PsiNossa Bir Psikoloji Dergisi
Sayı 8 Haziran 2015 Türk Psikoloji Öğrencileri Çalışma Grubu www.tpocg.org
Ayın Konusu: İleri Yetişkinlik İleri Yetişkinlikte Egzersiz Yaş Almak Mı Yaşlanmak Mı? İleri Yetişkinlikte Alzheimer Huzurevinden Gözlemler Yanlış Tanı Çıkmazı: Bipolarlık ve Borderline Kişilik Bozukluğu Soma’dan Deneyimler Disleksi Derneği Mezun Yazısı Serbest Zaman Kitap Tanıtımı Film Analizi
PsiNossa 1
Kapak resmi: Jules Dupré
2 PsiNossa
PsiNossa 2015 TPÖÇG Yayın Ekibi dergi@tpocg.net TPÖÇG Genel Sekreteri İrem DEMİR Yıldırım Beyazıt Üniversitesi iremdemir@tpocg.net
Film Eleştirmenleri Ceren AYIK Yaşar Üniversitesi İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Öğrencisi hopigesta@hotmail.com Nur İNCI Bahçeşehir Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğrencisi nurinci@yahoo.com
Karikatürist
Editör Fatma Selin AYAN TPÖÇG Mezunlar Birimi Üyesi fatmaselinayan@gmail.com
Selen Çakırkaya seren1340@gmail.com
Üye Pelin YIRI Yaşar Üniversitesi peline26@gmail.com
Zeynep KARATAŞ TPÖÇG Mezunlar Birimi Üyesi zeynepkaratas@gmail.com
Üye Burak Bahadır AKIN Kültür Üniversitesi burakbahadir96@hotmail.com
Nihan YILMAZ TPÖÇG Mezunlar Birimi Üyesi nihanylmaz@gmail.com
Üye Selen ÖZBEK Başkent Üniversitesi selenozbek1@gmail.com Üye Selin Cennet GÜLMEZ Uludağ Üniversitesi selincennetgulmez@gmail.com Çevirmen Bengisu Türkü KELEŞ Yeditepe Üniversitesi bengisuturkukeles@gmail.com Dizgi-Tasarım Ulaş BAHAR Işık Üniversitesi mulasbahar@gmail.com Dizgi-Tasarım Can KAMSIZ Girne Amerikan Üniversitesi cankamsiz@gmail.com
TPÖÇG Yazarları
Bertuğ UYGUNKARA TPÖÇG Mezunlar Birimi Üyesi bertuguygunkara@gmail.com
Konuk Yazarlar Feyza Kübra ÖZALPER İrem HAVLE Ege Üniversitesi iremhavle@gmail.com fkubraozalper@gmail.com Psk. Zeynep KANSIZ zkansiz@gmail.com Disleksi Derneği Adına Ümmü YALÇINKAYA info@disleksidernegi.org Araş. Gör. Emrah KESER ekeser@hacettepe.edu.tr
Ayşe Nur AVCI
aysenuravciesk@hotmail.com
PsiNossa 3
Bu Sayımızda; 6 | İleri Yetişkinlikte Egzersiz 8 | Yaş Almak Mı Yaşlanmak Mı? 10 | İleri Yetişkinlik Döneminde Alzheimer 12 | İleri Yetişkinlere Sorular 14 | Huzurevinden Gözlemler 16 | Yanlış Tanı Çıkmazı: Bipolarlık ve Borderline Kişilik Bozukluğu 18 | Soma 22 | Disleksi Derneği 24 | Ayın Farkındalıkları 26 | Mezun Köşesi 28 | Serbest Zaman: Yaşlanmak Mı Yaşamla Kalmak Mı? 29 | Kitap Tanıtımı: Yetişkinlik ve Yaşlılık: Gelişimi ve Psikoloji 30 | Ayın Filmi: Umberto D.
4 PsiNossa
Psi Nossa
Değerli okuyucular, PsiNossa yayın ekibi olarak bu sayının konusunu ileri yetişkinlik olarak belirledik. Bu sayıda da içeriği hazırlarken oldukça keyif aldık. İçerikte ileri yetişkinliğe dair yazılar ve röportajlar bulacaksınız. Gençlerin gözüyle ileri yetişkinliğin kaleme alınması ve ileri yetişkinlerin gençliğe mesajları kıyaslanarak okuduğunda güzel gözlemler ortaya koyuyor. 13 Mayıs 2014’te ülkecek Soma faciasıyla sarsıldık. Soma’ya birçok gönüllü psikolog ve psikoloji öğrencisi gitti, oradaki süreçlerde yer aldılar. Kendilerinden orada yaşadıkları deneyimleri paylaşmalarını istedik, bizi kırmadılar, yazılarını gönderdiler. İlgi büyüktü, bu nedenle gelen yazıları iki parça halinde bu ay ve önümüzdeki ay yazı dizisi şeklinde yayınlıyoruz. Sizin için bir rehber niteliğinde olmasını umuyoruz. Sevgili okuyucularımız TPÖÇG Yayınları olarak geçtiğimiz aydan itibaren Twitter ve Instagram’da yer almaktayız. Aşağıdaki görselden kullanıcı adımızla taratıp bizi takip edebilirsiniz. Böylece dolu dolu içeriklerimizden haberdar olabilirsiniz. Keyifli okumalar :)
Fatma Selin AYAN Editör
PsiNossa 5
İleri Yetişkinlikte Egzersiz Selen ÖZBEK
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tanımına göre yaşlılık, çevresel faktörlere uyum sağlama becerisinin giderek azalmasıdır ve 65 yaş üstü kişiler “yaşlı” olarak kabul edilmektedir (World Health Organization, 2007). Yaşın ilerlemesiyle birlikte bireylerin fiziksel, duygusal ve bilişsel süreçlerinde belirgin değişimler yaşanması kaçınılmazdır. Özellikle orta yetişkinlik döneminden itibaren bilişsel ve fiziksel kapasitede düşüşler başlamakta, ileri yetişkinlikte bunların derecesi artmaktadır. Günümüzde yaşlı nüfus oranının artmasıyla beraber, “yaşlanma”
yaşı giderek yükselmektedir. Kişiler daha sağlıklı ve etkin yaşam sürmenin yollarını aramaktadır. Bu arayış sonucunda fiziksel aktivite ve düzenli egzersizin önemi gündeme gelmektedir Yaşamın her dönemindeki gibi egzersizin faydaları ileri yetişkinlik döneminde de geçerli olmaya devam etmektedir. Yapılan araştırmalara göre, fiziksel aktiviteyi artırmanın ve düzenli egzersiz yapmanın yaşlanmanın getirdiği fonksiyonel kapasite kaybını azalttığı bulunmuştur (akt. Cindaş, 2001).
Santrock (2013) ileri yetişkinlikte egzersizin yararlarını şöyle sıralamış:
• Düzenli egzersiz, daha uzun yaşamla ilişkilidir. Buchman, Yu, Boyle, Shah ve Bennett (2012) tarafından yürütülen Çinli kadınlarla yapılan boylamsal bir çalışmada, düzenli egzersiz yapanların yapmayanlara göre ortalama 6 yıl daha uzun yaşadıkları bulunmuştur. • Kronik hastalıkları engeller. Kirshner (2012) ve Chae, Seo ve Sok (2012), yaptıkları araştırmalar sonucunda egzersizin kardiyovasküler hastalıkları, tip 2 diyabeti, kemik erimesini, felci ve göğüs kanserini engellediğini bulmuşlardır. • Var olan hastalıkların tedavi sürecinde olumlu etkilere sahiptir. Kemik iltihaplanması, akciğer hastalıkları, konjestif kalp yetmezliği, koroner kalp hastalığı, hipertansiyon, tip 2 diyabet, obezite ve Alzheimer hastalıklarının tedavisinde egzersiz yer aldığında, hastalıkların semptomlarında iyileşmeler görüldüğü Vincent, Raiser ve Vincent (2012) tarafından bulunmuştur. • Bağışıklık sistemini güçlendirir.
6 PsiNossa
• Hücresel fonksiyonları iyi hale getirir. Du ve Kim (2012) tarafından yapılan bir araştırmada, aerobik egzersizin yaşlı bireylerde telomer uzunluğuyla ilişkili olduğu bulunmuştur. Ayrıca Puterman (2010) kadınların menopoza girdikten sonra yaşadıkları kronik stresin telomer uzunluğu üzerindeki etkilerini azaltmada egzersizin bir tampon görevi gördüğünü belirtmiştir. • Düzenli egzersiz yapan bireylerin motor işlevselliklerinde daha az azalma görülür. • Kas ve kemik kütlesi daha az azalır. • Kemiklerin kırılganlığı azalır. • Düzenli egzersiz, zihinsel sağlık problemlerinin oluşmasını önler, ayrıca bu problemlerin tedavisinde de etkilidir. Lavia ve Milani (2011), egzersiz yapan yaşlı bireylerde depresyon görülme ihtimalinin azaldığını ve depresyon tedavisinde egzersizin yerinin yadsınamayacağını belirtmiştir. • Bellek ve bilişsel kapasite daha az azalır. Erickson (2011), yaşlı bireylerle yaptığı çalışmalar sonucunda egzersizin hipokampüs hacmini artırdığını ve belleği güçlendirdiğini bulmuştur.
