Türk Kültürü - Sayı 319

Page 1



..

TURK ..

..

KULTURU

İÇİND EKİLER

Yayın Ta . : Kasım/1962 Yayınlayan : TÜRK KÜLTÜRÜNÜ

AR AŞTIRMA E N S TİTÜS Ü Kuruluş Ta. : Ekim 1961

*

İmtiyaz Sahibi Prot. Dr. Şükrü ELÇİN

*

Yazı İşleri Müdürü Prof. Dr.

Ahmet B.

ERCİLASUN

*

Fiyatı : 1500.- TL. Yıllık Abonesi ( 1989 yılı için ) -İndirimsiz 18800.- TL. -İndirimli 14400.- TL. Yurtdışı: - $. 20.- DM. 36.Abone bedeli,

171.379 numar al ı posta çeki hesabına yatırılabilir.

Ödemen gönderilmez. *

Dergiye gönderilen yazılar basılsın, basılmasın ili.de

edilmez. Dergideki yazılar kaynak gösteri­ lerek alınabilir. Makale­ lerdeki fikirler imza sa­ hipl e ri n e ai ttir.

*

İdare ve yazışma adresi : BAHÇEL İEVLER SONDURAK, 17. S OKAK NU. 38 06490 AN K AR A Tel 213 41 35 Tel : 213 31 00

*

Dizilip Ba.;;ı ldığı yer : Ayyıldız Matbaası A.Ş . Ankara Tel : 213 19 62 222 69 40 - 222 69 41

Atatürk ve Edebiyat Doç. Dr. Kemalettin Yiğiter

641

Atatürk ve Türk Dili Ferhat Tamir

645

Sanatçı Gözüyle Parçalanmış Aileler S evinç Çokum

.

.

.

.

652

Azerbaycan Halk Cephesi'nin Programı

658

Azerbaycan Dünyasından : "Heyder­ baba, Gedenlerin Geldi Mi ? " 669

Prof. Dr. Kaın!l Veliyev

KKTC

Tarihten Silinemez .

Dr. H. Fikri A lasya

675

Rus Orta Asyasını Birleştiren İ sla­ miyet Değildir Adrian Karatncky Çeviren : Mustafa Ercilasun

686

Bir İ fade Hakkında Ayşe tıker

690

Liselerimizin Bir Tarafı 692

Türk Kültürü

HAB ERL ER:

PIAC'ın 32. Kongresi Oslo' da Top­ landı Prot. Dr. Saim Sakaoğlu

699

Dergimiz Gagauz Basınında . . . . Türk Kültürü

'701

Sayın Okoyucularunızın Enstitümüze gön­

derdlkleri

istek

yazılannda

adre8leri

ile

birllkte posta kod numaralannı da blldlr­ meleri rica olunur.


TÜRK

KÜLTÜRÜNÜ ARAŞTIRMA ENSTİTÜSV

TÜRK SAYI 319

E

KÜLTÜRÜ YIL XXVII

KASIM 1989

ATATURK· VE EDEBiYAT Doç, Dr.

Kemalettin YİÖİTER

19. yüzyılın ilk yarısından itibaren Türk Milleti'nin destan dolu ta­ rihi dramı başlar. Bu, yüzyıllar boyu kıtalar üzerinde üstünlük kurmuş, toplumlara insanca yaşama düzeni getirmiş koca bir imparatorluğun ar­ tık Shakespeare'nin sözüyle "olmak ya da olmamak", kısaca ölüm kalım

dramıdır. Bir yanda selviler arasında dolaşan ceylan, öbür yanda

da

onun biraz daha sendelenmesini sabırsızlıkla bekleyen o sevimsiz sırt­ lanlar, o kara bulutlar, Lord Kinross'un

dediği

gibi

kapitülasyonlara

sırtlarını dayamış o keyifli insanlar var. Hepsi de mutlu bu sahnede. Ne var ki yüreklerinin ta derinliklerine kadar sızı duyan, yok olmamak için çırpınan insanlar da var bu sahnede. tşte bu kaos içerisinde bir Mustafa Kemal çıkar ve "Bir tek karar vardır, o da milletin hakimiyetine dayalı, kayıtsız ve şartsız, bağımsız bir Türk Devleti kurmaktır", der. Ondaki bu aşk, Manastır Askeri !'dadisinde özellikle Ömer Naci ile tanıştıktan sonra daha da alevlenir ve bütün benliğini sarar. Çünkü Ömer Naci, onda şiir, edebiyat ve hitabete ilgi uyandırmıştır. Falih Rıfkı, Atatürk'ün di­ linden

bahsederken "Edebiyat

ve şiirde ilk örneği Ömer Naci olduğu

için dili Namık Kemal okulu idi" (1) demektedir. O yaşlarda genç beyinlerin büyük bir aşkla kapıldıkları edebiyat, şiir ve hitabet meylini üstün kabiliyeti ile Mustafa Kemfil'e aşılayan Ömer Naci, O'na Namık Kemal'i tanıtmış ve sevdirmiştir. Bugün olduğu gibi o yıllarda da Namık Kemal'i okumak, onu duymak; Türk vatanseveri olarak yetişmenin, Türk milliyetçisi olmanın başlıca şartlarından biri­ sidir. Namık Kemal'in o günlerde yasak sayılan ve genç beyinlere va­ tanseverlik duygularını, özellikle hürriyet aşkını

(1) Falih Rıfkı

(1)

Atay, Çankaya, İstanbul,

aşılayan şiirlerini,

ti-

s. 81, 1969.

641


T Ü R K

SAYI 319

K Ü L T Ü RÜ

yn. xxvn

yatro eserlerini duymak, yaşamak; her Türk öğrencisi ve her Mehmet­ çik için şarttı. tşte bunun içindir ki Mustafa Kemal, Namık Kemal'in şu mısralarını hiç dilinden düşürmez : "Vatanın hağırına düşman dayamış hançerini Yok imiş kurtaracak bahtı kara maderini." O bu mısralara 13 Ocak 192l'de Büyük Millet Meclisi Kürsüsünden, "Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini." cevabını verir.

Ali Fuat Cebesoy, hatıralarında "Büyük vatan şairi Namık Kemal'i okul idaresinin aldığı bütün

tedbirlere rağmen yatakhanede gizli gizli

okuduğumuzu nasıl unutabilirim? Mustafa Kemal'in bir gece vakti ya­ nıma gelerek, Kemal'in Vatan kasidesinin teksir edilmiş bir nüshasını "Fuat kardeşim bunu ezberleyelim" diye hana verirken yav� bir sesle fakat büyük bir heyecanla okuduğu "Felek her türlü esbab-ı cefasın toplasın, gelsin Dönersem kahbeyim millet yolundan bir azimetten." mısralarını nasıl unutabilirim"? (2) der. tşte bu şekilde hissi olmaktan uzak, müspet yönde sanatsever olan Atatürk çaresizlikler içerisinde acı çeken Türk insan ının, bir gün mut­ laka layık olduğu mevkiye geleceğine inanmaktadır. Şair değildir, fakat her şair gibi şiirden anlamaktadır. Ali Fuat Cebesoy, yine aynı eserinde bu konuyu Atatürk'ten şöyle nakletmektedir: "Mustafa Kemal der ki, eğer kitabet hocamız Alay Emini Mehmed Asım Efendi imdadıma yetiş­ meseydi, ben de şair olup çıkacaktım. Çünkü hevesim vardı. Asım Efendi bir gün beni çağırdı. Bak oğlum Mustafa dedi şiiri filan bırak. Bu iş senin iyi bir asker olmana mani olur. Diğer hocalarmla da konuştum, onlar da benim gibi düşünüyorlar. Sen Naci'ye bakma, o hayalperest bir

çocuk. ileride belki iyi bir şair ve hatip olabilir, fakat askerlik mesle­ ğinde kat'iyyen yükselemez. Hocamın ne kadar haklı olduğunu hadise­ ler ispat etti. Çok arzu ettiği halde

Naci,

erkinıharb

zabiti

olamadı.

Meşrutiyet'te tttihatçılarm en seçkin ve heyecanlı hatiplerinden biri olan yakın arkadaşım Ömer Naci, hakikaten askerlik mesleğinde yükseleme­

di ve meceralı bir hayattan sonra genç yaşında vefat etti." (2) Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, İstanbul, 1967.

642

(2)


K. Y1G1TER

SAYI 319

YIL xxvn

Görüldüğü gibi sanatta hayalperest olanlar başka bir deyişle akla değil duygulara yer verenler, Ömer Naci misalinde de olduğu gibi ciddi konularda başarılı olamamışlardır. Evet, Mustafa Kemal şair değildir ama akılcı bir düşünürdür, şiiri de bu anlamda sevmekte ve böyle seçmektedir.

konuları

O,

"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini", mısralarıyla yıllar sonra Namık Kemal'e cevap

verirken

çok

sevdiği

milletinin uşak olamıyacağını, tarihte bu milletin ayağına esaret zinciri vurulamadığını, :belki bir çok defalar parçalandığını, fakat kuvvetli kö­ kün tekrar filiz vererek yeşerdiğini çok iyi bilmektedir. Milletin üzerinde kara bulutlar vardı.r ama onun kafası oldukça ber­ rak, gönlü insan sevgisiyle doludur. 19. Yüzyıl Avrupasında endüstri­ leşmenin topluma verdiği çeşitli ızdirap ve karışıklıklar, bir çok batılı yazarı zaman zaman karamsarlığa sürüklemiştir. öyle ki bu karamsar­ lıklarını bazen eserlerinde de yansıtmışlardır. Mesela, Thackeray

Vanity

1ngiliz yazar William

Fair adlı eserinin sonunda _"Ah! Vanitas Vanitatum,

Onınis Vanitas" yani Vanity is Vanity All is Vanity, ifadesiyle bir an­ lamda hayatın

yaşamaya değer olmadığı imajını vermiştir. Oysa mu­

kayese edildiğinde 20. yüzyılın başlarında Türk Milletinin var olma, yok olma durumu sahnededir; bu şartlar içerisinde bile, yok olma şöyle dur­ sun karamsarlığı bir an zihninde taşımayan Mustafa Kemal, milletine de güvenerek yukarıdaki mısralarda da görüldüğü gibi sanatı bu yönde değerlendirmiştir. Zaten ona göre; "Osmanlı devrinde ve bugüne kadar geçen Cumhuriyet çağında ve bundan evvelki Türk Kültürel çağlaırında ve hatta bütün kültürlü medeni cemiyetlerde edebiyat denildiği zaman şu anlaf?ılır: Söz ve manayı, yani insan dimağında yer eden her türlü bil­ gileri ve insan karakterinin en büyük duygularını, bunları

dinleyenleri

veya okuyanları çok alakalı kılacak surette söylemek ve yazmak sanatı. · Bunun içindir ki edebiyat ister nesir halinde olsun, ister nazım şeklinde olsun, tıpkı resim gibi; heykeltraşlık gibi, bilhassa musiki gibi güzel sa­ natlardan sayılagelmektedir. Beşeriyette en müspet ilim ve ince teknik esaslarına dayanan ha­ yatla ve kanla karşılaşmak; kendileri için mukadder olan askerlik gibi yüksek bir idealist meslek dahi kendi içinde bulunduğu durumu içtimai heyete anlatabilmek ve bu büyük insanlık ve kahramanlık yolculuğuna hazırlayabilmek için uyandırıcı, hedeflendirici, yürütücü ve nihayet fe­ dakar ve kahraman yapıcı vasıtayı edebiyatta bulur.

(3)

643


SAYI 319

T Ü RK

K Ü L T Ü R t'

YIL X.XVU

Bu itibarla, edebiyatın her insan cemiyeti ve bu cemiyetin hfil ve istikbalini koruyan ve koruyacak olan her teşekkül için, en esaslı ter­ biye vasıtalarından biri olduğu, kolaylıkla anlaşılır. Bunun içindir ki, "Türkiye Cumhuriyeti

Milli Eğitimi edebiyat ted­

risinde şu noktalara, bilhassa ehemmiyet ve kıymet vermelidir : a) Türk çocuğunun kafasını, fıtri yaratılışındaki dikkat ve itinaya göre tekevvün ettirmek. Bu, Cumhuriyetin sıhhi düzeni ile alakadar olan vekfilete de teveccüh eden bir vazifedir. b) Güzel muhafaza edilen, Türk kafa ve zekalarını açmak, yaymak, genişletmek ...

c) Bir taraftan da Türk kafalarındaki kabiliyetleri, Türk karakte­ rindeki sağlamlıkları, Türk

duygularındaki

yükseklik

kendilerini hiç zorlamadan, natürel bir tarzda onlaırı

ve

ve olduğu

genişlikleri, gibi

ifadeye

alıştırmak.

Bunlar yapılınca, netice şu

olacaktır :

Türk

çocuğu

konuşurken,

onun beyan ve anlatış tarzı, Türk çocuğu yazarken onun ifade üslilbu, kendisini dinleyenleri, onun yürüdüğü yola

götürebilecek

bu

kabiliyeti

sayesinde, Türk çocuğu kendisini dinleyen veya yazısını okuyanları, pe­ �ine takarak yüksek Türk ülküsüne iletebilecek, ulaştırabilecektir. Bu edebiyat telakkisi, böyle bir

edebiyat tedrisi sayesindedir ki,

edebiyatın medlulünden anlaşılan gayeye varmak mümkün olabilir" (3). Sonuç oolarak Atatürk'ün de israrla vurguladıkları gibi

edebiyat,

toplumları ve onların istikballerini koruyan ve koruyacak olan ahlak va­ sıtalarından biri ve belki de en önemlisidir.

(3) Prof . Dr. Afet lruuı , M.

Temel Eser.

644

Kemal Atatürk•ten Yazdıklarun,

İstanbul, S. 51 . 1000

(4)


ATA'.rüRK

ve

TVRK DİLl* Ferhat TAMİR

Ata1 ilrk, devletimizi· yeniden kuran büyük bir lider ve devlet ada­ mı olarak dilimiz ile yakından ilgilenmi�tir. Onun bu yakın ilgisinin kaynağı, milliyetçi bir dünya görüşüne sahip olmasıdır. Milliyetçi bir dünya gi:rüşüne sahip olmasının sonucu olarak Atatürk, dilin millet hayatındaki hayati önemini çok iyi anlamış ve dilimizin meselelerini çöz­ mek için büyük bir gayretle çalışmıştır. Şu sözleri, onun milliyetçi bir dünya görüşüna sahip olduğunun en açık ve kesin delilidir : "Bir milliyet prensibi vardır. Bir de bunu inhilfile sevkeden na zariyat vardır. La.kin milliyet nazariyesini, milliyet mefkuresini inhila­ le sai olan nazariyatın dünya üzerinde kabiliyet-i tatbikiyyesi bulunma­ mıştır. Çünkü tarih, vukuat, hadisat ve müşahedat, bütün insanlar ve milletler arasında hep milüyetin hakim olduğunu göstermiştir. Ve mil­ liyet prensibi aleyhindeki büyük mikyast& fi'ili tecrübelere rağmen, yi­ ne millivet hissinin öldürülemediği ve yine kuvvetle yaşadığı görülmek­ tedir. Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak, evvela biz kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen bütün ef'8.l · ve harekAtımızla gösterelim. Bilelim ki, milli benliğini bilmeyen milletler başka milletlerin şikarıdır." (1): ·

Atatiirk'ün dil sahasındaki faaliyetlerini iki açıdan değerlendire­ biliriz : 1 Atatürk, umumi olarak dil ve Türkçemiz konusunda önemli fikirler ileriye sürmüştür. -

( *) 10 Kasım 1988 tarihinde, Gazi Ü niversitesi Rektörlüğü tarafından, Gazi F.ğitim Fakültesi Gazi Konser S alonunda düzenlenen "Atatürk ve Edebiyat" isimli pa­ nele sımulan tebliğin metnidir. (1) Derleyen : Doç . Dr . Faruk K . Timurta.ş, Atatürk'ün Görüşleri ve Düşünceleri, TürkKültürü, sayı : 37 ( Kasım 1965), s. 66.

(5 )

645


T ÜR K

SAYI 319

KÜL T Ü R Ü

YIL XXVII

2 - Atatürk, ileri sürdüğü fikirle!' istikametinde harf inkılabını

ge rç e kl eı;.tirıni ş ;

ç e v:res �n d dd

dilci,

edeb'.iyatçı

ve

amatörlere

dilimiz

konusunda ilmi ve pratik çalışmalar yaptırmış, bu çalışmaların bir kıs­ mına bizzat kendisi de katılmıştır. Sırayla bu iki faaliyd:i üzerinde d·Jralım :

1 - Atatürk , umumi olarak dil ve Türkçemiz konusunda önemli fiiı irler ileri sürmüştür : Onun bu fikirlerini kısa ve açık b ir §ekil de , 1930 yılında , Prof. Sadri Maks ud i (Arsal) 'nin Türk Dili İçin isimli kitabına, kendi el yazısıyla

yo.�dığı

ön sözde görüyoruz. Atatürk, bu ön sözde şöyle diyor :

"Milli hi s ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zen­ giı.i olması m illi hissin inkiş afında ba şlı.�a müessirdir. Türk Dili, dill e­ rin en zenginlerindendir ; yeter ki bu dil, şuurla işlensin. Ülkesini , yüksek istiklalini koruması.p.ı bilen Türk Milleti, dilini de yabancı diller boyundt:ruğundan kurtarmalıdır." {2)

konu­

Atatürk, bu sözleri içinde umumi olarak dil ve Türkçemiz

su n da iki önemli hliküm vermektedir. Bunlardan birincisi "milli his ile dil arasındaki bağın çok kuvvetli" olduğudur. Bu, "dilin bir milleti ya­ şatan çok önemli bir bağ olması", "Dil birliğini kazanamamış veya kay­ betmiş bir topluluğun millet hfilinde yaşamasına imkan olmaması" de­

mektir. "Bir mille tin dili bozulursa, kültüründe buhranlar başlar;

sa­

n at , edebiyat ve fikir hayatı içten yıkılır" demektir. Bu hüküm, bütün ilim ve fikir adamlarının da ortak görüşüdür.

İkinci hüküm ise

"Türk

dilinin dillerin en zenginlerinden"

oldu­

ğudur. Atatürk'ün bu hükmü Türkçe bakımdan çok isabetlidir. Haki­ katen Türkçe , kendi m i ll etinin içinden çıkan bazı yabancı hayranlanmn tarih boy un ca ileri ::;ürdükleri "faki r ve kaba" iddialannın aksine, mil­ letiyle beraber yeryüzüne yayıldığı, hatta en fazla yayılan dil

olduğu

halde, zengin liği sayesinde diğer diller arasında yok olmamış, tam ter­ sine, gittiği her ülkede hakim dil ol.muş ve kuvvetli edebiyatl ar mey­ dana g etirmi ştir . Türk t arihi ·bu hükmü doğrulayıcı örneklerle doludur. Atatürk'ün bu i ki hükmü, onun dil konusundaki çalışmalannm ha­

reket noktasını da göstermektedir. Atatürk, dil konusundaki çalışma­ larında bu ana

fiki.rlerine

daima bağlı kalacaktır .

(2) Dr. Utkan Kocatürk, Atatürk"lin Fikir ve Dtişttnceleri, Ankara 1971,

s.

136.

(6)


Kı\ Y 1 :110

!<'. TAMİR

YIL XXVII

Atatürk, bu önsöz içinde yer alan "Dilin milli ve zengin olması milli hissin inkişafmda ba.ş!ıca müessirdir." ve "ihkesini, yüksek istik­ lalini korumasını bilen Türk Milleti, dilini de yabancı diller boyundu­ ruğundan kurtarmalıdır." sözleriyle dil çalışmalarında varmak istediği hedefleri de belirtmektedir. Bu hedefler "dilimizi millileştirmek ve zenginleştirmek"tir. Ayrıca aynı metinde yer alan "... yeter ki bu dil şuurla i şlensin." sözüyle bu hedeflere varmak için tutulacak yolu, takip edilecek metodu d':l. açıkça belirtmektedir. Bu metot "Türkçeyi şuurla işlemek" metodudur. "Türkçeyi şuurla işle me k ''ten maksat, dilimiz ko­ nusunda yaptığımız çalışmalarda ilmi zihniyete ve ilmi metotlara bağ­ lı kalmak; dil konusundaki "mürşid"in de ilim olması demektir. Dil ve Türkçe konusunda hiçbir bilgiye sahip olmayan b azı kimselerin kendi dü­ şünce ve keyiflerine göre Türkçeye yön vermeye kalkışm al arı demek değildir.

-

İşte, Atatürk'ün umumi olarak dil ve Türkçe konusundaki temel fikirleri bunlardır. Bu fikirler, dil ç alışmalarım ızda daima yol gösterici olacak değerde fiki!'lerdir. 2 - Atatürk, ileri sürdüğü fikirler istikametinde harf inkil8'bını gerçekleştirmiş; çevresindeki dilci, edebi yatçı ve amatörlere dilimiz ko­ nusunda ilini ve pratik çalışmalar yaptırmış, bu çalışmaların bir kıs­ mına bizzat kendisi de katılmıştır : Atatürk'ün fikirlerini uygulama sahasında ilk gerçekleştirdiği faali­ yet 28 Ağustos 1928'de başlattığı harf ( yazı ) inkılabıdır. Harl inkılabı ile birlikte dilimiziıı yazıya g eçirilmesinde kullanılan Arap Alfabesi bı­ rakılmış, onun yerine bu gün kullandığımız Latin Alfabesi kabul edil­ miştir. Türkçedeki her sesi ayn bir harfle karşılama esasına dayanan bu alfabe ile Türkçe'nin imla meselesi büyük ölçüde halledilmiş, bunun sonucu olarak da Türkçe c.kuma ve yazmayı öğrenme güçlüğü orta­ dan kalkmıştır. Çünkü uzun yüzyıllar boyunca kullandığımız Arap yazı­ sı ve bu yazıda uygulanan imla tarzı, Arapça'nın yapısından doğmuş olup, yapı bakımından Arapça'dan çok farklı olan Türkçenin ihtiyaçla­ rını tamamen karşılıyamıyor; bu durum da okuma ve yazmada önemli güç lükler ortaya çıkarıyordu. İmlamızdaki bu aksaklıkları düzeltmek i çin Atatürk'ten önce de çeşitli çarelere başvunılmuştu. Harf inkılabıyla dilimizin önde gelen meselelerinden birisi olan i m­ la meselesi hallediliyor, Türkçe qkuma ve yazma büyük ölçüde kolayla­ şıyordu. Atatürk, dilimiz içi:ıı çok önemli olan bu yazı değişikliğinin ge­ rekçesini 1928'deki bir konuşmasında şöyle açıklamıştır: "Her vasıtadan evvel, büyük Türk Milletine kolay bir okuma-yazma anahtarı vermek lazımdır. Büyük Türk Milleti, bilgisizlikten, az emekle ( 7)

647


T Ü RK

SAYI 319

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

kısa yoldan ancak kendi güzel ve asil diline kolay uyan bir vasıta Ue sıyrılabilir. Bu okuma yazma anahtarı ancak Latin esasından alınan Türk alfabesidir. Basit bir tecrübe Latin esasından Türk harflerinin, Türk diline ne kadar uygun olduğunu, şehirde ve köyde yaşı ilerlemiş 'fürk çocuklarının ne kadar kolay okuyup yazdıklarını güneş gibi mey­ dana çıkarmıştır." ( 3) . Atatürk, harf inkılabını rayına oturttuktan sonra, 1932 yılından itibaren asıl dil çalışmalarına yönelir. Tetkik Cemiyetini

Bu gayeyle 1932'de Türk Dili

(daha sonraki adıyla Türk Dili Araştırma Kurumu,

bugünkü adıyla Türk Dil Kurumunu) kurdurur. Bu kuruluş vasıtasıyla Türkçe konusundaki hedeflerini gerçekleştirmek için gerekli gördüğü ça­ lışmaları başlatır. _\tatürk bu devrede dil işleriyle çok yakından ilgili­ dir. Türk Dili Tetkik Cemiyetinin bütün çalışmalarını o yönlendirdiği gibi

çalışmalara da

bizzat

katılır.

