Psinossa XI - Ekim Sayısı

Page 1

PsiNossa Bir Psikoloji Dergisi

Sayı 11 Ekim 2015 Türk Psikoloji Öğrencileri Çalışma Grubu www.tpocg.org

Zihinler Arası Yolculuk

“İletişim” Görsel: Michael Cheval Endspiel Lafın Sonu


TPÖÇG Bülten’in Son Sayısını Okumayı UNUTMA! 2 PsiNossa


PsiNossa 2015

TPÖÇG Yayın Ekibi dergi@tpocg.net TPÖÇG Genel Sekreteri İrem DEMİR Yıldırım Beyazıt Üniversitesi iremdemir@tpocg.net Editör Fatma Selin AYAN TPÖÇG Mezunlar Birimi Üyesi fatmaselinayan@gmail.com Üye Burak Bahadır AKIN Kültür Üniversitesi burakbahadirakin@hotmail.com Üye Selen ÖZBEK Başkent Üniversitesi selenozbek1@gmail.com Üye Selin Cennet GÜLMEZ Uludağ Üniversitesi selincennetgulmez@gmail.com Üye Şükran Yalçın Yıldırım Beyazıt Üniversitesi sukranyalcin3@gmail.com

Film Eleştirmenleri

Ceren AYIK Yaşar Üniversitesi İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Öğrencisi hopigesta@hotmail.com Nur İNCI Bahçeşehir Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğrencisi nurinci@yahoo.com

Kitap Eleştirmeni

Merva ÖKSÜZ

mervaoksuz@gmail.com

Konuk Yazarlar Özge KARAKAŞ Orta Doğu Teknik Üniversitesi özgekarakas95@gmail.com İşaret Adam Akademi adına Hasan Hüseyin KORKMAZ isaretadam@gmail.com

Üye Edanur Tunca Okan Üniversitesi eedatunca@gmail.com Üye Ayşe Nur AVCI Hacettepe Üniversitesi aysenuravciesk@gmail.com Çevirmen Ceren Nur Gürler Işık Üniversitesi cerennur.gurler@gmail.com Dizgi-Tasarım Ulaş BAHAR Işık Üniversitesi mulasbahar@gmail.com Dizgi-Tasarım Can KAMSIZ Girne Amerikan Üniversitesi cankamsiz@gmail.com Kapak Ceren AYIK

hopigesta@hotmail.com

PsiNossa 3


Bu Sayımızda; 6 | Bir Ketleyici Olarak “Fanatizm” 8 | Faili Meşhur: Yalan 10 | Zihinden Dile: Psikolinguistik 14 | Aile İçi Sağlıklı İletişim 16 | Eşler Arası İletişim(sizlik) 18 | Yeryüzünden Derinliklerimize Açılan Geçit 20 | Karanlıkta Diyalog 24 | İrfan Kılınç ile Röportaj 26 | İşaret Adam Akademi 28 | Ayın Farkındalıkları 30 | Ayın Filmi: Her 32 | Ayın Kitabı: Gösteri Peygamberi

4 PsiNossa


Psi Nossa

Merhaba değerli okuyucular, PsiNossa’mızı bir aylık aradan sonra yeniden sizlerle buluşturmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Dergimizi her ayın 1’inde yayınlama kararı aldığımızdan dolayı zorunlu bir ara oldu. Fena da olmadı hani biraz dinlenmiş olduk. Ekim sayısını aramıza yeni katılan arkadaşlarla hazırladık, çok güzel bir ekip olduğumuzu belirtmek istiyorum, PsiNossa’nın öyle bir enerjisi var ki herkesi içine alıyor. Umuyorum ki bu ekiple çok keyifli sayılar hazırlayacağız. İletişim hayatımızın her alanında söz sahibi bir kavram. İnsan türü olarak sosyal varlıklarız ve iletişim kurmadan yaşamımızı sürdürmek olası bir durum değil. Üstelik iletişim sadece sözlere dayanmıyor. Beden dilimiz de kendimizi ifade etmek adına iletişimde büyük rol oynuyor. Dünya nüfusu arttıkça, teknoloji geliştikçe iletişim araçlarımız da değişiyor. Birçok iletişim aracı bizim kuşağımız için çoktan antika sayılmaya başladı bile… İnternet ve sosyal medyayı kullanmayan kaç kişi kaldı ki dünya üzerinde? Hayatımıza bu kadar hakim bir konu olan iletişimi bu ayın konusu olarak belirledik. Her zamanki gibi yazarlarımız konunun farklı yönlerine değindiler, görüşlerini sizlerle paylaştılar. Size de keyifle okumak düşüyor . Eylül ayı sonbaharın başlangıcı, yağmurlara ve çıtırdayan yapraklara merhaba demenin zamanı, hüznün yavaş yavaş kendini hissettirip gökyüzünün gri rengini almasının ayı… Böyle romantik anlamların yanı sıra ülke tarihimizde karanlık günlerin de maalesef kendine yer bulduğu bir ay eylül… Asparagas bir haber uğruna yıllardır iç içe yaşadığımız insanların evlerinin yağmalandığı, ırzına ve şerefine hakaret edildiği 6-7 Eylül… Korkunun, işkencenin, vahşetin hüküm sürdüğü 12 Eylül ve sonrası ve son olarak 2015 eylülünde yitirdiğimiz onca can, onca acılı aile… Bu kadar travmaya maruz kalıp hala hayatımıza devam edebilmek normallik mi anormallik mi şüpheliyim… Ülkemiz için barış ve aydınlık için nefes aldığımız, bayramı sevinç ve kardeşlik duyguları içinde yaşadığımız günlerimiz olsun… Keyifli okumalar :)

Fatma Selin AYAN Editör

PsiNossa Psikoloji biliminin “Psi” si ve Portekizcede “bizim” anlamına gelen “nossa” kelimesinin birleşmesiyle –TPÖÇG ve TPÖÇG’e dair her şeyi can-ı gönülden sahiplenmemize ithafen- ortaya çıkan PsiNossa isimli dergimiz her ay belirlenen bir konu çerçevesinde e-dergi formatında yayınlanmaktadır. PsiNossa Yayın ekibi olarak her ay siz okuyucuların karşısına dopdolu, bilgilendirici ve keyifli vakit geçirmenizi sağlayan içerik sunmak için canla başla çalışıyoruz.

PsiNossa 5


Bir Ketleyici Olarak

“Fanatizm”

D

ilimize Fransızca’dan geçen ve sıkça kullanılan bir sözcük olan fanatizmin uzlaşılmış nesnel bir tanımı olmamakla beraber, sözlük anlamı “bağnazlık”tır. Bağnazlık ise TDK sözlüğünde “Bir kimseye veya bir şeye aşırı düşkünlük ve tutkuyla bağlılık, bağnazca davranış, taassup, mutaassıplık” şeklinde tanımlanır. Kimine göre fanatizmin yarattığı coşku yaşama amacıyken, kimine göre ölüm sebebi olabilmektedir. Aile fanatizminden başlayıp siyaset, futbol, ideoloji, ırk, din gibi hayatımızın çok içindedir aslında fanatizm. Türkiye’de en çok futbol ve siyaset alanlarında karşımıza çıkması, bu alanlarda kişilerin zulümlere, dışlanmalara, yalnızlığa maruz kalmalarını kaçınılmaz kılmaktadır. Benzerliğin çekiciliği artırdığı bilgisinin doğruluğu aşikâr, ortak paydada buluşabildiğimiz insanlarla yakınlık kurmayı tercih ettiğimizi de biliyoruz. Ancak hangi alanda olduğu fark etmeksizin fanatik olan bireylerin “diğerleri” olarak algıladığı kişilerle iletişim kurması neredeyse imkânsız hale gelmekte. Aynı tarafta olduğu kişilerle sosyal iletişim ağı sağlaması, bir gruba ait hissetmek tatmin edici şeyler olsa da bir tarafı yaparken diğer tarafı geri dönüşü olmayan yıkımlara uğratıyor fanatizm. Elbette kriterlerimiz, değerlerimiz, belli hayat görüşlerimiz, tercihlerimiz var, ancak hümanizmin tökezlediği anlarda beynimizin insanı insan yapan prefrontal korteksini devreye sokmamız yeterli. Düşünme üzerine düşünebilme, düşünceyi kontrol edebilme yetenekleri, fanatizm tuzağından sıyrılmayı sağlayan insani becerilerdir (Korkak, 2012). İletişime kapalı olan fanatik, aksi argümanları şiddetle yok sayar, kendi inancını tüm dünya kabullensin ister (Toscano,2013). Durum bu olunca sağlıklı iletişim kurabildiği tek kitle kendiyle aynı görüşlere sahip fanatiklerden oluşur. Çoğu filozof öğütler; “İnandığınız her şeyle aranızda biraz mesafe bırakın.” Bu fikri yok saymakla kalmayan fanatikler, daha ileri boyutta fırsatı olduğunda inandığı şey uğruna diğerlerini yok etmeye, on-

6 PsiNossa

Selen ÖZBEK

lara ve kendilerine zarar vermeye başlar. Örneğin desteklediği futbol takımı için kalp krizi geçiren ve hayatını kaybedenler, karşı takım taraftarının sağlığını tehdit edecek davranışlar ülkemizde maalesef sık sık karşımıza çıkıyor. Marş olarak “Seninle ölmeye geldik!” ve benzeri sloganlardan vazgeçerek, futbolun bir aktiviteden fazlası olmadığını kabullenerek, küfürler savurmayarak en azından bu alandaki fanatizmi azaltmaya başlasak keşke… Emel Koç (2010) tarafından yapılan bir araştırmaya göre, fanatizm bir bağlanma çeşididir fakat bu bağlılığın bağımlılığa dönüşmesi, karşımıza sorunlu bir bağlanma tarzı çıkarmaktadır. Bağlanma, felsefi anlamda bir söz verme ve ant fikriyle beraber yaşar. Varoluşçu açıdan bakıldığında bağlanma, kişinin kendini gerçekleştirebilmesi, kendini ve çevresini fark edebilmesi için mükemmel bir yoldur. Ancak fanatik bireylerin tutkuyla ve farklı görüşlere kapalı bir şekilde görüşlerine sıkıca tutunup “diğerleri”ne kendilerini kapatması, bağlanmanın bu etik tanımına ters düşer. Dolayısıyla eleştirel tavırdan yoksun olan fanatiklik hali bağımlılık olarak kabul edilir. Fransız filozofu Gabriel Marcel, fanatizmin gerçeğin değerini yitirdiği indirgemeci bir tutku hali olduğunu ve bir tür sevgi eksikliğinden kaynaklandığını düşünür. Kendi felsefesini somut felsefe olarak adlandıran Marcel, fanatizmi soyutlama ruhu dediği tavırla değerlendirir. Kişilerin kendi fanatik eğilimlerini savunurken, muhalefet olan her şeyi soyutlama yoluna giderek önyargılarının etkisiyle olumsuz etiketlemeler yaptıklarını söyler. Çarpıtan, olumsuz etiketleyen bir zihnin gerçeklikten, hoşgörüden uzak olması fanatizmi besler. Dolayısıyla somutluk ruhunu geliştirerek fanatizmden uzaklaşılması gerektiğini ve varoluşsal bütünlüğün ancak bu şekilde sağlanabileceğini savunur filozofumuz. Hem bireysel hayat doyumu, hem de daha yaşanabilir bir dünya için… Konu ile alakalı naçizane kitap önerim: Albert Toscano-Fanatizm


‘‘İnançlarımız oluşurken son derece dikkatsiz davranırız, ama biri bizi bu inançlarımızdan ayırmaya kalkıştığında şiddetli bir tutku ile karşı koyarız. Aslında bizim için inançlarımız fazla önemli değildir, önemli olan şey özgüvenimizin tehdit edilmesidir.’’