PsiNossa 7
Yaş Almak Mı Yaşlanmak Mı? Selin Cennet GÜLMEZ Doğum günü partileri, birçok insan için, mutluluk vericidir. İlgi odağı olmanın ve kendini özel hissetmenin getirdiği huzur gülümseme isteği yaratır. Gençlik yıllarında mümkün mertebe çılgınca kutlanan doğum günleri, orta yaş dediğimiz dönemde can sıkıcı bir hal alır. Bu dönemdeki bireyler doğum günlerini yaş alma değil yaşlanma olarak görür. İleri yetişkinlik de diyebileceğimiz orta yaş sonrası evre ise birey için kabullenmesi en zor dönemdir. Yaşlanmanın zor kabul edilir bir süreç olmasının biyolojik ve psikolojik sebepleri vardır. Yaşlanma ile ortaya çıkan fizyolojik belirtiler, sosyal hayata uyumu zorlaştırırken stres seviyesinin de yükselmesine neden olur. Saçlarda beliren beyaz tellerin yanında yavaş hareket etme, çabuk yorulma gibi durumlar bireylerin işlevselliğini olumsuz etkiler. Tüm bu belirtiler yüzdeki yaşlılık sinyalleri (kırışıklıklar, göz altı torbaları...) de eklenince kendini yetersiz ve değersiz hissetme kaçınılmaz bir hal alır. Yani yaşlanmanın doğal süreci içerisinde, birey, fiziksel olduğu kadar bilişsel ve psikolojik değişimler de yaşamaya başlar. Doğal yaşlanma sürecinin belirtileri olan dikkat, algı, bellek, yönetici işlevler gibi temel bilişsel işlevlerde gözlenen gerileme, yaşam kalitesinin azalmasına neden olur. Sağlıklı yaşlanan bir bireyde episodik bellek (yeri ve zamanı belli olan anılar) gerilerken, semantik bellek (genel bilgiler) direnç gösterir (Cangöz, t.y.). Yakın zamanlı çalışmalar yaşlılığı bir yıkım değil değişim süreci olarak ele alır. Bilişsel süreçteki gerileme nedeniyle tepki kapasitesindeki azalma, bireyin değişime gösterdiği duyarlılığın yükselmesi ve çevreye bağımlılığın artması, kişiyi, “yaş alma” kavramına değil de “yaşlanma” kavramına odaklanmaya zorlar. Yani araştırmacıların aksine birey, yıkım değil de değişim sürecinde olduğunu kabul edemez (Eyüboğlu, Şişli ve Kartal, t.y.).
8 PsiNossa
Akça ve Şahin (2008), ileri yetişkinlerin yaşam kalitesini ölçen bir araştırma gerçekleştirmişlerdir, araştırma huzurevinde yaşayan bireyler ile aile ortamında yaşayan bireylerin hayat memnuniyeti hakkında bilgi edinmeyi ve yaşanılan yer ile yaşlılığı kabullenme arasında anlamlı bir bağ olup olmadığını belirlemeyi amaçlamıştır. Çalışmada, Leipad Yaşam Kalitesi Ölçeği (puanların yüksekliği ile yaşam kalitesinin yüksekliği ters orantılıdır) ve Kısa Semptom Envanteri (kısa sürede doldurulabilen, çok maddeli bir belirti tarama ölçeği) ‘nden yararlanılmıştır. Ayrıca araştırmada eğitim düzeyi, gelir seviyesi, medeni hal gibi birçok etmen ele alınmıştır. Yaşlılıkta yaşam doyumu ile yaşanılan yer arasındaki ilişkilere bakıldığında anlamlı farklılıklara rastlanmıştır. Fiziksel fonksiyonlar açısından her iki grup da birbirine yakınken, huzurevinde yaşayan yaşlıların sosyal fonksiyonları daha yüksek çıkmıştır. Ancak evde yaşayanların yaşam doyum oranı daha yüksektir ve alınan bu sonuç, çevrenin, bireye ait hayat memnuniyetine etkisini kanıtlar niteliktedir. Ailenin varlığı ya da bir eşe sahip olmak bireyin yaşam doyum oranını yükseltirken, huzurevi kavramı yaşlılığı bir yıkım olarak görmesine sebep olmaktadır. Sağlıklı yaşlanmada sosyal çevre kadar önemli olan bir diğer
öge ise spordur. Spor/egzersiz yapmayan yaşlıların, spor/egzersiz yapan yaşlılara göre depresyona daha yatkın olduğunu gösteren çalışmalar vardır (Yalçınkaya ve Güven, 2001). Yani hem fiziksel hem de psikolojik olarak sağlıklı yaşlanmak için koltukta oturmaktan fazlasını yapmak gerekir. Sigara ve alkol kullanımından uzak durmak, sedanter bireyler (günde bir kilometreden az yürüyen vb.) olmaktan kaçınmak, sağlıklı ve düzenli beslenmek gibi dikkat edilmesi gereken noktalar vardır. Fiziksel fonksiyonlarımızı dolayısıyla da sosyal aktivitelerimizi devam ettirebilmemiz, psikolojimizdeki yaşa bağlı değişim açısından önemlidir (Aydın,2006). Bu noktada “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur.” sözünü hatırlatmakta fayda var. Yaş almak ve yaşlanmak arasındaki fark fazlasıyla keskindir; ancak henüz seçim yapmamış bir birey için bu iki kavram arasındaki çizgi çok ince olabilir. Yaş almak, yılların yaşanmışlığı ile birlikte gelen birtakım değişimleri kabullenme anlamını taşırken; yaşlanmak, vazgeçme ile beraber stresin ve özsaygının kaybedilmesi anlamını taşır. Yüzdeki çizgilerin her birinin ayrı bir deneyimi, beyazlayan her saç telinin ayrı bir anıyı temsil ettiği fark edildiğinde yaşlanmak terimi yalnızca yaş almak anlamına gelecektir. Hepimizin yaş alması dileğiyle...
PsiNossa 9
İleri Yetişkinlik Döneminde Alzheimer Ayşe Nur AVCI
Alzheimer Nedir?
· Demansın sık görülen (%50– 80) bir türüdür. Demans: Zihinsel işlevlerin bozulmasıyla kendini belli eden nörolojik bozukluklara verilen genel bir isimdir. · Bellekte, muhakeme yeteneğinde, dilde ve fiziksel işlevlerde bozulmayla kendini gösteren, kişinin günlük yaşamdaki aktivitelerini etkileyen, ilerleyen ve geri dönüşü olmayan bir beyin rahatsızlığıdır. · Erken tanı oldukça önemlidir. Unutkanlığın yaşlılığın doğal bir sonucu olduğunu düşünüp bunu önemsememek erken tanıyı ve hastalığın ilerlemesinin yavaşlatılmasını engellemektedir. Unutkanlığın sıklaşması durumunda mutlaka uzman bir hekime başvurulmalıdır. · Alzheimer hastalığının başlama yaşı değişebilir, erken başlangıç 65 yaşından önce, geç başlangıç 65 yaşından sonradır. Erken yaşta başlayan Alzheimer nadiren görülmektedir, genellikler 30-60 yaşları arasındaki bireylerde ortaya çıkmaktadır.
İleri Yetişkinlikte Alzheimer Hastalığını Önlemek için Neler Yapılabilir?
· Balık, deniz ürünleri, sebze, meyve ve yeşil çay sıklıkla tüketilmelidir. · Düzenli olarak egzersiz yapılmalıdır. · Alkol tüketiminden kaçınılmalıdır. · Eğer unutkanlık sıklaşmaya başladıysa erken tanı için uzman bir hekime başvurulmalı ve ilaç tedavisine başlanmalıdır.
Hoş bir biçimde yaşlanmanın sırrı, yeni insanlar tanıma ve yeni şeyler görme coşkusunu asla kaybetmemektir. -Jackson Brown
10 PsiNossa
e
Hayatı Kolaylaştırmak İçin Neler Yapılabilir? Eğer Alzheimer tanısı alındıysa ve ilaç tedavisine başlandıysa ilaçlar düzenli bir şekilde alınmalıdır. Yakınlarla hastalığın gidişatı hakkında konuşulmalı, onlardan hastalığın ilerleyen evreleri için yardım istenmelidir.
Akla gelen önemli ve daha sonra yapılması gereken şeyler bir not defterine yazılmalı ve bu not defteri sürekli taşınmalıdır. Dolapların üstüne unutulmaması gereken şeylerin yazılı olduğu küçük kağıtlar yapıştırılmalıdır.
Yakınların söylediklerine kulak verilmeli. Onlarla inatlaşılmamalıdır.
Gece uykunusunun düzenli olması için gündüz uykularından kaçınılmalıdır.
Eski anıları canlı tutmak için fotoğraf albümlerine bakılabilir.
Uyumadan önce tuvalete gidilmelidir.
Akrabalarla ya da arkadaşlarla sohbet edilmeli, sosyal etkinliklere katılınmalıdır.
Düzenli olarak egzersiz yapmaya gayret edilmelidir. Yakınlarla yürüyüş yapılabilir. Müzik dinlenmeli, resim yapıılmalı ya da örgü örmek gibi el sanatlarıyla uğraşılmalıdır.
PsiNossa 11
Bu ay PsiNossa yayın ekibi olarak birkaç ileri yetişkine bazı sorular sorduk ve biz gençlere öğüt niteliğinde olabilecek cevaplar aldık… Okumakta ve özümsemekte fayda var. Ne demişler; “Gençler bilebilseydi, yaşlılar yapabilseydi.”
Gençliğinize ne söylemek isterdiniz?
Figen Hanım, 57, Sınıf Öğretmeni
Kendine daha fazla zaman ayırmalısın derdim. Hayatımın büyük bir bölümü çalışmakla geçti. Şimdi geldiğim noktaya kadar geçirdiğim zaman benim için yeterli ölçüde doyurucuydu; ama biraz daha kişisel alana hayır demezdim.
Nizamettin Bey, 60, Eczacı
Aile ilişkilerine daha çok önem ver derdim. Sanırım ben hayatı biraz daha bireysel yaşadım. Eskilere dönüp baktığımda aileme hayatımda biraz daha boşluk açmalıydım diye düşünüyorum..
Ali Bey, 72, Çiftçi – Esnaf
Gençken insan ileride neyle karşılaşacağını çok fazla düşünmüyor. Gençken maddi manevi daha çok fırsat çıkıyor insanın karşısına. Gençliğime su akarken testiyi doldur derdim.
