Vejdet Ersoy - Tabutluk 79

Page 1


1

ÜLKÜCÜ

GENÇLİK

YAYINLARI

»IIILII n H a z ır la y a n la r :

VEJDET ERSOY ÖMER DEMİR Adres: M. Kemal Bulvarı Akdemir Han Kat 5 Aksaray - İstanbul

İstanbul -1979


«... Bu kitap İslâm - Türk Ülküsü uğ­ runa işkence gören, zulme uğrayan taş zindanlardaki yiğit ve fedakâr Ülküdaşlarımıza armağan edilmiş­ tir...»

Baskı - Dizgi: Özdemir Matbaası Cağaloğlu, Türbedar Sk. Aydınlar Han - İstanbul


3 MAYIS 1944 ■ 3 MAYIS 1979 3 Mayıs 1944 Türkçülük Hareketi’nin otuzbeşinci yıl­ dönümünü yaşıyoruz. Bu otuzbeş yılda Türkiye’de çak şey değişmiş olmasına rağmen, asıl değişmesi gereken şey değişmemiş, siyasi iktidarlar Türk Milliyetçilerinin üstüne polis göndermek gibi yabancı devletlere yaltaklanmak tü­ ründeki haysiyetsizlikten kendilerini kurtaramamışlardır. Ve hatta çoğu zaman devletin resmi politikası yapmış­ lardır bu haysiyetsizliği!.. Düşmanı memnun etmekle, düşmanın ya da düşman beşinci kolunun hücumlarından korunacaklarına inanmış, bu inançla da Türk Milliyetçiliğine ve Türk Milliyetçilerine sırtlanlar gibi saldırmışlardır! Asıl Türk Milletinin tabiî öncüleri, tabiî mürşitleri ve tabiî önderleri olan Türkçülerin 1944'te Tabutluklara tıkıl­ masının da dönme Ahmet Emin’e basit bir suikast girişi­ minde bulunulmasından sonra Milliyetçi Derneklerin kapa­ tılıp, genel bir Milliyetçi tasfiyesinin başlatılmasının da, bugün Ülkücü Türk Milliyetçilerine karşı âdeta bir imha plânının uygulanmasının da tek ve gerçek sebebi budur! Fakat ne acıdır ki 3 Mayıs Türkçülük Hareketi’nin otuzbeşinci -yıldönümünde olmamıza rağmen, Türk M illi­ yetçilik tarihinin, dolayısıyle Genel Türk Tarihi’nin bu son derece önemli olayı Türk Gençliğine gerektiği gibi anîatılamamış, konuya ilişkin bazı değerli eser ve makaleler de hadisenin siyasi sebeplerine eğilmemişlerdir, Bu satırlardan, 3 Mayıs’la ilgili eser ve makaleleri kü­ çümsediğimiz, bunları önemsiz saydığımız ya da bir fanta-

1


zi olarak kabul ettiğimiz anlaşılmamalıdır. Bu eserler mu­ hakkak ki 3 Mayıs 1944’te, 3 Mayıs 1979 arasındaki en önemli köprülerden birini oluşturmuş, Türk Gemliğinin Milliyetçi Türkiye mücadelesinde daha bir şuurlanmasına ve daha bir tecrübe kazanmasına değerli katkılar yapmış­ lardır. Ama 3 Mayıs diye isimlendirilen olaylar zincirine, rahmetle andığımız Türk Irkının büyük evlâdı Atsız'ın iki açık mektubu da sebep olmamıştır. Türkçülük Tarihi’nin olduğu kadar Türk Edebiyat Tarihi’nin de muhteşem abidelerinden ikisi olan o ünlü açık mektuplar 3 Mayıs olaylar zincirinin ve Türkçülerin tasfi­ ye planının sadece bahanesi olmuştur. Derhal belirtmek isteriz ki Atsız, ırkına karşı olan görevlerini ihmal edip, o açık mektupları yazmamış olsaydı bile siyasi iktidar Türk Milliyetçilerini tasfiye etmek için mutlaka ve mutlaka bir bahane bulacaktı. O bakımdan Atsız’ı «sivriliğinden» yani idealistliğinden dolayı da «olay yaratan yazılar yazmasından» yani tavizsiz olmasından dolayı da kınamak, aptallığın ötesinde cahilliktir. Cahilliktir çünkü, Mayıs 1944 İkinci Dünya Savaşı'nın akıbetinin açık seçik belli olduğu yıldır. 1945 kâbusundan, da bir sene önceyi işaretler 1944 Mayısı... İkinci Dünya Savaşı’nın ilk yıllarında Rusların savaşı kaybedeceğini zanneden Ankara, Türkçülerin Turancı faa­ liyetlerini, inandığı için değil, siyasi ortak icabettirdiği için engellemek gereğini duymamış, ancak savaşın istikameti değişince Türkçülerle kıyasıya bir mücadeleye girişmiştir. Demin de belirttiğimiz gibi bu kıyasıya mücadelenin tek sebebi Almanların savaşı kaybedeceğinin belli olması ve savaşın galibini selamlamak, savaşın galibine şirin, görünmek, savaşın galibine yaltaklanmaktırl. Nitekim Ankara, savaşın Rusların lehine geliştiğini farkeder etmez, Moskova'nın sadık adamlarını Türk Dev-

2


lot Teşkilâtı’nın önemil kademelerine getirmiş sicilli komü­ nistleri bile devlet 'kadrolarına yerleştirmekte sakınca gör­ memiştir. Neden mi? Çünkü Ankara, Rusların Türkiye'deki elaltı adamlarını devlet kademelerinde görevlendirip, bunların komünist teş­ kilâtlanmalarına göz yummak ve Türkçülüğün tabii bir aşa­ ması olan Turancı yapılarından dolayı amansız birer Rus düşmanı olan Türkçüleri tasfiye etmekle Moskova’nın Türkiye’ye karşı saldırgan bir politika izlemekten vazgeçe­ ceğini inanmıştır da ondan... — Peki, Rusya’yı Türkiye’ye karşı saldırgan bir po­ litika izlemekten vazgeçebilmiş midir 'bari? Mümkün mü bu? Mümkün mü hiç? Mayıs 1944’ten bir yıl sonra 1945'te savaş resmen bi­ tince Moskova, Türk - Sovyet saldırmazlık anlaşmasının uzatılması için Türkiye’nin Doğu vilâyetlerini istemiş, Bo­ ğazlar üzerinde de hak iddia etmiştir. Türkiye'nin Rusların bu taleplerini nasıl savuşturdu­ ğu konumuzun çerçevesini ilgilendirmiyor. Fakat şu ilgi­ lendiriyor bizi. 3 Mayıs’ın 35’inci yıldönümünde Ülkücü Türk Milliyet­ çilerinin Tabukluklardan daha ağır işkencelere maruz bı­ rakılmasının da vahşice şehit edilmesinin de yüzbinlercesinin sürgüne, onbinlercesinin cezaevlerine gönderilemsinin do tek sebebi gene işbirlikçi iktidar ve işbirlikçi politika­ dır. Ve bu kez hem komünist Rusya'ya hem de kapitalist Avrupa ve Amerika’ya yaranmak istemektedir iktidar... Sık sık Türkiye’ye gelen yabancı siyasi ve iktisadi he­ yetlerin Türk Milliyetçileri aleyhindeki demeçleri zaten Türkçülük düşmanı olan iktidar tarafından âdeta talimat 3


kabul edilmekte ve milliyetçi tasfiyesi bu heyetlerin her yeni gelişinde yeni bir hız kazanmaktadır. Fakat şunca zulme, işkenceye rağmen sinmeyen Türkçüler bu fırtınayı da atlatacak ve iktidara doğru ka­ rarlı ve sert adımlarla yürüyeceklerdir, Tanrı Türk'ü korusun ve yüceltsin. ÜLKÜCÜ GENÇLİK


3 MAYIS 3 Mayıs, Milliyetçilerin Komünizme dur diyen toplu bir hareketidir. 3 Mayıs, Türk Milliyetçilerinin bayramıdır. 3 Mayıs, bundan 35 (otuz beş) yıl önce İdealist ve Va­ tanperver bir grubun, o devrin dikta rejimine karşı başlat­ tığı 'kutsal gayeli bir hareketin il'k adımıdır. 3 Mayıs, Türk Milliyetçilerinin yeni bir atılıma girme­ sinin başlangıcıdır. 3 Mayıs, Türk Milletini ilimde, maneviyatta, teknikte, en yükseğe çıkarmg atılımıdır. 3 Mayıs, Türk Milliyetçilerinin yabancı kültüre ve ya­ bancı ideolojilere karşı baş kaldırmasıdır, 3 Mayıs, Kendi Millî kültürümüzü çağdaş gelişmelerin ışığında yeniden yoğunlaştırma hareketidir. 3 Mayıs, Ülkücülük hareketinin dönüm noktasıdır. 3 Mayıs, Türk Milliyetçilerinin, Türk Milletinin varlık davasında çektikleri ıstırabın, elemin, gözyaşının ifadesidir. 3 Mayıs, Türk Milliyetçilerine yalan ve iftiralarda bulu­ nanların, kendi yalan ve iftiralarıyla boğulduğu gündür. 3 Mayıs, fedakârlık ve feragatle dolu bir hizmet aşkı­ nın ifadesidir, 3 Mayıs, büyük Milletimizin ebediyete kadar yaşaya­ cağına inanan Türk Milliyetçilerinin yeniden doğuşudur. 3 Mayıs, Türk Milliyetçilerinin bayraklaşan bir hareke­ tidir. 3 Mayıs, Milliyetçi Türkiye'nin kuruluşunun temel ta­ şıdır. Yarının büyük Türkiye'si bu şuur ve azimle kurula­ caktır.

5


3 Mayıs 1944'den bu yana otuz beş (35) yıl geçti. Türk Milliyetçileri bugün bir çığ gibi büyüyor. Yurdun dört bir yanındaki Ülkücü ve Milliyetçi kadrosuyla Türk Mille­ tinin hizmetinde onu ilimde, teknikte, ahlâkta dünyanın en ileri seviyesine getirmek gayretini taşıyor. 3 MAYIS BÜTÜN TÜRK MİLLİYETÇİLERİNE KUTLU OLSUN. ALPASLAN TÜRKEŞ M.H.P. Genel Başkanı


KURTARICI GENÇLİK DÜNDAR TAŞER Gençlik, millet geleceğinin teminatıdır. Türk milleti 'kalkınma mücadelesini, semizleyip geviş getirmek emeliy­ le yapmakta değildir. Bizim için, kuvvetli, haysiyetli devlet olmak, müreffeh bir cemiyet olmaktan önce ve yücedir. Gençliğe gerekli ihtimam gösterilmezse, kalkınma sa­ vaşı kazanılso bile, akibeti tehlikeli alacaktır, Türk tarihi binlerce senelik geçmişinde, zaferleri kadar buhranlar atlatmış ve bunlardan sıyrılarak, yeni cihan dev­ letleri kurabilmiş ise, bunu cemiyet nizamındaki sert karar­ lı, hayatiyet dolu, cevher olan gençlikle sağlayabilmiştir. Bütün mücadelemizin boşa gitmesindeki asıl sebeb milli bir eğitimimizin olmamasıdır. Topyekûn milletin ve önemle gençliğin, eğitim konusu halledilmeden hiç bir me­ selenin halli mümkün değildir. Bu zamana kadar eğitim bir evvelkini inkâr etmek tel­ kini ile yapıldı. O hale gelindi ki «iyi» tâbirinin yerini «yeni» kelimesi aldı. İdarede, sanatta, kıyafette veya herşeyde ye­ ni, İyi sanıldı. Eski Dolmabahçe Sarayı’nın; yeni gecekon­ dulardan iyi olduğu akla getirilmedi, batıda olana özenme yüzünden. Biz de; özümüzde bulunanı idrak edemez olduk. Bu yenilik merakı; bunun telkin ve taklidi hâlâ sürüp gitmektedir. Yenilik meraklısı kimi gençlerimizin saçı, hanımlarınıki gibi ensesini aşmış favorisi çenesine sarkmış, kir-pas içinde «Hippy» mukallidi. Kimi Stalinvâri bıyıkları alt dudağını örtmüş, gözleri fersiz, sırtı kanbur, başka be-

7


yinterin düşündüğünü ağzında gevelemektedir. Bunun tabii sonucu, gençlik enerjisi iyi yerine yenileşmiştir. Karakollar; milli serveti yakıp yıkmaktan maznunlarla, hapishaneler mahkûm gençlerle dolmuştur. Okuma müddeti uzamış, analar - babalar mahzun olmuştur, Mektebi bitirip vatana hizmet etme unutulmuştur. Mini etekli kızlar; 'ihtiyar hocalarının aksaçlarından tu­ tup sürükleme «özgürlüğü» kazanmış, okullarda «Halk Cumhuriyeti» kurulmuş, bu cumhuriyeti tanımıyanlar için «Halk Mahkemeleri» ihdas edilmiş sorguya çekilip, ceza­ ları verilmiştir. «Hippy» miskinliği ite komünist yıkıcılığı dışında ter­ biye edilmiş bir gençliğin milletçe özendiği bir gerçektir. Türk milletinin geleceğini emniyete alacak vasıftaki genç­ lerin yetiştirilmesi şarttır, Milliyetinden kopmuş, özünü yi­ tirmiş, taklit için doğudan, batıdan garabetler arayan za­ vallılara, Türkiye'nin İstikbalini bırakmamak gerekir. Bugünkü perişan, himayesiz, her çeşit müfterinin tah­ rike çalıştığı gençlik yerine en iyi şartlar içinde yaşayan, cemiyete emniyet veren bir nesil meydana getirilmesi lâ­ zımdır. Öldürülecek vaktimiz yoktur. Sokaktan mektebe, kahveden fabrikaya koşmalıyız. 150 yıldır süregelen ve bazan halka tahakküm, bazan dalkavuk şeklinde ortada görülen «kompleksli aydın» sı­ nıfı yerine; örf, âdet, an’anemizi, binlerce yılın süzülmüş hükümlerini ifade eden, deyim ve hikmetlerini öğrenen; tutum ve davranışlarını buna göre düzenleyen, milletle ay­ dın arasındaki kopukluğa son verecek hakiki aydınlara ih­ tiyacımız vardır. Bunun için papuç değiştirir gibi değiştirilen eğitim sis­ temleri yerine; yaygın parasız, adalet için değil, mazinin â-

8


/nimetini, Türklüğün devamım sağlayacak, Türk milletini yüceltecek, iman ve fikir gücü verebilen, nizamlı bir eğitim sistemi getirilmesi gereklidir. Türk milletini yüceltecek ve .bu yolda hiçbir engel tanı­ mayan gençlik mutlaka yetişecektir. Nitekim milletin sev­ gisine layık gençliğin yetişme alametlerinin görülmesi; tak­ litçi, tahripçi, kozmopolit, nemelazımcı ve kompleksli ay­ dınlarda bir panik yaratmıştır. Artık onların uykuları bile paramparçadır. «7 Eylül 1970 - Devlet Gazetesi»


3 MAYIS 1979 RECEP ÖZTÜRK İst. ÜGD Eski Bşk. Her olayda başlangıca ve sona özel bir önem veril­ mektedir. İnsanoğlunun yaradılışında böylesine bir duygu hâkim olagelmiştir. Bu açıdan çök manalı bir 3 Mayıs ya­ şadığımızı söyleyebiliriz. Çünkü Türk Milleti bir daha CHP iktidarı ile 3 Mayıslar yaşamamanın kararlılığı ve azmi içe­ risinde görünmektedir. Şu, açıkça bir kere daha anlaşılmıştır ki; 3 Mayıs 1944, Milletçe yaşadığımız kıtlık, kuyruk, vurgun ve partizanca adam kayırma devri ile; Milliyetçi düşünceye karşı ilân edilmiş ve en alçakça ölçülerle sürdürülmüş saldırılar bir şefin yada onun uşağı seviyesindeki bir kaç kişinin şahsi­ yeti ile değil, Atatürk’ten sonra çarpıtılmış bir CHP düşün­ cesiyle ilgilidir. Zira OHP’de o zamandan bugüne mey­ dana gelen değişmelerin onun insan, adalet ve siyaset anlayışında rnüsbet hiçbir değişikliğe sebep olmadığı orta­ dadır. Aksine gittikçe materyalistleşen felsefesi ile insan aşağılamaya, bir türlü kurtulamadığı işkence humması ile adaletsziliğe, iktidar olmak ve onu elde tutmak için her yo­ lu mübah sayan siyaset anlayışı ile demokrasimize kasd etmeye yönelmiştir, 1944’lerin CHP’si ile 1979’ların OHP’si arasındaki ben­ zerliği daha iyi anlamak için o günleri bir kere daha hatır­ layalım:

11


O günlerin Türkiye'sinde insanımız tuza, şekere, ek­ meğe hasret tam ibir yoksulluk hayatı yaşamaktadır. Tek tesellisi II. Dünya Savaşı’na girmemiş olmaktır. Ancak yokluk herkes için aynı hükmü icra etmemektedir. CHP' nin ileri gelenleri ve Milli Şef'in «Azat kabul etmez köle­ leri» yoklukları kendilerine gelince var ederek, gönüllerin­ ce «'başkent baloları» yaşamaktadır. Öte tarafta uyuzdan, vereme kadar her türlü illet Türk insanını kemirmektedir. Bu acı tablonun sadece kalın hatlarından bir tanesi­ dir. Diğer yanda «tek parti, tek şef, tek millet» gibi fa­ şizmin getirdiği sloganların doldurduğu afişlerle süslü bay­ ramlar kutlanmaktadır. Oysaki o yıllar faşizmin yenik düş­ tüğü yıllardır. Fakat iktidar gözünü dış dünyaya kapamış, ölü bir ideoloji (faşizm) ile aşk yapmaya devam etmekte­ dir. Gaflet öylesine yoğunlaşmıştır ki devletin üst kade­ meleri komünistlerin sinsi işgaline maruz kalmıştır. ıHasan Ali Yücel Milli Eğitim Bakam’dır. Ve bakanlığın bütçesinden komünistlik suçundan tevkif olmuş Bursa Cezaevi'nde yatan Nazım Hikmet’e paralar verilmektedir. Bir vatan haini olan daha sonra da Bulgar sınırını geçmek is­ terken vurularak ölen Sabahattin Ali Devlet Konservatuvarından sanat hayatımızı sabote edecek kişiler yetiştirmekle meşguldür. Hal böyle iken devrin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu «Ben Türkçü bir Başbakanım. Türkçülük bizim için bir kül­ tür meselesi olduğu kadar, bir kon meselesidir» diye nu­ tuklar irad etmektedir. Ortadaki durum ile Başbakanın söz­ lerini karşılaştırınca insanın «bu ne perhiz, bu ne turşu» diyesi geliyor değil mi? Evet Hüseyin Nihal Atsız da o sı­ ralarda çıkartmakta olduğu «Orhun» dergisinde aynen böy­ le diyordu. Başta çok küçük gibi görünen bu çıkış, kısa za­ manda OHP'nin âdeta saman balyalarından mülhem kale-

12


»ini bir alev gibi sarıyor ve milli şefi büyük endişelere sevk ödiyordu. Neticede «Orhun dergisi» sahibi Hüseyin Nihal Atsız ve bu dergi ile ilişkili görülen yüzlerce .'kişi tutuklanır. Daha .sonra soruşturma; içlerinde Alparslan Türkeş, Orhan Şaik Oökyay, Fethi Tevetoğlu, Reha Oğuz Türkkan ve Sait Bil­ giç gibi vatanperver ve gerçek demokratların da bulundu­ ğu 23 kişi üzerinde yoğunlaşır. Bugün 3 Mayıs 1944 Türk­ çülük davası diye tarihe mal olmuş olan bu hadise Türk gençliği için son derece önemli mesajlar taşıyan bir hadi­ sedir. Çünkü bu olay: — Bir avuç Türk Milliyetçisinin «teröre ve baskıya dayanan düpedüz bir dikta rejimine karşı» haysiyetli ve demokratça baş kaldırışların ifadesidir. — Yine bu olay; Tabutluk adı verilen işkence odala­ rında, cehennem azabı yaratan 1500 mumluk ampullere rağmen Türk Milliyetçilerinin Milletimize demokrasiye ve adalete inançlarının destanıdır. — Ve nihayet bu olay; O zamanın Emniyet Genel Müdür Muavini Kâmuran Çuhruk, İstanbul Emniyet Müdürü Ahmet Demir, 1. Şube Müdürü Sait Koçak ile sıkıyönetim savcısı Kâzım AIöç gibi insanlığını zayi etmiş 'işkencecilere karşı; insanlığın, milli­ yetperverliğin ve adaletin bir zaferidir. İşte o günlerin CHP’sî bu idi. Aradan yıllar geçti CHP aynı kafa ve aynı metodlarla 1979 Türkiyesinde arzı endem etmektedir. Âdeta bir fizik kanunu gibi onun iktidarı ile ülke kıtlık­ lar, yokluklar, kuyruklar ülkesi olmuştur. Yılların OHP’ne katığı tek şey; adam kayırmada, partizanlıkta ve sosyaliz­

13


me kanat germede birkaç adım ileri olmaktan başka bir şey değildir. Bunlara eklenmesi gereken bir şey daha var; o da CHP iktidarının dünden daha fazla işkenceye bel bağlar olması, bu yolda kullanacak dünden daha fazla tec­ rübeli beslemelere ve hasta ruhlu insanlara sahip bulun­ masıdır. Bu farklılığın milliyetçilerin aleyhine bir durum ya­ ratması söz konusu olamaz. Çünkü bu durum bir yandan milliyetçilerin azmini artırırken, öte yandan bütün insan­ lık ve adalet önünde demokratik mücadelemize büyük bir anlam kazandırmaktadır. Bütün ömürleri boyunca en yakın hakikatleri anlıyamamış olan bedbahtlara bir hatırlatmada daha bulunalım; «Ne mümkün zulm ile bidat ile imha-yı hürriyet Çalış idraki kaldır muktedirsen Ademiyetten.» İnsanlık tarihi diktatörlüğe karşı hürriyetin, zulme kar­ şı adaletin tarihidir de. Türk Milleti eşsiz sezgisi ile bunu yakalamış ve güzel dilinde «Zulm ile abad olanın sonu berbad olur» diye ifadelendirmiştir. Şimdi bir çift sözümüz daha var, oyuncak olanlara; Olaki, bir nebze hisse kapıp kanun nizam ne derse onun gayrısına bundan böyle yanaşmazlar. O sözde yine «Hür­ riyet Kasidesbmden: «Köpektir zevk alan Sayyad-ı bi insafa hizmetten» Yani insafsız avcıya hizmetten zevk alan yalnızca kö­ pektir. Veya köpeklerdir... Türk Ülkücüleri nasıl ki 1944 ferde zulmün çemberini parçalamışlar, adaletsizliği yen­ mişlerse; bugün de Milletimizin üzerinde oynanan oyunları bozacak, çevresine örülen komünist çemberleri parça par­ ça edecektir. Milliyetçi - Ülkücü Hareket buna, dün ile kı­ yas kabul etmez ölçülerde muktedirdir.

14


BU, BÖYLE DEVAM ETMİYECEKTİR... NECMETTİN HACIEMİNOĞLU Türkiye'de, uzun müddet gizli ve sessiz devam eden bir savaş on yıldan beri açık yapılıyor. Bir yanda Türk dev­ leti, karşısında da, onu yıkmak isteyen dış ve iç düşman­ lar var. İki taraf da dostlara ve müttefiklere sahip Türk m il­ letinin milliyetçi - ülkücü gençliği ile uyanık aydınları dev­ letin yanında; gayrı Türkler, hainler, gafiller ve hırslı po­ litikacılar da düşman cephesinde yer almışlardır. Ümanistler, kozmopolitler, eyyamcılar, neme lâzımcılar, korkaklar ve menfaatçiler ise «tarafsızlıklarını» ilân etmişlerdir. 'Bu savaşta düşman her türlü silâhı ve gayri meşru va­ sıtaları kullanmış; devlet ve onun müttefikleri ise, bütün saldırıları hukuk yolu ile durdurmağa çalışmıştır. Tabanca­ ya sopa ile, bombaya da ceza kanunu maddeleri ile karşı koymayı denemiştir. Üniversiteler, okullar ve öğrenci yurt­ ları savaş meydanı olarak seçilmiş; parlamento, 'basın, meslek teşekkülleri, sendikalar ve bazı resmî kuruluşlar da her iki tarafın cephe gerisini teşkil etmişlerdir, Savaşa önce düşman başlamıştır. Hedefi, Türk devle­ tini yıkmak ve Türk milletinin hem maddi hem de manevi varlığını, dilini, dinini, kültürünü ve töresini yok etmektir. Onu tarihten tamamen silmektir. Bu sebeple, sadece ge­ çici İktisadî ve siyasî menfaatler peşinde koşanlar değil, sadece ideolojik ve askerî maksatlar güdenler de değil, bü­ tün tarihî Türk düşmanları, aleyhimizde bizi yıkmak için bir-

15


leşmişlerdir. Bunların arasında asırlık düşmanımız Çin ve Moskof da vardır, yakın müttefikimiz Amerika da, Yahudi ve Yunan da vardır, İngiliz ve Ermeni de... Fakat ne hazindir ki, meselenin bu yönü ancak dar bir milliyetçi çevre tarafından anlaşılabilmiştir. Geniş aydın kitlesi, sorumlu siyaset ve devlet adamları hattâ güvenlik kuvvetleri, düşman safında yer alanlara da, savaşın mahi­ yet ve maksadına da doğru teşhis koyamamışlardır. Hadi­ selerin başladığı tarihten günümüze kadar da ümit ettiği­ miz uyanma olmamıştır. Çoğunluk hâlâ gaflet içindedir. En azından, meseleyi basit görmekte, hafife almaktadır. Hatırlayacaksınız, 1968 Haziranında boykotlar başla­ dığı zaman bizim şöhretli siyasetçilerimiz, devlet adamla rımız, profesör ve general ünvanı taşıyan büyüklerimizle tanınmış yazarlarımız hadiselerin sebebini şöyle izah et­ mişlerdi: 1} Avrupa’da başlayan gençlik hareketleri Türk genç­ liğini de etkilemiştir. Onun için bu, normal ve tabiî karşı­ lanmalıdır, 2) Bunlar, çağımızın gençliğinde görülen bunalımın patlamasıdır. 3) Gençler seks bakımından tatmin edilmedikleri için böyle aşırı hareketlere girişiyorlar. 4) Gençler çağın ihtiyaçlarına cevap verecek bir üniversite reformu istiyorlar. 5) Günümüzün gençliği kendilerini idare eden yaşıı nesli beğenmiyor, bu sebeple ülke yönetiminde hemen so­ rumluluk almak istiyor. 6) Gençler, çok idealist ve romantiktirler. Onun için haklı olarak, Türkiye'nin bir an önce çağdaş uygarlık se­ viyesine yükselmesini istiyor ve bu uğurda savaş veri­ yorlar.

16


/) Gençlik gericiliğe taviz veren siyasi iktidarı pro­ ses» ötmek ve devrimleri 'korumak için direniyor. ıi) Gençlik hem ülkenin hem de kendisinin yarınıni m emin olmadığı için, haklı sebeplerle huzursuzianıyor vm sorumlulardan teminat istiyor. !)) Polis gençlere karşı haksız ve sert davranıyor; onı. и do kendilerini savunmak maksadiyle örgütleniyorlar. 10) Aşırı sağcılar ve komandolar devrimci gençleri dovup öldürmeğe başladılar, bunlar da savunmaya geçlilo ı.

11) Anayasanın öngördüğü reformlar yapılmadığı iı,in gençlik ülke yararına eyleme geçmek zorunda kal­ mıştır. Tabiî, bir kısım gafillerin bilmeden, sicilli hainlerin de maksatlı olarak ileri sürdükleri bu gerekçelerin hiç biri, annelik hareketlerinin asıl sebebi değil, sadece bahanesiy•ll. Ama çok kimseleri uzun müddet aldattı, oyaladı ve ha­ diselerin temelindeki hain maksadın anlaşılmasını önledi. Gerçeği yalnız milliyetçi ülkücüler görmüşler, fakat inınu pek az kimseye anlatabilmişlerdi. 12 Marttan sonra (inlişen hadiselerle ortaya çıkan vesikalar daha da geniş hlr aydın çevresini ve iyi niyetli gafilleri uyandırdı. Ancak, İ mi dahi istenilen ölçüde olmadı. O yüzden, işte hadiseler durdurulmuş olduğu noktadan tekrar başladı. Ve bugünün sorumlu siyasetçileri ile b ir kısım basın da, dünkü hadise­ lerden hiç ibret almadan ayni gaflet ve hata denizinde yü­ züyorlar. Henüz kötü niyetli olmadıklarını farz ettiğimiz bu kimselere hadiselerin iç yüzünü bir kere daha anlatarak, onları milletimizin saflarında yer almaya çağıralım. 1968 tarihinden beri birbiri ile kıyasıya mücadele eden iki fikir cephesi vardır: 1. Ülkü Gençlik Derneği’ne mensup milliyetçi - ülkü­ cü Türk gençliği, ile diğer ülkücü kuruluşlar.

