PsiNossa 20 - Eylül 2016

Page 1

PsiNossa Bir Psikoloji Dergisi

Sayı 20 Eylül 2016 Türk Psikoloji Öğrencileri Çalışma Grubu www.tpocg.org

Terapi


BURAYA REKLAM VEREBİLİRSİNİZ! @ $

@ TPOCG_Yayinlari Bizi Twitter'da takip etmeyi unutmayın!

dergi@tpocg.net 2 PsiNossa


PsiNossa 2016 TPÖÇG Yayın Ekibi dergi@tpocg.net TPÖÇG Genel Sekreteri Selin Cennet GÜLMEZ Uludağ Üniversitesi selincennetgulmez@tpocg.net Editör Ayşe Nur Avcı Hacettepe Üniversitesi aysenuravciesk@gmail.com Bülten Sorumlusu Burak Bahadır AKIN İst. Kültür Üniversitesi burakbahadirakin@hotmail.com Yazar Edanur Tunca Okan Üniversitesi eedatunca@gmail.com

Dizgi-Tasarım Ulaş BAHAR Işık Üniversitesi mulasbahar@gmail.com Dizgi-Tasarım Melis Alioğlu İst. Kültür Üniversitesi melis.alioglu@gmail.com Film Köşesi Yazarı

Gökçe Oflu

Uludağ Üniversitesi goflu1@gmail.com

Kitap Köşesi Yazarı

Merva ÖKSÜZ Uludağ Üniversitesi

mervaoksuz@gmail.com

Müzik Köşesi Yazarı

Ayça Kapyapar Hacettepe Üniversitesi aycakpypr@gmail.com

Yazar Arzu Hamurcu Melikşah Üniversitesi arzuhamurcu1852@gmail.com Yazar Dicle Ay İst. Maltepe Üniversitesi dicleay01@gmail.com Yazar Elif Gül Şahin İst. Medipol Üniversitesi elifgulsahin@gmail.com Çevirmen Ceren Nur Gürler Işık Üniversitesi cerennur.gurler@gmail.com Çevirmen Özge Karakaş Orta Doğu Teknik Üniversitesi ozgekarakas95@gmail.com

Konuk Yazarlar Utku Türkmeneri turkmeneriutku@gmail.com Nurbanu Perişan nurbanuperisan@gmail.com Röportaj Ersin Bayramkaya ve Ayşegül Kalem Mezun Yazısı Psk. Zeynep Akgül Semiz

psk.zeynepakgul@gmail.com

PsiNossa 3


Bu Sayımızda; 6 | Tanımlanmamış Bir Terapi Yöntemi: Empati 8 | Varoluşçu Terapi 10 | Mesleki Etik 12 | Haber: Terapi 14 | Psikolog Olarak Yetkin ve Yeterli Olmak 16 | Psikoterapide Drama ve Masalların Rolü 20 | Röportaj: Terapist Olmak 30 | Mezun Yazısı: Psk. Zeynep Akgül Semiz 32 | Ayın Farkındalıkları: Saksıda Yetişmiş Bozkır Çiçeği 34 | Film: Aklım Karıştı 36 | Kitap: Auschwitz Toplama Kampından Logoterapiye 38 | Müzik: Kaybolmaya Yüz Tutan Değerlerimiz Türküler 40 | Referanslar

4 PsiNossa


Psi Nossa

Merhabalar, Bu ay hepinizin az da olsa merak ettiğini düşündüğüm "Terapi" konusuyla karşınızdayız. Bazılarınızın "Yine mi ya? Burda da mı terapi?" dediğini duyar gibiyim. Merak etmeyin, derslerde sürekli duyduğunuz terapi kuramlarından pek bahsetmedik. Peki bu ay neler mi var? Gelin tek tek sıralayayım: Empati, varoluşsal terapi, psikoterapide drama, psikoterapide etik, yetkinlik konulu derlemeler; her ay olduğu gibi konuyla ilgili haber, kitap, film köşesi; müzik köşesi; ayın farkındalıkları; mezun köşesinde Mavi At'a gönül vermiş Zeynep Akgül Semiz'in deneyimleri (Mavi At'tan önceki sayılarda bahsetmiştik, hatırlarsınız.) ve Ersin Bayramkaya ve Ayşegül Kalem ile terapist olmaya dair, her psikoloji öğrencisinin mutlaka okuması gerektiğini düşündüğüm, keyifli, sımsıcak bir röportaj. Onlara destekleri için ne kadar teşekkür etsem az... Yaptığımız küçük bir değişiklikten de sizleri haberdar etmek isterim. Bildiğiniz üzere "Serbest Zaman" isimli köşemizde sizlerden gelen yazılara yer veriyorduk. Ancak gelen sorular neticesinde bu ismin, bilimsel çalışmalarınızın yayınlanmayacağı gibi yanlış bir izlenim yarattığını fark ettim. Bu ay da konuyla ilgili derleme yazan iki arkadaşımıza yer vermek isteyince köşenin ismini "Konuk Yazar" olarak değiştirdik. Sonuç olarak deneme, derleme ya da araştırma makaleleri gibi tüm çalışmalarınızı bu köşede yayınlanmak üzere gönderebilirsiniz. Bu ayın konuk yazarları Nurbanu Perişan ve Utku Türkmeneri'ye çalışmalarını bizlerle paylaştıkları için çok teşekkür ederim. Birkaç cümlemi de bu ay ekibimizden ayrılacak arkadaşlarım Dicle, Taner, Ceren, Merva ve Ayça için sarf etmek istiyorum. PsiNossa'ya kattığınız her şey için sizlere çok teşekkür ederim. Birlikte güzel işler çıkardığımıza inanıyorum. Bundan sonraki çalışmalarınızda başarılar diliyorum. Ülkece uzun ve zor bir yaz dönemi geçirdik. Birlik, beraberlik, huzur ve mutluluk dolu günlerin geleceğini umuyorum. Biliyorum ki bu umudu kaybedersek her şey çok daha çekilmez bir hal alacak. Umut ve sevgiyle... Okuyunuz, okutunuz efendim. Sürçülisan ettiysek affola... Editör Ayşe Nur AVCI PsiNossa: Psikoloji biliminin “Psi” si ve Portekizcede “bizim” anlamına gelen “nossa” kelimesinin birleşmesiyle –TPÖÇG ve TPÖÇG’e dair her şeyi can-ı gönülden sahiplenmemize ithafen- ortaya çıkan PsiNossa isimli dergimiz her ay belirlenen bir konu çerçevesinde e-dergi formatında yayınlanmaktadır. PsiNossa Yayın ekibi olarak her ay siz okuyucuların karşısına dopdolu, bilgilendirici ve keyifli vakit geçirmenizi sağlayan içerik sunmak için canla başla çalışıyoruz. 20th Edition of PsiNossa “Therapy’’ is the selected topic of this month. Contents are briefly explained as nether; 1-“A therapy method which is undefined: Empathy’’ by Arzu Hamurcu 2-“Existentialist therapy’’ by Dicle AY 3-“Professional Ethics’’ by Elif Gül ŞAHIN 4-News Section by Ceren Nur GURLER 5-“To be authority and being adequate as A Psychologist’’ by the guest author Nurbanu PERISAN 6-“The Role of Drama and Fairytale in Psychotherapy’’ by the guest author Utku TURKMENERI

7-“Grown Prairie Flowers in Pots’’ By Burak Bahadir AKIN 8-Inscription of graduate by Psychologist Zeynep Akgül SEMIZ 9-Interview section: ‘’To be Therapist’’ with Ersin BAYRAMKAYA, Ayşegül KALEM by Edanur TUNCA 10-Awareness of the Month 11-Analysis of the Movie By Gokce OFLU “Girl Interrupted’’ by James Mangold 12-Analysis of the Book by Merva OKSUZ “Man’s Search for Meaning’’ by Viktor E. Frankl 13-“Our Values which tend to be Disappear: Ballads’’ by Ayça KAPYAPAR on music section

PsiNossa 5


Tanımlanmamış Bir Terapi Yöntemi: Empati Arzu HAMURCU

Ç

ağlar boyu süregelen tüm psikoterapi yöntemlerinin -tartışılmış olsa da- temelinde yatan tek bir şey vardır: Onun gibi... Onun gibi düşünmek, onun gibi hissetmek, onun gibi olmak. Bu durum gösteriyor ki onun, karşımızdakinin yerine geçebildiğimiz zaman, aslında psikoterapiyi kabul etmeye başladığımız zamandır.

gusunu anlama, ona uygun karşılık verme, karşıdakinin hissettiği üzerinde yoğunlaşma” anlaşılmaya başlamıştır.”

Empati ile ilgili çalışma yapmış çok sayıda değerli bilim adamı olmasına rağmen bugün ‘‘empati’’ deyince aklımıza ilk gelen isim hiç kuşkusuz ısrarlı çalışmalarıyla bu kelimeyi psikoterapi dünyasında vazgeçilmez yapan Carl Rogers’dır.

Empati bilinenin aksine bir tahmin işi değildir. Empati bir rol değiştirme işidir ve bu sebeple karşımızdaki ile ilgili bildiklerimizin de ötesinde bir bağlantının sonucunda meydana gelir. Bu, bize tanımadığımız insanlar ile de empati kurabileceğimizin mümkün olduğunu göstermektedir. Literatürde, empatik becerinin nasıl geliştiği konusunda birtakım kuramsal açıklamalar bulunmaktadır. Bunlardan birisi de Moreno’ya aittir. Moreno’nun sosyometriyle ilgili kuramsal görüşlerinin içerisinde, rol alma ve rol gelişimi önemli bir yere sahiptir. Psikodramada rol değiştirme, yani karşısındakinin rolünü alma -ki buna empati de denebilir- en temel tekniktir (Dökmen 1988, akt., Salı, b.t.)

Rogers’a (1983) göre empati, bir kişinin kendisini karşısındaki kişinin yerine koyarak, onun fenomenolojik dünyasına girerek, olaylara onun bakış açısıyla bakması, o kişinin duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlaması, hissetmesi ve bu durumu ona iletmesi sürecidir. Dökmen (1988), empatiye ilişkin en uygun ve geçerli tanımın Rogers tarafından yapıldığını vurgulamakta ve Rogers’a göre empatinin, bir durum olmaktan çok bir süreç olduğuna değinmektedir. Dökmen (1988), empatinin gelişim süreci incelendiğinde, aşağıdaki aşamalardan geçtiğini belirtmektedir (akt., Gökler, 2009, s. 78): - “ 1950’lere kadar empatinin “bilişsel” yönüne ağırlık verilmiştir. Empati, bir insanın karşısındaki insanı tanıması, kendisini onun yerine koyarak onun özellikleri hakkında bilgi sahibi olması anlamında kullanılmıştır. - 1960’larda empatinin “duygusal” yönüne ağırlık verilmiş ve “asıl olan, karşıdakinin hissettiği duygulardır, onun gibi hissetmek önemlidir” görüşü ağırlık kazanmıştır. - 1970’lerde ise empatiden “bir kişinin belli bir duy-

6 PsiNossa

“İnsanlar beni anlamıyorlar diye kaygılanmam. Eğer ben insanları anlamazsam kaygı duyarım.’’ Konfüçyus

Literatürde empatiden daha fonksiyonlu olan ‘‘Tele’’ kavramını Moreno ortaya atmıştır. ‘‘Tele, iki insanın birbirlerinin iç dünyalarını, neler hissettiklerini karşılıklı olarak yaşamaları demektir. Moreno empatinin tek yönlü olduğunu, telenin ise iki yönlü olduğunu belirtmekte, empatiyi telenin bir bileşeni saymaktadır. Eğer insan karşısındakinin neler hissettiğini hissedebiliyorsa, bu durum tek yönlü duygu akışıdır ve empati olarak adlandırılmıştır. Bu duygu akışının iki yönlü olması halinde tele ortaya çıkar.’’ (Dökmen, 1995, s.41-42). Aralarında tele ilişkisi bulunan kişilerin birbirlerini karşılıklı olarak çektikleri söylenebilir.


Tele karşılıklı olarak diğer kişinin iç dünyasını ve o anda kendisini nasıl hissettiğini, o an ki duruma göre de onun içinde bulunduğu yaşam koşullarını kendi içinde yaşayabilmektir. Böylece tele kavramı tek yönlü bir empati değil, iç dünyaların karşılaşmasıdır. Psikodrama, sağlıksız ilişki kurma biçimi olan transferansların çözümlenmesini ve buna karşılık olarak sağlıklı ilişki kurma biçimleri olan tele ve empatinin geliştirilmesini hedefler. Bütün bunları gerçekleştirirken birçok ısınma tekniklerinden, yardımcı tekniklerden ve vazgeçilemeyen üç temel teknikten yararlanır. Bu üç temel teknik: Eşleme, rol değiştirme ve ayna teknikleridir (Altınay, 2006). Bu tekniklerin en önemli olanı rol değiştirme tekniğidir. Her birey farklı roller sergiler, yani belirli bir rol repertuarına sahiptir ve bu repertuar geliştirilebilir. Baş oyuncu olan protagonist rol değiştirmeyle empatiyi gerçek anlamı ile birlikte hissetmeye ve tele ilişkilerinin gelişimini beslemeye başlar. Psikodrama sahnesinde birey hayatta alması mümkün olmayan rolleri bile alabilir, yaşayabilir ve oynayabilir (Cınbarcı, 2006). Rol değiştirme tekniği bireyin karşısındakini yani “sen’’i tanıması açısından çok önemli bir yere aittir. Bir diğer deyişle, birey başkalarını anlamak istiyorsa kesinlikle rol değiştirme tekniğini kullanmalıdır. Bu tekniği içinde barındıran ve bu tekniğin kurucusu olan ‘‘Psikodrama’yı Moreno Viyana'da doktorluk yaptığı sırada bir gün parkta dolaşırken oyun oynayan çocuklardan esinlenerek ortaya çıkarmıştır. Moreno bu olayı şöyle aktarır: İki kardeş parkta "anne-çocuk’’ oyunu oynamaktadır aralarında şu konuşma geçer: Altı yaşındaki Ağabey: ‘Şu yemeği doğru dürüst ye. Mızmızlık etme şimdi tokadı yersin.’ Küçük hiddetle: ‘Sen çok kötüsün. Çok kötü annesin, hep beni döversin, Heinrich (anne rolünde olan

ağabey)’e hiç dokunmazsın.’ .” (Moreno, 1963, s.6). İki çocuk arasındaki bu konuşmadan hareketle Moreno şu şekilde bir çıkarım yapar; demek ki çocuk olsun, ilkel olsun, günlük hayattaki farklı baskılar yüzünden dışa vuramadıkları istek ve duyguları, kendiliğinden olarak oyunda, tiyatroda rahat bir şekilde açığa vurmakta, böylece ruh ferahlığına ulaşmakta başka bir deyişle bir ruh tedavisinden (psikoterapi) geçmektedir. Peki tabiatın tedavi amacıyla çocuklara tabii olarak yer bıraktığı ‘‘oyun’’dan neden herkes faydalanmasın; neden oyun genel bir tedavi yöntemi olarak kullanılmasın? Böylelikle Moreno’nun kafasında Psikodrama doğmuş oluyordu (Moreno, 1963). Literatüre rüyalar üzerinden sert bir tartışma başlatarak giren Moreno, Freud’a şöyle dediğini belirtir: ‘‘Siz, insanları doğal çevrelerinden uzaklaştırıp, onlarla suni bir ortamda konuşuyorsunuz. Ben ise bunun aksini yapıyorum. Siz insanların gördükleri rüyaları analiz ediyorsunuz; ben ise onları aynı rüyayı tekrar görmeleri için yüreklendiriyorum.’’ (Dökmen, 1988, s.30). ‘‘İkinci kez yaşanan her gerçek birinciden kurtuluştur.’’ Moreno Psikoloji’ye kahkahayı getiren Moreno’nun bu sözünden de anlaşılacağı üzere bireyin ilk kez yaşadığı bazı olaylar onu kontrol edebilir; fakat birey aynı olayları ikinci kez yaşarsa, bu durumda kendisi onları kontrol altına alabilmeyi başarır. İşte tele ve empati tam da terapinin bu noktasında devreye girmektedir. Özetle birey öncelikle kendi yaşamını tedavi edebilmek, kendi yaşamını anlamlandırabilmek için sıkı bir tele ve empati eğitiminden geçmelidir. Empati gücünüzün yüksek, tele çekiminizin kuvvetli olması dileğimle... Terapötik kalın.

PsiNossa 7


Varoluşçu Terapi V

aroluşçu yaklaşım insanın biricik oluşu ve özgün olma özelliğini hiçe sayarak bir nesne gibi ele alan yaklaşımlara karşı bir tepki olarak doğmuştur. Varoluşçu düşünce, insanın kendini yaşamakta olduğu zaman içinde var edebileceği ve değiştirilebileceği ilkesine dayanmaktadır. Varoluşçu düşünce akımı var oluş felsefesinin insanın doğası üzerindeki varsayımları ile fenomenolojik inceleme yöntemini birleştirerek insan sorunlarını incelemek için Avrupa’da ortaya çıkmış bir yaklaşımdır. Bu yaklaşıma göre insan her şeyden önce tanımlanması gereken bir nesne değil bir var oluştur. Kaygı da bir hastalık değil yaşamın sorumluluklarından kaçışın bir anlatımıdır. İnsan yaşamının belirleyicileri insanın geçmişi ve içsel dürtüleriyle kısıtlanamaz. Varoluşçu yaklaşımda, problemlerimizin çözümü geçmişimizde ya da biyolojik yapımızda değil aksine yollarımızı özgürce seçip sorumluluğunu üstlenmemizdedir (Corey, 1991; Bezirci, 1997, akt., Koçak, Gökler, 2008). Varoluşçu psikoloji, bireylerin doğduğu zaman, geliştiği ve var olduğu zaman karşılaştığı stabil olmayan dönüşümlerle ilgilenir (Sharf, 2014, akt., Sakızcıoğlu, 2016). Varoluşçu terapi, bireylerin, eyleme geçme özgürlüğünün risklerini ve sorumluluğunu kabul etmelerini sağlamayı hedeflemektedir. Varoluşçu yaklaşımın odağında insanların kendini fark etmelerinin artacağı, bu kapasiteye sahip oldukları ve yaşamındaki mevcut durumundan seçme yoluyla daha özgür hale gelebileceği varsayımı yer alır. İnsanlar, geçmişin ya da dış dünyanın kurbanı değildir; kendileri için karar verme ve eyleme geçme iradeleri vardır (Corey, 1990, akt., Özen, 2006). İnsanı ayıran özelliklerden biri de anlamlılık duygusuna sahip olmak ve yaşamda bir amaç edinmek için mücadele vermektir. Yaşamın anlamıyla ilgili sorular, insanların yaşamları boyunca farklı zamanlarda akıllarından çıkmayabilir. İnsanların aklından çıkmayan sorular; “Neden bu-