Ayrıca

dil

konusundaki

ç alışma ­

ları, devlet işleri arasında görür. Bu anlayışının sonucu olarak 1932, 1933,

1934, 1935, 1936, W37 ve 1938 yıllan T.B.M.M.'ni açış konuşmalarında dil konusuna da yer verir. Bu arada Türk dilinin ve Türk tarihinin ilmi usullerle en iyi şekilde incelenmesini sağlamak gayesiyle Ankara'da müs­ takil bir fakülte, Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi'ni kurdurur. Ata­ türk'ün dile olan bu yakın ilgisi ölümüne kadar devam edecektir. Atatürk'ün biz.zat katıldığı ve b�ında bulunduğu 1932-1938 yılları arasındaki dil çalışmaları başlıca üç safhadan geçer.

Birinci sahfa

(1932 -1934 yılları arası) :

Bu safhada Türkçeyi bütün yabancı kelimelerden temizlemenin ve onu yalnız Türkçe asıllı kelimelerden meydan a gelen bir dil haline ge­ tirmenin yolları aranır. Atatürk bu safhada, 1930 yılında Türk dili için gösterdiği "millileştirmek" hedefinden bunu anlamaktadır. Bu

gayeyle Türk

Dili Tetkik

Cemiyetinin önc.filüğünde derleme,

anke� ve tarama çalışmaları yapılır. Bu çalışmalardan maks at, dilimiz­ de kullanılan fakat Türkçe asıllı olmayan kelimelere Türkçe karşılıklar bulmaktır. Bu çalışmaların sonuçları ''Osmanlıca'dan Türkçeye Söz Kar­ şılıkları-Tarama Dergisi" adıyla yayınlanmaya başlanır. 1934'te tamam­ lanan Tarama Dergisi'nin birinci cildinde Türkçe asıllı olmayan kadar kelimenin 25.000 kadar Türkçe asıllı karşılığı

vardır.

8.000

Bu rakım­

lardan da anlaşıldığı gibi bir kısım yabancı asıllı kelimeye birden fazla hatta hazan 30'a yakın karşılık bulunmuştur. (3) Utkan Kocatürk, a.e., s. 138.

648

(8)


F. TAMİR

SAYI 319

YIL XXVII

Tarama Dergisi yayınlandıktan sonra, yazarlardan yazılarını ya­ zarken yabancı asıllı kelimeleri kullanmamaları; onların yerine Tara­ ma Dergisinde yer alan Türkçe karşılıklarının kullanılması istenir. 1933 ve 1934 yıllarında çıkan pek çok kitap ve yazı bu kelimelerle kaleme alınır. Bu arada bir çok yazar, yazılarını önce tabii dille yazar, daha · son ra kullanılması istenmeyen kelimeleri Tarama Dergi' sindeki karşılık­ larıyla değiştirir. Hatta, kelimeleri deği şti rme işini gazetelerd eki görev­ lilere bırakan yazarlar bile vardır. bu kelimeleri kullanmaya baş­ lar. Mesela 1934 Ekimi'nde, İsveç veliahdı şerefine Çankaya'da verilen yemekte yaptığı konuşmada şu cümleler yer alır: "Avrupa'nın iki bi. tim ucunda yerlerini berkiten u l usla rımı z, ataç özlüklerinin tüm ıssıları olarak baysak, önürme, uygunluk kıldacıları olmuş bulunuyorlar; onlar bugün, en güzel utkuyu kazanmıya hazırlanıyorlar : baysal utkusu." (4) Atatürk

de

konuşm a

ve yazılarında

Fakat Türkçe karşılıkların kullanılmasında bir birlik sağlanma­ Her yazar, Tarama Dergisinde b ir kelime için verilen birden faz­ la (hazan 20-30 ) Türkçe k arşılıktan beğendiğini kullanmaktadır. Me­ sela " kalem" kelimesi yerine , kimisi "kamış", kimisi "yazgaç" , kimisi "çizgiç", k imi si de uyumuş" kelimesini tercih etmektedir.

mıştır.

Bu uygul ama Türkçemizde çok büyük bir kargaş anın doğm ası na sebep olur. Yazılanlar halk tarafından okunmaz ve anlaşılm az hale gel­ diği gibi; bizzat yazarlar tarafından da anlaşılmaz olur. Çünkü teklif edi­ len yen i kelimeler ve bunların manaları, milletimizin ortak hafızasın da bulunmamaktadır. Bu noktada Atatürk, dil çalışmalarında çıkmaz ,bir yola girdiğini anlar ve bu denemeden vaz geçer. Atatürk bu kararını 1934 Aralıkı 'nda Falih Rıfkı'ya şu sözlerle açıklar : "Türkçenin hiçbir yabancı kelim eye ihti yac ı olmadı ğını söyleyenlerin iddiasını tec rüb e ettik. Dilimizi bir çık­ maza sokmu şu zd.ur. Maksatlarımızı anlatamaz ol mu şu zdur. Bırakırlar mı dili bu çıkmazda? Hayır! Biz daha önce kurtarmaya bakalım." Böylece dil

çalışmalarının ikinci safhasına geçilir.

İkinci Safha ( 1934 - 1936 Yılları arası) :

Bu safha, birinci safhada ortaya çıkan dil kargaşasını ortadan kal­ dırmak için tedbirler alınmaya başlandığı devredir. Bu gayeyle Dil Ku(4). Ahmet Bican Ercilmsun, Dilde Birlik, Cönk Yayınlan

(9)

:

7, İstanbul 1984,

s.

134.

649


SAYI 319

T ÜR K

K Ü L T ÜR Ü

. YIL XXVII

rumunun merkez heyeti dışında "Osmanlıcadan Türkçeye Kılavuz Ko­ misyonu" kurulur. Bu komisyon, yazı dilimizde kullanılacak kelimeleri tespit edecektir. Komisyonun çalışmaları sonucu, Osmanlıcadan-Türkçe­ ye, Türkçeden-Osmanlıcaya Cep Kılavuzları çıkarılır. Bu kılavuzlarda her yabancı asıllı kelimeye tek bir Türkçe karşılık verilir; Türkçe karşılıkları bulunmayanlar olduğu gibi bırakılır. Ayrıca kelime türetme yoluna baş vurularak, Türkçe kök ve eklerden yeni kelimeler türetilerek bazı ya­ bancı asıllı kelimelere karşılık bulmaya çalışılır. Ancak Atatürk, bu Kı­ lavuzları dildeki kargaşayı önlemek bakımından yetersiz bulur. Çünkü artık "milli dil" konusundaki görüşleri değişmiştir. Artık O, yabancı asıllı oldukları halde Türkçeleşmiş ve Türkçenin bünyesine girmiş dan kelimelerin Türkçe sayılması gerektiğini düşünmeye başlamıştır, Cep kılavuzları, dil kargaşasını onun bu inancı istikametinde çözmek için yeterli değildir. Böylece dil çalışmalarında üçüncü safhaya gelinir.

Ü�üncü safha (1936 - 1937 Yılları arası).: Bu devre Güneş-Dil Teori­ si devresidir. Güneş-Dil Teorisi, bizzat Atatürk tarafından ortaya atılmış bir teoridir. Bu teorinin kaynağı, Dr. Hermann F. Kvergic'in Viyana Üni­ versitesinde hazırladığı ve A tatürk'e de gönderdiği "La Psycologie de quelques elements des quelques langues Turque (Türk Dillerindeki Bazı Unsurların Psikolojisi)" adlı doktora tezidir. Güneş-Dil Teorisine göre "Yeryüzündeki bütün dillerin kaynağı Türkçedir. Yeryüzündeki bütün diller Türkçeden çıkmıştır. O halde bugün Türkçede kullanılan yabc.ncı asıllı kelimeler de aslında Türkçe olan kelimelerdir." Bu teorinin sonucu olarak dilimize girmiş ve benimsenerek Türkçe­ leşmiş olan yabancı asıllı kelimelerin -asılları Tlirkçe olduğu için- di­ limizden atılması görüşünden vazgeçilmiş, böylece dilimizdeki kargaşa önlenmiş ve tekrar "tabii ve sade Türkçe anlayışına'' dönülmüştür. Atatürk'ün bizzat kendisi de 1936'dan sonraki konuşmalarında, daha önce denemiş olduğu uydurma ve yapma dili bırakmış, Onuncu Yıl Nutku'ndaki sade ve tabii Türkçeyi kullanmıştır. 29 Ekim 1938'de Tiirk ordusuna yayınladığı mesajın dili, Atatürk'ün nasıl bir Türkçe'de karar kıldığını göstermektedir. Atatürk bu mesajında şöyle demektedir : "Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferle be­ raber medeniyet nurlarını taşıyan kahraman Türk ordusu! Memleketi­ ni en buhranlı ve müşkül anlarda zulümden, felaket ve musibetlerden ve düşman istilasından nasıl korumuş ve kurtarmış isen, Cumhuriyetin bu­ günkü feyizli devrinde de askerlik tekniğinin bütün modern silah ve va-

650

(10)


SAYI 319

F. TA MİR

YIL XXVII

sıtaları ile mücehhez olduğun halde vazifeni aynı bağlılıkla yapacağına hiç şüphem yoktur." (5). Dil çalışmaları ile ilgili olarak iki konuda Atatürk'ün düşünceleıi hiç değişmemiştir. Bunlar Türkçenin ilim metotları ile incelenmeqi ve dilimizdeki terimler konusudur. 1930 yılından itibaren bütün konuşma­ larında ve faaliyetlerinde bu iki konu üzerind� önemle rlurmuştur. Türk­ çenin ilim metotları ile incelenmesi için Dil-Tarih ve Coğrafya Fakül­ tesini kurdurmuş, Türk Dil Kurumununun da bir akademi haline gelme­ sini istemiştir. Terimler konusuyla ise bugün kullandığımız "alan, çap, yan çap, çember, açı, üçgen, artı, eksi, ç arı}ı, bölü v.b." matematik te­ rimlerini bizzat türetecek kadar yakından ilgilenmiştir. O dilimizde\ı:i te­ rimlerin mümkün olduğu ölçüde Türkçeleştirilmesi taraftarıydı. "Atatürk'ün dil konusundaki fikirleri ve bize çizdiği yol, bugün de takip edeceğimiz yolu göstermeye devam etmektedir" diye söz1erimi bitirmek isterdim. Ancak bugün memleketimizde bir kısım ilk ve orta dereceli okullarla bazı üniversitelerde eğitim ve öğretimin İngiliz­ ce yapılması, bu hükmü vermemize engel olmaktadır. Çünkü bu uygulama ile Atatürk'ün "dillerin en zenginlerindendir" dediği Türk­ çemiz, "kendisiyle ilim, sanat, edebiyat ve eğitim yapılamayan en ipti­ dai bir kabile dili" durumuna düşürülmek istenmektedir. Atatürk'ü ölümünün 50. yılında andığımız bu önemli günde, bir Türk ve Türk dili üzerinde çalışan bir araştırmacı olarak bu uygulamayı şiddetle kınıyor ve devletimizin sorumlu idarecilerini, bu konuda Atatürk'ün fikirleri is­ tikametinde tedbirler almaya davet ediyorum. Faydalanılan Kaynaklar : : 7, İstanbul 1984'ün içinde s. 119-145. Doç . Dr. Muharrem Ergin : Atatürk ve Harf Devrimi, Türk Kültürü, s ayı : 13 <Ka­ sım 1963) , s. 82-85. Abdülkadir İnan : Ferit Develioğlu, Osmanlıca-Türkçe ansiklopc,dik lügat - 1439 sa yfa, Ankara 1967, Türk DUi İçin 1, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınlan : 25, Ankara 1966'm içinde, s. 127-129. Dr. Utkan K oca tür k : Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara 19'71, s. 138-142. Prof. Dr. Zeynep Korkmaz : Dil İnkılabının SAdeleşme ve Türkçeleşme Akımları Arasındaki Yeri, Türk Dili, C. XLIX, ·sayı : 401 (Mayıs 1985)'ten ayrı ba­ sım, An ka ra 1985, 32 sa yfa. Doç . Dr. Faruk K. Timurtaş : Dil ve Mi lliy et Türl{ Kültürü, eayı : 21 (Temmuz 1964 ) , s. 126-128.

Ahmet Bican Ercilasun : Atatürk ve Dil, Dilde Birlik, Cönk Yayınları

,

(5) Ahmet Bican Ercilasun, a.e., s. 142.

(11)

651


SANATÇI GöZÜYLE PARÇALANMIŞ AİLELER

Sev:lnç ÇOiiUM

Türkiye'de hiçbir oile yoktur ki Çanakkale Muharebelerinde köklü ağa­ cının bir dalını feda etmemiş olsun. Her ailede Çanakkale'den bir şehit, bir gazi vardır.. Bunun gibi hangi yana baksak, orada bir Rumeli insanı bulabiliriz. Karşılaştığınız insanlara kök olarak nereden geldiklerini sorarsanız, içlerinden bir çoğunun Rumeli'den gelmiş olduğunu öğırenirsiniz. Çünkü neticede kaç asır önce ataları, buralardan fetih ordularının ardı sıra oralara gitmiş, oraları mesken tutmuştur. Onlar,

bizim insanları­

mızdır. Bu gidişi bir akar suyun şevkle akışına benzetebiliriz. Bilindiği gibi o nehir

500

sene sonra

93

Harbiyle birlikte önü kesilerek geriye

dönmüş, sular �ürekli olarak bu tarafa akmağa paşlamıştır.

Ama öy­

lesine kurumayan bir kaynakmış ki hala akmağa devam ediyor. Bu bir sürgün kervanıdır. Ve yazık ki 93 Harbinden beri bu ker­ van zaman zaman insan dağları meydana getirerek sınırlarımıza gelip da­ yanmaktadır. Ve onlar suya koşan çöl insanlarının yanmışlığıyla, daha da acısı zulüm ate§leriyle yanarak kapılarımıza koşmaktadırlar. Evet, kervanın bir ucu

1877

yıllına, bir ucu yirminci asrın sonlarına

uzanır. Bugüne ulaşılmadan, binlerce soydaşımız sırtında torbası ile

itile

kakıla yollara düşürülmeden, 4-5 sene evvel nice mektuplar gelirdi oralar­ dan. Kalem uçlarından sanki mürekkep değil kan damlardı. tşte 25 Mart

1985

tarihli bir mektup ...

"Yine acı bir gün daha yaşadık köyümüzde... Köyümüzün gencecik kızlarını, on beş yaşından yirmi yaşına kadar, topladılar gittiler... Kö­ yümüze bir kıyamet daha geldi. ölüm istiyoruz, ölemiyoruz.

Yaşamak

isiyoruz yaşayamıyoruz... " Ve bir başkası. .. 24 Eylül 1'985.. . Bursa'ya başka bir ülke üzerinden ulaşan bir mektuptan...

652

(12)

·


SAYI 319

S. ÇOKUM

YIL XXVII

"Ocak ayının 22-23 Akşamı beni evden alciılar. Ve Sofya'dan geçir­ diler. Köstendil Şehrine, askeriyeye teslim ettiler. Orada 10 gün kapalı tuttular. Beni otomatik silahla beklediler. Ve orada adımı değiştirdiler. Yani odun kuvveti, silah kuvvetiyle... On sekizinci gün beni serbest et­ tiler. Sabahın saat beş sırası köye girdim. Köy bütün askerle ve tankla sarılı. Askerler hane hane gezip insanların adlarını değiştiriyorlar. Ve o günden bugüne kadar hep asker bekliyor... Biz sizlerden imdat bekliyo­ ruz... Bizim halimiz acaba ne olacak?.." Bir başkası... "Sayın Türkiye Cumhuriyeti Hükilmetimiz ! Çatır çatır yandık. İsimlerimizi, nüfuslarımızı değiştiriyorlar... Ta­ bancaları beynimize dayayıp zorla imza ettiriyorlar. Türkiye, bütün dün­ ya, kurtarın bizi.... " işte böyle seslenmişlerdir. Mum ışığında karaladıkları o satırlardan güç bularak, ümitlerini şu günlere kadar yüreklerinde tutarak beklemiş ve soluk alıp vermişlerdir. Bugün sınır kapısından içeriye giren yığınların arasında bebekli genç insanların yanında yaşlıların, ninelerin, dedelerin bulunuşu dikka­ timizi çekiyor. Yıllar önce 1877'lerde Bulgar ve Rus mezaliminin ordan oraya sürüklediği insanlarımızın o zamanki ressamlar tarafından yapıl­ mış resimlerine bir bakın... Topa tutulmuş Rusçuk'tan kap kacağı, ya­ tağı yorganıyla göç edişleri; Tırnova'dan, bir vakitler kazandığımız za­ ferle güzelleşen Niğbolu'dan çıkışları, Rusçuk ve Filibe istasyonlarına yığılışları ile bugünkü göç sahneleri arasında öylesine büyük benzerlik­ ler vardır ki... Balkan Harbi sonunda Edirne-İstanbul yollan arasında yalın ayak, kucağında çocuğu ile çamurlara bata çıka yürüyen, kara yeldirmesi sırtında, kara yaslara bürünmüş kadınlar görürüz. Ve bugün oralardan gözünden yaş akıtarak çatal değnegi elinde, kimliğini sımsıkı tutarak gelen nine, bize hep aynı insanı düşündürür. Onun çehresinden 93'ün acılarını, Balkan acılarını okuruz. Şuna hayret etmeli ki kasırgalar,

dalgalar taşnı biçimini de�ştinniş de zulüm bunlann kimliğini silememiş

.••

Pfovne Muharebelerini yaşayanların hatıralarında, mesela Eski Zağ­ ra Müftüsünün Hatıralan'nda Bulgar zulmü bütün acılığı ile dile geti­ rilir. Aynca ninelerimiz oralarda neler çektiklerini, nasıl geldiklerini bize anlatırlar. Derler ki : "Bizi genç olduğumuz için analarımız yaşlı insan kılığına soktu ... Evlerim.izi, barklanmızı, bağlarımızı, bahçelerimizi bıra­ kıp yollara düştük... Düşman sıra sıra girdi. Yunanlısı, Sırbı, Bulgarı... ( 13)

653


SAYI 3 19

T ÜR K

K ÜL T ÜR Ü

YIL XXVII

Bulgarın zulmünde artık dayanamayıp yola düştük... önümüze çıkan düş­ man askerlerine çil çil paralar attık da ellerinden öyle sıyrıldık. .. "

Birkaç yıl önce bir soydaşımız kimliği ve inancı konusunda Bulga­ ristan Türklerinin hassas bir yönünü dile getirerek, "Biz buradaki Türk­ ler t arafından gavur bilinmekten korkuyorduk. Çünkü Bulgar bizi böyle tanıtıyordu. Biz gavur olmadık, Türküz. Bunu böyle bilsinler." demiş ti. Senelerdir Dl§ Türkler meselesiyle ilgili olarak insanlarımızın büyük bir kısmı ·açık seçik bir bilgiye sahip olamamıştır. Kendi tarihimiz ko­ nusunda da eksiklerimiz fazla,_ A,rşiv çalışmaları, birçok belge harab ol­ d uktan sonra ele alınm�tır. Çocuklarımıza, gençlerimize tarih şuurunun i s ten ilen ölçüde Batıda ve Doğuda olduğu gibi verildiği söylenemez... Ta­ bii bu konularda bazı aydınların da eksikleri vardır. O halde bir zemin yaratılmadan, g�çmişe sahip çıkmaksızın, mevcut değerleri koruyamadan bir Bulgaristan meselesi patladığında çare bulmak elbette güçleşecektir... Birçoğu Bulgaristan'da yaşanan olaylara inanamayacak, inanmak iste­ meyecekti. Devlet bu konularda milletimizi çok daha öncesinden aydın­ latm alıydı. TRT kültür ve sanat programlarında barış güvercinleri uçu­ rarak bakış açıları sadece Şili'yi, Vietnam 'ı kavramağa yeten insanların görüşlerini değil, dünya üstünde köle muamelesi gören Türk insanının ıs­ tırabını dile getirmeliydi. Bize bizi anlatmalıydı, Hıristiyan kültürünü de­ ğil. Y ahudilerin 2. Dünya Savaşında ç ektikleri nden önce Türklerin uğra­ dıkları soykırımını anlatmalıydı... Sanatın gücüne - artık inanınahyız. Haklı bir divayı savunmada ne

kadar erken davranılırsa kayıplar

o kadar az olur.

Türk insanın kimliği, faziletleri, dünyaya tanıtılamamıştır. Dünya da kafasında kendi uydlırduğu çarpık Türk imajını silmek istemiyor. Ama bu imajı silecek olan er veya geç fikirdir, ilimdir, sanattır .... Onun

i çin dizileri yayından kaldırmak, meseleleri haHetmez. Tam tersine titiz­ likle hazırlayacağımız programlarla, yayınlarla Türk insanın faziletlerini, tarihte vanp gittiği yerlere nasıl insanlık ve adalet götürdüğünü anlat­ malıyız. . . Ama görüyoruz ki sular taştıktan ve ortalığı sel bastıktan son­ ra bent kurmağa çalışıyoruz. Binlerce soydaşımızın perişanlığını gözü­ müzle gördükten sonra, Bulgaristan'ın ettiklerini kavramağa başlıyoruz. Şimdi on gün içersinde uzmanlardan kurulu bir heyet tarafından Bul· garistan meselesini dünya kamu oyuna götürecek bir kitabın hazırlığına girişilmiştir. Neden bu kadar geç kalınmıştır? Herhalde uzman yetersiz.. liğinden değil... Tabii bunun adına her zamanki ihmallerimiz diyebiliriz. Yahut kültürden, kitaptan kaçış psikolojisinin hakimiyeti... Eurevision 654

(14)


SAYI 319

S.

ÇOKUM

YIL XXVII

Şarkı Yarışması bizim tarihimizi, kültürümüzü dış dünyaya tanıtmaktan daha mı büyük bir önem taşıyor? Kültür Bakanlığının kültüre, kitaba ne ölçüde değer verdiği ; tasarrufu öne sürerek yayınevlerinden kitap alımlarını kaldırmasıyla bellidir. Kültürün tasarrufu olur mu soranın si2? Kalemih gücü bugün hala geçerlidir. Dış Türkler konusunda bugüne kadar bazı eserler yazılmıştır ama sayıları kabarık değildir. Aynı şekilde tarihimizle ilgili bir film yapmak TRT Kurumunun eskiden beri öncelik tanımadığı bir konudur. Nedense Bulgaristan veya bir başka ülke kafa­ mıza bir balyoz indirmedikten sonra biz bu konularda harekete geçemi­ yoruz. Yeniden Doğmak dizisinin senaryosunu kaleme alacağım sırada bazı göçmen ailelerle konuşup onları yakından tanımağa çalışmıştım. Esasen Rumeli insanını tanımak başta da belirttiğim gibi o kadar zor değil. Bi­ ze bizim kadar yakın. Zaman zaman Bursa'ya, Y alova'ya gittiğimde bu kimselerle bir araya gelip, sohbet ederdik. Onlar anlatırlardı Bulgaris­ tan'ın ülkemizi propaganda araçlarıyla kötülediğini, Türkler aleyhine bir­ çok filmler çektiklerini, Türkiye'yi berıbat, y�anılmaz, çok yoksul bir ülke olarak tanıttıklarını... Türkire'ye 1970'lerden sonra gelen aileleri Bulgar konsolosu kapı kapı dolaşır, tekrar geri dönmeleri için ikna et­ meğe çalışırmış. Gelsinler ve orada televizyona çıkarak Türkiye'yi kö­ tülesinler diye... Bunları anlatan hanım, yaşlı bir akrabasının buraya geldikten sonra çarşılardaki bolluğu görüp, o meyva ve sebzelerin halka satıldığına bir türlü inanmadığını ifade etmişti. Adamcağız gider gider satıcılara sorarmış : "Sahi bunları satıyor musunuz? Yani ben şimdi bir kilo portakal alabilir miyim?" diye... Ayrıca Bulgarlar oradaki soydaşla­ rımızı Türkiye'de çok az kimsenin araıba sahibi olabildiğine inandırmağa çalışırlarmış. Eğer televizyon ekranında yanlışlıkla Türkiye'nin kalaba­ lık bir caddesi belirse, kafalarda uyanan soru cümlelerini silebilmek için, bunların ülkelerini zengin göstermek maksadıyla Türkler tarafından çekilmiş resimler olduğunu söylerlermiş. Tabii aileler buraya geldikle­ rinde sel gibi birbiri ardınca akan arabaları görmenin· şaşkınlığını da ya­ şıyorlar.