F.: 2 - 17


2. Aralarında 49 fraksiyona bölünmüş bütün komü­ nist örgütler ile Marksist - Leninist partiler. Bunlardan birinci gruba mensup olan ülkücüler diyor­ lar ki: — Burası Türk vatanıdır, Üzerinde yaşayan ve ben Türk’üm diyen 45 milyon insan Türkiye Türklüğünü teşkil eder, Hudutlarımızın dışında kalıp başka devletlerin bay­ rağı altında esir yaşayan 80 milyonluk soydaşlarımızla be­ raber, 130 milyonluk dünya Türklüğünü meydana getirmek­ teyiz. Bu 130 milyonluk Türk’ün her ferdi doğup büyüdüğü ve halen oturduğu vatanda siyasî bağımsızlığına, askerî, İktisadî ve kültürel 'hürriyete sahip, şerefli insanlar olarak yaşamalıdırlar. Mozambik ve Angola kadar olsun kendi ka­ derlerini tayin hakkı onlara da tanınmalıdır, Türkiye Cum­ huriyeti, halen yeryüzünün tek bağımsız Türk devletidir. Bu devlet iktisadi bakımdan geri bırakıldığı için sanayileşme­ miş ve kapitalist batının pazar yeri haline gelmiştir. Bun­ dan kurtulması gerekir. Onun için ülkemiz süratle sanayi­ leşerek başkalarının pazarı olmaktan; boraksını, petrolünü ve bütün zenginliklerini kendisi işleterek başkaları eliyle sömürülmekten kurtulmalıdır. Sanayileşmemizi önleyecek bir tuzak olan Ortak Pazar'a girmeyip montaj sanayiine de. tüketim ekonomi'Sine de son vermelidir. Millî barb sanayii­ ni kurmalıdır, milletimiz iki asırdan beri materyalist batı kültürünün hücumuna buradan uğramakta ve bu hücum karşısında gerilemektedir. Bu yüzden aydınlarımız milli kültürünü, gelenek ve töresini, san’at, ahlâk ve inancını kaybederek Avrupa’yı şuursuzca taklit eden maymunlar ha­ line gelmiş, böylece, millete yabancılaşmıştır. Bu duruma son verilmelidir. Okullarda öncelikle Türk dili ve edebiyatı, Türk tarihi ve kültürü, Türk san’atı ve musikisi okutulmalı, öğretilmelidir. Gençliğe sağlam bir milli kültür ve şuur kazandınlırken, milletini çağın üstünden aşıracak bir de milli

18


ііии oluk ruhu aşılanmalıdır. Her biri bir yabancı devletin иіііш ııssü olan bütün yabancı okullar kapatılmalıdır. Radv/" televizyonumda benim sanatım, benim musikim, beMim »İllim hâkim olmalı, benim dertlerim dile gelmelidir, ini ни ıııuı, ahlâkıma ve millî yapıma ters düşen programlara , mi vnıllmemelidir. Sinemalar, tiyatrolar da ayni yönde ol­ malıdır. Nüfus planlaması yapıp yapmamaya, haşhaş ekip Mi MHtmoye kendi irademle karar verecek kadar şahsiyet sa­ mı ıi olmalıyım. Tarihime ve ecdadıma sövülmemeli; her inik büyüğünün meydanlarda âbidesi, gönüllerde yeri ol«Millidir. Kapitalizm de, komünizm de yabancı menşelidir ve bı -ım milli bünyemize uymaz. İktisadi rejimimizi de, siyasî ■mimimizi de tarih yapımıza çağın şartlarına ve bünyemize ıjöın kendimiz kurmalıyız. Türklük gurur ve şuuru ile İslâm ahlak ve faziletini ruhumuzda birleştirmeliyiz. Her şey ı nık'ogöre, Türk için ve Türk tarafından yapılmalı ve milli yapıma ters düşen programlara yer verilmemeli. Emper­ yalizmin her türlüsü kahrolsun. Yeryüzünün yabancılara el arını ikinci sınıf devleti olmaktan kurtulmak 'için Millî Dev­ irt Güçlü İktidar ülküsünde birleşelim. Yüz milyonluk miliıyoiçi Türkiye'yi kurmak için çalışalım. Vietnam’dan önce hııkistan, Afrika’dan önce Kıbrıs, Kerkük...

Gelelim komünist cephenin söylediklerine. Onlar da ılıyorlar ki: - Türkiye’de Türk milleti değil, Türkiye halkları var­ illi Bunlara özgürlükler verilerek bağımsız Kürdistan kuı almalıdır. Esasen Türk diye bir millet yok, karışık melez bu halk mevcuttur. Türkiye’de yalnız komünist fikirlerin yayılmasına izin verilmelidir. Milliyetçilik çağdışıdır, gerici­ liktir, faşizmdir. Din ise bir afyondur. Türk tarihi 'barbarlık vo vahşetin tarihidir. Türk sanatı, Türk kültürü ve musikisi yoktur. Türk edebiyatı Arap - Fars edebiyatlarının kopya-

19


2. Aralarında 49 fraksiyona bölünmüş bütün komü­ nist örgütler ile Marksist - Leninist partiler. Bunlardan birinci gruba mensup olan ülkücüler diyor­ lar ki: — Burası Türk vatanıdır, Üzerinde yaşayan ve ben Türk'üm diyen 45 milyon insan Türkiye Türklüğünü teşkil eder. Hudutlarımızın dışında kalıp başka devletlerin bay­ rağı altında esir yaşayan 80 milyonluk soydaşlarımızla be­ raber, 130 milyonluk dünya Türklüğünü meydana getirmek­ teyiz. Bu 130 milyonluk Türk'ün her ferdi doğup büyüdüğü ve halen oturduğu vatanda siyasî bağımsızlığına, askerî, İktisadî ve kültürel hürriyete sahip, şerefli insanlar olarak yaşamalıdırlar. Mozambik ve Angola kadar olsun kendi ka­ derlerini tayin hakkı onlara da tanınmalıdır, Türkiye Cum­ huriyeti, halen yeryüzünün tek bağımsız Türk devletidir. Bu devlet iktisadi bakımdan geri bırakıldığı için sanayileşme­ miş ve kapitalist batının pazar yeri haline gelmiştir. Bun­ dan kurtulması gerekir. Onun için ülkemiz süratle sanayi­ leşerek başkalarının pazarı olmaktan; boraksını, petrolünü ve bütün zenginliklerini kendisi işleterek başkaları eliyle sömürülmekten kurtulmalıdır. Sanayileşmemizi önleyecek bir tuzak olan Ortak Pazar'a girmeyip montaj sanayiine de. tüketim ekonomisine de son vermelidir. Millî harb sanayii­ ni kurmalıdır, milletimiz iki asırdan beri materyalist batı kültürünün hücumuna buradan uğramakta ve bu hücum karşısında gerilemektedir. Bu yüzden aydınlarımız milli kültürünü, gelenek ve töresini, san’at, ahlâk ve inancını kaybederek Avrupa’yı şuursuzca taklit eden maymunlar ha­ line gelmiş, böylece, millete yabancılaşmıştır. Bu duruma son verilmelidir. Okullarda öncelikle Türk dili ve edebiyatı, Türk tarihi ve kültürü, Türk san'atı ve musikisi okutulmalı, öğretilmelidir. Gençliğe sağlam bir milli kültür ve şuur kazandırılırken, milletini çağın üstünden aşıracak bir de milli

18


ülkücülük ruhu aşılanmalıdır. Her biri bir yabancı devletin kültür üssü olan bütün yabancı okullar kapatılmalıdır. Rad­ yo ve televizyonumda benim sanatım, benim musikim, be­ nim dilim hâkim olmalı, benim dertlerim dile gelmelidir. İnancıma, ahlâkıma ve millî yapıma ters düşen programlara yer verilmemelidir. Sinemalar, tiyatrolar da ayni yönde ol­ malıdır. Nüfus planlaması yapıp yapmamaya, haşhaş ekip ekmemeye kendi irademle karar verecek kadar şahsiyet sa­ hibi olmalıyım. Tarihime ve ecdadıma sövülmemeli; her Türk büyüğünün meydanlarda âbidesi, gönüllerde yeri ol­ malıdır. Kapitalizm de, komünizm de yabancı menşelidir ve bizim milli bünyemize uymaz. İktisadi rejimimizi de, siyasi rejimimizi de tarih yapımıza çağın şartlarına ve bünyemize göre kendimiz kurmalıyız. Türklük gurur ve şuuru ile İslâm ahlâk ve faziletini ruhumuzda birleştirmeliyiz. Her şey Türk’e göre, Türk için ve Türk tarafından yapılmalı ve milli yapıma ters düşen programlara yer verilmemeli. Emper­ yalizmin her türlüsü kahrolsun. Yeryüzünün yabancılara el açan ikinci sınıf devleti olmaktan kurtulmak için Millî Dev­ let Güçlü İktidar ülküsünde birleşelim. Yüz milyonluk mil­ liyetçi Türkiye'yi kurmak için çalışalım. Vietnam’dan önce Türkistan, Afrika’dan önce Kıbrıs, Kerkük... Gelelim komünist cephenin söylediklerine. Onlar da diyorlar ki: — Türkiye’de Türk milleti değil, Türkiye halkları var­ dır. Bunlara özgürlükler verilerek bağımsız Kürdistan ku­ rulmalıdır. Esasen Türk diye bir millet yok, karışık melez bir halk mevcuttur. Türkiye'de yalnız komünist fikirlerin yayılmasına izin verilmelidir. Milliyetçilik çağdışıdır, gerici­ liktir, faşizmdir. Din ise bir afyondur. Türk tarihi barbarlık ve vahşetin tarihidir. Türk sanatı, Türk kültürü ve musikisi yoktur. Türk edebiyatı Arap - Fars edebiyatlarının kopya-

19


sidir, Bunlara dair ıkitaplar uydurmadır, zararlıdır. Nitekim bu 'kanaatte oldukları için ülkücülerin dolaplarını kırarak, oradaki Orhun Abideleri ve Dede Korkut gibi millî eserler­ le, Ziya Gakalp, Remzi Oğuz, Ömer Seyfettin, Yahya Ke­ mal, Peyami Safa, Tarık Buğra, Necati Sepetçioğlu, Emine İşınsa ve Necdet Sevinç gibi milliyetçilerin ve komünizm­ den hiç bahsetmeyen, b ir siyasî partiyi tutmayan, fakat milliyetçilik ruhu taşıyan kitaplarını parçalamaktadırlar. «Çırpınındın Karadeniz» plağını kırıp, Türk bayrağını yırt­ maktadırlar. İşte iki grup arasındaki kavganın asıl sebebi budur. Şimdi sayın Ecevit’e ve yandaşlarına soralım: — Siz, komünist gençlerin yukarıda özetlenen fikirle­ rine iştirak ediyor musunuz? Bu fikirlerin söylenmesi, ya­ zılması ve uygulanmağa kalkışılması Türkiye Cumhuriyetini ülkesini ve milletiyle bölünmez bir bütün kabul eden ana­ yasamızla bağdaşabilir mi? Bu yıkıcı ve bölücü fikirlerin sahipleri kanun mercilerince cezalandırılmadıkları için, şı­ mararak, kendilerine karşı en güçlü fikir kalesini kuran ülkücü gençliği ezmeğe yeltenirse, durum ne olur Mesele basit bir sağ - sol çatışması ise, Türkiye’de ülkücü genç­ lerden başka sağcılar, komünist - kürtçülerden başka sol­ cular da bulunduğuna göre, onların da kavga etmeleri ge­ rekmez mi? Ülkücüleri siyasetçilerin kışkırttığını söylüyor­ sunuz. Öyle olsa, o siyasetçilerin rakipleri yalnız siz değil­ siniz. Daha beş tane siyasi parti var. Ülkücüleri neden size karşı kışkırtsınlar da, diğerleri ile dost olsunlar? Demek ki kavga ne sağ - sol çekişmesi, ne de siyasî rekabetle izah edilebilir. Kavga Türkiye'nin bütünlüğünü korumaya kararlı olan ülkücülerle, bu vatanı parçalamak üzere teşkilâtlanan komünist - kürtçüler arasındadır. Türkiye'nin güçlü ve bü­ yük devlet olması için çalışan milliyetçi - ülkücülerle, önle­ rin bu çalışmasını önleyip devletimizi zayıf bırakmak mak­ sadı güden bütün gayri Tünkler ve Türk düşmanları ara­

20


sındadır, Si-zler kimden yanasınız? Ülkücülerden yana İse­ niz, ki damarlarında Türk kanı dolaşanların öyle olması ge­ rekir, derhal hatanızı ve yanıldığınızı itiraf ediniz. Komü­ nistlerden yana iseniz, bütün Türk milleti karşınızda oldu­ ğu için yenilmeğe 'mahkûmsunuz. Hemen millete teslim olunuz! Ülküoülerin kendi,fikirlerini başkalarına zorla kobul ettirmek istedikleri iftirasına gelince, bu tamamiyle sapma bir iddiadır. Çünkü bir iman ve gönül işi olan ülkücülük, bir şuur ve düşünce sistemi olan milliyetçilik, kimseye zor­ la aşılanamaz ki.. Nitekim, ülkücülerin kimseyi bozkurt rozeti takmağa zorladığı görülmemiştir, ama göğsünde bozkurt rozeti taşıyanların komünistler tarafından kurşun­ landığı bilinmektedir... Bu rozeti göğüslerinden çıkarma­ yanların okullardan çıkarıldıkları utanç verici bir gerçek­ tir. Bu ülküyü gönlünde yaşatanlara hayat hakkı tanınma­ ması iğrenç bir davranıştır... Ama bu hep böyle devam etmeyecektir.


TABUTLUK 1944 VE 1979 Prof. R. OĞUZ TÜRKKAN 3 Mayıs 1944 Komünistlerin azgınlığına karşı Türkçü gençliğin ayaklanışı. CHP hükümetinin yüzlerce Milliyetçiyi tutuklatma­ sı ve 23’ünü bir buçuk yıl zindanlarda çürütmesi. Zulümler, işkenceler, tabutluklar... Haksızlık dolu yargılamalar, çirkin oyunlar... Karalamalar. Basında, radyoda... Beraat ve utanma bilmeyen bir hükümetin sükutu. ★

** Şimdi 1979 CHP, 1978’den beri gene iktidarda. Gene komünistler azmış durumda, Gene daha çok milliyetçiler - ülkücüler üzerinde hükümetin darbeleri. Tutuklamalar, Karalamalar - radyoda, televizyonda, basında - ve gene çirkin, karanlık o y u n la r... Sonunda da beraatlar ve utanma bilmeyen bir hükü­ metin susuşu! ★

** «Fıtrat Değişir Sanma..» (Namık Kemal) Bütün bu benzerlikler, bu tekerrürler, bu paraleller tesadüf mü? İnsanın aklına bir sürü atasözü ve deyimler geliyor: «Fıtrat (doğuş, huy) değişir sanma»..

23


«Tarih tekerrürden ibarettir.» «7’sinde neyse 70’inde de odur.» Yani CHP? Eğer bu tarihi ve İnsanî hükümler doğruysa, CHP gene devrilecek demektir. Ve gene 20 yıl, 30 yıl, fesadıyla, ikti­ darını solun emrinde kullanomıyacak hale gelecektir de­ mektir. Pek yakında... ★

**

1940’larda Türk Solu 3 Mayıs 1944. Ve onun biraz öncesi... 2. Dünya Savaşı’nda Rusların başarı kazanıp Balkan­ lara doğru ilerlemeye 'başlamasıyla birlikte, Türkiye’deki komünist örgütler ve kişiler, sihirli bir değnekle dokunmuş gibi birden dirilmiş, korkunç bir faaliyet göstermeğe baş­ lamışlardır. Güya sırrına akıl erdirilmez bir kaynaktan beslenen TAN gazetesi ve düzinelerle dergi ve kitap, kıpkızıl yazı­ larla ortalığı kaplamıştı. «Yurt ve Dünya», «Küllük», «Ses», «Yeni Ses», «Yürüyüş», «Yeni Yol», «Aydınlık», «İnsan», «Adımlar» gibi yayınlar, sanki «Pravda»nın, «İzvestiya»nın Türkiye nüshalarıydı. Düşünün, komünizme karşı kesin cephe almış olan Atatürk öldükten sonra, basın üzerinde, «Sansür» dışında, en sıkı kontrolü elinde tutan tek-parti diktatörlüğünün CHP hükümeti sırasında bunlar çıkabiliyordu. 1940'larda Türkçülük Rus zaferleri arttıkça, CHP’nin «yukarı kademelerin­ den» solcu korumalar gitgide artıyordu. Solcu öğretmen­ ler, profesörler ve memurlar kilit noktalara getiriliyor, en zehir saçan komünist dergiler, devrin Milli Eğitim Bakanı Haşan Ali Yücel tarafından okullara ve köy enstitülerine

24


aldırılıp, okutuluyordu. (CHP, her gerektiği anda, Haşan Ali ve Necdet Uğur türünde Müli Eğitim Bakanları bulabil­ miş ve gençlerimizin ruhlarını ve dimağlarını bunlara tes­ lim etmiştir.) 1938'de Engenekon dergisiyle başladığım mücadelemi önce Bozkurt, o kapatılınca da, Gök-Börü dergilerinde de­ vam etiriyordum. Başka Türk Milliyetçisi arkadaşlarımız da kuvvetli mecmualar çıkarmağa başlamışlar, sesimizi iyice duyulur hale getirmişlerdi. (Atsız'ın Orhun’u, Tevetoğlu’nun Kopuz'u, Orhan Seyfi’nin Çınaraltı’sı, Dr. Haşan Ferit Cansever’in Türk Yurdu'su gibi..) Mücadele kızışıyor Kızıllar, hain maksatlarına en büyük engelin Milliyetçi­ ler olduğunu anlamış, ağır toplarını bize çevirmişlerdi. 1943 sonlarında, biri «Solcular ve Kızıllar», diğeri de «Kızıl Faa­ liyet» adlı iki kitapçık yayınladım. Kapakta ilân edildiği gibi, bu kitaplar «Türkiye’deki Komünistlerin içyüzünü» ve nasıl «gerçek tehlikemin, hükümet içindeki hainler olduğunu açıklıyordu. Yani Haşan Ali’ler, Falih Rıfkı’lar... Kızılca kıyamet koptu. Ardından rahmetli Atsız, Orhun dergisinde, Saraçoğ­ lu’na o iki mektubunu yayınladı. Haşan Ali’nin desteği ile Komünist Sabahattin Ali hakaret davası açtı. «Kahrolsun Komünizm» diye bağıran gençler hapsediliyor. Bu kadar küstahlığa dayanamıyan gençlik Ankara’da büyük bir nümayiş yaptı! «Kahrolsun Komünistler!» diye bağırdı. Ve bunlar ne kadar zafer kazanırsa kazansın, va­ tanımızın komünistler eliyle peşkeş çekilmesine izin veril­ meyeceği haykırıldı. CHP hükümetinin içindeki gizli sol-

25


culor, İnönü’yü ve etrofmı paniğe kaptırdılar. Emirler ve­ rildi. Planlar yapıldı. Atlı ve motosikletli polisler, «Kahrolsun komünizm» di­ ye 'bağıran gençlerin üzerine saldırdılar, copladılar, yara­ ladılar, yüzlercesini yakalayıp İçeri attılar, Yürüyüş sırasında benim de, diğer arkadaşların da fo ­ toğraflarını çekmişler. Bizi de tutukladılar. Bugün Türkiye'yi çökertmek isteyenler Şimdi burada durup 1978’lere dönelim. Ve bugünlere... Türkiye'nin 1944’deki gibi, her an çökebileceğini kara kargalar gibi «müjdeleyen» dış güçler, komünistleri ayağa kaldırmışlar, bu arada CHP’yi de işbaşına geçirmeği başar­ mışlardır. CHP’nim içine solcular ve tam kızıllar 1944’de ol­ duğundan bile daha çok sızabilmişlerdir. Pek çok bakan­ lıkların başına veya üst kademelerine çöreklenmişlerdir. Çöküntüyü hızlandırmak için de, bir yandan «anarşist terörist - kentsel eylemoi» kılıklarıyla, öbür yanda da Kürtçülüğü «kırsal ve kentsel» bölgelerde kışkırtarak faaliyete geçmişlerdir. Tam hücum halindedirler. Yalnız bir farkla ki bugün bir değil, iki ayrı yandan direktif alıyorlar. Moskova’­ dan ve Pekin’den. Onlara karşı koyan esas kuvvet, gene 1944’lerdeki gi­ bi, Türkçülerdir. Ülkücülerdir. O zamanlardan arkadaşımız ve ülküdaşımız ALPARSLAN TÜRKEŞ, partisiyle, mücade­ leyi Meclis içine kadar getirebilmiştir. 'Bugün çok daha ge­ niş ve teşkilâtlı hale gelen Milliyetçiler çok daha etkin şe­ kilde davayı yürütmektedirler. Ülkücülerin ateş çemberi Kızıllar gene farkındadır. Hain emellerine en büyük engel, 1970’lerin Türkçüleri olan Ülkücülerdir. En ağır ve

26


on zehirli topları onlara çevrilmiştir. «Ateş çemberi» ©akakta, iş yerinde, evde, köyde, ge­ cekonduda vurulmalar... İşkencelerle öldürmeler... Binbir vesileyle tutuklamalar... Ve gene etrafta, Rus, Bulgar, Çin komünist paçavralarının kopyesi yayınlar, duvar sloganları, «ezeceğiz, öldüreceğiz, yok edeceğiz» tehditleri... Hükümet, 'kendine rakip gördüğü türden birkaç sol­ cuyu göz boyama kabilinden tutuklatırken, bütün yüküyle asıl ülkücü gençler üzerine abanmakta, onları yakalat­ makta.. Karalamaları düzeltme hürriyetsizliği Gene dönelim 1944'lere.. Tek tek hücrelere^ zindanlara kapatıldık. Karalama kampanyası başladı. En önce İnönü’den Devlet Başkam, 19 Mayıs günü, «Bu caniler, bu sağcılar suçludur cezala­ rını göreceklerdir» diye bağırmakta, radyolar ve basın, bu peşin hükümleri yayınlamaktadır. Rahmetli babam Halit Ziya, devlet memuru olmasına rağmen, İnönü'ye telgraf çekiyor, «Memleketin mahkemeleri ve kanunları varken, daha suçlu olup olmadıkları anlaşılmamış kimseler hakkın­ da bir devlet başkanı böyle nasıl konuşur?» diye soruyor. Ve vaktinden önce emekliliğe sevkediliyor. Basında her gün binbir suç ve iftirayla karalanıyoruz. Savcı Kâzım Alöç’ün çirkin lekelemelerle dolu «İddianame­ si» aynen yayınlanıyor. Bizim cevap vermemiz ne mümkün! Sekiz ay, yargılanmadan, hiç kimseyle konuşturulma-, dan, gazete ve kitap bile okuyamadan hücrelerimizde yatı­ yoruz. Tabukiukta 3 gün 4 gece Bazılarımız da işkence görüyor. Ben, tabukiukta 3 gün

27


4 gece işkence edilerek, 23 arkadaşımın arasında korkunç bir «rekor» kırmış oluyorum ama, sol gözüm zedeleniyor, kör olma derecesine geliyorum. (Amerika’da tedavim 8 yıı sürdü.) Çoğumuza şu veya bu çeşit zulüm ve işkence yapılı­ yor. Sekiz ay sonra başlayan mahkemede de bunların izi kalmadığı için isbat edemeyeceğimiz sanılıyor. (Benim isbatım, onları pek şaşırttığı gibi. Askerî Yargıtayın mahku­ miyet kararını bozma sebeplerinden biri oldu.) Ecevit ve TRT lekelemesi Şimdi 1978 ve 1979 yılların dayız. Milliyetçiler rastgele (veya sinsi bir plan gereğince) tutuklanır tutuklanmaz, hemen o gün veya o akşam, hükü­ metin başı «Başbakan» Ecevit televizyonlara çıkıyor, «Sağ­ cılara», milliyetçilere veryansın ediyor, «işte gene bu ca­ niler...» diyerek, entrikayla yerini kaptığı eski akıl hocası İnönü'yü taklit ediyor. Ve tabii yargıyı etkiliyor. Baskı yapmış oluyor, Sayın Türkeş demeçleriyle, biz de kendi basınımızla, aynı soruları soruyoruz. «Daha mahkeme kararını vermemişken sana bu karışma yetkisini kim verdi?» diyoruz. Gelgelelim korkunç bir kitle haberleşme aracı olan TRT onların elinde. Geniş tirajlı gazetelerin çoğu da onla­ rın izinde. Sesimizi zor duyuruyoruz. Bugünün işkenceleri «Tabutluk» dediğimiz o dik konmuş tabut boyu elekt­ rikli işkence hücreleri, duyduğum kadarıyla, kalmamış ar­ tık, ama elektrik cereyanıyla acı çektirmek, dayak, et üs­ tünde sigara söndürmek gibi maddi ve sanığın gözü önün­ de karısını soyup ırza geçme tehdidi gibi manevi eziyet ve işkenceler, «yeni tabutluklar» oluyor. Ve gene dışarıya bu­

28


nu duyuromamış, veya iş işten geçtikten sonra istoata çalışış.

«İftira et, kurtul» teklifi 1944’de bana, istedikleri peşin yazılmış «ifade»leri iş­ kencelerle imzalatamayınca, 4. günü yepyeni bir taktik de­ nemişlerdi. «Tabutluktan Gurbete» kitabımda (*) ayrıntı­ sıyla anlattığım bu oyun, kısaca şöyleydi! «Suçu ötekilerin üstüne at, onlar beni kullandı, bu bir şebekeydi, elebaşları şunlardı» de, seni yalnız işkence etmemekle kalmayaca­ ğız, idam veya ağır hapis cezalarından da kurtaracağız». Bu vaid, yalnızlıktan ve eziyetten perişan olmuş bir in­ sana müthiş tesir ediyor. Ben bile, red etmeden önce, bir an sarsıldığımı hatırlarım. Şimdi, bundan 'birkaç ay önce, televizyonda, Ecevit’in «yeni yöntem» ilânını hatırlamanızı istiyorum. Ne diyordu bu CHP lideri? — Ülkücü denen bu gençler aldatılmış masum çocuk­ lardır. Onlara şans tanıyacağız. Onları bu yola itenlerin ba­ zı parti ve dernek liderleri olduğunu itiraf ederlerse çok ufak cezalarla kurtulmalarını sağlayacağız. Nasıi, 1 9 4 4 -1945'lerin «ayniyle tıpkısı» yankıları gibi değil mi? Tabii «itiraf ederlerse» maskeli sözünün altında, «bizim vereceğimiz isimleri elebaşı olarak ilân etmeği ka­ bul ederlerse» pazarlığı yatıyor. Ama pek de gizli değii., sırıtıyor...

Beraattan sonraki sessizlik Nihayet beraat ettik. 1945 sonlarında.. Hem de her iddia noktasından. Ve serbest bırakıldık. (*) Boğaziçi Yayınevi, 1975


Bir buçuk yıllık ömrümüzü zindanlarda geçirdikten, iş­ kencelerle yaralandıktan ve cevabını veremediğimiz kara­ lamalara ve lekelemelere uğratıldıktan sonra.. Buna sebep olan, rezil olması gereken CHP hükümeti af diledi mi? Özür diledi mi? Yargıtayca doğrulanan ger­ çeklerimizi, aynı basında, aynı sütunlarda ve aynı radyo­ larda ilân etti ve düzeltti mi? Ne gezer! Hiçbirini yapmadı. Bugün de karaladığı gençler bir bir beraat edip salı­ verilirken yapıyor mu ki? Tabii yapmaz. Yok mu kurtaracak Atatürk'ün CHP’sini? 7'sinde neyse 70’inde de odur CHP! Solun dostu, solun kapı açıcısı, insan hak ve hürriyetlerini ve adaleti hiçe sa­ yan müstebit ve zulümcü kimselerin her nasılsa hep ege­ men oldukları bir parti... Atatürk'ten sonra kaptırılan bir parti! O yüzden de 1950'de (aslında 1946’da) halkın güveni­ ni kaybetti ve 27 yıl bir daha kazanamadı. Şimdi de kaza­ namadı ve hileyi şeriye ile iktidara geldi ama, tarih yine tekerrür edecek elbet. Bir 27 yıl daha en azından iktidar yüzü göremeyecektir. Partilerini böylelerin elinde bırakan öteki dürüst CHP’liler belki de müstehak. Değillerse parti­ lerine sahip olsunlar artık.