8 PsiNossa

Dicle AY radayım, yaşamdan ne istiyorum, bana yaşam amacını sağlayan nedir, yaşamda benim için anlamın kaynağı nedir?” vs. gibi soruları örnek olarak göstermek mümkündür. (Corey, 2008; Sharf, 2014, akt., Sakızcıoğlu, 2016, s. 1294). Anlam bulmadaki yaratıcılık ile yaşam doyumu, mutluluk ve psikolojik sağlık arasında önemli bir bağlantı olduğunu vurgulamak gereklidir (Adams, 2014, akt., Sakızcıoğlu, 2016). Anlam hissi, bireye dünyada olan olayları yorumlama yetisi ve insanların nasıl yaşadıklarına ve nasıl yaşamayı istediklerine göre değerlerin gelişimi için bir araç sağlar (Sharf, 2014, akt., Sakızcıoğlu, 2016). Anlamsızlık olgusu, diğer bir ifadeyle yaşamdaki anlamı yitirmek , yaşamın gerçeği olarak tanımlanır. Amacını ya da yaşamının anlamını yitirdiğini hisseden kişi, varoluşsal bir boşluk ve kaygı yaşar (Lawrence, 1960, akt., Sakızcıoğlu, 2016). Varoluşçu Yaklaşımın Temel İlkeleri Koçak ve Gökler (2008)’e göre varoluşçu yaklaşımın temel ilkeleri şu şekildedir: 1. Varoluşçu anlayışa göre insan tanımlanması gereken bir nesne değil, her şeyden önce bir varoluştur. Var oluşçu yaklaşımı diğerlerinden ayıran en önemli faktörlerden biri doğa bilimlerinde geçerli olan nedensellik (causality) kavramının psikolojiye aktarılmasına karşı çıkmasıdır. Bu yaklaşıma göre insanın var oluşunda neden- sonuç ilişkisi yoktur. Yani çocuklukta yaşanmış bir olay o insanın yetişkin yaşamındaki bazı davranışlarıyla neden-sonuç bakımından ilişkilendiremez. Varoluşçu yaklaşım nedenselliği reddederek olguculuk, gerekircilik ve maddeciliği de reddetmiş olmaktadır (Büyükdevenci, 1994; Satre, 1997, akt., Koçak ve Gökler, 2008). 2. Varoluşçu yaklaşım, özne ve nesne şeklindeki bir ikiciliğe, düalist anlayışı da karşı çıkar. Bu yaklaşım dünya da bireyin tekliğini vurgula-


maktadır ve bu birliği bozan her türlü görüş insanın varoluşunun anlamını saptırmaktadır. Bu yüzden insanın varoluşu ego ya da bilinçdışı ruhsal aygıtlarla, fiziksel enerjileri, iç güdüler ya da arketiplerle açıklanamaz. İnsan fenomenolojik bir oluştur. Fenomen de o anda var olan her şeydir (Gazda, 1989, akt., Koçak ve Gökler, 2008). 3. Varoluşçu yaklaşım açısından insan, kendi varlığının ne yapmakta olduğunun ve kendisine neler olduğunun bilincindedir. Evrende davranışlarının neden ve sonuçlarını bilen seçme özgürlüğü olan tek varlık insandır. Bunun sonucu olarak da insan kendisi ve çevresindeki olaylarla ilişkin kararlar verme ve kendi sorumluluğunu üstlenme yeteneğine sahiptir. İnsan seçim yaparak kendi var oluşunu gerçekleştiren tek varlıktır ve bu var oluşundan doğan sorumluluğu yüklenmelidir.. İnsanın kendi sorumluluğu üstlenmesi özgürlüğü ile doğru orantılıdır (Koçak ve Gökler, 2008). 4. Varoluşçu yaklaşımın insana tamamen pozitif bir açıdan baktığı yargısı doğru değildir. Çünkü varoluşçu yaklaşımın yaşamla ilgisi olduğu kadar ölümle de vardır. Bir hiçe indirgenme olasılığı her zaman insanla birliktedir. Bu olasılık ona hiçliği anlatmaktadır ve hiçlik ölümle sembolleştirilmektedir. Bunu bilmek yaşamda sürekli bir endişe oluşturur. Ölüm de varoluşsal gerçeklerden biridir ve insan ölümle de yüzleşmelidir. Çünkü insan kendi varoluş gerçeklerinden kaçamaz (Koçak ve Gökler, 2008). 5. Varoluşçu yaklaşım insanı açıklamak için “fenomenolojik” inceleme yöntemini tercih etmektedir. Fenomenolojik görüşün temel anlayışına göre tek bir doğru olmamasıdır. Doğrular bireyin yaşadıkları ve algıladıklarıdır. Gerçeğe entelektüel çabalarla değil, fenomenleri anlamaya çalışılarak varılabilir. Yani olayların arkasındaki gerçekler onu yaşayan kişi tarafından görüldüğü biçimi ile anlaşılabilir. Önemli olan olay değil, nasıl algılanıp anlamlandırıldığıdır. Gerçekte bu

olur. Varoluşçu yaklaşımda danışman, danışanın davranışlarını düşünce ve duygularını olduğu gibi anlayabilmeye yoğunlaşmaktadır. Çünkü gerçekleri anlamak bireyin öznel, fenomenolojik dünyasını anlamak ile mümkün olabilir (Koçak ve Gökler, 2008). 6. Varoluşçu yaklaşımda psikolojik danışma süreci ve terapi sürecinde uzmanın tutumları ile ilgili önemli bir açıklama getirilmemiş ve teknikler önerilmemiştir. Çünkü tekniklerin kullanımı, danışana bir obje gibi bakılması sonucunu doğurabilir ve bu da danışma sürecinin etkisini bozabilir. Bu nedenle yöntem ve teknikler üzerinde durulmamaktadır (Koçak ve Gökler, 2008) 7. Varoluşçu yaklaşımda danışma sürecinin özü danışanın kendi varoluş bilincine ulaşması ve kendi sorumluluğunun farkına vararak üstlenmesini sağlamaktır. Danışan kendisi ve ailesi ile ilgili birçok olumsuzluklar ve engeller içinde olsa dahi bazı seçenekler yine de mevcuttur ve bu seçimlerinin farkına vararak kendine karşı sahip olduğu sorumluluğu üstlenmelidir (Corey, 1991, akt., Koçak ve Gökler). Genel olarak bakılırsa, varoluşçu yaklaşım hastalara uygulanan bir yaklaşım değil, terapistin yaşadığı ve yansıttığı bir yaklaşımdır. Yaşamla ilgili temel sorgulamaları içeren, insanın ait olduğu ve hastanın insan olma niteliğini açığa çıkardığı için varoluşçu terapi yaklaşımı uygulanabilirlik kazanmaktadır. En önemli konu ise şudur; varoluşçuluğu terapi süreci boyunca kullanmadan evvel , felsefi boyutunu öğrenmek ve belki de hissetmektir (Özen, 2006).

PsiNossa 9


Mesleki Etik E

tik, mesleğin en önemli soru ve konularından biri. Konuya etiğin neliği üzerinden giriş yapmak gerekirse... Pratikte, doğru ve yanlışı iyi ve kötüyü ayırt etme; felsefede, insanın ahlaka ilişkin davranışları ve var olan ahlak üzerine düşünme anlamındadır. Meslek etiği ise mesleki davranışlarımızı yönlendiren, rehberlik eden ve değerlendirilmesine olanak tanıyan prensip ve standartların toplamıdır (MEGEP, 2006). Psikologlar ve psikolojik danışmanlar için etik ilke ve kurallar Türk Psikologlar Derneği (TPD)'nin Etik Yönetmeliği ile tanımlanmıştır. Etik ilke ve kurallarının temel amacı, eğitme, geliştirme ve denetlemedir. (Akfert, 2012; Aydın, 2003, akt., Taşdan ve Yalçın, bt.). TPD'nin Etik ilke ve kuralları, mesleğin ve bilimin standartlarını belirler ve uygulanabilir kılar, meslektaşların ortak değerlerini korur, uygulamada karşılaşılan etik ikilemlerde izlenebilecek yolları gösterir, hizmetin sunulduğu kişinin ve toplumun haklarını korur (TPD, 2004). Türk Psikologlar Derneği (2004), genel etik ilke ve kurallarını − Yetkinlik/Yeterlilik − Yararlı Olmak ve Zarar Vermemek − Sorumluluk − Dürüstlük − İnsan Haklarına Saygı ve Ayrımcılık Yapmama, olarak tanımlamıştır. Bunlar genel olarak, TPD'nin ve yasalaştığında T.C. Psikologlar Meslek Yasası'nın gerekli gördüğü eğitimden mezun olma, kişisel ve profesyonel becerileri sürekli olarak geliştirme; hizmet sunulan kişi veya kurum için en yüksek yararı gözetme; mesleki ve bilimsel sorumlulukların farkında olma; dürüst, doğru ve tarafsız bir misyon geliştirme; insan hakları ve onuruna saygılı olup din, dil, ırk ve cinsiyette ayrımcılık gözetmemeyi kapsar.

10 PsiNossa

Elif Gül ŞAHİN

Etik İkilem

Uygulama ve araştırmada psikologlar etik sorunlar ve ikilemlerle karşılaşabilirler. Bu, etik hususunun en önemli konusu sayılır. Etik sorun eğer açıksa etik karar verme süreci ile çözümlenir. Fakat sorun bazı değerlerin çatışmasına neden oluyorsa etik ikilemde kalınmış demektir ve bu durumda psikolog karar verme sürecinde içsel değerlendirme yapmalı ve meslektaşlarına danışmalıdır (TPD, 2004). Çatışan bu değerler doğrudan eylemin kendisiyle veya eylemin sonuçlarıyla alakalı olabilir. Bu ikilemlerin doğru bir seçeneği veya çözümünü sağlayan kesin kuralları yoktur (Akfert, 2012). Başta da söylendiği gibi sorunun çözümü psikologun içsel değerlendirmesine tabiidir. Bu durumda “doğru” kararı vermek için psikolog etik ilkeleri çok iyi bilmeli ve içselleştirmiş olmalıdır. Psikoloji alanındaki etik ihlallerin birçoğunun nedeni, etik sorumluluklar hakkında yeterli bilgiye ve yetkinliğe sahip olmama, ikilem karşısında meslektaşlara danışmama, sorunu görmezden gelme, duyarsız ve çıkarcı davranmadan kaynaklandığı belirtilmiştir (Koocher ve Keith-Spielgel, 1998; Korkut ve ark., 2006, akt., Akfert, 2012). TPD (2004), etik karar verme aşamalarını şöyle belirlemiştir. − Etik sorunun ve gerçekleştiği bağlamın belirlenmesi − Olası eylem seçeneklerinin belirlenmesi − Bunların her birinin kısa ve uzun erimli yarar ve zararlarının belirlenmesi − Tüm ilke ve kuralları değerlendirip, eylem olasılıklarından birinin seçilmesi − Bu yönde harekete geçilmesi ve sonucun sorumluluğunun alınması − Bu eylemin sonucunun değerlendirilmesi − Eğer sorun çözülememiş ise diğer olasılıkların devreye sokulması.


Psikoterapide Etik

TPD, genel ilke ve kurallar bağlamında terapi için de etik sorunlara ilişkin ilkeler tanımlar. Bu ilkeler; danışanın bilgilendirilmiş onamını, danışanın terapi sürecini, gizliliği, olası riskleri ve danışanın merak ettiği diğer konular hakkında bilgilendirilmesini ve kendi iradesi ve onayıyla terapiye başlamasını içerir. TPD, özel olarak grup terapisi, aile ve çift terapisi ve geleneksel olmayan psikoterapi ortamında karşılaşılacak etik sorunlara da açıklık getirir. Burada da gizlilik, terapist ve danışan rollerinin açıkça belirlenmesi, terapötik sürece zarar verecek uygulamaların sonlandırılması ve benzeri maddeler yer alır. Terapi süresince danışanla veya bir yakınıyla duygusal-cinsel bir ilişki kurulmaması ya da daha önce duygusal ve cinsel yakınlaşmada bulunulan kişinin terapist tarafından danışan olarak kabul edilmemesi gerektiği de psikoterapötik etik ilkeler arasındadır. Son olarak terapist, danışanının artık yardımına ihtiyacının kalmadığını, danışanına artık yararlı olamayacağını ya da terapinin danışanına zarar vereceğini düşündüğü durumlarda terapiyi sonlandırmalıdır. Yine, terapist danışan veya danışanla ilişkili kişi tarafından tehdit edilirse terapiyi sonlandırabilir. Tedavi sonlandırılırken danışan bilgilendirilmeli, ihtiyaç varsa faydalı olabilecek başka bir terapiste yönlendirilmelidir.

PsiNossa 11


HABER

Terapi

M

erhabalar TPÖÇG ailesi ve değerli okurlar! Bu ayki yazım benim son yazım olacaktır. Yoğun geçen bir yılı bu kadar çabuk ardımda bırakmak beni çok garip duygulara yöneltti. Umarım yayın ekibi önümüzdeki yıl içerisinde de başarılarına başarılar katar ve değerli okurlarımızın dergimizi okumaktan keyif duymalarını sağlamaya devam eder. Esenlikler dilerim ve bu ayki konumuz ışığında sizlere her zamanki gibi yabancı kaynaklardan derlediğim haber köşesini sunmaktan onur duyarım!

Ceren Nur Gürler

nıtlanmıştır. (£974.81 & £1235.23) Profesör Richards’a göre araştırma bulguları dünyanın birçok yerinde pahalı olan terapilerin yerini alacak olan bu terapi yönteminin birçok kişiye zaman ve nakit konusunda kar sağlatacaktır. Fakat bu iki terapi yöntemine cevap veremeyecek hastalar da mevcut olacağından daha fazla kat edilmesi gereken yollar olduğunu söylemeden geçemiyor. Sonuçlar oldukça umut verici. Ama terapilere dair ortalıkta dolaşan oldukça fazla stigma mevcut. Bu stig“Depresyonun tedavisi için uygulanan en ucuz malar sonucu ortaya çıkan ön yargılar ve devlet politive kolay terapi yöntemleri, bilişsel ve davranış- kaları bastırılabilir ve herkese bu imkân tanınabilirse araştırmanın sonucu devrim niteliğine kavuşabilir. sal terapi yöntemleri kadar etkili’’ “Medicalnewstoday’’ web sitesinin yayımladığı bir “Yeni bir anlayış: Psikologlar depresyona yönehabere göre en ucuz ve en kolay terapi yöntemlerinin lik tedavilerde daha az ilaç ve daha çok terapi bile depresyon tedavisinde bilişsel ve davranışsal te- için çağrıda bulunuyorlar: Birleşik Krallık’’ rapi kadar yarar sağlamaktadır. Peki bu tam olarak ne “Medicalnewstoday.com’’da yayınlanan bir habere anlama geliyor ve nasıl ortaya çıktı? göre, İngiliz Psikoloji Topluluğu depresyonla mücadeExeter Üniversitesi Akıl Sağlığı Araştırma Bölümü Pro- le etmek için Yeni Görüş Stratejileri altında bir araya fesörü David Richards olaya parmak atmıştır. Araştır- gelmiştir. masına göre kolay yani pahalı olmayan psikoterapi ve Topluluğun başkanı Sue Gardner “Topluluğumuz her davranışsal aktivasyon yani bir diğer deyişle konuşma zaman yeni görüşleri destekler nitelikte olup psikolojik terapisi, bilişsel ve davranışsal terapiler kadar etkilidir. olarak iyi hissetme durumunu arttırmayı ve sıkıntıları Bilişsel ve davranışsal terapi pahalı olduğu gibi birçok tedavi etmeyi ve gidermeyi hedeflemiştir.’’ diyerek dükişiye aynı anda hizmet verememektedir. Bundan do- şüncelerini belirtmiştir (Medical News Today, 2009). layı uygun maddi imkânı olmayan insanlar maalesef “Ama herkesin terapilerden faydalanmasını sağlamak tedavi sürecinde sıkıntılar yaşamaktadır. Ama umut adına yapılacak oldukça fazla iş var. Genelde ne yazık verici olan bu araştırma sonuçları, durumu köklü bir ki insanlar depresyon tedavisinde sadece ilaç ile tedavi değişime itebilir (Medical News Today, 2016). ediliyor. Halbuki terapi veya terapi+ilaç ile tedavi çok Peki bu sonuca nasıl varılmıştır? İngiltere’de depres- daha etkili olmaktadır.’’ diye eklemiştir (Medical News yona sahip 440 tane yetişkin, İngiltere’nin üç farklı Today, 2009). bölgesinden seçilmiştir. Ardından bir kısmı davra- Ayrıca topluluk Akıl Sağlığı Araştırması dilekçesini nışsal aktivasyon terapisi ve bir diğer kısmı bilişsel ve bu alanda daha da fazla kesime ulaşmak için imzaladavranışsal terapi ile tedavi görmeye başlamıştır. Bir mıştır. yıl süren çalışmanın ardından davranışsal aktivasyon “APA (Amerikan Psikoloji Derneği) Obama’nın terapisinin düşünüldüğü kadar kalitesiz bir terapi cinsel yönelimi değiştirmeye dair olan terapileyöntemi olmadığı ortaya çıkmıştır. Çünkü iki grupta- rin sonlanmasını istemesini uygun görmekteki katılımcıların birbirlerine yakın oranda depresyon dir.’’ semptomlarının azaldığı gözlemlenmiştir (Medical Dernek Obama’nın, gençlerin aykırı bulunan yöneNews Today, 2016). Yani davranışsal aktivasyon tera- limlerinin değiştirilmemeye veya baskı altında bırakılpisinin bilişsel ve davranışsal terapiden daha iyi oldu- mamasına yönelik sözlerini oldukça desteklemektedir. ğu söylenemese de en azından aynı oranda etkili oldu- Cinsel yönelimi nedeniyle azınlıkta kalan gençlere en ğu gözlemlenmiştir. Ayrıca önceden de bilindiği gibi çok zarar veren ise bu cinsel yönelim değil toplumdaki bu terapilerin masrafları birbirlerinden oldukça farklı stigmalardır (APA, 2015). ve bu araştırma sonucunda bir kez daha bu durum ka-

12 PsiNossa


APA’nın 2015 yılında başkanlığını yapan Barry S. Anton Phd ‘’Mental rahatsızlık olduğu kanıtlanmamış bir durumu ‘onarma’ amaçlı yapılan terapiler oldukça gereksizlerdir. İşe yaradıklarına dair elde akla yatkın hiçbir bulgu yok iken hastaya zarar verme ihtimali de oldukça yüksektir. APA, akıl sağlığı çalışanlarının eşcinsel ve transseksüel bireylere karşı olan ön yargıları azaltmaları için çalışacaktır.’’ demiştir (APA, 2015). APA bu cinsel yönelime dair oluşan sıkıntıları önlemek amacıyla bir çözüm önergesini rapor etmiştir. “A Resolution on Appropriate Affirmative Responses to Sexual Orientation Distress and Change Efforts’’ adıyla yayınlanan bu bildiride eşcinsel bireylerin ailelerini ve bütün yakınlarını eşcinselliğin akli bir rahatsızlık olmadığına dair bilgilendirmek amaçlanmıştır (Anton, 2010, akt., APA, 2015). Bunun yerine bireyin cinselliğe yönelik doğru bilgi alması, ailenin ve bireyin diğer yakınlarının bireyi desteklemesi ve dışlanmayı önleyici eğitimler ve psikoterapiler görmesi önerilmiştir.

“Sınır Kişilik Bozukluğu Nasıl Teşhis Edilmelidir?’’