Neriman Hanım, 76, Ev hanımı
Keşke yine orada olsaydım, çok güzeldi.
Suna Hanım, 79, Ev hanımı Keşke okusaydın!
Fahrettin Bey, 62, Çiftçi
Akıllı ol derdim, oğlum. Gözünü aç köyden kaç derdim.
Figen Hanım, 70, Ev hanımı
Oku kızım baban izin vermeyecek ama sen bir yolunu bul oku. Bir de çok geç evlenme zor oluyor.
Hüseyin Bey, 64 , emekli memur Sigara içmemesini söylerdim.
Ahmet Bey, 61, İşletmeci
Ona okul başarısını hafife almamasını ve okula devam etmesini önerirdim. Bir de tutkulu bir aşk yaşasın ve aşık olduğu kadınla evlensin.
Hamdi Bey, 57, Emekli
Telafisi olmayan tek zaman geçmiş zamandır. Bu nedenle bir şey söylemek istemezdim.
12 PsiNossa
İçinde bulunduğunuz dönemi yani ileri yetişkinliği kendi deneyimlerinizden yola çıkarak nasıl tanımlarsınız?
Figen Hanım, 57, Sınıf Öğretmeni
Mutluluk. Hayatımı tanımlayacak en doğru kelime mutluluk olurdu. Bzen çok yorulsam da işimi ve hayatımı seviyorum!
Nizamettin Bey, 60, Eczacı
Maraton. Hayatımı tanımlayacak en doğru kelime bu. Çünkü ben hayatımda hep bir yerlere koşuşturdum, tabii bu koşuşturmada bazı ihmallerim oldu.
Ali Bey, 72, Çiftçi – Esnaf
Olgun ve bilinç düzeyi yüksek bir dönem olarak tanımlardım.
Neriman Hanım, 76, Ev hanımı
İyi bir anneyim, Allah bugünleri aratmasın.
Suna Hanım, 79, Ev hanımı Kayıp dönemi
Fahrettin Bey, 62, Çiftçi Şükür
Figen Hanım, 70, Ev hanımı
Korku ( Kendi ölümünden değil çocuklarının ölümünü görmesinden korktuğunu belirtti.)
Hüseyin Bey, 64 , emekli memur
Tansiyon vb.hastalıklardan dolayı ölüm korkusunu daha çok düşündüğüm ve paniklediğim bir dönem; ama kötü de değilim çok şükür.
Ahmet Bey, 61, İşletmeci Mutluluk.
Hamdi Bey, 57, Emekli
Yaşlılığı kabullenme süreci. (kabulleniş de olabilir)
PsiNossa 13
Huzurevinden Gözlemler Zeynep KANSIZ Huzurevlerinde nöbet görev icabıdır belki; ama hiçbir çalışan nöbeti görev olarak görmez. Akşamın bizim dünyamızda bile ayrı bir hüznü varken huzurevindeki yaşlıların yalnızlıkları gelir insanın aklına ve bu yalnızlıklarına bir nebze de olsa ilaç olabilmek adına seve seve tutarsınız nöbetlerinizi. İşte böyle bir nöbet akşamında yazıyorum bu yazıyı umarım keyif alarak okursunuz Huzurevinde her gün bir başka masala dinleyici, bir başka romana okur olursunuz hele ki demanslı yaşlılar varsa hikayenin kahramanı direkt sizsinizdir. Bazen kızı, yeğeni bazen de ona günlerdir yemek vermeyen zalim gelini… Huzurevlerinde psikologlar sosyal serviste görev alırlar sosyal hizmet uzmanları ve sosyologlarla işbirliği içerisinde çalışırlar. Sosyal servis adeta huzurevindeki yaşlıların çocuğu gibi çalışır. Her türlü hukuki ve sosyal sorunlarıyla ilgilenir. Huzurevine yeni kabulü yapılan yaşlının uyumunu kolaylaştırabilmek adına uğraşır. Sosyal etkinlikler düzenler. Kurumda çalışan diğer personeller için eğitimler düzenler, onların sorunlarıyla da ilgilenir. Tabi resmi bir kurum olduğu için işlerini yaparken bakanlık tarafından düzenlenen standart evrak ve formları kullanır. Bu yüzden de insan kendini bazen evrak memuru gibi hissetmiyor değil.
14 PsiNossa
Tabi işler her zaman toz pembe değildir. Yaşlıların arasındaki günlük çekişmeleri ve küçücük huzurevinde yaşanan hakimiyet kavgalarını gördükçe ister yedi ister yetmiş yaşında olsun insanın her zaman gücü elinde bulunduran kişi olmak istediğini şaşırarak fark edersiniz. Reklamlarda, dizilerde yaşlıların genelde sakin sessiz ve pek işlere karışmayan kişiler olarak aksedildiğini düşündükçe yıllarca algılarınla nasıl oynandığını düşünür insan. İşin bir de mesleki boyutu var. Tabi hele benim gibi mezun olduğu gibi meslek hayatına – hem de kendisinin yaş itibariyle anlamakta en çok zorlanacağı yaş grubuyla- başlayan biri için. İnsan üniversiteden sonra iş hayatına atılınca annesinin karnından çıkıp göğsüne dolan oksijenle ağlayan bebek gibi hissediyor; ama tek farkla, senin ağlamaya lüksün yok! Meslek itibariyle insanlar senin her şeyi önceden anlamanı ve mükemmel bir sabra sahip olmanı bekliyor. Üniversitede gördüğün teorik bilgiler bir anda puff diye uçuveriyor. Çünkü toplu yaşanan bir yerde çalışıyorsun bireyle birlikte grubu da düşünüp ortak bir payda bulmak zorundasın. İşe başladığımdan beri okumadığım geriatri ve yaşlılık psikolojisi kitabı kalmadı; ama her gün beni şaşırtan yeni olaylar olabiliyor.
Teoriyle pratiğin farkını gösterebilmek adına bir örnek vermek istiyorum. Geçen haftalarda yaşlı psikopatolojisi dersi alan bir grup psikoloji 3. Sınıf öğrencisi kurumumuza ziyarete geldiler. Bir süre sohbet etmeleri adına öğrencileri yaşlılarla yalnız bıraktım. Geri döndüğümde “Ee ne konuştunuz bakalım teyzemle?” diye sorduğumda öğrencilerden bir tanesi “Bu teyze haftalardır hastaymış; ama doktora götürmüyormuşsunuz.” dedi. O an gülmemek için zor tuttum kendimi. Çünkü ben de öğrenciyken gelsem belki ben de inanacaktım, oysa o teyzemiz ileri düzeyde Alzheimer hastasıydı ve öğlen yemek yediğini bile unutup herkese burda kendisine yemek verilmediğini söylüyordu :) Eğer ileride bir huzurevinde veya başka bir bakım kurumunda çalışmayı düşünüyorsanız yapmanız gereken en önemli şey empati yeteneğinizi en az düzeyde kullanmanız olacaktır. Çünkü yaşlıların arasında sizin dedenize, annanenize ve hatta kendi annenize çok benzeyenler olacaktır. Bu yaşlılara her baktığımızda kendi ailemizin veya kendi yaşlılığımızı düşenecek olursak işin içinden çıkmamalıyız. Buralarda çalışırken düşünmemiz gereken kendi babaannemizi bir bakım kurumuna yerleştirdiğimizde ona nasıl davranılmasını istersek bizim de yaşlılara o şekilde yaklaşmamız gerektiğidir. Unutmayın biz onlar için çalışıyoruz onların psikolojik
sağlığı ve mutluluğu için ve hiçbir yaşlı çevresinde sürekli ağlayan ve tükenmiş bir çalışan görmek istemez çünkü mutsuz veya keyifsiz olduğunuzu direkt anlıyorlar. Unutmamamız gereken şeylerden biri de huzurevlerinde kalan yaşlıların hepsinin evlatlarının tabiri caizse ‘ hayırsız’ olmadığı ve bazı yaşlıların huzurevlerinde sadece kendi yaşıtlarıyla bir arada olmak istedikleri, çocuklarının düzenini bozmak istemedikleri için kaldıklarıdır. Kurumumuza gelen misafirlerin yaptığı en büyük hata “Aman teyzecim, vah vah yalnız mısın?” gibi sözler kurup yaşlıyı “Ben huzurevinde kalıyorum ve mutsuz olmalıyım demek ki.” yanılgısına düşürmeleridir. Etrafımızdan yaşlılarla ilgili sürekli “Yaşlandıkça çocuk gibi oldu, laf anlatamıyorum çocuk gibi tutturuyor.” sözlerini duyarız. Unutmayalım ki yaşlandıkça kişilik değişmez; sadece yaşlı artık rol yapma gereksinimi duymaz süper egoya fazla başvurmaz. Tıpkı çocuklar gibi… Yaşlılara karşı sevgi dolu ve anlayışlı olurken çalıştığımız kurumun resmi bir kurum olduğunu ve belirli bir disiplininin olmasını gerektiğini unutmamalıyız. En önemlisi de ne kadar profesyonel olsak da insanız ve bazılarına kanımız daha fazla kaynayabilir. Belki onda kendimizden veya ailemizden izler görebiliriz; ama ayrımcılık yapmak gibi bir hataya asla düşmemeliyiz. Son olarak bu mesleği yaparken en önemli şey vicdanınızın akşam işten çıkıp eve gittiğinizde rahat olması. Alzheimerlı bir yaşlının “Benim odam neredeydi? Burda ne işim var ?” tarzı sorularını duyduğunuzda gözleriniz yaşarabilir ve yaşaracaktır, bunu bir şekilde atlatabilirsiniz; ama o yaşlıyı diğer yaşlılara ezdirdiğinizi, nasılsa anlamaz diye daha az ilgilendiğinizi fark ederseniz yaşayacağınız vicdan azabının üstesinden gelinebilir mi, sanmıyorum.