Yine bu diziyi hazırlarken filmin gerçek kahramanları ile de tanışıp konuşmuştum. Bilaloğlu, Mestanoğlu, özgül aileleriyle... Bilfiloğlu ve Mestanoğlu aileleriyle polis refakatinde göriişebilmiştim. Göçmen aileler oradaki baskıların yarattığı eziklikten, suskunluktan kolayca sıyrıla.mı­ yorlar. Dolayısıyla insanlara güvenleri pek yok. Halbuki insanları ha(15)

655


SAYI 319

T ÜR K

K ÜL T ÜR Ü

yata bağlayan güven duygusudur. Bu

YIL .XXVII

aynı zamanda

bir içe kapalılık

yaratıyor.... Bunu ben Aysel'de gördüm... Aysel, orada fazla konuşma­ mayı, insanlara güvenmemeyi öğrenmiş ve dolayısıyla içine kapanmıştı. Bugüne hem anavatana ve ailesine hem de topluma kazandırılmış bir in­ sandır o. Çünkü artık güveniyor, seviliyor, derslerinde başarılar kaza­ nıyor. Bu ailelerle görüşebilmek için onlara güven duygusu verebilmemiz doğrusu kolay olmamıştır. Aysel'in babası Salih'in durumu daha da tra­ jik idi. Bir taraftan bana yardımcı olmağa çalışıyor, bu konunun yazıl­ masını istiyor, bir taraftan "Bulgarlar böyle bir dizi yapıldığı için kızı­ mı vermeyebilir... " endişesiyle kıvranıyordu. Haliyle sinir bozuklukları, bunalımlar geçiriyorcıu. Sanatkarın gücüne

devlet gücü

de eklenirse aşılmayacak bir i.fol

yoktur bizim için.. Yeter ki bunu gönülden isteyelim

.•

Bulgarların ortaçağ zihniyetiyle Türkleri insan yerine koymaması, 2aman zaman yapılmış antlaşmaları sürekli ihlal etmesi karşısında diğer ülkelerin, insan haklarını savunmak üzere teşkil edilmiş kuruluşların bu­ na seyirci kalmamaları gerekir. Bulgarlar, son olarak 1975'de Jivkof'un da imzasının .bulunduğu AVırupa Güvenlik ve İşbirliği Kenferansı ka­ rarlarını yani Helsinki Nihai Senedi'nin kararlarını da çiğnemişlerdir. O senette ülkelerinde azınlıklar bulunan devletlerle ilgili kararlar alınmış­

tır. Bu söz ve namus senedini imzalayan devletler ırk, cinsiyet, dil ve din ayrımı gözetmeksizin herkes için düşünce, vicdan, din veya inanç hürriyetlerine, insan haklarına, temel hürriyetlere saygı göstereceklerdir. Kişilere yasa önünde eşitlik hakkını tanıyacak, bu kişilere insan hakla­ rından ve temel hürriyetlerden bütünüyle yararlanma imkanını sağlaya­ caklardır... Bulgaristan, namus yerine geçen sözünü tutmamıştır. Şimdi batının insanlık meseleleriyle uğraşan ku�luşlahna,

şunu sormalıyız :

Bulgaristan Türkleri için neler yapabilirsiniz? İnsanlık kavramını dillerinden düşürmeyen politikacılar, dernekler, ezilen insanlar adına ezenleri protesto eden, -ki bunlardan biri ülke­ mizde de konserler veriyor- dünyaca ünlü şarkıcılar, ya siz ne yapabi­ lirsiniz? Yoksa Vietnam'ın Şili'nin ötesinde dünya üstünde başka millet­ lerin, başka toplumların bulunduğunu bilmiyor musunuz? Yoksa siz de mi yaman birer politikacısınız? Tabii önce kendi yazarlarımıza,

sanatçılarımıza

sormalıyız

bunu :

"Sen ne yapmayı düşünüyorsun kardeşlerin, soydaşların için?" diye.

656

(16)


SAYI 319

S. ÇOKUM

YIL XXVII

Sonra dünyaya seslenmeliyiz. Kilisede insanlara doğruyu, iyiliği, gü­ zeli anlatma çabasında olan rahibe, "Şu yetim bakışlı göçmen çocuk için vaazına bir cümlecik ilave ettin mi?" diye sormalıyız. Sanat aleminde ödüller dağıtan büyük sermayelerin pek büyük, pek saygı değer kişilerihe sormalıyız, "Seni baçka bir insan yapmak is­ teselerdi ne hissederdin?" diye. Hayvanları ve çiçekleri çok seven dünya insanları! Siz hayvanları incitmezsiniz, çiçekleri kopartmazsınız bilirim... Ama ·bir insan yavru­ suna hangi mikrobu taşıdığı bilinmeyen aşıların zerkedilmesi yüreğinizi titretir mi? Titretmez mi? Bunu da bilmek isterdim. Ve siz dünya yazarları! Siz ki insanlıktan, barıştan, hürriyetten, hak­

hukuktan söz ederek dünya edebiyatını epeyce kabarık kılmışsınız ... Eğer samimi iseniz Bulgaristan'da olanlar için de bir sayfa açın . O za­ man bu sizin insanlığınızı ve yazarlığınızı kurtarır.

tan

.

(17)

657


AZERBAYCAN HALK CEPHESi'NtN PROGRAMI

Bir insan

ömrü erzinde

üçüncü defedir

amirane sisteminin boyunduruğundan

hilas

ki, cemiyetimizi inzibati

etmek

( kurtarmak)

ü çün

partiyanın sağlam güvveleri yenilik herekatına başlayır. İki defe mü­ hafizekarlar üstün gelib ölkemizi indiki acınacaglı veziyyete salıblar . ( zengin ) ölkesinin vetendaşlanmn k.8.sıb (fakir) ya­ � aması guruluşumuza ar getirir, onun sonsuz imkanlarına şübhe oyadır

Dünyanın en varı.

( sistemimizi gülünç hale düşürüyor) . Halgımız bu !ekeni yumag ( temiz­ lemek ) üçün yenid t:ngurmanın (Perestroykanın) esas yükünü ve mes'u liyyetini öz üzerine götürerek partiya dahilindeki sağlam güvvelerle bir­ likde, köklü islahatların vah tında, ardıcı! ve getiyyetle ( devamlı ve ka­ rarlılıkla ) keçirilmesini ( gerçekleşmesini ) te'min etmek üçün vahid cep­ he yaradır. Yenidt:ı.gurma herekatı halg namine başlandığı üçün yal­ nız .halgın gücü ile bu yolda müveffegiyyet gazanmağ olar. Keçmiş mağlubiyyetlerin acısı ve garşıda duran çetinliklerin ağır­

lığı

bizi ezmimizden sagındırmır.

ların Azerbaycanda

edaletli

Bu çetinlikler halgımıza, azad vetendaş­

cemiyyetini

gurmag üçün,

tarihin

yarat­

dığı daha bir imkandan istifade etmeye mane olabilmeyecek.

"El gücü-sel gücü" 1

Umwni Prinsipler.

1-1

Azerbaycan

Halg

Cephesi,

Resp ublika

( Cumhuriyet )

ehali­

sinin yenidengurma ve ölkenin heyatının demokratigleşdirilmesi uğrunda mübarize aparan

1-2

( yürüten )

içtimaiteşkilatdır.

Cemiyyetin bütün sağlam güvvelerini yenidengurma prosesi­

nin dönmezliyinin

(vazgeçmeme karan )

teşkili

üçün

seferber

etmek,

Azerbaycan'ın sosial, siyasi ve igtisadi heyatının bütün normalarımn ve praktikaı:ıının sası)

(tecrübelerinin )

Cumhuriyetin esasganunu olan

( Anaya­

Azerbaycan SSC Konstitusiyasinın mezmununa ve ruhuna

şekilde

A.H.C.

deyişdinnek,

Azerbaycan

uyğıı n

Halg cephesi'nin esas m•�gsedidir.

nin son megsedi hügugi dövletin ve vetandaş cemiyyetinin ya-

( 18 )


SAYI 319 --

T.K.

YIL XXVII

-- - ------- ----

radılması, tamhüguglu vetendaşın teşekkülüdür.. A.H.C. nin esas meg­ sed.leri, garşıya goyduğu meseleler ve siyasi fealiyyetinin esasları onun nizamnamesinde t 1sbit edilmişdir. 1-3 Azerbaycan Halg Cephesi ganunda yol verilen içtimai· siyasi mübarize formalaı-ından istifade edir. SSCB'nin, Azerbaycan SSC'nin mövcud esasganunlarına esaslanır ve onların demokratigcesine daha da tekmilleşdirilmesi uğrunda mübarize aparır. 1-4 Azerbay<.. an Halg Cephesi zorakılığı (cebri) siyasi mübarize forması ve megsedeçatma üsulu kimi getiyyetle gebul etmir, ümumbeşer servetleri olan hümanizme, sosial edalete, demokratiyaya, re'y azadlı­ ğına ( hür seçim) , beynelmilelçiliye ve insan hügüglarına esaslanır. 1-5 Azerbaycan Halg Cephesinde iştirak (Cepheye katılmak) iç­ timai, partiya, milli ve dini mensubiyetle mehdudlaşdırılmır. A.H.C. de iştirak etmek üçün onun demokratig prinsiblerine emeli yardım gös­ . termek, megsed VP- vezif elerini tanımag teleb olunur.

2

Azerbaycan

Halg Cephesi'nin Siyasi

Vezifeleri

Azerbaycan Halg Cephesi'nin siyasi faaliyyetinin esas meg­ sedi SSCB terkibinde (bünyesinde ) Azerbaycan SSC. nin siyasi-igti­ sadi ve medeni suverenliyine ( hakimiyet hukuna ) nail olmag, onu hü­ gugi dövlete çevirmekdir. Azerbaycan SSR suveren dövlet kimi beynel­ halg (milletlerarası) teşkilatlarda da temsil edilmelidir. Birleşmiş Mil­ letler Teş . , Unesko v.s. 2-1

Mövcud siyasi sistem çerçivesinde respublikanın suverenliyini r0allaşdırmağ üçün AHC. SSC'i ganunçuluğuna ve idare guruluşu prin­ siplerine yeniden bahılmasına nail olmağı bir megsed kimi garşısına go­ 2-2

yur. 2-3 Azerbaycan Halg Cephesi ganunverici, idaıre edici ve mehge­ me hakimiyyetinin ayrılmasını zeruri hesab edir. 2-4 Azerbayca n Halg Cephesi esasganunda e'lan olunmuş seçki (seçim) müddfaları na, dövletin siyasi guruluşunun bütün seviyyelerin­ de s0çkilerin ümumi, beraber bir başa ( doğrudan) ve gizli k0çirilme­ sine (yapılmasına) geydsiz-şertsiz emel olunmasına çalışır.

2-5 Respublikada daimi yaşayan ehalisinin (halkın) hüguglarını daha dolgun te'min etmek üçün AHC Azerbaycan SSC konstitusiyası esasında Azerb;ı,ycan ssc vetendaşlığı siyasi kategoriyasının dahil edil( 19 )

659


SAYI 3Hl

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

mesini zeruri hesal:- edir. AHC bu kategoriyanı hügugi gerçekliye çevir­ ın.ek megsedile SSSR ve Azerbaycan SSC konstitusiyalannda müvafig deyişiklikler edilmesini l azım bilir. Azerbaycan Halk Cephesi respublikadan kenarda yaşayan Azerbaycanlıların müvafig vetendaşlıg hüguglannın gorunmasını özü­ nün mügeddes vezifesi bilir.

2-6

2-7 Azerbaycaıı Halg Cephesi bütün hakimiyet sovetlere şüannın get'i terefdarıdır ve Halg Deputatları Sovetlerinin (Halk Temsilcileri Meclisi) halgın idaresini ifade eden ve öz erazisinde (toprağında) tam hakimiyyete malik olan halg namizedlerinin tamhüguglu ve selahiyyetli meclisine çeviımek uğrunda mübarize aparır. 2-8 Fabrikler fehlelere (fabrikalar işçilere ) şüannı yalnız her bir müessisenin eS lS fondlanm fehle kollektivlerine icareye vermekle, mües­ sisenin idare hügugunu emek kollektivlerinin azad seçilmiş selabiyyetli şurasına ve bacarıglı idareçilere hevale etmekle heyata keçirmek olar.

2-9 Azerbayean Halg Cephesi bele hesab edir ki, yalnız varislik hüguguna malik olmagla, toprağı kendlilerin (köylülerin ) şehsi istifade­ sine gaytarmag (geri vermek ) · yolu ile torpag kendlilere şüarı emeli olarağ heyata keçLtilebiler.

2-10 Azerbaycan Halg Cephesinin siyasi sistemde yeri halgın te­ şebbüsünü birleşdiren ve öz fealiyyetinde yalnız Azerbaycan SSC konsti­ tusiyasına esaslanan içtimai teşkilatın siyasi hügugları ile müeyyen olunur. 3

Azerbaycan Halg Cephesinin esas

fealiyyet

formaları

3-1 Azerbaycan SSC'ni hugugi dövlete çevirmek megsedile yerli sovetlerden tutmuş, SSCB Ali sovetine dek bütün sovetlere namizedle­ rin azad ireli ;-ürii ' mesi, bütün namizedler üçün en geniş s0çki kampa­ niyası aparılması.

3-2 seçkilerin keçirilmesine ve sayılması ) içtimai nezaretin teşkili.

seslerin hesablanmasma ( oyların

3-3 Dövlet hakimiyyeti ganunverici-icraedici ve mehgeme organ­ larının fealiyyeti üzerinde içtimai nezaretin teşkili. 3-4 Hem dövlet hem de özünün informasiya (bilgi mübadelesi) vasitelerinden istifade ederek halgın heberdarhğının artmasına çalışmag.

3- 5 Dövlet ehemmiyyetli ganun layihelerinin (tasarılar ) ümum­ halg müzakiresinin teşkili, gan u nveri ci ve icraedici organlara tekliflerin verilmesi.

660

(20)


SAYI 319

T.K .

YIL xxvn

3-6 İçtima n•'in (ümumi arzunun) öyrenilib halga çatdınlması , igtisadi, siyasi, sosial ve medeni sahelerdeki mühüm programların gıy­ metlendirilmesi. 3-7 Mitinglerin, kütlevi çıhışların ( kalabalık toplantı ve gösteri) ve diger tedbirlerin teşkili. 4:

tgtisadiyyat

Respublikıı igtisadiyyatımn inkişafı (gelişmesi) bütünlükle halgın rifahının yükseldi!mesine ve insanların tam ve semereli (faydalı ) şekil­ de işle te'min edilmesine yöneldilmelidir. Azerbaycan Halg Cephesinin son megsedi olan hügugi dövlete ve inkişaf etmiş vetendaş cemiyyetine çatmağ ( ulaşmağ) üçün esas şert igtisadiyyatın çiçeklenmesi (gelişme merhalesine yetişmesi) , cemiyyetin ve vetendaşın igtisadi müstegilliyi­ dir. İgtisadiyyatı c1emokratigleşdirmek ve tebieti goruyan tehııologiya­ ları tetbig etmek üçün respublikanın servetlerini amansızcasına istis­ mar eden nazirliklerin (bakanhklann) hökmranlığına son goyulmalıdır. 4-1 A zerbaycan SSC'nin erazisinde yerleşmiş bütün müessise, teş­ kilat ve idareler respublika ali sovetinin tabeliyine keçirilmeli , Azerbay­ can'ın ali sovetinin torpağ, mlışe ( orman) sular, mineral, hammadde ve diğer tebii servetler üzerinde tam igtisadi suverenliyi berpa edilmelidir ( kurulmalıdır) .

4 -2 Azerbaycan Halk Cephesi milli gelirin müntezem olarağ ve artan migyasda respublikadan kenara daşınmasının ( çıkarılmasının) dayandırılmasını te'leb edir. AHC yakın gelecekde respublika erazisinde yerleşen bütün müessiselerin, istehsalın (üretimin) fealiyyet harakteri ve guruluşundan asılı olan indiki vergi sisteminden gelir norması esa­ sında dövlet büdcesine bilavasite vergi sistemine keçmeyi lazım bilir. 4-3 Respublikalararası mübadilenin ekvivalentliyini ( beraberliyi­ ni ) te'min etmek megsedile giymet ve tarifler sistemine onları düny a hazarı şertlerine maksimal derecede yahınlaşdırmag mövgeinden yeniden bahmag lazımdır. 4-4 Azerbaycan Halg Cephesi igtisadi inkişafın strategiyasının formalaşmasında, maliyye-kredit ve demografik siyasetlerin heyata ke­ çirilmesinde, bütün dahili sosial-igtisadi problemlerin tenzimlenmesinde lazımi selahiyyetleri tamamile respublika idare organlarına vermekle Azerbaycan SSC igtisadiyyatınm tam rejional teserrü fat hesabına ve özünümaliyyeleşdirmeye keçirilmesini zaruri hesab edir.

4-5 A ze r'baycan Halg Cephesi igtisadi pluralizm ideyalanna, mül­ kiyyetin mühtelif formalannın-dövlet, şehsi, kooperativ (özel teşebbüs ( 21)

661


SAYI 319

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

anlamında) , icare v.s. növlerinin mövcud olmag hüguguna terefdar çıhır ve hesab Mir ki, her bir konkret halde onların megsedeuyğunlu ğlİnun yegane me'yarı teserrüfatçılığın semereliliyi olmalıdır. 4-6

Azerbaycan Halg Cephesi te'leb edir ki, respublikadan lı ammal ve yarım fabrika daşınması tedricen azaldılsın, elmtutumlu son mehsulun istehsalı (üretimi) ve ihtisaslı emeyin tetbig dairesi genişlendirilsin. 4-7 Azerbaycan Halg Cephesi Halg Deputatları sovetlerinin (ra­ yon-şeher-respublika) tebii, emek, intellektual v.b. ehtiyatları üzerinde konstitusiyada gösterilmiş mülkiyyet-paylama ve icareye veİ-ıne hügug­ larımn faktik heyata k€çirilmesine terefdardır . Elde edilmiş gelir esa­ sen hemin regionun sosial-igtisadi inkişaf fondlarımn yaradılınaı:ıına yö­ neldilmelidir. i 4-8 İstehlak ( tüketim) mallarına olan telebatı öz hesabımıza da � ha dolğun ödemek megsediyle respublika igtisadiyyatı komplelts şekil­ de inkişaf etdirilınelidir. 4-9 Azerbaycan Halg Cephesi ayrı-ayn müessiselerle, ölke ve ig­ tisadi birliklerle menfeetli birbaşa (doğrudan) igtisadi elagelerin geniş­ lendirilmesinin terefdarıdır. İttifag ve respublika serhedlerini ( sınır ) maneeden garşılıglı elage, yadlaşmadan mehribançılıg vasitesine çevir­ mek lazımdır. Serhed zonaları leğv edilmelidir.

Respublikadan kenar igtisadi elageler ve ya diğer emekdaş­ lıg formaları Azerbaycan menafelerine tehlüke yaratdığı tegdirde respub­ lika hökümeti hemin elageleri kesmek üçün öz suveren hüguglanndan is­ tifade etme imkanına malik olmalıdır. 4-10

4-11 Azerbaycan Halg Cephesi igtisadi statistikamn ve respubli­ ka büdcesinin bütün bendlerile tam aşkar şekilde halga e'lan edilmesini zeruri sayır. ümumittifag büdcesi ile elage, garşılıglı igtisadi ve ma­ liyye intizamları halga bildirilmeli ve ümumhalg müzakiresine verilme ­ lidir. 4-12 Respublikada gorhulu migyas almış "elaltı igtisadiyyatla" barışmaz mübarize aparmağ lazımdır. Ve mübarizede tekce inzibati ce­ za formalarından istifade etmek kifayet deyildir. AHC bele menfi hal­ ları töreden sebebleri öyrenen ve onunla mübarize etmek formalarını elmi esaslarla işleyib hazırlayan elmi-tedgigat destelerinin yaradılmasını zeruri sayır.

5

Sosial Edalet

5-1 Azerbaycan Halg Cephesi içtimai edaleti sosializmin esas prin­ sipi olan "her kesden gabiliyyetine göre, her kese emeyine göre" sözsüz 662

(22)


SAYI 3 1 9

YIL XXVII

T. K .

>-------

heyata keçirilmesinde görür. Bele olan terzde, her kesin istediyi sahede i gtisadi fealiyyet göstermek hügugu te'min olmalıdır. Azerbaycan Halg Cephesi sosial te'minat ve demografiya si­

5-2

yasetinin respublika vetendaşlannın tarihi ve milli en'enelerine uygun aparılmasını zeruri hesab edir.

5-3

-

Azerbaycan Halg Cephesi aileni en esas içtimai dayaglardan

biri hesab Mir. Ailenin ve anaların hügugları ganunla müdafie olunma­ lıdır. İşleyib uşağ terbiya eden anal ara emek saatı hesablanıb pul te'mi­ natı ve tegaüd kesilmelidir.

5-4

Azerbaycan Halg Cephesi ayrı-ayn idare ve şehslerin, o cüm­

leden halg deputatlarının nomenklatura

mensubiyyetinden

ireli

gelen

bütün imtiyazlarının leğv edilmesini te'leb edir.

5-5

Azerbaycan Halg Cephesi halgın me'nevi ve psiholoji alemini

korlayan ( menfi şekilde etkileyen) oğurlug (hırsızlık) rüşvethorlug, bü­ rokratizm yerlibazlıg ( bölgecilik ) ve gohumbazlığı

( akraba ya iltimas)

töreden amillere garşı get'i mübarizeni öz esas vezifelerinden biri hesab edir.

5-6

Azerbaycan Halg Cephesi dövlet terefinden dinamik (inflasiya­

nın ( enflasyonun ) derecesi nezere alınmagla ) te'yin edilmesi te'leb edir .

5-7

Azerbaycan

Halg Cephesi

minimum yaşayış vesaiti '

Azerbaycanın

bütün

regionlarının

demografik, etnik ve ekoloji hüsusiyyetleri nezere alınmagla

herterefli

sosial-meişet ehtiyaclarının bölünmesinde vahid normativlerin te'yini ve onun üzerinde içtimai nezaret goyulmasına terefdardır. 5-8

Azerbaycan Halg Cephesi istehlakçıların ( tüketici) menafeyini

müessiselerin dikkatından gorumağa ve tezlikle respublikada istehlakçı­ l arın hüguglarının mühafize cemiyyetinin yaradılmasına çalışır.