Shauna H. Springer (2015)’in “Psychologytoday’’deki blogunda olan yazısı hem hastayı hem de hasta ile ilgilenen sağlık çalışanlarını düşünerek yazılmıştır. Kendisi lisanslı psikolog ve ilişki-yaşam stili araştırmacısıdır. Springer, bu yazısında yalnızca teşhisin nasıl konacağına değil aynı zamanda, danışmanın danışana teşhis koyarken çekimser davranmasının nasıl önleneceği konusuna da değinmiştir. Öncelikle Springer Sınır Kişilik Bozukluğuna dair eğitim almamıştır. Kendisi genel olarak terapi konusunda bilgi birikimine sahiptir. Ama en çok deneyimlediği şey, kendisine gelen birçok hastanın dosyasında sınır kişilik bozukluğuna dair bulguların olması ama hastaların bundan haberinin bile olmamasıdır (ya da önceki klinik tedavi uzmanının bütün bulgulara rağmen bu teşhisi koymamış olmasıdır.) Bütün diğer rahatsızlıklar, örneğin depresyon ve kaygı bozukluğu gibi rahatsızlıklar, ortaya çıkarılırken sınır kişilik bozukluğu daha karanlıkta kalmaktadır. Sınır kişilik bozukluğu en deneyimli klinik uzmanlar tarafından bile korku ve kaçınma ile karşılanmaktadır. Sınır kişilik bozukluğuna sahip hastalar genelde geçmişten gelen savunmasızlıklara sahiptirler. Bu sebeple çevresindeki insanlarla yakınlık kurmada zorlanırlar. Bundan dolayı bu tarz hastalarla daha iyi bir bağ oluşturmak gerekir. Yani dürüstlük başlıca gelen bir koşuldur. Dürüst davranmanın ortaya çıkardığı güven ilişkisi Springer’ı daha önce yüzüstü bırakan bir yöntem olmamıştır. Düzgün bir dil kullanıldığı takdirde tabii. Bu düzgün dil nasıl oluşturulur? İlk olarak yargılayıcı

üslup terk edilir. Hastaya bu rahatsızlık yargılayıcı olmayan bir üslupla anlatılır ve sonra hastaya da bu rahatsızlığı daha önceden duyup duymadığı ve duyduysa hakkında neler bildiği sorgulanır. En sonunda hastaya tedavisi olan bir rahatsızlığı olduğu belirtilir. Springer’a göre Marsha Linehan işinde oldukça iyi bir psikologdur. Kendi geliştirdiği diyalektik davranışsal terapi, sınır kişilik bozukluğu olan hastalarda uygulanmaktadır. Springer kendi hastalarına da bu tedavi yönteminden bahseder ve onların geçmişte anlattığı bu rahatsızlığın semptomlarını içeren hikâyeleri hastaya tekrar hatırlatarak bu tedavinin onlar için neden faydalı olacağını anlatır. Anlatılan bu anıların hastaya tekrar aktarılması, hastaların tedaviyi kabul etmeleri ile sonuçlanır. Çünkü hasta anlaşıldığını, dinlendiğini ve değer verildiğini hisseder. Bunlara ek olarak, teşhis konmadan önce, bir aşama daha vardır. Hasta ile birlikte teşhis konur. Hastaya, konulan teşhisten emin olunmadığı ve emin olmak için hastanın kendisinde fark ettiği bulgular kâğıt üstünde işaretlenir. Böylece teşhis tam olarak konulmaya hazırdır. Ve dinlemek… Springer’a göre klinik tedavi uzmanlarının bu kısmı iyi muhakeme etmesi gerekmektedir. Sınır kişilik bozuklarının bazı semptomları bir kişinin yoğun stres altında kaldığı zamanlarda gösterdiği semptomlara da yakın olabilmektedirler. Bu fark iyi analiz edilmelidir (Örnek vermek gerekirse bipolar teşhisi konmuş bir kişinin manik döneminde “Geçen 500 dolarımı sadece bir telefona yatırdım.’’ demesiyle “İlerde karşılayamayacağımı bile bile o kadar çok para harcadım ki borç batağındayım.’’ demesi bir değildir. Aradaki ayrım iyi yapılmalıdır.). Bu süreçte, Springer psiko-eğitim yöntemini uygun bulmaktadır. Bu yöntem düzgün bir biçimde uygulanırsa, hasta kalkanlarını kaldırır ve rahatsız olduğu durumları daha rahat açar. Çünkü hasta sizin ne gördüğünüzü bilir. Ama eğer bazı hastalarının kendisini açamadığını fark ettiği zaman Springer, onların Sınır Kişilik Bozukluğuna dair semptomlarının listelendiği bir kâğıdı alıp iki renge sahip fosforlu kalemlerle kendisinde gördüğü semptomları bir renge, görmediklerini bir başka renge boyayarak birkaç gün sonra getirmesini istemektedir. Uzun lafın kısası kendisi Sınır Kişilik Bozukluğuna dair bir uzman olmasa da kendi deneyimlediği birçok klinik çalışmasından edindiği deneyimlerle vardığı sonuç: Sınır kişilik bozukluğunu belirlemenin en etkili yöntemi saygı, cesaret ve naziklikten geçer.

PsiNossa 13


KONUK YAZAR

Psikolog Olarak Yetkin ve Nurbanu Perişan Yeterli Olmak

Psikolog doktor bir klinik psikoloji programından mezundur. Tüm uygulamaları, alan çalışmaları ve intörnlük dönemi yetişkin hastaların bulunduğu ortamlarda olmuştur. Çocuk gelişimi ve psikopatolojisine ilişkin dersler almamasına rağmen şimdi çocuklarla da çalışma yapmak istemektedir. Gelişim psikolojisi ve çocukların psikoterapisi konularında 5-6 tane temel kitap okuduktan sonra çocuk danışanlar da kabul etmeye başlamıştır.” (Dağ, 2007, s.38). “Bir psikolog doktor kısa süreli psikoterapiler konusunda eğitim almıştır. Bir gün ailesiyle birlikte bir dağ kasabasına taşınır, çünkü kendi yaşam tarzlarına burayı uygun bulmuşlardır. Ancak burada bazı danışanlarının karşısına getirdiği sorunlara müdahaleye hazır değildir. Bunlardan bazıları da açıkça uzun süreli psikoterapilerden yararlanacak vakalardı ama bu tür müdahaleleri yetkin olarak yapabilecek uzmanlar en yakın 350 Km uzaklıktaki bir şehirde bulunmaktadır.” (Dağ, 2007, s.39). Türk Psikologlar Derneği Etik Yönetmeliği’ne göre (2004), etik yönetmelikler psikologlara günlük uygulamalarında, psikoterapilerde, kendilerini değerlendirme ve planlama yapabilmeleri için yardımcı olur ve topluma sunacakları hizmetleri daha sağlıklı hale getirmeyi amaçlamaktadır. Kuramsal bir dayanağı olan, farklı teknikleri içeren ve günümüzde ruhsal hastalıkların tedavisinde başvurulan bir tedavi yöntemi olan psikoterapi; bir tedavi ediciyle (danışman, terapist vs.) bir ya da bir grup hasta (danışan) arasında gerçekleşen, tanı koydurucu ve tedavi edici niteliği olduğu varsayılan ilişkidir (Oğuz, 2001). Derleme, psikologların psikoterapilerdeki yetkinlik ve yeterliliklerini Türk Psikologlar Derneği Etik Yönetmeliği’ne (2004) dayanarak literatür ışığında incelemeyi amaçlamaktadır. Dağ (2007) tarafından yayınlanmış olan yukarıdaki 2 vakaya mesleki etik açısından bakıldığında; birinci psikoloğun iyi eğitilmiş bir yetişkin klinik psikoloğu

14 PsiNossa

olmasına rağmen, formel eğitim almadan, sadece kitaplardan öğrendikleriyle çocuklarla psikoterapi uygulamaya çalışması, eğitimiyle bağlantılı yeterliğinin ötesine geçmiş olduğu anlamına gelmektedir. Üstelik kendisi bu yeterlik aşımının farkında değilmiş gibi görünmektedir. İkinci vakaya bakıldığında, teknik olarak profesyonel standartlara uymama bulunmakla birlikte, olayın tamamen etik dışı görülmesi de bir zorunluluk değildir çünkü bir taraftan da kişi sonuçta klinik psikolojisi uzmanıdır ve çocuk psikoterapisi konusunda kendini geliştirme çabası da göstermiştir. Elbette öncelikle hastaları uygun yeterlikteki uzmanlara gönderme olanakları araştırılmalıdır. Ancak, bu kesinlikle mümkün olamıyorsa, kaynaklar sınırlıysa, danışan hiç müdahalesiz kalmaması adına, mutlaka bu konuda yeterli bir uzmandan, örneğin, süpervizyon (danışmanlık) almak şartıyla müdahale edilmelidir. Bununla birlikte danışanın ihtiyacı olan ile terapistin yeterliği arasında bu yolla bile telafi edilemeyecek büyüklükte bir uçurum varsa, bu tespiti terapistin yapması gerekmektedir. Uygulanacak bir tedavinin bir yarardan çok zarar getirme olasılığı nedeniyle, tedaviye hiç kalkışılmamalıdır (Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği, 2007). Türk Psikologlar Derneği Etik Yönetmeliği’ne göre (2004), psikoloji mesleği ve biliminin standartlarını belirlemek ve bu standartları en yüksek düzeyde uygulayıp, korumak için vardır. Etik İlkeler meslektaşların ortak değerlerini belirler. Psikoloji ve psikolojik danışmanlık ve rehberlik bölümlerinden mezun olan psikolog ya da psikolojik danışmanlar ülkemizde bu alanlarda yeterli meslek elemanı olmaması nedeniyle kısa süre içerisinde yetkin ve yeterli olmaksızın, özel eğitim ve rehabilitasyon merkezi, sosyal hizmet kurumları, okul ya da hastane gibi kurumlarda istihdam edilmeye başlamaktadırlar (Andiç,2012). Sperry’nin (2010) derlemesinde, yetkinlik ve yeterliliğin temel olarak iyi bir eğitim ve pratik


gerektirdiği ancak 6 temel özelliğe daha ihtiyaç duyulduğu sonucuna ulaşılabilir. Bu özellikler, danışanını anlama, ilişki kurma ve sürdürebilme, terapiyi düzene sokma, doğru uygulamaları yapabilme, değerlendirme ve terapide sonlandırmaya gitme ve kültürel ve etik açıdan hassas davranma aşamalarını tamamlayabilmesini kapsamaktadır. Türk Psikologlar Derneği Etik Yönetmeliği’ne göre (2004); Psikolog, uluslararası standartlara, Türkiye Cumhuriyeti’nin Yükseköğrenimle ilgili yasalarının öngördüğü eğitim veya denklik koşullarına göre verilen, Türkiye Cumhuriyeti Psikologlar Meslek Yasasının ve Türk Psikologlar Derneği’nin koşullarına uygun yasal eğitimi alıp yetkinliğini elde eder ve sadece yetkinliğini elde ettiği alanda eğitimi, kişilik özellikleri, deneyimi ve becerileri çerçevesinde çalışır. Yetkinliğin Korunması ve Geliştirilmesi maddesi gereği; psikolog, yetkinliğini korumak ve geliştirmek amacı ile alanı için gerekli olan resmi eğitimin yanı sıra; sürekli olarak alanındaki bilimsel gelişmeleri ve gerekli eğitimleri takip eder ve bunları deneyimi ile birleştirir (Andiç, 2012).

terliliği ile ilişkili olduğu belirtilmektedir (ACA, 2010). Literatürde, Türkiye’de klinik alanda çalışan psikologların karşılaştıkları etik ihlaller ve bu ihlaller karşısında yapılması gerekenlerle ilgili bir çalışmaya rastlanmıştır. Korkut ve arkadaşlarının (2006) yaptığı bu çalışmada alanda karşılaşılan etik ihlallerin sırasıyla yetkinlik ve yetkinliğin sınırları ile ilgili ihlaller, eğitimler için istenen keyfi meblağlar, yeterli ve gerekli mesleki eğitimi olmayan kişilerin eğitim vermesi ve zarar vermekten kaçınmak ile ilgili olduğu belirtilmektedir. Yukarıdaki verilere dayanarak, özellikle Türkiye için, yetkinlik ve yeterliliğin etik ihlaller arasında en yüksek orana sahip olması bu konuda önleyici çalışmalar yapılması gerektiğini kanıtlar niteliktedir. Literatüre bakıldığında, etik ihlaller konusunda Türkiye’ye yönelik araştırmaların yetersizliği gözlemlenmiştir. Etik ihlallerin yetkinlik ve yeterlilik maddesi ve diğer tüm maddeler için çalışmalar yapılması ve bu konuda danışanların ve psikologların farkındalığının artırılması gerektiği düşünülmektedir.

TARTIŞMA

Psikologlar, işlerinde yüksek standartlarda yetkinlik ve yeterliliklerini sağlamalı ve sürdürebilmelidirler. Kaliteli ve donanımlı bir eğitimle uzmanlıklarını en yetkin şekilde sunabilmeliler (Hothword, 2010). Görüşmeyi yapacak olan psikolog ya da psikolojik danışmanların yeterli donanıma ve deneyime ve mesleki özgüvene sahip olması gerekliliği, ülkemizde klinik ve araştırma görüşmelerinin yapılması ile ilgili olarak üzerinde durulması gereken önemli konulardan biridir (Andiç,2012). Amerikan Psikolojik Danışma Derneği’nin (ACA), 2010 yılı etik komite raporları incelendiğinde, etik ihlaller ile ilgili bir yıl içerisinde 2425 soruşturmanın %25’nin gizlilik sorunları, %29’nun görev ve uyarma sorumluluğu, %7’sinin süpervizyon, %25’inin ise lisans ye-

PsiNossa 15


KONUK YAZAR

Psikoterapide Drama ve Masalların Rolü Utku Türkmeneri

P

sikoterapide masalların ve psikodramanın kullanılması gittikçe daha fazla dikkat çeken ve hakkında daha fazla yayın yapılan bir konu haline gelmiştir. Bu yaklaşım günümüzde grup psikoterapisi uzun süreli etkileşim gruplarından, akut krizle gelen hasta gruplarından (danışma, psikiyatrik tedavi, davranışçı tedavi, kronik yatan hasta vb.), yatan hasta gruplarına kadar geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır. Psikodrama gruplarında farklı grup türleri yer almaktadır. Yatan hasta grupları; Psikiyatri birimlerinde, her gün toplanırlar, çeşitli akut psikiyatrik sorunları olan bireylerden oluşur, katılım zorunludur. Yatış süresinin kısalığı nedeniyle grup üyelerinde hızlı bir değişim söz konusudur. Ayaktan izlenen hasta gruplarında; Üyeleri sabit olan gönüllü katılımlı gruplardır. Klinikte toplanılır, benzer ve oldukça sabit düzeylerde işlevsellik gösteren bireylerden oluşur. Yatan hasta-ayaktan izlenen hasta ayrımı dışında, grup psikoterapisi pek çok değişik klinik durumda uygulanabilir. Bunlar arasında bir psikiyatri gündüz hastanesinde her gün yapılan küçük gruplardan, personel için yapılan değerlendirme grupları veya destek gruplarına dek çeşitlilik söz konusudur. Tıbbi sendromlar için özel gruplar, örneğin diyabet eğitim grupları veya lupus destek grupları genellikle bir hastanede veya ayaktan izlenim ortamında yapılırken, diğer özelleşmiş gruplar- tecavüz kurbanı grupları, savaş gazisi grupları- özel danışmanlık hizmetleri veren merkezlere, tecavüz travma merkezi veya savaş gazileri yardım merkezi gibi yerlere özgüdür. Ayrıca, gruplara göre (Genel destek grupları, Maddeyi kötüye kullanım grupları, Mesleki destek grupları, Diğer acı veren yarıyol grupları gibi birçok alt alana sahiptir.) Grup psikoterapisinde Hedefler ve zaman çerçevesi önem taşır. Psikiyatrik olmayan gruplar için ise özel tedavi gruplarına katılabilmektedirler. Grup terapisinde kaynakların

16 PsiNossa

etkin bir biçimde kullanılması terapinin işlevselliği için önemlidir. Terapötik etmenlerde; Umut aşılama, evrensellik, bilgilendirme, özverili olma (altruism), didaktik eğitim, sosyalleşme tekniklerinin geliştirilmesi, taklit etme davranışı, boşalma (catharsis), Temel aile grubunun düzeltici biçimde yeniden oluşturulması, varoluşsal etmenler, grup kaynaşması, kişilerarası öğrenme gibi etmenlerin grup terapisi seyrinde önemli rolleri vardır (Blatner, b.t). Grup sosyal mikroevreni içinde davranış örüntülerinden de ders alma yöntemi uygulanmaktadır. Bunlar; Kişilerarası patolojinin sergilenmesi, geri bildirim ve kendini gözleme, tepkilerin paylaşımı, tepkilerin paylaşımının sonuçlarının incelenmesi, kişinin kendi hakkındaki görüşünün anlanması, kişinin sunumu hakkında sorumluluk duygusunun geliştirilmesi, kişinin sunumunun değiştirme gücünün farkına varılması. Grup psikoterapisinin temel argümanlarından bazıları da ; Klinik sınırlarının belirlenmesi (İçsel klinik, dışsal klinik),açık veya kapalı bir grup yapılması, grubun yaşam süresi, grubun büyüklüğü vb. çalışmalardır. En önemli nokta ise grup yöneticisi (lider, terapist) bu çalışma için yetkin olmalıdır. Yöneticinin yetersiz olduğu durumda ise psikodramanın yararları olduğu gibi zararları da etkili travma olgusu yaratmaktadır. Grup psikoterapisinde ‘burada ve şimdi’ olanı çalışmak ve dramatize ederek sahnelemek gerekmektedir. Danışanın kendi içerisine dönmesi güncel veya sönmemiş yasları bu sahnelerde Terapist ve/veya Koterapist (Yardımcı Terapist) yardımıyla sahnelemesi, fotoğraflaması (sahne fotoğrafı), heykelleştirmesi gerekmektedir. Bunun için hiçbir kural yoktur. Spontanlık önemlidir. Canlı ve cansız her karakter kullanılabilir. Sahnelemek için her türlü ma-


teryal kullanılabilmektedir. Danışanın sahnelediği oyun için psikodrama katılımcıları ‘Yardımcı Ego’ ve ‘Eş’ rolünde canlandırma yapmaktadırlar. Grubun açılışı yöneticiyle başlar ve selamlaşma yapılır. Grup terapisi bittiğinde ise kapanış oturumu gerçekleşir. Her oturumda grup yöneticisi tarafından ısınma teknikleri de uygulanabilir. Grup yöneticisi gerekli gördüğünde hikaye çalışması (karakter öğrenimi) veya başka ödevler vererek bir sonra ki oturuma katılımcıların hazır bulunmasını da isteyebilir. Danışanların oynadığı karakterlerinde ki bilinçdışılık grup terapisinde önemli bir roldür. Psikodrama tekniklerinde sahnede yöneticiyle birlikte tüm grubunda çalıştığı solo çalışmalarda yer almaktadır. Gruptan bir kişi eğer solo çalışmak istiyorsa o kişi ‘protagonist’ olarak tüm grupla çalışabilir. Tüm grubun duygulanımı sonucunda ‘farkındalık’ etkisi yaratabilmek adına ‘yaşanmamış, söylenmemiş sözler’ kavramlarını sahnelemek kişiye iyileştirme etkisi yaratmaktadır. Bunların ise ayrı ayrı teknikleri vardır. Örnek olarak drama protokolü; Lider grup üyeleri arasından istekli bir yaşlı kadını öyküsünü anlatmak için sahneye çağırır. Kadın gelir oyunculardan iki kişi seçer. Öyküsünü anlatmaya başlar. oyuncular yavaşça ısınma hareketleri yapar. Jest ve mimik hareketlerinden sonra kostüm giymez sadece makyaj yaparlar. ( rollerine uygun olarak ) Kadının anlatımına uygun olayı oynamaya başlarlar. Kadın anlatır. Yaşlı kadın aynı şirkette çalıştığı genç bir erkekle şirketin düzenlediği bir eğitim çalışmasının gecesinde eğlenip dans ederler. Aralarında 50 yaş fark yokmuş gibidir. Gecenin sonunda kaldıkları otelin havuzuna girmeye karar verirler. Başlangıçta hoş bir çılgınlık gibi görünür. Birbirlerine arkalarını dönerek tamamen soyunurlar ve suya girerler. Karanlık çıplaklıklarını gizlemektedir. Ve çok eğlenirler. Ancak artık havuzdan çıkmaları gerekmektedir. Genç erkek önden çıkar ve giyinmeye başlar. Kadın, havuzun merdivenleri gece olduğu için kaldırıldığından kendini kaldı-

