Türk Kültürü - Sayı 318

Page 1



TURK l<ULTURU ..

..

İÇİNDEKİLER

..

Yayın Ta.: Kasım/1962

Oktay

Yayınlayan:

TüRK KÜLTÜRÜNÜ ARAŞTIRMA

Aslanapa

Türkiye' de

577

Cumhuriyet

Dönemi

ENSTİTÜSÜ

'*

*

Yazı İşleri Müdürü

Dr. Ahmet B. ERCİLASUN *

Prof.

1500.- TL.

Yıllık Abonesi

dogojik Cereyanlar

580

Prot. Dr. Sedat Topçu

.

Şükrü Elçin

.

.

.

.

-İndirimli 14400 . - TL.

Yurtdışı:

.

601

.

Prot. Hu Zhenhua

.

.

.

.

.

606

Fransa'ya Gönderilen Türk Elçileri ve Vahid Paşa

.

.

610

.

Kitap Biriktirmek.. Ya Sonrası?

Doç. Dr. Necmeddin

Setercloğlu .

628

Türkçü Dergiler XI

- s. 20.-

Dr. Fethi Tevetoğlu

- DM. 36.-

Abone bedeli, 171.379 numaralı posta çeki hesabına yatırılabilir. Ödemeli gönderilmez.

*

basılsın.

.

.

.

.

.

626

.

.

.

.

.

680

Umay Meselesi Sadettin

.

Gömeç

.

BlBUYOGRAFYA : Prof. Rıfkı Salim Burçak, Türkiye'de

Dergiye gönderilen yazı-

iade

.

Çalışmaları

Doç, Dr. Azmi Süslü

-İndirimsiz 18800.- TL.

.

Çin Halk Cumhuriyeti'nde Kırgız Dili

(1989 yılı için)

basılmasın

edilmez.

yaz:la"

·

Koca Kartal Azaplı, Hayatı ve Şiirleri

İmtiyaz Sahibi

Prot. Dr. Şükrü ELÇİN

lar

Eği

tim Hareketlerini Etkileyen Psikope­

Kuruluş Ta.: Ekim 1961

Fiyatı :

Türk Kültürünün Macerası

Dergideki

kaynak

gösteri­

lerek al:n.abilir. ::Makale­ lerdeki 5itirler imza

sa­

hipleri!:e aittir.

*

İdare ve yazışma adresi : BAHÇELİEVLER

SOXDURAK, 17.

Askeri

Müdahalelerin

Düşündürdük­

VIII + 94 Sayfa.

leri, Ankara 1988

Dr. Orhan F. Köprülü

.

.

.

.

685

Kacıbekov Erden Zada-Ulı, Semantika Tyurkskogo

Slova,

Alma.Ata

1988,

64 Sayfa Tuncer

Songmoo

Kho,

Koreans

Central Asia, Helı3inki 1987,

Dr.

686

Gölensoy

In

262

Şükrü Halfik Akalın

SOKAK NU. 38

Soviet Sayfa

687

06490 ANKARA 213 41 35

Tel Tel

:

213 31 00

* Dizilip �ıldığı yer : Ayyıldız Matbaası A.Ş. Ankara

Tel : 213 19 62

222 69 40 - 222 69 41

Sayın Okuyucula.rımızın Enstitümüze gön­ istek yazılannda adresleri ile birlikte posta kod numaralannı da blldlr­ derdikleri

meleri rica olunur.


TÜRK KfJLTÜRÜNÜ ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ

TÜRK SAYI 318

KÜLTÜRÜ YIL XXVII

EKİM 1989

TÜRK KÜLTÜRÜNÜN MACERASI Oktay ASLANAPA

Dünya yüzündeki milletlerin sanatları onların kültürlerinin bir ifa­ desidir. Bunun gibi Türklerin tarihleri boyunca meydana getirdikleri sa­ nat eserleri de onların kültürlerinin bir ifadesidir. Dil, edebiyat, tarih, din, musiki, dünya görüşü, örf ve adet gibi kültür unsurları arasında elle tutulur gözle görülür sanat eserlerinin özel bir yeri vardır. Onun için sanat tarihi aynı zamanda bir kültür tarihi, insanlığın sanat kül­ türlerinin bir tarihidir. Türk kültürü dünyanın sayılı, en büyük ve zengin kültürlerinden birisidir. Milattan önce birinci binden başlayan, günümüze kadar gittikçe zenginleşen ve kesintisiz olarak yaşayan kültürleriyle Türkler, dünyanın en eski ve en büyük milletleri arasında yerlerini almışlaırdır. Fakat bu ger­ çeğin anlaşılması, kabul edilmesi için uzun yıllar boyunca mücadele ver­ mek gerekmiştir.

XVIII. yy.'da Çin kaynakları incelenerek Eski Türklerin tarihi, kültürü, sanatı üzerine ilk ışıklar saçılmıştı. XIX. yy.'da bu gelişme hızlandı, Avrupalı türkologlar araştırmalarıyla Türkçülük akımını baş­ lattılar. 1893'te Danimarkalı Thomsen, Orhun abidelerindeki Göktürk yazılarını çözünce bunların gelişmiş dili; yüksek edebi değeri, milli duy­

gu ve şuuru bütün dünyanın hayret ve hayranlığını çekti. Daha önce de Macar Vanbery bir derviş kılığında 1stanbul'dan Çin'e kadar yalnız Türkçe konuşarak gidebilmiş ve dönüşünde : "Türkleri, Türklüğün öne­ mini Asya'nın doğusuna gittikten sonra daha iyi anladım" demiştir. Bundan başka Radloff'un Almanca-Rusça karşılıklı büyük Türk liigatı ve Leon Cahun'un Türklerin göz kamaştırıcı geçmişlerini ortaya çıka­ ran "Asya tarihine giriş" kitabı gibi heyecan verici araştırmalar, ancak yüzyılın dördüncü çeyreğinde Tanzimat edebiyatçılarını ve tarihçileri il­ gilendirmeye b aşl amıştır. (1)

5.77


SAYI 3 1 8

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

Osmanlı öncesi Türk dili ihmal edilmiş, eski Türk tarihi de unutul ­ muştu. Tarih kitapları Kayı aşiretinden ve Süleyman Şah'ın Caber ola­ yından oaşlatılıyordu. Osmanlı devleti, Türk sıfatını ve milliyet�ilik ül­ küsünü kullanmaktan çekiniyordu. Ankara'da Türkiye Büyük Millet Mec­ lisi kuruluncaya kadar devletin resmi adı Osmanlı olarak kalmıştır. "Lisan-ı Osmani üç lisandan mürekkep bir lisan-ı latif olup," diye başlayan Osmanlı sarfı ( sarf-ı Osmani) gramer yazılıyordu. Tanzimatçı Muallim Nac i "Ben Türküm" diyebilen ilk şairlerdendir : Türk olan nimetşinas olmak gerek Ben ki bir Türküm unutmam Caberi

Tanzimatçı ve ateşli bir sade dil taraftarı Sait Bey; Arapça istiyen Urbana gitsin-Acemce istiyen Jrana gitsin Firengiler Frengistana gitsin-Biz ki Türküz, bize Türki gerekir diyordu.

Tanzimat devrinde ilim görüşü ile ve şuurlu olarak Türkçülüğü sa­ vunanlar vardı. XIX. yüzyılın ikinci yarısından sonra Ali Süavi, "Os­ manl! lisanı diye birşey olmaz , dilimiz Türkçedir" diyerek dilin zengin­ liğini ispat için Nevai'nin Muhakemet-ül-Lfıgateyr.'ini bizim türkçeye çevirmiştir. Ahmet Vefik Paşa, Lehçe-i Osmani sözlüğünde kökü türkçe olan kelimeleri toplamış, bunların menşelerini göstermiş; ayrıca Şinasi' den sonra ilk defa yedi bin atasözünü, Atalar Sözü isimli eserinde fllfabe­ tik sıra ile yayınlamıştır. Şipka Kahramanı Süleyman Paşa, askeri okullar için yazdığı Tarih-i Alem adlı ders ldtabının 150 sayfalık bölümünü T�vaif-i Türk olarak Osmanlı öncesi Türk boylarına ayırmış, ayrıca Sarf-ı Türki adıyle ilk Türk dil bilgisi kitabını yazmıştır. Şemsettin Sami Bey, 190l'de yayınladığı 2 ciltlik Kamfıs-ı Türki _ isimli sözlüğünde arapça, farsça kelimelerle '140 tutan türkçe sözleri açıklamıştır. Kutadgu Bilik'i ve Orhun kitabelerini de ilk defa Türkiye türkçesine çevirmiştir. Kilisli Necip Asım Bey, Leon Cahun'den ve bazı doğu kaynaklarından faydalanarak en geniş Türk tarihini yazmış, bun­ dan başka 1918'de Ayasofya Kütüphanesinde Atabet-ül-Hakayık'ı keş­ fedip yayınlayarak ilim alemine tanıtmıştır. Bundan bir yıl önce 1917'de Diyarbakırlı Ali Emiri .Efendi tarafın­ dan Divanü Lfıg'iti't-Türk kitabının maceralı keşfi ve Kilisli Rıfat Bil578

(2)


SAYI 3 1 8

O.

ASLANAPA

YIL XXVII

ge tarafından yayınlanıp terceme edilmesi ile geniş bir ufuk açıldı. "Ez­ berimde yüzbin türkçe beyit vardır" diyen Ali Emiri Efendi, Sahaflar­ daı. 30 altın liraya satın aldığı kitabın hikayesini şöyle aıılatır : Dün­ yada eşi menendi görülmemiş bir Türk kamusu ve grameri olan ki­ tabı aldım, eve geldim, yemeyi içmeyi unuttum. Birkaç saat mütalaa ile uğraştım. Arkadaşlar bu kitap değil, Türkistan ülkesidir. Türkistan değil bütün cihandır. Türklük, Türk dili bu kitap sayesinde başka revnak ka­ zanacak. Türk dilinde şimdiye kadar bunun gibi bir !Otap yazılmamıştır. Bu kitaba hakik i kıymet verilmek lazım gelse cihanın hazineleri yetmez". Diğer taraftan sanat konusunda da Strzygwski, İslam sanatı için­ de Türklerin getirdiği yeni cereyana ilk defa 1910'da Amida'da işaret ettikten sonra 1917'de "Altai-Iran" adlı eserinde Türklerin rolleri üze­ rinde etraflıca durmuş, Türkiyat Mecmuasında Türkçe yayınlanan ma­ kalesinde "İslam sanatı Türk Şubesi, Arap ve Acem sanatlarından son. ra üçüncü ve kat'i bir kök teşkil eder ki İslam sanatının gövdesi bun­ dan neşv ü nema bulmuştur" sonucuna varmıştır. Bu gelişmeler olurken bizde hala gerçeğe uymayan görüşler vardı. 1910'lu yıllarda Celil Esat, genç bir yazar olarak İkdam gazetesi için küçük makaleler hazırlıyordu. Kendi ifadesine göre bu makalelerden bi­ rine başlık olarak Türk sanatı adını koymuştu. Gazetenin tahrir heyeti "Böyle bir sanat olmaz" diye başlığı çizerak yerine lslam sa na tı yazıl­ masını kararlaştırmış ve yazı böylece yayı•.lanmıştı. Ziya Gökalp'ın da yardımı ile Fuad Köprülü ve bir kaç arkadaşı tarafından 1915'de kurulması istenen Türkiyat cemiyeti, o zamanın vt­ killer heyeti ve devrin sadrazamı Sait H ılim Paşa tarafından kabul edilmemiş, A.sar-ı Jslcimiye ve Milliye Te,dkik Encümetıi olarak değişti­ rilmişti. Nihayet 1924 yılında Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın emriyle devrin hükümeti İstanbul Darülfünfınu Edebiyat Fakültesine bağlı ve Türkiyat Enstitüsü adı ile ilmi çalışmalar yapılacak bir .Enstitü kurulmasını ka­ rarlaştırdı. Müdürlüğüne de müderris M. Fuat Köprülü getirildi. Mer­ kez binasında bugünkü Profesörler evi bun1 tahsis edildi. 1926 yılına kadar önemli bir çalışma olmadı, ancak o zaman sağ­ lanabilen hususi bütçenin verdiği imkanlarla. ciddi, programlı çalışma. lar başlatıldı. 1925ıden itibaren yayınlanan Türkiyat Mecmuası yanın­ da her yıl önemli eserler neşredildi.

(3)

579


TÜRKİYE'DE CUMHURİYET DÖNEMİ EGİTİM HAREKETLERİNİ ETKİLEYEN PSİKOPEDAGOJİK CEREYANLAR(*)

Prof. Dr. S edat .TOPÇU

GİRİŞ Eğitim, insan eliyle insan yetiştirme sanatıdır. Bu sanat, temel olarak, insanın bedeni, sosyal ve fikri gelişmesini gerçekleştirme süreci­ dir. Bu yolla, insanın içinde yaşadığı fiziki ve sosyal çevreye hakim ol­ ması ; böylece hayatını ·kendisi, başkaları ve aynı zamanda ait olduğu toplumla insanlık ailesi için faydalı ve anlamlı yapması sağlanır. Bu sü­ reç içinde, okul, kitap, yönetim ve öğretim metodları gibi öğrencinin dı­ şında bulunan bütün unsurlar, böyle bir hedefe vasıl olmada doğrudan katkıda bulundukları takdirde bir fonksiyona sahip olurlar. ·

İ nsan, eğitimin temel konusunu teşkil eder. Çünkii , tüm diğer can­ lılar arasında sadece insan, eğitilebilme, öğrenme ve değişebilme kaabi­ liyetine sahiptir. Bu sebepledir ki eğitim daima insanı değiştirerek ferdi ve sosyal gelişmeyi gerçekleştirmeyi hedef alır ( 1). Eğitimin bu hususiyeti, onun psikolojinin etki sahasına girmesini kaçınılmaz kılmıştır. Psikolojinin de konusunun ve üzerinde işlediği mal­ zemenin, anlaşılmaya, düzeltilmeye ve değiştirilmeye çalışılan davranış­ larıyla insan olması sebebiyle, bu ilim sahası ile eğitim arasında karşı­ lıklı bir münasebet ve etkileşim sözkonuS'U olmaktadır. Nitekim, psiko­ loji konusunda yapılan birçok araştırmanın neticelerinden, aynı zamanda eğitim sahasındaki uygulamalarda da faydalanılması böyle bir müna­ sebetin varlığını ispatlamaktadır. Bu sebeple, eğitim-öğretim sistem ve müesseselerinin, psikolojik görüşlerin, psikolojik cereyan ve buluşların (* )

kısa bir özeti, 29 Eylül / 2 'Ekim 1988 tarihinde, Tokat'ta, To­ ka t Valiliği Şeyhülislam İbn Ke mal Araştırma Merkezi tarafından tertip edilen "Dünde n Yanna Türk Milli Eğitim Modeli. Sempozymnu"nda tebliğ edilmiştir. ( 1) Mart, Ö.H., Terbiyenin Mana ve Gayesi Üf'ulevi Psikoloji tarafından Tespit ve Tarif Edili nc e . İlköğretim. Cilt 2, Sayı 2y, 1939, ss: 3-6.

580

Bu makalenin

(4)


SAYI

318

S.

TOPÇU

YIL XXVII

etkisi altında bulunduklarını ileri sürmek aslında bir gerçeğin tekrar edilm�sinden başka birşey değildir. Biz buıı,da, bu etkiyi Türk eğitim sis.temi içinde araştırdık ve bunu yaparken de çalışmalarımızı Cumhuri­ yet Dönemi ile sınırlandırdık. Pratik amaçlar sebebiyle Oıımhuriyet dö­ nemini kuruluş yılları ve çok partili dönem sonrası olmak üzere iki bö­ lümde inceledik.

1 . CUMHURİYETİN KURULUŞ YILLARINDA ETKİLİ OLAN PSİKOPEDAGOJiK CEREYANLAR

Eğitim sahasında uygulanan psikolojik teori ve yaklaşımların, kı­ saca psikopedagojik cereyanların Türk eğitim sistemine olan etkilerini tartışabilmek için önce psikolojinin bir ilim olarak bu ülkede göster­ diği tarihi gelişim seyrine bakmak gerekir. Türkiye'de psikolojinin tarihi ancak bu asrın başına kadar uzan­ maktadır. Dolayısıyla, psikolojinin bu ülkede bazı sahalarda etkili ol­ masını, sadece kısa zaman öncesinin bir hususiyeti olarak görmek ge­ rekir. Aziz Hocamız Rahmetli Prof. Dr. SABRİ ÖZBAYDAR'ın bu ko­ nuda yaptığı orijinal bir çalışmasından, İmparatorluk döneminde dev­ rin Maarif Nazırı Emrullah Efendi'nin (1858-1914) zamanında, ilk de­ fa Babanzade Naim Bey'in psikoloji yerine geçen bir ders olarak hm-ün nefs okuttuğunu görmekteyiz. Sonraki yıllarda aynı dersin, mabadü't­ tabia (metafizik) derslerine ilaveten, Mehmet İzzet Bey tarafından oku ­ tulduğu bildirilmiştir (2) . O yıllarda, Darü'l-fünun için Almanya' dan ge­ tirilen Profesör G. Anschutz, 1915 yılında İstanbul'da bir tecrübi psi­ koloji laboratuvarı kurmaya çalışmışsa da harp senelerinde talebeler va­ tan müdafaasında olduklarından, teşebbüsü neticesiz kalmıştır (3). Türkiye'de Psikolojinin öncüı::ıü olan Profesör Mustafa Şekip Tunç'un (1883-1958) , İst:mbul Darü'l-fünunu'nda verdiği de-rsler ve eserleriy­ le psikoloji bilhassa akademik çevrelerde tanınmaya ve yayılmaya baş­ lamış olmakla birlikte, yine de Cumhuriyet öncesinde bu ilmin tatbikat sahalarına girdiğini ve eğitim sahasında ondan faydalanılma yoluna gi­ dildiğini söylemek mümkün değildir. (2) ôzbaydar, S., Cumhuriyetin İlk 50 Yılında Türkiye'de Psikoloji. Cumhuriyetin 50.

Yılına Armağan. İstanbul Ed . . Fak. Basımevi, 1973, s: 219. Türk Maarif Tarihi, Cilt 3-4, İstanbul , Eser Matbaası, 1977 , s: 1227.

(3) Ergin, O.,

(5)

581


SAYI 318

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

Türk eğitim sisteminde psikolojik cereyanların etkili olması, Cum­ huriyet'in ilanından sonraki bir gelişimdir . Bunda, Cumhuriyetin kuru· luş yıllarında Türk Maarifini medeni ölçülere göre yeniden kurma he­ ves ve ideali ile batı'nın pedagojik sistemlerini benimseyen ve eğitim sistem ve müesseselerimizin batılı e§.i timciler tarafından t etkik edile­ rek tekrar düzenlenmesini öngören bir anlayışın rolü olmuştur. Nite ­ kim, bu maksatla, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren birçok yaban­ cı uzman memleketimize davet edilmiştir. Bunlar arasında, 1924 yılında ünlü Amerika'lı nedagog John D4'wey, 1925 yılında Dewey'in çağdaşı ve Almanya'daki mümasili G. Kerschensteiner'in asistanı A. Kuhne, 1927 yılında Belçika'dan Omar Buyse, 1930 yılında Almanya'dan Yung, 1932 yılında lsviçre'den Albert M.alche, 1933 yılında Kemerrer Gurubu ola­ rak tanınan Amerikalı uzmanlar heyeti, 1934 yılında yine Amerika'dan Berly Parker Türkiye'ye gelmişler, Milli Eğitim teş1:tilatı ve müessese­ lerinde incelemelerde bulunarak görüş, tavsiye ve tPkliflerini birer ra­ porla Bakanlığa sunmuşlardır (4). Aynı politika çok partili döneme ge­ çildikten sonra da devam etmiş ve yabancı uzmanların getirdikleri gö­ rüş ve teklifler yoluyla Batının psikopedagojik cereyanları, Cumhuıi­ yet dönemi eğitim hareketlerini yönfondirmede etkili olmuştur. Ülkemize gelişleri , yine kendileri gibi yabancı başka bir eğitimci tarafından "ikinci Dünya Savaşı sonrasının hiçbir memleketi 1924-1934 yılları Türkiye'sinin uzman olarak malik olduğu yıldızlar kümesine ula.,�­

mamış tır" ( 5 ) sözleriyle alkışlanan bu yabancı uzmanlar, yüzyıllarca geç­ mişi olan, tecrübe ve bilgi birikimine sahip Türk Milli Eğitiminin, ya ­ bancı görüşlerin etkilerine açıldığının somut delilleridir. Raporlarında telkin ettikleri fikir ve görüşleri ile Türk eğitim sistemini yapı deği­ şikliklerine zorlayan bu yabancı uzmanlardan bazılarının etkisi günü­ müze kadar devam etmiştir. Bunlar arasında en çok adı geçen John Dewey ' di r. John Dewey ve Psikopedagojisi John Dewey 0.859-1952), felsefe ve eğitim sahasında 20. Yüzyılın en kuvvetli bilim adamlarından biri olarak tanınmaktadır. Kendisi, et( 4 ) Taşdemirci, E., Cumhuriyet Dönemi Tü rk Milli Eğitim Politikasının Ana Dev­

relerinin üzerine Tahlili ve Mukayeseli bir Araııtırma. Doktora Tezi. Ankara Üniv. Sos. Bil. Ens. Cilt 1 , 1984, ss: 495-546. ( 5 ) Kirby , F., Türkiye'de Köy Enstitüleri. Ankara : İmece Yay, No : 2, Rüzgarlı M atbaa sı, 1962, s: 33.

582

(6)


SAYI 318

YIL XXVIl

S. TOPÇU

kisi altında kaldığı, gunumuz ampirik sistematik psikolojinin kurucusu William James ( 1841-1910 ) ile birlikte, Pragmatizm cereyanının Ame­ rika'daki temsilcisidir. Onların döneminde , eğitimde pragmatizmin ha­ kim olduğıt ve bu düşünce sisteminin eğitimde old-1ğu kadar başka hiç �ir sahada başarı kazanamadığı bildirilmeketdir (6). Dewey, pragmatizm kavramını, tecrübecilik (experimentalism) ile aynı manada kullanmıştır. Kendisi, tecrübecilikten, çözümün ilimde ve ilmi metodda aranmasını kastetmiştir. O'na göre ilim, dünyayı tanıma­ nın bir yoludur. Burada dünyayı tanımak, bilen kimsenin çevresi ile mü­ nasebetinde istenilen değişmeyi hasıl etmek için sahip olduğu kuvvet manasındadır. Kendisi, ilmin modern dünyada en güçlü sosyal faktör olduğuna ve tecrübi metodun günün sosyal ve politik problemlerine si�­ tematik bir şekilde tatbik edilmesinin bir çözüm olduğuna inanmıştır (7 ) . O, bu anlayışın eğitime tatbik edilmesi ile okulun, demokrasinin inşasın­ da ve öğrencilere muhafazakar değil fakat progresif alışkanlıklar k a­ zandırmada görev alabileceğini düşünmüştür. Dewey, okulun bu görev­ leri yerine getirebilmesi için de ilmin ok·u ldaki bütün etkileşimlere ha­ kim olmasını ve öğretime tecrübi metodun girmes!ni teklif etmiştir(8 ) . Dewey'in görüşlerinde, Froebel ( 1782-1852) ve Pestolezzi ( 17461827 ) gibi eğitimci filozofların fikirleri ile W. James'in fonksiyonel ve biyolojik psikolojisinin izleri bulunmaktadır. Bu eğitimciler , okulun bir cemaat ve öğrenmenin de araştırma, inşa etme ve artistik yaratıcılığı gerektiren aktif bir süreç olduğunu savunmuşlardır. Dewey de eğitimin bir bulma ve inşa etme süreci olduğu görüşündedir. Kendisi, y aparak öğrenme ve okul programlarının çocuğu n ilgilerine göre düzenlenmesi üzerinde d'll r muştur. O'nun eğitim sisteminde öğretmenin rolü, çocuğun ilgilerini yönlendirmek, geliştirip , genişletmekle sınırlanmıştır (9). Dewey , ya!Joarak ö ğrenme görüşüne tecrübi deliller sağlamak ama­ cıyıa 1896 yılında Chicago Ü niversitesi'nde bir laboratuvar okulu kur­ muştur. Bu okulda, çocuklara 6 yaşından itibaren basit bazı görevlerin (6J

Daha fazla bilgi için bkz: Halil Fikret,

Daskı. İst an b u l : Devlet Matbaası, 1930 .

Terbiye

ve

Tedris

Tarihi.

II. Cilt, 2.

( 71 Marcell, D.W. , Progress and Pragmatism, James, Dewey, Beard and the Ame­ rlcan İdea of Progress. Westport Connecticut: Greenwood Press , 1974, ss: 196257 ( 8 ) Marcell, D.W. , a . g.e., ss: 196-257 . ( 9) Good, H.G. and Teller. J.D. , A hlstory of western education. London: The Mac­ Millan Co. 1960, s: 553 .

(7 )

583


SAYI 318

T Ü R K

KÜ L T Ü R Ü

YIL XXVII

gösterilmesiyle öğretime başlanmakta ve birtakım endüstri malze�ele­ ri, araçlar ile işlerin öğretilmesi suretiyle el becerileri kazanmaları amaç­ lanmaktaydı. Okulda mesela, pamuk ipliği konusu, pamuğun tohumdan giyecek haline gelinceye kadar geçtiği safhalardan geçilmek S'llretiyle işlenmekteydi. Bu deneme okulunda, formel eğitimden, ezberden, amaç.,. sız çabalardan, keyfi kontrol ve açıl:: disiplinden kaçınıidığı ve çocukla­ rın

iş esnasında bulma, inşa etme ve kooperasyon yoluyla kendi ken­

dilerini eğitmelerini gerçekleştirmek için, onlara sadece kılavuzluk et� mekle yetinildiği gözlenmiştir (1°).