6

İnsan Hügugları (hakları )

Cemiyyetimiz

öz vetendaşlarının sosial ve igtisadi hüguglarını go­

rumağa böyük se'y göstermişdir. Lakin vetendaşların dövlet ganunlann­ da elan edilmiş siyasi hüguglarının ve azadlığlarının te'min edilmesi ·

arha cergeye keçmişdi ( geri plana atılmıştı ) . Eslinde halg dövletin ida­ resinde iştirak etmek imkanından mehrum olmuşdu. Bu bizim siyasi sis­ temin hümanizmden uzaglaşmasına ve igtisadiyyatımızın derin böhranı­ na getirib çıharmışdır. Bele şeraitde vetendaşların igtisadi ve sosial hü­ guglaırı da artı:g gorunmur. Aydın olmuşdur ki, siyasi azadlıglar ve ig­ tisadi nailiyyetler ( başarılar) üzvi vehdet teşkil Mir ve buna göre de

( 23 )

663


T Ü R K

S AYI 319

K Ü L T Ü R Ü

YIL

XXVII

cemiyyetimizin en esas vezifesi vetendaşların bütün hügug ve azadbgla­ rının genişlendirilmesi ve te'min edilmesidir.

6-1

Azerbaycan Halg Cephesi insan azadlığını en

giyınetli

ve

en

yüksek ümumbeşeri servet hesab edil'. Cemiyyetimizin siyasi-hügugi gu­ ruluşu şehsiyyetin azadlığını ve vetendaşlıg hüguglarını te'min etmekdir.

6-2

Heç bir içtimai menafe her

hansı şehsin hüguglarının pozul­

masına beraet gazandırabilmez. AHC bele hesaıb edir ki, siyasi hügug ve azadlıglar yalnız ekseriyyete deyil, her bir ferde mensubdur.

6-3

Halg öz suveren hüguglarından istifade ederek öz dövletini ya­

radır ve dövletin üzerine halgın hügug ve azadlığını gorumağ vezifesini

goyur. AHC Azerbaycan vetendaşlarının hüguglannın Birleşmiş Millet­

ler Teşkilatı'nın insan hügugları 'beyannamesine, milletlerarası mügavile

ve ganunlara uyğun olarag te'min edilmesini te'leb edir.

6-4

Azerbaycan Halg Cephesi demografik içtimai teşkilatların ya�

ranması ve fealiyyetine mane olan bütün siyasi ve bürokratik

maneelerin yığıncag

leğv edilmesini, vetendaşla.rın dinç miting, nümayiş (gösteri) ve

( toplantı) keçirmek hüguglarının emeli olarag te'min edilmesini

te'leb

�dir.

6-5

Azerbaycan Halg Cephesi şehsiyyetin bereket azadlığı ve ya­

şayış yeri seçme azadlığı hügugunun te'min edilmesini te'leb edir. Respub­

lika dahilinde mövcud olan pasport rejimi leğv edilmelidir.

6-6

Mehgeme prosesi müttehimin günahsız olması pıinsipinden çı ­

hış etmelidir. AHC vekillerin ( avukat )

cinayetde tegsirlendirilen şehsin

istintagında iştirakının te'min edilmesine, me'deni ölkelerin ekseriyyetin­ de gebul edilmiş and mehgemesi sisteminin yaradılmasına çalışır.

6-7

Azerbaycan · Halg Cephesi vetandaşlara vezifeli şehslerin tek ve

ya kollgial

( bütün) gebul olunmuş gerarlarından mehgemeye

şikayet

etmek hügugu teleb edir.

6-8

Azerbaycan

Halg Cephesi şehsiyyete

perestiş

ve

durğunlug

dövründe Azerbaycan halgına garşı edilmiş cinayetlerin gurbanları ba­ rede tam me'lumatın neşr olunmasını teleb edir. A)

Gonşu Zagafgaziya respublikaları erazisinden Azerbaycanlıların

sürgün edilmesi.

B)

Azerbaycanlıların respublikadan Orta Asiya ve Gazağısdana

sürgün edilmesi.

664

(24)


T. K .

SAYI 319

YIL XXVII

Azerbaycan halgının mehv edilmiş övladlan.

C)

6-9 Azerbaycan Halg Cephesi insan hügugunun esasının teşkil eden vicdan azadlığına ve dini e'tigadın serbestliyine sonsuz riayet etmeyi te­ leb edir. Bütün dini abideler berpa edilip (tamir edilerek ) dindarların ihtiyarına (hizmetine ) verilmelidir. 6-10 Azerbaycan Halg Cephesi hesab edir ki, Sovet ordusunda möv­ cud hidmet gaydaları ( hizmet usulleri ) yene tefekkür taleblerine cavab vermir. Herbi hidmetde olan ( asker) gençlerin vetendaş hü,guglarının ve heyatının gorunmasına te'minat güclenmelidir . Azerbaycanda yaşayan halgların nümayendelerinden (temsilcilerinden) zabitlerin ( subayların) hazırlanması genişlendirilmelidir. Azerbaycan respublikasının vetendaş­ larının sehhetlerirıin ( sağlık) gorunması megsedile herbi mükellefiyyeti Azerbaycan SSC. erazisinde keçmelidirler. 6-11 Azerbaycan Halg Cephesi içtimai heyatın militarizm ruhundan tem.izlenmesinde, orta mekteblerde herbi hazırlıg programlarının leğvine, ali mekteblerde ( yüksek okul) ise onun mehdudlaşdınlmasına, gadınların herbi mükellefiyyetden azad edilmesine çalışır.

Azerbaycan Halg Cephesi herbi hidmetde olan Azerbaycan

6-12

SSC vetendaşlarının SSCB Ali Sovetinin e'lan etmediyi müharibe veya herbi emeliyyatlarda iştirak etmesinin get'i gadağanını (yasaklnmasını) taleb edir. 6-13 Azerbaycan respublikasının mehkum hebs cezasını Azerbaycan erazisinde çekmelidir.

7

olunmuş

vet61ldaşları

Milli Müııasibetler.

7-1 A7.erbaycan Halg Cephesi öz fealiyyetinde halgların beraberlek mügedderatını azad te'yin etme, suverenlik ve milli ehtiyacların ödenil­ mesi prinsiblerine sadigdir. Azerbaycan halgı çohlug teşkil etdiyi üçün respublikada milli münasibetlerin veziyyeti üçün mes'uldur. AHC Azerbaycan SSC de yaşayan rus, yehudi, talış, ermeni, gürcü, lezgi ve . diger milli azlıglann medeniyyetinin, dilinin ve milli en'enelerinin gorun­ ması ve inkişaf etdirilmesi üçün her cüre şeratin te'min olunmasını özüne vezife sayır. ·

7-2 Azerbaycan Halg Cephesi . mövcüd siyasi serhedlerin, o cümle­ den SSCB ve iran'ın serhedlerinin tohunulmamazlığı şeraitinde iki gonşu dövletin erazisinde öz ana torpağında yaşayan azerbaycanlılann bir halg kimi öz etnig varlıg ve bütövlüyünü berpa etmesi ( kurması) , garşılıglı (25)

665


SAYI 319

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL X.XVII

igtisadi ve medeni elagelerin genişlendirilmesi, gediş-geliş, garşılıglı ta­ nı.şlıg ve gohunlaşma ( akrabalık kurma) vasitesile halgın iki hissesi arasında. insani tellerin (bağların ) möhkemlenmesi namine çalışır. AHC Şimali ve Cenubi .Azerbaycanın tarihini, edebiyatını, incesenı:;Uni ve azerbaycanlıların müasir içtimai-igtisadi ve siyasi heyatını öyrenen cemiyyetlerin yaranmasını vacib bilir. ·

7-3 Azerbaycan Halg Cephesi Azerbaycan SSC ile İran arasında serhed gayda-ganununun deyişilmesine çalışır ve bunun üçün serbest elage ve igtisadi fealiyyet mentegelerinin te'yin edilmesi meselesini res­ publika, ümum ittifag ve milletlerarası teşkilatlar garşısında galdırır. 7-4. Azerbaycan Halg Cephesi Azerbaycan SSC Konstitusiyasında dövlet dili elan edilmiş azerbaycan dilini gerçekden idare, elm ve respub­ likada milletlerarası münasibetler diline çevrilmesine ve Azerbaycan era­ zisinde yaşayan diger halgların nümayendelerinin bu dili öyrenmesi üçün şerait yaradılmasına çağırır. Eyni zamanda başga dillerin de go­ runub sahlanması ve istifadesi üçün şerait temin edilmelidir.

7-5 Azerbaycanın milli-en'enevi remz ve simvolları ( coğrafi adlar, soy, kök adları v.s. ) berpa olunmalıdır. (Tanzim olunarak korunmalıdır. ) 7-6 Azerbaycan Halg Cephesi hem ölkemizdeki hem de hariçdeki a�rbaycanWarla medeni elagelerin genişlendirilmesine çalışır ve respub­ likadan kenarda yığcam (toplu ) yaşayan azerbaycanlılar üçün medeni merkezler ve ana dilinde mektebler yaradılmasını zeruri sayır.

8

Medeniyyet ve Tehsil

8-1 Azerbaycan Halg Cephesi içtimai tebegeler ve grupların medeni özü nüifadesi ve tekmilleşmesi üçün beraber imkan yaradılmasmı müasir dövrde içtimai heyatın inkişafı ve yenileşmesinin esas sertlerinden biri hesab edir. AHC medeniyyetin inkişafının zeruri şertini respublikada müstegil regional medeniyyet siyasetinin aparılmasında görür. 8-2 Azerbaycan Halg Cephesi milli irsimizin sahlanması ve ink�afı, mütereggi halg en'enelerinin berpa olunmasını ( yaşatılmasını) zeruri Msab edir. Eyni zamanda AHC mövcud medeni gapalılığı SSCB, bütün dünya ve hüsusile tarihen müşterek medeniyyete malik olduğumuz yahın ve ortaşerg halgları ile geniş medeni elageler yaratmag yolu ile aradan galdırmağı özüne megsed sayır. 8-3 Azerbaycan Halg Cephesi cemiyyetin müasir teleblerine ve milli en'enelere cavab veren halg tehsili ve maarifi konsepsiyalan yara666

( 26 )


SAYI 319

T.K .

YIL XXVII

dılmasını zeruri hesab edir. AHC tehsilin ve maarifin unifikasiyasına (bir bütünlük oluşturmasına) garşı çıhır, tedrisin forma, metod ve programlarının mühtelifliyine teref dardır. 8-4 Azerbaycan Halg Cephesi yene tefekkürün hemçinin ( ayrıca) İslam dinine ve medeniyyetine aid edilmesi uğrunda çalışır. Yüz milyon­ larla insanın e'tigad etdiyi dine savadsız ve mesleksiz nadanların bayağı hücumları kesilmelidir. (Hiç bir mesleğe sahip olmayan, hiç bir yaratı­ cılığı olmayan insanların diR aleyhindeki faaliyetlerine engel olunmalıdır) . İslam dünyası ile garşılığlı anlaşma ve emekdaşlıg namine get'i addımlar atılmalıdır.

8-5 Azerbaycan Halg Cephesi ganunsuz olarag Azerbaycandan apa­ rılmış ( kaçırılmış-çalınmış ) medeni ve bedii irsimizin nümunelerinin gay­ tarılmasına (geri getirilmesine) çalışır. 8-6 Medeniyyetin maddi bazasını (esasını) möhkemlendirmek meg­ sedile AHC medeniyyet sahesinde dövlet terefinden maliyyeleşdirme (sübvanse ) prinsipinin tezlikle leğv edilmesi, teserrüfat hesabına keçilmesi, medeniyyet işçilerinin heveslendirilmesi üçün megsedli tegaüdlerin, mü­ kafatların ve fondların yaradılmasını vacib bilir.

Azerbaycan Halg Cephesi medeniyyeti idar� eden inzibati-bü­ rokratik guruluşun islah edilmesini zeruri Msab edir. Medeniyyet Nazir­ liyi yalnız yaradıçılıg ittifaglarının ( teşkilatlarının ) işinin elagelendiril­ mesi, medeniyyetde geden dahili prosesleri ve onun revacının veziyyetinin öyrenilmesi ile meşğul olmalıdır. 8-7

9

Ekologiya

Azerbaycanın barlı-beherli ( verimli ) toprağı vehşicesine istismar ne­ ticesinde cehavetini itirmiş ( elverişliliğini kaybetmiş ) vahtile erazimizi örten meşeler ( orman ) nadanlar terefinden gırılmış, lageyd bürokrat­ ların ağalığı tebietimizin nizamını pozub indiki ve gelecek nesillerin sağ­ lamlığını ve heyatını tehlüke altına almışdır. Heç bir ağıllı insan öz evini viran etmir. Tebietimizin korlanmasının ( güzelliyini kaybetmesi ) esas sebebi ondadır ki, vetenimizi halgımızdan tecrid edib bizim yiyelik hissi­ mizi öldürübler. AHC tebietimizin gorunması üçün ilk şerti halgda bu torpağa yiyelik (sahiplik) hissini oyatmagda ve ona bu yiyeliyi heyata keçirmeye imkan yaratmagda görür.

9-1 Azerbaycan Halg Cephesi tebietin gorunması sahesindeki möv­ cud ganun ve normaların yerine yetirilmesini ve bu ganunların teleb­ lerinin Rertleşdirilmesi namine çalışır. ( 27)

667


SAYI 3 19

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

Yil.. xxvn

9-2 Sovetler müeyyen erazide yaşayan ehalinin selahiyyetli hakimiy­ yet organı kimi hemin erazide tebiyyetin veziyyetine tam cavabdehdir. Yerli sovet tebiete ziyan vuran her hansı bir müesiseni veya layiheni (tasarıyı) özünden yukarıda duran sovetin respublika veya ümumitti­ fag nazirliyinin idaresinden asılı olmayarag ( kendi yetkisiyle) leğv et­ mek hüguguna malik olmalıdır. 9-3 Azerbaycan Halg Cephesi Azerbaycan halgına has olan ekoloji tefekkürün berpası ve inkişafı üçün tebliğat aparacagdır ( propaganda yapacak ) . 9-4 Azerbaycan Halg Cephesi ehalini dürüst ekoloji me'lumatla tanış ederek içtimai re'yi formalaşdırır, ehalinin tebietin gorunması uğ­ runda fealiyyetini teşkil edir. 9-5 Azerbaycan Halg Cephesi i�timaiyyetin nezerini Bakı'da, Gen­ 1 ce'de , Sumgayıtda olan acınae8:glı ekoloji muhite yöneltmek megsedile hemin şeherlerin ekoloji felaket zonaları ( bölgeleri ) e'lan edilmesini taleb edir •

9-6 Azerbaycan Halg Cephesi respublikanın regional ekoloji kon­ sepsiyasının, o cümleden Hezer, Kür, Araz ve onlar ile bağlı kompleks programların hazırlanmasında ve tetbiginde halgın geniş iştirakını ve ne­ zaretini temin dir.

9-7 Azerbaycan Halg Cephesi milletlerarası migyasda gebul olun­ monitoring (uzun süreli nezaret) sisteminin bütün programı üzre Azerbaycan tebietiiıin veziyyetini izleyen geniş şebekenin yaradılmasına ve elde �dilen gösterici ve neticelerin gündelik metbuatda açıg dere edil ­ mesine (yayınlanmasına) çalışır. muş

Azerbaycan Halg Cephesi tebietin gorunmasını öteri igtisadi menafeden daha üstün tutarag bütün igtisadiyyatı insan ve el.ecede ce­ miyyetin heyatını ekoloji teleblere uyğun şekii de yeniden tenzim etmek uğrunda mübarize aparır. 9-8

9-9 Azerbaycanla gonşu regionlar arasında garşılıglı ekoloji mü­ şahide mentegeleri yaradılmalıdır. Azerbaycanla ohşar (benzer) iglimi ve tebieti olan ölkelerin ekologiya sahesinde topladığı tecrübe öyrenilib istifade olunmalıdır.

668

( 28 )


Azerbaycan Dünyasından :

"HEYDERBABA, GEDENLERİN GELDİ Mt?"

Prof. D r . KAmll

VEL1YEV

Agsaggal hemkarlarımdan birine bu kitab,Pa (1 ) toplanmış yazı pozu­ larım haggında danışanda ilk s{ı alı bu oldu k i, Şehriyar haggında yaz­ mısan mı ? Düzü, Şehriyar' dan yazmag arzusu heç vaht meni terk et­ meyib. Ancag, nedense yazmamışam, görünür, yazabilmemişem. Yaşlı dostumun söhbetimizdeki son sözü meni tutdu : "Sözün seh­ rinden yazıb, Şehriyar'dan yazmamag olmaz ! " Başı belalı, sözü belalı, veteni belalı ustad Şehriyar, menim size ne deyerli sözüm olabiler ... - Menim size dediyim söz üreyimin sözüdür. . . . Nağıllarda, miflerde heyali yer adları var. Adlan höyük herfle ya­ zılan bu şeherlerde, vilayet ve ölkelerde de adamlar yaşıyır.. Ancak bu yerler heritelerde yohdur. Onları insan heyalı yaradır. Ya helke 'de on­ ların torpaglar altında galan varlığını birce heyal goruyub sahlayıb. Her iki halda heyali yer adları real olmayan yerlerin, yurdların adıdır. Var olan ve danışmağa hagg veren yalnız addrr. Bir de heritelerde olan, adamlar yaşayan yerler var ki, onlar da hele bizimçün heyalidir . Tebriz, Serab, Marağa... kimi. Bu şeherleri biz her gün gözelleşdiririk. Bu şe­ herler heyalımızın şeherleri kimi öz esillerinden her gün, h er saat daha çoh ayrılır, daha çoh geribleşir ve olduğundan daha çoh gözelleşirler ... Ahı heyali şeherin zamanı da real zaman deyil. Bu zaman Garagile mahnısının zamanıdır. Bu zaman haradasa kosmik zamandır. Ve bu heyali yerlerin, heyaJi zamanın içinde heyala govuşan şair ya­ şa yır. Bu yerlerin derdi kimi. Bu yerlerin bü rüm bürüm tüstüsü kimi. Nedense mene hemişe ele gelir, dünyada en çotı gara paltar geyinen şe­ her Tebrizdir. Bu Tebriz'e gara paltar, ezizini itirmiş anaya gara pal­ tar yaraşan kimi yaraşır. Esiinde gara paltar derd deyilen möhneti ne azaldır, ne de artırır. Sadece onu ebedileşdirir, hasar çekib sahlayır ki, başga renkler, boyalar bu derd, elem deyilen memlekete girebilmesin. ( 1 ) Kamil Veliyev, Sözün Sehrl, Bakil, 1986,

(29 )

304

s. 669


SAYI 319

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

Yohsa bu yerlerin gara paltarlı şairlerinin gara geyimli sözleri he­ yaldan da çıhıp geder.. . Şehriyar'ın Azerbaycan dilinde yazdığı şe'rler bu dilin ele bir gatı­ dır ki, onu yalnız bu güdretli söz ustası yaradabilerdi. "Heyderbabaya Salam"ı men döne döne ohumuş ve magnitofanda şairın öz ifasında dinlemişem. Goca şair bu poemanı boğula boğula ohu­ yur. Suda boğulan adam ümidi geldiyi her şeye ele atdığı kimi , o da keçmişine el atır. Ve uzun iller Fars dilinin dibinde yatıb galan ana di­ linde doğma yurda, doğma dağlara, doğma kelmelerin vetenine gayıdır. "Heyderbaba, ildırımlar şahanda, Seller, sular ş aggıldayıb ahanda, Gızlar ona sef bağlayıb bahanda, Salam olsun şövketüze, elüze, Menim de bir adım gelsin dilüze . . . " Bu poemanın mende doğurduğu birinçi hiss öz gücünü bilmeyen adamın birden bire heç kesin gözlemediyi bir yerde ortaya çıhan gücü­ dür. Nann yağış bu tozanağa haradan geldi ye nece geldi ? Bu sözler özlerinin bilmediyi ele bir gücde, güdretdedir ki, yalnız ilahi kelmelerin bele bir dehşeti, hovfu , gücü olabiler. Bu sözlerin gücü gücsüzlüğüyün, zeifliyin ve zerifliyin gücüdür. Heyderbabaya gayıtmağa tagedi olmayan bir adam ebedi vida sözünü bu güdretde deyebilerdi. Başlangıcda kiçicik bir sehv, bir bucag dere­ cesinin minde biri geder olan bir yanlışlıg şairi tamam başga bir planete aparıb çıharıb : Bu uzun zamanın ve uzun mekanın sonsuz yorgunlu­ ğundan sonra gecelerin, ya gündüzlerin birinde onun gözün e getmeli ol­ duğu planet sataşıb. Ve indi me'lum oub ki, onun getmeli olduğu göy cismine çatmag üçün heç bir yere getmek lazım deyilmiş. Getmek bir serab imiş, yalançı bir ilğım imiş. Onda şair öyrene öyrene zirvesine çatdığı Fars dilinin tekine pille pille düşe düşe yanıb yandıran ürek söz­ lerini Heyderbaba'ya deyib. Eslinde Heyderbaba'ya üz tutub öz e'tira­ fını söyleyib .

. . . O dağlar, o irmaglar, o insanlar gözeldir. Çoh gözeldir. Amma ondan da gözel budur ki, şair hemin dünyanı yeniden tapıb ve bu tapdı­ ğına sevinmeye de gorhur. Bu geder sevince ürek dözelmir ... İçinde yükseldiyi Fars dili ve Fars edebiyyatının üzünde day�nan Şehriyar bu dilin tarihi boyunca gelem çalan üstadların mininden biridir.

670

(30)


SAYI 3 1 9

K. VELİYEV

YIL XXVII

"Heyderbaba'ya Salam" ise Füzuli sözünün yanında dayanmağa temiz­ liyi, gücü ve geyreti çatan sözdür. Ve men hemişe inanmışam ki, bu poemanı diline getirmeseydi, şair Şehriyar'ın ömrü yarımçıg galar ve heyatının indi gazandığı me'nasına yetebilmezdi. Eğer dünyada edalet var idise, Şehriyar o salamı Hey­ derbaba'ya bu sehrli sözlerle vermeli idi . . . . . . Mife göre Allah insanları yaradıb onları ö z zamanına çağırdı. Amma insanlar şeytanın vahtını üstün tutdular. Ve ele o vahtdan da Allah 'ın zamanından uzag düşdüler, şeytanla zamandaş oldular. Ancag herden, helke de ömründe bir defe insan gelib Allah'ın zamanından keçir ve keçende dünya aydınlaşır. . . Şehriyar sinli çağınacan ele bilirdi ki, h er şey onun yanına gelir, ona can atır. Amma bir de ayılıb gördü ki, her şey ondan keçmeye, ondan keçib getmeye gelirmiş . . . Bunu bilende adamın aldanmadığı mügeddes çağ dirildi, gerib me' Jul uşaglıg illeri Şehriyar'ı yanına çağırdı. "Heyderbabaya Salam" ustad Şehriyar'ın aydınlaşdığı çağın sözüdür. . . . Menim ohucu tesevvürümde "Heyderbabaya Salam" Şehriyar'ın Azerbaycan dilinde olan yaradıcılığının adıdır ; ana dilinde höyük usta· dm düzüb goşduğu bütün şe'rlerin bir adı var : "He}'derbabaya Salam" . . . . Men doğulduğum evin heyetinden babanda Araz'dan o üze sıra dağlar görünür. Bu dağların dibinden bu dağlar boyunca ağ şerid kimi Araz ahır. Hava aydın olanda görünür Araz. Ele ki, hava tutuldu, Araz da haralardasa itib görünmez olur. O dağlar ki, arha arhaya düzülüp sanki bir dağı yaradıb -sonra öyrendim ki- bir birinden uzagdır. Çoh uzag. Amma neyleyesen ki, ele indi de gün çırtlamazdan üzümü tuturam o dağlara ve yene inanıram ki, orada bir dağ var ---ıbizlerde deyildiyi · kimi- İran dağları. Araz da menim uşag tesevvürümde olduğu kimi galıb -ağ şerid dağlar boyunca- uzanıb gedir. Sonralar yalımdan gör­ düyüm, suyunu üzüme vurduğum, sesini saatlarla dinlediyim Araz he­ min o ağ şerid kimi doğma, eziz deyil mene. Çünki o dağların başından da yeddi sekiz yaşları bir uşag, yegin ki, bu taya bahıb ne ise görürdü. Ve o uşagla, o dağla, o şerid çayla birlikde menim üreyimde yad bir doğmalıg, doğma bir yadlıg, hele anışdırabilmediyim bir duygu yaşayırdı.

