11 minute read
S
“Mâturîdî, Hanefîliği Kelam Alanında Temsil Eder”
Advertisement
Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cağfer Karadaş ile PLURAL Yayınevi tarafından yayınlanan İmam Mâturîdî kitabı üzerine konuştuk.
İmam Mâturîdî, İmam Ebû Hanîfe’nin akaid yönünü temsil etmiştir. Diğer Hanefî mezhebi imamlarından ayrılan yönü, kelamî noktada kendini geliştirmesi ve kendi döneminde Hanefî kelam metodunu ehl-i sünnet itikadına uygulayarak yepyeni bir itikad/kelam anlayışı ortaya koymasıdır.
Hocam, İmam Ebû Mansur Mâturîdî hakkında yazdığınız kitaptan hareketle önce bu İmam Mâturîdî kimdir? O ne yapmış da biz ona bizim imamız diyoruz? Nerelidir? Önce buradan bahsetsek.
İmam Mâturîdî iki itikadi mezhepten biri olan Mâturîdî mezhebinin imamıdır. Ebu’l Mansur El Mâturîdî olarak bilinir. Kendisinin de babasının da ismi Muhammet’tir. Semerkant’ta yaşamıştır. Semerkant’tan ayrıldığına ve başka bir yere gittiğine dair pek fazla bilgimiz yoktur. Semerkant’ın Mâturîdî köyüne nispetle kendisine Mâturîdî denmiş ve böylece şöhret bulmuştur. Maveraünnehir bölgesinde, Semerkant’ta yetişmiş, orada ilmini öğrenmiş, orada ilmini yaymış. Öğrencileri olmuş, öğrencileri kendisini takip ederek bu mezhebin genişlemesine ve yayılmasına vesile olmuşlardır. Bizde işte bu imamın hayatını, görüşlerini, çevresini ve mezhebinin yayıldığı bölgeleri anlatmak için, küçük çaplı cebe girecek kadar bir kitap yazmaya karar verdik.
Hanefîlik aslında fıkhî bir mezhep, ama, Mâturîdîlik akaide dair bir mezhep.
Neden Hanefîler Mâturîdîliği benimsiyorlar? Çünkü İmam Mâturîdî, aslında, Ebû Hanîfe’nin düşünce çığırını takip eden bir âlimdir. Hatta Mâturîdîliği biz Semerkant Hanefî mezhebi olarak da biliyoruz. Çünkü İmam Mâturîdî, İmam Ebû Hanîfe’nin akaid yönünü temsil etmiştir. Kendisi de böyle kabul eder, böyle kabul etmesi dolayısıyla biz onu Hanefî mezhebi imamları içerisinde sayıyoruz. Fakat diğer Hanefî mezhebi imamlarından ayrılan yönü, kelamî noktada biraz daha kendini geliştirmesi ve kendi döneminde kelam metodunu ehl-i sünnet itikadına uygulayarak yepyeni bir itikad/kelam anlayışı ortaya koymasıdır. Ebû Hanîfe Kufe’de yetişmiş, Irak bölgesinde etkili olmuş bir âlimdir. Ebû Hanîfe’nin özellikle ehl-i sünnet cenahını temsil eden kesimi daha çok Maveraünnehir bölgesine gelerek orada düşüncelerini yaymışlardır.Orada önemli okullar oluşmuştur ki, bunlardan bir tanesi mesela Cüzcaniye’dir. Ve bu okullarda ders okutanlar içerisinde en öne çıkanlardan birisi de Ebu Ahmet El İyazi’dir ve İmam Mâturîdî’nin hocasıdır.
Ebû Ahmet El İyazi’nin, Aynen Ebû Hanîfe gibi bir yönü vardır. Kırk tane öğrencisi vardır, kendini ilme adamıştır. Bu kırk tane öğrencisi içerisinde İmam Mâturîdî hakikaten çok seçkin bir yere sahiptir. Hatta bazı kaynaklarda İmam Mâturîdî derse gelmeden derse başlanmazdı denilir. İmam Mâturîdî gelmeden derse başlanmama geleneği oluşmuş. Dolayısıyla bu, hocanın öğrencisi Mâturîdî’ye ne kadar önem verdiğini gösteriyor.
