Uyku zamanı, Caıtlın… Huzur içinde yat.
SON NEFES MICHAEL PRESCOTT Özgün adı: Last Breath Yayın Yönetmeni: Bülent Oktay Çevirmen: Berna Kahraman Editör: Yasemin Büte Son okuma: Çağla Dirice Çakır Sayfa Tasarım: Ayşe Çalışkan Kapak Tasarım: İlknur Muştu OKTAY MATBAACILIK Davutpaşa Kışla Cad. Kale İş Merkezi C Blok No: 55 - 56 Topkapı - Zeytinburnu Cilt: Melisa Matbaacılık, İstanbul YAYINEVİ SERTİFİKA NO: 16229 MATBAA SERTİFİKA NO: 16318 1. Baskı: Aralık 2013 ISBN: 978-975-999-723-6 © Douglas Borton, 2001 Bu kitabın Türkçe yayın hakları Kayı Telif ve Lisans Hakları Ajansı Ticaret Limited Şirketi aracılığıyla Dystel & Goderich Literary Management’tan alınmış olup Beyaz Balina Yayın Sanat Dağıtım Paz. San. ve Tic. Ltd. Şirketi’ne aittir. Yayınevinin izni olmaksızın kısmen ya da tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz. ARKADYA YAYINLARI Maltepe Mah. Davutpaşa Cad. MB İş Merkezi No: 14 Kat: 1 D: 1 Zeytinburnu / İstanbul Tel.: 0212 – 544 41 41 / 544 66 68 / 544 66 69 Faks: 0212 – 544 66 70 info@arkadya.net Arkadya Yayınları, Beyaz Balina Yayınları’nın tescilli markasıdır.
SON NEFES MICHAEL PRESCOTT
İngilizceden Çeviren Berna Kahraman
Şimdiye kadar edebiyat tarihinde rastladığım hiçbir dram beni ilki kadar etkilemedi sanırım. Kendim için sindire sindire okuduğum bir cümleydi bu: Kötü tilki kızıl tavuğu ele geçirdi. Bu kelimelerde tamamıyla çarpıcı bir şeyler vardı. Tilkinin kötülüğü ırkının kurnazlığı ile birleşince tavuğun kaderi çok daha dehşet verici oluyordu. Ayrıca “ele geçirmek” kelimesinde ustaca gizlenmiş bir hainlik de bulunuyordu. Bu da insana şöyle hissettiriyordu: Bir köy ne kadar iyi korunursa korunsun, tilki kafaya koyduysa tavuk onun elinden kurtulamazdı. -Saki (H. H. Munro), “Unbearable Bassington” adlı kitabından
GİRİŞ
K
âbusu onu almaya geldiğinde, C. J. Osborn henüz on yaşındaydı. Birkaç ay önce bakıcısı olmadan evde yalnız kalabilecek kadar büyüdüğünü düşünmeye başlamıştı. Çocuk bakıcısı bebekler içindi ve o artık bebek değildi. Ata (daha doğrusu midilliye) binebiliyor, Big Maria Dağları’ndaki dik yamaçlara tırmanabiliyor ve evinin yakınlarındaki karanlık vadileri keşfetmeye çıkıyordu. Hatta tüfekle ateş etmiş, ata nal bile çakabilmişti. O erkek gibi bir kızdı, bu yüzden Caitlin Jean ismi ona uymuyordu. Neyse ki adı zamanla ona daha çok uyan C. J. şeklini almıştı. Evleri, Mojave Çölü’nün sapa yerlerinde kalan bir çiftlik eviydi ve en yakın komşuları sekiz yüz metre uzaklıktaydı. Bütün bunlara rağmen on yaşında olduğuna göre bir akşamlığına evde yalnız kalabilirdi, elbette. “Herhangi bir problem olursa sizi arayabilirim. Gregsonlara veya polise de ulaşabilirim. Ne yapmam gerektiğini biliyorum,” diye açıkladı C. J. anne ve babasına. Yetişkin bir insan edasıyla gayet sakin konuşuyordu. Ancak C. J.’in ailesi 1985 yılının ilk yarısına kadar, dışarı çıktıkları zaman ona göz kulak olması için Liddie Wilcox’u çağırmaya devam etti. Üstelik Liddie çocuk bakıcılığına on
6
Son Nefes
