Üniversiteli Gazetesi Nisan 2011

Page 1

SAYFA 01

Say› 10

www.kolektifler.net

SœYAH MAV

Nisan 2011

Sessiz kalmayanlar Kolektif’e katıldı

Eğitim hakkını ve geleceğini çalanlara karşı

i t t i b k i l z i s s e s k ı t r A u ülkede gençlik üzerine çokça hesaplar yapıldı. Gençliğin geleceği hakkında karar almasını engellendiler, verdikleri ile yetinmelerini istediler. Gençliği gericiliğe mahkum etmeye, sesini kısmaya çalıştılar, aldıkları tüm kararlara uymalarını beklediler. Gençliğin tükendiğini, teslim aldıklarını düşündüler. Ne yaparlarsa yapsınlar gençliği durduramadılar. Üniversitelilerden, sonra şimdi de liselilerde isyan bayrağını açtı hem de daha güçlü sokakları dolduru-

B

Kolektif >> Sayfa 5

yorlar. Her yeni gün gençliğin yeni isyanları patlak veriyor. Gençlik geleceğini elinden almak isteyenleri iyi tanıyor, üniversiteleri gericiliğin ve piyasacılığın emri altına sokan AKP iktidarından, her sınavda ayrı bir hile deneyen, liselilerin son umutlarını dahi şifreleyerek elinden almak isteyen cemaatten korkmuyor. Çelişkili açıklamalarla kurtulacaklarını sanıyorlardı ama binlerce liseli geleceğini kendi elleriyle geri almaya karar verdi bile. Şimdi geleceğini düşünme sırası ne

Kampüs >> Sayfa 11

yaparsak sesini çıkarmaz diyenlerde. Haksızlıklara karşı sokağa çıkan gençler tükenmediklerini göstererek umut olmaya devam ediyor. Üniversiteliler de üzerine düşeni yapacak. Üniversite amfilerinde onurluca sürdürdüğümüz mücadeleyi büyüteceğiz. Geleceğimize, eğitim hakkımıza, ülkemize sahip çıkmak için üniversitelilerde verdiğimiz mücadelelerimizi birleştireceğiz. Haklarımızı savunmaya devam edeceğiz, gücümüze güveniyoruz.

Sivri Biber >> Sayfa 14

Sanatın Gündemi >> Sayfa 15

Öğrenci Kolektifleri, başlattığı “Yapabileceğin bir şey var” kampanyası ile ülkedeki tüm üniversitelilere seslendi. Gençliğin ülkede yaşananlar karşısında “Ben ne yapabilirim?” diye sorduğu dönemde, “Eğitimi satanlara, padişah özentisine, AKP karanlığına, sesini kısanlara sessiz kalma,

Kolektif’e katıl!” diye cevap verdi. Öğrenci Kolektifleri’nin örgütlülüğünün ve katılım kanallarının arttığı kampanya ile üniversite muhalefeti, AKP saldırıları karşısında daha diri ve örgütlü bir güce kavuştu. Kampanya boyunca açılan standlar ve yapılan etkinliklerle birlikte birçok üniversiteli Kolektif’e katıldı.

Radyasyon iştah kabartıyor Japonya'da Fukuşima nükleer reaktörünün patlamasının ardından nükleer tartışmaları dünyanın gündemi oldu. Çernobil'in ardından Japonya'da da aynı felaketin yaşanması sonucu birçok devlet nükleer santral projelerinden vazgeçti ancak Türkiye bu olayın ardından farkını koydu. Anlaşmalar, ihaleler yapıldı nükleerin yapılması garanti altına alındı. Hatta

önce Sinop ve Mersin'e yapılması planlanan nükleer santral için Fukuşima felaketinin ardından İğneada gibi yeni yerler de keşfedildi. Şimdi AKP açıklıyor "9 büyüklüğündeki depreme dayanıklı olacak" peki kimi kandırıyor. Yüzlerce insan, madenlerde, tersanelerde, OSTİM'de olmayan güvenlik önlemleri nedeniyle can vermişken, güvenlik alacağız demeyin artık size kimse inanmaz.

KIRMIZISARI


SAYFA 02

SœYAH MAVœ KIRMIZISARI

Üniversiteyi birlik olmaya çağırıyoruz AKP’nin gençlik üzerindeki oluşturduğu baskının boyutları artıyor. İşsizliğin boyutları her geçen gün artarken, gençliğin kendini bekleyen gelecek hakkında hiçbir fikri yok. Lise gençliği ise AKP’nin son mağdurları oldular. Liselilerin geleceğe dair umutları sınav kitapçıklarında şifrelenerek ellerinden alındı. Geleceğini ve şifreleri imamdan almak isteyen binlerce liseli haklarına sahip çıkmaya karar verdi. Türkiye’nin dört bir yanında sokakları dolduran liseliler kitlesel eylemlere imza atıyor. Öğrenci Kolektifleri de AKP’nin gençlik üzerindeki planlarını kararlılıkla bozuyor. Müşterileştirmeye ve piyasalaştırmaya karşı kurulan Kolektifler 5 yıldır boş durmadı. Üniversite amfilerinde toplandı önce. Her dönemine onlarca kazanım sığdırdı, harç zamları, kayıt paraları, yemekhane, yurt , ulaşım zamlarını boşa çıkardı hem de defalarca. Kolektifler geçtiğimiz ay Sessiz Kalma ‘Yapabileceğin bir şey var’ diyerek üniversiteye seslendi. Öğrenci Kolektifleri’ ne katıl kampanyasına sessiz kalmayan yüz-

Sorularla KOLEKTİF

lerce üniversiteli mücadele etmeye başladı. Kampanya boyunca yapılan onlarca eylem ve etkinliklerle üniversiteler hareketlendi. Kısa zamanda kolektif hareket etmenin kanıtı olurcasına kazanımlar elde edildi. 16 Nisan’da Ankara yollarına düşüyoruz. Bu sefer daha heyecanlıyız çünkü güçlerimizi birleştireceğiz. Kolektif’in birinci genel kuruluyla beraber onlarca üniversitenin coşkusunu, aklını, deneyimini arkamıza alacağız. Kolektif yeni merkezi organlarıyla artık daha hızlı ve ortak hareket edecek. Yaptığı eylemlerle bu ülkenin yoksullarına, ezilenlerine, üniversitelilerine yeniden umut veren Kolektif için rüzgarı arkasına alma vaktidir. Üniversitenin merkezi örgütünün ilk sınavı bu baharın en güzel günü 1 Mayıs’ta olacak. Hak mücadelesiyle aşınan sokaklar 1 Mayıs’ta tekrar ülkenin en güzel meydanlarında bulaşacak. Yine üniversitenin talepleri üniversitelilerin en kitlesel, coşkulu kortejlerinde bir araya gelecek. 16 Nisan’da AKP’nin ucube iktidarına yumurtalarımızla korku saldığımız Cebeci’de buluşmak üzere.

Son olarak "Yapabileceğin bir şey var" kampanyasıyla üniversitelileri, birlikte daha güçlü adımlar atmaya çağıran Kolektifler, bu kampanya süresince Kolektifi daha iyi tanımak isteyenler için "Sorularla Öğrenci Kolektifi" broşürünü hazırladı. Kolektif’in kurulma amacından, işleyişine, maddi kaynaklarına,

üniversitenin temel sorunlarına nasıl baktığına, kazanımlarına kadar akla takılan birçok sorunun cevap bulduğu broşür, Kolektifle yeni tanışanlar ve Kolektif’i daha yakından tanımak isteyenler için oldukça yararlı olacak. Broşüre Kolektif stantlarından, www.kolektifler.net sitesinden ulaşabilirsiniz.

2

KTÜ ‘bağışlamıyor’ kazanıyor Yumurta atmanın cezası 7bin 80 TL KTÜ'de son zamanlarda yaşanan yoğun hareketliliğin etkisiyle kazanımlar teker teker sağlandı. KTÜ Öğrenci Kolektifi kayıt parası adı altında alınan "zorunlu bağışlara" karşı oturma eylemi başlattı, binlerce imza toplandı ve 2 üniversiteli Trabzon'dan Ankara'ya YÖK binasına otostop çekerek gitti. Tüm bu eylemlilik süreci ise oturma eyleminin 21. gününde rektörün geri adım atması ve ders kayıtlarının yapılacağını söylemesiyle kazanıma dönüştü. Ders kayıtlarını yaptıramayan üniversiteliler zorunlu bağışta bulunmadan ders kayıtlarını yaptırdılar. KTÜ'de yıllardır sorun olan dolmuş fiyatları ve üniversitelilere de sivil tarife uygulanması Öğrenci Kolektifleri'nin yaptığı eylemler sonucu kazanıma dönüştü. Üniversiteliler artık dolmuşlara öğrenci tarifesiyle binebilecek. Ayrıca belediye otobüsü pasosu 7 TL'den 4.5 TL'ye düşürüldü. KTÜ Öğrenci Kolektifi ne zorunlu bağış paralarını ne de fahiş dolmuş fiyatlarını bağışlamadı.

Geçen dönem Anadolu Üniversitesi'nde düzenlenen 'Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı' sempozyumuna katılan Haşim Kılıç'ı konuşması sırasında Öğrenci Kolektifleri protesto ederek yumurtalamıştı. İTÜ'de Tayyip Erdoğan'ı protesto ettiği gerekçesiyle 1 yıl 3'er ay hapis cezasına çarptırılan 18 üniversitelinin hesabını soran öğrenciler gözaltına alınmıştı. Açılan davada ise 2 üniversiteli "kamu görevlisine görevinden dolayı alenen hakaret" gerekçesiyle 7 bin 80'er lira para cezasına çarptırıldı. Haşim Kılıç gibi yakın zamanda yumurtaların hedefindeki bir diğer isim ise Zaman Gazetesi yazarı Mümtaz'er Türköne oldu. Bolu AİBÜ'ye

"Referandum sonrası Türkiye" konulu panelde konuşmacı olan Türköne'ye Öğrenci Kolektifi üyeleri "Sana tavuk yumurtası çok! Bıldırcın yumurtası yeter!" diyerek yumurtaladılar. Üniversitelere artık kolay kolay giremeyen AKP'liler, liberaller, sermayedarlar çözüm yolları arıyorlar. AKP ise köşe bucak kaçtığı, şemsiyelerle korunduğu yumurtalardan kurtulabilmek için üniversitelilere hapis cezaları, para cezaları vererek kurduğu baskıyla yolunun üzerindeki dikenleri kendince temizliyor. Üniversiteliler ise bu baskılara, cezalara rağmen yumurtalarıyla hesap soracaklarını ve hiçbir şeyin taleplerini dile getirmelerine engel olamayacağını söylüyor.

Çerçevelik Ümit Taner Boztepe (Zonguldak Yıldız (Enerji ve Tabii Emniyet Müdür Kaynaklar Bakanı, Eğrisi Yardımcısı kentte artan intiDoğrusu programında nükleer har olayları üzerine üniversite santrallerle ilgili soruları cevaplıile yaptıkları araştırmada keşfetyor.): "ABD'de bekarların evlilere göre tiklerini açıklıyor.): "Kadınların 6 yıl daha az yaşadığı tespit edilmiş. biyolojik yapıları biraz daha farkSigara ortalama insan ömrünü 2.3 yıl, lı. Bizim hissettiğimiz ya da alkol 130 gün, nükleer santrallerin bizim araştırmalarımızda ortalama ömür kaybı ise sadece kadınlar ilgi çekmek için Melih 0.03 gün olarak tespit edilintihara kalkışıyorlar" Gökçek (Twitter'da miş." "CHP'li ve alevi olduğunu

bildiğim halde nikah kıydım" mesajı üzerine takipçileriyle twit atışması.): "Aleviliği ben aşağıladım ise ben şerefsizim, ispat edemezsen sen. Kabul mü?", " Sen bana vatan haini dedin. Seni blokluyorum ve mahkeme de görüşürüz."

Üç ayl›k, yerel, süreli, Türkçe yayin. Kolektif Kültür Yaşam Derneği Ad›na Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹şleri Müdürü Dilan Ögüz Adres ‹stiklal Caddesi, imam Adnan Sokak, No:5,Kat: 5 Beyoğlu/‹stanbul Tel 0 212 245 97 33 e-posta : universitelimp3@gmail.com Bas›ld›ğ› Yer Star MedyaYay›nc›l›k A.Ş Mehmet Akif Mah. ‹nönü Cad. Bas›n Express Yolu Star Sok. No:2 ‹kitelli/‹stanbul Tel :0212 448 82 62 Ücretsizdir


SAYFA 03

Güvencesiz binlerce işçi 3 Nisan da Ankara' da tek ses olup taşerona, 4/B' e, 4/C' ye karşı "Güvenceli iş, insanca yaşam" istediklerini haykırdılar. Grev kazanımları süren Birleşik Metalİş, Dev Sağlık-İş, Petrol-İş gibi 20 emek örgütünün çağrısıyla bir araya gelen işçiler direnişin yeni başladığını, haklarını kazanmak için sonuna kadar mücadele edeceklerini söyleyerek, 1 Mayıs’ta alanlara çağrı yaptılar.

Gün dem SAYFA 3

Önümüzdeki günlerde ülkenin en önemli gündemlerinden birisi 12 Haziran tarihinde yapılacak olan genel seçimler olacak. Tayyip Erdoğan da bütün hesaplarını bu seçimlere göre yapıyor. Gazetecilerin tutuklanması, kitapların yasaklanması seçim öncesi dikensiz gül bahçesi yaratma çabalarının bir sonucu. Ancak hesap yapılırken unutulan bir şey var. O da sandıkta kendisine rakip bulamayan AKP’yi sokakta bekleyen toplumsal muhalefet.

aponya’da yaşanan felaket sonrasında evden çıkmayı yasaklayacak kadar tehlikeli olan nükleer santrallerin doğa ve insan yaşamına vereceği zarar tüm dünya tarafından kabul edilirken Padişah Tayyip Erdoğan bu sözleriyle sonlandırdı yaşanan tartışmaları. Ancak Başbakanın söylediği bu sözler ‘saçmalık’ değil fetret devrine girmiş padişahlık sistemi karşısında yaşadığı çaresizliğin ifadesi. Çünkü ne dış politikada ne de ülke içi siyasette artık işler AKP’nin istediği gibi gitmiyor. Geride bıraktığımız günlerde tüm dünyanın gözü önünde başını İtalya, Fransa ve ABD’nin çektiği emperyalistler, bir Ortadoğu ülkesine daha ‘özgürlük’ getireceklerini söyleyerek Libya’yı işgal etti. İşgalin Türkiyeli ortağı AKP’nin ise sürece dahil olması fiyasko denilebilecek bir şekilde gerçekleşti. Önce işgalde daha fazla rol almak için emperyalistlere “NATO’nun

J

Libya’da ne işi var?” diyerek seslenen AKP hükümeti, kısa sürede gerçek yüzünü göstererek Türkiye’nin ne gerekiyorsa yapacağını belirtti. Ancak işgalle beraber AKP’nin ‘van münit’ şovları da, Arap dünyası için örnek ülke olma hayalleri de tuzla buz oldu. Artık tüm dünya halkları AKP’yi dost değil kendi çıkarları için ülkelerinin işgal edilmesine, insanların öldürülmesine ortak olan bir düşman olarak görüyor. Toplumsal muhalefetin her yükselişinde kendisini kurtarmak için ‘dış politikada harikayız’ diyerek halkı kandırmaya çalışan AKP’nin ise bundan sonra kendisine başka bir yalan bulması gerekecek.