İmam Mâturîdî bir de tefsir yazmış ve bu tefsiri, tefsirler arasında özel bir yere sahip. İmam Mâturîdî hocasının vefatından sonra ders halkasının başına geçmiş, orada çok güzel işler yapmıştır. Bu işler içerisinde günümüze gelen en önemli eseri Tevilatu’l Kuran diye Kur’an’ın tamamını temsil ettiği eserdir. Bu eseri öyle görünüyor ki, öğrencileri kaleme almışlardır. Türkçeye de çevirildi. Eskiden beri okunan, takip edilen bir eser olduğu görülüyor. Çünkü neredeyse dünyanın birçok kütüphanesinde bu eserin nüshaları bulunmaktadır. Nüshalarının çok olması çok takip edildiğini gösterir.
Mesela büyük müfessirlerden Fahrettin Razi, İmam Mâturîdî’nin bu eserine sık sık atıflarda bulunur. Bu da onun hem şöhretini hem de kitabın değerini göstermesi bakımından önemlidir. İkinci bir önemli eseri Kitab-ı Tevhittir. Kelam alanında çığır aşan bir eseridir. Zaten Mâturîdîye mezhebi bu Kitab-ı Tevhit takip edilerek oluşmuştur. Özellikle İmam Mâturîdî’den iki, üç kuşak sonra gelen Ebûl-Muin Nesefi adlı âlim, İmam Mâturîdî’yi çok önemsemiş ve onun eserini şerh ederek daha anlaşılır şekilde Tebsıratu’l-Edille diye bir eser kaleme almış ve onunla birlikte Mâturîdî mezhebi artık bir mezhep hâline gelmiştir. Biz burada İmam Mâturîdî’nin hayatını anlatırken eserleri kısmında bunlara değindik.
Hocam, İmam Mâturîdî’nın bulunduğu dönemde, çevresinde hangi düşüncelerle mücadele etmiştir? Mesela, Bâtıniler var mıydı? İmam Mâturîdî’nin bulunduğu çevrede felsefi akımlar var, mezhepler ve birtakım dinler de var. Mesela o bölgede zaten Mecusilik ve Budizm yaygın olarak bulunuyordu. Ama İmam Mâturîdî zamanında bunlar azalmışlar ama yine de o birtakım nüveleri söz konusu orada felsefe olarak mesela Sofistaiyye’den bahseder İmam Mâturîdî. Demekki Sofistler o bölgede belirli ölçüde bulunuyor. Ve İmam Mâturîdî sık sık Sahibu’l Mantık diye Aristo’dan bahseder tefsirinde. Demek ki Aristo’yu tanıyor. İmam Mâturîdî’nin en çok uğraştığı alan ise mezhepler oluyor. Orada, o bölgede biraz güçlü temsil edilen özellikle Mutezile mezhebi var. Horasan’ın Belh bölgesinde Kabi diye bir zat tarafından ciddi anlamda güçlü bir temsili söz konusu olmuş.
İmam Mâturîdî Kabi’ye, onun mezhebi Mutezîle’ye yönelik cevaplar ortaya koyuyor. Bir başka önemli yönü İmam Mâturîdî’nin orada Bâtınîlerle mücadelesi. Bâtınîler ile mücadelesi âdeta Mutezîler ile mücadelesi ile baş başa görünüyor. Hatta iki tane reddiye eser yazıyor Bâtınîlere yönelik. O bölgede Bâtınîlerin ismi Karamita. Karamita dediğimiz hareket ilk defa bugünkü Körfez ülkeleri dediğimiz Arabistan yarımadasındaki Körfez ülkeleri bölgesinde ortaya çıkıyor. Hatta bir dönem bunlar Müslümanlara karşı tethiş ve terör faaliyeti yürütüyorlar.
Kitabı temin etmek için irtibat bilgileri: pluralverlag.eu veya +49 221 7390441 Kâbe’yi basarak Hacerü’l Esved’i kaçırma durumu da söz konusu.
Kâbe’ye baskın düzenliyorlar. Hacerü’l-Evsed’i alıp götürüyorlar. Hatta uzun süre Hacerü’l-Esved Kâbe’de bulunmuyor onlar yüzünden. Ama bunların birtakım davetçileri var propagandacıları var. Bunlar çeşitli bölgelere dağılıyorlar. Bunlar içinde en önemli propagandacılar Orta Asya’ya gelenler. Orada Mâturîdî’nin de içinde yaşadığı Samani devletini çok etkiliyorlar.