iki yaşındayken başlamıştı ve şimdi de yalnızca on altı yaşındaydı. En sonunda anne ve babası bir ağustos günü C. J.’in ısrarlarına dayanamayarak yenilgiyi kabul etti. Midland Otoyolu’nun otuz iki kilometre aşağısında, yaşadıkları yere en yakın büyük şehir olan Blythe’taki bir restoranda verilen doğum günü partisine katılacaklardı. Ve bu kez Liddie’yi çağırmamak için ikna olmuşlardı. “Tek başına kalacaksın,” diye uyardı babası C. J.’i. “Bunu başarabileceğinden emin misin?” “Eminim,” dedi C. J. hiç tereddüt etmeden. Endişelenecek ne olabilirdi ki? Ters gidecek ne olabilirdi? Evden ayrılmadan önce ailesi ona restorana üç kilometre uzaklıktaki yarım düzine komşunun ve polis teşkilatının numarasını verip öğütler yağdırdı. Bu sırada C. J. de onları dinliyormuş gibi yapıyordu. En sonunda yaklaşan günbatımıyla beraber eski model kamyonetlerine binip tozlu yolda gözden kayboldular. C. J. araç görüş açısından çıkana kadar onlara el sallamıştı. Artık yalnızdı; gerçekten ve tamamen yalnız. Kollarını sevinçle kendine doladı. Bir yetişkin olmuştu nihayet. Çatı katındaki evaporatif soğutucu evin içini yeterince soğuk tuttuğundan ailesinin uyarılarını dikkate alarak evin bütün kapı ve pencerelerini kilitledi. Yemeğini hazırlarken soğutucunun tavanda çıkardığı sesi duyabiliyordu. Annesi buzdolabına onun için eksiksiz bir akşam yemeği bırakmıştı. Tavuk, bezelye ve patates püresi tepsinin içine muntazam bir şekilde yerleştirilmişti. Tek yapması gereken yemeği ısıtmaktı. Bu çok basit bir şey olsa da yemek hazır olduğunda başardığı için bir parça heyecanlandı. “Ben yaptım,” dedi kendini beğenmiş bir ifadeyle. Adeta yemeği en başından kendisinin yaptığına inanmıştı.
Michael Prescott
7
Yemeğini oturma odasına taşıdı ve Osborn malikânesinde gelenek haline dönüşmüş bir kuralı çiğneyerek yemek yerken televizyon izledi. Kendine şu anda evdeki reisin kendisi olduğunu hatırlattı. Ne isterse yapabilirdi. Saat dokuz sıralarında C. J.’in uykusu gelmeye başlamıştı bile. Heyecanı yerini mayışmış halde otururken hissettiği can sıkıntısına bırakmıştı. Televizyonun önündeki bir koltukta tembelce vakit geçiriyor, yetişkinliğe ilk adımı atışını kutluyordu. O sırada ışığı gördü. Zayıf bir ışık odanın penceresinin önüne yansıyordu. Çok yakında değil, yaklaşık on sekiz metre ya da daha uzak bir mesafede adeta bir hayalet gibi süzülüyordu. C. J. pencerenin pervazında kaybolana kadar ışığı izledi. Ve o an hissettiği ilk korku dalgasıyla iliklerine kadar ürperdi. Gördüğü şey bir el fenerinin ışığıydı. En azından bundan emindi. Birinin el feneriyle çiftlik sınırları içinde sinsi sinsi dolaşmasının mantıklı bir sebebi olamazdı. Bu her kimse kesinlikle iyi niyetli değildi. Hırsızlar sinsice dolaşırlardı ya da belki de daha kötüsü… En yakın telefona koşmak üzereydi, fakat ne gördüğünden tam olarak emin olamıyordu. Gördüğü bir ışık oyunu, yoldan geçen bir arabanın farı ya da kayan bir yıldızın yansıması da olabilirdi. Çok çalışan hayal gücünün bir ürünüydü belki de. Ne de olsa insanlar her zaman onun çok fazla hayal kurduğunu söylerdi. Yine de bütün kapı mandallarının ve kullanılmayan sürgülerin sağlam olduğundan emin olmak için kapıların, pencerelerin kilitlerini tek tek, yeniden kontrol ederek önlem aldı. Evdeki bütün ışıkları açtı. Karanlığı düşmanı olarak görüyordu.
