ARKADYA YAYINLARI CENNETİN RENGİ E.V. MITCHELL Özgün adı: The Color of Heaven Yayın Yönetmeni: Bülent Oktay İngilizceden çeviren: Çağla Dirice Çakır Editör: Yasemin Büte Sayfa Tasarım: Ayşe Çalışkan Kapak Tasarım: İlknur Muştu OKTAY MATBAACILIK Davutpaşa Kışla Cad. Kale İş Merkezi C Blok No: 55 - 56 Topkapı - Zeytinburnu Cilt: Melisa Matbaacılık, İstanbul YAYINEVİ SERTİFİKA NO: 16229 MATBAA SERTİFİKA NO: 16318 1. Baskı: Ocak 2014 ISBN: 978-975-999-725-0 ©Julianne MacLean, 2011 Bu kitabın Türkçe yayın hakları Aslı Karasuil Telif Hakları Ajansı aracılığıyla Julianne MacLean c/o Folio Literary Management’tan alınmış olup Beyaz Balina Yayın Sanat Dağıtım Paz. San. ve Tic. Ltd. Şirketi’ne aittir. Yayınevinin izni olmaksızın kısmen ya da tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz. ARKADYA YAYINLARI Maltepe Mah. Davutpaşa Cad. MB İş Merkezi No: 14 Kat: 1 D: 1 Zeytinburnu / İstanbul Tel.: 0212 – 544 41 41 / 544 66 68 / 544 66 69 Faks: 0212 – 544 66 70 info@arkadya.net Arkadya Yayınları, Beyaz Balina Yayınları’nın tescilli markasıdır.
İngilizceden Çeviren Çağla Dirice Çakır
“Nasıl ki bir mücevher ovulunca parlaklaşır, insanı da acılar olgunlaştırır.” DoninaVa’a Renata
Ö
lmek üzereyken aklınızdan tonlarca şey geçer. Hani ‘hayatım film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti’ derler ya, çok doğru bir laf. Çocukluğunuzdan, gençliğinizden kalma anılar üşüşür zihninize. Ani ışık patlamaları gibi kafanızın içinde beliren görüntüler o kadar gerçektir ki adeta o dakikaları tekrar tekrar yaşarsınız. Bir şekilde tek bir film karesine sıkışmış olan hayatınızı, kuş bakışı izlerken bulursunuz sonra kendinizi. Verdiğiniz bütün kararları, başarılarınızı, yenilgilerinizi sorgulamak zorundasınızdır artık. Ve tek bir şeyi merak edersiniz… Gerçekten her zaman elimden gelenin en iyisini yaptım mı? Ardından zamanında kıymetini bilemediğiniz tüm o güzel anları ve sevginizi yeterince gösteremediğiniz insanları hatırlayarak paniğe kapılırsınız. Kalbinizin derinliklerinden tek bir dua yükselir: Lütfen, son bir şans daha… Ruhunuzun karanlık bir tünelin içinden akıp gitmekte olduğu o ümitsiz anlarda, cevabını merak ettiğiniz başka sorular da kurcalar aklınızı. Gerçekten diğer tarafta cennet diye bir yer var mıdır? Varsa da nasıl bir yerdir?
6
Cennetin Rengi
Sizi orada ne bekliyordur? Peki ya cennetin rengi nedir? Hemen sonra gözlerinizi kamaştıracak kadar parlak bir ışık görürsünüz. Öyle bir ışık ki kelimelerle anlatılamayacak kadar lütuf ve huzur doludur. Sonunda olanları kavramaya başlarsınız. Bir anda bütün korkularınız yok olmuştur. Artık sizi neyin beklediğini biliyorsunuzdur.
Güneş ve Yağmur
B
u karmaşık ve tuhaf dünyada bazı insanlar vardır ki büyülü bir hayat sürdüklerine inanırsınız. Doğuştan gelen bir güzellikle ve başarılı kariyerlerle kutsanmışlardır. Pahalı arabalara biner, elit mahallelerde yaşarlar. Harika bir eşleri ve mutlu bir evlilikleri de vardır. İşte ben de bir zamanlar o insanlardan biriydim. Ya da en azından öyle olduğum düşünülürdü. Ancak bu elbette hayatım boyunca hiçbir zorlukla karşılaşmadığım anlamına gelmiyor. Çocukluk yıllarımın pek parlak geçtiğini söyleyemem. Babamla olan ilişkilerim hep inişli çıkışlıydı. Ayrıca adeta hayatımın yönünü değiştiren ama tamamıyla unutup geride bırakmayı seçtiğim olaylar da yok değil. Özellikle de annemle ilgili olanlar… Uzun hikâye, bu yüzden şimdilik bu konuya değinmeyeceğim ama ileriki sayfalarda mutlaka anlatacağımdan emin olabilirsiniz. Şimdilik tek bilmeniz gereken uzun yıllar boyunca mükemmel bir hayat yaşadığım ve hayal bile edemeyeceğim kadar çok mutlu olduğum.
