Üniversiteli Gazetesi Şubat 2011

Page 1

Şubat 2011

Say› 9

www.kolektifler.net

Üniversite AKP iktidarı ve onun neo padişah lideri Recep Tayyip Erdoğan karşısında diz çökmedi. Kendi seçtiği rektörleri Dolmabahçe’de karşısına el pençe dizip zafer konuşması yapmayı planlayan Erdoğan’ın hesabını Öğrenci Kolektifleri bozdu. Üniversite öğrencilerinin taleplerini ve sorunlarını üniversitenin tartışıldığı her yere götürme hedefi taşıyan Kolektifler, parasız eğitim, özgür ve demokratik üniversite taleplerini ülke gündemine sokmayı başardı. Yıllardır dışlanan, sorunlar yumağı içine sokulan, geleceği çalınan, görmezden gelinen üniversiteler, SBF’de Burhan Kuzu’yu yumurtalayarak AKP karşısındaki

öfkelerini simgeleştirdiler. İktidarın emrindeki polis güçlerinin saldırılarına teslim olmayan üniversiteliler AKP’nin oluşturmaya çalıştığı korku imparatorluğunun karşısında en büyük oyunbozan. Her geçen gün daha fazla zorbalaşan; sanatı ucube, taraftarı kışkırtıcı, üniversite öğrencisini marjinal, alkol içeni ayyaş, Kıbrıslıyı nankör olarak yaftalayan Erdoğan durdurulmalı. Üniversitenin gerçek taleplerini görünür kılan ve tartıştıran, üniversitenin tek sözcüsü konumunda olan Öğrenci Kolektifleri, ülkesini ve üniversitesini AKP’ye bırakmamaya söz verenleri AKP’yi durdurmak için Öğrenci Kolektifleri’nde buluşmaya çağırıyor.

AKP dersini aldı Üniversite sapasağlam Konuk Yazar >> Sayfa 7

Kampüs

>> Sayfa 11

Sivri Biber >> Sayfa 14

Sanatın Gündemi >> Sayfa 15

Gül korktu 42 gözaltı Üniversiteye gelen AKP’liler yeni metodlar bulmaya devam ediyor. Abdullah Gül’ün Mersin Üniversitesi’ni gelmesini protesto etmeye hazırlanan üniversiteliler gözaltına alındı. Polis saldırı sırasında üniversite içerişinde gaz bombaları ve tazyikli su kullandı. Üniversiteliler ol-

madan etkinlik düzenlemek, arka kapıları kullanarak gizli şekilde üniversite girmek gibi yollara başvurtan üniversiteli korkusunun boyutu artıyor. 42 öğrencinin gözaltına alındığı Mersin Üniversite’sinde öğrencilerin tepkisi üzerine Abdullah Gül’de programını iptal etti.

Kadınlar Ankara’da buluşacak AKP'nin gerici, baskıcı kadın politikalarının arttığı dönemde üniversiteli kadınlar eşitlik talepleriyle meydanlarda. Üniversiteli Kadın Kolektifi “Bize Acil Eşitlik Gerek” sloganıyla başlattığı kampanyasına devam ediyor. “Burslarda pozitif ayrımcılık”, “Kız değil kadın yurdu”, “Kampüslere kadın merkezleri” talepleri

ile üniversiteli kadınlar, AKP'nin kadınlara yönelik saldırıları karşısında gerçek eşitliğin nasıl olacağının adresini işaret ediyor. 11 Mart'ta tüm Türkiye'den Üniversiteli Kadın Kolektifi temsilcileri Ankara'da KYK önünde yapacakları eylemle bu taleplerini en güçlü şekilde haykıracaklar.


SAYFA 02

SœYAH MAVœ KIRMIZISARI

Sen padişahsan biz de Kolektifiz AKP'nin referandum sürecinde estirdiği “demokrasi” hikayesinden eser kalmadı. AKP' yi ikdidara taşıyan en önemli politik figürleriden birini oluşturran mağdur siyaseti de artık tükendi. Ne kadar “mağdur” görüntüsünü sürdürmek istelerse de karşısına çıkan her yeni hak arayıcısı AKP’lilere “güçlü ve zalim padişahlık” rolünü benimsetmek zorunda bıraktı. Yapılan açıklamalar, açılan davalar tesadüfi değil önümüzdeki dönemde AKP’nin zalim karakteri halka zor yoluyla kabul ettirmek için yapılan politik hamleler. Tüm bu politik manevralar eşliğinde üniversiteleri teslim alma stratejisi ise sert bir kayaya çarptı : Öğrenci Kolektifleri! Padişahlık sevdalılarının karşısındaki en büyük güç ise aklın ve bilimin temsilcisi olan üniversitelilerdir. Verdiğimiz mücadele sayesinde AKP’nin üniversitelerde yaratmaya çalıştığı hegemonya kırılmış ve dostun düşmanın kafasına bir gerçek kazınmıştır: “Üniversiteler AKP’nin arka bahçesi değildir.

Kolektif’e

KATIL

Başkasının bahçesine istenmediğiniz halde gelirseniz de yumurtalarla karşılanırsınız!” Önümüzdeki ilk gündem 8 Mart Dünya Kadınlar günü. Mersin Nevit Kodallı Anadolu Güzel Sanatlar ve Spor Lisesi'nde erkek ve kadın öğrencilerin arasına 45 cm mesafe konduğu, 21.00’dan sonra üniversiteli kadınlara dışarı çıkmanın yasaklandığı, erkek egemen sistemin yarattığı tecavüz ve tacizi hadımla çözmenin önerildiği, ilahiyat profesörünün dekolte giyenlere tecavüzü reva gördüğü, yani gericiliğin artık bir toplumsal gerçeklik olarak kanıksatılmaya çalışıldığı bir dönemde gerçekleşecek 8 Mart eylemleri, kadın sorununun yanı sıra üniversite ve ülke genelindeki gericiliğe karşı da kadınların sokağa çıkacağı bir gün olacak. Üniversiteli kadınların yeni mücadele örgütü Üniversiteli Kadın Kolektifi sokağa çıkacağı ilk 8 Mart’ta üniversiteli kadınların sesini sokağa taşıyıp AKP’nin gericiliğine meydan okuyacak. İlk dönemde AKP’nin zafer sarhoşluğunu boğazına tıkan ve üniversite gençliğini gericilik ve piyasacılık karşısında en dinamik özne olarak temsil eden Kolektif’i güçlendirme zamanı geldi! Köşeye sıkıştırdık, çaresiz bıraktık, kürsü diplerine, şemsiyelerin arkasına saklanmak zorunda bıraktık. Metropolleri dar edip 8 arama noktasıyla korunan Erzurum’a kadar kaçırdık. Pes ettirdik, geri adım attırdık, üni-

versiteye yerleştirilmek istenen polis karakollarını engelledik, öğrencilerin barınma, beslenme, ulaşım gibi önemli sorunlarını gündemlerine zorla aldırdık. Bunların hepsi başlangıç. Geleceğimizi ellerimize almak için önce ellerimizi taşın altına hep beraber koymalıyız! Öğrenci Kolektifleri olarak, ikinci dönemde AKP’ye karşı yarattığımız rüzgarı daha da büyütmek için 14-25 Mart tarihlerinde tüm

Öğrenci Kolektifleri 14-25 Mart tarihleri arasında üniversitelileri "Kolektif'e Katıl" diyerek davet eden bir kampanya gerçekleştirecek. Öğrenci Kolektifleri ilk dönemin başından bu yana AKP'yi köşeye sıkıştırarak yarattığı atmosferde artık tüm üniversitelileri bunun bir parçası olmaya davet ediyor. Kampanya ikinci dönemde AKP'nin karşısına kitleselleşip güçlenerek çıkacak olan üniversitenin öz

KTÜ Öğrenci Kolektifi “bağış”lamamakta kararlı

Türkiye’de öğrencilere “Kolektife Katıl” diyeceğiz. Daha güçlü yumurta şenliklerini hep beraber örgütlemek, zalimlerin korku imparatorluğunun karşısında örgütlenmek, padişahlığa soyunan pervasızlara haddini bildirmek için, herkesi bu çağrıya kulak vermeye çağırıyoruz. Tüm üniversiteli arkadaşlarımızı bu hareketi büyütmeye, öğrencilerin öz-örgütü olan Kolektif’e katılmaya çağırıyoruz!

örgütü Öğrenci Kolektifleriyle mücadele etmeye çağırıyor. Öğrenci Kolektifleri'nin örgütlü olduğu her üniversitede "Kolektif'e Katıl" kampanyası araçlarıyla yoğun şekilde örgütlenecek. Öğrenci Kolektifleri ülkesine üniversitesine sahip çıkan her üniversiteliyi AKP'nin karşısında büyüyen bu güce katılmaya, bu çağrıya kulak vermeye çağırıyor.

2

Kirletmek güzeldir! Daha fazla yumurta!

KTÜ Vakfı’nın yıllardır öğrencilerden topladığı “zorunlu bağış” uygulamasına karşı KTÜ Öğrenci Kolektifi dönemin başında Trabzon başsavcılığa suç duyurusunda bulundu. Çeşitli yolsuzluk soruşturmalarının da yaşandığı bu uygulamaya karşı üniversiteliler hukuki mücadelenin yanında rektörlük önünde yaptıkları oturma eylemi ile de seslerini yükseltiyorlar. KTÜ yönetimi üniversitelilerin önceki yıllarda verdikleri mücadelenin ardından istendiği takdirde bağışların iade edileceğini söylemiş ancak paralarını geri isteyen öğrencilerin verdiği dilekçelere: “ Bağışlar usulüne uygun bir şekilde kullanılmıştır ve iadesinin mümkün değildir.”diyerek cevap vermiştir. Üniversiteliler ise bu uygulamanın 48000 öğrenciyi mağdur ettiğini ve zorunlu bağışı ödemeden ders kayıtları yapılana kadar rektörlük önüne kurdukları çadırla oturma eylemine devam etmekte kararlılar. KTÜ Öğrenci Kolektifi, üniversitelileri rektörlüğün bu tavrına karşı mücadeleye çağırıyor.

AKP'li bakanlardan, liberallere, patronlara birçok kişi bugüne kadar yumurtalı protestolardan nasibini aldı. Kimini sıyırıp geçerken kiminin kafasının ortasında patladı. Hepsinin de karizması fena çizildi; çok kızdılar, hakaretler ettiler, yetmedi üniversite rektörlerini istifaya çağırdılar. “Yumurta şiddettir, terör aracıdır” dediler, “Arkalarında bilinmeyen güçler var” dediler, marjinal dediler, patolojik dediler... Bunlar yetmedi yumurta atan onlarca öğrenciye davalar açtılar. Yumurtadan nasibini alanların açtıkları davalar bugün tek tek sonuçlanıyor. Karar net: yumurta atmak demokratik bir haktır, suç unsuru taşımaz! KTÜ'de İsrail Büyükelçisi Gaby Levy'e yumurta attığı için, Bursa'da

tacizci Hüseyin Üzmez'i yumurta ve şemsiye ve ile protesto ettikleri için yargılanan üniversiteliler “yumurta atmanın demokratik hak” olduğu kararıyla beraat ettiler. . En son da Ankara Üniversitesi’ne gelen Egemen Bağış kendisine yumurta atan üniversiteliye “ceketinin sol kısmını kirletmekten” dolayı dava açmış, görülen ilk duruşmada ise üniversiteli beraat etti. Bugün egemenlere yumurta attığı için üniversitelilere açılan bütün davalar beraat kararı ile sonuçlanıyor. Bu davalar ile yumurtanın terör aracı olduğunu iddia edenlere, öğrencilere patolojik, marjinal diyenlere en güzel yanıt verilmiş oldu: gençliğin isyanının en meşru aracı yumurtadır.

Çerçevelik Üç ayl›k, yerel, süreli, Kars Valisi Ahmet Kara (İmam Hatip Lisesi Konferans salonunda lise öğrencilerine hayat dersi veriyor.) "Karneler hiç önemli değildir arkadaşlar. Esas karne insanın mahşer gününde alacağı karnedir. Karneleri de, bu hayatınızı da, bu sınıflarınızı, bu eğitiminizi de buna göre yönlendirin."

Ulaştırma Bakanlığı Basın Müşaviri Aycı (TCDD'nin Raillife dergisinin Şubat sayısında yazıyor) "Erzurum kızları trenle İstanbul'a kaçarlar, türlü maceralar yaşadıktan hatta çam dibine yatırıldıktan sonra dönerler. Artist olmadan KYK 'kız gittim, kadın Genel Müdürü geldim' derler." Hasan Albayrak (Erzurum'da Tayyip Erdoğan ve ÖTK başkanları buluşmasından ne kadar etkilendiğini anlatıyor.) "Öğrencilere hayran kalmamak elde değil. O kadar güzel bilgi alışverişinde bulunduk ki, öğrenciler o kadar memnun kaldı ki, sayın Başbakan o kadar memnun kaldı ki...)

Türkçe yayin. Kolektif Kültür Yaşam Derneği Ad›na Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹şleri Müdürü Dilan Ögüz Adres ‹stiklal Caddesi, imam Adnan Sokak, No:5,Kat: 5 Beyoğlu/‹stanbul Tel 0 212 245 97 33 e-posta : universitelimp3@gmail.com Bas›ld›ğ› Yer Habertürk Gazetecilik ve Matbaacılık A.ş Tel :0216 581 8216 Ücretsizdir


Başbakan'ın Erzurum'da öğrenci temsilcileri ile yapacağı toplantıya katılmak üzere giden üniversitelilerin şehre sokulmamalarını protesto ederek Dolmabahçe'deki Başbakanlık Çalışma Ofisi'ne yürümek isteyen öğrencilerden gözaltına alınan 29 üniversiteli hakkında 3'er yıl hapis istemiyle dava açıldı. Sebebi ise: " "Kanunsuz toplantı ve gösteri yürüyüşü yapmak" Bir ileri demokrasi örneğini daha İTÜ'den sonra Dolmabahçe'ye yürümek isteyen üniversiteliler de gördü.

Gün dem SAYFA 3

Ankara’da Ege Mahallesi'nde halkın parasız ve nitelikli ulaşım hakkı eylemleri hız kesmeden devam ediyor. Ulaşıma yapılan yüzde 10 zammın ardından Halkevleri’nin çağrısıyla eylemlerini aralıksız sürdüren Ankara’lılar haklarını almakta kararlı görünüyorlar. Halkın otobüslere kart basmadan parasız ulaşım haklarını kullanmalarını hazmedemeyen Melih Gökçek, bozuk ve eski otobüs yollayarak ve ulaşım zamlarını geri çekmeyerek halkın mağduriyetini sürdürüyor.

Dur diyen olmazsa durmayacak ve Mısır halkının 30 yıllık diktatörlerine müonun köleleştiren sistemine karşı ık cadelelerine ve kısmi zaferlerine tan barek olduk. Mısır’ın kocamış diktatörü Mü her sebu isyan sürecinde son ana kadar ona en ferinde koltuk hesapları yaparken sesine sert tepki Tayyip’ten geldi: Halkın lafazan, kulak ver! Türkiye’nin gördüğü en yüzlü en faydacı, en halk düşmanı en iki rek’e başbakanı olmasına rağmen Müba ikten iki akıl veren Tayyip bu lafları sarf ett ba gün sonra Ankara’nın göbeğinde tor polis yasaya hayır diyen binlerce emekçi şiddetine uğruyordu.

B

u toprakların 37. Padişahı Tayyip’in “sahte karizmasına” artık inanmayan bir sürü insan var. Hatta bu insanların birçoğu yıllar önce bizzat kendi elleriyle onu iktidara getirmiş kesimler. Çünkü AKP çıkar savaşında ittifaklarının ya da ikna, inandırıcılık ve neoliberal gericilik politikalarıyla yanında tuttuklarının bir kesimini kaybetti. AKP’nin 9 yıllık saldırı programının sonucu ağır oldu: Milyonlarca aç milyonlarca işsiz!

Islığa bile düşman! Atanamayan öğretmenlerden üniversite muhalefetine, barınma hakkı için direnenlerden ulaşım haktır diyenlere kadar geniş bir kesim Tayyip’i bu dokuz yıl boyunca sürekli rahatsız etti. Ancak son süreçte önemli bir şey daha vardı, AKP’nin demokrasi adı altında sürdürdüğü baskı rejimi, Tayyip’teki tek adam egosuna eklenince sonuç statta ıslıklanmaya, yuhalanmaya kadar vardı. Tayyip’e “gık” demenin yasak olduğu bu korku rejiminde özellikle son dönemde Kolektifler öncülüğünde üniversitelilerin verdiği militan talepkar

mücadele, AKP’yi üniversitelerde geriletmekle kalmayıp baskı ve denetim mekanizmalarını teşhir etti. Tayyip’in kalkıp il mitinglerinde bile, yumurtanın yanında taşları molotofları döşemesi, yandaş basının üniversitelilerin taleplerinin önüne “ceketi kirlenenleri” koyması ya da “göz çıkartan yumurta” paranoyaları bile işe yaramadı. Liberaller bile AKP’nin şiddet aygıtlarına karşı taraf olmak zorunda kaldılar.

Seçim kurnazı Tayyip Hazirandaki seçimler ise egemen güçlerden en çok AKP’yi ilgilendiriyor. İleri demokrasisi ellerinde patlayan AKP’nin hem üstlendiği rolün gerekliliğini yerine getirmesi, neo liberal gerici dönüşümleri tamamlaması için hem de Tayyip’in devlet başkanı olması için seçimlerden iktidar olarak çıkması gerekiyor. Seçime çok var; ama AKP’nin “seçim ve sonrası” stratejileri şimdiden hayata geçmeye başladı ve Tayyip hedefini sağ seçmene yöneltti. Son dönemlerde Tayyip’in kullandığı dilden, attığı adıma kadar her şey bu planın bir parçası. Yani 24 yaş sınırlaması getirilen içki yasağından, “camii bo-

yuyla eşit heykel mi olurmuş, olursa da ucube olurmuş” söylemlerine kadar hiçbir şey “Tayyip siniri” ile açıklanamaz. Türkiye’nin başındaki 9 yıllık halk düşmanı AKP’nin “halktan” maskeli başbakanı yer yer bu tür çıkışları yaparak temsil ettiği muhafazakar İslamcı kesimin yanında “demokrat” imajını düzeltme çalışmaları da sürmekte. Nitekim Davos çıkışı, “netekim” referandum sürecinde darbe karşıtlığı, yine seçim öncesi Kılıçtaroğlu’na cevap diye verdiği ama daha geniş bir kitleye mesaj veren “Diyarbakır'ın karanlık sokaklarına git, bir gece vakti ensesine kurşun sıkılanların izinde aradığını bulursun. Çorum'a git, Sivas'a git, Kahramanmaraş'a git, Gazi Mahallesi'ne git, kanlı 1 Mayıs'ın yaşandığı Taksim'e git oralarda aradığının izlerini bulursun” gibi ikiyüzlülüğün doruk noktasına ulaştığı söylemleri ya da yıllardır görmezden geldiği, kayıp annelerini birden ciddiye alması (bunu da 100 yaşındaki kadını ayağına çağırarak yapan Tayyip’in egosu takdire şayan) Tayyip’ten bıkmış bunalmış insanları daha ne kadar uyutabilir büyük merak konusu.

AYIN

PANORAMASI

Polis Şiddeti Referandum'dan sonra ülkenin dört bir yanında demokrasi tam gaz 'ileri' gitmeye devam ediyor. Üniversitelilerin yaptığı her eyleme gazlarla, coplarla saldıran AKP hakları için mücadele edenleri de es geçmiyor polis şiddetiyle karşı karşıya bırakıyor . Yaşanlar demokrasi mi yoksa AKP mi ileri gidiyor sorusunu akıllara getiriyor?

Liberaller Egemenliğini sağlamlaştırmak için artık liberallere ihtiyacı kalmayan AKP deyim yerindeyse liberalleri yarı yolda bıraktı. Bunun farkında olanlar ise ne yapacağını şaşırmış durumda. Kimi liberaller referandum sürecindeki mutlu günlere dönmek için bin bir takla atarken Ahmet Altan gibileri çoktan AKP'ye karşı yazmaya başladı bile.

Gelecek Umudu AKP'nin 'kader' dediği işçi ölümleri durmak bilmiyor. Ankara Ostim'de yaşanan patlamalar, Kahramanmaraş'ta inşaatta gerçekleşen toprak kayması ve Zonguldak'taki maden faciasında toplam 40' a yakın işçi hayatı kaybetti. Ölümlerin en büyük sebebi ise AKP'nin güvencesiz ve taşeron çalıştırma politikaları. Gençlerin üçte birinin işsiz olduğu, çalışanların da ölümcül koşullarda çalıştığı ülkemizde geleceğe dair umutlar gitgide azalıyor.

