PsiNossa Bir Psikoloji Dergisi
Sayı 13 Aralık 2015 Türk Psikoloji Öğrencileri Çalışma Grubu www.tpocg.org
Dış Dünyadan İç Dünyamıza: Duyum ve Algı Görsel: Rene Magritte The Interpretation of Dreams
2 PsiNossa
PsiNossa 2015
TPÖÇG Yayın Ekibi dergi@tpocg.net TPÖÇG Genel Sekreteri İrem DEMİR Yıldırım Beyazıt Üniversitesi iremdemir@tpocg.net Editör Fatma Selin AYAN TPÖÇG Mezunlar Birimi Üyesi fatmaselinayan@gmail.com Üye Burak Bahadır AKIN Kültür Üniversitesi burakbahadirakin@hotmail.com
Film Eleştirmeni
Ceren AYIK Yaşar Üniversitesi İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Öğrencisi hopigesta@hotmail.com
Kitap Eleştirmeni
Merva ÖKSÜZ Uludağ Üniversitesi
mervaoksuz@gmail.com
TPÖÇG Mezunlar Birimi Üyesi Berfin BALTACI berfinbltc@gmail.com TPÖÇG Mezunlar Birimi üyesi Psk. Nihan Yılmaz
Üye Selin Cennet GÜLMEZ Uludağ Üniversitesi selincennetgulmez@gmail.com
TPÖÇG Kıbrıs Yerel Yapılanması Başkanı Utku Türkmeneri
Üye Şükran Yalçın Yıldırım Beyazıt Üniversitesi sukranyalcin3@gmail.com
Konuk Yazarlar
Üye Edanur Tunca Okan Üniversitesi eedatunca@gmail.com
Tuğçe AYDIN Uludağ Üniversitesi a.tugcee26@gmail.com
Üye Ayşe Nur AVCI Hacettepe Üniversitesi aysenuravciesk@gmail.com
Ahmet ENGİZ Uludağ Üniversitesi Sosyoloji Öğrencisi ahmetengiz@hotmail.com
Çevirmen Ceren Nur Gürler Işık Üniversitesi cerennur.gurler@gmail.com Dizgi-Tasarım Ulaş BAHAR Işık Üniversitesi mulasbahar@gmail.com Dizgi-Tasarım Can KAMSIZ Girne Amerikan Üniversitesi cankamsiz@gmail.com Kapak Ceren AYIK
hopigesta@hotmail.com
PsiNossa 3
Bu Sayımızda; 6 | Ruhtan Bir Esinti: Koku 8 | Gözümüzden Kaçanlar 12 | Algıyı Etkileyen Kişisel Faktörler 14 | Yüz İfadelerini Anlamanın Kültürden Kültüre Farkları 16 | Yaşamın Yapıtaşları: Duyum ve Algı 18 | Toplum ve Saygı 19 | Sektör Farklılığı ve Meslek Sınıflarının Algılanan Örgütsel Güç Açısından Değerlendirilmesi 20 | Doç. Dr. Sinan CANAN İle Röportaj 26 | Mezun Yazısı 28 | Ayın Farkındalıkları 30 | Ayın Filmi: Köpekdişi 32 | Ayın Kitabı: Sinestezya
4 PsiNossa
Psi Nossa
Merhaba değerli okuyucular, Ah gün geçmiyor ki canımız yanmasın bu ülkede… Görüşü, ideolojisi, dili ne olursa olsun insan ölüyor, insanlarımız ölüyor. Bir yanımız göçmen krizi, bir yanımız susmayan silahlar… Umarım bir gün bu sayfalardan barışın geldiğini yazarız… Bu ayla birlikte koskoca bir seneyi daha deviriyoruz… 2015 ne zaman gelmişti ki gidiyor? Dile kolay 1 sene…Acısıyla, tatlısıyla geçen 12 ay.Şimdi büyük bir heyecanla yeni yılı karşılayacağız, yeni başlangıçlar yapacağız, birçok dilekte bulunacağız. Umarım hepsi gerçekleşir. En çok da dünya için barışın ve huzurun geldiği bir yıl olması tabi en büyük dileğimiz… Bu ay konumuz duyum ve algı. Duyu organlarımız dış dünyadan bilgiyi alıyor; ama beyinde neler oluyor? Herkesin gördüğü şey nasıl farklı adlandırılabiliyor? İşte burada algılarımız devreye giriyor. Sonra o güzel şarkıda da dediği gibi herkes kendi gördüğüne doğru diyor. Keyifli okumalar :) Fatma Selin AYAN The thirteenth edition of PsiNossa The theme of this month is ‘’Perception’’ Authors of PsiNossa have written in several of aspects about the perception theme likewise; 1) The translation from APA: ‘’ Perception of Facial Expressions Differs Across Cultures’’ by Ceren Nur Gürler 2) Personal Factors that effects Perception by Ayşenur Avcı 3) The Movie Analysis: ‘’Dogtooth’’ by Ceren Ayık 4) The Contribution of Editor 5) The Fugitive Things from Our Eyes by Şükran Yalçın 6) The Contibution of Graduated Student Berfin Baltacı
7) A Breeze From the Soul by Selin Cennet Gülmez 8) The Interview with Sinan Canan by Şükran Yalçın 9) The Measuring of Sectorial Differences and Job Rankes in terms of Perceived Organizational Power by Utku Türkmeneri and Psychologist Nihan Yılmaz 10) Analyzing of a book: Synesthesia written by Jeefrey Moore; ‘’A Blue Saturday in Synesthetic World’’ 11) Respect and Society by Ahmet Engiz 12) Construction Stones of the Life: Sensation and Perception by Tuğçe Aydın In additionally ‘’Awarenesses of the Month’’
PsiNossa Psikoloji biliminin “Psi” si ve Portekizcede “bizim” anlamına gelen “nossa” kelimesinin birleşmesiyle –TPÖÇG ve TPÖÇG’e dair her şeyi can-ı gönülden sahiplenmemize ithafen- ortaya çıkan PsiNossa isimli dergimiz her ay belirlenen bir konu çerçevesinde e-dergi formatında yayınlanmaktadır. PsiNossa Yayın ekibi olarak her ay siz okuyucuların karşısına dopdolu, bilgilendirici ve keyifli vakit geçirmenizi sağlayan içerik sunmak için canla başla çalışıyoruz.
PsiNossa 5
Ruhtan Bir Esinti: Koku
Selin Cennet GÜLMEZ
B
en Whishaw’ın, Jean-Baptiste Grenouille rolünde harikalar yarattığı Koku filmi şöyle başlar: 18. yüzyıl Fransası’nda, devrinin en yetenekli ve kötülüğüyle nam salmış şahsiyetlerinden biri yaşardı. Adı Jean-Baptiste Grenouille idi. Adının bugünlerde unutulmuş olmasının sebebi, hayatındaki tek hırsının, tarihin asla iz bırakmayan bir alanında kısıtlı olmasıydı... Kokuların uçucu krallığında! Gösterişli ve tarihsel açıdan haklı bir giriş olsa da günlük yaşantımızdaki yerine bakınca, kokunun önemini görmezden gelmek pek mümkün olmuyor. Bir mekanda durma süremizi, bir insanla kurduğumuz yakınlığın seviyesini, bir çiçeği sevip sevmeme kararımızı etkileyen unsurdur koku. Bilinçli bir koklama eyleminde bulunmasak bile... Gün içerisinde, hayal ettiğimizin çok üstünde bir koku ayrıştırma performansı gösteririz. Rüzgarla taşınan kokuları, algımızın açık olduğu yönde ayırt ederiz. Jean-Baptiste Grenouille’de olduğu gibi; bir kadının saç telinden, nehrin derinliklerindeki kurbağa larvalarına kadar her şeyin kokusunu aldığımızı iddia etmiyorum tabii ki; ancak onlarca insan arasından aşık olduğunuz insanın kokusunu almanız, etraftaki tüm çiçeklere ve ağaçlara rağmen uzaklardaki denizi nefesinizde hissetmeniz sizce de biraz mucizevi değil mi? O zaman, tüm bu güzellikleri bize taşıdığı için, rüzgara borcumuz olduğunu kabul etmeliyiz. Boşuna mı “ Elvan elvan kokun gelir. Yar oturmuş yele karşı.” demiş Karacaoğlan... Kokunun soyut varlığına karşın yarattığı somut etkiler, sevilene sarılmak ya da denize ulaşmakla sınırlı değil elbette. Kullandığımız dile de ait olduğumuz kültüre de kendi esintisiyle nüfuz etmiştir koku. Tek başına kullanıldığında, genellikle tiksinme duygusunu çağrıştırdığı için kokuya özel nitelendirmelerimiz oluşmuştur. Burcu burcu,
6 PsiNossa
buram buram... Sevgiliyi anlatan türkülerin yıldızıdır bu ikilemeler. Bir türkü var mıdır ki sevgiliyi elvan elvan kokmakla suçlasın? Deyimler, atasözleri ve daha niceleri nasibini almıştır koklamanın güvenilirliğinden. “Koklayanın burnu düşmek” deyimi görüntünün yanıltıcı olabileceği konusunda uyarır bizi. “Ağzı süt kokmak” ise acemilerin, çocuksu davranışlar sergileyenlerin varlığına işaret eder. “Sarımsağı gelin etmişler, kırk gün kokusu çıkmamış.” cümlesinden de anlayacağınız üzere atasözleri, koku ve huy bağlantısı üzerinden ikisinin de kalıcılığını belirtmiştir. Kokunun hayatımızdaki, kültürümüzdeki yeri yalnızca algımızın ayırt etme gücü ya da deyimler ve atasözleri ile açıklanamaz. Klasik Türk Edebiyatı’nda koku ve ruh özel bir çerçevede ele alınmış ve bu ikilinin bağı sık sık dile getirilmiştir. Bedene hükmeden ruhun, tasavvufta, kokulu bir rüzgara benzetilmesi, kokunun ruhtan bir esinti olarak algılanışını açıklar niteliktedir. Kişi hayatını kaybettiği sırada, kokusunun saniyeler içinde kaybolması, ruhun bedeni terk edişiyle bağdaştırılmış ve bu inanca bağlı olarak koku, ruhun yansıması kabul edilmiştir. Bedenin hükümdarı ruh,kokunun varlığı ile gücünü göstermeye çalışırken mümkün değil ki kokudan bağımsız düşünmek. Koklamadan uyumak, uyanmak, sevmek, yaşamak… Derya Köroğlu usul usul, huzur saçarak ne de güzel söylüyor:
Geri verin Dalgaların kıyılara çarparak Herhangi bir makamda Bir şarkı söylediği Akasya kokulu sabahlarımı ...