AKP susturmaya çalışıyor Genel seçimler gittikçe yaklaşırken, olası bir mağlubiyetle neo-liberal projelerini yarım bırakmak istemeyen AKP, dış politikada yaşadığı hezimeti içerde de yaşamamak için kendisine çelme takabilecek her kesime gözdağı veriyor. Bunu ise derin devletle ve darbecilerle hesaplaşacağını

söyleyerek başlattığı Ergenekon operasyonları çerçevesinde gerçekleştiriyor. Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanıp, ‘İmamın Ordusu’ isimli kitabın daha basılmadan örneklerinin toplatılması yaşanan saldırının en güncel örnekleri. Ne var ki AKP’nin bu hamleleri kendisini kurtarmaya yetmeyeceğe benziyor. Liberaller bile gazete baskınının ardından taraf olmak zorunda kaldı. Bunun farkında olan AKP ise çözümü gericiliği ve milliyetçiliğin dozunu arttırmakta buluyor. Geçtiğimiz hafta İTÜ’ de gericilerin üniversite öğrencilerine saldırması AKP’nin seçim öncesi politikalarının bir sonucu. Ancak önümüzdeki dönem AKP’yi çok daha zorlu günler bekliyor. Sağlık emekçilerinin eylemiyle ısınan sokaklar, güvencesizlerin, derelerine sahip çıkanların, öğretmenlerin ve üniversitelilerin de sokağa çıkmasıyla iyice hareketlenecek. 1 Mayıs’la birlikte tavan yapacak olan toplumsal muhalefetin AKP’yi bahar sıcağında üşüteceğini söylemek zor değil.

‘İmamın ordusu’ yakıyor dilerde iç siyasette yaşadığı KP uzun zamandan beri sıkışıklıkları aşmak için kullanidarbec ve e derin devletl dığı bir araca dönüşmüş rek söyleye ı lerle hesaplaştığın durumda. Artık AKP kendisioperas bir lı çok geniş kapsam ne ve cemaate muhalif olan yon yürütüyor. “Ergenekon” kesimleri bu operasyonlar arabu n leştirile adı altında gerçek cılığıyla susturmaya çalışıyor. kadar e bugün da operasyonlar Muhalif gazetecilerden Ahmet ri ilişkile k’ ‘kirli ve karanlı Şık ve Nedim Şener’in tutukkamuo nda bulunduğu konusu lanması Ergenekon operasyononlarca olduğu yun hemfikir larına yüklenen yeni misyonun buna Ancak kişi tutuklandı. sonucu. Yine Ahmet Şık’ın temizi çeteler in aldanıp AKP’n cemaatin devlet kurumlarındabir büyük ek lediğini söylem yanılsama olur. Çünkü tutukla- ki örgütlenmesini anlatan ‘İmamın Ordusu’ kitabının nan isimlere yöneltilen suçlabasılmadan toplatılması ve erin bukişil ca malara bakılın Radikal gazetesinin kitabın bir düzenkarşı halka içlerinde ne kopyası var denilerek polis de ne var lar ledikleri katliam tarafından basılması AKP’nin Zaten ler. işledikleri cinayet muhalefet edenleri korkutmak le çeteler de AKP’nin derdi ve sindirmek için geliştirdiği kendi değil, hesaplaşmak araçlardan bazıları. Ancak AKP nı erillası kontrg cemaat eksenli ne kadar uğraşırsa uğraşsın 1977 Mayıs 1 yaratmak. Sivas, muhalif olanları susturamayaların katliam ve 16 Mart gibi cağa benziyor. Kitabın sanal dan tarafın AKP n sorumlularını aleme düşmesiyle birlikte on güncel en aklanması bunun binlerce insan kitabı okumak kanıtı. için indirdi ve gazeteciler daha Neye niyet neye kısmet fazla yanmamak için sokalarda AKP’nin kendi derin devleti- AKP’ye ve cemaate dokunmani oluşturmak için başlattığı ya devam ediyor. Ergenekon operasyonları şim-

KIRMIZISARI

AKP çevre, kent, su, barınma gibi bütün yaşam alanlarına saldırıyor. Yaşanan bu saldırılar karşısında yükselen toplumsal muhalefet, Nisan ayında neredeyse her hafta yapılan kitlesel mitinglerle AKP’ye meydan okuyor. 17 Nisan’da Ankara Kızılay’da bu defa tüm kentsel dönüşüm mağdurları ve barınma hakkı mücadelesi verenler seslerini yükseltecek. Barınma Hakkı Bürosu’nun yapacağı mitinge, yaşlı, genç, çocuk, kadın, erkek herkes barınma hakkı için sokağa çıkacak.

Dokunan yanar ama direnen kazanır

‘Tehlikeli diye tüp de kullanmayalım o zaman arabaya da binmeyelim.’

SœYAH MAV

AYIN

PANORAMASI

Kadın düşmanlığı Her gün en az bir kadının öldürülmesiyle ve kendini bilmez AKP’cilerin açıklamalarıyla, kadın düşmanlığının arttığı su götürmez bir gerçek. Meclisten geçen, tecavüzü hastalık olarak gören, tecavüzcüyü aklayan “hadım yasası” ise beraat eden Üzmezgilleri arttıracak cinsten.

ÖTK’ların sesi Dolmabahçe görüşmelerinde ortaya çıkan, yüksek dozda ‘ileri demokrasi’ nin ürünü ÖTK’ların bugünlerde sesi soluğu çıkmıyor. Üniversitelilerin sesinin en yüksek çıktığı dönemde karabatak gibi görünüp kaybolan sahte temsilcilerden bir dahaki yumurta şenliğine kadar bir ses duyulmayacak gibi.

Devletin güvenilirliği YGS’de yaşanan şifreli kitapçık skandalları ÖSYM’nin, gazetecilere yönelik dayanaksız tutuklamalarsa yargının güvenirliğini neredeyse sıfırladı. Devletin her kademesinde çatlaklar oluşturmaya başlayan ardı arkası gelmeyen şifreli saçmalıklar, kamuoyunun gözünde çoktan notunu alıp sınıfta kalmış durumda.

Sağlık emekçileri

A

‘One minute’ şovu bitti unus ve Mısır halklarının ülkelerindeki diktatörlere ve onların yarattığı neo-liberal yıkımlara karşı T başkaldırmasının ardından bölgede yayılan isyan dalgası Libya’yı da etkiledi ve Libya halkı 16 Şubat’ta milyonlarla sokağa çıkarak diktatör Kaddafi’ye karşı direnişe geçti. Günler boyunca meydanları terk etmeyen Libyalılar birçok şehirde eylem yaptı. Kaddafi’nin muhaliflere saldırması ve Kaddafi ile muhalifler arasında çıkan bu çatışmaların ardından, emperyalistler Kaddafi’nin ‘halka saldırdığını ve Libya’nın özgür bir ülke olmadığını’ söyleyerek 19 Mart’ta Libya’yı işgal ettiler. “Sivillerin korunması” bahanesi ile NATO denetiminde yapılan operasyonlarda şu ana kadar yüzlerce insan öldürüldü. Bundan da anlaşılacağı gibi emperyalistlerin derdi ne özgürlük ve ne de insan hakları. Tek amaçları daha fazla petrol elde etmek ve ekonomik anlaşmaları derinleştirmek. Emperyalistlerin Türkiye’deki ortağı, başta “NATO’nun ne işi var Libya’da” diyen AKP ise işgale tam destek sunuyor. Şu ana kadar 8 bin 360 Amerikalıyı Libya’dan tahliye eden AKP, meclisten tezkereyi çıkardı ve 4 firkateyn, 1 denizaltı, 6 savaş uçağı, bir tankerle birlikte 1100 askeri bölgeye gönderdi. Ayrıca AKP, NATO Komuta Merkezi yapılması için İzmir’i emperyalistlerin denetimine açmış bulunuyor.

Sağlık sisteminde yapılan dönüşüm projeleriyle, sağlığın özelleştirilmesine ve taşeron çalışmaya karşı 25 bin sağlık emekçisi Ankara’da tek ses oldu. Herkes için nitelikli sağlık isteyen sağlık emekçileri, tek çözümün grev olduğunu belirterek önümüzdeki baharda gerçekleşecek, kitlesel grevleri müjdelediler.

Faili meçhullerle mücadele AKP’nin seçimler yaklaşırken ‘Cumartesi Anneleri’yle görüşmesi toplumda karanlık cinayetler aydınlatacakmış görüntüsünü çizmek için ideal bir fikirdi. Ancak sonrasında hiçbir adımın atılmaması, araştırma önergesi veren milletvekillerinin önergelerinin reddedilmesi AKP’nin samimiyetsizliğini bir kez daha açığa çıkardı.


SAYFA 04

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Ahmet Telli ve Nevzat Çelik’in katılımıyla şiir dinletisi ve söyleşi yapıldı. İstanbul Üniversitesi Şiir Topluluğu (İŞİT) bünyesinde yapılan etkinliğe 200’ün üzerinde üniversiteli katıldı. Şairler ve öğrenciler tarafından birçok şiirin okunduğu etkinlikte, Ahmet Telli; şiirin, edebiyatın ve sanatın olduğu yerlerde özgürlüğün olduğunu ve bu yüzden üniversitelerde her zaman böyle faaliyetlerin yapılması gerektiğini ifade etti.

Üniver site SAYFA 4

SœYAH MAVœ KIRMIZISARI

TBMM'de Adana'da, ''Bilim ve Teknoloji Üniversitesi'' kurulmasını öngören tasarı kabul edildi. Tasarı üniversitede, Mühendislik ve Doğa Bilimleri, Havacılık ve Uzay Bilimleri, Denizcilik, Güzel Sanatlar, Tasarım ve Mimarlık, İnsan ve Toplum Bilimleri, Hukuk, Siyasal Bilgiler kurulmasını. Ayrıca kadro ihdasını içeriyor. İçerdiği bölümlerin zenginliğine rağmen “Yeni bir tabela üniversite mi açılacak?” sorusu ise kaçınılmaz akıllara geliyor.

Nasıl bir üniversite istiyoruz?

‘Nasıl bir üniversite?’ sorusuna farklı gerekçelerle verilebilecek birçok yanıt bulunuyor. İki farklı gücün farklılaşan yanıtları bu tartışmaya açıklık getirebilir. Sorunun taraflarından birini görünür temsilcisi Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) olan ve arkasında iktidarın, patronların olduğu bir güç birliği oluşturuyor. YÖK üniversiteye dönük paralılaştırma uygulamalarının, yasakların ve yükseköğretim politikalarının büyük oranda belirleyeni oldu. ‘Nasıl bir üniversite?’ sorusuna bir diğer cevabı da öğrenci hareketi üretmeye çalışıyor. Eşit, parasız, bilimsel üniversite için mücadele eden öğrenci hareketinin demokratik üniversite talebi yıllardır üniversitelilerin ortak noktası oldu. Üniversitelilerin talepleri hükümetler tarafından farklı araçlarla etkisiz kılınmaya çalışıldı. Buna rağmen üniversiteliler haklılığını her geçen gün yeniden kanıtladıkları taleplerin taşıyıcısı oldular. Son sözü öğrencilerin mücadelesi ve bilimin, aklın kolektif biçimde yaratılacak geliştirelecektir

Kendi rekto¨ru¨nu¨ kendin sec¸ Üniversite rektörleri anti-demokratik bir uygulamayla Cumhurbaşkanı tarafından, dekanlar ise Yükseköğrenim Kurumu tarafından gerçekleştirilen atamalarla üniversitenin karar alma mekanizmalarına yerleştirilmektedir. Bu atama usulü ise üniversite bileşenlerinin iradesinin yok sayılması demektir. Demokratik bir üniversitenin anahtarı ise üniversitenin bütün bileşenlerinin; öğrencilerin, akademisyenlerin yönetim sürecine dahil olmasından ve üniversiteyi aldıkları ortak kararlar aracılığıyla yönetmelerinden geçiyor.

U¨niversiteler nerede olmali? Üniversiteler gerçekleştirdiği etkinliklerden, yaptıkları bilimsel çalışmalara kadar bulunduğu şehre adeta can kazandırır. Hatta ülkemizde birçok şehir, içinde barındırdığı üniversitelerle tanınır hale gelmiştir. Ancak uzun dönemden beri üniversiteler ya şehrin dışına inşa ediliyor, ya da şehrin yalıtılmış bölgelerine taşınıyor. Yapılmaya çalışanlar ise üniversitenin doğasına tamamen aykırı. Bilimin halk yararına kullanılması ve üniversitede üretilen kültürel birikimin bütün topluma daha kolay yayılabilmesi için üniversitelerin şehir merkezlerinde olması şart.

U¨niversitede o¨zgu¨r du¨s¸u¨nce

Bugün üniversite öğrencilerinin siyasetle ve toplumsal sorunlarla ilgilenmemeleri için AKP ve onun rektörleri tarafından kapsamlı bir operasyon yürütülmektedir. Her dönemde toplumsal hareketin ilerletici gücü olan üniversiteler AKP ile marjinalize edilmeye çalışılmakta; AKP’den farklı olan düşüncelerini açıkladıkları için öğrencilere cezalar verilmektedir. Ancak özgür düşünce ve tartışmanın kalbi olan üniversitelerin gerçek kimliğine kavuşabilmesi için öğrenciler örgütlenebilmeli ve siyasi görüşlerini ifade edebilmeli, akademik, sosyal-kültürel, bilimsel alanda haklarının önündeki tüm engeller kaldırılmalı, üniversiteler siyasetin üretilebildiği alanlar haline getirilmelidir.

