Ask Adinda Hayat - Michael Lee West

Page 1

Belki de düsünceler bir köprüydü ve birinin üzerinden geçti¦inizde, güvenli bölgeden tehlikeli bölgeye geçmis oluyordunuz. Ve bir kez karsıya geçtiniz mi, geri dönüsü yoktu.


ARKADYA YAYINLARI

AŞK ADINDA HAYAT MICHAEL LEE WEST Özgün adı: Gone With A Handsomer Man Yayın Yönetmeni: Bülent Oktay Çeviren: Duygu Parsadan Editör: Yasemin Büte Son okuma: Çağla Dirice Sayfa Tasarım: Ayşe Çalışkan Kapak Tasarım: İlknur Muştu OKTAY MATBAACILIK Davutpaşa Kışla Cad. Kale İş Merkezi C Blok No: 55 - 56 Topkapı - Zeytinburnu Cilt: Umut Matbaacılık, İstanbul YAYINEVİ SERTİFİKA NO: 16229 MATBAA SERTİFİKA NO: 16318 1. Baskı: Haziran 2013 ISBN: 978-975-999-679-6 Bu kitabın Türkçe yayın hakları Kayı Telif ve Lisans Hakları Ajansı aracılığıyla Trident Media Group, LLC’den alınmış olup Beyaz Balina Yayın Sanat Dağıtım Paz. San. ve Tic. Ltd. Şirketi'ne aittir. Yayınevinin izni olmaksızın kısmen ya da tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz. ARKADYA YAYINLARI Maltepe Mah. Davutpaşa Cad. MB İş Merkezi No: 14 Kat: 1 D: 1 Zeytinburnu / İstanbul Tel.: 0212 – 544 41 41 / 544 66 68 / 544 66 69 Faks: 0212 – 544 66 70 info@arkadya.net Genel Dağıtım: YELPAZE DAĞITIM Tel.: 0212 544 46 46 / 544 32 02 – 03 Faks: 0212 544 87 86 E–posta: info@yelpaze.com.tr Arkadya Yayınları, Beyaz Balina Yayınları’nın tescilli markasıdır.


Ask Adında Hayat Mıchael Lee West

İngilizceden Çeviren Duygu Parsadan



Desteğini eksik etmeyen Tyler West’e.



Bir tek şeyde karar kıldım: Cennetin değerini anlamak için cehennemde on beş dakika geçirmek yeter! –WILL CARLETON



Birinci Bölüm

H

ayatım boyunca sadece gerçek aşkı bulmayı ve bakır bir tencere setiyle birlikte kırmızı kadife kek için mükem-

mel bir tarife sahip olmayı istemiştim. En son istediğim ise Charleston şehrinin saat altı haberlerine konu olarak cinayet ve birtakım başka suçlarla suçlanmaktı. Her şey haziranın ilk haftası, pasta kursu tarihlerini yanlış aldığımı sandığım o pazartesi günü başladı. Genellikle sayıları pek aklımda tutamazdım. Ama bu seferki aklımda kalmıştı, çünkü yirmi dokuzuncu yaş günümdü ve nişanlım Bing Jackson, pasta krema paketleri, elli üç parçalık bir pasta süsleme seti ve Vivienne Beaumont Pasta Tasarım Okulu’nda parası peşin ödenmiş sekiz derslik bir kurs gibi birbirinden şirin hediyelerle beni şaşırtmıştı. Bing’in Mount Pleasant’taki evinden çıkmadan önce, bir şişe şampanya açıp yaklaşan evliliğimizin şerefine kadeh kaldırdık. Ardından nehrin karşısına geçerek Charleston şehir merkezine doğru yol aldık ve East Bay Sokağı’na döndük. Bing, çatısında neon lambalarla ışıklandırılmış devasa bir cupcake olan, kırmızı tuğladan yapılma bir binayı işaret etti.