(3 1)


SAYI

319

T Ü R K

YIL xxvn

K Ü L T Ü R Ü

Sonra men bu duyğu-memleket haggınd1. çok şeyler e.şitdim,

çalı

şeyler ohuyup öyrendim. Ve günlerin bir gününde Şehriyar adlı şairin

çoh adi ve çoh geyri adi poemasını ohuyanda hiss etdim ki, bizim evin gabağından sübh vahtı gôrünen yerler ne yerler imiş . . . "Garı nene gece nağıl deyende,

Külek galhıb gap-:bacanı döyende ,

Guıd keçinin şengülüsün yeyende

Men gayıdıb bir de uşag olaydım, Bir gül açıb ondan sönra sol aydım . . . " Nedir bu sözlerin dediği bu hezin hegiget ? Nedir bu musiği ? Nedir bu aheng ? Tebiet gözelliyi mi ?

her yerde ve hemişe gözeldir.

Yoh , tebiet

Gocalıg hiffeti mi ? Yoh, bu hiffeti Farsca yazılmış, elden ele gezen

gezeller nece varsa, nece lazımsa -Hafizane- bir güdretde verib.

Dil etnografiyasının oynatdığı geribe gürbet duyumlandı mı ? Yoh, _\zerbaycan dilinde danışanları söz ve ses mö'cüzesi ile heyretlendirmek ı;etindir.

. . . Bu sözler insan ruhunun reallıgdan mife keçid yoludur. Ele bir

rol ki, ne sonu var, ne de evveli.

Bu sözlerin hegigeti başlangıcın hegigetidir. Sözlerin

oğl an gız deye Bu sözler

özünü tanıyıb bölünmeden önce tumurcug çağının n eğme si dir.

l ayla kimi, ağı kimi yarandığı .bilinmeyen zamanın sözleri dir .

Bu sözler

yuhu ile heyatın hele ayrılmadığı, gece ile gündüzün birge yaşadığı za­

manın sözleridir.

Bu sözler başlangıca gayıtmadır. Günahsızlara dönüşdür. Bu sözler

ölümle heyatın çarpışdığı yerin deyil, onların dost doğma yaşadığı dün­ yanın sözleridir.

Başlıcası ise, şair sene .ged.im şekiller gösterib ağlamsınmır. Eksine,

üreyinden gelen bir gövrle seni öz Heyderbabasına aparır, köniJl telle­ rini titredir, derdini senin derdine gatıb için için ağlayır. Dünyada her şeyi bölmek olar. Yetenden sa.vayı.

ürek bölünür, beyin bölünür, güc bölünür.

Veten bölünende

"Heyderbabaya Salam" bölünmüş vetenin ele bir ağız n e ğmesi dir ki,

sesi erşe galaya çatır. Eşitlen de eşidir, eşitmeyen de . . .

Tebriz'in küçelerinden ağı sesi gelir, u stad ! Nesil nesil gan töken

Tebriz' e ağlayan anların göz yaşı gurumadı mı, ustad !

672

(32)


SAYI 319

K. VELİYEV

YIL XXVII

Ustad, gecele r sağ yatıranı, · sehere yar alı çıhıram. Bir yanda ganı tökülen gardaşın yuhulanma gelip çıhan ağrısını hansı Azerbaycanlı özünden govabildi ? Ne vaht tükenecek bu ağı se si . Laylanı uş ağa ohu­ yarlar, nenni başında. Tebrizli analar, bacılar indi layl anı toy görmemiş oğullarının yasında ohuyurlar. Hanı Tebriz toyları ? Hanı Azer'in Tebriz geder derin muğamlan ? Hanı Tebriz aşıgları ? Hanı Sekine daygızı ? Tebriz'de halça tohuyurlar mı ? Tohuyurlarsa butası gıpgırmızı göz yaşıdı mı ? Tebriz'den Garagilen ' i hara sürdüler ? Ustad, s en derdini Heyder­ baba'ya dedin, bes biz kime deyek ? Ustad, u şaglıg ill erimde düz saat 12'de Araz'ın o tayından Mustafa Payan her s özünün başı "veten" deyib gan yaş dolu sesiyle haray çe­ kerdi. Ele hemin vaht ele yanğılı, ağl ar sesle Ağabala kişi Araz'ın bu tayından "gardaş" deyib fegan ederdi . Günahkar günahsız Araz bu sesleri heç vaht unutmaz. Heyderb aba , Şahdağ , Savalan. . bir birine garışıb yaşayar. Derd dilini bilmeyen u şağa derdden yatag salan, yuva guran Mus­ tafa Payan harada galdı ? Bes "Derdli bu heste cana gelsin-gelmesin ? " deyen Ağabala kişi hara getdi ? Derdli h amını günahkar tutar, ustad. Yaraların gözünü go­ paran Muı.;ıtafa Payan da, Ağabala kişi de, siz de, Resul Rıza. da, Sü­ leyman Rüstem de, Bahtiyar da günahkardır. Dilini bilmediyi derdi uşağa verib uşaglıg günlerini zorla elinden alan sizsiniz, derdde yanıb yandıran da, "Gem üste gem galadan da. . . " Han Araz da su çludur , gözü yaşlı Heyderbaba da... Günaha batmış düny ada günahkar olmayan kimdir, ustad, göster gerej( , kimdir ahı ? Günah deyilen şey iki cürdür, ustad. Bir işlenmiş günah ki, onu yal­ nız ölüm yuyabiler. Bir de işlenmemiş, sanki yuhud a baş vermiş, baş­ galannın etdiklerinden gelen günah ki, insan onu yumag uçun bütün ömrü boyu ezab çekir. Biz ikinci günahın sahibiyi k, ustad. ölünce ezab çekmeliyik : "Bir de heyhat, bir de heyhat .. . ' 1

* * * özü özünde azmış dahi şairi ohuyur ve ohudugca ağlayıranı ki, ge-

rek ne geder mürekkeb, zengin , çok yollu , çoh rengli alasan ki, özün özün (33)

67 3


SAYI 319

T Ü R K

YIL XXVIl

K Ü L T Ü R {'

de azasan, itirdiyinle gazandığın garışıg düşe. Ve tebiet sene o geder tebgüc vere ki, özünde dolaşasan, özünü arayasan, tapdığın da ola, tap­ madığın da... Ay işığına söylenmiş sözlerin gümüşü kölgesi gö zlerimi zi n gabağın· da sayrımış. Burada siibh açılınır, "sübh yarılır". Ve dünyanın söz us­ talarından biri ustad Şehriyar bu yarılmış sübhden dünyamız8: dahil olur. . . "Dede Gorgub"da deyilir ki, "Hagg Teala onun könlüne ilham ederdi". Bu, insanın Allah'la mehremliyine işaredir. Füzuli

deyir ki : "Değilsen çohdan, ey gerdün, cahan seyrinde yoldaşım, Nola hein olsa geddin, senden artıgdır menim yaşım . . . "

Bu, Füzuli'nin zamanla, tale ile behse girmesidir. "Heyderbaba, çekdin meni getirdin, Yurdumuza, yuvamıza yetirdin, Yu sifivi uşag iken iÜrdin, Goca Ye'gub, itmişsem de tapıbsan, Govalayıp gurd ağzından gaprbsan ! "

deyen Şehriyar öz derdini doğma Azerbaycanla bir yerde görür ve üzü­ nü Heyderbaba'ya tutarag tale oyununu açıg aşkarlayır. Aşıg Elesker dağlara bahıp öz ömrünü danışdığı k imi, Aşıg Dilgem "Ahiret emeli bed olan dağlar" deyib köks ötürdüyü ki mi , Vurgun dün­ yadan küsüb dağlara penah getirdiyi kimi.. .

Gözlediyim adamlar gözlemediyim adamlardan azdır . . . . Birinci sinifden ikinci sinife geçende -düz sentyabrın l'de bir sinif yoldaşımız derse g elmedi . O gara gızı hele de gözleyirem. Gara telli göyçek oğlanın heç vaht olmayacag toyunu gözleyirem. Meni tanımayan, gözlemeyen o gızın döngeden çıhmağını gözleyirem Pehlevan dostumun sine daşını gezeble yere çırpıb üstünün tozunu güle güle sildiyi anı gözleyirem. Her gün anamı gözleyirem. Oğlanlarımın sevgi gününü gözleyirem. Gözleyirem görüm çatma ga.ş atamın on dört yaşlı ala gözlü sev­ gilisi dersden ne vaht çıhacag. "Heyderbaba"da dayanıb dünya yaşlı ustad Şehriyar'ın gelmeyini gözleyirem ( * ) . ( * ) Bu yazı müellifin Sözün Sehri, (Bald1, 1986, s. 222-228)

adlı eserinden bugün­

kü T!lrk alfabesine Halil Açıkgöz tarafından aktarılmıştır .

674

( 34)


KKTC TARİHTEN SİLİNEMEZ

Dr. H. Fikri AI.ASYA KKTC Cumhurbaşkanı Danışmanı

Kendilerini Bizans'ın varisi olarak gören Rum-Yunan ikilisi Megali ldea programlarında yer alan -tarihin hiçbir devrinde Yunan İdaresine girmem� bulunan___: Kıbrıs'ı Yunanistan'a ilhak etmek gayesiyle yıllar boyunca ellerinden gelen herşeyi yapmaya çalışmışlardır. ve bu tutum­ larını devam ettireceklerine hiç şüphe yoktur. Birleşmiş Milletlerden Rum halkına Self Determinasyon hakkı ve­ rilmesine dair bir karar almaya defalarca muvaffak olamayan Rum­ Yunan ikilisi, Kıbrıs'ta bir terör örgütü olan EOKA'yı 1951 yılında kur­ mak üzere Albay Grivas'ı görevlendirmiştir. 1953 yılında Makarios da­ hil, yetkili Yunanlılar EOKA andı içmişlerdir. EOKA teroristlerinin malzeme, teçhizat ve silahlarının tamamlanması ve eğitimin bitirilme­ sinden sonra 1 Nisan 1955 tarihinde EOKA harekatına geçilmiştir. tki cephede savaşmamak için ilk saldırı İngilizlere karşı yapılmıştır. Ancak ayni gün "Dighenis" takma adı ile Grivas yayınladığı bildiride : "Kar­ şımızda iki düşman vardır. Birincisi İngilizlerdir. İkincisi Türklerdir. İn­ gilizlerle . savaşarak onları adadan kovacağız. İkincisi Türklerdir, onları imha edeceğiz" demiştir.

Bu durum, Kıbrıs Türkünün kaderinin ne olacağını açıklamıştı. Kıb­ rıs Türkü tam manası ile savunmasız yakalanmıştı. Silahı yoktu, eği­ timi yoktu. Elinde silahı olan Türkler sadece Türk polisleri idi. Rumlar, Türk polislerini ENOSİS'e engel gördüklerini ve yollarına çıkacak olan­ ikazlarına ları imha edeceklerini açıklamışlar ve Türk makamlarının rağmen, Rumlar, Türk polisleri kurşunlayarak şehit etmeğe kalkışmış­ lardır. Böylece Kıbrıs Türk halkı teşkilatlanmak ihtiyacını duymuş ve 1958 yılında Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) 'nı kurmuştur. EOKA'­ ya kıyasla çok zayıf durumda bulunmasına rağmen Türk halkı şanlı Türk bayrağına sarılarak ve Anavatan'a güvenerek inanç dolu göğ­ sünü düşmana siper ederek kan dökmüş, can vermiş ama Anavatan'ın ( 35)

675


SAYI 3 19

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

mümkün olan maddi-manevi desteği ile şanlı Türk bayrağım yere düşür­ memiştir. Bunun neticesinde 1959 yılında Zürih ve Londra Antlaşmaları imzalanmış, Kıbrıs Türk halkının eşit statü ile kurucu ortağı olduğu Kıbrıs Cumhuriyeti, 15-16 Ağustos 1960 gece yarısı ilan edilmiştir. An­ cak Makarios, 1960 Anayasası'nda Türklere tanınmış bulunan hakları hiçbir zaman vermemiş ve Anayasanın tatbik kabiliyeti olmadığı görü­ ı;ıünü ortaya atarak dünya kamuoyunu lehine kazanmaya çalışmıştır. A nayasaya 13 tadil maddesi hazırlamış ve garantör devletlere sunmuş­ tur. Türk tarafı tadil tekliflerini 6 Aralık 1963 'de reddetmiştir. Türk halkının direnişi karşısında, ENOSİS'e engel gördüğü Türk halkım AKR1TAS Plaruna göre imha etmeğe kalkışmış ve 21-25 Aralık 1963 "Kanlı Noel" olayları'm gerçekleştirerek tarihe kara bir sayfa yazdırmıştır. Türkler 92 şehit, 475 yaralı ve pek çok kayıp vermiştir. Bu feci saldırıyı bir din adamı olan Makarios, yüzü kızarmadan dün­ ya'y a "Türkler isyan etti. Tenkil hareketi b aşl amıştır" sözleri ile ilan etmiştir. Binbaşı Dr. Nihad İlhan'ın eşi, 3 yavru sunu alarak banyo küvetine sığınmıştı . İsyan eden bu insanlar mı idi ki Rum-Yunan as­ kerleri banyo küvetindeki bu masum insanları kurşun yağmuruna tu­ tarak katletmişlerdir. Bu olaylardan insanlığın utanması 18.zımdı. 25 Aralık 196S günü Türk jetlerinin Lefkoşa sem8.la.rında ihtar uçuşu yapması üzerine, Makarios "Ateşkesi" kabul etmiştir. Ancak dik­ kate şay an dır ki 26 Aralık 1963 günü Ayvasıl'daki savunmasız Türk­ leri topluca katlettirerek çukura attırmıştı r. 1 Ocak 1964 tarihinde de Makarios, Kıbrıs CUmhuriyet'ine hayat ve rmiş olan 1959 tarihli Zürih ve Londra Antlaşmalarının feshedildiği­ ni ilan etmiştir. Böylece meşru Kıbrıs Cumhu riyeti ortadan kalkmış , Kıbrıs Türk halkının haklarım gasbetmiş, kanuni statüsünü kaybetmiş bulunan bir Kıbrıs Rum Yönetimi ortaya çıkmıştır. Bu durum da Rum Yönetimi gibi gayrı · meşrudur.

Rum-Yunan ikilisinin ge rçekleştirdiği Kanlı Noel olaylarının Kıb­ rıs Türk halkı için hayati tehlike teşkil etmiş olmasından dolayı Ma­ karios ile Dr. Küçük'ün müştere k talebi üzerine İngiliz askerleri 29 Ara- . lık 1963 günü Lefkoşa'da Yeşil Hat'ta girmiş ler, böylece Kıbrıs fiilen ikiye bölünmüştür. Birleşmiş Milletlerin 4 Mart 1964 tarihli kararı ile Ada'ya BM Barış Gücü yollanmış ve İngiliz askerlerinin yerini Barış Gücü almıştır. ( Bu gün de Barış Gücü Kıbrıs'ta bulunmak t adır. ) Bunun sebebi Rum-Yunan ikilisidir. Ancak Rum-Y'Ull an ikilisi ENOSlS gaye­ sinden v azgeçm emi ş , 1964 yılında Türk köylerine saldırılar yapılmıştır. 676

(36)


SAYI 3J 9

H. F. ALASYA

YIL XXVII

Garantör Devlet olan Türkiye müdahale etmek isteyince ABD Cumhur­ b�kanı Johnson 5 Haziran 1964 tarihli mektubu Başbakan İnönü'ye yollayarak buna ınani olmuştu. Bundan cesaret almış olan Rum-Yunan ikilisi . 6-9 Ağustos 1964 tarihinde Erenköy'de bulunan bir avuç köy halkı ile 500 kadar Üniversite öğrencisinin direnişini çökertmek için, BM Ranş Gücü Komutanı General Timaya'nın gözleri önünde büyük bir saldırıya girişmiştir. Türk makamlanmn ikazlarına rağmen Barış Gü­ cü hiçbir müdahalede bulunmamıştır . Türk Hava Kuvvetleri müdahale etmek zorunda kalmış ve Erenköy mücahitleri denize dökülmekten kur­ tarılmı§tır. Ancak ABD Başkanı Johnson'un tutumundan cesaret al­ mış bulunan Rum-Yunan ikilisi, 1 5 Kasım 1967 tarihinde Geçitkale ve Boğaziçi köylerindeki savunmasız Türklere karşı Grivas komutasındaki Rum Milli Muhafız Ordu su , EOKA teröristleri ve kanunlara aykırı ola­ rak Kıbns'a sokulmuş bulunan Yunan Tümeniyle harekata girişmiştir. Barış Gücü , askerlerinin telsizlerini bile kıracak kadar ileri gitmiş bu­ lunan saldırganlara karşı hiçbir tepkide bulunmayarak zaafını göster­ miştir. Saldırganlar 80 yaşındaki bi r imamın üzerine gazyağı dökerek yakacak kadar canilik yapmı şlardır. Bu feci durum karşısında T.C. Hükümeti, TBMM'den "Türk Sil3.h­ lı Kuvvetleri"ni kullanma karan almış ve askeri birlikleri Güney 'e in­ tikal ettirmiştir. Bu defa yine ABD Oumhurbaşkam Johnson, Cyprus Vance'i özel Temsilci olarak görevlendirmiştir. Vance, bu defa Ankara­ Atina-Kıbrıs arasında mekik diplomasisi ile 1 .C. ültimatomunu kabul ettirmiş ve çıkarmayı önlemiştir. Meselenin "İkili Görüşme" ile çözüm­ lenmesine kara verilmiştir. nk "İkili Görüşme" 1968 yılında 3 Haziran günü Beyrut'ta başlamış ve sonra Lefkoşa'da devam etmiştir. Bugüne kadar aralıklarla, değişik yerlerde, değişik seviyedeki heyetler arasın­ da sürüp gitmektedir. Ne Denktaş-Makarios ne Denktaş-Klerides ne de Denktaş-Kipria­ nou arasında bir · anlaşmaya varılabilmiştir. Tabii ki Vasiliu ile de bir anlaşmaya varılması mümkün değildir. Çünkü Rum-Yunan ikilisi, Ma­ karios'un tesbit ettiği müzakere taktiğini takip etmektedir. Yani görüş­ melere isteksiz oturulacak, taviz koparılacak, fakat anlaşmaya varılma­ dan bir bahane bulunarak masa terkedilecekti. Ta ki ENOS1S'e giden yolu açmış olan bir mutabakata varılmış bulunulsun. Zira Rumların : "Bü­ tünü ile Elen olarak aldığımız Kıbns'ın bir karış toprağını dışarda bı­ rakan bir anlaşmaya imza atan vatan hainidir" diye bir kar�n vardır. İşte bundan dolayıchr ki Kıbrıs Türk halkına azınlık dışında bir hak tanıyan hiçbir anlaşmaya Rum-Yunan ikilisi asla evet demiyecektir. (3 7)

677


SAYI 319

T Ü R K

YIL XXVII

K Ü L T Ü R Ü

Rum-Yunan ikilisi, bu gayesine ulaşmak için her çareye başvur­ muştur ve böyle yapmaya devam edecektir. Ancak taktik değiştirerek neticeyi elde etmeğe çalışacaktır. Nitekim Makarios, 1967 yılında Türkiye'nin müdahale kararı al· masından ve Türk Silahlı Kuvvetlerini Güney'e intikal ettirmesinden ders almış ve "Uzun Vadeli mücadele" kararına varmıştır. Türklere iktisadi ambargo tatbik etmek, Ada'da hayatı yaşanmaz hale sokmak, Türklere Avusturalya'da iş bularak Ada'ya 10 yıl süre ile dönmemek şartı ile onları Kıbrıs'tan uzaklaştırmak ve Türkiye'nin zayıf durumd a olduğuna kanaat getirdiği bir zamanda, ENOSİS'i gerçekleştirmek ; uzun vadeli mücadelenin esaslarını teşkil ediyordu. Ancak bu tutum ve dav­ ranış, Yunan Cuntası'nın işine gelmemiş, bir an önce ENOSlS 'in ger­ çekleştirilmesi ile dahilde perestijini yükseltmek istemiştir. Bunun bir neticesi olarak Makarios ile Atina'nın arası açılmış ve 15 Temmuz 1974 günü Yunanlı Subaylar ile EOKA-B men9Upları Mak arios 'a karşı bir darbe gerçekleştirmişlerdir. Makarios'un Başkanlık S arayı yakılmış ve Makarios'un öldüğü, Kıbrıs Rum Radyo ve TV'sinden ilan edilmiştir. Makarios taraftarları bu iç savaşta darbeciler tarafından öldürülmüş ve aralarında Türklerin de bulunduğu ö lü ve yaralılar, Yeni Rum me­ zarlığı Papazı Papatsestos'un mahkeme huzurunda itiraf ettiği gibi kam­ yonlar dolusu ve bazıları canlı canlı çukurlara atılmışlardır. Bu iç savaşta binlerce Rum'un Makarios t araftarıdır diye öldürül­ düğü, olayın görgü şahitleri tarafından açıklanmıştır. Ama Rum-Yunan ikilisi, öldürülmüş olan Rumları kayıp diye göstererek hesabını Tiirk tarafından sormaktadır. Darbe'de Makarios kıyafet değiştirerek Başkanlık S arayından kaç­ mayı başarmış ve İngilizler tarafından uçakla Ada'dan çıkarılmıştır. Darbeciler Makarioş'un yerine "İnsan Kasabı" diye ün yapmış bir EOKA'cıyı yani Nikos Sampson'u hemen Cumhurbaşkanı makamına oturtmuşlardır. Sampson, ilk iş olarak "Kıbrıs Helen Cumhuriyeti" ni ilan etmiştir ki bu da 1960 Anayasasına aykırıdır ve bugün de .gayrı meşrfi.dur. Hiç şüphe yoktur ki bu "Kıbrıs Helen Cumhuriyeti" adın dan da anlaşılacağı gibi, adı söylenmemiş " ENO StS İLHAK" demek­ ti ve sıra Kıbrıs Türk halkının imhasına gelecekti. Nitekim Makarios, 19 Temmuz 1974 günü, BM Güvenlik Konseyinde yaptı ğı konuşmada "Kıbrıs'ın Yunanistan tarafından işgal edildiğini, Kıbrıs'ta sokaklarda tankların dolaştığını, resmi binalarda Yunan bayraklarının dalgalandı­ ğını , ambulansların sürekli olarak yaralı taşıdıklarını ve Türklerin del ­

=

678

(38)