rıp yaşlı vücudunu sudan çıkaramaz. Yaşlı kadın sarkmış vücudunun görünmesini istememektedir. Güzel gecenin tüm büyüsü bozulacaktır. Gençlik yıllarında yaşadığı çılgınlık ve eğlenceleri tekrar yaşadığı büyülü an kaybolur ve genç adam yaşlı kadına yardım edip havuzdan çıkarır ve kadının sarkmış vücudunu görür. Sahnede yan yana oturup içlerinden geçen duygu ve düşünceleri yüksek sesle dile getirirler. Öyküyü anlatan (protogonist) ve izleyiciler (grup üyeleri) duygulu anlar yaşarlar. Oyuncular oyunu bitirirler ve geri çekilerek hikayenin sahibi ile göz göze gelirler. Lider grup üyelerine (izleyicilere) neler hissettiklerini ve benzer olayı yaşayıp yaşamadıklarını sorar isteklileri konuşturur. En son olarak öykücüye neler hissettiklerini sorar. Öykücü konuşturur. (Djuric ve ark. 2016) Sonuç: Bir anı bir giz ortaya çıkarılmış, anlatılarak rahatlanmış ve paylaşılmıştır. Gizden kurtulmanın rahatlığı, kendi öyküsünü oynayanlara ve kendi öyküsünü izleme ve uzaktan bakma, kendi gerçeğini keşfetme ve arınma ile başkaları ile paylaşma, yaşanmış ve kişi rahatlamış, değişime uğramıştır. Bir gizinden bir takıntısından kurtulmuştur. Her öyküde bir açık bir de gizli yön vardır. Öykücü anlatırken çoğunlukla kendinde sakladığı gizli duyguları, etkilenişleri, bilinçdışı çatışmalarını açığa çıkarmamaya çalışır. Bunları sezip açığa çıkarmak liderin görevidir. Spontanity, playback yada psikodrama tiyatrosunun amaçlarından biri öykülerin anlatıcı için önemli noktalarını ve taşıdıkları anlamları keşfetmektir. (Franzke, 2001) Psikoterapide masalların önemine vurgu yaparsak; masal geniş bir kavramdır ve yerli ve yabancı kültürlerdeki saga, mit, fabl, allegori, halk şarkısı, çocuk öyküleri, gibi farklı türler içerir. Geleneksel olmayan, yazarın kendi kişilik özelliklerini yansıtarak terapist için ulaşılabilir halen gelen edebi ve özellikle kişisel masallar da bu deyimin kapsamı içindedir. Bu türlerin hepsindeki ortak ölçüt, söz gelimi gerçekliğin ötesine taşıyan bir öğe

PsiNossa 17


içermeleridir. Bunun tam bir metamorfoz olması gerekmez. Bir fabldaki bir hayvan, bir bitkinin ya da başka bir nesnenin antropomorfik-insansı bir özelliği, doğa üstünü temsil etmeye yeterlidir. Eğitim seminerleri, klinikler ve ayakta hasta tedavilerinde yaşanan farklı örnekler aracılığıyla, içe bakma, öğrenme ve uygulamaya vurgu yaparak mümkün olduğunca çok yöntemli olarak kullanılır. Okuma, anlatma, imgeleme ve resim yapma gibi yaygın olarak kullanılan tekniklere, özel tanısal yöntemlerle yüzeysel olarak değinilebilen bir örgüdür. Örneğin; masalların değiştirilmesi, tek başına ya da grup halinde yeni bir masal oluşturulması (karşı- rol oyunu, serbest masal doğaçlaması) Her oluşturulan masal hakkında araştırma yapılması gerek arz etmektedir. Bu masallar oluşturulurken, değerli bir çaba sarf edilmektedir. Fakat bir danışanla çalışırken o danışanın ancak yaşam öyküsünü, kişilik yapısını, sorunlarını öğrenebiliriz. Masallar; danışanın çatışma ve sorunlara olumlu yaklaşımını güçlendirebilir. Ayrıca masallar, sıklıkla zorlu bir yoldan geçen danışanın, itaat mi yoksa itaatsizlik mi göstereceği kesin olmayan öykü kahramanlarıyla (önemsiz kahramanlar dahil) özdeşleşmesine olanak sağlar. Deneyimler gerçek dünyayla, masal dünyası arasında yaşanır. Tipik arketipler, büyüsel varlıklarla karşılaşırlar. Metamorfik ölme ve olma olgusu gelişir ve eski olan, biçimlenmekte olan yeniye eklenir. Bu teknikler özel eğitimler sonucuyla deneyim kazanılmaktadır. Terapist kendini yetkin hissettiğinde bu teknikleri öğrenerek kullanmalıdır. Örnek olarak; “Yönlendirilmiş Affektif İmgelemede Büyüsel İçerik’’ temalı bir karşılaşma grubunda kadın katılımcılardan birinin çiziminde biri büyük biri

18 PsiNossa

küçük olmak üzere iki balık vardır. Tartışma bölümünde balığın farklı sembolik, alegorik ve pratik yönleri tartışıldı. Çeşitli deyimlerden bahsedildi. “Küçük balık, iyi balık’’, “balık gibi taze’’ vs. Hatta pedagojik bir deyim de hatırlandı: “Ellerini masanın üstünde tut ve bir balık gibi sakince otur.’’ Bir kadın katılımcı, Sulamith Wülfing’in ejderha gibi, balık kafalı bir varlığın ağzında duran küçük bir kızı gösteren “Der Grosse Freund’’ (Büyük Arkadaş) resmini gördükten sonra şu masalı yazdı: (Orijinal metindeki noktalama korunmuştur.) “Bir zamanlar çok büyük bir bahçede yaşayan küçük bir kız vardı; bahçe o kadar büyüktü ki, ortasındaki kuyunun yanında bakıldığında bahçeyi çevreleyen duvarlar görülemiyordu. Duvar yosun, sarmaşık ve çiçeklerle kaplıydı. Hiçbir kapı, çıkış, merdiven veya pencere yoktu. Duvarın ötesindeyse sonsuz bir karanlık hüküm sürüyordu. Bahçeye gece gibi karanlık olan ve bahçenin ötesindeki heryeri harap eden figürler hükmediyordu. Bu nedenle bahçenin ötesinde ne rüzgar, ne su, ne bir bitki ve ne bir hayvan vardı. Bahçenin kralı figürler ortaya çıktığında kaybolmuştu. Küçük kız da o gün doğmuş ve bu nedenle kralı hiç görmemişti. Her akşam karanlık bastığında, annesi iyi geceler öpücüğü verdikten sonra küçük kız ayaklarının ucunda pencereye uzanır, sessizce açar ve arkadaşı kediyi çağırır, kedi parlayan gözlerle koşarak gelirdi. Küçük kız bitkilerin ve hayvanların dilinden anlayabiliyordu. Sonra birlikte aşağı inerler, büyük ağaçların arkasındaki kuyunun yanına koşarlardı. Kedi her zaman olduğu gibi büyük bir ağacın üzerindeki yerine çıkar, küçük kız kuyunun suyunda yıldızların yansımalarına bakardı. Su hareket etmeye ve gürlemeye başlar, sonra suyun derinliklerinden ejderha ve balıkların birbirine çok benzediği zamanlardan kalma yaşlı ve büyük bir balık çıkardı. Birlikte çok şey yaşamışlardı ve bu gece çok önceden yaptıkları bir planı gerçekleştireceklerdi. Yıllardır balık ve kız bir yeraltı nehrinden, dev bir ağacın bulundu-


ğu deniz kıyısına yüzüyorlardı. Ağacın tepesinde bir kelebek yaşıyordu. Balık, ağaç ve kelebek taşın nerede olduğunu keşfetmişlerdi. Bir taşın bir insan tarafından kaldırılması bahçenin duvarını yok etmenin ve çevresindeki dünyanın yeniden ışıl ışıl ve yaşam dolu hale gelmesinin tek yoluydu. O zaman kral da geri dönecekti. Akşam serindi ve küçük kız ürperiyordu, ancak tek başına yolculuk etmek ve arkadaşlarından ayrılmak zorundaydı. Kuyudan onu gözleyen bekleyen kedisini ve annesini düşündü. Neler olup bittiği hakkında hiçbir fikri yoktu. Sonra balığın ağzındaki kelebeğin sırtına yerleşti ve karanlıklar dünyasında uzun bir uçuşa başladılar. Kelebek gecenin içinde sessizce uçtu ve taşın bulunduğu delikten içeri girdi ve hiç görmediği bir karanlığın içine gömüldü. Yoluna duvarlara dokunarak devam etti. Yol hiç bitmeyecek gibi geliyordu. Sonra elleriyle yuvarlak bir şeye dokunduğunu hissetti. Küçük kız gözlerini kapatmak zorunda kaldı. Gözlerini tekrar açtığında her şeyin çok farklı olduğunu gördü. İyice açılmış büyük bir kapının önünde duruyordu ve kapıdan bahçeye bakıyordu. Güneş parlıyordu ve her şey canlılık içindeydi. Havada kelebekler uçuşuyordu. Küçük kız neler olup bittiğini onlara sormak için yaklaştığında artık hayvanların ve bitkilerin dilini anlamadığını fark etti. Bu yüzden üzülmüştü, fakat sonra yolları parlak, renkli giysiler içinde kahkahalar atan ve dans eden insanlarla dolu olduğunu gördü. Onlara doğru koştu ve kralı gördü. Kral yanına geldi ve onu kucağına aldı. Konuşurken gülümsüyordu: ‘İşte, nihayet buradasın…’ .” (Vınogradov ve Yalom, 1996). Bu masal grupta tartışıldığından ve yazarıyla masal üzerine çalışılmadığından kendi düşünce ve yorumlarından bahsedilmemesi gerekiyor. Fakat yine de masala nasıl yaklaşılması gerektiği konusunda bir örnek oluşturabilir. İçeriğe, ayrıntılara ve sentakslara bakılacaktır. İmajların kendiliklerinden canlanmasına izin verilmelidir. “Bu öyküde bana cazip gelen ne-

dir ? Hangi tablo, bölüm, kişi veya olaydan ve ne şekilde etkilendim ? ” Böyle içsel katılımlar kişinin kendisi hakkında kısmi içgörülere yol açabilir. Terapist bu döngüyle direnci kırarak, dengeyi bulabilir. Birçok bireysel ve grup terapileri, modelleri mümkündür. Psikoloji dünyası için geçerli ve gerekli modellerdir.

PsiNossa 19


RÖPORTAJ

Terapist Olmak

Ersin Bayramkaya ve Ayşegül Kalem Yeni Psikoloji Kurucu Ortakları Edanur Tunca

20 PsiNossa


1. Terapi koltuğunda terapist olarak mı yoksa Ayşegül ve Ersin olarak mı oturuyorsunuz? Ersin: Aslında bir bütün. Genelde seansta hem danışanı dinliyorsunuz bir terapist olarak hem de kendinizi dinliyorsunuz. Yani hem danışan ne hissediyor, size ne hissettiriyor hem de siz kendiniz ne hissediyorsunuz içinizde; o yüzden bence terapist olmak Ersin’in bir parçası gibi. Ersin dışarıda ya da başka bir yerde değil. Hem terapist olarak hem de Ersin olarak o koltukta oturuyorum ama tabii ki terapist olarak otursan da karşıdaki kişinin Ersin’in ne kadarını görmesi gerektiğini terapide danışanın işine yarayacak ölçüde ortaya çıkartmak gerekiyor. Evet, bazen terapide kendimi de açarım ve danışana durumla ilgili ne hissettiğimi söylerim. Bunu da başkası olarak değil, kendimden yola çıkarak Ersin hakkında bir bilgi vererek yaparım. Ayşegül: Güzel düşünüyorsun Ersin. :) Ben terapist olmayı hayatta seçtiğim rollerden bir tanesi gibi görüyorum. Yani birtakım rollerimiz var bu hayatta, doğuyoruz ve sonrasında bazı roller seçiyoruz kendimize. Bu benim seçtiğim ve bir şekilde hayat sahnesinde en iyi bir şekilde oynamaya çalıştığım rollerden bir tanesi. Birtakım becerileri gerektiriyor ve o rol icabı bir şeyleri aslında o odaya, o duruma, o ihtiyaca istinaden doğru bir şekilde ortaya koymak gerekiyor ama bu kim olduğumdan bağımsızlaşmıyor. Mesela şu benim çok sık aldığım bir geri bildirimdir: Günlük hayatta arzu edebileceğimden çok daha fazla danışanımla karşılaşmışlığım vardır ve onlar selam verdiği sürece mutlaka karşılık veririm. En az üç beş defa ‘Dışarıdaki sizi hayal eder ve nasıl olduğunuzu düşünürdüm. Gerçekten terapi odasında da dışarıda da aynen kendinizsiniz, hiçbir farkınız yok.’ dedi danışanlarım. Bu bana iyi geliyor çünkü terapistlik aslında kim olduğunla çok el ele tanımlayabileceğin bir şey. Son birkaç senedir Ersin’le birlikte kafayı çok fazla yorduğumuz konulardan biridir terapist olma olgusu. Aslında hem okuduklarımızda, hem araştırdığımız şeylerde, hem kendi deneyimlerimizde, hem kendi anlattıklarımızda karşı tarafta anlam bulduğunu fark ettiğimiz şey şu ki hangi okuldan mezun olursan ol, hangi eğitimi almış olursan ol, hangi ekolle ya da yöntemle çalışırsan çalış aslında bütün hikaye senin o odada karşındakiyle kurmuş olduğun ilişkiye dayanıyor. O ilişkiyi de o kadar insani bir yerden, o kadar kendinden yola çıkarak kuruyorsun ki kim olduğundan bağımsız bir kimlikle orada oturmaya çalışman zaten eğreti kaçar ve bence yapılabilir

bir şey değil. Yine de sonuçta aldığın eğitimle, o donanımla oturuyorsun o koltukta. Danışanı odaya nasıl alırsın, nasıl çıkartırsın, o esnada elin, kolun, bacağın nasıl durur gibi temel şeyleri öğrenmiş oluyorsun ama bunlar aslında senin o koltukta ne kadar rahat oturduğunla ilgilidir. Dolayısıyla terapi koltuğunda otururken ben olabildiğim sürece zaten o rahatlıkla karşımdakine kendi yolunda en iyi hizmeti verebilirim diye düşünüyorum. Bir yandan da tabii ki ben olarak oturuyor olmanın da bir çerçevesi vardır. Bu kendi hikayenden dolayı kendi duygularını terapist odasına getiriyor olmanın çerçevesidir. O da terapistin kendini ne kadar açığa vurduğuyla ilgilidir. Oradaki tek temel kriter de aslında danışanın kendi sürecine hizmet edebildiği takdirde bunu yapabiliyor olmaktır. Bir sürü terimsel karşılıkları var bunların ama kim olduğumuzu ne şekilde ne kadar ortaya koyuyor olacağımız mesele. Ama yine de kaşın gözün nasıl sensen ve aynıysa aynı kimliğinle oturuyorsun aslında o koltukta... Ersin: Ve şu da çok önemli terapist olmakla, terapi yöntemlerini kullanmak biraz farklı şeyler. Terapist olmak bana daha temel ve ortak bir takım becerilerin olması gerektiğini gösteriyor. Ancak terapi yöntemleri bizim terapist olarak kullandığımız araçlarımız. Bir sürü terapi modeli var, teknikler var, Bilişsel Davranışçı Terapi, Psikodinamik Terapi, EMDR Terapisi vesaire bunlar aslında danışanla iletişim kurabilmek için kullandığımız yöntemler ve tedavi araçlarından bazıları. Ama bunu kullanan kişi sensin. Terapist olmak burayla ilgili. Senle ilgili. İşte orada o Ersin ya da Ayşegül bir noktaya kadar devreye giriyor çünkü karşılıklı bir iletişim var. Ayşegül’le bizim yine kafaya taktığımız şeylerden bir tanesi de şu ki odada biri değişirken karşısındaki kişinin de değişmemesi mümkün değil, maddenin doğasına aykırı. O yüzden danışan değişirken aslında terapist de değişiyor. Değişen taraf da aslında içerideki benliğimiz. O yüzden bence birbirine girift bir şekilde bağlı. Hem terapistlikten Ersin hem de Ersin’den terapistlik birbirinden besleniyor gibi, karşılıklı bir şey. Ama tabiki çerçeveler, bazı sınırlar çok önemli. Yani Ersin terapi sırasında tamamen açık bir şekilde orada değil ve danışanlarla belirli mesleki sınırlarımız var. O yüzden benim inandığım ve bildiğim şey şu ki terapistin, danışana iyi gelecek noktalarda kendini açıyor olması gerekir. Ayşegül: Diğer bir açı da şu ki bir doktora ya da psikoloğa gidersin, insanlar çok övmüştür şu üniversiteden mezun, şu eğitimleri almış diye ancak danışan terapistle arasında bir bağ kuramazsa olmaz. En azından ben benimle bağ kuramayan bir psikoloğa gitmek istemem ve bence terapist olmakla

PsiNossa 21


terapist gibi davranmak arasındaki fark da burada başlıyor.

