5 minute read
S
Kelimelerin Hayatı
Advertisement
İLHAN BİLGÜ
Kelimelerin Hayatı başlığı, Türk edebiyatında, “gazete fıkracılığı”nı yerleştiren Ahmed Haşim’e ait bir başlıktır. Der ki, Ahmed Haşim: “Hiçbir şey lisan kadar bir ağaca müşabih (benzer) değildir. Lisanlar —tıpkı ağaçlar gibi— mevsim mevsim rengini kaybeder, ölü yapraklarını dökerler ve tazelerini açarlar. Lisanın yaprakları kelimelerdir.” Üstad Haşim’in haklılığını bu yazıda okuyacağınız, bizim eskiden karşılaştığımız ve o zamanlar sıradan bulduğumuz, amma bugün başka başka kelimelerle anlatmaya çalıştığımız nice yeni kelimelerin örneğinde bulabilirsiniz. Hatta daha ilk paragrafta geçen müşabih kelimesini “benzer” diye anlatmaya çalışmışız. Lakin o kelime tam olarak “benzeyen” demektir. Üstadın haklılığı burada ortaya bir kez daha çıkmış oluyor.
21 Şubat’ta Dünya Anadil Günü kutlandı. T. C. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu münasebetle, Türkçe’nin tüm dünyada tanıtılması için çalışılacağını söyledi.
Bunlar arasında ne alaka ne irtibat ve ne münasebet var diye sorabilirsiniz. Bunun cevabını doğrudan vermek istemiyorum. Ama, Ahmet İnam’ın sosyal medyadan Tahir Olgun’un “Müslümanlıkta İbadet Tarihi” isimli kitabının bir fotoğrafını yayımlaması beni yıllar öncesine götürdü. O zamanlar daha, İmam-Hatip Lisesi’nin ilk yıllarında okuyorduk. Filinta gibi delikanlı olduğumuz o dönemde okuduğumuz, anladığımız, tartıştığımız, itiraz ettiğimiz ya da savunduğumuz hadisâtı anlatırken kullandığımız kelimelere bakıyorum. Ve şimdi hakikaten hayıflanıyorum!
Tahir Olgun’un beni etkileyen, iki önemli konumu vardır. Birincisi, Doğu-Batı-Türk Edebiyatı demeden eskisi ile yenisi ile dünya edebiyatının önemi. İkincisi ise Mevlânâ’nın Mesnevî’sini anlama anahtarı sunması. Tahir Olgun’un en azından “Edebiyat Lügatı” kitabı, yazı yazmak isteyenlerin başucu kitabı olmalı diye düşünüyorum. Biz, yaşımız daha 15-16 da olsa, Homeros’ün İlyada’sıyla, Sofokles’in Kral Oidipus’uyla, Plautus’un Esirler Komedisi, Cervantes’in Don Kişot’u (Don Quichoto), Moliere’in Kibarlık Budalası, Eflatun’un Gençlik Terbiyesi, Balzac’ın Vadideki Zambak’ı ile okuma zevki aldık.
Victor Hugo’un Büyük Göz’ünü ve 93 İhtilali’ni nasıl unutabilirim ki?
Goethe’nin Faust’unu… Ve amma illa da Mark Twain’ın, ağaca bir çocuk çıkartarak, turpları toplattığı dergi yönetmenliğini.
Ben işin hikâyesiyle değil, kullanılan kelimelerle, yapılan tasvirler ve tanımlamalarla, yani dil ile de özellikle ilgileniyorum.
Divan edebiyatını atladığımı sanmayın; eski destanlardan başlayıp Yunus Emre, Nizamî, Fuzûlî, Bâkî, Nedîm, Nâbî, Karacaoğlan nasıl unutulabilir?