Ortadoğu Ağlama Tayyip ağlama sen de Fethullah Gülen’in gözyaşı seremonilerinden sonra, hocasının peşinden giden Tayyip’te kritik zamanlarda ağlamayı kendine huy edinmiş durumda. Referandum öncesi meclis toplantısında, 17 yaşında idam edilen Erdal Eren’in mektubunu okurken ağlayan Erdoğan, darbe karşıtı ağlamalarından ilkini gerçekleştirmişti. (Tayyip her iki seçmen kitlesinden oy kapabilmek için daha sonra ülkücü faşist Mustafa Pehlivanoğlu’nun arkasından ağladı) Referandumdan

sonraysa AKP’nin mecliste adalet komisyonunun başına getirdiği Ahmet İyimaya’nın, daha önce Kenan Evren’in avukatlığını yapmış olduğu ortaya çıkmıştı. Yine referandum öncesi Erdoğan katıldığı bir programda Ahmet Kaya’yı anlatan bir video gösterildiğinde yine ağlamaya başlamıştı Tayyip şimdi de meclis toplantısında tam da seçim öncesi Gazzeli çocuklardan bahsederek parti meclisiyle birlikte ağlama seremonisini gerçekleştirdi.

Sayılarla ileri demokrasi

50

'yi aşkın tutuklu gazeteci var, onlarca gazete kapatıldı, mizah dergilerine dava açıldı Sadece Kasım 2007'den beri 1112 internet sitesi kapatıldı yılında 66 olan kadın cinayeti, 2007 yılında bini aşarken, 2009 yılının ilk 7 ayında 953'e ulaştı. Kadına yönelik şiddet ve cinayetten 7 yıl boyunca yargılanan 15 bini aşkın sanıktan sadece 5 bini cezalandırıldı yılları arasındaki değişik dönemlerde 5 bin 854’ü çocuk olmak üzere 107 bin 156 kişi yargılandı. Bu yargılanmalardan dolayı 18 bin 170 kişi hakkında mahkumiyet kararları verildi. Bunların birçoğu “örgüt üyeliği”, “halkı askerlikten soğutmak”, “devlete hakaret etmek”, “yasadışı gösteri ve yürüyüşlere katılmak” gibi gerekçelerler. Sadece 2005 yılında Tayyip’e hakaretten 57 tazminat davası açılmış, sonuçlanan 31 davadan 21'i kabul edilmişti. (Son dönemlerde açılan davaların tam bilinmemekle birlikte, başbakanı sırf statta ıslıklayanlara bile yasal işlem başlatıldığı biliniyor)

2002

2002-2008

Ortadoğu'da kazan kaynamaya başladı. Tunus'ta üniversite mezunu bir işportacının yoksulluk yüzünden kendisini yakmasıyla başlayan isyan dalgası önce Tunus'ta Bin Ali'yi devirdi. Ardından onlarca baskıya rağmen Tahrir Meydanından çıkmayan Mısırlı milyonlar dikta rejimi kuran Mübarek'i koltuğundan etti. Domino etkisi yaratan isyanlar başta Libya, İran, Bahreyn olmak üzere tüm Ortadoğu'ya yayılıyor.

Yaşanabilir Çevre Doğa, yaşanabilir çevre ve kültürel varlıklar birer birer yok ediliyor. HES projeleriyle, 3.Köprüsü projesiyle; ormanlara, sulara, savaş açan AKP köyleri ve dereleri yok ediyor. Hasankeyf ve Allinoi sular altında kalmaya başladı bile. Su kalitesinde 142. sıraya biyolojik çeşitlilikte de 129. sıraya gerileyen Türkiye'de AKP kazanıyor doğa ve kültür kaybediyor.


Üniversite Konferansına örgütleyicileri dışında birçok öğrenci ve akademisyenin de yoğun ilgisi vardı. Tebliğ sunumları başlamadan önce Eğitim Sen adına Levent Dölek, Öğretim Üyeleri Derneği adına Prof. Dr. Tahsin Yeşildere, Üniversite Konseyleri Derneği adına Prof. Dr. Nezhun Gören, açılış konuşmalarında söz aldılar ve üniversite, üniversitenin dönüşümü ve konferans ile ilgili düşüncelerini dile getirdiler.

Konfe rans SAYFA 4

Üniversite Konferansı’nda “Üniversite nedir? Üniversiteyi kim yönetiyor? YÖK'e neden karşıyız? Eğitimin paralılaştırılması ne gibi sorunlar doğuruyor? Mezunları neler bekliyor?” başlıklarında tüm üniversitelilere tebliğ sunma çağrısı yapıldı. Konferansa kadar üniversitelilerden toplam 85 tane tebliğ gönderildi. Konferansta sunulan ve sunulmayan bütün tebliğlere http://www.universitekonferansi.org/ sitesinden hala ulaşabilirsiniz.

AKP’liler öğrenci temsilcileriyle köşk, saray sofralarında onlara göre sorunsuz üniversitenin sorunlarını tartışırken, gençlik üniversitelerin temel sorunlarının tartışıldığı ve çözüm önerileriyle taleplerin belirlendiği "Üniversite Konferansı"nda buluştu. Üniversite öğrencileri, akademisyenler, üniversite çalışanlarının bir araya geldiği konferansta yaklaşık 30 sunum ve katkılarla yoğun tartışmalar yaşandı. Konferansın sonunda ise üniversitenin gerçek sorunlarını ve üniversitenin taleplerini tüm netliğiyle ortaya çıkaran bir “Sonuç Deklarasyonu” açıklandı. Binin üzerinde üniversitelinin katıldığı konferansın “Sonuç Deklarasyonu”nun içeriği aşağıda bulunmaktadır.

Es¸it parasiz bilimsel eg˘itim

1

Üniversite eğitimi sistematik bir şekilde paralı hale getirilmeye çalışılmaktadır. Eğitimin paralılaştırılması birçok eşitsizliği beraberinde getirirken, eğitim kurumları da bizzat özelleştirilmektedir. Eğitimin parasız olarak sağlanması anayasal olarak güvence altına alınmışken eşit ve parasız eğitim hakkını savunan üniversite öğrencilerinin talepleri karşılanmalıdır.

2 3

YO¨K kaldirilmali YÖK 30 yıldır üniversiteleri baskı altında tutmaktadır. Son 8 yıldır da iktidar partisi AKP tarafından yönetilmektedir. Bu zaman zarfında AKP ne kadar YÖK’ü değiştireceğini söylese de bu amblem ve isimle sınırlı kalmıştır. Özerklik adı altında ise üniversitelerin mütevelli heyetleri yani patronlar tarafından yönetilmesi istenmektedir. Bu YÖK’ün temsil ettiği zihniyetin değiştirilmeyeceğinin göstergesidir

Anadilde eg˘itim

QW

X 4

Anadilde eğitim hakkı bilimsel ve insani bir hak olmasına rağmen üniversitelerde yasaktır. Kaldı ki İngilizce olarak eğitim veren devlet üniversiteleri dil dayatmasını açık bir şekilde yaparken özellikle Türkiye halklarının konuştuğu dillerin üniversitelerde yasaklanması manasızdır. Bu yasaklara karşı ise başta Kürtçe olmak üzere halkların dil talepleri karşılanmalıdır

Üniversiteler kameralar onlarca sivil polis ve özel güvenlik birimleri tarafından işgal edilmiş durumda. Öğrencilerinin aranmasına kadar varan uygulamalar, üniversitelerin baskı altındaki vahim tablosudur.

Sivil polis ve O¨GB nin go¨revine son verilmeli

5

is¸ gu¨vencesi olan gu¨venli bir gelecek Üniversiteler her geçen yıl sayıları artan işsizler üretmektedir. Türkiye’de iş bulabilmek için üniversite mezunu olmak artık yeterli değildir. Türkiye’de 3 üniversite mezunundan 1’inin işsiz olduğu koşullarda gençlere iş güvencesi olan çalışma koşulları sağlanmalıdır.

6

Bilimsel eg˘itim Bilimsel üretimin önündeki en büyük engel, üniversitelerin şirketler ile kurmuş olduğu ilişkilerle birlikte üniversitelerin halkın çıkarlarını değil sermayenin çıkarlarını savunan yapılar olmasının amaçlanmasıdır. Üniversitelerin yeniden bilimsel kurumlar haline gelmesi için üniversite, kar amacı güden özel kuruluşların değil halkın menfaati için üretmelidir.

9 Sosyal ve ku¨ltu¨rel Üniversitelerde sosyal yaşamın öğrencilerin kişisel gelişiminde önemli bir yeri kaplaması gerekirken bugün üniversitelerde entelektüel üretimler yasaklanmaktadır. Öğrencilerin etkinliklerine izin vermeyen üniversite yönetimleri ise bunun yerine bireyci kariyer etkinlikleri gerçekleştirmektedir.

10

parasiz ve sag˘likli kos¸ullarda barinma hakki

Yetersiz ve kötü yurtlar barınmayı ciddi bir sorun haline gelmiştir. Kadın öğrenciler ise yurtlarda tacize ve sıkı bir uygulamaya maruz kalmaktadır. Öğrencilere parasız ve sağlıklı yurtlar sağlanmalıdır

7 Baskiya son verilmeli 11 So¨z yetki karar hakki AKP üniversitelerde kendisinden farklı bir siyasi görüşe sahip olan herkesi baskı altına almaya çalışmaktadır. Bu sebeple YÖK tarafından son yıllarda binlerce öğrenci üniversitelerinden uzaklaştırılmış, yüzlerce akademisyen hakkında soruşturmalar açılmıştır. Çözüm ise baskının hukuksal dayanağı olan disiplin yönetmeliği kaldırılmasıdır.

8

Du¨s¸u¨nce ve ifade o¨zgu¨rlu¨g˘u¨ Üniversiteler düşüncelerin en özgür şekilde ifade edileceği yerler olması gerekirken afiş asmadan, stant açmaya kadar birçok yasak mevcut. Özgür ve demokratik üniversite için tüm engeller ve yasaklar kaldırılmalıdır.

Üniversitelerin yönetimi dahil olmak üzere hiçbir kademede öğrencilerin görüşleri alınmamaktadır. uygulanmaya başlayan öğrenci temsilciliği adı altındaki kurumlar ise göstermelik demokrasi oyunundan öteye geçmemektedir. Birçok üniversitede seçimleri dahi yapılmamaktadır. Üniversite öğrencilerinin üniversite yönetiminde söz hakkı önündeki tüm engeller kaldırılmalı öğrenciler yönetime dahil edilmelidir.

Rektörler öğrenciler tarafından değil YÖK’ ün atama usulüyle belirlenmektedir. AKP ise bu sistemi kullanarak üniversiteleri kendisine güdümlü hale getirmek istemektedir. Bu sistem açıkça üniversite bileşenlerinin iradesinin yok sayılması anlamına gelmektedir

12

rekto¨ru¨nu¨ kendin sec¸


Selçuk Üniversitesi öğretim görevlisi olan Prof. Dr. Orhan Çeker’in “Dekolte giyersen tacavüz ederler” açıklaması üzerine Üniversiteli Kadın Kolektifi İzmir ve İstanbul’da eylem yaptı. Eylemlerde AKP’nin kadına yönelik saldırılarını arttırarak gericiliği yaygınlaştırdığını fakat her türlü saldırılarına rağmen Orhan Çeker gibi "ahlak bekçilerinin" kafasında patlatacakları yumurtalarının hazır olduğunu söylediler.

18-19 Şubat günlerinde İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu Kampüsü’nde tüm Türkiye’den Öğrenci Kolektifleri temsilcileri buluştu. Öğrenci Kolektifleri’nin merkezi karar alma organı olan dönem arası toplantısına, Türkiye’nin 40 üniversitesinden 250 öğrenci katıldı. Toplantının ilk gününde üniversiteliler gençlik mücadelesi açısından geçen bir dönemi ve siyasal gündemi değerlendirdiler. Gençlik mücadelesi açısından oldukça hareketli geçen bu dönemin AKP’nin baskı ve denetim araçlarına karşı net, militan cevapların verildiği; bu baskı araçlarının bazılarında AKP’nin geri adım atmak zorunda kaldığı; AKP’nin üniversite projesinin krize sokulduğu ve üniversitelilerin taleplerinin bütünlüklü hale getirildiği, görünülürlük kazandığı ayrıca bu talepleri dile getirmenin meşruiyetinin kazanıldığı bir dönem olarak tartışıldı. Toplantının ikinci gününde ise Öğrenci Kolektiflerinin

Toplantı’dan

İzlenimler 18-19 Şubat tarihlerinde gerçekleştirdiğiniz Öğrenci Kolektifleri toplantısının öneminden biraz bahseder misiniz? Diğer toplantılarınızdan farkı neydi? Öğrenci Kolektifleri her yıl Şubat ayında ikinci döneme başlamadan tüm Türkiye birimleriyle bir araya gelir ve bir dönem politikasını tartışır ve bir vizyon oluşturur. Bu açıdan bu toplantılar Kolektif'in yol haritasının tartışıldığı, zengin fikir üretimlerinin yapıldığı toplantılardır. Ancak bu yıl toplantımızın, üniversitenin AKP karşıtlığı noktasında bu kadar siyasi bir duruş sergilediği bir atmosferde gerçekleşmesinin ayrı bir önemi vardı. Bu atmosferin oluşmasında büyük bir etkisi olan bir topluluğun özneleri olarak oldukça verimli ve hareketli tartışmalar gerçekleştirdik. Bir süredir yürüttüğümüz, örgütümüzün yeni bir modelle yeniden inşa edilmesi yani merkezileşme, kurumsallaşma tartışmalarında yeni bir sürecin somut adımlarını attık.

Ne gibi kararlar aldınız? Kısaca bahseder misiniz?

Birçok önemli karar aldık. Mesela, "Kolektif'e katıl!" başlığıyla Nisan ayındaki kurultaya kadar bir kampanya dönemi geçireceğiz. Özellikle yumurta

Ko lek tif SAYFA 5

İTÜ Öğrenci Kolektifi ikinci döneme hızlı bir giriş yaptı. İlk olarak Taşkışla Kolektif fakültenin 7/24 olmaması sorununa karşı okulda sabahladılar. Maçka Yabancı Diller Yüksekokulunda ise hazırlık öğrencilerinden harç parası dışında alınan toplam paranın 1500 TL’yi geçmesi üzerine Öğrenci Kolektifi imza kampanyası başlattı. Ardından 500 üniversitelinin katılımıyla ders boykotu gerçekleştirildi.

tarihi, bugün geldiği nokta ve örgütün yenilenmesi ihtiyacı tartışıldı. Örgütün yenilenmesi kısmında uzun zamandır tartışılan merkezileşme ve kurumsallaşma ihtiyacı üzerine konuşuldu. Burada üniversitelilerin merkezi bir gençlik örgütüne neden ihtiyaç duyduğu tartışmaları yapıldı. Öğrenci Kolektifleri’nin kurulduğu günden bugüne kat ettiği yol; ideolojik, politik ve pratik nasıl süreçler izlediği ve bunun sonunda örgütün kendi sınırlarını aşabilmesi güçlü bir örgüt halini alması gerektiği konuşuldu. Merkezi örgüt birimlerinin neler olacağı belirlendi ve bu yönde yapısal değişiklikler üzerine tartışmalar yürütüldü. Adım adım merkezileşmeye Öğrenci Kolektifleri’nin önümüzdeki dönem programları çıkarılırken merkezileşmeye dair de bir program çıkarılması karara bağlandı. Bu programın sonuçlarının,

Öğrenci Kolektiflerin’den Neval Kösedağı dönem arası toplantısını Üniversiteli Gazetesi için değerlendirdi.

eylemlerinden sonra, üniversitenin bu kadar gündem olduğu bir dönemde Kolektif'e olan ilginin de oldukça arttığını, gerek iletişim adreslerimize gelen onlarca mailden, gerek sitemizin tıklanma sayısından fark edebiliyoruz. Öğrenci Kolektifleri yakaladığı bu ivme ile üniversitenin bütününü kapsama hedefini büyük oranda gerçekleştirmiştir. Şimdi bu kampanya sayesinde Kolektif, Türkiye'nin bütün köşe bu-

cağında tanınan bilinen bir topluluk haline gelecektir. Var olan sınırlarını aşan merkezi güçlü bir örgüt olma yolunda öncü adım diyebiliriz. Bunun yanında merkezileşme kurumsallaşma tartışmalarımızın yeni bir başlangıç noktası olarak 15-16 Nisan'da Ankara'da bir kurultay yapma kararı da yine bu toplantının kararları arasında.

en geniş şekilde yapılacak olan üniversite kurultayında oluşturulması kararlaştırıldı. Bu programın sağlıklı bir şekilde koordine edilebilmesi için geçici bir yürütme kurulu belirlendi. Oldukça hareketli geçen tartışmalar sonucu 15-16 Nisan’da Ankara’da Türkiye’nin dört bir yanından binlerce üniversitelilerin bir araya geleceği kurultay ve şenlik yapılması kararı alındı. İlk gün yapılan tartışmalarda gençlik hareketinin yükseldiği bir dönemden geçildiği konuşulmuştu. Geçtiğimiz dönemde yükselen gençlik hareketinin bu dönemde de aktif bir mücadele için nerelerden hareket etmesi gerektiği tartışıldı. Yapılan tartışmalar sonucunda önümüzdeki dönem içerisinde örgütün merkezileştirilmesi ve yapısal değişikliklerin gerçekleştirilmesi için ön hazırlıklara başlanması, var olan olanakların geliştirilmesi kararlaştırıldı.

Üniversiteli kadınlar

8 Mart’a hazır!

Merkezileşme, kurumsallaşma tartışmalarını hangi amaçla ve nasıl bir hedefle hayata geçireceksiniz? Öğrenci Kolektifleri böylesi bir süreçte yakaladığı bu ivme ile üniversiteyi temsil etme gücünü, yeni bir üniversite inşa etme hedefini ve iktidar karşısında daha geniş bir geçlik hareketini yaratabilmek için merkezileşme hedefini önüne koymaktadır. Öğrenci Kolektifleri'nin merkezileşmesi gençliğin çok parçalı tepkilerine politik bir hareketin dilini ve hedeflerini kazandırmayı amaçlamanın yanında aynı zamanda yerel çalışmaların zenginliğini, temsiliyetini ve gelişkinliğini arttırma hedefini de taşımaktadır. Merkezileşme çalışmalarıyla, Öğrenci Kolektifleri çok daha disiplinli, koordineli, hızlı ve üretken bir yapıya kavuşacak ve iktidar politikalarına seri cevaplar üretebilecektir. Bu sayede gençlik kitlelerinin neoliberal-gerici sisteme karşı biriken tüm tepkileri merkezi bir bünyede toplanabilecek, hızla yaygınlaşabilecek ve iktidara etkin ve yıkıcı bir biçimde yöneltilecektir. Militan eylemleriyle yol açan gençlik hareketi, merkezi ve kurumsal yapısıyla geniş kitlelerle buluşabilecek ve açılan yol kitleselleşme olanaklarını arttıracaktır.

İ

lk gün bir oturum da Üniversiteli Kadın Kolektifi gerçekleştirdi. Üniversiteli kadınlar sürdürdükleri ve üç acil talepten oluşan “Bize Acil Eşitlik Gerek” kampanyasının gidişatını tartışarak; kampanya süresince elde edilen deneyimleri paylaştılar. Bir diğer gündem olan 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nünse üniversiteli kadınların talepleri ile hangi biçimlerde örgütlenilebileceği üzerinden tartışma yürüttüler. İkinci gün gerçekleşen Üniversiteli Kadın Kolektifi toplantısında, birçok üniversitede olgunlaşan “Bize Acil Eşitlik Gerek” kampanyasının 8 Mart’ı kapsayan bir süreçte bitirilmesi ve üniversiteli kadınlarla talepler üzerine yapılan anket çalışmalarının birleştirilip 11 Mart’ta Ankara’da temsilciler düzeyinde yapılacak ve KYK’ya iletilecek olan eylemle sona erdirilmesi konuşuldu. Ayrıca 8 Mart araçlarının tartışıldığı toplantıda, üniversiteler içinde de etkinlikler yapılması kararı alındı.


YÖK’ü aldığı bir kararla Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı (KOSGEB) ile yapılacak olan anlaşma çerçevesinde ‘girişimcilik dersi’ni başlatmaya hazırlanıyor. Anlaşmayla beraber girişimcilik derslerin zorunlu hale getirilmesini isteniyor. YÖK’ün uzun süredir çaba sarfederek yarattığı kariyerci ve bireyci üniversiteli kimliğiyle üniversiteliler, tüm birikimini para üzerine kurarken şimdi de girişimcilikle nasıl paraya dönüştüreceklerinin hesabını yapacaklar.

Eği tim SAYFA 6

Geçtiğimiz günlerde Dokuz Eylül Üniversitesinde konuşan Yusuf Ziya Özcan yaşanan öğretim görevlisi sıkıntısını çözmek için “Kardeş Üniversiteler” projesini başlatılacağını söyledi. Öğretim üyelerinin birden çok üniversiteye gitmesini öngören proje zaten kendine yetemeyen üniversitelerin niteliğini daha da düşürecek. Öğretim görevlisi olmak için bekleyen onlarca akademisyen varken çözüm bu akademisyenlerin göreve alınması ve üniversitelerin nitelikli hale gelmesinden geçiyor

1

Öne çıkan yandaş ÖTK başkanları

Sinan KARTAL esi Sütçü İmam Üniversit

Bilkent Üniversitesi öğrencisi Alper Yasin Altınel Abdullah Gül’ün Ankara’daki üniversitelerin öğrenci konseyleri başkanlarıyla yaptığı görüşmeye Jaguar marka aracıyla gitmesiyle diğer başkanlardan ayrıldı. Altınel’in twitter’daki “Neymiş efendim, tekmelerden bebeğini düşürmüş. Neymiş efendim, hamileyim demesine rağmen polis karnını tekmelemeye devam etmiş” yorumuyla yandaş medyayı hatırlatıyor

AKP’yi mi üniversitelileri mi

ÖTK’ler kimi temsil ediyor ?