Dewey'in deneme okulu 8 yıl yaşamıştır. Bu okulun ideal bir okul örneği olduğu zannı, okulun çocuklar üzerindeki etkiledne dair bir ça­ lışma yapılmadığından, ispat edilmemiş bir eğitim fantazisi olarak kal­ mıştır(11). Progresif eğitim anlayışına tenkitler 1929 yılının Büyük Ekonomik Depresyon Dönemi'nde artmış ve bu tenkitler il. Dünya Savaşı'ndan sonra büyük ölçülere ulaşmıştır. Tenkitlerin esasını, progresif eğitimde temel okul bilgilerinin kazanılmasına yer verilmediği görüşü teşkil et­ mekteydi. Bu görüşte olanlar, i'ğitimde çocuğun ilgilerine değil fakat derslere ve bilgi öğrenmeye ağırlık verilmesini savunmaktaydılart'2). John Dewey'in eğitim yaklaşımı gibi, biyografisi de bazı özellik­ ler göstermektedir. Kendisinin 1930'larda sosyalist olduğunu fakat eko­ nomik determinizmi ilmi bulmaması sebebiyle Marksizm'i kabul etme­ diğini öğreniyoruz. Dewey'in kadın hakları için aktif olarak çalıştığı ve "Reform Yönelimli Halklar Lob i si "ni n (Reform-Oriented People's Lobby) ilk başkanlığını yaptığı; 1929 yılında "Bağımsız Poli tik Faaliyet Lig i " nin (The League for Ind8penden t Political Action) kurulmasına yardımcı olduğu bilinmektedir(ll). Rusya' da, Lenin dönemi komünist eğitiminin mimarı olarak adlandırılan A. Lunacharski (1875-1933) ile 1920'lerin Rus eğitimcilerinin, Dewey'den pek çok görüş aldıklan ve Dewey'in her yeni kitabının hemen ele alınarak, büyük bir istekle Rus­ çaya çevrildiği bildirilmektedir(14). (10) Good, H.G., and Teller, J.D., a .g.e ., ss . 512-513. (11 ) Goo d, H,G. , and Teller, J.D . , a.g . e,, s. 513. ( 12 ) Good, H.G., and Teller, J.D., a.g.e ., s : 553 . ( 1 3 ) Marcell, D .W., a.g.e . , s : 201. (14 ) Gutek, G.L., A History of the Western Educational Experience. New York: Random House ine. 1972 s : 349 .

584

( 8)


Dewey'in

YIL XXVII

S. TOPÇU

SAYI 318

Türk Milli Eğitimi ile Münasebetleri

Dewey, Türk Maarif sistemini yeniden düzenlemek ıçın başvurulan yabancı eğitimciler arasında en önde geleni ve en çok etkili olanıdır. Kendisi, devrin Maarif Vekili İ smail Safa Ö zler tarafından Türkiye'ye davet edilmiş ve 1924 yılında Çin'e yaptığı tetkik ziyaı.·etinden ülkesine dönerken, Amerika'Iı bir Senatör'ün sağladığı imkanlarla memleketimi­ ze gelmiştir ( 15, 16) •

Dewey, 21 Temmuz - 16 Eylül 1924 tarihleri arasında Türkiye'de kaldığı 58 gün zarfında, bir kısım Bakanlık men subu kişiler ve tercü­ manı ile birlikte bazı illere giderek, öğretmen ve ilgililerle görüşmüş ve tetkiklerde bulunmuştur. Bu çalışmalarının sonunda Milli Eğitim Ba­ kanlığı'na iki rapor sunmuştur. Bunlardan ilki , mali vasıf taşıyan bir muhtıra mahiyetindedir. tkinci rapor ise, Dewey'in Amerika 'ya dön­ dükten sonra hazırlayıp gönderdiği ve Türk Milli Eğitimi hakkında gö­ rüş ve tavsiyelerini ihtiva eden esas rapordur. Her iki rapor ilk defa 1939 yılında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlarmış ve daha son­ ra 1952 yılında ikinci defa basılmıştır (17) •

Dewey'in hazırladığı esas raporun giriş bölümünde. Türk Milli Eği­ timinin amacı açıklanmakta ve bu amaca ulaşılması !çin eğitimin. öne­ mine değinilmektedir. Bu bölümde ayrıca, okulların cemaat hayatının merkezi oldukları görüşüne de yer verilmektedir. Raporun Birinci Bö­ lümü'nde eğitim faaliyetlerinin Türkiye'nin sosyal amaçlarına hizmet edecek bir maarif planın a göre yürütülmesi için genel bir program tav­ siye edilmekte ve böyle bir programın hazırlanabilmesi için takip edil­ mesi gereken yol açıklanmaktadır. tkinci Bölüm, Milli Eğitim Bakanlığı teşkilatı ile ilgili görüş ve tavsiyelere ayrılmıştır. Bu bölümde, Milli Eği­ tim teşkilatında lüzumundan çok mel'keziyet,çilik'e gk�ilmesinin ve bü­ rokrasinin mahınırları anlatılmakta ve bazı tavsiyelerde bulunulmakta­ dır. Raporun Ü çüncü bölümü, öğretmenlere sağlanmaı>ı tavsiye edilen maddi imkanlarla ilgilidir. Dördüncü Eölüm , Öğretmenlerin Yetiştirilme­ si başlığını taşımaktadır . Bu Bölümde , ( 15 ) Unat, F.R., Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişmesine Taribi Bir Baku�. Ankara : Milli Eğitim Basımevi, 1964. ( 16) Koçer, H.A . , Türkiye'de Öğretmen Yefü;tirme Problemi (1848-1967 ) . Türk Eği­ tim Tarihi tJzerine Araştımıalar. Ankara : Yargıçoğlu Matbaası, 1967. ( 17) Dewey, J., Türk Maarifi Hakkında Rapor. 2 . Baskı , İstanbul : Milli Eğitim Basımevi, 1952.

(9 )

585


SAYI 318

TÜR K

K Ü L TÜR Ü

YIL XXVII

"Mekteplerde köylülerin ve çiftçilerin alaka ve ihtiyaçlarına hususi bir ehemmiyet verilmeden tahsilin umumi ve mecburi kılın.ınası iç­ timai zararlar verecek fevkalade bir tehlike teşkil eder." (1�) denilerek, köy eğitiminin önemi vurgulanmakta ve böyle bir eğitimi ger­ çekleştirmek için yeni öğretmen okullarının açılması tavsiye edilmek­ tedir. Raporda, sözkonusu okullardan çıkacak öğretmenlerin, okuldan aldıkları bilgileri hayata uydurmak üzere, ilmi olarak hizmet edecek bir şekilde yetiştirilmeleri gerektiği teklif edilmektedir. Ayrıca, b!r deneme okulu açılması teklif edilerek, burasının yeni ve gelişmiş ders meto d ve vasıtalarının incelenmesine, aynı zamanda psikoloji ile öğre­ tim metodu konularında öğretmen yetiştirilmesine imkan sağlayacağı belirtilmektedir. Raporun Beşinci bölümü "Mektep Sistemi" başlığını taşımaktadır. Bu bölümde, ilkokulları, orta dereceli okulları ve yüksek okulları kap­ sayan okul sisteminin her bir parçasının kendi içinde birlik ve bütün­ füğe sahip olması ve toplumun özel şart ve ihtiyaçlarına uyması gerek­ tiği üzerinde durulmaktadır . Rapor, yüksekokullarl::ı ilgili olarak, mev­ cut bulunan zamanın "Darü'l-fünun"u ve "Darü'l-eytam" ların geliştiril­ mesi hakkındaki teklifleri de ihtiva etmektedir (19). Altıncı Bölüm "Sıh­ hat ve hıfzıssıha" , Yedinci Bölüm ise "Okul Disiplini " konularına ayrıl­ mıştır. Günümüzde hala tartışılmakta olan, öğrencinin okul idaresine katılması konusu ilk defa bu raporla gündeme getirilmiş görünmektedir. Raporun son bölümü , eğitimle doğrudan ilgili olmayan çeşitli konular hakkındadır. Dewey'in Ü lkemize davet edilerek. Türk Milli Eğitimi hakkında ken­ disinden böyle bir rapor hazırlamasını isteyen tutumun fikri temelleri­ nin, O 'nun Türkiye'ye gelmesinden önce atıldığı anlaşılmaktadır. Türk eğitimcilerinin Dewey'in çalışmalarından, Cumhuriyet'in ilanından önce 1920'lerden itibaren haberdar olduklarını bilmekteyiz. Dewey'in Türk okuyucuların istifadesine sunulan ilk makalesi, "Mektep ve İ çtimai Te­ rakki" başlığı altında, Tedrisat Mecmuası'nın 1920 tarihli, 55. ve 56. sayılarında yayınlanmıştır (20). Ayrıca Cumhuriyetin ilanından kısa bir ( 18) Dewey, J. , a.g.e., s: 19. (19) Dar'ül-eytam'ler, öksüz ve yetimlerin barındırıldığı ve aynı zamanda onlara eğitim ve öğretim de sağlayan zamanın yetiştirme yurtıarıydı . Bugün bu ku­ ruluşlar tasfiye edilmişlerdir. ( 20) Gündüzalp, F . , John Dewey'in Türkçeye Çevrilmiş Eserleri ve Bunların Tür­ kiye'de Öğretim ve Eğitim üzerine Etkileri. İlköğretim. C : 15, S : 283, ss: 3700-3702, 1949.

586

( 10)


SAYI 318 --·---- ---

-------- ---

S. TOPÇU

YIL xxvıı

süre önce , 11 Mayıs 1923 tarihli "Hakimiyet-i Milliye" gazetesinde Mus­ tafa Rahmi ( Balaban ) imzasıyla çıkan "Asri Maarif Müesseselerinde Dewey ve Terbiyesi" başlıklı yazıda, Dewey ve teorisi Türk okuyucuları ­ na tanıtılmıştı. Aynı tarihlerde, Dewey'in Çocuk ve Mektep adlı eseri­ nin yine aynı yazar tarafından yapılan bir tercümeRinin de yayınlandığı görülmektedir (21 ) . Bütün bunlar, Türk eğitim camiasım. Dewey ve psi­ kopedagojisinin Cumhuriyetin ilanından önce girdiğini göstermektedir. Cumhuriyetin ilanından sonra, tercümeleri Avni Başman tarafın­ dan yapılan Dewey'in Mektep ve Cemiyet ve Demokrasi ve Terbiye a�lı eserleri ile tercümesi lbrahim Aşki (Tanık) tarafından yapılan Adedin Ruhiyatı ve Hesap ôğretme Usullerine Tatbiki başlıklı eserinin de ö n­ cekiler gibi Arap harfleriyle yayınlanmış olduklarını öğreniyoruz (22). Dewey'in Latin harfleriyle yayınlanan eseri, Satlrettin Celal Antel'in Türkçeye tercüme ettiği " Yarını n Mektepleri" bP.şlığını taşımaktadır. Ayrıca, Eyüp Hamdi Akman'ın 1932 yılındı: basılan John Dewey'in Pe­ dagojiH. Akideleri adlı etüdü i le Belkıs Halim'in tercüme ettiği Terbiyede Ahlak Prensipleri adlı kitabı da L atin harfleriyle yayınlanmıştır (23 ) . Dewey ve Rt:r.porunun Türk

Milli Eğitimine Etkileri

Türk eğitim sistemi hakkındaki raporu da dahil olmak üzere , Türk­ çedeki eserlerinin sayısı 8 'e ulaşan Dewey, Milli Eğitim camiasında ya­ kmdan tanınan ve izlenen bir ilim adamı olmuştur. Cumhuriyeti izleyen yıllarda eserlerinin öğretmenler ve öğretmen adayları tarafından ara­ nılarak ilgi ile okunduğunu ve görüşlerini tartışmak üzere toplantılar tcrtiplendiğin öğreniyoruz ( 2� ) . Dewey ve pedagojisine duyulan bu il­ ginin günümüzde de devam ettiğine işaret eden çalışmalara zaman za­ man rastlanmaktadır ( 25 , 26) . Bazı eğitimciler Dewey'in raporunu , hazırlandığı tarih üzerinden 25 yıl geçmesine rağmen , milli eğitim işleri için ''değerli bir belge ve sağlam bir dayanak" olarak değerlendirmişlerdir (27 ) . Kimilerine göre (21 ) Gündüzalp, F., a . g. m . , ss: 3700-3702. ( 22 ) Gündüzalp, F., a . g . m . ss: 3700-3702 . ( 23) Gündüzalp, F., a.g.m., ss: 3700-3702. (24 ) Gündüzalp, F., a.g . m . , ss: 3700-3702. Eğitim ( 25 ) Dennan , K., Pestolezzi-Kerschen,,teiner.Blonski Üçgeninde Tonguç Hareketleri. Cilt 1 7, Sayı 196-197, ss: 30-3 1, 1971. . 26) Güçlüol, K. , John Dewey Raporundan Esintiler . Eğitim ve Bilim. Cilt 9, Say ı 534-537, ss: 4.7, 1985 . ı 27) Ayas N., John Dewey'in Raporu Hakkında. ilköğretim. Sayı 283, Cilt 15, 1949 , s: 3723.

(11)

587


SAYI 318

TÜ R K

K Ü L TÜ RÜ

YIL xxvn

bu rapor "bünyemize uygun bir maarif sistemi takip etmemizi teklif ediyordu" (23). Dewey'in raporunun, zamanın Milli Eğitim Bakar.lığı üst seviye bürokratları üzerinde de derin etkiler yaptığı gözlenmiştir. Bunlar ara­ sında, 1925 yılında Milli Eğitim Bakanı olan Mustafa Necati (1892-1929) en tanınmış olanıdır. Mustafa Necati'nin gerek Meclis'te gerekse ba­ sında kendisine yapılan tenkitleri cevaplandırırken Dewey'in raporun­ dan faydalandığı ve raporun muhtevasının kendisi tarafından titizlikle tatbikata konduğu bildirilmiştir (29,30). Mustafa Necati'nin 20 Arahk 1925 tarihinde Bakan olmasından sonra ilk ele aldığı ve 2 Mart 1926 tarihinde kanun!aşan 789 sayılı "Maarif Teşkilatına dair Kanun"un maddelerinin bir çoğunun Dewey'in raporunda teklif ettiği görüşlerden kaynaklandığı tespit edilmiştir(31). Aynı kanunun 5 . Maddesi ile ilkokulların Şehir/Kasaba/Köy-Gündüz-Ya. tılı şeklinde bölümlere ayrılması, ve yine 7 . maddesiyle de öğretmen Okullarının tlköğretmen Okulları/Köy öğretmen Okulları olarak iki kıs­ ma ayrılmasının kanunlaşması, Dewey'in raporundaki tavsiye ve tek­ liflerinin bir sonucudur. Dewey raporunun en önemli yönü, Türkiye'de köy eğitim ve öğ. retimi ile ilgili her teşebbüs için bir dayanak teşkil etml!_:: olmasıdır. Böy­ le bir dayanak rapordaki "Köylülerle çiftçilerin ihtiyaçları ayrıca düşii­

nülmeden vücuda getirilecek bir ma('rif sistemi nazari ve skolastik olur.. ve genç nesli köy hayatından kolaylıkla uzaklaştırır" ifadelerinden kay­ naklanmıştır(32). Bu maksatla raporunda : "Köy mekteplerine, bilhassa Türk hayatının temeli. olan çiftçilerin ihtiyacatına tekabül edecek mekteple!'e muallim yetiştirmek için muhtelif tipte muallim mekteplerine ihtiyaç vardır(33)." görüşlerini ifade ederek, köy öğretmen ol�ullarının kurulmasını teşvik etmiştir. Bunun sonucunda, 1926 yılında Kayseri'nin Zincirdere köyün­ de ve Denizli'de 3 yıllık iki Köy Muallim Mektebi açılmıştır(34). Türk (28) Koçer, H.A., a .g.e., s: 80. (29 ) Koçer, H.A . , a.g.e . , s: 87. (30) İnan, M.R , Mustafa Necati. Cumhuriyet Dönemi Eğitimcileri. Ed : H. Ciritli ve B . Sorguç. Ankara : Unesco Türkiye Milli Komitesi . Demircioğlu Matbaası , 1987, s : 358. ( 3 1 ) Güçlüol, K . , a.g,m., s.s : 4-7. (3 2 ) Dewey, J . , a.g.e., ı-: 19. (33 ) Dewey, J., a.g . e, , s: 19. (34 ) !nan, M., a . g.m . , ss: 351-371 .

588

(12)


SAYI 3 1 8

S. TOPÇU

YIL xxvn

Milli Eğitiminde sadece 6 yıl varlık gösterdikten sonra kapatılan bu okullar, daha sonraki yıllarda kurulan Köy Enstitülerinin öncüleri ol­ muşlardır.

Köy Enstitüleri Köy Enstitüleri, Türk eğitim tarihinde Dewey'in raporundan ve görüşlerinden ilham alınarak geçirilen bir tecrübedir. Bugün bile ka­ r·mlık noktaları bulunan bu tecrübenin gelecek nesillere doğru olarak anlatılabilmesi için, bütün yönlerinin tarafsız olarak, açık kalpl ilikle tartışılması gerekmektedir. Eğitim tarihimizde Köy Enstitüleri hareketini hazırlayan en önem­ li sebeplerden birisi, Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda ülke nüfusunun büyük çoğunluğunun köylerde yaşaması ve buralarda okur y�ar ora­ nının çok düşük olmasıdır. Bu durum o yıllarda ilköğretim seferberliği ve dolayısıyla ilkokul öğretmeni yetiştirme fikrine zemin hazırlamış ve bunun bir "tutku" halini aldığı devirde Köy Enstitüleri kurulmaya baş­ lanmıştır(35). Dewey'in 1924 tarihli bilinen raporu, Köy Enstit üleri hareketinde ilmi bir dayanak olarak kullanılmıştır. Ancak, daha önce Türk kamu­ oyunda Dewey'in görüşlerine benzer fikirlerin bazı eğitimci ve ilim adamlarımız tarafından da zaman zaman ortaya konulduğu görülmüş­ tür. Bunlar, şümullü bir teorinin bir ifadesi olmaktan ziyade, köy eği­ timine çare olarak düşünülmüş fikirlerden ibarettir. ikinci Meşrutiyet Devri'nde ( 1908- 1923 ) üsküp "Rüştiye Da.rü'l­ Muallimin" de öğretmenlik yapan Mustafa Şekip (Tunç) 'in, Sabri Ce­ mil beyle birlikte öğretmenler için çıkardıkları Yeni Mektep adlı bir mes­ lek dergisinde çiftçi öğretmenler-öğretmen çiftçiler'den bahsetiği tespit edilmiştir(36). Ayrıca, o dönemin Kastamonu Mebusu, aynı zamanda Darü'l-eytamların (yetim ve öksüz yurdu) kurucusu ve ilk müdürü İs­ mail Mahir Efendi'nin köy eğitimi ve köy öğretmeni davasına önemli hizmetlerde bulunduğu bilinmektedir. Kendisi, 14 Temmuz 1914 tarihin­ de İstanbul Mebusan Meclisi'nde tlköğretim Kanunu'nun müzakeresi sı­ rcı.sında yaptığı bir konuşmada, k öylerden alınacak kız ve erkek ç ocuk­ ların köy öğretmeni olarak eğitilmelerini ve bunların kendi aralarında evlendirilerek köy kalkınmasına rehberlik etmek üzere yetiştirilmelerini ( 35) Güngör, E . , Milli Eğitimimizde Eği tic i ve Öğretici Olarak lnsan . Milli Eğitim ve Kültür. Yıl 4, Sayı 17, 1979, s : 14. ( 3 6 ) Öymen, H .R. , Hala Bilinmeyen Köy Enstitüleri. Eğitim Hareketleri. Cilt 17, Sayı 192-193, 1971, ss : 29-31.

(13)

589


SAYI 318

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL xxvn

savunmuştur. O'n11n bu fikirlerini tzmit'te Armeşe öksiizler Yurdu'nda uyguladığı bilinmektedir (37 ) . Sonraki yıllarda, tsmayıl Hakkı Baltacıoğ­ lu (1886-1978) ve Halil Fikret ( Kanad ) 'ın (1892-1974) köy eğitimi ko­ nusunda eserler verdiklerini görmekteyiz. tsmayıl Hakkı Baltacıoğlu 1933 yılında yayınladığı İçtimai Mek­ tep adlı eserinde demokratik yapıda bir üretim okulu m o delini açıkla­ mıştır. Bu okul modeli ile, Rus Terbiyecisi P.P. Blonski'nin (1884-1941) ݧ Okulu modeli arasında belirli bazı noktalarda benzerliklerin bulun­ duğu ileri sürülmüştür ( 38 ) . Halil Fikret Kanad 24 Mart 1935 tarihli K•aun Gazetesi'nde çıkan ve "Yarının Muallimleri Nasıl Yetiştirilmeli" başlıklı 4 makalesinde, ilköğretmen okullarının köye öğretmen yetiştir­ mek için yeniden düzenlenerek, seviyelerinin geliştirilmesi üzerinde dur­ muştur (39 ) . Köy Enstitüleri hareketi , hazırlanan fikir bazında zamanın bürok­ ratlarının büyük katkıları ile 3erçekleşmiştir. Bunlar arasında, 19351938 yılları arasında Milli Eğitim Bakanı olan Saffet Arıkan'ın (18881�47), köylerin öğretmen ihtiyacını kısa zamanda gidermek ama cıyla 1!?37 yılında çıkarttığı "Köy öğretmenleri Kanunu" ile bu harekette adı geçmektedir. Bu kanun , askerliğini yapmış, okuma-�azma bilen, ara­ zi ve hayvan sahibi köylülerin kısa süreli bir kurstan geçirilerek, im­ t!hanla eğitmen olarak kendi köylerine atanmalarına imkan vermiştir ( 40). Başka bir kaynakta, eğitmenlerin orduda çavuş olanlar arasından seçil­ diği de ileri sürülmüştür (41). Eğitmenlik denemesinden alınan sonuçlar hakkında elde kesin ve­ riler bulunmamakla birlikte, yazarlar, eğitmenliğin Köy Enstitülerine ge­ çiş için bir basamak olduğu konusunda birleşmektedirler. Bakan Saffet Arıkan'ın döneminde, 1938 yılında izmir-Kızılçullu ve Mahmudiye-Çifte­ ler'de açılan köy öğretmen okulları, Köy Enstitülerinin ilk örnekleri ola­ rak gösterilmektedir ( 42 ) •

(37) Öyme n, H.R., Köy Enstitüleri Kurulu§larının Tarihi Geli§imi, Eğitim Hare­ ketleri, Yıl 23, Sayı 278-279, 1978, s : 30. (38) Aytaç, K. , İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu, Cumhuriyet Dönemi Eğitimcileri. Ed: H. Ciritli v e B. Sorguç , Ankara : Unesco Milli Komisyonu. Demircioğlu Mat­ baası, 1987, s : 122. ( 39) Cicioğlu , H., Halil Fikret Kanad. Cumhuriyet Dönemi Eğitimcileri, Ed: H. Ci­ ritli ve B. Sorguç. Ankara : Unesco Milli Kom. Demircioğlu Mat. 1987, ·;;;s: 327-335. ( 40) Ergin, O., Mürk Maarif Tarihi. Cilt 5, İstanbul : Eser Matbaası , 1977, s: 2055. ( 4 1) Koçer, H.A .. a .g .e . , s : 102. (42) Koçer, H.A . , a.g.e. , s: 102.

590

(14)


YIL XXVII

S. TOPÇU

SAYI 318

Türk eğitim sisteminde Köy Enstitülerinin yer alması, zamanın llk­ öğretim Müdürü İsmail Hakkı Tonguç'un ( 1897-1960 ) , 1938 y ılın da Mil­ li E.ğitim Bakanlığına getirilen Hasan A li Yücel'le ( 1897-1961) birlikte yaptıkları ç alışmal arla gerçekleşmiştir. Onların döneminde, 17 Nisan 1940 tarihinde, 3803 sayılı "Köy Enstitüleri Kanunu " çıkarılmıştır. Ka­ nu nu n ilk tatbikatı, seçilen pilot bölgelerde 14 adet Köy Enstitüsünün faaliyete geçirilmesiyle y apılmıştır. 1942 yılında 4274 3ayılı "Köy Okul­ ları ve Enstitüleri Teşkilat Kanunu"nun çıkarılmasıyla açılan Enstitü sa yıs ı 20'yi bulmuştur. Bu Enstitülerin a dları ve Bö lf"eleri Tablo l'de gösterilmiştir.

Tablo

:

1 - Köy Enstitiülerinin Adlan

Köy Enstitüsünün Adı

Bf.lgeleri

Bölgesi

1. Akçadağ . . . . . . . .. ... ... 2. Aksu . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . 3. Akpınar . . . . . . . . . ... .. . ... i. Arifiye . . . ... . .. 5. Beşikdüzü . .. . .. . . . ô. Cilavuz . . . . . . 7. Çifteler . . . . . . 8. Düziçi . .. . . . ... . .. . . . 9. Gölkö y .. . . .. . . . . . . . . . 10. Gö nen .. . ... . �.· . . . . . .

11. Hasanoğlan .. . ... . . . ... 12. tvriz .. . . . . . . . ... . . . ... . . . 13. Kep irtepe . . . 14. Kızılçullu ... . . . ... ... 15. Savaşt epe . . . . . . . .. . . . 16. Pamukpınar . .. . . . . . .. 17. Pazarören . .. . . . . . . 18. Pulur . . . . . . . .. . . . . . . 19. Di cle . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . 20. Ortaklar . . . . . . . . . . . . ...

ve

Tunceli, Malatya, Adıyaman Antaly a Samsun , Amasya Bursa, İzmit, Adapazarı Trabzon, Rfae Çoruh, Kars Afyon, Eskişehir Adana, Hatay, İçel Kastamonu, Zonguldak

Burdur, Denizli, İsparta Ankara, Ç�kın, Kırşehir Konya, Niğde Edirne, Kırklareli, Tekirdağ

l zmir, Manisa Balıkesir, Çanakkale �· ..

Erzincan, Sivas,

Tokat

Çorum, Kayseri,

Yozgat

Erzurum, Gümüşhane Diyarbakır, Mardin, Urfa Aydın

Kaynak ( 43) (43) Tablo 1, S . ömer'in : Köy Enstitülerinden Eğitim Enstitülerine adlı eserinden derlenmi!ltir . İstanbul: Su Yayınları 1979.

(15)

591


8AYI 318

T Ü RK

K Ü L T Ü R Ü

YIL xxvn

Hasanoğlan Köy Enstitüsü, diğer enstitülere öğretmen yetiştiril­ mesi amacıyla 1943 yılında Yüksek Köy Enstitüsü'ne dönüştürülmüş ve burada Behice Boran, Niyazi Berkes, Sabahattin Ali, Sabahattin Eyü­ boğlu ve Pertev Naili Boratav ders vermişlerdir.