Bir dönem Samani Sultanını etki altına alıyorlar. Hatta o Samani Sultanı, ismi Ahmet yanlış aklımda değilse, o Bâtınî İmam adına para basıyor; o kadar etkili oluyorlar. Bunun üzerine sultana karşı ulema, İslam âlimleri ve devletin askerleriyle işbirliği yapıyorlar. Sultanın oğlunu ikna ederek babasının yerine oğlunu geçirerek Bâtınî tehlikeden kurtarıyorlar devleti. Böyle bir ortamda İmam Mâturîdî düşüncelerini oluşturuyor. O yüzden hem kelam kitabında hem de tefsirinde İmam Mâturîdî’nin Bâtınîlerin görüşlerinden uzun uzun bahsetmesi söz konusudur.
İmam Mâturîdî'nin ilginç tespiti var: Bâtınîler ile felsefeciler arasında bir paralellik ortaya koyuyor. Düşünce paralelliği yani. Bâtınîler, felsefecilerin düşüncelerini alıp buna dinî bir kılıf giydirmek suretiyle bu görüşleri insanlara sanki dinin gerekleri imiş gibi sunuyorlar İmam Mâturîdî tefsiri ve kelam kitabında özellikle buna işaret ediyor. Tefsir Köşesi
Prof. Dr. Saffet Köse
tefsir@camiahaber.org
Sadaka ve Sadakanın Hikmeti
“Sadaka veren erkeklere ve sadaka veren kadınlara ve Allah'a güzel bir borç verenlere, verdikleri kat kat artırılır ve onlara şerefli bir mükâfat vardır.” (Hadîd suresi, 57:18).
İslam, iyiliği merkeze alan ve bu çerçevedeki her bir söz ve eylemi sadaka değerinde görmüş, bunu da teşvik etmek bir tarafa müminlere vazife kılmıştır. Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Güneşin doğduğu her gün, insanların her bir eklemi için bir sadaka vermesi gerekir (insanda 360 eklem vardır). Mesela iki kişinin arasını düzeltmen bir sadakadır. Aracına binmek isteyene yardım ederek bindirmen yahut eşyasını araca yüklemen bir sadakadır. Güzel söz bir sadakadır. Namaza giderken attığın her adım bir sadakadır. Yoldan eziyet verici şeyleri kaldırman bir sadakadır.” (Buhârî, “Cihâd”, 72, 128).
Sadakanın, paylaşmanın insan üzerinde önemli etkileri vardır. En önemlisi iyilik görenin iyilik edene karşı sevgi oluşturmasıdır. “İyiliğin karşılığı iyilikten başka bir şey değil midir?” (Rahman, suresi, 55:60) ayeti bunu anlatırken kaynaklarda geçen “insan iyiliğin kölesidir” sözü bu gerçekliğin tecrübeye dayalı ifadesidir.
Mali paylaşımın en güzel örneklerinden birisi olan hediye, hadîs-i şerifteki ifadesiyle sevgiye vesile olduğu gibi kalplerdeki kini de gideren bir güce sahiptir (Muvatta’, “Husnü’l-huluk”, 16). Bedir Gazvesi sonrası gelen ayetlerde esirlerin ihtiyaçlarının esir alana ait olduğu bildirilmiş (İnsan suresi, 76:8-9), Müslümanlar yiyeceklerini esirlere vererek kendileri aç kalmışlar bu iyilik sebebiyle Müslüman olanlar olmuştu.
Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber cimri ile cömerdi karşılaştırarak onları üzerinde demirden zırh bulunan iki adama benzetmiştir. Buna göre cömert, bir sadaka vermek istediğinde cübbesi genişler, rahatlar, huzura kavuşur; cimri ise bir sadaka vermek istediğinde cübbesi büzülür ve cimrileştikçe onu sıkarak tam bir eziyete dönüşür (Müslim, “Zekât”, 76-77). Modern araştırmalarda başkasına yardım edenin beyninde mutluluk hormonunun salgılandığı tespit edilmiştir.
Sadaka olarak yapılan mali yardımlar, Allah’ın hoşnutluğunu kazandırır, mutluluğu arttırır (Buhârî, “Zekât”, 27; Müslim, “Zekât”, 76, 77), insanların gönlüne girmeyi sağlar, onların kalplerindeki kin ve düşmanlığı temizler, peşinden iyilikler bırakır. Günümüz araştırmalarında sadaka ve paylaşımların stres, depresyon vb. psikolojik rahatsızlıklara, ruhi bunalımlara karşı önleyici ve iyileştirici rol oynadığı, güven ortamını pekiştirdiği, iyilikseverlerin daha uzun yaşadığı tespit edilmiştir.