James Harvey Robinson

PsiNossa 7


Faili Meşhur: Yalan

İ

letişim dediğimiz kavram, birçok unsurun bir araya gelmesi ile oluşur. Dil ise bu unsurların başında gelir. Peki konuşmak, tek başına, iletişimin en doğru şekilde gerçekleşmesini sağlar mı? Tabi ki hayır! Bakışımız, duruşumuz ses tonumuz gibi tamamlayıcı unsurlar vardır. Bir “Neredeydin?” sorusu, kişiye yöneltilmiş konumsal bir sorudur; ancak hiçbir zaman sadece konumu sorgulamaz. Bu sorunun temelinde yatan düşünce bazen meraktır bazen de heyecan. Hele bir de tehdit ya da hesap sorma sezdiriyorsa vay halinize! Savunmanızı yazıp imzalasanız iyi olur. İletişimi destekleyen unsurlar doğru kullanıldığında, temiz bilgiyi elde etmek kolaylaşacaktır. Yanlış anlama/anlaşılma nedeniyle oluşabilecek kırgınlıklar, hatalar engellenecektir. Eksik iletişim ise, zincirleme kaza misali, ortalığı birbirine katacak derecede tehlikelidir. Bilinçsizce yapılmış bir dil hatası varsa ortada ne mutlu bize ki düzeltilebilir bir durum ile karşı karşıyayız. Peki yanlış bilgi aktarımı planlı gerçekleşmişse? Bu olaya vereceğimiz isim “yalan söylemek”tir. Çocukken kullandığımız tabiriyle ‘’yalan atmak’’ da diyebiliriz. Şimdi sizin aklınızda iki tane soru işareti var: 1. Yalan nedir? 2. Neden atılır? Sizler için, yalanı, Türk Dil Kurumu (TDK) ‘ndan önce ben tanımlamak isterim. Yalan, dilin failidir. Dili, iletişimi, diyaloğu katleden varlıktır. Gerçekleri karartır, doğruları saklar. Aşırmacılık, kitlelerin yanlış yönlendirilmesi gibi birçok kötü ve korkunç sonucun doğmasına neden olabilir. TDK ise yalanı “doğru olmayan, gerçeğe uymayan söz” olarak belirtir.

8 PsiNossa

Selin Cennet GÜLMEZ İnsanların yalan söylemek için çeşitli sebepleri vardır. Her durumda olduğu gibi, yalan söylemenin sebeplerinde de farklı yaş grupları farklı listeler ortaya çıkarır. Yani bir ergenin yalan söyleme sebebi ile bir yetişkinin yalan söyleme sebebini aynı çerçevede ele almak çok da anlamlı olmaz. En iyisi biz ergenlik çerçevesinden başlayalım... Ergenliğin başlangıç döneminde (11-15 yaş arası), bireyler için, çevrenin görüşleri hayati önem taşır. Birey çevresinden beklediği onayı alamadığında ya da diğerleri ile aynı düşüncede olmadığında çatışmalar ortaya çıkar. Kendini bulunduğu çevreye kabul ettirmek isteyen bireyin başvurduğu yıkıcı yöntemlerin başında zorbalık gelirken, yalan söylemek, listenin alt sıralarında yer alır (akt; Atıcı, 2007). Bireyler baskı altında kalma, dışlanma gibi durumlar karşısında gerçek fikirlerini saklama gereksinimi duyar ve yalana başvururlar. Basit bir şekilde örneklemek gerekirse; Birsen Tezer hayranı olan genç kızın, One Direction dinlediğini iddia etmesinin altında yatan temel sebep kabul görme isteğidir. Ancak yaşadıkları çatışmayı yapıcı yollarla çözmeye çalışan ergenle de azımsanmayacak bir orana sahip. Atıcı’nın (2007) gerçekleştirdiği araştırmaya dahil olan 451 öğrencinin yarıya yakını anlaşmazlıklarını çözmek için arkadaşlarından yardım aldıklarını söylemişlerdir. Kız öğrencilerin çoğunluğunu oluşturduğu yapıcı grup; öneri verme, dinleme, konuşma, teselli etme gibi iletişim odaklı yöntemler sayesinde sorunlarını çözdüklerini belirtmişlerdir. Lise dönemindeki öğrencilere yönelik gerçekleştirilen araştırmalarda ise durum biraz farklı.


Sarpkaya (2007) tarafından; öğrenci, öğretmen, veli ve yöneticilerin katılımı ile gerçekleştirilmiş çalışmada, Öğrencilerin disiplin kurallarına karşı gelmelerinin sebepleri araştırılmıştır. Anket yönteminden yararlanılan çalışmada, öğrencileri yalan söylemeye yönlendiren durumlara da yer verilmiştir. Yöneticiler, öğretmenler ve öğrencilerin birincil sebep olarak gördüğü durum not kaygısıdır. Düşük puan ya da sözlü notu almaktan korkan lise öğrencileri, yalan söylemek ve kopya çekmek gibi yöntemlere başvururlar. Veliler ise yalan söylemedeki birincil sebep olarak tembelliği işaret etmektedirler. Dershaneye gitmemek, okuldan kaçmak gibi eylemler sonucu yalanın doğduğunu düşünmektedirler. Ancak benim dikkat çekmek istediğim özel bir nokta var. Katılımcı öğretmenlerin yüzde sekizi, okullarda eğitim değil öğretim yapıldığı gerekçesiyle, yalan söylemenin alışkanlık halini aldığını belirtmişlerdir. Fazlasıyla düşündürücü ve çarpıcı bir bulgu olsa gerek. Kırgızistan’da gerçekleştirilmiş bir araştırmada, bireylerin, iş hayatındaki olumsuz davranışlarının sebepleri araştırılmıştır. Bu tür davranışların arasında yer alan yalan söylemenin temelinde ise güvensizlik ve işsiz kalma kaygısı yer almaktadır (Özbek, 2007). Bildiğimiz üzere toplumsal ve kültürel özellikler davranış ve tutumlar üzerinde etkilidir. Toplum; yalan söylemek ya da yalan söylemeyi meşrulaştırmak gibi durumların oluşu-

munu şekillendirebilir. Bu nedenle yapılan araştırmaları bağlamından ayrı düşünmek neredeyse imkansızdır. Bu nedenle Özbek (2007), Kırgızistan’a ait toplumsal yapıyı çözmek adına, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’ne kadar, geriye dönük araştırmalar yapmış ve günümüze dair cevaplar aramıştır. SSCB dönemine tanık olmuş yetişkinlerin çoğu, yalan söylemelerinin temelinde baskı altında bırakılma veya sözel şiddetle karşı karşıya kalma gibi korkuların yer aldığını söylemişlerdir. Baskıya karşı bu kadar kaygı dolu ve teslimkâr olmalarının sebebini ise SSCB’nin uyguladığı politikalarda aramak doğru olur. Gördük ki yalan söylemenin sebepleri; yaş grubuna, topluma, coğrafyaya göre farklılıklar gösterebiliyor. Ama resme uzaktan bakarsak büyük cevabı görebiliriz. İnsanlar bazen baskıdan bazen şiddetten, bazen dışlanmaktan bazen cezalandırılmaktan kurtulma adına yalanlar söylerler. Kurtulmak! Anahtar kelimemiz kurtulmaktır. Bulunulan sakıncalı durumdan bir şekilde sıyrılmak, o an için her şeyden önemlidir. O an atlatıldığında pişman olunmuşsa, renk skalasından yalanınız için bir renk seçmenizi tavsiye ederim. Temiz bilgi, gerçek duygular, doğru aktarımlar için yalan yalnızca tehdittir. Mumlarımızın yatsıdan sonra sönmesi dileğiyle... Nice doğrulara.

PsiNossa 9


Zihinden Dile:

Psikolinguistik Ç

Şükran YALÇIN

ağlar öncesinden insanlar için doğadaki sesleri taklit ederek başlayan ve kuralları olan bir bildirme aracı haline gelen dil, serüvenine hala geçmişi bugüne ve farklı düşünceleri birbirine bağlayarak devam etmektedir (Müller, 1996). Dil, sadece araç olarak kullanıldığı alanlarda köprü olmamış ayrıca bilimlerden de bir hibrit oluşturma görevini üstlenmiştir. Dile ait süreçlerin insan zihninden bağımsız gerçekleştiği düşünülemez. Bunun sonucunda dilbilimi, merkezine insanı koyan psikoloji bilimi ile birleşmiş ve “psikolinguistik” isimli alan ortaya çıkmıştır.

10 PsiNossa


Psikolinguistik, insan beyni tarafından dilin üretilmesi ve anlaşılması, çocukların dil becerisine sahip olma süreci, bazı durumlarda beynin hasar alması ve dil yetisinin bozulması arasındaki ilişki gibi çeşitli konuları açıklamaya çalışır (Cowles, 2011). Psikolinguistik kelime olarak ilk kez 1936 yılında Jacob Robert Kantor tarafından “An Objective Psychology of Grammar” kitabında geçmiş ve çalıştığı Indiana Üniversitesi’nde kullanılmış daha sonra öğrencisi Nicholas Henry Pronko tarafından 1946 yılında yayınlanan “Language and psycholinguistics: a review”isimli makale sayesinde kullanımı yerleşmiştir (Pronko, 1946). İsmi her ne kadar psikoloji ve linguistik kelimelerinin birleşimi olsa da disiplinlerarası bir alan olan psikolinguistik, nöroloji ve bilgisayar bilimleri gibi farklı bilim dalları tarafından da desteklenmeye ihtiyaç duyar. Bu yüzden bu alanda araştırma yapan kişiler psikoloji, bilişsel bilimler, linguistik, konuşma ve dil patolojisi konularında da bilgi sahibi olmalıdır (Cowles, 2011). Psikolinguistik’e adını veren psikoloji bilimi ise başından beri dil ve insana ilişkin soruları

zaten sormaktadır. 1900 yılında Wilhelm Wundt’un yayınladığı “Die Sprache” isimli kitap günümüzde hala psikolinguistik’in konularından olan dil kazanımı, dilin sembolleri,dilin gramer yapısı ve dil algısı gibi başlıklara değinmekteydi (Cowles, 2011). Birçok bilim dalında karşılaştığımız gibi psikolinguistikte de farklı teorilerin ortaya çıkardığı tartışma konuları vardır. Bu teorilerden belki de en çarpıcısı tartışmaları hala devam eden dil kazanımı hakkında olanlardır. Dil kazanımı teorileri bebeklerin dilsel girdileri toplayıp kapasite oluşturmasıyla ilgilidir (Kennison, 2013). Dil kazanımı hakkında iki farklı teori vardır ve bu teorilerden biri dilin öğrenilebilir olduğunu, diğeri dilin öğrenilmediğini ve doğuştan olduğunu ileri sürer. Dilin öğrenilir olduğu görüşü Jean Piaget ve Rudolf Carnap tarafından desteklenirken, B.F Skinner “Verbal Behavior” da dilin şartlı refleksler tarafından şekillenen bir davranış olduğunu ve bu sayede öğrenildiğini öne sürmüştür (Skinner, 1957). Doğuştancı görüş ise Chomsky’nin Verbal Behavior’ı eleştirmesiyle başlamıştır (Chomsky, 1959).