PsiNossa 15
Yanlış Tanı Çıkmazı: Bipolarlık ve Borderline Kişilik Bozukluğu Feyza Kübra Özalper ve İrem Havle Sıklıkla karıştırılan bipolarlık ve borderline kişilik bozukluğu, benzer belirtilere sahip olsa da aslında tamamen kendine özgü tedavileri olan iki ayrı bozukluktur.. Bu bozukluklarda uygun tedavi yöntemlerini kullanabilmek için doğru tanı hayati önem taşımaktadır. Psychiatry Dergisi’nde yayımlanan bir çalışmaya göre, bipolar bozukluğa sahip hastaların %69’una başlangıçta yanlış teşhis konuluyor ve tedavi aşamasında hastaların üçte biri için yanlış uygulamalar devam ediyor. Tedavi için kullanılan yanlış antidepresanlar, hipomani ve maniye sebep olabiliyor. Bu da hastalar ve aileler için yıkıcı sonuçlar doğuruyor. Doğru tanının konulabilmesi için bozuklukların belirtileri arasındaki farkları bilmek gerekiyor.
Borderline Kişilik Bozukluğu
Borderline kişilik bozukluğundan mustarip olan bireyler, duygularını düzenlemekte büyük zorluklar çeker. Ani ruh hali değişimi yaşayan, düşünmeden hareket eden bu kişiler, bireysel ilişkilerde dengesiz tutumlar sergiler; çok sevdiğini söyledikleri insanlardan kısa bir süre sonra nefret edebilirler. Özgüven eksikliği, kendilik anlayışındaki değişiklikler, kendine zarar verme eğilimleri, aile veya arkadaşlar tarafından terk edilme korkusu ve aşırı para harcama gibi birçok farklı belirti görülebilir. Bozukluğun sebebi bilinmiyor; fakat araştırmacılar genetik, çevresel ve beyin işlevleriyle ilgili unsurların etkili olabileceğini düşünüyor.
16 PsiNossa
Bipolar Bozukluk
Bipolar bozuklukta da bu belirtilerin çoğu görülür; fakat bu bozukluğun belirleyici özelliği ruh halinin uç noktalar arasında seyretmesidir. Kişinin bir süre aşırı sevinç ve coşku, artan faaliyet ve enerji, her zamankinden daha çok konuşma isteği gibi belirtiler gösteren manik dönemde olmasına karşın daha sonra kendini dipte, yorgun ve mutsuz hissetme, sinirlilik, keyifsizlik, her şeyi üstüne alınma, azalan dayanıklılık gibi belirtileri olan depresyon durumunu yaşamasıdır.
Borderline kişilik bozukluğunda belirtiler istikrarlı görülürken bipolar bozuklukta belirtilerin sürekli değil dönemsel olması bu iki durum arasındaki en önemli farktır. Bir diğer fark ise bu belirtilerin tetikleyicileri arasındadır. Borderline kişilik bozukluğunda bireyler arasındaki ilişkiler duygu durumlarını etkilerken, bipolar bozuklukta bariz bir tetikleyici yoktur, hastalar belirtilerin aniden ortaya çıktığını vurgular. Dönemler arası geçişlerin sebebi kişilerin beyin faaliyetlerinde ve hormonal dengelerindeki iç kökenli değişikliklerdir.
Yanlış Tanı Nasıl Önlenebilir? Doğru tanı kişinin hayatını sağlıklı bir şekilde devam ettirebilmesinde ve uygun bir tedavi yöntemiyle zaman içerisinde hastalığı atlatmasında fazlasıyla etkilidir. Henüz bu bozuklukların biyolojik etkenleri kesin olarak bilinmediğinden doğru tanı koymada kişinin aile geçmişi ve bozukluğun takibi çok önemli rol oynamaktadır. Bozukluğun belirtilerinin incelenmesi ve bu süreçte bireyin yaşadığı değişikliklerin tutarlılığının gözlemlenmesi sonucu kişinin doğru bir şekilde tedavi edilmesi sağlanabilecektir.
PsiNossa 17
SOMA 13 Mayıs 2014 bu ülkede unutulmayacak bir tarih…Resmi açıklamalara göre 301, gerçek sayısını ise hiç bilemediğimiz kocaman bir kayıp oluştu Soma’da. Televizyondan, sosyal medyadan hepimiz takip ettik ne oluyor, durum nedir diye. Fırsatı olan psikoloji öğrencileri, psikologlar, akademisyenler de Soma’ya gönüllü olarak gittiler, oradaki insanlara yardımcı oldular, bambaşka bir deneyim yaşadılar. Biz de PsiNossa ekibi olarak bu deneyimlerin yer aldığı bir yazı dizisi yayınlamaya karar verdik. Bu ay ve önümüzdeki ay PsiNossa’da Soma’ya giden gönüllülerin deneyimleri yer alacak. Dileriz bir daha böyle bir facia yaşamayız; ama her şey insanlar için; ölüm de yaşam da. İleride yaşamamamız muhtemel travmatik durumlar için bir nebze de olsa yol gösterici bir yazı dizisi olmasını umuyoruz. Soma’da hayatını kaybeden emekçileri rahmetle anıyor, geride kalanlara baş sağlığı ve sabır diliyoruz.
SomaDA…
26 Ekim sabahı İstanbul’dan hareket ederken beni nelerin bekleyeceğini az çok biliyordum . Oryantasyonda karşılaşabileceğimiz tablo anlatıldı ve tabi ki kendimizi psikolojik anlamda nasıl korumamız gerektiği de… Benim travma konusunda bir uzmanlığım olmadığımdan dolayı terapi yapmam gibi bir durum yoktu; fakat yine yararlı olacağımı bildiğimden mutluydum. Ulaşılamayan ailelerin tespiti, danışan takibi ve haritalamayla ilgili çalıştım. Dışardan bakınca mekanik bir işmiş gibi gelebilir. Öyle olmadığını İstanbul’a dönünce Soma’da hayatını kaybedenlerin mezarlarındaki isimleri görünce anladım. Hayatını kaybeden madencilerle ilgili o kadar çok bilgi sahibiydim ki…Ailesinin nerde oturduğunu, kaç çocuğu olduğunu, yardım edilip edilmediğini, kaç yaşında olduğunu vs. hepsini biliyordum. Onlara dokunamasam da hissetmeye
18 PsiNossa
başlamıştım. Üzerine 28 Ekim’de Ermenek’te bir maden kazası meydana geldi ve haliyle merkeze gelen insan sayısı da arttı. Televizyonlardaki programlarda umut var denilse de, Soma’daki esnaf bile oradan sağ çıkamayacaklarını biliyordu. Bulunduğumuz merkez belediye binasına yakın olduğundan en ufak bir protestoyu duyabiliyorduk. Gün aşırı yürüyüşlere, protestolara şahit oluyorduk. Sırf o ortamda olmak bile yetiyordu aslında etkilenmemize. Gün sonunda yaptığımız paylaşım toplantıları o yüzden her birimize çok iyi geliyordu. Oradaki ekiple çok güzel bir bağ oluştu aramızda. Çok güzel meslektaşlar tanıdım. Çiğdem Yumbul ve Cansu Dikmen başta olmak üzere bu faydalı projede yer alan bütün meslektaşlarıma teşekkür ediyorum…
•Nihan YILMAZ
Soma’nın Kömür Karası
Geçen yıl 13 mayısta Soma’da yaşanan maden faciasından sonra hepimiz Soma halkına dedik ki “Acınızı içimizde yaşadık, derin bir üzüntü duyduk, yaşadıklarınızı her gün yakından takip ettik.” Peki ne kadar yakından? Televizyon ekranlarından, haberlerden izleyip duyduğumuz kadar yakından. Soma’ya gitmeden önce onların üzüntüsünü, hislerini en derin şekilde yaşadığımı düşünüyordum, tabi Soma çalışması bu anlamda benim için bir dönüm noktası oldu. Biz, Genç Hayat Vakfının düzenlediği, Milli Eğitim Bakanlığı’nın da desteklediği, Travma Sonrası Stres ve Öğretmenlere Destek Eğitimi projesi kapsamında terapist ve yardımcı psikologlardan oluşan 10 kişilik bir ekip olarak Soma’da bulunduk. 4 gün süren eğitimde hedef alınan kesim öncelikle öğretmenlerdi. Tabi ki bu dolaylı yoldan da olsa öğrencilere de ulaşacaktı. İlk gün açıkçası benim için en zorlu gündü. Çünkü hemen hemen her öğretmenin maden kazasına dair bir yaşantısı vardı ve olanları gözyaşları içinde zorlukla anlatıyorlardı. Kendileri bire bir kayıp yaşamasalar da, okullarında bazen 2 bazen 5 öğrencinin birinci dereceden bir yakınını maden faciasında kaybettiğini dile getirdiler. Öğrencilerinin sınıftaki davranış ve ruhsal durumlarının faciadan sonraki değişimleri konusundaki gözlemlerini anlattılar. Öğretmenlerin hepsi “Okullar, öğrenciler daha bir buruk, sessiz, okulların eski tadı yok.” düşüncesinde hemfikirdiler. Dört gün süresince gruplar halinde duygularını, düşüncelerini, üzüntü, sevinç, kişilik özellikleri, du-
rumlar karşısında hissettiklerini çeşitli etkinlikler içinde terapistimizin yönlendirmesiyle birbirleriyle paylaştılar. Yaşanmışlıklarının ve duygularının başkalarıyla benzer taraflarını görmek, bunları paylaşmak onlara kendilerini daha iyi ve güçlü hissettirdi. Çünkü “ Yalnız değilmişim.” çıkarımları perçinlendi. Bu dört günlük süre boyunca maden faciasına dair unutamayacağım birkaç cümle getirdim geri dönerken yanımda: “ Kazadan sonra elimi kalorifer peteğine her koyduğumda içim sızlıyor, çünkü o insanlar bunun için öldü.”, “ Ambulans sesleri, siren sesleri ve sela sesleri birbirine karışmıştı o gün, sanki mahşer yeriydi.”, “ Kazadan sonra artık kömür kelimesi bende hiç iyi bir şey çağrıştırmıyor”, “ Cesetlere yer bulunamaması kavun depolarına konulması çok acıydı.” Öğretmenlerin ağzından dökülenler işte bunlardı ve bu dört günlük süreçte anladım ki kazada sadece babasını, abisini, amcasını, dayısını ya da yakınını kaybedenler böylesine ağır bir travmayı yaşamadılar, Soma halkının tamamı yaşadı bu travmayı. Facia sonrası genel durum için öğretmenler “Üzerinden bir sene geçtikten sonra, daha yeni yeni Soma’da düğün dernek, kutlama sesleri duyulmaya başladı.”, “Şehir yeni yeni kendine gelmeye başlıyor.” gibi ifadelerde bulundular. Bu dört günün sonunda ceplerimi farkındalık, kalbimi duyarlılık, zihnimi daha çok bilinçle doldurdum diyebilirim. Benim için her şeyden öte insani değerler tabanında unutulmayacak bir “tecrübe” idi.