PsiNossa 7
Gözümüzden Kaçanlar
F
ransız yönetmen Robert Bresson “Sinema,radyo, televizyon ve dergiler dikkatsizliğin okuludur. İnsanlar görmeden bakıyor, duymadan dinliyor.” diyor. Brad Pitt’in film boyunca sağ ve sol yanağı arasında yer değiştiren yara izlerini , zaman zaman sahnelere yanlışlıkla giren set çalışanlarını, filmle aynı döneme ait olmadığı halde karede kendine bir şekilde yer bulan teknolojik cihazları ya da Aşk ve İhtiras izlerken Julian’ın aynı sahnede farklı bir gömlek giydiğini bir şekilde fark edemedik. Sihirbazların hileli numaraları da aynı nedenle bizi büyüledi. Orada ip olduğunu nasıl anlamadık? Gerçek şu ki görsel algının başrol oyuncusu dikkat; ama biz filmin başrolüne odaklandık ve görsel alanımıza girdiği halde bazı şeyleri görmezden geldik . Psikolojinin ‘istem dışı körlük’ dediği bu görmezden gelme durumuna tanım yapacak olursak yapısal açıdan görmeyi engelleyecek eksiklik ya da bozukluklar olmadığı halde yaşanan görsel yönlü dikkat eksikliği diyebiliriz. Bir olayın istem dışı körlük olduğunu söyleyebilmemiz için gerekli kriterler vardır ve bu kriterleri şu şekilde sıralayabiliriz: Gözlemci görsel bir obje ya da olayı gözden kaçırmalıdır. Gözden kaçan obje ya da olay tamamen görünebilir olmalıdır. Gözlemciler obje ya da olayı bilinçli bir şekilde algıladıklarında kolaylıkla tanımlayabilmelidirler (Rock, Linnet, Grant ve Mack, 1992). Olay beklenmedik olmalı. Obje ya da olayı gözden kaçırma, başka bir görsel uyarıcıya verilen dikkatle ilişkili şekilde gerçekleşmeli. Görsel uyarımın kendisinden dolayı gerçekleşmemeli (Rock ve ark, 1992). İstem dışı körlük yaşayan kişiler bunu yaşadıklarının farkında değildirler yani doğal olarak fark edemediklerini fark edemezler.
8 PsiNossa
Şükran YALÇIN İstem dışı körlükle ilgili yürütülen deneyler kendi hayatımızda deneyimlediğimiz gözden kaçırmalara bilimsel bir bakış açısı kazandırmıştır. Bunlardan en bilineni görünmez goril deneyidir. Simons ve Chabris (1999) yaptıkları deneyde katılımcılardan, siyah ve beyaz tişörtler giyerek basketbol oynayan bir grup insanın videosunu izlemelerini ve bu sırada siyah tişörtlü oyuncuların paslaşmalarını saymalarını istemiştir. Katılımcılardan %50’si bu videoda yer alan gorili fark etmemiştir. Çalışma sonucunda katılımcılardan öncesinde başka bir şeye odaklanmaları istendiği için böyle bir sonuca ulaşıldığı öne sürülmüştür. Simons ve Chabris (1999)’in deneyi İngiliz televizyonlarında bisiklet ve motor sürücülerini istem dışı körlük sonucu doğacak potansiyel tehlikelere karşı bilinçlendirmek amacıyla kamu spotu olarak da kullanılmıştır. Reklamda gorilin yerini Michael Jackson’ın ünlü ay yürüyüşünü yapan bir ayı almıştır (McVeigh, 2008) Başka ilginç bir deney olan, tek tekerlekli bisiklet üzerindeki palyaço deneyinde katılımcılar dört farklı gruba ayrılır.
1. 2. 3. 4.
Grup: Telefonda konuşanlar Grup: Mp3 dinleyenler Grup:Tek başına yürüyenler Grup:Çift halinde yürüyenler
Deney sonucunda gruplardan telefonla meşgul olan grup, parlak kıyafetler giyip tek tekerlekli bisiklet süren palyaçoyu en fazla fark edemeyen grup olmuştur. (Hyman, Boss, Wise, McKenzie ve Caggiano, 2009).
PsiNossa 9
10 PsiNossa
İstem dışı körlük üzerine düşünülmüş dört neden vardır: Bunlardan ilki göze çarpmadır. Göze çarpma, bir objenin bireylerin dikkatini çekebilme özelliğidir. Bir objenin çok parlak olması, arka plandan kolayca ayırt edilir bir rengi olması gibi özellikler objeyi göze çarpar hale getirir. Buna duyusal göze çarpma denir. Diğeri ise bilişsel göze çarpmadır ve bir objenin kişiye tanıdık gelmesiyle ilgilidir. İnsanlar daha önce hayatlarında onlar için anlam ifade eden şeyleri daha hızlı fark etme eğilimdedirler. Bir nesnenin onu belirgin yapacak özelliklerinin olmaması istem dışı körlük yaşama şansını artırır. İkinci neden zihinsel çalışma yükü ve kısa süreli bellektir. Zihinsel çalışma yükümüz dikkatimizle doğrudan ilişkilidir. Sürücülerin trafikte telefonla konuşması trafik kurallarını ihlal eder ve bunun nedeni zihinsel çalışma yükünün neden olduğu istem dışı körlüklerdir. Kısa süreli bellek de istem dışı körlüğe etkili olabilir. Bilişsel psikologlar kısa süreli bellek ve dikkatsizlik arasındaki ilişkiyi incelemiş; ancak kanıtları yetersiz bulmuşlardır. Örneğin, bazı araştırmacılar kısa süreli belleği güçlü kişilerin istem dışı körlükle daha nadir karşılaştığını söylerken, başka araştırmacılar kısa süreli bellek ve istem dışı körlük arasında bir ilişki bulunmadığını ileri sürmüştür. Üçüncü istem dışı körlük nedeni beklentidir. Beklentilerimiz bizim algılama şeklimizi de değiştirir. Bu algı değişikliği istem dışı körlüğe sebep olabilir. Örneğin sınıfa ilk girdiğiniz anda yanına oturmak için kızıl saçlı arkadaşınızı arıyorsunuz; fakat onu göremediniz ve farklı bir yere otur-
dunuz. Dersin sonunda arkadaşınız yeni boyadığı siyah saçlarıyla yanınıza geldi. İşte bu noktada beklenti nedenli bir istem dışı körlük yaşamış oldunuz çünkü beklentiniz kızıl saçlı birini görmekti. Bu örnek üzerinden istem dışı körlükle benzer olan değişim körlüğü kavramını da açıklayabiliriz. İki durum arasındaki görsel farkı bulamıyor olmamız değişim körlüğüdür yani arkadaşınızı görmenize rağmen saç renginin değiştiğini anlamamış olsaydınız değişim körlüğü yaşamış olacaktınız (Yue, t.y.). Sonuncu neden ise kapasitedir. Dikkat kapasitesi ve nörolojik durum odaklanmamız gereken olaylara verdiğimiz dikkate ilişkin bir ölçüttür. Dikkat kapasitesi; yaş, alkol alımı, madde kullanımı ve yorgunluk gibi faktörlerden etkilenir. Bu durumda sarhoş birinin bilinci tamamen açık birine göre daha fazla istem dışı körlük yaşayabileceğini söyleyebiliriz. New, Cosmides ve John (2007) çalışmasında insanlara hızlı bir şekilde hayvan,insan ve çeşitli nesnelerin resimlerini göstermiş, sonucunda insanların hayvan ve insan resimlerini algılama konusunda daha başarılı olduğunu saptamıştırlar ve bu sonucun evrimsel hayatta kalma süreçlerine işaret ettiğini öne sürmüşlerdir. Sonuç olarak insanoğlunun dikkatinin de bir limiti vardır ve doğamıza uygun şekilde aynı anda yoğunlaşabildiğimiz uyarıcıların sayısı sınırlıdır. Hiçbir şeyi gözden kaçırmamak demek beyni müthiş bir veri akışıyla da doldurmaktır. Yani ruhsal iyilik halimizi istem dışı körlüğe de borçlu olabiliriz.
PsiNossa 11
Algıyı Etkileyen Kişisel Faktörler
K
alabalık bir caddede yürüdüğümüzü düşünelim. Trafiğin sesi, insanların sesi, yağmur yağıyorsa yağmurun sesi, önünden geçtiğimiz mağaza vitrinleri, restoranlardan yayılan nefis yemek kokuları, yüzlerini bile fark etmediğimiz ve yanından hızlıca yürüyüp gittiğimiz insanlar, ayağımızı sıkan ayakkabı ya da ağır bir mont... Bunlar gibi sayısız uyarıcıya aynı anda maruz kalıyoruz. Peki bunların hangilerini fark ediyor, hangilerini algılıyoruz? Bu sorunun cevabını kişisel faktörler bağlamında açıklamaya çalışacağım.
İhtiyaçlar ve Motivasyon
Kişinin ihtiyaçları onlarla ilgili uyaranları algılama olasılıklarını artırır. Karnınız açken burnunuza gelen yemek kokularını algılamamanız neredeyse imkansızdır. Sanford’un (1937) yaptığı bir araştırmada katılımcıların belli bir süre yemek yememeleri sağlanmıştır, ardından katılımcılara belirsiz resimler gösterildiğinde katılımcılar resimleri yiyeceklerle bağlantılı algılamışlardır (akt., Morris, 2013). Mc Clelland ve Atkinson’un (1948) çok benzer bir araştırmasında da 16 saat aç bırakılan katılımcılar belirsiz resimleri 1 saat önce yemek yiyen kişilerden daha fazla yiyecek resmi olarak algılamışlardır (akt., Morris, 2013). Bu araştırmalardan yola çıkarak şunları söyleyebiliriz: Ayağımızı sıkan ayakkabı ya da bizi rahatsız eden bir mont giydiğimizde; ihtiyacımız onları çıkartmak olacağından dikkatimiz ister istemez onlar üzerinde yoğunlaşacaktır. Güvenlik görevlileri suikast ve saldırıları engellemeye motive oldukları için şüpheli şahısları diğer insanlara göre daha çabuk fark edebilirler. Kalabalık bir partide karşılaştığımız bir arkadaşımızla konuşurken kulağımıza gelen bir çok sesin arasından sadece onun bize anlattıklarını algılamamızı da onun söylediklerini anlamaya motive olmamızla açıklayabiliriz.