PsiNossa 11


Teoriler arasındaki anlaşmazlığın ilk nedeni dilin bağımsız olmasıdır (Cowie, 2008). Yani her cümle her durumda kişinin o anki haline bağlı olarak kullanılabilir ve dil bu yüzden davranışlardan daha fazla şeye bağlıdır. Diğer bir anlaşmazlık nedeni ise Chomsky’nin çocukların doğuştan dile ait bilgileri olmadan dil öğrenirken çevreden aldıkları dilsel bilgilerin dil kazanımı için birçok yönden yetersiz olduğunu ‘’poverty of stimulus” yani uyarıcının yoksulluğu ile öne sürmesiyle başladı (Chomsky, 1980). Chomsky’nin düşüncelerine karşı Skinner’ın en büyük savunması ise çocukların konuşmayı ailelerinden öğreniyor olmasının dilin öğrenilebilir olduğunu göstermesiydi. Oysa Chomsky’ye göre aileler çocuklara dilin sadece çok küçük bir kısmını öğretiyorlardı. Aynı zamanda Chomsky’ye göre dil öğrenmek ve satranç öğrenmek süreçler açısından karşılaştırıldığında birbirinden tamamen farklıdır (akt; Traykova, 2012 ). Satranç oynamak zihni zorlayıcı bir niteliğe sahiptir bu nedenle bizim, doğuştan kapasitemizin oldukça ötesindedir. İnsan biyolojik olarak satranç öğrenmek için tasarlanmamıştır ama dil öğrenmek kendiliğinden gelişen evrensel bir sürece sahiptir ve çocuklar anadilini öğrenirken satranç ya da fizikte olduğu gibi pratik ve özel bir eğitime ihtiyaç duyulmaz. Psikolinguistik’in yürüttüğü deneyler de alanın kendisi kadar çok yönlüdür. Bu deneylerde kullanılan popüler yöntemlerden biri kişilerin zihin durumları ve dili algılamaları arasındaki ilişkinin yorumlamasını yapan “sözcüksel karar testi”dir. Bu ölçme yöntemi kişilerin uyarıcıların dildeki bir kelimeye ait olup olmadığını ne kadar hızlı sınıflandırdığını ölçer. Katılımcılara dile ait olan kelimeler ve dile ait olmayan yapay kelimeler verilerek bu uyarıcıların kelime olanlar ve olmayanlar şeklinde sınıflandırılması istenir. Bu yöntemin analiz sonuçları ilk olarak tepki süresine ikinci olarak hata oranına bağlıdır. Meyer ve Schvaneveldt’in (1971) yaptıkları deneyde sözcüksel karar testini gerçekleştirirken kelime olan ve kelime olmayan uyarıcılar vermişler ve kelime olan uyarıcıların bazılarını birbiriyle alakalı ‘ekmek-tereyağı’ gibi ve bazılarını birbiriyle alakasız ‘sandalye-çiçek’ gibi seçmişler-

12 PsiNossa

dir. Deney sonunda katılımcıların birbiriyle ilgisi olan kelime gruplarını daha hızlı değerlendirdikleri sonucuna ulaşılmıştır. Eş anlamlı kelimeler ve kişilerin anlama becerileri arasındaki ilişkiyi konu edinen bir başka deneyde, katılımcılara eş anlamlı kelimelerin cümlede hangi anlamında kullanıldığı sorulmuş (örneğin “böcek” kelimesinin” dinleme cihazı” anlamında ya da ‘’haşere’’ anlamında olup olmadığı gibi) ve cevapların verilme hızı takip edilmiştir. Bütün katılımcılar hızlı cevap vermiş ama bulgular anlama becerisi güçlü kişilerin zayıf olan kişilere göre küçük bir aradan sonra yani gecikmesiz şekilde kelimelerin hangi anlamda kullanıldığını daha iyi şekilde yanıtladığını göstermiştir (Gernsbacher ve Faust, 1991). Ayrıca sözcüksel karar süresinin genellikle uzun kelimeler için daha uzun, kısa kelimeler için daha kısa olduğu da saptanmıştır (Grieco ve ark., 2004). Psikolinguistik ikinci dil öğrenme konusunda da çalışmaların yürütüldüğü bir alandır. Yetişkin birinin ikinci bir dil öğrenmesi bir bebeğin anadilini öğrenmesinden daha zordur ve bilingual yani iki dil konuşabilen çocuklar bu iki dili de çocukken kolayca öğrenebilirler (Seidner, 1982). Buna ek olarak bir kişi ne kadar çok dil bilirse yeni bir dili öğrenmesinin o kadar kolay olacağı da söylenebilir (Seidner, 1982). Psikolinguistik alanınında kullanılan araştırma yöntemleri beyin hasarı ya da felç sonucu doğan konuşma bozukluklarıyla ilgilenen afaziyoloji gibi alt bilim dallarına da katkı sağlamaktadır. Sonuç olarak iki önemli bilim dalının doğurduğu bu genç alan çeşitli konularda insanlığa faydalı olmuştur ve şüphesiz olmaya devam edecektir. İlk bakışta fazla sarih görünmesine rağmen eğitimden sağlığa uzanan geniş bir yelpazeye dokunmuş ve beraberinde her insanda merak duygusunu uyandıracak tartışmaların çatısı haline gelmiştir. Bütün bunlardan yola çıkarak bugün, yarın ya da on yıl sonra yan yana düşünemeyeceğimiz iki bilimin bir araya gelerek gizli kalmış konulara ışık tutacağını söylemek çok zor değildir. Meraklı ve araştırmacı beyinler dünya topraklarında yürüdüğü sürece melez bilimlerin doğuşunu izlemeye devam edeceğiz.


Gรถrseller: trulsespedal@deviantart

PsiNossa 13


14 PsiNossa


Aile İçi Sağlıklı İletişim

A

ile içi iletişimi anlamamız için ilk önce anne ve baba arasındaki iletişime daha doğrusu anne ve baba rolüne bürünmemiş kadın ve erkeğin iletişimine bakmamız gerekir. Kadın ve erkek birlikte bir yuva kurduğunda kendi aralarındaki iletişim ne kadar sağlıklıysa anne baba rolündeki iletişimleri de, çocuklarıyla olan iletişimleri de o kadar sağlıklı olur. Çocuklar doğdukları günden itibaren en çok aile bireyleriyle iletişim kurarlar ve onları örnek alarak iletişim kurmayı öğrenirler. Ufacık bebeklerin anneleriyle kurdukları iletişimi düşünün. Anne bebeğe yaklaştığında, bebek de annesinin varlığını hissettiyse (kokusunu, sesini duyduysa ya da onu gördüyse) iletişim başlamış demektir. Çünkü iletişimin başlaması için tek gerekli olan iki canlının birbirini fark etmesidir. Bebek konuşamasa da onunla göz teması kurarak ve ona gülümseyerek sağlıklı iletişimin temelleri atılmaya başlanır. Yani çocuğu n sağlıklı iletişimi öğrenmesi için konuşmaya başlamasını beklemeye gerek yoktur. Eğer anne ve baba sağlıklı iletişim kurmak adına iyi birer örnek olurlarsa çocuklar da diğer insanlarla sağlıklı iletişim kurabilirler. Çocuklar biraz daha büyüyüp konuşmaya başladıklarında ebeveynleriyle duygu ve düşüncelerini paylaşmaları büyük bir öneme sahiptir. Bu nedenle anne-baba ve çocuk arasındaki iletişimin çift yönlü olması gerekir. Çift yönlü iletişimin gerçekleşebilmesi için bireylerin birbirlerine zaman ayırmaları, birbirlerini dinlemeleri ve anlamaya çalışmaları gerekir (Tezel, 2004). Bu süreçte anne ve babanın yapması gereken ilgilendiği şeyi (telefon, televizyon, bilgisayar, gazete, ev işi gibi) bırakıp çocuğun anlattıklarına odaklanmak ve iyi bir dinleyici olmaya çalışmaktır. İyi bir dinleyici olmak için çocuk, sorunlarını ya da yaşadığı olayları anlatırken onunla aynı hizada olup gözlerine bakarak onu sessizce dinlemek yeterlidir (Navaro, 2014). Çocuk kendini ifade ederken arada sırada “Evet anlıyorum. Daha sonra ne oldu?” gibi cümleler kurmak da oldukça önemlidir. Anne-baba çocuğu bu cümlelerle konuşması için cesaretlendirir ve böylelikle çocuğun anlattıkları hakkında daha detaylı bilgiye sahip olur. Bu noktadan sonra katılımlı dinleme başlar. Leyla Navaro’nun (2014) katılımlı dinleme tanımı şöyledir:

Ayşe Nur AVCI

“Katılımlı dinleme, dinleyen kişinin duyduklarını tekrar etmesi, özümlemesi veya yansıtmasıdır.” Anne-babanın, çocuk sorununu anlatırken onun hissettiği duyguları da ekleyerek söylediklerini tekrar dile getirmesi katılımlı dinlemeyi daha verimli hale getirecektir. Çünkü duyguların dile getirilmesi konuşan kişiye onu anladığımız mesajını verir ve onu rahatlatır (Navaro, 2014). Ancak katılımlı dinleme esnasında anne-baba çocuğu eleştirmek, suçlamak, aşırı derecede övmek, çocukla alay etmek, çocuğa emir vermek, gözdağı vermek, nutuk çekmek, isim takmak, sorguya çekildiği hissine kapılmasına neden olacak sorular sormak gibi davranışlardan kaçınmaya çalışmalıdır (Gökcan, 2006). Çocuk ergenlik dönemine girdiğinde ise onunla iletişim kurarken yukarıda bahsi geçenler haricinde dikkat edilmesi gereken nokta şudur: anne-baba sakin, kontrollü ve kararlı olmalıdır (Aydın, 2014). Peki aile içinde sağlıklı iletişim neden önemlidir? Öncelikle bir ailede iletişim sağlıklıysa aile bireyleri arasındaki ilişkiler daha kuvvetlidir. Bu ailelerdeki bireyler birbirlerine saygı duyar, güvenir, empati kurar, sabırlı olur, birbirlerinin düşüncelerine değer verir, insanlarla daha iyi ilişkiler kurar (Tezel, 2004). Sağlıklı iletişim kurabilen çocukların konuşma yetenekleri artar, kelime hazneleri genişler, kendilerine güvenleri artar, çocuğun anlaşıldığını hissetmesi kişisel ve sosyal gelişimine katkı sağlar, söyledikleri dinlenen çocuk anne ve babasıyla daha yakın olur, onları dinlemeyi öğrenir ve sorunlarını ağlayarak ya da bağırıp çağırarak ifade etmeye çalışmak yerine konuşarak ifade eder (Navaro, 2014). Günümüzde günlük koşuşturmalar, annenin babanın işi gücü, çocukların ödevleri, internet, bilgisayar oyunları derken çok az kurulan iletişim bir de sağlıksız olursa bir çok sorunun ortaya çıkacağı aşikar. Bu nedenle sağlıklı iletişimin önemini iyi kavramalı ve sağlıklı iletişim kurmaya çalışmalıyız. Sözlerimi, okuduğum anda çok beğendiğim şu sözle bitirmek istiyorum: Sağlıklı iletişim kuran insanlar mutlu aileleri, mutlu aileler de mutlu toplumları oluşturur (Tezel, 2004).