• Zeynep Karataş
PsiNossa 19
Soma’dan hatırlananlar
Öğle vakti, kapkara ve yağmurlu bir havada giriyoruz Soma’ya. Yolda gördüğümüz bir iki kişiye sorduktan sonra çok da zorlanmadan buluyoruz merkezi. İlçenin girişinde kırmızı ışıkta beklerken karşımıza devasa bir billboard görüyoruz. Aldıkları mobilyanın kendilerine ne denli mutluluk verdiğini anlatmaya çalışan bir kadın ve bir çocuk resminin olduğu bir billboard... Mobilya reklamının sloganı ‘’Siz her şeyin en iyisine layıksınız’’. Acı acı tebessüm ediyorum. Sosyal hizmetler binasına geldiğimizde çeşitli illerden gelmiş birçok gönüllünün olduğunu görüyoruz. Herkes bir koşuşturma içinde. Bizim gibi yeni gelenler, gelecek olanlar, yeni gidenler, gidecek olanlar… Hemen işe koyulmak ve bir işe yarıyor olma duygusunu yaşamak istiyoruz. Anlaşılmaz notlarla dolu bir pano, kime ait olduğu belirsiz sağa sola gelişigüzel yapıştırılmış onlarca telefon numarası, içinde neyin ne amaçla yer aldığı belli olmayan yüzlerce mavi dosya, havada uçuşan kağıtlar, adına yapılacak işler defteri denilen; ama bir türlü yapılmayan işlerin kaydedildiği eski bir defter ve çalmaktan yorulmuş bir telefon karşılıyor bizi. O anda sadece bir kelime geçiyor aklımda: ‘’Kaos’’. Merkezde sekreterle sohbet ediyoruz. İki ay geçmesine rağmen hala ulaşılamayan aileler olduğunu, kayıtlarda sorun olduğunu, asıl görevlilerin yıllık izne ayrıldığını, kendisinin konuya pek hakim olmadığını, eski görüşme formlarının dört kez değiştiğini, yapılacak işler defterinin kabardığını, ziyarete gidilecek evlerin adreslerine ulaşılamadığı, bazı ailelerin yol parası bulamadığı için gelmek istese de gelemediğini ve buna benzer onlarca çaresiz bırakıcı bilgiyi hiç vakit kaybetmeden ardı ardına sıralıyor. Biz konuşurken binanın önünden kulakları sağır edercesine yüksek sesli ve hareketli müzikler çalan seçim arabaları geçiyor. ‘’Halk reis-i cumhurunu seçiyor! Soma halkı kendi adamını seçiyor…’’ Hiçbir şey olması gerektiği gibi değil. Hiçbir şey beklediğimiz gibi değil. Merkeze giderken orada destek almayı bekleyen madenci yakınları olacağını ve bizim de onlara kendi elimizden geldiğince destek olacağımızı umuyorduk; ama oraya vardığımızda kimsenin oturup “Kurtarıcılar gelsin ve bizi kurtarsın.” diye beklemediğini gördük.
20 PsiNossa
Onun yerine bizi bekleyen resmi yazılar, raporlar, düzenlenmemiş dosyalar, yazılmamış defterler, verilmesi gerekirken verilmemiş randevular, bürokrasi ve düzensizlik vardı. Her ne kadar bu dezorganize durumu kanıtsamam uzun sürse de bu işin doğasının bu olduğunu anladım. Soma’da başından sonuna hiçbir şey düzenli, planlı, beklenir biçimde yaşanmamıştı zaten. Şimdi psikososyal destek süreci de bu karmaşadan payını alıyordu. Kalacağımız oteli bulmak için çıkıp dar kaldırımlı küçük ara sokaklarda dalıyoruz. Konuştuğumuz insanlar ‘’Gazeteci misiniz? Para verecek fakir aile mi arıyorsunuz? İstanbul’dan mı geldiniz?’’ gibi sorular soruyor. “Her şey yolunda.” diyorum içimden. Dışarda insanlar ölümleri o kadar hızlı kanıksamış ve yaşamlarına o kadar olması gerektiği gibi devam ediyorlar ki şaşıyorum. Sanki hiçbir şey olmamışçasına iş yerleri açık, lokantalar yemek çıkarıyor, taksiciler müşteri kovalıyor, sokaklarda bir koşuşturmaca… En basit tabiriyle hayat devam ediyor yani. Ertesi gün bir sosyal hizmet uzmanı bir de PDR uzmanı arkadaşla yollara düştük. Görevimiz, hiç ulaşılmayan ailelere ulaşmak ve merkeze gelemeyenleri evlerinde ziyaret etmek. Kaç eve gittik hatırlamıyorum ama iki üç gün boyunca bu şekilde ev ev gezdik. Kalan günleri ise merkezde bireysel destek görüşmeleriyle, psikososyal destek amaçlı grup çalışmalarıyla, gönüllülerle yaptığımız duygu paylaşımlarıyla ve ara sıra da diğer idari işlerle geçirdik. Her girdiğim evin, her temas kurduğum insanın uzun uzun anlatılmayı hak eden bir öyküsü vardı. Ne bu öyküleri ne de bizim orada geçirdiğimiz bir haftayı burada anlatmak imkansız ama Nazım’ın da dediği gibi ‘’Topraktan öğrenip kitapsız bilen’’ bu insanların, yaşanan her şeyi tepeden tırnağa anlatan bazı cümleleri vardı ki hala o günkü halleriyle zihnimde asılı dururlar.
Öfkeyi anlatıyordu Kırkağaç’ın bir köyünden yaşlı bir dayı: ‘’Toprağımızı aldılar, okulumuzu kapattılar. Ev al araba al rahat et dediler. Kredi verip o deliğe soktular’’. Somada bir kahvehanede yaşlı bir amcadan duyduğum inlemeye benzer bir ses haksızlığı anlatıyordu: ‘’Bunların kollayanı çoktur. Çok zengindir bunlar. Üç beş kuruş azına kanaat etselerdi de bizim kolumuzu kanadımızı kırmasalardı’’. Bir aylık bebeğiyle her gün kocasının mezarına giden genç kadın isyanı anlatıyordu: ‘’Şehit dediler para vercez dediler bizi susturdular. Televizyonlardan da kaldırdılar gayrı bizi. Ne etcek şu parmak kadar çocuk babasız!’’. Konuşmaya mecali kalmamış yaşlı bir anne üzüntüyü anlatıyordu: ‘’Her gün ölü gibi gelirdi madenden. Yemek yiyemez sade bidon bidon su içerdi. Ana derdi yerin altı yanıyo derdi. Bir deri bir kemik kaldıydı’’. Daha çocuk yaşta bir yeni gelin pişmanlığı anlatıyordu: ‘’Her sabah madene giderken kapıya kadar uğurlardım. Arkasından dua ederdim. O gün uğurlayamadım. O gün…’’. Yetmiş yaşında, iki çocuğunu birden madende yitirmiş engelli bir baba çaresizliği anlatıyordu: ‘’Altı torun, iki gelin. Aha bir de hasta karı. Ben ne edem? Bunlara ben ne edem? Emekli maaşım da yok. İki tane kredi borcu...’’ İnsanın hayatında bazı anılar zamanla değişir. Yıllar geçtikte eklemeler silinmeler olur. Farklı hatırlanır. Zihnimizdeki öyküler, yeni yaşantılarla ve yeni öğrenilenlerle hep yeniden yapılandırılırlar. Ancak bazı anılar tüm çıplaklığıyla, tüm el değmemişliğiyle öylece kalırlar. Soma sadece gönüllü bir psikolog için değil sevme kapasitesi olan her insan için çaresizliğin, öfkenin ve üzüntünün kalemiyle yazılmış, tüm çıplaklığıyla zihinde asılı duran bir öyküdür. • Araş. Gör. Emrah KESER
PsiNossa 21
Disleksi Derneği Disleksi (Özel Öğrenme Güçlüğü) ; gerekli eğitim ve öğretim ortamı oluşturulmasına karşın bireyin okul becerilerinin yaşıtlarına göre beklenenden önemli ölçüde ve ölçülebilir derecede altında kalmasıdır. Disleksi bir zeka sorunu değil öğrenme bozukluğudur. Birey normal koşullarda en az altı aydır : • Sözcükleri yanlış ya da yavaş ve çok çaba harcayarak okuması, • Okuduğunu anlamada güçlük çekmesi, • Yazılı anlatımda güçlük çekmesi, • Sayıları algılamada ya da hesaplama yapmakta güçlük çekmesi, • Sayısal akıl yürütmde güçlük çekmesi gibi sorunlarla başa çıkamıyorsa disleksili olma olasılığı düşünülmelidir. Disleksi; okuma güçlüğü olarak özel öğrenme güçlüğü tıbbi tanısı içinde yer alır. Matematik alanında yaşanan diskalkuli, yazı alanında yaşanan disgrafi diğer özel öğrenme güçlüğü alt tipleridir. Disleksi yani okuma güçlüğü en sık görülen tür olduğundan genel terim olarak dünyada yaygın şekilde özel öğrenme güçlüğü teriminin yerine kullanılmaktadır. Dislektik çocuklarda geç konuşma, olayları sırasıyla anlatamama, sıralı saymada güçlük çekme,sağını solunu karıştırma, düğme ilikleyememe, bisiklete binememe,tek başına oynamayı tercih etme, harf karıştırma (b-d, m-n ),okumayı zamanında sökeme-
22 PsiNossa
me, okumaya ve yazmaya karşı isteksizlik, ödevleri yavaş ve uzun sürede yapma, okuma hataları (ev-ve, çok-koç, 12-21 ) çarpım tablosunu ve saati öğrenememe, zamanı ayarlayamama,işlerini planlayamama ve yetiştirememe şeklinde belirtiler görülmektedir; ancak her dislektik çocukta bu belirtilerin tümü görülmeyebilir. Görülen tüm beceri sorunlarının yanında dislektik bireylerin bir ya da birkaç alanda üstün yetenekleri olabilir. Sanat, bireysel sporlar, teknoloji, mekanik, görsel-uzamsal alanlarda yetenekleri araştırılmalıdır. Bu alanların fark edilmesi yaşamlarının planlanması açısından büyük önem taşımaktadır. Ayrıca yeterlik duygusu, başarı duygusu yaşaması açısından, benlik saygısının artması açısından da önemlidir. Disleksinin belki de en dramatik sonucu kişinin dahilik düzeyindeki gerçek becerilerini fark etmeden ve bu becerileri hayatını yapılandırmak için kullanmadan yaşamını sürdürmesidir. Disleksi ömür boyu süren bir durumdur. Yetişkinlik döneminin nasıl seyredeceği, disleksinin ne zaman fark edildiğiyle ve gerekli tedbirlerin alınıp destek sistemlerinin oluşturulmasıyla ilgilidir. Disleksi (Özel Öğrenme Güçlüğü) tanısı çocuk psikiyatristi uzmanı tarafından, psikologların her bireye kişisel olarak uyguladığı geçerli başarı ölçümleri testlerinden yararlanarak konur.