Köy

Enstitülerinin Teorik Temelleri

Köy Enstitüleri, iş eğitimi prensiplerine göre eğitim ve öğretim veren birer iş okulu vasfında kuruluşlar olmuşlardır lş okulu, J.H. Pestalozzi ile başlayan ve Birleşik Amerika'da J. Dewey, Almanya ' da G. Kerschensteiner, Rusya'da P.P. Blonski ile temsil edilen pedagojik bir akımdır. Bu okul, iş vasıtasıyla, iş içerisinde, iş için eğitim yapan canlı ve faal bir kurum olarak tarif edilmiştir. Burada, öğrencilerin iş yaparak öğrenme ve öğrenerek iş yapma alışkanlığı kazandıkları; okul­ da işin bir vasıta olduğu ve eğitimde beden katkısının önemli yer tut­ tuğu bildirilmiştir(44). Türk eğitim sisteminde iş okulu yaklaşımı, Köy Enstitüleri vası­ tasıyla köylünün kalkınması ve eğitimi maksadıyla kullanılmıştır. Bu uygulamanın öncüsü olarak adı geçen İsmail Hakkı Tonguç, köylüyü, temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek, ekonomik esaslara göre ha­ reket edebilecek seviyeye getirmek ve aynı zamanda iyi birer üretici ve tüketici yapabilmek için Köy Enstütülerinde iş okulu ve üretim oku­ lu prensiplerinin bir sentezinin uygulanması üzerinde durmuştur(45). Tonguç için, iş eğitiminin bir araç değil fakat amaç olduğunu görmek­ teyiz. Bu amaç, okula ve öğrenciye üretici olma fonksiyonu kazandır­ mak ve bu yolla köy kalkınmasını gerçekleştirmektir(<l<I). Böyle bir anlayışın sonucu olarak, aslında birer eğitim ve öğretim kurumlan ol­ maları gereken Enstitüler, birer iş yeri haline b ürünm üş ve bura­ ları, "köy kalkınması davası" temasında romantik idealizmlerin işl en­ diği, ideolojilerin yeşermesine uygun zemin ve yerler o lmuştur. . Giderek birer üretim okulu haline gelen bu Enstitüler hakkında " ...bir millet ya­ ratmanın ilk ve son çaresi" şeklinde romantik değerlendirmelerde bulu­ nulmuş ve bu eğitim .dışı hareket büyük heyecanla dün ol duğu gibi bu­ gün de kendine destekçi bulabilmiştir(47,48). Bununla birlikte, bazı yazarEtrafında. Kö7 Enstltlllerl �glsl. Cilt 1, Sayı 5-6, 1964, ss : 133-135. Derman, K., a.g.m., ss : 30-31 . Tonguç, l.H., Ca.nlandınlacak Köy. 1.stanbul : Remzi Kitabevi, 1949, s: 36. Taşkın , M.S., a . g.m., s : 138. Gündüzalp, F., On yılda Köy Enstitüleri Hakkmda Yazılan Kitaplar. nköğretlm.

\44) Taşkın, M. S., lş Okulu ve Evrim Tarihi

( 45) ( 46) ( 47 ) ( 48)

Sayı 295-296, 1960, s ; 3850.

592

(16)


SAYI 318

S. TOPÇU

YIL XXVII

lar Köy Enstitüleri için en büyük tehlikenin, aracın amaç biçim.ine dö­ nüşmesi olduğunu farkederek, uyarıda bulunmuşlardır. Halil Fikret Ka­ nad, Enstitülerin bütün işlerinin öğrenciler tarafından yapılmasına ve asıl amacın üretim olması fikrine karşı çıkmıştır. Enstitüde çalışanların bu gibi görüşlere kendilerini kaptırmamaları gerektiğine, aksi halde buraların, kendilerinden beklenen görevleri yerine getirmeden soysuz­ laşıp sönmeye mahkum olacaklarına dikkat çekmiştir (49) . Köy Enstitülerindeki üretim okulu anlayışının kökleri, J. Dewey'in materyalist vasıftaki iş pedogojisinde aranmalıdır. Dewey'in iş peda­ gojisi'nin bir benzerinin, 1940'lı yıllarda endüstriyel Sovyet okul siste­ m.inde uygulandığı bilinmektedir. En önemli özellikleri fabrikalaşma olan bu okullarda iş1in tamamen iktisadi üretim manasına geldiği tespit edilmiştir ( .I<>) . Köy Enstitülerinde uygulanan üretime yönelik faaliyetlerin Mark­ sist Teori ile telif edilmeye çalışılması, bu okullardaki uygulama ve faaliyetlere ideolojik gözle bakılmasına sebep olmuştu r (51) . Nitekim, Köy Enstitüleri bilhassa 1947 yılından sonra, sosyalist ve komünist fa­ aliyetlerde bulunulduğu gerekçesiyle sık sık basının ve mahkemelerin muhatabı olmuşlardır. Avukat Profesör Kenan öner'in, devrin Milli Eği­ tim Bakanı Hasan Ali Yücel'i, 11 Şubat 1947 tarihli Yeni Sabah Gaze­ tesi'nde aleni komünist faaliyetleri desteklemekle suçladığı ve bu se­ beple mahkemelerde görüşülen Köy Enstitüleri davası, kamunun bugün bile hafızasındadır. Köy Enstitülerinde yürütülen siyasi faaliyetler hakkında birçok çalışma yapılmıştır (52,53 ) . Bunlar arasında, o dönemin Milli Eğitim Ba­ kanlığı müfettişlerinden birinin belgelere dayanarak yapmış olduğu bir çalışmasında, teftişler sırasında bulunan suç delilleri üzı::rinde durulmak­ ta ve bu delillerin, diğer müfettiş raporları ile birlikte, muhafaza edil­ dikleri Bakanlığın Teftiş Reisliği makam odasında esrarengiz bir şe­ kilde çıkan bir yangın sonucu, Vekalet binasıyla birlikte nasıl yanıp kül olduklarını ibret verici bir şekilde açıklamaktadır (54) . Köy Enstitülerinin verdikleri eğitim ve öğretim açısından da ye­ tersiz oldukları ileri sürülmüştür. Yetkili eğitimciler tarafından bu ku( 49 ) Cicioğlu, H., a.g.e., s : 332.

( 5 0 ) Öymen, H.R. , ݧ Terbi y esi . llköğretim. 1942, s: 104. ( 51 ) Ta§deınirci , E . , a.g .e. , s : 514. ( 52 ) Tevetoğlu, F., Türkiye'de Sosyalist ve Komünlst Faaliyetler. 1910-1960, An­ kara : Ayyıldız Mat. A .Ş. 1967. ( 5 3 ) Oner, S., Köy Enstitülerinden Eğitim Enstitülerine. İstanbul : Su Yayınlan , 1979 . ( 54 ) İsfencliyaroğlu, F., Son Havadis Gazetesi, 23.7.1960.

(17)

593


T Ü R K

S AYI 3 1 8

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

rumlardan yetişen gençlerin "bir taraftan şu bir taraitan bu gibi va­ zifelerin meydana getirdiği keşmekeşlik içinde ne bir marangoz ne bir duvarcı ne bir köyde rehber olabilecek vasıfta rençber" olabildikleri , "üstelik bir öğretmen için zaruri olan bilgi ve kaabiliyetlerden de malı . rum" bırakıldıkları gerçeği gözler önüne serilmiştir ( 55 ) . Onların, örnek çiftçilik göstermeleri için kendilerine tahsis edilen tarlaları bile kullr..­ n amadıkları ,

miştir ( 56 )

bu tarlaları kentlilerinin yerine köylünün işlediği bildiril

Bu gelişmeler sonucu , henüz Cumhuriyet Halk Partisi iktidarının (._ evam ettiği sırada, 1946 yılında Köy Enstitülerinde revizyona gidil­ meye başlanmış ve bu revizyonun bir neticesi olarak Hasanoğlan Yük­ sek Köy Enstitüsii, siyasi gerekçelerle 5 Ağustos 1946 tarihinde kapa ­ tılmıştır. izleye n yıllarda Enstitülerde köklü değişikl:kler yapılmıştır. Bu değişiklikler önceleri Enstitülerin programları üzerinde gerçekleşti­ rilmiş daha sonra da yapı değişikliklerine gidilerek , kapsamı genişle­ tilmiştir. 1948 yılında iki Enstitü daha kapatılmış ; 1950 yılında ise Enstitülerdeki karma eğitime son verilmiştir. 1953 ta rihinde Enstitü­ lerin öğrenim süresi bir yıl daha uzatılmış ve nihayet 1954 yılında ka­ bul edilen 6234 s ayılı Kanun ile Köy Enstitüsü adının yerine tlköğret­ men Okulu tabirinin getirilmesiyle, Türk eğitim tarih� için boşuna ge­ çirilmiş seneleri ihtiva eden Köy Enstitüleri tecrübesi sona ermiştir (56) . Decroly Metodu

Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Eğitim Sistemimizde iş pedago­ Jısı yaklaşımının ideolojiye bulaşmamış bir örneği, Decroly Sistemi adı altında uygulanmıştır. iş okulu geleneğinin bir örneği olan bu ınetod, 1926 yılında Profesör Sadrettin Celal Antel ( 1890-1954 ) t arafından mem­ leketimize getirilmiştir ( 57 ) . Decroly Metodu, Belçika'lı bir hekim fakat ayn ı zamanda bir psi ­ keılc g ve pedagog olan Ovide Decroly'nin (1871-1932 ) geliştirdiğ i bir eğ;itim metodudur. Bu metod, zamanının eğitim reformuna paralel ola­ rak , çocuğu merkez kabul eden bir terbiye yaklaşımının ürünüdür. Metodun esasında, çocuğun okulda fa al olması, ç alışarak ve işleyerek öğ­ renmesi anlayışı bulunmaktadır. Bu amaçla , çocukiuk döneminin oyun ( 55 ) Koçer, H.A. , a g,e ., s. 131 . ( 56 ) Yeni Türk Ansiklo pedisi . Köy Enstitüleri . İstanbul: Ötüken Neşıiyat A. Ş. , 1985, s : 1978-1968. ( 57 ) Şemin R. , Sadrettin Celal Antel . Cumhuriyet Dönemi Eğitimcileri. Ed : H. Ci­ ritli ve B. Sorguç . Ankara : Unesco Milli Komisyonu. Demircioğlu Mat . , 1987, ss: 25-36.

594

( 18 )


SAYI 3 1 8

S. TOPÇU

YIL XXVII

ihtiyacından faydalanılarak, onun ilgisini uyarma ve bu yolla işleme is­ teği kazandırmaya çalışılır. Profesör Sadrettin Celal Antel, bu metodun Ermitage adlı deney okulunda tatbikatını izleyerek, ülkemizde uygulan­

masında öncülük etmiştir. Nitekim, bu metodun İstanbul Sultanahmet 44.cü tıkokul'da deneme maksadıyla uygulandığını görmekteyiz. Buna ilave olarak, metodun Türkiye'nin bazı bölgelerindeki ilkokullarda da tatbik edildiği ve günümüzde öğretmenlerin izledikleri ilkokul programı ­ nın Decroly Metoduna dayandığı beldirilmiştir (5i ) .

il

ÇOK PARTİLİ DöNEMDE ETKİLİ OLAN PSİKOPEDAGOJİK CEREYANLAR Türkiye 'de eğitim hareketlerinde batının psikopedagojik cereyanln­ rının etkili olması, çok partili döneme geçilmesinden sonra da devam et­ miştir. Bu dönemde eğitim teşkilatımız için çağrılan yabancı uzmanla­ rın hemen hemen hepsi Birleşik Amerika'dan gelmiştL Bunun sebebi, II. Dünya Savaşı'ndan sonra Truman Doktrini ve Marshall Yardımı ile baş­ layan Türk-Amerikan dostluk münasebetlerinin eğitim sahasına da yan­ sımasıdır (59) . Bu yolla eğitim teşkilat. ve müessesele'"İne uygulamalı psi­ koloji getirilmiş ve psikolojinin bu kolu bilhassa eği4:imin iki sahasında etkili olmuştur. Bunlar : 1. Ölçme ve Değerlendirme . 2 . Özel Eğitim ve Rehberlik'dir.

1. Ölçme ve Değerlendirme Eğitimde ölçme ve değerlendirme, öğrenciler arasında zeka, yete­ nek, başarı, şahsiyet gibi çeşitli vasıflar açısından görülen ferdi fark­ ların ilmi metodlarla tespit edilmesi işidir. Bu amaçla geliştirilmiş olan psikolojik ölçme araçlarına genel olarak t:est denilmekle birlikte, fonk�i­ yonlarına göre kimi zaman ölçek, anket, envanter, soru kağıdı gibi ad­ lar da verilmiştir. Ferdi farkların

varlığı çok eski zamanlardan beri bilinmektedir.

Ancak, bu konudaki ilmi çalışmalara, güvenilir ve geçerli psikolojik test­ lE:r ile bunların yapımı ve değerlendirilmesi için gerekli olan istatistiki tekniklerin bulunmasından sonra başlanabilmiştir. OJrul, ferdi farkların en bariz bir şekilde görüldüğü ortamların başında g elir. Çocukların okul başarıları ile zeka, kabiliyet ve şahsiyetleri arasınıhki ilişkilere karşı du( 58 ) Şemin, R., a.g . e. , ss : 25-36. ( 59 ) Tan, H., thkemizde Rehberlik ve Psikolojik Danışma Çalışmalarında Gelişme­ ler ve Sorunları . Tecrübi Psikoloji Çalışmalan. Cilt II, 1974, ss : 33-48.

( 19 )

595


SAYI 318

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVll

yulan ilgi, eğitim sahasında ilmi araştırmaların b3.Şlamasını gerektir­ miş ve bu durum ölçme ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Eğitimde ilmi ölçme işlemi, zeka testlerinin b11lunmasının :bir so­ nucudur. Zeka testleri ferdin o andaki entellcktüel fonksiyonu hakkında oldukça güvenilir bilgiler sağlayan psikolojik araçlard!r. Bu testler, az bir yanılma ile ferdin gelecekteki statüsü hakkında da önceden tahmin­ de bulunma imkanı verirler. Eğitim, zeka ve kaabiliyet testlerinin ençok kullamldığı sahalardan biridir. Bu testler aslında, okullarda eğitimle ilgili d.sğerlendirmelerin ve yerleştirmelerin objektif olarak yapılabilmesi maksadıyla geliştirilmiş­ lerdir. Böylece, testler yardımıyla okul çocuklarının zeka seviyelerine uygun eğitim veren sınıflara konmaları veya kaabUiyet testleri ile da­ ha çok faydalanabiiecekleri eğitim türü hakkında k<ı.rar vermek müm­ kün olmuştur. Zeka testleri ile ilgili ilk çalışmalar İngiliz biyolog ve psikoloğu F. Galton ( 1822-19ll ) tarafından yapılmış olmakla birlikte, günumüzde kullanılan zeka testlerinin asıl yaratıcısı Fransız Psikoloğu A Uinet'­ dir (1857-1911) . Ke:ndisi, Fransız Eğitim Bakanlığının talebi üzerine , normal sınıflardaki zekaca geri çocukların özel sınifhra ayrılmaları ·.için teşhis edilebilmeleri maksadıyla Dr. T.S. Simon ile birlikte 1904 yılın­ da ilk zeka testini hazırlamıştır. Bu test, o yıllarda Avrupa ülkelerinde ve Birleşik Amerika'da büyük ilgi ile karşılanmış, kısa zamanda birkaç dile çevrilerek dünyanın muhtelif ülkelerinde kullanılmaya başlanmıŞtır. Binet-Simon Testi adıyla tanınan bu ilk zeka testi Dünyada kul­ lanılmaya başlanmasının üzerinden çok geçmeden, 1914 yılında İbrahim Alaeddin ( Gövsa) tarafından Türkçe'ye tercüme edilerek, o dönemin Maarif Nezareti'nce Arap harfleri ile Çocuklarda Zekanın Mikyası baş­ lığı altında iki defa bastırılarak yayınlanmıştır. Aynı test ülkemizde 1931 yılında bu defa Latin harfleriyle Çocuklarda Zeka ôlçüleri .adı ile tekrar yayınlanmıştır. Testin, Amerika'da geliştirilen yeni düzenlemele­ rl de aradan pek fazla zaman geçmeden Türkçe'ye kazandırılmıştır (60) . Zeka testleri konusunda Batı ülkelerinde yapılan ilerlemeler, . mem­ leketimizde başından itibaren ilgi ile yakından takip edilmiş olmakla birlikte, bu ilgi hiçbir zaman tercüme safhasından Heri gidememiştir. Zeka testlerinin ilk tercümelerinin yapıldığı 1914 yılından bugüne 75 yıl geçmiş olmasına rağmen, bu testlerin üzerinde tüm ilmi çalışmala­ rın tamamlanıp, güvenle kullanılabilen bir örneğini göstermek mümkün • .

( 6 0 ) Gündüzalp, F., Tü rk ç e d e Zeka Testleri . İlköğ retim, Cilt 16, Sayı 311:3'1.2, '1ll51 ,

ss : 4049-4051.

596

(20)


SAYI 318

S . TOPÇU

YIL XXVII

değildir. Zeka testleri ülkemizde, dün olduğu gibi b ugün de tercüme edilmiş halleriyle kullanılmakta ve Türk çocuklarının zekaları, Batı ül­ kelerinin mihenk'inden geçirilerek değerlendirilmektedir. Bu durum muhtelif sebeplere bağlanarak, defalarca ortaya konmasına rağmen, Türk eğitiminde ve psikolojisinde testler probleminin halledilmesinde başarılı olunamamıştır (61) . Bununla birlikte, 1951 yılında Türkiye'ye gelen Amerikalı uzman­ lar gurubundan Psikoloji Profesörü W. Kwaraceus'un testler problemi­ ne bir çözüm getirmek ve bu konuda araştırmalarda bulunmak için bir tE>st bürosunun kurulmasını teklif ettiğini öğreniyoruz. Kendisinin bu i�le görevlendirilmf.k üzere öğrencisi Dr. G.A. Prescott'u tavsiye ettiği ve büronun Test ve Araştırma Bürosu adı ile Milli Eğitim Bakanlığı Ta­ lim ve Terbiye Dairesi içinde 5 Mart 1953 ta:rihinde kurulduğu kayde­ dilmektedir (62) . Test ve Araştırma Bürosu'nun kurulduğu yıllardaki fonksiyonu, ihtiyac a göre testler hazırlamak ve bunların standard!zasyonunu yap­ mak, bu konuda eleman yetiştirmek ve testlerle ilgili araştırmalarda bulunmak gibi faaliyetlerle sınırlanmıştı (62) . Burada ilk yıllarda bir çok yabancı uzman çalışmış ve bu uzmanlar o yılların Gr: zi Eğitim Ensti­ tüsü Özel Eğitim Bölümü'nde öğretim görevi de yapmış�ardır. Büro'nun personel ve işletme masraflarının Amerikan AID Fonu'ndan sağlanan yardım ile karşılandığı, ihtiyaç duyulan teknik techizabn bu fon yoluy­ la yurda getirildiği ve aynı fon yardımıyla Büro elemanlarından bazı­ larının yetiştirilmek üzere Amerika'ya gönderildiği anlaşılmıştır. Test ve Araştwma Bürosu, Gazi Eğitim Enstitüsü ile Ankara Üni­ versitesinin bazı fakültelerinin giriş imtihanlarını yapmak gibi bazı faali­ yetleri üstlenmiş görünmekle birlikte. zamanla fonksiy-:ınunun sınırlan­ dığı ve çeşitli bürokratik değişmelerden geçtikten sonr1, kurul u ş ama­ cını, psikolojik varlığını ve orijinalliğini tamamen kaybederek, 1982 yı­ lı nda Milli Eğitim Bakanlığı'nın sıradan bir bilgi işlem dairesi haline geldiği tespit edilmiştir. Burasının, geçirmiş olduğu birçok değişmeler sonunda, elemanlarının giderek dağıldıkları, başlanan projelerin tamam­ lanamadığı ve bugün varlığını ispatlayacak elde müşahhas verilerin da( 6 1 ) Daha teferruatlı bilgi için bkz : Şemin, R ., Eğitim ve Öğretim Problemlerimiz. Tarih Boyunca Eğitim ve Öğretimimize Bir Bakır:ı. İst . Üniv . Ed . Fak. Yay. No : 1816, tst : Fakülte Mat., 1973 . ( 62 ) Tan, H., a.g. m , , s : 33-48. ( 6 3 ) Prescott, G.A . , Türkiye'nin Test İhtiyacı ( Çev : H. Tan ) . Eğitim Psikolojisi. Yıl 1, Sayı 4, 1954, ss : 8-11.

(21)

597


SAYI 318

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

hi bulunmadığı görülmüştür. Böylece, Taşıma suyla

YIL XXVII

det?:!rmeu döndürül­

mez atasözümüzün ifade ettiği gibi, sonuçsıuz kalan test bürosu dene­ me si ile boş •1 n a geçen yıllardan sonra, eğitim teşkilatımızda test prob­ lemi ile ilgili olarak tekrar başa dönülmek zo ru n da kalınmıf,tır. 2. Özel

Eğitim ve Rehberlik

Özel eğitim ve rehberlik, eğitim sistemimize 1950'li yıllardan son­

ra

giren iki faaliyet alanıdır. Bunlar, birbirinden farklı iki ayn uygul a ­

ma alanına işaret ediyor gibi görün:Uyorl arsa da aslında her iki sahanın

birbirini tamamladığı düşünülmelidir. Çünkü, her iki sahanın da temeli ve fonksiyinu psikolojiye dayanm a ktadır.

özel eğitim, bedeni, ruhi ve zihni özür ve güçlükleri olan çocuklara uygun ortamda yetişmiş personel tarafından verikm eğ itim e denir. Reh­ berlik ise, okul çocuklarının psikolojik değerlendirilmesi, yönlendirilmesi ve davranışlarının düzeltilmesi amacıyla yapılan psikolojik çalışmaları içine alır. Özel eğitim 1951 yılından itibaren Milli Eğitim Bakanlığı bünye­

sine alınmış ve o zamana kadar Sağlı k ve Sosyal Yardım Bakanlığı'mn sorumluluğu altında olan sağırlar ve körler okulları, b'U Bakanlığa dev­

redilmiştir. 1952 yılında Gazi Eğitim Enstitüsü'nde açılan, eğitim ve öğretimi Amerikalı uzmanlarla desteklenen bir Özel Eğitim Böli!imü, uzun

ömürlü olmamış ve ancak iki devre mezun verdikten sonra kapatılmış­

tır ( 61 ) .

Rehberlik hizmetlerinin Milli Eğitim sist emi mi zde teşkilatlanması,

yabancı uzmanların katkıları i le gerçekleşmiş görünmektedir. Bu ya­

bancı uzmanlar arasında 1951 yılında Türkiye'ye çağrılan, Missouri üni­ versitesinden J . Rufi , hazırladığı raporunda rehberlik konusuna da yer vermiştir (65) . 1952 yılında ülkemize gelen E. Tompkin s , incelemeleri so­ nıucunda, öğrenci rehberlik hizmetlerinin kurulmasını teklif etmiştir (66) .

ülkemizde rehberlik konusunda en geniş araştırmalarda bulunan ya­ bancı uzman, Amerikalı bir eğitim profe sörü olan L. Beals'tir. Kendisi Türkiye' de kaldığı 1952 yılı Ekim ayından 1953 yılı Ağustos ayma ka­

dar, Milli Eğitim Bakanlığı'nda "Resmi Okullarda Rehberlik Çalışmala( 64 ) Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı. Özel Eğitim Kurumları. Ankara : Milli Eğitim Basımevi , 1987 . (65) Rufi, J., Tiirkiye'de Orta Öğı etim : Miişahedeler, Problemler ve Tavsiyeler. An­ kara : Milli Eğitim Bakanlığı, 1953. ( 66 ) Tompkins, E , Türkiye Cumhuriyeti Orta Dereceli Okullarda Organizasyon , İda­ re ve Teftiş. Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı , 1956.

598

( 22 )


SAYI 3 1 8

YIL XXVII

S . TOPÇU

rı Programı"nın geliştirilmesi ıçın müşavir olarak çalışmış ve bu süre içinde 6 ilde rehberlik kurulları oluşturarak, Bakanlığa bir capor sun­ mnştur (67 ) . Türkiye'de ilk Rehberlik ve Araştırma Merkezi ' nin

1955 yılında

Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı olarak , Ankara'da Demirlibahçe İlkoku­ lu'nun bir sınıfında, "Psikolojik Servis Merkezi " adı ile kurulduğunu gö­ rüyoruz ( 68 ) . Bu ilk merkezle başlayan rehberlik hizmetleri bugür. 52 ile dağılmış olan 56 merkezle faaliyette bulunmaktadır. Ancak, aktif bir faaliyet içinde olmaları beklenen bu me rkezlerin fonksiyonlarını n, pek çok yetersizliklerle sınırlandırılmış olduğu da bir hakikattir. Bu duru m , uzmanlarca ilmi oJ arak tartışılmıştır (69) . Buna ilave olarak, Milli Eği­ tim B ak anlığı Özel Eğitim Daire Başkanlığı'nın Rehberlik ve Araştır­ ma Merkezleri ile Oku l Rehberlik Servisleri Çalışmaları hakkında 1983 tarihinde verdiği brifingte, memleketimizde bu hizmet sahasının içinde

bul•u nduğu güçlükler yetkili ki ş ilerc e ortaya konmuştur. Merkezlerin sık

sık gündeme getirilen güçlükleri arasında, buraların asli fonksiyonu ­ nun psikolojik teşhis ve tedavi olmasına rağmen, bu amacı gerçekle şti ­ recek araç ve gereçlerin yetersizliği başta sayılmaktadır. Bunun yanın­ da, merkezlerde çalışan personelin, böyle bir görevi yerine getirme k için gerekli vasıflardan mahrum bulundukları da ileri sürülmektedir (7°) . Bu görüşler, kuruluşlarından bu yana 40 yıla yakın bir zaman geçmesine rağmen , Rehberlik ve Araştırma Merkezlerinin fonksiyonl arınd a ve ver­ dikleri hizmette gösterdikleri gelişmenin , bu merkezlerin fiziki geliş­ melerinin çok gerisinde kaldığına işaret etmektedir. Bunun muhtelif se ­ bepleri arasında, inanç ve fikir temellerini oluşturmadan bina yaparak , içine birkaç eleman koymakla bir hizmetin yürüyeceğini sanan ezeli ya­ nılgının önemli bir payı bulunmaktadır.

SONUÇ Türk eğitim ve öğretiminin , yüzyıllar boyunca kendine has siste­ mi ile bir zamanlar Batı ülkelerine örnek olacak tirildiği bilin en bir hakikattir.

seviyelerde gerçekleş­

( 67 ) B e al s , L., Rehberliğin Lüzumu Hakkında Rapor. ( Çev. L .H. Üçüncü ) . Ankara : Maarif Basımevi , 1955 . ( 68 ) Milli Eğitim Bakanlığı . Özel Eğitim Daire Başkanlığı. Rehberlik ve Ara':itı rma Merkezleri ile Okul Rehberlik Servisleri Çalışmaları B rifin gi . Ankara : Milli Eğitim Basımevi, 2 Ma yıs 1983. ( 69 ) Tan , H. , a . g . m. , ss : 33-48. ( 70 ) Milli Eğitim Bakanlığı Özel Eğitim Daire Bıık. a.g. e . , s : 13.