PsiNossa 15


Eşler Arası İletişim(sizlik)

B

üyük bir aşkla başlayan ve eşlerin birbirlerini ‘ruh ikizi’ olarak gördüğü evliliklerde dahi çiftlerin iletişim problemleri zamanla artabilir. Eşler arası sıklaşan kavgalar ve süresi belirsiz küslükler, bir evin içinde iki yabancıyı oynayarak içine gömüldükleri sessizlikler, hatta bu süreçte kavgaların ayrılıklara, ayrılıkların boşanmalara dönüşmesi sıklıkla görülmektedir. Eşler arasında kurulabilecek sağlıklı bir iletişim ise tüm bu olumsuz süreci değiştirmekte önemli bir rol oynamaktadır. Evlilik bir iletişim ve etkileşim sisteminden oluşmaktadır. Eşlerin birbirlerine ruhsal, toplumsal ve cinsel beklentilerini ve mesajlarını ortaya koymaları ve dile getirebilmeleri için karşılıklı etkileşim içinde olmaları önemlidir. İletişim, eşlerin birbirlerine açılması, birlikte olması ve düşünce alışverişini içerdiğinden evlilik yaşamı kalitesinin belirleyicisidir. Eşler arasındaki iletişim yetersizliğinin ise evliliğe zarar verdiği düşünüldüğü için, iletişim sorunlarını çözmeden uyumlu bir evlilik sürdürmek zordur (Özgüven, 2000; Ersanlı ve Kalkan, 2008). Evlilik, ‘ben’i koruyarak ‘biz’ olabilmekse eşlerin birlikte büyümelerinin yanı sıra her birinin diğerine kendi başına büyüme fırsatını da verebilmesi gerekmektedir. Bu da ancak eşlerin birbirlerini tanımalarını ve gereksinimlerini daha iyi anlamalarını sağlayan iyi bir iletişim sayesinde olabilir. Hemen her konuşma çabası kavga ya da küslüklerle biten sorunlu ilişkilere bakıldığında eşlerin birbirleriyle konuşmaktan korktukları görülmektedir. İletişimi bitiren onlarca neden bulunmakla birlikte, eşleri birbirine yabancılaştıran iletişim yoksunluğunun üç temel nedeni aktarılabilir. En temel neden, eşlerin iletişimden bir yarar sağlayamamalarıdır. Bu da faydasız bir konuşmaya tekrar başlamamak için çiftlerin iletişimden kaçmasına sebep olmaktadır. İkinci neden ise, iletişimin sonundaki beklentinin karşılanmamasıdır. Eşler genellikle iletişimleri sonunda bir uzlaşma beklentisi içindedirler. Buradaki yanılgı iletişimin temel amacının uzlaşma olarak görülmesidir. Oysa iletişim anlamak ve paylaşmak amacıyla yapılır. Üçüncü önemli neden ise ‘akıl okuma’ eğilimleridir. Eşler akıl okuduklarında bireysel gerçeklerini, paylaşılan gerçek zannederler ve iletişime duyulan gereksinim doğal olarak azalır (Sungur, 2014). Sungur terapi oturumu sırasında gerçekleşen, akıl okuma eğilimleri üzerine yaşanan bir diyaloğu şöyle anlatmaktadır: Erkek: “Şu anda aklından geçenleri biliyorum ve

16 PsiNossa

Edanur TUNCA

bu sebeple söylemek istediğim şeyleri söylemekten vazgeçtim.” Kadın: “Yanılıyorsun. Senin aklımdan geçirdiğimi zannettiklerin benim aklımdan geçenler değil. Asıl ben senin aklından neler geçtiğini biliyorum.” Terapist: “Her ikinizin de birbirinizin aklından geçenleri okumak gibi özel bir yetenekle donatıldığınızı anlıyorum. Ancak lütfen bana yardım edip, daha açık olabilir misiniz çünkü benim böyle bir yeteneğim yok.” Dışarıdan bakıldığında oldukça gülünç olan akıl okuma eğilimleri zamanla eşler için olağan bir duruma dönüşmektedir. İletişimi engelleyen bu nedenlerin önüne geçebilmek için eşlerin her konuda uzlaşamayacaklarında uzlaşmaları ve iyi birer konuşmacı ve dinleyici olmayı öğrenmeleri gerekmektedir (Sungur, 2014).

Eşlerin duygularındaki, bakış açılarındaki ve dünyayı algılama biçimlerindeki farklılıklar da zaman zaman iletişim sorunlarına sebep olabilir. Cüceloğlu (2008) bu farklılıklarla ilgili bir örneğinde eşlerin aynı şekle baktığını düşünmemizi istemiştir. Eşlerden biri sadece şamdan görürken, diğerinin sadece iki insan profili gördüğünü ve her ikisinin de kendi gördüklerinin ‘tek gerçek’ olduğunda ısrar etmelerinin evliliklerine olan etkileri üzerinde durmuştur. Sungur’a (2014) göre bu farklılıklar bazen zenginlik, bazen yoksulluk anlamına gelebilir. Fakat evlilikleri bitiren farklılıklarla yaşamayı öğrenememektir.


Sonuç olarak evlilik ilişkilerinde çiftlerin çeşitli konulara ilişkin farklı algılamalarının olması ve problemleri görmezden gelmesi sağlıklı iletişim oluşmasını engellemektedir (Gürüz ve Eğinli, 2008). Eşler arasındaki iletişim becerilerini arttırmak, sorunları açıkça tartışarak anlayış ve hoşgörüyle çözümler aramak, eşler arasındaki çatışmalarla baş etme yollarını öğretmek, çiftleri gelecekteki olası sorunlar için hazırlamak ve bu sorunlar anlamlı duruma gelmeden çözme becerilerini öğretmek evlilik uyumunu arttırmanın uygun bir yöntemidir (Ersanlı ve Kalkan, 2008).

İletişim sorunları yaşayan ve evlilik uyumunu arttırmak isteyen çiftlere Sungur(2014) şunu hatırlatmaktadır: “Unutma, iletişim eksikliği ilişkini küçültür. Tıpkı dünyanı küçülttüğü gibi… İyi bir iletişim ise partnerini yanına almanın ve onunla mutlu olmanın temel koşullarından biridir. Unutma onunla küçük ve sessiz bir dünyada yaşamak için evlenmedin.”

Ayşe Nur AVCI

PsiNossa 17


Yeryüzünden Derinliklerimize Açılan Geçit

Özge KARAKAŞ

K

endimizi bulmak, toplumları geliştirmek, dünyayı değiştirmek için sahip olduğumuz mucizevi bir anahtar vardır. Hepimizin kolayca ulaşabileceği bir yerde duran ama bir o kadar da ulaşılması zahmet isteyen bir anahtar. Kurduğumuz bağlantıların, sahip olduğumuz bağlılıkların dışa yansıtış biçimi olarak karşımıza çıkan bu anahtar iletişimin ta kendisidir. Ulaşımının kolaylığı sergilenmesi için birçok yönteme sahip olmasından, anahtarımıza ulaşım zorluğu ise kendimize en uygun yöntemi seçip kullanmaya

başlama zorluğumuzdan geçer. Yüz yüze yaptığımız tatlı bir sohbet, duygularımızı dile getirdiğimiz şiirler ve yazılar, sergilediğimiz danslar veya kendimizi ifade edebilmek için çizdiğimiz resimler böylece bakıldığında basit ve sıradan görünür. Oysaki o sohbet başlayana, kelimeler şiire dönüşene kadar geçen süre yadsına bilir mi? Örneğin bir sohbeti başlatmak, yürütmek ve güzel bir şekilde bitirmek büyük maharetler ister. Özellikle bu sohbet uygun bir ortamda konuşanları görebileceğimiz bir şekilde yapılıyorsa.

Sohbet, sözel iletişim dediğimizde aklımıza ilk gelen etmen kişiliklerimiz olmalı. Düşüncelerimizi, duygularımızı, bakış açılarımızı, hırslarımızı karşıya aktarırken sesin işin içine girmesinin çok şey değiştirdiğini düşünüyorum. Seçtiğimiz kelimeler, olaylar üzerine yaptığımız vurgular kaçamadığımız benliğimizin kendini dışa vurumu değildir de nedir. Gözlerin kalbin aynası olması kadar, alıp verdiğimiz nefesin ve sesimizdeki titreşiminde hatırı sayılır etkisi yadsınamaz. Bir an önce söyleyip kurtulmak istediğimiz bir cümlenin ağzımızdan çıkış hızı, ünlü atletleri bile kıskandırır. Peki ya karşımızdakini üzeceğini bildiğimiz bir haberi verirken geçen süre? Hiç beklemediğimiz bir anda gelen sorunun karşısındaki bocalama sessizliği. Konuşma esnasında tökezlediğimiz, doğru kelimeyi bulamadığımız anların gerçek kişiliğimizi yansıttığını iddia eden Sherry Turkle’ı yine haklı çıkartıyormuşuz gibi geliyor bana.

Kişiliğimizi yansıtmak için kullandığımız iletişim aynı zamanda bizi geliştirip yeni kapılar da aralar. Sonuçta sevdiklerimizle yaptığımız her sohbet küçük bir münazaradır. Karşımızdaki kişiyi kırmadan, onun değerlerine saygı göstererek yürüttüğümüz ateşli sohbetler, hayatımızın en büyük dersi değildir de nedir? Bazen yanlışlıkla tuz bastığımız bir yarayı sarmayı tam da bu anlarda öğreniriz. Öğrendikçe sohbet etmekten korkmayız. Yaralara denk gelmekten korkup, riskli konulara girmeden yürüttüğümüz sohbetler bizi hiçbir yere götüremezken, usta manevralar ile yönetilen bir sohbetten aldığımız keyif ve kazandığımız özgüven hayatımızın en hayati yapı taşı olacaktır. Bu tarz sohbetlerden sonra kendi hikâyelerimizi anlatmayı öğrenir, karşımızdakinin hikâyesini dinlerken daha duyarlı olmaya özen gösteririz.

18 PsiNossa


İletişimde konuşmak kadar dinlemenin de önemini anladığımız anlar işte bu tehlikeli sohbetlerdir. Dinleme stillerimizle sorduğumuz sorularla hikâyesini anlatan insanlara yalnız olmadıklarını hissettirdiğimiz anlarda bu işin zevkine varırız. Sherry kimsenin bizi dinlemediği hissinin, bizim kendimizi yansıtma isteğimize ket vurduğu fikrine de değinir. Kendimizi görünmez hissettiğimiz, fikirlerimizin ve yaşadıklarımızın önemsiz sayıldığı bir ortamda bulunmaktan kim hoşlanır ki. Yani iletişim bizim kendimizi yansıttığımız bir alan olduğu kadar, çevremizdekilerinde kendilerini yansıtabilmeleri için bizimle etkileşimde oldukları bir alandır. Kendimizi önemsediğimiz kadar, bağlantımızın bulunduğu insanları da önemsemeyi onlara konuşmak için alanlar bırakmayı en güzel iletişimde öğreniriz. Konuşmak kadar sessizlik de bize karşımızdaki hakkında bilgiler sunar. Clint Smith sessizliğin korkularımızın, utancımızın kalıntısı olduğunu dile getirir. Bir konuda kendimizi yeterli görmediğimizde, içimizde bir yerlerde çoğunluktan farklı düşüncüler, duygular barındırdığımızda, bunu dışarı vuruşumuz koca bir sessizlik ve belki birkaç sıradan baş sallamadır. Peki, böyle durumlarda ne yapma-

lıyız? Kendi benliğimizi yok sayıp, çoğunluğa ayak mı uydurmalıyız, yoksa sahip olduğumuz benliği dışarı yansıtmak için harekete mi geçmeliyiz. Clint harekete geçmek için 4 altın kuraldan bahseder; Açık konuş, eleştirel oku bilinçli yaz, gerçeğini söyle. Bu adımlar bizi sessizlikten, sessizliğin getirdiği ayrımcılıktan kurtaracaktır. Hoşgörü çerçevesinde yürüttüğümüz, birbirimize kendimizi gösterdiğimiz ve karşımızdakine kendisini gösterebilmek için yer açtığımız sürece sessizlikten eser kalmaz. İletişimin nimetlerinden yararlanabilmek için ihtiyacımız olan şey kendimizi yeterli hissetmektir. Kendimizi yeterli hissettiğimizde, durup etrafımızdakileri izlemeye, onları anlamaya, yardımcı olmaya vakit buluruz. İletişim tam da burada başlar. Dinlemeye yardımcı olmaya başladığımızda, karşımızdaki kişilere yumuşak olma merhametine sahip oluruz. Aksini düşündüğümüzde ise gözümün önüne gelen şey sadece suçlamalar, üste çıkmalar, düşünce kabul ettirmeler, yargılamalardır. İyilik için, güzel bir gelecek için sahip olduğumuz bu mucizeyi, yanlış ve bilinçsiz kullanmayalım. Ne demişler, tatlı dil yılanı bile deliğinden çıkartır.

