Downloaded from: justpaste.it/v1my
HASBİHAL-İ RAMAZAN -3 --- Bir Ayet; "Andolsun, Biz onlara bir Kitap getirdik; iman edecek bir topluluğa bir hidayet ve bir rahmet olmak üzere bir bilgiye dayanarak onu çeşitli biçimlerde açıkladık." Araf /52 --- Bir Hadis; "İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de (gerçek anlamda) iman etmiş olamazsınız." --- Bir Dua; "Allahım! Mal, aile, çocuk olarak insanlara verdiklerinin hayırlısını dilerim, sapıtan ve saptıranları değil." --- Bir Güzel Söz; Bilmekle bilmemek arasında bir tek doğru vardır; düşünmek..
KUR'AN’A KOŞUN!...
Kur’an’a koşmak, Allah’a koşmaktır. Çünkü Kur’an’da insanları Allah’a koşmaya ve Allah ile buluşmaya dâvet eden âyet-i kerîmede: “O halde Allah’a koşun. Çünkü ben, size O’nun katından gelmiş açık bir uyarıcıyım” buyurulur. Rabbımız ile ilişkilerimizde en büyük aracımız ve uyarıcımız Hz. Peygamber (s.a.)’dir. Allah’a davette aracılık ve elçilik eden, uyarıcılıkla yol gösteren Sevgili Peygamberimiz’in konumu, bizler için ne kadar önemli ise, ilâhî hüküm ve kurtarıcı mesajlarla yüklü kitâb-ı ilâhî olarak Kur’an da o kadar önemlidir. Çünkü Allah’ı tanıtan ve Rasûlü’nü anlatan mesajlar ile hikmetli açıklamalar hep o kitaptadır. İnsanlar Kur’an’ı anladıkları ve Rasûlü’nü dinledikleri ölçüde Allah ile buluşmaya hazır hâle gelirler. Kur’an kulluğun anahtarı, ebedî mutluluğun rehberidir. Onu okuyan Rabbı ile konuşmuş, onu anlayan O’nun kurtarıcı muştularıyla buluşmuş olur. Bu yüzden Kur’an’a koşmak, Allah’a koşmak demektir. Nitekim Allah Rasûlü Kur’an okumayı, Allah ile mülâkat olarak değerlendirmekte ve
şöyle buyurmaktadır: “Sizden birisi Rabbına münâcât ile O’nunla konuşmak isterse Kur’an okusun!” Ferd planında kurtuluşun reçetesi Kur’an’a ve Hz. Peygamber’e sarılmak olduğu gibi âile ve toplum planında da kurtuluşun formülü Kur’an’a sarılmaktan, çoluk çocuğumuza, evlâd ü ıyâlimize Kur’an’ı öğretmekten geçmektedir. Kur’an okumak bir ibâdet, Kur’an’ı anlamak ve yaşamak ilâhî emirler mihverinde istikamet demektir. Sayılı nefeslerimiz tükendiğinde, okuduğumuz mushafı ve üzerinde namaz kıldığımız seccadeyi kime mîrâs bırakacağımız çok önemli bir soru olarak karşımızda durmaktadır. İnsanlar vârisleri olan evlâdlarına dünyalarını mâmur edecek maddî imkânlar; han, dükkan, ev, bark ve altın, gümüş gibi emtia bırakmayı düşündüğü halde her nedense mânevî mîrâs bırakmayı düşünmemektedir. Oysa ki her Müslüman sahip olduğu değerlerin vârisini yetiştirmek ve câmide kendi yerini dolduracak bir cemaat bırakmak sorumluluğundadır. Bu cümleden olmak üzere her Müslümanın evlâdına karşı ihmal edilmemesi gereken çok mühim mesûliyetleri vardır. Bu mesûliyetler evlâdın yetişmesine katkı sağlayacağı gibi vefâtından sonra sadaka-i câriye olmasını temin edecek türdendir. Hz. Peygamber (s.a.)’in şu hadîs-i şerîfi gerçek ve kalıcı mîrâsın ne olduğunu şöyle tarif etmektedir: “İn¬san öldü¬ğü zaman amel¬ defteri kapanır. An¬cak şu üç şey sebebiyle amel defteri kapanmaz: Sa¬da¬ka-i câriye, isti¬fâ-de edi¬len ilim ve duâ eden ha¬yır¬lı ev¬lâd.” Ebeveynler, öldükten sonra sadaka-i câriye olacak evlâd ve mânevî vâris yetiştirmek için okuma çağına geldiğinde onlara duâyı, namazı ve Kur’an okumayı öğretmelidirler. Çocukların gönüllerini Kur’an ışığıyla aydınlatmalı ve hâllerini Rasûlüllah’ın ahlâkıyla beslemelidirler. Bunun yolu Kur’an’a gönül vermekten, Rasûlüllah’ın Kur’an’ı hayâta tatbikini öğrenmekten geçer. Doğumla birlikte çocuğun kulağına okunan ezan, bebekliğinde “Hû, Hû”lar şeklinde söylenen ninni, konuşmaya başladığında öğretilen besmele ve duâ lâfızları onun erken yaşlarda mâneviyat iklimine girmesini sağlayan güzel geleneklerimizdendir. Bu güzellikler, okuma çağından itibaren çocuğun Kur’an harfleriyle tanıştırılmasıyla devam ettirilmelidir. Osmanlı geleneğinde çocuk dört yaş, dört ay ve dört günlük olduğunda “bed’-i besmele” merâsimi ile elif-bâ ile tanıştırılırdı. Küçük yaşlardan îtibâren âile ortamında ezan, Kur’an, duâ ve niyâz ile büyüyen bir çocuk mânevî bakımdan kendine yeterli ve özgüveni yüksek olarak yetişir. Nitekim Peygamberimiz’in tavsiyesi de bu istikamettedir: “Kim Kur’an’ı küçük yaşlarda öğrenirse Kur’an onun etine ve kanına işler; yâni o Kur’an’ın feyziyle nûrlanır.” Sâlih bir evlâdın, anne babasının ardından hayır duâ ederek Kur’an okuması ebeveynler için en büyük mükâfattır. Anne babalar, yavrularını Kur’an iklimiyle buluşturmalı, Kur’an kültürüyle gönüllerini tezyin etmeli ve kabiliyetli olanlarını hâfız yapmalıdırlar. Böyle davranan ebeveynler için Hz. Peygamberin şu hadîsi ne büyük bir müjdedir: “Kim Kur’an’ı okur ve onunla amel ederse, kıyâmet günü ebeveynine bir taç giydirilir. Bu tacın nûru, güneşin dünyadaki bir eve konulduğunda vereceği ışıktan daha güzeldir. Kur’an ile bizzat amel edenin nûru nasıl olur, bir düşünün!” Dünyada insan için en büyük mutluluklardan birisi evlâdlarının başarılarıdır. Ancak unutulmamalıdır ki en büyük başarı öldükten sonra mânevî hayâtımız için sadaka-i câriye olacak, arkamızdan duâ edecek hayırlı bir nesil bırakmaktır. Ayrıca Kur’an’ın nûru olmadan evlâdlarımızın hak ile bâtılı ayırt etmesi zordur. O nurun basireti ile ancak hak ile bâtılı ayırt etme imkânı elde edilebilir.