SAYI 319

H. F. ALASYA

YIL XXVII

tehlikede olduğunu" ifade etmi ştir. Yine Nikos Sampson daha sonra yaptığı bir açıklamada "Türkiye müdahale etmeseydi sadece ENOSİS'i ilan etmekle kalmayacaktık , ayni zamanda Türkleri de imha edecektik" demiştir. Bilgisi dahilinde Türkleri imha etmek için hazırlanmış bulunan planlardan haberi olan Makarios'un bu açıklaması, T.C. Hüküınetini Garanti Antlaşmasının IV. m addesin e göre müdahale etmek zaruretinde

bırakmıştır. Ancak Türkiye tek başına müdahale etmiş ve işgalci du­ rumuna düşmüş olmamak için garantör Devletlerden biri olan İngilte­ re'ye zamanın Başbakanı Bülent ECEVİT'i göndererek, müşterek mü­ dahale edilmesini teklif etmiştir. Ancak her zaman için Rum-Yunan t a­ rafını tutan İn gilt ere, Türkiye'nin bu teklifini reddetmiştir. Bunun üze­ rine Türkiye 20 Temmuz 1974 t arihinde Kıbrıs Türk Barış Hareka­ tını başlatmıştır. 3 gün süren bu harekat neticesinde Girne-Lefkoşa ara­ sında bir köprübaşı kunılmuştur ve . BM ' lerin ateşkes kararma uyulmuş / tur. Güvenlik Konseyi'nin aldığı 353 sayılı Karara göre Garantör Dev­ letlerin Temsilcileri 25 Temmuz 1974 günü Cenevre'de t opl anmı şlardır. Türki ye 'n in taleblerinin büyük bir kısmının kabul e dildiği bu toplantı­ da, 30 Temmuz günü bir protokol imzalanmıştır. Birinci Cenevre top­ lantısında v arılmış bulunan mutabakatların en önemli tarafı 3 Dışi ş leri Bakanı'nın "Kıbrıs Cumhuriyetin' de Kıbrıs Rum Toplumu ve Kıbrıs Türk Top lumu olmak üzere 2 Otonom İda renin var ol du ğunu not etmiş" olmasıdır. Fakat bu karardan Rum-Yunan ikilisi memnun olmamı ştır . Çünkü tam ilhak yapılmış iken, Tü rk iye' ni n müdahalesi neticesinde k azanmı ş olduğu zafer, ilhak rüyalarını suya düşürmüştü. Bunun için Birinc i Ba­ rış Harekatı'nda Türk askerinin ulaşamadığı yerlerdeki Türk h alkına karşı saldırılar, ırza geçmeler ve katli amlar devam etmişti. Bu feci olay­ lar dünya basınında yüz kızartıcı olarak yer almıştı r. İngiliz Lordlar Kamara sı Üyesi Lord New al : " 1974 yılında Türk askeri müd ah alesi olm asaydı , Ada'da Türk kalmayacaktı" demiştir. Rum-Yunan ikilisi, I. Cenevre Protokolu'ndan zaman kazanıp Ada'ya takviye askeri kuvvet çıkararak ço k dar bir bölgede, son derece hassas durumda olan Türk askerini denize dökmek taktiğini tat­ bik etmeyi tercih etmiş ti . Nitekim Kıbrıs Türk ve Rum Temsilcilerinin de katıldıkları 2. Cenevre Konferansında da bu t aktiği t atbi k etm eğe ç alışmışla rdı r . Türk tarafı bu t aktiğin farkına varmış ve İngiliz des­ t ekli 48 saat müsaade talep eden Rum-Yunan oyununa gelmemiş, 2. (39 )

679


SAYI 319

T Ü R K

·�nL xxvn

K Ü L T Ü R Ü

Cenevre Toplantısı olumlu neticeye varmadan dağılmış ve 2. Barış Ha­ rekatı, 14 Ağustos 1974'de başl amı ştır. Doğu ve Batı i stikam.etinde ge­ lişen 3 gün süreli 2 Harekat neticesinde bir taraftan Magosa'ya diğer taraftan da Lefke'ye kadar olan bölge ele geçirilmiş ve Kıbns Türk halkına barış içinde hayatını idame ettirecek olan bir bölgenin sınır­ ları Mehmetçik ile Mücahit'in kanları ile çizilmiş, böylece Kıbns'a ba­ rış ve huzur getirilmiştir.

Kıbrıs Türk Barış Harekatı neticesinde Kıbns'ta Sampson ve Ati­ na'da Cunta iktidardan düşmüştür. Ada'da terör durmuştur Bugüne kadar Rum kesimine karşı Türk kesiminden hiçbir saldırı olmamıştıı·. 1963 yılında İngiliz askerlerinin girdiği Yeşil Hat, Türk ve Rum böl­ .

gelerinin

sınırını teşkil etmiştir.

BM Genel Sekreteri , 25-26 Ağustos 1974 günl erinde Kıbns'ı zi­ ziyet etmiş, Kıbrı s Türk ve Rum toplumları li derleri ile istiş arede bu­ lunmuştur. Bu temaslar sonucunda Denktaş ile Kleri4es arasında Lef­ koşa'da ikili görüşmeler başlamıştır. Bu görüşmeler neticesinde Kıl> rıs'ta Türk ve Rum savaş esirlerinin serbest bırakılması, 23 Eylül 1974 günü b aşlamı ş ve 1974 yılı Ekim ayı sonu nd a tamamlanmıştır. Ancal4 Kıbrıs Türk toplumuna yeni sınırlan içinde devlet hizmeti verilmem i çin, yeni şartlara göre kurulmuş bulunan Genel Komite idare şekli za man seyri içinde değişip 13 Şubat 1975 günü Kıbrıs Türk Federe Dev leti ilan edilmiştir. Bu durum R'llm tarafının tutumunu değiştirmiştir. Halbuki KTFD'­ nin ilan edilmiş olması, kurulması düşünülen Federal Kıbrıs Cumhuri­ yeti'nin Türk kanadını t�kil etmekti Çünkü Federasyon eşit statülü devletleı arasında kurulabilir. Fak at Rum-Yunan ikilisi, KTFD ilinını bahane ederek, İkili Görüşmeleri sürekli surette sabote etmiştir 1975 yılı içinde Klerides ile yapılan ilgili görüşmelerden bir netice alınmamış­ tır. Makarios ise 19 Temmuz 1974 günü BM Güvenlik Konseyinde Yu­ nanistan'ın Kıbrıs'ı işgal ettiğine dair olan beyanatını unutarak. Tür­ .

.

kiye'nin Kıbrıs'ı Yunan işgaline mani olmak ve Türkleri mutlak bir imhadan kurtarmak için gerçekleştirdiği Barış Harekatını Kıbns'ın iş­ gali olarak dünya kamuoyunda prop agand a etmeğe başlamıştır. Maka­ rios daha ABD'e iken Yunan lobisini harekete geçirmiş ve Türkiye'ye sil ah ambargosu uygulatmaya muavfak olmu ştur Bu ambargo 26 Ey­ .

lül 1978 tarihine kadar da devam etmiştir.

7 Aralık 1974 günü Lefkoş a'ya gelerek Cumhurbaşkanlığı koltu­ cesaret alarak ğuna oturmuş olan Makari o s ABD Ambargosundan "Umn Vadeli Mücadele" takti ği ni yeniden uygulamaya koymuştur . ,

680

( 40)


SAYI 319

H . F. ALASYA

Rum-Yunan

ve

ikilisi,

görüşmeleri

sabote

YIL XX VII

ederek zaman

ABD Ambargosu neticesinde Türkiye'nin zayıf

kazanmaya

düşmesinden

ENOSİS'i gerçekleştirme taktiğine başvurmuştur. Bu oyun bugün nen

devam

sonra

de

ay­

etmektedir.

Türk tarafı bu taktiği anladığından ikili göriişmelerin

devam etmesinde

başlayıp

israr etmiş ve Makarios ikili görüşmeleri kabul etmek

zorunda kalmıştır. Birincisi 27 Ocak ve ikincisi ise 12 Şubat 1977 gün­

lerinde

gerçekleşmiştir. BM G€nel Sekreteri Dr. Kurt Wald.heim'ın da

katıldığı toplantıda 4

maddelik

bir

anlaşma üzerinde

mutabık

kalın­

mış olup Kıbrıs'taki iki toplwndan ve her toplumun yönetimi altındaki top­ raklardan, Federal Hükümetin görev ve yetkilerinin iki toplumlu nite­ liğinden

bahsedilmiştir.

İkili görüşmelere devam edl'lmiş, 11 kere toplanılmış ama Rum ta­ rafının kabul edilmesi mümkün olmayan taleplerde bulunmasından do­ layı, anlaşmaya varılmasına imkan olmamıştır. Çünkü Makarios, ENO­ S!S için yaptığı yemine sadık kalarak Türklere basit bir azınlık hakkı vermek için çalışmıştır. Makarios'un 3 Ağustos 1977 tarihinde ani ola­ rak ölümünden sonra yerine Demokratik Parti Lideri, fanatik ENOSIS'çi olan Spiros Kyprianou getirilmiştir.

S. Kyprianou , büyük bir lider olarak tanınmış bulunan Makarios'un ardından lider olunca kendisini kabul ettirmek zorunda kalmıştır. Yap ­ mış olduğu bütün konuşmalarda her zaman ENOSİS'ten ikili görüşmelere karşı olumsuz bir şekilde tutumu gayet normaldi.

sözetmiş ve

davranış sergilemiştir. Bu

Çünkü senaryo Atina'da yazılmaktadır.

Yine Türk tarafıru n ısrarı üzerine BM G€nel Sekreterinin baskısı ile ikili görüşmeler başlamıştır. Fakat Türk tarafımn 13 Nisan 1978 gü­ nü Viyana'da G€w�I

Sekretere sundıuğu ve G€nel Sekreterin 19 Nisan

1978 günü S. Kyprianou'ya elden verdiği teklifleri, S. Kyprianou,

tek

sayfasını bile okumadan reddetmiştir. Buna rağmen Tii r k tarafı ağırlı­ ğını koymuş ve Denktaş-Kyprianou görüşmesi

18-19 Mayıs 1979 günü

Lefkoşa'da yapılmıştır.

19 Mayıs 1979 tarihinde taraflar, Denktaş ve Makarios'un 4 maddelik mutabakatına dayalı 10 madde üzerinde anlaşmaya vaİ-nıışlardır. 10 mad­ de üzerindeki detayların tesbiti için ikili görüşmeler devam etmiş, fa­ kat Rum tarafı menfi tutum sergileyerek neticeye varılmasını önlemis­ tir. Gayret yine Türk tarafına düşmüş ve

5 Ağustos 1981 günü 5 mad­ delik bir teklif paketini BM G€nel Sekreterinin Özel Temsilcisi Hugo obi'ye vermiştir. Fakat S. Kyprianou, 16 Ağustos 1981 günü Astrome('4 1)

68 1


T ÜR K

SAYI 3 1 9

K ÜL T ÜRÜ

YIL xxvn

r---- ������� -���- -����

rit Köyünde tertiplettiği bir mitingde yaptığı· konuşmada Türk öneri­ lerini reddetmiş ve konuyu Milletlerarası forumlara götürmek için her türlü faaliyette bulunacağını açıklamıştır. Başpiskopos Hrisostomos da ikili görüşmelerin kesilmesini ve denenmemiş metotlarla Türk askerle­ rinin Kıbns'tan kovulmasını yani ENOS1S 'in gerçekleştirilmesini iste­ miştir.

29

Eylül

nides, Türk

1981

tarfına

günü yapılan görüşmede Rum görüşmeci Y. Yuan­ bir

muhtıra

vermiş, teklif

görüşmele­

paketinin

re zemin me;vdana getirmediğini bildirmiş ve karşı tekliflerinin ileri.ki bir tarihte verileceğini söylemiştir. Böylece bir kere daha oyalama tak­ tiğine başvurmuştur. Bu &rada Andreas Papandreu da Kıbns'ın bir He­ len adası olduğunu ileri sürerek Kyprianou'y11 desteklemiştir. Türk tarafının meseleye Kıbrıs 'ta, görüşme masasında çözüm bu­ lunabileceğini ısrarla savunmasına rağmen Rum-Yunan i1tllisi, BM Ge­ nel Sekreteri'nin ikazlarına bile 5nem vermeden görüşmeleri kesmiş ve yılında Yeni Delhi'deki Bağlantısızlar Zirve Toplantısına girmiş­

1983

tir. Yeni Delhi'de kendi �ehine çıkarmış olduğu tek taraflı kal'arı, BM Genel Kuruluna getirerek lehte,

5

aleyhte,

20

1983

yılının

13

Mayıs tarihli kararını

103

çekimser oyla çıkarmış ve Kıbrıs Rumları "V" zafer

işareti yaparak Kıbrıs'a dönmüşlerdir. Bu karar, Kıbrıs Rum Yönetimi­ nin Kıbns'ın tamamına b1kim olmasını sağlamak için bütün hükümet­ leri destek sağlamaya çağırıyordu, yani KTFD'nin ortadan kaldırılma­ sını teklif ediyordu. Böyle bir kararın Türk tarafınca kabul edilmesine

elbette imkan yokt ıı. Bunun sonucu olarak Kıbrıs Türk halkı,

1983

20

Mayıs

günü KTFD Başkanı Denktaş'a "Bağımsızlık" talep eden bir muh­

tıra vermiş ve Devlet Başkanı muhtırayı kabul etmiştir. Gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra Kıbrıs Türk Federe Meclisi,

15

Kasım

1983

günü Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni

oy

birliği ile

kabul ve resmen ilan etmiş ve aynı gün Garantör Devlet olan Türkiye tarafından resmen tanınmıştır. KKTC'nin ilanından hemen sonra,

Kıbrıs Türklerinin imha edilişi

sırasında ses çıkarmamış bulunan Garantör Devletlerden biri olan tn­ giltere'nin öncülüğünde Rum-Yunan ikilisi, BM Güvenlik Konseyine mü­ racaat etmiş ve KKTC'nin ilanının geri alınmasını talep etmiştir.

17

Kasım

1983

günkü Güvenlik Konseyi toplantısında KKTC Cum­

hurbaşkanı Denktaş, Kıbrıs meselesinin kısa bir tarihçesini yapmış ve bu hale gelinmesine, Rum-Yunan ikilisinin sebebiyet vermiş olduğunu açıklamıştır. günkü ve

682

Fakat, maalesef Güvenlik

541

Konseyi'nden

17

Kasım

1983

sayılı karar çıkmıştır. Bu kararla KKTC'nin ilanının ge-

(42)


SAYI 319

YIL XXVII

H . F. ALASYA

ri alınması talep edilmiştir. Güvenlik Konseyi bu kararı ile kendi yasa­ larına ters hareket etmiştir . Çünkü BM İnsan Hakları Belgesinde : "si­ yasi statülerini serbestçe belirleyebildikleri ve ekonomik, sosyal ve kül ­ türel gelişmeleri serbestçe takip ettikleri takdirde, bütün halklar self­ determin a syon hakkına sahiptir" denilmektedir. Cumhurbaşkanı Denktaş , 17 Kasım günkü konuşmasında, ikili gö ­ rüşmeler yolu ile eşit statü ile bağlantısız

Federal Kıbrıs

iki bölgeli , iki toplumlu, bağımsız ve

Cumhuriyeti ' nin

kurulmasına

kapının

açık

tutulmuş bulunduğunu resmen ifade etmişti. Buna rağmen Rum-Yunan ikilisi, hükümetler ve kilise olarak KKTC aleyhine her türlü propagan­ daya hız vermişler hatta "Haçlı Seferi" ilan etmişlerdir. Rum-Yunan ikilisinin bu olumsuz tutumuna karşı Cumhurbaşkanı Denktaş, 2 Ocak 1984 günü düzenlediği basın toplantısında Rum tara­ fına bir "iyi niyet paketi" sunmuştur. Bu paket Perez de Cuellar tara­ fından da olumlu bulunmuştur. Perez de Cuellar'a "iyi Hizmet Göre­

vi" nde

Türk tarafının yardımcı olmaya devam edeceği de ifade edil­

miştir. Hal böyle olduğu halde Rum-Yunan ikilisi , KKTC'yi "Sahte Dev­ let" diye dünyaya takdim etmiş ve KKTC'ni işgal altında bölı;e olarak göstermiştir. Halbuki Kıbrıs'ın Yunanistan tarafından işgal edilmiş ol ­ duğu, Makarios tarafından 1 9 Temmuz 1974 günü Güvenlik Konseyin­ de resmen beyan edilmişti. Yunanistan Başbakanı A. Papandreu da 1981 yılı Aralık ayında , k anunlara aykırı olarak , Kıbns'a asker sokmuş ve yaptığı bir konuşmada "Türkiye Kıbrıs'taki askerini çekecek olursa ben de askerlerimi çekerim"

demekle Ada'nın Yunan işgali

altında bulun­

duğunu itiraf etmiştir. Bağlantısızların ve BM'lerin 541 sayılı k ararını arkasına alan Rum­ Yunan ikilisi, uzlaşmazlığını tırmandırmıştır. BM Genel Sekreteri Perez de Cuellar "İyi Hizmet

Görevi" icabı

Denktaş

ve

Kyprianou

arasın­

da Newyork'ta gerçekleştirdiği "Odalararası Diplomasi " neticesinde va­ rılmış bulunan mutabakatları "Taslak Anlaşma Metni'1 olarak 11 Ocak

1985 günü ve ikincisi "Çerçeve Anlaşma Metni" ni de 29 Mart 1986 günü taraflara takdim etmiştir. Denktaş her iki metni de hemen ka­ bul etmiş, fakat Kyprianou reddetmiştir. Bu tutumdan dolayı Rum Tem­ silciler Meclisinde açılmış bulunan Genel Görüşme sonunda Kyprianou'­ ya güvensizlik oyu verilmiştir. Politikası Kyprianou, 21 Şubat

1988

beğenilmemiş

olan

Spiros

günü yapılmış olan Cumhurbaşkanlığı seçi­

mini kaybetmiş, yerine Kıbrıs siyasi hayatında adı hiç geçmeyen , EOKA'-

( 43 )

683


SAYI 3 19

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

ya mali destek sağlamış olan ve Komünist AKEL Partisi tarafından

yüzlü, geçmişi karanlık pazarlamacı iş adamı

desteklenmiş olan güleç

Yorgo Vasiliu Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Nevzuhur Vasiliu da KKTC Cumhurbaskanı

Denktas'ın

..

tanısına

..

teklifini

..

reddetmis

ve

..

muhatabı-

git-

nın T.C. Başbakanı Turgut ÖZAL olduğunu söyleyecek kadar ileri mi ş tir. Yorgo Vasiliu da

ikili görüşmelerde Makarios ile Kyprianou'nun "lyi H iz­

uyguladığı taktiği uygulamaya başlamıştır. Perez de Cuellar'ın

met Görevi" çerçevesinde Newyork'ta ve Kıbrıs Özel Temsilcisi Oscar Camillion gözetiminde Lefkoşa'da sürdürmeğe çalıştığı ikili görüşmele­

ri,

nöbet

larını

tutan

delme

Türk

askerlerini

teşebbüsleri

ile

sabote

şehit etmeğe

KKTC

ettirmekle, ve

sınır­

Türk tarafını görüş­

me masasından kaçırarak suçlu duruma düşürmeğe çalışmaktadır. An­ cak usta bir politikacı olan KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş, bu oyuna

ders almaya­ gittiği gibi 4-7 Eylül

gelmemektedir. Bu iurum karşısında Vasiliu da tarihten rak S . Kyprianou'ııun daha önce Yeni Delhi'ye

1 989 günki Belgrat'da toplanmış bulunan Bağlantısızlar Zirve Toplan­ tısına katılmış ve Yeni Delhi' de alınmış olan karara benzeyen ve BM'e

götürülüp

tasdik ettirilecek olan, yani

KKTC'yi ortadan

kaldırarak ,

Kıbrıs Türk Halkını basit bir azınlık olarak, mevcut modern silahlarına ilaveten savaş

uçakları, savaş helikopterleri ve roketatarlar ve füzeler 538 milyon dolarlık anlaşma yapan hınçlı

satın almak için Fransa ile

Rum yönetimi'nin insaf ve merhametine sokacak bir karar aldırmıştır. Tek taraflı olarak alınmış bulunan bu karar da elbette lamayacaktır. Fakat KKTC

KKTC'yi

bağ­

de artık 21 yılı aşkın .bir süredir devam

eden ve hiçbir netice vermeyen Rum-Yunan ikilisi tarafından defalarca götürülüp

tasdik ettirilecek

olan,

yani

KKTC'yi

ortadan

kaldırarak,

sergilenmiş bulunan Bizans oyunları karşısında Federal Kıbrıs Cumhuri­ yeti'ni

kurmak

için yapılan

barışçı görüşmelere

KKTC'nin tanınmasına bütün gücü ile başlamak

önem

vermemek

zorundadır.

ve

Artık bu

çile bitmelidir. Çünkü Rum-Yunan ikilisinin gayesi Megali-İdea progra­ mına uygun olarak Kıbrıs'ın Yunanistan'a ilhakını sağlamak için zaman kazanmak ve Türkiye'nin zayıf bulunduğu bir anda ENOSIS'i ilan et­ mektir. Milletlerarası

Hukuk'un

esaslarına göre "Devlet"

olan

KKTC'nin

bilhassa İslam Devletleri tarafından tanınmasını beklemek hem T.C. 'nin hem de KKTC'nin hakkı olsa gerektir. Belgrad Deklarasyonuna İslam Ülkelerinin rezervasyon

koymamış olmalarına üzülmedik dersek

yalan

söylemiş oluruz. Ancak Vasiliu'nun tek taraflı olarak yaptığı konuşma­ da tarihi gerçekleri saklayarak Kıbrıs'ı işgal altında

684

göstermesinin bu( 44 )


H. F. ALASYA

SAYI 319

YIL XXVII

na sebep olduğunu düşün e re k teselli oluyoruz. Kıbns'ta Müslüman Türk halkına

Rurp.-Yunan

ikilisi tarafından

yıllarca

saldında

bulunulduğu,

kadınların ırzına geçildiği, bu rezalete dayanamayan Müslüman Türk ka­

dınlarının öldürülmemiş olanlarının sonradan intihar · ettiği, savunmasız Türklerin topluca katlettirilerek çukurlara atıldığı İslim ülkelerine bel­

gelerle anlatıldığı takdirde, karde ş devletlerden KKTC'nin tanınmasında destek alınacağından hiç şüphe etmiyoruz. Kanaatımıza

göre bu

mese­

lenin halledilmesi için art.ık başka bir alternatif kalmamıştır. Dünya'da İnsan Haklan ve Ad alet varsa ve güçlü Türkiye ayakta duruyorsa

Kıb­

rıs Türklerinin k� dökerek, can vererek kazandığı devlet olmak hakkı hiçbir kuruluş veya devlet tarafından elinden alınamaz.

Artık bitsin

bu çile.

( 45)

685


RUS ORTA ASYASINI BiRLEŞTiREN tsLAMiYET DEGİLDtR ( * )

Çeviren

Adrian KARATNCKY :

Mustafa ERCtLASUN

BAKÜ, Sovyetler Birliği - Bu yaz Sovyet Orta Asyasındaki milli ge­ rilim yüzlerce insanın ölümüne sebeb oldu. Hıristiyan Ermeniler, Meshet Türkleri, Kazaklar ve Özbekler. . Her ne kadar Sovyet milletleri arasın­ daki gerilim sosyal bir krizi belgelendiriyorsa da açıkça tezahür etme­ yen daha esaslı bir gelişme bütün Orta Asya'da hissediliyor. Sessiz mil­ yonlarca Türkü temsil eden demokratik kaynaklı ve şehirlerde üsle_nmiş politik bir hareket doğuyor. Rusya'da 17 milyonunu Özbek, 6 milyonunu Azeri, 7 milyonunu Kazakların temsil ettiği 50 milyon Türk yaşamak­ tadır. .