30


ADALAR DENİZİNDEN ALTAYLARIN DAHA ÖTESİNE KADAR BÜTÜN TÜRK GENÇLİĞİNE: - ATSI Yer bulmasın gönlünde ne ihtiras, ne haset, Sen 'bütün varlığınla yurdumuzun malısın. Sen bir insan değilsin; ne kemiksin ne de e1 Tunçtan bir heykel gibi ebedi ıkolmalısm.


Izdırap çek, inleme... Ses çıkarmadan aşın. Bir damlacık aksa da, bir acizdir göz yaşın! Yarı yalda ölse de en yürekten yoldaşın Tek 'başına dileğe doğru at salmalısın. Ezilmekten çekinme... Gerilemekten sakın! İradenle olmalı bütün uzaklar yakın. Dolu dizgin yaparken ülküne doğru akın Ateşe atılmalı, denize dolmalısın. Ölümlerden sakınma, meyus olmaktan utan! Bir kere düşün nedir seni dünyaya tutan? Mefkûresinden başka her varlığı unutan Kahramanlar gi'bi sen, ebedî kamalısın...


TABUTLUK - 79 HALÛK AKALIN «Hem Rabbin işkenceye uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra Allah yolunda savaşan ve sabredenlerledir. Muhakkak ki Rabbin bundan sonra da Gafûr’dur, Rahim’dir.» KUR’AN-I KERİM - Nahl Suresi 110 Ayet. Bu gün 3 Mayıs... Bundan 35 yıi önce idealist ve va­ tanperver bir gurubun o devrin dikta rejimine karşı baş­ lattığı kutsal gayeli hareketin yıl dönümü... Bu gün 3 Mayıs... O günden bu güne 35 yıl geçti ama; tek partili dönemin özlemi içerisindeki mevcut iktidarın Türk Milleti ve Türk Gençliği üzerinde kurmak istediği baskı, zulüm ve işkence düzeni babalarımıza, dedelerimi­ ze eskiyi hatırlatırken, bizlere de Faşizm'in gerçek yüzünü göstermektedir. Evet, milletler hayatında 35 yıl; gelişme, ilerleme açı­ sından çek önemli bir mesafedir. Fakat, artık günümüzde 35 yıl öncesine dönüş özlemi başlamıştır. Tabutluklarda Türk Milliyetçilerine uygulanan işkenceler, diktatörlük ve tek parti dönemi özlemcileri tarafından bu gün de artık Ülkücü Türk Gençlerine uygulanmaktadır. Sokağa atılan gençler, her geçen gün yükselen fiatlar, küçülen ekmek­ ler, üç yıl öncesinin düzeyinde tutulan maaşlar ve karne devri... F.: 3 - 33


Ve hiç şüphesiz İŞKENCELER... İŞKENCE... Zorla, akla sığmaz, insanlık dışı metodlarla suçlanan, suç kabul ettirilen Ülkücü Gençler... Kar­ gaları bile güldüren zorla imzalattırılan itirafnameler (!) İşte Faşizm... Emniyet saraylarını Temerküz Kamplarına çeviren­ ler... İnsanlık dışı, ahlak dışı işkenceleri Ülkücü Türk Gençliği üzerinde uygulamalar... Atom çağından orta ça­ ğın karanlık günlerine dönüş... İftira, yalan, hakaret, kan, gözyaşı, sakatlık hatta ölüm... İşte TABUTLUK 79... Yıllardır anayasal demokratik hak ve özgürlüklerdea bahsedenler, bugün artık Anayasayı, kanuni hak ve hü­ kümleri çiğnemektedirler. Madde 14. Kimseye eziyet ve işkence yapılamaz T.C. ANAYASASI Anayasa böyle demektedir ama, Ülkücü Türk Gençli­ ği üzerinde uygulanan işkenceler, Anayasa’nın işlerliğini şüpheye düşürmektedir. Yıllardır Anayasadan dem vu­ ranlar bu gün neden suskunlar?... Hani cübbeleri ile yü­ rüyen Anayasacılar?.. Bu dönem, Ülkücü Hareketin elemanlarının şuurlanma ve mücadele azmini kuvvetlendirme yönünden hare­ ketimize çok şey kazandırmıştır. Kolay şartlarda verilen mücadeleler neticesinde elde edilen zafer devamlılığını koruyamaz. Güç şartlar altında verilen mücadeleler, er geç zafere ulaşacak ve bu zafer daimi olacaktır. Bu gün oldukça güç şartlar altında Milliyetçi Hareket'in iktidar olma mücadelesini vermekteyiz. Karşımıza emperyalizmin bütün güçleri dikilmiştir. Canımız pahasına verdiğimiz mü­ cadelede hedefe emin adımlarla ilerlemekteyiz. Zor şart­ larda verilen mücadele neticesinde elde edilen zafer dai­ midir.

34


«Yoksa insanlar inandık demeleriyle bırakılacaklarını ve kendilerinin imtihana çekilmeyeceklerini mi sandılar? And olsun ki, biz onlardan öncekileri de denedik. Al­ lah elbette doğruları bilir. Ve elbet te yalancıları da bilir.» Ankebût Sûresi : 2. ve 3. Ayetler. Evet, Cenâb-ı Allah’ın buyurduğu gibi dil ile iman et­ mek mes'eleyi halletmemektedir. İnandığı davayı yaşa­ mak, herşeyden önemlisi İnancını ve davasını bu dünyada vereceği imtihanla korumak, yüceltmek ve sağlamlaştır­ mak lazımdır. İmanlıların fitnelerle, işkencelerle denenip imtihan­ dan geçirilmesi değişmez bir esas ve Allah'ın nizamında câri olan bir kanundur. Asırlar boyunca İslâm'ın kılıncı vazifesini yapan Türk Milleti'nin bu günkü genç nesli bizler, Ülkücü Türk Genç­ leri; inancımız imtihan edilmektedir. Bizleri Hak Yoldan çevirmek için uygulanan işkenceler imanımızı, inancımızı kuvvetlendirmektedir. İslâmiyet’in başlangıç günlerinde Mekke’de Müslümanlara öyle eziyet ve işkenceler yapılmıştır ki, imanı sağlam olanların ahıret hayatım dünya hayatına tercih edip, dünyada azap ve işkencelere maruz kalmayı dinle­ rini değiştirmeye tercih edenlerden başkası tahammül edemezdi; İmanlılar son nefeslerinde dahi küfre dönme­ mişlerdir. İşkenceler, imanın imtihanı olarak değerlendirilmeli, «Hayır ve Şerrin Cenâb-ı Allah’dan» olduğuna inanarak işkenceleri ahıret azabının yanında hiç kaldığını bilmeli­ yiz. Küfür düzenine, emperyalizme, karşı verilen cihad'da saldırıya uğrayacağımız, vurulacağımız, öleceğimiz ve iş­

35


kenceye uğruyacağımız muhakkaktır. Bu fitneler ve işken­ celer bizlerin imtihanıdır. Ve hareketimizin gelişmesini hız­ landırmaktadır. Şüphesiz ki, bir gün mutlaka bizlere türlü eziyeti ve işkenceyi uygulayanlara «Onlarla en güzel şekilde mücadele et.» «Ceza verecek olursanız, size nasıl ceza verildi sizde öyle ceza veriniz.» Nahi Sûresi 125. ve 126. Ayet.

ise

Ayet-i Kerime'nin verdiği hükmü uygulayacağız. Unutul­ masın ki, her haksızlığın, her yolsuzluğun, her işkencenin hesabı zerresine kadar adaletli olarak Ayet-i Kerimede buyurulduğu şekilde sorulacaktır. Yurtlardan boşaltılarak sokağa atılan, işkencelerle sakat kalan, hatta şehid edilen, iftiraya, hakarete uğratı­ lan Ülküdaşlarımızın hesabı sorulacaktır. Ozan Arif’in mısraıları bu konuda şöyle söylemektedir «Eğer kinsiz solursam Fırsatını bulursam Merhametli olursam Gök girsin kızıl çıksın» Küfür düzeninin işkencesi, zulmü bizi Hak Yolundan asla döndüremeyecektir. Ülkücü Gençlik İmanının imtihanını başarıyla vermektedir. Ve zafer yakındır. Çünkü, gecenin en karanlık olduğu an, aydınlığın ve sabahın en yakın ol­ duğu zamandır. Mücadelemiz Hak’dır, Zaferimiz Mutlaktır.

56


ANARŞİ, TERÖR ve KOMÜNİZM Prof. Dr. MEHMET ERÖZ Bugün Türkiye'de herkesin varlığını kabul ettiği vo en mühim mesele olarak gördüğü şey. «anarşi» dir. Bu felâ­ ketin sebebi konusunda ise, görüşler farklıdır. Biz bu ma­ kalemizde, komünizmin, anarşi ve terör ile olan bağını ve münasebetini göstermeğe çalışacağız. Bunu yaparken kı­ saca komünizmin nazarî esaslarına dokunmak, tatbikatı­ na ait birkaç çizgi çizmek gerekiyor. Bundan ötürü iikin, komünizm, sosyalizm ve sol terimleri üzerinde duracağız. Bir makalenin kaldırabileceği ölçüde, konunun incelen­ mesine geçebiliriz. Komünizm Nedir? Kaba manâsıyla komünizm, mülkiyetsiz ve ailesiz bir cemiyet kurmayı gaye edinen bir ideo­ lojidir ve bir rejimdir. Kökü Mazdeizme kadar çıkar. Eflâtun’un gençlik yıllarının hayalci fikirlerine dayanır. Eflâ­ tun ise, olgunluk çağında bu fikirleri artık beğenmiyerek terketmişti. Kaba komünizm, İtalyan papazı Campanella’da büyük bir temsilci bulur. Fakat İlmî bir şekilde ele alı­ nıp, bir sistem haline getirilmesi, Marx ve Engels’in işidir. Onun için bu ideolojiye, Marxizm (Marksizm) veya ilmi sosyalizm adı verilir. Bu iki komünist lider, cemiyetlerin hassasiyetini hesaba katarak, aile meselesini belirsizlik içinde bırakıp, sadece mülkiyet meselesi üzerinde durmuş­ lardır. Tariflerine göre komünist cemiyet kişi mülkiyetinin ortadan kaldırıldığı, üretim ve tüketim araçlarının kollek-

37


tifleştirildiği, sosyal sınıfların ve devletin silinip yok oldu­ ğu bir düzendir. Ancak, kapitalist cemiyetin yıkılması ile birdenbire komünizme geçilmiyecektir; arada sosyalist bir cemiyet vardır. Burada, sosyal sınıflar tamamiyle silinme­ miştir. «Proletarya diktatörlüğü», millî devletlerin fonksi­ yonlarını görecektir. Sosyalist cemiyette üretim araçları, kişilerin elinden alınıp, kollektifleşlirileceği halde, tüketim araçlarına dokunulmayacaktır. Tayın sistemine, komünist cemiyette geçilecektir. Marxizm'e bundan ötürü, hem komünizm, hem de sosyalizm denir. Marx’tan önceki sosyalistler İktisadî fi­ kirlere ağırlık vermemişlerdi. Ondokuzuncu yüzyılın İktisa­ dî ve İçtimaî meseleleri ile yoğrulan Marx, kendisinden öncekileri bu yüzden, «ütopik» (hayalci) likle suçlandır­ mış; diğer yandan, sanayi cemiyetlerinin yapısına iyice nüfuz ederek, düzen değiştirmenin esaslarını İlmî ölçülere bağlamıştır. Bu konudaki ilk adım, 1848’de Engels ile bir­ likte yazdıkları «Komünist Beyannamesi» ile olmuştur. Batı Avrupa'da 18. yüzyılın sonlarında ve 19. yüzyılın başlarında «burjuva» adı verilen bir avuç maddeci ve ben­ cil kapitalist, geniş işçi kitlelerini açlık ve sefalete mah­ kûm etmişti. Marx ve Engels, tarihin belli bir anında, belli ülkelerde, belli şartlar altında ortaya çıkan bu hâdiseyi, sonuna kadar sömürmüş, her zaman ve her cemiyette görülecek bir hâdise gibi sunmuş, hal çaresi göstermek­ ten kaçınmıştır. Acıklı manzara karşısında için için sevi­ nen ağıtçılar idiler âdeta. Aç ve perişan işçi kitlelerine dünya cenneti müjdeli­ yor, proletarya diktatörlüğü ile iktidara geleceklerini söy­ lüyorlardı. İçlerini kin, öfke ve kıskançlık bürüyen kitleler üzerinde oldukça tesirli oldular. Hükümetler liberal bir zihniyetle, müdahaleden uzak, sefalete, oynanan oyuna

38


seyirci kalıyor, kapitalistler ise doymaz bir ihtirasla, in­ sanları makina gibi kullanıyorlardı. Keskin gözleriyle bu manzarayı derinliğine seyreden iki sosyalist lider, komü­ nizmin, kapitalizmin «rahim» inde gelişeceğini, burjuvazi­ nin ona sütanalığı edeceğini cesaretle haykırıyorlardı. Yı­ kılması istenen sadece ekonomik düzen değil, aynı za­ manda sosyal, siyasî ve kültürel düzendi. Milletlerin bin­ lerce yılda kazandıkları «millî kültürlerine, «bu. juva kül­ türü» damgasını vurdular ve onun yerine «proleter kültü­ rü» nün geleceğini söylediler. Aslında din, dil, örf - âdet, gelenek, kısacası millî ve dinî değerler ve kurumiardan ibaret olan millî kültürlere, Avrupa burjuvazisi çok kere yabancı kalmıştı. Millî kültürleri yaratıp geliştiren ve ya­ şatanlar, halk kitleleri olmuştur. Hal böyle iken, komünist­ ler bunun aksini söylemişlerdir. Proletarya kültürü, eskinin yıkılmasından ve inkârdan ibaret boş bir kalıp olup, diya­ lektik ve tarihî materyalizmin beyin ve vicdanları yıkama­ sıyla ortaya çıkacak olan inançsız insan sürülerini, Enter­ nasyonal bir mezbahaya sürmek için kullanılan teorik ve pratik bir araçtır. Avrupa’da ezilen kitleler, ilkin bu yalanlara inandılar. Tıpkı bugünkü Asya ve Afrika’nın mazlum topluluklarının ve insanlarının inanışı gibi, Sonradan uyanış ve ayrılış ol­ du. Hayat şartları biraz düzeldi, devletler müdahaleye başladı, halk kitleleri iyi ile kötüyü ayırdeder. oldu. Bana uygun olarak, komünist ideoloji de, kalıp değiştirmeye, daha doğrusu strateji ve taktik değiştirmeye başladı. Sol'daki bölünmeler, böyiece artıp gitti. Sağ ve sol, manâsız terimlerdir, hiçbir şey ifade edemezler. Fransız ihtilâli yıl­ larından beri, sosyalistlere «sol» demek âdet olmuştur. Komünizm, Anarşi ve Terör, Marx, sadece nazariyeci değil, aynı zamanda «eylemci» (aksiyon adamı) idi. Eski

39


filozofları (ütopist sosyalistler ve maddeciler) tenkit eder­ ken, bu husus iyice anlaşılır. İdealist filozofları ise hiç he­ saba kattığı yoktu. Ona göre eski filozoflar, dünyayı göz­ lemek ve tanımakla yetinmişlerdir; halbuki hüner, onu ta­ nıyıp değiştirmektir. İnsan cemiyetlerinin amansız bir sos­ yal determinizme tâbi olduğunu iddia etmesine rağmen, eylemcilik, aksiyonculuk ihtiyacını duymuş, bu maksatla I. Enternasyonal'i kurmuştur. Kurulan bu komünist teşki­ lâtının vazifesi, dünyada komünist ihtilâlini gerçekleştir­ mekti. Bu zor iş birdenbire olmayacak, iki kademede ger­ çekleştirilecekti. Birinci safhada, burjuvaziye yardımcı olunarak, istibdat rejimleri yıkılacak ve burjuva demokrasi­ si kurulacaktır (burjuva demokratik ihtilâl safhası). Libe­ ral burjuva demokrasinin hür ve demokratik havası için­ de, komünist partisinin öncülüğünde, teşkilât geliştirile­ cektir.. Anayasa haklarından, sonunda hürriyeti ( «özgür­ lüğü» ) boğmak için hürriyetten son noktasına kadar fay­ dalanılacak, proleter (sosyalist) ihtilâli için hazırlanılacak­ tır (Sosyalist ihtilâl safhası). Bu safhada, asker ve sivil küçük - burjuvazinin, proleteryaya yardımcı olmasına, hiç değilse nötr kalmasına çalışılacaktır. Bu ikinci safha bi­ raz uzun sürecek, şartlar olgunlaşınca, düzen yıkılarak sosyalizme geçilecektir. Türkiye’de yerli Marxistler, bu terimleri «burjuva demokratik devrim aşaması» ve «sos­ yalist (proleter) devrim aşaması» diye kullanıyorlar. Proleter (sosyalist) ihtilâl» ne manâya geliyor? Bunu, Marx, Engels ve Lenin’den dinleyip, öğrenelim, Marx, 1850'de, «Komünist Birliğine Hitabesinde, silâhlı bir ko­ münist ayaklanmasından söz eder. Engels ile birlikte, Ko­ münist Beyannamesinde aşağı yukarı aynı şeyleri söyler. Marx'ın ihtilâlden ne anladığı, «Felsefenin Sefaleti» isimli eserinde daha açık bir biçimde belirtilmiştir: «Ya müca­

40


dele veya ölüm! Kanlı kavga veya yokluk!» Lenin, Marx'ın bahsettiği «ihtilâbin doğrudan doğruya «silâhlı komünist ayaklanması» manâsına geldiğini söyler. III. Enternasyo­ nalin Program Taslağı’nda (1928), «burjuva devleti»nin «şiddet» (terör) yoluyla yıkılması işi ele alınmıştır. Buna göre, komünist partisi, tesirli bir propaganda ile kitleleri yoğurup harekete geçirecek, vakti gelince «genel grev» ve «silâhlı ayaklanma» ya girişilerek, düzen değiştirilecektir. Silâhlı ayaklanma, «harp kaidelerine göre uygulanması gereken, en yüksek şiddet şeklidir.» «Şiddet» in derecesi­ ni tâyin ederken komünist partileri, «somut» (müşahhas) ülke şartlarını, dış durumu göz önüne almak zorundadır­ lar. Onun için, «ihtilâl» terimini «sistemli bir belirsizlik içinde bırakmaksızın» gayeye ulaşılamıyacağı, ehemmi­ yetle kaydedilir. Türkiye'de «ihtilâl» yerine «devrim» deni­ yor. «İnkılâp» ve «İhtilâbin karşılığı, «devrim» oluyor. Bu gizlilik ve saklılık, Marx’tan ve Engels'ten devralın­ mıştır. Paris Komünü'nün 1871'de uğradığı akıbetten son­ ra Avrupa kamu oyunun uyanışını da göz önüne alan Marx, «İhtilâl teriminin manâsını yumuşatmağa çalışmış­ tır. Onun ölümünden sonra Engels bu konuda daha ileri giderek, buna bir «karşı» kontr sıfatı eklenmiş ve «karşıihtilâl» teorisi, sefaletten ve sömürüden bıkan proleteryanın, ihtilâl yapacağım iddia eder. Engels’in yeni teorisine göre, bu kere ilk harekete geçen, proleterya değil, burju­ vazi olacaktır. Engels’in «devrim» (ihtilâl) anayasa düze­ nine uydurmak, meşruiyet sınırları içine sokmak için icat ettiği «karşı - ihtilâl» teorisine göre, halk çoğunluğunun desteğini sağlayıp, demokratik ve barışçı yoldan sosyaliz­ me doğru yürüyen sosyalistlerin iktidarı almalarından te­ lâşa kapılan burjuvazi, «kanunsuzluk ve şiddete başvura­ cak, ilk ateş eden olacaktır.» Engels’e göre, bu durumu önceden sezen sosyalistlerin, «karşı - devrimse karşı di­

41


renme hakkı, «devrim» hakkı doğacaktır. Engels bunu şöyle ifade eder: «Anayasayı ihlâl ettiğiniz takdirde... Sos­ yal Demokrat Parti, size karşı harekete geçmekte veya hareketten kaçınmakta — en çok hoşuna giden ne ise onu yapmakta— serbesttir. Lâkin ne yapacağını bugün size zor ifa edecektir.» 1890'lardan sonra Alman Sosyal Demokrat Partisi, «ihtilâl» sözünü, derin bir belirsizlik içine gömmüştür. De­ nebilir ki, bütün Avrupa sosyalist hareketinde aynı hal mevcuttur. İkinci, Dördüncü ve Beşinci Enternasyonaller bu hususta daha dikkatli ve ustadır. «Avrupa Komünizmi» diye ortaya çıkan lüks ambalajlı Marxizmde de, aynı ihti­ yat göze çarpıyor. İhtilâl («Devrim»)le cemiyeti yıkmak isteyen Marx, «bireysel (ferdî) teröre» karşı idi. Bu yüzden Bakunin ile arası açıldı ve 1872'de I. Enternasyonal'i New York’a taşı­ dı. Ferdî çapta olan şiddet hareketinin sosyalizmi mah­ kûm edeceğini iyi biliyordu. Yapılacak iş, vakti geldiğin­ de, örgütlü terör, teşkilâtlı ve kollektif şiddet hareketine (proletarya devrimine) başvurmak idi. Nitekim hemen he­ men bütün sosyalist ülkelerde, sosyalistler «kollektif te­ rör» (proleter ihtilâli) ile iktidara gelmişlerdir. Marx, anarşistlere de karşı idi. Eski Grekçede «Archie - Archos», «iktidar, devlet, otorite» manasına geliyor­ du. Başına, bir «a» öneki getirilince, tam ters manâ çıkar: «Anarchie - Anarchos», (devletsizlik asayişsizlik, karga­ şa). Böylece «anarşi», devlet ve otoritenin yıkılması de­ mek oluyor. «Anarşist» ise, devlet otoritesini yıkmak iste­ yen kimse demektir. Marx, devletin varlığının geçici ola­ rak c<evam etmesini istediğinden ötürü, devleti hemen or­ tadan kaldırmak isteyen anarşistleri sevmiyordu. O yüz­ den Proudhon'cularla arası açıktı. George Sorrel'in tesiri

42


altında bulunan Sendikalist’ler de aynı anarşik fikirlere sahiptirler. Marx, demokratik savaş kazanıldıktan, kurulu düzen yıkıldıktan, sosyalizm' kurulduktan sonra, «devlet'in bir müddet devam etmesi taraftarı idi. Devlet cihazını, es­ ki düşmanların temizlenmesinde kullanmak gerekirdi. Anarşistlerle gayede bir olmakla beraber, gidiş yolunda ayrılıyorlardı. Lenin gaye birliğini şöyle anlatır: «gaye ola­ rak devletin ortadan kaldırılması meselesinde anarşistler­ den hiç ayrılmayız.» Engels, zafer kadanan tarafın, haki­ miyetini şiddet kullanarak sürdürmek zorunda olduğunu söyler. Türkiye'de Sosyalizmin Gelişmesi. Meşrutiyet idare­ sinde, Avrupa’dan sosyalist fikirleri taşıyanlar, «OsmanlI Sosyalist Fıkrası» nı kurmuşlardı. Bu devirde «İştirakçi Hilmbnin faaliyetleri meşhurdur. Sosyalist ve komünist hareketin canlanışı, 1920’lerden sonra, Rusya’nın desteği ve teşviki ile olmuştur. III. Enternasyonal’in Moskova’daki İkinci Kongresinde (1920 veya 1921), millî kurtuluş savaş­ ları hakkında dikkat çekici kararlar alınmıştır. Karar kısa­ ca şöyle idi; sömürge, yarısömürge ve fakir ülkelerin, ka­ pitalist emperyalizme karşı yürüttükleri kurtuluş savaşları­ na, III. Enternasyonal, Sovyetler Birliği ve diğer ülkelerin komünist partileri destek olmalı idiler. Ancak bu yardımı yaparken «millî» nitelik taşıyan savaşların, «sosyalist» renge büründürülmesine çalışılmalı ve «millî liderlerin ye­ rini, «sosyalist liderler» in alması için gayret gösterilmeli idi. Türk Kurtuluş Savaşı’na da Sovyetler Birliği bu yüz­ den yardım etti. Aslında bu yardım, Türkistan Türklerinin Moskova kanalı ile gönderdikleri, yardım idi. Atatürk’ün yerini alması için Mustafa Suphi ve yoldaşlarını Türkiye'­ ye gönderdiler. Trabzonlular bunları öldürünce, hesapla­ rı boşa çıktı. O yüzden Nazım Hikmet, «burjuva, Kemal’in

43


omuzuna (bindi)» «Hak tuu» diye uluyarak, Atatürk’e ve Türk Milletine hakaret eder. Ama gene umutlarını kesmemişlerdir. Bakû’da yapılan «Şark Milletleri Kongresinde» Zinovyev, «Türkiye'deki ihtilâl şimdilik millî'dir. Fakat ya­ kın zamanda sosyalist bir ihtilâl haline gelecektir.» diye kehanette bulunuyordu. Nazım Hikmet ise, «Arpaçay’ın İki Yanı» isimli şiirinde, «Doğacaktır orada yarın, Şûralar İttihadının (Sovyetler Birliğinin) yeni bir Cumhuriyeti» di­ yebiliyordu. Bugün Türkye’de «ikinci bir kurtuluş sava­ şandan bahsedenlerin dillerinin altında bakla budur. Atatürk’ün milliyetçi şahsiyeti, arkadaşlarının kuvayı milliye ruhu iledolu oluşları, Ziya Gökalp'in aydınlatıcı fi­ kirleri sayesinde, komünistler başarılı olamadılar. Yeraltı­ na çekildiler. 1933’lerde «Kadro» Dergisi etrafında Marxist bir faaliyet görüldü. 1946'larda, çok partili hayata geçişi, Tan Gazetesi etrafındaki Marxistler, demokratik devrim aşaması olarak gördüler. Arada birtakım partiler de kur­ dular. Bazıları 27 Mayıs 1960'ı, birinci ihtilâl safhasının ta­ mamlanması olarak kabul etti ve ikinci ihtilâl safhası için hazırlanmaya başladılar. Kimisi birinci ihtilâli Atatürk'ün yaptığını iddia etti. Bu, üst-yapı devrimi idi; a lt-ya pı devrimini (sosyalist ihtilâli) kendileri yapacaktı. Bütün sosyalist ülkelerin denemiş olduğu ihtilâl metodlarına baş­ vuruldu. Şehir ve kır gerillâsı usulleri denendi. Şiddet metodları ile sosyalizme varılabileceğini söyleyenleri, akıllı Marxistler, «Marxist bilimden nasipsiz kimseler» olarak gördüler, onları, «çağla olmadan, kayısılık taslamakla» suçlandırdılar. Arada sayısız kitap, dergi ve gazete çıktı. Tiyatro ve TRT içinde faaliyetler görüldü. Ve bugünlere geldik. Bugün dp ne oluyor? Lenin'in «Milliyet Tezleri» uygu­ lanarak, yüzlerce yıldır birlikte yaşadığımız, kirve olduğu­ muz, kız alıp verdiğimiz insanlar, ayrı bir milliyet şuuru ile

44


tahrik edilip, bizden uzaklaştırılmağa çalışılıyor. Aynı ima­ nı paylaştığımız, aynı milletin çocukları olan Alevîler, kış­ kırtılarak bize düşman ediliyor. Şehirler birer savaş alanı haline gelmiş. Bazı şehirler ve mahalleler, «Kurtarılmış» (!) Kahramanmaraş'ta, Gaziantep’te, Fransız'ları sürüp çıka­ ran kahramanların çocukları; Uşak’ta Yunan’a acı bir to­ kat vuranların çocukları sokaklara çıkamaz olmuş. 1945'te Rusların Kars ve Ardahan'ı istemesi üzerine boşalan Kars ve Ardahan yeniden boşalmağa başlamış. Moskof’u kastederek, «Sandınız mı ki Gars Galası alınır?» Can sağ iken yurt vermeyüz düşmana» diyen halk şairi, Kars Kalesi'ne kızıl bayrak çekildiği haberini, mezarından kalkıp duymuş olsa, acaba ne derdi? Türkiye'de anarşi kol geziyor. Şimdi soralım: Türkiye Cumhuriyeti Devletini yıkmak isteyenler mi,'yoksa »Devlet-i ebed müdded» diyenler mi anarşist ve teröristtir? «Türkiye halkları» diyenler mi, yoksa, müstakil biricik Türk Devletinin kanatları altında huzur içinde yaşayan Türk Milletinin varlığının devamını isteyenler mi anarşist ve te­ röristtir? Sınıf kavgasını kışkırtanlar mı, yoksa «namuslu Türk işadamı burjuva değildir; dürüst ve çalışkan esnaf zenaatkâr, köylü ve memur, küçük - burjuva değildir; va­ tansever ve dindar Türk işçisi, proleter değildir» diyenler mi anarşist ve teröristtir? Kararı ve hükmü, Türk Milleti versin.