8
Son Nefes
Evi iyice kolaçan ettikten sonra çatal-bıçakların bulunduğu çekmeceden büyük, keskin bir bıçak almak için mutfakta durdu. Bıçağın pek de koruyucu bir alet olduğu söylenemezdi ama orada biri varsa… Televizyonla soğutucuyu kapattı. Dikkatini dağıtacak başka sesler istemiyordu. Oturma odasındaki kanepeye oturup o yoğun sessizlikte etrafı dinlemeye başladı. Dışarıda biri mi vardı? Uyuşturucu bağımlısı ya da gözü dönmüşün biri miydi? Onu zihninde canlandırabiliyordu. Evet, bir erkek olmalıydı. Kadınlar sinsi sinsi karanlıkta dolaşıp küçük kızları korkutmazlardı. Gür saçlı, iriyarı biri olmalıydı. Gözleri küçük, parlak taşlar gibi ışıldayan ter kokulu bir adam olabilirdi. Blythe’ta böyle görünen çok sayıda serseri, dilenci ve evsiz insan vardı. Belki de bu adam onlardan biriydi; tabii orada bir adam varsa ve her şey hayal ürünü değilse. C. J., sinsice dolaşan birinin gürültü yapmadan eve girmesinin mümkün olmadığını düşünerek kendini rahatlattı. Eve girmek için mutlaka bir kapıyı ya da pencereyi zorlamak zorunda kalacaktı. C. J. de bu şekilde parçalanan tahtanın ya da kırılan camın sesini duyabilecekti. Öte yandan dışarıdaki kişinin kapı kilidini anahtar kullanmadan açma ihtimali de vardı. Ancak dış kapılardaki kilitleri alt etmesi o kadar da kolay değildi. C. J. güvende olmalıydı. Zaten dışarıda kimse yoktu. Pencereden gördüğü ışık sanki bir rüyaymış gibi gelmeye başlamıştı C. J.’e. Gerçekten bunu hayal etmesi mümkün müydü? Uyuyakalmış ve…
Michael Prescott
9
Bir saniye. Bir ses. Tahta gıcırtısı. Evin arka tarafındaki çamaşır odasından geliyordu. Arka tarafta tek bir kapı vardı, o da diğerleri gibi sürgülüydü. Oradan içeri giremezdi. Girebilir miydi? Bir gıcırtı daha duydu. Şimdi daha yakından geliyordu. Ayak sesleri. Duyduğu kesinlikle buydu. Çamaşır odasını arka odalara bağlayan koridordaki tahta döşemelerin üzerinde hafif adımlarla ilerliyordu. Dışarıdaki her kimse artık evin içindeydi. Ama bu imkânsızdı. Nasıl olduysa hiç ses çıkarmadan C. J.’in aldığı bütün tedbirleri delip geçmişti. Geliyor, ona doğru yaklaşıyordu. Bir anda bıçak gözüne çok zayıf bir savunma aracı olarak göründü. Yaklaşmakta olan tehlikeye karşı acınacak derecede yetersizdi. C. J.’in yardıma ihtiyacı vardı. Titreyen elleriyle elindeki bıçağı sıkıca tutarak oturma odasından çıkıp mutfağa girdi. Telefon tezgâhın üzerindeydi. Siyah, çevirmeli bir modeldi. Ahizeyi kaldırıp önce dokuzu tuşladı, sonra biri… Aniden durdu. Ayak seslerini bir kez daha duyuyordu. Oturma odasındaydı. Ona bu kadar yaklaşmayı başarmıştı. Telefonda bir şeyler söylese, hatta fısıldasa bile duyulacaktı. Onu duyacak ve söylemek zorunda olduğu şeyi tamamlamasına asla izin vermeyecekti. C. J. ses çıkarmamaya gayret ederek telefonu kapattı.