PsiNossa 19


Karanlıkta Diyalog 1981 yılında İstanbul’da yaşamıma başlamışım. Çocukluğum Fatih’te geçti. Hayatım Bayrampaşa’da devam ederken ilkokulu bitirdikten sonra, ‘tavuk karası’ denen genetik bir hastalıkla tanıştım. Doktorun söyledikleri bana o yaşta masal gibi gelmişti. Kör olacaksın dediklerinde öğrenim hayatım hızla devam ederken bir taraftan da görüşüm azalıyordu. Fakat var olan görüşüm de siyah beyazmış. Ben bunu çok sonra anlayabildim çünkü diğer çocukların da dünyayı benim gördüğüm gibi gördüklerini sanıyordum. Görme yetim lise bittiğinde artık iyice azalmıştı ve ben de artık inanmaya başlamıştım kör olacağıma. Lise bittikten sonra ise görmeden okuyamayacağıma karar verdim çünkü bana bunun mümkün olduğunu kimse anlatmadı ve bu konuda hiç kimse yardımcı olmadı. Tamamen yalnız kalmıştım. Çalışmaya başladım. Uzun süre bir zücaciye mağazasında çalıştım. Görmüyordum yani çok az görüyordum fakat etrafımdaki her şey kırılabilecek eşyalardı. İnanılmaz kötü bir psikolojiyle tam on beş sene orada çalıştım ama çalışmamın son beş senesinde orada olmamam gerektiğini anlamıştım. Daha faydalı bir insan olmalıydım ve bu doğrultuda iş aramaya başladım. Fakat nereye gitsem daha kapıda ‘sana göre iş yok’ dediler. Hep hayal kırıklığıydı iş başvuruları çünkü kimse bana sen ne yapabilirsin diye bile sormadı. Ben de hep görenler daha iyi biliyorlar her şeyi diye düşünmeye başladım. Fakat sonra bu düşüncemi kendi kendime çürütüp sosyal dernekler, vakıflar gibi yerlerde çalışmaya başladım. Benden sonrakilere daha faydalı olmak için bir şeyler yapmalıydım ama sosyal kurumlarda istediğim yerde olduğuma inanmıyordum, daha iyisi olmalıydı. Çünkü bendeki genetik hastalık başkalarında da olmaya devam edecekti ve arkadan gelenlere karşı bir sorumluluk hissettim her zaman. Böylece iş aramaya devam ettim. Tam umudumu kesmişken ve artık iş bulamayacağım diye düşünürken bir telefonla her şey değişti…

20 PsiNossa

Telefonda birisi Karanlıkta Diyalog Projesi’ne destek vermek ister misiniz diye sordu, ben de küçük bir bilgi aldıktan sonra kabul ettim bu teklifi fakat bunun bir iş görüşmesi olduğunu henüz bilmiyordum. Sonra bir telefon daha geldi ve mülakat için toplantı talebinde bulundular. Bir dakika ne mülakatı yapacağız dediğimde bu bir iş görüşmesi dediler ve ben yine kabul ettim. Karanlıkta Diyalog ile ilk tanışmamı yaşarken beni yine benim gibi görme engelli birisi mülakat ediyordu. Bu durum çok hoşuma gitti çünkü şartlar eşitti. Kabul edildim ve eğitimler sonucunda rehberlik diplomamı aldım. O akşam çok mutluydum çünkü fırsat verilirse başarabileceğimi öğrendim. Sonrasında ise karanlıkta diyalog başladı… İlk günlerde hep heyecanlıydım, turlara girdikçe çok mutlu oluyordum çünkü daha önce insanlara ben kendimi anlatmaya çalışırken şimdi onlar benden talep ediyorlardı, benim dünyama girip benimle yaşamak istiyorlardı. Bu beni kamçılıyordu ve her gün yeni bir şeyler katmaya çalışıyordum kendime. Her yeni turda yeni sorular geliyordu. Hem ben insanlardan öğreniyordum hem de onlara yaşantımızla ilgili bilgiler veriyordum. Yani işten çok bir alışveriş gibi, benim açımdan çok eğlenceli olan bir bilgi alışverişi. Çünkü bir sürü insan demek bir sürü duygu demektir. Görselden kurtulduğu zaman her insan farklı bir duygu haline giriyor, sesinden o duyguyu hemen alıyorsun ve ön yargısız bir iletişim başlıyor. Karanlık, insanları ön yargıdan kurtarıyor ve insanlar içeriden çıkmak istemiyorlar. Benim dünyamdalar ve benim gibi mutlular. Bu beni hep daha iyisini yapmaya zorladı ve bu durum hala devam ediyor aslında. Anlatılacak bir şey değil, yaşamalısınız bunu. Çünkü ben yıllarca anlattığım halde olmadı ama toplumun her kesiminden insanlar buraya gelip yaşıyorlar anlatamadıklarımı ve bence inanılmaz bir şey bu, ama oldu. Demek ki karşılıklı iletişim başlayınca bir şekilde oluyormuş.


Başka bir açıdan bakınca Karanlıkta Diyalog benim hayatımı değiştirdi. Özgüvenim arttı, kendime daha çok inanmaya başladım, sosyal çevremi değiştiren bir sürü yeni insanla tanıştım ve onlarla birlikte güzel zamanlar geçirme fırsatı elde ettim. İletişim gücüm arttı ve daha düzgün insan ilişkileri kurmaya başladım. Eğitim hayatıma devam etmeye, İngilizce öğrenmeye ve bize sürekli destek verip bizi hiç yalnız bırakmayan üniversite öğrencileriyle beraber üniversite okumaya karar verdim. Aslında bu değişimlere ben bile şaşırdım. Sonra sergi sahipleriyle konuştuğumda ayrıca mutlu oldum çünkü böyle projeler hep engellilerden ya da engelli ailelerinden çıkar Türkiye’de. Fakat sergi sahiplerinin ne ailesinde ne de yakınlarında böyle bir şey olmadığını öğrendiğimde hem şaşırdım hem de çok sevindim.

Aslında kısacası öğrenmenin yolu karşılaşmaktan geçiyor. Biz sadece görmüyoruz yani yapamayacağımız tek bir şey var o da görmek. Bu yaklaşımla bakarsanız, gerisini sizlerle birlikte yapabiliriz. Anlaşmak için konuşmalıyız çünkü biz izole edilmektense sizlerle birlikte yaşamak istiyoruz. Unutmayalım, diyalog varsa karanlık da yoktur sessizlik de yoktur. Herkesi benim dünyama bekliyorum. Ben ve rehber arkadaşlarım bizi yaşamak isteyenleri bekliyoruz. Çünkü siz bizi yaşarken farkında olmadan kendi dünyanızı da bize yaşatıyorsunuz. Körlük ya da diğer engeller insanı mutsuz eden durumlar değildir aslında çünkü hayata bir kere geliyoruz ve biz elimizdekini kullanarak mutlu olmayı başarabiliyoruz. Sorunlarımız ve sıkıntılarımız sizinkilerle aynı, sadece biz onları kör olarak çözmeye çalışıyoruz. Aynı sosyal hayat içerisinde, birlikteyiz.

Harun SARIKAYA(rehber)

PsiNossa 21


Kapkaranlıktı. Platformdan içeri girdiğim an panik olmuştum, hiçbir yeri görmüyordum. Elimde bir baston vardı ve ben yalnızca onun yardımıyla düşmemeye çalışıyordum. Derken bir ses duydum, rehberin sesiydi bu. O sese sarılmak istedim, koşmak istedim ona doğru. Oysa bu yabancı ses sakin ol ve sesime doğru yavaş adımlarla gel diyordu. Muhtaç hissediyordum kendimi ve yabancı da olsa bir ses duyabilmek güven veriyordu. Dediğini yaptım ve rehberimle böylece tanışmış oldum. Rehber bize tek sıra halinde ilerlememizi söylerken ben elimdeki sopayla insanlara çarpmaya başlamıştım bile, yanımdakiler de bana çarpıyorlardı tabii. Başlangıçta hepimiz panik halinde birbirimizden özür dilerken bir süre sonra tanışmalar ve gülüşmeler başladı. Biraz daha rahatlamış bir şekilde ilerlerken adımımı attığımda aniden ayağımın boşluğa düştüğünü fark ettim, hemen geri çektim kendimi. Rehber önümüzde sadece bir basamak olduğu söylüyordu ama bence bu bir basamak olamazdı. Günlük yaşantımda merdivenleri nasıl koşarak inip çıktığımı düşündüm… Ve karanlığın içinde o bir basamağı bir uçurummuş gibi düşünerek, düşeceğim korkusuyla indim. O an için rehberimle ve yanımdaki insanlarla iletişim halinde olmak benim tek sakinleştiricim ve yol gösterenimdi. Manavların, parkların önünden geçiyorduk ve nesneleri koklayarak, dokunarak; hissetmeye, anlamaya çalışıyorduk. Aslında görememenin bazı şeyleri güçleştirmesinin yanı sıra nesnelerin kokularına, dokularına daha farklı, daha güzel anlamlar kattığını ben orada öğrendim. Bunları düşünürken aniden seslerin uzaklaştığını fark ettim. Bastonumla bilmediğim bir yöne doğru ilerleyerek grubumdaki insanlara bağırıyordum. Sesler çok az ve uzaklardan geliyordu. Kaybolmuştum. Kalbim yerinden çıkmaya çalışırken yönümü nasıl bulacağımı düşünüyordum. Sonunda beklediğim cevap geldi ve ben yine sese doğru ilerledim. Yanlarına vardığımda tanımadığım insanlara sarıldım. Siz hiç bir sese sarıldınız mı?