BIR
AYET
Ey iman edenler! Allah'a ve ahiret gününe inanmadığı halde insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın. (Bakara suresi, 2:264)
BIR
HADIS
Kuşkusuz sadaka, Rabbin gazabını giderir ve kötü bir şekilde ölmeyi önler. (Tirmizî, Zekât, 28. H. No: 664)
Fıkıh Köşesi
M. Hulusi Ünye
m.unye@igmg.org Her Müslüman sadaka vermek mecburiyetinde midir? Sadaka,
Saadet asrı dediğimiz Peygamber Efendimiz (a.s.)’ın zamanından bugüne bütün canlılara yönelik olarak bir sadaka kültürüne sahibiz. Böyle bir kültürün oluşmasında Efendimiz (a.s.)’ın başta ashab-ı kiram olmak üzere bütün Müslümanları sadaka vermeye teşvik etmesi vardır. Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurur: “Sadakayı çabuk verin! Çünkü belâ onu aşıp geçemez.”1
Sadaka denildiğinde ramazan ayında verilen fitre akla gelmemelidir. Sadakanın alanı geniştir; malla, ilimle, sözle, fiille veya kardeşine nasihatle de sadaka olur. Şu hadîs-i şerif sadaka kültürünün boyutunu ortaya koymaktadır. Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kardeşine karşı izhar edeceğin tebessümün bir sadakadır. İyiliği emretmen ve kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yolu gösterivermen sadakadır; gözü sakat kimse için görüvermen sadakadır; yoldan taş, diken, kemik (gibi şeyleri) kaldırıp atman sadakadır; kovandan kardeşinin kovasına su boşaltman sadakadır.”2
Her Müslüman aslında sadaka vermekle mükelleftir. Allah her kulunu gücü nispetinde mükellef kılar. “Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler”3 âyet-i kerîmesi bu gerçeği ifade etmektedir.
Biz sadakayı sadece mal varlığına indirir ve zenginlerin ancak sadaka vereceğini düşünürsek, sadakanın alanını daraltırız. Sadakayı mali açıdan düşünsek bile zekât ve fıtır sadakasının dışındaki sadakaların belli bir miktarı yoktur. Herkesin gücü neye yeterse o kadarıyla sadaka verebilir. Yeter ki vermenin bir fazilet olduğu kabul edilsin. Ebu Musa el-Eş’ari (r.a.) anlatıyor: “Resûlullah (as), ‘Her Müslüman’ın sadaka vermesi gerekir.’ buyurdu. Kendisine, ‘Ya bulamayan olursa?’ diye soruldu. ‘Eliyle çalışır, hem şahsı için harcar, hem de tasadduk eder’ cevabını verdi. ‘Ya çalışacak gücü yoksa?’ diye soruldu. ‘Bu durumda, sıkışmış bir ihtiyaç sahibine yardım eder’ dedi. ‘Buna da gücü yetmezse?’ dendi. ‘Marûfu (iyiliği) veya hayrı emreder’ dedi. ‘Bunu da yapmazsa?’ diye tekrar sorulunca: ‘Kendini başkasına kötülük yapmaktan alıkoyar. Zîrâ bu da bir sadakadır.’ ”5 buyurdu.
Bütün bu düsturlar doğrultusunda bakıldığında her Müslüman sadaka vermekle mükelleftir. Ancak herkes gücü neye yetiyorsa onunla sadaka verenler kervanına katılabilir.
Allah Rızasına Erdirir
Nasıl ki Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Kuşkusuz sadaka, Rabbin gazabını giderir ve kötü bir şekilde ölmeyi önler.” buyurduysa, ki O’nun bildirdikleri haktır ve hakikatin ta kendisidir. Bu şekilde yapacağımız sadakalar, yardımlar ve katılacağımız kampanyalar Rabbimiz indinde değerimizin artmasına vesile olacaktır.
İslamî ıstılahlar arasında çok manalı, ama birbiriyle bağlantılı anlamlara gelen ıstılahlar arasında “sadaka” önemli bir yer tutar. Bir şeyin doğru bir şekilde gerçekleşmesi, doğruluk, dürüstlük, dostluk, yoldaşlık, karşılıksız iyilik yapmak, en iyi davranışlarda bulunmak gibi anlamlara gelen sadaka dinî ve Müslümanlara mesuliyet yükleyen şekliyle de “Allah rızası için bağışta bulunma”yı ifade eder. Allah rızası söz konusu olduğu için da Allah’a sadakatle bağlanmayı temsil eder.