T

ayyip Erdoğan AKP politikalarının toplumun farklı kesimlerinde kabul görmesi için başlattığı Dolmabahçe toplantılarında sıra üniversitelere gelince krize dönüştü. Rektörlerle de Dolmabahçe’de başlayan toplantılar ve sonrasında yaşananlar Erdoğan’ın canını o kadar sıktı ki, gençlik temsilcileriyle yaptığı toplantı için çareyi Erzurum’a kaçmakta buldu. Bu güne kadar görmemekte direndikleri üniversiteliler ise talepleriyle birlikte Erzurum’da da Erdoğan’ın peşindeydi. İl dışından Dolmabahçe’de yapılan öğrenci forumuna katılmak için gelip İstanbul sınırından içeri alınmayan, Ankara Üniversitesi’nde Burhan Kuzu’ya yumurta şenliği hazırlayan ve ODTÜ’de AKP’ye başkaldıran üniversiteliler, AKP’nin üniversiyete dair planlarını sekteye uğrattı. Üniversiteliler, yıllardır mücadelesini verdikleri taleplerini ve sorunlarını ön plana çıkararak toplumun geniş kesimlerinin tartıştırması sağladılar. Hiç hesapta yokken üniversitelileri dinlemek zorunda kalan AKP’lilerin keşfettikleri Öğrenci Temsilcileri Konseyleri (ÖTK) de fırsattan yararlanarak ön plana çıktı. Jaguarlı’sından üniversitelileri marjinal ilan edenine; muhalifinden yandaşına bir çoğu birer Tayyip Erdoğan , birer Abdullah Gül, birer Yuzuf Ziya Özcan.

Ulusal Öğrenci Temsilcileri Konseyin başkanı Sinan Kartal, YÖK’ten oda kapmanın heyacanı içerisinde. Öğrenciden çok hükümet sözcüsü gibi görünen Kartal “Bu grup işte bize baskı yapıyorlar demek için polise sopayla vurarak tahrik ediyor. Polis de öfke kontrolü yapamayıp sert müdahale ediyor” sözleriyle öğrenci eylemleri için “görüntüleri inceledik polis öğrencilere vurmadı öğrenciler arasından kendini yere atanlar oldu” diyen İç İşleri Bakanı ile yaratıcılıkta kolayca rekabet edebileceğini gösterdi.

‘Seçilmiş’ temsilci yalanı AKP’lilerin 8 yıldır ilk defa hatırladıkları ÖTK’ler, 1996 yılında YÖK tarafından tam da bugün AKP’nin imdadına yetiştiği gibi gençliğe tanınan ‘hakları’ gençliğinin talepleri olarak göstermesi için kuruldu. ÖTK’lerın tüzüğü de muhalif öğrencilerin ÖTK’lere katılımını engellemek için özenle hazırlanmış. Tüzüğünde bulunan hiçbir siyasi partiye üye olmayan, yükseköğretim kurumundan uzaklaştırılmasını gerektiren suç işlememiş olması diğer maddeler arasından öne çıkıyor. Tayyip Erdoğan’ın öğrenci hareketini marjinal göstermek ve temsilcilerini tanımamak için her fırsatta üniversitelilerin “seçilmiş temsilcileri” olarak dile getirdiği ÖTK’lerın seçimleri de incelemeye değer. Birçok üniversitede bölüm temsilcileri dekanlar tarafından atanırken, seçimlere ise üniversitelilerin ilgisizlikleri hakim. Bir yanda üniversitelerde demokrasi kültürünün yerleşmemesi için ellerinden gelen herşey yapılırken, değişim aracı bile olamayan ÖTK seçimlerine olan ilgisizlikteki haklılık anlaşabiliyor. ÖTK’lerin Abdullah Gül ile görüşmesinde “Biz burada 25 bin kişiyi temsil ediyoruz. Biz köşke seçimle geldik ve bütün öğrencileri en iyi şekilde temsil ediyoruz” diyen ODTÜ temsilcisinin sadece 5 oyla ile kendi bölümünden seçilmesi

ÖTK seçimlerini ve demokrasini özetlemeye yetiyor. ÖTK’ler için bir diğer seçim metodu özellikle bir çok Anadolu üniversitesinde uygulanıyor. Bu üniversitelerde temsilci olmak için diğer seçim methodu ise öğrencileri tehdit edebilecek ırkçı, milliyetçi grupların içinde yer almak ya da başta Fettulah Gülen cemaati olmak üzere bir cemaatci olmak. ÖTK seçimleri bile tek başına , kameralar karşısına geçip üniversitelileri marjinal göstermeye çalışan genç Tayyip Erdoğan’ları,Yusuf Ziya’ları anlamaya yetiyor.

ÖTK’ler için söz ve karar hakkı bir hayal Konsey başkanları üniversite senato toplantılarında öğrenciler ilgili konuların görüşülmesi sırasıda katılabiliyor ancak oy kullanmıyorlar. Bu kadar etkisiz rolüne rağmen, üniversitelerin büyük bir çoğunluğunda çeşitli gerekçelerle temsilciler toplantılara dahi çağrılmıyorlar. Böylece ÖTK’ler üniversitelilerin karar mekanizmalarına katılıyormuş gibi yapılmasını sağlayarak bir ‘yönetişim’ harikasına dönüşüyor. Rektörlerin diktartörlüğüyle yönetilen üniversitelerde on binlerce üniversitelinin, akademisyenin düşünceleri yok sayılırken, ÖTK’ler de üniversitelilerin söz, yetki ve karar hakkı mücadelesinde bir engel olarak önüne çıkıyor .

3 Ahmet Kerem Güler ODTÜ

2

Alper Yasin Altınel i Bilkent Üniversites

ODTÜ temsilcili olan Ahmet Kerem Güler İktisat bölümü ÖTK seçimlerinde 106 öğrenci arasından aldığı 5 oyla “Biz burada 25 bin kişiyi temsil ediyoruz, sonuna kadar haklarımızı savunacağız “ diyebilme yüzsüzlüğünü gösterebiliyor. Anadilde eğitimi savunanları provakötörlükle suçlayan Güler’in istifa etmesi için ODTÜ öğrencileri imza kampanyası başlatmış durumda.

Katıldığı Abbas Güçlü ile Genç Bakış adlı TV programında “Ben de Türk açılımı istiyorum. Kendimi ikinci sınıf vatandaş hissediyorum.” diyen Gökhan Yağcı ırkçı ve milliyetçi kimliğiyle dikkatlerimizi çekti. Konsey başkanın bu kimliği Öğrenci Konseyi’nin etkinliklerine de yansıyarak Ahi Evran Üniversitesi’nde bir çok ırkçı, milliyetçi katılımcılarla konferans düzenlemekte.

4

Gökhan YAĞCI i. Kırşehir Ahi Evran Ün

5 u Nihat Buğra Ağaoğles i sit er iv Ün a Marmar

Marmara Üniversitesi ÖTK başkanı Nihat Buğra Ağaoğlu ise karnı tok sırtı pek görüntüsüyle ön plana çıkıyor. Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu ve yüksek lisans öğrencisi olan Dr. Ağaoğlu “Harçlar kaldırılsın diyoruz ama hükümet parayı nereden bulacak? Bazı gerçekler var makul şeyler istemek lazım” sözleriyle bir iktidar neden böyle temsilcilere ihtiyaç duyduğunu gözler önüne seriyor.

Affedenlerin torbasından

Üniversite harcına %300 zam! Asistanlardan direniş çadırı İstanbul Üniversitesi’nde iki araştırma görevlisi hiçbir gerekçe gösterilmeden işten atıldı. Bu olayın ardından araştırma görevlileri hazırladıkları “Rektörlük neye imza atıyor?” başlıklı dosyayı rektörlüğe bırakarak Beyazıt Anakapı önünde direniş çadırı kurdular. Araştırma görevlileri yaptıkları açıklamada : “Asistanların iş güvencesini ortadan kaldırmayı hedef alan ‘50/d canavarı’ yeniden hortlamış ve başka bir çehreyle asistanlara saldırmaya başlamıştır.” dediler. Atılmaların ardından araştırma görevlilerine destek için yapılan toplantılara katılan personel bizzat Fen Fakültesi dekanı tarafından takip edilmiş ve bu bilgiler dosyalarına işlenmiştir. Araştırma görevlileri yaptıkları açıklamada direniş çadırının bundan sonra Beyazıt kapısı önünde olmaya devam edeceğini ifade ettiler.

Çalışma yaşamından vergi borcuna, alkol satışından sosyal güvenliğe kadar birçok konuyu içine alan “Torba Yasa Tasarısı”ndan üniversiteliler de payını düşeni aldı. AKP referandumda olduğu gibi hiçbir kurum, sendika ve halkın görüşünü almadığı maddeleri bir torbaya doldurup, çoğunluğa sahip olduğu meclisten geçirdi. Torba yasanın içindeki üniversitelileri en çok ilgilendiren maddeler ise üniversite affı ve üniversiteden atılmanın kalkması. “Cumhuriyet döneminin en büyük öğrenci affı” diye nitelendirilen af ilk gündeme geldiğinde 12 Eylül 1980’den sonrasını kapsayacağı tartışılmış daha sonra zaman sınırlaması konulmadan herkesi kapsayan bir madde olarak değiştirilmişti. Yani bu maddeye göre tarihe bakılmaksızın her ne sebeple olursa olsun üniversiteden atılan öğrenciler afla birlikte okula dönebilecek. Ama aslına bakarsak AKP’lilerin çokça söylediği gibi “her ne sebeple olursa olsun” atılan bütün öğrencileri kapsamıyor af. Çünkü terör suçlamasıyla üniversiteden atılan öğrenciler bu maddenin dışında. Bunlar göz önünde bulundurulduğunda aslında o kadar da geniş yelpazeye sahip bir af olmadığı görülüyor. Aftan yararlanıp üniversiteye dönebilenleri ise hayli yüklü miktarda harç paraları bekliyor. Kayıt yaptıracak bu öğrenciler ancak yeni belirlenmiş %400’e varan zamlı harç paralarını ödeyerek kayıt yaptırabilecekler. Torbadan çıkan ve üniversitelileri asıl ilgilendiren bir başka

konu ise öngörülen sürede bitiremediğinde atılmanın kalkması. Bu karara göre 4 yıllık lisans programını 7 yılda bitirme koşulu kalkıyor. Fakat bunun yanında atılma kalkarken yüksek miktarlarda harçların ödenmesini öngören i bir madde de ekleniyor tasarıya. Bu maddeye göre bir derse üçüncü kez kayıt yaptıran öğrenci, harç miktarını ders başına yüzde 50, dördüncü kez kayıt yaptıran yüzde 100, beş ve üstünde kayıt yaptıran yüzde 300 zamlı ödeyecek. 4 yıllık programı 7 yılda bitiremeyen öğrenci, her ilave ders için ilk kayıtta yüzde 100, ikinci kayıtta yüzde 200, üçüncü kayıtta yüzde 300, dört ve sonraki kayıtlarda yüzde 400 zamlı harç yatıracak. Bulundukları bölümde her dönem için başarı ortalamasına göre yüzde 10’luk dilime giren öğrenciler, bir sonraki dönemin harcını yüzde 50 indirimli ödeyecek. Yani atılma kalkıyor ama parası olmayanın üniversiteye devam edemeyeceği yeni bir sistemin geldiği de çok açık.


Tunus ve Mısır'dan sonra Llibya'da da Muammer Kaddafi yönetimi karşıtı protestolar gündemde. Ülkenin en büyük kentlerinden olan ve olayların merkezi konumundaki Bingazi'de, eylemlerde ölen 35 kişinin toplu cenazesinden dağılan insanlara komandolar ve kenkin nişancılar ateş açtı ve onlarca kişi öldü. Libya'da yaşananların ardından toplam ölü sayısı 100'ü geçti. Cenaze sonrası yapılan saldırının ardından ülkedeki internet erişimi de tamamen kesildi.

Yer Küre SAYFA7

Hollanda'da hükümetinin tasaruf planıyla eğitimdeki kısıtlamalarına karşı, üniversiteliler Utrecht üniversitesini işgal etti. Utrecht Öğrenci Eylem Komitesi (SACU) okul yönetimini de, hükümetin okulunu zamanında bitiremeyen öğrencilerden yıllık 3 bin avro ceza kesmesini desteklediği için protesto etti. Utrect'dekine benzer eylemler Amsterdam, Rotterdam ve Nijmegen'deki üniversitelede de yapıldı.

Güneyde isyan da devrim de bitmez çünkü ?

Konuk Yazar Mustafa Keleşzade Baraka Kültür Merkezi Aktivisti

Kıbrıs’ta halk isyanı

K

O

rtadoğu’da uzunca bir süredir yaşanan halk ayaklanmaları tüm dünyada büyük heyecan yarattı. Baskıcı, diktatör rejimlere; neoliberalizmin getirdiği yıkımlara, yoksulluğa, işsizliğe karşı meydanları dolduran insanlar, tüm dünya halklarına umut oldu. Bu büyük ayaklanmayı başlatan kıvılcım Tunus’ta 26 yaşındaki üniversite mezunu, işsiz Muhammed Boazizi’nin seyyar satıcılık yaptığı aracına el konulması üzerine kendini yakarak intihar etmesi gibi görünse de bu olay aslında sadece patlamanın tetikçisi oldu. Arap halkının yoksulluğa ve işsizliğe karşı olan tepkisinin yıllardır devam eden dikta rejimlerine duyulan öfkeyle birleşmesi Ortadoğu’da domino etkisi yaratan olayların gerçek sebebi. Tunus’ta yaşanan intiharın ardından facebook ve twitter gibi sosyal paylaşım ağları aracılığıyla organize olan gençliğin başlattığı isyan halk hareketlerine dönüştü. İşsiz gencin intihar eylemi ile ortaya çıkan tepki aslında yıllardır biriken bir öfkenin göstergesiydi. Zeynel Abidin Bin Ali, 1987’den beri ülkeyi baskı ve diktatörlükle yönetip; halkı insanlık dışı, antidemokratik uygulamalar ve yolsuzluklarla bıktırmıştı. Yoksulluk, işsizlik ve kötü yaşam koşullarının etkisiyle Tunus’ta yüz binler, gençliğin öncülüğünde Bin Ali’ye meydan okudu. Tunus halkının sokakta topyekun verdiği mücadeleye karşı Bin Ali sıkıyönetim ilan edip internet, telefon, TV gibi iletişim araçlarının kullanımını engellemesine rağmen protestoları engelleyemedi. Polis müdahalesi sonucunda yüzlerce kişinin öldürüldüğü ve yaralandığı isyan ülkenin her yanında alevlenince Tunus’un 23 yıllık dik-

tatör devlet başkanı ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.

On sekiz günde “Mübarek” son Ortadoğu’daki bu değişimin en sarsıcısı Mısır’daki ayaklanma oldu. Öncesinde işçilerin etkili grevleri ile ayak sesleri duyulan ayaklanma, Tunus’taki isyanın ardından kısa sürede gençliğin başını çektiği bir halkın diktatöre karşı top yekun başkaldırısına dönüştü. 82 yaşındaki diktatör Mübarek’e karşı Mısır halkının ilk kez sokağa çıkışıydı bu. 25 Ocak’ta başlayan eylemler tüm dünyada ses getirdi. Eylemler iki haftadan fazla sürdü ve milyonlar bu süre boyunca Tahrir Meydanı’nda taleplerini dile getirdi. Müslümanlar namaz kılarken çevresinde zincir oluşturan farklı dini inançlara mensup Mısırlılar ise; Mısır’da yaşananların özellikle ülkemizdeki İslamcı basının aktarmaya çalıştığı gibi dini temelli bir ayaklanma değil bir halkın ortak kalkışması olduğunun göstergesi oldu. Mısır halkının sokaktaki talepleri netti: özgür ve adil seçim, anayasa değişikliği, Mübarek diktatörlüğünün sonu, iş ve ekmek. Günlerce süren ve işçilerin yoğun katıldığı eylemler, yüzlerce kişinin öldüğü çatışmalar, Mübarek’in emrindeki resmi ve sivil polislerin zorbaca saldırılar, işgaller ve grevlerin ardından Ömer Süleyman 11 Şubat’ta bir açıklama yaparak Hüsnü Mübarek’in görevini devrederek istifa ettiğini açıkladı. Açıklamadan sonra milyonlarca insan sevinçle, gözyaşıyla 18 günde yaşanan bu zaferi kutladı. Mübarek’in gidişinin ardından Mısır ordusu yönetime el koydu. Halkın ayaklanmasına başından beri mesafeli yaklaşan ordunun aldığı inisiyatif dini kökenli gruplar

tarafından desteklenirken, Mısırlı ilericilerdevrimciler bir an önce halkın iradesinin tahsis edilmesi ve devrimin devam ettirilmesi için muhalefete devam ediyor. Yıllardır ABD kuklası diktatörlerin boyunduruğu altına alınan ve yoksulluğa mahkum edilen Arap halkı beklenmedik bir anda dünyayı sarsmış ve planları altüst etmiştir. Başta olaylara uzun süre sessiz kalmayı sürdüren ABDli ve Avrupalı ülke liderleri kaçınılmaz sonu görerek halkın isyanını tetikleyen ekonomik sebeplere hiç değinmeden attıkları demokrasi nutuklarıyla Mısır halkının yanında olduklarını yarım ağızla ifade ettiler. Tunus ve Mısır’la sınırlı kalmayan isyan otoriter ve diktatör diğer Arap ülkelerinde büyük etki yarattı. Yaşanabilecek olaylara karşı diğer Arap ülkeleri de çeşitli önlemler almaya başlasa da yaşanacak tarihi isyanların önüne geçemedi. Cezayir, Yemen, Ürdün, Libya, Bahreyn, Suudi Arabistan gibi birçok Arap ülkesinde, binlerce kişi yoksulluğa karşı sokakları doldurdu. Medya ise bu eylemleri halkın Mübarek, Bin Ali gibi sadece sembolik olarak bu diktatörlerin gitmesi istiyormuş gibi gösterdi. Ama bunun aksine isyanı ekonomik, sosyal sorunlar ateşlemiş ve halk bu diktatörlerin şahsında sisteme isyan etmiştir. Sosyal ve ekonomik sorunlar, işsizlik, baskı ve yasakların olduğu bir coğrafyada patlamış olan bu isyan dalgası emperyalistlerin Arap ülkelerindeki siyasetlerinin iflası ve halkın kendi kaderini belirleme iradesini ortaya koymasından başka bir şey değildir.

Gençlik Fransa’da buluştu 90 farklı örgütlenmeden 500 civarında muhalif öğrenci, Avrupa’dan ve ayrıca Tunus, ABD, Meksika ve Japonya’dan gelerek ortak bir mücadele programı için Paris’te buluştu. Öğrenciler, akademisyenler ve güvencesiz işçiler; yani direnenler Paris’te yeni bir üniversite inşa etmeyi ve neo-liberal saldırılara karşı direnişi ortak cevaplamanın yollarını tartıştı. 3 gün süren toplantılarda çeşitli deneyimlerin aktarımının yanı sıra ileriki döneme dair, örgütlerin programlarını paylaşmasının ardından ortak sorunlara karşı örgütlenmesi gereken ortak programa dair tartışmalar yürütüldü. Türkiye’den Öğrenci Kolektifleri’nin katıldığı toplantı; hem uluslar arası dayanışmayı çoğaltmak, hem gençlik örgütleri arasında, ülke sınırlarını aşan kalıcı bağlantılar kurmak, hem de eş zamanlı ortak eylem programlarıyla dünya genelinde neo-liberalizmin yaratmaya çalıştığı üniversite modeline karşı gençliğin yükselen tepkisini en kuvvetli biçimiyle açığa çıkartmak yolunda ciddi adımlar atılmasına olanak sağladı. Avrupa ülkelerinde başlatılmış olan Bologna sü-

reci ve yarattığı yıkımlara karşı gelişen üniversiteli tepkilerinin yanı sıra Mısır’da yaşanan olaylar ve Mübarek’in gidişi de tartışma konusuydu. Tüm dünyada farklı farklı yükselen mücadelelerin ise birbirleri arasında dayanışma konusunda henüz yeterli olmadığı sonucuna varan üniversiteliler çeşitli kararlar alarak önemli bir adım atmış oldu. Toplantı sonunda 24-25-26 Mart’ta bankalara, kredilendirmeye, kemer sıkma politikalarına karşı parasız eğitim ve bilginin serbest dolaşımı için ortak eş zamanlı eylemler yapılması yönünde çağrı yapıldı. Ortak bir internet yayını ve alternatif bir medya ağı için çalışmalara başlandı. Maghreb’deki direnişi Avrupa’da ve diğer kıtalarda yükselen direnişlerden farklı görmediğini belirten gençler Tunus’a büyük bir kafileyle gidip bir toplantı yapma kararı aldı. Ayrıca Haziran’da Londra’da tekrar buluşulacak. Öğrenci Kolektifleri de, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yükselen gençlik hareketinin öznesi olarak toplantıdaki tartışmalarda Türkiye gençliğinin sesi oldu.