GÜNÜN HUTBESİ NECİP FAZIL KISAİKÜREK Tek istikamet, Kâbe Ve tek örnek, Sahabe Böyle yükseldi sütun, Böyle kuruldu kubbe, Derken nuru kararttı Yobazda kara cübbe. Tuzağa düştü arslan, Sorguç takıldı kalbe. Vatan, yüzelli yıldır, Mânâda bir harabe, Artık iman ve ahlâk, Türbedarsız bir türbe. Ne hatıra maziden Ne isim, ne kitabe... Düşmek, yükselmek oldu; Uçurumda mertebe... Ağla ey koca tarih Bu acıklı nasibe! Nerdesin ulvi fikir, Çilekeş murakabe? Sahte devrimler boyu Tarihi muhasebe, Bağlıdır bu felâket, Tek tipe, tek sebebe. Bir tip, mücerret model;

47


Batı ajanı kahbe! Sürüyü teslim eden, AvrupalI celebe.

Hele ıbak, şu bale bak; Eve, yurda, mektebe! Baba oğlundan mahçup, Hocasından talebe... Bizde profesör derler Kitap yüklü merkebe. Lisan diye, hırlayış; Kültür diye, alfabe... Pazar müflis, kent deli. Köy boş, karakol izbe... Bir çatışma, boğuşma; Şeytan uğrunda cesbe. Karışmış gazetede Necaset mürekkebe. Ne 'bulduk, parti parti Eyledik de tecrübe? Bir kısmı Ebu Cehil, Bir kısmı İbni Sebe Gerçeğe aykırılık; Uygunsuzluk mezhebe... İslâm, gidip gelen top, Bir hizipten bir hizbe Hak yolunda bir lider, Memur hakkı tahribe. Düne kadar dışdandı, Şimdi de içten darbe. Bu muydu büyük doğu, Kırk yıllık muhasebe? Deli olsa yanaşmaz İşlerini tasvibe! Ya sanayi masalı,


Derya rolünde habbe? Saksı içinde çınar; Görülmemiş acibe... Nefes almadan vermek.. Sor bu işi tabibe! İşi arayan bir millet; Diyar diyar göçebe.. Şerefli Ortak Pazar, Ona aş, sana küsbe! İçyüzü bu dâvanın, Köle olmak salibe... Rüşvetle maaşa zam, Enflasyonla debdebe. Yüz lira ona İner, Doha İnmeden cebe. Gidere tabi gelir; Dibi sökülmüş heğbe. «Doğada» buldukları, Zelzele ve seylâbe Biçare demokrasi, Karanlıkta körebe. Parti, bölücü alet, Batıdan bize hibe. Gel de ey gerçek parti, Partiyi batır dibe! Bu üşi ne temizler, Hangi ok, hangi harbe? Hangi yel, hangi ateş, Hangi söz, hangi hutbe? Bir nesil bekliyoruz, Büyük nizama gebe Nedir o nizam, nedir? Boyun eğmektir Rabbe! Milliyet ruha bağlı,


Kıymet sadece kalbe. Fatihte erimiştir. Cengiz Han ve Kurt Cebb. Davet gücü İslâm'da Komünisti edebe. Herşey, herşey İslâm’da Ferde ve к övme rütbe. Bizde, kutsîemanet; Bizde yarın galebe! Gün geldi saat çaldı, İşte yol, koş takibe! Yetmez mi esaretin, Ey Türkoğlü davran be!


İÇ KANAMA... ERGUN GÖZE . Türkiye'deki son hadiseler herkesin zannettiği ve bi­ zim de bu zana uyarak isimlendirdiğimiz gibi anarşizm değildir. Anarşizm ne kadar sapık olursa olsun bir felsefî dünya görüşüdür ve bilcümle otoritelerin yıkıldığı bir dün­ ya nizamı kurulmasını özlemektir. Anarşistler bu özleyişle mevcut bütün otoritelere kar­ şı saldırılar düzenlerler. Türkiye'deki hareketler ise böyle bir istikamet göstermez. Türkiye'de mevcut düzeni yıkıp yeni ve başka bir düzen (!) kurmak için girişilmiş silâhlı propaganda ve buna karşı çıkanların mücadelesi vardır. Dikkat edilirse, silâhlı hareketler devletin her kesimi­ ne karşı girişilmiş hareketler değildir. Ve yine dikkat edi­ lirse silâhlı hareketlere karşı devletin her kesimi de aynı hassasiyette değildir. Türkiye’de silâhlı propagandanın ve komünist bir ih­ tilâli gaye edinmiş hareketlerin hedefi «otorite»ler değil ve fakat bu günlerde daha belirgin şekilde MHP’liler ve MHP teşkilâtıdır. Bunun sebebi de açıktır. MHP'lilerin aktivitesi ve uyanıklığı, başka bir düzeni getirmek için uğraşanla­ rın önündeki en büyük settir.. Resmî otoriteleri yumuşat­ mış bulunanlar şimdi önlerindeki bu gayri resmî engeli kaldırmaya uğraşmaktadırlar. Ve işin garip tarafı, bir kısımları, MHP lokallerini bom­ balar, MHP’lileri öldürürken hükümetin başı da MHP'yi

51


anarşinin kaynağı ilân edip kapatma niyetini göstermek­ tedir. «Nuh tufanı ister.» Ama manzara bir daha ortaya koyar ki Türkiye'de bu gün yaşadığımız kargaşa bir «anarşi» değildir. Bir iç harp peşrevidir. Bir «İç kanamadır». Lozan'dan beri bir dış kanama geçirmeyen cemiyeti­ miz, gittikçe vahamet kesbeden bir iç kanama geçirmek­ tedir. İç kanamaların daha tehlikeli olduğu da bir gerçek­ tir. Hele bu iç kanama bizim misalimizde olduğu gibi tanzimattan beri devam eden çözülme ve CHP'nin çılgınca batılılaşma hareketleri neticesi iç dokusu harap olmuş bir cemiyette cereyan ediyorsa... Bazan, iç kanamalar, bir noktaya toplanıp ya canlının hayatını bitirmek veya patlak verip dışarıya vurmak gibi neticelere varabilir. Ecevitin MHP’ye hücumunu başka na­ sıl değerlendirebiliriz?

52


SINIF ŞUURU - MİLLİ ŞUUR Prof. Dr. TURAN YAZGAN Sınıf ve milliyet, hadiselere birbirinden ayrı birer BA­ KIŞ AÇISI teşkil ederler. Sınıflar açısından hadiselere ba­ kanlar dünyadaki bütün olayların kaynağında sınıflar ara­ sı çelişkiyi ararlar, daha doğrusu bulurlar. Bunlara göre insanlar iki sınıfa ayrılırlar. Birinci sınıf emekçi sınıfı, diğeride sermaye sınıfıdır. Bu iki sınıfın menfaatleri zıttır. Bütün çatışmalar, çarpışmalar, bu zıtlıktan doğar. Emekçi sınıf iktidarı ele geçirirse sermaye sınıfı ortadan kalkar, zıtlık ve sömürüde son bulur. Sermaye sınıfı iktidara ha­ kim olursa işçi sınıfı sömürülür. Bu düzen de SENDİKA­ LAR işçiyi uyutmanın, avutmanın bir vasıtasıdır. Bir AFYON’dur. Gerçek sendika ise SINIF ŞUURUNDAN hare­ ket eden ve sömürücü sınıfla uzlaşma değil, onu ortadan kaldırmaya yönelmiş sendikadır. Sınıf esasından hareket eden sendikaları iki gruba ayırabiliniz. Bunlardan birisine SINIF SENDİKASI dersek, diğerine SİSTEMİN DÜŞMANI SENDİKA dememiz icap eder. Demiryolu işçilerini teşkilatlandırmış bir sınıf sendi­ kası, demiryolu taşıma tarifelerinin yüksek olmasını ister. Buna karşı mesela üzüm müstahsilleri de, taşımanın ucuz olmasını arzu eder. Bu zıt menfaatler bu iki grubu sınıf adına çatıştırabilir. İşçi grev yaparsa, müstahsil, grevci işçiyle çatışabilir. Diğer taraftan, sınıf şuurunun tam te­ şekkül etmediği ülkelerde, çok az sayıdaki sınıf sendika-

53


sının liderleri, kendi sınıflarına mensup olduğu halde baş­ ka türlü sendikalar içinde teşkilanmış işçilerle de mü­ cadele halinde bulunmaya mecbur olurlar. Zira bunlara göre diğer sendikalar «Patronun uşaklarıdırlar, ve bu sendikaların üyeleri de uyutulmaktadırlar. Uyuyanlarla, uyumayanların mücadelesi hernekadar HALK İÇİN HALKA KARŞI bir mücadele mahiyeti taşırsa da gereklidir. Baş­ ka bir ifade ile, sınıflı bale getirmenin ve işçi sınıfının ikti­ darını kurmanın başka bir yolu yoktur. Demokratik ortamın •kendilerine ve herkese tanıdığı HÜRRİYET, aslında bir bur­ juva aldatmacası olmakla birlikte bundan azami derecede faydalanmak, kanun sınırlarını aştıkları zaman da HÜR­ RİYET yaygarası koparmak bir zarurettir. Şimdiden düşman sendikalara gelince, bunlar, de­ mokratik ülkelerde, bilhassa siyasî istikrarın olmadığı dev­ relerde çok aktif rol oynarlar. Mevcut düzen ve mevcut ik­ tidarı devirmek, işçi iktidarını ve kominist düzeni kurmak için herşeyi vasıta olarak kullanırlar. Toplu sözleşme, grev, boykot, direniş... Her ihtilalin vasıtasıdır. Her türlü ihtilaf ihtilale giden yolu biraz daha açan vasıtadır. Milli iktisadi hayatın felce uğraması, kullanabilecekleri vasıta­ ların çeşitlilik ve müessiriyetini artıracağından, en fazla arzu ettikleri hususu teşkil eder. Zaten inandıkları temel iktisadi sistem BEYNELMİNELCİ'dir. Bu sebeble milli menfaatlerle meşgul olmaları doktrinlerine aykırıdır. Bun­ lar için MİLLET yoktur. HALKLAR vardır. Millet kapitaliz­ min yutturmacasıdır. Halklar kardeştir. Yunan halkı ile Türkiye halkları da kardeştir. O halde Kıbrıs’a çıkan Türk, Ordusu FAŞİST’tir. Kıbrıs’ta böylece EMEKÇİ ezilmiştir. Milliyeti bakış açısı olarak kabul edenler ise şu nok­ tadan hareket ederler: Dünyada iktisadi kaynaklar mah­ duttur. Dünyanın yüzölçümü, denizleri, karaları da büyü-

54


tülemez. Bunlar devletler tarafından paylaşılmıştır. Her devletin kendi payına düşmüş olan toprak, deniz ve bun­ ların altındaki veya üstündeki iktisadi kaynaklar da mah­ duttur. Üstelik devletler arasında eşit paylaşıimamıştır. Bazı kaynaklar bazı devletlerde çok az, bazılarında çok fazla, bazılarında ise ancak kendine yetecek kadar var­ dır. Her devlet kendi hudutları içinde yaşayan insanları azamî refaha kavuşturmakla görevli bir siyasi otoritedir. Bu siyasî otoritelerin hepsinde müşterek olan bu gaye, birbirine en yakın olanla en uzak olan arasında bile UZ­ LAŞMASI GAYRİ MÜMKÜN bir MENFAAT ZlTUĞI'nın tek sebebidir. O halde dünya kurulduğundan beri insanlar arasındaki mücadele bu zıtlığa dayalı bir MİLLETLER-KAVİMLER mücadelesidir. Kıbrıs'a çıkan Türk Ordusu SINIF KAVGASI değil, MİLLET KAVGASI yapmıştır. Ege denizinde hakimiyetini genişletmek isteyen Yunanistan, patron sınıfının menfaa­ tini azamileştirme savaşına değil, milli menfaatini azami­ leştirme savaşına hazırlanmaktadır. Güney Vietnam’da Amerika, Angola’da Rusya, Orta Asya’da Çin ve Rusya bunun için vardırlar. Ülke içindeki hadiseleri değerlendirirken de aynı ba­ kış açısı geçerlidir. Sınıf şuurundan hareket edenlere gö­ re Boğaz köprüsü kapitalistlerin keyfi için harcanmış mil­ yarlardır. Sosyal sigortalar kurumu işçinin sesini kesme vasıtası bir çeşit sus payı ve afyondur. Diğerlerine göre ise köprüden 24 saat kuyrukta bekledikten sonra yorgun ve sinirli olarak yola çıkan ÜCRETLİ kamyon şoförü de geçecektir. Ücretlinin gelecek endişesini ortadan kaldıran Sosyal Sigorta halk için ve halkla beraber bir meseleyi çözen vasıtadır...

55


İşçi ve işveren sınıflarının menfaatleri ayrıdır. İşçinin işveren karşısındaki teşkilatı olan sendikanın görevi üye­ lerinin hak ve menfaatlerini muhafaza etmek ve azami­ leştirmek ve bunlara yenilerini eklemektir. Kanun sınırları içinde bunun mücadelesi yapılacaktır fakat kanla değil, sınıfı ortadan kaldırmak için değil. Milleti hiçe sayarak ve milli menfaatleri çiğneyerek değil... Kabaca özetlediğimiz bu iki ayrı bakış açısına bir di­ yeceğimiz yoktur. Bu iki görüşü temsil eden TÜRK-İŞ ile DİSK başkanlarının bir noktada müşterek olduklarını gör­ dük. Bu noktada her ikisininde Batı’yı örnek almış olma­ larıdır. TÜRK-İŞ Almanya ve siyasetle kaynaşmaları ölçü­ sünde Kuzey Avrupa ülkelerinin sendikacılığına özendiği­ ni, DİSK ise İtalye ve Fransa’daki sınıf sendikalarından hareketle sosyalizmin devlete karşı bağımlı sendikacılığı­ na ulaşmak istediğini kapalı da olsa belirtmişlerdir. Sendikalar sanayi inkilâbının ürünüdürler. Kapitalizm ve sosyalizm de Hristiyan Batı felsefesinin ürünüdür. Milli görüşü benimseyen TÜRK-İŞ nasıl olurda sadece bir grup ücretliyi imtiyazlı hale getiren kapitalizmin sendikacılık an­ layışını, sistemini, milli şuurla bağdaştırabilir? Türkiye’de asgari ücretten yararlanıp yararlanmadığı belli olmayan milyonlarca işçi varken İŞÇİ SINIFINI düşündüğünü ve milli şuurdan hareket ettiğini söyleyebilir? DİSK, nasıl olur da sınıf şuurundan hareket ederken hastahanelerin, fabrikaların kapanmasına yolaçan davranışlardan açıkta kalan işçiler hesabına mes’uliyet duymayabilir? İşçi ikti­ darı kurulunca bugünkü sendika ağalığının TEK PARTİ ile ilişkisi ölçüsünde aynen devam edeceğini bilmezlikten gelir? Bu gün mahdut sermayeye hükmeden işverenin ik­ tidarına karşı, bütün sermayeye hükmeden ve muhalefet tanımayan bir Partinin iktidarı kötülük açısından mukaye­ se edilemez mi?

56


Hristiyan Batı felsefesinin, Türk milletinin hangi se­ viyedeki yöneticisi olursa olsun biri tarafından dahi örnek alınması herşeyden önce büyük bir cehalettir. Milyonlarca Kızılderiliyi katleden, milyonlarca siyah deriliyi insan yeri­ ne koymaksızın hem anavatanlarında hem de Amerika'ya ve başka yerlere taşıyarak kırbaç altında çalıştıran, Kı­ rım’dan yüzbinlerce Türk ailesini sürüp tek partinin ikti­ dar gücünü ellerinde tutan Beyaz Rus Ağalarının yazlığı yapan... hep aynı felsefenin muakkipleridir. Aralarında insana bakış açıları bakımından asla fark yoktur. İnsancı­ lık bunlar için sadece edebiyatta kalan bir «GÜNAH ÇlKARTMA’dır. Biz örneklerimi İSLAM - TÜRK felsefesinden alabili­ riz. Kendimizden...

57


SAYILARIN ARDINDAKILER Doç. Dr. TEVFİK ERTÜZÜN İ. Üniversitesi İktisat Fak. Öğretim Üyesi «Ekonomide gittikçe hızını artıran liberal eğilimler ya­ nında gelir dağılımının bozulması, ülkenin geleceği açı­ sından çok önemli bir başka oluşumu hazırlamaktadır. Or­ ta sınıfın eritilmesi sağlanacak ve böylece Marksist dü­ zene geçişe, haklılık kazandırılacaktır.» Ekonomideki gelişmelerle ilgili olarak her gün yeni olaylara şahit oluruz. Bu olaylar, birazda niteliklerinin ge­ reği olarak, bizlere rakamlar, ölçüler, büyüklükler halinde aktarılıyor. Ancak, ölçülmeyen ve çıplak gözle görülmeyen yanları, ekonomik ve sosyal düzeni çarpıtıcı boyutlar ka­ zanmaya başlamıştır. Bunları, sayıların gösterdiği değiş­ melerden, ülkenin geleceği açısından, daha dikkatle takip etmek gerekir. Türk ekonomisindeki bu oluşumların en önemlisi, ekonomimizin işleyişinin gittikçe liberal bir sistem içine oturmasıdır. Gerçi ekonomide devlet payı çok büyük bo­ yutlar kazanmış ve devlet planlı ekonomi içinde müdaha­ lesini büsbütün artırmıştır. Nitekim bu özellik dördüncü plandada çarpıcı bir şekilde görülmektedir. Ne var ki, eko­ nominin işleyişi liberal bir sisteme adeta teslim edilmiş­ tir. Şöyle ki; mal piyasası tamamen arz-talep kurallarının işleyişine teslim edilmiş olduğundan, fiyat kontrol komi-

59


tesinin fonksiyonu, serbest piyasada oluşan fiyatları belli bir gecikme ile onaylamaktan öteye geçmemektedir. Bu süre içinde serbest fiyatlar daha da yükseldiği için, komi­ tenin tesbit ettiği fiyatlar hiçbir zaman geçerlilik kazanmamaktadır. Döviz piyasasıda serbest şartlara terk edilmiştir. Bir süre çapraz kur tanklarını gidermeye çalışan hükümet, rezervlerin iyice azalması ve Türk lirası'nın aşırı değer kaybına uğraması karşısında, bu uygulamadan artık vaz­ geçmiş görülmektedir. Türk ekonomisinde bu yıla kadar, resmi piyasa ile serbest piyasa arasında böylesine büyük farklar görülmüş değildir. Hükümet, dövizle yurt içinde satış yapılmasına izin yererek, Türk lirasının kıymetini ko­ ruma kanununun zedelenmesine yolaçmıştır. 'Bu uygulama yerli otomotiv sanayii için Türkiye'nin açık pazar haline getirilmesi anlamındadır. Şimdi, aynı uygulamanın güm­ rükteki mallar için yapılacağı söylenmektedir. Bunlar ser­ best döviz piyasasını tahrik eden, hatta ona pirim veren uygulamalardır. Kaçak ithalâtın hangi boyutlara ulaştığı­ nı ise artık bilmeyen kalmamıştır. Resmi döviz ku unun birkaç katını ödemeyi göze aldıktan sonra, bulamayaca­ ğınız yahut yurt dışından getirtemiyeceğiniz hiç bir mal yoktur. ENFLASYON VE SONUÇLARI En önemli fonksiyonlarından biri fiyat istikrarını sağ­ lamak olan K.İ.T.'lerin bir yılda birkaç defa ve her defa­ sında % 30’dan az olmamak üzere mamullerine zam yap­ tıkları dikkate alınırsa, serbest piyasa şartlarının bizzat hükümet tarafından yaratıldığı ve benimsendiği sonucu­ na ulaşılır. 60


Bütün bu iktisat politikaları, siyasi otoriteyi sadece jandarma görevi ile başbaşa bırakıp -eğer piyasa deneti­ mi açısından bakarsanız onun bile doğru dürüst başarılmadığı görülür- ekonomiyi liberal bir uygulamanın içine it­ miştir. Sayıların kurulduğundan ve heyecanından kurtulup meselenin biraz gerilerine baktığımızda, ikinci büyük olu­ şumu gelir dağılımında görmek mümkündür. Çeşitli çev­ relerce, yaşanan hiperenflosyona hemen hergün dikkat­ ler çekilmekle birlikte, onun gelir dağılımı üzerindeki etki­ leri dikkatlerden uzak tutulmaya çalışılıyor. Gerçi artık toplum enflasyon ortamında yaşamaya alışmış görünmek­ tedir. Ancak, bu hızlı enflasyon toplumdaki gelir dağılımı­ nı daha çarpık ve daha adaletsiz hale dönüştürmektedir. Geçen yıl gerçekleşen % 70 oranındaki enflasyonun, ülke ekonomisi açısından meydana getirdiği olumsuz so­ nuçlar kadar, gelir dağılımı açısından yarattığı sonuçlar da önemlidir. Devletin vergi varidatında çok büyük artış­ lar sağlanmadığına ve K.İ.T.’ler de zararda olduğuna gö­ re, bu % 70'lik fiyat artışlarından kimler yararlanmıştır? Bütün ekonomi ve sosyal adalet kurallarıyla alay ederce­ sine artan altın, döviz, bina, arazi, hammadde ve mal fi­ yatları, bunlara şu veya bu yollardan sahip olanların elle­ rinde haksız üstelik hiçbir şekilde vergilenmiyen kazanç­ ların toplanmasına yol açmıştır. Bu tür kazançlar, ekono­ mik kalkınma için gerekli olan yatırımların finanse etme­ yen 'rantlarının payını ciddi olarak artırmıştır. Birçok üretim dalında sanayi ile ticaretin içiçe girme­ si, adeta bütünleşmesi rantların ticaret ile sanayi arasın­ da dağılmasına yol açmış, karaborsa piyasası üretici ve aracı tarafından ortaklaşa yönetilir hale gelmiştir.

61


MARKSİST DÜZENE GEÇME BELİRTİLERİ

Şimdi bu iki önemli konu yani bir yandan ekonomide gittikçe hızım artıran liberal eğilimler diğer taraftan -bir ölçüde de liberalizmin sonucu olarak- gelir dağılımının bozulması, ekonominin ve ülkenin geleceği açısından çok önemli bir başka oluşumu hazırlamaktadır. Bu da, sosyal ve ekonomik hayattaki bütün olumsuz gelişmelerin düze­ nin kolaylıkla yıkılması hazırlığının yapılagelmekte olma­ sıdır. Liberalizmi bir süre daha bütün hızıyla işletip orta sınıfın erimesini sağlıyarak, toplumu az sayıda zenginler­ le, geniş tabanı oluşturan fakirlerden ibaret iki sınıf hali­ ne dönüştürmek hatıra gelebilmektedir. Böylece düzen de­ ğişikliğinin kolayca gerçekleştirilebileceği düşünülebilir. Çünkü Marksist teoriye görede mazaret olarak bu yolla haklılık kazanabilecektir. Madem ki, üst yapı yani bir anlamda ekonomik rejim, alt yapıyı, yani üretim ilikilerini belirlemektedir, o halde, üretim ilişkilerini geniş toplum katlarının lehine düzenle­ mek için «Düzeni değiştirmek» gerekmektedir. Böylelikle ekonominin sağlıklı ve hızlı olarak gelişmemesi, fakir ve işsiz yığınların büyümesi, birtakım asalak ve türedilerin belirmesi için tek suçlu olarak «Düzen» artaya konabile­ cektir. Siyasi otoritenin bu güne kadar gerekli ekonomik ted­ birleri almaması, biran önce gerçekleştirilmesi gereken reformlara eğilmemesi ve ekonomik yorumların sadece rakamlar çerçevesinde yapılması böyle bir endişenin or­ taya çıkmasına sebep olmaktadır. Bir yandan belli çevreleri tatmin amacıyla devletçilik uygulamalarından örnekler vermek, diğer yandan 18. yüz­ yıl liberalizminde dahi görülmesi mümkün olmayan vur­

62


gunlara ve haksızlıklara teslimiyet, acaba bilgisizliklemi,. yoksa şuurlu olarak belli bir stratejinin kademeleri içinde olmaklamı açıklanabilir? Marksist teoriye göre, sistemin kendi iç zıtlıkları ile yıkılması, ancak toplumda ekonomik farklılıkların ve adaletsizliklerin artmasıyla gerçekleşe­ cektir. Bu yüzden Türkiye Cumhuriyetinin varlığının ve gele­ ceğinin teminatı olan bütün kuruluşları uyarmamız sorum­ luluğunu duyuyoruz.


TARIM REFORMU TARIMKENTLERİ ye KÖY KALKINMASI MEHMET ERCİŞLİ I.

GİRİŞ

Köy 'kalkınması tıpkı şehir veya bütün memleketin kalkınması gibi geleneksel bir cemiyet nizamından çıkıp modern bir cemiyet nizamına geçişten 'başka bir şey de­ ğildir. (1) Gerçekte köy mevcut bilgiler çerçevesinde bütün im­ kanlarını kullanmış bir durumdadır. Teknik vasıtaları gele­ neksel bilginin son haddine varmıştır. Bu sebeple aynı doğ­ rultuda bir gelişme beklenemez. Aynı şekilde toprağı işle­ me tarzında da verimli bir neticeye ulaşılması mümkün de­ ğildir. Toprak beslenmeden işlene işlene son derece fakir­ leşmiştir. Köyü varmış olduğu bu ölü noktadan ancak dı­ şarıdan uzanacak eller kurtarabilir. Ancak, köyde üretimin arttırılması ve köyün maddi ve manevi refaha kavuşturul­ ması halinde bir köy kalkınması söz konusu olabilir. Köy­ de üretimin arttırılması ise ancak toprak reformu ile birlik­ te tarım reformunun yapılması, köye ilmi bilginin, teknik maharet ve teknik araçların girmesine bağlıdır. Köyü kalkındırma gayesi ile girişilecek faaliyetlerin şu iki hedefe doğru yönelmesi gerekmektedir: 1 — Köylünün, tıpkı bir şehirli gibi bütün medeni •ihti­ yaçlarını karşılayacak vasıta ve tesisleri onun kolayca eri-

F.: 5 - 65


şebileceği bir mahalde 'kurmak. (TARIM KENTLERİ PRO­ JESİ). 2 — Köyde üretimi arttırmaya yönelik faaliyet ve te­ şebbüsler.. (TOPRAK VE TARIM REFORMU). II.