Değerler
Bizim için değerli olan şeyleri daha kolay ve hızlı fark ederiz. Örneğin bir mağaza vitrininin önünden geçerken çok istediğimiz bir elbisenin indirime girdiğini, mağazadaki diğer ürünlerin de indirimde olduğunu fark etmemizden çok daha önce fark ederiz. Diğer ürünleri deyim yerindeyse gözümüz görmez bile. Çünkü bizim için değerli olan o elbisedir.
12 PsiNossa
Ayşe Nur AVCI
Televizyonda Galatasaray-Fenerbahçe maçını izleyen biri Fenerbahçeli, diğeri Galatasaraylı iki arkadaş maçtaki pozisyonları birbirlerinden farklı algılayıp farklı yorumlayabilirler. Bir pozisyonda iki kişi de rakip takımın futbolcusunun hatalı olduğunu, kendi takımının futbolcusunun hata yapmadığını düşünebilir. İç grupların bu şekilde olumlu algılanmalarını Sumner (1906) etnik merkezcilik kavramıyla açıklar; etnik merkezcilik, bireyin iç grubunu her şeyin merkezinde ve olumlu algılaması ve dış grubu iç grupla kıyaslayarak değerlendirmesidir. Ancak dış grubun başarısının kanıtlandığı durumlarda etnik merkezcilik ortadan kalkabilir (akt., Kağıtçıbaşı ve Cemalcılar, 2014). Lambert, Solomon ve Watson’ın (1949) yaptıkları bir araştırmada ise çocuklar değerli olan poker fişlerini, değeri daha düşük olan fişlere kıyasla çok daha büyük algılamışlardır (akt., Morris).
Beklentiler
Araba kullanırken trafik işaretlerinden biri olan “Dur” levhasını gördüğümüzde çoğumuz üzerinde ne yazdığına dikkat etmeden frene basarız. Bunun nedeni orada “Dur” yazmasını beklememizden kaynaklanır. Levhada “Durr” yazısı olsa da biz yazım hatasını değil verilen uyarıyı algılarız. Görmeyi beklediğimiz şeylerle gerçekte gördüklerimiz çatışsa bile görmeyi beklediğimiz şeyi görme eğiliminde oluruz. (Morris, 2013). Tolstoy’un şöyle bir sözü var; “Güzel olan sevgili değil, sevgili olan güzeldir.” bu sözü biraz da beklentiler bağlamında düşünelim. Sevgilinin güzel olması beklendiğinden midir, onu güzel algılamak?
Deneyimler ve Öğrenilenlerin Etkisi
Bireylerin tecrübeleri algılarını etkiler. Birey yeni şeyleri algılarken önceki algılarıyla bağlantı kurar. Örneğin geçmişte yaptığı bir suçtan dolayı polisin cezalandırdığı biri, kalabalık bir ortamda polisi çok çabuk fark eder. Küçük Albert deneyinde Albert’in beyaz fareye korku tepkisi vermesi sağlandıktan sonra, tüylü ve beyaz olan diğer nesnelere de korku tepkileri vermesi öğrenme yaşantılarının algı ve tepkiler üzerindeki etkisini göstermektedir.
Kültür ve İnanç
İnsanların algılarının kültüre bağlı değiştiğine ilişkin araştırma bulguları mevcuttur. Segall, Campbell ve Herskovits’in (1966) yaptıkları araştırmada Afrikalı kabilelerdeki kişiler hep yuvarlak kulübelerde oturdukları ve bizim için oldukça olağan dik yapıları görmedikleri için düz çizgiler ve dik açılardan oluşan görsel yanılgılara düşmemişlerdir (akt., Kağıtçıbaşı ve Cemalcılar, 2014). Yapılan bir illüzyon çalışması kültürün; bilişlerin ve algıların oluşmasındaki önemini ortaya çıkarmıştır (Ames, 1951). Çalışmada farklı kültürlerden bireylere yamuk şeklinde, hızla dönen bir pencere gösterilmiş ve katılımcılara ne gördükleri sorulmuş-
tur. Katılımcıların çoğu dikdörtgen bir pencerenin öne arkaya hareket ettiğini söylemiştir. Bu katılımcıların yaşadıkları kültürlerde “Pencereler dikdörtgendir.” şemasının olmasından kaynaklanmaktadır. Sadece Afrikalı bir kabile illüzyona kapılmayıp pencerenin yamuk olduğunu ve döndüğünü görebilmiştir. Farklılığın sebebi olarak bu Afrikalı kabilenin tüm pencerelerinin yuvarlak olması ve “Pencereler dikdörtgendir.” şemasının olmaması gösterilmektedir. “Ayasofya” dendiğinde aklımıza ilk gelen şey nedir? Cami, kilise ya da müze... Ayasofya sözcüğünü algılarken bile inancımızın ya da kültürümüzün etkisini görmek mümkündür.
PsiNossa 13
Yüz İfadelerini Algılamanın Kültürden Kültüre Farklılıkları Ceren Nur GÜRLER Çalışmanın bulgusu; bu farklılıkların kültürler arası olan iletişimde yanlış anlaşılmalara sebebiyet göstermesidir. WASHINGTON – Yüz ifadeleri duyguların evrensel dili olarak ifade edilmiştir; fakat Amerika Psikoloji Derneği’nin yeni yayımladığı araştırmaya göre farklı kültürlerden olan insanlar mutluluk, üzüntü ya da kızgınlık gibi duyguların yüz ifadelerini farklı algılamaktadırlar. Bu araştırmayı yürüten Glasgow Üniversitesi Doktora öğrencisi Rachel E. Jack araştırmasını ‘’Bu çalışmayı yürütürken farklı kültürlerden olan insanların, yüz ifadelerini farklı farklı biçimlerde yorumladıklarını göstermek istedik.’’ sözleri ile açıklamıştır. Ayrıca ‘’ Doğu Asyalı ve Batılı Kafkaslar kızgın ve ya mutlu bir yüzü özelliklerine göre ele alış biçimleri birbirinden ayrılmaktadır.’’ demiştir. APA’nın Experimental Psychology General yayınında Jack’in doktora tezinin bir parçası olan bu çalışma yayınlanmıştır. Jack doktora tezini tamamlamış bir araştırmacı asistan ve bu çalışma PHD Glasgow Üniversitesinde Nöro-Bilim ve Psikoloji Kurumunun müdürü Philippe Schyns’in ve PhD, İsviçre Fribourg Üniversitesinde Psikoloji Profesörü Roberto Aldara’nın yazıları yardımıyla yürütülmüştür. Daha önceki çalışmalar yüz ifadelerinin evrimsel kökenlerine göre kalıtımsal insan davranışı oluşu kavramını destekler nitelikteydi. O halde yüz ifadeleri kültürden kültüre değişmemeliydi; fakat bu çalışma bu teori ile ters düşmektedir ve katılımcıların yüz ifadelerini kendilerinin zihinsel temsillerinde nasıl ele aldıklarını anlamak için istatistiksel görüntü işleme tekniğini kullanmıştır. Jack ‘’Yüz ifadelerinin zihinsel temsili, korkmuş ya da mutlu bir yüzü düşünürken zihnin gözünde gördüğümüz görüntüdür.’’ diye ifade etmektedir. ‘’Zihinsel temsiller bizim geçmiş
14 PsiNossa
tecrübelerimiz ile şekillenir ve yüz ifadelerini yorumlarken ne beklememiz gerektiğini bilmemiz konusunda yardım eder.’’ diye ekler.
Glasgow da yaşayan 15 Çinli ve 15 Kafkas bu çalışmada yer almıştır. Herhangi bir duyguyu temsil etmeyen yüzleri rastgele bir biçimde izleyip bu yüzleri mutlu, üzgün, şaşırmış, korkmuş, iğrenmiş ve kızmış olarak kategorize etmişlerdir. Bu ifadeler araştırmacıların katılımcıların bu anlamsal yüz ifadelerini hangi duyguyla eşleştirdiğini ayrıştırmasına katkı sağlamıştır. Araştırmadan çıkan bulgular Çinli katılımcıların, gözlerin yüz ifadelerini daha iyi temsil ettiklerine inandıklarını gösterirken Batılı Kafkas katılımcılar kaşların ve ağzın duyguları daha iyi ifade ettiklerine inandıklarını göstermektedir. Bu çalışmaya göre bu tarz kültürel ayrılıklar kültürler arası ilişkilerde duyguların yanlış yorumlanmasına ya da gözden kaçmış ifadelere sebebiyet göstermektedir. Jack; ‘’Bulgularımız iletişimde kültürel farklılıkları anlamanın öneminin altını çizmiştir ve bu da birleşmiş olan dünyamızla tamamen ilişkilidir. Umarız ki çalışmamız farklı kültürler arası olan iletişimin daha anlaşılır yollarla kurulmasına ve toplumlarda kültürel farklılıkların anlaşılmasına destek verecektir.’’
PsiNossa 15
Yaşamın Yapıtaşları: Duyum ve Algı
Y
aşadığımız sürece istesek de istemesek de dünyayla sürekli iletişim halindeyiz. Gördüklerimizi, duyduklarımızı ya da hissettiklerimizi dile getirmesek de iç ve dış dünyayı anlama ve anlamlandırma halimiz devam eder. Bu süreç oluşurken ise yaşamımızın olmazsa olmazı duyum ve algıdır. Peki bu duyum ve algı nedir? Çevremizden aldığımız uyaranlar yada içimizde oluşan hisler duyularımız yoluyla beyne ulaşır böylece duyum gerçekleşir. Duyumların yorumlanarak anlamlı hale getirilmesi sonucunda ise algılama oluşur. Örneğin yemek yerken dildeki uyarılma duyum, dildeki bu uyarılmanın hangi tat olduğunu anlamamız ise algıdır. En temel gereksinimimiz olan yemek yemede bile duyum ve algı gerçekleşiyorsa onlarsız bir yaşam düşünemeyeceğimiz ortada. Duyu organlarımız çevreden büyük ölçüde bilgi bombardımanına maruz kalır.Durum böyleyken çevremizdeki tüm uyaranları algılayabilir miyiz acaba? Tabi ki de hayır. Bu durumda duyusal sistem ve beyin tarayacak ve önem sırasına göre arşivleyecektir. Algı son derece seçici ve titizdir. Beyindeki bu sistem ilgili bilgilerin elde tutulmasını ve ilgisiz bilgilerin süzülmesini sağlar. Eğer böyle bir tarama ve seçme süreci olmasaydı hiçbir şey yapamaz hale gelirdik. Sınıfta ders dinlediğimizi düşünelim. Ders anlatılırken etraftan duyu organlarımıza yüzlerce uyarıcı gelebilir: Açık pencereden gelen dışarının gürültüsü,sınıftaki projektörün sesi,görebildiğin yerde oturan öğrencilerin hareketleri…Ama algı bu karışıklık içinde en önemli gördüklerini sınıflandırıp diğerlerini pasifize eder. Bu hareketlilik içinde biz yine de dersi dinleyebiliriz. Çünkü o an algı bizim için en işlevsel durumdakine öncelik verir.Bu da o anki dikkat durumuyla ilgilidir. Bu dikkat unsuru yanında başka kriterler de etkilidir. Örneğin ruhsal durumunuz, çevrenizdeki sürekli değişen faktörler sıralamayı ve algı seviyesini değiştirebilir. Böyle mükemmel bir sistem beynimizin içinde işliyorken yaşadığımız bu modern çağ tabi ki de bundan dış dünyada da faydalanmak istemiştir. İnsan beyni ve algının altında yatan nöral süreçlerle ilgili heyecan verici keşifler art arda gerçekleşmiştir.