(23)

599


SAYI 318

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL

XXVII

Ondokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru değişen dünya şartlarına paralel olarak Türkiye'nin tarihi ve ananevi, sosyal ve siyasi yapısın­ daki değişmelerin gerekli kıldığı arayışlar, yüzyılların birikimi ve tec­ rübesine sahip milli eğitim sisteminin terkedilerek, ülke eğitimini Batı modellerinin denendiği bir açık laboratuvar haline getirmişti. Bunun so­ nucu olarak, "eğitimimizi mi lli hayat felsefesi ne göre yeniden düzenle­ mek" vazifesi Türk eğitimci ve ilim adamlarına ait olması gerekirken, bu vazife yabancılara verilerek, eğitim tarihimizde milli olmay-ın bir yol izlenmiştir (71 ) . Cumhuriyetin kuruluş yıllarından itibaren Türkiye'ye gelen yaban­ cıların, yaptıkları yetersiz gözlemlere dayanarak empoze ettikleri eğitim model ve yaklaşımlarının ülkemizdeki tatbikatı başarılı olmamıştır. Bu modellerden bazısının başarısızlığı, tatbik edildikleri müesseselerde si­ yasi ideolojilerin gelişmesi için uygun bir ortam hazırlamış ve buralar­ da verilen eğitim ve öğretim mücadelesi, zamanla birer siyasi kavga haline dönüşmüştür. Türk eğitim tarihinde bunun yaşanmış en tipik örneklerini Köy Enstitüleri teşkil etmektedir. Ancak, bu gerçeğe rağ­ men, günümüzde artık eskimiş bir eğitim anlayışının ürünleri olan ve devrini çoktan kapatmış olmaları gereken bu kurumların, hafızalarda taze tutulmaya çalışılması suretiyle hala canlandırılmaya özeni1ınesine şahit olmak bir talihsizliktir. Çok partili döneme geçildikten sonra yabancı eğitimcilerin milli eğitimin psikoloji ağırlıklı sahalarına getirdikleri görüşler ve kurduk­ ları müesseseler ya yaşamamışlar veya kalabilenler bugün varlıklarını atıl halde devam ettirmektedirler. Türk eğitiminde boşuna denemelerle geçirilen bu teşebbüslerin ger­ çek müsebbibi, milli geçmişin zengin tecrübe ve bilgi birikimind�n fay­ dalanmaya imkan tanımayan gözü kapalı bir batı hayranlığıdır. Böyle bir zaafa düşülmesi yerine daha 1940'lı yıllarda "Türk olmayan, ya­ bancı olan terbiye felsefesini b u ülkenin hareminden kovunuz. Onun ye­ rine milli'sini koyunuz" (12) diyerek, eğitimde de istikl8.l ve hakimiyet çağrısında bulunan bir Türk eğitimcisinin sözlerine kulak vermiş olun­ saydı, bugün milli eğitimimizde karşılaşılan pek çok problem b�Uti hiç yaşanmazdı. ( 7 1 ) Selçikoğlu, Ş., Eğitim Psikolojisi, Cilt 1 , 2 . Baskı. Ankara : üçgen Yayınlan, 1962. ( 72 ) Baıtacıoğlu, l.H., Pedagoji ve Milli Pedagoji . ilköğretim . Cilt 6, Sayı 115, 1942, s : 1516.

600

(24)


KOCA

KARTAL

AZAPLI,

HAYATI VE

ŞüRLERi Şükrü ELÇİN

Koca Kartal Azaplı, Ali Kafkasyalı'nın hazırladığı bir şiir antolo­ jisinin adıdır. Bu antolojiye alınan şiirler Azerbaycan 'ın yaşayan aşık ş a­ irlerinden Mikail Azaplı'dan yapılmış bir seçmedir. -

Ali Kafkasyalı 1987 yılında Azerbaycanı ziyaret C'tmişti. Türkiye'­ ye dönüşünde bu antolojiyi hazırladı. Eser, yazarın şairle yaptığı bir sohbetten sonra 1 Koşmalar ( 18Divaniler ( 82-92 ) , 3- Geraylılar ( 94-136 ) , 4 Tecnisler (138Deyişmeler başlıkları altında toplanmış bulunuyor. -

81) , 2 143 ) , 5

-

-

-

Kitabın ilk kısmı şairin hayatiyle ilgili bilgileri ihtiva etmektedir. Bu bilgiler, şairin roman veya senaryoya konu olacak çileli geçen ha­ yatı ile sanatı arasındaki münasebeti araştıracak ilim adamlanna kay­ nak vazifesi göreceği için büyük bir değer taşımaktadır. Mikail Azaplı, Ali Kafkasyalı'ya anlattığına göre 1924 yılında Gen� ce'ye bağlı Tovuz ilçesinin Azaplı köyünde doğmuştur. Bir yaşında iken anası ile babasını kaybeden Mikail'i imam olan amcası himayesine alır. Zamanı gelince okula başlar. Yedinci sınıfta iken beklenmedik bir ha­ dise hayatını alt-üst eder. Resim öğretmeni sınıfta Stalin'in portresini yapmalarını emreder. Mikail de portreyi yapar. Ancak resim tamamlan­ dığı sırada dikkatsizlik sonucu üzerine mürekkep dökülür. Mikail çocuk y a�ta kasıtlı olarak mürekkep döktü bahanesiyle hapse atılır ; fırsatını bulup kaçar ama yine yakalanıp hapsedilir. Günün birinde Alman-Rus harbi başlar. "Sen bize lazımsın" denilerek askere alınır. Harp bitince tekrar hapishaneye gönderilir. Nihayet serbest bırakırlar. Artık okuya­ bilirsin, derler. Mikail de çocuklar arasında okumaya devam eder. Az­ min elinden hiç bir şey kurtulmaz derler. O da Kazak'ta öğretmen ye­

tiştiren Eğitim Enstitüsü'ne k aydını yaptırır ama Enstitü idaresi hü kfun giydiği için kaydını siler.

(25)

601


SAYI 3 1 8

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

İ şte bu sırada öğretmenlerinden biri ona ışık olup yol gösterir. Üzülme, der. Sazın da var, sözün de. Otur, 8.şıklık et. Mikail Azaplı, aşıklığa ve şairliğe bu yoldan girer. Daha çocuk yaş­ ta, dokuzunda iken ilk şiirini kaleme alır. Bu şiir, bir Kolhoz başkanının haksız muamelesi üzerine söylenmiştir. Saz çalmayı amcasından öğre­ nen şairin ilk ustaları A şık Esat'la Aş ık Yusuf'tur. Her iki aşıktan saz ve söz dersleri alan şairimiz evlidir. Gülara Azaplıkızı adlı kızı da ba­ basının yolunda çalışmaktadır. Mikail Beyin soyadı hikayesi de şöyledir. Vaktiyle doğduğu köy bir zulüm ve işkence kampı imiş. Köy adını bu kamptan almış. Şairimiz de çok işkence ve azap çektiği için köyünün ismini soyadı almayı keı!­ dine uygun bulmuş. Mikail Azaplı, anane kültürü çok zengin olan Azerbaycan'da yetiş­ miş bir aşık-şairdir. "Bende Nizami, Fuzfıli ve Vurgun'un ayrı bir yeri ·ıardır. " diyor. Kurbani, Tufarganlı Abbas, Sarı A şık, Hasta Kasım, Şem ­ girli Hüseyin, Elesger, Hüseyin Saraçlı onun manevi ustalarıdır. O, üs­ tatlarının tesiri altında başka kabiliyetlerini de ortaya koyma fırsatını buldu. Azaplı Güzellemesi, Azaplı Dübeyti, Azaplı Dağlar, Azaplı Geray­ lısı, Azaplı Dünyası belli-başlı besteleridir. Bugüne kadar 45 hikaye an ­ latabildiğini söyleyen şairimiz ; Köroğlu , Abbas, Emrah, Selimşah ve Va­ leh gibi eserlerinin plaklara geçirildiğini Ali Kafkasyalı'ya nakletmiştir. Mikail Azaph , yukarıda söylediğimiz gibi doğuşt.: m aşık-şair bir sanatkardır. Azeri lehçesini sun'iliğe düşmeden büyük bir ustalıkla kullanmaktadır. Yunus Emre'ninkine benzer bir sehl-i mümteni'yle aşk, vatan, iyilik, hak, adalet ve fazilet gibi beşeri temleri "bütünlük" için­ de verebilen şairin her şiirinde ıztıraplarla geçen hayatının her anını duymak ve görmek mümkündür. O, yalnız düşmanlarından değil, ırk­ daşlarından da kötülük gördüğü için insanları iyiliğe, doğruluğa, hakka, adalete ve fazilete davet ederken bu yolda sevginin en kudretli unsur olduğunu dile getiriyor. Ali Kafkasyalı'yı bu güzel eseri hazırladığından ötürü kutlularken okuyucuları Mikail Azaplı'dan seçtiğimiz dört şiirle gönül gönüle bırakı­ yoruz :

602

( 26 )


SAYI 3 1 8

Ş . ELÇİN

YIL xxvıı

EY VATAN

Sen düyamsın, sen elimsin, obamsın, Kudretimsin, hayatımsm, ey Vatan ! Güneşimsin, toprağımsın, havamsın, Takatimsin, ovgatımsın1, ey Vatan !

.

.

Sen mekinım, sen ilhamım, sen yazım, ömrüm, günüm, sevdam, sesim, avazım. Muhabbetim, aşkım, arzum, murazım, Şöhretimsin, busatımsın, ey Vatan ! Sen talihim, sen ikba.Iim, sen bahtını, Şerafetim, baş servetim, şah tahtım, Yollarında baş ağarttım , can yahtım2, Gayretimsin, beratımsın, ey Vatan ! Sen dileğim, sen yüreğim, sen başım, Bağım, bahı;em, aran3, dağım, taş-kaşım4• Atam, anam, dostum, yarim, kardaşım, Sohbetimsin, bayatımsın5, ey Vatan ! Sen varlığım, sen vicdanım, sen kanım, Hem Azaplım, hem tarihim, hem canım, Yerim, göğüm, kainatını, erkinım, Nimetimsin, necatımsın, ey Vatan ! ( 1 ) Ovga t : Ruhi vazi yy et.

(2) (3) ( 4) (5 )

Can yalıtı m : Canımı yaktım . Ova . Taş. kaş : Kıymetli taş, mücevher . Bayatı : Aze rbaycan musikisinde hazin biı' hava, a ğıt.

AZERBAYCAN

Azerbaycan, zaman zaman, Doyan değil gözüm senden. Kan kanından, can canından ömrüm senden, öziim senden. ( 27)

603


SAYI 318

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

Sen arzumun �i�egısen, Güzelisen, göyçeğisen, Sen ilhamın yüreğisen, Mayalanıp sözüm senden. Sen ebedi şan şöhretim, Adım, si.Ilım, diyanetim ! Kerem aşkım, muhabbetim, Can mendendir, dözüm1 senden. Sen ömrümün bahar, yazı, Yitmez talih yazan yazı. Azaplı elinde sazı Deyir, düzüm düzüm senden.

( 1 ) Tahammül, sabır.

KİMİDiR

604

Adam Adam Adanı Adam

var dünyayı tarumar koyar, var can veren Lokman kimidir. var nur seper, ışık yandırar, var fitnekar şeytan kimidir.

Adam Adam Adam Adanı

var yanına alim dizilir, var emrinden başlar üzülür. var dilinden mercan süzülür, var zehirli yılan kimidir.

Adam Adam Adam Adanı

var var var var

Adam Adam Adam Adam

var adamda sadakat gezer, var yüzünde bin sıfat gezer, var, Azaplı, marifet gezer. var yırtıcı hayvan kimidir.

vurgundu bir hakikata, ders diyer bin hiyanete. son koyar her feli.kete, dehşetli tufan kimidir.

(28)


Ş. ELÇİN

SAYI 318

YIL XXVII

DE, KİMDEN K'üS'OM?

Kohum dan , kardaştan , dosttan küserler, Men ondan küsmeyim, de, kimden küsüm ? Canı belalara giriftar eden Cinandan küsmeyin, de, kimden küsüm ? Aşıklar d ünyada bir gün görmedi, Muhabbet bağından nubar dermedi. Bir derman istedim, kıyıp vermedi, Lokmandan küsmeyim, de, kimden küsüm ? Deyirler eli.cım1 mehribandadır, Meni oddan oda atan candadır. Günah okta değil, ok atandadır,

Atandan küsmeyim, de, kimden küsüm ?

Meni yüz fitneye çeken insandır, Gerdişin2 çarkını söken insandır. 'üstüme od alev döken insandır, İnsandan küsmeyim, de, kimden küsüm ? Azaplı, ne gördün bwıdan gabaktan3, Dayan , insaf ele, küsme bu bahttan. Zami.ne seçmese hakkı na.haktan Devrandan küsmeyim, de, kimden küsüm

ı l ) Çarem. ( 2 ) Devranın. ı 3 ) önceden, evvelden .

. (2 9 )

' .605


ÇiN

HALK CUMHURİYETi'NDE KIRGIZ DİLİ

ÇALIŞMALARI

Prof. Hu Zhenhua ( * )

Çin Halk Cumhuriyeti çok milletli bir ülkedir. Burada Han milletin ­ cien başka 55 azınlık halk daha vardır. Kırgız a.Zınlık ulusu bunfarın içinde nisbeten daha az nüfusa sahiptir. Toplam nüfusları 113.999'dur. Esasen Şinjiang Uygur Otonom Bölgesi'ndeki Kızıl Suu Kırgız Otonom Eyaleti ve Güney Şinjian g tarafındaki Bay, Ü ç Turfan, Taş-Korgan Tacik Otonom İlçesi , Yarkent, Yeni Sar, ayrıca Kuzey Şinjiang tarafın­ daki Tekes, Mongol-Körü, Dörbölcün gibi ilçelerde yerleşmişlerdir. Çin'in Kuzey-doğu tarafındaki Heilongjiang ilinin Fu-yü ilçesinde 600 ' den fazla Kırgız yaşamaktadır. Şinjiang Kırgız halkı, Kırgız diliyle konuşurlar. Kırgız dili ( 1 ) iki lehçeye ayrılır : 1. Güney Lehçesi, 2. Kuzey Lehçesi. Güney kabileleri, güney lehçesi ile konuşurlar. Bu kabilelerden tçkilik de dahil olmak üzere Nayman, Kıpçak, Teyt-Kesek ve diğer kabileler güney lehçesiyle konuşurlar. Bu kabilelerin oturdukları bölgeler Şinjiang Kızıl-Suu Nehri 'nin güney tar afındadır. Kuzey kabilelerinden Otuzoğul da dahil olmak üzere Çong Bağış, Çerik, Kutçu, Sarı . Bağış, Mongoldor, Kıtay, Bugu , Cooş, Munduz ve diğer kabileler, kuzey lehçesiyle konu­ şu rlar. Bu lehçelerin konuşulduğu bölge Kızıl-Suu Nehri'nin kuzey ta­ rafındaki Kırgız bölgeleridir. Şinjiang Kırgız edebi dili, kuzey lehçesi temel olmak üzere gelişmiştir. Heilongjiang Ui Fuyü İlçesindeki Kırgız dili ile Şinjiang Kırgız dili arasında oldukça fark vardır. Birbirleri ile kendi kullandıkları lehçe aracılığıyla konuşup anlaşamazlar. Heilongjiang ili Fuyü ilçesi'nde 1980 yılında yaptığım araştırma­ lar sonucunda, burada yalnız azınlık kişilerin kendi dilleri ile konu ştuk ­ larını ve dillerinin Hakas Dili ile çok yakın benzerliği olduğunu gör­ düm. Geçmişte Lama dinine inandıklarından, dillerinde Moğol dilinden pek çok kelime bulunmaktadır. Kanaatimce, Heilongjiang 1li Fuyü tlçe­ sinin Kırgız dilinde, eski Kırgız dilinin özelliği daha çok korunmuştur .

Tarihte Kırgızlar, Orhun-Yenisey yazısını kullanmışlardır. Birkaç küçük yazılı taş anıtları günümüze kadar kalmıştır. 17. ve 18. yüzyıl­ larda, Kırgızlar İslam dinine girdikten sonra onlar da Orta Asya ve Merkezi Milletler Ens ti tüsü nd e Kırgızca Profesörüdür. ( 1 ) Enstitümüzün anlayışına göre Kırgızca, ayrı bir dil d eğil, Türkçenin bir give­ sidir. Yazarın gerek bu konudaki, gerek Herdeki sahifelerde yer alan görüşleri, olduğu gibi bırakılmıştır. ( * ) Hu Zhenhua, Pekin

606

'

( 30 )


YIL XXVII

H . ZHENHUA

SAYI 318

Şinjiang'daki diğer bir çok ulus gibi Çağatay yazısını kullanmışlardır. Bu yazı dili ile Kırgız ulusunu n konuşma dili arasında oldukça fark vardır. "Ekim İ nkılabı"ndan sonra Sovyetler Birliği'ndeki Kırgızlar Arap alfabesini temel olarak benimsemiş ve bir çeşit Kırgız yazı türü ortaya koymuşlardır. 1930'lu yıllarda Çin'deki Kırgızlar da bu yazıyı Jmllanmaya başlamıştır. Ancak sadece halk arasında kullanılmış ve bu yazı ile hiçbir Kırgızca yayın yapılmamıştır. Şüphesiz, Eski Çin'de uJus­ lar eşit değildi. Kırgız ulusu ezilmekte olan bir ulustu. Kırgız ulusunun siyasi eşitlik hakları yoktu . Bu yüzden azınlık ulusların kendi dilleriyle herhangi bir neşriyatta bulunmaları imkansızdı.

1 Ekim 1949 yılınC:b. Çin Halk Cumhuriyeti kurulduktan sonra, Kır­ gız ulusu Çin'deki başka uluslar gibi, siyasi bağımsızlığını kazandı ve devletin sahibi oldu . 14 Temmuz 1954'te Şinjiang Kızıl-Suu Kırgız Oto­ nom Bölgesi kuruldu. Bu arada Kırgız Dili Araştırma Kurulu da kurul­ du. Ben, o sırada, bu Araştırma Kurulu'nun düzenlediği ve Kırgız yazı­ sının taslağının kabul edildiğ"\ toplantıya katıldım. Çin'deki Kırgız alfa­ l)esi toplam 30 harften oluşmaktadır. Arap alfabesi temel alınmıştır. · Bu alfabenin örneği aşağıdadır. .:> ,

( ( �]

,,

'-' r

[ t'°l [_ ( l j l { KJ

� t (jJ

, (;6 1 _7- , [ o J _9 . (� J <

(jJ

. (e l

_:) ( [ u J

J

, (a J

0

/\

o

r

,

J;

[ Vl

l?,

[iJ

(

\

(

[ Yi )

( t J Ü r[ s ] c

JJ �

,

r +f 1

j ) b J y [ a.ı J { :z] ; (cJ3J c_ ,·

1

(

<.), (

"'

1

( r1 ] J

(J-' ( { rJ,..)

'

(

t: p]

y.

[· , l xJ z_ J J-1 �

1950'li yıllarda Kırgız dili ve yazısını geliştirmek için Pekin'den Şinjiang Kırgız bölgelerine üç kez dil araştırma heyetleri gönderildi. Kır­ gız dili ve yazısına hizmet edecek kişiler yetiştirilmesi için, 195 7-1962 yılları arasında Pekin Merkezi Milletler Enstitüsü'nda Kırgız Dili ve Ede­ biyatı Bölümü kurularak , öğrenciler yetiştirildi. Bu sıralarda, Şinjiang Urumçi şehrinde Şinjiang Halk Yayınevi ve Şinjiang Eğitim Yaymevi'n· de, Kırgız Edebiyatı Derleme Grubu kuruldu. Kırgız yazısı ile birçok siyasi, edebi kitaplar ile ilkokul kitapları yayımlandı. Kızıl-Suu Kırgız Otonom Eyaleti'ndeki devlet dairelerinde de yazı�malar Kırgız yazısı ile (31)

607


SAYI 318

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

yapıldı. Bundan başka, 1957 yılından itibaren, Kırgız yazısı ile "Kızıl Suu Gazetesi" çıkarılmaya başlandı. Bu dönem de Kırgız yazısının kul­ lanımı oldukça yaygınlaşmıştır. Fakat 1960'lı yıllardan itibaren, "Yazı Birliği' ' adı altında Kırgız ya.'llsının kullanılması durdurulmuş, yerine Uygur yazısı kullanılmıştır. 1960'lı yılların başnda Kırgız yazısı gerçi kullanılmamıştır , ama Kır­ gız h alk edebi eserlerini derleme ve araştırma �alışmaları dev:am etmişti. Biz Kırgız bölgesine daha önce iki defa gidip " M a:ı as " Destanı ile i l gil i derleme ve araştırma çalışmalarında bulunduk, 70'den fazla Manasçı'nın okudukları Manas Destanı'nı yazdık. En meşhur Manasçı Cusuf Mamay'ın okuduğu destanın Çinceye çevirisini yaptık. 1966 yılın d an sonra bir süre Manas Destanı Araştırma Çalışmaları mecburi olarak durduruldu.

1976 yılından sonra Kırgız dili tekrar eskisi gibi kullanılmaya · baş­ landı. Kırgız yazısı 1'979 yılından b aşlayarak tekrar eski haline getirildi . 1979 yılı ile birlikte ilk önce Pekin Merkezi Uluslar Enstitüsü'nde Ma­ ııas Destanı'nı kaydetme ve çeviri çalışmalarına tekrar başlanıldı. Biz Kırgız dili ve yazısını kullanarak Destan'ın birinci böJ.ümünü ç oğalttık (Birinci bölümü dört kitap olup, hepsi toplam elli binden fazla mısra­ dır. ) . 1980 yılında Kızıl Suu'da Kırgız dili ile, ''Kızıl Suu Gazetesi" tek­ rar yayımlanmaya başlandı. Çok geçmeden Şinjiang Eğitim Yayınevi'nde Kırgız Dili Düzenleme Bölümü de tekrar hizmete b aşladı. Kırgızca ilk­ okul kitapları bastırıldı. Ortaokullarda kı.tlanılacak olan Kırgızca kitap­ lar yayımlandı. 1981 yılında Şinjiang Uygur Otonom Bölgesi Yazı Ça­ lışmaları Rehberlik Kurumu'nda, Kırgız Dili v e Yazısı Bölümü de ku­ ruldu. "Kırgız Yazısının imla Kuralları" kitabı düzeltilerek ' ' S a de İmla Kuralları Sözlüğü" basıldı. Ayrıca, çeşitli Kırgız bölgelerine gidilerek, Kırgız dili araştırma çalışmalarında bulunulmuştur. 1983 yılından baş­ layarak Kırgız dilinde ' 'Dil ve Çeviri" Dergisi yayımlan dı. 1983 yılında "Şinjiang ( Sincan) Kırgız Edebiyatı" adı altında edebiyat dergisi çıkarıldı. Bu dergide yayımlanan bir kısım eserler çok defa tüm ülkede ve Şin­ jiang'da edebi eserler ödülü aldılar. Bunların arasında ödül alan ünlü ş air ve yazarlar ; Amantur Bayzakoğlu, Turğanbay Kılıçbekoğlu, Mam.­ bet Esenoğlu ve diğerl eri bulunmaktadır. 1982 yılında Şinjiang'ın Urumçi Kentinde Şinjiang Halk Radyo istasyonu'nda K ırgız Dili Bölümü kurul­ muş olup, günde iki defa Kırgız dilinde haber yayını yapmaktadır. Kır­ gız yazı dili çalışmalarının daha da yaygınlaşması için 198i1-1982 yılın­ da, Pekin Merkezi Milletler Enstitüsü'nde "Kırgız Dili ve Edebiyatı Kursu" açılıp, 32 K ırgız öğrenci yetiştirildi. Bunlar Şinjiang'a dönüp her biri kendi alanlarında yönetici durumuna geldiler. 608

(32 )


SAYI 318

H . ZHENHUA

YIL XXVII

Kırgız dili ve edebiyatının daha da gelişmesi için Kırgız ulu­ suna has film ve televizyon dizileri de yapıldı. 1984 yılında Abdu­ ka.dir ve Cumak tarafından, Kırgızların hayatını konu alan "Buzdağı Eteğinde" adlı bir film yapıldı. Merkezi Milletler Enstitüsü'nün Azınlık Ulusları Edebiyatı Araştırma Enstitüsü tarafından ''Çin'deki Kırgızlar" adı altında büyük bir televizyon dizisi gerçekleştirildi. Bunların içinde "Zengin ve Güzel Kızıl Suu", ' 'Kırgız örf ve Adetleri", ' ' Kırgız Aydın­ ları Çoğalmakta", ' 'Kırgız Hanımları", ''Gelişmekte Olan Kırgız Dili ve Edebiyatı Çalışmaları", "Şair Amantur'u Anma" ve bunun gibi birçok eserler vardır. Bunların dışında ünlü Manasçı Cusuf Mamay tarafından okunan 8 bölümlük ve 200.000'den fazla mısradan oluşan "Manas" Dastanı'nın bi­ rinci ve ikinci bölümlerinin birinci kitapları, Şinjiang Halk Basımevi ta­ rafından, Kırgız dilinde ilk defa, yayımlandı. 1983 yılında yeniden kuru1 lan Şinjiang Kızıl Suu Kırgız Yazısı Basımevi tarafından birçok kitap neşredildi. Bu kitaplar arasında halk destanı "Kurmanbek", "Er Töştük", ''Kırgız Halk Hikayeleri", "Kırgız Atasözleri" ve diğer kitaplar vardır. Kırgız ulusunun eski yazılı eserlerini düzenlemek için, Şinjiang Azınlık Ulusları Eski Yazılı Eserleri Düzenleme Kurumu'nda Kırgız Bölümü ku­ rulup, düzenleme çalışmaları yapılmıştır. Böylesi uygun bir ortamda Kırgız Dili ve Edebiyatı'nın gelişmesi sonucu 1985 yılında Uruınçi'de, Şinjiang Kırgız Dili Edebiyatı ve Tarihi Araştırma Kurumu kuruldu. 1986 yılı sonunda Urumçi'de ' 'Manas" Des­ tanı'na ait ilmi bir kongre gerçekleştirildi. Şinjiang Kızıl Suu Otonom Eyaleti'nin Kırgız Dili Araştırma Kurumu da çok önceden eski hizmeti­ ne dönmüştür ve halen sözlük derleme işlerini yapmaktadır. On yıldan beri Çin Halk Cumhuriyeti her bakımdan büyük kazanç­ lar sağladı ve gelişti. Kırgız dili ve yazı çalışmaları da büyük gelişmeler sağladı ve gelişti ; aynı zamanda değişikliğe de uğradı. Bir milyar nüfuslu, çok milletli bir devlette, nüfusu yalnız 113.999 dolayında olan Kırgız Ulusu da dil ve yazı konusunda diğer uluslarla aynı haklara sahip ola­ rak oldukça kazanç sağladı. Ben 1953 yılından beri, Kırgız Dili ve Edebiyatı konusu üzerinde çalışmaktayım ve Kırgız dili ve yazısı çalışmalarının böylesine gelişmesini görmekten dolayı büyük bir mutluluk duymaktayım. Gençliğimden beri Kırgız halkı ile birlikte, Kırgızcanın gelişmesini ve güzelliklerini ortaya çıkarmayı amaçladım. Bugün bu isteklerim gerçekleşmiştir. Kırgız halkı ile birlikte aynı mutluluğu yaşamış biri olarak, Kırgız dili ve yazısını da­ ha da geliştirmek için elimden geldiği kadar çalışmaya devam edeceğim. ( 33)

609


FRANSA'YA GöNDERİLEN TtffiK ELÇİLERİ VE VAHiD PAŞA ( * )

Doç, Dr, Azmi SUSLU

Osmanlı Devleti, başlangıçta Avrupa devletleriyle acil ve sınırlı. münasebet­ elçilikler kurmayı amaçlayan Avrupa siyasetine hiçbir olumlu yaklaşımda bulunmamıştır. Bunun bu­ rada temas etmek istediğimiz birçok sebebi vardır . Osmanlı Devletinin daimi ika­ met elçilikleri ancak 1791'den itibaren, III. Selim zamanında, Viyana, Berlin ve Paris•te kurulmuştur. Rum isyanlarının patlak verdiği 1821 tarihindeki kesintirlen sonra. 1830'larda, Londra, Paris, Viyana ve daha sonra da Tahran ve Saiıit Pe­ tersbourg•da yeniden daimi ikamet elçilikleri tesis edilmiştir. ( 1 ) }.,-"· kurmayı tercih etmiş ve XV. yüzyıldan itibaren de daimi

Osmanlı Devletiyle doğrudan doğruya siyasi müna·s ebetler kuran ilk devlet lse, Fransa olmuştur. Bu münasebetler, Kanuni Sultan Süleyman'la I. Françols ta­ rafından Fransa'yla Avusturya arasında XVI. yüzyılın ilk yarısında meydana gelen savaş sırasında t e sis edilmiştir. Bu tarihten itibaren de iki devlet arasında daimt, sağlam ve nadiren buhranlı münasebetler kurulmuştur. Bütün bildiri boyunca dostluktan ve karşılıklı iyi müna seb e tlerden söz ede­ ceğimizden, burada kısaca Fransa' yla Osmanlı Devleti arasında ortaya çıkmış olan gerilimlerin ve sebeplerinden de bahsetmeyi gerekli görüyoruz.

yıl lık uzun dostluk münasebetleri boyunca iki devlet arasında.. ş.z-çok d ö rt buhran yaşanmıştır. Bunlardan birincisi, 1662-1664 yıllarında, Osmanlı Devletinin müttefiki olmasına rağmen, Fransa•nın batılı devletlerin sa­ fında yer almasından kaynaklanmıştır. İkincisi, 1659-1660 yıllarında Fransa• nın İstanbul Büyükelçisi Jean de la Haye-Vantelet ' nin Venediklilerle yapt ığı gizli mu­ hab er§.t ından doğmuştu r. (2 ) Üçüncüsü, Osmanlı Mısır•ı ve Suri ye si 'nin Fransa ta464

önemli

olan

.