ıbrıs’ın kuzeyinde 28 Ocak’ta elli bin kişilik bir miting gerçekleşti. Bu miting Kıbrıs’ta gerçekleşen ne ilk mitingdi ne de sonuncusu olacak. Kıbrıslı Türk halkı 2000’li yılların ilk yarısından itibaren önce banka mudileri krizi, ardından esen barış rüzgarları ve Annan Planı süreci, onun ardındansa Göç Yasası ile sokaklara dökülmüş kitlesel eylemler yapmış tutuklanmış, biber gazı yemiş ama yeri geldiğinde meclisi dahi işgal etmiş, yeri geldiğinde ise meydanlara ülke nüfusunun yarısını toplamış ve mücadelesini sürdürmüştür. Ama şüphesiz ki Türkiye hükümeti ve basınının Kıbrıs’taki hareketlere en fazla tepki gösterdiği süreç son miting sonrasıdır. Kıbrıslı Türk halkına Tayyip Erdoğan besleme demiş şürekası ise kendilerini ispatlamak istercesine benzer söylemler geliştirmiştir. Peki neden tepkiler şimdi gelmiştir ve bu halk ne istemektedir? Kıbrıslı Türkler’in bugün “Toplumsal Varoluş Mücadelesi” olarak isimlendirdikleri mücadelenin kökenleri 1980’lere dayanır. O dönem Turgut Özal adaya elinde bir ekonomik paketle geldiğinde ilk söylediği şey olan siz üretmeyin biz size yollarız lafı Kıbrıs’a Türkiye egemenlerinin çizdiği kaderin temel anlatımıdır; Kıbrıslı Türkler üretimden koparılmaya ve göreli bir refah içerisinde susturulmaya başlanmıştır. Tayyip Erdoğan’ın Kıbrıslı Türklere söylediği “besleme halk” lafı bir gerçekliği ifade etmesede aslında gelmiş geçmiş Türkiye hükümetlerinin adaya uyguladıkları politikanların amacını içermektedir. Ayrıca eğitimde geliştirilen şoven, milliyetçi model ile anavatan - yavruvatan bilinci iyice oturtulmaya ve Kıbrıslı Türkler kendilerine biçilen kefeni sevmeye zorlanmıştır. Bu politikalar günümüze dek sürmüş, neo-liberal koşullara uyum sağlamış, dayatılan yeni ekonomik paketler daha bir emekçi düşmanı karaktere bürünmüştür. 2000’lere gelindiğinde ise artık halk kendilerine biçilen kefenden rahatsız olmaya başlamış ve isyanı doğmaya başlamıştır. 2000’li yılların başında esen barış rüzgarı da temelinde bu isyanın bir sonucudur. Lakin bu dönemde isyanın liderliği alan “solcu” CTP halkın isyanını sap-

tırmış ve kendi iktidarına bir araç olarak kullanmıştır. Bu olay halkta bir süre bir umutsuzluk ve hayal kırıklığı yaratmışır. Süreç içinde halkın mevcut siyasi partilere olan güvenini tamami ile yitirdiği söylenebilir. İşte bu noktada devreye sendikalar ve öğrenci hareketleri girmiştir. Göç Yasası’nın (Kamu çalışanlarının maaşlarını yarı yarıya düşürdüğü, sendikal hakları budadığı ve gençliğe yaşam hakkı tanımadığı için bu yasaya Göç Yasası denilmiştir) meclis gündemine getirilmesi ile sendikalar ve öğrenciler bu yasaya karşı isyan etmiş, isyan sokağa taşınmış, CTP hükümeti erken seçime gitmek zorunda kalmış. CTP’nin yerine gelen UBP politikaları uygulamaya devam etmiş protesto eylemleri büyümüş meclisin kapıları zorlanmış ve tutuklamalar yaşanmıştır. Ardındansa planlı ve kamusal eğitim veren Öğretmen Akademisi kapatılmaya çalışılmış ve öğrenciler eğitim hakları için mücadeleye başlamıştır. Bu mücadele sırasında Eğitim Bakanlığı işgal edilmiş, öğrenciler haftalarca direnişlerini çadırlara taşımıştır. Bunun sonucunda da kamusal eğitim haklarını korumuşlardır. Bu kamusal olana ve doğrudan emekçiye, öğrenciye saldırılar haricinde bahsedilmesi gereken diğer bir önemli saldırı ise kültürel olandır. Daha önceden şoven milliyetçi bir tarzda olan saldırı, AKP hükümeti ile birlikte islamcı bir boyut da kazanmış; zorunlu din dersi kapsamı genişletilmiş ve Kıbrıs’ta daha önce hiç olmayan Kuran Kursları aracılığı ile de arttırılmıştır. Cami inşaatları ve külliyeler Kıbrıs’ın gündeminden düşmez olmuştur. İşte Kıbrıs’ta şu an sürmekte olan “Toplumsal Varoluş Mücadelesi” bu saldırıların toplamının bir sonucu, bir halk olma hakkı savunusu, olarak ortaya çıkmıştır ve tabandan gelen karakteri egemenleri korkutmaktadır. Rumculuk ve Türkiyeli düşmanlığı gibi karalamaları gerekli kılan da bu özelliğidir. Tüm karamalara rağmen Kıbrıslı Türkler yılmadan, mücadenin odak noktasına dayatma politikala karşı “Ankara elini yakamızda çek” sloganını koymaya ve Türkiye öğrencileri ve emekçileri ile de dayanışarak isyanlarını yükseltmeye devam edecektir.


DOLMABAHÇE’DEN ERZURUM’A

.

Üniversiteliler, uzun yıllardan sonra, gündeme dair yaptıkları siyasi hamlelerle üniversitenin sorunlarını ve taleplerini gündeme taşıdılar. Geçtiğimiz dönemin başından itibaren YÖK’ün polis ve türban genelgelerinden hemen ardından YTÜ'de türban eylemleriyle ve sonrasında yaşananlar, kitlesel 6 Kasım YÖK eylemi ve 2008 yılında İTÜ açılışına gelen Tayyip Erdoğan’ı protesto etmekten hapis cezası alan öğrencilerin yarattığı etki başkaldırışın habercisi oldu. Tayyip Erdoğan’ın Dolmabahçe’de rektör buluşmasıyla girilen yeni dönem boyunca toplumsal muhalefetin gözü üniversitelilere çevrildi. Dolmabahçe toplantıları yapılırken üniversitelilere uygulanan polis şiddetinin ardından yapılan açıklamalarda bütün "marjinal" etiketlemelerine rağmen üniversitelilerin meşru talepleri bu çabaları sonuçsuz bıraktı. Polisin "orantısız güç" kullanımı, üniversiteli hamile bir kadının bebeğini yerde tekmelenirken kaybetmesi, üniversitelilerin taleplerine karşı umarsızlık ve tüm bunların üzerine SBF'ye giden Burhan Kuzu'nun başına yağan yumurtalar üniversitelilerin sorunlarını, taleplerini gündeme taşıdı. Günlerce ülkenin gündemi olan yumurtalı protestoların en görkemlisi karşısında herkes bir şekilde taraf olmak ve söz söylemek durumunda kaldı. Çaresize derman olamayan ÖTK Tam da Yusuf Ziya Özcan SBF'de yaşananların ardından, AKP'lilere bir süreliğine üniversitelere gitmemesini önermişti ki, yumurta şenliğini sindiremeyen Tayyip Erdoğan, yanına aldığı on AKP’li bakan ve YÖK Başkanı ile ODTÜ'ye adeta çıkarma yaptı. Dolmabahçe'den SBF'ye ve AKP'nin ODTÜ çıkarmasında yaşananların ardından polis şiddetine karşı AKP il binasına yürüyüş düzenlemiş bu seferde AKP’nin 2200 polisi ve 5 panzerinin saldırısıyla karşılaşılmıştı. Üniversitelilerin yıllardır süren saldırılara karşı savunma durumundan başkaldırışa giden süreç toplumun büyük kesimlerinde heyecan yarattı. Dolmabahçe toplantı-

larında muhatap almak zorunda olduğunun farkına varan Tayyip Erdoğan Ocak ayında “gençlik” ile bir görüşme gerçekleştireceğini açıkladı. Tayyip üniversiteyi temsil etmek yerine iktidarını destekleyecek gençliği ise Öğrenci Temsilcileri Konseyi’nde buldu. Böylece üniversitelilerin taleplerini ehlileştirmek için ÖTK’lar sahne almaya başladı. İlk olarak iktidarın iyi polisini oynayan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün temsilcilerle görüşerek imajını güçlendirmeye çalışan AKP, daha en baştan Jaguar’la buluşmaya gelen Bilkent temsilcisi yüzünden zora düştü. Göstermelik görüşmelere en güçlü yanıt üniversitenin sorunlarının tartışıldığı ve çözüm önerilerinin sunulduğu Üniversite Konferansı’ndan geldi. İstanbul’da binin üzerinde üniversitelinin katıldığı konferans gençliği marjinal ve provakatif olmakla suçlayanlara örnek bir çalışma oldu. Üniversitelilere görünme sırası Yusuf Ziya'ya gelmişti ki YÖK'ün kapısında AKP'nin peşini bırakmayan 40 üniversiteden gelen gerçek temsilcileri buldu. YÖK başkanıyla yapılan toplantının düzmece bir görüşme olduğunu söyleyen ÖTK’ların toplantıdan ayrılması da toplantıya damgasını vurdu. Üniversiteliler çağılmadıkları her toplantıya taleplerini taşıma iradesi göstermesi AKP’lileri korkuttu. Dolmabahçe’de gerçekleşecek eylemlerin korkusu Tayyip’in ‘gençlik görüşmesini’ Erzurum’a kaçırmasına neden oldu. Ankara'dan Erzurum'a yola çıkan üniversiteliler güvenlik gerekçesiyle Erzurum'a alınmazken toplantının asıl yapılacağı yer olan Dolmabahçe'de bulunan Başbakanlık Çalışma Ofisi'ne yürümek isteyen öğrencilere sert müdahalede bulunuldu. Tayyip Erdoğan'ın Rektörlerle toplantısından Erzurum'da ÖTK temsilcileriyle buluşmasına kadar olan sürecin yönetmeni olan Öğrenci Kolektifleri taleplerini, geliştirdikleri araçlarla sürecin başrolüne koymayı başardı.

BİLİM İTAATSİZ OLANA İHTİYAÇ DUYAR YÖK'te yapılacak reformların tartışıldığı dönemde Tayyip Erdoğan ve rektörler buluşmasının gerçekleşeceği açıklandı. Buluşmada rektörler, bilim insanlarına yakışmayan bir şekilde Tayyip Erdoğan’ın emirlerine koşulsuz itaat eden bir görüntü çizdiler. Toplantı alınan herhangi bir kararda üniversiteliler yine muhatap alınmadı.İlk hafta düzenlenen toplantıya AKP'nin ileri demokrasi örneği olan İTÜ'de Tayyip Erdoğan'ı protesto etmekten 15 ay hapis cezası alan üniversiteliler damgasını vurdu. 2. hafta yapılan toplantıda ise üniversiteliler davete gerek duymadan Dolmabahçe'de taleplerini dile getirmek için Büyük Öğrenci Forumu düzenledi. Toplantı salonunda üniversite adına öznelerine sorulmadan reform planları yapılırken bütün engelleme girişimlerine rağmen üniversiteliler akademisyenlerle, aydınlarla taleplerini, sorunlarını konuştu. AKP'nin öğrenci korkusu öyle bir hale geldi ki fo-

ruma katılmak için gelen üniversitelilere hiçbir gerekçe sunmadan İstanbul'a almadı. Foruma katılmak isteyen öğrenciler AKP faşizminin doruğa ulaştığı saldırısıyla karşılaştı. Tüm bu olaylar olurken Tayyip Erdoğan rektörlere AKP döneminde Türkiye'nin ne kadar 'demokratik'leştiğini anlatıyordu. Uzun süren talimatların ardından rektörler kendilerinde bir iki kelam etme yetkisini bulabildi ancak dışarıda üniversitelilerin yaşadıkları ileri demokrasi uygulamalarıyla ilgili hiçbir açıklamada bulunmadılar. Dolmabahçe toplantılarında yaşananlardan sonra AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, Tayyip Erdoğan'ın ocak ayında öğrencilerle toplantı yapacağını duyurdu. Bu açıklamayla birlikte gözler üniversitelilere çevrilirken Tayyip Erdoğan-öğrenci(gençlik) buluşmasına kadar olan sürecin kilometre taşı Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde konuldu.

ÖĞRENCİ KORKUSU TAYYİP ERDOĞAN’I ERZURUMA KAÇIRDI Dolmabahçe'de yaşananların ardından Tayyip Erdoğan'ın öğrencilerle yapacağı toplantı Abdullah Gül ve Yusuf Ziya Özcan'ı da harekete geçirdi. Toplantıya çağrılanlar ise temsiliyet düzeyindeki yetkisinden, seçilme şekline kadar tartışmalı olan ÖTK başkanlarıydı. Sözde üniversiteyi temsil edenlerle görüşenlerin başında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül geliyordu. Çankaya Köşkü'ne üniversitenin gerçek sorunlarını dile getirmeye giden üniversitelilerden oluşan bir temsilci grubu bütün zorlamalara rağmen ancak Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri ile görüşebildi. Olumsuz geçen görüşmenin ardından gelen Yusuf Ziya Özcan öğrenci konseyleri başkanları toplantısına giden üniversiteliler beraberinde taleplerinin yer aldığı Üniversiteli Dosyası’nı, İstanbul’da düzenlenen Üniversite Konferansı Sonuç Bildirgesi’ni YÖK'e iletmek istediler. Yusuf Ziya Özcan dışarıda polisin saldırısına uğrayan öğrencilerle görüşmeyeceğini açıklayarak üniversitelilerin taleplerini görmezden geldi. Üniversitelilerin dikkate alınmayan Üniversiteli Dosyası'nın son durağı ise 27 Ocak günü Erzurum'da yapılacak olan Tayyip Erdoğan-ÖTK Başkanları buluşmasıydı. Ankara'dan Erzurum'a giden üniversiteliler uygulanan hukuksuz uygulamalarla yolda 8 kez arandı, saatlerce bekletildi. Erzurum'a girişleri Erzincan'da engellenen üniversitelilerin şehre alınması ve üniversitelilerin taleplerinden dünyanın öbür ucuna da kaçsalar kurtulamayacaklarını İstanbul'da dile getiren üniversitelileri polislerin Dolmabahçe'de bulunan Başbakanlık Çalışma Ofisi'ne yürütmemesi üzerine çıkan çatışmada Beşiktaş halkı polise tepki gösterdi ve öğrencileri dakikalarca alkışlarla desteklediler. Üniversiteli gazetesi olarak Öğrenci Kolektifleri’den Çağdaş Ersoy’la merak edilen konular üzerine kısa bir sohbet gerçekleştirdik.

Peki Başbakanın açıklamaları sokakta size olan bakış açısını olumsuz yönde etkiliyor mu? Olumsuz etkilediğini söylememiz çok zor. Başbakan bu konuda amaçlarına ulaşamamış gibi duruyor. Bunu aldığımız olumlu tepkilerden anlayabiliyoruz. Artık kimse AKP’ye inanmıyor. Böyle olması da çok normal.

Ankara Üniversitesi SBF'de gerçekleşen Burhan Kuzu eylemi Dolmabahçe'den itibaren yaşananlar içinde dönüm noktası oldu. AKP'nin muhalif öğrencilere dönük saldırılarını, karalamalara kampanyalarını boşa çıkaracak, içeriğiyle ve politik hedefiyle yaratıcı, meşru eylem çizgisi bu oldu. Dolmabahçe eyleminin ardından hükümetin yarattığı baskı ve şiddet ortamını eleştirenler üniversitelileri mağduriyetlerinden dolayı çeşitli yollardan desteklemişlerdi. Kuzu eylemi ise üniversitelilerin mağduriyet perdesini yırtarak siyasi talepleri olan yumurtayla düşüncesini ve tepkisini eylemine taşımasını sağladı. Böylece üniversitelilerin mağduriyetleri değil talepleri, yumurtaları gündemin öznesi oldu. Protestoyla ilgili merak edilen soruları SBF'deki Kolektif Yumurta Şenliği katılan üniversitelilerden A.Ü öğrencisi Ozan Gündoğdu’ya yönelttik. Öğrenci Kolektifleri’nin pek çok yumurtalı eylemine şahit olmuştuk. SBF’de gerçekleşen eylemde diğerlerinden farklı olarak ‘Kolektif Yumurta Şenliği’ düzenlemenizin özel bir sebebi var mı? Hayır, üniversiteye başka bir AKP’li gelseydi eylemimiz aynı şekilde olacaktı. Ama bu yumurtalı protestonun şenlik havasında yapılması başka bir boyut kazandırmıştır. 1-2 gün önce arkadaşlarımızın gördüğü polis şiddeti etkilidir ama fark şudur bu kez mağdur değil hesap sorandık. Temel olgu ise AKP’nin üzerimizdeki baskıyı arttırmasıdır. AKP’nin 8 yıldır bizde yarattığı tüm mağduriyetleri yumurtalarımızın içerisine koyduk, isyanımızın patlama noktası oldu. Ayrıca bu eylemin şenlik havasında geçmesi bizim için çok önemliydi. Çünkü gençlik hatta AKP’nin mağdur ettiği herkes AKP’den hesap sorulmasının coşkusunu yaşayacaktı. AKP’nin ‘şov’ yapmasına izin vermeyerek 120 yumurtası ve onlarca konfetisiyle AKP’ye dur demek isteyenlerin keyifle izlediği bir ‘şenlik’ gerçekleştirdik. Yumurta, gençliğin isyanını, biriken öfkesini orada yüzlerce öğrencinin elinde temsil etmiştir. Neden fikirlerinizi karşılıklı konuşarak ifade etmek yerine yumurta atmayı tercih ediyorsunuz? AKP’lilerin, sermaye temsilcilerinin katıldıkları etkinliklerde konuşmaya başladığımız anda polisin ve özel güvenliklerin saldırısına uğruyoruz, cümlemiz bitmeden salondan çıkartılıyoruz. Ama yumurtayı sadece konuşamadığımız için atmıyoruz. AKP’lilerin de sermayenin de üniversiteye gelme nedenleri AKP işgalini derinleştirmek, bilimi yok etmek, eğitimi daha fazla paralı hale getirmek, gericiliğin derinleştirmek, üniversitenin kapılarını sermayeye açmak. Hem bütün bunları yapacaksın hem de üniversitelilerin önünde hiçbir şey olmamış gibi konuşacaksın. Hepsi televizyonlarda, gazetelerde saatlerce konuşuyor ama artık söz sırası biz de. Sözümüz ise yumurtalarımız. Yaralamaz, canı acıtmaz, leke bırakır sadece. Ama iyi karizma çizer, rezil eder. AKP’nin polisiyle, gazlarıyla, coplarıyla uyguladığı şiddetin karşısında bizim yumurtalarımız devede kulak kalır. Onlar televizyon kanallarından her an milyonlarca insana seslenebilirken biz bunların hiçbirine sahip değiliz. Eşit olmayan bir güç dengesi söz konusu. Böyle bir durumda yumurta bizim isyanımızı ve taleplerimizi herkese gösteriyor. Başbakanın yumurta eylemlerinin ardından ‘Bunlar marjinal, ellerinde kasaturayla yumurtayla dolaşanlarla biz toplantı yapmayız’ demişti. Eylemlerde gerçekten kasatura kullanıyor musunuz? Tabii ki kasatura kullanmıyoruz. Tayyip yalan söyleyerek, yumurtayı da kasaturayla bir tutarak yumurtanın yarattığı sempatiyi azaltmak istiyor. Yalan söylemesinin sebebi ise gençliğin AKP’nin üniversiteler üzerindeki planlarını bir bir suya düşürmesidir. Gençliğin meşru talepleri ve yaptığı eylemler AKP’nin mağdur ettiği kesimlere umut veriyor. Bunun önüne geçmek için de yalan

Çünkü AKP sadece üniversitelilere değil, halkın tüm kesimlerine saldırıyor. AKP iktidarına kısaca bir göz atalım: İşsizlik, artan yoksulluk, hastanelerde rehin kalmalar, işten çıkartılmalar, parası olmadığı için çocuklarını üniversiteye gönderemeyenler, güvencesiz çalıştırılanlar... Kısacası herkes AKP’nin saldırılarından nasibini almış durumda. Bu yüzden Başbakanın dediklerine kulak vermiyorlar. Aksine herkes üniversiteliler AKP’ye karşı meydan okuduğu için elinize sağlık diyor, gelip bizleri tebrik ediyor. Başbakanın ÖTK’larla Erzurumda yaptığı görüşmeyi protesto etmek için İstanbul Yıldız’da yapılan eylemde bunu bir kez daha gördük. Polis öğrencilere saldırırken yoldan geçenler alkışlarıyla üniversitelilere sahip çıktı, AKP’ye olan tepkisini “O çocuklar bizim çocuklarımız bu şekilde davranamazsınız diyerek “ dile getirdi. Ama görünen o ki yaşananlar destekten öteye gidiyor. Yumurta başka hak arama eylemlerinde de kulllanılmaya başlandı. Tabiki dileğimiz ve öngördüğümüz yumurtanın, hazır önümüzde seçim süreci de varken, gidrek yaygınlaşması ve AKP karşıtlığında bir sembol olması.