16 PsiNossa
Tuğçe AYDIN Cerrahi operasyon olmadan beynin resimlerinin alınmasıyla beyin görüntüleme kolaylaşmıştır. Büyük şirketler en yeni beyin görüntüleme cihazlarını alarak, ‘tüketicinin beynini okumaya’ çalışıyor. Bu şirketler satın alma kararının beyinde nasıl oluştuğunu çözmek için kendi özel beyin laboratuvarlarını kuruyorlar. Böylece daha çok tüketiciye ulaşarak daha fazla satış yapmayı hedefliyorlar (Çelik, 2000). Duyum ve algı ile ilgili bilgiler görüldüğü gibi reklamların ve vitrinlerin düzenlenmesinde kullanılır. Ayrıca eğitim alanında bilgilerin en iyi şekilde öğrenilmesi için algı prensiplerinden yararlanılır. Duyum ve algının sanatta da önemi büyüktür. Moda,dekorasyon,iç ve dış mimari de psikolojinin verilerinden yararlanmaktadır. (Sekman,2011). Algısal gelişim ile ilgili çalışmalar algısal yeteneklerin ne derece kalıtsal ve ne derece deneyimle öğrenilmiş olduğuyla da ilgilenmektedir. Eğer yaşamın erken evresindeki uyarım belli uyaran türlerinin olmadığı bir şekilde kontrol edilirse hem hayvanlar hem de insanlar yoksun bırakıldıkları uyarana duyarsız hale gelirler.Mesela karanlıkta büyüyen hayvanlarda kalıcı görsel hasarlar meydana gelir.Bir süre sonra aydınlığa çıkarılsa da göremez,göz görme işlevini kaybetmiştir.Aynı şey yetişkin bir hayvana uygulandığında uzun süre karanlık ortamda bırakılsa da görme kaybı yaşanmaz.Bu algısal gelişimi özetleyen ilginç bir örnektir (Smith, Nolen-Hoeksema, Fredrickson ve Loftus,2014). Duyum ve algının gelişim sürecindeki canlılar üzerinde oluşturduğu etkiler kadar ilginç olan bir diğer konu da uyku üzerindeki etkisidir. Uyuduğumuz esnada odada oluşan bir gürültü,ışığın açılması ya da açık olan camdan esen bir rüzgar bizi uyandırmaya yetebilir.Yani uyurken bile duyularımız ve algımız aktiftir. Gördüğünüz gibi uyurken ya da uyanıkken yaşamımızın her anında bu kavramların ne kadar geniş yer kapladığını düşündükçe önemini daha iyi anlıyoruz.Hatta bu kavramlar bizi biz yapan değerlerdendir de diyebiliriz. Madem duyum ve algıyla böylesine iç içeyiz; o zaman yaşam yolculuğumuzda bu iki kavramın rotamızı güzelliklere çevireceği günlerimiz olsun…
PsiNossa 17
Toplum ve Saygı
B
ir toplumda saygının varlığı ya da yokluğu basit bir gözlemle anlaşılabilir. Kendi aralarındaki ve yabancılara karşı hal ve hareketlerden hemen anlaşır. Bunun için sadece biraz dikkat yeterlidir. Öncelikle toplumun bireylerinin ilişkileri göz önünde bulundurulmalıdır. Eğer bir toplum kendi içinde saygı kavramının hakkını verebiliyorsa -ki olması gereken bu- buna ideal toplum diyebiliriz. İdeal toplum düzeni diğerlerini etkiler,onları kölesi olmaya zorlar. Diğerleri kendi içinde çatışırken ideal toplum kendini bir başka alanda ilk sırada göstermek için çabalar. İnsanların birbirine saygı göstermesi olayı zaten son yıllarda anlamını yitirmiş bir kavramdır. Saygılı insan sayısını saygısız insan sayısıyla oranlayacak olursak ülkemizde binde sıfır virgül bilmem kaç gibi bir oran yapar. Öylesine bir şey ki bu, adamın iliklerine kadar işlemiş kalıtımsal yolla çocuğuna da geçiyor. ‘’Bir
18 PsiNossa
Ahmet ENGİZ ölür,bin geliriz.’’ hesabı bir durumla karşı karşıyayız yani. Aslında saygı kavramı bir topluma mal edilemez. Bu, insanın kendi kişilik özelliğinden kaynaklanan bir durumdur. Aile ve çevre kişiliği etkileyen ilk unsurlar olacaktır. Toplumun yaşayabilmesi için saygı gereklidir. Bunu kaybedenler boşuna uğraşmasın çünkü geri getirmesi zor olacaktır. Toplumun, yeni bireyler üzerinde baskı kurmadan bunu başarabilmesi iyi olur. Varlığını sürdürebilen her toplum saygıyla ayakta kalmıştır.Saygısını yitirenler ideal toplumun etkisi altına girerler.Bazılarıysa ideal toplumların hükmünü kabullenir ve azınlık durumunda olurlar. Bir toplumun saygıyla ulaşacağı hedefler ve başarılar çoktur. Diğerlerinin ise kaybedeceği şeyler çoktur.
Sektör Farklılığı ve Meslek Sınıflarının Algılanan Örgütsel Güç Açısından Değerlendirilmesi Utku TÜRKMENERİ, Psk. Nihan YILMAZ
A
raştırmanın amacı;çalışan popülasyondaki insanların güç algısı ile sektör (özel/kamu) farklılığının ve meslek sınıflarının (beyaz yaka/mavi yaka) değişkenlerini saptamak,demografik farklılıklar ile güç algısı arasındaki ilişkiyi değerlendirmektir. Hipotezler resmi/resmi olmayan güç,meşru güç,güç kaynakları kavramı,stratejik seçim kuramı ve cam tavan etkisi ile bağdaşlaştırılarak kurulmuştur. Araştırmaya katılım,veri toplama araçlarının düzenlenmesiyle internet üzerinden sağlanmıştır. Katılımcılar gönüllülük esasına göre katılım göstermişlerdir. Veri toplama araçları olarak; Onam Formu,Demografik Bilgi Formu (yaş,cinsiyet,medeni durum,gelir durumu,çalışma süresi,gelirden memnuniyet,sektör),Örgütsel Güç Ölçeği kullanılmıştır. Ayrıca kişisel güçle ilgili 5 tane açık uçlu soru,5 tane de cümledeki boşluğu doldurmayı içeren soru sorulmuştur. Veri toplama süresi 1 ay sürmüş ve 24 kadın,44 erkek katılımcıya ulaşılmıştır. Araştırmada veriler SPSS 20 programıyla analiz edilmiş ve analiz işleminde Independent Sample T test,Correlation One Way ANOVA
ve Linear Regression kullanılmıştır. Bulgulara göre; sektör ile güç algısı arasında anlamlı bir fark bulunmamaktadır. F(1,65)=1.04 (p=0,3), Fakat meslek sınıflarına bakıldığında beyaz yakalıların güç algıları anlamlı şekilde yüksektir, F(1,68)=4.42 p=0,04, Ayrıca geliri yükseldikçe algılanan güç de artmaktadır (p=0.01) Mavi yakalı çalışanlar beyaz yakalılara göre gelirden memnuniyetleri yüksektir. (p=0.03) Eğitim seviyesi yükseldikçe gelirden memnuniyet azalmaktadır. (p=0.02) Sektör olarak bakıldığında kadınlar kamuda çalışmayı daha çok tercih etmektedir. (p=0.01). Mavi yakalı çalışanlar beyaz yakalı çalışanlara göre gelirden memnuniyetleri yüksektir (p=0.005). Erkekler kadınlara göre gelirden memnuniyeti yüksektir. Sektör olarak bakıldığında kadınlar kamuda çalışmayı daha çok tercih etmektedir. (p=0.00) Bu bulguların geçerliliği açısından örneklemin daha da arttırılması önerilmektedir. Ayrıca açık uçlu ve boşluk doldurma sorularının değerlendirilerek sonraki araştırmada kişisel güç algısını bir değerlendirme aracının oluşturulması düşünülmektedir.
*20.Ulusal Psikoloji Öğrencileri Kongresi’nde sözel bildiri olarak yayınlanmıştır
PsiNossa 19
Doç. Dr. Sinan CANAN İle Röportaj
Duyum ve Algı
Şükran YALÇIN
20 PsiNossa
Algı duyum ilişkisini nasıl tanımlarsınız? Duyularımız dış dünyadan bilgi almamızı sağlayan yollardır. Bugün bildiğimiz kadarıyla beynimize her türlü duyu organından elektrik sinyalleri şeklinde bilgiler iletiliyor. Beynimiz bu sinyalleri alıyor tamamen kapalı karanlık sessiz bir kutunun içinde olmasına rağmen bu gelen elektrik sinyallerine bakarak dış dünyada neler olduğuna dair bir fikir oluşturuyor. Biz de buna bilişsel algılama diyoruz. Yani biliş dediğimiz dünya aslında böyle oluşuyor. Beyin gelen sinyallerin üç tane özelliğinden haberdar olabiliyor. Birincisi bu sinyallerin vücudun neresinden geldiğini bilebiliyor. İkincisi kendisinin hangi bölgelerine geldiğini bilebiliyor. Üçüncüsü ne şiddette geldiğini bilebiliyor. Gözden gelen sinyal beynin arkasına ulaştığı için beyin bunu görme sinyali olarak değerlendiriyor, kulaktan gelen sinyal şakak bölgesindeki temporal lobdaki işitme bölgesine geldiği için beyin bunu ses olarak değerlendiriyor. Kulaklarımızdan gelen sinyalleri görme korteksine bir fişi prizden çeker gibi bağladığımızı düşünelim. Böyle bir şey yapabilseydik kulağımızdan gelen her bilgi görme korteksine
gideceği için sesin şeklini görebilecektik. Ya da görme sinyallerini tat korteksine bağladığımızda gördüğümüz elmanın tadını alabilecektik. Duyularla algı arasında böyle mantıksal paradokslara sebep olan bir ilişki var. Beyin dediğimiz organ dış dünyayı elektriksel sinyallerle tekrar baştan oluşturduğu için bizim şuanda dış dünya dediğimiz ve oluşturduğumuz şey tamamen bizim beynimizin içindeki temsildir. Bu durumda algıladığımız her şey zihnimizin o algıya atfen yaptığı yorumdan ibaret. Dünyadaki 7 Milyar insanın beyninin parmak izi gibi birbirinden farklı olduğunu biliyoruz. İki tane beyin birbiriyle aynı çalışmıyor. Temel kurallarda benzerlik olsa da özellikle detaylarda, algıda çok farklılık var. Komik bir olaya gülen insanların videosuna baktığımızda her insanın gülme şiddeti, gülmeye başladığı an, gülmeyi kestiği an birbirinden farklıdır. Eğer bu gerçeği bilirsek biraz zihinsel donanımı modifiye edecek yöntemleri bulduğunuzda gerçekliğinizi, dünyayı algılayışınızı baştan aşağı değiştirebilirsiniz.