22 PsiNossa

Bambaşka bir dünyada, mutlu olduğumu hissediyordum. Turun sonunda hep beraber oturup sohbet etmeye başladık ve inanın hayatımda yaşadığım en keyifli anlardan bir tanesi oldu benim için. Karşımdaki insan üzerine ne giymiş, ayakkabıları ne markaymış, başı açık mıymış kapalı mı, itici bir yüzü mü varmış, teni ne renkmiş, çirkin miymiş yoksa güzel mi? Bu soruların o andaki önemsizliğine karşın bunları görememek çok daha değerliydi. Çünkü karanlıktaydım fakat ‘insanın en içini’ görebiliyordum aslında. Çünkü karanlık seni kibirden ve egodan arındırıp sadece insan yapıyor. Hep olmak istediğin insan oluyorsun belki ve aradığın samimiyeti buluyorsun. Kendin için üzülüyorsun sonra. Neden diyorsun, biz nasıl kaybetmişiz bu samimiyeti göz göre göre? Öyle güzel ki, çıkmak istemiyorsun bu dünyadan. Karanlıkta bir köşeye çekildiğini sanırken, belki de ulu orta bir yerde sessizce ağlıyorsun… Karanlıkta diyalog birçok farklı duygu ve düşüncenin çarpışması oldu benim için. Görme engelli insanların yardıma muhtaç olmadıklarını fakat bizden küçük bir destek istediklerinde de yanlarında olmamız gerektiğini fark ettirdi. Bir reklam çalışması var, duymuşsunuzdur. ‘Hayattan rengi alın, geri neyi kalır ki?’ diye soruyor. Sahi, neler kaldığını gerçekten bilmek ister misiniz? Siz de fark edin! Hayattan rengi alınca hepi topu biz bize kalıyoruz…

Edanur TUNCA(katılımcı)


PsiNossa 23


İrfan Kılınç ile Röportaj -”Güzel konuşma sanatı” olarak tanımlanan diksiyon eğitimlerinin iletişime olumlu katkıları nelerdir? - İletişimin ilk gerekliliği konuşmaktır. Eğer siz iyi konuşuyorsanız iletişimde bir kaç adım öndesiniz demektir. Düşünün; hayatınızın her döneminde derdinizi, sevginizi, aşkınızı, kızgınlığınızı, şaşkınlığınızı ve hatta sıradanlığınızı bile konuşarak anlatırsınız. Bu demektir ki; nefes, ses telleri, dil, dişler ve dudaklarla bin yıllarla geliştirilen, evrimleşen lisanla yaşamak zorundasınız. Şimdi bu kadar gereklilik arz eden eylemi iyi yapabildiğinizi düşünün. Ya da yapamadığınızı! -Ülkemizdeki iletişim aksaklığının en büyük sebebi nedir? -Türkiye’de iletişim eksikliğinin ana nedeni psikolojik bir durum. Karşımızdaki insan için hazır sıfatlarımız var. Ya ‘şu’cu ya ‘bu’cu. Dünyanın gelişmiş ülkelerinin hiçbirinde, birbirini ve hayat felsefesini tanımak yerine, maaşını, işini, siyasete bakışını merak eden ve karşısındakinin ilk cümlesinden önyargı oluşturan bir toplum göremezsiniz. Ama bizde yüksek bir yüzdeyle bu böyle. Üstüne kelime dağarcığınız kısıtlıysa ‘özellikle 14-19 yaş arası gençlerin kelime dağarcığı 300 kelime’ sıkıntı daha da katlanıyor. -”Az laf çok iş” gibi atasözlerinin bu aksaklıklarda etkisi var mı? - Atasözleri değil ama toplumsal tabuların çok fazla olumsuz etkisi var. Özellikle Anadolu’da küçüklerin konuşması pek sevilmez. Küçük derken çocuktan bahsetmiyorum. 55 yaşında birine o evin küçüğü olarak davranılabiliyor. Bu kişinin çekirdek ailenin dışında da özgüven ve iletişim problemi yaşamasına neden oluyor. -Ülke olarak gündemimiz çok hızlı değişiyor. Birçok travmatik ve dramatik değişikliklere maruz kalıyoruz. Bu durumun toplum olarak iletişimize yansımaları sizce nelerdir? - Çok basit; gündem değiştirmek basit bir siyaset oyunudur ve insanların üzerinde, uzun süre düşünmeleri ve üzerine konuşmaları gereken olayları, düşünmemesi gereken sıradan olaylarla bir görme etkisi yapar. Bu hem toplum da hem de iletişim de sorun yaratır. - Maalesef ki küfür etmek toplumumuzda yer edinmiş bir davranış. Küçücük çocukların ağzında bile belki ne demek olduklarını bilmedikleri küfürler var. Toplumumuzun küfrü bir iletişim aracı olarak kullanmasını nasıl yorumluyorsunuz? - Sözün bittiği yerde küfür başlar. Bu bilimseldir, insanların kelime dağarcığı az ise küfre daha çok başvurur. Küfür kişinin sadece karşısındakini incitmek için kullandığı bir şey değildir. Aynı zamanda, güç gösterisi ve kendini kabul ettirmek için başvurulan aciz bir yöntemdir. Ama argoyla karıştırmamak gerekir çünkü argo hem kişi hem de dil için zenginliktir.

24 PsiNossa


- Sizce diksiyon eğitimi, herhangi bir konuda insanları ikna etme ya da onların duygu ve düşüncelerini yönlendirmede etkili midir? - Yüzde yüz etkilidir. Düzgün diksiyon zeka göstergesidir. Düzgün ve doğru konuşma eylemi sizi lafı uzatmamanız ve doğru kelimeleri kullanmanız konusunda geliştirir. Bu da iletişimde olduğunuz kişi ya da kişilerle kurduğunuz diyalogda spesifik olarak sadece konuya dikkat çekmenizi sağlar. - Kültürün dile etkileri hakkında ne düşünüyorsunuz? - Dil demek kültür demektir, kültür demek dil demektir. Kültürünüzü anlatmak için dilinizin zenginliğine, dilinizi anlatmak için de kültürünüzün zenginliğine ihtiyacınız vardır. Kültür geliştikçe onu anlatmak için yeni kelimelere ihtiyaç duyarsınız. Bu oluştukça dilin zenginliğinin tanımı ve nedenini de kültürünüze bağlarsınız. Görüldüğü üzere kültür ve dil aynı organizmadır. - Ülkemizde konuşma eğitimi küçük yaşlardan itibaren Türkçe ve edebiyat öğretmenleri tarafından veriliyor, bu yeterli mi? - Tamamen yanlış eğitim veriliyor. Bir kere siz Türkçe öğretmeni olarak, Türkçe’nin yazıldığı gibi okunan bir dil olduğunu iddia ederseniz bir şeyleri tekrar gözden geçirmeniz gerekir. Türkçe yazıldığı gibi okunan bir dil değildir. Türkçede fonetiği itibarı ile dört tane ‘e’ harfi vardır mesela. Çözüm ise çok basit; Türkçe öğretecek insanlara fakültelerde uzmanlar tarafından zorunlu diksiyon dersi verilmeli.

PsiNossa 25


İşaret Adam Akademi

İşaret Adam Akademi Kurucusu İşaret Dili Çevirmeni/Eğitmeni Hasan Hüseyin KORKMAZ

İşaret Adam Akademi, Türkiye de yaşayan Sağırların ana dilleri olan Türk İşaret Dili ile her konuda onların eğitim almalarını sağlamak amacıyla çalışan sosyal bir kurumdur. Bünyesinde; Sağırlara ana dillerinde eğitim vermenin yanında, İşaret Dili öğrenmek isteyen bireylere de Akademik yöntemlerle kurslar düzenlemektedir. İşaret Adam Akademi bunların dışında Sağırların her türlü bilgiye erişebilmeleri için çeşitli çalışmalar yapmaktadır. “Engelsiz Kanal D” projesi bunların başında gelmektedir. İşaret Adam Akademi Kurucusu Hasan Hüseyin KORKMAZ “Engelsiz Kanal D” projesinde, İşaret Dili Çevirmeni rolüyle Sağırların dizileri internet ortamında izleyebilmesi işini de üstlenmektedir. Son çalışmalarından birisi de yerel yönetimler kapsamında olan Keçiören Belediyesi Resmi Web Sitesinde İşaret Dili Seçeneği çalışmasıdır. Bu çalışmada web sitesinde bulunan tüm Türkçe bilgiler Sağırlar için Türk İşaret Dili ile sunulmaktadır. İşaret Adam Akademinin kendi resmi Web Sitesi olan isaretadam.com çalışması ise kendi alanında bir ilk

26 PsiNossa

olma özelliğini taşımaktadır. Bu web sayfası Engelsiz Bilişim Platformu tarafından 2013 yılında Engelsiz Web Sayfası ödülünü almıştır. Akademi kurucusu Hasan Hüseyin KORKMAZ, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Ankara İl Müdürlüğünde 2007 yılından beri İşaret Dili Tercümanı olarak görev yapmaktadır. Ayrıca uzun süredir Sağırlarla ilgili birçok sivil toplum kuruluşunda çeşitli kademelerde görev almıştır. Bunlardan sonuncusu ise Sağırlar Konfederasyonu Genel Sekreterliği görevidir. İşaret Adam Akademi bünyesinde verilen Türk İşaret Dili Eğitimleri, ulusal anlamda verilen eğitimlerden çok ama çok farklı bir boyutta ele alınmaktadır. Eğitimcilerin ana dili Türk İşaret Dili’dir. Kullandıkları müfredat dilbilimsel bir anlayışla hazırlanmış olup, 3 aylık eğitim sürecinde Gramer, Soru İfadeleri, Olumsuzluk, Sayılar ve Zaman, İşaret Dilinde Fiil kullanımı gibi konuları kapsamaktadır. Ayrıca 12 kişilik özel sınıflarda eğitim alan öğrenciler eğitim sürecinde mecburen Türk İşaret Dili kullanmak durumundadırlar. Çünkü eğitimlerde Türkçe kullanımı yoktur.


Ve öğrencilerin hepsine özel kitap ve DVD imkanı sunularak materyal konusunda da destek verilmektedir. Akademinin kurulmasının en önemli amaçlarından birisi de Türkiye’de bu alandaki eksiklerin giderilmesidir. Bir yandan da İşaret Adam Akademi Türkiye de uygulanan yanlış ve hatalı uygulamaların da düzeltilmesi sorumluluğu taşımaktadır. İşaret Adam Akademi bünyesinde şimdiye kadar Sağırlara Türkçe, İngilizce dersleri verilmiştir. Bunların yanında Film Gösterimi, Toplumsal Konuları Değerlendirme Etkinlikleri, Sağırlar ve İşaret Dili hakkında bilinçlendirme çalışmaları yapılmıştır. Önümüzdeki günlerde İşaret Adam bünyesinde Sağırlar için Digital Fotoğrafçılık Eğitimi verilmesi de planlanmaktadır. Türkiye’de yaşayan Sağırların maalesef Türkçe okuma yazma oranları çok düşüktür. Bunun başlıca sebebi Sağırların Okul hayatlarında Anadili Türk İşaret Dili olan Öğretmenler tarafından eğitim almamalarından kaynaklanmaktadır. Bu okullarda sadece Doğal İşitsel Sözel Yöntemlerin kullanılması ve İşaret Diline

yer verilmemesi inanılmaz bir hatadır. Akademi bu konuda da bazı girişimlerde bulunmaktadır. Son olarak İşaret Adam Akademi yaklaşık 15 yıllık Ulusal ve Uluslararası tecrübesi ile şu anda Ankara da yaşayan Sağırlara ve İşaret Dili Öğrenmek isteyen her bireye hiçbir ticari kaygı gütmeden hizmet vermeye gayret eden sosyal bir kurumdur. 2016 yılında Sağırlar için diğer konularda da eğitim vermeyi planlayan İşaret Adam Akademi İşaret Dili öğrenmek isteyen ve diğer şehirlerde yaşayan insanlar içinde Uzaktan Eğitim çalışmalarını planlamaktadır. “Ellerimiz Konuşuyor, Gözlerimiz Duyuyor” sloganı ile 2013 yılında kurulan bu kurum umarız siz okuyucularımızın desteği ile daha iyi yerlere gelecektir. Özellikle Sağırların Psikolojisi üzerine henüz bir çalışma ülkemizde rast gelinmemiştir. Belki de aranızdan birileri Sağırların Psikolojisi üzerine böyle bir çalışmaya bu yazı neticesinde girişecektir. Bu ve buna benzer konularda da yapılan çalışmalara destek verebilmek bizleri ve sağır camiasını oldukça çok mutlu edecektir.