Son günlerde sizi ÖTK’ların katıldıkları toplantıları protesto ederken görüyoruz. ÖTK temsilcileri de öğrenciler tarafından seçiliyor, onlarla görüşülmesi sizin için neden yeterli değil? Başbakan, Cumhurbaşkanı, YÖK Başkanı hepsi bir ağızdan ÖTK başkanlarının en demokratik biçimde seçildiğini ve tek muhatabın da ÖTK’lar olduğunu söylüyor. Ancak bu kocaman bir yalan. İlk olarak üniversitelerde yapılan seçimler söylendiği gibi demokratik değil. Neredeyse hiçbir öğrencinin seçimden haberi olmuyor. Belki de bir sürü öğrenci böyle bir kurum olduğunu ilk defa bu yaşanan tartışmalarla öğrenmiş olabilir. Bu sayede çok az sayıda oy alan biri başkan seçilebiliyor.. Zaten seçilen adaylar da okul yönetimi tarafından desteklenen Fetullahçı ya da ırkçı-milliyetçi öğrenciler oluyor genellikle. Bu yüzden ÖTK’lar onlar için tek muhatap. Hatta muhataptan da öte takım arkadaşı olmuşlar diyebiliriz. Kimi ÖTK başkanı harçların kaldırılmasının hayal olduğunu, eğitimin paralı olacağını söylerken kimisi de öğrencilere

dolu açıklamalar yapıyorlar. Hedefleri üniversitelilerin taleplerini görünmez hale getirerek olay çıkaran sorunlu ‘tipler’ olarak gösterip meşruluğunu kırmak. Bir diğer hedefi ise yumurtanın AKP karşıtlarına yaydığı umudun önüne geçme. Çünkü yumurta eylemi AKP’den hesap sorulabileceğini herkese gösterdi. Artık AKP’nin mağdur ettiği herkes yumurtalarıyla AKP’nin karşısına çıkabilecek potansiyel ‘yumurta eylemcisi’. Başbakan da bunun kendisi için büyük bir tehlike olduğunun farkında. Yumurtalarınızın hedefinde AKP'li vekiller, sermaye temsilcileri var. Bu durum ne zamana kadar sürecek yani her zaman protesto aracınız yumurta mı olacak? Zaten protestolarımızın hepsini yumurtayla gerçekleştirmiyoruz. Panellerden, tiyatrolara, film gösterimlerinden kitlesel mitinglere kadar hepsi taleplerimizi dile getirdiğimiz araçlarımız. Yumurtayı da böyle değerlendirmek lazım. Taleplerimizi dile getirebildiğimiz eylem araçlarımızdan bir tanesi. O yumurtaların içinde harçların kaldırılması, söz yetki karar hakkı, YÖK kapatılsın, üniversitelere kaynak ayrılması talepleri ve gericilik karşıtlığı var. Ama bu sürekli yumurta atacağımız anlamına gelmiyor. Biz taleplerimizin gerçekleşmesi için atıyoruz yumurtalarımızı. Bunun için AKP’ye iki şartlı ateşkes çağrısı yaptık. Buradan çağrımızı yineliyoruz. Başbakan üniversitelilere bugüne kadar yaptıkları için özür dilesin, harçlar kaldırılsın. O zaman yumurta atmayı bırakırız. Ama taleplerimiz gerçekleşmezse atacak çok yumurtamız var. Kuzu’nun sizin ve SBF dekanlığının uyarılarına rağmen toplantıya gelmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Kuzu’nun SBF’ye gelmesini deli cesaretinden öte görmek gerekir. AKP YÖK’ü ele geçirdikten sonra üniversiteler üzerindeki planlarını tek tek uygulamaya başladı. Yine de AKP’nin üniversitelerde hakim güç olamıyor. Gençliğin mücadelesi AKP’nin planlarını sekteye uğratıyor. AKP ise durumu kurtarmak için kendisini tek hakim güç olarak gösterme çabası içinde. Bu yüzden Burhan Kuzu gelme denmesine rağmen üniversiteye geldi ve AKP işgalinin temsilcisi olarak kendini kabul ettirmeye çalıştı. Fakat gençlik gerçekleştirdiği ‘yumurta şenliğiyle’ bir kez daha AKP’nin oyunbozanı oldu.

A T UR

F İ T

K

O

K E L

M U Y

Ş

Lİ EN

Ğİ

yapılan polis saldırısını doğru bulabiliyor. Üniversitenin taleplerini temsil etmekten çok uzaklar yani. Jaguar krizi bu açıdan anlamlıdır. Böyle biri üniversitelilerin sorunlarıyla ne kadar ilişkilidir, empati kurabilir, soralım. YÖK’ün ÖTK’lara oda vermesi de bu yüzden. AKP’nin her yaptığını öğrenciler de destekliyormuş gibi göstermek istiyorlar. Bu yüzden ÖTK’lar üniversitenin gerçek sahipleri değil AKP’nin arka bahçesidir. Ancak AKP’nin bu hamlesi de, krize girmiştir. Oynadığı ikiyüzlü demokrasi oyunu eline yüzüne bulaşmıştır. ÖTK’lar ve sokak eylemcileri diye ikiye ayırıp öğrenciyi öğrenciye düşürmeye çalışması da bu yüzdendir. Yusuf Ziya ile yapılan ÖTK temsilciler toplantısında muhalif ÖTK’ların çıkması ve protesto etmesi, dahası o toplantının içeriğinde harçlardan barınmaya, çözüm sunmasa da üniversite sorunlarının bir şekilde gündem edilmesi, ünivrsitelilerin sokaktaki eylemliliği, militanlılığın yarattığı basınç sayesindedir. Gerçek temsilciler AKP’lilerin karşısında el pençe divan.

Genel olarak baktığınızda, bu süreç nasıl bir etki yaratmıştır ülke ve üniversite gündemi açısından?

Süreç üniversitelilerin tepkilerinin bizzat AKP karşıtlığında eylemselliğe döküldüğü bir süreçti, bu yönüyle siyasi bir müdahaleydi, yani somut bir zam, hak gaspı görünürde yok, ciddi bir birikim/tepki var, sonucunda eylemselliğe, sokağa dökülen. Özellikle sbf’deki yumurta eyleminden sonra üniversitelileri tüm marjinalleştirme çabaları sonuçsuz kaldı. Üniversitelilerin barınma, ulaşım, harç gibi konulardaki hak talepleri tartışılır hale geldi. Kesinlikle süreç karalanamadı. Sürecin en önemli etkisi, AKP’nin üniversiteye dönük saldırılarının teşhir edilmesi ve AKP zihniyetinin üniversiteden geriletilmesi oldu. AKP’ye karşı muhalefet konusunda üniversite gençliği ciddi bir konum aldı, özne oldu, umut verdi. AKP sürece müdahale edebilmek için faşist yüzünü göstermek zorunda kaldı, gençliğin eylemi AKP ikiyüzlülüğünü teşhir etmiş oldu. Demokrasi oyunu krize girdi, köşeye sıkıştı. Bu oyunu üniversiteliler meşru-militan eylem çizgisi ve haklı taleplerinin peşindeki kararlılıklarıyla bozdu.

ODTÜ AKP’YE BAŞKALDIRIYOR Kolektif Yumurta Şenliğinin ardından AKP kendisine yapılan "hakareti" kaldıramamış olacak ki Tayyip Erdoğan bütün kurmaylarını alıp ODTÜ'ye çıkarma yaptı. Yumurta eylemin hemen ardından AKP'nin üniversiteye yönelik gövde gösterisine karşın 1000'e yakın ODTÜ'lü bir araya toplandı. Kolilerce yumurtanın çevik kuvvetin üzerine yağdığı çatışmanın ardından Tayyipgiller üniversiteyi terk ettiğinde 1500 kişi rektörlüğe yürüdü. Rektörle yapılan görüşmede 3 talepte bulunuldu. Öğrencilerin taleplerini kabul eden Rektör Ahmet Acar basın toplantısı düzenleyerek polis terö-

rünü kınadı. Yükselen öğrenci hareketi karşısında giderek saldırganlaşan AKP faşizmine karşı AKP Genel Merkezine yürümek için öğrenciler ODTÜ'de buluştu. Öğrenci hareketine karşı topyekün saldıran AKP’ye karşı ODTÜ kulüpler, topluluklar ve öğrenci örgütleri birleşme iradesini göstermiş oldu. ODTÜ'den üniversitelilerin çıkmasını engellemek üzere binlerce polis ve zırhlı araç kapıda bekliyordu. Çıkan çatışmaların ardından 1500 üniversitelinin gerçekleştirdiği açıklamada bu defa uyaran tarafın üniversiteliler olduğu çünkü gençliğin artık hep mağdur olan, marjinal, güçsüz öğrenci kalabalığı olmadığı vurgulandı.


Söylefli 10

Zeki Demirkubuz Üniversiteli’de

Zeki Demirkubuz kendi deyimiyle sinemadaki 'faşizan ve dayatmacı' anlayışa karşı filmler çeken bir yönetmen. Ama biz onu unutulmaz filmlerinin yanında muhalif kimliği ile de tanıyoruz. Üniversiteli Gazetemizin yeni sayısında konuğumuz olan başarılı yönetmenle, üniversiteler, yumurta eylemleri ve sinema üzerine keyifle okunacak kısa bir röportaj gerçekleştirdik.

Bela olanların bela olmaktan vazgeçtiği gün kötü bir gün demektir Üniversiteli Gazetesi olarak genel olarak üniversitelilere hitap eden, üniversite gündemini işleyen bir yayın faaliyeti içerisindeyiz. Bu nedenle ilk olarak size üniversite yaşamınızın nasıl geçtiğini sormak istiyoruz. Ben üniversite okudum ama tırnak içinde okudum diyebiliyorum. 1976-1985 arasında değişik nedenlerle okula ara verdim. 10 yıl sonra askerlik meselesi yüzünden liseyi dışardan bitirdim ve üniversiteye girdim. Finallere, vizelere ya da arada bir tesadüfi olarak üniversiteye gittiğim için üniversite yaşamım gözlemci düzeyindeydi. Bunun özlemini duymama rağmen o zamanın koşulları, çalışmak zorunda olmam nedeniyle böyle bir yaşamım olmadı. İlk yıl İngiliz Filolojisi’ni kazandım ama devam zorunluluğu yüzünden en rahat okuyabileceğim okul olarak düşündüğüm İstanbul Üniversitesi Basın Yayın’a şimdiki adıyla İletişim Fakültesi’ne geçtim. Bu sebeplerden dolayı üniversitenin iyi ve kötü yanlarını yaşayamadım.

Peki, bugün üniversiteyle kurduğunuz herhangi bir düzeyde kurduğunuz ilişki var mı, örneğin eğitmenlik olarak? Zaman zaman böyle teklifler oluyordu ama ben metodik düşünemeyen biriyim. Bir konuyu anlatmak sık sık metodik olarak düşünmeyi gerektiriyor. Bu konuda son yıllarda epey bir teklif alıyorum ama dolduruşa gelip teklifleri kabul etsem ortaya karmakarışık bir şey çıkar. Deneyimlerimle kurduğum gerçekçi ilişkiler olması yüzünden bir iki defalığına tecrübelerimi paylaşıyorum. Ama benden istenen klasik bilgi değil. Bazı filmlerin ve kişiliğimin uyandırdığı bir duygu var. Üniversite öğrencilerinden bahsediyorum genellikle. Zaten en çok da onlar çağırıyor beni. Ben de elimden geldiği kadar gidiyorum. Özellikle Beşiktaş deplasmanı varsa bahane oluyor. Böyle bir sorumluluk da duyuyorum açıkçası. Anadolu’ya daha çok gidiyorum. Ama ders verecek biri olmadığımı biliyorum. Bir de buna verili akademik bilgiyle özel olarak değil ama doğal olarak bir çatışmamı katarsak akademik düşünceye en son gelecek kişi benim

Belki de bu yüzden öğrencilerin fikirlerini değiştiren akademisyenleri filmlerde görüyoruz. Hep beyazperdede kalıyor. Günümüz üniversitelerinde araştıran, düşüncelerini çarpıştıran ve değiştiren akademisyenler yok. Yani üniversiteler geniş açıdan bakabilmenin öğrenildiği yerler değil midir? Bu üniversitede değil hayatın bütününde öyle. İnsan özgürlüğün ağırlığını taşıyan ve bundan kurtulmak isteyen bir varlıktır. Ama bunun içinde her zaman bir istisna vardır. Tek bir insanın dahi olsa bunun aksi bir tutum alması bu ‘büyük düzenin devamı‘ kadar önemlidir. Çünkü başka bir şey olacağının umudunun kanıtıdır o. Aynı yüzlerce beyaz civcivin içinden çıkan kara civciv gibi. Bu bir marangoz atölyesinde de böyledir. 10 eleman sıradanlaşarak düzen duygusu içinde ortalama masalar yapmaya çalışır ama bir tane takıntılı eleman çıkar bambaşka bir masa yapmayı hedef olarak koyar ne para umurundadır ne de baksa bir şey. Gerçekten öyle bir masa yapar ki ortalık üretilmiş sıradan masalarla doludur ama o masa zaman içinde parmak ile gösterilir. İnsan var oluşu da aşağı yukarı böyledir. Bu

yaşanırken acılı zor bir şeydir ama zaman içinde baktığımızda insanlığı ahlaki olarak ayakta tutan insanın başka bir varlık da olabileceğini gösteren yegane şeydir. O yüzden bu insanlar akademisyenlerin içinden de, öğrencilerin ve işçilerin içinden de çıkar.

Üniversiteler çok yıprandı, toplumu yaratan alanlar bugün bireyci ve çıkarcı kişiler yetiştirmeye çalışan kurumlar haline geldi. Üniversitelerin bu şekilde dönüştürülmesine karşı yapılan eylemlerde bugünü değiştirme gücü görebiliyor musunuz? Ben bunun bugüne özgü bir şey olduğunu düşünmüyorum. Bu mesele böyle koyulabilir ama ben zaman içerisinde muhalif olmanın bana öğretilen tanımından başka tanımlarına ulaştım kendi adıma. Tüm dünyada işçiler ve öğrencilerin eylemleri dönüştürücülüğü oranında başarılı oluyormuş gibi bir öğreti var. Oysa ben bunun bir ahlak olduğunu düşünmeye başladım ve doğrusu da bu bence. Direniş, itiraz ve karşı çıkma denilen şeyin rasyonel faydalardan öte insan olmanın anlamıyla, ahlakıyla ilgili bizi güçlü tutan ahlaki kılan bir yanının olduğunu düşünüyorum. Somut beklentilere girmenin özellikle mutsuz bir toplumda yaşıyorsak haklı nedenlerinin olduğunu ama bunun bir tür yanılgı olduğunu düşünüyorum bu yüzden bir itiraza bir eyleme her şeyden önce insan olmanın ahlaki anlamlarıyla bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Haksızlığa uğramış bir çocuğun küfrederek bile olsa başını kaldırmasını önemsiyorum. O yüzden bu eylemlerin bende uyandırdığı heyecan, insan ahlakını korumaya dönük birilerinin baskıya, sopaya copa rağmen itiraz edebilecek gücü bulması.

?

Zeki Demirkubuz

Son zamanlarda bazı siyasetçiler ülkedeki üniversite olayları ile 68 olaylarını anımsattılar ve 68 Gençlik Hareketi’nin ülkenin başına bela olduğunu söylediler. Siz de 1980 Darbesi öncesi yaşanan siyasal hareketliliğin bir parçası olmuştunuz. Sizce 68 Gençlik Hareketi “bela” mı, siyasiler neden böyle düşünüyor? 68 düzen için, egemenler için elbette beladır. Bu değil küçücük bir çocuğun bağırması bile beladır. Bunda anlaşılmaz bir şey yoktur. Bunların işi zaten onu bela olarak görmek diğerlerinin işi de bela çıkarmaktır. Bu binlerce yıllık kurgudur ve buna henüz başka bir formül üretilemediğine göre bunun böyle devam etmesi de kaçınılmazdır. O yüzden ülkeyi yönetenlerin bu olaya böyle bakmasında benim için anlaşılmaz bir taraf yoktur. Farkında olalım ya da olmayalım bir şeylerin iyi gitmesi için bu çok önemli bir şey. Asıl önemli olan bela olanların bela olmaktan vazgeçtiği gün kötü bir gün demektir.

sinn Zeki Demirkubuz ke ğa do da ' ta ar Isp da ın 1964 yıl si nra İstanbul Üniversite so en kt di çir ge tı ya ha tili bir okul la taburada ilk kez sinemay 12 Eylül Darbesi yaşanmasaydı ne değişirdi sizce, ve ı nd za ka ni si' lte kü ı bugün daha farklı olur muydu? İletişim Fa lığ an ist as en tm ne yö sonra bir dönem Bu konu benim için çok önemli. Öncelikle benim hanıştı. Mezun olduktan çıkış ok'la(1994) büyük bir Bl Ci film ilk uz yatım daha farklı olurdu. Bunu kişisel olarak söylüyoub irk yapan Dem filmleriyle yfa Sa cü ün Üç ve rum. Ama tahmini olarak benim hayatım daha iyi t iye um yakaladı. Ardından Mas iği kt çe ı ın rıs olmazdı ben daha mutlu olamazdım. Tırnak içinde söyşa ba nışan yönetmen lemek gerekirse ben kendi var oluşumu böyle bir musiuluslararası ödüllerle ta arak 2009 yılında Kısol n So . di tir et m betle edindim. Darbe olmasaydı tutuklanmayacaktım, va de filmlerle n şim’u uz ub irk m De tutuklanmasaydım hapishane yaşamını yasamayacaktım, kiki Ze n kanmak filmini çeke şiliğimi etkileyen şeylerle karşılaşmayacaktım, insana dair raltı dilerde ise yeni filmi Ye temel şeyleri öğrenemeyecektim başka bir insan olacaktım. sına çıkmaya Amacım 12 Eylül’ü savunmak değil ama benim hikayemde sinemaseverlerin karşı böyle bir karşılığı var. hazırlanıyor

12 Eylül öncesini ve darbe dönemini anlatan bir çok film var. Sizce 12 Eylül sinemaya o gün yaşanıldığı gibi mi yoksa bugüne olan etkileriyle mi aktarılmalı? Bunu romanlara ve filmlere sıkıştırmaya gerek yok. 12 Eylül’ün eleştirisini yapmak o kadar zor değil. Filmlerin bile iyilik kötülük ekseninde işlediği bir tema. Deklare ettikleri hukuku bile yok sayarak yaş büyüterek idam eden, kadınlara tecavüz eden bir şeyi anlamamak mümkün değil. Cumhuriyeti 80 yıllık pratiğinde ordunun, güvenlik güçlerinin görevi muhalif olanı ezmek darbe yapmaktır. Ben daha 15 yasındayken bunu tahmin edebiliyordum ve Vietnam zindanlardaki direnişi okuyarak kendimizi hazırlıyorduk. Ama köydeki amcam bile yaşadıklarından askerin ne yapacağının farkındaydı. Benim için açıklığa kavuşturulması gereken şudur: Muhalif olduklarını iddia edenlerin, devrime inanların 13 Eylül’de o hale nasıl geldikleridir

Zeki Demirkubuz ve sineması üzerine düşündüğümüzde, Dostoyevski sizin için bir başlangıç noktası mı? Öyle ama klasik bir hayranlık değil. Bu adamların değeri Albert Camus’un dediği gibi gerçek kirli ve aşağılık da olsa onu boyamadan tutma cesareti göstermek. Dostoyevski’nin değeri kirli ve kötü olan gerçeği boyamadan dokunma cesareti göstermesi. Bana verdiği esin kaynağıyla bütün sorularımın peşinde genel cevaplara başvurmadan yürümeme yardım ettiği için Dostoyevski’yi seviyorum. Gerçeğe dokunabilen biri olursak yeniden ayağa kalkacak gücü bulabileceğimize inanıyorum.

Bugün Pınar Sağ bir konserinde söyledikleri yüzünden yargılanıyor. Başbakan bir heykele “Ucube” diyebiliyor. Bugün tiyatroda var olan sansürü açıkça görebiliyoruz, sinemada buna ne kadar maruz kalıyorsunuz? Ülkemizde özgür bir sanat ortamı olduğunu söyleyebilir miyiz? Ben asla olamayacağını düşünüyorum. Burada mesele Kars’taki heykel ya da Pınar Sağ’ın başına gelenlerden öte bir anlam taşımaya başlıyor. Ben de zaman zaman bir şeylere uğradım ve yarın da başka şeyler yaşayabilirim. Ama bu benim derdim olmaz. Savunduğum ve idealize ettiğim sanata baktığımızda sanatın özü egemen düşüncenin egemen yaşayış ve kültürlerin karşısında ve kendine has gerekçelerle ortaya çıkmış bir gerçektir. Tabi bunu onaylamıyorum. Ama buradaki temel ayrım o söyleme diyecek ben söyleyeceğim o bana yapma diyecek ben yapacağım ve bunun mücadelesini kendime özgü bir ahlakla vereceğim. İnsanların gurur duyduğu birçok müzik, film bu baskıların sonucu ortaya çıkmıştır. Ama tarihte onlar değil baskının karşısında oluşanlar kalmıştır.