Anadil ve yabanci dilde Tabela u¨niversiteleri Son yıllarda AKP tarafından başlatılan ‘her ile bir eg˘itim üniversite’ kampanyasıyla Türkiye’nin dört bir tarafı-

Bir öğrencinin kendi dilinde düşünmesi, üretmesi ve öğrenim görmesi, eğitim sürecinin verimliliği açısından oldukça önemlidir ancak ülkemizdeki eğitim kurumlarında zorunlu yabancı dil uygulamalarıyla ve anadil yasaklarıyla öğrencilerin sağlıklı şekilde bilimsel üretim süreçlerine dahil olması engellenmektedir. Daha sağlıklı bir eğitim için zorunlu yabancı dil uygulamaları seçmeli hale getirilmelidir. Türkiye'de farklı etnik kökenden birçok dil yaşamaya çalışmaktadır. Üniversiteler ise bu dillerin öğrenilmesi, yok olmaması için bilimsel çalışmalar yapmalıdır. Aynı doğrultuda başta Kürtçe olmak üzere bu coğrafyada yaşayan bütün halkların anadillerinde eğitim görmelerinin önündeki engeller kaldırılmalıdır.

na yeni üniversiteler açıldı. “Taşra üniversiteleri” olarak adlandırılan bu üniversiteler şu ana kadar AKP’nin en önemli övünç kaynaklarından birisi. Ancak ne yazık ki bu üniversitelerin çok büyük bir kısmında övünülecek bir gelişme yok. Aksine açılan bir çok üniversitede öğretim görevlisinden teknik laboratuvarlarına kadar bir çok eksiği var. Hatta bazı üniversitelerde öğrencilerin gidebilecekleri bir fakülte bile mevcut değil. Elbette ki her ilde öğrencilerin gidebileceği bir üniversite olması önemli; ancak bu üniversiteler AKP’nin oy hesabıyla değil nitelikli, parasız, bilimsel ve anadilde eğitim verdiği sürece gerçek değerini bulacak

Barinma sorunu Üniversitelilerin eylemleri sonucunda Abdullah Gül’ün dahi kabul etmek zorunda kaldığı problemlerden biri öğrencilerin barınma sorunudur. Ülkemizdeki üniversitelilerin %60’ından fazlası yaşadığı ilin dışında üniversite hayatını sürdürüyor; ancak binlerce üniversiteli yetersiz ve sağlıksız yurtlar nedeniyle barınma hakkından mahrum bırakılmış durumda. Bu ise üniversitelilerin ya pahalı özel yurtlara ya da gerici cemaat yurtlarına terkedilmesi anlamına geliyor. Kadın öğrenciler içinse yurtlarda yaşanan taciz vakaları ve uygulanan yasaklar yüzünden barınma sorunu can alıcı bir hale dönüşmüş durumda. Çözüm ise yurt sayılarının arttırılarak; parasız, nitelikli bir şekilde üniversitelilerin kullanımına açılması ve cemaat yurtlarının kapatılmasıdır.

Gu¨venlik sorunu Bugün sistemin yaratmış olduğu yıkımdan kaynaklanan güvenlik sorunu elbette ki toplumun her kesiminde olduğu gibi üniversitelerde de mevcuttur. Ancak üniversitede yaşanan polisiye olayların asıl nedeni ‘güvenli’ bir ortam yaratmak değil öğrencilerin muhalif kimliğini sindirmeye çalışmaktır. Bugüne kadar üniversitelerde ne polisin ne de özel güvenlik birimlerinin muhalif öğrencilere saldırmak dışında bir şey yaptığına henüz rastlanmamıştır. Ne var ki üniversitelerde artan baskıların muhatabı muhalif öğrenciler değil bütün üniversitelilerdir. Kampüs girişlerinde öğrencilerin aranmasına kadar varan uygulamalar artan baskının en görünür halidir. Üniversitelerin gerçekten ‘güvenli’ olabilmesi için polisin ve özel güvenlik birimlerinin bir an evvel üniversiteleri terk etmesi zorunludur.

elerde ku¨ltu¨r sanat U¨niversit Üniversiteler öğrencilerin yalnızca akademik anlamda eğitim aldıkları yerler değil, kültürel ve sosyal olarak da kendilerini geliştirdikleri yerler olmalıdır. Bugünse üniversite yönetimleri tarafından öğrencilerin entelektüel üretimlerini yasaklamakta, İstanbul Üniversitesi’nde olduğu gibi Öğrenci Kültür Merkezleri kapatılmaktadır. Üniversitelerin daha fazla entelektüel birikim elde etmeleri ve daha fazla üretim yapmaları için kültürsanat faaliyetlerinin önündeki bütün yasaklar kalkmalı ve üniversite yönetimlerince öğrencilerin gerçekleştireceği etkinliklere gerekli destek sağlanmalıdır. Ayrıca üniversitelilerin kişisel gelişimi daha fazla arttırmak için bulunduğu şehirdeki kültür-sanat etkinlikleri üniversite öğrencilerine parasız bir hizmet olarak verilmelidir.


SAYFA 05

Libya’da Kaddafi diktatörlüğüne karşı başlayan halk ayaklanmasına müdahale eden NATO ve işbirlikçisi AKP’yi üniversiteliler protesto etti. Öğrenci Kolektifi Edirne ve Isparta’da ortak bir basın açıklaması, Muğla da ise yemekhanede alkış eylemi yaptı. İstanbul’da ise Fransız Konsolosluğu önüne benzin bırakılarak, NATO’ nun asıl amacının barış olmadığı, enerji kaynaklarına sahip olmak olduğu vurgulandı.

Ko lek tif SAYFA 5

SœYAH MAV

KIRMIZISARI

İTÜ’de Anadolu Gençlik Derneği üyeleri “Yapabileceğin bir şey var“ kampanyasını duyuran Öğrenci Kolektifi üyesi 3 kişiye saldırdı. Sonraki günlerde tekrar saldıran gericiler, üniversitelilerin kararlı duruşuyla okuldan çıkmak zorunda kaldılar. İTÜ’ yü gericiliğe bırakmayan yüzlerce İTÜ’lü bilime, özgürlüğe sahip çıkacaklarını söyleyerek okulda bir basın açıklaması gerçekleştirdiler.

Üniversiteliler ‘Kolektif’ dedi

Üniversite öğrencilerinin büyük bir çoğunluğu hem üniversitede hem de ülkede yaşanan gelişmeler karşısında ‘Ben ne yapabilirim? diye sormuştur kendi kendine. Öğrenci Kolektifleri’nin başlattığı kampanya bu soruya verilen en güzel cevap: “Eğitimi satanlara, padişah özentisine, sesini kısanlara, AKP karanlığına sessiz kalma. Yapabileceğin bir şey var. Kolektif’e katıl!” Üniversiteliler Öğrenci Kolektifleri’nde buluşuyor Geçtiğimiz aylarda İTÜ Gümüşsuyu’nda gerçekleşen Öğrenci Kolektifleri ara dönem toplantısında Türkiye’nin dört bir yanından gelen üniversitelilerin aldığı ortak karar sonucu yapılması planlanan ‘yapabileceğin bir şey var’ kampanyası 14 Mart tarihinde birçok farklı üniversitede eş zamanlı olarak başladı. Yaptığı eylemler ve etkinlikler sayesinde üniversitenin öz örgütü haline gelen Öğrenci Kolektifleri için gerçekleşen bu kampan-

ya bugüne kadar daha kısıtlı olan katılım kanallarının genişletilmesinde oldukça önemli bir yer edindi. Bu amaçla üniversitelerde stantlar açıldı. Öğrenci Kolektiflerini anlatan kısa filmlerin gösterimi gerçekleştirildi. Ezel Akay, Sırrı Süreyya Önder, Sarp Apak ve Metin Üstündağ gibi bir çok aydın ve sanatçıda kampanyayı destekeyenler arasında. Ancak kampanyanın ana nedeni yalnızca Öğrenci Kolektiflerinin görünürlüğünü artırıp katılım kanallarını geliştirmek değil. Bir diğer neden de AKP’nin saldırılarına karşı üniversiteyi ve üniversitelileri kültürel ve siyasal olarak daha diri ve daha örgütlü tutmak. Bugüne kadar Tüm Türkiye’de binden fazla üniversiteli Öğrenci Kolektifleri’nin bu çağrısına kulak verdi ve gerçekleşen kampanya sonucunda “Benim de yapabileceğim bir şey var” diyerek Kolektiflere katıldı.

Yapabileceğin bir çok şey var Öğrenci Kolektifleri her ne kadar üniversitelilere “Yapabileceğin bir şey var” diyerek çağrıda bulunsa da aslında Kolektiflerle yapabilecek bir çok şey var. Bunlardan bazılarıysa yazın yoksul mahallelerde ders vermek, kolektif yaz kampına katılmak, kültür sanat faaliyetlerinde yer almak, panellere ve eylemlere gitmek, Üniversiteli Kadın Kolektifinin bir parçası olmak.

Kampanyadan

İzlenimler

Yapabileceğin çok şey var !

Öğrenci Kolektifleri’nin “Yapabileceğin bir şey var” çağrısına üniversiteden yanıt gecikmedi. Türkiye’nin dört bir yanından üniversitelerde yapabileceklerini gösterdi.

Kolektif’e merhaba! Öğrenci Kolektifleri’nin sesinin yeni yankılanmaya başladığı Denizli’de üniversiteliler , kampanya broşürlerini dağıtarak üniversitelilere ulaşmaya çalıştı.

Yasaklar dayanmıyor! Polis genelgeleriyle baskı altına alınan üniversiteler, özel güvenliklerle ve yasaklarla yönetiliyor. Akdeniz ve Uludağ Üniversitesi öğrencileri masa açıp duyuru yapma yasağına sessiz kalmadılar. Akdeniz Üniversitesi Öğrenci Kolektifleri 2008 yılından bu yana devam eden masa açma yasağına rağmen masasını açıp broşür ve gazete dağıtımını gerçekleştirdi. Uludağ Üniversitesi Öğrenci Kolektifleri yemekhane içerisindeki açtıkları kampanya masasında, onlarca üniversiteli Kolektif’e katıldı. Özel güvenliklerin müdahalesine ve polis tehditlerine rağmen sürdürülen kampanya Uludağ Üniversitesi’nde başarıyla tamamlandı.

Hazırlık öğrencilerinin de yapabilecekleri var! Üniversiteye geldikleri ilk eğitim yılında liseyi andıran eğitim sistemiyle kayıt, kitap paralarıyla karşı karşıya kalan hazırlık öğrencileri de yapabileceklerinin farkına vardı. Anadolu Üniversitesi Hazırlık Kolektifi’nin "Taleplerin için yapabileceğin bir şey var" sloganıyla düdüklü, alkışlı, ıslıklı eylemine 400’ün üzerinde üniversiteli katıldı. Ulaşım, devamsızlık ve geçme notu sorununa sessiz kalmayan A.Ü Hazırlık öğrencilerinin horonlu, bendirli, gitarlı şenliği ve gürültü eylemi hazırlık binasının her yerinden işitildi. ODTÜ hazırlık öğrencileri de hazırlık sınıflarına getirilen ve öğrencileri kısıtlayan yeni uygulamalara karşı imza kampanyası başlattı, ODTÜ hazırlık öğrencileri 2 bin imza toplayarak bölüm başkanlığına taleplerini iletti. Üniversitelilerin taleplerini kabul etmeyen bölüm başkanına karşı üniversiteliler “Ses çıkartıyoruz” diyerek sessizliğe karşı üniversitelileri gürültü yapmaya çağırdı. “Ulaşım hakkın için sen de bir şey yapabilirsin” diyen Uludağ Üniversitesi Hazırlık Kolektifi’ne kampanya boyunca 100’ün üzerinde hazırlık öğrencisi Kolektif’e katıldı. Hazırlık Kolektifi belirledikleri 3 talep için ders boykotu düzenledi.

İTÜ Vadi Yurdu Kolektifi’nin Sarıyer’in yoksul mahallesi Maden’de “Çocuklar için yapabileceğin bir şey var” diyerek başlattığı kampanya 3. haftasını tamamladı. Vadi yurdu öğrencileri parasız okul dersleri, tiyatro ve koro faaliyetleri ile Maden mahallesi çocukları için şimdilik neler yapabileceğini gösterdi. Aynı zamanda kentsel dönüşüm adı altında yıkılma tehdidi altında olan Maden mahallesi için üniversitelilere Maden Mahallesi'nde bir amfi tiyatro için kolları sıvadı. Anadolu Üniversitesi'nde Güzel Sanatlar Fakültesi ve Resim Öğretmenliği bölümünde son dönemde sanata karşı artan baskılarına karşı sessiz kalmamak için "Ucube heykelresim-karikatür yarışma'ma'sı" düzenliyor. Ucube eserler 11 Nisan’da düzenlenecek sergiyle üniversitelilerle buluşturulacak. Anadolu Üniversitesi öğrencileri ‘Yapabileceğin bir şey var: konuş iletişimci konuş" isimli kantin sohbeti düzenledi. Kamuoyunun son dönemde yoğun olarak tartışıtığı iletişim, medya, basın, ifade özgürlüğü ve sansür başlıkları üzerinden giden sohbete İletişim Bilimleri Fakültesi ‘nden akademisyenler de katıldı. Mersin Üniversitesi’nde “Yemekhane sorununa yapabileceğin bir şey var” diyen Öğrenci Kolektifleri, topladığı 2 bin imzayı rektörlüğe teslim

etti.

Üniversiteler şenlendi! Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Öğrenci Kolektifleri’nin birincisini düzenlediği Kolektif Bahar Şenliği’nde 350 üniversiteli buluştu. Üniversitelerinde yemekhanede fişli sisteme geçilmesini imza kampanyasıyla kazanan ZKÜ öğrencilerinin düzenledikleri şenlik, müzik dinletisi, tiyatro gösterimi ve kısa film gösterimi ile tamamlandı. Şenlik sırasında açılan Kolektif’e Katıl stantına üniversitelilerin ilgileri yoğundu. Anadolu Üniversitesi Öğrenci Kolektifleri kampanyayı 100’ün üzerinde üniversitelinin katıldığı şenlik yürüyüşüyle tamamladı. Halaylar, horonlar ve marşlar ile sona eren şenlik , Anadolu Üniversitesi’nde dolu dolu geçen kampanyaya sürecine coşkulu bir final oldu. Yapabileceği bir şey olanlar birarada! Yapabileceği bir şey olanlar; İstanbul’da sesini kısanlara inat sessizliği bozan üniversiteliler, gazeteci İsmail Saymaz, Hilmi Hacaloğlu ve oyuncu Emre Canpolat ile bir araya geldiler. Mimar Sinan Üniversitesi’nde yapılan toplantıda bir araya gelen 250 üniversiteli Türkiye’nin geçtiği zorlu dönemde Kolektif’in yapması gerekenleri tartıştı. Ankara, İzmir, Bursa, Kocaeli başta olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanında toplantılarda yüzlerce üniversiteli buluştu.