8

Aşk Adında Hayat

“Her perşembe gününü saat yediden ona kadar geçireceğin yer işte burası, Teeny,” dedi. “Dersler haziranın dördünde başlıyor. Yani tam üç gün sonra.” Böylesine ince ve eksiksiz detaylar birçok kadını şüphelendirse de beni etkilemiyordu. Çünkü Bing, tepeden tırnağa bir zamanlama insanıydı. Kafasının içindeki dev saat sayesinde gayrimenkul satış sözleşmesinin yapılacağı yere ya da herhangi bir davete asla geç kalmazdı. Kolundaki Rolex saati, yalnızca gösteriş içindi. “Teeny, seni bu kursa kaydettirdim çünkü düğün pastamızı senin yapmanı istiyorum,” dedi Bing. “Ama geleneksel bir şey olsun istemiyorum. On sekiz delikli bir golf sahasına ne dersin? Üzerine küçük tümsekler ve karamelden minik toplar yapabilirsin.” “Elbette,” diyerek kollarımı boynuna doladım. Ağustosta evleniyorduk -sadece on hafta kalmıştı– ve daha şimdiden düğünden başka bir şey düşünemez olmuştum. Belki bir damat pastası da yapabilirdim. O da en az dev bir ağaç veya bir golf sopası kadar sıra dışı bir şey olurdu. Salı akşamı turkuvaz rengi, Oldsmobile marka külüstür arabamın üzerini açıp Cooper Nehri boyunca sürdüm. Fakat okula varıp otoparkın bomboş olduğunu görür görmez endişelenmeye başladım. Acaba Bayan Vivienne’nin tek öğrencisi ben miydim, yoksa biraz erken mi gelmiştim? Dikiz aynasına bakıp rüzgâr yüzünden arapsaçına dönen saçlarımı taradım. Uzun, sarı ve en ufak şeyde kördüğüm olmaya meyilli saçlarım vardı. Normalde arabayı, açılıp kapanabilen tavanını açarak kullanmazdım, fakat klimam bozuk olduğu için bu seferlik öyle olmuştu. Kayıt evrakımla birlikte pasta süsleme malzemelerimi de kaptığım gibi girişe


Michael Lee West

9

doğru yürüdüm. Ama kapı kilitliydi. Cama yapıştırılmış bir notta, Bayan Vivienne’nin elinde olmayan nedenlerden ötürü derslerin ertelendiği ve önümüzdeki perşembe başlayacağı yazıyordu. Tekrar arabama atlayıp Mount Pleasant’a doğru yola koyuldum. Ben Sawyer Bulvarı’ndaki marketi geçer geçmez bir U dönüşü yaparak marketin otoparkına dalıverdim. Çok geçmeden frambuaz soslu elmalı-cevizli salata, bir kalıp Fransız peyniri ve bir adet cheesecake ile geri dönmüştüm. Ne de olsa sıcak ve yapış yapış bir Charleston gecesinde, taze ve basit bir yemekten daha iyisi olamazdı. Rifle Range Yolu’na saptığımda saat neredeyse sekiz olmuştu. Gökyüzü, üzerimde tıpkı bir istiridye kabuğu gibi dalga dalga ve pürüzlü bir şekilde kavis çiziyordu. Hava hâlâ aydınlık olsa da ay, gökyüzüne asılı bir inci tanesi gibi bulutların arasındaki yerini almıştı. Annem hayattayken, dolunayın kalpteki sıkıntıları yok ettiğini, geçmişe bir sünger çektiğini ve yarım kalmış meseleleri bir çözüme kavuşturduğunu söylerdi. Otoyolda ilerlerken içimde en ufak bir sıkıntı yoktu. Direksiyonu, ekonomi yüzünden parsellenerek dümdüz edilen Jackson arazilerine doğru kırdım. Bing, on üç araziye birden sahipti. Şeftali ağaçlarıyla ve boş arsalarla çevrili yeşil sıvalı evi, arazilerin hemen arkasında yer alıyordu. Burası gerçekten huzur dolu bir yerdi. Gelgelelim, garaja giden yola girdiğimde bir şeylerin yolunda olmadığını fark etmem uzun sürmedi. Öncelikle Bulldog cinsi köpeğim Sör, her zamanki gibi beni karşılamak için kulübesinden fırlamamıştı. Ayrıca mimoza ağacının altına park etmiş BMW marka, beyaz bir spor araba göze çarpıyordu. Plakasının COK-SEK-SI olduğunu görebiliyordum. İşte bu hiç iyiye işaret değildi. Hem de hiç…