İsterseniz Fuzûlî’den başlayalım. Su Kaside’si apayrı bir mevzu. Amma o Şikâyetnâne’si yok mu? Hâlâ yakıp kavurur içimi:
Huzurlarına gitdim. Bir cem’ gördüm. Hikâyetleri perîşân. Ne safâdan anda eser ü ne sıdkdan anda nişân var. Selâm verdim, rüşvet değildir deyû almadılar. Hükûm gösterdim, fâidesizdir deyû mültefit olmadılar. Eğerçi zahirde sûret-i itaat gösterdiler Ammâ, zebân-ı hâl ile cemî-i suâlime cevab verdiler. Dedim: Ya eyyühe’l-ashâb, bu ne fi’l-i hatâ ve çîn-i ebrûdur? Sakın ola ki benden, ne demiş ki, bu Fuzûlî deyu sual eylemeyin. Lakin sadece son cümle ilgili bir şey söylemek isterim. “Ey dostlar. Yaptığınız ne yanlış (hatâ) bir iştir (fi’l), niçin çatık (çîn) kaşlarınız (ebru)” gibi bir şey demek olan bu cümledeki hatâ ve çîn kelimeleri aynı zamanda Moğol ve Çin zulmüne bir atıftır. Daha derine girmeye gerek yok.
Lakin! Moliere’in Kibarlık Budalası’nda hikâye de çok hoşuma giderdi aslında: Mösyö Jurda (Jourdain) ilim öğrenmek ister. Hocası ona önce mantıktan başlamayı önerir: Mösyö Jurda — Bu mantık dediğiniz ne oluyor?
Felsefe hocası — A’mâl-i selâse-i aklı tâlim eden ilim.
Mösyö Jurda — A’mâl-i selâse-i akıl da kim oluyor?
Goethe’nin Faust’unun “Şimdi senin âsîl vazifelerini anlıyorum! Büyüğü mahvedemediğin için küçüğe saldırıyorsun.” sözlerini nasıl unutabiliriz ki?
Ya da, “Bir Ziraat Mecmuasını Nasıl İdare Ettiğini” anlatan Mark Twain’ın “Turpları zorla koparmamak lâzımdır. Daha doğrusu, ağaca bir çocuk çıkartıp, sallatmak en iyi usuldür.” şeklindeki turp hasadının en iyi ve verimli bir şekilde yapılacağını anlattığı hikâyesini.
Victor Hugo’un 93 İhtilali’nde bir kadının devrimci askerlere “Anladım Mösyö! Siz Fransalı, bense Brötenyalıyım (Bretagne).” deyişinde, vatanın, ülkenin, memleketin ne ve neresi olduğunu anlatmaya yeten o kısa, ama, öz ifadesini!!! İşte bunların hepsi de kelimelerin hayatını anlatır. Ve soruyu ben soruyorum: Üçüncü paragraftaki ifadelerle siz bir alaka, ilgi ve münasebet kurabildiniz mi?
Tuz Tüketimine Dikkat
Dünya Sağlık Örgütü’nün kişi başı günlük 5 gram tuz tüketim önerisine karşın bu miktarın özellikle Türk mutfağında çok fazla olduğu belirtildi. Uzmanlar tuz alımı ve fiziksel hareketsizliğin azaltılmasının bulaşıcı olmayan hastalıkların ölüm oranını da düşürmeye yönelik büyük bir fırsat olduğu kanaatinde.
Trakya Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Sedat Üstündağ, günlük tuz tüketimi konusunda uyarılarda bulundu. Prof. Dr. Üstündağ yaptığı açıklamada, aşırı tuz tüketimine bağlı olarak ortaya çıkan hipertansiyon hastalığının dünyada büyük bir sağlık problemi olduğunu ifade etti.
Hipertansiyonun tüm dünyada ölümlerin en önemli sebeplerinin başında geldiğini ifade eden Üstündağ,“Yüksek tansiyon dünyada bir yılda 10 milyon kadar kişiyi öldürüyor. Yani tuzun aşırı tüketimi hipertansiyona yol açarak ölümleri artırıcı bir faktör olarak ortaya çıkıyor.” diye konuştu.