Disleksinin tedavisi psiko-eğitsel müdahelelerle olur. Bunlar kaynaştırma önlemleri,günlük yaşam düzenlemeleri ve özel eğitimden oluşur. Tıbbi olarak Disleksi (Özel Öğrenme Güçlüğü ) tanısı konduktan sonra psiko-eğitsel değerlendirme yapılması gerekir. Dünyada disleksi tedavisiyle ilgili yapılması gerekenler artık nettir. Disleksi tedavisi bütüncül yaklaşım gerektirmektedir. Doktor, aile, öğretmen ve okulun sıkı işbirliğini gerektiren bir süreçtir. Ana yaklaşım ailenin, sınıf ve branş öğretmenlerinin disleksi tablosunu iyi öğrenmeleriyle başlar. Aynı zamanda bireysel özel eğitim planlaması yapılmalıdır. Ülkemizde Milli Eğitim Bakanlığı dislektik çocuklar için okulda alınması gerekli tedbirleri yönetmeliklerle belirlemiştir. Disleksi tanısı alan çocuklar Rehberlik Araştırma Merkezlerindeki uzmanlar tarafından değerlendirilip okulda tedbir alınması için kaynaştırma kararı, çocuğun özel eğitime gereksinimi varsa özel eğitim kararı alabilir. Böylece ücretini devletin karşıladığı özel eğitim süreci başlayabilir.
yaklaşımlarının geliştirilmesi ve disleksi eğitiminin ülke genelinde bir standarda oturtulması, disleksi eğitimi konusunda uzmanlar yetiştirilmesi amacıyla bu alanda kurulan Türkiye’nin ilk derneğidir. Disleksi derneği bu amaçlar doğrultusunda uzmanlardan oluşan ekibiyle: • İstekler dikkate alınarak Denizli dışındaki illerde “Disleksi Bilgilendirme Seminerleri” verilmesi, • Henüz tanı almamış bireylerin tanılama süreci ile ilgili ailelerin bilgilendirilmesi • Disleksi alanında tanılama yapan ve eğitim verecek olan meslek gruplarına (psikiyatristler, psikologlar,özel eğitimciler öğretmenler, çocuk gelişim uzmanları ) ” Disleksi Eğitmenlik Eğitimi”, • Tanı almış bireylerin ailelerine “Disleksi Anne Baba Eğitimi”, • Disleksi konusunda projeler geliştirilmesi, yapılan projelere destek olunması, • Web sayfamızda ve sosyal paylaşım sitelerinde bilgilendirme yazıları yayınlamak ve dernek çalışmaları ile ilgili bilgi verilmesi.
Ülkemizde disleksinin okul öncesinden başlayarak özellikle eğitim camiasında daha çok tanınması, gerekli müdahale yöntemlerinin bilinmesi, deneyimlerin paylaşılması gereksinimi vardır. Ailelerin de çocuklarına disleksi tanısı konduktan sonra nasıl bir yol izleyecekleriyle ilgili rehberliğe gereksinimi vardır. Bu gereksinimler nedeniyle dislektik çocukların aileleri ve bu alanda çalışan uzmanların bir araya gelmesiyle Disleksi Derneği kurulmuştur. Dernek, ülkemizde disleksinin toplumda tanınırlığının artması, dislektik çocukların aileleri ve öğretmenlerinin tanı öncesi ve sonrası süreçte nasıl bir yol izleyecekleri ,anne-babanın dislektik çocuklarına destek olma yöntemleri,okullarda dislektik çocuklara uygun eğitim
Kısacası, Disleksi Derneği gönüllülük kapsamında disleksi farkındalığını artırmak ve bu alanda ihtiyaç duyan aileleri zlenecek yol ve yöntemler konusunda aydınlatmaya çalışan sivil toplum kuruluşudur. Disleksi Derneği ile, ailelerin ve öğretmenlerin gerekli bilgi ve deneyim desteğini almaları için www.disleksidernegi.org sitesinden ve info@disleksidernegi.org adresinden iletişime geçilebilir.
PsiNossa 23
Ayın Farkındaklıkları: Haziran 3 Haziran
5 Haziran
Nazım Hikmet Ran’ın Vefatı
Dünya Çevre Günü
11 Haziran Kızılay’ın Kuruluşu
15 Haziran
21 Haziran
Darüşşafaka’nın Kuruluşu
Babalar Günü
26 Haziran
Uyuşturucu İle Mücadele Günü 24 PsiNossa
Ve tıpkı o eski Acıklı hikâyelerdeki yalınayak Karlı yollara düşmüş Yetim bir çocuk gibi bu yürek…
Haziran’da Ölmek Zor!
Selanik şehrinin çeşmeleri, 1902 yılında Nazım Hikmet’in doğacağını bilse akmaz mıydı gürül gürül? İlk şiirini henüz 11 yaşında yazarken “Feryad-ı Vatan” demişti usta kalem; bu arada Balkanlar yaşamak için göç ediyordu. Bahriye Nazırı’na bir şiir okudu ve bahriyeli oldu. Bembeyaz üniformasını üzerine geçirdiği vakit ülkenin hali kapkaranlıktı. Milli Mücadele için Anadolu’ya geçti. Bir süre sonra ise Batum üzerinden Moskova… Rusya’da siyasal bilimler ve iktisat okuyup 1924 yılında ülkesine geri döndü. Şiir ve yazılarından dolayı hapsi istenince Moskova yolları tekrar gözükmüştü bile. Aftan yararlanıp geri döndüğünde ise çalışmalarını Resimli Ay dergisinde yayınlamaya başladı. 1938 yılında ise 28 yıl hapse mahkûm edildi. 12 sene süren tutukluluğundan sonra öldürüleceği endişesi ile Rusya’ya gitti. Vatandaşlıktan çıkartıldı. Polonya vatandaşı olup 1963 yılında hayata gözlerini yumdu. Dostlar, iki kısa paragraf yeter mi hiç Nazım’ı anlatmaya? Çok sevdiği vatanından uzaklaştırılmış, vatandaşlıktan atılmış, “Bizim barışımız ölümümden sonra olacak/ Ülkeme
dönmek için ölmem gerek.” Demiş; fakat yine de dönememiş bir üstadı kim anlatabilir ki? Belki bir anekdot… Nazım’ın kaldığı Bursa Cezaevi’ne bir müfettiş gelir. “Nazım da burada kalıyormuş, çağırın gelsin” der. Nazım gelir, müfettiş nutuk çeker sonra da “Gidebilirsin” der. Bunun üzerine Nazım “Hayyam’ı tanır mısınız?” der. Müfettiş şiddetle “Kim tanımaz Hayyam’ı?” der. “Peki ya onun devrindeki hükümdarı?” Müfettiş şaşırır, cevap veremez. “Yıllar sonra beni dünya anımsayacak, dönemin Adalet Bakanı’nı ya da sizi kimse anımsamayacak.” Sahi bilen var mı? İster 19 yaşında, isterseniz 61 yaşında olun; adınız Ali, İsmail, Nazım, Abdullah, Mehmet, Berkin, Yasin ya da Micheal olsun; Hasan Hüseyin Korkmazgil’in de dediği gibi “Haziran’da Ölmek Zor!”