10

Aşk Adında Hayat

Tam da o an arka bahçeden gelen bir kahkaha sesi duydum. Hani şu cıvıl cıvıl, neşeli kızlara özgü, yüksek sesli kahkahalardan. Arabada kalarak derin bir nefes almaya çalıştıysam da hava oldukça ağır ve nemli olduğundan, bu hiç kolay olmuyordu. İhtiyacım olan en son şey bir astım kriziydi. Astım spreyimi kaptığım gibi bir nefes çektim ve yavaşça arabadan indim. Evin etrafını dolaşırken yabani otlar bacaklarıma dolanıyordu. Badminton* filemiz arka bahçenin tam ortasındaydı. Bahçe masasının üzerindeki kasetçalarda, Muse’un ‘Ruled by Secrecy**’ adlı şarkısı çalıyordu. Şarkının aldatmayla bir ilgisi yoktu, ama olabilirdi de. Tam Bing’e sesleneceğim sırada elinde badminton raketiyle çimlerin üzerinde koşan esmer, çıplak bir kadın gördüm. Hiç vakit kaybetmeden en yakındaki şeftali ağacının arkasına saklandım. Şimdi filenin diğer tarafındaki Bing’i ve yanındaki kızıl saçlıyı da görebiliyordum. Onlar da çıplaktı. İçime çektiğim hava, ıslığa benzer bir ses çıkararak ön dişlerimin arasındaki küçük aralıktan dışarı çıktı. Bing, haftalardır beni müstehcen şeyler yapmam için zorlayıp duruyordu ama üçlü bir şeyler istediğine dair en ufak fikrim yoktu. Kadınlara bakarken gözlerimin dolduğunu fark ettim. Oldukça diri göğüsleri vardı; ne mayo izlerine sahiptiler ne de selülitlere… Bana gelince, biraz fazla kısaydım. Daha önce de bahsettiğim gibi sarı saçlarım, kahverengi gözlerim ve dolgun, kıvrımlı vücut hatlarım vardı. Hatırlıyorum da ben küçük bir kızken, annem her sarhoş olduğunda beni ‘Sıçan Kafalı’ diye * Raket ve bir tür tüylü topla oynanan tenis benzeri bir oyun. (Ed. N.) ** İng. Mahremiyetle Sınırlı. (Ed. N.)


Michael Lee West

11

çağırırdı. Bazen çenesi açılır, belli başlı kusurlarımı bir bir yüzüme vurmaya başlardı: Dirseklerim çok aşağıdaydı, dişlerim bahçe çiti gibiydi, çok tatlı ama fazla saftım ve saçlarım Okefenokee Bataklığı’nda yetişen bitkilere benziyordu. Annem ayıldığında ise bana sarılır, “Teeny, kimse mükemmel değildir ki. Hem senin kocaman bir kalbin var,” derdi. Şimdiyse o kalp paramparça olmuş bir şekilde şöyle diyordu: Koş, Teeny. Koş. Kızıl saçlı, kuşu kavradı. Sanki sadece bacak ve saçtan oluşuyor gibiydi. Kuşa raketiyle vurmak yerine kıkırdayarak filenin diğer tarafına fırlattı. Oldukça hafif bir atış olmasına rağmen, esmer olan onu bile kaçırdı. Bing, malum yerleri sallanarak koşmaya başladı. O badminton setini almak için saatlerce kuyrukta beklediğimi hatırladım. Beyaz şeye ‘kuş’ dediğimde, Bing yaygarayı koparmış ve ona herkes gibi ‘badminton topu’ demem gerektiğini söylemişti. Bu arada raketiyle kuşa her vurduğunda, şeyi de hızla inip kalkıyordu. Vurduğu top, hızla esmerin kafasının üzerinden geçerek sebze bahçeme düştü. “Sen getir,” dedi esmer olan, kızıl kafalıya. Sonra da ellerini beline koyup bir bacağını bükerek, güzellik yarışmasındaymış gibi poz verdi. Kızıl saçlı da biberiye fidanlarının arasında çömelip kuşu aramaya başladı. Arkadaşı kadar afet bir şey değildi, yine de güzeldi. Bing, eğilerek filenin altından diğer tarafa geçti. Dümdüz sarı saçları, gözlerinin üzerine düşmüştü. Raketinin kenarını Bayan Uzun’un çenesinin altına dayayıp, başını geriye doğru itti. Sonra da kızın eşek arısı sokmuş gibi dolgun, iri dudaklarına yapıştı. Beni hiç böyle öpmemişti. Avuçlarımla sıcacık çimleri kavramış, dizlerimin üzerine çökmüş bir halde onları seyrediyordum. Elimin üzerine bir