Kampüs 11

Kampüs sayfamızın ikinci konuğu Karadeniz’in en köklü üniversitesi Karadeniz Teknik. Bu sayfada Trabzon’daki üniversiteli arkadaşlarımızın imkanlarını, yaşadıkları zorlukları göreceğiz. Karadeniz’in de katiller yetiştirmek isteyenlere inat Karadeniz’in umudu olan KTÜ’nün asi ve onurlu öğrencileriyle üniversitelerini konuşma fırsatı yakalıdık.

Merak edenler için

Karadeniz Teknik Üniversitesi sü’nde 1852 kişilik kapasitesi bulunan KYK yurtları üniversitenin ihtiyacını karşılamaktan oldukça uzak. Barınma imkanlarının sınırlı olması ise üniversitelileri pahalı özel yurtlara ve kiralık evlere mahkum ediyor. Beslenme Kanuni kampusunda bulunan, taşeron bir firma tarafından işletilen 800 kişilik yemekhanede öğle ve akşam yemekleri verilmektedir . Yurtkur öğrencileri yemekhaneden diğer üniversitelilere gore daha ucuza yararlanmaktadır. Kampüs içinde özel lokantalar ve kantinler de bulunmaktadır. Sağlık KTÜ'de sağlık güvencesi olan-olmayan tüm üniversitelilere hizmet vermek zorunda olan bir Mediko-Sosyal bölümü mevcuttur. Ancak burası tedavi hizmeti veremeyen sadece sevk verme görevi üstlenen bir kuruma dönüşmüştür. KTÜ 'de üniversitelilerin sağlık hizmetleri üniversite bünyesindeki tıp fakültesinden veya şehirdeki devlet hastanelerinden karşılanmaktadır. Ulaşım KTÜ' de üniversiteliler için en büyük problemlerden biri de ulaşım sorunudur. Sanayi kuruluşlarının çok az olması ve bunun sonucu olarak gelişen minibüsçülük, belediye hizmeti olarak toplu taşımanın gelişmesini engellemiştir. Üniversitenin Kanuni Kampüsü’ne toplam iki güzergahta toplu taşıma gerçekleştirilmektedir. Bu güzergah-

lardan birinde belediye otobüsleri hizmet verirken diğerinde ise özel otobüsler çalışmaktadır. Önceki yıllarda belediyenin Meydan-KTÜ hattı bulunurken, şehir merkezinde yapılan çevre düzenlemesi gerekçesiyle bu hat iptal edilmiş, ulaşım hizmeti daha zorlu bir hal almıştır. 3 km bile olmayan Meydan-KTÜ dolmuş hattı ise 1.25TL'lik ücreti nedeniyle üniversitelileri mağdur etmektedir. Sürmene Deniz Bilimleri Fakültesi’nde okuyan üniversiteliler için işler daha da zor. Burada okuyanlar derslerine gidebilmek için çoğunlukla otostop yöntemini kullanıyor. Sosyal-Kültürel Faaliyetler Merkez kampüste bulunan Atatürk ve Osman Turan kültür merkezleri fiziki olarak yeterli yapılar olmasına rağmen etkinlikler, özel organizasyon şirketleri tarafından, en az 20 liralık ücret karşılığında yapıldığı için üniversiteliler etkinliklerden yararlanamıyor. Üniversitelilerin bağımsız olarak tiyatro, konser, dinleti, sergi, film gösterimi yapmaları ise bir dönem tamamen imkansız iken, son dönemde kimi sınırlamalarla birlikte bu alanlar üniversitelilerin kullanımına açılmıştır. Şehirde bulunan Devlet Tiyatrosu'nda her sezon iki veya üç yeni oyun sergilenmektedir. Her yıl yapılan uluslararası Karadeniz Tiyatro Fesivali ise üniversitelilerin ilgisini fazlasıyla çekiyor.

K

TÜ Öğrenci Kolektifi Kadın Atölyesi 3 yıl sürdürdüğü bağımsız kadın çalışmasıyla; üniversiteli kadınların sorunlarını ve taleplerini gündeme taşıdı. İnsaniye adlı kadın dergisi, tiyatro ekibinin çıkardığı oyunlar, konser ve panel gibi etkinliklerle sürekli gelişme seyri izleyen bir kadın çalışması yürüten atölyenin KTÜ’de çalışma yapması da kolay olmadı. Yönetimden salon alamayan kadınlar; yağmur, soğuk demeden üç hafta süren oturma eylemi ve imza kampanyası sonucu haklarını kazandılar. Kadın Atölyesi şu an Üniversiteli Kadın Kolektifi ismiyle çalışmalarını yürütmektedir.

Karadeniz deyince, tarihsel ve kültürel geçmişiyle akla ilk gelen şehir olan Trabzon, farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış, şehir kültürü açısından derin geçmişi olan bir kenttir. Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) ise geniş akademik personeli ve kalabalık öğrenci nüfusuyla, kampüsü ve sosyal tesisleriyle Trabzon'un kalbi konumundadır. Ancak KTÜ' nün sunduğu imkanlar Trabzon ile sınırlı değildir. Özellikle, üniversite bünyesinde bulunan Farabi Tıp Fakültesi Doğu Karadeniz'in hemen bütün illerinden gelen insanlara hizmet vermektedir. 1800 akademik personel, 14 fakülte, 1 konservatuar ve 3 entitüsü ile KTÜ yaklaşık 40000 üniversiteliye akademik eğitim vermektedir. Artvin Çoruh Üniversitesi, Giresun Üniversitesi, Ordu Üniversitesi, Gümüşhane Üniversitesi ve Rize Üniversitesi Karadeniz Teknik Üniversitesi'nden ayrılarak kurulmuştur. KTÜ, üniversiteliler için hayli güç bir ders geçme sistemi uygulamaktadır. 2 vize,1 final olan sınav sisteminin yanı sıra, şimdiye kadar 2 olan dönem sonu bütünleme sınavı hakkı bu yıl 3’e çıkartılmıştır. Geçtiğimiz yıl uygulanmaya başlanan 1.80 barajının iki yıllık eğitim sürecinde tutturulamaması halinde bir üst sınıftan ders alınamamaktadır. Barınma Merkez kampus olarak bilinen Kanuni Kampüsü’nde 3274 kişilik, Fatih Eğitim Fakültesi Kampü-

A

KP Karadeniz başta olmak enerji bahanesiyle Hidroelektrik santralleri (HES) kurulmasını sağlayarak suyun kullanım hakkını şirketlere devrediyor. Buna karşı yöre halkı sularına sahip çıkmak için büyük direnişler yürütüyor. Üniversiteliler de yöre halkının yanında mücadele ediyor. Geçtiğimiz yıl mücadelenin en aktif bölgelerinden olan Fındıklı’yı ziyaret eden üniversiteliler, yağmur altında kalabalık bir toplululukla 7-8 km yürüyüşle köyleri gezdi. Bir Öğrenci Kolektifleri için düzenlenen köy eğlencesine katılarak, köylülerle tanışma ve dayanışma imkanı bulan üniversiteleler, okullarında yapılmak istenen HES panellerine gidip yöre halkınız sesi oluyor şirket sahiplerinin HES’leri aklamalarına izin vermiyor.

Trabzon’un uslanmaz muhalifleri KTÜ Öğrenci Kolektifi KTÜ Öğrenci Kolektifi'nin kurulduğu günden bugüne yapmış olduğu çalışmalardan bahseder misiniz? KTÜ'de 5. yılını dolduran Öğrenci Kolektifi çalışması ilk zamanlarda harç paralarının dışında alınan kayıt paralarına karşı yapılmıştı. Bugün hala paralı eğitimin üniversitemizdeki karşılığı kayıt parasına karşı mücadeleyi inatla sürdürüyoruz. Piyasalaştırma karşıtı mücadele başlıklarımızdan bir diğeri de üniversitenin tüm sosyal alanları ücretli, yurt imkanları ve kültürel faaliyetler yetersiz. Tüm bunlara karşı topyekün çalışmalar yürütüyoruz. Alternatif bir yaşam göstermek amacıyla üniversitelilerin ücretsiz bir şekilde katılacağı etkinlikler düzenliyoruz. Hrant Dink suikastı, Rahip Santoro cinayeti, linç girişimleriyle gündeme gelen Trabzon’da çoğu zaman muhalefetin en önünde sizleri görüyoruz, zor olmuyor mu?

RÖ POR TAJ

Kolektif çalışmasına başladığımız ilk yıllarda en ufak bir panel, tiyatro bile baskı ve saldırıların artması için yeterliydi. Tüm bunlara rağmen inat, ısrar ve özgün mücadele biçimleriyle kendimizi var etmeyi başardık. Üniversitede düşünce ifade etmek

bile zorken, bugün artık üniversitelilerin hakları için eylemler yapabiliyor; üniversite ve şehir merkezinde sokak tiyatroları düzenleyebiliyoruz. Hatta Kolektif bünyesinde tiyatro atölyesi kurarak oyunlarımızı, üniversiteli arkadaşlarımızla paylaşıyoruz, turneler düzenliyoruz. Muhalefetimizi o kadar büyüttük ki ulaşım zamlarını iki kere geri çektirdik ve yapılması düşünülen zamları durdurduk. Tabi gençlikten korkanlar karşımıza soruşturmalarla ve faşist saldırılarla çıktı. Açılan soruşturmalar sonucu bir çok kez cezalar aldık; ama bu cezalar genelde fiili ve hukuki mücadelemiz sonucunda geri çekiliyor. 2009 yılında üniversitenize gelen İsrail’in Ankara Büyükelçisini yumurta atarak ilk yumurtalı eylemlerden birini gerçekleştirmiştiniz. Filistini işgal eden ve katliamlar yapan İsrail büyükelçisi üniversitemize geldiğinde sessiz kalamazdık ve büyükelçiyi yumurtaladık. Bu, direnen Filistin halkına, üniversitelilerden bir dayanışma selamıydı. Aynı zamanda İsrail’e karşıtlığıyla halkı kandırıp, ikili anlaşmaları devam ettiren AKP’ye samimi bir cevaptı. Yumurtayı bir sembol olarak seçtik, çünkü yıllarca insanları füze ve bomba yağmuruna tutanların masum birkaç yumurtadan nasıl ürkeceğini görmek ve göstermek; böylece kendi yaptıkları zulümle yüzleşmelere katkıda bulunmak istedik. Yaptığımız eylem sonucu hakkımızda açılan kamu davasında mahkeme yaptığımız protes-

toyu demokratik bir tepki olarak değerlendirip beraatimize karar verdi. Hidroelektrik santrallere karşı olarak çalışmalarınız olduğunu biliyoruz. Son olarak Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nu protesto ettiğinizde, polisin ve özel güvenlik biriminin saldırısına uğradınız. Yaşananları bir de sizden dinleyelim. HESlerin bölgemizde yarattığı çevresel tahrip geri dönülmez sonuçlar doğurmak üzere; bizler de buna karşı yükseltilen mücadelenin bir parçası olarak sesimizi yükseltmeye çalışıyoruz. “Heyelanlar ve Su Taşkınları” adlı bir sempozyuma katılmak üzere gelen Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’na yaptığımız protesto bunun en güncel olanıydı. AKP ’yi düzmece ÇED raporları ve sermaye için uyguladığı kolaylıklarla en büyük sorumlu olarak görüyoruz. Üniversitelerimizin, doğamızı katletmek için bilgi üretmesini ve bilim insanları kimlikleriyle halkı kandırmalarını kabul etmiyoruz. Üniversitenin onuru için tepkimizi gösterdik yumurtalarımızla karşılık verdik. Sonucunda polis ve özel güvenlik saldırısına uğradık, göz altına alındık. Ama Karadeniz halkı, HES karşıtı platformlar, sendikalar, dernekler yaptığı açıklamalarla yanımızda olduğunu gösterdi.

2


Türkiye halkları kolay kolay unutmaz bağımsızlık, özgürlük ve eşitlik için mücadele edenleri. Hayatlarını hiçbir çıkar gözetmeden bu uğurda adayanları. İşte onlardan biridir Ulaş Bardakçı. O Kasımpaşalı, yalancı Davos Fatihi Başbakan gibi bir yandan emperyalizme el pençe divan durup arkasından sahte kabadayılık yapmamıştır hayatı boyunca. Üniversite okumak için gittiği ODTÜ’de emperyalistleri karşılayıp Vietnam kasabının aracını ateşe veren de o olmuştur, Türkiye Devrimi için düştüğü yolda İsrail Baş konsolosunu kaçırarak Filistin halkıyla ‘one münitlik’ değil gerçek dayanışmayı gösteren de. İşte bu yüzden vurmuşlardır onu 19 Şubat 1972’de. Ancak ölüm onu sadece vurmakla tükenmeyenlerin kervanına dahil etmiştir.

Tarih

12

Korkuları boşa değil

Genclik hep basa . belaydı .

K

imi zaman üniversitelerini AKP’lilere bırakmamak için ‘kuzu’lu yumurta festivalleri düzenlerken oturdu gençlik ülke gündeminin en tepesine, kimi zaman Başbakanın davetli ÖTK’larla yaptığı görüşmeyi protesto etmek için Erzurum yollarında yaşadıklarıyla. Ancak bu yaşananlar ne ilk ne de son. İşte gençliğin onurlu tarihinin kısa öyküsü Gençlik sokağa iniyor Gençlik Türkiye siyasi tarihi boyunca militanlığıyla, kararlılığıyla toplumsal muhalefetin en önünde durmuş, yaratıcılığı ve geliştirdiği yeni eylem çizgileriyle toplumsal muhalefete yön vermiştir. Gençlik 1950’li yıllarda Türkiye’yi küçük Amerika yapmak isteyenlere karşı var olan kısıtlı hakları korumak için tüm toplumun sözcüsü olarak “Hürriyet” sloganlarıyla çıkmıştır sokağa. Bundan rahatsız olanlar ise ilk kez bir öğrenci eylemini kana bulayarak Turan Emeksiz’i katletmiştir. Ancak gençlik geri adım atmamış bu çıkışını 60’lı yıllarda da devam ettirmiştir. Özellikle tüm dünyayı etkisi altına alacak olan ve ‘68’ kuşağı olarak adlandırılacak olan dönemde anti-emperyalist

çizgi Türkiye gençliğinin militan ve yaratıcılığıyla çok büyük eylemlilikler gerçekleştirilmesini sağlamıştır. Gençlik 6.Filo’nun denize dökülmesi ve Vietnam Kasabı Kommer’in arabasın yakılması gibi eylemlerle bir yandan emperyalizme karşı bağımsızlık isteyenlerin sesi olurken, bir yandan da yeni bir militan çizgi oluşturulup hakkını arayanlara yol göstermiştir. Hemen ardından gelen onlarca grev ve işçi eylemi bu yol göstericiliğin en güzel kanıtıdır. Gençlik halka kalkan oluyor 1970’li yıllardan 12 Eylül’e kadar geçen süre ülkemiz gençliğinin toplumsal muhalefetin öncüsü olduğunu bir kez daha göstermiştir. Vietnam kasabının arabasını yakan ateş tüm ülkeyi sarmış, işçilerden köylülere, sanatçılardan aydınlara kadar herkes yeni bir dünya mücadelesinin peşine düşmüştür. Bunu engellemek isteyenler ise sivil faşistleri halkın üstüne salmış, kitle katliamları birbirini takip etmiştir. Gençlik böyle bir ortamda mahallelerden üniversitelere kadar halkın üzerine kalkan olmuş ve faşist dalganın kırılması için elinden geleni

Commer yangını 1969 ABD’nin Vietnam’da yürüttüğü haksız savaşta öldürdüğü binlerce insan bütün dünyada Amerikan karşıtı anti-emperyalist bir hava esmesine neden olmuştu. Vietnam’da öldürdüğü 20.000 insanla ‘Vietnam Kasabı’ unvanın alan Kommer ise Türkiye Büyükelçisi olarak atanmış ve hedef olarak ODTÜ’yü seçmiştir. Kommer kendi nezdinde ABD işgalini işgalini kabul ettirmek için 6 Ocak 1969’da rektörün gizli davetiyle ODTÜ’ye gelir ancak gençlik bu işgale sessiz kalmaz. Önce Kommer’in arabası ters çevrilir sonra Sinan Cemgil’in atkısını Taylan Özgür tutuşturarak arabayı ateşe verir. Gençlik bu eylemle emperyalizme karşı halkların bağımsızlık, özgürlük ve barış talebinin temsilcisi olmuştur.

‘O günlerdeki gibi’ 1987 12 Eylül darbesinin ardından gençlik demokrasi taleplerini dile getirmek için Öğrenci Dernekleri kurarak mücadele etmeye başladı. Gençliğin kımıldamayan yaprakların kımıldattığını görenler ise yasa teklifiyle Öğrenci Derneklerini bulunduğu üniversitenin rektörlüğüne bağlamayı bu sayede Öğrenci Dernekleri’ni işlevsiz kılmayı düşündüler. Ancak yaklaşık 2000 öğrenci 14 Nisan 1987 günü ‘Tek Tip Dernek Yasası’na karşı Laleli’den Beyazıt’a doğru eyleme geçti. Eyleme saldıran polis 63 kişiyi gözaltına aldı, 31 kişiyi tutukladı. Ertesi gün yaşanan saldırıları protesto etmek için 5000 üniversiteli Kızılay’da buluştu, yaklaşık 500 üniversiteli ise Beyazıt Meydanında 3 günlük açlık grevi gerçekleştirdi ve mücadelenin sonunda yasa geri çekildi. Gençlik kararlılığı ve militanlığıyla hem 12 Eylül’ün ölü toprağını gençliğin üzerinden kaldırmayı hem de toplumsal muhalefete bir kez daha yol göstererek deyim yerindeyse ‘yeniden doğuşu’ yaratmayı başardı. Ertesi günkü gazete başlıkları ise gençliğin gerçekleştirdiği eylemin ne kadar önemli olduğunu vurguluyor ve sanki bir yerlere haber veriyor gibidir : ‘Tıpkı o günlerdeki gibi’.

İtfaiye değil “İşgal Kulesi” 2003

yapmıştır. 12 Eylül darbesinden sonra da gençliğin kararlılığı ve militanlığından hiçbir şey eksilmemiştir. Özellikle üniversitelerden yükselen faşizme karşı demokrasi talebi ve gerçekleşen kitlesel eylemler demokrasi isteyenlere umut olmuş, karanlığı parçalayan gençlik 89 Bahar eylemleri ve Zonguldak Maden Yürüyüşünün yaratıcıları olmuştur. Gençlikten neo-liberalizme karşı HAK barikatı Gençlik 1990’ların başından itibaren neo-liberal saldırılara karşı hak mücadelesi diyerek toplumsal muhalefette yeni bir algı oluşturdu. Neo-liberal saldırıların okullardaki karşılığı olan paralı eğitime karşı Meclis’te pankart açmaktan okul işgallerine, harçlara karşı büyük direnişlerden, kampanyalara kadar bir çok yeni ve yaratıcı yöntemler deniyen gençlik ilk saldırı dalgasını durduramasa da yavaşlatmasını bildi. Bugün de gençlik aynı militanlık ve yaratıcılıkla yoluna devam ediyor. Sizce de SBF’deki yumurta festivalinden sonra her eylemde yumurta görmek yada AKP’li bakanların şemsiyesiz gezememeleri bu yaratıcılığın en güncel hali değil mi.

Özellikle İstanbul Üniversitesi öğrencilerin tepesine en çok çıkmak istediği ama asla izin alamadığı Beyazıt İtfaiye Kulesi 20 Mart 2003 tarihinde Öğrenci Koordinasyonu tarafından işgal edildi. ABD’nin demokrasi naralarıyla Irak’a girip bugüne kadar milyonlarca insanın ölümüne yol açan savaşın başladığı dönemde gençlik ‘Katil ABD, İşbirlikçi AKP-Bu Ülke Bu Halk Satılık Değil’ diyerek katliama ortak olmadı ve Beyazıt Kulesi’ni işgal etti. Gençlik ezilen halkların yanında olduğunu ve emperyalist savaşlara izin vermeyeceğini bir kez daha herkese göstererek hafızalardan kolay kolay unutulmayacak bir eyleme daha imza attı.