( * ) Bu tebliğ, Türk.Fransız Dostluk Derneği tarafından 22.4.1989'da Büyük Sürmeli Oteli'nde tertip edi lmiş olan "Tariht Seyrinde Türk-Franaız ntşkilerf Semine­ ri"nde sunulmuştur. ( 1 ) Salname-i N ezaret-i Hariciyye, Dersaadet, 1 3 02 ( 1884 ) , 2. bas�ı. s. 178.192 ve Ercüment Kuran, Avrupa'da Osmanlı İkamet Elçiliklerinin Kuruluşu ve nk Elçilerin Siyasi Faaliyetleri, 1793-1821, Ankara, 1968, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü yayını, 1:1. 15-22 . ( 2 ) Pierre Duparc, Rucueil des inatructions donm�s aux Ambassadeurs et Ministres de la France en Turquie .. . Paris, 1969 , Instructions de Veniae, II'den V'e ka­ dar, Cheruel et Instructions !'den II'ye kadar, Darrieau,

610

(34)


SAYI 318

A. SÜSLÜ

YIL XXVll

rafından hiçbir sebep gösterilmeksizin , aniden işgal edilmesi üzerine çıkmıştır. Nihayet dördüncüsü de, yine Fransa tarafından Birinci Dünya Savaşında Güney Anadolu'nun işgali üzerine başgöstermiştir. Diplomatları kadar Sefaretnameleriyle önem taşıyan ve kanaatimizce tarihçi ­ ler tarafından çok az incelenmiş olan Osmanlı-Franaız diplomasi tari hinin ana hat. !arını gözden geçirdikten sonra , bu eksikliği tamamlamak amacıyla, ilk önce Fran ­ sa•ya gönderilmiş olan Osmanlı elçilerini gözden geçirecek, daha sonra da bun­ lardan çok az bilinen biri üzerinde duracağız. Bu kişi, 1806-1807 yıllarında Fransa'ya I. Napoıeon nezdine gönderilmiş olan Seyyid Mehmed Emin Vahid Paşa veya kı­ saca Vahid Efendi'cljr . Hemen belirtelim ki, araştırmamızın amacı, ne Elçimizi bu­ günkü ilmi verilerle muhakeme etmek ve ne de tenkit etmektir. Gayemiz, onu, tamamen tarafsız bir gözle, içinde bulunduğu şartlarda inceleyerek yaşadığı olay­ lar çerçevesinde gözle.neye çalışmaktır. J<'ransa'ya gönderilen Türk el�ileri

1454 veya 1455'ten itibaren Venedik, 1475'te Polonya, 1497'de Rusya, 1528'de Avusturya, 1575•te Fransa , 1583'te İngiltere ve 1612'de Hollanda İstanbul'a daimi ikamet elçileri göndermişlerdir. (3 ) Biraz önce de belirttiğimiz gibi Osmanlı Dev­ leti bunu 1791 ' den itibaren uygulamaya başlamıştır. Bu tarihten önce de geçici elçiler göndermiştir. Her iki gruptan da Fransa'ya gönderilen elçi sayısı, incele­ diğimiz 1920'ye kadarki dönemde, tesbit edebildiğimiz kadarıyla 63'e ulaşmıştır. (4) Burada şunu da belirtmek gerekir ki, başlangıçta Osmanlı elçilerini belirle­ mek için ne bir okul, ne de bir sınıf vardı. Adaylarda aranan özellikler, iyi bir huya sahip olmak ve dürüst olmaktan ibaretti. Bir diplomatın seçiminde çoğu kere meşhurluk ve ünvan tesirli oluyordu. Bazen de, gideceği ülkenin dilini bilenler ter­ cih ediliyordu. Aynı �ekilde gideceği ülkenin durumunu ve Avrupa ülkelerinin si­ yasetini bilenlere öncelik veriliyordu . ( S ) Ancak XVll . yüzyıldan i tibaren diplomat­ lar, Dışişleri Bakanlığında çalışanlar arasından veya Dışişleri Bakanlığı yapmış kimselerden seçilmeye başlandı. Diplomatik görevlerindeki başarılarına göre de dönüşlerinde ya önemli mevkilere tayin ediliyorlar veya hareketlerinden önce ken­ dilerine verilen Unvanları muhafaza ediyorlardı. Bazıları da ikinci, üçüncü hatta dördüncü defa elçi olarak gönderiliyorlardı. Osmanlı diplomasisi için olduğu kadar Fransız diplomasisi için de önemli olduğundan Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna kadar Fransa•ya gönderilen Os­ manlı elçilerinin tam bir listesini, onların gönderiliş tarihleriyle Sefaretnıı.melerinl veriyoruz :

( 3 ) Bertold Spuler, Die Europaischen Diplomatie in Konstantinopel, Breslau, Pri­ etsch, 1935, p. 46 . ( 4 ) Diğer Avrupa ülkelerine gönderilen diplomatlar için bkz . , Azmi Süslü "Un aperçu sur les ambassadeurs Ottomans et leura Sefaretname" Dil ve Tarih­ Coğrafya Fakültesi Tarih Araştırmaları Dergisi, cilt XIV, aynbasım, Ankara 1983, s . 233-260 . ( 5 ) Raşid Efendi, Tarih-i Raşid, Dersaadet, 1282 ( 1865 ) , 2 . baskı, 5 . cilt, s. 29 31. -

( 35 )

611


SAY! 318

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü Tarihleri

1siınleri 1.

Mahmud Bey

1559

2.

İbrahim Bey

1569

3.

1599

7.

Ali Çavuıı Ali Çavuıı (2. defa) Hüseyin Çavuıı Serez Bey ( Sancak Beyi ) Mehmed Müteferıikka

8.

Süleyman Ağa (Müteferrika )

1699

9.

Ahmed Kabir Efendi Bahri Mehmed Efendi Yinnisekiz Çelebi Mehmed Efendi

1 70 7

4. 5.

6.

10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18.

19. 20.

21. 22. 23. 24.

2&. 26. 27. 28.

29. 30. 3 1.

1617

1624 1699

1708 1720

1741 Mehmed Paııa ( Said Efendi ) 1797 Moralı Seyyid Ali Efendi 1797 Mehmed Said Galib Efendi 1800 Kesbi Mustafa Efendi 1801 Amedl Mehmed Said Galib Efendi 1803 Mehmed Said Haled Efendi 1806 Abdurrahlm Muhib Efendi Seyyid :Mehmed Emin Vahid Efendi 1806-1807 1806 Muhib Efendi ( Abdurrabim ) ? Dürri Efendi

Panayotaki Angels Povlo Efendi Nikolaki Mano Efendi Negri Teodor Efendi

Fransa Sefaretna.mesi Fransa Sefaretna.ınest Fransa Sefaretna.mesl Fransa Sefaretna.mesi

1820

Mustafa Re§id Paııa Mustafa Re§id Pa§a ( 2 . defa) Nuri Efendi Mustafa Re§id Pa § a (3. defa) Ahmed Fethi Paııa Nuri Efendi (2. defa) Seyyid Mustafa Sami Efendi

1834

1841

1835 1836 1837 1838 1838 1888

İbrahim Sarım Paııa

1845

37.

Süleyman Refet Paııa Kalimaki Bey Veliyyüddin Paııa

1846 1847

38. 39 .

Fransa SefaretnAmesi

1811

35.

34.

Fransa Sefaretna.mesi

1817

36 .

33.

Sefa.retııAmeleri (')

1618-1619

Mustafa Reııid Paııa ( 4. defa ) Nafi Efendi Mustafa Rel)id Paııa (5. defa) Abdurrazzak BAhir Efendi

3 :&,

YIL xxvn

Avrup a Risalesi

1842 1848 1848

1851

( 6 ) Elçileri ve Seferatnamelerini, burada adlarını vermeyeceğimiz, ancak araııtırma­

mızın sonunda referanslarıyla ekleyeceğimiz, Türkiye'nin bütün kütüphane ve arşivlerinde, Pari.;; ve Viyana kütüphane ve arşivlerinde yaptığımız inceleme­ ler ve Mısır'dan mektupla temin ettiğimiz bilgilerle tesbit ettik.

612

( 36)


Tarihleri

talmlerl

Namık Paşa Veliyyüddin Paııa (2. defa) Mehmed Cemil Paşa Haydar Efendi Ahmed Vefik Paııa

1853

1861

50.

Veliyyüddin Pa§a (3. defa) Mehmed Cemil Paııa (2 . defa ) Saffet Pa§a Mehmed Cemil Paııa (3. defa) Server Paııa Ali Pa§a

51.

Halil Şerif Paga

1875

52.

Ali Paşa (2. defa)

1875

53.

Sadık Paga Odyan Efendi Halil Şerif Paşa ( 2. defa)

1876

40. 41 .

42. 43. 44. 45. 46. 47. 48. 49 .

54. 55. 56. 57. 58. 59 . 60. 61. 62. 63.

YIL XXVII

A. SÜSLÜ

SAYI 318

Arifi Paııa Saffet Paşa (2. defa) Mahmud Esad Paııa Yusuf Ziya Paşa Salih Münir Bey Naom Paııa Rıfat Paşa Nabi Bey

SefaretnA.melerl

1853 1855 1858 1860 1862 1864 1866 1872 1873

1875 1877 1877 1878 1881 1894 1860 1908 1911 1920

Diplomatları gözden geçirdikten sonra §imdi de bunlardan bir tanesini, Seyyid Mehmed Emin Vahid Paııa veya Efendi ' yi kendi orjinalllğinde incelemeye çalıga­ ca.ğız, Vahid P8!ta

A

-

Elçilik

görevinden

önceki ve sonraki durumu

' Kfüs'te , Nusayrt Ailesinden olan Vahtd Paşa daha küçük yaştayken babasını kaybetti. Daha sonra bir Baltacıyla evlenecek olan ann esiyle birlikte tstanbul'a göçetti (Baltacı Osman Hulusi Efendi ) . Bu da onun ''İstanbullu" diye anılmasına sebep oldu. Devlet dairesine mail katib olarak başlayan Vahid Efendi, daha sonra bagkA.tip ve 1806 başında da EvkA.f Müdürü oldu. 1806 Eylülünde Vahid Paşa, III. Selim tarafından Niııancı rütbesiyle I. Napol­ yon'un nezdine gitmek üzere elçi tayin edildi . Napolyon'un huzuruna ilk defa Po­ lonya'da, daha sonra da Paris'te kabul edildi. Seyahati ve diplomatik görevi ile ilgili olarak da "Fransa Sefaretnamesi" ni yazdı. (7) ( 7 ) Sonuç kısmınaa biraz temas etmekle birlikte Vahid Paşa'nın diplomatik mü ­

nasebetlerini yakında İtalya' da yayınlanacak olan "L' Ambassade de Vahid Efendi aupres de Napoleon Ier" isimli makalemizde inceleyeceğiz.

( 3 7)

613


SAYI 3 18

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

Yakla§ık bir yıl süren bu dip l o m atik müna-.sebetinden so'lra 1808 yll ında İn­ gi liz temsilcileriyle bir barı§ antlaşması yapmak üzere Çanakkale'ye gönd erildi . Ancak görüşmelere başlamadan önce Alemdar Paşa olayları vuku buldu (B) ve İs ­ tanbul'dan hi çbi r direktif alamayan Vahid Paşa, kendi inisiyatifini kullanarak bü­ yük bir cesaret ve titizlikle 13 celse boyunca ki, bunların tamamı Çanakkale'de Kızkulesi yakınındaki Hadımzii.de Çiftliğinde yapılmıştır, görüşmeleri idare etti. J3u başarı51 üzerine Deftardar (9) ve bir ay sonra da H ariciye Nazın Muavini ola­ rak tayin edildi. Bu görevde üç ay kalan Vahid Paşa, görevden alınarak 1809· yı­ lında iki yıl süreyl e ikamet edeceği Kütahya•ya gönderil di. Görevden alınma sebebi olarak Ahmet Cevdet Paşa (IO) , V ah i d Paşa•nın zeki ve ş er e fli bir insan olduğunu, fak a t Çanakkale•deki görevindeki başarısından do­ lay ı kendisini beğenmiş bir kimse haline geldi ğini , Bakanları hatta Suıt an• ı bile tmıkid ettiğini, bazı beceriksiz katiplerin tayinlerine ve m aaş la rının ödenmesine mani olduğunu ve bütün bu hareketl eriyl e de Zat-ı Şii. hanelerinin gazabını celbet­ tiğini belirtmektedir. Kütahya'daki ikameti

esnasında Kütahya'nın

büyük aliıni Abhülbii.ki

Fikri

E fendi ' ye olan saygısını ifade etme ·, üzere, giriş te sağ t arafta bulunan Ulucami'nin

bi r odasını kütüph ane h a lin e ge tirt ti ( 1811 ) . Girişte alınlıktaki kitabeye kazıttır­ dığı şiirli yazıda da görüldüğü üz e r e, bu kütüphaneye kendi isınini verdi. Eserle­ rini ve birçok ilmi kitabı buraya hibe etti ( ıı ) . Kütüphane bilahare Ul uc ami ' ye 30 metre uzaklıktaki Gök Şadırvan İmaret Mescidi'ne taşındı. 1830'dan itibaren de Maarif N e za re ti ' ne bağlandı . Kütüphane, diğer birçokları gibi, tek katlı olup be ş odadan ve iki oku yu c u salonundan ve kitaplıklardan oluşmaktadır . İki yıllık sürgünd en sonra Vahid Paşa önce Tophan e ' d e, sonra da Tersane•de görev aldı. Bu görevi sırasında Antalya civarında karışıklıklar çıkaran Teke Oğlu İbrahim aile·sinden kalanları nakletmek üzere gönderildi . B u görevi esnasında Te­ ke ve Hamid Sancak Beyliğine atandı ( 1813-1814 ) . Böylece de İstanbul•dan ve rakiplerinden uzaklaştırılmış oldu. Daha sonra kendisine v e rmi ş olan V ezi rli k ünvanının kaldırılacağı Hanya'ya müteakiben de İstanköy adasına gönde rildi ( 1819 ) . Mora isyanları sırasında Sakız adasının muhafızlığına tayip edildi . Fransız kons olos unun yardım talebini reddeden Vahid Paşa, Rum asileri cezalandırdı. Fa-

( 8 ) Tahtan indirilen III . Selim'in dostu Alemdar Paşa , İstanbul'da birçok ola yl ara sebebiyet vererek, onu yeniden tahta ç ıkartmak istemiştir. Bu teşebbüsleri bo­ şuna çıkınca da yeni Su l tan IV. Musta fa ' d an alınan bir emirle III. Selim Ye­ niçeriler tarafından öldürülmüştür. Buna rağmen Al emdar Paşa bilahare II. Mahmud'u tahta çıkarmayı başarmı ştır . ( 9 ) Bu konuda " D evlet - i Aliyye ile İngiltere Devleti'nin Suret-i Musalahasıyla İc­ mal .i Mükalemelerini Havi Takrir ( Risale veya Se faretname ) 'ni n e şre t ti . ( 10 ) Tarih-i Cevd e t, Tertib-i Cedid. İstanbul, 1309, Cilt 9 , sayfa 120-121. ( 1 1 ) Vahid Paşa'nın bağışladığı kitapları diğerlerinden ayırmak, Arapça olarak ki­ tabların üzerine vurduğu mühürlerle mümkün olmaktadır.

61'4

(38 )


A. SÜSLÜ

SAYI 318

YIL xxvn

·------- ------- ----- - - ·-

tat Amiral Nasuhzade Ali Paşa'ya ters düştüğünden, her iki taraf da Babıali•ye şik&.yet mektupları gönderdiler ( l 2 ) . Bilahere sıhhatinin kötüleştiğini bahane eden Va­ hid Paşa, i'Stifa etti. Nasuhzade Ali Paşa da isyancılar tarafından gehit edildi ve gemiler yakıldı. ( 13 ) Vahid Paşa onun yerine geçici olarak Muhtar Beyi tayin etti ve daha sonra Anadolu'daki Urla kasabasına yerleşti. Yine Vezirlik ünvanı kaldı­ rılarak Alaiye ve Karahisar'da meclJuri ikamete tabi tutuldu . 1824 yılında Sadrıazam'ın göz :.ine giren Vahid Paşa•ya yeniden Vezirlik pa­ yesi verilerek Halep'e tayin edildi. 1826 başlarında ihmalkar davrandığı öne sü­ rülerek üçüncü defa payesi geri alındı ve Bursa'ya sürüldü. 1 827 yılında Çanakkale Muhafızlığına atanan Vahid Paşa, 1828'de Bosna Va­ liliğine � taiı dıysa da, şehre ulaşamadan yolda vefat etti ve 14 Ağustos 1828'de Ça­ nakkale•ye bağlı Geyikli köyüne defnedildi. Vahid Paşa•nın karakterini incelediğimizde, onun becerikli, cesur, entellektüel, şair ruhlu, (14 ) fakat son derece mağrur, övünmeyi ·seven, belki de bencil biri ol­ duğunu .görürüz. Çok kısa sürede çok önemli görevleri işgal ettiğinden ve Fransa ' ­ daki ve Çanakkale'deki görevlerinde muvaffak olduğundan, Hükumet mensupları arasından, ölümüne kadar mücadele edeceği, rakibler kazanmıştır. Bu bakımdan, sık sık ünvan!arının elinden alınmasında rakiplerinin önemli rolü olmalıdır. Bütün bunlara rağmen, Osmanlı Devletiyle Avrupa'nın savaşlarla sarsıldığı sıralarda Vahid Efendi'nin Devlete siya·si, askeri çok önemli hizmetlerde bulunduğu da bir gerçektir.

B - Eserleri 1- Genel özellikleri

Hiç şüphesiz Vahid huzuruna kabül edildiği ni, orada ikinci huzura riyle i lgili intibalarını

Paşa'nın en önemli eseri , içinde Avu<ıturya ve Napole0n'un Polonya'daki seyahatlerini , Polonya'dan Paris'e hareketi­ kabulünü, geçtiği ülkelerin hayat tarzları ve medeniyetle­ ve nihayet İstanbul ' a avdetini anlattığı Sefaretnamesi ' dir.

Vahid Paşa•nın Sefaretnamesi'nin el yazmaları ve matbu neşriyatında bazı kelime. cümle veya sayfa eksiklikleri veya fazlalıklarının bulunduğımu araştırma· larımızda farkettik. Kanaatimizce bu, katiplerin, devrindeki bir Osmanlının bile zor . anlayacağı Vahid Efendi'nin son derece ağdalı ifadelerini sadeleştirme yoluna git. ( 12 ) Vahid Paşa, Esmaü'l-Husna Tercümesi ve Tarih-i Vaka.ı Sakız. Nasuhzade Ali Paşa'nın torunu, Vahid Paşa'nm Nasuhzil.de'nin ölümüne manı olabilecekken bunu yapmadığını rivayet etmiştir : İsmail Hakkı Uzunc,;arşılı, Kütahya Şehri, İstanbul 1932 . s. 13 1 . Bu konuda Uzunçarşılı'nınkinden başka bir kaynağa sahip değiliz, bunun birlikte , kendi...ine Vezirlik payesi birçok defa verilip geri alındığı için Vahid Paşa'nın bu işe karışmış olması muhte . . mel görünmektedir. ( 14 ) Vahid Efendi'nin terbiye, tahsil ve maharetleri için bkz. : Başbakanlık Arşivi, Hatt-ı HumayUn, sadrıazam'ın Sultan 111. Selim'e gönderdiği ve yayınlanma­ mış mektubu, 11 Mayıs veya 10 Haziran 1807 ( 1222 H. ) .

( 13 )

( 39 )

615


SAYI 318

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

melerinden kaynaklanmıştır. Zaten el yazmalarıyla matbu eserlerinin tarihleri incelen­ diğinde, bu sadeleştirmenin yeni tarihlere

doğru geldiği

hemen farkedilecektir.

Vahid Paşa'nm Sefaretname dışındaki diğer eserleri ise, genellikle taııl.he ve diğer konulara A.ltttr.

2 a)

-

Valdd Paşa•nın El Yazmaları

Vahid

Paşa'nın

Fransa

Sefaretnamesi,

Vahid

Paşa•nın

hediyesi,

1811,

Vahid Paşa Kütüphanesi - Kütahya , el yazmaları, nu. 830. 66 sayfa, nesih tarzında.

b) Sefaretname-i Seyyid Mehmed Emin Vahid Efendi, Milli Kütüplıb.De

-

An.­

kara, el yazmaları nu. 712 (V. 44 B - 80 - B) . 71 sayfa, nesih tarzmda, tarihsiz, önceki orijinale tamamen uymaktadır. c) SefaretnA.me-i

Seyyid Vahid Efendi,

Süleymaniye Kütüphanesi

- İstanbul,

Zühdü Bey yazmaları, nu. 3 16. 66 sayfa, 1828, bu da orjinal nUshaya uymaktadır.

d ) Sefaretname-i

Seyyid

Vahid

Efendi,

Topkapı

Sarayı

Müzesi

-

İstanbul,

el yazması, nesih tarzında, nu. 973 . 66 sayfa, XIX . asır. Orijinal nüshaya uymak­ tadır. Paris nüshası ( 1843 )

ve İstanbul'unki ve diğerleri şüphesiz

INLCO ( IS)

Sefa­

retnamesindeki nota göre ve bu el yazması esas olmak suretiyle matbu olmalıdır. e)

Vahid Paşa Merhum' un Fransa Sefaretnamesi, İstanbul Üniversitesi Kü­

tüphanesi, tarih yazmaları, nu.

1246.

88

sayfa,

tarihsiz,

bu da tamamen orijinal

nüshaya uymaktadır. Aynı Kütüphanede bulunduğu kaynaklarda belirtilen Vahid Paşa'nın

2.

el yaz­

masını bulamadık, yıldız yazmaları, nu . 343, bkz. Faik Reşid UNAT, Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnameleri, Ankara, 1968, s. 203 . f ) Fransa Sefaretname·si, Türk Tarih Kurumu yazmaları, Ankara, nu. Y 58. 63 sayfa, tarihsiz, tamamen orijinal nüshaya uymakla birlikte eserin sonuna bir cümle eklenmiştir. g)

Sefaretname-i Vahtd Efendi,

İstanbul Belediye Kütüphanesi ,

Cevdet Bey

yazmaları, nu. K 38. 72 sayfa, tarihsiz, orijinal nüshayla aralarında bazı farklılık­ lar bulunmaktadır. h) Sefaretna.me-i Vahtd Efendi, aynı Kütüpho.ne, Cevdet Paşa yazmaları, nu . 55/I. 44 sayfa, tarihsiz, orijinal nüshaya tamamen uymamakla birltkte, notlar ve başlıklar konulmuştur.

i ) Fransa

Sefaretnameai , aynı kütüphane,

Cevdet Paşa

yazmaları,

nu .

409.

1812, 34 sayfa, nasih tarzında, tam bir nüsha değildir.

j)

SefaretnA.me-i Seyyid Vahid Efendi,

Paris Millt Kütüphllllesi , manuscrits

orlentaux, supp, turc, nu. 507, Dantan'm yazdığı nüsha, Mayıs-Haziran 1826 veya 1 829 , KOtüphA.neye 18 Haziran 1883 tarihinde girdiği kayıtlıdır, noUu 40 varak.

( 1 5 ) Paris'teki Institut National des Langues et des Civlllsations Orientales.

616

(40)


A.