TARIM KENTLERİ VE KÖY KALKINMASI

Tarım 'kesiminin daha üstün bir verim ve refah sevi­ yesine ulaşabilmesi için uygulanacak önemli bir proje «Tarım Kentleri» projesidir. Köyün iktisadi kalkınması yanında sosyal ve kültürel bakımdan da gelişmesini temin etmek, bütün medeni vası­ ta ve nimetlerden bir şehirli gibi kolayca faydalanabilmesini temin etmek amacı ile her türlü medeni tesisleri ihtiva eden kültür ve teknik merkezlerine ihtiyaç vardır, Bütün Türkiye'yi kaplıyan genel ve sosyal bir kalkın­ ma planında köyün mühim bir yer tutması gerekmektedir. Esasen her nevi kalkınmanın temelinde insan unsurunun bulunması 'hakikati, nüfusunun dörtte üçünü teşkil eden ıbir kitleyi ön plana almayı zorunlu kılmaktadır. Bu mak­ satla, diğer milletlerin bu sahadaki faaliyet ve tecrübele­ rinden de istifade ederek memleketin muhtelif yerlerinde kültür ve sanayi merkezleri kurulması çok faydalı bir yol olacaktır. (2) Alpaslan Türkeş kendisi ile yapılan bir röportajda; «Türk milletinin en büyük sosyal dilimini köylülerimiz teşikU etmektedir, Sağlam ve dengeli bir kalkınma yapabil­ mek köylerimizin sosyal ve ekonomik yapısının değiştiril­ mesine bağlıdır, Dokuz Işığın bir ilkesi köycülük adını ta­ şımaktadır. Köycülük, tarım kentleri projemizin uygulan­ ması He köylerimizin ekonomik ve sosyal yapı değişikliğini kapsamaktadır. Tarım kentleri projemizle iki köklü devrimi gerçekleştireceğiz, Bunlardan birisi sosyal, İkincisi ise ekonomik köy kalkınmasıdır. Köylüyü insanca yaşama dü66


zenine sokmak zorundayız.» demektedir. (3) Kalkınma gerçekçi ve dinamik karar almayı gerektirir. 65 bin köye su, yol, elektrik götürmek, hizmet ve sosyal te­ sisleri kurmak mevcut maddi imkânlar içinde mümkün de­ ğildir. Her köyde sınai tesisler kurmak da zordur. Yapılacak iş, her mahalde kurulu köyler arasından bir tanesini mer­ kez - cazibe köyü olarak seçmek, alt yapr, sosyal, kültürel ve ekonomiö tesisleri bu merkez köyünde kurmaktır. Bu köyde yani tarım kentinde yer alacak kuruluşlar şunlardır: a) İik. orta ve daha yüksek okullar ile teknik ve mes­ leki eğitim kurumlan, b) Hastahane, kütüphane ve konferfans salonları, c) Adliye, nüfus ve postahane gibi resmi daireler, d) Tarım aletleri, gübre ve İslah edilmiş tohumluk fabrika ve istasyonları, e) Köylünün işine yarayacak her nevi teknik malze­ me ve vasıtaları satan bir satış deposu, f) Köylünün kullanacağı her nevi alet ve vasıtaları, tamir edebilecek atölye ve tamirhaneler, g) Mahalli toprak veya hayvan mahsullerini kıymet­ lendirecek bir imalathane veya küçük bir fabrika, h) Banka ve sigorta gibi devlete ait kuruluşlar, i) Bu kültür, teknik ve sanayi merkezinin civarında kurulacak bir orman, hem memleketin orman ihtiyacını, hem de vatandaşa ağaç sevgisini aşılamak bakımından çok mühimdir. ıBurasının aynı zamanda bir mesire yeri teş­ kil etmesine gayret edilmelidir. (4) 'Böyiece merkez - cazibe köyü kentleşecek, tarım ken­ ti halini alarak çevredeki diğer köylerin halkım işçi, müs­ tahdem ve memur olarak kendisine çekecektir. Köydeki atıl iş gücü üretici 'hale gelecek, tarımdan endüstriye kay­ nak akımı başlıyacaktır. Tarım Kentlerinin bulunduğu gurubun ihtiyaçlarına ve 67


özelliklerine göre o bölgede veya bir 'kaç tarım kentinin katılacağı onların bölgesi .içinde, onlarla ilgili, tarımla ilgili sanayi, küçük imalathaneler meydana gelecektir. Köyün ekonomik kalkınması iki yönde gerçekleştirilmelidir. Önce Köy Üretim Birliklerinin Tasarruf ve Yatırım Sandıklarında toplanan paralarla tarım sanayii yatırımları yapılmalıdır. Bu yatırımlar tarım kentleri çevresinde yapıl­ malı ve tarım makinaları yapımı sanayiine yönelmelidir. Tarım makine ve aletleri yapan makine sanayii, Islah edil­ miş tohum sanayii, tarım mücadele sanayii kurulmalıdır. Her tarım kenti aynı zamanda bir tarım sanayii kenti ol­ malıdır. Köyün kalkınmasının 'ikinci yönü yukarıda da belirtmiş olduğumuz üzere Tarım Reformudur. III.

TARIM REFORMU VE KÖY KALKINMASI

Tarım reformu, toprak reformu, teknik ve kredi refor­ mu ve kooperatiflerin kuruluşundan teşekkül etmektedir. Tarım reformundan amaç sadece topraksız çiftçiye toprak dağıtmak değildir. Bunun kadar önemli olan diğer bir amaç da üretimin arttın İmasıdır. Erozyon problemi topraklarımızın aşınması, rüzgârlar ve seller vasıtası ile tarla ve meralarımızın üst kısmını teş­ kil eden, en verimli kısmının ziyan olması en büyük tarım­ sal ıpröblemlerimizdendir. Bu yüzden memleketimizin eroz­ yonu önleme ve memleketi ağaçlandırma gibi meseleleri de tarım reformu kapsamına girmektedir. Bunun yanında akarsularımız başıboş bırakılmış olup, bunlardan tam ola­ rak yararlanılmdmaktadır, Bugün %6 civarında faydalanı­ lan akarsuları mizin tamamından faydalanılması halinde Türkiye’nin kalkınmasına büyük katkıda bulunulmuş ola­ caktır. Tarımda bu düzenlemelere gitmek, tarımı modemleş68


tirmek ve tarımda verimi artırarak 'kalkınmayı hızlandırmak için tarım ve toprak reformunu birlikte yapmak gerekmek­ tedir. Bir ülkedeki insanların sayısı çoğaldıkça toprağın nisbi kıtlığı artar. Az gelişmiş ülkelerin en önemli özellikle­ rinden birisi nüfus başına düşen reel gelirin düşüklüğü ol­ duğundan bu memleketlerde kalkınmanın ilk hedefi nüfus başına düşen reel gelirin arttırılması ve hayat standardı­ nın yükseltilmesi teşkil eder. Bu ise üretim kapasitesinin arttırılması гю bağl ıdır. Tarımsal üretimin arttırılması ve tarımda prodüktivite­ nin yükseltilmesi ise, tabii kaynakların rasyonel bir şekilde kullanılması, tarımsal yatırımların arttırılması, teknik ve or­ ganizasyonun İslahı, ileri ve uygun tekniğin kullanılması ve çiftçinin eğitimine bağcıdır. Toprak reformu ve tarım reformu kavramları öteden beri birbiri yerine kullanılarak gelmişlerdir. Aslında tarım reformu, tarım arazisindeki bünye bozukluklarını, mülkiyet ve tasarruf rejimini iyileştirmenin yanında ve ötesinde da­ ha bir çak tedbirleri kapsamına almaktadır. Genellikle ta­ rım reformu deyimine, tarım sektörünün muhtaç bulundu­ ğu kredi, pazarlama, eğitim, araştırma, teşkilâtlanma ve donatım gibi hizmetleri daha iyi ve bol bir şekilde sağlan­ masına çalışan tedbirler dahildir. Tarım reformu; tarımsal üretimin arttırılması için alın­ ması gereken bütün tedbirleri ihtiva eder. Dolayısiyle top­ rak reformu ile ilgili' hususları da içine alır. Tarım reformunda, önce toprak reformu ile ilgili ted­ birler alınacak daha sonra tarımsal prodüktiviteyi arttıra­ cak diğer tedbirler bu temel üzerine oturtulmak yoluna gi­ dilecektir. A) Toprak Reformunu Lüzumlu Kılan Sebepler: 1 — Tarımsal araziler fazla parçalanmış ve dağılmış durumdadır: 69


Çeşitli sebeplerle arazi parçalanmış olup. 1963 tarım sayımına göre tarım işletmelerinin %49,7’si altı veya daha fazla parçaya ayrılmış toprakları işletmektedirler. (5) 2 — Arazi tasarruf sisteminde büyük bozukluklar mevcuttur: Çiftçi ailelerinin %24,4’ünden bir kısmı hiç araziye sa­ hip değildir, Bunlardan büyük kısım ise işledikleri arazi­ lerin çok az bir kısmına sahiptirler. Memleketimizde kiracılık ve ortakçılığa çok yer veril­ mektedir, 3 — Toprak mülkiyetinin dağılımındaki dengesizlik çok büyüktür: 1952 istatistiklerine göre köylerdeki çiftçi ailelerinin %62,1'i tarımsal toprakların sadece %18,6’sını işledikleri halde; ailelerin %37,9'u toprakların %81,4'ünü işletmekte­ dirler. (7) 4 — İşletmelerin büyük kısmı yeter genişliğe sahip bu­ lunmadığından üzerinde çalışanların mesailerini kıymetlen­ direcek ve onlara bütün bir yıl boyunca devamlı bir iş sa­ hası yaratacak durumda değildir. Tarım işletmelerinin %98,5’ini 1 - 500 dönümler arasın­ daki işletmeler, %1,5’ипц 500 dönümden büyük orta ve büyük tarım işletmeleri teşkil etmektedir. Arazi bakımın­ dan incelenecek olursa küçük tarım işletmeleri işletilen sa­ hanın %75,2'sine, orta ve büyük tarım işletmeleri %24,8’ine maliktir. (8) 5 — İktisadi yönden tarımda verimliliğin arttırılması­ nın zorunlu olması: — Artan tarımsal ürünlerin sürümünü sağlamak için tarım sektöründeki kişilerin gelirlerinin artması. — Sanayileşme sonucunda artan şehir nüfusunun beslenmesi için tarım ürünleri üretiminin artması. 70


— Sanayileşmenin bilhassa ilk yıllarında dışarıdan it­ hal edilecek rnakina ve teçhizatın döviz karşılığını temin için ihraç edilebilen tarım ürünlerinin artması gerekmek­ tedir. B)

Tarım ve Toprak Reformunun Sağlayacağı Faydalar:

Reform herşeyden önce memlekete bir toprak statüsü kazandıracaktır. Hudut ihtilâfları, tecavüzler, mülkiyet id­ diaları ve bu yüzden doğan rahatsızlıklar ortadan kalkacak çiftçi emniyet ve huzura kavuşacaktır. Reform topraksızlar ve toprağı yetmiyenleri toprak sahibi yapmakla büyük va­ tandaş kitlesine geçimini temin edeceği bir gelir kaynağı sağlamış olacak ve aynı zamanda bunları toprağa bağlı­ yacaktır. Bu ise sosyal huzursuzlukların azalmasına yar­ dım edecektir. Çiftçi nüfusunun sosyal ve kültürel seviye­ nin yükselmesine yardım eder. Bu suretle işgücünün verimini ve tarımsal üretimi art­ tırmak mümkün olacaktır. Yaygın olan gizli işsizlik kısmen olsun önleneceği gibi çiftçinin geliri artacak ve neticede memleketin ekonomik gücü arttı alabilecektir. Toprak Reformu, tarım işletmesinin büyüklüğünü art­ tırmak, istihsalin arttırılması hususunda teşvikler sağla­ mak, arazi gelirinin şehir ve kasabalara tarımdan gayri maksatlara akmasını azaltmak suretiyle tarımda sermaye birikimine yardım edebilir, birikmeyi süratlendirebilir. Toprak Reformu ile çiftçiye uygun şartlarla kredi te­ mini çiftçileri tefecilerin elinden kurtarır. Çiftçilerin tek başlarına yapamıyacakları işler için birleşerek kooperatif kurmaları, üretim masraflarının azalmasına ve çiftçinin li­ retti ğ i ürünleri daha iyi kıymetlendirmesine yardım edecek­ tir. Arazi toplulaştırması ile ilgili arazi ıslahı, yol şebeke-

71


terinin tanzimi, sulama ve ıkunıtma kanallarının açılması gibi faaliyetler tarım sektöründeki fazla iş gücüne yeni çalışma sabaları temin edecektir. Tarım sektöründe üretimin arttırılması için 'köylülerimiz kooperatif teşkilâtlar içinde birleştirilecek ve bunlara gir­ mek zorunlu olacaktır. Tarım arazisinin sahipleri tarafından verimli ve de­ vamlı bir şekilde işletilmesini temin edecek tedbirler alı­ nacaktır. Toprağı olmayan çiftçiler verimli bir şekilde işletebi­ lecekleri ve büyüklüğü yeterli olan topraklara kavuşturu­ lacaktır. Her aileye verilecek toprak miktarı ailenin işgü­ cünü kıymetlendirecek ve aileye belirli b ir hayat standardı temin edebilecek miktarda olmalıdır. Parçalanmış ve dağılmış toprakların toplulaştırıiması yoluna gidilerek ekonomik bakımdan verimli işletmeler ha­ line getirileceklerdir. Asıl gaye toprağı İşleyene mal etmek olmakla beraber geçici bir süre için kiracılık ve ortakçılık münasebetleri daha adaletli bir düzenlemeye tabi tutulacaktır. C)

Toprak Reformu ve Kooperatifler:

Toprak reformu mutlaka toprak reformu 'kooperatifleri ile desteklenmeli veböylece reform ile meydana getirilen yeni köylü mülk işletmelerinin teknik ve ekonomik mahzur­ ları giderilmelidir. Bu kooperatiflere giriş mecburi olmalı­ dır. Bu kooperatiflerde federatif teşkilâtlanmaya gidilme­ sinde büyük faydalar vardır. Bu teşkilâtlanma bir koopera­ tifçilik okulu ve ayrıca bir de «Tarım Kooperatifleri Araş­ tırma 'Enstitüsü» ile desteklenmelidir. Bu Kooperatifler ilk kuruluş ve gelişme anında idari ve mali bakımdan devlet tarafından desteklenmelidir. Fakat zamanla bu kooperatif­ lerin idaresi ortak çiftçilere terk edilmelidir.

72


Bu şekildedir kooperatifleşme komünist kol'hoz ve solhozları ile karıştırılmamalıdır. Bizim bahsettiğimiz düzen­ de kooperatif ortağı çiftçi toprağının ve emeğinin malikidir. Halbuki kol'hoz ve soihozlarda çiftçi hiç bir şeye malik ol­ mayıp sadece karın tokluğuna çalışan şelfler durumunda­ dır. D)

Çiftçinin Eğitimi ve Yapılan İşlerin Kontrolü:

Bir taraftan çiftçiyi kendi tarlasında ve kendi muhi­ tinde kalkındırmak için gerekli eğitim tedbirleri alınırken diğer taraftan yapılan işleri takip ederek, beklenen sonuç alınmadığında, bunların sebeplerini araştırmak ve hal ça­ relerini bularak müteakip yıllarda tatbik etmek gerekir. İyi bir yayın ve eğitim semsine yer verilmelidir. E) Pazarlama Şartlarının Yeniden Organize Edilmesi: Memleketimizde çiftçi üretimini iyi bir şekilde değer­ lendirmemektedir. Aracılar çiftçinin eline geçen ile tüke­ ticinin ödediği fiyat farkından faydalanmaktadırlar. Üreti­ ciler aralarında kuvvetli bir birlik kurmadıkları, gelirleri dü­ şük olduğundan mahdut satın alma güçleri ile ekseriya tüc­ carlara veya aracılara borçlu olduklarından üretimlerini iyi bir şekilde değerlendirememekte ve piyasadaki fiyat yük­ selmeleri nden fayda la na ma maktad ırla r. İyi parazarlama şartları ve depolama imkânları araciların ortadan kalkmasına veya bunların tesirlerinin azal­ masına yardım eder. Bu konuda da Kooperatif Teşkilâtları­ na önemli görevler ifade edeceklerdir. IV.

KÖY KALKINMASI VE SANAYİLEŞME

Köy toplumunun kalkınması, birçokları tarafından, sa­ dece, köye su, okul, yol gibi bazı kamu hizmetlerinin götü­ rülmesinden ibaret sanılmıştır. Halbuki köyün kalkınması, esas olarak üretimi arttırmaya bağlı olduğundan, toprağın

73


mahiyetine, toprağın özelliklerin© göre belirecek en iyi, en uygun tohum, gübre ve ziraat aletlerinin tayin edilmesi­ ne ve en az sayıda insanın çalışıp en büyük sayıda insanı beslemesini temin edecek bilgi, maharet ve tekniğin köye götürülmesine bağlıdır. Tabii ki bunun yanında yukarıda bahsedilen kamu hizmetlerinin köyü götürülmesi de ihmal edilmemelidir. Modem bir cemiyette köy veya kırda çalışanların sayı­ sının şehirlerde çalışanların 5 - 6’da birini geçmemesi ge­ rekir. Bu nisbet Türkiye’deki gerçeğin tam tersidir. 1850’de Amerika’da tarım sahasında çalışan 7 kişi ancak 8 kişinin yiyeceğin* temin edebilirken ilim ve tekniğin tarıma uygu­ lanması neticesinde 1950 yılında yapılan b ir istatistiğe gö­ re yine Amerika'da tarımla meşgul olan b ir kişi 9 -1 0 kişi­ yi besleyebilmektedir. Bu demektir ki tarımda çalışan nü­ fusun yaklaşık olarak %80’i başka iş sahalarına geçmiş­ tir. (9) Netice olarak diyebiliriz ki toprak reformu, tarım sa­ hasında bugün bulunan nüfusa göre değil gelecekte bu sahada yaşıyacak olanların durumu dikkate alınarak ya­ pılmalıdır. Toprak reformu kesinlikle bir üretim artmasına engel olmamalıdır. Büyük ve düzenli işletmeler, küçük ve dağınık İşletmelere göre aynı topraktan %100 fazla ürün almakta­ dır. Toprak reformuna bu açıdan bakılmalı ve çok büyük toprakların dağıtılması kadar küçük toprakların birleştiril­ mesi demek olan toplulaştırmaya da büyük önem verilme­ lidir. Az gelişmiş bir ülkenin kalkınabilmesi için, ürünlerine Öışarda pazar bulmak suretiyle üretim arttırmasına gitme­ si ve elde edebileceği dövizle sanayi sahasında yatırımlar yapması gerekir. O halde yapılacak işlerin başında Toprak ve Tarım Re-

74


formu ve bu sayede tarımın modernleştirilmesi suretiyle üretimin arttırılması gelmelidir. Joprok reformunda, dağıtılacak toprağın, üretime el­ verişli birer İşletme 'halinde işleyebilmesi için muayyen bir genişlik veya büyüklükte olmasına, hayvanlara, ziraat alet­ lerine, eve, ahıra, ambara ve diğer teknik aletlere ihtiyaç olduğu unutulmamalıdır. Bunlar halledilmeden yapılacak bir toprak reformu, yeniden büyük arazi sahiplerinin orta­ ya çıkmasını engelleyemiyecektir. Yukarıda da belirtmiş olduğumuz gibi kalkınabilmek için, işe köyden başlamak gerekmektedir. Tarihi gelişime dikkat edilecek olursa, gerçekten kal­ kınmış batı ülkelerinin çoğu sanayi devriminden önce ta­ rımda gerekli reformları yaparak verimi arttırmışlar ve on­ dan sonra da sanayileşmeye hız vermişlerdir. Tarım kesimine ağırlık verilmek isteniyorsa daha basit ve daha sınırlı sermaye kullanarak verim arttırılabilir ve böylece elde edilen tasarruflar sanayi kesiminde verimli yatırımlara aktarılabilir. İşte tarım kesiminin verimi arttır­ ması ve bunun sanayi kesimine yöneltilmesi ülkenin kal­ kınmasına hız verebilir. İkinci olarak, memleketimizde olduğu gibi, ihracatı­ nın büyük bir kısmı tarım ürünlerine bağlı ülkeler tarım kesimini geri plâna atamazlar. Önemli olan milli gelirin kesimler ve kişiler arasında dengeli bir şekilde dağılımını sağlamaktır. Bu bakımdan, kalkınan ülkelerin tarımı sanayiye veya sanayii tarıma ter­ cih ederek birini ihmâl etmeleri yanlış bir tutum olur. Ta­ rım kesimi ile sanayi kesimi «iki ayak üzerinde yürümek gibi», hiç değilse belli bir seviyeye gelinceye kadar atbaşı gelişmelidirler. Bir yandan, sanayi kesimi geliştikçe tarım kesiminin geliri artacak, diğer yandan, tarım kesimi de

75


ilerledikçe sanayi mallarının talep hacmi genişleyecek­ tir. (10) Az gelişmiş toplumdan, kalkınan topluma geçişte ta­ rım üç fonksiyon icra eder. (11) 1 — Tarım kesimi daha fazla gıda maddeleri üret­ melidir. O suretle ki hem artan nüfusun ihtiyaçlarını kar­ şılasın hem de döviz geliri elde etmek maksadiyle ihracat imkânları yaratılsın. 2 — Sanayi kesimi, kısmen, tarım kesimine zaruri olan teçhizat mallarını, makineleri v.s. üretmek için ku­ rulmalıdır. Tarımda reel gelirlerin artışı (verim artışı so­ nunda) kalkınma için gerekli yeni sanayilerin kurulmasın­ da önemli uyarıcı bir faktör olabilir. 3 — Üçüncü fonksiyonda tarım ürünleri arttırılarak efektif bir talep yaratılır ve mali gelir imkânları sağlanır. Efektif talep artışı ile, sanayi mallarını uyarmak, mali ge­ lir imkânları ile de fazla tarım gelirlerinin sanayi kesimine aktarılması hedefi güdülmektedir. Öte yandan, tarım kesiminde yığılmış olan ve artan iş gücünün istihdam edilebilmesi sanayi kesiminin gelişme ve yatırım kapasitesine bağlıdır. IV.

SONUÇ

Memleketimizde tarım toplumu, yerleşme noktaları­ nın ve köylerin dağınıklığı, üretim teknolojisinin geriliği, üretim ve tüketim noktaları arasındaki ticari vasıtaların yokluğu, idari teşkilatların bozukluğu, sosyal hizmet im-' kânlarının etkisizliği, genel refah şartlarının düşüklüğü ile kendi ve bütün toplumun fakirliğini sürdüren en önemli sorunlarımızdan biridir. Daha önce de belirtmiş olduğum gibi tarım kesimin76


de yani köyde kalkınmayı temin etmekte en büyük teşeb­ büs tarım kentleri projesini uygulamaya konulması ve ta­ rım reformu yapılması olacaktır. Merkez cazibe köylerinin meydana getirilmesinde ana ilıkeler şunlardır: 1 — Üretim teknolojisini geliştirmek, 2 — Sosyal hizmetleri genelleştirmek, 3 — Çiftçinin birlik içinde teşkilatlanmasını’ sağla­ mak, 4 — Aracı ve tefeciyi ortadan kalaıracak şekilde ye­ niden bir organizasyona gidilerek çiftçi birliklerini teşek­ kül ettirmek, kooperatifleşmeyi sağlamak, 5 — Kırsal yerleşme düzenini yeniden organize et­ mek. Bu gün mevcut olan 65 binden fazla kırsal yerleşme merkezi üzerinde yapılacak araştırmalar sonucunda, bir­ birlerine yakın üretim biçimlerini sürdüren, aynı sosyal ve kültürel nitelikte olan, aynı topoğrafik düzen içinde bulu­ nan 10-15 yerleşme merkezinin ekonomik faaliyet, sosyal hizmet ve idari yönetim kriterlerine göre bir araya getiri­ lerek merkez köyler veya tarım kentleri oluşturulacaktır. Böyiece tarım kentleri çevresinde sanayileşme başlıyacak, iş sahaları açılacak, ve bugünkü şekilde köyden şehire olan göç büyük ölçüde duracaktır. Çünkü köylü şe­ hirde aradığı her imkânı tarım kentinde bulacaktır. Bu sayede tarım kesimindeki gizli işsizler ile şehirlerde biri­ ken açık işsizler iş bulacaktır. Şehirlerdeki konut, çevre kirlenmesi ve sosyal patlamalar gibi sorunlar kendiliğin­ den çözüme kavuşmuş olacaktır. Yapılacak tarım ve toprak reformu ile de tarım kesi-

77


minde verim ve dolayısıyle eline geçecek reel gelir arttırı­ larak çiftçinin refah seviyesi yükseltilmiş olacaktır. Aynı zamanda tqrım ve sanayideki kalkınma hamlele­ ri birbirlerini etkileyerek atbaşı yürüyecek ve böylece ül­ ke topyekun kalkınmış olacaktır. (1)

Turhan, Mümtaz, Köy Kalkınmasının Esasları, Sosyoloji

Konferansları, 6. Kitap, 1966 - İstanbul, Sb. 8 (2) Turhan, Mümtaz, Toprak Reformu ve Köy Kalkınması, Bedir Yayınevi, 1964 . İstanbul, Sh. 38 (3)

Türkeş, Alpaslan, Ülkücü Toplumcu

Düzende

Türkiye,

Türkiye Ekonomisi Konusunda Yaptığımız Röportaj, Ülkücü Kad­ ro Dergisi, Заза: 8 Sh. 9 (4)

Turhan, Mümtaz, Köy Kalkınmasının Esasları, a.g.e. Sh. 10

(5) Çelebican, Gürkan, İktisadi Açıdan Toprak Reformu, Türk Toprak Reformu Semineri, A. Ü. Yayınları, Ankara - 1968, Sh. 38 (6)

İstatistik

Genel Müdürlüğü,

İstatistik

özetleri,

Nu,

12, 6Һ. 8 (7)

îst. Gn. Md. 1950 Tarım Sayım Neticeleri, Ank. . 1956

Yay, Nu. 371, Sh. 122 (8)

İst. Gn. Md. a.g.e, Sh. 11

<9)

Turhan, Mümtaz, Toprak Reformu ve Köy Kalkınma­

sı, a.g.e. Sh. 9 (10) özgüven, A liğ Tarım Ekonomisi ve Politikası, Bursa Üniversitesi Yayınları - 1975, Sh. 54 vd. (11)

W. W. Rostow, The Stages of Economic Growth, Camb-

ridge, 1965, Sh. 22

78


LEKE İslâm - Türk Ülküsü yolunda şehit düşenlerin aziz hatırasına

Namus lekesi değil alnımda gördüğünüz. Vurulmuşum, vurulmuş düşmüşüm güpe gündüz. Şakağımdaki konsa, o 'benim gülüşümdür, Namert sürünmektense, erkekçe ölüşümdür. Şaşırmayın, korkmayın, ürkmeyin ey yiğitler. Bakın etrafınızı nasıl sarıyor kızıl itler. Zaten korkaklığın faydası yoktur ecele, Yaşamak hakkın, lâkin istiklalinle bile.

79


ihtirama lüzum yok, merasime ne hacet, Daha size düşen çok görevler var evet... Evet... Böyle sürerse bu eşkiya kanunu, Müebbet felâkettir memleketimizin sonu. Size selam gönderdi kırk yiğidiyle KÜRŞÂD Sizden haber bekliyor yüz milyon, imdat, imdat! Hâlâ tevekkülde mi kararlısın yoksa? Sükut neyi hal eder, yaran oyuk, oyuksa? Tevekkül Allah'adır zulmete katlanılmaz! Ya istiklâl, ya ölüm! Bunun ortası olmaz... Namus lekesi değil alnımdaki bu leke, Asırlardır karşımıza çıkmazken tek leke önümde dalkavukluk, meddahlık edenleri, Şimdi iyi tanı, gör neymiş hünerleri... Mütefekirler ebieh, realistler yalancı. Hayret! Dünkü yabancı, bugün bu handa hancı... Dağdan bağa inenler, yoluma kül döküyor, Benim ayak izlerim, özyurdumda, taşralı gözüküyor. Ne papyon kravatlıyım, ne rugan pabuçluyum. Halisane Türk'üm ben, bunun için suçluyum. Suçluyum, çünkü hainleri gözlerinden tanırım ben. Bir intizan dinlerim şu toprağı kalbinden O ses diyor ki bana: — Ey oğul yazıklar olsun sana! Mezarımı kirleten şu mahluklara baksana! Baktım, gafiller düşmüş hainlerin peşine Dedim: Bozkurtların yurdunda, çakalların işi ne? Fırlamışım, fırlamışım yerimden, Yaydan çıkan ok hedefi mutlak bulur Bu son kale son anda ancak bu sayede kurtulur. Adi cinayetlerle kirlenir âsil yara Can yanar, göz yaşarır, yürür bu dava, Namus lekesi değil, kurşun yarasıdır bu!


Asrın adaletine bir yüz. ikonasıdır bu, Namus lekesi değil, artık bilinmeli bu, Asıl leke bellidir, kökten silinmeli bu, Bir cinnet; bir isyan, bir günlük 'kâbus gibi, Karşımda tomsanlular, Yunan gibi, Bulgar gibi, Rus gibi — Ey gönüllü bayraktar!.. Ey devşirme dölleri!.. İleri, biraz daha, biraz daha ileri... İhanet oyununda peşrev çekenler bir kez Bilsinler ki, bu topraklar, hainleri hiç sevmez. Şimdi anladım, suçluymuşum meğer Otağımda cellatlar, korkmak bu neyi halleder. Bakarkörler, mazlumla - zalimi bir tutsunlar. Mümkün mü, vicdanları böylece avutsunlar? Tarafsızlık namına, suret-i haık’dan çıkıp, Bir milleti mazisi ve istikbali ile yıkıp, Arz-ı endam etsinler... Mütebessim, mutantan. Sonra da sulh severiz deyiversinler... YALAN Yalandır, ne söyleseler, beşeriyyet namına, Honûmanlar yıkıılr, bu Şer’riyet narhına. İnsan denmez, gözyaşı döküp, ter dökmeyene, İnsan denmez, hedefi görüpte, diz çökmeyene, İnsan denmez, sesimden ürküp, dev görünene, İnsan denmez, bir avuç yal için yerlerde sürünene Köy’den kent’e, sokaktan minareye Bu kıvılcım sıçrarken, bekçiler uyur niye? Kimdir bu uyanıklar?. Niçin uyur uyuyan? Beş kıta birbirine dokunur, zaman zaman. Albayrak indirilir, paçavralar sallanır. İşte bu kızıl itler, ancak bu sayede yollanır. Ben şüheda esliyim. Başkaya vurmaz dilim. Belki mağdurum, amma, asla meyus değilim. Bu 'bedeni canım terketmişse de, Ruhum at koşturacaktır, o büyük hengâmede.