10
Son Nefes
Belli ki içeri giren kişi evin içinde geziniyordu. Çok geçmeden mutfağa da gelecekti. Mutfağa bağlanan tek geçiş yolu oturma odasından geçiyordu ve ayak sesleri şu anda oturma odasındaydı. Bir yere saklanmalıydı. Masanın altı? Orası olmazdı, onu orada kolayca görebilirdi. Peki ya lavabonun altındaki dolap? C. J. dolabın içine baktı ama kürekler, süngerler ve temizlik malzemeleriyle doluydu. Oraya sığması imkânsızdı. Alçak tesisat kanalının bulunduğu boşluk geldi aklına. Boşluk evin alt kısmı boyunca uzanıyordu. Babası tesisatı onarmak için oraya pek çok kez girmişti. Aşağıya açılan kapak şeklindeki kapı, mutfağın köşesinde, parke zemine gömülüydü. C. J. kapağa doğru sürünüp üzerindeki metal halkayı çekti. Kapak inanılmaz ağırdı, fakat C. J.’i saran korku ona güç veriyordu. Kapağı kaldırınca, şans eseri yakın bir zamanda yağlanmış olan menteşeler ses çıkarmadı. Aşağısı karanlıktı. C. J.’ in yanında ne bir el feneri ne de bir kibrit kutusu vardı. Zaten onlardan herhangi birini aramaya zamanı da yoktu. Kendini boşluğa bırakır bırakmaz Keds marka ayakkabıları hemen zemine değdi. Bıçağı kum yığının üzerine koydu ve uzanıp kapağı yavaşça kapattı. Artık güvendeydi. Ya da öyle olduğunu sanıyordu… C. J. karanlığa sinerek bekledi. Elleri, kumlu zeminde bıçağın tahta sapını bulana kadar gezindi. Ardından bıçağı kendine doğru çekti. Başının üzerindeki zeminden gelen ayak seslerinin titreşimlerini duyabiliyordu. Adam yaklaşmıştı. Mutfakta değildi ama gelmek üzereydi. Onu pencereden görmüş olmalıydı. Görmemiş olsa bile evde birinin olduğunu anlayacaktı. Televizyon hâlâ sıcaktı ve akşam yemeği artıkları kahve masasının üzerindeki tepside duruyordu.
Michael Prescott
11
Bir hırsız olmalıydı ama burada, Midland’de ev soyulduğunu daha önce hiç duymamıştı. Burası, California’nın doğu sınırında, Colorado Nehri’nin yakınında yer alan, çiftçilerin, madencilerin ve yalnız kalıp kafa dinlemek isteyen insanların yaşadığı, pek bilinmeyen bir kasabaydı. Hiç kimse zengin değildi, bu yüzden çalacak bir şey de yoktu. O zaman burada ne işi vardı? Ve neden özellikle ilk defa yalnız kaldığı bu geceyi seçmişti? Yoksa onun peşinde miydi? Bu düşünce, mantığını zorlayarak üzerine adeta bir karabasan gibi çöktü. O yalnız kalana kadar kasıtlı olarak mı beklemişti? Onu almak için fırsat mı kollamıştı? Aptalca bir düşünceydi ama C. J. bu düşünceden kurtulamıyordu. Çok daha küçükken hissettiği korkular onu yeniden ele geçiriyordu. Klozetin içindeki canavar, yatağın altındaki ayı, öcü adam… İşte bu oydu. Öcü adam. Bütün çocukların korkulu rüyası... Ve şu an mutfaktaydı. C. J. adamın bulunduğu yere doğru yaklaşan ayak seslerini duydu. Sesler azalıyor, sonra yeniden artıyordu. Adam mutfakta daire çiziyor olmalıydı. C. J.’in, mutfakta bir yerde saklandığından şüphelenmiş olmalıydı. Ama bunu nasıl bilebilirdi? Belki de bütün odaları aramış, geriye bir tek burası kalmıştı. Ya da havayı koklayarak avını bulan bir tazı gibi onun kokusunu alabiliyordu. Kes şunu. Böyle düşünmeyi kes. C. J. güvendeydi. Güvende olmalıydı, ne de olsa o adam evin altındaki boşluğu bilmiyordu. Onu bulması mümkün değildi.