SAYFA 06

Üniversitelilere stant açmanın yasak olduğu Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampüsü’nde, 5 Nisan günü Ekonomi Topluluğu’nun düzenlediği etkinliğe gelen, yeşil sermayenin bilinen yüzü Albaraka Türk, rektörlüğe parasını vererek stant açmak istedi. Bunu duyan Hacettepe Öğrenci Kolektifi okullarında sermayenin yeşiline de ak’na da yer olmadığını söyleyerek yaptıkları protestoyla standı kaldırttılar.

Eği tim

SœYAH MAVœ KIRMIZISARI

Kocaeli Üniversitesi mühendislik öğrencileri üniversitelerdeki kariyer etkinliklerine alternatif olarak Mühendislik Günleri düzenleyecek. “Sermayenin nesnesi değil, toplumun öznesi olmak için” çağrısıyla yapılacak etkinlikte, mühendislik kavramı ve çevreyle ilişkisi, kariyerizm ve gelecek(sizlik) gibi birçok konuda tartışılacak. 24-28 Nisan arasında yapılacak alternatif günler, şenlikle son bulacak.

SAYFA 6

Geleceğe mi geleceksizliğe mi bir adım ?

kariyer insan kaynakları girişimcilik GÜNLERİ sektör

5

en bireyci

niversiteler bahar aylarında yoğunlaşan bir dizi etkinlikle dolup taşıyor. Üniversite yönetimleri tarafından desteklenen, masrafları sponsorlar tarafından karşılanan etkinlikler kariyer, sektör, girişimcilik, liderlik, insan kaynakları günleri olarak gerçekleştiriliyor. Bu etkinliklere öğrencileri çekmek için renkli stantlar, sertifikalar, promosyonlar, çekilişler gibi birçok araç kullanılıyor. ODTÜ genç girişimciler topluluğundan “Artık girişimcilik ve pazarlama zamanı “, Yalova Üniversitesi kariyer günlerinden “Geleceğine yön ver, firmalar burada ya sen?”, Yıldız Teknik Üniversitesi İşletme Kulübü’nden “Kariyer panayırı” gibi çarpıcı sloganların, renkli afişlerin kullanıldığı bu etkinliklerde söylemler değişiyor ama söylenen söz, toplantıların içeriği hiç değişmiyor. Hatta bu araçlara yenileri eklenerek daha bu aşamada bile etkinlik çağrısının kendini pazarlaması sağlanıyor, katılanlara parayla sertifikalar verilerek ileride başvuracakları şirkette 'diğerlerinden bir adım öne geçebilmeleri' için hesaplar yapılmaya başlanıyor ve bu sayede öğrencilerin etkinliklere katılımı kolaylaşıyor. Bu kulüpleri daha iyi anlamak için, ilk önce amaçlarını kendi dillerinden inceleyelim.

Ü

Kariyer kulüpleri ne yapar ? Genel olarak, iş dünyasıyla üniversite arasındaki ilişkiyi güçlendirmek, bunun için, aracı olacak bütün kurumları iyi tanımak ve tanıtmak, üniversite sanayi işbirliğini sağlamak ve güçlü bağlar kurmak, öğrencilerin yapacakları projelerle kendilerini iş dünyasına hazırlayıp, pazarlaması bu kulüplerin ortak amaçlarıdır. Kulüpler

sayısız etkinlik yapıyor ve etkinlikler o kadar uzun günler alıyor ki; üniversite amfileri, koridorları, yemekhaneleri, adeta şirketlerin işgalinde. Bir buçuk aya varan ODTÜ Kariyer Günleri gelinen son noktayı gözler önüne seriyor. Kariyer Planlama Merkezi isimli bir yapılanmaya sahip olan ODTÜ'de bu sene 22 Mart’tan başlayıp 28 Nisan’a kadar sürecek Philips, Bosch, Yaşar Holding, Zorlu Enerji Grubu gibi onlarca firmanın katıldığı bir etkinliğin yapılması planlanıyor. Okulların kiralanması sadece sınıflarla kalmıyor; konferans salonları, okul bahçeleri, yemekhaneler hepsi kariyer etkinliklerinin duyurulması için alanlar olarak değerlendiriliyor. Hacettepe Üniversitesi’nin Beytepe Kampüsü'nde de geçen sene rektörlük 10.000 lira gibi bir para alıp 'Vodafone' adlı firmanın stand açmasına izin verdiği ortaya çıkmıştı. Düzenlenmekte olan her kariyer etkinliği, açılan her stand için şirketler, okullara milyarlar veriyor.

Neden üniversite? Cevap çok açık. Kolaylıkla şirketlerinin reklamlarını yapan yöneticiler baştan kazançlı başlıyor. Şirketler, kendi yapılarına en uygun üniversiteliyi yaratma noktasında üniversitelileri kurallarını kendi belirledikleri bir yarışın içine atıyor: “Rekabet etmeli, girişimci olmalı, ön plana çıkmayı sevmeli ve liderlik özellikleri taşımalı, onlarca sertifika programına katılmalı”. Şirketler tüm bu özellikleri taşıyanlar içerisinden sektörel ihtiyaçlarına paralellik göstereni seçiyor. Daha sonra da devreye serbest piyasacılığın her koyun kendi baca-

ğından asılır kuralı giriyor.

Sermaye suçu üniversitelere atıyor Bir de etkinliklerin işlediği konulara, sermaye temsilcilerinin üniversitelilere verdikleri vaatlere, nasihatlere bakmak gerekiyor. Afişlerinden de anlaşılabileceği gibi konular öğrencilerin kariyerlerini nasıl geliştirebilecekleri, nasıl daha iyi girişimci olabilecekleri, bir şirkete girebilmek için daha üniversitedeyken neler yapılabileceği üzerine. Oldukça masum görünen, öğrencilerin iş bulması için yapılan bütün bu konuşmaların aslında özüne, çıkış noktasına bakıldığında tamamen bireyci ve kariyerci bir söylemin hakim olduğu ayan beyan görülüyor. Yüzbinlerce üniversitelinin işsiz olduğu ülkemizde okullara gelip öğrencilerin kendilerini nasıl kurtarabileceklerini daha doğrusu nasıl 'köşeyi döneceklerini' anlatan CEO’lar, yöneticiler birkaç üniversitelinin şirketlerinde iş bularak yırttıklarında geriye kalan üniversiteli işsiz yığınları için ne yapacakları konusunda herhangi bir şey söyleyemiyorlar. Bir söz söyleyemedikleri gibi bu sorunu görmezden gelip, sorumluluğu öğrencinin üstüne atmaktan da çekinmedikleri görülüyor. Son olarak Lazzoni mobilya genel müdürü Cengiz Yardibi' nin TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Endüstri ve Verimlilik Topluluğu'na liderlik kampı kapsamında “Bu ülkenin işsizlik sorunu yoktur, iş yaratmayan gençleri vardır”adıyla geçtiğimiz 14 Mart’ta yaptığı etkinlikte sermayenin üniversitelilere yüklemeye çalıştığı 'kariyerist ve bireyci girişimciler ' misyonunu bir kez daha apaçık şekilde gözler önüne seriyor.

kari yerci

1

2

Üniversitelerde bireyciliği yaygınlaştırmaya çalışan, üniversitelileri sıra arkadaşıyla bile kıyasıya rekabet ettiren kariyer etkinlikleri, katılımı cazipleştirmek için birbirinden farklı sloganlar türetiyor.Biz de aradık taradık ve bu sloganlardan en bireyci, rekabetçi 5 tanesini seçtik.

Sürüden ayrılın! Patronların sürü olarak gördüğü, gelecekte büyük olasılıkla işsiz kalacak üniversitelilere, bir iş bulabilmeleri için tembihlenen şey "sürüden" ayrılıp kendi farklarını ortaya koyması

Kariyerinde sıçramaya var mısın? Üniversitelilerin kariyer ş? Üniversiteliler okullarsahibi olduğunu kim duymu m mi üretir? Bu bile da kariyer mi yapar yoksa bili koymak için yeterli. çağrının absürtlüğünü ortaya

3

culuğunda Sıradışı bir liderlik okulu yol sen de yerini al na "başkalarına yarYoung Guru Academy araları abilecekleri en iyi yardım etmenin, kendilerine yap cilleri" arıyorlar. Bu dımın olduğunu düşünen ben yci bir kültür vermek akademi öğrencilere nasıl bire n duyuruyor. istediklerini kendi sitelerinde caksınız! Geleceğe yatırım yapacak, uça kendileri için KTÜ'de öğrencilerin fikirlerinin lenen bir kariyer yatırıma dönüştürüleceği söy in AB-Türkiye işbirliplanlama projesi var. Projen ırımın öğrenciler için ğiyle finanse edilmesi ise yat acak karlar için oldudeğil de bu işbirliğinden doğ ğunun açık bir göstergesi. kazanır! Sadece düşünen değil yapan etler için bir Okullarda üretilen bilginin şirk yaçlarına göre kulşey yapılmadan toplumun ihti "CEO"larımızı lanılması fikri bile, pek değerli sitelileri girişimcilikorkutmaya yetmiş ki üniver ğe teşvik ediyorlar.

4

5

Topluma fark atan sosyal girişimciler Kariyer planları, şirket CEO'su olma hayalleri ve tabii ki kazanılacak para bir bireyin tüm ihtiyaçlarına cevap veriyor mu? Aslında hayır, insan olmanın manevi yüklerini sırtında hissedenler için de bu manevi duyguları nakite çevirmenin yolları bulundu. Bu yöntemin adı: sosyal girişimcilik. Dünya Bankası tarafından fonlanan ve sosyal girişim projeleriyle 2025 yılında dünya çapında bir "sosyal girişimcilik lokomotifi" olmayı hedefleyen SOGLA ve üniversitelerde kariyerin pembe balonlarını şişiren girişimcilik kulüpleri kendileri için daha iyi bir dünya yaratma hedefi peşindedir. "Toplum için fark yarat!" sloganına benzer söylemlerin hakim olduğu girişimcilik kulüpleri ya da SOGLA (Sosyal Girişimci Genç

Liderler Akademisi) gibi akademiler dünyanın sadece filmlerde değil gerçekte ancak sosyal girişimcilikle kurtulacağına inanlardan. Sosyal girişimciler toplumsal sorunları ana mücadele çizgisine oturturken sorunlarla mücadele sürecinde kar etmenin gereklerini ise arka plana atamamaktadır. Kar etmenin gerekliliğini ise sosyal girişimcinin sadece yaşaması için zorunluluktan kaynaklandığını belirtmektedirler. Ancak çelişkili ifadelerle besledikleri konuşmalarının birinde ise "Sosyal girişimci aç kalmaz; nasıl aç kalmaz çünkü aslında bu bir yandan da alternatif bir kariyerdir." diyerek aslında kar etmenin yaşamsal faaliyetleri sürdürmek için değil kariyer basamaklarını tırmanmak için olduğunun altını çiziyor.

Teknoloji; ama sermaye için! Sermaye temsilcileri sadece, üniversitelere gelip kariyer etkinliklerinde nasihat etmekle kalmıyor, üniversiteleri sermaye için bilim üreten yerler olarak değiştirmek üzere bütün hamlelerini oynuyor. Son yıllarda üniversitelerde sayısı hızla artan Teknoloji Geliştirme Bölgeleri (teknokentler/teknoparklar) sermayenin üniversitedeki üretimi kendi projelerine dönüştürme, üniversiteyle organik bağlar kurulması adına var olan bir yapı olarak duruyor. İlki 2001’de ODTÜ'de kurulan teknokentlerin sayıları gün geçtikçe artıyor ve şu anda üniversitelerde faaliyet gösteren 27 teknokent bulunuyor. Teknokentlerde yerli 1451 firma, 54 de yabancı firma bulunurken 12 743 kişi bu teknokentlerde faaliyet göstermektedir. Özel şirketler Ar-Ge har-

camalarındaki payını 2008’de %41’e kadar çıkartırken 2013'e kadar toplam harcamalarda en az %60 lık bir paya sahip olmak istiyor. Geçtiğimiz yıllarda Sanayi ve Ticaret Bakanlığı yasalaşan Ar-Ge kanunu kapsamında "Tekno Girişim Sermayesi Desteği" adı altında 'yenilikçi iş fikirleri' olan gençlere 100 bin TL'lik sermaye desteği verilmesi öngörülüyor. Bu fonların verilmesiyle üniversitedeki genç girişimcilerin yeni projeler için özendirilmesi ve uluslararası rekabet gücü olan, teknoloji düzeyi yüksek yeni işletmelerin oluşturulması planlanıyor. Böylece sermayenin bütün ihtiyaçlarını karşılayan kendi içinde ve üniversiteler arasındada sürekli rekabet içinde olan bir üniversite modeli yaratılmaya çalışılıyor.