Burak Bahadır AKIN
PsiNossa 25
26 PsiNossa
• Seren Çakırkaya
PsiNossa 27
i s e s ö k n u z e M Bertug Uygunkara
Birçok insan okul hayatı bittiği gün gerçek hayatın başladığını düşünür. Oysa, bana kalırsa okul zamanları da gerçeğin ta kendisidir. Hacettepe Üniversitesi’nde geçirdiğim dört yıl, belki de bu yüzden, benim anılarım arasında hep özel bir yerde kalacak. Dört yıl göreceli bir zaman dilimi… İçinde olduğunda geçmiyormuş gibi gelen, ancak bir A4 kağıdını eline tutuşturup; ‘’Artık mezunsun.’’ dediklerinde dank eden, dönüp bakınca bütün olumsuzlukların silinip, tatlı güzel hatıraların özlenerek hatırlandığı bir zaman dilimi. Aslında, hayatın kendisi gibi…
28 PsiNossa
Ben henüz çocuktum ‘’Psikolog olacağım.’’ dediğimde. Yaşıtlarım, doktor, öğretmen, polis olma hayalleri kurarken, nereden duyup öğrendiğimi şu an bile anımsayamıyorum. Nihayet, hayallerimin doğrultusunda ilerlerken, yolumun geçtiği okulumun bana getireceği güzelliklerden en başta tabi ki habersizdim. Daha ilk yıldan, HÜPT (Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Topluluğu)’ yü ve TPÖÇG’yi tanıdım. Katıldığım ilk TPÖÇG toplantısında kendimi Denetim Kurulunda bile buldum. Daha sonraları, TPÖÇG’nin Yönetim Kurulunda da görev yaptım, 2012 Bahar Dönemi Toplantısı’nda ev sahibi Hacettepe’nin toplantı düzenleme ekibindeydim. TPÖÇG’yle bağımız o kadar kuvvetliydi ki, bu bağlarımızı geleceğe de taşıyabilmek adına, bir gün TPÖÇG Mezunlar Birimi’ni kurmaya karar verdik. Diğer taraftan, HÜPT’nin önce yazmanı, sonra başkan yardımcısı ve en sonunda başkanı olarak görev yapma şansı buldum. Sayısız etkinlikte, faaliyette, toplantı ve kongrede yer aldım. Laboratuar deneylerinde, birçok araştırmada çalıştım. Özetle, dur durak bilmeden, hem bölümle, hem HÜPT’le hem de TPÖÇG’yle dolu dolu bir dört yıl geçirdim.
Peki bunları neden anlatıyorum? Aslında çok basit bir cevabı var, birçok insan, üniversite bittikten sonra yapamadığı şeyler için pişmanlıklar duyar. Gördüğü üniversitelilere “Ben yapamadım sen bunları yap.” diye bir liste verir kendince, ben ise aksine öyle dolu dolu, öyle keyifli, öğretici, ve hatta şahane bir üniversite hayatı geçirdim ki şimdi bunu okuyan öğrenci arkadaşlarıma, siz de yapabilirsiniz, siz de yapmalısınız diyorum aslına bakarsanız. Geriye baktığınızda başardıklarınızı görmenin, geçirdiğiniz 4-5 yıllık süreci güzel hatırlamanın tadının hiçbir şeyde olmadığını söylemek istiyorum. Yazının başında söylediğim gibi, hayatın ta kendisi okul hayatı. Belki tamamen özgür kaldığınız ilk yer, kendi sorumluluklarınızın olduğu, kendi faturalarınızı takip etmeniz gereken, çoğunlukla ailenizin sizden uzakta olduğu ve bu sebeple çevrenizdeki insanları aile bildiğiniz bir süreç. Kendi adıma bu süreci iyi tamamladığımı düşündüğüm için de şanslı hissediyorum kendimi. Bu şansı hepinizin yakalayabilmesini umuyorum. Hepinizin kafasında bitince ne yapacağına dair birçok soru işareti olduğuna eminim. Bu soru işaretlerinin hiç olmaması ne kadar kötüyse, zihninizi bütün bu düşüncelerle
perişan etmek de o kadar kötü bence. O yüzden, kendinizi donatabildiğiniz kadar donatın, öğrenebildiğiniz kadar öğrenin, gücünüz, zamanınız ve enerjiniz yettiğince tutun bir işin ucundan. Mutlaka ki dil hatta diller öğrenin. Gerisi mi? Gerisi bir şekilde yolunu buluyor ondan sonra. O yüzden soru işaretlerinizin de tadını çıkarın ve sizi beslemesine izin verin. Buraya kadar, hep öğrenci arkadaşlarıma yönelik bir tavsiyeler zinciri gibi olduğunun farkındayım; ancak emin olun amacım tavsiye vermekten ziyade, dört- beş yılınızı dolu dolu geçirin, tadını çıkarın ve her istediğinizi yapın- yapmaya çalışın diyebilmekten ibaret. Bunun dışındaki tavsiyeler zaten, kişisel tecrübelerden öteye gidemiyor ve birine uyan tavsiye başka birinde sakil, eksik ya da emanet durabiliyor. O yüzden yazdıklarımın bir ahkam kesmek olarak algılanmamasını umuyorum. Herkesin kendi rotasında, kendi hayallerinde, kendi heyecan ve heveslerinde başarılı, mutlu ve huzurlu olmasıdır önemli olan. Yolunuz açık olsun. Bana ulaşmak isterseniz, mail adresim bertuguygunkara@gmail.com Yeniden görüşmek dileğiyle…
PsiNossa 29
Serbest Zaman YASLANMAK MI YASAMLA KALMAK MI? Fatma Selin AYAN
Şöyle saçlarım uzun ve gri olsa, örsem,
caz olur, halk müziği olur, her türden… Hayatı
belki aralarına birkaç renk de attırırım; bir gün
yaşarken bedenime bir yandan öyle iyi bakmış ol-
birinde görmüştüm nasıl da özenmiştim…Elle-
sam ve 70 yaşıma da gelsem Bozcaada’ya gidip bir
rim kırışsa; ama güzel kırışsa, yani yaşam izleri
kadeh Çamlıbağ içme, sıcak efibadem kurabiyesi
olsa cildimde… İnsanlar ellerime bakınca “Gör-
yeme, Ayazma’nın serin sularına kendimi bırak-
müş geçirmiş ve bu hayatta çok az şeyi ıskalamış
ma mutluluğundan geri koymasa beni bedenim…
bir kadının elleri.” desinler ellerim için…Öyle se- Gözlerim beni yarı yolda bırakmasa, 80 yaşımda defli beyaz oje değil de daha zarif, daha ağır renk- da kitapçıların raflarını heyecanla incelesem… te ojeler süreyim tırnaklarıma. Hem hâlâ bakımlı Bedenim büyüse ben çocuk kalsam ya bir de… olayım hem de vakarımı beli edeyim seçtiğim
23 yaşında, çalışmaya yeni başlamış,
renkle… Ortopedik ayakkabı değil de şöyle tarz,
hayatın çok başında birinden çok da beklenilesi
sade; ama şık ayakkabılarım olsun… Kilolu bir
cümleler değil bunlar, biliyorum; ama ne yapayım
ileri yetişkin olmayayım mesela; kot kapri üzeri-
seviyorum ben yaş almayı. Annemin tabiriyle
ne tişört giymeyeyim… Bir tarzım, giyim şeklim
“emeklemeden koşmayı.” Yaşlanmak, yaş almak
olsun… Pahalı olmasına gerek yok, beni yan-
ne güzel bir şey oysa, sen kendine iyi baktıktan
sıtsın, hayatın içinden olsun yeter… Bu yaşıma
sonra… Hiç de anlamam yaşını söylemekten
kadar da çalışabileceğim kadar çalışmış, birikim
çekinen kadınları… Bana göre yaş almak bir ka-
yapmış olayım bir de… Böylece “bir daha” tura
dına çok yakışıyor, geçen yıllarla beraber olgun-
çıkayım şehirlerce, ülkelerce… Bir de bu yaşım-
laşan bir kadın benim için sihirli bir ülkeye ait
daki ben görsün oraları, bu gözle yorumlasın…
bir varlık gibi… Yıllar geçerken kendine bir şey
Bu birikimim torunuma, ona buna miras bırakma katamamış bir insan – cinsiyeti ne olursa olsuniçin dünya malına heba olmasın, güvendiğim,
ileri yetişkinliğe yaş almak değil yaşlanmak olarak
özellikle de çocuklar yararına çalışan sivil toplum bakar tabi… Boşa geçen bir ömür; en korktuğum kuruluşlarına bağışta bulunmaya yetsin, yetme-
şey… Umarım başıma gelmez…
li… “Yaşım geldi geçiyor.” düşüncelerine kapılıp
içli sanat müziği şarkılarına teslim etmeyeyim
kaliteli bir ömrünüz olsun, içinizdeki yaşama
kendimi, her gün yeni bir sanatçıyı keşfedeyim,
sevincini hiç kaybetmeyin :)
30 PsiNossa
Doya doya yaşadığınız, sağlıklı, uzun; ama
K I T A P T A N I T I M I
Yetişkinlik ve Yaşlılık: Gelişimi ve Psikoloji İrem DEMİR Editörler: Prof. Dr. Hasan BACANLI Doç. Dr. Şerife (IŞIK) TERZİ Yayın evi: Açılım Kitab ISBN: 978-9944-105-9
ARKA KAPAK
Yetişkinlik pek sorun oluşturmaz. Çünkü herkesin işine gelir. Toplum yetişkinlikten ne bekliyorsa alır. Kişiler artık bu dönemde ne yapacaklarsa yaparlar, ne bulacaklarsa bulurlar. Etraftaki kişiler de yetişkinden ciddi ve ağır şeyler ister ve onlar da alırlar. Ekonomik sistem yetişkini çalıştırır ve üretken olduğu duygusunu vererek onu güdüler. Bu durumdan ekonomik sistem de memnundur, yetişkin de. Dolayısıyla sorun yoktur, varsa bile başa çıkabilecek türdendir. Sorun olmaması veya başa çıkabilir olması biraz da yetişkinin kendi başına hareket edebilmesinden ve daha doğrusu kendi işini kendisinin görebilmesinden kaynaklanır. O kendine yeterlidir; başkasına yük olmadan hemen hemen tüm sorunlarını çözebilir. Yetişkinliğin bu kadar sorunsuzluğuna karşılık, yaşlılık neredeyse o kadar sorunludur. Çünkü yaşlılar artık kendi işlerini kendileri göremedikleri gibi üretkenlik vasıflarını da kaybetmişlerdir. Günümüzde yaşlılık hem kişinin kendisi hem de toplum için sorun haline gelmiştir. Bunun nedeni yaşlıların artık ekonomik hayata aktif katılmamaları (her ne kadar onlar ihtiyar iseler de), kendi işlerini kendilerinin görmelerinin zorlaşmasıdır. Derler ki, “Gençler bilebilse, ihtiyarlar yapabilseydi…”. Yani gençler yapabilir; ama bilemezler, ihtiyarlar ise bilir; ama yapamazlar. Sonuç olarak yaşlılık günümüzde anlaşması ve gerekli tedbirler alınması gereken bir dönem haline gelmiştir. Bu kitapta yaşlılıkla ilgili bütün anları bir araya getirmeye çalıştık. Bu nedenle kitapta psikolojiden antropolojiye, beslenmeden hal şiirine kadar değişik alanlar bir araya getirilerek yetişkinlik ve yaşlılık konuları her yönüyle ele alınmış oldu. Prof. Dr. Hasan BACANLI: Halen Yıldız Teknik Üniversitesinde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. İlgi alanları; dört katlı düşünme modeli, sosyal ilişkiler, değerler ve güdülenme konularıdır. Doç. Dr. Şerife (IŞIK) TERZİ: Gazi Üniversitesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik Anabilim Dalı öğretim üyesi. Çalışma alanları pozitif psikoloji, okul rehberlik ve psikolojik danışma hizmetleri ve kapsamlı rehberlik ve psikolojik danışma programlarının hazırlanmasıdır.