2. Terapi sürecinde en çok keyif aldığınız ve en çok zorlandığınız noktalar neler? Ersin: Mesleği icra etmeyle ilgili motivasyonlarımdan bir tanesi insanlara yardım etmek ve onların olmak istedikleri yere varışlarındaki değişimlerine destek olmak. O yüzden terapide en çok keyif aldığım anlar insanların kendi hayatlarındaki değişimleri görüp, değişimleriyle ilgili kendilerini iyi hissettikleri anlara ortak olmak. Hayatlarında ilişkilerinin sıkıntılı olduğu insanlarla iyi ilişki kurmaya başlamaları ve bunun onları mutlu etmesi gibi. Bir diğeri ise bana şükran duygusunu yaşatmalarıdır. Yani insanlar kendi hayatlarındaki değişimlerini yaşadıklarında hissettiğim duygu bu oluyor. Beraber mutlu olarak, onların hayatlarına tanık olarak, hikayelerindeki acılara, üzüntülere ortak olarak onlarla berber bir yolculuğa çıkıyoruz ve bu yolculukta yaşanan değişimleri, gelişimleri fark ediyor olmak ve danışana destek olmak ve benim çok sevdiğim bir laf ‘insanların kendilerine yardım etmelerine yardımcı olmak’ bende müthiş bir şükran duygusu yaratıyor. İşte o anlarda kendimi çok keyifli hissediyorum. :) Ayşegül: Ersin’in bahsettiği durumlarda kaçınılmaz olarak kendimizi iyi hissediyoruz. Sonuçta gayret sarf ediyoruz, sadece seans sürelerinde değil aslında seanslar dışında da bir sürü şey yapıyoruz, eğitimler alıyoruz, kongrelere gidiyoruz, bir şekilde daha iyisini yapabilmek için çabalıyoruz ve bunların bir şeye dönüştüğünü görebildiğim her türlü an (birçok örnekte, birçok detayı fark edip yaşayabiliyoruz bu anları) iyi ki bu işi yapıyorum, iyi ki bu mesleği seçmişim dedirtiyor bana. Örneğin kendimi çok iyi hissetmediğim bir gün bir danışanımdan bir mail gelebiliyor. Danışanımın başka bir yere taşındığı, hayatının nasıl değiştiği, yollarımızın iyi ki kesiştiğiyle ilgili bir mail mesela ve o maili beni hayatının bir parçası olarak gördüğü için atıyor. Hiç beklemediğim bir anda o güzel mail sayesinde günüm aydınlanabiliyor. Veya bir gün danışanım gelip diyor ki ‘Hafta içi bir olay oldu ve bunu Ayşegül Hanım’a anlatmam lazım dedim!’ ben o sırada orada olmasam da burasıyla bağdaştırdıkları ve buraya getirmek istedikleri bir yaşantı var ve bunun gerçekleşiyor olmasında bana da bir pay vermiş vaziyetteler. Bu benim aldığım bir pay değil, onların beni davet ettikleri bir şey. Böyle sanki arada evren neden bu mesleği seçtiğimi ve bunu seçerken kendim için ne kadar iyi bir şey yaptığımın hatırlatıcısı olarak bana danışanlarımdan mesajlar gönderiyor

22 PsiNossa

gibi. :) Dolayısıyla o müteşekkir oluşu ben de şöyle yaşıyorum… Ersin: Müteşekkirlik mi şükran mı? Ayşegül: Ben o duyguya müteşekkirlik demek istiyorum çünkü müteşekkir olmak hem şükran hem teşekkürü kapsadığı için belki daha çok oturuyor bana. :) Hakikaten hayatlara davet ediliyoruz. Elbette bu da bizim işimiz, buradan ekmek yiyoruz ama bir şekilde danışanın yaptığı da çok zor bir şey. Hiç tanımadığın bir insana kendi hayatınla ilgili bir şeyler anlatıyorsun, hiç tanımadığın bir insana teslim oluyorsun aslında. Danışan koltuğunda da oturmuş bir terapistim ben o yüzden karşıdaki koltukta olmanın da ne demek olduğunu anlayabiliyorum. Dolayısıyla bir hayata davet ediliyor olmak çok büyük bir sorumluluk gibi geliyor bana. Hem o davet için bir müteşekkirim hem de karşı tarafın beklentisine karşılık verebiliyor olmanın veya ona destek olabilmenin verdiği müthiş bir tatmini var. İkisi bir araya geldiği zaman iyi ki bu koltukta oturup bu mesleği yapıyorum dediğim anlar çok fazla oluyor. Ersin: Aynı zamanda yaptığım iş hayatla daha derin bir bağ kurmama da yardımcı oluyor. Çünkü aslında Ayşegül de ben de hikayelerin peşindeyiz. İnsanlar bizlerle hikayelerini paylaşıyorlar ve onların hayatlarına umut aşıladığımızda, bu umudu onlarla beraber büyüttüğümüzde ben de yaşamla daha derin bir bağ kurduğumu hissediyorum. Bir de terapi yapmak öyle bir şey ki sadece terapiyle uğraşmıyorsunuz aslında yani terapinin içindeki malzeme sadece kişinin anlattıklarıyla kalmıyor. Başka birçok şeyle de uğraşmanız gerekiyor, başka açılardan bakabilmek için okumanız gerekiyor, sadece terapi kitaplarıyla da kalmamalısınız, yaşamla ilgili edebiyat, sinema vesaire… Mesela ben uzay bilimleriyle ilgilenmeyi de çok seviyorum ve bu yaptıklarım da ayrıca keyif veriyor. Bunların artılarını da birçok kere seans içerisinde deneyimleyebiliyorum. Ayşegül: Benim için zor olan nokta ise karşımdaki insanın malzemesinin benim malzememe temas ettiği durumlar oluyor. Malzeme derken illaki geçmiş yaşantılarımdan da bahsetmiyorum, günlük hayat akışımda kendim zorlandığım bir süreçte olabiliyorum. Daha büyük ölçekte ise eğer ki geçmişimden halledemediğim bir malzeme, bir travmam varsa ve bununla ilgili kendime hizmet edecek bir şey yapmadıysam terapiye gitmek gibi o zaman bu malzeme illaki o seans odasında bizimle birlikte oturuyor. Böyle olmadığı zaman bile zorlandığım bir günün içerisindeysem veya kendi malzememin sesini kısmakta zorlanıyorsam -bu bazen fiziksel de olabiliyor zihinsel de- bildiğim


bütün baş etme yöntemleri ve self-care ile birlikte yine de en zorlayıcı şey karşı tarafın malzemesinin benimkine teması oluyor sanırım. Bu durumlarda seans iptal etmişliğim de oldu. Çünkü bir terapistin samimi itirafı olarak söyleyebilirim ki böyle durumlarda seansı yapıyormuş gibi ya da dinliyormuş gibi yapıyor da olabilirsiniz. Fakat orada gerçekçi, samimi bir dinleme olmaz ve bu tamamen kişisel etiğe bakan bir şey. Bu normal bir seansın 50 dakikası boyunca hiç bozulmayan bir konsantrasyonla dinlediğimiz anlamına da gelmez. Bazen elbisem kuru temizlemede kaldı gibi saçma düşünceler bile gelebiliyor insanın aklına fakat bu karşıdakini dinlememek değildir, bu zihnin normal işleyişinin bir parçasıdır ve sen dikkatini nereye yönlendirmek istediğini seçmeye devam edebilirsin. Aksi durumda ise geri plandaki sesleri yönlendiremediğini fark ediyorsun ve aslında aktif olarak odanın içinde olmaktan uzaklaşmaya başlıyorsun. Dinleyişimde belli kopukluklar olduğunu fark edersem ve terapist olarak kendimden memnun değilsem eğer seans iptali de yapabilirim, çok uzun süredir çalışıyorsam bir ara verip biraz dinlenmem gerekiyor da diyebilirim. Ersin: Yani aslında ben hiç zorlanmıyorum… :) Hayır, tabii ki böyle bir şey yok. Bence mesleğin önemli noktalarından bir tanesi de zorlanmak. Eğer “iyi bir terapist olmak” diye bir şey varsa gerçekten o zorlanma olmadan olmaz. Çünkü hayata baktığımızda, hatta kendi bedenimize bile baktığımız zaman kaslar bile zorlandığı zaman büyüyor ve gelişiyor. Hayat da biraz öyle… İkimiz de çok yoğun travma çalışıyoruz ve travmaların insanları ne kadar çok zorladığını ama insanların bu travmalarla baş ettiklerinde ne kadar olgunlaştıklarını da görüyoruz. Bizim mesleğimizde bir çok mesleğe göre çok daha yakın bir ilişki kurulduğu için zorlanma kaçınılmaz. Ayşegül’e benzer bir şey tabi ki bende de var. Kendi malzememe olan bir temas, o an kendi hayatımda yaşadığım bir zorluk beni zorlayabilir ama bu bazen iyi bir şeye de dönüşebilir. Katıldığım bir kongrede de bunun örneğini vermiştim. Üniversitedeyken anneannemi kaybettim ve vefatından çok geç haberim olduğu için onunla ilgili bir yas süreci yaşayamamıştım. Yıllar sonra terapist olduğumda bir danışanım anneanne kaybıyla geldiğinde içimde o güne kadar donmuş olan bir şeyler hareketlenmeye, beni zorlamaya başladı. O esnada gerçekten çok zorluyor olsaydı belki Ayşegül’ün dediği gibi terapiyi orada sonlandırmak ya da bir başkasına yönlendirmek gibi seçeneklerim olabilirdi ama ben de onunla beraber o yasını tutarken kendi tutamadığım yasımı tutmaya başladım ve bunu onunla da paylaştım. Bir nevi kendi içimde değişim yaşadığım

bir süreç oldu. Bu tip temaslar haricinde zorlandığım ikinci bir durum ise kendi malzememden öte çocukluktan beri öğrendiğimiz inanışlarımız, geçmiş ilişkilerimiz, geçirdiğimiz travmalarımız var ve danışanlar anlattıkları hikayelerle de onları tetikleyebilirler. Seansta danışana karşı bir zorlanma da yaşayabilirsin, buna da aktarım diyebiliriz. Başta söylediğim şeye dönersek eğer bu meslek içerisinde zorlanma zaten var ve olmalı da. Gelişim için bir işaret olarak görüyorum ben bunları. Orada bir şey zorluyorsa hem kendine dair bir şeyler öğrenmek için de hem de mesleği daha iyi icra edebilmek için de bir fırsat olarak görüyorum.

3. Terapistlerin kendilerinin de terapi görmesi gerektiğine inanıyor musunuz?

Ersin: Sadece başlangıçta değil, sürekli görmeliyiz bence. Ayşegül: Benim master eğitimimin zorunluluklarından bir tanesi mutlaka terapiye gidiyor olmaktı. Biz sınıfta 12 kişiydik ve benim haricimdeki herkesin bir terapi deneyimi vardı. Ben de böyle bir zorunluluk olduğu ve iyi bir öğrenci olduğum için okulun içerisindeki kliniğe gittim. Terapiste de master öğrencisi olduğumu ve böyle bir zorunluluk olduğu için geldiğimi söyledim. Kadın da bana o zaman rica edeceğim git dedi. Nasıl yani falan dedim ve bana o kliniğin çok yoğun bir klinik olduğunu, gerçekten bu koltukta oturmaya ihtiyacı olan pek çok insan bulunduğunu anlattı. O öyle diyince ben de aslında anlatabilirim diyip başladım anlatmaya ve o günden sonra yani master sürem boyunca 2 sene o kadından terapi görmeye devam ettim. Dolayısıyla ‘dediğini yap’ gibi bir söz vardır. Biz bu meslekle hayatımızı devam ettiriyoruz, bunun yararlarından bahsediyoruz, her gün aslında sabahtan akşama kadar bu işi yaparak bunun işe yararlılığını kanıtlayan bir rol de üstleniyoruz. Kişi kendisinin terapiye ihtiyacı olmadığını düşünüyorsa, gitmiyorsa eğer bu terapistin hakikaten mesleki olarak da bence bir eksiğidir. Aynı zamanda mutlaka da ihtiyacı vardır çünkü aslında hepimizin başka bir gözün bakışıyla bakabiliyor olmaya ihtiyacı var. En azından bundan bize zarar gelmez, bu bizi zenginleştirir. Çünkü terapi artık sadece semptomu iyileştiriyor olmaktan, patolojiden ibaret değil. Kendimi bu hayatta nerede görmek istiyorum, benim güçlü yanlarım neler, neleri yapmak istiyorum, bu güne kadar yaptıklarımın üzerine neler koymak istiyorum gibi sorular da terapiye başlamak için bir gerekçe. Dolayısıyla bir terapist terapi görmeye yanaşmıyorsa benim için bir

PsiNossa 23


soru işareti bırakır o terapistin mesleki samimiyetine dair. Kendi blokajı vardır ve dolasıyla o da kaçınılmaz olarak terapi verdiği odaya yansır. Ersin: Bir de terapide aktarım/karşı aktarım çok önemlidir. Bu süreçleri terapistin kendi içinde anlıyor ve yönetiyor olması hem kendimiz için hem de terapinin seyri için kritiktir. Çünkü danışan terapide bir şeyler anlatıyor ve sen birden içinde bir kaygı ya da öfke hissediyorsun ve onun anlattığı şekilde belki de bu karşı tarafa yöneliyor. O yüzden kendi içindeki süreçleri anlamak için de terapiye gidiyor olmak çok kıymetli. Bir anlamda da aslında böyle bir sürece girmek, “iyi terapist olmaya” dair, yani kendine yaptığın mesleki bir yatırım. Yani ilk sorudaki ayrım gibi bu durum hem Ersin’e hem de terapist kimliğime bir yatırım diye düşünüyorum. Ayşegül: Böyle bir opsiyonumuz varken terapi görebilmeliyiz, orada oturuyor olmanın verdiği duyguyu tadabilmeliyiz. Ve bir noktada kendini keşfetme sürecine çıkıyorsun. Mesela terapist olsan da danışan koltuğuna kendini bırakabiliyor musun? Ben Amerika’dan sonra meslek hayatım içerisinde Türkiye’de de terapiye gittiğimde bunun aslında müthiş bir rahatlamasını hissettim. Bazen neler yaşadığının çok farkında olup her şeyi bilsen de hiçbir şeyi bilmek istemediğin bir noktaya gelebilirsin. Bazen terapist olmanın gereksiz bir şeyi oluyor, o kadar farkındasın, o kadar bilgi sahibisin ki içinde olduğun duruma dair ve neler yapılacağını da biliyorsun ama yapmak istemiyorsun ya da biliyor olman çözmene yetmiyor ve başka birine sen de gidip bunları boşaltmak istiyorsun. İşte bunu yapabildiğin zaman sen de müthiş bir fayda edinebiliyorsun terapiye gitmekten. Ersin: Son dönemdeki terapiyle ilgili araştırmalar sosyal bir organ olan beynimizin başka bir beyinle değişebiliyor olduğunu gösteriyor. Terapilerin işe yaradığıyla ilgili bulguları da beyinde bir değişim yaratabilmesinden dolayı görebiliyoruz. Anlatıyorsunuz, konuşuyorsunuz da ne oluyor diye soruluyor mesela, aslında beyinde birtakım değişimler oluyor. Beyin diğer beyinle iletişime geçerek onun üzerinden yapmak istediği noktalardaki değişimlere gidiyor. O yüzden Ayşegül’ün dediklerine çok katılıyorum. Biz okuyoruz, biliyoruz bazı insanlar siz terapistsiniz her şeyi bilirsiniz diye yaklaşıyor bize fakat bilmek çözmeye yetmiyor. Bazen başka bir beyne ihtiyaç duyuyorsunuz seninle beraber bakacak, sana yol gösterecek, seninle beraber anlamlandıracak, çözecek, seni yargılamayacak ve sana güvenli bir ortam sağlayacak bir beyne. O yüzden oradaki değişim çok daha başka oluyor. Tabii ki sadece kendi kendimize yaşadığımız değişimler

24 PsiNossa

de vardır. Yaşadığımız olaylar değişim yaratabilir, bazen okuduğumuz bir kitap değişim yaratabiliyor ama terapötik anlamdaki değişimler bizim için de çok değerli ve kıymetli. Kendimizi daha yakından tanımamıza ve değişim için bir fırsat yakalamamıza yardımcı oluyor.

4. Ağır geçen, sizi çok etkileyen terapilerden sonra kendinizi nasıl sakinleştiriyorsunuz? Ayşegül: Bu terapi odaları aslında çok kalabalık. Bu terapi odasında sen oturuyorsun ama aslında arkanda geçmişin, hayatın, arkadaşların, hayallerin, geleceğin var. Karşı tarafta bir kişi oturuyor diye bakıyorsun halbuki o da bütün ilişkileriyle, bütün geçmişiyle oturuyor. Dolayısıyla aslında müthiş bir kalabalık ve çok fazla ses var. Bütün o seslerin içerisinde karşı tarafı duyabiliyor olmak gerekiyor. Dolayısıyla kaçınılmaz olarak çok yorucu bir iş. Sabahtan akşama kadar oturuyorsun belki ama zihnine ve kalbine dokunan malzeme çok fazla oluyor. Çok ortak cevaplar çıkacaktır Ersin’le de ama ben ne yapıyorum dersem birincisi işte bunu yapıyoruz, bir duvarla sadece birbirimizin sırtına yaslandığımız bir düzenekte çalışıyoruz. Bence en kaçınılmaz koşul bu benim için. Yalnız yapılabilecek bir meslek değil, bu kadar kalabalıkla baş edebilmek için mutlaka bir yan oda olması gerekiyor. Daha büyük bir ekiple ya da daha küçük bir ekiple çalışacak olabilirsin ama bir şekilde başka meslek gruplarından değil, senin meslektaşın olan birilerine ihtiyaç duyuyorsun. Ne demek istediğini daha bir şey demeden, bir bakışınla, bir nidanla, bir iç çekişinle anlayabilecek birinin bir seanstan çıktıktan sonra yan tarafında olması gerekiyor. İkincisi, bizim mesleğimiz kapalı kapılar ardında bir meslek olduğu için gün sonunda çıkıp da günüm şöyle geçti, bu böyle dedi, şu şöyle yaptı diyebileceğin bir iş değil. Anlatamıyorsun, anlatabileceğin çok az insan oluyor. O yüzden de yanında çok güvendiğin, keyif alarak paylaşımlarda bulunduğun, birlikte büyüyebildiğin birinin olması çok önemli. O paylaşımı bazen bu şekilde yapıyorsun, bazen kendi kendine kalarak yapıyorsun, bazen iki saat spor yaparak, bazen arabada çığlık çığlığa şarkı söyleyerek, bazen ağlayarak, bazen yazarak yapıyorsun. Benim mesela dört beş sene önce yazdığım bir kitap var “Terapi Odamda Kesişen Öykülerimiz” isminde. Bu kitap tamamen bir kendime dönüştü, danışanlarımın hayat hikayeleriyle benim yaşadıklarımın çakışmalarıydı ve fazlasıyla beni içeren bir şeye


