Benden Önceki Kadın
BENDEN ÖNCEKİ KADIN
Orijinal adı: The Woman He Loved Before © Dorothy Koomson, 2011 Yazan: Dorothy Koomson İngilizce aslından çeviren: Yeşim Seber Türkçe yayın hakları: © Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş. Bu kitabın Türkçe yayın hakları Kayı Telif ve Lisans Hakları Ajansı Ticaret Ltd. Şti. aracılığıyla satın alınmıştır.
1. baskı: Temmuz 2013 / ISBN 978-605-09-1593-8 Sertifika no: 11940 Kapak tasarımı: Yavuz Korkut Baskı: Mega Basım, Baha İş Merkezi. A Blok Haramidere / Avcılar - İSTANBUL Tel. (212) 422 44 45 Sertifika no: 12026
Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş. 19 Mayıs Cad. Golden Plaza No. 1 Kat 10, 34360 Şişli - İSTANBUL Tel. (212) 373 77 00 / Faks (212) 355 83 16 www.dogankitap.com.tr / editor@dogankitap.com.tr / satis@dogankitap.com.tr
Benden Önceki Kadın Dorothy Koomson
Çeviren: Yeşim Seber
giriĹ&#x;
28 Şubat 2003 Sen o kadın mısın? Onun şimdi birlikte olduğu kadın sen misin? Bu yüzden mi beni aramaya çıktın? Bu mektubu eğer bugünden elli-altmış yıl sonra okumuyorsan, o zaman büyük olasılıkla ben ölüyüm. Herhalde cinayete kurban gitmiş olurum. Ne olur böyle olduğu için üzülme; yaşamış olduğum hayat düşünülecek olursa, bu, benim için hiç de büyük bir sürpriz olmaz. Ama eğer bu günlüklerin eline geçmesinin sebebi beni aramaya çıkmış olmansa ve sen de benim gibi düşünebilecek ve onları bulacak kadar akıllıysan –hatta onlarla şans eseri karşılaşmışsan bile– lütfen bana bir iyilik yapar mısın? Lütfen onları hiç okumadan yakabilir misin? Lütfen? Yazdıklarımı başka birinin öğrenmesini istemiyorum. Onları kendim için yazmıştım. Biliyorum, bunları benim yakmam gerekiyordu, ama bu bana intihar etmek, kendime ait bir parçayı öldürmek gibi gelmişti. Ve her ne yapmış olursam olayım, başıma her ne gelmiş olursa olsun kendi canıma kıyamazdım; o yüzden de bu günlükleri ortadan kaldıramıyorum. Belki bunu sen yapabilirsin.
10
“Belki” diyorum, çünkü eğer onunla birlikteysen, onun hakkında bilgi edinmek, gerçekten tehlikeli biri olup olmadığını ve onun beni öldüren kişi olup olmadığını öğrenmek isteyeceksin; o yüzden, her ne kadar bunu yapmanı istemiyor olsam da, okumaya devam ettiğin için seni suçlayamam. Benim adıma üzülmemeni umut etmek dışında ekleyebileceğim fazla bir şey yok. Benim de bir hayatım oldu; büyük acılar gibi büyük bir aşk da yaşadım. Kimi insanların upuzun ömürleri böyle bir şeyi hiç yaşamadan geçip gidiyor. Ben şanslıyım. Her kim olursan ol, sana iyilikler dilerim. Sevgiler, Eve
birinci bĂślĂźm
libby