SAYI 318

YU ı X:XVII

SÜSLÜ

k) Unat, adıgeçen eser, s. 203, tarafından zikredilmiş olan Beyazit Devlet Kütüphanesi nüshasını yerinde bulamadık. Cevdet Paşa Kitapları, nu. 82, alınmış veya kot değişikliği yapılmış olmalıdır. 1)

Babinger ( Die Geschichtschreiber des Osmanen und ihre Werki, Leipzlg, s. 348 ) tarafından Viyana Akademisi, Konst. Akad . , nu. Kraft katul ., nu. 107'de bulunduğu ifade edilen "Sefaretname-i Fransa" isimli el yazma nüsha­ sıyla ilgili olarak yaptığımız incelemeden bir sonuç alamadık. 1927, cilt II,

Vahid Paşa•nın el yazmaları içinde bizce en orijinal nüsha, kendi · adına Kü­ tahya da kurdurttuğu Kütüphaneye bağışladığı kitapları arasında 830 numarada yer alım nüshadır. Zira Yazar, bizzat bu nüsha üzerine hediye ettiği diğer kitapla­ ra vurduğu Arapça mührünü vurmuştur. ( 16 ) Ayrıca, bu nüsha Vahid Paş a ya at­ fedilen birçok nüshaya da mutabakat etmekt edir. '

'

Yukarıda incelediğimiz bütün nüshaların az çok farkla uyuştuğunu gördüğü­ müz için Yazar veya katibinin bunları yazıp veya yazdırıp çoğalttığını veya Kü­ tahya nüshasından bunların bilahare değişik katipler tarafından yazıldığını düşü­ nebiliriz. Ancak nesih tarzında kaleme alınmış olan Kütahya nüsha•sının ve ona tamamen uyan diğer nüshalann ( l7) orijinal nüshalar olduğundan şü phe yoktur. Süleymaniye Kütüphanesindeki nüsha da tamamen Kütahya nüshasına uymakla birlikte 1928 tarihini ihtiva etmektedir. Bunların dışında kalıp bazı değişiklikleri ihtiva eden el yazmalarının ise sonradan başkaları tarafından yazıldı ğı muhakkak­ tır. zira Vahid Paşa bu tarihten önce 1819'de vefat etmi ştir. -

S

-

Yazarın üslubu

Vahid Paşa veya katibi orijinal nüs halarıy la diğer b azılarında nesih yazı üs­ lubunu kullanmıştır. İsminden de anlaşılacağı üzere zarif ve fantezi şekliyle ya­ zıcılara en uygun gelen üslup da budur. Yuvarlak şekliyle okuyucuya da çabuk ve akıcı bir okuma imkanı sağlamaktadır. Zaten bu stil, daha sonra Vahid Efendi'nin matbu nüshalarıyla genel olarak m at buatta kullanılmıştır . Vahtd Efendi'nin kullandığı dil ise, diğer birçok Sefaretnamede olduğu gibi, zor anlaşılabilir, zamanında bile pek kullanılmayan nadir Arapça-Farsça tabirlerle dolu bir dildir. Noktalama işareti olarak sadece no�ta kullandığı ve cümleler çok uzun olduğu için bazen anlatılan ş eylerden değişik manalar çıkarılabilmekte ve bu da tercümede birçok güçlükler çıkarmaktadır. öyle ki, sefaretnamesiııde sık sık kafiyeli nesir kullanmakta (tB) ; üslubunu tezyin için bazen aynı mana.ya gelen ( 16 ) Terrümesi şöyledir : "Bu kitap , fakir bendeniz, Seyyid Mehmed Emin Vahid (Allah kendisini ve ailesini affetsin ) tarafından Kütahya şehri talebelerine , dı­ şarıya çıkarılmamak şartıyla, bağışlanmıştır, 1811" . ( 17 ) Bunları a, b ve e b aşlıkl arı nd a zikrettik. Ancak bu grup el yazması , c, d, f ve g başlıklarında sözünü ettiğimiz ikinci grup el yazmalarından ikişer sayfa

daha fazladır. ( 1 8 ) Fransa Sefaretnamesi, Kütahya elyazma nüshası, nu. 830, s. 4, zevat, etba u

ağvat . .. (41)

61 7


SAYI 3 18

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

Arapça ve Farsça tabirler kullanmakta ; ( 19 ) Türkçede bulunmayan terimlerin ye­ rine Arapçalannı kullan makta ( 20 ) ve bazen de aynı manada olup değişik şekilde y<tzılan Arapça kelimeler kullanmaktadır . (21 ) 4.

-

Vahid Paşa'nın

Sefaretnamesinin matbu nüshaları

a)

Relation de l'ambass ade de Mohammed Said Wahid Efendi ( texte turk) eleves de l'Ecole Royaie et Speciale des Langues Orientales Vivantes ( bugünkü adı, Institut National des Langues et Civilisations Oriantales ) . Aynı iki ciltte de, G. IV. 6, 1924 et G. IV . 7, n 1952, iki kitap bulunmaktadır : Paris, 184'1, 80 sayfa, et Paris, 1843 , 58 sayfa. Bunlarda bazı sadeleştirmeler, eksik veya ilave edilmiş cümle ve kelimeler bulunmaktadır . tı ) Relation de l'ambassade Mohammed Said Wahid Effendi, Pari·s, 1843, Topkapı Sarayı Müzesi'ndeki yazmadan esas alınarak bastırılmıştır, nu. 973, 66 sayfa, INLCO Kütüphanesi. Bu da tamamen orijinal nüshaya benzemektedir . a l'usage dcs

c) Relation de l'ambassadc de Mohammed Wahid Effendi ( Texte turc ) , aynı kütüphane, Faris, 1841, 80 sayfa, ARM . p u bl . , seri<ı ancienne, n 8, range dans n. 1.6321 . Sadeleştirilmiş bir metindir.

d) Sefaretname-i Seyyid Vahid Efendi, İstanbul, 1866, Unat, a.g .e. , s. 202'de zikredilmiş olup ne kütüphanelerde ne de sahaflarda herhangi bir izine rastlanma­ m1ştır . e) Fransa Sefaretnli.ınesi ( temsil-i sani ) , İstanbul, 1886, aynı yazar tara ­ fından zikredilmiş olup kaybolduğu ifade edilmiştir. f) Sefaretname-i Vahid Efendi, Fatih Millet Kütüphanesi, n Trh . 838, İstan­ bul, 181 1 tarihi kurşun kalemle muhtemelen bir okuyucu tarafından yazılmıgtır. 66 sayfa, orijinal nüshaya tamamen uymaktadır. 5

-

Yazarın diğer eserleri

a ı Tarih-i Vaka-ı Cezire.i Sakız ( 1821 Sakız isyanını konu almıştır ) , Va­ hid Paı;:a Kütüphanesi K üt ahya , el yazmaları, nu . 838, nanuscrit en style naskh, 37 feuillets, don de Vahid Paşa . Ayn ı eserin diğer yazmaları , Waq'a-i Saqiz, Viyana Milll Kütüphanesi, Nr. 1151 ( Flügel Katal . , Il, 320) ; Paris Millt Kütüphanesi, manuscrits orientaux, supp . turc, n 742 et le Caire T.K. 230 . Matbu olan bu eser, Tarih-i Vak'a-ı Sakız , İstanbul, 1873 . INLCO. hanesinde, Nu Mel. 8, 742 ( 2 6 ) 'da bulunmaktadır.

Kütüp.

b) Minhacu'r-Rumat ( ok çekme sanatı ) , Kütahya Vahid Paşa Kütüphanesi, el yazması, nu. 823, 69 varak, Vahid Paşa•nın hibesi, nesih yazı tarzında el yaz­ ması ; Minhiiğ.ı rumat, Viyana Milli Kütüphanesi, el yazması , nu . 1413 , Flügel Ka­ tal . , II. 480, f . , aynı el yazması bazı İstanbul kütüphanelerinde bulunmaktadır.

( 19 ) A . g.s. , s. 7 , 9, meks u aram ; zahir u numiiyan . . . ( 2 0 ) A.g.s., s . 7 la budde . . . ( 21 ) A .g .s., s . 6, i kamet u karar.

618

( 42 )


YIL XXVII

A. SÜSLÜ

SAYI 318

1ng;i.ltere Devleti'nin Sure t-i Musalahasıyla lcmal-i ( 1808 yılında Babıaii ile İngiltere arasında yapılan barış antlaşması ) , ayrıca "İngiltere ile Musalaha Risalesi veya SefaretnAmesi ola­ rak da isimlendirilmiştir . Vahid Paşa Kütüphanesi, el yazması, nu. 832 , nesih yazı ­ sı, 28 varak, Vahid Paşa•nm hibesi ;

c)

Devlet-i

Aliyye

ile

Mükalemelerini Havi Takrir

Risale-i Wahid Efendi, Viyana Mi lli Kütüphanesi, nu. 1149, Flügel Katal . II, 320, el yazması ; İngiltere ile Musalaha Takriri, Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi, Ankara. el yazması, nu . Y 53 ;

İngiltere ile Sulh Mükalemesini Havi Takrir, Belediye Kütüphanesi bul, nu . K 38, el yazması .

-

İstan­

d ) Vahid Paşa Merhumun Avrupa Devletleri Ahvaline Dair, İstanbul Üni­ versitesi Kütüphanesi, tarih yazmaları , nu . 1246, 37 varak. e) Esm3.-ı Husna Kasidesi Şerhi veya Mirkatu'l-Münacaat ( Allah'm 99 i smi şerhi ) , Şeyh Nureddin-i Diyati•ye ait olan eser, 1819'da Vahid Paşa tarafından ter­ c üm e ve şerhedilmiştir.

f) Vahid Paşa'nın 1811 ve 1813 tarihli iki Vakfiye'si bulunmakta olup bun­ lar Kütüphanesine bağışladığı kitaplarla ilgilidir. Vahid Paşa Kütüphanesi Kü ­ tahya, nu. 1230, 9 varak , talik yazı . -

g) Kalem-i Muciz Rakamı veya Ramhakusa, Tezkere-i Şuara veya Fatin Tezkeresi, s. 438'de zikredilmiş olup bununla ilgili hiçbir ize rastlayamadık, ka­ naatimizce şiirle ilgili bir el yazması olmalıdır. Vahid Paşa'nın bundan başka birçok şiiri bulunup bunlara birçok eserde yer verilmiştir. C

-

Vahld Paşa'ya yer veren eserler

III. Selim'Ie I. Napoleon arasında ön em li bir diplomatik görev yapmış olmasına , Babıali ile İngiltere arasındaki barış antlaşmasını büyük bir maharetle gerçekleş­ tirmesine, Hükumette birç o k önemli görevler ifa etmesine ve bazı tarihi ve edebi eserler yazmasına rağmen Vahid Efendi tarihciler ve edebiyatcılar tarafından çok az tanınmaktadır. Bunuııla birlikte aşağıdaki eserlerde kendisinden söz edilmektedir :

Ahmet Cevdet Paşa, a.g . e . , il. 274-277, 286, 291-294 . Yazar, Vahid Efendi'nin dip ­ lomatik münasebetlerinden Napoleon t ara fın dan ilk kabül edilişinden, Talleyrad ve Caulaincourt'la yaptığı görüşm ele r de n ve Danzig Konferansı'ndan ba h se t mişti r . Ahmed Lutfi, Tarih-i L ut fi , İstanbul , 1874, 3 . cilt, s. 1 54 1 55 'te Vahid Efen­ <1i'nin hayatından, aldığı görevlerden b a şarı lı geçen Fransa ve İn giltere ılıi syo­ nundan, e serl e rin den 've Kütüphanesinden söz e tm iştir. -

Asım Efendi, Tarih-i Asım, İ st anbu l, 1867, 2. cilt, 174- 177'te Vahid Paşa'nm Po lonya ve 12 Şevval 1221 tarihli Paris'teki siyasi münasebetlerinden bahsetmek­ teair, halbuki Vahid Efendi Se fa r etn ii m e il inde bu ta ri hi 18 Şevval 1221 H. ( 17 Aralık

( 43 )

6 19


SAYI 3 1 8 1 806 M . )

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

Efendi, daha 1ran'ı keıidi safına çekerek Rusya'yı barışa zorlamaktan ibare t olduğunu biliyordu . olarak vermiştir.

Yazarın

yine kaydettiğine

Yn. xxvn

göre,

Vahid

İstanbul' dan hareket etmeden fransız si yasetinin, Osmanlı · Devletiyle

Tezkere-i Şuara, a.g. e . , s . 436-438'de Vahid Efendi'nin birkaç hissi yatına, Hükumette işgal ettiği görevlere yer verilmiştir. Mehmed Süreyya, bul, 1890, 4 . cilt ,

s.

Sicill-i Osmani veya Tezkere-i Meşahir-i

605-606'da Elçi'nin hayatından ve yaptığı

şiirine,

ha�

Osmaniye, 1stan­

görevlerden bahset­

mlştiı·. Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, İs tan bul , 1914-1928'de yazar, yirmi Kadar Sefaretname ismi verdikten sonra Vahid Paşa'nın eserl e rinden söz etmiştir. Faik Reşit Unat, a.g . e., 22, 201-203'te, genellikle Osmanlı Elçileri ve Sefaret­ namelerinden bahseden yazar, Vahid Paşa hakkında bi rçok bilgi ve rm ekte, Sefa. retname' sinden söz etmektedir . Ancak eserde birçok hata vardır. Kanaatimizce bu­ nun sebebi , yazarın ölümünden sonra eserinin bir başkası tarafından derlenip bas­ tırılmasından ileri gel m ektedir. Babinger, a.g.e., s . 347-348'de Elçi'nin

hayatı

Sefaretnamesi ve

eserleri hak�

kında bilgi vermiştir. Salahaddin Güngör, III. Seliım'in Sefiri Napolyon'u Nasıl Görmeye Gitti ? , Cum­ huriyet Gazetesi, 16-17 Temmuz 1941'de Vahid Efendi'nin Sefaretnamestnden bah­ setmiştir. Ismail Hakkı Uzunçarşılı, Kütahya Şehri , İstanbul, 1 833 , s. 129-133'te Elçi'nin hayatını , eserlerini ve Kütüphanesini anlatmaktadır. Kalkınan Dünya

Dergisi, Ankara,

1 Ocak

1969,

Vahid Paşa Kütüphanesinin

tarihinden söz etmektedir. Pierre Bertrand, Lettres inedites de Talleyrand iı. Napoıeon, 1800-1809, Paris , 1923, s . 308-310 , 321-326, 356-357'de Vahid Efendi'nin siya.si münasebetlerinden bah­ setmiştir. Yukarıda

zikrettiğimiz kaynakların yanısıra Vahid

Paşa'dan

kısmen

de olsa

bahseden eserler iae şunlardır : Edouard Driauıt, Napoleon et l'Europe-Tilsit, Paris, 1917, p . 141-143, aynı Yazar, La politique oriantale de Napoleon, Paris, 1904 , s. 167-170 ;

Bertrand Bareilles,

Un Turc iı. Paris,

1806-1811, Mouhib

Efendi,

Paris ,

1920, s. 45.

Sonuç Sonuç olarak beliı-tmek

gerekirse, Vahid Efendi 1806- 1807 yıllarında Os manlı

Devletinin çok kritik bir döneminde diplomatik görevini ifa etmiştir

:

I. Napoleon'un

Balkanlarda ilerle:nesi, III.

Selim'in yeniçeriler tarafından katledilerek yerine Sul­ tan Must'.lfa'nın getirilmesi, Babıali'ye karşı Balkanlar'daki ayakl anm al ar, Osmanlı­ Rus kavgaları , bazı ayanların ba�kaldırmaları , Vahhabi isyanları, Yeniçeriler ve · ul e ­ ma'nın başkaldırmaları . . .

620

(44)


YIL xxvn

A. SÜSLÜ

SAYI 318

Osmanlı Devletinin bu karışık siyasi durumunda I. Napoleon'un istediği gey ise, eskiden yaptığı gibi Osmanlı Devl etini p ayl a§M ak değil , İstanbul'daki Büyük­ elçisi, General Sebastiani'ye ifade ettiği gibi , Osmanlı Devl etini himayesine almak, "menfaatlerine hizmet ettirmek" üzere yavag yavag onu eritmek (22) ve eski ka­ pitülasyonların kendisine sağladığı ticari üstünlüğü Frans a'ya sağlamaktan ibaret­ tir. Böylece hem Rusya' ya, hem de İngi ltere' ye kargı çift bir darbe vurmak iııte­ mi ştir ( 2 :ı ) , B u şartlar d ahilinde Vahid Efendi bir taraftan Mısır ve Suriye olaylarını na­ zarı itibara alırken diğer taraftan da günden güne fazlalagan Napol6on'un lhhtiras ­ ların a set çekmeye ve Osmanlı Devletinin siyasi menfaatl erini tehlikeye atmamaya ç alı şmıştır. Sonuçta, ülkesinin Rusya ve İngiltere ile olan münasebetlerini de teh­ likeye düşürmeden I . N apoleon ' l a bir antlagma yapmaya muvaffa k olmuştur. Böy­ lece her üç tarafı da memnun edebilecek bir sonuca ula§Ml§tır. Bu hassas misyonda başarıya ulagıp ulaşmadığına evet veya hayır ile cevap vermek gerekirse, kolayc a evetle karşılık vermek mümkündür. YARARLANILAN KAYNAKLAR

A - ARŞİVLER

ıe Başbakanlık Arşivleri-İstanbul : Cevdet Tasnifi (Hariciye Vesikaları) , Hatt-ı Humayün Tasnifi, İbnü'l-Emin Tasnifi, Name Defterleri, Mühimme Defterleri . . . ıe Topkapı Sarayı Arşivleri-İstanbul : Siyasi Vesikalar, Enderun Hazine Def­ terleri . . .

Faris Dışişleri Bakanlığı Arşivleri : Turquie, Co rrespondance politique (nu. 1806-1809 ) , Supplement ( nu . 24 , 1806-1810) ; Memoires et Documents de Felissier (nu. 63-64, 1 79 2 , 1814 ) ; Russie, Correspond ance p olitique , (nu. 144-149, ıe

213-224,

1806-1809 ) . . . ıe

A rchives Nationales de Fari.;; : AF. IV, Ad. XV,

54.

B - MVRACAAT ESERLERİ, PERİYODİKLER ıe ıe

1927, c.

A hmed Cevdet Pqa, Tarih-i Cevdet , Tertib-i Cedit, Dersaadet, 1309, c . 8.

Babinger, Die Geschischtschreiber des Osmanen und ibre Werki , Leipzig , 2.

Bareilles Bertrand , Un Turc a Patis, 1806-1811, Mouhib Efendi , Faris, 1920. ıe Corre spondanc e de Napol eon Ier, Fariiıı, 1858-1869, 28 c., tamamlayıcı ma­ hiyette olanlar : - Des Oeuvres de N apole on iı. S a int -Hel ene , c. 29-32, Parts, 1 870 . ıe

Affaires etrangeres de Faris, Co rrespondance de Turquie, 20 Haziran 1806, suppiement nu. 24, Tallevrand'm yazısı 21 Hazi ran tarihlidir. ( 2 3 ) Başbakanlık Arşivi, Hatt-ı HumayO.n Tasnifi , 1806, nu. 5946, Paris'teki O s­ manlı Büyükelçisi Muhib Efendi'nin raporu, aynı tasnifte Fransız Büyükelçisf Sebastiani'nin Sadrazama 18 Ağu.;ıtos 1806 tarihinde takdim ettiği rapo ru ,

( 22 ) Arc hive s du ministe r e des

nu. 5743.

('45)


SAYI 3 1 8

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

-

Brotonne de Leonce, Lettres inedites de Napoleon Ier, Paris, 1898. Dernieres Lettres inectites de Napoleon, Paris, 1903, c. Lecetre Leon, Lettrea inedites de Napoleon Ier, Paris, 1897, 2 c. Picard Ernest -Tuetey Louis, Correspondance inMite de Napoleon Ier, conserve aux Archives de la Guerre, Paris, 1912-1925, 5 c. ıe Driault Edouard, La queation d'Orient depuis se.;ı origines juspu' a nos jours , Paris, 191 4. - La question orientale de Napoleon, Sebastiani et Gardan , 1806- 1808, Pa­ ris, 1905. ıe Duparc Piel're, Recueil de.:ı instructions donnes aux Ambassadeurs et Minist­ res de la France en Turquie, Paris , 1969 . • Kalkınan Dünya Dergisi, Ankara, I Ocak 1969 ıe Kuran Ercüment, Avrupa da Oamanlı İkamet Elçiliklerinin Kurulugu ve tık Elçilerin Siyasi Faaliyetleri, 1793-1821, Ankara, 1968. • Mehmed Tahir ( Bursalı ) , Osmanlı Müellifleri, İstanbul, 1914-1928. ıe Le moniteur officiel français de 1798- 1807, Paris , conserve dans les Arc­ hives du ministere des Affaire.s etrangeres . ,. Mouravief B., L'alliance russo-turque au millieu des guerres napoleoniennes, Paris, 1954. ıe Noradounghian Gabriel Efendi, Recueil d'actes internationaux de l'Empire ottoman, Paris, Leipzig, 1897-1903, c. 2. ıe Rousseau Louis, Les relations diplomatiques de la France et de l& Turquie au XVIIIe siecle, Paris, 1908 . ıe· Salname -i Nezaret-i Hariciye, Dersadet, 13 02. ·• Saül N., Russia and the mediterranean, 1797-1807, London, 1970. • Savant Jean, Napoleon, Pari.s, 1974. • Spuler Bertold, Die Europaischen Diplomatie in Konstantinopel, Breslau, Prietsch, 1935 . • Süslü Azmi, "Sefaretname de Seyyid Mehmed Emin Vahid Efendi" traduction en Frnaçais, Belleten, Türk Tari h Kurumu, c . L, say ı : 196. (Nisan 1986) , aynbasım ; "Un aperçu sur les Ambassadeurs ottomans et leurs Sefaretname", An­ kara Üniversitesi , D.T.C.F., Tarih Aragtı rmalan Dergial, c. XIV ayn­ basım, 1983 . . ,. Testa le Baron de , Recueil des traites de la Porte ottom ıi.ne avec les puisı;ances etrangeres, Paris, 1865, c. I. ı• Tuetey Louis, Napoleon Ier, preceptes et jugements, Paris, 1913. ıe Tulard Jean, Napoleon ou le mythe du Sauveur, Paris, 1977. ıe Turc Nicolas, Chroniques d'Egypte, Paris, 19 50 . ıe Unat Faik Regit, Osmanlı Sefirleri ve Sefaretnıı.meleri, An kara 1968. .

622

(46)


KlTAP BİRİKTİRMEK ... YA SONRASI ?

Doç. Dr.

Necmeddin SEFERCİOGLU

Küçük veya büyük bir kitap dermesine ( koleksiyonuna ) sahip olmak, her aydın insanın ka�ınılmaz kaderidir. O , gençlik yıllarında zevk veya boş zamanını değerlendirmek için, meslek veya ilim hayatına atıldıktan sonra da biraz mecburi olarak okumak ve bu amaçla kitap edinmek zo ­ rundadır. Böylece sahip olunan kitaplar bir yandan onda bir edebi zevk, bilgi ve kültür birikimi oluştururken, bir yandan da önce raflardan, sonra dolaplardan, daha sonra da odalardan taşan bir ' kütüphane' birikimi mey­ dana getirir. Başlangıçta belki sadece 'okunacak şey' gözü ile bakılan ki­ taıılar, onlara sahip olunca, ailenin fertleri gibi görülmeğe başlanır. Artık kitap okuma alışkanlığı yanında bir de kitap biriktirme merakı başlamış­ tır. Artık aileye sık sık yenileri katılır, fakat hiç birisinden ayrılmağa gönül razı olmaz. Bu katılmalar 'kitap sever'in ömrü boyunca sürüp gider. Evde işgal ettiği yer giderek genişleyen kitaplar, zamanla, onları bi­ riktirenin aile çevresinde bazı meseleler ortaya çıkarır. Ev hanımları, da­ vetsiz olarak gelip bir daha hiç gitmeyen bu zoraki aile fertlerinin varlı­ ğından, çoklukla, rahatsız olurlar. Kitapların bulunduğu yerler, onlar ba­ kımından, kayıp mekanlardır. Hele kitaplar dolaplardan taşmağa başladı mı . evdeki huzursuziuk daha da artar. Çünkü onların ev halkına zaten zor gelen takımına ve temizliğine, bir de onları evin başka amaçlar için düşünülmüş veya ayrılmış köşelerine yerleşme düzenini bozmadan yerleş­ tirilmesi külfeti eklenir. Kitapların evin misafir salonlarına çıkması he­ men hemen hiç istenmez. Çoğu evlerin salonlarını süsleyen ve adı da "kü­ tüphane" olan dolaplar kitaplar için değil, cam veya porselen eşya, çiçek, fot0ğTaf, vb. içindir. Kitapların o " kütüphane"nin dekorunu bozduğuna inanılır. Bu durumda kitaplar evin en kuytu köşelerinde, somya altların­ da, hatta hazan -varsa- bordrumdaki bir depoda veya tavan arasında ; mukavva kutular, tahta sandıklar içinde saklanmağa mahkfun edilirler. Artık onlardan istenildiği zaman yararlanma imkanı da kaybolmuştur. Apartman dairelerinin sınırlı mekanında yaşamak zorunda olanlar. bu olumsuzluklarla daha çok karsılaşmak durumundadırlar. ( 47 )

623


SAYI 3 1 8

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

-------

YIL XXVII -- --- · - - -

Fakat büyük fedakarlıklarla bir araya getirilen, ondan da büyük fe­ dakarlıklarla saklanmağa çalışılan bu aydın dostlarının asıl dramı, önce­ den tedbir alınmamışsa, onları biriktirenlerin ebedilik alemine göçüşünden sonra başlar. Böyle bir durumda evden ilk uzaklaştırılması, varlıkların ­ dan ilk kurtulmak istenilenler kitaplar olur. Ailede ya hiç kitap sever yoktur, veya onların ilgi duyduğu alanlar farklıdır. ölenin üzerine titre­ diği kitaplar, çoğu kez, onlar için bir anlam ifade etmez. Yılların oluşturdu­ ğu dermenin bir bölümü aile fertlerince p aylaşılsa bile, onların ilgi alanı dı­ şında kalan büyük bölümünün tasfiyesi yoluna gidilir. Tasfiye işi ya ki­ tapların bir kütüphaneye, bir kuruma bağışlanması veya satışı suretiyle, yahut haraç-mezat satılmasıyla gerçekleştirilir. Birinci şık elbette ki ter­ cihe şayandır. Böylece o kitaplardan başka kitap severlerin de yararlan­ ması, biriktirenin ruhunun şad olması sağlanmış olur. ikinci şıkta ise, biriktirenin bütün emelleri, bütün emekleri uçup gitmiştir. Kitap biriktirenlerin sonsuzluğa göçüşünden sonra yaşanan acı 018.y­ l arın pek çok örnekleri vardır. Bunları dinlemek, b azılanna şahit olmak, bir kitap sever aydın için gerçekten ıstırap vericidir. Bunların ikisini, işit­ tiğim zamanlarda duyduğum acıları aynen yaşayarak, aktarmak i stiyo­ rum. Ülkemizin çok değerli tarihçi ve yazarlaırından birinin Kurtul u ş Sava­ şımıza ait çok değerli belgeleri de içine alan değerli bir kütüphanesi var­ dı. Vefatından bir süre önce müşterek bir dostumuzun iş yerinde yaptığı­ mız görüşme sırasında kitaplarını istanbul'daki büyük bi r kütüphaneye bağışlayacağını söylemişti. Ben de kendisine, bağışlayacağı eserlerin muh­ temelen bağışlamayı düşündüğü kütüphanede bulunacağını, bu yüzden onları yeni kurulan üniversitelerimizden birinin kütüphanesine bağışla­ masının daha doğru olacağını belirttim. Böylece o üniversitenin genç araş­ tırıcılarına, Cumhuriyetimizin kuruluşuna ait belgelerin de bulunduğu de­ ğerli bir araştırma dermesi sağlanmış olacaktı. Hocamız bunun da dUşü­ nülmeğe değer olduğunu söylemi ş ve konu b öylece kapanmıştı. Daha sonra Hoca'yı bir daha görüp kitapları hakkındaki son kararını öğreneme dim. O görüşmeden bir süre sonra da vefat haberini gazetelerden okudum. Se­ vip saydığım bu değerli insanın vefatına çok üzüldüm. Ama beni daha çok üzen, rahmetlinin kitapları ile ilgili düşüncelerini gerçekleştiremeden Hakka yürümesi oldu. ölümünden bir süre sonra, kitaplannın bir fakül­ teye getirildiğini, orada bir odaya konulduğunu, durumu öğrenen bazı öğretim elemanlarmca yağma edildiğini , kalanlarının da -lfi.tfen- o fakültenin kütüphanesine verildiğini öğrendik. Olay, kitaplarınılı bir kü ­ tüphanede, yetişecek nesillerin istifadesine sunulması emelinde olan rah·

( 48 )


SAYI 318

N. SEFERCİOGLU

YIL XXVII

metli Hoca'nın ruhunu sonsuz bir ıstıraba sürüklemesi yanında emanete hıyanet olarak adlandırılabilecek davranışları dolayısıyla, söz konusu fakültenin idareci ve öğretim elemanları açısından da içler acısı idi. Ola­ yın tek teselli edici sayılabilecek yanı, kitapların kağıt fabrikasının diş­ lileri arasına değil de, başka kitap dostlarının ( ! ) eline düşmüş olması idi. Aktaracağım ikinci olay daha da üzücüdür. Gerçek bir kitap sever olan ve evinin misafir salonımdaki sehpaların üstü bile kitaplarla dolu bulunan bir profesörümüzün kitapları, vefatının hemen ardından, oğlu tarafından haraç-mezat satışa çıkarılmış ve içlerinde kütüphanelerden ödünç alınmış olanlar da dahil, evdeki bütün kitaplar, duyup gelenlere, hazan tek tek, bazau kilo ile tartılarak satılmıştı. Satış günlerce devam etti. Ailesi, kitap sever hocanın herhalde hoşlanmadıkları bu sevgililerin­ den böylece kurtulmuş oluyordu. Tabii Hocanın ruhunu ebedi bir azap için­ de bırakarak. Bu iki olay, kitap sever aydınların büyük fedakarlıklarla biriktirip sakladığı ve üzerine titrediği kitapla:rın, önceden tedbir almazlarsa, son­ suzluğa göçüşlerinden sonra uğrayabileceği korkunç akibeti ikaz etmesi bakımından önemli olsa gerektir. Toplumumuzda sık sık bunların benzer­ leri, hatta çok daha beterleri yaşanmaktadır. Bunlar bize, kitap sever ay­ dınların, kitaplarının geleceğini vefatlarından çok önce düşünmüş ve ted­ birlerini almış olması gerektiğini çok güzel anlatıyor. Sanırız bu konuda yapılabilecek en güzel iş, kitapların topluca yeni kurulan bir kütüphaneye devrini sağlamaktır. Bu devrin bağış yoluyla ol­ ması, kitap severe hayırların en güzelini işleme fırsatını da verir. tımi ağırlıklı bir kitap dermesi yeni açılan bir üniversitenin kütüphanesine, popüler ağırlık iı bir derme de yurdumuzun çeşitli yerlerinde her gün bir yenisi açılan ve büyük kitap sıkıntısı içinde bulunan halk kütüphaneleri­ nin birine bağışlanabilir. Böylece yılların emeği ve çabası ile bir araya getirilm� bir bilgi ve kültür kaynağından yeni yeni nesillerin yararlan­ ması sağlanmış olur. Kitapları o kütüphaneye vermiş olan kişi de uzun yıll ar saygı ve hayırla anılma fırsatını kazanır. Bunları hatırlatarak, okuyucuları yazının başlığındaki sözler üze­ rinde düşünmeğe davet ediyorum : Kitap biriktirmek güzel ! Ya sonrası ?