Şizofreni gibi rahatsızlıkların yapısal bozukluklardan kaynaklandığı biliniyor, dediğiniz gibi hepimizin beyni birbirinden farklıysa bu durumda hepimiz birbirimize göre hasta mı oluyoruz? Biraz öyledir. Ufak bir tartışma anında birbirimize en çok kullandığımız ifadeler ‘’ hasta adam’’ ‘’Delirmiş bu!’’. Birisi bizden farklı davranmaya başladığı zaman onun deli olduğunu düşünüyoruz. Hepimiz kendi algıladığımız dünyanın, doğruların, yanlışların doğru olduğunu düşünüyoruz. Kendimizi nesnel, daha az hata yapan, daha tarafsız ve gerçeği daha iyi bulmuş insanlar olarak görüyoruz. O yüzden bizim dinimize inananlar cennete diğerleri cehenneme gider diyoruz. Bu tarz düşünmek bize yaşamda konfor sağlıyor. Dış dünya denen şeyi kendi algılarımıza göre biçimlendirdiğimizi anladığımız zaman ne kadar eksik olduğumuzu görebiliriz. Sorudaki yapısal bozukluk ise bilinmeyen bir şey. Biz bu
rahatsızlıkların yapısal olup olmadığını aslında bilmiyoruz. Beyinde bir takım değişiklikler olduğunu görüyoruz. Depresyonda serotonin azalıyor, şizofrenide dopamin miktarı değişiyor; ama bunlar sebep de olabilir,sonuç da. Mesela obsesif kompülsif bozukluklarda insanların beyninin orta kısmında aşırı aktivite görülüyor. Bu kişi elinin temizliğinden , ocağın kapalı olduğundan emin olsa bile gidip elini yıkamak, ocağı kontrol etmek için dayanılmaz bir istek duyuyor. Bu insanların beyinlerindeki bu devre sebep olmayabilir. Bilişsel terapiyle bu değiştirilebiliyor. Düşünce maddeyi, madde düşünceyi etkileyecek güçte. Tedavi olmak için zihni iyi bilmek zorundayız.
PsiNossa 21
Nöronlar kişiliğimizi belirleyebilir mi? Çin’de 2 Milyar insan var. 2 Milyar Çinli el ele tutuştu diye bir akıl ortaya çıkabilir mi? Bir Çinli’den çok daha az zeki olduğu kesin olan nöron dediğimiz zavallı bir hücreden 100 milyar tanesi birbirine bağlandı diye acaba ortaya bir şey çıkabilir mi? Bu temel soru basit gibi gözükse de 3 bin yıldır insanları meşgul eden bir soru. Bu tartışma hala ilk günkü gibi devam ediyor, çözülebilmiş bir sorun değil. Bilinç beyinden çıkar diyenlerin son derece basit ve makul argümanı şu: beyne hasar verdiğin zaman bilinç bozuluyor; ama evdeki televizyona zarar verirsen bu yayının kesildiği anlamına gelmez. Sadece senin televizyonun bozuktur ve yayını izleyemiyorsundur. Diğer argümana göre insan, ruhu yansıtma konusunda bir araçtır ki bu benim kendime yakın bulduğum görüştür. Bu maddenin ötesinde bir şey olmalı. Biz evde beyin yapmak isteyenlere
beynin tarifini bile veriyoruz. 1 litre su, 160 gram yağ, 110 gram protein, 15 gram şeker , 10 gram da tuz. Beyin işte bu; ama bu kadar basit bir şey beni ben, seni sen yapan şey. Her şey beyinden ibaret diyen insanlara da ayrıca saygı gösteriyorum ve onlarla hiçbir sorun yaşamadan beraber çalışıyoruz. Bu durum felsefeye , canlılığa ve beyne nasıl baktığınla ilgilidir. Sonuçta uygulamada iki görüş arasında farklılık yoktur. Maddesel kısmı iyi anlamak zorundayız. İnsanı anlamak için beyni anlamak çok önemli ama insanı anlamak çok kolay değil yani sadece nöronları bilerek insanı anlayamayız. İnsanoğlu çok iyi bilgisayarlar yapıyor. Sizce bir bilgisayar kalkıp benim amacım ne, beni kim yaptı, burada ne işim var diye sorar mı? Çünkü kendi varlığının farkına varacak üstünlükte değil. İnsan tanrısal bir beyne sahip olmadan, kendini anlayamaz.
Bir Twitter kulanıcısı olarak sosyal medyanın algılarımıza etkisi hakkında düşünceniz nedir? Sosyal medyada özellikle gerçek hayatta tanıştığım insanlara cevap veriyorum. Twitter’da insanlar 140 karakterle sizin hakkınızda fikir elde etmeye çalışıyorlar ve genellikle bu fikir yanlış oluyor. Twitter bir şekilde benim yaptığım işlerle ilgilenen, öğrenmek isteyen insanlarla buluşmak için güzel bir nokta. Siyaset gibi ortak bir çözümü olmayan konularda polemik yapmak, tartışmak bana sorarsanız son derece saçma. Çünkü oradaki ortam uygun bir yayın ortamı ama fikir alışverişi için uygun değil. Ben yaptığım işleri, konferans videolarını, sinir bilimle ilgili kendi çıkarımlarımı yayınlamak için Twitter kullanıyorum. İnsanların tartışabileceği sorunlar yakınsayan sorunlar ve ıraksayan sorunlar olarak ikiye ayrılıyor. Yakınsayan sorunlar da yakın sonuçlara ulaşılabilir ve teknik konular bu şekilde çok rahat tartışılabilir ama ıraksayan sorunlarda herkesin farklı cevap vereceği bir durum ortadadır. Sos-
22 PsiNossa
yal medyada kavga etmenin en iyi yolu ıraksak sorunlar üzerine fikir yürütmektir. Hele hele sizinle farklı düşünen birilerini bulup ‘’trolleme’’ denilen yöntemle meşgul etmek çok kolaydır. İnsan beyni yüz yüze iletişime uygundur. Yüz yüze konuşurken birbirimizin dikkatini, ifadelerini yani bütünüyle beden dilini gözlemleyebiliyoruz. Sosyal medyada insanın yazdığı harflerden başka bir şey yok. İnsanlar neden özlü sözler paylaşıyor sürekli? Mevlana şunu demiş, başkası bunu demiş. Sanki onu yazınca Mevlana oldum sanıyor çünkü. Oysa yüz yüze ikili bir ilişki içindeyken söylese o sözü , tutumlarıyla karşılaştırınca belki son derece sakil duracak o söz. Beyin açısından sosyal medya bizim beynimize göre bir iletişim ortamı değildir. Şu da çok önemli ki bu yolu kullanarak insanlara istediğini yaptırmak çok kolay yani algılarla oynamaktan bahsediyorum.
Algıda seçicilik ve istem dışı körlük aynı şey olabilir mi? Algımızın temeli zaten odaklamaya dayalıdır. Beynimize saniyede 10 milyon bit veri geliyor ama biz sadece 40 bitini algılayabiliyoruz. Bu çok düşük bir rakam. Peki bu 40 bitte ne var? Dikkatimizi odaklandırdığımız şeyler. Bilinçli algı kapasitemiz sınırlı bu da aslında çok güzel bir şey. Şu anda bunu okuyan kişiler yazıya odaklanmış durumdalar; ama sadece şuanda. Okuyucunun saçlarının dibinde bir his var, elbiseleri vücutlarına değiyor bu ayrı bir his, arka planda gürültü varsa bu ayrı bir his, yarınla ilgili bir sürü düşünceleri, dünden kalan pişmanlıkları var. Hepsi aynı anda algılanırsa hayat zindan olur. Araba sürmek başta öğrenirken çok zor ve streslidir ama birkaç senedir araba kullanan biri bu işi hiç düşünme-
den yapabilir. Beyin ne kadar karmaşık olursa olsun beceriyi öğrenir. Güncel hayatta da buna ilaveten bütün şeyleri süzüp senin yaptığın işe odaklanmanı sağlar. Odaklandığımız şey bize fayda sağlayan bir şey mi boş bir şey mi bunu da düşünmek lazım. Mesela internet bizim dikkatimizi tamamen tutsak ediyor. Dünyanın tamamından habersiz hale geliyoruz. Bir müzisyen düşün yaptığı besteye odaklanıp muhteşem bir eser üretebiliyor. Başka birisi de dikkatini bomboş işlere veriyor. Dikkatini neye yönelteceğini iyi seçen kişi için algıda seçicilik bir avantajdır. Seni yönetmek için bir başkası kullanırsa bunu kendi avantajına da çevirebilir.