12
Son Nefes
Her şeye rağmen karanlıkta dikey bir su borusu bulana kadar sürünerek kapaktan birkaç adım uzaklaştı. Boru inceydi ve onu saklamada yetersizdi, yine de C. J. borunun arkasına geçti. Bıçağı da hâlâ elinde sımsıkı tutuyordu. Ayak sesleri gittikçe yaklaşıyordu. Acaba adam, evin altına inen kapağı görmüş müydü? Burada olduğunu tahmin etmiş miydi? C. J. nefesini tutarak beklemeye devam etti. Sonra ışığı gördü. Mutfaktan gelen sönük bir ışık dolduruyordu boşluğu. Adam kapağı kaldırmıştı! Menteşeler yine hiç ses çıkarmamıştı. C. J. içeriye dolan anlık ışıkta, başka bir çıkış kapısı ya da saklanacak daha iyi bir yer var mı diye etrafına bakındı. Hiçbir şey yoktu. Tek görebildiği etraftaki gri kumlar, bütün boşluğu saran boru karmaşası ve başının üzerinde alçak bir çatı oluşturan, her yerini örümcek ağı kaplamış alt döşemeyle uzak köşelerdeki karanlıktı. Bu köşelerden birine ulaşabilirse kafes şeklindeki yapıyı tekmeleyip dışarı kaçar ve kurtulurdu. Denemeye değerdi. Oraya doğru emeklemeye başladı. Tam o sırada belli belirsiz bir insan figürü açık kapaktan aşağı eğildi ve boşluk bir kez daha ışıkla doldu. O an C. J. donakaldı. Hareket ederse görünebilirdi. Adamı net bir şekilde göremiyordu. Sadece tozlu zemindeki gölgesini seçebiliyordu. Aşağı doğru eğilmiş, hareketsiz bir şekilde duruyordu. Gölgesi bir anda daha güçlü bir ışıkla kayboldu. El fenerini yakmıştı. Uzun, turuncu ışık tozun, tesisat borularının ve örümcek ağlarının üzerinden geçerek boşluğu tarıyordu. İçerisi ölmüş
Michael Prescott
13
böceklerle doluydu. Her yerde böcekkabukları, kurumuş karasinek kalıntıları vardı. Birkaç metre ileride küçük, iskelete benzer bir şey gördü. Uzun zaman önce ölmüş bir lağım ya da ev faresi olabilirdi. Işık boşluğun diğer tarafını taradıktan sonra C. J.’in olduğu yere doğru yöneldi ve tam onun üzerinde durdu. C. J. fenerin parlak ışığına gözlerini kırpıştırarak, korkuyla bakıyordu. Işığın arkasından bir ses geldi. Tiz bir erkek sesiydi ve fısıltıyla konuşuyordu. C. J.’in şimdiye kadar duyduğu en korkunç sesti bu. “Seni görebiliyorum,” diye fısıldadı adam. “Gözlerim kapalıyken bile…” Hafif ve neşeden yoksun bir kahkahanın yankısı azalarak kayboldu. Ardından el feneri titredi. Bir hareket vardı. Adam yer değiştiriyordu. Aşağı iniyordu! Aşağıya, onun yanına geliyordu. Ve bunu yapınca C. J.’in hiçbir umudu, hiçbir şansı, kaçabileceği hiçbir yer kalmayacaktı. Korku adeta C. J.’in aklını başından almıştı. Adamın pantolon kumaşıyla kaplı, zayıf bacağını görür görmez bıçakla saldırdı. Ancak adam alacağı darbeyi önceden hissedecek kadar hızlıydı. Bıçak baldırını sıyırıp pantolonun paçasını yırtınca kendini geri çekti. C. J. birkaç adım uzaklaşarak bekledi. Bıçağı bir tılsımmış gibi iki eliyle kavramış, tam önünde tutuyordu. Keskin bir sessizlik kaplamıştı ortalığı... Kısa bir süre sonra, adamın korkutucu ve alaycı bir şekilde fısıldayan tiz sesi bu sessizliği bozdu.