Yakın zamanda Azerbaycan, özbekistan ve Kazakistan'a yapılan zi­ yaretimizin ortaya çıkardığına göre bu milli hareketin liderleri kaynağını İslamiyetten değil, uzun zamandır baskı altında tutulan Türk kültürün­ den almaktadır. Her ne kadar Orta Asya'da din okulları ve camiler açıl­ makta ise de Stalinizm ve 60 yıllık Sovyet idaresi Orta Asya'lılan İs­ lamiyetten uzaklaştırmıştır. Vaktiyle Rus hegomanyasına karşı duran sufi tarikatları politik gücünü yitirmiştir . .Aırtık din adamları sadece sünnet, düğ·ün ve cenaze merasimlerinde görülmektedir. Dini düşünce hemen hemen yok edilmiş ve geçmiş dini düşünceyle irtibat Stalin'in Arap alfabesi yerine Latin alfabesini ve bilahare Kiril alfabesini getirmesiyle kopartılmıştır. Laikliğe doğru gidişatı Ali Ekber Rafsancani'nin Şii Rus Azerbaycan'ına yakın zamanda yaptığı ziyaret dışında hiç bir şey daha açıkça göstermemektedir. İran meclis sözcüsünü Baku'daki önemli bir camiyi ziyaretinde sadece 3000 kişi karşılamıştır. 'Sovyetlerdeki Türkler hızlı bir şekilde müşterek geçmişlerinin şuu­ runa varıyor ve Stalin politikasının aralarına koyduğu sun'i ayrılıkları ( * ) Bu yazı 18 Temmuz 1989 tarihli The Wall Street Journal'de yayunlanmıştır. Ya­ zıdakı görüşler yazara aittir.

686

(46)


SAYI 319

A. KARA TNCKY

-

M . ERCİLASUN

YIL XXVII

- - - - - · - ----- ----

ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Genç Azeriler, Özbekler ve Kazaklar arasında büyük Pan-Türkizm şuuru yer etmektedir. Bir Azeri gazeteci­ sine göre : "Yaşlı nesil kendini müslüman, gençler ise kendilerini Türk olarak görmektedirler". Yeni kurulan radikal Pan-Türkçü Birlik üyesi bana "Sovyetlerdeki Türkleri, Rus ağırlığına karşı güçlü bir denge kur­ mak için birleştirmeğe çalışıyoruz" dedi. Alma-Ata'daki Kazak yazarları, ondördüncü yüzyılda Türk birliğini gerçekleştiren, büyük komutan Timurlenk'in hayatını özenle anlatarak Sovyet ders kitapl�rında işlenmiyen Türk tarihini tanıtıyorlar. Bir Ka­ zak lideri ; ' 'Biz Osmanlı medeniyeti veya Muhteşem Süleyman hakkında hiçbir şey bilmiyoruz" derken 700.000 tirajlı haftalık Kazak Edebiyatı dergisinin editörü Şerhan Murtazayev ''Gaddar Rus çarları övülürken, bizim kahramanlarımız suçlu, barbar olarak gösteriliyor" diyor. özbekistan'da istanbul'dan gelen kaçak dergiler elden ele dolaşıyor Özbek yazarları da Sovyet Türklerinin hür Türkiye'deki kardeşleri ile bağlarının koparıldığını yazıyorlar. .

Azerbaycan Bakfı'sundan, Özbekistan Taşkent'inden K azakis tan Al­ ma-Ata'sına kadar Rusların müreffeh hayatı açıkça görülmektedir. Rus­ larla bu toprakların yerlisi Müslüman Türkler arasındaki refah farkı her geçen gün artmaktadır. Baku civarında 200.000 gecekondu Azerbaycan'daki sefaleti yansıtı­ yor. Yetkililer bu vi!'ane gecekondu bölgelerini geliştireceklerine yüksek duvarların arkasına saklamayı tasarlıyorlar. özbekistan'da hoşnutsuzluğun odak noktası Pamuk tarlalarında sö­ mürülen çocuk işçiler ve Sovyet standartlarının 50 katına varan zirai ilaç ve gübre zehirlenmesidir. özbekistan'da çocuk ölüm oranı her 1000 kişide 100 kişi olup Rusya'nın Avrupa yakasından beş misli daha fazla­ dır. Bu yüksek oranın sebebi kısmen yetersiz sağlık kuruluşlarından kısmen de aşırı çevre kirlenmesindendir. Özbek aktivi st gruplarının de-· diklerine göre karaciğer iltihabı çok yaygın olup geçtiğimiz yıl dört mil yon insanda görülmüştür. Şehir hayatı da sefaletle doludur. Metro sis­ temi ile övünen yegane Orta Asya şehri Taşkent'te Özbek ailelerinin bü­ yük çoğunluğu, sineklerin istila ettiği küçücük evlerde 8 veya 10 kişi bir odada yaşamaktadır. Bir milyondan fazla Özbek işsiz dolaşmaktadır. ­

1989 Resmi Sovyet ististiklerine göre Rusyadaki Türklerde nüfus ar tışı çok hızlıdır. Son on yılda Azerbaycan nüfusu yüzde 17 artmıştır. özbekistan'da ayni süre içindeki büyüme hızı yüzde 30, Kazakistan'da ( 47)

687


SAYI 319

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL X.XVll

da yüzde 13'tür. Buna mukabil Ruslar arasındaki nüfus artışı çok azdır. Türk aydınlan bu nüfus patlamasından haberdar olup vatandaşlık hak­ larından mahrum kalmış Türkleri harekete geçiriyorlar. Azerbaycan'ın Halk Cephesi geçtiğimiz Ağustosta kurulduğundan bu yana 1 7000 üyeye ulaştı. Halk cephesi, yarım milyon Azeriyi geçen Kasıın'da organize eden gösteri liderleri ile yakın ilişkide olup ayrıca Şii mollası şeyhülislamın büyük desteğine sahiptir. Bu grup, demokratik görüşlü kişilerle, özellikle Leyla Yunusova tarafından yönlendirilmekte­ dir. Otuz yaşlarında, ufak tefek olan Yunusova, Azeriler ile Ermeni ve Gürcüler arasındaki gerilimlerin yayılmasında önemli bir rol oynaınışbr. Bugün kooperatif lokantası olarak kullanılan on altıncı yüzyıldan kalma bir kervansarayda oturarak, geçen Kasım gösterilerini durdur­ mak isteyen askeri güce karşı konuşan Yunusova, sıkı polis takibatı al­ tındadır. Her ne kadar Azerbaycan Halk Cephesi, yetkililerle diyalog kurmağa çalıştı ise de rüşvetçi Azerbaycan komünistlerinin sürekli düş­ manlığına maruz kalmıştır. Azerbaycan komünist Partisi birinci sekre­ teri Abdurrahman Vezirov, 18 Nisanda 16 kişi ile temsil edilen Halk Cephesi ile yaptığı bir toplantıda cephe liderlerine ; "Eğer bugün Stalin'in devri olsaydı, şimdi hepiniz öldürülmüş olurdunuz" demiştir. özbekistan'da, mahalli halk cephesi Birlik {Bu Pan-Türkçü Birlik teşkilatının dışında bir kuruluştur) çok kısa bir süre içerisinde hızla bü­ yüdü. Geçen Kasımda kurulan bu teşkilatın 200.000'den fazla üyesi olup Taşkent'te on binlerce göstericiyi sokağa dökmüştür. Bu cephenin amacı Özbek dilini cumhuriyetlerinin resmi dili yapmaktır. Bu grubun lider­ liğini de şehirlerdeki aydınlar yürütüyor. Kazak aydınları daha dikkatli bir şekilde organize oluyorlar. Onlar daha ziyade dikkatleri çevre kirlenmesi ve Kazakistan'da yapılan nük­ leer silah denemelerine çekiyorlar. Özbekistan ve Azerbaycan'daki mahalli komünist liderler milliyetçi hareketle diyalog kurmaya yanaşmıyorlar. Bu liderler barış içinde geçen politik gösteriler yerine mahalli komünlerde tezahür eden anarşik olay­ ları bastırmaktan daha memnun gözüküyorlar. Orta Asya'daki milliyetçi liderler komünistlerin bu tutumunda bir kasıt olduğu kanaatında : Muh­ tariyet ve bağımsızlık isteyen milli ayaklanmaları şiddetle bastırma. özbek ve Azerbaycan halk cepheleri komünlerde meydana gelen anar­ şik ayaklanmaların çoğunun Türklerin aşırı sefalet içinde yaşamasından kaynaklandığını ileriye sürüyorlar. Özbek Çocuk Yayınları Kulübünfüı. 688

(48)


SAYI 319

A . KARA TNCKY

-

M. ERCİLASUN

YIL XXVII

müdürü Nuralli Kabul, eğer yetkililer fakirliği kısa zamanda yok etmez­ lerse daha yüzlerce ayaklanmanın olacağını beyan ediyor ve ''nerde se­ falet orda ihtiW" diyor. Yeni başarılarına rağmen

Türk milliyetçi hareketlerinin liderlerini

bir sürü zorluklar bekliyor. Türklerin büyük �ğunluğu köy hayatı ya­

şadıklarından şehirlerdeki politik h ay atı etkilemekten uzak kalıyorlar. HAlA milli şuur konusunda aralarında bir şaşkınlık var. Onlar Özbek mi, Azeri mi veya Kazak mı ? Yoksa onlar Mü slüm an mı veya hepsi Türk mü ? Fakat açık olan bir şey varsa sözde milli a dlan olan bu Orta .Ai3ya Cumhuriyetleri kendi kaderlerini tayin edemiyorlar. Çoğunluğu fakir, eğitimden mahrum ve sıhhatli değil. Ve hepsinin nüfuslan arttıkça po­ litik güçleri de artıyor.

(49)

689


BİR l:FADE HAKKINDA

Ayşe

İLKER

Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu dört ayda bir ol m ak · ii7.ere Atatürk Kültür, Dil ve Tari h Yüksek Kurumu B ült eni , adıyla bir bülten yayımlamaktadır. Bu bü lten de , kurum ve kuruma bağlı kuruluş­ ların f aaliyetl eriyle , ilmi çalışmalar, kongrel er, sempozyumlar, seminer­ ler , dı ş ü l kelerde y apıla n Türk kültürü ile ilgili araşt ırm al a r, yeni ya­ yınlar, burslar ve kurumun ihtiyacı olan ele ma n i lanları yer almakt adır .

takip etmek imkanına sahip ol amaya nl ar, sempozyum , sem inerl ere iştirak ede mey en l er , geçen aylar içinde neler olup bittiğini bültenden özet olarak öğrenebiliyorlar. Bu bakım dan bülten önemli b i r gö revi üstlenmiş durumda. Y ayınl arı

kongre ve

Ancak benim i fade di r ( 1 )

üzerinde durmak istediğim,

bültenin 9. sayısındaki bir

tfade bir ter cüm e ilanı içinde yer al mış. Tercüme

ilanmın

başlığ ı ş öyl e : "Atatürk Yüksek Kurumu ve

Bağlı Kuruluşlarınca Ter­ cüme Yaptırılacaktır . " Bu b a şlı kt a n s o nr a, kuru m ve bağl ı ku ru luşl arı içi n dil, tarih ve kültür k o n u ların da değiş ik dillerden tercüme ihtiyacı duyul du ğu ve tercümenin özelliğine göre m üt ercimin ön c eden t espiti için mülakat yapılacağı, daha sonra da kontrol ve ödemede bulunulacağı bil­ diri liyo r . Bu açıklamanın ardından gelen ve esas dokunmak i stediğim

ifade

ise şu : "Tercüme ihtiyacı doğabilecek diller : tngili zce , Fransızca, Almanca, Arapça, Farsça, Osmanlıca, Rusça, Bulg arca , Ermenice, Yun an cadır" (l) . İfadenin ilk cümlesinden anl aş ıldığına gör e , Osmanlıca da diğer ya­ banc ı diller gibi bir

yapabilecek

bir

yabancı dildir ihtiya ç

m ütercim e

( 1 ) Atatürk Kültür, Dil

ve

ve Osmanlıcadan Türkçeye tercüme vardır.tıandaki

bu mantık

sakattır.

Tarih Yüksek K ur um u Bülteni, Temmuz, 1988,

s.

9.

( 2 ) Bülten/43.

690

(50)


SAYI 319

A. İLKER

YIL XXVII

Çünkü Osmanlıca, Almanca veya Ermenice gibi ayn bir dil hüviyetinde değildir. Osmanlıca, Türk dilinin tarihi içinde bir dönemdir.

Nasıl

Çağa­

tayca ve Harezmce için aynı şeyi düşünüyor ve bunlarla ilgili metinlerin tercümesi diye

bir

şeyi aklımıza getirmiyorsak, Osmanlıca için de böyle

düşünmek mecburiyetindeyiz. Her ne kadar Osmanlıca döneminde Arap ve Fars dillerinin kurall arı ve kelime hazinesi Türkçeye tesir etmişse de bu, bizim Osmanlıcayı Türkçeden farklı, müstakil bir dil gibi görme­ mize dayanak oluşturmaz. Burada, Osmanlıca için söz konusu edilmesi gereken, bugünkü Türk­ çeye aktarma veya sadece transkripsiyon olabilirdi. Dolayısıyla bu ter­ cüme ilinınndan Osmanlıcayı çıkarmak ve birlikte anıldığı yabancı dil­ lerden tefrik etmek gerekir. Bunun aksi , Türkçeden Türkçeye tercüme olur ki

bu

da hiç

bir

yerde görülmemiştir.

Atatürk Yüksek Kurumu son derece ciddi

bir

kurumdur. Bu bakım­

dan kurumun bülteninde yer alan ifadelerin ve bunlardaki hataların göz­ den. kaçırılmamasını istemek hakkımızdır sanırım .

(51)

691


USEI.EJUMİZİN BiR TARAFI

1927-1940 yılları arasında lise son sınıf edebiyat dersleri mezuniyet

soruları Milli Eği tim Bakanlığınca hazırlanırdı. tmtihanlar­ sorul ar �itliği sağlar, öğretmenlerle okulların bilgi seviyesini ölç­ mek için bir mihen k olurdu. Bakanlık, zamanımıza doğru öğrencileri dört yıllık ciddi öğrenimden üç yıllık rahat öğrnime terfi ettirdi. imtihanları kaldırdı ve sonunda dershane adı verilen kurumların çıkmasına sebep oldu. ve

olgunluk

da bu

Okuyucularımız, edebiyat tarihçisi Mustafa Nihat özön'ün lise son sınıfları için h azırladığı ve 1941 yılında bastırılmış "Son Asır Türk Ede­ biyatı Tarihi"nden aldığımız soru listelerine bakarak Atatürk devriyle bu günü karşılaştırma fırsatı bulacaklardır. 'l'Urk Kültürü

MUHTEL!F YILLARDA VEK1LL1KÇE OKULLARA GöNDERİLEN

EDEBİYAT SORULARI Kız ve Erkek Liselerinin Edebiyat derslerinin 1927-1928 ders senesi mezuniyet imtihanları sualleri hakkın da i7.ahııame

Nef'inin at hakkındaki kasi desin den

:

Nedir ol şive-i reftar ile ol peyker-i mevzun Gören hayran kalır asar-i sun-i 11.akteaJAya Ne dem kim naz ile ieevli.n edip meyl-i biram eyler Döner bir dil-rüba-yi il-puş-i hub-simaya O denlu sürh ü rahşan mu-yi endamı ki li.yıktır Kaba-yi cismini ger benzedirsem aı idibaya Arak mevc ursa gi.hi şiddet-i sür'atle cisminde Döner ol demde bir mevvac ü rengin i.l hi.raya Hiram-i dil-keşi dünyayı meftun ettiği yetmez Felekler de melekler de mülii.zimdir t.emaşaya 692

(52)


SAYI 3 1 9

YIL XXVII

T.K.

ı-- -

Beşer ıneftun-i etvan

melek hayran-i reftan

Nola düşse biram ettikçe hayret zir ü balaya

Uçar kuştur şitap ettik� gô.ya benzer anınçün Kenar-i damen-i lberküstüva.nı bal-i ankaya

O denlô

tiz-revdir

kim ser-i mihi nişan etmez

Dokunsa sadme-i1 na'li eğer gülberk-i ra'naya

Garabet bundadır anıma ki gelmesinde reftara Eridir berk-i na'li ger dokunsa lseng-i haraya

Mazi ... Ati

o şimdi

Mazi...

gölge iken

şimdi

zihayat

Bir cism olan ; o şimdi ölen, şimdi canlanan Mevcut ; evet,

o

dalga,

o

girdab-i hatırat

İnsan için nedir ? . . Evet, insan ki doğmadan ölmekle uğraşır ve bu takdire katlanır, Mazide bir

taayyünü haiz ınidir ? ... Hayır.

ölmek hayatı tazelemektir : biz

Efkar ölür ; )hayat- i

Bir

ölmesek

beşer şahs-i fikretin

cümle-i tekamülü ... Her

Bir sadmedir,

fikr-i müşterek onunla kımıldar bu hey'etin

Zerrat-i binihayesi, zerrat -i ni.imi ; Kevııin hulisa fikr-i beşerdir muna.zzımı. Mazide kabil olsa taayyün, beka, sübut Ati nasıl hayal edilir ?. Bir zeki.-şiken Durgunluk ihtinak-i melfıliyle pürsükfıt,

Ancak tenebbüt eyliyen, ancak pinekliyen, Mensuh ü münhasif, mütenahnih, ateh-lika Bir varlık ... İşte �hre-i mazi-i zibeka. Mazi

o

bir mualli m, o bir pir, o bir peder ;

Halin tutup sinirli elinden ağır, sahur Atiye

doğru

yetm eli .. . Ati o

pürseher

Bir ufk-i muhtecep ki füyuzata mehd-i nur,

si!_>ihr-i teali bilinmeli ; Ati çıkınca ortaya mazi silinmeli. Efkar için

18 Kanunuevvel 1322

( 53 )

693


SAYI 319

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

1 . - Yukarıya yazılı iki manzume , tehkit işaretlerine dikkat edilmek şartıyle aynen tahtaya yazılarak talebeye gene aynen istinsah ettirilecek ve manzumeler talebe önünde okunmıyacaktır.

2. Talebe bu iki manzumeyi istinsah ettikten sonra atideki sualler tahtaya yazılarak sorulacaktır : a ) Nef'inin bir at hakkındaki kasidesinden alınan parçayı beyit beyit izah ediniz. b) Nef'inin hayatı, §'ahs�eti, yaşadığı �evir ve muhit hakkında bildiğinizi yazınız . -

c ) Bu parçanın veznini ·bulunuz. d) Tevfik Fikretin "Mazi . . . Ati" manzumesinde şairin telkin etmek istediği fikr-i esasi nedir ? e ) Şairin bu manzumede maziye atfettiği vasıfları su asıyle ve birer birer sayınız. f) Şair atiyi nasıl tarif ediyor ? g ) Şairin "ölmek hayatı tazelemektir ; biz ölmesek efkar ölür" ifadesinden ne anlıyorsunuz ? h ) "Hayat-i beşer, şahs-i fikretin bir cürnle-i tekamülüd.ür" fikrini izah ediDiz. i) Şair, mazi için neden "muallim" ve "pir" tabirlerini kullanıyor ? j ) Şair ati için neden "ufk-i muhtecep" diyor ? k) Şairin "ati çıkınca ortaya mazi silinmeli" demekten maksadı nedir ! 1 ) Şairin mazi, hal ve iatikbalin rolleri hakkındaki fikrine iştirak ediyor mu­ sunuz ? Niçin ? m ) Bu manzumede en hoşunuza giden fikir hangisidir ? n ) Bu manzumenin tarihini bilmeseniz yirmi sene evvel yazıldığını nasıl anlarsınız ? o) Bu manzumenin veznini bulunuz ? p ) Bu manzumenin mevzu unu tevsian kaleme alınız. r) Tevfik Fikretin hayatı ve şashiyeti hakkında bildiğinizi yazınız. s ) Edebiyatımızda garplılaşma cereyanı nasıl tekamül etti ? - Aşağıdaki sualler Edebiyat ve Feiı şubelerine müştereken sorulacaktır. E debiyat şubesine fazla olarak atideki sual de irat olunacaktır. Okumuş olduğunuz herhangi bir rinizi yazınız . 4.

-

kitabı hulasa ediniz ve

kitap hakkındaki

fik­

İmtihan esnasında talebenin elinde lügat bulundurulnuyacaktır.

1933-1934 ders yılı haziran mezuniyet imtihanı edebiyat sualleri Aşağ·ıdaki parça talebeye dikte ettirilecektir : İnsan, hayatının tatsızlığından ve etrafında görüp bıktığı şeylerin o yorucu ale­ ladeliğinden bir müddet kurtulabilmek ümidiyle seyahate çıkar. Bu itibarle seyahat "harikuladelikler avı" demektir . Keskin akıllılar, harikuladenin zamanımızda artık bir manası kalmadığını söy­ liyebilirler. Harikulade hiçbir zaman hakikat sahasında mevcut olmamıştır ki bun­ dan böyle yok olsun . Başka bir münasebetle de söylediğim gibi, sırf kendi dimağı-

694

(54)


SAYI 319

Yil.. XXVII

T.K.

mızın bir ameliyesi mahsulü olan ve sinema şekli gibi bir membadan dışarı vuran "harikulade" birkaç aleladenin birleşmesinden meydana gelir : Öküz aleladedir, ağaç aleladedir. Vaktaki öküz ağaca çıkar, "harikulade" vücut bulur. E ski milletler, din­ leri için lazım olan ilahları hep bu düstur ile yaptılar. Yunanlılar, insan bedenini beygir vücudu ile _birleştirerek "Centaure" denilen efsanevt mahlOku ; Asuriler, in­ san başını, öküz vücudunu ve kartal kanadını hep bir yere getirerek büyük ma­ butlarını yarattılar . Bu ameliye, hayal yaratıcı şairin her dakika yaptığı ameli­ yedir. Hele muvakkat bir şair olan seyyah, yabancı alemler içinde kendisine arız olan zaruıi cehalet sayesinde etrafını daima uydurucu bir gözün hayretleriyle gö­ recektir . İşte şair ve seyyahın bu akrabalığı yüziindendir ki seyahatname hiçbir lisan hü­ nerine muhtaç olmaksızın, bir şiir kitabının kardeşidir. Seyahat edebiyatının rengini ve lezzetini pek iyi bildiğim için, dıştan ziyade içten bahseden bu renksiz ve vak'asız küçük kitabıma "Seyahatname" ismini ver­ mekle okuyucuyu aldatmış olmaktan korkuyorum.

1 1. Bu parça, Ahmet Haşimin "Frankfurt Seyahatnamesi" adlı kitabının mukaddimesidir . a) Burada muharrinin esaslı fikirleri hangileridir ? b ) Bu esaslı fikirlere temas etmekte muharririn maksadı ne olabilir ? c ) Muharir seyahati nasıl tarif ediyor ? d ) Seyyaha niçin "muvakkat şair" diyor ? -

2. Bizim yeni ve eski edebiyatımızda ve umumiyetle cihan edebiyatındaki se­ yahatnamelerden hangilerini biliyorsunuz ? Hangilerini okudunuz, muharrirleri kim­ lerdir ? Bunlardan biri hakkındaki mütaleanızı yazınız ve bu seyahatnamenin edebi ve ilmi kıymeti hakkında malumat veriniz. -

u Ali Şir Nevainin hayatı ve eserleri , Türk edebiyatındaki mevkii, Türk dili hak­ kındaki eseri ve telakkisi.