SAYFA 07

KIRMIZISARI

SœYAH MAV

Üniversiteli kadınların sesi ÜKK giderek büyüyor Kadınların taleplerini alanlara taşıdığı en coşkulu ve kitlesel gün olan 8 Mart öncesi kadına yönelik saldırılar doruğa ulaşmıştı. AKP kadına ve kadın mücadelesine saldırılarını ise "erkek" iktidarının daimi destekleyiciliğini ve taşeronluğunu yapan kadın düşmanı yandaşlarının açıklamalarıyla, yazılarıyla pekiştiriyordu ki bu saldırılar hala devam etmektedir. Kamuoyunda tartışma konusu yaratan AKP'li Kredi Yurtlar Kurumu Müdürü Hasan Albayrak'ın; "Kız çocuğunun saat 21.00'dan sonra sokakta ne işi var?" açıklaması, Selçuk Üniversitesi İlahiyat Profesörü Orhan Çeker'in; "Dekolte giyersen tecavüze uğrarsın" açıklaması, -AKP'nin Ünye Medya ve Tanıtım

Başkanı Süleyman Demirci'nin "Örtüsüz kadın ya satılıktır ya da kiralık" sözü, Sabah yazarı Engin Ardıç'ın; "Çirkin, kara kuru solcu kızları öpseydin sana yumurta atmazlardı Emre Aköz'cüğüm" şeklindeki yazısı 8 Mart öncesinde kadına yönelik ardı ardına gelen sistemli saldırıların somut örneklerini oluşturuyor. Bu aşamada Üniversiteli Kadın Kolektifi'nin bu saldırılara karşı tepkisi ve müdahalesi dönüm noktası niteliğini taşıyor. ÜKK renkli, yaratıcı eylemleriyle bütün söylenenlerden, yazılanlardan hesap sorarken bunların peşlerini bırakmayacaklarını Türkiye'nin birçok üniversitesinde eş zamanlı dile getirmeleri ÜKK'nın bu saldırılara karşı merkezi yanıt verebilirliğini

14. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, 5-12 Mayıs 2011 tarihleri arasında Ankara’da gösterime girecek. Filmleri, özel gösterimleri ve yan etkinlikleriyle dopdolu bir festival programı hazırlandı. Bu yıl ayrıca Ankara’daki üç üniversite festivale ev sahipliği yapacak. Ankara, Hacettepe ve Ortadoğu Teknik Üniversitesinden oluşan ev sahipleri sayesinde Ankara’da 100 bin üniversiteliye ulaşılması hedefleniyor. Türkiye’nin ilk kadın filmleri festivali ünvanını alan festival gidilmeye değer nitelikte.

yükseltiyor. Ayrıca Sabah-ATV binasını Engin Ardıç'ın kovulması için basan ve Sabah'ın yöneticilerinin yazı nedeniyle özür diletildiği ÜKK'nın eylemi kadına yönelik tüm saldırılar karşısında en kararlı, somut kazanım sağlayıcı biçimiyle örnek oluşturuyor. Bu dönem içinde ÜKK izlediği istikrarlı ve tutarlı tavrı sayesinde 8 Mart'ta alanlara en güncel ve hedef gösterici söylemiyle çıktı. Üniversitelerde yoğun geçen hazırlıklar sonucu ortaya çıkarılan 8 Mart etkinlikleriyle kampüslerde eşitlik isteyen kadınların talepleri görünür kılındı. Bütün üniversiteli kadınları 8 Mart meydanlarına davet eden ÜKK coşkusu, renkliliği ve kitleselliğiyle alanlarda göz doldurdu.

ÜKK 8 Mart öncesinde ve 8 Mart gününde oldukça başarılı bir dönemden geçti. ÜKK isminin görünürlüğünü hemen hemen tüm üniversitelerde sağlayan üniversiteli kadınlar bundan sonrası için de istikrarlı, tutarlı tavrını devam ettirecektir çünkü AKP saldırılarına dur durak vermeden ilerletmeye devam ediyor. Bütün kadınların talepleriyle meydanları doldurduğunun ertesi günü kadınlara bahşedilmiş bir armağan gibi bu ülkede Hüseyin Üzmez tahliye edilebiliyor. Bu yüzden ÜKK hiçbir duraksamaya izin vermeden AKP'nin neoliberal, cinsiyetçi, gerici politikalarına karşı üniversiteli kadınların isyanını adım adım daha ileriye taşıyacaktır.

Kad›n

7

Tacize,tecavüze karşı isyan vakti Basın organlarında her gün taciz, tecavüz haberleri verilirken kadınlar için normalleştirilmeye çalışılan bu olaylar artık her yönüyle tehlikeli bir boyuta ulaşmıştır. Bu tehlikenin yaygınlık alanları o kadar genişlemiştir ki kampüsten yurda gidilen yolda, işinden eve dönmek için binilen belediye otobüsünde her an her yerde kadınlar tacize, tecavüze maruz kalabilmektedir. Kadına yönelik saldırılar erkek egemen sistemin hegemonyası altında bulunan bütün dünya ülkelerinde devlet politikası olarak uygulanırken Türkiye'nin farklılığı ise AKP'nin açıktan kadın düşmanlığıyla bu saldırıları uygulamasıdır. Ayrıca sistemli bir şekilde yasalarla, gazetelerde yazılan yazılarla, akademisyenler, milletvekilleri, müsteşarlar tarafından yapılan açıklamalarla kadına yönelik şiddetin, tacizin, tecavüzün normalleştirilmesini ve kışkırtılmasını sağlayan, en örgütlü biçimde yaygınlaştıran ise AKP'nin gerici, cinsiyetçi politikalarıdır.

Kadınlar iki yüzlü siyasetin malzemesi AKP'nin yaydığı gericiliğin meyvesi ise resmi verilerin açıkladığı kadına yönelik şiddetin 7 yılda %1400 artmasıdır. Tayyip Erdoğan bir yandan bu verilerin abartıldığını söylerken bir yandan da "Kadına yönelik şiddet vicdansızlıktır, insafsızlıktır, alçaklıktır!", "Kadın erkek eşitliğine inanmıyorum." diyerek tacizcileri, tecavüzcüleri yüreklendiriyor ve ikiyüzlü siyasetini devam ettiriyor. Kadınlar ise AKP'nin ikiyüzlü

siyasetini tacizcileri, tecavüzcüleri hadım edecekleri yönünde önerdikleri yasa teklifinin sonrasında Hüseyin Üzmez'in türlü oyunlarla tahliye edilme sürecinde bir kez daha gördü. Kadınların mücadelesi sonucu çocuk istismarcısı, tacizci Üzmez hapis cezası almış ve 2.5 yıl tutuklu yargılanmıştır. Nitekim kadına yönelik suçlara dair toplumsal çelişkileri göz önüne seren bir simge olay haline gelen Üzmez'in tahliye edilmesi ise kadınların tacize, tecavüze karşı verdikleri mücadeleye vurulmak istenen bir darbe niteliğindedir. Kadınlar tacizcilerin, tecavüzcülerin peşini bırakmayacak Cinsel saldırıların oldukça arttığı günümüzde, kadınlar üzerinde günün her saatinde tedirginliğin hakim olması kadının sosyal yaşamına da kısıtlama getirmektedir. Tacize uğrayan kadın için yaşadığını açıklamak, tacize itiraz etmek ise toplumsal baskının etkisi ve korkusuyla oldukça zordur. Bu çekingenliğin sebebi ise yeterli yasal yaptırımların olmaması, ailenin kadına yönelik kısıtlamalarda bulunması, yurt disiplinleri, toplumda "kirlenmiş" olarak görülmesi ve maruz kaldıklarını kanıtlamak zorunda bırakılmasıdır. Uludağ Üniversitesi öğrencisi Sema Karakoca'nın öldürülmesinden sonra kampüs içinde yaşanan tacizleri anlatan üniversiteli kadınların yüzde 86.9'unun tacize maruz kalması ve tacizi kolayca dile getirememeleri bu çekingenliklerin sebebini doğruluyor. Tüm çekingenliklere rağmen Bursa'da üniversiteli kadınların Sema'nın katillerinin bulunmama-

Yasalar nasıl işliyor? Son beş yılda, 100 binin üzerinde kadın cinsel saldırı mağduru oldu. Kadınların %40’ı şikayetçi olmadı. %60'lık şikayete açılan davalar ise ya tahliye ile sonuçlandı ya da hala kadınlar aleyhinde işliyor. 2005 yılında kadınların verdiği mücadele sonucu yasalarda önemli aşamalar kaydedildi. Açılan binlerce dava dosyalarının sonucuna ya da sürecine baktığımızda ise bu değişikliklerin sadece yazıda kaldığını görüyoruz. Muğla'da 4

yıl önce bir kadına toplu tecavüz eden 8 kişi kadınların mücadelesi sonucu 4 yıl sonra yargılanmaya başlaması, N.Ç davasında yargılanan bütün erkekler beraat etmesi, N.Ç'nin kendi rızasının olduğu, isteseydi karşı koyabileceğinin varsayılması, 2 kadına ise “iffetsiz” oldukları gerekçesiyle 9 buçuk yıl hapis cezası verilmesi gibi daha birçok dava yasaların tacizcileri, tecavüzcüleri koruduğunun somut örneğidir.

sının ardından kitlesel protesto ve oturma eylemi gerçekleştirmesi ve Sema'nın katillerinin, üniversiteli kadınları taciz edenlerin peşini bırakmayacaklarını söylemeleri tacize, tecavüze karşı örnek mücadele yöntemini oluşturuyor.

Tacize tecavüze karşı üniversiteli kadınların talepleri Son 5 yılda 100 binin üzerinde kadın cinsel saldırıya maruz kaldı, bugüne kadar açılan davalar ise hep kadınlar aleyhinde işlemektedir. Bu nedenle taciz ve tecavüz suçuna karşı yapıcı önlem ve uygulamalar hayata geçirilmelidir. Uzun vadede tacizin ve tecavüzün toplumsal dinamiklerini tetikleyen gerici, cinsiyetçi politikalar dönüştürülmelidir. Kamuoyunu etkileyen medyanın ve üniversitelerin kadın sorunlarına duyarlı davranmaları ve bu yönde çalışma yap-

maları sağlanmalıdır. Kısa vadede yapılması gerekenler ise taciz ve tecavüz suçundan caydırıcı cezalar çıkarılması ve kadınların maruz kaldıklarını ispat etmek zorunda kalmasının önüne geçilmesidir. Ayrıca devlete ait bir kurum olan Adli Tıp yerine bağımsız olan üniversite hastanelerinin ya da kadın hekimlerin gereken raporları vermesi sağlanmalıdır. Ulaşımda yaşanan tacizler gibi birçok etken sefer sayılarının arttırılması gibi çözümlere kavuşturulmalıdır. Üniversite içinde yaşanan taciz ve tecavüzlere karşı kampüs içinde yeterince aydınlatma sağlanmalı ve KASAUM'lar üniversiteli kadınlara somut psikolojik, hukuki yardımı edebilecek düzeye getirilmelidir.

Üniversiteler ne yapıyor? Üniversite içindeki taciz ve tecavüz olayları için çoğu yönetmelik herhangi bir yaptırım içermemektedir. Bazı yönetmelikler taciz ve tecavüze yönelik maddeler içermesine rağmen herhangi bir uygulama söz konusu değildir. Akademik ortamlardaki kadınların bilimsel bakış açısıyla kadın sorunlarını görünür kılma ve çözüm önerileri geliştirmede aktif rol aldıkları “Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezleri” üniversite içi örgütlenme olarak kayıtlarda geçmektedir. Bu noktada KASAUM'un bugüne kadar taciz, tecavüz vakalarına karşı yaptıklarını ve yetkilerini değerlendirmek gereklidir. KASAUM'un amaç ve işlevlerinde taciz, tecavüz olayları işlenmemiş ve üniversite içinde yaşanan onca vakanın ardından hiçbir girişimde bulunulmamıştır. KASAUM'un yapacağı çalışmalarla üniversite yönetmeliklerine taciz, tecavüz ile ilgili yapıcı maddeler eklenebilir. Üniversitenin tamamına dönük seminerler, eğitimler verilebilir. Tacize ya da tecavüze maruz kalmış üniversiteli kadına psikolojik, hukuksal yardımda bulunabilir.

Tecavüzü onaylayana özgürlük Orhan Çeker’in, ’dekolte giyen kadının tecavüzle karşılaşmasının sürpriz olmayacağı’ yönündeki sözlerinin kamuoyunda tepki çekmesi üzerine YÖK inceleme başlatmıştı. Açıklamayı değerlendiren YÖK, suç unsuru bulunmadığını, açıklamayı "akademik ifade özgürlüğü" olarak değerlendirdikleri için soruşturma açılmamasına karar verdi. Kadını suçlayarak tecavüzcüyü teşvik eden Çeker'in açıklamaları ifade özgürlüğü iken Siirt'te tecavüzcülerin yargılanmasını isteyen üniversitelinin basın açıklaması demokratik hak değil hapis cezası sebebi oluyor.

Tecavüzü protesto edene 10 ay hapis cezası Geçen yıl 7 ilkokul öğrencisine toplu tecavüz olayı Siirt'te yaşanan cinsel istismar vahşetini göz önüne sermişti. 100 kişinin sorgulandığı davada tecavüzcüler arasında şehrin tanınan isimlerinin yer alması nedeniyle savcılık gizlilik kararı çıkardı. Tecavüzcülerin teşhir edilip, yargılanması için Siirt Öğrenci Kolektifi eylem gerçekleştirmişti. Bir üniversiteli gözaltına alınarak açılan davada 10 ay hapis cezasına çarptırıldı. Eylemin ardından eski Siirt Valisi'nin "Gösteri yapacaklarına fuhuş yapsınlar” sözü aslında AKP gericiliğinin çocuklara tecavüz edenleri koruyacağının ancak tecavüzcülerin yargılanmasını isteyen üniversitelilerin hapse atılacağının habercisiydi.


SAYFA 10

SœYAH MAVœ KIRMIZISARI

Söylefli 10

İsmail Saymaz Üniversiteli’de Basılmamış kitapların polis baskınlarıyla toplanıp yasaklandığı, Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklu bulunduğu şu günlerde gazeteci- yazar İsmail Saymaz ile Üniversiteli Gazetesi için bir söyleşi gerçekleştirdik. Söyleşimizde Ergenekondan cemaat- polis ilişkisine, basın özgürlüğünden sansüre kadar birçok konuyu konuştuk.

Bir gazeteciye sorulmayacak bir soru varsa o da niye konuştun ve niye görüştün sorusudur.