Algıda seçicilik yakın çevremizdeki kişileri belirlemede etkili midir? Çok üzgünüm; ama bugün modern şehirde arkadaşlarınızı, kıyafetlerinizi, yediklerinizi medya ve sektör belirliyor. Yıllar boyunca belli imaj kanallarından beğeniler size yükleniyor. Herkes arkadaşlarına baksın. Üniversiteye ilk geldiğinizde hemen ilk arkadaş çevresi oluşur fakat zaman içinde onların çoğuyla aranız bozulur yeni ve kalıcı arkadaşlıklar kurmaya başlarsınız. İlk arkadaşlıkları size yüklenmiş ne olduğunu bilmediğimiz kodlar seçtirir. Daha iyi arkadaşlıklar duygu-
sal beyninizin devreye girmesini gerektirmeyen, alışık olduğunuz ortamlarda oluşturulur. Üniversite çevresine alışmanın da etkisi büyüktür. Daha sonra edindiğiniz arkadaşlarınızla ömür boyu kopmayacak ilişkiler edinirsiniz. Bu da üniversite yıllarında beynin o kısmının çok gelişmiş olmasıyla ilgilidir. Sosyal ilişkiler ve hayatla ilgili bir çok şey üniversitede öğreniliyor araya bazen dersler giriyor o biraz sıkıntı; ama dersler olmasa üniversite daha faydalı bir yer olurdu bence.
Soyumuzu devam ettirmeyi istediğimiz kişileri nasıl seçiyoruz? İnsan benzerlerinden hoşlanıyor. Herkes anne babasına baksın. Kimse Angelina Jolie’nin ya da Brad Pitt’in çocuğu değil. Herkesin ailesi ortalama. Ne boy çok uzun ne bel çok ince ne de güzelliği gösterişli. Niye? Çünkü ortalama tipler buluyoruz. Çok havalı adamlar çok havalı kızlar genellikle zor beğenirler ve zor beğenilirler. Ortalama insanlar daha kolay eş bulur ve ürer. Genetik olarak benzerimizi bulmak doğuştan edindiğimiz bir şey. Beyaz bir bebek önüne beyaz ırktan ve siyah ırktan iki adam konulduğunda beyaz olan adama daha çok bakıyor. Siyah olanı farklı buluyor ama beyaz olan kendine benzediği için ilgisini ona yönlendiriyor. Biz doğuştan ırkçıyız, sebebi ise güvenlik. Büyüdükçe, kafamız
çalışmaya başladıkça, insan olmaya başladıkça ırkçılığın hayvani bir şey olduğunu anlarız. Siyahın da beyazın da Kızılderili’nin de insan olduğunu anlarız. Irkçılık tamamen hayvani bir refleksin ideolojiye dönüşmüş halidir. Hayvanların hepsi ırkçıdır. Kendini koruma içgüdüsüyle kendi ırkı dışındakini dışlar. Faşist ideolojiler, kafatasçılık tamamen hayvanidir. Buna ideolojik bir şey bulmaya çalışsanız da bu tamamen içindeki primatı dinlemektir. En özgürlükçü ideolojiler bile insanın içgüdülerini dışlamaya çalışıyor. İnsanın para kazanma içgüdüsünü kötüleyen ideolojiler var. İdeolojiler ahmaklıktır. İnsanoğlunun primat yanını yansıtır. Hepimiz her şeyi zaten çok az algılıyoruz.
PsiNossa 23
Peki hayatının amacı para kazanmak olanlar? Maymun da muz kazanmak ister. O da içindeki primata teslim olmuş. Parayla neyi satın alacağını bile sormamış. Başka birine faydalı olmak parayla satın alınabilecek bir şey değil. İnsanoğlunun parayla satın alınabilecek kadar değersiz şeylerin peşinde koşmaya vakti olmamalı. Bedeli olan her şey değersizdir. Değerli şeyler pazarda satılmaz. Güven, sevgi , tatmin. Dubai’de 25 milyon dolarlık dünyanın en lüks arabası senin olsun. İddia ediyorum ki 3 ay sonunda o arabadan sıkılmaya başlarsın. Dünya böyledir. Parayla satın alınan hiçbir cennet sizi mutlu etmez. İntihar edenlerin çoğu havuzlu villasında intihar ediyor. Yoksulun yaşamak için mücadelesi var. Avrupa’nın en zengin ülkeleri intihar sıralamasında birincidir. Maddiyatla hiçbir şey sağlanmıyor zihnimizin doyurulması gereken başka fakülteleri var. Bu dünyaya niye geldiğimizi sık sık düşünmemiz
lazım. Bize hazır verilen, bizim değildir! Biri size bedava yemek veriyorsa arkasından kesin bir şey gelecektir. Ne yaparsan elinle o gelir seninle demiş atalarımız. Bir masaya oturduğunuzda oraya ciddi meseleler götürün. Akıllı çocuklar yetiştirin. Cumhurbaşkanı üç diyordu ben en az beş diyorum. Sen çocuğu eğitmiyorsun. Çocuğun zihnini aç. Saçma sapan şeyler ezberletmeyin çocuklara. Önce adam edin o çocuk bu devirde her şeyi yapar adam olsun önce. Komşusuna selam vermeyi öğrensin,kediye su vermeyi öğrensin, böcek görünce üstüne cart diye basıp ezmemeyi öğrensin, çam ağacıyla bedeninin aynı hücrelerden oluştuğunu öğrensin. Bunu bir çocuğa beş on yaşında verirsen sonra o çocuktan her şey olur. Evliya da olur Einstein da olur.Çocuklar sizin malınız değil.Onları yetiştirmeyin bırakın onlar kendi yetişsin.
Endüstri ve örgüt psikolojisi hakkında ne düşünüyorsunuz çünkü onlar da insan bilgisinden faydalanarak toplumsal algılar üzerine çalışıyorlar? Algı yönetimi şeytani bir şey değildir, insanların psikolojisini yönlendirmek kötü bir şey değildir. Din de algı yönetimidir. İnançsızlığın da bir doktrini vardır. Sorun zihni neye yönlendirdiğinizdir. İnsanları tüketmeye ve aptalca davranmaya da yönlendirebilirdiniz. Psikoloji çok önemli bir bilimdir. Bunu bir psikoloji dergisine konuştuğum için söylemiyorum. Psikolojiyi sosyal bilimler altına yerleştirdik diye belli bölümleri kazanamayan adam bu bölüme gelsin aile danış-
24 PsiNossa
manı olsun, elinde diploması olsun falan sanıyorlar. Psikoloji dünyanın en önemli faaliyet alanıdır. Jeolojiden astronomiye, Coğrafyadan Matematiğe bütün bilimler insan psikolojisidir. Psikoloji o kadar önemlidir ki onu hala anlayamadık. Psikolojiyi normal bir disiplin sanıyor insanlar. Ben birçok psikoloji mezununda büyük bir umutsuzluk görüyorum. Ellerinde ne olduğunun farkında değiller.
Nbeyin fikri nasıl ortaya çıktı, neden Nbeyin’i kurdunuz? Ben madem bu kadar çok konuşmayı seviyorum bunu nasıl faydalı bir hale çevirebiliriz derken nbeyin ortaya çıktı. Bildiğimiz konuları insanların anlayabileceği ve hayatlarında fayda görebileceği bir tarzda anlatmak istiyoruz. Bilimin bilince dönüşmesi halinde bir işe yarayabileceğini biliyoruz. Bilim adamlarının kapalı kapılar ardında bilim yapmasının bir faydası yok. Herkes bilimi asgari düzeyde anlar sorgular hale gelse hem biz bilimi daha güzel yaparız hem de insanlarla fikir alışverişinde bulunuruz. En önemlisi bilimsel bilgi hayatta işe yarıyor. Anlattığımız her şeyin hayatta bir karşılığı var. Türkiye’de ilk defa bilimi popülerleştirme konusunda uzmanlaşmış
bir ekip kurmaya çalışıyoruz. Bilimi popüler ama doğru bir dille popülist yaklaşmadan anlatmak istiyoruz. Güncel modalara göre eğip bükmeden olduğu gibi anlatmaya çalışıyoruz. Bu konuda arkamızda bizi destekleyen iş adamları var. Sadece bilim adamlarına bırakılmayacak kadar ciddi bir iş bu iş. Sanatçılarımız, ressamlarımız, müzisyenlerimiz, yazarlarımız… Bu insanlarla hep birlikte zihnin olası bütün potansiyellerini ortaya çıkartmak ve bunu insanlara öğretebilmek için çalışıyoruz. Çok da eğleniyoruz. www.nbeyin.com herkese açık bir site. Merak eden, katkıda bulunmak isteyen herkesi bekliyoruz.
Gençlerin beyin sağlıklarını korumaları için tavsiyeleriniz neler? Balık yiyin(gülerek). Ağzından girenle sağlık olmaz. Mutlu,lezzetli,ölçülü yaşamdır beynin kalitesini yükselten. Mutlu olacaksın ki kaliteli yaşayacaksın. Mutluluk ağızdan girenle ölçülmez. Sevdiğin arkadaşına sarıldığın anda vücudun oksitosin salgılıyor. Korkuyu, mutsuzluğu baskılıyor, sana güven veriyor, beyin hücreni yeniliyor.
Sarılmak işte ne güzel. Gidin annenize babanıza sarılın. Sevgilinize sarılın. Zeytinyağı çok faydalı; ama kafanızı zeytinyağı dolu küvete sokun 2 dakika sonra ölürsünüz. . Muhtaç olduğunuz kudret nöronlarınızdaki aksiyon potansiyellerinde mevcuttur.