14
Son Nefes
“Sen savaşçı bir kızsın, Caitlin.” Adını biliyordu. C. J. sesinin titrediğini belli etmemeye çalışarak, “Kimsin?” diye seslendi. Cevap yoktu. “Beni nereden tanıyorsun?” Yine cevap yoktu. “Ne istiyorsun?” Bu kez cevap geldi. “Seni istiyorum, Caitlin.” Ancak adamın sesi beklediği gibi değildi. Daha önceki gibi kısık, çatallı ve korkutucu çıkacağını düşünmüştü ama aksine alçak, adeta sakinleştirici ve bir pitonun tıslaması gibi çekiciydi. “Beni neden istiyorsun?” diye sordu C. J. Adam tekrar kahkaha atmaya başladı. “Beni rahat bırak!” “Bunu yapamam, Caitlin. Uzun zamandır bu anı bekliyordum.” C. J. ne demek istediğini sormayı düşündüyse de kelimeler boğazında takılı kalmıştı. Adam sanki içinden geçenleri hissetmiş gibi açıklamaya başladı: “Seni izliyordum,” dedi. “Fırsat kolluyordum. Ve şimdi… bu gece… uzun bekleyişimin sonu geldi. Bu gece, Caitlin. Bu gece.” O kesinlikle öcü adam olmalıydı. Başka kim olabilirdi ki? Bıçağı kavrayan elleri titrese de C. J. onu hâlâ sıkıca tutuyordu. Filmlerde bir panterin veya kaplanın kendini geriye doğru çektikten sonra nasıl saldırdığını görmüştü. Adamın da aynı şeyi yaptığını anlamıştı. Saldırı pozisyonu alıyordu. Çok geçmeden tahmin ettiği şey oldu. Bu kez boşluğu delip geçen adamın koluydu. Eldiven takmış bir el onu tutmaya
Michael Prescott
15
çalıştı, neredeyse bileklerine yapışıyordu. C. J. sıyrılarak ondan kurtulmayı başardı ve bıçağı yeniden sapladı. Adam kolunu geri çekti. C. J. yavaşça ondan uzaklaşıp yeni hamle için bekledi. Adamın ona saldırdığı o kısacık an, ince ve uzun bir kolu olduğunu görmesine yetmişti. Koyu renk, uzun kollu gömlek giymiş, siyah eldiven takmıştı. Hayalindeki pejmürde adama benzemiyordu. Zayıf, şık giyimli ve hızlı biriydi. Kaç yaşındaydı? C. J.’den birkaç yaş büyük bir delikanlı mı, yoksa bir yetişkin miydi? Bunu söyleyemiyordu. Fısıltı halinde çıkan sesi hiçbir şeyi ele vermiyordu. Ayrıca yüzünü de görememişti. Asla görmemeyi diledi. Görürse bu, savaşı kaybettiği anlamına gelirdi. “Neden ben?” diye sordu C. J. kısık bir sesle. “Biri olmak zorundaydı, Caitlin.” “Neden ben?” diye tekrarladı. “Çünkü sen çok tatlısın,” dedi adam. “Ne kadar tatlı olduğunu biliyor musun? Güneşin aralarında doğal gölgeler oluşturduğu kestane rengi saçların yumuşacık ve parlak görünüyor. Parmaklarımı saçlarının arasında gezdirmek istiyorum.” C. J. ürperdi. “Seni gözetledim,” diye devam etti adam. “Kasabada… ve burada, çiftlikte. Beni büyülüyorsun. Sen çok özel, küçük bir kızsın.” “Buradan hemen defolup git.” “Keşke yapabilseydim. Ama o zaman hiç aklımdan çıkmayan o sorunun cevabını öğrenemezdim. Gözlerin ne renk, Caitlin? Kahverengi mi, yoksa mavi mi? Hiçbir zaman bunu görebilecek kadar yaklaşamadım sana.”
16
Son Nefes
Gözleri yeşildi ama bunu ona söylemedi. Onunla ilgili hiçbir şey bilmesini istemiyordu. Gerçi adam yeteri kadar çok şey biliyor gibi görünüyordu. “Bahse girerim ki çok tatlı gözlerin var,” dedi. Sonra eldiven giymiş eli ona yeniden saldırdı. Sağ bileğini yakalamaya çalıştı ve C. J. bir anda, hızlıca elini geri çekerken bıçağı düşürdü. Adam bıçağı almak için elini attı ama C. J. önce davranarak sol eliyle bıçağı kapıp ona gözü dönmüş bir şekilde saldırdı, işte o anda acı dolu bir tıslama duydu. Adam yeniden geri çekildi. C. J. el fenerinin ışığında, bıçağın ağzında ince, kırmızı bir çizgi olduğunu gördü. Bıçağı adamın eline ya da koluna isabet ettirmişti. Onu yaralamıştı. Bu geceye kadar hiçbir canlıyı kasıtlı olarak incitmemişti ama şimdi ona zarar vermek, sakatlamak, hatta herhangi bir yerini kesip koparmak istiyordu. Adam onun kavgacı biri olduğunu söylemişti. Haklıydı. “Kaltak,” dedi adam nefes nefese. Kumlu zemine kan damlıyordu. “Defol,” diye fısıldadı C. J. Ama bunun olmayacağını biliyordu. Bıçağını önünde sabitledi. Adam yeniden saldırırsa hazır olacaktı. Bütün gece bu şekilde kalmak zorunda olsa bile dayanacak ve onu kendine yaklaştırmayacaktı. Asla vazgeçmeyecekti. Saklandığı yere yeniden saldırmaya çalışmasına izin vermeyecekti. Adam vazgeçene ya da ölene kadar onu ardı ardına kesip, canını yakacaktı. “Seni öldüreceğim Caitlin Jean Osborn,” dedi adam duygusuz bir ifadeyle. “Bunu yavaş yavaş yapacağım. Yaptıklarını ödeyeceksin.”