dönüştü sonunda… Üçüncüsü, ailemle, oğlumla, arkadaşlarımla olmak çok iyi geliyor. Belki bunlar biraz jenerik kısmı ama iyi bir aile, iyi bir arkadaş çevresi insana gerçekten çok iyi geliyor. Aynı zamanda şu kapıdan her girdiğimde güzel bir duygu yaşıyorum ben, sizler de gelip beğeniyorsunuz ya burayı, asında biz bir mimarlık ofisi değiliz, beğeniliyor olmasının o manada bir karşılığı yok. Fakat o duygu çok kıymetli. Eda: Sıcak bir duygu böyle. :) Ersin: Yakınlaştıran bir duygu. :) Ayşegül: Evet. Sadece buraya geliyor olmak, sadece burada olmak bile iyi geliyor insanlara böylece. Bunu gördüğümüzde yaşadığımız duygu da “evet, burası bize de iyi geliyor” oluyor. Çünkü öncelikli olarak burası bize iyi gelsin diye yaptık. Yani kendimiz nerede olmak istiyoruz sabahtan akşama kadar, nasıl bir ortamda olmak istiyoruz bunları düşünerek yaptık. Plastik bardakları kaldırdık mesela, plastik bardakları sevmiyoruz aslında ve sevmediğimiz bir şeye burada niye yer verelim dedik ve ince belli çay bardakları aldık en basit örnekle. :) O yüzden her gecenin sonunda buradan iyi akşamlar diye çıkarken bütün yorgunlukla birlikte de olsa mekanın havasını tekrar bir soluyor olmak bile iyi geliyor. Sonuç olarak, yaşadığımız yeri de kendimize iyi gelecek şekilde yapmış olmamız da aslında bir self-care kısmı. Ersin: Bazen olumsuz duyguyla kalmak da önemlidir. Seanslardan çıktıktan sonra bazen kendime sorarım “Şu an ne hissediyorum?” diye. Bunalmış hissettiğimi fark ettiysem de biraz o duyguyla kalmayı ve bu duyguyu neden hissettiğimi sorgulamayı seviyorum. Fakat tabii ki bu duygunun üzerime yapışıp kalmasını önleyip sonrasında kendime iyi gelecek şeyleri yapmak da çok önemli. Sonuçta buradan akşam çıkıyoruz ve yarın sabah yeni bir güne başlıyoruz, bu süreçte enerjimizi tekrar depolamamız gerekiyor. Ayşegül’ün dediklerine de katılıyorum. İyi gelen şeylerden bir tanesi ilişkilerimiz, arkadaşlarımız, eş, dost, aile… Bunun içinde tabii ki paylaşımlarda bulunduğumuz meslektaşlarımız da var, onlarla bize sıkıntı veren şeyleri paylaşmak inanılmaz önemli. Benim de inandığım şey gerçekten bu mesleğin tek başına yapılabilir bir meslek olmadığı. Bu destek ağı, kendi süpervizörünün olması çok önemli. Bunların dışında benim en büyük baş etme yöntemlerimden bir tanesi spor. 7 yaşımdan beri spor yapıyorum. Spor yaparken kendimi ayrı bir akışın içinde hissediyorum ve bunun beni güçlendirdiğini görüyorum. Aynı zamanda psikoloji alanı dışında kitaplar okuyor olmak, film izlemek, konsere gitmek gibi aktiviteler çok iyi geliyor. Bir de bana özel ilgi alanım olan uzayla ilgili araştırmalar yapmak, Hawking’in kitaplarını okumak, kocaman bir

bütünün minik bir parçası olduğumu hatırlatıyor ve sıkıntılarımın küçüklüğünü fark ettirip uzaktan bakabilmemi sağlıyor. Uzayın bende yarattığı bu bütünsellik de beni sıkıntılarımdan uzaklaştırıp sakinleşmeme yardımcı oluyor. Ayşegül: Hepimizin durup durup dinlediği şarkılar, okuduğu kitaplar vardır. Bunlar insana acil durum kiti gibi gelir. Hemen ihtiyaç halinde açarsın onları ve sakinleşirsin. Ama aynı zamanda yeni şeyler yapmak, tatile çıkmak da çok önemli. Okumak çok güzeldir ama gidiyor olmanın da verdiği ayrı bir his vardır. Yorucu bir iş temposunun ardından bedenimi zihnimle beraber alıp gidiyor olmak, bilmediğim sokaklarda kaybolmak, yeni lezzetler tatmak, kısacası güzel bir es, bir ara vermek de çok önemli meslek hayatında.

5. Arkadaşlarınızla oturup birer kahve içerken arkadaşlarınızdan biri derdini anlatmaya başladığında nasıl davranıyorsunuz? Böyle durumlarda normal bir psikolog gibi mi yoksa arkadaş gibi mi davranmalıyız? Ersin: Arkadaşlarını dinlerken bir şekilde terapist kimliğin anlatılanları yorumluyor fakat sen onu zaten arkadaş gibi dinliyorsun, orada terapi yapmıyorsun. Bu odadan çıktıktan sonra ben dışarıda terapist değilim sonuçta, onların gözünde neysem o oluyorum. Sadece mesleki birikimimiz çok ilişkisel bir mesleğimiz olduğu için sohbetlerimize de bir yerlerden sızıyor olabilir. Ayşegül: Ailelerimizden, arkadaşlarımızdan kimisi “Aman bana terapist gibi konuşma.” diyor, kimisi ise “Sen terapistsin, bilirsin.” diye yaklaşıyor. Bence en sağlıklısı başta da dediğim gibi terapist olmak benim hayatta seçtiğim bir rol ve o rolü de kendi sahnesinde oynamalısın, dışarıda değil. Tabii ki Ersin’in de dediği gibi sızıntılar olabiliyor. “Neden?” sorusunu çok daha az sormaya başlıyorsun mesela, terapist olduğun için bu soruyu başka şekillerde sormanın yollarını biliyorsun. Dolayısıyla günlük hayat içerisindeki soruların da daha çözüm odaklı, daha açık uçlu, daha pozitif yönlendirmeler içeren, daha sağlıklı sorular oluyor. Fakat onlara karşı terapist olma gibi bir gayretimiz olmuyor çünkü herkes iş yerinde işini yapar. Buradan çıkıp arkadaşlarımla görüştüğümde en son istediğim şey onlara da terapist gibi yaklaşmak olur ve zaten bunu karşılıklı bir ilişki içerisinde olduğun insanlarla istesen de yapamazsın. Ersin: Bir de bazı insanlar “Bir şey söyleyeceğim ve her şey yoluna girecek.” gibi düşünüyor ama terapi

PsiNossa 25


26 PsiNossa


böyle bir şey değildir. Terapi bir süreçtir ve zamana ihtiyacı vardır. Çevrendekilere bu konuda sınır koyması gereken kişi de sensin.

6. En verimli seans süresi sizce ne kadar olmalıdır? Bir günde kaç seans yapmak idealdir? Sizinki bu kriterlere uyuyor mu? Ayşegül: Alışılagelmiş olan seans süresi 50 dakikadır. Bir saatin kalan 10 dakikasını da terapist ihtiyaçlarını karşılamaya ayırır. Yine de bazen uzun seanslar yapabiliyoruz, duruma ve ihtiyaca göre 75 dakikaya çıkabiliyor süre. EMDR terapisinde, çiftlerle çalışırken ya da danışan sürekli gelemeyecek bir durumdaysa örneğin yurt dışındaysa seans süreleri uzayabiliyor. Ersin: Arka arkaya bazen aynı danışanla 2 seans yapmak zorunda kaldığımız durumlar da olabiliyor. Ayşegül: Ama ideal olanı dikkat aralığına uygun olarak 50 dakikadır. İnsanlar günde 8 saat çalışır ama bu sekiz saatin sekizinde de tamamen konsantre olmazlar; kahve molaları, sohbetleri, öğle araları vardır. Bizim sekiz saat başına düşen sekiz kişiye de aynı konsantrasyonla, aynı performansla terapi yapabilmemiz gerekir. Altıncı seansa gelen bir danışana “Kusura bakmayın bugün çok yoruldum, enerjim düştü.” diyemezsiniz. Gün içinde ilk gelen danışana da son gelen danışana da aynı performansı gösterebilmeniz gerekir. O yüzden de ideal seans sayısının terapistin kendi kriterlerine göre değiştiğini düşünüyorum. Alanda yetkinleştikçe potansiyelin artabilir. Ben genelde günde maksimum 8 seans yapıyorum. Bu sayıyı geçtiğimde ise bugünün yarını için kendime göre mutlaka bir dengeleme yaparım. Ersin: Mesela eğer yoğun bir günse son seansa çok travmatik olaylar yaşamış ağır bir danışanı almaktansa daha hafif konulu bir danışan alıyoruz. Ayşegül’ün dediğine katılıyorum günde 6-8 seans ideal olanı fakat bazı durumlarda bu sayıyı aşabiliyoruz. Ayşegül: Yine de bu sayıların hiçbiri bir terapistin ne kadar iyi bir terapist olduğunu göstermez. Belli dönemlerde bu sayılar değişebilir. Biz de zorlu bir süreçten geçiyor olabiliriz ve böyle durumlarda seans sayılarını revize edebiliriz. Önemli olan şey kişinin kendi nabzını dinlemesi ve çalışma planını ona göre hazırlamasıdır. Ersin: Çünkü aksi durumlarda danışanın drop-out (terapiyi erken bırakmak) olması gibi terapistin de burn-out (tükenmişlik) olma durumları ortaya çıkabilir. Terapist mesleğini icra etmede çok zorlanmaya başladığı bir noktaya gelebilir. O yüzden

seans sayıları da süreleri de insanın kendisine bakması kadar önemlidir.

7. Kliniğinizin isminde “yeni” kelimesini kullanmanızın nedeni nedir? Bu kelimeyle danışanlarınıza neleri çağrıştırmayı amaçlıyorsunuz? Ersin: Yaptığımız her şey temelde kendi ihtiyaçlarımızla ilgilidir aslında. Terapist olmanın, insanlara yardım etmenin nedenleri de kendi ihtiyaçlarımıza dayanır. O yüzden bu merkezi kurarken bu ismi koymamızın da kendi ihtiyaçlarımızla ilgisi var. Çalıştığımız eski yerle olan işlerimizin bitiyor olması tam sene sonuna denk geldi ve bizim için yeni bir yıl, yeni bir başlangıç, kendimize ait yeni bir ofis oldu. Benim içimde hep bir yenilenme ihtiyacı vardı ama bir gün Ayşegül geldi ve bu durumu çok güzel tanımladı. Bir gün beni aradı ve yanına bir defter kalem al buluşalım dedi. Buranın ismini ne koyalım diye düşünürken buluştuk ve Ayşegül ismi “Yeni” olsun dedi ve bu kelime bana az önce söylediklerimi çağrıştırdı. Sonrasında ise Ayşegül o sırada sitemizde bulunan yazıyı yazdı. “Burası ‘yeni’. Yeniler çünkü terapi.... Geçmişe gider yeni anlamlar yükler yaşanmışlıklara; Bugüne gelir yeni bir yerden bakar yaşama; Geleceği kurgular umutla ve yenilenir her yaşam burada... Yan yana yürüdüğümüz onca yoldan, ürettiğimiz, çoğaldığımız onca yıldan sonra eksilmeyen heyecanımızla ‘yeni’deyiz…” Ayşegül Kalem & Ersin Bayramkaya Ayşegül: Güzel olan nokta şu bence arama, bulma gayretiyle bulduğumuz bir isim olmadı ‘yeni’ ismi. Neredeyse gayretsiz bir şekilde, kendi doğal akışında çıktı bu isim ortaya ve danışanlarımıza şunları çağrıştıralım gibi bir derdimiz olmadı. Bu anlamlar daha sonra, düşündükçe ortaya çıktı ve daha çok sevdirdi ‘yeni’ ismi kendini. Daha önce çalıştığımız yer benim çok uzun yıllar birlikte çalıştığım arkadaşlarımla keyifle ve isteyerek kurduğumuz bir yerdi. Ama bir şekilde hayatın akışı içerisinde bazen bireysel değişimler bütünsel bir değişime dönüşemeyebiliyor. Herkesin kendi ihtiyaçları olabiliyor, herkes kendine bir yol seçebiliyor ve bu noktada bir şeyleri zorla tutmaya çalıştığında mevcudu da yıpratabiliyorsun. Eski güzeldir ama iyi saklamak gerekir, bunu yapabilmek için de aslında yeni bir yola çıkmak gerekir. Bunun için de yeni bir başlangıç gerekti. Yenilik iyidir…

PsiNossa 27


8. Bireysel terapi mi yoksa grup terapisi mi? Hangisinin daha verimli geçtiğine inanıyorsunuz? Ayşegül: Biz grup terapisini yapmak istesek yapabiliriz ancak bu terapi türü realitede ne kadar karşılık buluyor, pek değil. Bizim toplumumuzda bireysel terapide bile insanlar ne kadar kendilerini açabiliyorlar ki? Belki bireysel terapi emeklemekten bir adım öteye yeni geçebildi. Fakat grup terapisi diğer insanların da mevcudiyetinde kendini açığa vurmayı gerektirdiği için daha da zorlayacı bir iş aslında. Grup terapisini çok yapabilme fırsatı da bulamıyoruz ancak birtakım grup çalışmaları yapabiliyoruz. Ben master esnasında Amerika’da grup terapisini deneyimleme fırsatı buldum. Bir diğerinin hikayesini duyuyor olmak kendi hikayeni paylaşmanı kolaylaştırabiliyor. Benzer hikayeler birbirlerine destek olabilmelerini sağlayabiliyor. Daha önce hikayelerini hiç paylaşamamış insanlar güvenli bir ortamda birden kendilerini açabilmeye başlıyorlar. Grubun içerisinde de farklı farklı dinamikler olabiliyor; kimisi kendini açmaya daha açıkken bir diğeri daha dinleyici bir yerde durabilir. Bu durum, o kişileri diğer insanların varlığında da gözlemleyebilme fırsatı doğuruyor terapiste. Fakat yine de ben bu iki terapi türünün yararları anlamında bir karşılaştırma yapmam, ikisinin de farklı faydaları var. Ancak bir kişinin bireysel sürecine odaklanan bir grup terapisiyse, yani bir kişinin kendini anlatmaya çok ihtiyacı varsa o zaman o malzeme bireysel terapide eritilmesi gereken bir malzemedir diye düşünüyorum. Çünkü bir noktada grup terapisinin kendi dinamiği, çerçevesi ve kendi kuralları var. Bireysel terapide ise alan, mekan ve terapist danışana ait. Eda: Peki, grubun kendine ait farklı bir dinamiği var dediniz. Bu dinamiği kontrol etmek, bireysel terapidekinden daha zor diyebilir miyiz? Ayşegül: Tabii ki evet, zaten bunun için grup terapileri yardımcı bir terapistle beraber yapılır ve mutlaka yapılandırılması gerekir. Grubun içerisindeki bir kişinin kendi içinde o an ne yaşantıladığını takip edebiliyor olmak, takip edebilsen bile keşfine çıkıyor olmak çok zor. Orada grubun dinamiği aslında danışan olarak ortada. Ersin: Psikodramatistler çok daha fazla yapıyor mesela grup terapisini. Birbiriyle karşılaştırılacak şeyler değil bence de çünkü her terapinin kendine göre güçlü yanları var. Bazı danışanlarım her

28 PsiNossa

ikisinden de farklı farklı ve iyi şeyler aldıklarını ifade ediyorlar. O yüzden belki bir noktada ihtiyaca göre birbirlerini tamamlayıcı terapiler olduklarını söyleyebiliriz.

9. EMDR’ın terapideki etkisi ne ölçüdedir? Siz bu yöntemi kullanıyor musunuz? Ersin: Evet, EMDR kullandığımız terapi yöntemlerinden bir tanesi. Son dönemde travma haricindeki pek çok konuda kullanılsa da aslen travma konusunda etkinliği araştırılmış, araştırılmaya da devam eden, bir noktaya kadar da kanıtlanmış, zihinsel süreçlerin çok araştırıldığı ve belki ilerleyen zamanlarda daha net sonuçlar elde edebileceğimiz, eskiden bir yöntem sayılan fakat artık ‘EMDR terapisi’ olarak geçen bir terapi modeli. Bellek süreçleriyle travmayı nasıl yok ettiğiyle ilgili çok iyi teorileri var. Ayşegül: Aslında çok basit bir tanımı var. Beynin kendi doğal işleyişinin keşfiyle dışarıdan o işleyişe nasıl müdahil olabileceğimizi gösteren bir terapi. Beynin normalde yapmış olması gereken fakat yapamadığı bir işlemlemeyi insan eliyle yapabilmemize imkan veriyor. O yüzden bence müthiş bir keşif. EMDR terapisini travma çalıştığımız için çok kullanıyoruz ama onun dışında yine Ersin’le ortak alanlarımızdan bir tanesi de performans geliştirme. Orada da çok karşılığını görüyoruz ve hatta EMDR’ın hiç kullanılmadığı başka sahalarda da örneğin iş hayatında da EMDR’ı kullanmışlığımız var. Dolayısıyla sadece bir semptom giderici, düzlüğe çıkarabilmek için kullanılan bir yöntem değil, aynı zamanda bir performansı iyileştirmeye ya da ileriye taşımaya da olanak sağlayan çok yönlü bir yöntem. Dolayısıyla Francine Shapiro iyi ki bulmuş bu yöntemi, kendisine teşekkür ediyoruz. :) Ersin: Francine Shapiro deyince sadece bununla ilgili aklıma gelen bir anımı paylaşmak istiyorum. Geçenlerde EMDR Kongresi’ne gittiğimizde Francine Shapiro ‘nun bir konferansı vardı ve salonda neredeyse bin kişi falan vardık. Bu bin kişi de dünyanın birçok yerinden gelmiş travma çalışan terapistlerden oluşuyor. O noktada bir an için Shapiro’nun yerine koymaya çalıştım kendimi. Yani bir yöntem bulmuşsun ve bu yöntem işe yarıyor, travma tedavi ediyor ve karşıdaki bin tane insan bu yöntemi dünyada bir sürü yerde uyguluyor ve bir sürü yerdeki bir sürü insan bu yöntemle tedavi oluyor. Bu müthiş bir şey ve bunun bir parçası olmak insana o şükran duygusunu gerçekten hissettiriyor.


10. Gönüllü psikologluk hakkında ne düşünüyorsunuz? Ersin: Zaten travma çalıştığınızda gönüllü olmak neredeyse kaçınılmaz oluyor. O yüzden Ayşegül de ben de alanda hatırı sayılır bir zamandır gönüllü psikolog olarak çalışıyoruz. Van depremi, Soma, İstanbul’daki birçok patlamada, THY uçağının düşüşünde, Özgecan olayında Mersin’de, geçtiğimiz son bir yıldaki terör olaylarında, kısaca yetişebildiğimiz kadar her yerde enerjimiz yettiği kadar çalıştık. Bu ülkede, bu coğrafyada çok fazla travma yaşanıyor, son bir senede de çok fazla oldu 15 Temmuz’da yaşadığımız gibi o yüzden bu olaylardan çok etkilenen insanlar var ve biz de böyle bir olay olduğunda seanslarımızı erteleyip, işlerimizi iptal edip hemen oraya gidip o insanlara yardımcı olmaya çalışıyoruz. Aynı zamanda tabii ki o insanlara ufacık da olsa yardım edebilmek, kendilerine yardım edebilmelerine destek olmak benim için de büyük bir motivasyon sağlıyor. Ayşegül için de öyledir diye düşünüyorum. Ayşegül: Öyle tabii ki. Gönüllü psikologluk bence çok geniş bir kapsam. Hiçbir maddesel karşılık beklemeden sadece bilgin, deneyimin ne ise elinden geldiğince bir şekilde destek veriyor olmak. Gönüllülük sadece maddeyle ilişkilendirdiğimiz kısmı aslında ama bence bunun birçok yolu var. Gönüllü psikolog olmak için illaki kalkıp olayın olduğu bölgeye gidiyor olmak da gerekmiyor. Tecrübeyle sabit bir şekilde gördüğüm şey o. Bazen meslektaşlar olarak birbirimizi zorlayıcı bir yerden acımasızca yargılıyoruz. Gönüllü olabilmek için kişinin kendisini değerlendirmesi ve kendine dair bir farkındalığının olması gerekir. Çünkü normal şartlarda travma bizim konforlu odalarımıza gelirken, orada biz travmaya gidiyoruz. Aslında 2. dereceden travmatizasyon diyebileceğimiz, bütün hikayeye doğrudan temas edebileceğimiz bir yere gidiyoruz. Dolayısıyla bir terapist bunu yapmak isteyip de yapamıyor da olabilir. Gönüllü olmanın tek yolu da zaten kalkıp oraya gidiyor olmak da değildir. Arka planda bekleyen çok önemli işler de mevcut ve birçok gönüllü psikolog da arka planda koordinasyonu sağlayabiliyor. Bizler belki sahaya giden insanlar olduğumuz için daha görünür bir kısımdayız sadece. Gönüllülük aynı zamanda seni travma kavramıyla ilgili mesleki olarak çok geliştiriyor ve saha sana müthiş bir zenginlik katıyor. Ve gerçekten travmayı odada çalışmakla sahada çalışmak bambaşka şeyler. Dolayısıyla sahada çalışmanın kendi dinamikleri var ve ona uyumlu çalışıyor olmak da çok önemli. Bizim mesleğimiz çok egolu bir meslek ve kendini

dinlemeden gidersen oraya yarar yerine zarar götürüyor bile olabilirsin. Bir olay olduğunda çantasını kapan geliyor “ben de varım” diye. Gelme motivasyonu da çok güzel ama orada fayda sağlayabiliyor olmak için hakikaten kendimizi dinleyerek ve birbirimizi dinlemeye açık olarak gitmemiz gerekiyor. Gönüllülük hayattaki her alanda iyi karşılığı olan bir şeydir. Bırakın mesleği birine maddi bir yardımda bulunacağımız zaman bile çok güzeldir. Ama kendi karnını doyuracak kadar paran olmadığı zaman halen daha verme gayretinde bulunuyorsan bu gönüllülük esası değildir. Ersin: Bu arada şunu hatırlatmak isterim biz belki mesleki olarak travma alanında gönüllü psikologluk yapıyoruz ama Eda’nın yaptığı iş de aslında bir gönüllülük. TPÖÇG bununla beraber başlıyor zaten. Bu yaptığınız işin herhangi bir maddi karşılığı yok, burada çok önemli bir manevi tatmin var. Biz 2001 yılında TPÖÇG’ü kurarken herkeste yine öyle bir motivasyon vardı. O yüzden TPÖÇG’ün içinde de çok büyük bir gönüllülük esası var ve bunların tamamen mesleği sevmekle ilgili olduğunu düşünüyorum. Çünkü mesleği sevdiğinde sen kendin zaten bir şekilde gönüllü olmak istiyorsun.