12

Aşk Adında Hayat

damla gözyaşı düştü. Ağustosun on beşindeki düğünümüz için St. Andrews Kilisesi’ni tutmuştuk. İptal etmek için çok da geç sayılmazdı, değil mi? Bir kere gerçek aşkı bulmuştum, bir daha bulacağımı sanmıyordum. Ancak bu gördüklerimi kabullenmek zorunda değildim. Hâlâ bakır tencere setini ve iyi bir pasta tarifini tercih edebilirdim. Bayan Uzun, bacağını koklayan köpeğimi tekmeleyince, Sör acı acı havladı. Evet, ona tekme atmıştı. Bu kaltağın masum bir köpeğe bu şekilde davranmasına izin verecek değildim. Gözyaşlarımı içime akıttım. Bing ile ilişkimiz mükemmel değildi, ama onun adi bir kişiliği olduğunu da hiç bilmezdim. Aldatan erkekler kavun değildi ki dibini koklayıp anlayalım… Kızıl saçlı topu bulup eğildiği yerden kalkınca, benimle göz göze geldi. “Hey, burada bizi izleyen bir kız var!” diye bağırdı bir Bing’e, bir de bana bakarak. Bing ve Bayan Uzun’un dudakları birbirinden ayrılırken daha da eğildim. Çoğu zaman sakin, sessiz bir insandım ama bu kez adalet istiyordum. En yakınımdaki dallardan birini kopararak o sıska popolarının hesabını görebilirdim. Fakat bu tip kızlar birlikte çalışırlardı. Geceyi, her tarafım alçıya alınmış bir halde de sonlandırabilirdim. “Burası özel bir mülktür,” diye bağırdı Bing. “Eğer hemen şimdi gitmezsen polis çağırırım.” “İstersen İsa’yı çağır, umurumda değil.” Sesimi duyan Sör, hemen bana doğru döndü. Birden, gözlerim her biri ham meyvelerle dolu olan dallara takıldı. Alttaki dallardan birini yakaladığım gibi ağacın gövdesine tırmanmaya başladım. Gerçi üzerimdeki şortla tırmanmak pek kolay olmuyordu, dallar bacaklarımı çiziyordu. “Kim ki bu?” diye sordu kızıl saçlı, fileye doğru yürürken.