İsyan etmenin bir diğer adı : Yumurta

2010 Öğrenci Kolektifleri 9 Aralık 2010’da Ankara Üniversitesi SBF salonunda yeni bir festivalle tanıştırdı herkesi. AKP’nin üniversitelerle ilişkisinin sorgulandığı bir dönemde AKP’nin Anayasa Komisyonu başkanı Burhan Kuzu ‘yavuz hırsız’ edasıyla protesto edileceğini bile bile SBF’ye geldi ve tüm Türkiye’ye unutulmaz bir gün yaşattı. Gençlik yumurtalarıyla üniversitedeki AKP işgaline dur dedi, öğrencileri coplayıp, gazladıktan sonra bunları ‘ileri demokrasi’ için yaptıklarını söyleyenlerin maskelerini yırtıp attı. Ama en önemlisi yumurta AKP’nin neo-liberalizmine ve gericiliğine dur demenin, AKP’ye karşı çıkmanın sembolü oldu. Gençlik yaptığı eylemle AKP’nin mağduru olan herkese özne olmanın yolunu gösterdi. Artık atanmayan öğretmenlerden, taşeron işçilere kadar herkes AKP’den hesap sormak için ceplerinde yumurta ile geziyor

Devletin fermanı bastıramaz isyanı 1996 1995-1996 yükseköğretim yılında neo-liberalizmin eğitimi paralılaştırma politikalarının bir sonucu olarak harçlara yapılan %350’lik zam üniversitelilerin büyük tepkisini çeker ve birçok ilde eylemler düzenlenir; ancak gençlik bu eylemlerle yetinmez ve militan bir eylem yaparak 29 Şubat 1996’da meclisi işgal eder. Eylemde açılan ‘Harçlara Hayır’ pankartı bir anda parasız eğitim talebini ülkenin bir numaralı gündemi haline getirtir. Bu talebin tüm ülkeye yayılmasını engellemek isteyenler ise çözümü gençliğe gözdağı vermekte bulmuş ve eylemi gerçekleştiren Öğrenci Koordinasyonu üyelerine toplam 96 yıl hapis istemiyle tutuklamıştır. Bu süreçte aydınlar, sanatçılar öğrencilerin serbest bırakılması için ‘Devletin fermanı bastıramaz isyanı’ diyen öğrencilerle birlikte mücadele etmiş ve büyük bir kamuoyu baskısı yaratılarak öğrenciler haklarında kesilen 96 yıllık ceza işlevsiz bırakılmış cezayı kesenleri yargılanır hale düşürmüştür. Bu eylemdeki asıl başarı ise neo-liberalizmin saldırılarına karşı gençliğin sessiz kalmayacağının göstermesi, saldırı dalgasını yavaşlatması ve parasız eğitim talebini politik bir eksen haline getirmesinde gizlidir.


Bilim

Türkiye 2009'da tam üyelik için CERN'e (Avrupa Nükleer Araştırma Örgütüne) başvuru yaptı, aralık ayında yapılan çalışma sonucuna göre Türkiye'nin 5 yıl içinde CERN'e tam üye olabileceği bildirildi. Türkiye'nin gözlemci ülkeler arasında bulunduğu CERN'e üye 20 ülke var. 1954 yılında kurulan CERN'de 10 binden fazla fizikçi çalışıyor. Türkiye ise burada yaklaşık 100 fizikçi ile temsil ediliyor.

Bu da mı olmuş?

Halk özel için haber bilim

Bilim insanları, kanserin vücutta yayılmasına yardımcı olan ‘saldırgan' bir geni tanımladılar. WWP2 adlı bu gen, normalde vücutta bulunan ve kanser hücrelerinin yayılımını engelleyen doğal proteinlere saldırarak onları etkisiz hale getiriyor. Doğu Anglia Üniversitesi’nden araştırmacılar, bu geni bloke edecek doğru ilacın kullanımının, kanserin yayılma süreci olan metastaz aktivitesini engelleyerek bir çok kanser hastalığını önleyebileceğini düşünüyorlar.

Ders kitaplarına toprak bulaştı

Gençlik Bahçesi

C satılıyor mu ?

anlı bireylerin kalıtsal karakterlerini taşıyıp ortaya çıkışını ve nesilden nesile aktarılmasını sağlayan, genetik yapının en küçük parçasına gen denir. Genler ile ilgili çalışmalar 1900'lü yılların başına dayanmaktadır. Genlerin kimyasal kökenini oluşturan DNA'nın yapısına yönelik derinliğin çözülmesinden sonra canlılarda genom çalışmaları başladı. Genom çalışmalarında kaydedilen önemli gelişmeler sonucu artık bilim insanları hastalıklarla savaşılabilecek, genler yoluyla ilaç üretebilecek ve aynı türler arasında hatta farklı türler arasında da gen nakilleri yapılabilecek hale geldi. Gen sömürgeciliği başlıyor Genetik alanda devrim sayılacak bu çalışmaların ekonomik getirilerinin boyutlarının ortaya çıkması ile birlikte, gen çalışmaları birçok şirketin iştahını kabarttı ve genlerin piyasalaştırılması için adımlar atıldı. 1971 yılına kadar uzanan gen patentleme, ilk başlarda yargıdan geri dönerken daha sonra PTO'nun (U.S. Patents And Trademark Office) çok hücreli canlıların hepsinin patentli olmaya aday olduklarını gösteren bir karar çıkarmasıyla genlerin patentlenmesi kolaylaştırıldı. Genlerin patentlenmeye baş-

durularak bir sulama programı çıkarıldı. Vadi halkıyla kolektif bir çalışmayla yapılan dikimde, geleneksel tarım yöntemleri yerine, bilimsel teknikler kullanıldı. Bu yöntemler sayesinde bahçeden alınan verim arttırılmış oldu. Çift yönlü bir öğrenim ilişkisi içinde dikimi ve bakımı yapılan bahçe, ilk ürünlerini 1-1,5 ay gibi bir süre sonucunda verdi. Üniversitelilerin projesini 1969’da Hakkari’de yapılan Devrimci Gençlik Köprüsü”ne benzeten vadi halkı projeye “Gençlik Bahçesi” adını verdi. Bahçede “okumuş insan” ve “halk”, yan yana çapa sallıyor. Sermayenin istekleri doğrultusunda oluşturulmaya çalışılan mühendis profili çöpe atılıp, bilgisini halk için kullanan mühendis adayları, üniversitede öğrendiklerini bu bahçede halk için uyguluyor. Bunun yanında üniversiteliler vadi halkı ile beraber bir başka proje daha geliştirdi. Gençlik Bahçesi’nin yarattığı ekonomik değer, bir tavuk kümesi ile arttırılacak. Üniversiteliler oluşturacağı tavuk kümesi ile vadi halkının mutfak masraflarını daha da düşüreceği gibi vadi halkıyla bu kümesin işletilmesini de sağlayacak.

lamasıyla birlikte gen tekelleri oluşmaya başadı. Böylece bilim insanlarının patentlenen gen üzerinde yaptığı her çalışmada veya bu genin kullanıldığı her tedavide, geni ele geçirmiş olan şirket para alıyordu. Bu konuda pek çok halk sağlığı yetkilisi, genlerin patentlenmesinin moleküler genetik alanda çalışan diğer araştırmacıları engelleyeceği ve yaşam kurtarıcı ilaçlara gereksiz yere aşırı maliyet yükleyeceği düşüncesindeydi. Böylece bilim insanlarının araştırmaları sınırlanırken aşırı maliyet yüzünden tedavi kapıları yoksullara kapanacaktı. Ayrıca birden fazla ürün oluşturma olasılığı olan genlerin patentlenmesi de önemli bir başka olumsuzluk olarak görülüyordu. Bu alanda çok çarpıcı bir örnek bulunmaktadır; HIV virüsünün hücre içine alınmasında rol oynayan genin patentlenmesi. Bu gen üzerinden günümüzde AIDS'e karşı ilaç geliştirilirse, patent sahibine büyük miktarda para ödemek zorunda kalınacak. Gen tekelleri kurulup genler patentlenirken, aynı zamanda da gen sömürüsüne karşı halk protestoları meydana geldi. Panama'da Guayni yerlisi bir kadının hücre kültüründen türemiş bir virüsün AIDS ve lösemide yararlı olabileceği düşüncesiyle patentlenmesi üzerine Guayni halkı bu

durumu protesto etti. Bu protesto Birleşik Devletler patent uygulamasını geri aldırmaya zorladı. Ancak gen patentleme, geri dönmeyecekleri ve bu kar kapısından vazgeçemeyecekleri bir pazardı artık. Gen patentlemenin en önemli boyutlarından biri de emperyalist güçlerin az gelişmiş ülkelerde bulunan doğal biyolojik zenginliklere göz dikmesidir. Özellikle Güney yarımkürede bulunan bir çok geri kalmış ülke çok büyük doğal biyolojik zenginliklere sahip. Çok uluslu şirketler de bu biyolojik zenginlikleri hemen hemen hiçbir karşılık ödemeksizin parselledi, daha doğrusu zorla gasp etti. Mesela, bir eczacılık şirketi tarafından gasp edilen gül rengi Cezayir Menekşesinin belli kanser sağaltmada ilaç olarak kullanılabilen bir özelliği içerdiği keşfedildiğinde, eczacılık şirketi önemli kazançlar elde ederken doğal zenginliğe sahip Madagaskar hiçbir kazanç elde edemedi. Gen piyasası gittikçe büyürken ve geleceğe yatırım yapar hale gelirken, üniversitelerle sanayi girişimleri arasında şaşılacak derecede hızlı ve tehlikeli biçimde değişimler gerçekleşmektedir. Böylece, bilimsel düşüncenin ve araştırmaların merkezi olan üniversitelerimizde, gen piyasasının kıskacına düşmeye başlamıştır.

Hayal Kırıklığı

uygun ekim zamanı ve sebze türleri belirlendi. Etüt çalışmaları sonucunda Dikmen Vadisi Barınma Bürosu yakınlarında bir dönümlük alanda ilk “bahçe” oluşturuldu. Bahçedeki ölü toprak tabakasının yumuşatılması için pulluk kullanılarak sürüm yapıldı. Topraktan çıkan ve ekimi engelleyen yabancı ot ve taşlar temizlendi. Toprak yüzeyi ve altı drenaj modelleri kurmak, toprak erozyonunu asgariye indirmek, sulamayı kolaylaştırmak ve bahçedeki fazla toprağı en yararlı biçimde dağıtmak için tesviye işlemi yapıldı. Fidelerin dikiminin planlanması aşamasında karık açma yöntemi kullanıldı. Bu yöntem sayesinde hem fideler planlı bir şekilde ekilmiş oldu, hem de karık sulama yöntemiyle bitki kök boğazının ıslatılmasının önüne geçildi. Ayrıca bu sulama yöntemiyle suyun verimi arttırıldı, su tasarrufu sağlandı ve bitki hastalıkları engellenerek fidelerin sağlıklı büyümesi sağlandı. İlk etapta toplamda 2000 domates, biber, patlıcan ve hıyar fidesi, oluşturulan bahçeye ve çeşitli gecekonduların bahçesine dikildi. Toprakta azot miktarı eksik olduğu için azotlu gübre kullanıldı. Toprak yapısı ve iklim koşulları göz önünde bulun-

Ö

lümün eşiğinden dönenlerin ışık parıltıları gördüklerini veya hayatın gözümün önünden bir film şeridi gibi geçtiğini söylemesi, bugüne kadar hep dini sebeplerle açıklanıyordu. Ancak Slovenyalı bilim insanlarının yaptığı araştırmalara göre, ışık görmelerinin sebebi aşırı karbondioksitin etkisiyle halisünasyon görmeleri olduğu ortaya çıktı.

Tanıtım

Üniversitelerde sermaye yararına bilim üretimi adım adım ilerliyor. Üniversitenin halk yararına bilim üretme misyonu yok edilirken üniversitelerde içi boş gelecek hayallerinin pazarlandığı kariyer etkinlikleri kendisini, gösteriyor. 14 Nisan 2010’da Dışkapı Kampüsü’nde kariyer günleri düzenlenmiş ve bu etkinlik, üniversiteliler tarafından protesto edilmişti. Üniversiteliler bu eylemden sonra, bilimin halkla buluşturulması için bir proje geliştirdi. Projede Dikmen Vadisi’nde barınma hakkı mücadelesi verenler ile üniversiteliler aynı bahçede kazma salladı. Üyelerinin çoğunluğunu Ziraat Fakültesi öğrencilerinin oluşturduğu Dışkapı Öğrenci Kolektifi, bilimsel tekniklerle oluşturduğu bahçeyle Dikmen Vadisi halkının mutfak masraflarını düşürdüğü gibi, sağlıklı sebze tüketimine olanak sağlıyor. 2010 yılının Mayıs ayında, hayata geçirilen proje de üniversiteliler çalışmalarına çeşitli bölgelerden alınan toprak ve su örneklerinin analiziyle başladı. Analiz sonucunda toprak için en

GENLERİMİZ

13

E

ge Üniversitesi Doğa Gözlem Topluluğu 2008 yılında kuruldu. Teknolojinin insan hayatını her alanda sınırladığı bu dönemde, doğaya ve kendine yabancılaşan öğrencileri doğayla bütünleştirmeyi amaçlayan E.Ü. Doğa Gözlem Topluluğu, sadece bununla kalmayıp kurdukları "evrim çalışma grubu" ile evrim etkinlikleri düzenliyorlar. Topluluk, üniversite bünyesinde olmasına rağmen yapılan gezi ve etkinliklerin giderleri kendi ceplerinden çıkıyor.


AKP’ye yakınlığı ile bilinen Çalık grubunun başında olduğu Sabah Gazetesi’nden ‘şimdilik‘ 60, Habertürk Gazetesi’nden 100 çalışanın işine son verildi. Çıkartılan isimlerin çok büyük bir kısmı AKP’ye muhalif olan gazeteciler. Sabah yönetim kurulu Başkanı ise işten çıkartılmaları ‘Bildiğiniz gibi yeniden yapılanma süreçleri bazı kadro değişikliklerini kaçınılmaz kılmaktadır’ diyerek kamuoyuna duyurdu. Seçimlerin yaklaşacağı önümüzdeki aylarda ise AKP medya silahını daha fazla kullanabilmek için işten atılmaları daha da artıracak.

14

Medya

Medyanın uzatmalı günah keçisi : Kadınlar 8 Mart’a günler kala namus adına şiddet haberlerinin pek çok örneğiyle karşılaştık. Bu haberlerin gazetelerde ve haberlerde yer alma biçimi; kullanılan dil ve imgeler çoğunlukla ya bu şiddete sebep olan asıl dinamikleri görünmezleştiriyor ya da bu şiddeti yeniden üretiyor. “Katili Töreymiş!” başlıklı haberlerde cinayetlerin asıl faillerinin görünmez kılınması, töre kelimesiyle bu cinayetlerin Kürt kültürüne ait bir unsur olarak gösterilmesi, “aşk cinayeti” ifadesiyle katlin romantikleştirilmesi malumumuz. Son olarak Ayşe Paşalı cinayetiyle; namus adına işlenen suçların medya tarafından ele alınışına şahit olduk. Bu haberlerde mağdur bir kadın portresi çiziliyor, haberler bu yazıklanmalardan besleniyor. Kadının maruz kaldığı şiddete karşı mücadelesiyse kendine hiç yer bulamıyor ya da zavallı bir son çırpınış olarak gösteriliyor. Bu tip haberlerde namus kavramını en çok meşrulaştıran dil ise şiddete uğrayan kadınların aslında “ne kadar namuslu” olduklarını anlatan yakınların acı dolu beyanları. Pek çok haberde namus adına işlenen bu cinayetlerin namusun yanlış ve kötü bir tanımından ileri geldiği iddia edilerek ve “asıl namus” tanımlanarak sonlanıyor. Böylece medya bir taraftan ataerkiyi içselleştirdiği bir dille de olsa cinayetleri lanetliyor, bir taraftan da “ölmeyi hak eden” ve “hak etmeyen” kadın prototipleri oluşturuyor. Bu prototipler yalnızca namus adına şiddete maruz kalan kadınların konu edildiği haberlerle sınırlı kalmıyor. Son olarak, Defne Joy Foster’ın ölüm haberi üzerinden medyada eşzamanlı yer alan namus adına şiddet haberlerine benzeyen bir dille, ölmeyi hak etmek- etmemek eksenli tartışmalara tanık olduk. Hıncal Uluç’un “Su testisi su yolunda kırı-

lır” diyerek alevlendirdiği bu tartışmalar kadın bedeni ve yaşamı üzerindeki eril müdahalenin medyadaki dramatik örneklerindendir. Hıncal Uluç’tan fışkıran ataerkil öfke, hem bu “su yolu”nun nasıl bir yol olduğundan bahsediyor hem de bu yoldan gideceklerin akıbetinden. Evli, üstelik de “anne” olan bir kadının gecenin bir vakti kocasından başka bir erkeğin evinde olması; kadının bedenini, anneliğini, gecesini gündüzünü belirleyen ve yargılayan toplumsal dinamikleri harekete geçiriyor ve teşhir ediliyor. “Orada ne işi olduğu merak konusu” diyen haberler genç bir kadının ölüm haberini kadınların nerede hangi işle meşgul olmaları gerektiğini kodlayan normların içselleştirildiği bir imgeye dönüştürüyor. Bu hikayeleştirmeler ve teşhircilik medyada yeni değil elbette. Ancak Defne Joy Foster’in ölüm haberinde tartışmaların iki tarafı da; lafı iyi olmuş demeye getirenlerle onları kınayanlar genellikle ataerkil kodları aşamamakla kalmıyorlar, kadının “kutsal anne” olarak rolünü yeniden üretiyorlar. Çeşitli programlarda Defne’nin ne kadar iyi bir anne olduğunu anlatan bir arkadaşı hala çocuğunu emziren Defne gibi bir annenin iddia edilenleri yapacağına inanmadığını söylüyor. Hıncal Uluç’un öfkesine gelen yanıtlardan birinde onun gibi “ailesi, karısı, seksi” olmayan bir adamın hıncının da böyle olacağı söylenirken, ataerkil bir öfke yine eril bir kod olan “kutsal aile-evlilik” gibi klişelerle gerekçelendiriliyor. Bir kadının ölümünün ardından, onun ölümünü, bedenini, cinselliğini anneliğini yargılayan, aileyi ve anneliği toplumsal normlarla kutsayan medyanın “iki ucu ataerkinin şiddetine bulanmış tartışması” kalıyor.

Kurulduğu 2004 yılından beri sosyal medyada yeni bir kapı açan ve şu an 400 milyondan fazla üyesi olan facebook liderliği kaptırmış değilse de popülerliğini yavaş yavaş yitiriyor ve yerini 140 karakterlik sosyal ağa yani twitter’a bırakmaya başlıyor. Kullanım açısından Facebook’a göre daha özel bir kitleye hitap eden twitter birçok sanatçı, gazeteci ve siyasetçi tarafından da kullanılıyor. Sosyal ağların gücünü fark eden milletvekilleri, rektörler, bakanlar ve belediye başkanları twitterı kullanarak birbirleri ile atışmaya, kendilerince “halk ile kaynaşmaya”, seçim propagandası yapmaya veya ne yiyip içtiklerini çok önemliymişçesine yazmaya başladılar.

İnternetin sanal meclisi Obama’nın seçim kampanyasının bir aracı olarak kullanmasıyla başlayan ve siyasetçiler arasında dalga dalga yayılan twitter’ın Türkiye’deki ayağı ise 140 kelimelik sert polemikler ve suni gündemler ile oldukça özgün bir şekilde ilerliyor. “Twittercı” siyasetçilerin başını 134 bin takipçiyle Abdullah Gül çekiyor. Abdullah Gül’ün sosyal paylaşımdaki genel algısı öğüt vermek üzerine: “Bayram öncesi hepinize bir mesajım var. Uzun bir tatil olacağı için herkesin trafik kurallarına uyması çok önemli.” Her ne kadar Tayyip Erdoğan “Bu işler twitter mwitter ile olmaz. Tezek kokusunu hissedeceksiniz” diye buyurduysa da AKP’li vekil, bakan, belediye başkanı ve

@06melihgokcek

Sinema severlere: filmadami.com 2009’ da yayın hayatına başlayan filimadami.com oldukça kapsamlı bir film içeriği sunuyor. Bu sayede kısa sürede arşivcilerin gözbebeği haline gelen sitede 13.000’e yakın film ve dizi kayıtlı. Bir grup üniversite öğrencisi tarafından kurulan sitede, basit bir üyelik işleminden sonra büyük bir film arşivine ulaşmanın yanı sıra çeşitli şekillerde -özgün bir senaryo,

sürpriz sonlu, kült film, yönetmen filmi ve daha birçok başlık altında- kategorilendirilmiş filmleri de inceleyebilirsiniz. Film listeleri kısmında popüler, son eklenen ve çeşitli film listelerini bulmanız mümkün. Siteye sinemayla ilgili yazılar yazabilir; film araması yapabilir, ismini hatırlayamadığınız filmleri sorabilir, sitenin size film önermesini isteyebilirsiniz.

rektörler klavye başında vakit geçirmeyi tercih ediyorlar. 34 milletvekili ile twitter savaşlarında AKP en güçlü cepheyi oluşturuyor. Tayyip Erdoğan’ın tersine Devlet Bahçeli ve Kılıçtaroğlu da twitter kullanıyorlar. Kılıçtaroğlu her zamanki rolü olan iddiasız eleştirici olarak twitterda yerini alırken kendi seçmeninin sorularına bile cevap vermemeyi veya her zamanki gibi durumu “yuvarlamayı” tercih ediyor. Devlet Bahçeli ise matematik hesaplarına yenisini ekleyip duruyor: “Bir yazın yanına üç sıfır ekleyin. Sıfırlardan birisi zeka ve kabiliyet, diğeri bilgi ve eğitim, sonuncusu birikim ve tecrübe olsun. / Bulduğunuz 1000 sayısından biri silerseniz kalan üç sıfırdır. Bir anlam ifade ediyor mu? Hayır. Öyleyse bir (1) size göre ne olmalıdır?”