PsiNossa 31
Umberto D. A Y I N F I L M I
32 PsiNossa
Ceren AYIK ve Nur İNCI
Umberto D., İtalyan Yeni Gerçekçiliği Akımı üstatlarından De Sica’nın -kendisi ‘Bisiklet Hırsızları’ ile bilinen filmin de yönetmenidir aynı zamanda- filmi olmasının yanı sıra, 1950 ’lerde savaş sonrası İtalya’nın ne durumda olduğunu sosyolojik ve psikolojik açıdan yansıtan bir ayna niteliği taşımaktadır. Filmdeki her bir karakter ustaca işlenmiş detayların da yardımı ile savaşın bin bir farklı yüzünü göstermektedir. Umberto Domenico Ferrari emekli bir devlet memurudur. Bir çocuğu ya da bir kardeşi yoktur. Yaşlılık yıllarında yanında olabilecek herhangi bir tanıdığı da yoktur. Hayatındaki en önemli varlık köpeği Flike’dir. Umberto D. İle Flike Roma’da bir pansiyon odasında zar zor geçinip gitmektedirler. Umberto D. çok iyimser bir adam olmamasına rağmen çok karamsar da sayılmaz; fakat ilerleyen zaman ile birlikte başına gelen olaylar -hastalanıp hastaneye yatırılmak, borçları nedeniyle pansiyondan atılmak, Flike’nin kaybolması- onda yaşamı yeniden sorgulama düşüncesi yaratır. Yaşamdan ayrılma zamanının geldiğine karar verir. Öncesinde ise Flike’nin onun yokluğunda yaşayabilmesi için güvenli bir ortam bulmaya çalışacaktır.
Yönetmen: Vittorio De Sica Süre: 92 dk. Yapım Yılı: 1952 Türü: Melodram Oyuncular: Carlo Battisti, Maria Pia Casilio
PsiNossa 33
Vittorio De Sica’nın filmlerini böylesine etkileyici kılan ve diğerlerinden ayıran en önemli özelliklerden birisi, kullandığı simgeler diye düşünüyorum. Filmin ilk yarısı boyunca Umberto D.’yi saatini satmaya çalışırken gördüğümüzde zaman kavramını ve hayatımızdaki önemini tekrardan sorguluyoruz. Gençlik yıllarında geçmek bilmeyen zaman yaşlılık hüküm sürmeye başladığında hızlıca akıp gidebiliyor. Üstelik bir süre sonra her gün bir diğer güne benzemeye başladığında artık zaman kavramının da bir önemi kalmıyor. Umberto D. de kendini öldürmek üzerine gel gitler yaşadığı anlarda bunu hissetmiş olmalı… Diğer taraftan aynı anda iki sevgilisi olan ve hangisinden hamile kaldığını kestiremeyen hizmetçinin yaşamında var olacak olan ‘yaşam’ Umberto D. nin yaşamındaki ‘Ölüm’ kavramı ile taban tabana zıt bir durum. Aynı zamanda hizmetçi kızın heyecanlı, pervasız ve tecrübesiz tavırlarının yanında Umberto D.nin ağırkanlı, görmüş geçirmiş, ihtiyatlı tavırları da tam yerinde vurgulanmış görünüyor. Filmde bu şekilde daha bir çok vurgu öğresi mevcut. Arka arkaya sıralanan zıtlıklar kendi içlerinde muazzam bir bütünlük yakalamışlar. İncelemeye değer. Sakin, realist, yer yer can sıkıcı, yaşlılığın ağır ritmini yansıtan, duygulu, sorgulayıcı bir film. Arka plandaki savaş gibi tarihsel gerçeklerin ışığında bakıldığında film gerçek değerini bulmaya başlıyor. Bazı sahneleri özümseyebilmek için yaş almış olmak gerekebilir, yine de biraz empati ile Umberto D.nin duygu durumuna içeriden bakabiliriz; ne de olsa ‘Y-yaşlılık’ diye bahsettiğimiz kavramın çok da uzak bir geleceğe ait sayılmaz… İyi Seyirler.
34 PsiNossa
PsiNossa 35
Referanslar İleri Yetişkinlikte Egzersiz
Cindaş, A. (2001). Yaşlılarda Egzersiz Uygulamasının Genel İlkeleri. Turkish Journal of Geriatrics, 4(2), 77-84. Eser, S., Saatlı, G., Eser, E., Baydur, H. ve Fidaner, C. (2010). Yaşlılar için Dünya Sağlık Örgütü Yaşam Kalitesi Modülü WHOQOL-OLD: Türkiye Alan Çalışması Türkçe Sürüm Geçerlilik ve Güvenilirlik Sonuçları. Türk Psikiyatri Dergisi, 15(3), 37-48. Santrock, J. W. (2013). Life-span Development (14th ed.). NY: McGraw- Hill. Soyuer, F., Soyuer, A. (2008). Yaşlılık ve Fiziksel Aktivite. İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 15(3), 219224. World Health Organization (2007) http://www.who.int/ageing/primary_health_care/en/index.html. 5 Aralık 2007.
Yaş Almak Mı Yaşlanmak Mı?
Akça, F. ve Şahin, G. (2008). Huzurevinde yaşayan yaşlılar ile aile ortamında yaşayan yaşlıların psikolojik belirtilerinin yaşam kalitesi üzerine etkisinin incelenmesi. Türk Geriatri Dergisi, 11(4), 190-199. Eyüboğlu, C. , Şişli, Z. ve Kartal, M. (t.y.). Yaşam döngüsünde yaşlılığın psikolojik boyutu. http://turkishfamilyphysician.com/upload/2012-1/Ya%C5%9Fam%20D%C3%B6ng%C3%BCs%C3%BCnde%20Ya%C5%9Fl%C4%B1l%C4%B1%C4%9F%C4%B1n%20Psikolojik.pdf adresinden 9 Haziran 2015 tarihinde edinilmiştir. Yalçınkaya, M. ve Güven, A. (2001). Yaşlılık, huzurevi, depresyon ve spor. Ege Eğitim Dergisi, 1(1), 92-101. Cangöz, B. (t.y.). Yaşlılığın psikolojik boyutu, yaşlıların nöropsikolojik ve psikolojik açıdan değerlendirilmesi. www.gebam.hacettepe.edu.tr/oneri/psikolojik_boyut_160210.pdf adresinden 10 Haziran 2015 tarihinde edinilmiştir. Aydın, D. (2006). Toplum ve birey için sağlıklı yaşlanma: yaşam biçiminin rolü. Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi,13(4), 43-48.
36 PsiNossa
İleri Yetişkinlik Döneminde Alzheimer
Akyar, İ. ve Akdemir, N. (2009). Alzheimer hastalarına bakım verenlerin yaşadıkları güçlükler. Hacettepe Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Dergisi, 16(3), 32-49. Arıoğul, S. (2008). Alzheimer önlenebilir mi?. Türkiye Klinikleri Journal of Medical Sciences, 28(6), 119-121. Cindaş, A. (2001). Yaşlılarda egzersiz uygulamasının genel ilkeleri. Geriatri Dergisi, 4(2), 77-84. Karan, A. (2006). Yaşlılıkta egzersiz ve spor. Türk Fiziksel Tıp Rehabilitasyon Dergisi (Özel Ek A), 53-56. Özkay, Ü. D., Öztürk, Y. ve Can, Ö. D. (2011). Yaşlanan dünyanın hastalığı: Alzheimer hastalığı. Medical Journal of Suleyman Demirel University, 18(1), 35-42. Yüksel, G. (Ed.) (2014). Yaşam boyu gelişim. Ankara: Nobel. Alzheimer Hasta Yakınlarına Öneriler. (2000). http://alz.org.tr/hasta-yakinlarina-oneriler/,14 Nisan 2015
Yanlış Tanı Çıkmazı: Bipolarlık ve Borderline Kişilik Bozukluğu
http://www.medicaldaily.com/bipolar-vs-borderline-personality-disorder-differences-between-two-and-how-avoid-335314
PsiNossa 37
38 PsiNossa