Michael Prescott
17
“Siktir git!” dedi C. J. öfkeyle. Bu sözü yüksek sesle ilk kez söylemişti. Bir sonraki hamleyi bekledi. İşin tuhafı artık korkmuyordu. Belki sonra sıra korkuya da gelecekti, fakat şu an hayatta kalma mücadelesiyle sadece kalp atışlarını ve elindeki bıçağı hissediyordu. Haydi, diye düşündü. Tekrar dene. Senden korkmuyorum. Denesene. El feneri gözden kayboldu. Bir an için adamın onu oraya kapattığını düşündü. Sonra mutfaktaki döşeme tahtalarının çatırtısını, gittikçe azalan ayak seslerini duydu ve onun gittiğini anladı. Bu bir tuzak olmalıydı. Onu kandırıp ortaya çıkarmaya çalışıyordu. Yoksa bir tabanca almaya mı gitmişti? Hayır, bu olamazdı. Tabancası olsaydı, neden en başta yanına almamıştı ki? Bunun sebebi, elbette, deli olmasıydı. Eğer adam tabancayla geri gelmeyi planlıyorsa C. J.’in tek şansı şu anda mutfakta kimse yokken bulunduğu yerden çıkmasıydı. Fakat bunun bir tuzak olduğunu varsayarsak, dışarı çıktığı anda saldırıya uğrayacaktı. Korku hissi geri geldi. Bir şeyler belliyken ve adamı defetmek gibi basit bir işi varken korktuğunu unutmuştu. Şimdi ise karar vermesi gerekiyordu. Korku ve kafa karışıklığının yeniden farkına vardı. Ayrıca ilk defa bakıcısı olmadan evde yalnız kalan, sadece on yaşında bir kız olduğunu ve bunun onun için çok zor bir şey olduğunu hatırladı. Ev sessizdi. Adam gitmiş miydi? Gerçekten gitmiş olabilir miydi?
18
Son Nefes
Belki de ortaya çıkma riskini göze alabilirdi. Yukarıda onu beklediğini görürse evin altındaki boşluğa yeniden dönmeye zamanı olabilirdi. Yeniden ayak sesleri duydu. Geri dönen ayak sesleri… Çok geçti. Geri gelmişti bile. Bir tabanca getirmiş olmalıydı. Artık kurtulamazdı. Bıçak işe yaramazdı. Adamın silueti üst tarafta görününceye, uzun, sıska gölgesi tozlu zeminde uzayıncaya kadar korku içinde bekledi ve sonunda kafasını kaldırıp adamın yüzüne baktı. Babasıydı. Gözlerini kırpıştırarak aşağıya, ona bakıyordu. “C. J.? C. J. orada ne halt…?” “O gitti mi baba? O gitti mi?” “Kim gitti mi? Hemen yukarı çık, orası pislik içinde!” “O gitti mi?” “Burada kimse yok, C. J. Çabuk çık oradan.” Yukarı çıktığında annesinin de orada olduğunu gördü. Şaşkına dönmüş bir halde ona bakıyordu. “Orada ne işin vardı?” diye tekrar tekrar sormaya devam ediyordu. “Orada ne işin vardı?” C. J. onlara bütün olan biteni anlattı. Onu almaya gelen adamdan, hiç ses çıkarmadan eve girmesinden, onun adını bildiğinden, uzun zamandır onu izlediğini söylediğinden bahsetti. “Polisi aramak zorundayız,” dedi. “Lütfen, buradan çok fazla uzaklaşmadan hemen arayalım!” Anne ve babası telefonun ahizesini kaldırma zahmetine bile girmemişlerdi. Yalnızca bıkkın bir ifadeyle birbirlerine bakıyorlardı. “Haydi ama,” diye ısrar etti C. J. “Aramak zorundayız!” “C. J,” dedi babası usulca. “Bu gece burada kimse yoktu.”