PsiNossa 25
i s e ş ö K n u z e M Berfin BALTACI “Demek psikologsun, ben de hep psikoloji okumak istemiştim, ne güzel…” Psikoloji okumaya başladığımdan beri birçok insansan bu sözü duydum. Psikoloji okumak, psikolog olmak hep özenilen bir özellik gibiydi. Peki gerçekte öyle miydi? Ben Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü 2013 mezunuyum. Mezun olduğumdan beri saygın bir devlet kurumunda görev yapmaktayım. Henüz 12-13 yaşlarında karar vermişim psikolog olmaya, yazdığım günlüklerden okuyorum. Psikoloji okuyan birçok arkadaşımın bu kararı ergenlik yıllarında verdiğini biliyorum. Çocukluğumuzda bu mesleği saygın ve deyim yerindeyse havalı gördüğümüz aşikar. Bu kararı vermemde ailemin etkisi çok büyüktü. Öğretmen olan anne-babam tarafından bu ilgi alanım keşfedilmiş ve bana bu yönde kitaplar hediye edilmişti; fakat üniversiteye hazırlandığım yıllarda, yani işler ciddiye bindiğinde psikoloji okumak istememe herkes karşı çıkmıştı. Herkes hukuk ya da herhangi bir ‘daha yüksek puanlı’ bölüm okumam gerektiğinde hemfikirdi. Hatta öyle ki, benden çok daha düşük puan alarak hukuk bölümüne yerleşen bir arkadaşım beni teselli etmek için “Canım ya, psikoloji kazandığın için çok üzüldün mü, annenler falan ne dedi, neyse sen de psikoloji okursun artık…” dedi. Üniversite hayatımın harika geçtiğini söyleyebilirim. Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Topluluğu’nda(HÜPT) bir sene, Türk Psikoloji Öğrenci-
26 PsiNossa
leri Çalışma Grubu’nda(TPÖÇG) 4 sene çalıştım. HÜPT olarak 2012 TPÖÇG Bahar Dönemi Toplantısı’na ev sahipliği yaptık. TPÖÇG sayesinde Ulusal Psikoloji Öğrencileri Değişim Programı(UPOD) ile Ege Üniversitesi’nde bir hafta derslere girme imkanı buldum. Hatta en yakın arkadaşlarımdan biriyle burada tanıştım. Daha sonra TPÖÇG Yönetim Kurulu’nda UPOD koordinatörlüğü yaptım. TPÖÇG sayesinde birçok şehre toplantıya gittim, birçok üniversite gördüm ve her üniversiteden arkadaşlar edindim. Sosyal yönden kendimi fazlasıyla geliştirme imkanı buldum. Psikoloji okumak bana bireysel olarak ne kazandırdı diye kendime sorduğumda şu cevabı veriyorum: Hoşgörü. 2009 yılında okula başlayan Berfin’le 2013 yılındaki Berfin’in hayata bakış açısı çok farklıydı. Keskin yanlarımı törpülemiştim, farklılıklara saygı duymayı öğrenmiştim. Dünyada her şeyin mümkün olabileceğini, milyonlarca ihtimal olduğunu ve bu ihtimaller arasında yalnızca bir toz tanesi olduğumu anlamıştım. Psikoloji okumak benim için bir aydınlanma süreciydi. Bu süreçte sadece psikoloji bilimiyle yetinmeyip birçok alanda kendimi geliştirmeye çalıştım. Özellikle aldığım diksiyon ve tiyatro dersleri meslek hayatımda bana fazlasıyla artı değer kattı. Yaşadığım gelişimden memnun olarak mezun oldum. Bu yüzden, evet, herkesin psikoloji okumak istiyor olması hak verilebilir bir arzuydu; fakat ülkemizde psikologluğu meslek olarak yapmak aynı derecede arzu edilecek bir şey miydi?
Daha mezun olmadan, yalnızca 4 yıllık psikoloji bitirmenin herhangi bir yetkinlik kazandırmadığını ve yüksek lisans yaparak herhangi bir alt alanda uzmanlaşmamız gerektiğini öğrendik. Bu, belki de yaşadığımız ilk hayal kırıklığıydı. Başladık ALES ve İngilizce çalışmaya. Devlet üniversitelerinin yüksek lisans kontenjanlarının çok düşük olduğunu ve özel üniversitelerin psikoloji yüksek lisansları için diğer bölümlerden daha yüksek ücret istediğini keşfettik. Sanırım bu da ikinci hayal kırıklığıydı. Kimimiz bu süreçte KPSS’ye hazırlanmaya başladık. Üçüncü hayal kırıklığı; devlet kadrolarının da kontenjanları çok düşüktü. Bir şekilde ben, okulumu henüz bitirmeden bir devlet kurumuna kabul edilmiştim. Yüksek lisans ve mezuniyet kaygımı atlatmıştım; fakat işler istediğim gibi gitmedi. Bir psikoloğun yaşayabileceği dördüncü hayal kırıklığını yaşadım, çalışma hayatım beklediğim gibi değildi. Mobbinge maruz kalıyordum, görev tanımımın dışında işler yapmaya zorlanıyordum, çalışma koşullarım sağlıksızdı. Nitekim bir süre sonra bu olumsuz koşullar ruh ve vücut sağlığımı
bozmaya başlamıştı. Bu süreçte devlet kurumlarında çalışan diğer birçok arkadaşımın benzer yakınmaları olduğunu fark ettim. Özel sektörde çalışan arkadaşlarımızın da hem benzer hem farkı problemleri vardı. İş-ücret dengesizliği bunlardan biriydi. Yaklaşık 2 sene sonra aynı kurumda farklı bir yere atanarak bu koşullardan kurtuldum. Herkes benim gibi şanslı değildi. Birçok meslektaşım hala depresyonla boğuşmakta. Birçoğu atanamadı, İstanbul’da özel sektörde dahi iş bulamayan meslektaşlarım var. Buna rağmen psikoloji bölümleri ve kontenjanları artmaya devam ediyor, iş bulamayan ya da uygun olmayan koşullarda düşük ücretlerle çalışmaya razı olan psikologların sayısı artıyor. Aynı anda, psikoloji bilimiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan insanlar yaşam koçu ya da davranış bilimleri uzmanlığı adı altında bizim mesleğimizi çalıyor. Ben de “5 sene sonra kendinizi nerede görüyorsunuz?” sorusuna verdiğim cevaplardan çok uzağım. Belki de hepimiz bu süreci elimize yüzümüze bulaştırdık, bilemiyorum; fakat durumu nasıl daha iyi hale getirebiliriz, bu konuda bazı tavsiyelerim olabilir? Üniversite giriş sınavına hazırlanan gençler bana bu bölümü seçmek istediklerini söylediklerine onlara tekrar düşünmelerini öneriyorum. Türkiye’de psikolog olmak kolay; fakat meslek hayatı gerçekten engellerle dolu bir yol. Eğer bir şekilde psikoloji okumaya başladıysanız, bu yazıyı okuma ihtimaliniz var. Birinci sınıftan itibaren ALES ve İngilizce çalışmaya başlamanız yararınıza olacaktır. Yolunuzu çok iyi belirlemeniz gerekli. Akademik mi çalışmak istiyorsunuz, hangi alt alanda çalışacaksınız… Mezunlar ve çalışanlara çekinmeden sorular sorun. Onların geçtikleri yolları, yaşadıkları zorlukları, yaptıkları yanlışları dikkate alarak çalışmaya devam edin. Üniversite yıllarımda bana tavsiyeler verildiğinde “Herkes farklıdır.” diyerek ukalalık yapardım; fakat anladım ki herkesin yaşadığı süreç hemen hemen aynıymış. Üniversitenizde mesleki bilgilendirme toplantıları yapabilirsiniz. Farklı alanlarda çalışan meslektaşlarımızın deneyimleri sizlere ışık tutacaktır. TPÖÇG çatısı altında birçok arkadaşımız sizlere yardımcı olmaktan memnuniyet duyacaktır.
PsiNossa 27
Ayın Farkındalıkları: Aralık 1 Aralık
3 Aralık
Dünya AIDS Günü
Dünya Engelliler Günü
4 Aralık
Dünya Madenciler Günü
5 Aralık
8 Aralık
Kadın Hakları Günü
John Lennon’ın Vefatı
11 Aralık
Adile Naşit’in Vefatı 5 Aralık Nelson Mandela’nın Vefatı - 13 Aralık Oğuz Atay’ın Vefatı 7-17 Aralık Mevlana Haftası - 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü
28 PsiNossa
Ütopya Hakkı İnsan hakları, adı üstünde, bütün insanlığın doğuştan sahip olduğu hakların bütününe verilen isimdir. Dil, din, mezhep, ırk, ten rengi, milliyet vb. ayrıştırıcı bütün kavramlardan bağımsızdır. Geçmişi Magna Carta’ya dayanan, 1948 yılında BM tarafından kabul edilen haklardan başlıcaları yaşama hakkı, eğitim hakkı, seyahat hakkı, çalışma hakkı, din ve vicdan hürriyeti hakkı, basın yayın hakkı, toplanma hakkıdır. BM’ye siyasi tanınma sorunları sebebiyle üye olamayan belirli ülkeler haricinde tüm ülkeler ‘İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni imzalamıştır. Kısaca bütün devletler; bütün insanlığın yaşaması, eğitim alması, özgürce dinini yaşaması konusunda sorumluluk almışlardır. Peki… Bu sorumluluğa uygun davranıyorlar mı? Hep beraber yakın zamana bakalım. Irak, Afganistan, Kırım, Ukrayna, Gürcistan, Suriye, Bosna… Dünyada toprağı göz yaşlarıyla sulanmamış, kurumuş topraklarından acı fidanları filizlenmemiş kaç coğrafya var? Yok… İster G8 ister G20 isterseniz en geri kalmış yirmi ekonominin olun acı çekmek insanlığın ortak mirası. Fotoğraf makinesini silah sanan çocuk, çocuğun ölmesini bekleyen akbaba… Bu klasik fotoğrafları hatırlamışsınızdır. Sorun aslında bu fotoğrafların klasikleşmesiyle başladı bu dünyada.
Burak Bahadır AKIN
Temel hakların en önemlisi galiba yaşama hakkı. Mantıken yaşamayan insan nasıl eğitim alsın, özgürce toplansın, seyahat etsin, çalışsın? Peki, bir insanın yaşadığını; ama bu haklardan mahrum kaldığını düşünürsek yaşam dediğimiz kavram biyolojik bir hareketlilikten öteye gidebilir mi? Burada bir paradoks ortaya çıktı. Bu paradoksu da sizlerin hayattan ne beklediğiniz şekillendirecektir. İnsan hakları terimi özünde olması gerekeni ifade eder. Ütopik bir düşünceye bütün devletlerin imza atmasını ben mantığıma sığdırabildim. Zira hiçbir zaman tam manasıyla korunamayacak bu haklar için hiçbir devlet diğerini suçlama lüksüne sahip olmayacak. Elimizde bir dünya var. Yaşayabildiğimiz, bize şimdilik yeterli besini sağlayan. Denizine gidip yüzdüğümüz, eğlenceden uzak kalmadığımız bir dünya. Bu dünyada cennet ve cehennem bizlerin elinde… Mutlu olmayı istemek çok mu yanlış? “Ütopya Hakkı” eklesem bir de bu sözleşmeye çok mu ayıp ederim? Aklıma bu konunun yerleştiği andan itibaren de bir şarkı zihnimde döndü durdu. Belki alakasız, belki çok alakalı; belki de fazla arabesk; ama sizlerle bunu paylaşmaktan gocunmam aylar oldu bu köşede yazmaya başlayalı.
Ben insan değil miyim? Ben kulun değil miyim?