Üniversiteli Gazetesi olarak üniversitenin gündemini takip eden, üniversitelilerin yaşadığı sorunları anlatan alternatif bir gazete çıkarıyoruz. Siz de medyada gördüğümüz gazetecilikten daha farklı, alternatif bir gazetecilik anlayışına sahipsiniz. Özellikle insan hakları ile ilgili haberler yapıyorsunuz. Böyle bir gazetecilik anlayışını tercih etmenizin özel bir nedeni var mı? Benim gazeteciliğe merakım 1995\96 yıllarında lise çağımda başladı. Profesyonel olarak ise 1999-2000 yıllarında gazeteciliğe başladım. Çalıştığım her yerde yoksulların hak mağdurlarının haberlerini yapmayı tercih ediyordum. Önümde de bunun örnekleri vardı. Ahmet Şık, Adnan Keskin, Celal Başlangıç hak haberciliği yapan etkili gazetecilerdi. Özellikle düşünce ve ifade özgürlüğü işkence, kötü muamele ve çeşitli hak arayışların hak mağduriyetleriyle birlikte bir bütün oluşturduğunu ve bunun da medyada yeterince yer bulamadığını ya da yeterince yer verilmediğini fark ettim. Dolayısıyla bu üç ismin açtığı alanda ben de haber yapmaya başladım. Bu alanda benim kadar haber yapan olmadığı için benim haberlerim bilinir oldu ya da bu alan bir biçimde benle anılır hale geldi. Uzun zamandan beri ülkenin gündemini Ahmet Şık ve Nedim Şener’in Ergenekon operasyonları kapsamında tutuklanmaları meşgul ediyor. Siz bir gazeteci olarak yaşanan tutuklamaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Ahmet Şıkların tutuklanması şöyle izah ediliyor: Oda TV adlı muhalif internet sitesinde 17 Şubat’ta yapılan aramada ulusal medya planı olduğu iddia edilen notların ele geçirilmesi. Ancak burada bir gariplik var. Çünkü bu notların bilgisayara yüklenişi ile silinişi aynı dakika içinde. Dolayısıyla bir mantıksızlık olduğu gözleniyor. Bu suçlama doğrultusunda ikisi de tutuklandılar. Burada kritik olan şu: Özellikle Nedim Şener, Hrant Dink cinayetinde ihmali olduğu fikri sabit olan ve kamuoyunun bunu büyük ölçüde paylaştığı emniyet şeflerini kitabında teşhis etmişti. Ahmet Şık da kızağa alınmış emniyetçilerle de görüşerek emniyet içerisindeki cemaat yapılanmasını araştırmıştı ve incelemişti. Bu yüzden bu çalışma teşhis edilen kişileri hayli ürküttü. Ergenekon operasyonunun doğasında şöyle bir mekanizma işliyor. Ne vakit cemaatin dikkatini çeken bir yapılanma varsa Ergenekon operasyonu oraya çekiliyor. Nedim de cemaat yapılanmasının köşe taşlarına dokununca bu operasyona dahil edildi. Ahmet Şık da yaşamı boyunca devlet suçlarının üstüne gitmiş birisi olarak tanındı. Kimliği ve varlığı inkar edilmiş Kürt halkının, inancı nedeniyle ikinci sınıf vatandaş görülen Alevilerin, hak arayışları nedeniyle her türlü şiddete mağ-

ruz kalmış değişik kesimlerin, sosyalistlerin, kadınların ve gençlerin soluğu ve sesi olabilmiş bir isim. Ancak son tahlilde geçmişte olduğu gibi bugün egemenlere dokunduğu anda kendisi de Ergenekon mekanizmasının içine sokuldu. . Ahmet Şık ve Nedim Şener’in sürdürdükleri gazetecilik faaliyetleri yüzünden tutuklandıklarını düşünürsek sizce bir gazetecinin haber kaynağıyla ilişkisi nasıl olmalıdır? Bir gazeteci istediği herkesle konuşabilir mi? Bir gazeteci herkesle konuşur. Bir gazeteciye sorulmayacak bir soru varsa o da niye konuştun ve niye görüştün sorusudur. Gazeteci haber kaynağıyla ancak ortada bir eylem ve suç varsa, ona iştirak ettiği anda gazetecilik kimliğinden çıkar. Fakat gazeteci muhatabı her kim olursa olsun onun anlattıkların aktarmak üzere herkesle görüşebilir. Buna ilişkin hiçbir sınırlama getirilemez. Yaşanan tutuklamalardan sonra özellikle Ahmet Şık kamuoyunun çok büyük bir kesimi tarafından sahiplenildi. Hatta bu konuda başını gazetecilerin çektiği çok büyük eylemler dahi yapıldı. Siz de bu sürece en başından beri karşı çıktınız ve gerçekleştirilen eylemlerde yer aldınız. Peki Ahmet Şık’a kamuoyunun bu kadar çok sahip çıkmasının özel bir nedeni var mı? Ben ikisini de tanıyorum. İkisinin de yaygın medyadaki en namuslu insanlar olduğuna tanığım. Ahmet Şık için özel bir duyarlılık gelişti. Gerek Cumartesi Anneleri gerek Hrant Dink ailesi, onların dışında Metin Göktepe’nin ve Hasan Ocak’ın ailesi özel bir duyarlılık gösterdiler. Ahmet Şık’la çalışanlar ve tanıyanlar bilir ki Ahmet Şık kendisinin ifade ettiği gibi bir sosyalisttir, hayata soldan bakar, Kürt halkının duyarlılıklarını benimser ve bu değerlere yönelik gizli veya açık faaliyet yürütmüş kesimlere karşı siyasal, bireysel ve mesleki anlamda tepki gösterir. Ahmet Şıkın devletin herhangi bir suça yönelmiş kesimiyle ittifaka ve ilişkiye girmeyeceğine dair birden çok tanık bulunabilir.

Ahmet Şık’ın kitabı bir araştırma kitabı olarak bu sürece damgasını vurdu. Bu süreçte çıkan bir kitap daha vardı o da sizin yazdığınız Hanefi Yoldaş kitabı. Onda da cemaatin polis içindeki örgütlenmesi ele alınıyordu. Biraz kitaptan bahsedebilir misiniz? Ben Devrimci Karargah örgütünü ve Hanefi Avcı’ nın da örgüte dahil edilme sürecini anlattım kitapta. Ancak ortada ne bildiğimiz anlamda bir sol örgüt ne de bildiğimiz anlamda bir sol örgüt davası var. Kritik olan bu yargılama içerisinde sol görüşe bile sahip olmayanlar var, Hanefi Avcı gibi ömrü solla mücadeleyle geçmiş olanlar ve solculara işkence yapmış olanlar da var. Bir taraftan DESA fabrikasının grevci işçisi Emine Aslan gibi hak arayışının, işveren ve cemaate yakın Samanyolu televizyonu tarafından Devrimci Karargah örgütünün bir eylemiymiş gibi verilmesi söz konusu. Aynı şekilde demokratik sınırlar içerinde kaldığı polis raporlarıyla ve devletin kayıtlarıyla sabit kimi platform ve partilerin illegal örgütlermiş gibi yargılanışı söz konusu. Dolayısıyla Devrimci Karargah davası şu haliyle iktidara karşı pozisyon almış, her türlü sol muhalif girişimin başka bir adresi olma eğilimi gösteriyor. Kitabımda da özetle bunu anlattım ve böylesi bir temel üzerinden “örgüt“ ve onun “ yargılanmasını” ancak bir milliyetçi polis şefinin ismiyle anılacağını düşündüm ve bu yüzden kitabın adını Hanefi Yoldaş koydum. Ahmet Şık gözaltına alınırken cemaat için ‘dokunan yanar’ demişti. Siz de kitabınızda cemaate dokunan birisi olarak tutuklanacağınızı hiç düşündünüz mü? Tesadüf oldu ben kitabı matbaaya vermiştim, matbaada basılacağı gün Ahmet Şık ve Nedim Şener gözaltına alındı. O gün matbaadan haber bekleniyordu kitabı basalım mı basmayalım mı diye. Tabi sıcağı sıcağına biz bir tereddüt hali yaşadık ne olacağını bilmiyorduk her an her gazeteciye yönelebileceğini düşünmüştük. Ancak kısa bir düşünme sürecinin ardından bu kitabın yayınlanması gerektiğini düşündüm çünkü bunun bir demokrasi mücadelesi olduğunu biliyorum. Bütün bu yapılanları toplumsal muhalefeti sessizleştirme olarak değerlendirebiliriz. Üniversiteye gelmek istiyorum, Öğrenci Kolektifleri sizin de zaman zaman köşenizde yer verdiğiniz ve bildiğiniz bir topluluk. Bir kampanya başlattık “ Sessiz kalma yapabileceğin bir şey var “ kampanyası. Daha önce bir etkinliğine İstanbul da katıldınız. Öğrenci Kolektiflerinin bu hamlesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Topluma, özellikle eğitimli ve okumuş kesimlere eleştirmemesi, sorgulamaması, iktidarla çatışmaması dayatılıyor. Öğrenci Kolektifleri’ nin ve öğrenci hareketinin son süreçte bu korku iklimini aşmada çok cesurca davrandığını ve bu cesaretleri nedeniyle susanlarca sahiplendiğini gördüm. Dolayısıyla her toplumda ve her evrede olduğu gibi Öğrenci Kolektiflerinin içinde yer aldığı öğrenci hareketi toplumun soluk alma iklimi, nefes borusu ve düşünebilme kanalı olarak da ön açıcı oldu, katkı sağladı. Bu çalışmasının da o sürecin önemli bir dayanağı olacağını düşünüyorum.

?

Ergenekon operasyonun başladığı dönemde birçok liberal yazar ve gazeteci gerçekleşen operasyonları desteklemişti. Ancak şu an bu operasyonu destekleyenler süreç içerisinde büyük bir şok yaşamış durumda. Örneğin Ergenekon operasyonlarını başlangıçta destekleyen Ahmet İnsel, Ahmet Şık tutuklandığında adliyenin önündeydi. Geçmişte Ergenekon operasyonun iç yüzünü anlatmaya çalışan sosyalistleri Ergenekonculukla itham eden liberallerin yaşadığı değişmeyi nasıl buluyorsunuz? mezun İletişim Fakültesi’nden Benim de bu operasyonları bugün itibariyle halen Marmara Üniversitesi en beri Radikal gazete destekleyen ve referandumda evet diyen arkadaşlarım Saymaz, Nisan 2002’d ail İsm an ol var. Tabi Ahmet Şık’la beraber büyük bir kısım önemli ediyor. nde çalışmaya devam ölçüde bu operasyonların kendi inandıklarının ötesine sinin İstihbarat Servisi’ bir layışından daha farklı an ik cil te ze ga an geçtiği kanaatine vardılar. Tekel işçilerin, üniversiteliol Medyada hakim toplumsal olaylar, azın rı, lerin ve iktidar karşıtlarının Ergenekon ve paralelindekla ha n sa in ; az ym yerde duran Sa ki davalarla ilişkilendirilmeye çalışıldığını gördük. Göktepe ine çalışıyor. 3. Metin er üz r rle be ha i gib Ama bu destek yanlızca bir davayı desteklemek değil lar lık ve 2010 "Jüri Özel Ödülü" aldı bir siyasal duruşun temsilcisi olmak anlamına geliyor. Gazetecilik Ödülleri'nde rüldü. Muhalif duruBugünden geriye bakıldığında 80 yıllık cumhuriyet tariBasın Ödülü’ne layık gö da da ın yıl en dolahinin bugünkü verilerle inşa edilmeye çalışıldığı, her teciye yaptığı haberlerd türlü darbeye ve anti demokratik girişime destek olmuş şuyla tanıdığımız gaze yıla toplamda yaklaşık 100 tarikat, cemaat, sivil siyasal oluşumların bile sadece sivil yı birçok dava açıldı ve nıyor. Ayrıca oldukları için aklanmaya çalışılması gibi çeşitli teorik ve polin hapis cezasıyla yargıla ra va tik hatalar yapıldı. Süreç böyle devam ederse tmodern Cihad” İsmail Saymaz’ın “Pos liberal kesimdeki yıkımın daha büyük olacağını li iki kitabı tahmin ediyorum. ve “Hanefi Yoldaş” isim

İsmail Saymaz Kimdir

bulunuyor.


SAYFA 11

Bu sayımızda Akdeniz Üniversitesi’ndeyiz. Güneyin en güzel illerinden biri olan Antalya’da bulunan Akdeniz Üniversitesi’ni tanıyacağız. Ayrıca yoğun baskılar sonucu durgunlaşan öğrenci muhalefetine kazanımlarıyla can veren Öğrenci Kolektifleri üyeleriyle de konuşma fırsatı elde ettik.

Merak edenler için

SœYAH MAV

KIRMIZISARI

11

Kampüs

Akdeniz Üniversitesi T

Birçok öğrencide yüksek ev kiraları nedeniyle fiyat olarak daha uygun olan cemaat evlerine mecbur kalmaktadır. Bu seçeneği tercih etmeyen öğrenciler ise özel yurtlara yada yurda dönüştürülmüş otellere yüksek miktarlar ödemektedir. Beslenme Merkez Kampüs içerisinde bulunan yemekhane rektörlük tarafından işletilmektedir. Yemekhaneden üniversitelilerin %5'i burslu şekilde yararlanmaktadır. Elektronik-kontörlü sistemin uygulandığı yemekhanede gidilmeyen günler yanmamakta,öğrenciler 1,70 kuruştan yemek yemektedirler. Sağlık Üniversite öğrencilerine sağlık hizmetleri; Mediko-Sosyal Merkezinde poliklinik düzeyinde, ayakta tedavi hizmeti şeklinde verilmektedir. Hastalar gerekli görüldüğü taktirde, ileri tetkik ve tedavileri için, Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne sevk edilmektedirler. Ulaşım Ulaşımın Antalya'da öğrencilere 75kuruştur. Kampüs içi otobüslerinin olması üniversitelilerin Antalyanın hemen hemen her yerinden rahatlıkla kampüse ulaşmasını sağlamaktadır. Kampüse sefer sayıları çok sık olmamakla birlikte otobüsler genelde aşırı dolu bir şekilde taşımacılık yapmak-

tadır. Kampüs içindeki binimler ise ücretsizdir.Üniversiteliler şehir içindeki tramvay binimlerinde de 75 kuruş ödemektedirler. Sosyal Kültürel Faaliyetler Akdeniz Üniversitesi öğrenci toplulukları başta sinema, tiyatro, müzik alanları olmak üzere her ay etkinlikler düzenlemektedir. Rektörlüğün güz yarıyılı ve bahar yarı yıllarında şenlikler düzenlemektedir. Ayrıca Büyükşehir Belediyesinin düzenlediği bahar şenliklerini rektörlüğün düzenlediği şenliklere denk getirmesi ve buradan doğan rekabet üniversitelilerin kaliteli solyal kültürel faaliyetlere katılmasını sağlamaktadır. Avrasya'nın en köklü film festivallerinden birisi olan ve Antalya'da düzenlenen Altın Portakal Film Festivali üniversitelilerce ilgiyle izlenmektedir. Kampüste Yaşam Merkezi kampüs içerisinde iki ayrı çarşı bulunmaktadır. Olbia ve Yakut AVM çarşıları öğrencileri üniversite sorunlarından soyutlamak üzerine yapılan politikaların birer sonucudur. Kitap olarak yetersiz olan kütüphane öğrenciler tarafından daha çok internetten yararlanmak üzerine kullanılmaktadır. Kampüse bu yıl atılan camii temeli ve kurulacak olan İlahiyat Fakültesi gerici bir üniversite için atılan ilk adımlardır.