Jack’i düşündüğümde, Brighton Rıhtımı’nın sonundaki mini eğlence treninden yalpalayarak indikten sonra titreyen bacaklarla yürüyüşümüzü aklıma getirmeye çalışıyorum. Çakıl taşlı kumsalda havı dökülmüş bir battaniyede uzanmış yatarken ağzıma doldurduğu yapış yapış pamukşekeri bulutlarını aklıma getirmeye çalışıyorum. Sinemanın ön sırasında otururken gömleğimin ceplerine avuç avuç patlamış mısır dolduruşunu aklıma getirmeye çalışıyorum. Gözlerimden yaşlar gelip, iki büklüm olana ve nefessiz kalana kadar kahkahalarla gülüşlerimizi aklıma getirmeye çalışıyorum. “Libby, Libby, haydi, uyan artık. Sakın şimdi uyuma.” Nazik, dürtükleyici ve hafiften yalvaran bir sesi var. Gözlerimi açıyorum ve adamı net olarak seçemiyorum. Yumuşak, yalvaran sesli adamın bulanık bir görüntüsü var ve gözlerimi kırpıştırmam da görüntüyü netleştirmeye yetmiyor. Yüzüm ıslak, başım dönüyor ve çok üşüyorum. Ve her yanım aynı anda ağrıyor. “Uslu kız” diyor adam. “Gözlerini açık tutmaya çalış, olur mu? Uyumamaya çalış. Benim kim olduğumu biliyor musun? Beni hatırladın mı?” Ağzımdan çıkan sözcüklerin sese dönüştüğünü düşünmesem de “Sam” diyorum. “Sen bir itfaiyecisin, yani adın Sam.”
14
Artık yüzü daha net görünüyor, bulanık görüntü hafiflemeye başlıyor. Adamın yüz hatlarını daha iyi seçebildiğim için yüzündeki karanlığı delip geçen gülümseyişi görüyorum. “Bayağı yaklaştın sayılır” diyor adam. “Ölecek miyim?” diye soruyorum adama. Bir kez daha, sözlerimin sese dönüştüğünden emin olamıyorum, ama İtfaiyeci Sam beni anlıyormuş gibi görünüyor. “Yardım etmeyi başarabilirsem ölmeyeceksin” diyor ve yine gülümsüyor. Erkek kardeşime bu kadar çok benzemeseydi –onun gibi yumuşak hatları, koyu kahverengi teni ve parlak, siyaha çalan gözleri olmasaydı– adama vurulmam işten bile değildi. Ama zaten insanın kahramanlarla yaşaması gereken şey de bu değil midir? Onlara âşık olmanız beklenir. Korkudan çok merak duygusuyla “Otomobil patlayacak mı?” diye soruyorum. “Hayır. Bu sadece filmlerde olur.” “Ben de Jack’e öyle demiştim. Bana inandığını sanmıyorum.” “Bana ondan bahsetsene.” “Jack’ten mi?” “Evet. Biraz önce bana anlatıyordun.” “Jack...” Jack’i düşündüğümde, sözde bizim yuvamız olan evin bodrum katında duran ve anahtarı olmayan kilitli dolabı aklıma getirmemeye çalışıyorum. Onu karanlıkta yapayalnız dizlerini karnına çekmiş, eski filmleri seyrederken ağlayan haliyle aklıma getirmemeye çalışıyorum. Akşam yemeğinde karşısında oturup, onun ne zamandan beri benim için bir yabancıya dönüştüğünü kendime sorduğumu aklıma getirmemeye çalışıyorum. Bir de, zamanın, şifa veren ellerini ona uzatacağı ve yüreğini tüm içtenliğiyle bana açabilmesini sağlayacak yaralanmamışlık halini ona bahşedeceği anın ne zaman geleceğini düşünmemeye çalışıyorum.