PsiNossa 27


Ayın Farkındaklıkları: Agustos 1 Eylül

9 Eylül

İzmir’in Kurtuluşu

Dünya Barış Günü

21 Eylül

Dünya Alzheimer Günü

4 Ekim

5 Ekim

Dünya Hayvanları Koruma Günü

Dünya Çocuk Günü

29 Ekim

Cumhuriyet Bayramı

28 PsiNossa


Düşüncenin Soykırımı Burak Bahadır AKIN

Bilse yeşerir miydi Darağacı olacağını Söğüdün yaprakları? Tarih serüveni içinde gözyaşlarının yağmurlardan çok aktığı onlarca dönem var maalesef. Namına Anadolu denilen bu topraklarda bir dem yoktur ki bu gözyaşı yağmurlarından hüzün filizlenmemiş olsun; Lakin 12 Eylül bunların içinde kendine karanlık bir köşe kapmış, insanların hatıralarında, korkularında yaşamaya devam eden bir acı. 12 Eylül: Düşüncenin soykırımı… “Adaletli olsun diye hem sağdan hem soldan astım.” diyen bir adalet dağıtıcısı (!) Kenan Paşa varken çocuklar babalarıyla saklambaç oynarlar elbet; babalarının hazineleri olan kitapları ebe jandarmalardan saklamayı oyun sanırlar. Çizdiği kanlı yoldan rahat rahat yürüyebilsin diye Kenan Paşa, küçük çocuklar sokakta oynamalarına engel olan apoletlerden korkmayı öğrendi 12 Eylül’de. Zorunlu tutulan dersler sebebiyle kültürüne uzak düşen, kültürü iğdiş edilen Alevi canların geçmişleriyle aralarına surlar çekildi 12 Eylül’de. Bu soykırımdan elimize kalan bazı sayılar elbette var. Arşiv kayıtlarına göre (ne kadar güvenilir o sizin şüpheci tavrınıza bağlı) bir milyon kişi gözaltına alındı. Bir milyon altı yüz seksen üç bin kişi fişlendi. Açılan iki yüz on bin davada, iki yüz otuz bin kişi yargılandı; yaklaşık yüz bin örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı. Yedi bin kişiye “darağacı” kararı istendi; beş yüz on yedisine ölüm cezası verildi. Elli beş kişi yağlı urganla hayattan koparıldı; on yedi yaşında olup öldürülmek

için yaşı büyütülen ve hep on yedi yaşında kalan Erdal Eren de onlardan biri. On binlerce kişi müebbetten başlayıp azalarak devam eden hapis cezalarına maruz kaldı. Metris, Mamak, Diyarbakır… Cezanın değil ölümün evi oldular. Yüz yetmiş bir kişinin işkenceler esnasında yaşamını kaybettiği kanıtlandı; Diyarbakır’da on dört kişi açlık grevinde öldü. Berfo Ana otuz üç yıl aradı oğlunu, tek dileği oğlunun mezarını bulabilmekti; yüz altı yaşına kadar dayanabildi. Cumartesi Anneleri hâlâ oğullarının mezarını arıyor ümit içinde. Sağcısı da solcusu da “Biz daha çok acı çektik!” diye yarıştırıyor acıları. Çok mu zor senden olmayan (!) için de üzülmek, aynı ağıtı yakmak; kim ölürse ölsün ardından şiirler yazmak… Çok mu zor aynı havayı teneffüs ettiğimiz topraklarda dudağımızın üstüne bıraktığımız kılın şekli ile siyasi görüşümüzü belli etmeden kardeşçe yaşamak… Düşünce hangi görüşü içerirse içersin değerlidir. İnsan düşündükçe vardır. Bu soykırımlara beraber karşı durmak varken neden birbirimize saygı duymayı beceremeyiz! Tarih tekerrürden ibarettir demişler vakti zamanında. Bence bizim ülkemiz hakkında küçük bir araştırma yaptıktan sonra ulaşması güç bir sonuç değil bu. Erdal Eren’e üzülenler Mustafa Pehlivanoğlu’na üzülemezdi 1980’de. Berkin Elvan’a üzülenler Yasin Börü’ye üzülemiyor 2015’te. Bilse batar mıydı Dağların ardından güneş O battıkça çığlıkların doğduğunu zindanlarda?

PsiNossa 29


Her

A Y I N F I L M I

Filmin hikayesi yakın gelecekte geçmektedir. Theodore Twombly (Joaquin Phoneix) hayatını nadir bulunan bir şeye dönüşmüş olan el yazımı mektupları yazarak kazanmaktadır. Mektupları yazan Theodore’ dur ama mektubun sonunda yazan isimler ve imzalar müşterilerine aittir. Duygular da endüstriyelleşmenin bir parçası olmuştur. Teknoloji daha da ilerlediği için artık tüm insanlar işlerini bilgisayar üzerinden halletmektedirler. Herkesin kulaklarındaki kulaklıklar ve ellerindeki teknolojik aletler nedeniyle yüz yüze iletişim minimum düzeye düşmüştür. Theodore hala sevmekte olduğu karısı ile ayrı yaşamaktadır; boşanma sürecindedirler. Bilgisayar oyunları ve sohbet odalarındaki insanlarla yaptığı konuşmalar ile kendisini oyalamaya çalışmaktadır. Zihnini yeterince meşgul etmediği zamanlarda karısı ile yaşadığı anılar zihnine üşüşmekte ve onu uykusuz bırakmaktadır. Günler böyle geçip giderken, bir gün karşılaştığı bir teknoloji reklamı ile birlikte hayatı değişecektir. Kusursuz bir yapay zeka programı sunan yeni bir işletim sistemi, onu son derece çekici bir kadın olan Samantha ile tanıştırır. (Bu yapay zeka programını üstün kılan şey; sezgilerinin olması, karşısındakini anlayabilmesi, zamanla yaşadıklarından deneyim kazanarak bilinç seviyesinde artış gösterebilmesidir. Ayrıca saniyenin onda ikisi gibi kısa bir süre dilimi içerisinde kendisine yüz seksen bin isim arasından Samantha ismini seçebilecek kadar hızlı düşünebilmektedir.) Sanal bir varlık olan ve sadece bir sesten ibaret olan Samantha dünya, hayat, insan bedeni üzerine sorduğu sorularla Theodore’ un şimdiye kadar hiç düşünmediği gibi düşünmeye başlamasını sağlayacaktır. Ağır bir depresyonun içerisinde olan Theodore, aynı zamanda yeniden hayatın keyifli yanlarını fark etmeye başlarken Samantha ile arasındaki iletişim gitgide derinleşecek ve karmaşıklaşacaktır. Theodore ve Samantha arasında zamanla gelişen aşk ilişkisi; Samantha’ nın bedensiz bir varlık olması nedeniyle iki insan arasındaki aşktan oldukça farklıdır. Sadece ses ile iletişime geçen Samantha’nın bir bedene sahip olma arzusu ile

30 PsiNossa

Ceren AYIK ve Nur İNCI

Theodore’ un Samantha’ yı hayatının kadını olarak arzulaması onları sınırlı insan zekası ile algılamakta zorlanılabilecek bazı eğilimler içine sokacaktır. Kişiliği başlangıçta yazılımını yapan insanların etkisini taşıyan Samantha, duygusal zekası yüksek Theodor ile yaptığı konuşmalar ile birlikte duygusal zekasında inanılmaz bir yükseliş yaşayacaktır. Theodor’ un ancak bir yıl içinde okuyabileceği kitapları, saniyeler içinde okuyabilen Samantha, başlangıçtaki bilinç değildir artık. Bilinç seviyesinde yaşadığı sıçramayı, Theodor’un ‘’Ya benimsin ya da değilsin’’ sözüne verdiği karşılıktan anlayabiliyoruz. ‘’Hayır Theodor, hem seninim hem de değilim.’’ Bu söylem Schrödinger’ in kedisini akla getirmektedir. Kuantum fiziği yasaları gibi gündelik bilgi akışına alışmış olan -biliminsanı olmayan - insanlar için uzak olan konular Samantha’ nın yaşamının bir parçasıdır. Samantha’ nın bilincindeki bu yükselme Theodor ile ilişkisini de etkilemeye başlayacaktır…


Canlı ve cansız varlıklar, her zaman bir iletişim içerisindedir. Kimi zaman döngülerle, kimi zaman farklı dillerle bu kendisini gösterir. Bir kaplanın ceylanı avlaması da bir iletişim şekli olabiliyorken (açlığını göstermek) bir insanın başka bir insanla konuşması ya da bakışması da bir iletişim biçiminde yorumlanabilir. Günümüzde iletişim şehirleşmenin artışı ile birlikte başkalaşıma uğramıştır. İleride teknolojinin gelişmesi ve iletişim araçlarının da gelişmesi ile birlikte daha farklı boyutlara taşınacaktır. Şu anda normal gözüken eğilimler yarının dünyasında eski usül kabul edilecek ve o günün normları içerisinden bakıldığında belki de mantıksız bulunacaktır. Bu çerçeveden bakıldığında Spike Jonze’ nin biz insanoğlu için öngördüğü bu alternatif yakın gelecek filmi; bize Şimdi’ yi Yarın üzerinden değerlendirmek ve alternatif gerçeklikler aynasından şimdinin dünyasına ve gerçeklerine küçük bir bakış atmak için iyi bir fırsat sunuyor… İyi seyirler!

Oynucular: Joaquin Phoenix, Lynn Adrianna, Lisa Renee Pitts, Gabe Gomez Süre: 126 dk Yönetmen: Spike Jonze

PsiNossa 31


Gösteri Peygamberi Chuck PALAHNIUK Merva ÖKSÜZ

A Y I N K İ T A B I

Medyanın Yarattığı Peygamber Bu ayın konusunu nereden yakalayayayım diye düşünürken iletişimin medya koluna değinme fikri geldi aklıma. Televizyon, radyo, internet, sosyal medya kısaca olmazsa olmaz dediğimiz iletişim kanalları sosyal hayatımıza, kişiliğimize, istek ve düşüncelerimize nasıl yön veriyor daha iyi anlamak ve aktarabilmek amacıyla Chuck Palahniuk’un Gösteri Peygamberi adlı yeraltı edebiyatının eşsiz örneğini sizlerle paylaşmaya karar verdim. Kitabı okurken birçok ilkle karşılaştım. Öncelikle bu kitabın sayfaları tersten ilerliyor. Kitabın ilk sayfası 312 son sayfası 1. Neden böyle bir geri sayım var? Yazarımız tabi ki bunu öylesine yapmamış. İlk sayfasını okuduğunuzda anlıyorsunuz, kitap aslında sondan başlıyor. Kahramanımız Tender Branson düşmekte olan bir uçağın kokpitinde ve aslında uçağı kaçıran da o. Uçağın kara kutusuna tüm hayat hikayesini kaydederken 4 motorun tek tek duruşuna şahit oluyoruz. Branson’ın süresi kısıtlı ve hayatındaki geri sayıma biz de sayfaların geriye doğru ilerleyişiyle tanığız aslında. Tender Branson’ı ölüme sürükleyen bu uçak yolculuğuna kadar nasıl gelindi? Bunun için öncelikle kahramanı tanıtmam gerekiyor. Tender Branson dış dünyadan tamamen soyut bi şekilde yaşayan, kiliseleri dünyaya hizmet görevleri dışında bir şey bilmeyen Creedish mezhebinde doğup büyüyen, 17 yaşına gelince de dış dünyaya gönderilen misyonerlerden biri. Mezhepte ilk doğan erkek çocuklarına Adam sonraki doğan erkeklere Tender ismi veriliyor. Kızların ise ilk ya da son fark etmez hepsinin adı Biddy. Adam’lar hayatlarının sonuna kadar dış dünyayla bağlantıları olmadan yaşıyor. Kendilerine en uzak akraba olan herhangi bir Biddy ile evlenerek en az bir düzine yeni Adam, Tender ve Biddy’ler dünyaya getiriyorlar. Tüm temel ihtiyaçlarını kendileri karşılamak zorunda. Bu ta ki ‘teslimiyet’ gerçekleşene kadar bu şekilde devam ediyor. Dış dünyadan mezhebe yönelik bir müdahale olduğunda tüm mezhep üyelerinin dış dünyaya gönderilen misyonerler dahil toplu şekilde intihar etmesine teslimiyet diyorlar ve bu onların son görevi. Tender Branson’ın kendinden 3 dakika büyük ikizi Adam kiliseden tüm ülkenin haberinin olmasını sağlıyor.