Michael Lee West

13

“Nişanlım,” diye cevap verdi Bing. “Ben onu cüce sanmıştım,” dedi Bayan Uzun. Onunla tartışamazdım. Gerçekten kısaydım. Zaten çocukken yaşıtlarıma nazaran çok daha kısa olduğum için bana bu ismi vermişlerdi. Bing başını yana yatırıp, “Teeny, neden o ağacın tepesindesin acaba?” diye sordu. “Sen neden çırılçıplaksın acaba?” Sör, ağaca koşarak havlamaya başladı. Nişan yüzüğümü çıkarıp Bing’e fırlattım. Sanki yüzük değil de karpuz fırlatmışım gibi Bing geriye zıpladı. Bu da bana bir fikir verdi. Hemen bir şeftali kopardım. Muhtemelen bir ay içinde olgunlaşırdı ama şimdi hem sert hem de ağırdı. Olabildiğince odaklanarak Bayan Uzun’u hedef aldım. O eğilince, şeftali Bing’in omzuna denk geldi. “Hey!” diye bağırdı. “Kes şunu!” “Defol git,” diye bağırarak bir tane daha fırlattım. Bu seferki Bayan Uzun’un kalçasına gelmişti. Bir çığlık atarak elindeki raketi ağaca doğru fırlattı. Bir başka şeftali kopararak bu kez ağzına nişan aldım, ama yine eğilerek kaçmayı başardı. Bu seferki de kasetçalara denk gelerek cihazı yere düşürdü ve müzik durdu. Kopardığım meyveleri peş peşe atmaya devam ediyordum. Biri, olanca hızıyla kızıl saçlının burnuna çarptı. Kızın çenesi titriyor, burun deliklerinden sızan kan dudaklarına akıyordu. Bing, kızı korumak için önüne geçip kollarını açarak kendini siper etti. Var gücümle iki şeftali daha fırlattım. Biri Bing’in kafasını sıyırdı. Diğeriyse kurşun gibi bir hızla malum yerine denk geldi. Bing, bir feryat kopararak iki büklüm oldu. Kızıl saçlı kız, kırılmış burnunun ardından gözyaşı dökerek geri çekilse de, Bayan Uzun kavgaya hazır görünüyordu. Bense şeftalileri


14

Aşk Adında Hayat

elimden geldiğince hızlı fırlatıyordum. Tıpkı mahallenin çocuklarıyla meyve savaşı yaptığımız eski günlerdeki gibiydi. “Lanet olsun, Teeny. Hemen in o ağaçtan,” diye bağırdı Bing. C harfi gibi iki büklüm olmasına rağmen, kadınları toplamış eve götürüyordu. Köpek bile gitmişti. Bing geri gelene kadar ağaçta bekledim. Üzerine bir şeyler giyerken, hâlâ beni aşağı indirmeye çalışıyordu. Birkaç dakika sonra polisler geldi. Mecburen aşağı inmeye başladığım sırada saçım dallardan birine takıldı. Çok geçmeden Bing’in sevgili arkadaşları da evden çıktılar. Onlar da giyinmişlerdi. Kızıl saçlı, burnuna soğuk su torbası bastırmakla meşguldü. “Hapishaneyi boylayacaksın,” diye bağırdı bana. “Ben suçlu değilim.” “Resmen evlilik öncesi taciz,” diye haykırdı Bing. “Kimse bana vuramaz.” İki polis memuru ağaca yaklaşana dek korkmamıştım. Biri sivri kulaklı ve uzun boyluydu. Diğerinin ise dudağının üzerinde bir tırtıl yürüyordu. Onun bir tırtıl değil de bıyık olduğunu ise sonradan anladım. Sivri kulaklı polis ağacın dibine yaklaşarak aşağı inmemi söyledi. Ben, çıplak kızlar ve dala takılan saçımı açıklamaya çalıştığım sırada, Bing araya girerek, “Testeremi getireceğim,” dedi. “Bing, hayır,” diye bağırdım, o garaja doğru yürürken. Georgia’da, Bonaventure’daki bir şeftali çiftliğinde büyümüştüm. Bana göre şeftali ağaçları aşkı, sığınmayı ve huzuru simgelerdi. Bing, bütün bu hislerimi biliyordu. Evet, nişan bozulmuştu ama ağaç tek parça kalmalıydı. Bıyıklı polis memuru bana baktı. “Bayan, insanlara şeftaliyle saldırmak yasalara aykırıdır.”


Michael Lee West

15

“Ben saçlarını yolamadığıma yanıyorum.” “Bu komik değil,” diye bağırdı tırtıllı polis. Çok geçmeden Bing, elinde testereyle geri geldi. Şimdi yanmıştım işte. Mount Pleasant’ta da olsam, kesinlikle ölüm cezasına çarptırılmayı bekliyordum. Bing’in ağaca yaklaşmasıyla birlikte havayı muazzam bir uğultu kapladı. Testere, ağacın dalında geniş bir yarık açarken, ağaç kabukları dört bir yana saçılıyordu. Polisler, gövdesi çatırdayarak yana yatan zavallı ağacı iyice yere eğerek beni kelepçelediler. Söylemeye gerek var mı bilmem, düğün iptal oldu.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.