 150 bin azası var. Bu

teşkilat

dünya çapında şöl:lrete erişen Estonya,

silen " Vatana Dönme Türk Mili:

Litvanya ve Letonya'nın "Halk Cephesi"

Hareketi" ve "Kırım Tatar Hareketi" Türklerinin Milli 8 Haziran 1989, Taşkent şehri ,

teşkilii.ları ile kader ve işbirliği içindedir.

Özbekistan.

TVRKİSTAN;DAK1 SON OLAYLARIN

Türkistanda

GERÇEK Y'ÜZtJ

Özbeki.;; tan,

Aralık 1986'da Kazakistanda ve Kır­ gızi.standaki ayaklanmalar gibi, son gün­ lerde özbekistan'ın Fergane bölgesindeki kanlı çatışmalar da, Sovyet resmi kay­ naklarının gerçeği saptırmaları yüzünden, gerçek mB.hiyeti, sebepleri ve

boyutları

ile . Türk ve dünya basını ile kamuoyuna )'ıltısıtı�mamaktadır . -23 Mayıs 1989'dan

:levam eden kanlı

beri Fergana'da

çatışmalar bir pro­

vakasvon sonucunda ortaya

çıkmıştır.

( Kazakistan, Tacikistan

Kırgızistan,

ve

tan ) ııuurlu bir direnişin

Türkmenis­ güçlenmekte

oluşudur. Bu direnişi kırmak için Feı­ ganadaki olaylar tezgahlandı ve bunun :ıuçu Ozbekistan'daki "Birlik Halk Ha­ reketi" gibi resmi olmayan milli teşki­

latların boynuna yükleniyor. "Özbekistan Birlik Halk Hareketi",

Meshet Türklerinin "Vatana Dönüş Türk !\Dili Hareketi" ve "Kırım Ta.tar­ lan Milli Hareketi" ortak bir bildiri ha­

zırlayarak 8 Haziran 1989'da

Fergana

Bu olaylar, Sovyet resmi kaynaklarının duyurmaya çalı§tıkları gibi, bir Meshet

halkını bu kanlı çatışmayı durdurmaya çağırdı .

Türkü ile bir Özbek Türk satıcısı ara­ sında çıkan ağız kavgasından, önce so­ kak döğüşüne ve daha sonra Me.;; het

kanlı olayların tek suçlusu Sovyet res­ mi odaklarıdır.

BJ ortak çağrıda belirtildiği gibi, bu

Türkleri ile Özbek, Kırgız, Kırım Tatar Türkleri ve Tacikler arasındaki çatışma­ ya. . dönüşen : "ırki katliam" değildir. Fergaıia

bölgesinde geçimini

zorla

temin eden, bir Çoğu da 3-4 yıldan beri işsiz olan, maddi · ve manevi yönlerden sömürülen "yoksul ama mert" insanlar, Sovyet resmi odakları tarafından aylar­ ca önce hazırlanmış planlı bir provakas­ yon

sonucunda

birbirine

düşürülmüş,

kardeş-kardeşe vurdurulmuştur . Sov�et resmi odakları neden bu kanlı

olayları tezgahladılar ? Bunun tek sebebi, Sovyet yönetiminin haksızlıklarına karşı

:ceı)

Moskova'da

Sovyet Parlamentosun­

da yakında söze çıkan Kazak Türk ay­ dınlarından

şılir Olcas Süleymanov ile

Muhtar Şahanov ve Özbek

Türk baş­

bakanı Gayret Kadırov, ana yurtlarından 1944 yılında Stalin tarafından atılarak sürülmüş ve Türkistanda yaşayan Me.;; ­ het Türkleri ve .Kırım Tatarlarının milli haklarının yerine getirilmesini savundu­ lar. Muhtar Şahanov konuşmasında Ara­ lık

1986'da Kazakii!tandaki olayları in­

celemek için özel bir devlet komisyonu kurulmasını öne lerinin

sürerek, Kazak Türk­

ayaklanmasını

bastırmak

için

509


SAYI 316

T Ü R K

"kazma-kürek" kullanıldığını,

kızların

tekmelendiğini hatırlattı. Bazı

TÜrk bilginlerinin

K Ü L T Ü R Ü

Kazak

belirttikleri

olaylarda 1813 Kazak Türkii müştür.

gibi , o öldürül­

YIL xxvn

milli dil, kültür ve İslami inancı yo k et­ me teşebbüsleri . .

sömürgeciliğin dır sadece

bunlar Türklstandaki

görüniİ' şleı'inden

birkaçı-

Rusya ve Çin işgal i a:ıtııidaki Tür­

Aralık 1986'da Kazakistan, şimdi de Özbekistanda cereyan eden kanlı olay­ ların asıl sebeplerini Türkistanlı Türk aydınları son 70 yıllık Sovyet yönetimi­ nin sömürü siyasetine bağlıyorlar : Tek

kistan Türklerinin sesi ni dıgarda duyur­ mak amacıyla bu aç ıklamayı yapmayı insan hakları açısından bfr görev kabul ediyoruz : Ziyaettin Babakurban, yazar.gazeteci, Hasan Oraltay, yazar-araştırmacı.

yönlü pamuk ziraatı sonucunda ırmak suları ve Aral denizinin kuruması, Is­

llehmet İsa Aral, ya.zar-araştırmacı.

sık-köl ve Balkaş göllerinin insan eli ile

A. Kayum Kesici, yazar-araştırmacı,

bozulır.ası, Kazakistandaki

Dr. Tlmur Kocaoğlu, yazar-araştırmacı,

nükleer de­

nemeler ve feza çalışmaları,

Türkistan

·rürklerinin birliğini parçalama siyaseti.