( 49 )

625


T U R K Ç Ü

D E R G İ L E R XI

Dr. Fe thi TEVETOGLU

Sovyet emperyalizmi - Rus çizmesi altında bulunan millet­ lerin istiklal mücadeleleri için Helsinki, Berlin, Varşov a,

YAŞ TÜRKİSTAN

Pa­

zarcık

( Romanya ) ve Paris gibi Avrupa � ehirlerinde çıkan Sovyet aleyhdarı Türkçü gazete ve dergilerin en ünlülerin-

den biri YAŞ ( Genç )

TVRKİS TAN 'dır .

1929 yılının Aralık ayında Berlin'de Arap harfleriyle çıkmaya başlayan YAŞ baş lı ğı altında : "Türkistan Milli İstiklal Fikrine Jlizmet Edici Ay­ lık Mecmuadır" denilmekte v e başyazarının Çokayoğlu Mustafa ( 7 Ocak 1890 - 27

TÜRKiSTAN•ın

,Aralık 194 1 ) olduğu belirtilmektedir. Türkçü dergilerin incelendiği bir değerli araıı­ tırmada da belirtildiği gibi, YAŞ TÜRKİSTAN dergisinin ruhu ve hayatı Mustafa

Ço kay ' dır. ( 1 ) Paris.' te

göçmen ol arak yaşayan Çokayoğlu

Mustafa'nın

baş-redaktörlüğünde

(27 .3. 1902 - 27.7.1984 ) ve Dr. Abdülvahab O k tay gibi mefkure ve mücadele arkadaşlannm da yazı ve teknik k atkıl a r ı yl a ' çl1Can dei'g:lnin idJ.re merkezi Fran s a' daydı ve adresi şöyleydi : Berlin'deki Tahir Çağatay (2 )

Yach

TUrkistan (Le Jeunc Turkestan )

Revue mensuelle, Organe de d'efense nationale du Turkistan .

en Chef : Moustapha bls rue Parmentter

Bedacteur 48

Tcbokai - Oghly

,;_ . .

Norgent S. Marne ( Seine) , France Dergi yayımını ve bütün hür dün yA daki Türklstanlılarla, Türkistan davasıyla il gi li Türkler ve yabancılar a ra sın daki dağıtımını sağlamak yolunda/ÇıkıŞından ka­ panış ına kadar, Mareşal Yosef P6lsudsky ( 5 Aralık 1867 - 12 Mayıs. 19.35) 'nln kurduğu bir fondan maddi ve manevi yardım görmüştür. ., . ,.

Pr()J})ethee adlı anti - Sovyet kuruluşun başı olan ünlü anti-Bolşevik ve anti­ e!nperyalist Lehistan Cumhurbaşkanı Mareşal P6lsudsky, Rus boy unduruğu altın( ! ) a) Dr. A. Oktay : Türkistan MilU Hareketi ve Mustafa Çokay, İstanbul 1950. b ) Jacob M. Landau : Pan Turklsm in Turkey, A S tudy in irredentism, Lon­ don 1981, s. 80. ( 2 ) Prof. Saadet Çağatay �lshaki ) : Prof. Dr. Tahir Çağatay, Türk Kültürü, Ocak 1985, Yıl : 28, Sayı : 261, ss. 315-38.

626

( 50 )


SAYI 318

YIL XXVII

F. TEVETOGLU

daki Rus olmayan

bütün milletlerin kurtuluş mücadelelerini desteklemek için bir

vakıf vücuda getirmiş ve böylece birçok dergi ve kitabın yayınlanmasına maddi yardı md a bulunma3tur. ı935'de Pelsudsky'nin ölümünden sonra da kurduğu vakıf, milll kurtulu§ ku­ ruluşlarına yapılan bu desteği sürdürmil§ ; ancak 1939'da Polonya, Ruslar ve Al­ manlar t arafından bölüşülünce, s av a§ ve i stila sonucu yardımdan mahrum kalan TÜRKİ S TAN ve benzeri dergiler,

YAŞ

yayınlarına son vermek zorunda kalmı§-

1ardır. 1929 Aralık

ay ından

1939 A ğusto sun a ( Hicri 1358 ) kadar 116-117 sayı çıkan

YAŞ TVRKtSTAN'ın toplam sahife sa yıs ı 4800 ' dür. 13.5. X 21.5 cm. büyüklüğünde v e 40 sahife olarak çıkan ve ( Siyası Bölüm ) , ( Edebi Bölüm ) , (Türkistan Haber­

leri ) diye üç bölümden oluşan derginin ı. San ( Sayı ) 'ındaki muz )

Onsöz, (Blzlm Yolu.

ba ş lığını taşımaktadır. Bi r · iki kelimesinin Türkiye lehçesine ve söylenigine

değigtirilmiş şekliyle bu Önsöz şöyledir :

''Yeni çılanaya başlayan her bir siyasi mecmua ve gazetenin okuyucularına öz sly&si gayesini, yol ve maksadını tanıtıp gitmesi

Adeti vardır.

kalall bu &dete biz de uymalıyız. Yobunuzu anlatmak �in

Kanun hAUne girip

uzun

izahlara

ihtiyaç

(Biz Türkistan istlklAlçıları ilimizin hürriyeti ve yurdumuz Tllrklstan•ın kurtuluşu için mücAdele edeceğiz) cümlesinde hWAsa edi­ yoktur. Yolumuz ve MaJuradunız : le.bilir·"

Sürekli yazı kadrosun u derginin 3-5 kurucusunun oluşturduğu YAŞ Ttl'RKlSTAN'­ da birçok takma ad ve imzaya da rastlanmaktadır. Aynı imz anın tekrarlanmaması Y.azı kadrosunun zengin gösterilmesi için olacak, adlarının baş harflerini ( Mustafa Çokayoğlu'nun "M.Ç." ve "Meç" imzaları gibi ) , yalnız ad v eya. soyadla­ rını ( Ça ğa t ay, Abdülvahab v .b . gibi ) kullandıkları da görülmektedir. Sakıncalı se­ beplerle gerçek kimliklerini s akl aya!\ ve bu yüzden takm a ad kullananlar da vardır. ve ya

YAŞ

TÜBKlSTAN'da rastlanan imzalar, alfabetik sırayla §unlardır :

Abdullah Kayyımı Abdulvabab

(Dr. Oktay)

Abdmraldm Mahmud

Abdulganl Ağa.oğlu (Ahmed)

Bilgen ' Bin Ali •

Bir MllcAhid Bir Tllrkistanh

Abdurreşld

Canay

Ahmed llAkl

Ç ağatay ( TAhir ŞAklr) Çokayoğlu Mustafa.

Altay Noya.n A'zam HAşim AzimzAde

Baltabay .

Çolpan Derdmen Derekçi Ebul.NAsır NAci

Bay Azizi

Ebul-B4zi Türkistanlı

Baysungar

EfendlzAde

Jieyoğlu Binitzlng

El bek

(51 )

E.

M.

627


T Ü R K

SAYI 3 1 8

K Ü L T Ü R Ü

Ebnas Yıldırım Emin Vii.hidi Esen Tursun Hablb-ül Rahman al-Bulgari Hacı Hii.mid İsmail Ha.sanzade Hilal :Münşi H. M. Ziyaeddi n Hoca Mes'ud

l\'luhiddin Mustafa Ali (Dr. ) Mustafa Çokayoğlu Müftü Sadreddin Mühendis Mansur N a'n- Yemez Oğlu Oktay Rıza

Hoca Nezircan Hokandlı İlbeğ

Saadet ( Prof. Dr. Çağatay ) Siibir S aclıkoğ lu Ali Can Salih Can ( Dr. )

İrnadecldin Bay Muham m ed İrtem İshakoğlu Abdulvahab ( Dr. A. Oktay) ( Taşkent 10.2 . 1 904 - İstanbul 12.'7. 1 968 ) İskender Kavunçlll Kerimzade Killmll

YIL xxvn

Rıza Hamfışi

San'an Seyid Ali

Sofuzade Subutay

Şehzade Abdullah Beğ T. Tacı Ahmed

Kocaoğlu Osman (Hoca) T&hir ( O ş 1298 Rwni, Ekim 28 Temmuz 1968) Tann Bereli Kubilay Taşbalta Kuvvat Taşpolat -

Kuyaş-Beg Mağcan ,Cmnabayoğhı Mahmud Muhiti Mecded din Ahmed

Taylak Ahmed Temüroğlu (Dr. Abdulvahab Oktay ) Toktamışoğlu Turancı

M. Ç. Meç

Tuygun Türkistan İstikliilçisi Türkistanlı Fehmi

l\lehmed Ali Ha.<ıan Ali Mehmed SMık

M. M. Müminoğlu M. N. l\lir Said l\lir Ya'kub ( Dr. ) Mlrza Abdulhay Mirza Azmi Molla Koldaş Ahund

Türkistanlı Seyyah A ( Ayın ) . K. Tü rkis tan l ı Türk Türkistanlı Yılmaz Türkmen T. Yolçı

Yakub Yaş Türkistanlı ( TA.hir Çağatay) Yolavç ı

Ziyai

Dergid e Türkistan davası, Bas!llacılık Hareketi kadar Türkiye'yi, Türkiye Cum­ hu riyeti'ni ve bütün Türk dünyasını, hatta Filistin Da.vası•nı ( Sayı : 22 ve 28 ) kortu alan d eğerli araştırma, ilginç yorum, makale ve haberlere de rastlanmaktadır. Bun­ lardan bir çoğu, Türk Milliyetçiliği üzerindeki araştırıcıların dA.ima başvuracaklan k� ynak bilgileri taşımaktadı r. ·

628

(52)


F. TEVETOGLU

SAYI 318

YIL XXVII

örnek vermek gerekirse, ( Toktamışoğlu) imzasıyla derginin Mart 1932 - Mart sayılarında aralıklarla XVIT tefrika halinde çı­ kan ( TÜRK GAZETECİLİGİ) konulu ciddi araştırma bunlardan biridir. 1934 tarihleri arasındaki 28 . - 52.

Enver Paşa, Enver Paşa'nın Türkistan'daki son günleri ve Cemal Paşa•nın öldürüfüşü ile ilgili bilgi ve hatıralar, son derece ilginç, değerli ve yararlıdır. Çokayoğlu Mustafa•nın Mart - Nisan ve Mayıs 1933 tarihli 40-41-42'nci sayılar­ da ld ( ERMENİ MES'E LE Sİ ) makaleleri, günümüzde yeniden basılması gereken orijinal bir araştırmadır. 192S-1939 yıll arının Türkiyesi ıe ilgili birçok değerli siyasi ve ilmi konulara da geniş yer veren YAŞ TÜRKİSTA.N'da Zeki Velidi Togan, Nihıll Atsız, Abdulka­ dir İnan'la Çokayoğlu Mustafa arasındaki -bizce yersiz- yazı çekişmesinin ; ( Tür­ kistanlı Türk ) imzalı ( Serbest Cumhuriyet Fırkası ) ve Ali Fethi Okyar'la ilgili ya­ :ıanın; Nazım Hikmet'le birlikte Moskova'da eğitilen Vala Nureadin ' in (Haber ) 'de çıl<an Sovyet yanlısı yazılarına gösterilen tepkilerin ; Türkiye - Sovyet ilişkileri üze ­ rindeki yorumların ; (Bolşevizm Türkçülük Düşmanıdır ) yazısının ; Atatürk'ün ölü­ mü ve Türk inkılablarma ilişkin makalelerin , araştırıcılarımız için son derece önem­ li oldukları inancındayız. ·

Edebi bölümünde şiire de yer veren YAŞ TtJRKİSTAN'da Türkiyeli, Azerbay­ canlı ve Türkistanlı birçok Türk şairinin hayatlarına dair, bu arada Mehmed Akif ve Abdülhak Hamid'in ölümleri üzerine yazılmış yazılar da bulunmaktadır. Bazı Türkologların, en önemli örneği ile Profesör Bang ( 19 Ağustos 1869 - 8 Ekim 1934.) ' ın ölümü vesiylesiyle öğrencisi , ünlü Türkçülerden Ayaz İshaki'nin kızı, sayın Profe­ sör Saadet Çağatay tarafından ( S aadet ) imzasıyla yayınlanmış araştırma (Ekim 1934, Sayı : 59, ss. 29-3 1/2316-2318 ) ihmal edilmemesi gerekli kaynak yazılardandır . Türkistan Mücahitlerinin en önde gelenlerinden biri bulunan rahmetli Çokayoğlu Mustafa Bey'in büyük zorluklar içinde Paris'te on yıl çıkarmayı ba§ardığı (YAŞ TtJRKİSTAN ) , kurtuluş mücadelecisi Türkçü Dergiler'in örnek sayılanlarından bi­ ridir. A. Şekür Turan, konuya iliş .tin değerli araştırma·sında, Türkistan Milli Mü­ cadelesi'nde YAŞ TÜRKİSTAN'ın '"erefli yerini belirtmiştir. (3 )

(3) A. Şekür Turan : Doğu 'l'ürkistan Milli . W.. Hizmetleri, Türk Kültürü, Temmu z Yazana Notu :

l\lücadelesi•nde Yaş Türkistan Dergisi'1977, Sayı : 177, ss. 581-3.

(YAŞ TÜRKİSTAN ) ve ( MİLLi TtJRKİSTAN) dergileri üzerindeki bu ince­ aziz mefkO:re kardaşım Türkistanlı Mücibld Dr. Ba.ymirza Ha.yıt'm zengin kütüphanesindeki kolleksiyonlardan yararlanarak arka.daşunın (Fargana Evi) 'nde başladım. Ve yazımı ka.lb rahatsızlığı tedavisi gördüğüm Marma.gen Köyii•ndeki Eifelhöhen Kllni k'de tamamladım (28 Ağustos 2 Ekim lemeye Köin'de,

1987) .

( 53 )

F.T.

629


UMAY MESELESİ

Sadettin GÖMEÇ Araştırma Görevlisi

Ü zerinden binüçyüzellisekiz yıl geçmiş olmasına rağmen, Göktürk Kitabeleri hakkında bugüne kadar geniş bir araştırma yapılmamıştır,. Zaman zaman birtakım incelemeler yapılmıştır, ancak bu yeterli değil­ dir. Bundan dolayı Göktürk Kitabelerinde birçok husus karanlıkta kal­ maktadır. Bazı ilim adamlarının üzerinde kısaca durduğu ve tam manası ile bir açıklığa kavuşturulmamış olan "Umay Tanrıça" meselesi de bun­ lardan biridir. Daha önce bu konuya bir makalemizde işaret etmiştik ( 1 ) Fakat ko­ nu üzerinde fazla durmadığımız için, burada meseleyi biraz daha açarak, okuyucunun bir neticeye varmasını kolaylaştırmaya çalışacağız. •

Umay kelimesi ilk olarak Orhun Kitabelerinde geçmektedir : " Ba­ bam Kağan uçtuğunda küçük kardeşim Kül Tigin yedi yaşında kaldı ... Umay gibi annem hatunun devletine ( Kül Tigin Abidesi, Doğu Cephesi ) ve Tanrı, Umay tıahe, mukaddes yer-su üzerine çöküverdi herhalde (Tonyukuk Abidesi, 2. Taş, Batı Cephesi ) " (2 ) . Orhun Abideleri üzerinde, Türkiye'de ilk çalışmaları yapanlardan biri olan Hüseyin Namık Bey, Umay'ı ki (abında ; "malfım olduğu gibi ( 1 ) S . Gömeç, "Eski Türk Dini " , Tanıtım Dergisi, sayı 79, İstanbul 1986, s. 28. ( 2 ) M . Ergin, Orhun Abideleri, 8. Baskı , İstanbul 1980, s. 25 ve 58. Hüaeyin Na­ mık Bey, bunları şöyle okumuştur : "Babam hakan öldüğü vakit küçük kardeşim Kültegin yedi yaşında kalmıştı. Umay'a benzeyen aniıem hatunun talline ( Kül­ tegin Abidesi, Doğu Cephesi ) ve ; Tanrı, Umay, kutsal yer, sular fblzim için onlara) gaflet verdi ( Tonyukuk Abidesi, 2. Taş, Batı Tarafı ) ". Bkz. H. N. Orkun, Eski Türk Yazıtlan, Ankara 1986, s. 44 ve 113 ; Bu ilk cümleyi hocam ögel ise, "Tanrıça Umay'a benzer annem hatunun kutu ile erlik adını aldı" . Bk?:. , B. Ögel, Türklercle Devlet Anlayışı, Ankara 1982, s. 191 ; L . Ligeti bu cümledeki "kut" kelimesini mutluluk , saadet manasına almıştır . Bu, konumu­ zun dışında nyrı bir tartışma mevzuudur . Bkz., L. Ligeti, Bilinmeyen İç As�'&, Cilt 2, Çev . S . Karatay, İ;;tanbul 1970, s. H .

630

( 54 )


SAYI 318

S . GÖMEÇ

YIL XXVII

çocukları himaye eden bir ilahenin adıdır. Bu ilahe Orta Asya Türkle­ rinde bu gün dahi vardır. Kelimenin aslını benim zannımca sanskritçede ar.ama� gerekir. Uma . sanskritçede bir ilahe olarak geçmektedir" (') , sözleriyle kendi fikrini ortaya koymuş oluyordu. Fakat biz daha sonra Uma'nın Hint ve tran'da da görüldüğünü �esbit ettik. Bu Uma ile Gök­ türk Kitabelerindeki Umay arasında ne dereceye kadar benzerlik vardır, hurtu . bilemiyoruz ! .. .. . 1i " i

Şimdi burada bu görüşlere yer vermek istiyoruz. Hint efsanelerinde Uma adı şöyle ,geçmektedir : Aşk ve sevgi tanrısı Kama, Şiva ( büyük tanrılardan) yı kandırmak ister. Fakat Şiva. alnındaki üçüncü gözden bir şerare gönderir · ve Kama kül olur, aynı zamanda kendisi de Kama'nın attığı aşk oku ile vurulmuş ve Uma'yı s�vmiştir (4) . Daha sonra Şiva öldüğü zaman, karısı Uma onun bu cesedi üzerinde dans etmşitir (5) . Tanınmış Türkolog, rahmetli hocam t. Kafesoğlu, Umay'a "aslı Hint­ tran itikadında Huma olan" (6) tanrıçadır diyor, ancak bir açıklama ge­ tirll1iyor. Buna karşılık, ö. Budda şöyle bir yorum getirmekte : "Uma, anne demektir. Tanrıların da büyük annesi yerindedir. Bu anne Tanrı ile Türk anne 'fanrıça Umay arasındaki münasebete gelince ; Çiva (Şiva) ibadetiniı:ı k1;1ruluşunda Hunların büyük tesiri olmuştur. Şu halde Uma, yeni muhite göre, hususiyetler kazanmış, Türk kadın Tanrı Umaydan başkası değildir. Türk anne Tanrıçanın bütün klasik dünyada mazhar oı4uğu geniş teveccüh, bu görüşü teyid eden diğer kuvvetli deliller­ dir;'(7) � Böylece tam tersi bir görüşü yani Umay'ın Türklerden Hint'e ge ÇH gini iddia etmiştir. Bunu iddia eden başka yazarlar da vardır (8) . ·

Şiindi Umay'ıh geçtiği yerlere biraz göz atalım. Büyük Türk Söz­ lüğÜ Diva:riü Lügat-it-Türk'de "Umay : Son, kadın doğurduktan sonra karnından çıkan hokka gibi nesne. Buna çocuğun ana karnında eşi de­ nir. Şu anlama da gelmiştir : Umayka tapınsa ogul bolur ( Birisi buna hizmet ederse çocuk doğar) . Kadınlar sonu . uğur sayarlar" (9) Aynı inancı J3a � ı 'ft:�kya Türklerinde de görmek mümkündür. Burada çocuk . •

(3) (4) ,(5) (6)

Orkun, a.g.e.,

il .

76.

w. Ruben, Budhizm Tarihi, Çev. , A. İtil, Ankar a· 1947, s. 61.

Ruhen , a.g . e ., s. 141.

t.

Kafesoğlu,

Türk :Milli Ktutürü, 2. Baskı , İstanbul 19 83 , s. 289.

( 7 ) 0.Buddha , . Dinler Tarihi, İstanb u l 1935,

s. 162. ( 8 ) M. Uraz , Türk Mitolojisi, İs tanbu l 1967, s. 25. ( 9 ) Kaşgarlı Mahmut , Divanü LOgat-it Türk Tercümesi, Cilt I, Neşreden B. Ata. lay, Ankara 1940 s. 123.

( 55)

631


SAYI 318

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVU

doğduktan sonra düşen son, üç gün bekletilir. Üç gün sonra kana bu ­ lanmış elbiseler alınır. Son da bu elbiselere konur ve bir çay kenarına gidilir. Yeniden çocuk olsun diye, son, suya atılır. Genç kızlar da ço­ cukları olsun diye, güle oynaya kanlanmış elbiseleri yıka rlar ( ıo) . Kırgızlar arasında Umay'ın iki manibıı vardır : 1 Umay, efsa­ nevi bir kuştur ki yuvasını havada yapar. 2 -Çocukl arın hamisi olan efsanevi bir kadın ( n ) . Bunun hakkında şöyle bir söz vardır : "Menim kolum emes. Umay enemdin kolu (Benim elim değil. Umay annemin eli ) " ( 12) . Uygurlar arasında ise, Divanü Liıgat-it- Iiirk'tf'kine benzer bir anlayış vardır. Uygurcada da Umay iki manaya gelmektedir : 1 Do­ ğum sonu, son, çocuk doğurma yeri. 2 Çocukları himaye eden ruh (13) . -

-

-

Abakan Nehrinin sağ kıyılarındaki dağlar arasında ( 14) , Alt�n Göl çevresinde bulunan yazıtların birinde geçen Umay, bey adı olarak yo­ rumlanmış, bunun da o beye ait bir mezar taşı olduğu sanılmıştır. Ra­ hip, Verbitskiy'in Altay ve Aladağ Lehçeleri sözlüğünde Umay, çocuk­ ların ve hayvan yavrularının koruyucusu bir tanrıça ruh olarak geç­ mektedir (15) . Kayın ağacı Türklerin kutsal ağaçlarından biridir. Tanrı kendi ha­ ber!erini kayın ağacı yolu ile gönderirdi. Bu ağaç aynı zamanda bütün insanlığın atası olan kadın anayı da içerisinde saklardı ( 16) . Kamların da­ vullarında güneş, ay, yıldız, şimşek resimleri yanında kayın ağacı resmi de bulunur. Bir Sagay Kamı, davulunun üzerindeki iki kayın ağacı res­ mini şöyle izah ediyor : "Biz Ülgen atamızdan ilk türediğimiz zaman, ( 10 ) A. Dede, "Batı Trakya Türklerinde - Eski Türk Dini Şamanizmden Kalıntı­ lar" , ll. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildlrlleri, iV. Cilt . Gelenek, Görenek ve İnançlar , Ankara 1982, ·s. 95. ( 1 1 ) Yudahin , K . K . , Kırgız Sözlüğü, Cilt II, Çev . . A . Taymas, İstanbul 1948, s. 783.