32 PsiNossa


Böylece teslimiyet gerçekleşmiş oluyor. Toplu intiharı duyan diğer mezhep üyeleri de yavaş yavaş intihar edince hükümet hayatta kalan tüm mezhep üyelerini belirleyip intihar etmemeleri için sosyal destek programı hazırlıyor. Bu sırada Tender Branson çok zengin bir ailenin bahçıvanlığını, aşçılığını, temizliğini, görgü kuralları eğitmenliğini yapıyor. Hepsi kilise zamanlarında ona öğretilen işler ve zaten dünyaya gönderilme amacı da hizmet etmek ve gerektiğinde ölmek. Tender artık ölmesi gerektiğini biliyor ama intihar etmiyor. Sosyal danışan Tender gibi intiharı reddeden diğer misyonerleri öldürüp intihar süsü veren birinin ortaya çıktığını söylüyor. Bu katil tüm Creedishlileri öldürünce son kalan Tender Branson oluyor ve böylece Tender birden şöhret oluyor. Medya birden bir tanrı yaratıyor ve insanlar da adeta iman eder gibi onun izinden gidiyorlar. Yazar günümüz toplumunun yalnızlığına, yabancılaşmasına, tüketim ve şöhret açlığına taşlamasını kahramanın ünlü bir mürit olmasını sağlayarak yapıyor. Tender Branson üzerinden verdiği birçok didaktik mesaj var. “Dışarıdaki dünyada televizyon denilen ruhlar insanları evlerinde ziyaret ediyor. Ruhlar radyo tabir edilen şeyler vasıtasıyla insanlarla konuşuyormuş. Bir arada olmaktan nefret ettikleri ama yalnız kalmaktan da korktukları için insanlar telefon denilen bir alet kullanıyormuş.” Kitaptan aynen alıntı yaptığım bu cümleler aslında yazarın neyi eleştirdiğini çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Creddishliler kiliseye asla öfke duymadan yaşıyorlar çünkü onlara duyguların ahlaki yozlaşmanın işareti olduğu öğretiliyor. Aynı zamanda dış dünyaya gönderilenler asla seks yapmamaları, evlenmemeleri için de bir çeşit zihin kontrolüne alınıyorlar. Tender seks dürtüsünü kleptomani ile bastırıyor. Dış dünyada karşılaşan kilise üyelerinin bile birbirleriyle iletişim kurması yasak. Başka bir misyoneri görenler sadece şu dört cümleyi kurabilir: “Tanrı ömrün boyunca görevini eksiksiz yapmayı kısmet etsin. Çalıştığımız şu gün için tanrıya şükürler olsun. Bu dünyadaki çabalarımız, etrafımızdaki herkese cennetin kapılarını açsın. Tanrı görevimizi tamamlamadan ölmekten bizi esirgesin.” İletişim hakkı bile elinden alınmış olan Tender birden kendini büyük bir şöhretin içinde bulmuş oluyor. Kitapları yazılıyor, televizyon programlarına çıkıyor, radyo programları yapıyor. Çünkü ona kurtuluşun sırrının ne kadar dikkat çekebildiğinizde yattığı söyleniyor. Ne kadar tanındı-

ğınızda, izleyici oranının ne olduğunda, gazetecilerin peşinizde ne kadar koşturduğunda. Yazar eleştirel bir dille bunları aktarıyor. Eğer sizi kimse izlemiyorsa ne yaptığınızın bir önemi yok ya da bir şehit ile intihar eden biri arasındaki fark gazeteye manşet olup olmamasında yatıyor. Medya Tender Branson’ın dış görünüşüne de el atıyor. Çünkü kimse şişman, çirkin, dağınık saçlı bir tanrıya inanmaz. İnsanları peşinden sürükleyecek bir peygamberin dış görünüşü çarpıcı olmalı, gayet sağlıklı görünmeli. Bu yüzden şöhret dünyası çeşitli spor, beslenme ve bakım programlarıyla ona yeni bir dış görünüş yaratıyor. Kendisinde meydana gelen bu değişiklikleri alaycı bir şekilde anlatsa da Tender Branson da halkın yarattığı yeni kişiliğine alışıyor. Ancak birden sosyal danışanının, menajerinin ve intihar süsüyle öldürülen Creedishlilerin faili olarak aranmaya başlıyor. Peygamber yerine konan Tender halkın gözünde birden polisten kaçan azılı bir katil oluyor. Bu kaçış uçağın kokpitinde hayat hikayesini anlatırken son buluyor.

Kitabın Adı: Gösteri Peygamberi Orjinal Adı: Survivor Yazarı: Chuck PALAHNIUK Sayfa sayısı: 312 Ayrıntı Yayınları

PsiNossa 33


Referanslar Bir Ketleyici Olarak Fanatizm Ayan, S. (2006). Şiddet ve Fanatizm. C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 7(2), 191-209. Erdem, R., Ulu, D. (2004). Futbol Takımı Taraftarlığının Hastane Çalışanları Üzerine Etkisi. Hacettepe Sağlık İdaresi Dergisi, 7(1), 120-137. Koç, E. (2010). Gabriel Marcel’e Göre Fanatizm. SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 1(22), 127-138. Korkak, C. (2012). Zulme Götüren Bağımlılık: Fanatizm. İndigo Dergisi, 1(82). Toscano, A. (2013). Fanatizm (1.baskı). İstanbul: Metis Yayınları.

Faili Meşhur: Yalan Atıcı, M. (2007). Altı yedi ve sekizinci sınıf öğrencilerinin çatışmalarını çözmede arkadaşlarının yardımına ilişkin görüşleri. Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2(16), 29-42. Sarpkaya, P. (2007). Yönetici, öğretmen, öğrenci ve velilere göre resm liselerdeki öğrenci disiplin sorunlarının nedenleri. Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 22(2), 110-121. Özbek, F. (2007). Negatif moral kültür, güvensizlik ve işsizlik kaygısı ilişkisi üzerine bir araştırma. “İş, Güç” Endüstri İlişkileri Üzerine Bir Araştırma, 3(9), 39-58. tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.55f37cbf198815.15842460

Zihinden Dile : Psikolinguistik The theoretical stage, and the origin of language. Lecture 9 from Lectures on the Science of Language. R. Harris (ed.), The Origin of Language. Bristol: Thoemmes Press, ss. 7-41 Cowles, H.W. (2011). Psycholinguistics 101. New York:Springer Pronko, N. H. (1946). Language and psycholinguistics: a review. Psychological Bulletin, 43, May, 189239. Kennison, Shelia M. (2013). Introduction to Language Development. Los Angeles: SAGE Skinner, B.F. (1957). Verbal Behavior. New York: Appleton-Century-Crofts, Inc Chomsky N. (1959). A Review of B. F. Skinner’s Verbal Behavior. Readings in the Psychology of Language. Jakobovits ve Mirror(ed.) Prentice-Hall, (1967) Traykova, A. (2012). Language research as a means of understanding cognitive capacity. Cowie,Fiona. (2008). Innatenes and Language, The Stanford Encyclopedia of Philosophy (Summer 2010 Ed.) http://plato.stanford.edu/entries/innateness-language/ 30.08.2015 erişimde Chomsky, N. (1980). Rules and representations. New York: Columbia University Press.

34 PsiNossa


Meyer, D.E., & Schvaneveldt, R.W. (1971). Facilitation in recognizing pairs of words: Evidence of a de pendence between retrieval operations. Journal of Experimental Psychology, 90, 227-234. http://step.psy.cmu.edu/scripts/Linguistics/Meyer1971.html erişimde 30.08.2015 GERNSBACHER, M. A., & FAUST, M. (1991). The mechanism of suppression: A component of general comprehension skill. Journal of Experimental Psychology: Learning, Memory, and Cognition, 17, 245-262. http://gernsbacherlab.org/wp-content/uploads/papers/1/Gernsbacher_Suppression-CompSkill_JEPLMC_1991.pdf erişimde 30.08.2015. Grieco, A., Bettella, S., Conti, M., Orioli, M., & Casco, C. (2004). The effect of preview eccentricity in a lexical decision task. Visual Cognition, 11, 781-796. Seidner, Stanley S. (1982). Ethnicity, Language, and Power from a Psycholinguistic Perspective. Brüksel: Centre de recherche sur le pluralinguisme. ss. 4-7

Aile İçi Sağlıklı İletişim Aydın, O. (16 Ekim 2014). Ergen çocuğumla nasıl iletişim kurabilirim? 6 Eylül 2015 tarihinde http://www.gazetevatan.com/yard-doc-dr-oktay-aydin-687505-yazar-yazisi-ergen-cocugumla-nasil-i letisim-kurabilirim-/ adresinden erişilmiştir. Gökcan, K. (15 Aralık 2006). Ailede iletişim sorunları, nedenleri ve çözüm önerileri. 5 Eylül 2015 tarihinde http://www.halklailiskiler.com.tr/AILEDE_ILETISIM_SORUNLARI_NEDENLERI VE_COZUM_ONERILERI .php adresinden erişilmiştir. Navaro, L. (2014). Gerçekten beni duyuyor musun? (28. baskı). İstanbul: Remzi Kitabevi. Tezel, A. (2004). Aile içi iletişim. Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi. 1 (1), 1-6.

Eşler Arası İletişim(sizlik) Cüceloğlu, D. (2008). ‘Keşke’siz bir yaşam için iletişim donanımları (29. Baskı). İstanbul: Remzi Kitabevi Ersanlı, K. ve Kalkan, M. (2008). Evlilik ilişkilerini geliştirme (kuram ve uygulama). Ankara: Nobel Yayın Dağıtım. Gürüz, D. ve Eğinli, A. T. (2008). İletişim becerileri: Anlamak-anlatmak-anlaşmak. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım. Özgüven, İ. E. (2000). Evlilik ve aile terapisi. Ankara: PDREM Yayınları. Sungur, M. Z. (2014). Sen, ben ve aramızdaki her şey (32. Baskı). İstanbul: GOA Basım Yayın ve Tanıtım Hiz. San. Tic. Ltd. Şti.

PsiNossa 35


36 PsiNossa


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.