ürkiye'de turizmin en önemli bölgelerinden biri olan Akdeniz Bölgesi'nin palmiyeleriyle donatılmış bulvarlarıyla ün salan şehridir Antalya. Tarihinde farklı medeniyetler barındıran Antalya kültür sanat faaliyetleri açısından oldukça gelişmiş bir şehirdir. Akdeniz bölgesinin en eski üniversitelerinden birisi olan Akdeniz Üniversitesi Antalya, Burdur ve Isparta illerindeki yüksek öğretim kurumlarını kapsayacak şekilde, 1982 yılında kurulmuş olan bir devlet üniversitesidir. 15 fakülte, 18 yüksekokul, 5 enstitüsü ile 30.000 üniversiteliye eğitim veren Akdeniz Üniversitesi merkezi bir yerleşim yerine sahiptir. Üniversitede kayıt sırasında harç parası haricinde 50 TL kayıt parası alınmaktadır. Akdeniz Üniversitesi'nde sınav sistemi 1 vize 1 final şeklindedir. Geçme notunun 70 olduğu üniversitede, geçme notu olmayan derslerde çan eğrisi sitemi uygulanmaktadır. Bütünleme sınavlarının olmaması birçok öğrenciyi mağdur etmekte üniversiteliler Antalya'nın sıcağında yaz okuluna mecbur kalmaktadırlar. Barınma Akdeniz Üniversitesi Merkez Kampüsü içerinde yer alan KYK yurdu olduça yetersizdir. Yurt kapasitesi 3100 yatak kadardır. Bu sayının talebi karşılayamaması sonucunda birçok öğrenci memleketlerine geri dönmeye mecbur kalmaktadır.

2 ▲

Akdeniz’de Kolektif umut veriyor Akdeniz Üniversitesi Öğrenci Kolektifleri kurulduğu günden bu güne hangi çalışmalarda bulundu? Akdeniz Öğrenci Kolektifleri olarak adımızı ilk defa 2006 yılında ders geçme sistemine karşı yaptığımız 1500 kişilik yürüyüş ve ardından rektörlük önünde başlattığımız oturma eylemi ile duyurduk. Yine aynı yılda üniversitemize konferansa gelen Ali Sabancı’yı protesto ettik. Tekel direnişinde işçi sınıfıyla günlerce çadırlarda dayanışma içerisinde bulunduk. Üniversitede yürüttüğümüz yemekhane süreci kazanımıyla, Mehmet Ali Şahin protestosuyla ve Yaşar Holding yönetim kurulu başkanına attığımız yumurta ile muhalefetifimizi yükselttik. 2008 yılında yaşanan faşist saldırı üniversite siyasetini ve Kolektif’i nasıl etkiledi ?

RÖ POR TAJ

Saldırılar sırasında yaşananlar üniversite genel muhalefetini ve Kolektif’i olumsuz etkiledi. Onlarca öğrenci yurtlardan, okuldan atıldı. Bu dönem sonrası üniversite yönetimi baskıya dayalı bir politika izlemeye devam

ediyor. Üniversite de fikirlerimizi özgürce ifade etmemizi engellemek için masa açma, afiş asma yasaklarının olduğu üniversitemizde, sivil polislerin sayısı gün geçtikçe artıyor. Başarıyla sonuçlanan bir yemekhane kampanyası düzenlemiştiniz, bu dönemden bahsedebilir misiniz ? Kasım ayında yürüttüğümüz yemekhane kampanyasını bütün üniversiteye yaydık, ardından gürültü eylemleri, imza kampanyası ve yürüyüş sonrasında kazanımla sonlandırdık. Günlük 3,40 lira olan yemek kartını ve haftalık satılan gidilmeyen günlerin de parasının ödendiği karton kartları kaldırtarak yerine öğrenci kartlarımıza para yükletebildiğimiz elektronik kontörlü sistemi getirttik. Bu sayede gidilmeyen günlerin parasını ödemeden ve günlük 1,70'e yemekhaneden yararlanabiliyoruz. Bu süreçte yaptığımız eylemlilikler ile 2008 süreci sonrasındaki ölü toprağını üniversite siyasetinin üzerinden attığımızı düşünüyoruz. Kolektiflerin yumurta eylemlerinden birini de Yaşar Holding Yönetim Kurulu başkanına yumurta atarak siz gerçekleştirdiniz, o eylem gerekçelerinden ve sonrasından bahseder misiniz? Üniversitelerimizde sermayedarları ve AKP’lileri istemediğimizi her fırsatta dile

getiriyorduk. Bu nedenle gelen patronları ve AKP’lileri yumurtalarımızla karşılıyorduk. Yaşar Holding patroniçesi de üniversitemize girişimcilik günü vasıtasıyla geldi. 6 Öğrenci Kolektifi üyesi arkadaşımız etkinlik salonuna alınmadı. Salona giren bir arkadaşımız da üniversitelileri işsizliğe mahkûm edenleri üniversitelerimizde istemediğimizi belirterek, yumurta atarak protesto etti. Eylemini gerçekleştirdikten sonra ÖGB’lerce darp edilerek salondan dışarı çıkarılan arkadaşımızı gözaltına alınmaktan kurtardık. Ertesi gün ise geniş katılımlı bir eylem düzenleyerek ÖGB faşizmini ve girişimcilik günlerini protesto ettik. Üniversitemizde yükselen muhalefete karşı rektörlüğün yürütmüş olduğu sindirme poltikasını geçtiğimiz hafta birkez daha gördük. Bizlerinde aralarında bulunduğu 30 öğrenciye soruşturma açıldı ve disiplin komisyonu kuruldu. Özel yetkiler verilen disiplin komisyonundaki öğretim görevlileri bizlere savunma sırasında sordukları sorularla psikolojik baskı uyguladı. Buna benzer politikalarla önümüzdeki süreçte de karşılaşma ihtimalimiz yüksek. Akdeniz Kolektif olarak "Soruşturanları soruşturuyoruz" diyerek rektör İsrafil Kurtcephe'yi soruşturduk. Akdeniz Üniversitesi öğrencilerini bu konuda duyarlı olmaya davet ediyoruz.

kdeniz Kolektif 1 Mayıs'ta Antalya'da güçlü bir üniversite korteji kuracak. Üniversite sorunlarını ve mücadelesini alanlara taşımanın önemine dikkat çeken Kolektifler, Akdeniz Üniversitesi öğrencilerini 1 Mayıs'ta Öğrenci Kolektifleri pankartı arkasında eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim ve demokratik üniversite mücadelesi ekseninde buluşmaya davet ediyor.

A

niversitemizde uygulanan sınav geçme sistemi birçok öğrenciyi mağdur etmektedir. Kaldığımız dersleri vermemiz için Yaz Okulu’na mecbur bırakılıyoruz ve mağduriyetimiz daha da artıyor. Yaz okulu sistemi ise her ders için açılmamakta hatta bazı fakültelerde hiçbir ders için yaz okulu bulunmamaktadır. Açılan dersler için ödediğimiz paralar ise biz öğrencilerin müşteri olarak görüldüğünün birer kanıtı. Yaz okulu sisteminin kaldırılması, bütünleme sınavlarının getirilmesi için Kolektif sana “Yapabileceğin bir şey var” diyor.

Ü


SAYFA 12

30 Mart 1972’de Kızıldere’de yaşamını yitiren devrimciler Kızıldere katliamının 39. Yılında da unutulmadı. Direnişin ve dayanışmanın tarihi onurumuzdur diyen binlerce insan Türkiye’nin birçok farklı yerinde sokaklara çıkarak ‘on’ların izinden gittiğini bir kez daha göstermiş oldu. Üniversiteliler de Kızıldere’nin 39 yılında birçok anma ve etkinlik gerçekleştirdi. İstanbul, Ankara, İzmir, Mersin, Kocaeli, Niğde, Isparta, Eskişehir ve Ordu’ da üniversiteliler gerçekleştirdikleri eylem ve etkinliklerle Kızıldere’nin son olmadığını ve bugün ’on’lardan devraldıkları mücadeleyi daha da yükselteceklerini belirttiler.

SœYAH MAVœ KIRMIZISARI

Tarih

12

. Bu tarih gençligin Kızıldere katliamının üzerinden tam 39 yıl geçti. Aradan geçen onca yıla rağmen Kızıldere unutulmuyor, her yıl 30 Mart gününde üniversiteliler kampüslerinde, sokaklarda anmalar gerçekleştiriyor. Kızıldere gençlik için ne ifade ediyor, neden bu kadar önem taşıyor sorusunun cevabı; ‘on’ların yaşamlarında ve yaptıklarının içinde gizli. Türkiye'de 60'lı yılların sonlarından 80 darbesine kadar yaşanan sürece dair bugün her yaş diliminden insan az çok bilgi sahibidir. Mahirler, Denizler bugün hala gençlik tarafından önder olarak benimseniyor. Toplumsal muhalefetin yaratıcısı olan gençliğin öyküsü ise üniversitelerde kurulan Fikir Kulüpleri Federasyonunda (FKF) başlar. FKF’nin ilk olarak 1968’de Nato’ya Hayır Haftası ardından 1969 yılında 6. Filo ve Kommeri’in arabasının yakılması eylemleri oldukça etkili olmuştur. Gençliğin gelişen mücadelesinin ihtiyacı doğrultusunda 10 Ekim 1969’ da gerçekleşen FKF Kongresinde Devrimci Gençlik Dernekleri Federasyonu kurulur. Dev-Genç yükselen gençlik eylemlerinin siyasallaşmasında oldukça önemli bir dönemeçtir. Gençlik artık daha militan bir mücadele vermenin gerekliliğinin farkına varmıştır. Mahir Çayan’ın önderliğinde kurulan THKP-C 12 Mart darbesi karşısında gerçekleştirdiği eylemelerle Türkiye halklarının bir nebze nefes almasını sağlayabilmiş, emperyalistlere karşı mücadeleyi hiçbir koşulda bırakmayarak Başbakan Erdoğan gibi “Van münit”lik şov yapmamış, İsrail Başkonsolosu kaçırarak direnen Filistin halkının yanında olduğunu tüm dünyaya göstermiştir. Kızıldere… 12 Mart Muhtırası’nın ardından Başbakan Nihat Erim kendisine hedef olarak toplumsal muhalefeti seçti ve bu kesimlere dönük büyük bir operasyon başlattı. Bu amaçla 6 ilde sıkıyönetim ilan edildi, kitlesel tutuklamalar birbirini takip etti. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’da yakalanarak idamla yargılanmaya başlandı. İşte böyle bir tabloda hem darbenin karanlığını parçalamak hem de idamları durdurmak amacıyla birçok eylem gerçekleştirildi. Bu eylemler içerisinde en çok ses getireni ise 17 Mayıs’ta İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom’un kaçırılması oldu. Ancak darbeciler yaşananlar karşısında daha fazla şiddete başvurdu ve Balyoz harekatını başlattılar. İlk olarak 31

Mayıs 1971’de Nurhak dağlarında gençlik önderlerinden Sinan Cemgil, Kadir Manga, Alparslan Özdoğan, 1 Haziran 1971’de ise Maltepe’de Hüseyin Cevahir öldürüldü. Yine 1 Haziran 1971’de çıkan aynı çatışmada Mahir Çayan yaralı bir şekilde yakalanarak tutuklandı. Mahirler, Denizlerin idamını durdurmak için 30 Kasım 1971’de Maltepe Askeri Cezaevi’nden büyük bir firar gerçekleştirdi. Mahir Çayan, Cihan Alptekin ve Ömer Ayna firardan sonra Fatsa’ya geçti ve diğer devrimcilerle buluşarak Denizlerin idamını engellemek amacıyla 26 Mart 1972’de Nato Ünye Radar Üssü’nde görevli 3 İngiliz teknisyeni kaçırdı. Ancak 30 Mart 1972’de on devrimci Cihan Alptekin, Saffet Alp, Ahmet Atasoy, Sinan Kazım Özüdoğru, Nihat Yılmaz, Hüdai Arıkan, Ertan Saruhan, Ömer Ayna, Sabahattin Kurt ve Mahir Çayan idamları durdurmak için düştükleri yolda katledildiler.

Darbeciler mi? Son zamanlarda AKP arkasına aldığı liberallerle birlikte devrimci hareketin tarihini kirletmek için, yaşamlarını darbelere karşı mücadeleye adamış kişileri darbeci, güncel şekliyle Ergenekoncu ilan ediyor. Ancak bu konuda pek de başarılı sayılmazlar. Çünkü onlar yaşamları boyunca ne ordudan medet ummuşlardır ne de egemenlerle kirli bir çıkar ilişkisine girmişlerdir. Yine 12 Mart’ta darbenin baskıcı ve gerici yüzünü yaptıkları eylemlerle teşhir eden Mahirler olmuştur. Zaten bu yüzden de Kızıldere’de kuşatıldıkları evde ‘darbeciler’ tarafından katledilmişlerdir. AKP Mahirlerden korkuyor AKP bir yandan gençliğin onurlu tarihini toplumsal zeminde itibarsızlaştırmaya çalışırken bir yandan da bu tarihe sahip çıkanlara cezalar yağdırıyor. Daha geçtiğimiz aylar içerisinde Samsun'da 3, Adana’da 21 kişi Mahirleri andığı için ‘suçu ve suçluyu’ övmekten tutuklandı. Konya’da ise evlerinde Mahir Çayan’ın resmi bulunan öğrenciler onlarca yıllık tutuklama talepleriyle yargılandı. Ancak AKP’nin bu kadar tahammülsüz olmasının bir nedeni var o da duyduğu korku. Üniversitelilerden bütün toplumsal kesimlere kadar saldırganlaştığı bir dönemde AKP, Kızıldere’nin temsil ettiği özgürlük, eşitlik, dayanışma ve bunların uğruna mücadele etme duygusunun yeniden güncellenmesini istemiyor.

.