Michael Prescott
19
C. J. serseme dönmüş halde doğruldu. Ona inanmadıkları gerçeğini anlayamamıştı. “Hepsini sen kurguladın,” dedi annesi nazik ve yatıştırıcı bir ses tonuyla. “Belki de televizyonda gördüğün bir şeydir. Bazen hayal gücünün ne kadar muhteşem çalıştığını biliyorsun.” “Hayal değildi,” diye fısıldadı C. J. “Onu yaraladım. Bak.” Onlara bıçağı gösterdi. Fakat bıçağın ağız kısmındaki kan çoktan kuruyup salça lekesi gibi koyu renkte ince bir çizgiye dönüşmüştü. “C. J…” dedi annesi. Sabrı tükenmişe benziyordu. “Evin altındaki boşlukta ona ait kan lekeleri var. Gidip bakabilirsiniz!” Fakat tozlu zeminde hiç kan lekesi görünmüyordu. Yukarıya çıkarken bütün izleri bozmuş olmalıydı. Yine de vazgeçmeyecekti. Anne ve babasından, evi gezerken ona eşlik etmelerini istedi. Adam içeri zorla girmişti. Birkaç kanıt bırakmış olmalıydı. Zorlanmış bir pencere, açık bir kapı… Hiçbir şey yoktu. Bütün kapılar kilitli, bütün pencereler kapalıydı. “Şimdi bütün olanları hayal ettiğini kabul ediyor musun?” dedi babası sert bir ifadeyle. “O adam gerçekti,” dedi C. J. inat ederek. “O öcü adamdı.” Daha bunu söylerken, yanlış kelime seçtiğini anladı. Öcü adam diye bir şey olmadığını herkes bilirdi. Bu geceye kadar o bile böyle düşünüyordu. Ailesi onu dinlemeyecekti. C. J. ısrar ettikçe sabırları tükendi. Bir daha bakıcı olmadan asla yalnız kalmayacağını söyleyerek onu yatağa gönderdiler.
20
Son Nefes
Polis teşkilatı hiçbir zaman aranmadı. Bir süre sonra C. J. bu davetsiz misafirden bahsetmeyi kesti. Onun bir hayal ürünü olduğunu uysalca kabullendi. Söylenecek en güvenli şey buydu. Ama bu aslında koca bir yalandı. O adam gerçekti. Ve hâlâ dışarıda bir yerde olabilirdi. Belki de söylediği gibi bekliyordu. Onu izliyordu. Fırsat kolluyordu. Eve nasıl girdiği sorusu ise yaklaşık bir ay kadar gizemini korudu. Sonradan aklına köpeğe ait olan kapı geldi. Osbornların köpeği yoktu, fakat evin önceki sahipleri iki tane Alman cinsi köpek besliyorlardı ve evin arka kapısına köpeklerin kolayca içeriye girip çıkabilmeleri için küçük bir giriş yaptırmışlardı. Bu giriş yıllardır kullanılmıyordu ama C. J. kontrol edince hâlâ kolayca açıldığını keşfetti ve kapı hareket ederken menteşeler uzaktan duyulmayacak şekilde hafifçe gıcırdıyordu. Kapıdaki boşluk küçüktü. Kendisi bile arasından zar zor geçiyordu. Sonra adamın uzun, cılız kolunu hatırladı. Çok zayıf, hatta iskelet gibiydi ve bir yolunu bulup akıl almaz bir şekilde omuzlarıyla kalçalarını hareket ettirerek küçük kapının içinden geçmiş olmalıydı. Ve ailesinin döndüğünü duyunca da aynı şekilde dışarı çıkmıştı. Bunun böyle olduğundan emindi çünkü köpek kapısının çerçevesindeki kıymıklarda birkaç siyah iplik vardı. Adam o gece siyah bir pantolon giymişti. Tabii ki bu bir şey kanıtlamazdı. Konuyu anne ve babasına açmanın hiçbir anlamı yoktu. Ona tuhaf tuhaf bakacaklar ve belki de saldırıdan sonra yaptıkları gibi Blythe’taki bir psikologla birkaç günlük görüşme bile ayarlayacaklardı. Psikoloğa görünmek istemiyordu. C. J. o nedenle düşüncelerini kendine sakladı.
Michael Prescott
21
Ama o andan itibaren ne zaman dışarıda oynadıysa, bozkırda midilliye bindiyse ya da yüksek tepelere tırmandıysa gözleri karanlıkta hep zayıf bir insan figürü aradı. Öcü adam orada bir yerlerdeydi. Ve günün birinde geri döneceğini biliyordu.