Onun içindir ki, sadakanın en önemli özelliği, Allah’ın rızasını yani hoşnutluğunu kazanmak amacıyla, ihtiyaç sahiplerine yapılan gönüllü ve hatta bazen dinen zekât gibi zorunlu maddî yardımları ifade eder. Yardımların, para ile yapılması (nakdî) mümkün olduğu gibi, ilgili kişilerin ihtiyaç duyduğu şeylerin bizzat kendisinin verilmesi (aynî) de mümkündür.
Hasene Kumanya Kampanyası Şimdi ramazan ayı geliyor. Hasene International Uluslararası İnsani Yardım Derneği bu sene de ramazan öncesi ve ramazan ayında bir kumanya kampanyası düzenliyor. Hasene, bu kampanyayı nakdi olarak alıp, aynî olarak ihtiyaç sahiplerine dağıtacak. Gidilen ülke ve bölgelerin ihtiyaçlarına göre ramazan ayında ihtiyaç sahibi Müslümanlar için sizlerin yardımlarınızı ulaştıracak.
Ne güzel bir sadaka değil midir, bu? Allah rızası için veriliyor, tanımadığımız, bizi tanımayan ihtiyaç sahiplerine ulaşıyor ve bu kardeşlerimizin duasını alıyoruz. Allah razı olsun. Allah bereket versin! Şeklindeki bu duaların değerini, pahasını biçmeye kesinlikle bir imkân ve ihtimal yoktur. Nasıl ki Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Kuşkusuz sadaka, Rabbin gazabını giderir ve kötü bir şekilde ölmeyi önler.” (Tirmizî, Zekât, 28. H. No: 664) buyurduysa, ki O’nun bildirdikleri haktır ve hakikatin ta kendisidir. Bu şekilde yapacağımız sadakalar, yardımlar ve katılacağımız kampanyalar Rabbimiz indinde değerimizin artmasına vesile olacaktır.
GÖSTERİŞ VE BAŞA KAKMA SADAKAYI BOŞA ÇIKARIR
Fakat burada, bazen, bazı Müslümanların düştüğü, verilen sadakayı, yapılan yardımları ve katılınan kampanyaları başa kakma hatasına düşülmemesini hatırlatmakta yarar vardır. İnsan bu, hata da yapabiliyor. Yaptığı iyiliği ve sadakayı başa kakıyor veya gösteriş, yani riyakarlık yapıyor. İşte bu davranışların hepsi Allah rızasına giden yolu kapayan, o yolu tıkayan davranış ve tutumlardır. Bakınız Rabbimiz Leyl suresinde bizleri nasıl uyarmaktadır?
Rabbimiz buyurdu ki: “Ey iman edenler! Allah'a ve ahiret gününe inanmadığı halde insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın.” (Bakara suresi, 2:264)
ŞEYTANA YEM TAŞIMAMAK
Bu ayette dikkat çekilen en önemli husus, yapılan sadaka ve iyiliklerin başa kakılması, gösteriş yapılması, Allah’a ve ahiret gününe inanmayanların özelliği olmasıdır. Yani bu özelliklerin bir mü’minde, bir Müslümanda kesinlikle bulunmaması gerekmektedir. Bulunduğu zamanda, ne yapılan yardımın ve sadakanın ve de kampanyaya katılmanın bir değeri kalmayacaktır. Bu şekilde yapılan yardımlar ve verilen sadakalar Allah’ın rızasına ulaştırmayacak, aksine şeytana yem olacaktır. Gösteriş ve başa kakma da şeytanın en önemli vesveseleri arasında yer aldığına göre, bizim Müslüman olma, Allah’a teslim olma ve bu teslimiyete olan sadakatimiz izhar etmemizi gölgeleyecektir. Allah korusun.
SADAKANIN MİKTARI OLMAZ
Sadakanın bir miktarı yoktur. Sadece, zekât anlamına gelen sadakanın alt miktarı vardır. Çeşitli varlılara göre değişse de para gibi varlıklarda zekâtın oranı 40’da 1, yani 100’de 2,5’tir. Ama Allah’ın ve peygamberinin biz Müslümanlara yüklediği diğer sadakanın miktarı bizim gönlümüze bırakılmıştır. Ne kadar, Allah rızası, ne kadar sevap istiyorsak, bu bizim elimizdedir. Hiç şüphesiz ki, Allah bu konuda bize vereceği karşılığını kendisi bizim niyetimize göre eksiksiz verecektir. O’nun rızasına ermek ne yüce bir mutluluktur.