10
Cennetin Rengi
Adım Sophie. Maine eyaletinin Camden kasabasında doğup büyüdükten sonra on dört yaşımdayken Augusta’ya taşındık. Jen adında bir kız kardeşim var ama kesinlikle birbirimize benzemeyiz. Güzelliğini annemizden alan Jen, ufak tefek ve sarışınken bense onun tam aksine uzun boyluyum, saçlarımsa kestanenin en koyu tonu. Kız kardeşim her zaman iyi bir evlattı. Okulda başarılıydı, en iyi derecelerle mezun oldu. Üniversiteyi kazandığı bursla okudu. Şimdiyse başarılı bir müteahhit olan eşiyle New Hampshire’da yaşıyor ve sosyal hizmet görevlisi olarak çalışıyor. Öte yandan ben, ne hiçbir zaman onun kadar parlak bir öğrenci ne de başa çıkılması kolay bir evlat olabildim. Asi ve hırslı bir çocuktum. Maceracı ruhum özellikle ergenlik yıllarımda babamı çılgına çevirirdi. Jen, sessiz, sakin, cuma günlerini evde geçirmeyi seven biriyken ben tam anlamıyla bir parti kızıydım. Lise çağlarına kadar tek bir sevgilim olmuştu: Kirk Duncan… Zamanımızın çoğunu onun evinde geçirirdik çünkü anne ve babası boşanmışlardı, bu yüzden genelde ortalıkta görünmezlerdi. Bu konu hakkında kesin bir yargıya varmadan önce sizi temin ederim ki Kirk, terbiyeli, mantıklı ve yaşına göre oldukça olgun biriydi. Onunla geçirdiğim yıllardan asla pişman değilim. O benim ilk aşkımdı ve biliyorum ki hayat bizi nereye sürüklerse sürüklesin onu sevmekten asla vazgeçmeyeceğim. Kirk’le birçok ortak noktamız vardı. Ben yazmayı ve
E. V. Mitchell
11
çizmeyi çok severdim. O ise gitar çalan bir müzisyendi. İkimiz de içimizde sanatçı ruhu taşıyorduk. Belki bu kadar erken tanışmamış olsaydık hiç ayrılmayıp, günün birinde evlenir ve şehrin kenar mahallelerinden birinde çocuklarımızla dolu bir evde yaşardık. Fakat o yaşlarda hayatın size nasıl sürprizler hazırladığını asla kestiremiyorsunuz. İşler aniden hiç de umduğunuz gibi gitmeyebiliyor… Kirk, Michigan’daki bir üniversiteye gitmek için Augusta’dan ayrılınca geride kalan ben oldum. Çünkü lise henüz bitmemiş, son sınıfa daha yeni geçmiştim. Ve ne yazık ki ayrılmak zorunda kaldık. Buna rağmen arkadaş kalıp bir süre daha haberleşmeye devam ettik. Fakat sonunda bir gün Kirk başka bir kızla çıkmaya, yeni sevgilisi de birbirimize ayda bir kez yazdığımız mektuplardan rahatsız olmaya başladı. Bağlarımızı tamamen koparmamız gerektiğini ikimiz de biliyorduk. Artık aramızda başka bir kadın vardı. Uzunca bir süre onu deliler gibi özledim. Çünkü Kirk benim hayatımın çok önemli bir parçasıydı ama doğru olanı yaptığımı da biliyordum. Ne zaman elim telefona gitse kendimi tutmak zorunda kaldım. Öte yandan hayat devam ediyordu. Lise bittikten sonra New York Üniversitesi’ne giderek İngilizce ve felsefe üzerine okumaya başlamıştım. Michael Whitman’la da orada tanıştım. Michael Whitman. Sadece ismi bile size derin bir iç çektirmeye yeterdi… Yakışıklı, çekici ve zeki. Kısacası hayatımda gördüğüm en mükemmel adamdı. Ne zaman salına salına yürüyüp geçse adeta nefesim kesilirdi, tıpkı cazibesiyle büyülediği diğer
12
Cennetin Rengi
ateşli kızlar gibi. O yıllarda, yani henüz on dokuz yaşındayken onun gelecekteki kocam olacağını söyleseler buna asla inanmazdım. Aslına bakarsanız şu hayatta inanılması güç öyle çok şey yaşadım ki. Sizin inanıp inanmayacağınızdan da emin değilim ama ne olursa olsun anlatacağım. Gerçek olup olmadıklarına dair kararı size bırakıyorum.