11. Bizlere vermek istediğiniz bir tavsiye var mı? :) Ayşegül ve Ersin: Keyfinize bakın! Psikoloji öğrencisi olmanın keyfini çıkartın. Mesleği yaparken de hayat boyu öğrenci olmaya bakın. Amatör ruhlu profesyoneller olun. Yani o içinizdeki amatör ruhu hiçbir zaman kaybetmeyin, keyif alarak, heyecanlı bir şekilde devam edin. Bu yolun bir sonu yok çünkü. :) Kendi adımıza konuşmak gerekirse hala ofise sabah girdiğimizde ya da bir konuşma yapmaya gittiğimizde içimizdeki o heyecanı hissediyoruz. Mesleği gerçekten isteyerek ve severek seçtiyseniz zaten o heyecan sürekli devam ediyor olacaktır. Bizim bugün böyle pıtırcık beyazlar gibi giyinmemiz bile bitmeyen heyecanımızın bir parçası aslında. :) Siz bizim çok sevdiğimiz bir psikoloji öğrencileri topluluğusunuz ve Eda’nın buradaki heyecanı gerçekten karşılıklı. TPÖÇG’te yapılan her iş bizim için çok kıymetli ve bu vesileyle buradan birçok öğrenciye de ulaşmış olacağız. O yüzden biz öncelikle Eda’ya, sonra buradan tüm yayın ekibine ve oradan bütün yönetim kuruluna ve tüm TPÖÇG gönüllülerine teşekkür ediyoruz. :)

PsiNossa 29


MEZUN YAZISI

P

sikolog olmaya karar vermek lise yıllarımın ortalarına denk geliyor sanırım. Psikoloji okumaya karar veren öğrencilerin kaçınılmaz sonu olan “hukuk” mu “psikoloji” mi kaosunu bana da yaşatmışlardı. Ergenlik döneminin başkaldırıcılığı mıdır yoksa kendi bildiğini okuyan kişilik yapım mıdır bilemiyorum ama çevremdeki insanlara çok da kulak asmadığımı hatırlıyorum. Lise son sınıfta girdiğim üniversite sınavının sonucunda ortalamanın üzerinde bir puan alsam da Ankara’da bir psikoloji bölümüne puanım yetmemişti. Hukuk-psikoloji kaosunun peşine, Ankara dışındaki üniversiteler konusunda bir baskı gelmeye başlamıştı çevreden. Çocukluğumun büyük bir bölümü, bazı sağlık sorunları yüzünden, memleketten Ankara’ya sürekli geliş gidişlerle geçmek zorunda kalmıştı. Ankara’ya tutkunluğum buradan kaynaklanıyor olsa gerek. Nihayetinde, ilk yıl Ankara olmadığı için tercih yapmadım ve yeniden sınava hazırlandım. Sonuç nokta atışı oldu: Ankara Üniversitesi Psikoloji Bölümü, yıl 2009. Herkese rağmen sonunda olmuştu ve yepyeni bir hayatın başlangıcı için her şeye hazırdım. 2009 yılında girdiğim psikoloji bölümünü 2013 Haziranında tamamladım. Birinci sınıftan son sınıfa kadar neredeyse tüm dönemlerim aktif geçti diyebilirim. Daha birinci sınıfın sonunda ilk yaz stajımı yaptım, sonrası çeşitli hastaneler, çocuk yuvaları diye devam etti. Stajları çok fazla önemsiyorum, mezun olduktan sonra elinizde diplomayla öylece kalakalmamak için. Bilirsiniz, bizim bölümde psikoloji öğrencileri kongreleri çok meşhurdur, dört yıl boyunca hiçbirini kaçırmadım. Şanslıydım ki, birinci sınıfa başladığımda kongre o yıl Ankara Üniversitesi’nde yapılacaktı, ben de düzenleme kuruluna dahil olup, sürece yardımcı olmuştum. Yine üniversite boyunca en çok yaptığım şeylerden bir tanesi;

30 PsiNossa

Psk. Zeynep Akgül Semiz belki büyük şehirde olmamızdan kaynaklanan çeşitliliğin fazlalığından olsa gerek, sürekli eğitimlere, seminerlere, çeşitli sertifika programlarına katılmak oldu. Bazıları psikolojiyle doğrudan, bazıları ise dolaylı olarak alakalıydı ama alanda hepsinin işe yaradığını düşünüyorum. Ve hayatımın dönüm noktalarından biri olan üçüncü sınıfa gelmek istiyorum. O zamanlar Ankara’da şizofreni hastalarının çalıştığı Mavi At adından bir kafenin açıldığını duymuştuk. Üst dönemden arkadaşlarımız Psişizofreni adında bir grup kurmuşlar ve bu kafede hem şizofreni hastaları yararına çeşitli etkinlikler düzenliyorlar hem de psikoloji bölümü öğrencileri için eğitimler yapıyorlar. Grup üyeleri de Ankara’daki farklı üniversitelerdeki psikoloji bölümlerinin öğrencilerinden oluşuyor. Üçüncü yılın başlarında grubun bir toplantısına ben de katıldım ve gruba üye olmaya karar verdim. Bu yılın başından üniversitenin son gününe kadar hep birlikte harika işler çıkardık. Hastalarımız için konserler, müzik gösterileri, söyleşiler, imza günleri, psikoloji öğrencileri için de alandaki en iyi hocaların katkılarıyla eğitimler düzenledik. Hem hastalarımızın toplumla olan izolasyonlarını azaltmış, hem de bizler psikoloji öğrencileri olarak şizofreniyi yerinde ve ilk ağızdan öğrenmiş olduk. Yaptığımız en önemli işlerden biri ise, bu yıl beşincisini düzenlediğimiz Toplum ve Şizofreni Sempozyumlarıdır. Sempozyumlar da dahil olmak üzere grup olarak ilk hedefimiz stigma ile savaşmak oldu, öyle de olmaya devam ediyor. Üniversiteyi bitirdiğim zaman grubun başkanı ve kurucusu olan arkadaşımız şehir değişikliği yapmak zorunda kalmıştı. O gün bugündür grubun başkanlığını ben yürütüyorum. Tüm bunlar olup biterken mezuniyet zamanı geldi çattı ve ben şanslıydım ki diplomayı elime aldığımda “Ee şimdi ne olacak?” sorusuy-


la hiç baş başa kalmadım. Psişizofreni grubundaki yaptığım çalışmalar dolayısıyla Şizofreni Dernekleri Federasyon Başkanı olan psikiyatri doçenti hocam mezuniyete bir hafta kala beni arayıp, özel muayenehanesinde onun asistanlığını yapmam konusunda iş teklifinde bulundu. Böylece psikolog olarak ilk iş macerama başlamış oldum. Hem grup çalışmalarımı kolaylıkla yürütüyor hem de hocayı asiste ediyordum. Klinik anlamdaki ilk deneyimleri, ilaçlara olan aşinalığı orada edindim. Sağlık Bakanlığı’nda bir kurumda ya da klinik psikolog olarak çalışırsanız eğer, bu bilgilerin ne kadar kıymetli olduğunu anlayacaksınız. Süreç içerisinde de Şizofreni Dernekleri Federasyonu Yönetim Kurulu üyesi oldum. Bir yıl kadar bu muayenehanede çalıştıktan sonra, üçüncü sınıfta girdiğim kpss puanı ile tamamen tesadüf eseri açılan Sağlık Bakanlığı’nın personel alımları için tercih yaptım ve Kırıkkale Halk Sağlığı Müdürlüğü’ne atandım. 2.5 yıl oldu halen bu kurumda görev yapmaktayım. Bu zaman zarfında federasyon ve Psişizofreni grubunun işlerini yürütmeye aktif olarak devam ettim. 2014 yılı güz döneminde Ankara Üniversitesi Aile Danışmanlığı yüksek lisansına başladım, şu anda proje aşamasındayım, aralıkta ikinci mezuniyet var. :) Okul, dersler, sınavlar, kurallar bazen üzerinize çok fazla geliyor olabilir. Ama bu yola baş koyduysanız ve yaptığınız şeyin doğru olduğuna inanıyorsanız, yorulmak nedir bilmeyeceksiniz. Öğrendikçe gelişecek, geliştikçe daha çok kazanacaksınız. Psikolog olmak her gün farklı farklı romanlar okumak gibidir. Onlarca insanın hayatına dokunursunuz. Sevgiyle kalın. :) İletişim: psk.zeynepakgul@gmail.com

PsiNossa 31


Ayın Farkındalıkları: Eylül 1 Eylül

9 Eylül

Dünya Barış Günü

Yılmaz Güney'in Vefatı

13 Eylül

Montaigne'in Vefatı

20 Eylül

21 Eylül

Ruhi Su'nun Vefatı

Ertem Eğilmez'in Vefatı

26 Eylül

Dil Bayramı

32 PsiNossa


Saksıda Yetişmiş Bozkır Çiçeği

Burak Bahadır AKIN

“Şairim, zifiri karanlıkta gelse şiirin hası, ayak seslerinden yanına naklolurken “Hasan Dağı eğil bir bak” türküsünü tanırım. Ne zaman bir köy türküsü duysam şairliğimden söylemek oldu. Öyle bir ülkeyiz ki geçmişimiz emeği haputanırım” se atmak, onlara türküler yaktırmak, sonra da türkü yaktı diye bir daha hapse atmakla dolu. “Daha adil ve güzel bir dünyayı düşlediler. Belki o dün- Derleme yapmak için şehir dışına gitmesine izin verilmeyayı göremediler ama görmüşçesine söylediler.” Ruhi diğinden gecekondu mahallelerinde derlemeye çıkmış; Su’nun Karacoğlan, Mevlana, Köroğlu ve benzerleri için notaya aldığı, kitaplaştırdığı eserler ondan habersiz başka söylediği bu söz ona da –maalesef- yakışıyor. birinin ismiyle yayımlanmış bir insan, nasıl olur da ‘vazRuhi Su 1912 yılında Van’da doğdu. Birinci Dünya Sa- geçmez’ diyorum kendime. Nasıl olur da inatla kültürün vaşı’nın o kan kokulu yıllarında yetim kalır ve Adana’ya peşine düşer, o davudi sesiyle türküler söylemeye devam gönderilir. Bir ailenin yanına yerleştirilen Ruhi Su, Ada- eder diyorum. Sonra aklıma, söylediği “Zahit bizi tan eyna’nın işgaliyle başlayan “kaç kaç yılları”nı Toroslar’da ge- leme” türküsü geliyor. “Sayılmayız parmağ ile/ tükenmeçirir. Dadaloğlu’nun isyanına, Karacaoğlan’ın sevdasına yiz kırmağ ile”. Evet, Ruhi Su, Nazım Hikmet, Afife Jale ve ev sahipliği yapmış bu dağlarda çok türkü öğrenir. İlkokul onlarcası tükenmediler hiçbir zaman. Peki, kırmaya gedördüncü sınıfta keman çalmaya başlar. Musiki Muallim rek var mıydı? Neden aşkı, sevdayı, isyanı dillendirmekMektebi’nin ardından, Ankara Devlet Konservatuvarı’nın ten korktuk yıllarca? Gelişim, itaatsizlik ile sağlanmıyor şan bölümünü bitirir. On beş günde bir radyoda türkü muydu? Dünya itaat üzerine, olanı korumak üzerine inşa programları yaparken yetenekli bir opera sanatçısı ola- edilmiş olsaydı Adem sürgün edilir miydi? Bir itaatsizlik rak da sahnelere çıkar. Önce programında Alevi nefesleri yüzünden düştüğümüz bu çukurda, neden itaat etmek söylediği için programı yayından kaldırılır sonra da 1952 üzerine kurulu yaşamları dayatıyorlar? Kim dayatıyor? yılında tutuklanıp hapse atılır. Ölümüne kadar baskılara Türküden kimler korkuyor? maruz kalır. Ölümünden önce tedavi olmak için yurt dı- Çocukken mecburiyetten çıktığı Toroslar’da Dadaloğşına gitmek ister. Öldükten sonra izin verilir… lu’nu, “Zeybekler” albümünü hazırlarken Çakırcalı’yı Aşık Veysel’in kendisi hakkında söylediği bir söz, Ruhi tanıdı. Dinlediği her türkü her aşık onu türkülere, halka Su’yu anlatmak isterken en iyi cümledir belki de: “Dağ- daha da bağladı. Biz onun davudi sesini çok seviyoruz. ların sesini, kentlere taşıyan; saksıda yetişmiş bir bozkır Ondan türkü dinledikçe halkın hikayelerine, türkülerine çiçeğidir”. Hayatı boyunca izlenmiş, hapse atılmış, çalış- daha da bağlanıyoruz. Kurduğu “Dostlar Korosu” bugün, maları engellenmiş Ruhi Su’nun tek isteği bağlamasını onu ilk defa dinleyen her kişiyle daha da büyüyor. Gün çalmak, bilinmeyen türküleri derleyip söylemek oldu. gelecek Toroslar’a sığmayacak. Ona layık görülen ise Sansaryan Hanı’ndaki zindanda “Bu nasıl İstanbul zindan içinde/ kayboluverdi gecem “Şairim, şiirin gerçeğini köy türkülerimizde bulmuşum, gündüzüm” türküsünü, Adana Hapishanesi’ne, “Ahmet türkülerle yunmuş yıkanmış dilim, onlarla ağlamış onlarla abi, güzelim, bir mendil niye kanar/ et değil, tırnak de- gülmüşüm.” ğil, bir mendil niye kanar” dizelerindeki Ahmet Abi’nin

PsiNossa 33


FİLM

AKLIM KARISTI Gökçe OFLU

G

irl, Interrupted 1999 yapımı bir film. Yönetmen koltuğunda oturan James Mangold, 2005 yapımı Walk the Line ve 2013 yapımı Wolverine filmlerinin de yönetmeni aynı zamanda. Filmin senaryosu Amerikalı yazar Susanna Kaysen’in aynı isimdeki anı kitabından uyarlanmış. Kaysen, kitabında 1960’larda depresyon tanısıyla yattığı akıl hastanesinde yaşadıklarını anlatıyor. Susanna Kaysen rolüyle Winona Ryder’ı, Lisa rolünle ise filmdeki performansıyla 2000 yılında En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Akademi Ödülünü ve aynı dalda Altın Küre’yi kazanan Angelina Jolie Pitt’i izliyoruz. Filmin biraz karanlık bir giriş sahnesi var, filmin sonuna doğru bu sahnenin yaşanan olayların devamı olduğunu anlıyoruz, ancak son sahneyle giriş sahnesindeki olayların gidişatının ve ışık kullanımının farklı olması karanlık bir kısır döngüye hapsolmadığımızı hissettiriyor. Son sahne ilk sahneye kıyasla daha aydınlık ve yapılan araba yolculuğu Susanna’nın hayatının diğer kısmına yaptığı yolculuğu simgeliyor gibi. Giriş sahnesi Susanna’ya zoom yapılarak bitiriliyor ve fonda konuşan Susanna ile göz göze geliyoruz. Birden kendimizi Susanna ile birlikte bir ambulansın içinde buluyoruz. Bu iki sahne arasındaki geçiş oldukça başarılı, yönetmen sizi bir anda Susan-

34 PsiNossa

na ile özdeşleşmek zorunda bırakıyor. Filmin kalan kısmı, Susanna’nın anlık geçmiş yolculuklarını ve hastanedeki yaşantısını kapsıyor. İlerleyen sahnelerde, Susanna’ya borderline (sınırda) kişilik bozukluğu teşhisi konulduğunu öğreniyoruz. Terapisti Melvin ve ailesiyle birlikte yaptıkları görüşmede, annesinin terapistle yaptıkları telefon konuşmasının bir kısmını ağzından kaçırmasıyla Susanna kendisine konulan tanının ne olduğunu öğreniyor. Melvin, Susanna ile yapacakları seansları ve Susanna’nın ilerleyişini etkilememek için konuyu kapatmaya çalışsa da Susanna bu konu üzerine odaklanmayı sürdürüyor. Bu odaklanma, sorgulama ve arayış hali Susanna’nın durumu kabullenme sürecini biraz sekteye uğratıyor. Tabii ki bu kabullenmeme halinde Lisa ile kurdukları ilişkinin ve yaşadıkları dönemin de etkisi oldukça fazla. Lisa, psikiyatriyi “Freud tarafından kurulan büyük bir endüstri”ye benzetiyor ve seanslarda ne kadar fazla sır dökersen o kadar çabuk “iyileşip” çıkacağını söylüyor. Lisa’ya göre sırları olmayanlar, yani Lisa ve Susanna gibi olanlar sonsuza kadar hastanede kalmaya mahkumlar. Lisa yaptığı kelime oyunlarıyla terapiyi tecavüze benzetiyor, konulan teşhislerin anlamsız olduğunu söylüyor* ve bu bakış açısını Susanna’ya da kısa süreliğine de olsa benimsetmeyi başarıyor. Susanna ve Lisa