Twitleyemediklerimizden misiniz? Onlarca milletvekili, bakan ve belediye başkanı el ele vermiş, internet alemini “şenlendirirlerken”; karşılarına çıkan “internet muhalefetine” bile dayanamıyorlar. Twitter’da kendisine sorulan yolsuzluk sorularıyla baş edemeyeceğini anlayan Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Melih Gökçek’in avukatı aracılığıyla “hakaret davası” açacağını söylemesi, aynı twitterda AB Genel Sekreterliği Müşaviri Yasin Ekrem Serim’in başbakanı ıslıklayarak protesto edenlere “Böyle bir şerefsizlik yok. Nankörsünüz... Kimin sayesinde o statta maç izliyorsunuz. Kim yaptı lan o stadı size. Türkiye siyasetinde olduğu gibi twitterda da popülerliğini asla kaptırmayan Melih Gökçek; hızlı çıkışı, cevapları ve sanal dünyada da yarattığı fırtına ile otuz AKP’li gücünde bir twittercı. Gökçek üye olduktan sonraki 13 günde tam 20 bin takipçi edindi. Üye olur olmaz karşılaştığı tepki mesajlarının neredeyse hepsine “cevap yetiştirmeye” çalışan Gökçek uğraşamayacağını anlayınca çözümü buldu: dava açmak. Gökçek twitter’a

Gerizekalı, kuş beyinliler” demesi twitter demokrasisinin sınırlarını da şimdiden gösterdi. Televizyonlarda, gazetelerde, radyolarda görmekten bıkarken bir de karşımıza internette çıkan siyasetçiler “karşılıklı iletişim”, “ulaşılabilir olmak” kandırmacaları ile iki tık ötede bile olsalar; insanların sorunlarına gözlerini kapadıkları, fikirlerini bastırdıkları sürece internette; ancak kotasız ego şişirebilecekler. “Geyikleri” ise şimdiden internette dolaşmaya başladı. İşte yüksek siyaset twitlerinden bir kaçı:

Tavla oynuyorum. Tavlayı merak eden arkadaşlar için şöyle söyleyeyim 5-2 kaybettim ama iyi taraf olan bendim.(Önder Sav, yenilgiyi hiçbir platformda kabul etmezken…) Sevgili Dostlar, bu kadar yeter, gidin biraz alışveriş yapın, eğlenin; vergilerimiz artsın :-))) (Ahmet Davutoğlu, bu sefer ekonomiyi çözmeye çalışıyor) Rahmetli Menderes 1959'da AB'ye ilk imzayı attığında, Türkiye'nin kişi başına düşen geliri 400 dolardı, bugün çok şükür 11.000'nin üzerinde. (Egemen Bağış, çok şükür…) “Bugun üniversitede hava biraz gergin. İki grup dalaşa hazır. Güvenlik alert. Polis cevrede. Bizim dönemimizin delikanlıları olsaydı (!)” (İstanbul Üni. Rektörü Yunus Söylet, bir öğrencisinin kafası gericiler tarafından yarılırken odasından twitliyor) kendini o kadar kaptırdı ki, takipçilerini yarıştırarak, Özel Kalem Müdürlüğü’nü ilk arayan 20 erkek ve 20 kadınla yemek yedi. Ardından da Ankara Milli Kütüphane’nin yakınlarındaki Gökkuşağı Yolu’nun adını “Twitter Sokağı” olarak değiştirileceği açıklamasını yaptı. Gökçek gece saat 3’lere kadar makam odasında “twit yanıtlıyor”. Ankara halkı ise Gökçek’in alavere-dalavere usulü, soyguncu belediyecilik anlayışı ile baş etmek zorunda kalıyor.

Yeni Nesil Kütüphaneler : Scribd ve İssuu “Basılı yayıncılığın sonu geliyor mu?“ tartışmaları bir yana dursun, dijital kopyalar hayatımızda fazlasıyla yer kaplar oldu. Pdf, doc, html, resim dosyaları, xls, ppt formatlı dosyalar ders notlarıyla, ödevlerle üniversitelilerin hayatında fazlasıyla yer tutuyor. Scribd.com ve issuu.com adlı

web siteleri ise birçok digital kopya dökümanı yükleyebileceğiniz siteler içerisinden en yaygın olanları, hatta dökümanlar için youtube diyebiliriz. On binlerce e-kitap, dergi , sunum, katalog, akademik yayın, festival ve etkinlik programlarıyla çok zengin yeni nesil digital kütüphanelerde buluşmak üzere.


ültür Ksanat..

7 yıl aradan sonra Ortaçgil "Sen"le Yedi yıldır yoğun konser temposu nedeniyle albüm yapamayan Ortaçgil "Sen" isimli yeni albümünü çıkarttı. Türkiye’de müziğin önemli isimlerinden biri olan Bülent Ortaçgil'in yeni albümündeki tüm söz ve besteler sanatçının

kendi imzasını taşıyor. Albümde müziklerin yanında şarkı sözlerinin şiirselliği de göze çarpıyor. "Sen" albümünün bir başka özelliği ise 14 kişilik bir yaylı grubuyla çalınmış olmasıdır.

15

. Sanatin Gundemi Konuk Yazar MAHMUT HAMSİCİ

Herkes kendi festivaline

AKP’nin kültür sanat sınavı

T

arih kralların, padişahların, diktatörlerin yakıp yıkma, yasaklama öyküleriyle dolu. Yaşam tarzından konuşmaya, sanattan edebiyata kadar hayata değen birçok konu egemenlerin iktidarını güçlendirme araçlarından olmuştur bu güne kadar. İnsanın kendisiyle birlikte var ettiği tüm bu değerler, kıyısından köşesinden tam orta yerine kadar insan yaşamının her yerinde ve insanlık var olduğu sürece devam edecektir. Durum böyle olunca etki alanı ve gücü bu kadar yüksek değere sahip kültür- sanat alanı üzerinde çokça tartışmanın yürümesi kaçınılmaz olmuştur. Bir süredir sosyal- kültürel yaşam alanları ve yaşayış tarzı ile ilgili birçok tartışmalı konu gündemde. Son olarak Tayyip Erdoğan'ın bir sanat eserine “ucube heykel” demesi AKP'nin bu yaşam alanına nasıl müdahale ettiğini ve hangi amaçla kullandığının bir kez daha açıkça göstergesi oldu. Erdoğan, 2011 yılının ilk ‘Halka Sesleniş Konuşması’nda: “Cumhuriyet tarihimiz boyunca, sanatın, sanatçının, sanat eserinin en fazla değer gördüğü, itibar gördüğü, korunduğu, kollandığı ve desteklendiği dönem,

açıkça ifade ediyorum ki, hükümetimiz dönemidir.” diyerek sanata ve sanatçıya verilen değeri anlatmaya çalıştı. Bu sözleri söyleyen aynı Başbakan bir başka tarihte Kars Sarıkamış'taki Belediye Başkanı tarafından yaptırılan ancak hala tamamlanmamış olan “İnsanlık Anıtı'nı “ucube”ye benzeterek derhal yıkılmasını ve yerine güzel bir park yapılmasını buyuruyor. Bu AKP’nin sanata yaptığı ilk saldırı değil, 1994 yılında da yine Mehmet Aksoy tarafından yapılan Ankara Altınpark’taki ‘Periler Ülkesinde’ isimli heykele Ankara belediye Başkanı Melih Gökçek tarafından müstehcen olduğu gerekçesiyle ‘Ben böyle sanatın içine tükürürüm’ diyerek parktan kaldırtmıştı. AKM, Emek Sineması, şimdilerde de Beyoğlu’nun en eski sahnelerinden olan Muammer karaca Tiyatrosu’nun yıkılması gündemde. Bu olaylar kimseyi şaşırtmamış olsa gerek. Çünkü bu sanata, kültüre, edebiyata, düşünce özgürlüğüne yapılan ilk müdahale değil. Bugün AKP manevi değer, kültür, gelenek gibi temaları egemen kılmak istediği kendi kültür anlayışı çerçevesinde zorla değiştirmeye çalışıyor. Tayyip Erdo-

ğan’ın kullandığı tüm bu söylemler AKP’nin milliyetçi- muhafazakar kesimi kendi politikaları etrafında taraflaştırmaya ve aynı zamanda bu kesimin güvenini kazanmaya dönük hamlelerdir. Kendisinin de açıkça dile getirdiği, muhafazakâr kültürü zorla topluma dayatıyor. Amaç milliyetçimuhafazakar, kapalı bir toplum yaratmaktır. AKP’den sanat ödülleri! AKP'nin kültür- sanat politikaları tabi ki sadece bu sözlü saldırılardan ibaret değil. Bugün herhangi bir tiyatro oyununda, karikatür dergisinde Tayyip Erdoğan ile ilgili eleştiri yapmak neredeyse imkansız. Yapılan her eleştiri Erdoğan tarafından dava açılarak karşılığını buluyor. Oyunlarında söyledikleri şarkıda “İşportacı Tayyip” ifadesi geçtiği için Beyoğlu Kumpanyası'ndan 16 kişiye Erdoğan tarafından dava açılması, yine Laz Marks'ın oyuncusu Haldun Açıksözlü'ye oyundaki bir sahneden dolayı “başbakana hakaret” davası açılması bunlardan sadece birkaç örnek. Karikatür dergilerine açılan onlarca dava da 'özgür ifade' ortamının başka bir örneği.

Gençlik Filmleri Festivali

yoluna devam ediyor! Bu yıl ilki düzenlenen “Uluslararası Gençlik Filmleri Festivali” geçtiğimiz Aralık ayında üniversitelilerle buluştu. İstanbul, İzmir ve Ankara’ da 21 Aralık’ta, Eskişehir ve Kocaeli’nde ise 27 Aralık’ta yapılan açılış gecelerine ve sonraki üç gün boyunca süren gösterimlere üniversitelilerin katılımı yoğundu. Yaklaşık 4000 üniversiteliyle buluşan festivalin açılış geceleri, birçok aydın, sanatçı ve akademisyenin katılımlarıyla gerçekleşti. Birçok üniversite kulübünün de destekçisi olduğu festivalin açılışlarında bu kulüplerde sahne alarak çeşitli gösteriler yaptılar. İlkay Akaya, Bulutsuzluk Özlemi, Marsis, Dejavu gibi isimlerin sahne aldığı açılışlarda, üniversiteli müzik grupları da konserler verdi. İstanbul ve Eskişehir açılışında ise Tayyip Erdoğan’a yılın yalancısı dalında Altın Yumurta Ödülü verilerek, bu ödülü üniversitesine geldiğinde kendisine iletmek üzere Öğrenci Kolektifi’nden bir üniversiteli aldı. Festival her yerdeydi Tümüyle gençliği konu alan filmlerden oluşan festival kapsamında 14 uzun metraj, 2 belgesel ve 12 kısa film olmak üzere 28 film üniversitelilerle buluştu. Özellikle “Genç Yönetmenlerden Kısa Filmler Kuşağı” büyük ilgi gördü. Genç yönetmenleri üretmeye ve ürettiklerini sergilemeye çağıran Gençlik Filmleri Festivali’nde ilk kez gösterim fırsatı bulan kısa filmler yer aldı. Filmler üniversitelerde ve kültür merkezlerinde gösterilirken, yönetmen ve oyuncuların katılımıyla gerçekleşen özel gösterimler de yapıldı. Liseler de bu yıl ilk kez bir festivale ev sahipliği yaptı. İstanbul ve İzmir’de festival birçok liseliyle buluştu. Festival filmleri İstanbul’un birçok lisesinde belirli aralıklarla

gösterimde olacak. Üniversiteli gönüllülerden oluşan Kolektif Sinema ekibinin yürütücülüğüyle yapılan festival ilerleyen yıllarda da yoluna devam edecek. Festival gönüllüleri yıl boyunca film çözümlemeleri, sinema tarihi, alt yazı ve çeviri gibi teknik konularda kurdukları atölyelerde bir araya gelecekler. Gençliğin festivalini yaygınlaştırmaya! Beş ilde geride bırakılan festival, yıl boyunca birçok üniversiteyi dolaşacak. Mart ve Nisan ayında Gençlik Filmleri Festivali Mersin, Zonguldak, Samsun, Antalya ve Edirne’de gösterilecek. Festivalin gösterimleri sadece bu illerle sınırlı kalmayacak. Sinemayı her üniversiteli için ulaşılabilir kılmak yine üniversite öğrencilerinin elinde. Bu yüzden Kolektif Sinema ekibi tüm üniversitelilere çağrı yapıyor: Gençliğin festivalini tüm üniversitelerde yaygınlaştıralım! Festivale ev sahipliği yapmak, gönüllü olmak isteyen herkes; bir sonraki festival için çalışmalarını sürdüren, tartışmalarını genişleten Kolektif Sinema ekibine katılabilir. Festival çalışması yapmak için genclikfilmlerifestivali@gmail.com adresine mail atabilirler.

Geçtiğimiz günlerde İstanbul’un sokakları yine kentte düzenlenen bir festivalin afişleriyle donatılmıştı. Memleketin tek bağımsız film festivali olma iddiasının sahibi !f İstanbul, izleyiciyi bağımsız filmler izlemeye çağırıyordu. Festival, ‘!f 10 Yıldır Mahallede’ sloganı ve programındaki anti-kapitalist temalı filmlerle alternatif bir etkinlik izlenimi veriyordu. Tabii yerseniz! Ünlü Roman şarkısı ‘Bizim Mahalle’nin nakaratından hareketle ancak kendi yalıtılmış, zengin goygoycu mahallesinin sakini olabilecek festival bu ‘alternatif’ etkinliği Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, Nokia’nın, Turkcell’in sponsorluğuyla, ABD Konsolosluğu’nun desteğiyle AFM salonlarında, biletlerin 13 TL olduğu seanslarla gerçekleştiriyordu (Gerçi geçen yıllarda yine İstanbul sokaklarında Alman devrimci sanatçı Bertold Brecht’nin ‘Banka kurmanın yanında banka soymak nedir ki?’ sözünün ve bünyesinde bir bankayı da barındıran Koç Grubu’nun logolarının birarada yer aldığı afişler de görmüşük zamanında. O sıralar İstanbul Bienali’nin 11.si düzenleniyordu ve teması doğrudan kapitalist sistemi sorgulamaya yönelik etkinliğin ana sponsoru Koç Grubu’ydu). Aslında ortada istisnai bir durum yok. Artık özellikle büyük kentlerde dört yanımız iddialı kültürel etkinliklerle çevrili ve bunların hemen hemen tamamı masum kültürel etkinlikler değil, özellikle de festivaller. Türkiye 1990’lı yıllarda her alanda ortaya çıkan yeni kültür-sanat festivalleriyle tanıştı. Aşağı yukarı benzer dönemlerde dünyanın dört yanında ‘festivalizmin’ yaygınlaşmasıysa tesadüf değildi, aynı dönemlerde neo-liberal küreselleşme projesinin yaşama geçirilmesinin tesadüf olmadığı gibi. Bu döneme uygun olarak bir her alanda olduğu gibi kültür alanında da piyasalaşma süreci hızlandı. Sermayenin ve sanatın bu döneme kadar ayrı kalmış tüm alanları ortaklaşmaya başladı. Şirketler için bu alan biçilmiş kaftandı. Kendileri için cüzzi miktardaki paralarla hem birçok vergiden muaf olabiliyor hem de ulusal ve uluslararası çapta prestij kazanı-

yorlardı. İzleyicilerin iyiden iyiye bir müşteriye dönüştüğü bu etkinlikler neo-liberal kent yaşamının kurulmasına da fayda getiriyordu. Festival projeleriyle kentlerin parlatılarak ulusal ama daha çok da küresel sermayeye pazarlanması süreci işletiliyordu. Öte yandan festivaller çalışma biçimleriyle gönüllülük duygusunun ve kamu yararının esas olduğu kültürel etkinlik anlayışına da darbe vurmuştu. İşte bu ahval ve şerait içinde, Türkiye bir festival bolluğunu yaşamaya başladı. Aynı dönemde paralel olarak yapılmak istenen gerçekten alternatif ve bağımsız festival etkinlikleriyle ilgiliyse (başarılı bazı küçük, yerel festivalleri bir kenara bırakırsak) sponsor olmadan, giriş ücreti almadan, ‘eleman çalıştırmadan’ ve sistemin bazı aygıtlarıyla ‘bir takım ilişkiler’ kurmadan asla böyle etkinliklerin düzenlenemeyeceği anlayışı hakim kılındı. Alternatif ve bağımsız olma etiketli festivaller dahi kültür endüstisinin bir parçası olarak ortaya çıktı. Ancak 2000’lerdeki bazı pratikler bu tezleri çok güçlü bir şekilde çürüttü. Bu minvalde irili ufaklı örneklerden bahsetmek mümkün ama yalnızca biri başka bir festivalin mümkün olduğunu göstermek için yeterli. Altı yıl once ortaya çıkan Uluslararası İşçi Filmleri Festivali (İFF) yalnız Türkiye’de değil dünyada bir örnek model yarattı. Sponsoru olmayan, etkinliklerden giriş ücreti almayan, gönüllü emeğine dayanan, sanatın bir grup elit tarafından üretildiği ve erişildiği anlayışını ortadan yaran, Türkiye’nin dört yanını dolaşıp on binlerce insanla buluşan bir festival… Başta herkesin hayal dediği festival her geçen yıl daha da güçleniyor. Çiçeği burnundaki Gençlik Filmleri Festivali’yse (GFF) geçen aylarda alternative bir kültür alanının inşasına kampüslerden, amfilerden, dersliklerden muazzam bir katkı koymuşoldu. Görüyoruz ki oluyor, başarılıyor ve sanatın yaşamlarımızı besleyici, dönüştürücü gücü bu tür etkinliklerle gün geçtikçe daha fazla insana değiyor. Ne diyelim? Herkes kendi yoluna, kendi politikasına ve de tabii ki kendi festivaline…


Gericilik artıyor üniversiteli kadınlar

esitlik istiyor .

AKP'nin kadına yönelik cinsiyetçi politikaları artarak "şok" açıklamalar ve akabinde gelişen yeni uygulamalarla pratiğe geçiyor. Bu saldırılar AKP'nin milletvekilinden, polisine hatta akademisyenine kadar geniş bir yelpaze içinde vücut buluyor. En son tartışma konusu olan Prof. Dr. Orhan Çeker'in "Dekolte giyene tecavüz ederler" açıklaması üniversitelerde yaygınlaşan gericiliği kanıtlarken türban uygulamasının kadını kapatıp neleri "özgürleştirerek" önünü açtığını gösteriyor. Çeker'den önce KYK Başkanı Hasan Albayrak'ın "Akşam 9'dan sonra kız çocuğunun ne işi var sokakta" açıklamaları ise üniversiteli kadınlara yönelik baskı araçlarının genişletilmesi yönündeydi. AKP, gericiliği yayma politikalarını inşa ederken temellerini sağlam atmaya çalışıyor. Bunun çarpıcı örneğini Mersin'deki bir lisede, kadın ve erkek öğrencilerin birbirlerine 45 santimetreden daha fazla yaklaşma yasağı oluşturuyor. Bir başka tartışma konusu ise her gün yaşanan tecavüz olaylarına "çözüm" geliştiren AKP'li kadın vekillerinin kanun teklifi olan tecavüzcüyü kimyasal olarak hadım etme önerisiydi. Ancak "hadım etme" önerisiyle tecavüzün bedene, kişiliğe, kadının toplumdaki konumuna olan saldırısının ardındaki cinsiyetçi politika görünmez kılınmıştır. Açılmamış davaların ve rahatça dolaşan tecavüzcülerin bulunması ise yasa teklifinin ikiyüzlülüğünü göstermektedir. Cinsel aşağılamaların en somut örneği ise 27 Ocak'ta Dolmabahçe'ye yürümek isterken gözaltına alınan üniversiteli kadınların üstünü arama bahanesiyle onursuzca yöntemlere başvurulmasıdır. Bu durum toplumsal muhalefetin en önünde yer alan üniversiteli kadınları mücadele etmekten uzaklaştırmak, susturmak isterken AKP'ye muhalefet edenlerin nasıl saldırılara maruz kalacağını gösteriyor. Kadınlar yoğun bir gündem eşliğinde artan saldırılara en güçlü tepkisini vereceği gün olan

8 Mart'a yaklaşıyor.

Nice AKP'linin üniversiteli kadınlara yönelik baskıcı, cinsiyetçi açıklamalarına, uygulamalarına karşın kadınlar üniversitelerde gerçek eşitlik için yerine getirilmesi gereken taleplerini üniversitenin gündemi haline getirdi. "Kız değil kadın yurdu", "Burslarda pozitif ayrımcılık" ve " Kampüslere kadın merkezleri"nden oluşan 3 talepli kampanya süreci 8 Mart'a giderken üniversiteli kadınların politik hattını oluşturuyor. Son zamanlarda AKP eliyle üniversiteli kadınlar üzerindeki toplumsal baskı ve denetleme araçları tırmandırılırken üniversiteli kadınların talepleri somut tartışma zemini oluşturmuştur. Üniversiteli kadınlar AKP'nin üniversitede kadına yönelik saldırı planlarına karşın taleplerini 8 Mart'ta üniversitelerinden sokaklara taşıyacaktır. Taleplerin sürekli takipçiliğini bırakmayacak olan üniversiteli kadınlar, AKP'nin de peşini bırakmayacağını 8 Mart'ta en kitlesel haliyle dile getirecek.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.