M
ichael, ne Kirk’e ne de lisede tanıdığım diğer erkeklere benziyordu. Ailesinin Iowa’da bir mısır çiftliği vardı. Ancak o, daha çok İngiliz asilzadeleri tarafından yetiştirilmiş gibi durur ve her daim dergi kapaklarından fırlamış gibi görünürdü. Siyah, dalgalı saçları, uçuk mavi gözleri, kaslı vücuduyla nefesleri kesecek kadar yakışıklı ve şık bir adam olan Michael, bambaşka bir yeteneğe de sahipti: Kim olursanız olun size kendinizi dünyanın en güzel, en çekici, en zeki kadınıymışsınız gibi hissettirmek. Öte yandan ona adeta tapan yalnızca kadınlar da değildi. Erkeklerle de arası çok iyiydi ve bir sürü vefalı dostu vardı. Profesörleri ona saygı duyardı. Çok başarılı bir öğrenciydi, sınıf birinciliği ile mezun olmuştu. Sonrasında burs kazanarak Harvard Hukuk Fakültesi’nde eğitimine devam etmesi herkes tarafından beklenen bir şeydi. Michael, kesinlikle her kızın hayallerindeki “beyaz atlı prens”ti. Kampus içindeki herkes gibi benimle de az çok muhabbeti vardı ama genel olarak benim payıma ona uzaktan uzağa hayranlık beslemek düşmüştü.
14
Cennetin Rengi
Ancak üniversiteden mezun olduktan dört yıl sonra, Manhattan ve ötesindeki bütün kadınların kıskandığı kadın olabilmiştim. O sıralar, alanında lider yayıncılardan biri olan ve genellikle ünlülerle ilgili dedikodular hakkında kitaplar yayımlayan C. W. Fraser Yayıncılık’ın reklam bölümünde stajyerlik yapıyordum. 1996 yılının 16 Haziran günüydü. Yirmi altı yaşındaydım ve Michael’ın da katılacağı bir tanıtım partisini organize etmekle görevlendirilmiştim. Birbirimizi odanın karşısından görüp el sallamıştık. O geceden sonra birlikte yemeğe çıktık. Beni eve bırakmaya geldiğindeyse onu içeri davet ettim. Bütün gece uyumadan sohbet edip müzik dinledik. Fakat güneş ilk ışıklarını üzerimize sermeye başladığında öpüşüyorduk. Hayatımın en büyülü, en romantik gecesiydi. Bir yıl sonrasındaysa artık evliydik.
Michael, Barbados’ta geçirdiğimiz balayımızda bana bu zamana kadar kimseyle paylaşmadığı bir şeyi itiraf etti. On iki yaşındayken ağabeyi Dean bir traktör kazası sonucu hayatını kaybetmişti. Traktör, çamura dönmüş toprak set üzerinde kayıp ters çevrilerek Dean’i altına almıştı. Oracıkta ölen Dean’i bulan kişiyse Michael olmuştu. Ağabeyinin traktörün altında yatan cansız bedenini anlatırken sesi titriyordu. Üniversite yıllarımızda bu kazadan hiç haberim olmamıştı. Başkalarının bildiğini de sanmıyordum. Michael her zaman o kadar canlı ve güçlü görünürdü ki hiçbir kötülük ona dokunamaz sanırdınız.
E. V. Mitchell
15
Michael’ın anlattıklarını dinledikten sonra çok derin ve özel bir şeyi paylaştığımızı anlamıştım. İkimiz de içimizde bir yerlerde görünmeyen, kırılgan bir yan taşıyorduk. Ben de on dört yaşımdayken annemi kaybetmiştim. Bizi bırakıp gittiği için de ona hâlâ kızgındım. Çünkü yaptığı şey buydu. Bir karar vermiş ve bizi terk edip gitmişti. Anlatma sırası bendeydi. Yıllardır içimi acıyla ezen ne varsa hepsini Michael’la paylaştım. O günden sonra birbirimize daha da çok kenetlenmiştik.