F.: 6 - 81


Gök zemine, albayrağı çizerken ufuk.

Ojbüyük hedefe yürürken, genç, ihtiyar, çoluk çocuk. Bana atalarım böyle ferman buyurdu. — Ey ecdat sevgisi ile titreyen kahraman ordu. Bu hakimler hükmünü veremez, bu celsenin. Bozkurtlar - hazır olun, hüküm sırası bizim!...


TÜRKİYE’NİN BUGÜNKÜ ENERJİ POLİTİKASI Dr. ERSAN BOCUTOĞLU ENERJİ VE EKONOMİ Enerji, ekonominin «temel» girdilerinden biridir. Bu bakımdan enerjisiz bir kalkınma düşünülemez. Enerji, bir ekonominin endüstrilerarası bağlantısında stratejik bir yere sahiptir. Sağlam bir kalkınma, ucuz, yeterli, kaliteli ve güvenilir enerji kaynaklarına sahip olmakla sağlanabi­ lir. Birer «süper güç» haline gelmiş olan ülkelere enerji meselesini çözmüş ülkeler gözüyle bakmak yanlış olmaz. Bir ülkede enerji yetersizliği varsa, bu ekonomik kalkın­ ma hareketinin geleceğinin karanlık olduğuna delil gös­ terilebilir. Yetersiz enerji, sadece karanlıkta kalan bir ülke sonu­ cunu doğurmakla kalmaz, üretimin düşmesi, işsizliğin art­ ması, aramalları üretiminin durarak topyekun endüstrinin felce uğraması kısaca milli gelirin azalması sonucunu do­ ğurur. Enerji yetmezliği ileriye dönük yatırım planlarını aksatır. Yeni endüstrilerin doğuşuna imkan vermez. Özet­ le belirtmek gerekirse, bir ülkede baş gösteren «enerji yetersizliği» o ülke ekonomisinin hem bugününü hem de yarınım tehlikeye sokuyor demektir. İnsanlar için «bitki­ sel hayat» ne demekse, ekonomiler için «enerji yetersiz­ liği» o demektir.

83


Dünyanın güçlü ekonomileri olan ABD, SSCB, Japon­ ya ve AET’nun enerji fiyatları karşısında nekadar hassas oldukları gözönüne alınırsa, ekonomilerin enerjiye ne ka­ dar 'bağlı olduğu ortaya çıkar. Her hareket enerjiye ihti­ yaç gösterir. Öyleyse ekonomik kalkınma ile yeterli ener­ ji temini birbirinden ayrı düşünülemez. ENERJİ POLİTİKALARI VE BAĞIMSIZLIK Bugünün dünyasında, ekonomik bağımsızlık sağlan­ madıkça, diğer bağımsızlık türlerinden bahsetmek olduk­ ça güçleşir. Tam bağımsızlık ekonomik bağımsızlıkla; ekonomik bağımsızlık, yeterli enerji kaynakları temin ede­ rek enerji bakımından bağımsızlık sağlamakla gerçekleşe­ bileceğine göre, takip edilecek enerji politikasında aran­ ması gereken temel unsur dış kaynaklara bağımlılıktan mümkün olduğu kadar kaçınmaktır. O halde, herhangi bir ülkedeki enerji politikası göz­ den geçirilirken, enerji politikasının ne ölçüde özkaynaklaro dayandığı ve ne ölçüde dış kaynaklara dayandığı bi­ ze bir hareket noktası sağlayacaktır. Yeterli enerji potan­ siyeline ve rezervlerine sahip olmayan bir ülke için dışa bağımlı olmak kaçınılmazdır. Ancak özkaynaklar ve on­ ların ekonomik olarak işletilmesi imkanı mevcutken, bir ülkenin dış enerji kaynaklarına bağımlı bir politika güt­ mesi ekonomik açıdan affedilemez. Bu hareket noktasının ışığı altında Türkiye'de takip edilen enerji politikasını analiz edebiliriz. TÜRKİYE'NİN ENERJİ POLİTİKASI : YANLIŞ BİR SEÇİM Türkiye'nin enerji politikasını gözden geçirmeden önce, detaylı istatistiği malumat içinde boğulmadan. Tür­ kiye’nin genel enerji kaynaklarına göz atmak gerekir. Bu tebliğde, genel enerji kaynaklarından bahsederken kaş-

84


todilen şey, elektrik enerjisi üretiminde kullanılabilen bi­ rincil enerji kaynaklarıdır. Türkiye’de başlıca, taşkömürü, linyit gibi termik ve su kaynakları gibi hidrolik kaynaklar mevcuttur. Türkiye’­ nin taşkömürü ve petrol açısından zayıf potansiyele sahip bir ülke olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bu sonuca varma­ mızın sebebi, Türkiye’nin sağlam ve güvenilir bir G- nel Enerji Envanterine sahip olmayışıdır. Mevcut bilgile' bizi bu sonuca götürmektedir. Bu çalışmada mevcut b’lg 'eri veri olarak kabul etmek zorundayız. Kaldı ki taşkömürü demirçelik endüstrisinin ikame kabul etmeyen bir girdisi olduğu için bu kaynağın, elektrik enerjisi üretiminde kul­ lanılması optimum bir çözümsayılınaz. Türkiye linyit kay­ nakları açısından zengin bir ülke sayılabilir. Afşin - Elbis­ tan yöresi linyit yataklarının bulunmuş olması, linyit bakı­ mından yapılan rezerv tahminlerinin son derece yanlış olduğunu ortaya koymuştur. Petrol bakımından ise mev­ cut bilgilere göre Türkiye yetersiz bir ülke sayılabilir. Jeotermik kaynaklar ile, güneş, rüzgar, metcezir kaynak­ ları hakkında yeterli envanter bilgilerine sahip değiliz. Açıkça görüldüğü gibi önümüzde duran en önemli görev, Türkiye için sağlam bir Genel Enerji Envanteri yapmaktır. Çünkü bu yapılmaksızın güvenilir bir-enerji politikası tes­ pit edilemez. Bu bilgilerin ışığı altında Türkiye’nin bugün­ kü enerji politikası hangi kaynaklara dayanmaktadır? Elimizde bulunan en yeni kaynak TEK’in Türkiye Elektrik Enerjisi İstatistikleridir. 1977 yılının geçici rakam­ larına göre Türkiye’deki brüt enerji üretiminin enerji kay­ naklarına dağılımı şöyledir: Taşkömürü Linyit Fuel - OH

% % %

6.2 17.5 26.9


Motorin Diğer yakıtlar Hidrolik

% % %

6.5 1.1 41.8

Bu bilgilerden anlaşıldığına göre, Türkiye'de Elektrik Enerjisi üretiminde Termik kaynaklar % 58.2 lik ve Hidro­ lik kaynaklar % 41.8 lik bir yer tutmaktadır. Termik kay­ nakların % 33.4'ü petrol ürünleri tarafından sağlanmak­ tadır. Türkiye'nin su kaynakları hakkında sağlam bir bilgi­ ye sahip olmadan enerji politikasını analiz etmek müm­ kün olmaz. Türkiye 71 milyar Kwh/yıl!ık ekonomik su po­ tansiyeli ile Avrupa’da beşinci sırayı tutmaktadır. Bu ül­ keler Norveç, Fransa, İsveç, İtalya ve Türkiye’dir. Ekono­ mik potansiyellerinden en fazla faydalanan ülkeler ise % 78.9 ile Lüxemburg, % 73.7 ile İsviçre, % 71.1 ile İr­ landa, % 64.6 ile Batı Almanya, % 63.5 ile İsveç, % 62.1 ile Fransa’dır. Avrupanın Ekonomik Su potansiyeli bakı­ mından beşinci güçlü ülkesi olan Türkiye'de bu kullanım oranı % 10'dan düşüktür. Şimdi bu bilgileri Türkiye’deki Enerji üretiminin kay­ naklara göre dağılımındaki bilgilerle yanyana getirirsek şu durumla karşılaşırız: Türkiye 71 milyar kvvh/yıllık eko­ nomik su potansiyelinin sadece % 10 dan azını kullanmak suretiyle toplam enerji üretiminin % 41.8'ini sağlamakta­ dır. Demek ki Türkiye'de enerji üretiminde su kaynakları ihmal edilmiştir. Buna karşılık, Rezerv ve üretim bakımından zayıf ol­ duğumuz Petrol ürünleri toplam üretimimiz içinde % 33.4 gibi önemli bir yer tutmaktadır. Petrole dayalı bir politi­ ka dışa bağımlı ve döviz yiyen bir politikadır. Şimdi genel olarak Türkiye'nin enerji politikasını göz­ den geçirirsek şu sonuçlara varırız: 86


1. Türkiye’de sağlam ve güvenilir bir Genel Enerji Lnvanteri yapılmamıştır. Böylece Enerji politikasını tes­ pitte elde yeterli kaynaklar yoktur. 2. Türkiye Su kaynaklarını ihmal etmiştir. Bu ihmal, Türkiye'nin ulaştığı kalkınma seviyesi mevcut enerji kay­ nakları tarafından beslenemeyince dış kaynaklara yönel­ me sonucunu doğurmuştur. Çünkü petrole dayalı bir ener­ ji politikası seçimi, elde döviz bulunduğu müddetçe, ikti­ darlar için kolay bir yol olmuştur. Ancak döviz kaynakla­ rının kıtlaştığı bir dönemde bu ihmal ve uzak görüşlü ol­ mayan enerji politikaları fiyasko ile sonuçlanmıştır. 3. Petrole ve petrol ürünlerine dayanan kolay poli­ tikalar seçilmiştir. Karar mekanizması uzak görüşlü dav­ ranamamıştır. 4. Su kaynaklarımızın ihmali Linyit kaynaklarımızda da kendisini apaçık göstermiştir. 5. Nükleer enerji kaynaklarının, enerji politikaları içindeki yeri daima önemsiz kalmıştır. DARBOĞAZDAN ÇIKAMAYIZ Bugün Türkiye ciddi bir enerji darboğazı içindedir. Bugünkü şartlar veri olarak alınırsa bu darboğazdan çık­ maya imkan yoktur. Türkiye bugüne uzun bir tarih süre­ cinden geçerek gelmiştir. Tanzimattan bu yana ekono­ mik hayatımızın en önemli karakteristiği plansızlık, belirli dönemlerde de plana rağmen plansızlık olmuştur. Hükü­ metler ileriyi görmekten aciz politikalarıyla bozuk bir tü­ ketim toplumu yaratmışlardır. Tüketmeye alışık fakat üret­ mekten aciz bir ekonomi bütün problemlerin kaynağı ol­ muştur. Şimdi herkim veya kuruluş, ne kadar bilimsel olursa olsun ortaya atacağı görüşler, tedbir ve tekliflerle çözüm getiremez.

87


Getirilen günlük çözümler ise, meseleyi gelecekte içinden çıkılmöz bir duruma sokmaktan başka bir işe ya­ ra mı ya çaktır. TEKLİF : YENİ BİR ENERJİ POLİTİKASI Türkiye'de bugün takibedilen enerji politikası yanlış­ tır. Uzak görüşlü olmaktan uzaktır. Mutlaka değiştirilmesi gerekir. Yeni enerji politikasının ana esasları şunlar olma­ lıdır: 1. Türkiye'nin ciddi ve güvenilir bir genel enerji en­ vanteri çıkarılmalıdır. Linyit ve uranyum kaynakları başta olmak üzere yeni araştırmalar yapılmalıdır. 2. Petrole dayalı üretimden derhal uzaklaşılmak, su kaynaklarını esas alan bir üretim modeli geliştirilmelidir. Kısa bir gelecekte taşkömürü santrallarını devre dışı bı­ rakacak yen; linyit santralları kurulmalıdır. 3. Nükleer teknolojiye bir an önce geçilmeli, ancak gerekli hammadde kaynaklarının yeterli olup olmadığı gözden uzak tutulmamalıdır. Nükleer yakıt üretimi başlıbaşına bir ihtisas istediğinden ve bunun üretimi dünyada birkaç ülkenin tekelinde bulunduğundan, nükleer enerjiye geçiş Türkiye'yi yeni bir bağımlılığın eşiğine getirmeme­ lidir. 4. Enerji üretimi ile ilgili kuruluşların koordinasyonu sağlanmalıdır. Çünkü dünyanın hiçbir ülkesinde enerji üretimi ile ilgili kuruluşlar, Türkiye’deki kadar birbirinden kopuk ve koordinasyonsuz değildir. 5. Fırat ve Dicle nehirlerinin su potansiyeli iyi kont­ rol edilmek suretime, Irak ile yapılan petrol mübadelelerin­ de ciddi bir koz olarak kullanılmalıdır. Ancak şu husus beirtiİmalidir ki böyle bir politikanın uygulanması ciddi kadroların işidir. Türk ekonomisinin bu kadroları beklemekten başka yapacağı bir şey yoktur. 88


LEVHALAR NECİP FAZIL BESMELE Sınıf arkadaşım, bugünün devlet Reisi Fahri Koru* türk her halde hatırlar: Bundan 60 yıl kadar evvel «Mekteb-i Funun-ü Bahriye-i Şahane» talebesiyken yemek sa­ lonunda nöbetçi zabitinin tabağa vurup dikkat çekerek «Bismillah» demesiyle yemek başlar ve sonunda aynı şe­ kilde «Elhamdülillah» demesiyle nihayete ererdi. Bu arada bazı açıkgöz talebeler de sofraya tatlı gelince kimse el uzatmasın ve tatlı kendilerine kalsın diye üzerine tuz bo­ ca ederlerdi. Memleket şimdi Besmeleyle başlayıp Hamd ile bitiri­ lecek hiçbir işe şahit değil ama, yemeğe tuz yerine zahir katma muamelesi yerinde... Tatlının üst tabakasındaki zehirini sıyırıp şekerini yutmak da hükümete kalmakta... Ecevit’in hesaplı veya hesapsız, muhareti bu noktaya ka­ dar gelmiştir. Öyle ki, kaymaklı hükümet tatlısını uzatıp da muhaliflerine «buyurun, hepsi sizin!» dese, cesaret edip de tatlı tabağına el uzatabilecek kimse kalmamış gi­ bidir. Ecevit, kendi zatiyle beraber, hükümet kavramını da yoketme yolundadır. Enkaz devraldığını söyleyen ve 16 ay içinde milleti 16 bin yerinden vurduktan sonra hala 2 ay daha mühlet iştemeyedek varan Ecevit ayarında bir mad­ de ve mana tahripçisi görülmemiştir. 89


Onu Besmeleyle koltuğundan indirip akıbetini Hamd ile seyretmek, artık millete kalmıştır. ŞİİLİK VE MSP Milli Selamet Partisi, yeni ve vicdan kusturucu bir taktik peşindedir. Şiiliği tutma ve göklere çıkarma takti­ ği... Aralarında ve basın organlarında Şiiliği İslamın en saf ve en emin mezhebi görmeye kadar gidenler vardır. Talimat, her halde Hocadan... Peki; Şah da bu mezhepten olduğuna göre gayeleri eğer Humeyni değil de şiilik ise niçin onun zamanında aynı davranışa baş vermediler? Yoksa Humeyniden kopa­ rabileceklerini, Şiiliğe de Sünniliğe de boş vereceği ön­ ceden malum Şah'tan alabilecekleri ihsana nispetle daha mı üstün gördüler? Niçin taraflar arasındaki mücadele zamanında renklerini belli etmediler de şii şefinin zafer kazanmasını beklediler? Bir gerçek mümin, Şiiliğin dalalet mezhebi olmasında rağmen onu küfre kadar vardırmaksızın sırf İslami bir hamle kahramanı olan Humeyni'yi tutabilir; fakat mücer­ ret Şiiliğe, onu Sünnet Ehline takdim edercesine bu tarz­ da bir kucak açamaz. Humeyni bazı tutumları ve İslami gayreti noktasından övünebilir; fakat şiilrk, asla!... Hoca ve etrafı Yavuz Sultan Selim zamanında gelse­ lerdi Yavuz'a mı, Şah İsmail'e mi kapılanacaklardı? Şahısları kendi hususi iş çerçevelerinden çıkarıp, yi­ ne şahsi hesaplar peşinde, batıllarını yüceltme yoliyle el­ de etmeye yeltenmek, hem de bu yeltenişi İslam adına ona aykırı bir hak mezhep içinden yapmak, aynen, Şiiliği doğuran yahudi İbn-i Sebe' tıynetinden (1979 - 1399) mo­ deli bir tecellidir. Ve Şiilere değil de, bu tıynette Sünnet ve Cemaat Ehli iddiacılarına lanet etmek lazımdır. 90


Başlangıçta bunlara rey veren ve her halde bundan böyle zırnık bile vermeyecek olan Sünni müslümanlar, hala gözlerini açmayacaklar mı ... Yoksa iş, şiilerden gö­ rülecek destekle Türkiye'deki Sünnilerin kalkındırılması diye, ağır sanayi masalına eş bir politika dehasına mı yo­ rulacaktır? Bu Parti hakkında «İslâmî harcadılar!» hükmüm hey­ hat ki, her an yeni bir vesikaya kavuşuyor. Kendileriyle ilk münasebetimde evvela ihtiyatlı dav­ randım ve asla muhtemel gidişlerine kefalet belirtmedim. Sonra ihtiyatımda ne kadar haklı olduğumu görerek ihtar ve öfkeye geçtim, ama salah ümidimi kesmedim. En son­ ra, binbir yazı ile belirttiğim gibi, evliya sabrına denk bir tahammülle tecrübe üstüne tecrübeye giriştim; yine ol­ mayınca bütün bağlarımı kopardım ve bu hale acındım ki acındım. Şimdiyse bende acınma duygusu diye bir şey kalma­ mıştır. Sadece tiksiniyorum! MİLYARLARI resmi asan ve hususi soygunlara nis­ petle pek küçük ama, bugünedek olanlara göre, haydi ona büyük soygun adını yakıştıralım. Bu, aslında, büyük soy­ gun yerine büyük ilan diye isimlendirilmelidir. İlan şudur : «— Ne hükümet, ne zabıta, ne tedbir, ne zeka, ne teessür, ne tepki, hiçbir şeye inanmıyoruz ve bunların hepsine birden «nanik!» diyoruz!... iktidar meydanı şu anda elimize geçmemiş olsa bile, bize karşı çıkacakların iktidarsızlığı çoktan meydana çıkmıştır! Gerisi, hem de en kısa tarafından zaman meselesidir!» Kaatilleri teslim edene veya onlardan teslim olana 6

91


milyon vaadetmekteki komiklik, heriflerin polis arabası önünden 15 milyon araklamasına mukabil büsbütün kat­ merleşiyor. Bu gidişle, Merkez Bankasına baskın yapıp para basma makinelerini işletmiyorlar ve (enflasyon)u yalnız hükümete bırakıyorlarsa kendilerine teşekkür borç­ lu olmamız gerekiyor. Ya nüfus sayım günlerinde olduğu gibi 24 veya 48 saat evlere kapanma emrini verirler ve bu arada didik­ lenmemiş çuval, bavul, çamaşır, evrak, hüviyet ve mahiyet bırakmazlar; ve kuruların yanında yaşların da yanmasını göze alırlar, yahut bu çilekeş millete «ister işkembeciden alınmış olsun, kendine bir baş bul!» diyesiye insaf ve mertlik gösterirler!


«İDEAL TÜRK KIZI» ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA I KADRİYE KILİÇKAYA Türk milletinin son derece yüksek medeniyetler ya­ ratmak ve devlet kurmaktaki üstün kabiliyetini kimse in­ kar edemez. Bunun sebeblerini araştırdığımız zaman te­ mel muharriklerin başında son derece sağlam bir aile ya­ pısını görürüz. Türk ailesi hakikaten son derece sağlam temeller üzerine kurulmuş olduğundan, nesilleri birbirlerinin mira­ sını devralırken kültürlerinden kopmamış, benliklerini yi­ tirmemiş olduklarından üstün vasıflarımda asırlarca de­ vam ettirmişlerdir. Sosyolojide bir kanun vardır: Aile tipi değiştiği za­ man toplumlar ve kültürler de değişir. Türk milletindeki üstün vasıfların sebeblerini araştı­ ran batılı müsteşrikler bunu Türk ailesinin sağlam yapı­ sına bağlamışlar ve bu noktadan hareketle yaptıkları sin­ si çalışmalarla Türkiye'yi Türk milletini bu hale getirmiş­ lerdir. Bu gün kadın bütün dünyada olduğu gibi maalesef ülkemizdede gerçek yerini kaybetmiş tıpkı bir ticaret me­ ta gibi değerlendirilmeye başlanmıştır. Oysa Türk toplumunda kadın ta en eski Türk toplumundan bu yana erkekle müsavi görülmüş ve yetişen ne­ sillerin mimarı olarak değerlendirilmiştir; Meselâ; Orhun

93


kitabelerinde Bilge Kağan «Babam Kağan ve anam Katun’u Tanrı tahta oturttu.» derken Türk toplumunda ve ai­ lesinde kadın ve erkeğin müsavi görüldüğünü çok açık bir şekilde belgelemiştir. Türk anası kutsaldır. Namus ve iffeti herkesçe bilinen Türk anası ne hallere getirilmek is­ teniyor, bu gözler önündedir. En küçük .meşrubat reklam­ larında bile çıplak kadın resimlerini görmek artık kimseyi şaşırtmıyor. Feministler, varsın Fransa’da, Amerika'da «Kadınla­ ra eşitlik» diye bağırsınlar... Bizim böyle bir problemimiz yok. Çünkü biz, Kağanla - Katun’u aynı olarak değerlendi­ ren, kadını hor görmeyen, ona namus timsali diyen bir milletin ve kadınlar alınıp satılırken, kız çocuklar hor gö­ rülüp öldürülürken, miras hakkı yokken onları bu haksız­ lıklardan çekip çıkaran ona toplumdaki gerçek yerini ve­ ren İslamiyet gibi yüce bir dinin mensubuyuz. Günümüz Türkiyesinde bir çok problemlerimizin menşeinde Türk töresinin ve İslâm ahlakının terkedilmesini sebeb olarak buluruz. Bu ekonomiden - politikaya Bürok­ rasiden - sade vatandaşa kadar böyledir. Buhranlarımızın bitmesi için yarının annelerinin, Türk toplumunun mimarı durumunda olan genç kızlarımızın çok dikkatli ve titiz bir şekilde eğitilmesi ile mümkündür. Oysa cari eğitim sistemimiz gençliği yabancı ideolojilerin uşaklığına hazırlanmakta, vatan hainleri ve komünistle­ rin tuzağına kolayca düşmeleri için adeta özellikle uğraş­ maktadırlar. Bunun önüne geçmek ancak Türk Ülkücülerinin üste­ sinden gelebileceği bir iştir. Türk kızları ülkücülük okulun­ da yetişerek tam bir Müslüman - Türk kızı olacak ve ah­ laklı, imanlı nesiller yetiştireceklerdir. Türk kızı evvela dinini, milletini, kültürünü iyi tanıya94


çaktır. Yetiştireceği evlatlarına bunları aktaracak kabili­ yette olacaktır. Tesettüre kesinlikle uyacaktır. Bunu ya­ parken bilakis kendini yükselteceğinin şuurunda olacak­ tır. Açık giden bir tepsi baklava herkesin ağzını sulandı­ rır ama, onu kapattığınız zaman kimse içinde ne olduğunu bilmediğinden iştiha ile bakan nazarlarda olmayacaktır. Ülkücü Türk kızları Türk milletinin kendine dönüşü­ nün timsalidir. Bilge Kağan 1300 yıl evvelinden şöyle sesleniyor: «Türk beyler Türk adım bıraktı, Çin adını aldı. Onun için beylik erkek evladını kul kıldı, hanımlık kız evladını cariye kıldı... Türk, Oğuz Beyleri millet işit: Üstte gök çökmese, altta yer delinmese ilini, töreni kim bozabilir? TİTRE KEN­ DİNE DÖN...»


İDEAL TÜRK KIZI II DURSEN YILMAZ Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Kadını toplumun önemli bir unsuru olarak görmek ve ona lâyık olduğu değeri vermek dâvâmızın temel prensip­ lerindendir. Türk Milliyetçiliği fikir sistemi kadını polemik ve demogojiden uzak saf ve samimi duygular içerisinde mütalaa eder. Bizce kadın sarhoş sofralarının mezesi ve eğlence salonlarının malzemesi değildir. Onun yeri gönüldür. Yü­ rektir.. Biz kadını «Evdeki saksısından çıkarılıp, dairedeki çöp sepetine atılan gül gibi» değil, Evin hanımefendisi olarak görmenin dâvâsını güdüyoruz. Ve biliyoruz ki ka­ dına değer vermek demek, onu teşhir etmek değildir. Eğer bir toplum varsa, varlığının temel direği kadın­ dır. Ve varlığın devamı ona verilen değere bağlıdır. Bu ha­ kikati tesbit ve teslim bu yoldaki temel kanaatimizdir. Türk milliyetçiliği fikri bu şuurla kadına gereken de­ ğeri vermiştir. Milliyetçi kadınlarımız da Türk Milliyetçili­ ğinin başarıya ulaşması savaşında gereken yeri almalı­ dır. Bu yer hiç bir zaman Türk Örf ve âdetlerine, İslâm ah­ lâkına uygun olmayan bir yer değildir. Türk milliyetçisi olan kadının görevi önce kendisini yetiştirmek, sonra aile ve toplum içindeki yerini almaktır. Kadının görevi, bu sa­ vaştaki yerini iyi tesbit etmektir. Nedir kadının mücadeleF.: 7 - 97


mizdeki yeri ve durumu? Öncelikle her müslüman Türk kızı dâvanın şuurunda olmalıdır. Türk Milliyetçiliği fikir sistemi kadının İslâmiyete uy­ ması gerektiğini, onun örtünmesini, istiyor. «Kadının ba­ ğımsızlığı elden gidiyor,» diye nutuk atanlara sesleniyo­ ruz. Peki siz kadının bağımsızlığını nasıl sağlayacağına inanıyorsunuz? «Aile dışında çalışarak mı? «Aile dışında çalışan bir kadın aynı zamanda işinin de esiri olmuyor mu? Kadın dilediği şekilde giyinir, süslenirse bağımsız mıdır? Dilediği şekilde giyinmeye yeltenince nefsinin, mo­ danın ve boyaların esiri olmuyor mu? Kadın dilediği hare­ keti yapmayla mı hür olur? Dilediği hareketi yapan kadın en aşağılık duygu olan şehvetin, arzunun esiri değil mi­ dir? Şu halde kadın dilediği gibi gezmekle, eğlenmekle, giyinmekle hür olamaz. Aksine maddenin şehvetin esiri olur. Kendini tanıyamaz hale gelir. Oysa Türk - İslam sentezi çerçevesi içerisindeki kadın sadece Allaha kulluk eder. Dolayısıyla huzurludur. Doğru yolu bulmuştur. Türk milliyetçiliğinde ideal kadın tipi budur. Yani Türklüğünü bilir. İslamiyeti yaşamağa çalışır. Milliyetçi kadın bilgili, kültürlü, imanlıdır. İyi bir eş ve iyi bir anadır. Türk milliyetçiliği fikir sisteminin Kadını daha çok ailejçinde görmek istemesi kadını ikinci plana itmek ola­ rak nitelendirilip kadın - erkek eşitliği gibi bir tartışma konusu açılmıştır. Bu tür tartışmayı yapanlara şunu söylemek istiyorum. Kadınsız ya da erkeksiz bir toplum düşünülebilir mi? Bu mümkün müdür.? O halde neden böyle saçma bir tartış­ ma yapılıyor. 'Biz milliyetçi kadınlar olarak bu gerçeği biliyoruz. Bi­ zim için kadının en kutsal görevi iyi bir eş olmak ve vata­ na hayırlı evlâtlar yetiştirmektir. Kadının bu görevini ifa

98


edebilmesi için onun çok iyi yetiştirilmesi gerekir. Bu da ancak eğitim yolu ile gerçekleşebilir. Üzülerek belirtelim ki bugünkü eğitim sistemimiz bu ideali gerçekleştirmek­ ten uzaktır. Toplumumuzdaki bunalımın asıl sebebi budur. Bilgisiz ve Türk kültüründen mahrum olarak yetişen ana­ ların yetiştirdiği evlatlardan ne hayır bekleyebiliriz? Eğer eğitim sistemimiz Türk - İslam sentezine uygun olsa idi bu okullardan yetişen kadınlarımızın evlatları bu akibete uğramazlardı. İnkar edilmesi mümkün olmayan bu acı hakikatler Türk Milliyetçiliği fik'r sisteminin kadına gereken önemi vermesi ve ona «En ..... .sal görevin vatana, millete hayırlı evlat yetiştirmektir.» demesinin haklılığını gösteriyor. Çarpık zihniyetlerin elinde oyuncak haline getirilen ve varoluş gayesinden uzaklaştırılan Türk kadınını bu du­ rumundan kurtarmak için çalışmak hepimizin önde gelen görevi olmalıdır.


«ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ» Ülkücü Gençlik Eğitim Masası MİLLİYETÇİLİK - İDEOLOJİ VE MİLLİ DOKTRİN Kapitalizm, sosyalizm g-i'bi dünya görüşleri enternasyo­ nal hedeflerdir, Ve milliyetçiliğin karşı görüşleri olarak orta­ ya çıkmışlardır. Ancak, millet olma vasfım kazanmış insan Oh

101


topluluklarının temel ve bakim gerçeğini yok sayan veya yok etmeğe çalışan bütün ideolojiler hayatın kâfi gerçeği ile ters düşme durumunda kalmışlardır. Rusya’nın resmi ideolojisi «enternasyonal komünizm') dir, Ama, gerçekte Rusya’da tatbikata hakim temel görüş katı bir ırkçılğa dayanan Rus nasyonalizmidir. Rus olma­ yan milletlerin asimilasyonu, Rus olmayan ülkelerin kana­ lizasyonu ana politikalardan biridir. Daha otuz sene ön­ cesine kadar bir Türk beldesi olan Kırım, çeşitli bahane­ lerle, Tünklenin katliamına tabi tutularak Rus göçmenleri­ nin yerleştirilmesi sonucunda tamamen Ruslaştırılmıştır ve Târiklerin bölgeye girişleri yasaklanmıştır. İkinci Cihan Savaşı’nda Stalin, Rusya’da, komünizm şiarlarını bir tara­ fa bırakarak, açıkça Rus vatanseverlerini resmi görüş ha­ line getirmek zorunda kalmış ve savaşı ancak bu şekilde Rusya’nın lehine geliştirebilmiştir. Her ikisi de «komünist» olma iddiasındaki Rus ve Çin devletlerinin mücadelelerine hakim olan temel unsur ise, milli menfaat mücadelesinden başka birşey değildir. Çağımıza hakim olan ideoloji, milliyetçilik ideolojisi­ dir. «Millet» seviyesine erişmiş, milli şuuru teşekkül etmiş, miliyetinin idrakine ermiş her içtimai topluluk milliyetçiliği temel dünya görüşü haline getirmektedir. Türk milleti tarihin en eski ve insanlık âleminin en köklü milletlerinden biridir. Türklerde milli vicdan, birçok Avrupa ülkesinin aksi­ ne, çok erken teşekkül etmiştir’ Orhun kitabeleri bu görü­ şün çok açık belgesidir. Öyle olunca Türk Milliyetçiliği ide­ olojisi de tarihimizin ilk çağlarından beri mevcut olan mil­ li ideolojimizdir. Hayat planına aktardığımız zaman milleti­ miz büyük potansiyel gücüne müvazi büyük işler yapmış, milliyet gerçeğinden ayrılarak gaflete düşüldüğünde ise 102


fetret devirleri ortaya çıkmıştır. Her fetret devrini bir milli uyanış, millete dönüş ve yüceliş dönemi takip etmiştir, Türk tarihinin .teme! hususiyetlerinden birisi de budur. Bilinen tarihi 2200 yıl olan Büyük Türk Devleti’nin Hunlar, Göktürkler, Selçuklular ve OsmanlIlar dönemleri Türk Milliyetçilerinin uygulama planındaki başarılarının eseridir, Günümüzde. Türk Milliyetçiliğinin kökleri milli tarihi­ mizin ve manevi dünyamızın bereketli derinliklerinde, dal­ ları ve yaprakları ile geleceği kucaklayan ulu bir çınar gibi gelişmesini sağlayan hadise, 1965 ve sonrasında ulaştığı sağlam yorumdur. Denilebilir ki 1965 ve sonrasında ortaya çıkan ve gittikçe olgunlaşarak gelişen 9 Işık'çı yorum ol­ masa idi, Türk Milliyetçiliği hiçbir zaman kemmiyet ve key­ fiyet planında bugünkü boyutlarına ulaşomıyacaktı. Milliyetçiliğin 9 Işık’çı yorumu, Türk Milliyetçiliğini, Türk Milletinin tabii ülküsünün manevi ortamına sokmuş­ tur. 9 Işıkçı yorum milli ideolojiye dayanarak ortaya tutar­ lı, sağlam, çağdaş ve akılcı bir doktrin koyarak; milliyetç’’ liğe bir uygulama programı hazırlamış, hayatla, milli ihti­ yaçlarla ve çağdaş inkişafla irtibat imkânları sağlamıştır. MİLLİ DOKTRİNİMİZ a) Doktrin: Bir «inanç sistemi» veya ideolojiyi top­ lumun ihtiyaçları istikametinde çözümler getirici değerler ve pratik tedbirler manzumesi haline getiren bir yorumlar bütünü şeklinde tarif edilebilir. Bir anlamda doktrin b ir ide­ olojinin «genel uygulama programı» haline getirilmesidir. Bir ideolojinin değişik yorumundan değişik doktrinler çık­ ması ise içine giren «ferdi fikri güç ve çaba» yüzündendir. Doktrini, «İdeoloji ile toplum ihtiyacının baskısı altında düşünceleri, biçimleri, teknikleri yaratan kimsenin fikir ü­

103


rünlerinin toplamı» ■şeklinde de tarif mümkündür. (Bak. Maurice Ouverger, Politikaya Giriş, S. 83) ıb) «Dokuz Işık Donkrini». yüzde yüz milli bir doktrin­ dir. İnanç ve fikir kaynağını milli ülküden ve Türk Milliyet­ çiliğinden alır, Türk Milliyetçiliği ideolojisinin, Türk mille­ tinin tarihi, milli ülküsü, manevî yapısı açısından en geçerli yorumudur. «Dokuz Işık Doktrini» yüzde yüz yerli bir doktrindir. Yabancı ülkelerin dünya görüşlerine, yabancı ideolojilere dayanılarak değil, Türk Milletinin ve halkımızın dertleri, meseleleri, dilek ve ihtiyaçları göz önüne alınarak bunla­ ra «milliyetçilik» açısından çözüm getirmek amacıyla or­ taya konmuş, akli, ilmi ve gerçekçi birtakım tedbirleri kap­ sayan ıbir doktrindir. Milletimiz arasında bu kadar heyecanla karşılanması­ nın ve hiçbir doktrine nasip olmayan ilgiyi toplamasının sebebi budun Ancak bu doktrin sayesinde, mHliyetçilik ideolojisi bu­ günkü itibarlı durumuna erişebilmiştir, Daha 1965’lerde MHliyetçilik modası geçmiş bir fikir telakki ediliyor, milliyetçiyim demek ayıp sayılıyordu. Bu­ gün «Dokuz Işıkçılar», doktrini benimseyenler nezdinde bile milliyetçiliği reddedilmez hale getirmişlerdir. DOKUZ IŞIKTA KALKINMA TEORİSİ Dokuz Işık’ta kalkınma bir amaç değil bir vasıtadır. Amaç insanımızın ve insanlığın mutluluğudur. Türk Mille­ tini milli ülküsü istikametinde başarıya ulaştırmak için ge­ rekli yönde ve ölçüde kalkınma hedef alınmıştır. Yani in­ sanlığın ulaştığı seviyenin önüne geçmek ana hedeftir. 1 — Kalkınmanın Nâzım ve Muharrik Gücü: Kalkın­ mamız kuru matematik hesaplarının ekonomik kalıpların ö­

104


tesinde önce 'bir ruhi mesele olarak bakıyoruz. Yüzde 6’lık, 7’lik kalkınma 'hızlarını hedef alan 19954te 1970 kalyası se­ viyesine erişmeyi amaç sayan heyecansız, üiküsüz, inanç­ sız kafalarla Türkiye hiçbir yere varamaz, Türklüğün üs­ tün gücüne inanmış, şanlı mazisinden heyecan olan, karar­ lı ve hınçlı ıbir kadronun öncülüğü temel şarttır. Bu kadro­ nun heyecanının halka intikali ise olağanüstü gelişme ik­ limi sağlayacaktır toplumumuza. Kalkınmamızın nâzım unsuru ise milli ideolojimiz ola­ caktır. Temel fikir m illi potansiyelimizin harekete getirilme­ si ve gelişmenin de potansiyel üzerine inşa edilmesidir. Milli emeğin ataletten kurtarıiması, sermayenin milli hedeflere yöneltilmesi, milli sermaye temerküzünün (biri­ kiminin) sağlanması herkeşden önce milliyetçilik ideolo­ jisi açısından yeniden teşkilâtlandırılmış bir milli bünye ile mümkün olabilir. Her türlü haberleşme araçlarından, güzel sanatlardan yararlanarak milli ülküyü halika maletme, milliyetçi' düşün­ ce tarzına müşahhas olarak halka temel zihni unsur hali­ ne getirmek gerekir. Yayılmacı ve sömürücü ülkeler ülkemizi parçalamak ve sömürmek için önce .insanımızın değerler sistemini sars­ tılar, milli zihni muhtevayı kendi istikametlerine çevirdiler. Yani önce insanımızın beynine, sonra evine ve cebine gir­ diler, Neticede kendi hedeflerine uygun bir «Tüketim top­ lumu» modeli, ve israfçı bir insan tipi ortaya çıkardılar. Bunun için yapılacak ilk iş cemiyetimizin yönetici ve var­ lıklı sınıflar arasında yaygın olan bu zihni hastalığı tedavi etmek, ciddi bir «zihin muhteva inıkilabı» yapmaktır. Bu iş zor olmayacaktır, Çünkü mevcut durum dışardan empoze edilmiş suni bir durumdur. Milletimizin bütün tabakaların­ da, «Batıcı ferdiyetçiliğin» lüks, israf ve gösteriş «cinneti­ nin yerini toplumcu (dayanışmacı; solidarist) anlayış, ana­

105


nevi yüceliş hedefi, ölçülü yaşama gayreti aldığı zaman, «dokuz ışıkçı çağlar üzerinden sıçrama modeli» kalkınma için beşeri taban hazırlanmış olacaktır. 2 — Çağlar Üzerinden Sıçrama Teorisi: Türk Milleti­ nin tarih içinde birinci rolde görünen millet olmasındaki ana sebeplerden birisi de, her çağda en ileri bilim ve tek­ nik seviyesi ortaya koyması olmuştur, İlk Terkleri Asya'nın hâkim milleti yapan madenlere olan hâkimiyetleri, atı eh­ lileştirip binmeleri, en mükemmel koşum takımlarını geliş­ tirmiş olmalarıdır. Çevresindeki milletler tahta kılıçla sa­ vaşırken milletimiz demir kılıç kullanıyordu. Onlar demir seviyesine geldiklerinde biz çelik kılıcı bulmuştuk. Onlar çeliği öğrendikleri zaman ise en mükemmel çeliği yapmak yeteneği bizde idi, Kazakistan’da 2300 yıl önce atalarımızın vücut ameli­ yatları yaptığını gösteren belgeler bulunmuştur. Göktürkler devrinde yapıldığı ortaya çıkarılan ve 10,000 m. uzunluğun­ daki «Töte Sulama Kanalı»mn ancak yüksek matematik bi­ len bir millet tarafından yapılabileceğini Sovyet prof’lar söylemektedir. Sekiz asır önce Diyarbakır'da Artukoğulları sarayında yaşayan Ebuliz adlı Türk aliminin yaptığı mekanik aletler, bugün en yeni ve enteresan ilimlerden sayılan sibernetik (İnsanlar ve makineler, makineler ve makine arasındaki denge durumlarını İnceleyen ilim) İlminin en eski ve en il­ ginç örnekleri sayılmaktadır. Sekiz asırdan beri solmayan bir boya kullanılan bir kitaptan topianan bu makinelerin şemaları o dönemde milletimizin ilim ve teknik seviyesi hakkında tutarlı bir bilgi verir. 16, yüzyılda Piri Reis isimli büyük Türk denizcisinin çizdiği ve bütün dünyada geniş yankılar yaratan haritalar­ da bu konuda verilebilecek bir misal ve o devirdeki ilmi

106


seviyenin anlaşılabilmesi için başvurulacak bir vesikadır. Kendisi de bir müspet ilim bilgini olan ve havan to ­ punu icat etmiş bulunan Fatih'in İstanbul'u fethinde sergi­ lediği üstün Türk ilmi ve tekniği ise Türk’ün kahramanlığı ve askeri dehasının altında değildir. «Tüfek icat oldu mertlik bozuldu» tekerlemesi Türk Maşeri vicdanının bir ürünü değildir, Zira tüfek icat olmuş ve kendi mertliğini beraberinde getirmiştir. Dünya tarihin­ de tüfeğin orduların nizamı silahı haline getiren ilk devlet OsmanlI devletidir. (II. Beyazıt döneminde) Türk Milletinin unutulan çünkü unutturulmak istenilen bu hususiyeti ih­ mal edilemez. Bugün, Prof. O. Sinanoğlu, Prof. Behram Kurşunoğlu, Prof. Hüseyin Yılmaz gibi sayısı bini geçen oma ne ya­ zık ki yabancı ülkelerde çalışmak zorunda bırakılan dün­ ya çapındaki ilim adamları, Türk’ün zekâ ve ilim istidadının canlı misalleri olarak ortadadır, Türk Milletinin Basubadelmevti'inde, dirilişinde önem­ le üzerinde durulması gereken bir hususiyeti, Dokuz Işık Milli Döktrin’de ilimcilik, endüstri ve teknikçilik ilkeleri ve «çağlar üzerinden sıçrama» teorisi olarak ifadesini bul­ maktadır. __ Mevzu, 1960 senesinin eylül ayı ortalarında o zaman M.BjK. üyesi ve başbakanlık müsteşarı olarak fiilen baş­ bakanlık yapan ALPARSLAN TÜRKEŞ tarafından ilk defa A. Ü. Hukuk Fakültesi’nde öğrencilere verilen bir konfe­ ransta ortaya atıldı. «Tanzimat, 1. ve 2. Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönem­ leri ana problemi göremediklerinden Türkiye’yi muasır me­ deniyet seviyesine ulaştıramamışlardır. Normal yollarla bu mümkün değildir. Ülkemizin bazı yerlerinde hâlâ taş devri, maden devri yaşanmaktadır. Buhar devrine giden, elektrik

107


devrine girmekte olan yerler vardır, bu tempo ile gidilirse çağdaş uygarlık seviyesine yetişmemiz mümkün değildir. «Dünya yeni bir çağın eşiğindedir, Bu çağ teknolojik devrin çağıdır. Nükleer enerji, feza araştırmaları, bilgisa­ yar çağıdır. Türkiye milli tasarrufunu, imkân ve kaynakla^ rını insanlığın henüz girmekte olduğu bu yeni çağa ayak uyduracak şekilde 'kullanırsa, onlarla birlikte ve hatta on­ lardan önce teknolojik devrin çağına gidebilir, Bunun için birinci sınıf ilim adamı ve teknik eleman yetiştirilmeli, nük­ leer enerji çalışmaları yapacak santraller kurulmalı, feza ilmine açılmalı ve ağır sanayi süratle kurulmalıdır. Türkiye bu davada batıdan daha avantajlıdır, Çünkü vazgeçemeye­ ceği bir sanayi birikimi yoktur. Doğu ülkelerinin ise potan­ siyel güçleri buna müsait değildir.» Bu fikirler ortaya atıldığı zaman, yani 1960 yıllarında fikir hayatımızı işgal eden mevzu hâlâ «ispat hakkı» ve «çarşafla mücadele» seviyesinde idi. O dönemin politikacıları ve fikir adamları (!) çarşaf kaldırılır, sabıklar cezalandırılır bir de ispat hakkı tanınır­ sa Türkiye kurtulur sanıyorlardı. Onun için de dava anla­ şılamadı. Akis dergisinde Metin Töker, Dünya gazetesinde Falih Rıfkı Atay bu fikirleri anlamadıklarını, garipsedikle­ rini, hayretle karşıladıklarını belirten yazılar yazdılar. Bugün ileri görüşlü bazı ilim adamlarının yine mese­ leyi bütünüyle kavrayamadan ortaya koydukları bu fikirler o günlerde taklit edilse idi bugün temel kalkınma mesele­ miz çözülmüş olurdu. Bugün batının gelişmiş ülkeleri, sanayicilerinin, pet­ rol tröstlerinin müsaade ettiği ölçüde hızlı bir tempo ile nükleer santrallarını çoğaltmakta ve nükleer enerjiyi ge­ lecek yüzyılların enerji kaynağı olarak ilân etmektedir. Pet­ rol için 20, 25 yıllık bir ömür hesaplanmaktadır. Kömür­

108


den yayılan C02 gazının atmosfer için tehlikesi dikkati çekmektedir. Teknik santralların fiyatı, atom santralların masrafına mal olmakta, bütün kanatlarda çok daha ucuz elde edilmektedir, Feza araştırmaları, ilmi merakları tatmin konusu ol­ maktan çoktan çıkmıştır, Pratik ve pragmatik hedeflere yönelmiştir. Bilgisayar gittikçe gelişmişliğin en önemli göstergesi haline gelmektedir. Sibernetik gibi en yeni ilim dalları git­ tikçe önem kazanmaktadır. Transandantal meditasyon, parapsikoloji gibi konular giderek yaygınlaşmaktadır. Hint mistikleri, batının maneviyat açlığının başlıca tatmin araç­ ları haline gelmektedir. Nükleer enerji ile, feza ilmi, bilgisayarı, sibernetiği ve meditasyonu ile «yeni çağ» hergün daha belirgin hale gel­ mektedir. Ve hâlâ meselenin dokuz ışıkçılardan başka far­ kında olan yoktur ülkemizde. Dokuz Işıkçı devlet yönetiminin ilk yapacağı işlerden birisi de Türklüğün yeni ilim ve teknik çağını açacak inkilabı yapmaktır, 3 — Sermayenin Milli Hedeflere Yöneltilmesi: Ülke­ mizde henüz ciddi anlamda milli sermaye oluşmamıştır. Sermayenin yönelimleri dışa bağımlı bir piyasa ekonomisi­ nin tıpkı hususiyetlerini göstermektedir. Dokuz Işıkçı dok­ trin özel mülkiyete saygı duymak ve özel teşebbüsü des­ teklemekle beraber, yatırımları, çokuluslu şirketlerin, sö­ mürücü ülkelerin ve başıboş bir kâr telâşının yönlendirilme­ sini hoş görmez. Yatırımların yönünü milli ekonominin ge­ rekleri tayin edecektir, 4 — Milli Emeğin Harekete Getirilmesi (Kalkınma Or­ dusu, Emek Seferberliği): МНИ emek potansiyelimizin çok mühim bir kısmı atıl bir durumdadır. Hâlâ iki milyon civa­

109


rında işsiz, bir o kadar da gizli işsiz olduğu tahmin edil­ mektedir. Ayrıca tarım dışı sahalardaki gizli işsizliği ve mevsimlik işsizliği de eklersek çalışabilir yaştaki nüfusu­ muzun çok büyük bir kısmının işsiz olduğu görülecektir. İşsizler, gizli işsizler üretmeyen tüketici durumunda­ dır. Milli ekonomiye hiçbir şey katmayan bu gücün üretim faaliyetlerine yöneltilmesine «emek seferberliği» diyoruz. İlk planda 1 milyonluk bir kalkınma ordusunun, teşki­ lâtlandırıp üretime yöneltildiğini düşünelim. Bugün bir kol işçisi günde en az 100 liralık değer üretmekte­ dir. Yılda 200 işgünü olduğunu farzetsek, yatırılan değer: 1.000.000 x 100 x 200 : 20.000.000.000 TL. lik bir meblağa ulaşır. Aynı durumun iki milyon insanla gerçekleşmesi ha­ linde ise asgari hesapla yılda 40 milyarlık bir fazla değer üretiminin milli ekonomiye kazandıracağı dinamizmi kü­ çümsemek mümkün müdür? Ülkemizde çok zengin su kaynakları vardır. Akarsuları­ mız üzerinde yapılabilecek sulama kanalları, barajlar, ba­ rajlara dayalı sulama kanalları yabani meyvaların aşılan­ ması, oto yolları, fabrika binaları, sosyal tesis binaları, emek seferberliğinin çalışma sahalarıdır. Sağlıklı ve planlı şehirleşmeyi sağlıyacak yeni şehirler, tarım kentleri kal­ kınma ordusunca gerçekleştirilebilir. Her yıl bir Kıbrıs toprağı kadar verimli toprağımızın erozyonla kaybolduğu vakıası ortadadır. Erozyon kontrol çalışmaları, arazi ıslah çalışmaları ile Anadolu toprağı yeniden fethedilebilir. Zaten milli ekonomiden pay almakta olan kişilerden oluşacak «kalkınma ordusu»nun maliyetimize yükliyeceği önemli bir yük olmayacaktır. Elbette ki angarya söz ko­ nusu değildir. Çalışanların emeklerinin karşılığı verilecektir. Bunun için ne Dünya Bankasına, İ'MF’ye ve ne de başka 110


bir yabancı 'kaynağa başvurmaya gerek yoktur, Merkez Bankası -kaynakları, yani emisyon meseleyi çözümleyecek­ tir. Dikkat edilecek nokta, çıkarılan her kâğıt paranın kar­ şılığı olan değerin de anında üretim olacağı hususudur. Kalkınma ordusuna verilecek paranın üretilen -malın hisse senedi gibi düşünülmesi ve -bir kenarına bu konuyu hatır­ latan bir şerh konulması -mümkündür. Böylece enflasyona yol açma tehlikesi önlenmiş olur. Bir müddet sonra da bu paralar piyasadan çekilerek yok edilir. 5 — Küçük Tasarrufların Birleştirilmesi; Millet Sek­ törü: Gayri -safi milli hasılamızın yüzde 10'una yakın bir kısmının kadınlarımızın boyunlarında veya sandıklarında altın olarak atıl durduğu tahmin edilmektedir. Ayrıca ban­ kalara yatırılmayan, evlerde saklanan küçük ölçüde tasar­ ruflar mevcuttur. Devletin öncülüğünde ve garantisinde kurulabilecek halk şirketleri ve halka açık şirketlerle bu küçük tasarruf­ ları toplamak ve milli ekonominin hizmetine yöneltmek mümkündür. Ayrıca hâlâ da uygulanmakta olan cebri tasarruf yolu­ nu (Emekli Sandığı, Sosyal Sigortalar Kurumu vs.) disip­ lin ederek bütün vatandaşları kapsayacak hale getirmek ve üretime yöneltmek çok olumlu sonuçlar doğuracaktır. Milletimizin mensup olduğu mesleklere göre guruplandırılarak 6 meslek zümresi olarak hukuki teşkilâtlara ka­ vuşturulması ve bu teşkilâtlara ekonomik veçhe verilmesi ile yeni ve üçüncü bir sektörün oluşturulması hadisesine «Millet Sektörü» diyoruz, «Halk Sektörü» diye ortaya atılan fikrin bizim görüşümüzle ilgisi yoktur, Halk sektörü ile ül­ kemizde daha çok yıllardan beri deennen ama tatbikatta iflas etmiş olan batı tipi kooperatifçilik kastedilmektedir. Bu şekliyle -halk sektörü zorlamayla ve büyük kaynak isra­ fına yol açmış ve açacak olan bir görüştür. 111


Millet sektörü fikrinde mlili tasarrufun ve mali kay­ nakların bir hevese feda edilmesi değil, atıl kaynakların ha­ rekete •geçirilmesi ve kaynak oiuşuurulması ruhu vardır. Halk sektörü ile teeml fark bu noktadadır. İşçi, işveren, köylü, esnaf, memur ve serbest meslek sahibi birlikleri hem hukuki teşkilâtlar, hem milli manevi eğitim üniteleri ve hem de devasa şirketler görünümünde olacaktır. 6 — Tarım Kentleri: Sayıları 40,000 - 100.000 arasında olan yerleşim birimlerimizin tabii ve sağlıklı bir durum göstermediği bilinen bir gerçektir. Şimdi bu yerleşim yerlerin­ den birçoğu halkı şehirlere göç ettiği için yok olma duru­ munda iken, bunlara alt-yapı hizmetlerinin ve diğer tesis­ lerin kısır politik kaygılarla gelişi güzel götürülmesi çok ters bir durumu ortaya çıkarmaktadır. «Tarım Kentleri»: te­ zi, bu ters gidişe mani olarak kaynak israfını önlemek; sağ­ lıklı ve planlı bir şehirleşmeyi gerçekleştirerek, Anadolu'­ nun yerleşim dengesini de korumak üzere düşünülmüştür. Ortalama 10 köyün ortasında bir yerleşim yeri tesbit edilerek, alt-yapı ve sosyal ekonomik tesisler buralarda toplanarak bir cazibe merkezi oluşturulacak ve bu cazibe merkezleri ülkemizin geleceğinde, sanayileşmiş ve sanayi ötesi topluma geçmiş Türkiye’nin yerleşim merkezleri ola­ caktır, Ta mm Kentleri isminin verilebileceği yanlış intihanın aksine sadece tarımla uğraşan insanların oturacağı yerler olmayacaktır, Tarımla uğraşan nüfusa sağlanacak bir yer­ leşim imkânı olmakla birlikte; buralar yeni sanayi kentle­ rinin, kültür kentlerinin, sağlık kentlerinin de nüvesi ola­ caklardır. 7 — Dokuz Işıkta Sosyal Politika: Toplumcu Anlayış: Dokuz Işrk doktrini sosyal politika meselesinde toplumcu­ luğu esas alır, Yani toplumu meydana getiren her ferdin birbirinden sorumlu olması esasını... Bir manada mecburi 112


dayanışmacılık (solidarizm) hem milli tarihimizin an’anesi, hem de manevi dünyamızın kaidelerinin emridir. "RMder tarihlerinde toplumcu olmuşlardır. «Gemisini kurtaran kap­ tan» anlayışına Türk cemiyetinde yer yoktur. «Komşusu açken tok yatan bizden değildir», «Bir beldede bir kişi açlıktan^ölürse hadiseyi bilen bütün bölge halkı katildir» ha­ disleri bu meselede yeteri kadar açıktır. Dinimizin beş temel esasından biri olan «zekât» ger­ çekte bir sosyal dayanışma vergisidir. Ve mecburidir. Na­ maz kılmayanı zorlamak yoktur ama İslâm devletinde ze­ kât zorla alınmıştır;. Ve muhtaca verilmiştir. Böylece İsiâmi anlayışta her fert yoksulluğa, hastalığa, ihtiyarlığa karşı «beytümal»ın sigorta garantisi altındadır. Kapitalist düzende yoksula yardım kahramanlıktır. Komünist anlayışta yoksula yardım «suç»dur. Toplumcu anlayışta yoksula yardım «vazifemdir. Dokuz Işık Doktrini bu görüşü müesseesleştirmiştir. Milletin mesleki zümreler olarak kuracakları 6 meslek zümre teşkilâtı aynı zamanda bir sigorta müessesesi ola­ caktır. 'Böylece Türk cemiyetinde her fert beşikten meza­ ra kadar, yoksululğa, hastalığa, ihtiyarlığa karşı doğrudan sigortalı olarak ve sigortacılık bir özel teşebüs konusu ol­ maktan kesin olarak çıkarılacaktır. Sağlık hizmetlerinin ve adlı hizmetlerin paralı olma­ sını sosyal devlet anlayışı ile değil, devlet anlayışı ile dahi bağdaştıranlayız. Ameliyat olacak, yahut ilâç alacak para­ yı bulamadığından ölüme terkedilen inasnların bulunduğu bir düzeni insanlık dışı sayıyoruz. Para verebildiği için hu­ kuki yardımdan yararlanan ve para faktörü ile oluşan bir adli kararı adalet fikrinin tahribi sayıyoruz. Dokuz Işıkçı Düzende sağlık hizmetleri her yurttaş için parasız olacak ve adli hizmetler her yurttaşa eşit olarak ve parasız ulaştırılacaktır. F.: 8 - 113