AŞIRI TUZ TÜKETİMİNİN ZARARLARI
Üstündağ, tuzun tek zararının kan basıncını artırmak yoluyla verdiği zarar olmadığını, böbrek taşı, kemik hastalıkları, mide rahatsızlıkları ve astım gibi birçok rahatsızlığa sebep olduğunu anlattı.
Yapılan arkeolojik çalışmaların ilk insanların günde en fazla 1,5 gram tuz tükettiğini ortaya koyduğunu dile getiren Üstündağ,“Arkeolojik çalışmalar ve bilim adamlarının o çağlarla ilgili araştırmalarının sonuçları, ilk insanlar gün içinde tıka basa yese dahi işlenmemiş gıdalarla beslendiği için, bir günde en fazla 1,5 gram tuz tüketiyor olabilir.” dedi.
“ÂDETA TUZLA KENDİMİZİ ZEHİRLİYORUZ”
Üstündağ, tuz tüketimine bağlı ortaya çıkan hipertansiyon ve beraberindeki hastalıkların vücuda birçok zarar olduğunu söyledi. Yemek alışkanlıklarının tuz tüketimiyle bağlantılı olduğunu kaydeden Üstündağ, şöyle devam etti: “100 gram parmesan peynirinin ya da kaşar peynirinin içinde 20 gram tuz var. 100 gram kaşar peyniri tükettiğinizde vücudunuzda 3 buçuk su bardağı su tutulur. Damar içerisinde 700 cc fazladan su dolaşmaya başlar ve bu tansiyonu yükseltici bir faktör olarak ortaya çıkar. Bunun yanında o sodyum yavaş yavaş damarın etrafındaki kas hücrelerine geçer damarı kasılı hâle getirir ve kan basıncı bir de o yolla yükselmeye başlar. Bu alışkanlıklar ömür boyu devam ederse 20-30 sene sonra inme, kalp krizi ya da ölüm. Tuzu çok aşırı şekilde tüketiyoruz âdeta tuzla kendimizi zehirliyoruz."
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Türkiye Ofisi Bulaşıcı Olmayan Hastalıklar ve Sağlıklı Yaşam Program Yöneticisi Prof. Dr. Toker Ergüder, yaptığı açıklamada bulaşıcı olmayan hastalıkların yükünün, küresel ölçekte arttığını dile getirdi.
MEYVE VE SEBZE TÜKETİMİ TEŞVİK EDİLMELİ
Prof. Dr. Toker Ergüder, DSÖ Avrupa Bölge Ofisi araştırmasının en önemli bulaşıcı olmayan hastalıklar risk faktörlerini bir öncelik sıralamasına yerleştirdiğini, bunları tuz alımı, fiziksel hareketsizlik, tütün kullanımı, (yetersiz) meyve sebze tüketimi ve alkol tüketimi olarak belirlediğini anlattı.
“Tuz alımı ve fiziksel hareketsizlik üzerine gerçekleştirilen azaltmalar, dünyada bulaşıcı olmayan hastalıklar ölüm oranlarını azaltmaya yönelik büyük bir fırsat sunmaktadır. Bunun bir sonucu olarak önlenebilir ölümlerden yarısından fazlasının önüne geçilebilir.” diyen Ergüder, sözlerini şöyle tamamladı: “Diğer bir önemli sonuç ise günlük meyve ve sebze tüketiminin teşvik edilmesi ihtiyacıdır. Meyve ve sebze tüketimi bulaşıcı olmayan hastalıklara yorulabilecek sağlık risklerini azaltabilecek kritik bir faktördür ve ulusal politikalar planlanırken bu konu ihmal edilmemelidir. DSÖ Avrupa Bölge Ofisi araştırması, bulaşıcı olmayan hastalıklara bağlı ölümleri azaltmak üzere en iyi uygulama örneklerini arayan diğer ülkeler için faydalıdır. DSÖ Avrupa Bölge Ofisi'nin farklı risk faktörü hedefleri etkilerinin modellenmesi yaklaşımı, uygun önceliklerin bulunmasında ve onların bölge genelinde, ulusal çapta uyarlanmış politika hedeflerine dönüştürülmesinde kullanılabilir.”