( 12 ) ( 13 ) ( 14 ) ( 15 )

Yudahin, a.g.e.,

s.

783

A. Caferoğlu, Uygur Sözlüğü, İstanbul 1934, s . 206 . Yenisey, Sayan Dağlan bölgesinde. N. Gözaydın, "Umay" , Türk Ansiklopedisi, Cilt 33, Ankara 1984 , karşılık

s. 11 . Buna E. Esin : "Erken devirlerde Umay'ın kozmik vec!'�i belirten bir

metnP. rastlanmadığını , Altun yışda bulunup, Göktürk devrine ait olduğu sa­ nılan bir mezarın yanındaki kaya

resminde,

bağdaş kurmuş olarak görülen

taçlı kadının Umay olduğunun sanıldığını" söylemektedir. Bkz. E. Esin, Türk Kosmolojisi (İlk Devir Üzerine Araştırmalar) , İstanbul 1979, s. 25. Altaylılara göre Umay, çocukları ve hayvan yavrularını koruyan dişi tanrıdır. Bkz., A. !nan,

Tarihte ve Bugün

Şamanb:m. Materyaller ve Araştırmalar, 2. Baskı,

Ankara 1972, s. 34. ( 16 ) B. Ogel, Türk Mitolojisi, Cilt 1, İstanbul 1971, s. 95.

632

(56)


8AYI 318

S. GÖMEÇ

YIL XXVII

Umay an amızla beraber bu iki kayın ağacı yere indi". Kamın bu izahın­ dan anlaşıldığına göre, kayın ağacı koruyucu ve merhametli ana tanrı Umay ile birlikte Ülgen tarafından yere �ndirilmiştir ( 17) . Bu aynı za­ man da bize, İslami inançtaki .Adem ile Havva motifini hatırlatmaktadır. Umay'ın Yakut Türkleri arasında da yaşadığını biliyoruz. Onların inancına göre Umay, çocuğun üzerinde bir kuş gibi öterse, bu ötüş o çocuğun neslinin bereketli olacağının habercisidir ( 18 ) . Başkurt folklo­ runda kutsal kuşlar arasında en çok sevilenler, efsanevi kuş Samrav ( Göğün hakimi ) ve Humay'dır. Tanrının ( Samrav ) iki kızı vardır : Ko­ yaş Hanım 'dan olan Humay ve Ay Hanımdan olan Ayhılu. Efsane ve rivayetlerde Humay, Başkurtların en eski atası ve koruyucusu olarak tasvir edilir. O, yer yüzündeki Batır-Ural ile evlenir ve bir oğlan çocuk doğurur. Bu çocuk yedi büyük Başkurt boyunun en eski atasıdır. İn ­ sanların, hayvanların ve kuşların Ural dağlarında yerleşmesinde Hu­ may'ın etkili payı vardır. Humay, Batır-Ural'ın ölümünden son r a, ona olan sadakatinden dolayı bir kuğu şekline dönüşür. Bütün kuğuların Humay'ın nesli olduğu, yani Başkurtların akrabası olduğu kabul edilir ( 19) . Eski Türk Kamlık inancında, ölü gömüldükten ve eve dönüldükten sonra yemek yenir. Yemeğe başlamadan evvel Umay anaya, evin hamisi olan ruhlara saçı saçılırdı ( 20 ) . Tanrıçaların çoğu merhametli olmakla beraber, güzeldirler. Göğün altıncı katında oturan Altaylıların Günana'sı şefkatin bir sembolü idi. Ayzıt ise güzelliğin sembolüdür ( 21 ) . Türkler, Tanrıdan bilhassa erkek çocuk isterlerdi. Bunun için de Ak Kamlar, doğum, güzellik ve namus tanrıçası olan Ayzıt için ateşe yiyecekler atarak takdimlerde bulunur­ lardı (22 ) . Bütün bunlardan çıkan netice nedir ? Umay, hiç şüphesiz dişi bir yüksek varlıktır. Zira, Kağanın (Bilge ) anası onunla kıyaslanır ( 23 ) . Onu , ta Yakutistan'dan Batı Traky., 'ya ka ( 17 ) İnan, a.g.e., s. 64 ( 18 ) Gözaydın , a. g.m , s. 11 . 19 ) M . Sagitov, "Ba§kurt Folklorunda Hayvanlara Tapınma" , Türk Dili Araştırmaları Yıllığı ( Belleten ) , 1982-1988 , Ankara 1986, s. 129-130. ( 20 ) İnan, a. g . e . s . 186 ; Ölü yemeği verme adeti, Türkler arasında hala mevcuttur ( 2 1 ) Uraz, a.g.e., s. 28. ( 22 ) A. Kahraman, Dinler Tarihi , 3. Baskı, İatanbul 197 1 , s. 67. ( 23 ) P. W.Schmidt, "Tukuelerin Dini", t.V.E.F. Türk Dili ve Edebiyat . Der�si, Cilt 14, İstanbul 1966, s. 73. .

,

(57)

.

633


SAYI 3 1 8

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

------ --- -

-

dar bütün Türkler tanımaktadır ve saygı göstermektedir. Türk kültü­ ründe bu derece etkili olmuş bir kavramın, tek bir sözle başka bir kül­ tür çevresinden girdiğini kabul etmek elbetteki zihinlerde şüphe uyan: dırmakta.dır. Prof. H. Tanyu, onun bir melek olduğunu iddia etmekte­ dir ( 24 ) . Biz de bu fikre katılıyoruz, ancak bu konuyu biraz daha geniş­ leterek birtakım ihtimalleri de göz önüne almamız gerekiyor. Bilindiği gibi, Türk Milleti, dünyanın en eski tarihine sahiptir. Bu­ gün nasıl, Alp Er Tonga bir efsane olarak günümüze kadar gelmiş bir Türk kahramanı ise ; Umay da milattan önceki devirlerde yaşamış kah­ raman bir Türk kadını olabilir. Çünkü tarihimizde, vatanı ve ailesi için ölümü göze almış, bütün hayatı fedakarlıklarla dolu kadınlar mevcut­ tur; Bir diğer ihtimal, onun bir melek olduğudur ki, onu da şöyle izah edebiliri7. : Biliyoruz ve yapılan araştırmalar şunu göstermiştir ki eski Türk K amlık inancı semavi dinlerden olup, birçok tarafı bugünkü hak dinler ile uyuşmaktadır. Bu böyle olunca, nasıl İslamiyette melekler ve cinler mevcut ise, o zamanki Türk dininde de meleklerin, erkek ve dişi cinlerin olması tabiidir. Umay'ın da bu meleklerden veya cinlerden ol:· ması ihtimali çok büyüktür. İşte bütün bu ihtimaller göz önünde bulundurulmadan, Umay'ın Hint veya İran menşeli diye reddedilmesi, araştırmacılığa ters düşen bir husustur.

( 24 ) Hikmet Tanyu, tslAmlıktan önce Türklerde Tek Tann İnancı, Ankara 1980, s.

634

196.

(58 )


BİBLİYOGRAFYA

P rof. Rıfkı Salim Burçak, Türki ye de '

Askeri Müdahalelerin Düşündürdük­

leri, Ankara 1988, VIII + 94 sayfa .

İyi bir siyasi tarih hocası, 1950- 1960 yılları arasında ise hoşgörülü ve yumu­ şak bir politikacı olarak sağlam bir isim yapmış olan ııayın Rıfkı Salim Burçak, 1979'da yayımladığı Türkiye'de Demok . rasiye Geçiş 1945-1950 adlı eseriyle, mem. leketimizde 1945'te filizlenmeğe başlayan çok partili demokratik hayatın başlayışı ve geli§ffiesi hakkında ciddi bir çalışma nümQnesi vermişti. Sayın Rıfkı Salim Burçak, 1960'tan itibaren görülen çeşitli aııkert müdahalelerin sebeplerini bu defa yayımladığı küçük fakat muhtevalı kita­ bında enine boyuna ve son derece taraf. sız bir şekilde incelemektedir . Sayın Burçak kitabının önsözünde "Geçirdiğimiz tecrübelerden sivil.asker her kesim kendi açısından gereken ders­ leri almış, politika adamlarımız da as­ kerlerimiz de bundan sonraki tutum ve davranışlarında yeteri kadar tecrübe sa­ hibi olmuşlardır" demek suretiyle yur. dumuzda artık askeri müdahaleler devri. nin kapandığına inanmakta ve bunu can. dan temenni etmektedir. Sayın yazarın , bunun böyle olabilmesi için "milletçe bir fikir zemininde birleşmemiz şarttır. Me­ selenin fikri zemini hazırlanmadan mü­ dahaleyi kuru bir temenni ile önlememiz mümkün değildir." ( s. VIII ) şeklindeki tespiti ise tamamiyle yerindedir. Prof. Burçak, Türk demokrasisinin parlak gele. ceğine inanırken, "Türk seçmeni oyunu hiç bir partiye gözü kapalı olarak bağla­ mamış , iradesini peşin ve değişmez bir hükümle dondurmamıştır" diyerek 19501977 arasında yapılan milletvekili seçim­ lerinden çıkardığı tablo ile ( s. 85 v.d. ) bu görüşünü rakamlarla da ispat etmek­ tedir.

( 59 )

Sayın Burçak'ın dikkatimizi çeken ve ne yazıkki bugün pek az aydınımızın hatırlayabildiği, bir diğer tespiti de "12 Eylül öncesinde yürürlükte olan ve istik­ rarsızlığı en fazla davet eden barajsız d'honte sisteminin Anayal!la mahkemesi' nin 1968 mayısında verdiği · bir kararla mevzuatımız arasına girmiş" ( s . 73) ol­ masıdır. Daha açık bir ifade ile, Anayasa Mahkemesi parlamentodan geçen seçim kanununun bir fıkrasını, Türkiye İşçi Partisi'nin itirazı istikametinde iptal et­ memiş olsaydı , Meclis'in terkip şekli de hiç şüphesiz istikrarlı hükümetıeri�.. ku­ rulmasına daha müsait olacaktı. Sayın yazar, elimizdeki kitabın ba§­ ka bir yerinde "Demokrasi, biz Türkler için, kendisinden artık hiç bir suretle vazgeçemeyiceğimiz medeni bir hayat tarzı olduğuna göre ilkokuldan itibaren asker.sivil bütün çocuklarımıza demokra­ si sevgisini aşılamanın yollarını bulmalı. yız. Bu, Türk eğitim ve öğretim hayatı­ nın önemli bir davası olarak ele alınma. lıdır" ( s. 77 ) diyerek demokratik terbi­ yenin eğitim yoluyla gençliğe aşılanma . sını temenni etmektedir k i bu so n derece yerinde ve yararlı bir tekliftir. Kısaca söylemek gerekirse Rıfkı Sa­ lim Burçak'ın hem tespitleri hem de tav­ siye ettiği reçeteler tutarlı ve gerçekçidir . Yumuşak tutumunu yakından bildiğimiz için kendisine, bundan sonra bu vadide yazacağı kitaplarda bazı hususlar üze. rinde durmasını hatırlatmaktan kendimi. zi alamıyoruz. Nitekim Prof. BUrçak da tedavi için ilk şartın teşhis olduğı•nu sa ­ mimiyetle kabul etmektedir. Bundan do­ layıdır ki Rıfkı Salim Burçak'ın Türkiye'. de Rejim Buhranları adıyla yayınlamayı dü§ündüğü kitabı için bazı hatırlatmalar. da bulunmak istiyoruz . Mesela Demok­ rat Parti'nin kurulmasından hemen önce

63.5


SAYI 3 1 8

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

ve kurulmasını müteakip o zamanki ik­ tidar partisinin nasıl zikzaklar çizdiği hususu üzerinde ısrarla durulmalıdır. Bu cümleden olarak kuruluşunun ilk günle­ rinde el üstünde tutulan , hatta yeni il ve ilçe teşkilatı kuruldukça devlet radyo­ suyla halka duyurulan Demokrat Parti, iktidarın arzusu hilafına, bucak, köy ve mahallelerde kurulmağa başlayınca çok sert bir tepki ile karşılaşmıştı. Dört yıl­ lık muhalefeti boyunca, iktidar ve muha­ lefet münasebetleri kısa sürelerle bü­ yük değişiklikler göstermiş olup , bu hu­ ausun bugün tarafsız bir göz ile incelen­ mesi çok faydalı olacaktır . 1950'de iktidar el değiştirince, bu de ­ fa iktidara geçenler de, birgün bahar ha­ vası ilan ederlerken kısa bir süre sonra sertlik yoluna gitmişler ve bu sertleşme, fırsat kollayanlara gerekil imkAnı vermiş ve ülkeyi 1960'ya kadar getirmiştir. 19451960 arasındaki zıtıaıımalarm köklerini iki taraflı yanlış tutumlarda ve tutumla­ rın ortaya çıkardığı şartlarda aramak kanaatimizce yanlış olmasa gerektir.

Kacıbekov Erden Zada-Ulı, Seman­ Tyurkskogo Slova. Problemı mejurovnenov sopryajennosti, SpeL sial'nost' 10.02.06 Tyurkskie yazı­ ki. Avtoreferat, Dıssertatsii na sois_ kanie uçenoy stereni doktora filo­ logiçeskiy nauk. Alma-Ata 1988, 64 s. tlka

-

1-8 Temmuz 1988 tarihleri arasında Azerbaycan'ın başııehri Bakfı'da yapılan "I. Sovyet-Türk Kollokyumu : Türk Kültür Anıtı Olarak Dede Korkut Ki­ tabı" toplantısına katıldığımızda, Azeri Türkü bilim adamlarının yanında , ôzbe­ kistan'dan bir, Türkmenistan'dan iki ve Kazakistan'dan bir kişi olmak üzere dört

636

YIL XXVII

Memleketi istikrarlı bir ııekilde idare etmenin yolu hiç şüphe yok ki ülkenin du­ rumuna ve hakkaniyete uygun ve de­ vamlı olarak değiııtirilmeyen bir seçim kanunundan geçmektedir. İktidara her gelen ilk iş olarak seçim kanununu ele alıp, sadece kendi iktidarını kuvvetlen­ dirmek yolunu ararsa, böyle bir tutum ülkeye istikrar getirmez. Sayın Burçak , Türkiye'de Rejim Buhranları adlı kita­ bını hazırlarken, ümit ederiz ki 1961'de Kurucu Meclis'in hazırladığı seçim kanu­ nunun, üç beş ay gibi çok kraa bir sü­ rede, aynı Meclis tarafından üç dört ke­ re değiştirilmek suretiyle nasıl bir hare­ ket tarzı güdüldüğüne de bir açıklık ge­ tirmek imkanını bulacaktır. Eski bir siyaset ve devlet adamı o­ lan Prof. Burçak'ı bir siyasi tarih yazan olarak, kaleme aldığı bu kitabından do­ layı tebrik eder, aynı vadide yayı m1a­ yacağı eserlerini de şimdiden i§tiyakla beklediğimizi belirtiriz. Dr. Orhan F. KÖPRULU

genç Türk bilim adamı da vardı . Hepsi biri birinden değerli genç Türk bilim adamlarından Kacibekov Erden Zada Ulı, uzun boyu, vakur davranışları· ve yakışıklılığı ile hepimizin dikkatini çek­ mişti. Konuştukça, ilminde fevkalade ye­ tişmiş, kültürüne, töresine, diline bağlı ·ve gelecek vaad eden bir genç olduğunu an­ lamıııtık. Geçtiğimiz günler içersinde kendisin ­ den aldığım bir paketin içersinde "Se­ mantika Tyurkskogo Slova" adlı küçük fakat Türk dili tarihi açıaından fevka­ lade değerli eserini görünce, bahsettiği değerll çalışmasının ilim §.lemine sunul­ duğunu anladım.

(60)


SAYI 318

BİBLİYOGRAFYA

YIL XXVII

Eser, E.R. Tenişev, S.N. lvanov, G.S. Sadvakasov gibi Akademia Nauk SSSR ve Akademia Nauk Kazahskoy SSR'in değerli mensuplarının bulunduğu bir ilim jürisine sunulmuş. Eser "Ob§aya Harakteristica Rabotı" ( s . 3- 7 ) ; " Soderjanie Raboti" (s. 7-17 ) ; "Glava I. Problemı Tyurkskoy Semasio­ logii" ( s. 18-25 ) ; "Glava II. "Fono-:Morfo. Lekdiko-Semantiçeskaya Struktura Tyur ­ kskogo Slova. Problema tojdestva slova." ( s . 25-43 ) ; "Glava III. Problemı Tyurks­ koy :Morfologii. Semasiologiçesldy ra­ kurs" ( s. 44-51 ) ; "Glava IV. Fono-:Morfo ­ Gomogennıh Analiz Semantiçeskiy Kompleksov. Fragment raspredeleniya korrelratsiy v proto- , pra-, drevne. ,

sredne-, staro- i sovremennıh Tyurkskih yazıkah" ( d . 51-62 ) ve bibliyografya (s. 62-63 ) bölümlerinden meydana gelmek­ tedir. Yepyeni bir metod ile meydana ge­ tirilmi§ olan eser Türkoloji için büyük bir önem ta§ımaktadır.

Soıı.gmoo Kbo, KOREANS iN SO­ VIET CEN'.l'RAL ASIA ( Sovyet Or­ ta .A.yasmdald Koreliler) , Studia Orlentalla, Finniıth Oriental Society, Helsinki, 1987, 262 sayfa.

Koreans ln Soviet Central A8ia adlı ki­ tabında bu azınlığı ele alıyor. llk defa 1984'te Seul'de Korece yayımlanan kitap, Korelilerin Orta Asyaya yerle§mesinin ellinci yıldönümü sebebiyle 1987'de Finnish Oriental Society tarafından İngi ­ lizce olarak yayımlanmıştır.

Orta Asyanın Sovyetler Birliği sınır. ları içerisinde kalan geni§ bölgesinde çe­ §itli Türk topluluklarının yanında _az sa­ yıda da olsa_ diğer milletlerden insan­ ların da yaşadığı bilinmektedir. Ukray­ nalılar, Polonyalılar, Yahudiler ve Koreli- ler · bu azınlıklardan bazılarıdır. 1939 ·dayımına göre Sovyet Orta Asyasında ya§ayan Korelilerin toplam sayısı 182.300 idi. 1979'da ise · sadece Ka­ zakis�an ve ôzbekistan'da yaşayan Ko­ , _relilerin sayısı 255.000'e ula§nlı§tır. El\)ette_ pu sayı , ôzbekistan'da toplam nü­ fusun % 70'ini meydana getiren Özbek­ lerin ve Kazaki"iıtan'da toplam nüfuaun yarıya yakınını meydana getiren Kazak­ ların nüfusuyla karşıla§tırıldığında, Ko­ relilerin Sovyet Orta Asyasında çok kü­ çük bir topluluk durumunda olduğu gö­ rülecektir. Helsinki Üniversitesi'nde Kore dili dersini vermekte olan Songmoo Kho,

(.61 )

Genç bir Kazak Türkü türkoloğun e­ mek mahsulü olan bu değerli eserinin en kısa zamanda Türkçeye çevrilerek, ya. yınlanması büyük bir kazanç olacaktır.

Genç bilim adamımız Erden'i kutlar, ilim hayatında ba§arılar diler, nice yeni eserlerini beklediğimizi belirtmek isterim. Tuncer GULENSOY

ônsöz ve girişin dı§ında altı bölüm­ den meydana gelen kitabın birinci bölü­ münde Korelilerle Ruslar arasındaki ili§­ kinin tarihi ve Korelilerin Rus Uzak Do­ ğusuna göçleri ele alınmaktadır . 1862'de Japonların Kore'yi zorla il­ hak etmesi üzerine bir grup Koreli, Rus­ ya'ya göç ederek doğu sınırına yakın bir bölgeye yerle§ir. Koreliler, 1937 yılma kadar bu bölgede yaşadılar. Ancak, 1937 yılının sonbaharında Stalin, ilerleyen Ja­ pon güçlerini durdurmak maksadıyla bu bölgedeki Korelileri Orta Asyaya ırürer . Böylece Korelilerin Orta Asyadaki ha ­ yatı ba§lamış olur. Koreliler Orta Asyada Türk kültü­ rüyle tanışırlar. Buradaki Türklerle ya­ kın ili§kiye girerler. Kitap, Orta Asya­ daki Korelilerin hayatı ve sosyal yapıları hakkında açıklama yaparken aynı za-

637


SAYI 3 1 8

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

manda Orta Asyadaki Özbek ve Kazak­ lann sosyal durumları, günlük hayatları ve çeşitli faaliyetleri hakkında da bilgi vermektedir. Kitabın ikinci bölümünde ise Kore ­ iilerin Sovyet Orta Asyasındaki bugünkü durumları ele alınmaktadır . Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Türkmenlstan'daki şehirlerin yüzölçüm­ leri,- nüfusları verildikten sonra Koreli­ lerin Orta Asyadaki dağılımı üzerinde durulmaktadır . Günlük hayat, aile adları, sosyal meseleler, genç kuşak, evlilik ikinci bölümde yer alan konu başlıkla­ rıdır. üçüncü bölüm ise pirinç yetiştirici­ liği ile ilgilidir . Yazar, Orta Asyadaki pirinç yetiştiriciliği ile Türkiye'deki pi­ rinç yetiştiriciliğinin aynı usullerle ya­ pıldığını, bunu 1984'te Adana'ya yaptığı gezide gördüğünü belirtmektedir . Orta Asyadaki Koreli·lerin dili , dör­ düncü bölümde incelenmektedir . Yazar , bu bölümde önce Korecenin lehçelerini tanıttıktan SOJU'a, Orta Asyada yaşayan Korelilerin dilindeki farklılıkları ele alır. Orta Asyadaki Koreliler, ana dillerinden başka ikinci dil olarak Rusçayı, üçüncü dil olarak da Türk şivelerinden birini ya da bir kaçını konuşabilmektedir. Bunun tabii sonucu olarak dillerine çok sayıda Rusça ve Türkçe kelime yerleşmiştir. Or­ ta A sya Korecesindeki Rusça kaynaklı kelimelerin

listesi

verildikten

sonra ,

' Türkçenin Koreceye etkisi üzerinde du­ rulmuştur. Orta Asya Korec es in de kulla­

nılan Türkçe kaynaklı kelimelerden ba­ zıları şunlardır :

·

akim "amca" < Kaz . ıaşça büyük er kişi" :

ağa

"ağabey;

aksakkal "aksakal, beyaz saçlı yaşlı adam" < Kaz. aksakal appa "hala < Kaz. apa "abla ; ya­ kın akraba arasında yaşı büyük olan ha­

nım"-

638

YIL XXVII

kkethümen

"kürek"

<

Tür.

Ort.

ketnı en "kürek", Kaz . ketpen ''kazma" kkisullakhu "köy" < "köy", Ort. Tür. kışlag ttauttekke

kışlak

"dağ tekesi" < Kaz. tav

teke

"dağ" + ttoi

Özb.

"toy, ziyafet" < Tür.

toy

Ayrıca, yabancı kaynaklı bazı ke li ­ meler de Kazakça ve Özbekçe aracılı­ . ğıyla Koreceye geçmiştir : " ç ayhane" "mahalle" "tef, daire"

chaihana

ınahallya toira

Kazakçanın, Orta Asya Koreceslnı ses bilgisi bakımından etki altına aldı­ ğını belirten yazar, bununla ilgili olarak Kazakça kalın k karşılığında Korecede k ikileşmesini ve n < ng ses değişikli­ ğini örnek olarak vermektedir : kkurtu "kurt" < kurt

"şair" < akın "şair" ayrang "ayran" < ayran saytang "şeytan" < şeytan akkun

Bu yakın ilişki sonucunda bir kaç Korece kelime de Kazakçaya geçmiştir. Ancak bu kelimeler daha çok Kore ta­ baklarıyla ve yemekleriyle ilgilidir. Dördüncü bölümde ayrıca Korelilerin eğitim durumu, yayımladıklari gazeteler ve dergiler, radyo yayın faaliyetleri ele alınmaktadır.

Beşinci bölüm Kore tiyatrosuna, aJ.

t in cı böltlm ise Kore edebiyatına ayrıl. mıştır. Ki taba altı adet Orta Asya ha­ ri tası ile çok s ayı diı 'fotoğraf eklenmiştir . Eser, Korelilerin Orta Asyadald Türk top luluklarıyla olan ili şki le rini ve Orta A&ya, sosyal hayatını anlatması ba­ kımından ilgi çekicidir. Bu çalışmasından dolayı yazarı tebrik ediyoruz. Dr. Şükrü HalOk AKALIN

(62)


K İ T A P L A R

1)

Prof. Dr. Şerif Baştav,

Bizans

A R A S I N D A

imparatorluğu

Tari hi.

Son devir

( 1261-1 461 ) .

1989. TKA E . yayın ı . 2)

Muz3 ffer Ürekli , Kırım Hanlığının Kuruluşu v e Osmanlı HimAyesinde Yükselişi ( 1441 -1569 ) . 1989 . TKAE. yayını .

3)

Ab d ulka diro ğlu - Kurnaz, Türk Kültürü BibliyografyasL ( 1-300 ) sayılar. Kasım 1962

Nisan 1988, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü yayını.

4)

Zühal Yüksel, Polatlı Kırun Türkçesi Ağzı. 1989. TKAE . y a yını .

5)

Prof . Dr. O kta y Aslanapa, Mimar

6)

Prof . Dr. Ahmet Yaşar Ocak, Türk Folklorunda Kesik Baş. 1989 . TKAE yayını .

7)

Ferhat Tamir, Barköl'den Kazak Tiirkçesi Metinleri. 1989. TKAE . yayını .

8)

Prof. Dr. Şükrü Elçin, Halk

9)

Sinan,

Hayatı ve E serl eri . 1988 . TKAE . yay ını.

Şüri An t olojisi

.

1988 . Kültür Bakanlığı yayını.

Prof. Dr. Ercüment Kuran, Avrupada Osmanlı İkamet Elçiliklerinin Kuruluşu ve

İlk

Elçilerin Siyasi Faaliyetleri. 2 . baskı, 1988. TKAE . yayını.

Du ru,

10 )

Abdulkadir

11)

Doç . Dr. AbdülhalOk Çay, Türk Ergenekon Bayramı - Nevruz. 2. baskı, 1988.

12)

Prof. Dr. Orhan Okay, Mehmed Akif. 1989 .

Türk Kiımdir. 1982 .

T0RK KtJLTtJRtJ Yayınlayan : Türk Kültürünü

İmtiyaz Sahibi

:

Prof.

Araştırma

Dr.

Yazı İşleri Müdürü : Prof. Dr. Ahmet B. İdare yeri :

17. Sok.

Enstitüsü

Şükrü Elçin Ercilasun

No. 38,/06490 Bahçelievler/Ankara : Tel :

213 41 35

Dizilip basıldığı yer : Ayyıldız Matbaası A . Ş. , Tandoğan/ Ank ara : Tel

:

213 19 62



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.