15
“Libby, Libby hadi ama. Bana kocandan bahset.” İtfaiyeci Sam’e “Beni duyabiliyor musun?” diye soruyorum; ben bile kendi sesimi duyamazken onun beni duyabilmesi karşısında adeta büyüleniyorum. “Dudak okuyabiliyorum.” “Yani kısa çöpü sen çektin, değil mi? Senin başına kaldım.” “Çok kötü sayılmaz.” “Kısa çöp. Ben, kısa çöp dedim. Aslında dudak okuduğun filan yok, değil mi? Otomobilin yanında kalabilesin diye okuyormuş numarasına yatıyorsun. Ağır kaldırmamak için.” Yine gülümsüyor. “Yakalandım. Kendimi bu kadar açık ettiğimin farkında değilim.” “Açık etmek bazen güzeldir.” “Peki ya Jack?” “Yoksa ondan hoşlandın mı? Bu yüzden mi dönüp dolaşıp lafı ona getiriyorsun?” diye soruyorum. “Ona senin hakkında iyi şeyler anlatabilirim, ister misin?” İtfaiyeci Sam bir kahkaha patlatıyor. Genizden gelen, boğuk bir kahkaha. “Onun tipi olduğumu sanmıyorum. Ve onun da benim tipim olmadığından yüzde yüz eminim.” “Ahhh, boş versene. Bu kadar tutucu olma. Onunla ilk kez karşılaştığımda benim de tipim değildi. Bir de şimdiki halimize bak: Bir karısı ölmüş, ötekisi de ölmek üzere olan bir adam...” “Ölmeyeceksin, Libby” diyor sert bir sesle. Birdenbire bana itiraz ediyor. Ve ben de birdenbire kendimi yorgun hissediyorum. Her yanım ağrıyor, ama en çok da başımla burnumun tek bir tarafı ağrıyor. Aslında, vücudumun o tarafının tamamı ağrıyor ve orayı doğru düzgün kımıldatamıyorum. Ve üşüyorum. Sırf bu ağrı ve üşüme bedenimden çekip gitsin diye uyumak istiyorum. Uykudayken insanın canı yanmaz, değil mi? Adam tekrar “Libby, Libby, Libby!” diyor. “Uyuma
16
lütfen. Jack seni bekliyor. Senin emin ellerde olduğunu öğrenene kadar da hastaneye gitmeyecek. Bunların hepsi geçecek, tamam mı?” “Sen iyi bir insansın” diyorum adama. Hatta o denli iyi ki, canımın ne kadar çok yandığını söyleyerek onu sıkmak istemiyorum. Herhalde, sürekli yakınıp durmamdan o da hoşlanmaz. Tek istediğim uyumak. Tek istediğim, gözlerimi kapatmak ve uykuya dalmak... “Çocuklar birazdan aracı kesmeye başlayacaklar, Libby. Ondan sonra seni doğruca hastaneye götüreceğiz ve orada seninle ilgilenecekler. Tamam mı? Ama onlar aracı keserken uyanık kalmanı istiyorum. Beni duyuyor musun, Libby? Söylediklerimi anlayabiliyor musun?” “Hepsini anladım” diyorum. “Ben dünyanın en anlayışlı insanıyım – Jack’e sor, sana anlatsın.” “Birkaç saniye içinde büyük bir gürültü kopacak. Tüm bunlar olurken sen uyanık kalmalısın. Tamam mı?” “Uyanık kal.” Tüm dünyayı acı bir feryat kaplıyor, otomobil adeta haykırmaya başlıyor: Dilimler halinde kesiliyor, etrafımdan koparılıp çıkarılıyor ve sanki çektiği ıstırap yüzünden acı çığlıklar atıyor. O, acının dinmesini istiyor; bense gürültünün kesilmesini istiyorum. Uyumak istiyorum. Sadece uyumak istiyorum. Gözlerimi kapatıyorum ve başımı yaslıyorum. Jack’i düşündüğümde, birlikte uyuma şeklimizi anımsamaya çalışıyorum: Canlı bir yapbozun iki parçasını andıran vücutlarımız birbiriyle öylesine kusursuzca iç içe geçerdi ki, aradaki boşluklar bize hayal gücümüzün oyunları gibi gelirdi. Geceleri yatağa girerken onun bir an için bile benim başka biri olmamı dileyip dilemediği konusunda meraklanmaya ne zaman başladığımı düşünmemeye çalışıyorum. Jack’i düşündüğümde...