YENİ TEHLİKELER MEHMET GÜL Ülkü Ocakları Derneği İstanbul Şubesi Eski Başkanı Doktriner manada Türk milliyetçiliği belirgin hale gel­ meye başladığı devrede, temel gayesi Türk Milletini içinde bulunduğu her türlü çıkmazdan kurtararak kalkındırmak, güçlü, müreffeh ve mutlu kılmaktı. Ama Türk Milletine düş­ man devletler olduğu gibi, çoğu o devletlerin kontrolünde olan düşman ideolojiler de vardı. Düşmanın hedefi tektir. Muhatabını yenik düşürmek. Bu kaideyi asırlarca işletti­ ler ve bu işleyişten günümüz Türkiye'si kurtulamazdı. Ni­ tekim kurtulamadı da.. Türkiye’miz bir ideolojiler savaşı alanı haline getirildi. Bu yabancı kaynaklı düşünceler, Türk Milletini ve devletini ele almak, kontrol etmek ve giderek milletin yapısını, devletin fonksiyonlarını bitirmek istidadındaydı. Oysaki Türk Milliyetçilerinin bünyesi bu milletin ku­ maşından oluşmuş, temayülleri bu milletin arzu ve emel­ leri belirlemişti. Hal bu olunca, dış mihraklı fikirler, görüş­ ler .ideolojiler birden karşılarında dinamik Türk Milliyetçi­ liğini bütün cephesi ve gücüyle buldular. Bu onların ve mil­ liyetçiliğin her devirdeki tabi görünümü idi. Karakteri idi. Oysaki Türk Milliyetçiliğinin temel iddialarından birisi, iktidar olmak için gerekil olan, kaliteli kadro meselesini çözmek ve problemleri önem sırasına göre en kısa zaman­ da ve kesin olarak halletmekti. İlk hareket noktası bu idi. 115


Bir noktaya kadar bu gaye gerçeklik (kazanabildi. Sonra... Sonrasını tayin etmek, ülkücü bir karakter kazanmış olan Türk milliyetçilerinin elinde değildi. Fikir 'hareketlerine ba­ zı hallerde düşman güçlerde tavır aldırabilir, hatta geçici olsa da fonksiyonlarını değişik alanlara kaydırtabilir. Öy­ le oldu, önceleri komünizm için ciddi bir rakip olmayan ülkücüler, bilhassa 12 Mart 1971 döneminden sonraki ha­ reketsiz devrede, tabii gelişimlerini tamamlayarak, Türkiye hayatının her safhasında kendilerini hissettirmeye başladı­ lar. Sol «ise 12 Martta çok az şey kaybetmişti. Daha sonra kasıtlı iktidarlar tarafından hapishane kapıları aralandığı için, bu kayıp telafi edildi zaten.. Ama artık karşılarında bir güç vardı. Döktriner Türk Milliyetçileri okullarda, fabri­ kalarda, devlet dairelerinde vb., karşılarına çıkan ve onla­ rın zorba metotlarına karşı koyan .ezilmeyen Türk Milli­ yetçileri.. İşte o zaman komünizm Türkiye’de diğer ülkelerden farklı bir yerel gerçeği kavradı. Devleti elde etmenin yolu, ülkücülerin kemik çatırtıları üzerinde yürüyerek, kanlarına bata çıka ilerlemekten geçiyordu. Ve Ülkücüler «Ara he­ def» ilân edildi. Kazançları çok yönlü olacaktı. Ellerindeki hain basın yoluyla saldırılarını bile, müdafaa tarzında yorumlayacak­ lardı, Vuracak, vurulduk diye bağıracaklar, dövecek, kafa­ larını tutacaklardı. Bu suretle kamu oyunu, Ülkücüler aley­ hine şartlandıraoaklardı. Nitekim yapanlarda «Komandolar, Faşistler, Zorbalar» temasını satılık kalemlere çok güzel işlettiler. İkinci kazançları, hedefe giderken eğitilmiş insan açı­ ğını kapatmada bu mücadeleyi vasıta kılacaklar, az kayıp­ la çok adam kazanacaklardı. Bir nevi «antrenman» mahiye­ tinde görüyorlardı. Eylem içinde silâhlı mücadeleyi öğre­ 116


nen ve zamanla devlet güçlerine karşı çıkartılacak olan hücreler oluşturdular. Hem en azılı düşmanları yok ediyor, hem de en güçlü düşmanlan İçin devlet, hazırlık yapmış oluyorlardı. Artık Filistin gi'bi alanlara, fazla miktarda adam göndermek lüzumsuzdu, gerekenler gönderilmeliydi sadece.. Kısmen bu da tuttu. Adam yetiştirdiler ama, on­ lar Ülkücülerin bu sistemli saldırıya fazla dayanamıyacağını hesaplamışlardı. Bu olmadı. Ülkücüler meşru müda­ faayı, saldırıya uğradıkları her alanda, en aktif ve en sert bir biçimde uyguladılar. Sol onları okullardan atmak iste­ di. Bütün idari yolları da denemesine rağmen, kaba kuvvet sökmedi, Ülkücüler yiğitçe mücadele ettiler, Semtlerden, fabrikalardan hatta giderek şehirlerden atmak istediler, ama sökmedi. Ta ki OHP iktidarına kadar.. Ülkücülerin dev­ let güçlerine olan saygısı, sevgisi istismar edildi. POL-DER gibi, sola angaje olmuş bir bölücü kuruluşun militan ele­ manları, komünist militanlarla beraber sürdürdüğü eylem­ leri neticesinde, bazı alanlarda Ülkücü hareketi geriletti, bazı alanlarda İse bitirdi. Devlet kadrolarından Ülkücüler tasfiye edildi. Ayrıca TÖB-DER denilen solcu, bölücü ku­ ruluşa teslim edilen Milli Eğitim, kendisine 'bağlı bütün okullardakr ülkücü öğrenoileri, sürerek, atarak, sınıfta bı­ rakarak tasfiye etti ve yerine komünist - bölücü militanları yerleştirdi. Çoğu şehir veya semt böylece solun eline düş­ tü. Oyun çok yönlü oynanıyordu. Normal mücadele dönem­ lerinde süratle gelişen ve her sahada solun oyunlarını bo­ zan Ülkücü hareket birdenbire budandı. Hatta kökünden kazımak için ne mümkünse yapılıyor, Oünkü devletle karşı karşıya kalmayı engelliyen «ara hedef» artık yok olmalı­ dır. Yok olmalıdır ki Türk Devleti bölünüp, parçalanabilsin. Tarih bir devin sonunu yazmış olmakla övünebilsin. Karakolların içi, en olmadık yerlerine elektrik verilen, olmadık işkencelere uğrayan ve buna rağmen yiğitçe dire­ 117


nen, Ülkücülerin çığlıkları ile dolu.. Dışıysa evladının çığ­ lıklarım duymasa bile hisseden anaların, feryatlarıyla kanlı gözyaşlarıyla dolu. Hapishanelerde mi, yoksa mezarlıklar­ da mı daha çok arkadaşımız yatıyor hesaplayamadık. Türk Milleti tarih boyu görmediği ihanetler ve onların getirdiği acılarla kıvranıyor. Düşmanlarımızın dudaklarındaki tebes­ sümler gitgide yayılıyor. Kahkaha atmak için hazırlanıyor­ lar. Yazımızın başında Ülkücülerin hedefi, içinde bulundu­ ğumuz geri durumdan kurtulmak için, maddi ve manevi de­ ğerlerimizi, korumak, geliştirmek, planlı ve çağdaş bir şe­ kilde düzenleyerek, kalkınmak olduğunu belirttik. Bunun içinde kaliteli kadro elemanları, yetiştirme ameliyesi yapılı­ yordu. Çalışmaları vardı. Ama süratle büyüyen komünist saldırıları, bizi bu açıdan da baltaladı. Ülkücü Hareket ön­ ce kendi müdafaası, sonra giderek Vatan müdafaası va­ zifesini, diğer milli güçlerle beraber üstlenmek durumunda bırakıldı. Bölücülere, hainlere, ajanlara karşı «Önce Vatan» parolasıyla çıkmak zorunda kaldı. Bu sebeple de, Milleti kalkındırmak için liyakatli, kaliteli kadro kurmak ve bu kad­ roya uygun yapıda beyinler aramak yerine, Vatanı, Milleti bdölücüierden, hainlerden ve onların yapıları icabı giriştik­ leri saldırılardan korumak ve korunmak için Kuvey-i Milliye ruhuna sarılmak mecburiyetinde kaldı. Normal zamanların ideal kadro ölçüsünden uzaklaşıldı. Mecburiyetlerin, şart­ ların getirdiği mücadele adamları ön plana çıktı. Bu mü’ cadele adamlarının çoğu, belki fazla şuurlu değildi. Ama ruhen büyüktü. Büyük insan olmak için gerekli kumaş onda mevcuttu. Mesele bu kumaşı arzuladığımız gibi dikebilmekti. Bu mücadele adamlarının hepsi kahraman ruhluydu. Ölümü ve hapishaneleri göze alarak gelmiş, istikbalini inandığı insanların iki dudağı arasına bırakıvermişti. Fatih olmak değilse bile, Ulubatlı Hosan olmak istiyordu.

118


Bütün bunlardan kastımız şu: Komünizm çak büyük tehlike. Ve bu tehlike bizi, arzuladığımız şuurda olmasa bi­ le, müdafaa zaruretinden dolayı kitleleşmeye itti. Ama bu kitleleşme fikrin oluşturduğu bir hareket değil, hadiselerin, şartların oluşturduğu bir gelişme haline geldi. Bir müca­ dele var ve bütün şiddetiyle sürüyor. Bölücülük had safha­ ya ulaşmış, neticeye yönelmek istiyor. Ama başaramıyacak. İktidarın gaflet ve ihanetini en azami bir şekilde kul­ lanıyorlar. Başarırlarsa, zaten bu yeni bir başlangıç olacak­ tır. Başaramazlarsa, biz ne yapacağız. Devlet militanca yö­ netilmez. Devlet, bilgi, kabiliyet, vasıfla kısaca liyakatla yö­ netilir. Biz kurtarmak istediğimiz bu vatanı, bu Milleti ba­ tırmak için elimizde bulunan iktidarın gidişi ile beraber, leş kargalarından da arınmış olan, bu samimi kadroları, mü­ cadele adamlarını en kısa zamanda arzualdığımız kapasi­ teye çıkarmalıyız, Belki yeni iktidarla birlikte uğrayacağı­ mız «iktidar milliyetçilerinin»': saldırısı esnasında arada kalıp ezilirler, eziliriz. Son fırsatta kaçabilir. Onun için hepimiz en kısa zamanda kendimizi yetiş­ tirmeli, eylemin sıcaklığında, fikri pişirmeliyiz. Kendini ye­ tiştirmiş olanlar uzmanlaşmalı, uzmanlar ürünlerini vermiye başlamalıdır. İktidara mutlaka gelmeliyiz. Bu toplumu kurtarmalı, yine en büyük yapmalıyız. İk­ tidara hesap sormak için gelmeliyiz. İhanet içerisinde bu­ lunan bu yöneticilerin heykelini dikerek, sırayla yüzlerine tükürmek için gelmeliyiz. Celladın boynuna ilmek, zindan­ cıya parangalı zindan yaraşır.

119


TÜRK TARİHİNDİ AYDIN-M İLLET ÇELİŞKİSİ ORHAN ÇAKIROĞLU Ülkü Ocakları Derneği İstanbul Şubesi eski ikinci başkanı Osmanlı... Selçukludan aldığı mirası haşmetin zirve­ sine ulaştırıp nizâm-ı âlem davasının altı yüz yıl savunu­ culuğunu yapan yüce Türk ruhunun unutulmaz abidesi... Girdiği her toprağa Allah’ın adaletini götürmek az­ minde olan OsmanlInın çöküş sebeplerini de yine bu az­ min yavaş yavaş ortadan kalkmasında aramak lazımdır. Devlet, bir milletin hukuki teşkilatlanmasıdır. Bunun için devlet milli'dir. Milli devlet, kendisini meydana geti­ ren milletin kültüründen, özünden uzaklaştığı an varoluş esprisini de kaybeder ve yıkılmaya yüz tutar. Nitekim Os­ manlI’da böyle olmuştur. Osmanlı yıkıldığı gün dünyanın en büyük beş devletinden biri sayılıyordu. Ona bu özelliği kazandıran ve kaybettiren şey nedir?.. Bu sorunun cevabı şüphesiz insanın kendisinde yatmaktadır. Herhangi bir sistemi uygulayacak olan insan olduğuna göre, insanın yetiştirilmesi, nesillerin inancının sağlamlığı ve daha son­ ra bu düzenin tersini dönmesi işte bu sorunun cevabıdır. Kuruluş, yükseliş ve gelişme dönemlerinde Osmanlı aydınında kendine güven, imân ve heyecan gözle görülür biçimde canlıdır. Bu dönem tam dört yüz yıl sürer. Osmıanlınm bu dönemde, karşısında duracak hiçbir güç yok121


tur ve tarihin bir daha görmediği bir haşmetin zirvesindedir. İşte bu ortam içinde aydın, yani devleti yöneten in­ san, devlete yön veren insan tam bir kendine güvenmiş­ lik duygusu içindedir. Dört yüz yıl Osmanlı, bırakınız ken­ dinden üstün olmayı, kendine denk bîr kuvvet görememiş­ tir karşısında.. Fakat 1699'daki dönüm noktasından itibaren Osmanlı aydını görmüştür ki «Devlet-i Aliyye» küffar karşısında gerilemektedir. Yine o günün Avrupası OsmanlInın da ye­ nilebileceğini görmüş ve kendine güveni kazanmıştır. Os­ manlInın gerilemesi aydınımızı çözüm yolları aramaya gö­ türmüştür. Meseleler hep sathi değerlendirmeler ve bu­ nun sonucu olan eksik veya yanlış tedbirlerle geçiştiril­ miştir. Küffâr karşısındaki devamlı gerileyiş önce aydını­ mız mevcut olan, kendine güveni yok etmiş, sonra da al­ dığı devamlı darbeler karşısında, aydınımızı batı karşısın­ daki aczini batıya benzeyerek ortadan kaldıracağı kanaa­ tine vardırmıştır. İşte bu andan itibaren de devletin bün­ yesi sarsılmaya, yanlış müdahelelerle inkiraza sürükle­ meye başlamıştır. Can alıcı nokta, yani kendinden, özün­ den uzaklaşmadan yeniden güçlenmek, büyük olma vas­ fını korumak ihmal edilmiş, aksine kurtuluş özünden ko­ puşta, batıyı taklitte aranmıştır. Bugün bile aydınımız Marksist'i, Hümanist’i hasılı Türk Milliyetçilerinin dışındaki bütün ekolleriyle, batının metoduyla, Türk toplumuna kurtuluş reçeteleri sunmaya devam etmektedir. Bu bunalım, Türk toplumundan çok şeyleri alıp gö­ türmüştür. Herşeyden önce o adil ve muazzam nizâm çök­ müş, devlet bütün fonksiyonlarıyla zaafa uğramış ve Mil­ let ihmal edilmiştir. 19. yüzyılın başlarına kadar impara* torlukta hiçbir azınlığın ekonomik durumu, asli unsurdan 122


daha iyi değildir. Fakat bu dönemden itibaren İmparator­ luktaki durum değişmeye başlamıştır. Azınlıklar, dış müdahaleleri haklı hale getiren, huku­ kî mesnet sağlıyan Tanzimat fermanından sonra da İmpa­ ratorluğun ekonomisine hakim olmaya ve fırsatını bulun­ ca da isyan ederek kopmaya başlamışlardır. İçtimaînizam yine aynı dönemlerde altüst olmuş, Aydın-Millet çekişmesi olanca açıklığıyla su yüzüne çıkmış­ tır. Bir kısım aydının iyi niyetli çabaları ise devleti kur­ tarmaya yetmemiş ve OsmanlI devleti çökmüştür. Hemde çökerken bile dünya politikasını temelinden sarsarak... OsmanlI çökerken bile, bize Anadoluyu miras bırak­ mıştır. Bir devletin siyasi sınırlarını kanla çizen Türk Mil­ leti, yönetimi aydına bırakmış, aydın da bu mirası hovar­ daca harcamaya başlamıştır. Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarındaki iyi niyetli çalışmalar bir sonuç vermemiştir. Yapılan hatalar, Osmanlıya bakış tarzımız bizi, bugün için­ de bulunduğumuz bunalıma sürüklemiştir. Nesillerimiz, OsmanlI düşmanlığıyla yetiştirilmiş, bu yüzden de bin yıllık şanlı geçmiş «Tu kaka» edilerek san­ ki elli yada altmış yıldan beri tarih sahnesine çıkan türedi bir Millet, bir halk olduğumuz kanaati hasıl olmuştur. Bu resmi Devlet politikasıdır. Fakat bu politika, Türk Milleti­ nin hafızasında yer etmiş olan büyük devlet olma duygu­ sunu yok edememiştir. İşte 3 Mayıs 1944 bu politikanın iflası ve Türk tarihinin de bu açıdan bir dönüm noktasını teşkil eder. Türk Gençliği her şeye rağmen devletine sahip çıkı­ yor ve devleti bir avuç zibidiye teslim etmeyeceğini, bü­ tün işkence ve baskılara rağmen haykırarak milletin his.siyatına tercüman oluyordu. Bu şahlanış, batıcı aydınlarımızın gözünü korkutmuş-

123


tur. Bundan sonra Türkiye’de birçok şey değişmeye baş­ lamış ve kültürel alanda artık Türk Milliyetçiliği, batıcı aydını her sahada geriletmeye ve her sahada Türk’ün se­ sini duyurmaya başlamıştır. 1970’lere gelindiğinde zirve­ ye ulaşan bu çekişme batının son kozlarını oynaması so­ nucunu doğurmuştur. 1970'lerde cereyan eden bütün ha­ diselerin temelinde Türk toplumunun kendine dönüşü ve batının da bunu önlemeye çalışması yatmaktadır. Batının bizimle samimi ilişkiler kuracağını sanmak ham bir hayaldir. Çünkü batı Türk dünyasının potansiyeli­ ni bilmekte ve Türkiye’de Milliyetçi Hareketin başarısının kendi hakimiyetinin sonu olacağını da görmektedir. 1978'deki C.H.P, iktidarı bu başarıyı önlemekteki son çaredir ve buda sökmeyecektir. Türk Milleti batıyı bütün cepheleriyle tanıyor ve Milliyetçi Harekete koşuyor. Kim­ seye düşman değiliz, fakat Müslüman-Türk’e hayat hakkı tanımıyanlarada dost olmamızı kimse bizden isteyemez. Hedef, MİLLİYETÇİ HAREKETİN İKTİDARIDIR.

124


TÜRKLÜĞE YENİ SÛ-İ KASTLAR YAMAN ARIKAN Bir ülke! Bu ülkede bir hareket... Öyle bir hareket ki, dünyanın sayılı milletleri, sayılı güçleri, sayılı ideolojileri ona kin saçıyor, düşmanlık saçıyor, ölüm saçıyor. Öyle ki, tarihin karanlıklarından hortlayıp gelen Haçlı zihniyeti ile, yine tarihin kaydetmiş olduğu insanlık düşmanı ideoloji­ lerin en gaddârı komünistlik, sırf bu mukaddes hareketi söndürebiimek için eiele vermişler, olanca güçleri, imkan­ ları ve cibilliyetlerine yakışır nâmertlikleri ile saldırıyorlar. (Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmeye yelteniyorlar-saff sûresi, âyet : 8) Bu ülke, (Cündüllah-Allah’ın ORDUSU) ünvanının sa­ hibi Türk Milletinin ülkesi Türkiye'dir. Harekette Ülkücü Harekettir. Bu ülke, Allahın Resûlü Muhammed Aleyhisselamın yurdundan bir parçadır. Hareket de, bu ülkeden Allah'ın Resûlünün ismini söndürmek için saldırıya geçen haçlı zihniyetiyle komünizme karşı şahlanmış mukaddes bir harekettir. Bu ülke, islâmın son ümidi, son kalesidir. Hareket de, İslâmın sonkalesini koruma hareketidir. Ve nihayet bu hareket, Allah’ın ordusu Türk Milletinin İslamın da muhteşem diriliş hareketidir. İşte bu sebebledir ki ülkücü hareket, bütün Türk-İslâm düşmanları için bir kor­ kulu rüyadır. Korkulu rüyadan kurtulmak isteyen düşman, saldırıyor. Ülkenin içinde; aslında Türk milletinin birer öz evladı olması gereken bir kısım bahtsızları tuzağa düşür-

125


müş, âzâd kabul etmez kölesi haline getirmiş. Düşmanla­ rın ideolojilerinin kurbanı olan bu bahtsız insanlar, büyük insanlık ülküsü Türk-İslam dirilişinin gönüllü ve fedâkâr birer eri olmaktan başka düşüncesi bulunmayan ülkücü­ lere en zalim bir şekilde saldırıyorlar, hayatlarına kaste­ diyorlar. Tarih boyunca gelmiş-geçmiş bütün işkencecile­ rin, bütün zalimlerin köftesini geride bırakmak için birbirleriyle âdeta yarışıyorlar. Tıpkı 1944'deki selefleri gibi, efendilerine yaranma gayretinde kusur etmiyorlar. Aca­ ba yaptıkları nedir? Nasıl bir harekettir? En âmiyâne ve açık misali ile, oturmakta oldukları ve bundan böyle do oturmak mecburiyetinde bulundukları kendi öz evlerinde tahribat yapmak, kendi öz kardeşlerini katletmektir. İşte bu gün, Türk'ün öz diyârında oynanan oyuna konacak en doğru ve açık teşhîs budur: — Bir ev.. Bu evde.oturan kalabalık bir aile. Aile için­ de bir tek yabancı fert yok. Evde ailenin müşterek malı. Fakat düşmanlar tarafından ailenin fertleri arasına nifak­ lar sokulmuş; kin, intikam ve düşmanlık tohumları saçıl­ mış. Bunun neticesi aile fertlerinden bazıları hak yoldan çıkmış, delâlete düşmüş, düşman unsurların telkinleri ile hareket eder duruma gelmiş ve kendi evini tahribe kal­ kışmış, kendi öz kardeşlerinin hayatına kasdetme teşeb­ büsüne girişmiş. Fiilen harekete geçmiş. Hem evi tahrib edip yıkmak, hemde kendi öz kardeşlerini katletmek is­ tiyor. Buna karşılık, yine aile fertlerinden bazıları da ken­ di yuvalarını yıktırmamak ve öz kardeşlerinin katline mâni olmak için harekete geçiyorlar. (....Allah ise, imansızlar hoşlanmasa da nûrunu tamamlayacaktır. -Saff sûresi, âyet : 8) İşte azız Türk Milleti, bu gün senin ülkende sahnele­ nen oyun bundan ibarettir. Yıkılmak, hemde tarihi-ezeli

126


düşmanların hesabına yıkılmak istenen ev, senin öz diya­ rın, öz vatanın, öz devletindir. Yıkmak isteyenler, düşman ideolojilerin ağına düşmüş ve onların azâd kabul etmez kölesi haline gelmiş bahtsızlardır. Senin öz diyârını yıktır­ mamak için hayatını ortaya atan ve gerektiğinde, ataları­ na yaraşır bir şekilde gencecik yaşlarda kara toprağa dü­ şenler de yine senin asil öz evlatların Ülkücülerdir... Fakat, yazık ki, kısaca manzara bu iken, oynanan oyun bu iken, bu faciayı seyredenlerden bazıları, yuvayı yıkmak isteyen bahtsızlarla, onlara mani olmak isteyen­ leri aynı kefeye oturtuyorlar. Her ikisine de aynı gözle ba­ kıyorlar. Yıkıcıların, idareyi halen ellerinde bulunduran ha­ mileri, ise, yabancı ideoloji kölelerine karşı kahramanca mücadele eden ülkücülere tarihin en iğrenç ve korkunç işkencelerini revâ görüyorlar. Biz, düşmanlar ve yabancı ideolojiler hesabına kendi öz yurdunu yıkmaya kalkışan bu insanlar için, sadece «bahtsızlar» tabirini kullanıyoi ruz. Zirâ komünizm-Marxizm v.s. gibi hem sapık, hem ya­ bancı hem de düşmanideolojilerin tuzağına düştükleri için kendi öz yurtlarını tahribe kalkışan bu insanlar bu mille­ tin birer öz evladından başka birşey olmadıkları gibi, ya­ bancı ve düşman ideolojiler hesabına kendi öz diyârını yıkmaya, kendi öz kardeşini öldürmeye teşebbüs etmek de bahtsızlıkların en büyüğüdür. Bu kardeşlerimizin; ko­ münizm, Marxizm, materyalizm,... gibi, insanlık düşmanı ideolojilerin pençesinden tez zamanda kurtulmaları Al­ lah’tan halisane niyâzımızdır. İlâhi lütuf mahrumu ve yabancı ideolojilerin esiri bu bahtsızların elinde, insanlığı utandırıcı ezâ ve işkencelere maruz kalan asıl ve kahraman gençler! Dâvânızın, dünya çapında değil, kâinât çapında bir dâvâ olduğunun idrâk ve şuuru içinde bulunmanız sizin

127


herşeyi halledecektir. Madem ki yolunuz Kur’anın yolu­ dur, İslâm'ın yoludur. Mâdem ki «Rehberimiz Kur'an» di­ yorsunuz. Madem ki «Kanımız aksa da zafer İslam'ın» di­ yorsunuz. Mâdem ki «Allahû Ekber nidâiarını bir zaman­ lar Viyana önlerine kadar götürenlerin torunları ve vâris­ leriyiz» diyorsunuz. O halde zafer sizindir. Hemde pek yakında. Nasıl ki, zafer, bundan (1400) sene önce kızgın çöl kumları üzerinde işkencelere tabi tutulan Bilâl Habeşîlerin oldu da ona bu işkenceleri revâ gören mağrur Ebû Cehillerin, Ebûleheblerin olmadıysa, aynen bunun gibi, bugün de yine zafer, haçlı ve Moskof hesabına size en iğrenç işkenceleri yapanların değil, «Kanımız Aksa da zafer İslâm'ın» diyen sîzlerin olacaktır. Hem, MüsiümanTürk’e açılan bu haçlı ve Moskof seferi ilk değilki... Hem, büyük fedâkârlıklara katlanmadan, çilesini çekmeden ve şehidler vermeden haçlı ve Moskof saldırısına karşı ka­ zanılmış bir zaferimiz yok ki....

128


M illiy e tç i

Ü lk ü c ü

H a re k e tin G ü n lü k

G a z e te s i

Hergün Okuyunuz... Okutunuz


Resmi Belgelerle CHP İktidarında

İŞKENCE DOSYASI Sayın Alparslan TÜRKEŞ’in önsözüyle

DEDE KORKUT YAYINLARI KOLLEKTİF ŞİRKETİ Ьё) az Saray..Çarşısı'12 Beyazıt - İSTANBUL

Sicil No: İ52823 ■ 1002^5


ÇETİN К AYA GİYİM SANAYİİ KOLL. ŞTİ. NİHAT ÇETİNKAYA ve ORT. Gömlek İmalâtı ve Toptan Satışı Türkocağı Cad. .Süreyya Bey Çarşısı No. 41 Cağaloğlu - İstanbul Sic. Tic. 141350/88834 Telefon : 27 42 94

ÖMÜR

giyim sanayii FAİK EROL - İZZET ÜNVER Etek - Pantolon Jilee İmalât Toptan Satış Yeri Türkocağı Cad. Süreyya Bey Çarşısı Kat 1 No. 44 (İst. Erkek Lisesi Karşısı) Cağaloğlu • İstanbul Telefon : 26 28 90/44


MHP'li Yöneticiyi öldürüp J C lokali bombaladılar

| V b. | C O Ш >1 1}« İ S

"19Mayıs" törenlerini Çulgarlar yönetecek

V ebvhçoküvke' cv

^trtDVTEOEN-reHUHt

BÛLO C ÜLO K ^ gündür \ y E m n iyet’te işkence gören ülkücü

aCt

1 V\\* SV.NVVOVtt vvv ; m n v .sv hvu . \\4V.V/AY>VS

уЧ\ ч V4\ AV\KV^

<\Vv4\AN^ _

D O Ğ U 'D A KÜRTÇE ÖĞRETİM İÇİN

b elgelen d i

genç,

** о м /


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.