12 Haziran 1989, lliinlh, Batı Almanya.

Bıılgarlsfan'da 'Türk Varbğı

ll. Irak Türkleri Sempozyumu

Toplantısı Türk Ocağı Ankara Şubesi, Anka­ ra'da Türkiye Diyanet Vakfı Salonunda

8 Tem muz 1989 Cumartesi günü Bulga­ ristan da Türk Varlığı ( Dün-Bugün-Ya­ ·

9 Temmuz 1989 Pazar günü

Irak

Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Demeği. Akuruluşunun

30. yıldönürnü münAsebe­

tiyle Ankara'da Türkiye Odalar Birliği Salonunda

II. Irak Türkleri k.onulu bir

rın) konulu bir toplantı düzenledi. An­

sempozyum düzen.lendi. Sempozy�a ka­

kara Türk Ocağı Başkanı Doç. Dr. Or­

tılan konuıımacılann isimlerini . vı; tebliğ-

han Kavuncu ve Türk · Ocakları UmO mi . ! erinin konularını. ve riyoruz : Reisi Prof. Dr. Orhan Düzgüneş'in iki l ) Prof. Dr. Mustafa Kafalı : ayrı açı§ konuııması yaparak konuyla Irak Türklerinin Tarihi ilgili görüıılerini dile getirdikleri bu top­ lantıya katılan konuşmacılar ve . tebliğ­ 2 ) Prof, Dr, KAZun Yaşar Kopr

amy

Prot, Dr. Muta.ta Katalı Balkan . Türklerinin Tarih,çesi. Naim Sfileymanoğlu Benim Gördüklerim. Yrd. Doç, Dr. Mehmet Şablngöz Glasnost ve Perestrolka Politikaları ve Bulgaristan'daki Türkler

Prot.

Dr. Ahmet B, Ercllaınm

Gelecek Için Teklifler

.

Lozan. Antll14Jll ası ve Irak Türkleri

ler ııunlartiı : S)

Prot. Dr. Refet Ylnanç T.C. Dış Politikası ve Irak Türkleri

4)

Doç, Dr.

Ziyad Akkoyunlu

Irak Türkl�rinde Halk Edebiyatı 5)

Yrd. Doç. Dr.

Fazıl Denılrcl

Irak Anayasalarında Azınlıklar

ve

Irak Türkleri 6)

Dr. Aydın Bayath Dünü ve Bugünüyle Kerkük

Sunulan bu tebliğler, toplantı sonun­

Sunulan bu ,tebliğler Prof O:r. Ah­

da Prof. Dr. Şaban Karataş tarafından

met B. Ercilasun tarafından değerlen­ di rilmlştir .

değerlendirilmlştlr.

510

(�) \) J

1


K İ T A P L A R

A R A S I N D A

1)

Suat !han, Jeopolitik Duyarlılık. 1989. Türk Talih Kurumu yayını.

2)

Prof. Dr. M. Orhan Okay, Mehmed Akif (bir karakter heykelinin anatomisi ) 1989.

3)

.

Cahit Sıtkı Tarancı, Evime ve Ni'hal'e Mektuplar. 1989. Hazırlayan : Prof. Dr. lnci Enginün. TürJ;: Dil Kurumu yayını. Yüce, Zamahşari, Mokaddimetü'I Edeb. 1988, Türk Dil Kurumu yayını.

4)

Nuri

5)

A. Şekür, Kazakistan Çağdaş Uygur Şüri Antolojisi. 1989.

6)

Zeki Omer Defne, Dede Korkut Hikayeleri Üzerinde Edebi Sanatlar Bakımın­ dan Bir Araştırma, 1988. Türk Dil Kurumu yayını.

7)

Prof. Dr. Oktay Aslanapa Mir:ıar Sinan, Hayatı ve Eserleri. 1988. Türk Kül­ türünü Ara§tırma Enstitüsü yayını .

8)

Ahm et Yaşar Ocak, Türk Folklorunda Kesik Baş. 1989, TKAE. yayını .

9)

Erol Güngör 1 çin. llmi Heyet. TKAE. yayını.

10)

Prof. Dr. Ercüment Kuran, Avrupada Osmanlı İka.met Elçiliklerinin Kuruluşu ve nk Elçilerin Siyasi Faaliyetleri. 2 . baskı, 1988 . TKAE. yayını .

.

11)

Ferhat Tamir, Barköl'den Kazak Türkçesi Metinleri. 1989. TKAE. yayını.

12)

Doç. Dr. AbdülhaIO.k Çay, Türk Ergenekon Ila.yramı - Nevruz. 2

13)

Prof. Dr. Şükrü Elçin, Akdeniz'de ve Cezayir'de

baskı. 1988.

Türk Halk Şll.irleri. 1988 .

TKA. Enstitüsü yayını.

TlJRK K"OLTOBU Yayınlayan : Türk K.Wttlrilntt Araştırma EnsUttisll

lmtiyaz Sahlbl : Prof. Dr. Şükrü Elc;ln Yazı İşleri Müdürü : Prof. Dr. Ahm et B. Ercilasun !dare yerl

:

17. Sok. No. 38

i 06490

Bahc;ellevler / Ankara : 213 41 35

Dlzlllp basıldığı yer : Ayyıldız Matbaası A . Ş . , Tandoğan / Ankara, Tel

:

213 19 62



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.