1933 1934 ders yılı eylfil mezuniyet imtihanı edebiyat sualleri -

I . 17 nci asırda Türk edebiyatının ve . diğer milletler edebiyatının yetiştirdiği büyük şahsiyetlerden kimleri tanıyorsunuz ? Bizden ve başka milletlerden en iyi ta­ nıdığınız birer edibin hayat ve eserleri hakkında malumat veriniz.

II.

Türk halk edebiyatı : Mahsulleri, nevileri,

mevzuları. Halk edebiyatımızın

kıymeti .

(55)

695


T Ü R K

SAYI 319

ın.

K Ü L T Ü R Ü

YIL xxvn

Aşkın aldı beni benden Bana sen i gerek seni Ben yananın tünü giinü Bana seni gerek seni Ne

varhğa sevinirim

Ne yokluğa yerinirim Aşkın ile övünürüm Bana seni gerek seni Aşıklara sohbet gerek Zalıitlere cennet gerek Mecnunlara Leyli gerek Bana seni gerek seni

Eğer beni öldürseler Külüm

göğe savmsala.r

Toprağım anda çağmr Bana seni gerek seni Cennet cennet dedikleri

Bir ev ile b� huri isteyene ver anlan Bana seni gerek seni Yunustürür benim adım Tünü günü artar derdim

iki cihanda maksudum Bana seni gerek seni 1.

-

Bu manzumede Yunus Emrenin "sen" di ye hi t ap ettiği kimdir ?

2. "Cennet, Leyla, Mecnun, iki cihan, zahit" gibi mefhumlar hangi medeni­ yetin mefhumlarıdır ? Yunusun e de bi şahsiy e ti hakkında malQmat veriniz. -

1934 - 1935 ders yılı mezuniyet ve olgunluk imtihanı edebiyat sualleri Soru ı. Tanzimat edebiyatının hususiyetleri nelerdir ? Hangi za ru re tl erle doğ­ muştur ? Bu edebiyat bi ze ne gibi edebi neviler getirmiştir ? Bu edebt nevilerin eski edebiyatımızda az çok benzerleri var mıdır ? -

696

(56)


SAYI 319

T.K .

YIL XXVII

Soru 2. - Romantzm : doğuşu , inkişaf ve hususiyetleri . Soru 3. - Ahmet Vefik Paşa hakkında bildiğinizi yazınız. ( Mühim ihtar : Ü çüncü soru. Olgunlult sınavına gireceklere sorulmıyacaktı r. )

1935

-

1936 ders yıh haziran de�TeSinde edebil'at kolundan mezuniyet imtihanına gireceklere mahsus edebiyat sorulan

Soru 1. Tasavvufi halk edebiyatı : a ) Bu edebiyatın başlıangıcı ve diğer asır­ lara tesirleri, b) Bu edebiyatın felsefi telakkisi, c) Bu edebiyata halk ve divan edebiyatının tesirleri, d ) Tasavvufi halk edebiyatının yayılmasını temin edenler kimlerdir ? Bunlardan birini seçerek hayatını, eserlerini, tesirlerini anlatınız.

Aynı yıl Fen kolundan mezuniyet imtihanına gireceklere mahsus edebiyat soruları Soru : Tanzimat edebiyatının hususiyetleri nelerdir ? Hangi zaruretlerle doğ­ muııtur ? Bu edebiyat bize ne gibi edebi neviler getirmiştir ?

Aynı yıl olgunluk imtihanı soruları Soru ı. Bizde "Milli edebiyat" cereyanına hizmet edenler kimlerdir ve eserleri nelerdir : a) Tanzimat devrinde, b ) Edebiyatı Cedide devrinde, c ) Son devirlerde ?

1935 - 1936 ders yılı eylfil devresinde edebiyat kolundan mezuniyet imtihanına gireceklere mahsus edebiyat soruları Soru

Divan ve Tanzimat edebiyatları arasındaki farkları etraflı bir surette izah

e diniz.

Aynı

devrede

Fen kolundan mezwıiyet imtihanına gireceklere

Soru : Tevfik Fikretin hayatını ve edebiyatımızdaki mevkiini anlatınız.

Aynı devre olgunluk imtihanı Edebiyat sorusu Soru : Şinasi. Hayatı, eserleri, edebiyatımıza hizmeti.

1936 - 1937 ders yılı haziran devresinde lise mezwıiyet imtihanı Edebiyat sonısu Türkçede ilk roman yazanlar ve bunların yazdıkla rı romanlar hakkında izahat veriniz.

Olgunluk imtihanı sorusu Tanzimat devrindeki Türk edebiyatında dramatik nev'in geçirdiği safhaları izah ediniz.

( 57)

697


SAYI 319

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

YIL XXVII

1937 - 1938 ders yılı haziren devresi olgunluk sınavı sorusu Tanzimattanberi Türk dilinin geçirdiği değişiklikler ve bunların devirlere a yrı l­ ması, belli ba§lı mümessilleri hakkında bildiğinizi yazınız.

1939 - 1940 haziran devresi devlet olgunluk imtihanı edebiyat koluna mahsus sonılar Soru 1 .

anlamak cihanı Avrupa lisanı Etmiş orada fünun terakki

"ister

isen

öğrenmeli

Tahsilden eyleme tevakld

. Bilmek gerek andaki fünunu Terkeyle taasssubu cünunu Ansız ldşi tam şair olmaz Sende var ise eğer hamiyyet Tahsiline eyle sarfi himmet

Ta milletin ide istifade Kıl tercüme anları ziyade.. a } Bu mısralar ne zaman, kim tarafından ve hangi davanın müdafaası içtn yazılmıştır ? b ) Parçadaki fikirleri birer birer izah ettikten sonra ana fikirleri bir cümle ile hülasa ediniz . c ) Bu parçanın şekli, lisanı ve üslı1bu hakkında müşahede ve mutalealannızı yazınız .

Soru

2 . --

Ziya Gökalp edebiyatımızda nasıl bir çığır açmak istemiştir ?

::loru 3 . - Şimdiye kadar okumuş olduğunuz edebi eserler arasında sizi en fazla düşündürmüş olanı hangisidir ? Bu eser hakkındaki düşüncelerinizi bir arkadaşınıza yazaca ğınız me kt upt a anlatınız.

1939 - 1940 ders yılı eylôl devresi Devlet olgunluk imtihanı edebiyat sorulan Soru ı. - "Şair ne bir hakikat habercisi, ne bir belagatli · insan, ne de vazıı ka­ nundur. Şairin lisanı, nesir gibi anlaşılmak için değil, fakat duyulmak üzere vücut bulmu§, musiki ile söz arasında, sözden ziyade m u siki y e yakın, mufavassıt bir li sand ır ." a } Bu sözler ne zaman ve kimin tara fından söylenmiş olabilir ? b } Bu sözler nasıl bir §iir telakkisi nin ifadesidir ? c } Şiirleri bu telakkiye uyan ve uymıyan hangi şairleri tanıyorsunuz ? So r u 2 . - Edebi bir eserin tenkidi ne demektir ? doğmuş ve inkişaf etmiştir ?

698

Edebiyatımızda tenkit nasıl

(58)


HABERLER

PIAC'm 32.

Kongresi Oslo'da Top­

ninschriften über Kagan-Wahlen von den Alttüı'ken.

landı

Bi rincisi 1958 yılında Münih'te top­ lanan

Daimi Mi lletle r

Kongresi national

Arası

( DAMAK ) ,/Permanent Ataistic

Conference

16.sı, Cum­ 50. yıl ı müna­ Ankarada ger­

türkischen. 4.

Bu toplantılann

huriyetimizin kuruluşunun sebetiyle

Ekim

1973' te

çekleştirilıni§ti .

PI.AC Genel Sekreteri Prof. Dr . Deni,;; Sinor ve 32. kong renin başkanı P ro f. Dr. Bemt Brendemoen tarafından ilk hazır­ hklan yapılan topla ntı , Oslo Üniversite­

si'nin ç e§iW salonlarında önce tek sek­ siyon, üçüncü gün den itibaren de iki sek ­ siyon olarak icra edilmiştir.

üniversite

Toplantı S alonun daki açılış oturumunda, B. Brendemoen ve D. Sinor'dan

başka,

Üniversite Rektör Yardımcısı Jens Erik

Kısa bir ara ­ dan sonra, bu kongrelerin geleneği olan "itiraflar" a ( confe ssion s ) geçilmiş, her üye, 31. topl antıdan sonra yaptığı çalı§­ maları anlatmıştır . Bu konu§ffi alar öğ­ Fen stad

konuş muşl ardır .

leden sonraki iki tebliği takiben de de ­

vam etmişti r . Başta Japon üyeler olmak üz ere bazı üyelerin çok uzun konuııma­ lan se bebi yle üyelerin bazıları ta

bulunamamış ve gelecek

"iti raf" -

yılı bekle­

mek zorunda kalmı§lardır.

Kongreye

Tü rki ye ' d e n

katılan

üye­

ler ve t ebliğlerin adlan şöyledir :

1 . Prof. Dr. Zeynep Korkmaz : Von Bilge Kagan zu Atatürk als türkischer S taatgrün d er . 2. Yrd. Do ç Dr. Osman Sertka ya : ZWei

( 59)

Sprtchwörter in den Rune-

Prof. Dr. Doğan Aksan : Neuere Funde zur Lexi kolo gi e des Kök­

Inter­

( PIAC ) ' ın

32. toplantısı 12-16 Haziran 1989 tari hleri arasında, Norveç'in başşehri Oslo'da top lannuştır.

3.

Altaistik

Pro f . Dr. Tuncer Gülensoy : The Value of "ALTAN TOPÇİ" in Regards of the History of Tur­ kish Language.

5. Halif e Altay : Kazak Türklerinde Örf, Ad et , Gelenek ve Yaşayı§. 6.

Prof. Dr. Mertol Tulum : Komi­ tativ Hali ve Eki üzerine.

7. P rof. Dr. Saim Sakaoğlu : Types of Lokal Jokes in Tu rkey , 8. Prof. Dr. Nuri Yüce : Die Tiere in den türkischen Sprichwörtem. 9 . Prof. Dr. Talat Tekin : The ComL tative Case in Orkhun Tu rkic.

10. Dr. Hon Woo Choi : The Name,;; of Tu rc and T'oukiye, Kongreye, Türkiye dı§ından katıl an Türklerin tebliğleri de aııağıdaki gibidir :

1.

Dr. Mustafa Uğurlu : Über den Verbalstaınm tavdul-. ·

2.

Melih Erçin : On Identical Affi­ xes of Turkish and Japanese .

Tü rkiye ' den Dr. Abçl. ulla h Emiloğlu , İnan Emiloğlu, Zehra Emi l oğlu, Hatice

Gülensoy ; Türki ye dışında yaşayan Türk ­ lerden de Batı Almanya'dan Buğra At­ sız ile Finlandiya'd an K ad riye Bedredtin de kongreye katılanlar arasınd a i dil e r. Kongrede Türk dünyasını ilgilendi. ren pek _çok tebliğ sunulmuştur. Bunlar. dan bazılarını şöyle sıral ayabiliriz :

699


SAYI 319

T Ü R K

K Ü L T Ü R Ü

1. Prof. Dr. Robert Dankoff (A.B. Devletleri) : Turkic Languages and Turkic Dialects according to Evliya Çelebi. 2.

Dr. Claus Scönig ( Batı Alınan­ ya) : Jakut!isch and die Frage des nordüstlichen türkischen Areals.

3. Prof. Dr . Josef Matuz ( Batı Al­

manya ) : Zum Weltbild der Os­ manen im 16. Jahrhundert : Nech­ richten über prophtentraume Chinesischer Kaiser und ihre Bekehrung zu İslam.

4. Stefan Georg (Batı Almanya ) : Some Thoughts Conceming the Etymology of the Turkish Plural marker : -lal'./-ler. 5. Dr. Wolfgana Scharlipp (Batı Almanya ) : Die Verschriftung des Türkischen. 6.

Prof. Dr . Peter Zieme ( Doğu Al­ manya) : Notizien vom alttür­ kischen Sprichwortschatz.

7. Dr. Armin Bassarak (Doğu Al­ manya) : Zum Einfluss der Flexi­ onsmorphologie auf das Verhalt­ nis von Reihenfolge und Hierar­ chie im Türkischen. 8. Prof. Dr. Pentti Aalto ( Finlan­ diya ) : The Name and Emblem of the Türk Dynasty,

9 . Dr . Hendrik Boeschoten (Holanda ) : Language Acquisiton and Linguistic Change : The Case of Turkish in the Netherlands . 10. Dr. Jitka Zamrazilova-Weıtman ( İsve ç ) : Some Comments on the Situation of Turkish Teenagers in Sweden. 11.

700

Prof . Dr. Andras R6na-Tas ( Ma­ caristan) : The Khotanese-Turkic Wordlist Revesited.

YIL XXVII

12.

Dr. Arpad Berta ( Macaristan ) : Ungarische Stammensnamen tür kischen .

13.

Dr. Eva Csato Johanson ( Nor­ veç ) : Non-Finite Verbal Const­ ·ructions in Turkish.

14. Dr . Lucyna Antonawicz-Bauer (Polonya ) : Polonezköy -A Polish Village in Asia. 15. Prof. Dr. Edward Tryjarski ( Po­

lo_nya ) : Pigeons on the Turkish Roof. Some Historical and Lin­ guistic Aspects . 16.

Prof. Dr. Dimitri D. Vasilyev ( Sovyetıer Birliği ) : Turkic "Ru­ nic" Script : Evolution of Origin Hypotheses .

17.

Prof . Dr . I.V. Stebleva ( Sovyet­ ler Birliği ) : Some Notes on the Style of the Ancient Turkic Poetry,

1 8.

Prof. Dr. Aleksandr M. Scerbak ( Sovyetıer Birliği ) : Prospects of Studies of Early Turkic-Mongo­ lian Language Connections.

Tebliğ sunan ve yurdumuzda da ta­ nınmış zevat arasında aşağıdakiler de yer almakta idi : Prof. Dr. Bahtiyar A. Nazarav ( Sovyetıer Birliği ) , Prof. Dr . Sergej G. Klastomyi ( Sovyetıer B. ) , Prof. Dr. Alf Grann e s ( Noveç ) , Prof. Dr. Hans Peter Vietze

( Doğu

Almanya) ,

Prof. Dr. Alice Sarközi ( Macaristan ) . Bazı tanınmış şahsiyetler de tebliğ sun­ madan, dinleyici, müzakereci ve oturum başkanı olarak yer almışlardır . Dr. Gun­ nar Jarring ( İsveç) , Prof. Dr. Lars Johanson (Batı Almanya) , Prof. György Hazai ( Macaristan ) .

Dr.

Kongrenin son günü, yine ananevi "Busincss Meeting" ( İş Toplantısı ) 'e ay­ rılmıştı. PIAC genel sekreteri Dr. Denis Sinor'un yaptığı uzun bir konuşmadan

( 60)


SAYI 31S

HABERLER

sonra gelecek toplantının, 1990 Hazi­ ranı'nın ikinci yarısında Macaristan ' ın b8.şşehri Budapeşte'de yapılması karar­ laştırıldı . Kongre başkanlığına ise Prof . Dr. Alice Sarközi getirildi. Prof. Sarközi, kongrelerin üçüncü hanım başkanı ol­ maktadır. Daha sonra İndiana Üniversity'nin her yıl PIAC aracılığı ile verdiği "Altaic Studies" ( PIAC medal) 'in jürisi lçln se­ çim yapıldı. Ancak üç ve daha fazla kongre üyeliği yapanların katıldığı oy­ lamada, Sovyetler Birliği'nden Prof. Dr. Aleksandr M. Scerbak, Macaristan'dan Prof. Dr. Andras R6no-Tas ve Batı Al­ manya'dan Prof . Dr . Lars Johanson'ın seçilmesinden sonra Kongre sone erml.§ oldu. Kongrenin teknik yönden başarılı bir şekilde yürütWmesinde, Norveç'te okuyan Ayfer Tüzecan Hanımın da göz­ den kaçmayan yardımları oldu. Aynca Banu Gürsaler Syvertsen Hanım da Nor­ veç Radyosunun Türkçe yayınlan lçln heyetlmlz üyelerinin bazılarıyla konuş­ malar kaydetti. Bu satırların yazarıyla

Dergimiz Gaga.uz

BaslDIDda

Dergimiz'in Ağustos sayısında Ga­ gauzlar'ın çıkardığı Ana Sözü gazetesini okuyucularımıza tanıtmıştık. Moldavya Sosyalist Curnhuriyeti'nin Kişinev şeh­ rinde çıkan Ana Sözü'nün 27 Ağustos 1989 tarihli 18. sayısı da elimize · geçm13 bulunuyor. Bu sayının ilk sah.ifesıinde dergimizin yazı işleri müdürü Alunet B. Ercilasun'un bir mektubu Gagauz Türk­ çesine aktarılarak neşredilmi!I ve dergi­ mizden bahsedilmiştir. Gazetenin ikinci sahifesinde Kırım Türklerinin tanınmış dilcilerinden ve Kırım'a yerleşmiş bulu­ nan Prof. Dr. Refik Muzaferov'un "Ga­ gauz Muhtar Cumhuriyeti İçin" başlıklı bir yazısı yer alıyor. Yine ikinci sahifede Azerbaycan hakkında bir yazı var. Ay-

(61 )

YIL XXVII

yapılan konuşmanın konusu "Anadolu Fıkraları" idi. Kongrenin birinci günü Norveç'in ün­ lü tabii güzelliklerinden olan fiyortlarda yapılan bir buçuk saatlik motor gezisi, bütün ilim adamlarını adeta büyülemlııtir. İkinci günün akşamı Türkiye Büyükelçi­ liğinin_ üçüncü günün akııamı Oslo Bele­ diye Başkanın verdiği kokteyllerden son­ ra, perşembe akşamı Oslo'ya adeta te­ peden bakan Holmenkollen Lokantasın. da verilen "veda yemeği" hep gelecek toplantıda buluşma dilekleriyle sona eri­ yordu. Bir halk edebiyatı ve folklor araş. tırmacısı olarak bu kongrenin benim için faydalı bir yönünü de dile getirmek is­ tiyorum . Boş olduğumuz bir günü, Nor­ veç Halk Müzesini ( Norsk Folkemu­ seum ) gezerek değerlendirmiştim. Ala. nın büyük bir bölümü açık hava müzesi şeklinde değerlendirilen bu ünlü müze­ nin bir benzerini, Ankara civarında bir yerlerde görmenin hay,llnl kuruyor ve ümitle bekllyorwn .

Prot. Dr. Saim Sakaoğlu

rıca Sovyetlerin gün doğusunda Tatar Türkleri tarafından müslümanlığın ka­ bulünün 1100. yılının kutlandığı önemli bir haber olarak veriliyor . Böylece Ga­ gauz kardeşlerimizin gazetesi bütün Türk dünyasına açılmış bulunuyor . Ekim ayında aldığımız pek sevindirici bir ha­ ber daha var. Bu habere göre Moldavya Yüksek Sovyeti, Gagauzlar'ın Bucak'ta muhtar bir bölge oluşturacak nüfusa ulaştıkları kararını aldı . Gagauzlar'ın bir devlet sahibi olmasının ilk adımı olan bu haber bütün Türk dünyasına kutlu olsUD ! Aşağıda dergimiz yazı işleri müdürü Ahmet B. Ercilasun'un Gagauz gazetesi Ana Sözü'nde neşredilen mektubunu oku. yacaksınız : TürkK tiltttrtt

701


SAYI 3 19

T Ü R K

"Sizde çıkan Ana Sözü gazetanın bir kaç nomeri elime geçti . Bucaktan, Ki!P.­ nev tarafından, kardaşlardan haberler beni pek aevindirdiler. Gazetaları su içer gibi okudum. Ko gök ( Tanrı ) karda§ları birbirinden ayırmasın . Sizin istediyiniz kendibaııınaiık ( mu ht ariye t ) avt onomiya ve rsin size kuvet hem saalık .

Gagouzlar için

gazetanızda çıkan haberleri annayrak, ben de bir yazı yaz­ dım bizim ayda bir kere çıkan dergimize. Adı onun Türk Kültürü. Benim yazım Ana Sözü için, onun Avgusttaki nome ­ rinde çıkacek. Sizin gazetanızdan "Halkın Dediy O l ur " bir sırayı, ayırıp epigraf koydum. Gagouz grammatikası hem sözlüü Türkiye'de baskı evlerine pek l aazım.

702

YIL XXVII

K Ü L T Ü R Ü

Ben tanıııtım D. Tanasoğlu'nun istori­ yalık kiyadınnan (tarihi eseriyle ) . Biz• pek laazım Gagouz literaturasından yeni ·

i§ler. Ben Ankara'da Gazi Universiteti'nde Türk diline Profe soruyum. Mihail Gu­ boğl uylan da tanı§ardık. Türk KWtürü dergisin de Avgusttan nome rd e Guboğlu için bir yazı okuycenız .

Gazetanın korrespondentlerlne, akın ­ ( tople.n ­

tılara ( derneklere ) , topluglara

tılara ) hem kalan hepsine Gago uzlar a çok s elam yolleerım. Almıet B. Ercil88UD Professor, Doktor.

Türki ye, Ankara."

(62)


K İ T A P L A R

1)

Prof . Dr. Şerif Baştav,

Bizans

A R A S I N D A

imparatorluğu Tarihi, Son devir

( 1261-1461 ) .

1989. TKAE . yayını.

2)

3)

Muz<:ı ffer ürekli, Kırım Hanlığının ( 1441 -1569 ) . 1989 . TKAE . yayını.

Kuruluşu

ve

Osmanlı

HimAyesinde Yükselişi

Abdiılkadiroğlu . Kurnaz, Türk Kültürü Bibliyografya.sL ( 1-300) sayılar. Kasım 1962 _ Nisan 1988, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü yayını.

4)

Zühal Yüksel, Polatlı Kırım Türkçesi Ağzı.. 1989. TKAE. yayını .

5)

Prof. Dr. Oktay Aslanapa, Mimar Sinan, Hayatı ve Eserleri. 1988. TKAE. yayını .

6)

Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak, Türk Folklorunda Kesik Baş, 1989. TKAE yayın ı

7)

Ferhat Tamir, Barköl'den Kazak Türkçesi Metinleri. 1989. TKAE. yayını .

8)

Prof. Dr. Şükrü Elçin, Halk

9)

Şüri

Antolojisi. 1988. Kültür Bakanlığı yayını.

Prof. Dr. Ercüment Kuran, Avrupada Osmanlı İkamet E lçiliklerinin Kuruluşu ve İlk Elçilerin Siyasi Faaliyetleri, 2. baskı, 1988 . TKAE . yayını .

10)

Abdulkadir Duru, Türk Kimdir. 1982.

11 )

Doç . Dr. Abdülha!Uk Çay. Türk Ergenekon Bayramı

12)

Prof. D r . Orhan Okay, Mehmed Akif. 1 989 .

.

Nevruz. 2 . baskı, 1988.

T0R.K KtJLTVRtJ' Yayınlayan : Türk Kültürünü Araştınna Enstitüsü

İmtiyaz Sahibi : Prof. Dr. Şükrü Elçin Yazı İşleri Müdürü : Prof . Dr. Ahmet B. Ercilaııu n İdare yeri : 17. Sok . No . 3 8/06490 Bahçelievler/Ankara : Tel : 213 41 35 Dizilip basıldığı yer : Ayyıldız Matbaası A. Ş ., Tandoğan/Ankara : Tel : 213 19 62



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.