Bugün anne babalar çocuklarının yabancı dil öğrenmeleri için bin bir emek harcamakta; okullar arasında kıyas ve tercihler yaparak hiçbir masraftan kaçınmamaktadır. Şüphesiz yabancı dil öğrenmek günümüzde önemli bir husustur. Ancak sadece buna ilgi gösterip evlâdlarımızı Kur’an mesajından uzak bırakmamız vebalimizi arttırır. Zira evlâdlarımızı ilâhî kelâmdan ve onun rûhâniyetinden mahrûm bırakmak, çocukların pırıl pırıl gönüllerinin onun ışığından yoksun kalması demektir. Kur’an’ın terbiye, eğitim ve öğretiminden geçmeyen, Kur’an rûhundan uzak ve hayata onun zâviyesinden bakamayan nesiller, kendi yerini ve değerini bilemediği gibi insanların, hayvanların, bitkilerin ve bütün âleminin kıymet ve önemini idrak edemez. İnsanın âilesi, evi ve yuvası Kur’an’dan ve onun mânevî atmosferinden uzak olmamalıdır. Hz. Peygamber: “Evlerinizi kabirlere çevirmeyin” buyurmaktadır. Gönüller Kur’an’dan ve onun hayat veren iksirinden mahrumsa, evler kabristanlara dönmüş demektir. Kalbinde Kur’an’dan bir miktar bulunmayan kimse Efendimiz’in ifâdesiyle harap bir hâne gibidir. Bu yüzden evlâdlarımızın gönüllerini ilâhî kelâmdan mahrum bırakmamak ve Kur’an’ı gönül gündemine almak gerekmektedir. Yürekleri Kur’an aşk ve sevdâsı ile dolu gönüller kabristan değil, ilâhî mesajın ışığı ile dolu aydınlık bir saray demektir. Kur’an eğitim ve öğretimi Kur’an’ın yüce iklimi ile tefekkür âlemine girmekle başlamalıdır. Çocuklarımızın Kur’an’ı anlayıp düşünebilmesini sağlamak için öncelikle onlara nasıl bir kitapla muhatab olduklarını iyice anlatmak gerekir. Tefekkür ve düşünce derinliğinden uzak ve bilinçsiz okumalar Hz. Peygamber’in ifâdesiyle boğazdan aşağıya geçmeyecek; yâni kulun gönül âlemine fayda sağlamayacaktır. Kur’an eğitimi almak için yaz kurslarına giden çocuklar ve gençler, vahyin eğitici, erdirici ve oldurucu vasfıyla buluşmuş olurlar. Kur’an eğitim ve öğretimi sürecinde hocalarımız, gençlere Kur’an’ın Rabbımızın bizlere yolladığı bir mektup olduğu anlayışını mutlaka vermelidir. Bu algı gençlerin onu anlama duygusunu harekete geçirir. Öyle ya, bir dostumuz bile bir mektup gönderse “içinde ne var, talebi nedir?” diye merak eder, anlamaya çalışırız. Çünkü anlamadan talebini yerine getirmemiz mümkün değildir. Sekülerleşen günümüz dünyasında Kur’an’ı okuyup anlamanın ve hayâtı Kur’an’la yaşamanın ayrı bir değeri vardır. Bu yüzden çocuklarımızı erken yaşlardan itibaren Kur’an ile buluşturmalıyız. Zira Kur’an, doğumdan ölüme bütün hayâtı kuşatan Rabbânî bir hitâb ve ilâhî bir kitaptır. Kur’an son demimize kadar her nefesimizin düzenleyicisidir. “Allah’a koşun!” ilâhî emrine sarılmak, Kur’an’ı okuyup anlamaya koşmakla başlar. Öyleyse Allah’a ulaşmak için haydi Kur’an’a koşun! Çünkü Kur’an’a koşmak Allah’a koşmaktır..
Ve soruyorum bir kere daha kendi kendime; Aklanmak, “Ramazanda değilse peki, ne zaman?”
"Allah'ım! Senin için oruç tuttum, sana inandım, sana dayandım, Senin verdiğin rızıkla orucumu açtım. Yarının orucuna da niyet ettim, benim geçmiş ve gelecek günahlarımı bağışla."
Hazırlayan; Müjdat GÖKÇE