Aklım Karıştı (Girl, Interrupted) Yapım Yılı: 1999 Yönetmen: James Mangold Süre: 127 dakika arasında az da olsa bir cinsel gerginlik olduğunu söylersek yanılmış olmayız, iki karakter arasındaki bu gerginlik daha karşılaştıkları ilk sahnede dikkat çekiyor, film boyunca da gelgitli ilişkilerine tanık oluyoruz. Lisa, manipülatif yapısıyla Susanna’yı kısa sürede etkisi altına alıyor ve koğuştaki diğer kadınlar gibi onu da kontrol ediyor. İkilinin ilişkilerindeki büyük kırılma ise Susanna’nın yaşadıkları olaylardan sonra Lisa’nın verdiği tepkileri değerlendirmesiyle yaşanıyor. Bu kırılmanın ardından Susanna ve Lisa kendi yollarını seçip tekrar karşılaşana kadar bu doğrultuda ilerliyorlar. Dr. Wick’le yapılan seans sahnesinde Susanna’nın içinde bulunduğu durumu farklı biçimlerde tanımladığını öğreniyoruz. Susanna kendisini tanımlamak için bulduğu yeni kelimenin karşıt duygular** olduğunu söylüyor. Dr. Wick ise kelimenin anlamını bilip bilmediğini soruyor, daha sonra kelimenin kökenine iniyor. “Karşıt kuvvet” anlamına gelen bu kelimenin Susanna’nın içinde bulunduğu durumla oldukça örtüştüğünü düşündüğünü belirtiyor. Bu sahnede geçen diyaloglarda, hastanede bulunduğu süre boyunca -hatta hayatının kalanında da- ipleri eline alıp kararları verecek kişinin aslında Susanna olduğu vurgusu var. Seçim yapma şansının Susanna’nın elinde olduğu vurgusu filmin sonuna doğru, 1939 yapımı Oz Büyücüsü

filmine yapılan referansla bir kez daha tekrarlanıyor. Özellikle son seanslarında kontrol kilit bir kavram. Filmde göze çarpan bir diğer nokta ise liseden mezun olurken danışman hocasıyla ve hastaneden çıkarken görüştüğü kurulla yaşadıkları diyalogların benzerliği. İki diyalogda da Susanna’nın geleceğe dair belirgin ve stabil bir planı olup olmadığı sorgulanıyor ve bir meslek olarak yazarlığı seçmiş olması arzu edilen bir cevap değil. Susanna ise karşılaştığı bu dayatmalara aldırmamaya çalışarak kendi yolunu çizmeye devam ediyor. Girl, Interrupted Susanna Kaysen’ın anlatılarını temel alarak borderline kişilik bozukluğu, antisosyal kişilik bozukluğu, patolojik yalancılık gibi birçok psikolojik bozukluğa sahip karakteri bünyesinde barındıran bir film. Her karakterin yaşamaya -ya da yaşamamaya- dair farklı motivasyonları ve hayattan farklı beklentileri var; filmin güzel tarafı ise bu karakterleri öcü gibi göstermemesi. Giriş sahnelerindeki karamsarlığa rağmen film biraz aydınlık biraz da merak uyandırıcı bir sonla izleyiciye veda ediyor; bu yönüyle de Susanna’nın filmin başındaki ve sonundaki ruh halleriyle paralellik kuruluyor.

*Lisa filmde therapy(terapi) yerine therape me ve diagnosis(teşhis) yerine diag-non-sense kelimelerini kullanıyor. **Diyalogta geçen kelime ambivalent/ambivalence.

PsiNossa 35


KİTAP

Auschwitz Toplama Kampından Logoterapiye

Merva ÖKSÜZ

V

ictor Frankl, İnsanın Anlam Arayışı’nda öncelikle uzun bir bölümde toplama kampı anılarından bahsediyor. İkinci bölümde ise logoterapinin genel ilkelerine değiniyor. Logoterapiyi anlatmadan önce kötü deneyimlerini paylaşmasının elbette bir anlamı var. Toplama kampında yaşananlara değinmesinin amacı ne kampta büyük acılar çeken esirleri anmak ne de ünlü tutukluların öyküsünü anlatmak. 2.Dünya Savaşı’nda Yahudilere yönelik yapılan soykırım hakkında onlarca film, yüzlerce sayfa yazı yazıldığına değinen yazar, bu konu üzerinde daha fazla durmaktansa kamp günlerinin yani geçmişinin, geleceğine yön verişini trajik olmayan bir dille okuyucuya aktarmayı tercih ediyor. Bu anıları okuması elbette zor çünkü kampta geçirilen bir güne dahi şu an birçok insan katlanamayacağını ve kendi ölümünü yaratmak için fırsat kovalayacağını söyler. Ancak kitap oldukça gerçekçi bir dille yazılmış bu durum ile okuyucunun, bu zamana kadar bilinen toplama kampındaki yaşananlara farklı bir gözle bakmasını sağlanıyor. Frankl, tutuklu olarak geçirdiği kamp yıllarından yola çıkarak logoterapiyi geliştiriyor. Logoterapi Latince ‘anlam’ manasına gelen logos sözcüğü ve terapi sözcüklerinin birleşmesi ile oluşuyor. Çok kısaca logoterapiye anlam yolu ile terapi diyebiliriz. Bu anlam yolunda ise karşımıza çıkanları kitapta verilen başlıklara göre kısaca özetleyeyim.

YAŞAMIN ANLAMI

Frankl’a göre her yaşam biriciktir ve bu biricikliğin korunması gerekir. Yaşadığımız her şeyin bir anlamı vardır ve insan bu anlam arayışından hiçbir zaman vazgeçmemelidir. Yaşamın anlamı bireyden bireye, günden güne hatta bazen saatten saate bile değişebilir. Kişinin, hayatı boyunca yapmakta sorumlu olduğu işleri vardır ve kişi sevdiği dostları ya da ailesi için anlam arayışına girmelidir. Frankl, kampta tutuklu iken hayatın artık ona verebileceği bir şey olmadığını ve böyle yaşamaktansa ölmeyi tercih edeceğini söyleyen dostuna; bize bir şey-

36 PsiNossa

ler sunan hayat değildir, biz hayata dair bir şeyler yapmak durumundayız diyerek onu ölüm fikrinden uzaklaştırmayı başarmıştır. Bu anıdan yola çıkarak, logoterapinin, insanın varoluşunun özünü sorumluluk bilinci ile gördüğünü söyleyebiliriz.

SEVGİNİN ANLAMI

Sevgi, genel anlamda bir insanın bir diğerinin karakterini anlamada ve özünü idrak etmede en temel yoldur. Sevginin, logoterapide, cinselliği meşru kılıcı bir gücü vardır. Cinsellik ne kadar temel bir olgu ise sevginin de önemi o derece vurgulanmalıdır.

ACININ ANLAMI

Yaşamda anlam arayışının üçüncü basamağı acı çekmektir. Acıya katlanabiliyor olma, insanın en büyük başarılarından biri olmalıdır. Elbette burada bahsedilen fiziksel acı değil, insanın hissettiği derin keder duygusudur. Victor Frankl, acı çekmenin hayatın kaçınılmaz bir parçası olduğunu ve yaşamda ne kadar anlam varsa acıda da o derecede anlam olduğunu belirtiyor. Örnek olarak da kampta geçirdiği yılları göstererek düşüncesini destekliyor. Acıyı göğüsleyebilen ve altında yatan anlamın farkında olan tutukluları ‘içsel özgürlüğüne ulaşabilmiş’ olarak tanımlıyor. Bu özgürlüğü koruyabilmiş olanlar ise acının sağladığı değerlere ulaşabildikleri için yaşamın anlamını kavramış ya da bu yolda ilerlemeye karar vermiştir. Yazar burada Nietzsche’nin oldukça klasik olan bir sözünden alıntı yaparak anlatmak istediğini özetler: “Beni öldürmeyen şey, beni daha da güçlü kılar.”.

ÖLÜM

Kitapta ölüme verilen anlama, ‘Yaşamın Geçiciliği’ bölümünde değiniliyor. Ölüm anlam arayışının bir parçası değil ancak hayatın kaçınılmaz sonu. Bu bitiş, yaşam boyunca bir anlam peşinde olmayı gereksiz kılıyor gibi görünebilir fakat kitapta kazandırılan bakış açısı bu durumu değiştiriyor. İnsanı asıl sorumluluk sahibi yapan tam olarak kendisine verilmiş olan süredir. Forrest Gump’ı izlemiş olanlar “Ölüm de hayatın bir parçası. He-


pimizin hayatında olan bir şey.” sözlerini hatırlayacaktır. Bu yüzden birçok başlangıcın bitiş ile anlam kazandığını görmezden gelmemek gerekir. Tüm bunlardan yola çıkarak, logoterapi hayatın anlamını bulmada insana yardımcı oluyor diyebiliriz. Bireyin geçmişi göz önüne alırken bebeklik ya da çocukluk yıllarının üzerinde durmaktansa olayların seyrini değiştiren talihsiz yaşantılar göz önüne alınır. Bu durum logoterapinin psikanalizden farkını gözler önüne seriyor. Dünya üzerinde acılara son vermek elbette mümkün değil bu sebepten acı çekmek logoterapide anlam arayışının bir parçası olmaya devam edecek. Ancak daha adil bir dünya ve huzurlu bir yaşam her zaman düşlenebilir. Acılara göğüs gererek, içsel özgürlüğümüze kavuşabilmemiz dileği ile…

Kitabın Adı: İnsanın Anlam Arayışı Kitabın Yazarı: Victor E. Frankl

PsiNossa 37


MÜZİK

Kaybolmaya Yüz Tutan Değerlerimiz: Türküler Ayça KAPYAPAR Zaman ilerledikçe birçok değerimiz de tarihin tozlu raflarında ya da sadece sözlerde kalıyor. Bunlardan biri de bizi tanımlayan müzik türlerinden biri olan Türküler. Genel olarak baktığımızda toplumun acısını, sevincini, kederini ve gurbetini kısacası bizi anlatan eserler... Türkülerimiz zaman içerisinde aynı bizler gibi değişime uğramıştır. Anonim dönemse çoğunlukla şimdi bile dinlediğimiz eserlerin zamanıydı. Tabi o zamanlar da iletişim araçlarının olmaması gibi durumlar da bu devreyi oluşturan büyük etkendir. Birçok düşünüre göre Halk Müziği, yani Türkülerimiz, pek çok farklı şekilde söylenmiş ve günümüze öyle ulaşmıştır. Kimine göre “Halkın ortak malı olan şarkı ve melodiler halk türküsüdür.’’ kimine göre ise “Köy-

38 PsiNossa

lü arasından çıkıp gelenek haline gelen ezgiler halk türküsüdür.’’. Hala tartışmalar devam etse de bir taraf baskın gelemedi. Türküler dil özelliklerini yansıtan, ezgili, besteli halk ürünleridirler. Yeniden yorumlanmalar ve hızlı tüketim arasında o eski tınılarını kaybetseler de bize eski zamanlarımızı hatırlatmak için buradalar. Hazır tüketim ürünlerinin arasında içimizden gelen duyguları yansıtmak için. Özet bir sözle bu yazımızı da sonlandırıp bir türküyle kulaklarımızı dinlendirelim. "Türkülerimiz…Bizi biz yapan türkülerimiz, özümüz. Asla vazgeçemeyeceğimiz değerimiz. Hikayeleri ile birlikte söylenmiş türkülerimiz. Milleti millet yapan manevi köprülerdir."


Yeni Çıkan Albümler: En son 2013 de albüm çıkaran ünlü rap şarkıcısı M.I.A. hayranları tarafından beklenen ‘A.I.M.’adlı albümünü 2016, Eylül 9’da sevenleri ile paylaşacak. Ayrıca albümde Zayn ile birlikte bir şarkısı olacağını da açıkladı.

Till Brönner 2 Eylül’de ‘The Good Life’ adlı Jazz albümü ile sevenleriyle buluşuyor.

Mac Miller 16 Eylül’de ‘The Divine Feminine’ adlı albümü ile geri dönüyor. Albümde Ariana Grande, Ty Dolla Sign ve Kendrick Lamar ile de şarkılarının bulunduğunu açıkladı.

A Day To Remember - Bad Vibrations (2 Eylül 2016) BASTILLE - Wild World (9 Eylül 2016) Jack White - Acoustic Recordings (9 Eylül 2016) Aluna George – I Remember (16 Eylül 2016) Shawn Mendes – Illuminate (23 Eylül 2016) Opeth – Sorceress (30 Eylül 2016)

Etkinlik Köşesi Halil Sezai - Jolly Joker Antalya’da (23 Eylül) Yıldız Tilbe - Jolly Joker İstanbul’da (22 Eylül) Koray Avcı - Jolly Joker Antalya’da (3 Eylül)

Sıla - Bodrum Antik Tiyatro sahnesinde (3 Eylül) Ziynet Sali - Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu’nda (30 Eylül)

Sibel Can - Burs Kültürpark Açıkhava sahne- Berkay - Ooze Venue sahnesinde (17 Eylül) sinde (21 Eylül) Sevilen pop sanatçısı Gökhan Tepe, 10 Eylül’de Candan Erçetin - Harbiye Cemil Topuzlu Açık- Jolly Joker İstanbul sahnesinde hayranlarıyla hava Tiyatrosu’nda (29 Eylül) buluşuyor. Dünyaca ünlü Porto Rikolu şarkıcı Ricky Martin, 12 Eylül’de Antalya Expo2016 sahnesinde sevenleri ile buluşuyor.

PsiNossa 39


REFERANSLAR Tanımlanmamış Bir Terapi Yöntemi: Empati Altınay, D. (2006). Psikodrama Grup Eğitimi. http://www.istpsikodrama.com.tr/PGE_main.htm adresinden alınmıştır. Cınbarcı, S. M. (2006). Kıvanç Nalça’nın “Büyü-düğüm” adlı oyunundaki “İhtiyar Kız” rolüne çalışma süreci, (Yayınlanmamış yüksek lisans tezi). Bahçeşehir Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü İleri Oyunculuk Yüksek Lisans Programı, İstanbul. Dökmen, Ü. (1988). Psikodrama ile bir rüya analizi. Psikoloji Dergisi, 6(22), 27-30. Dökmen, Ü. (1995). Sosyometri ve psikodrama. İstanbul: Sistem Yayıncılık Gökler, R. (2009). Empatik eğilim ölçeğinin ilköğretim sekizinci sınıflar için uyarlanması. Sosyal Politika Çalışmaları Dergisi, 19(19), 77-86. Moreno, J. L. (1963). Sosyometrinin temelleri. (Çev. N.Ş. Kösemihal) İstanbul: İstanbul Matbaası. (Özgün çalışma, 1963). Rogers, C. R. (1983). Freedom to learn for the 80s. Charles E. Merrill. Columbus, OH. Salı, G. (b.t.). Erken çocukluk dönemde empatinin gelişimi ve ailenin rolü. International Journal of Early Childhood Education Research, 1(1), 63-92. Varoluşçu Terapi Büyükdüvenci, S. (1994). Varoluşçuluk ve eğitim. Ankara: Form Ofset. Koçak, R. ve Gökler, R. (2008). Varoluşsal yaklaşım psikolojik danışma ve gruba uygulanışı. Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, 2, 91-107. Özen, Y. (2006). Grupla psikolojik danışmada çağdaş yaklaşımlar. Ankara: Seçkin Yayıncılık. Sakızcıoğlu, S. ve Voltan, A. (2016). Uzak filminin varoluşçu terapinin temel kavramları açısından değerlendirilmesi. Journal of International Social Research, 9(43), 1288-1297. Mesleki Etik Akfert, S. (2012). Farklı kurumlarda çalışan psikolojik danışmanların yaşadıkları etik ikilemler ile bu ikilemler karşısındaki tutum ve davranışları. Kuram ve Uygulamada Eğitim Bilimleri, 12(3), 1791- 1812. Mesleki Eğitim ve Öğretim Sisteminin Güçlendirilmesi Projesi (MEGEP). (2006). Tüm alanlar, meslek etiği. https://www.selcuk.edu.tr/dosyalar/files/054003/meslek_etigi%20_torun.pdf adresinden alınmıştır. Taşdan, M. ve Yalçın, İ. (b.t.). Psikolojik danışma ve rehberlik'te etik. Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi. 99-107. Türk Psikologlar Derneği (TPD). (2004). Etik Yönetmelik.

40 PsiNossa


Haber Köşesi APA. (2015). American psychological association applauds president Obama’s call to end use of therapies intended to change sexual orientation. http://www.apa.org/news/press/releases/2015/04/therapies- sexual-orientation.aspx, adresinden alınmıştır. Medical News Today (2009). New horizons: Psychologists call for fewer drugs, more therapy for all depressedpeople, UK. http://www.medicalnewstoday.com/releases/311853.php, adresinden alınmıştır. Medical News Today (2016). The Lancet: Simpler, cheaper psychological treatment as effective as cognitive behavioural therapy for treating depression. http://www.medicalnewstoday.com/releases/173391. php. adresinden alınmıştır. Springer, S. H. (2015). How to diagnose borderline personality disorder. https://www.psychologytoday.com/ blog/free-range-psychology/201608/how-diagnose-borderline-personality-disorder adresinden alınmıştır.

Psikolog Olarak Yetkin ve Yeterli Olmak American Counseling Association (ACA). (2010). Ethics committee reports summary-FY 10. http://www. counseling.org/Resources/CodeOfEthics/TP/Home/CT2.aspx adresinden alınmıştır. Andiç, S. (2012). Psikolojik değerlendirmede muhteşem üçlüsü; Yetkinlik, yeterlilik ve farkındalık. Pivolka, 23, 11-14. ,Dağ, İ. (2007). ABD’de psikologların çalışmalarında etik sorun yaşanmış vaka örnekleri. Türk Psikoloji Bülteni, 13(41), 33-50. Holtforth, M. G. (2010). Core competencies in counseling and psychotherapy: becoming a highly competent and effective therapist. Journal of Psychosomatic Research, 71-367. Korkut, Y., Müderrisoğlu, S. ve Tanık M. (2006). Klinik psikoloji alanında karşılaşılan etik ihlal örnekleri ve nasıl ele alındıklarının değerlendirilmesi. Türk Psikoloji Dergisi, 9, 49-61. Oğuz, Y. N. (2001). Tıp Etiğinin Işığında Psikoterapi. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 2, 36-40. Sperry, L. (2010). Core competencies in counseling and psychotherapy: Becoming a highly competent and effective therapist. Journal of Psychosomatic Research, 71-367. Türk Psikologlar Derneği Etik Yönetmeliği. (2013). http://www.am.org/iupsys/resources/ethics/turkey-code- turkish.pdf. adresinden alınmıştır. Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği. (2007). Psikolojik danışmanlık ve rehberlik alanında çalışanlar için etik kurallar. Ankara: Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği Yayınları. Psikoterapide Drama ve Masalların Rolü Blatner, A. (b.t.). Psikodrama ile iletişim dünyamıza adımlar. Ankara: Grup Psikoterapileri Derneği. Djuric, Z., Velijkovic, J., Tomic, M. ve Çakıcı, E. (2016). Psikodrama yeni başlayanlar için rehber. Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık. Franzke, E. (2001). Psikoterapide masallar. İzmir: Atadost Matbaa. Vınogradov, S. ve Yalom, I. (1996). Grup psikoterapisi. Ankara: Compos Mentis.

PsiNossa 41


@ @TPOCG_Yayinlari $

Bizi Twitter'da takip etmeyi unutmayÄąn! dergi@tpocg.net 42 PsiNossa


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.