PsiNossa 29
Köpekdişi (Kynodontas) (Dogtooth) Ceren AYIK
A Y I N F I L M I
2009 yılında Cannes Film Festivali’nde Un Certain Regard ödülünü almış olan Yunanistan yapımı filmin yönetmeni Giorgos Lanthimos’dur. Film toplumdan izole bir halde, kendi yarattığı normlar içinde yaşayan bir ailenin yaşadıkları etrafında dönmektedir. Baba egemen güç olarak kuralları yaratırken, anne hali hazırda var olan sistemin yürütülmesini sağlayan kişidir. Ailenin diğer fertleri için bu yaşam bir seçim değil; içinde doğdukları, büyüdükleri ve normal kabul ettikleri dünyadır. Çocuklar egemen güçlerin otoritesi altında, egemen güçlerin çizdiği sınırlar içinde kaldıkları ve kurallara uydukları sürece güvende yaşamaya devam etmektedirler. Baba ve annenin bilinçli olarak çocukların sözcük dağarcığını (tıpkı George Orwell’ın ‘1984’ adlı kitabındaki sistemde olduğu gibi) kısıtlaması, totaliter sistemin devamlılığını sağlarken aynı zamanda onlar üzerinde psikolojik manipülasyon uygulamalarını da olanaklı kılar. Filmdeki sistem, egemen güçler haricinde bazı dini inanç sistemleri ile de benzerlikler gösterir. İçinde yaşadıkları bahçe; başlangıçta tıpkı cennet gibi bilinçten yoksun ve mucizelerle doludur. Büyük oğul için eve getirilen Christina’nın gelişi; çocukların bilinç kazanmasını beraberinde getirir. Kızlardan büyük olan kendisine uzatılan bilinç elmasından aldığı ısırık ile birlikte kendi cennet bahçesinden düşmüş ve sistemi sorgulamaya başlamıştır. İçinde yaşadığı cennet, artık ona sonsuz gözükmemektedir. Bahçeye düşen kedi, bilinmez olan şeye karşı duyduğumuz korkuyu simgelerken, aynı zamanda bu korkular ile nasıl kolaylıkla yönlendirilebildiğimizi bize göstermektedir.
30 PsiNossa
Film, insanoğlunun evrimi perspektifinde de yorumlanabilir. Dilin gelişimi, bilinçsel tekamülü beraberinde getirir. Erkek çocuğun dışarıda var olduğunu düşündüğü kardeşine taş atması, tıpkı bilim insanlarının yaptıkları deneyler gibi bilimsel bir merak içerir. Büyük kızın şimdiye kadar kendisine ezberletilen dansın dışına çıkarak doğaçladığı kısım ise sanatçının sanat yoluyla kendisini, toplumu, şimdiye kadar oluşturulmuş olan her şeyi aşma çabasını simgeleyen bir andır. Kynodontas filmi; az sayıda oyuncusu, sabit kamera kullanımı, ile minimal bir tablo çizerken aynı zamanda anlam bağlamındaki çok katmanlı yapısı ile uzun yıllar boyunca hafızalardan silinmeyecek bir film. Giorgos Lanthimos’un sistemlere meydan okuyan bu çılgın dansı kesinlikle izlenmeye değer. İyi Seyirler.
Yönetmen: Giorgos Lanthimos Oyuncular: Christos Stergioglou, Michelle Valley, Angeliki Papoulia, Mary Tsoni, Christos Passalis Yapım Yılı: 2009 Süresi: 97 dk
PsiNossa 31
Sinestezya Jeffrey Moore
A Y I N K İ T A B I
Merva ÖKSÜZ Snestezik Dünyada Mavi Bir Cumartesi
Kitabın kahramanı Noel Burun da bir sinestezik ve onun harfleri usta bir ressamın zengin paletiyle renklendirilmiş. Hatta sadece renkle eşleşmekle kalmayıp bir kişiliğe Sinestezya, Yunanca “aynı anda, biroturttuğu harfleri bile var. L harfi kahvelikte” ve “duyu” anlamlarına gelen sözcükrengi olmakla birlikte özgür bir kız gibi. 6 lerden türemiş bir kelime. Yani sinestezya rakamı salakça bir oğlan. Bazı kelimelerin duyuların birleşimi anlamına geliyor diyeise beyninde geometrik şekilleri var; ilkbabiliriz. Peki bir duyumuzu başka bir duyuharı düz konumlanmış bir üçgen şeklinde muzla aynı anda hissedip adeta birbiriyle algılıyor. Bunlara Noel’in doktoru Vorta’nın kaynaşmış bir şekilde algılayınca dünya nasıl notlarında geniş bir şekilde değinilmiş, tek bir yer oluyor? Eğer sinestezik bir bireyseniz tek açıklanmış. Annesi konuşurken morumtüm duyularınızı bir karıştırıcıya koymuş su kırmızı renkte bir sisin içinde sağa sola ve düğmesine basmış gibi hissediyorsunuz. sallanan kırmızı otlar görüyor. Noel bir kitap Sizin için seslerin bir tadı, harflerin rengi, kahramanı ve bu durum da bize olağanüstü dokunduğunuz kitabın bir melodisi olugeliyor ama fizikçi R. Feynman denklemleri yor. Sözcüklerin kendisinden önce rengini renkli gördüğünü, rakamların havada uçtualgılıyor ya da herhangi bir kelimeyi duyar ğunu, güneş yanığı renkte j’ler, morumsu duymaz zihninizde çok sevdiğiniz bir yeme- n’ler, koyu kahve x’ler gördüğünü, öğrencileğin tadıyla eşleştirme yapıyorsunuz. Renkli rinin bu renk cümbüşünü nasıl algılayamaişitmeler, kokulu dokunuşlar, yemeğin tadıdıklarını anlayamadığını söyler. Bir hastalık na harmanladığınız ritimler, kendi sinestezik olarak bilinmesine karşın kimi zaman adeta dünyanızın kompleks bir duyarlılığı oluyor. bir nimet olarak değerlendirebileceğimiz Sinestezik etkileri LSD gibi kimyasalların bir durum sinestezi. Bu ilginç kafa karışıkda sağladığı biliniyor. Ancak doğuştan bu lığının bahşettiği yetenek doğaüstü güzelyetiyle doğmuş olanlar da var. Bu durum as- likte eserler ortaya çıkarır, hayal etmenin lında psikolojik bir rahatsızlık ancak birçok gücünü ateşleyen karışık algılama sayesinde şairin, yazarın, ressamın yaratıcısı diyebiliruhu doygunluğa ulaştıracak betimlemeler riz. Vladimir Nabokov, Nikola Tesla, Richard yazdırır. Başkahramanı sinestezik olan bir Feynman, fa majörü yeşil algılayan Rimsky kitabı okumak ise kendi hayal dünyanızda Korsakov ve aynı notaya mor renk atfeden başka dokunuşlar hissetmenize sebep oluyor. Scriabin bilinen sinestezik sanatçı ve bilim Zihinde çoğunlukla romantizm destekli kainsanlarından bazıları. Edebiyata bakacak rışan duyuları akıcı ve etkileyici bir şekilde olursak Baudelaire’in Çoklukta Yokluk şiiaktaran kitabı okurken kısa süreli de olsa rinde sinestezik algılara rastlarız: “Bir derin, benim de dünyam renklendi. Cumartesi Nobir karanlık birlik içinde/ Aydınlık kadar el’e göre mavi bir gün ve siz bunu okurken sonsuz, gece kadar geniş/ Uzaktan seslenen cumartesiyi mavi algılamak istiyorsunuz. uzun yankılar gibi/ Renkler, sesler, kokular Cumartesiler mavidir ve pazartesinin sıkıcı karışır birbirine. hardal sarısıyla savaşır!
32 PsiNossa
PsiNossa 33
Referanslar Gözümüzden Kaçanlar 1.
Simons, D. J., & Chabris, C. F. (1999). Gorillas in our midst: Sustained inattentional blindness for dynamic events. Perception, 28, 1059-1074. Rock, I., Linnet, C. M., Grant P.I., & Mack, A. (1992). Perception without Attention: Results of a new method. Cognitive Psychology, 24, 502-534.
2.
McVeigh,T. (2008) Invisible bear makes cyclists safer.. http://www.theguardian.com/uk/2008/nov/16/transport-invisible-bear-cyclists-youtube 27.11.2015 Erişimde
3. Yue, C. (Yapımcı). (t.y.). Divided attention , selective attention, inattentional blindness & change blindness.
https://www.khanacademy.org/science/health-and-medicine/executive-systems-of-the-brainattention- language-2014-03-27T18:40:12.306Z/v/divided-selective-attention-inattentional-change-blindness 11.11.2015 Erişimde
4.
Hyman, Ira E., Boss, S. Matthew, Wise, Breanne M., McKenzie, Kira E., Caggiano, Jenna M. (2009). “Did you see the unicycling clown? Inattentional blindness while walking and talking on a cell phone”. Applied Cognitive Psychology 24 (5): 597–607.doi:10.1002/acp.1638.
5.
New,J., Cosmides, L. ve Tooby,J. (2007). Category-spesific attention for animals reflects ancestral priorities, not expertise.www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC20134212/ 27.11.2015 tarihinde erişimde
Algıyı Etkileyen Kişisel Faktörler 1.
Ames Jr, A. (1951). Visual perception and the rotating trapezoidal window. Psychological Monographs: General and Applied, 65(7).
2.
Kağıtçıbaşı, Ç. ve Cemalcılar, Z. (2014). Günümüzde insan ve insanlar: Sosyal psikolojiye giriş. (16. baskı). İstanbul: Evrim.
3.
Morris, C. G. (2013). Psikolojiyi anlamak (Psikolojiye giriş) (H. B. Ayvaşık ve M. Sayıl, Çev. Ed.). (3. baskı). Ankara: Türk Psikologlar Derneği.
34 PsiNossa
Yüz İfadelerini Algılamanın Kültürden Kültüre Farklılıkları 1.
Internal Representations Reveal Cultural Diversity in Expectations of Facial Expressions of Emotion,” Rachael E. Jack, Roberto Caldara and Philippe G. Schyns, PhDs; University of Glasgow; Journal of Experimental Psychology: General; Vol. 141, No. 1.
2.
http://www.apa.org/news/press/releases/2011/09/facial-expressions.aspx-Eylül01,2011
Yaşamın Yapıtaşları: Duyum ve Algı 1.
Duyum ve algı nedir? (t.y.). http://duyum-ve-algi.nedirogren.com/ 12.11.2015 erişimde
2.
Smith,E.Nolen-Hoeksama,S.,Fredrickson,B.,Loftus,G.(2014).Psikolojiye Giriş. (Çev. Ö.Öncül ve D.Ferhatoğlu). (14. edisyon). (2.baskı). Ankara:Arkadaş.
3. Sekman,M.(2011). Her şey beyinde başlar. İstanbul:Alfa. 4.
Çelik,M.(2000). Reklamda tüketicinin yönlendirilmesi. Yüksek lisans tezi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul.
PsiNossa 35
36 PsiNossa