KIZILDEREYE GIDEN . TARIH 12 Mart 1971: Gittikçe güçlenen gençlik hareketinden ve toplumsal muhalefetten korkan egemenler gelişen halk hareketliliğini yok etmek için askeri bir muhtıra gerçekleştirdi. Muhtıra sonucu binlerce insan gözaltına alınarak tutuklandı. 16 Mart 1971: Gençlik hareketinin önderlerinden, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun kurucuları Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan Sivas’ın Gemerek ilçesinde yakalandı. 1 hafta sonra ise Hüseyin İnan’ da yakalanarak idamla yargılanmaya başladılar. 17 Mayıs 1971: Mahir Çayan ve arkadaşları darbenin karanlığını parçalamak ve her şart altında emperyalistlere karşı savaştığını göstermek için İsrail Başkonsolosu Ephrahim Elrom’u kaçırdı. 29 Kasım 1971: Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ulaş Bardakçı, Ömer Ayna ve Ziya Yılmaz, Denizlere verilmesi planlanan idam kararını engellemek için Maltepe Askeri Cezaevinden tünel kazarak firar ettiler. 3 Şubat1972: Askeri Yargıtay verilmesi planlanan idam kararına yapılan itirazları reddetti. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan hakkında verilen idam kararı kesinleşmiş oldu. 30 Mart 1972: Mahir Çayan ve 9 arkadaşı Denizlerin idamını engellemek için çıktıkları yolda Tokat’ın Niksar İlçesine bağlı Kızıldere köyünde kuşatıldılar. Kendilerine yapılan teslim olun çağrılarına kulak asmayan ‘on’lar biz buraya dönmeye değil ölmeye geldik diyerek çıkan çatışmada katledildiler


SAYFA 13

Anadolu’nun dört bir yanında suyu ticarileştiren HES’lere karşı mücadele yükselirken, İstanbul’ da Politeknik Genç ve Öğrenci Kolektifleri HES panelleri gerçekleştirdi. 3 Martta İTÜ’ de, 31 Mart ve 1 Nisan da Yıldız Teknik, Mimar Sinan ve İstanbul Üniversitesi’deki panellerde HES’ler tartışıldı. Panellerde suyun metalaşma süreci, HES’lerin doğaya verdiği tahribat, yapımındaki hukuksuzluklar, mücadele deneyimleri ve enerji ihtiyaçları ele alındı. “Toplumun” mühendisi, mimarı olarak doğayı katleden bu projeleri durdurmanın, toplum yararına projeler üretmenin önemi vurgulandı. 9 Nisan’ da suyun ticarileşmesine karşı gerçekleşecek mitinge çağrı yapılarak etkinlikler sonlandırıldı.

Nükleer Türkiye’ye gelecek mi?

Bilim

SœYAH MAV

KIRMIZISARI

13

Bu da mı olmuş?

CERN fizikçileri yüzyılın deneyinde saniyenin onda biri süresince “anti-maddeyi” gözlemledi. Yani evren olmadan önce var olan “şey” bulundu. Bu olay baskın çevreler tarafından “Tanrı’nın parçacığı bulundu” şeklinde yorumlandı. Antimadde, evreninin var oluşu (big bang) teorisine göre maddeden önceki şeydir. Yani, boşluktur çok kısa bir süre gözlemlenebiliyor.

aponya'da, yaşanan depremin ardından ülkede bulunan Fukuşima Nükleer Santrali'nde başlayan sızıntı, gün geçtikçe felakete dönüşüyor. Sızıntıdan dolayı ilk haftadan 14 kişi hayatını kaybetti ve binlerce insan bölgeden uzaklaştırılmaya başladı. Radyasyon bir ay içerisinde normal seviyenin 10 bin katına çıkarken, radyoaktif bulutlarla da tüm dünyaya yayıldı. 7 Nisan da gerçekleşen 7.1 şiddetindeki depremin de yeni felaketlere yol açabileceği düşünülüyor. Yaşanan bu nükleer felaket, Türkiye'de yapılması planlanan nükleer santrallerle ilgili tartışmaları da beraberinde getirdi.

J

Nükleer santrallerin tarihi ve işlevi: 1950'lerden sonra emperyalist güçler, enerji ihtiyaçlarını karşılamak için nükleer santrallere yöneldi. Nükleer santrallerde uranyum atomunun fizyon tepkimesine girerek bölünmesi sonucu açığa çıkan enerji, su buharının çok yüksek sıcaklıklara kadar ısıtılmasını sağlar. Bu yüksek sıcaklıktaki buhar türbinleri çevirerek elektrik enerjisi üretimini sağlar.

Hiçbir nükleer zararsız değildir! Nükleer santral dendiğinde akla ilk gelen “Güvenli mi?” sorusu gelir. Nükleer santral yapımı gerçekleştiren emperyalist şirketler de, çevreye ve insanların güvenliğine göre tasarlandığını dile getirir. Ancak santrallerin yapımında ne kadar büyük önlemler alınsa da, santral kurulduğu bölgeye aşırı zarar verir. Araştırmalara göre, nükleer santrallerin civarında yaşayanlarda kanser vakalarında

%400 artış, genetik mutasyonlar sonucu normal olmayan doğumlar ve yaygın lösemi hastalıkları görülmüştür. Ayrıca uranyum işlenirken çekirdek parçalaması yoluyla nükleer atıklar meydana gelir. Bu atıklar, yaydıkları yüksek dozdaki radyoaktif ışınlar nedeniyle insanlar için hayati tehlike taşıyor. Bu nedenle atıkların yüz binlerce yıl tüm canlılara ulaşamayacak şekilde saklanması gerekiyor. Ancak nükleer santrale sahip bir çok ülke atığı, sömürge ülkelere para karşılığı depolayarak çözmektedir. Mesela, Almaya'dan getirilen radyoaktif atık, para karşılığı Göltaş Çimento Fabrikası ile Konya'daki çeşitli tesislerde yakılarak imha edilmiştir. Ayrıca Sinop'ta bulunan radyoaktif atık varilleri nükleer atıklardan kurtulmaya çalışan ülkelerin niyetlerini ortaya koymaktadır.

Türkiye tehlikeli şeylere meraklı Egemenler, günümüzde sandıkları kadar ucuz olmayan nükleer santrallerden, hızlı bir biçimde vazgeçmeye başladılar. Ancak bu durum sadece kendi ülkelerine tabiydi. Artık nükleer enerji Türkiye gibi 3. Dünya ülkelerine pazarlanmaya başladı. Bunun en büyük nedeni uzakta, zararsız, halkının tepkisini almayacak bir biçimde nükleer enerji projelerini satacaklardı ve kendileri de hiçbir tehlikesi olmayan yenilebilir enerji projelerini geliştirecekti. Sinop ve Mersin Akkuyu'da kurulması planlanan nükleer santraller, bu durumun en somut örneği. Türkiye'de kurulacak nükleer

santrallerin gerekçesi, enerjide dışa bağımlılığın sona ermesidir. Türkiye kendi enerjisini üretirse dışa bağımlılıktan kurtulacaktı. Ancak, Akkuyu'da yapılması gündemde olan nükleer santralin yapımı için Rusya ile anlaştı ve tabi en önemlisi de Türkiye Uranyum'u dışarıdan almak zorundaydı. Yani nükleer santral kurulması Türkiye'yi enerjide dışa bağımlılığını devam ettirecek. Enerji Bakanı Taner Yıldız Türkiye'de kurulacak santrallerin Japonya'daki gibi 1. nesil değil en güvenli olan 3. nesil santraller olacağından bahsetti. Ancak kurulması planlanan nükleer santraller fay hattına yakınlığı nedeniyle birinci dereceden riskli konumda bulunuyor. İş güvenliği olmadığı için iki günde 20 işçinin hayatını kaybedebildiği (OSTİM patlaması) bir ülkede nükleer gibi büyük bir tehlikeye nasıl güvenilebilir? En önemlisi de Türkiye'de bu zihniyetin yıllardan beri değişmemiş olmasıdır. Bugün Tayyip Erdoğan "Riski olmayan hiçbir yatırım yoktur. Yani evinize Aygaz tüpü de koymamak gerekir", "Tehlikeliyse o zaman bilgisayar da kullanmayın" derken 25 yıl önce Çernobil faciası sonrası dönemin Sanayi Bakanı Cahit Aral'ın ekranlarda 'içiniz rahat olsun' mesajıyla çay içmesini hatırlattı. İnsan hayatının ne kadar değersiz olduğunun bir kez daha gösterildiği bu ülkede nükleer santral kurulması ne kadar sağlıklıdır? Ayrıca Türkiye'nin enerji ihtiyacını karşılamak için nükleer gibi zararlı, tehlikeli bir enerji yerine, daha güvenli, alternatif yenilebilir bir enerji sistemi ile karşılanabilir.

Hayal kırıklığı

irçok insan günde 8 saat uykunun ideal olduğunu düşünmektedir. Ancak 8 saat yada daha uzun uyuyanların için kötü bir gerçek; 8 saat ve üzeri uyumak oldukça tehlikeli. California Üniversitesi'nden Prof. Daniel Kripke'nin 2004'te 1.1milyon insan üzerinde yaptığı altı yıllık bir araştırmaya göre, 8 saat ve üzeri uyuyan insanların 6-7 saat uyuyan insanlara göre daha genç yaşta öldüğü görülmüştür.

B

Tanıtım

ünyada felakete yol açabilecek derecede 169 nükleer santral kazası olmuştur. Tüm tablolar santrallerin normal seyrinde bu kadar ciddiyken, reaktörlerin sızdırması veya patlaması durumunda tablonun boyutu felaketin çok ötesine geçmekte. Bunların en büyükleri; Çernobil (1986), Winscale(1957-İngiltere), Three Mile Island(1979-ABD) kazalarıdır. Çernobil nükleer kazası Türkiye açısından hala güncelliğini korumaktadır. 1986 yılında Çernobil’deki santralde meydana gelen dev patlamadan sadece o bölgede yaşayanlar değil tüm dünyadaki insanlar etkilendi. Patlama ile radyasyon, bulut halinde yayılarak tüm dünyaya ulaştı ve İngiliz bilim insanlarının yaptığı araştırmaya göre, 40 bin ile 65 bin arasında insan hayatını kaybetti. Kazadan sonraki ilk aylarda, radyoaktif iyodin düzeyi yüksek sütlerden içen çocuklar yüksek radyasyon dozları aldılar. 2002 yılına kadar bu grup içinde 4 binden fazla tiroid kanseri teşhis edildi. Ayrıca, 25 yıl önce radyasyona maruz kalan insanların çocuklarında genetik mutasyon, çocukların bazılarında iç organların eksik olması ve kalp rahatsızlıkları görülüyor. Tüm bu veriler nükleer santrallerin ne derece tehlikeli olduğunu gözler önüne sermektedir. Dolayısıyla halk nükleer santrallere temkinli, tedirgin ve olumsuz bakmaktadır.

Fukişima ne ilk ne de son kazaydı D

vrimsel Biyoloji Öğrenci Kongresi Hacettepe Üniversitesi'nde 5-6 Mayıs günlerinde yapılacak. H.Ü Biyoloji Topluluğu tarafından düzenlenen kongrede bu kez öğrenciler anlatacak. Uzman kişilerden alınan bilgilerle sunumları öğrenciler gerçekleştirecek. Her yönüyle öğrenci üretimi olan Evrimsel Biyoloji Öğrenci Kongresi oldukça yoğun ve renkli geçeceğe benziyor.

E


SAYFA 14

Bugüne kadar kalemleriyle AKP için çalışan gazetecilerden Yiğit Bulut, Mümtazer Türköne, Şamil Tayyar ve Fikri Akyüz seçim döneminin yaklaşmasıyla birlikte AKP tarafından milletvekili aday adaylığına davet edildi. Teklifi kabul eden Mümtazer Türköne dışında hiçbir gazeteci ise henüz bu konuda açıklama yapmadı ancak bir çoğunun teklifi kabul etmesine kesin gözüyle bakılıyor. AKP’nin kamuoyunda köşeye sıkıştığı her dönemde görevi AKP’yi içine düştüğü cendereden çıkarmak ve muhalif olanlara hakaret etmek olan bu gazetecilerin yeni görevleri, elde ettikleri ‘kirli’ unvanla AKP için kritik olan seçim bölgelerinde oyların artışını sağlamak olacak.

Vicdan parçacıkları Yazı kalıcıdır. Köşe yazarlığı küçük düşünce parçacıklarını her gün yüksek bir pencereden insanların üzerine serpmeye benzer. Bu parçacıklar tek başına ele alındığında anlaşılmazdır, muğlaktır, bin bir çeşit yoruma açıktır. Fakat bu parçacıklar kolay yutulur, ezberlenir, bambaşka bağlamlarda ve bir anda ağızlardan dökülür. Gündelik dil bu parçacıklarla doludur ve her gündemde bu parçacıklar yer değiştirir. Bu parçaların muğlaklığı onların gerçek gücüdür. Çünkü böylece onlar arkalarındaki zihniyeti, hesap kitabı, önyargıları saklama şansını elde ederler. Köşe yazarı bu parçacıkların sahibidir. Güçlüdür çünkü toplumun diline en uygun lokmaları bulur, sorumsuzdur çünkü görüşleri herhangi bir bağlayıcılıktan yoksun kişiselliğin yansımalarıdır, saygındır çünkü toplumun birebir konuşurmuşçasına dinleyebileceği, kendi sesini onda bulabileceği birkaç tekelci gazetenin birkaç köşe yazarından biridir. Etyen Mahçupyan düşünce parçacıklarının muğlaklığından Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanmasının ardından yazdığı yazılarda hayli faydalandı. Zaman’da çıkan “Çorbadaki Kıl” adlı yazısı, Ahmet Şık’ı kitabına “okuyucuyu tahrik eden başlık” vermekle (İmamın Ordusu), “dokunan yanıyor” diyerek Gülen cemaatiyle Ergenekon soruşturması arasında haksız bir bağlantı kurmakla ve kitabının temelini teşkil eden verilerin “devletin içinde çatışma halinde olan iki güçten birinden gelmekte” olmasıyla suçladı. Nedim Şener’in suçuysa “Hrant için, adalet için” diye bağırarak “kendisine yapılanlarla Hrant’a yapılanları aynı kaba sokması” nitekim “vakarlı bir

duruş” sergileyememesiydi. Mahçupyan’ın Şık ve Şener’in “iyi gazeteci” olmadığını kanıtlama çabası olan yazısı, bu gazetecilerin Ergenekon’un parçası oldukları tezinin güçlendiğine yapılan nereden geldiği belli olmayan bir bel altı vuruşla sona eriyor. Yani “zorlama bir ahlaki yozlaşma varsayımı” onların bir suç örgütünün parçası olmasına varıyor. Mahçupyan ahlaki bir sorun varsayımından suç örgütlüğüne giden “işaret okunu” nasıl çizdiğini topluma açıklamak zorunda değil. Çünkü amaç zaten bunun bilinmezliğinde yani düşünce parçasının muğlaklığında yatıyor. Devletin itibarsızlaştırma politikasının toplum hafızasında izlerini yaratmak, “ya suçluysa?” sorusunu sordurtmak, devlete güveni yeniden perçinleyen sinsi bir kuşkuyu insanların içine akıtmak bu amacın özü. Kesinkez söyleyelim: Mahçupyan’ın yaymaya çalıştığı aynı sinsi şüphe, Hrant Dink’in ölümüne zemin hazırlayan şüphedir. Toplumun zihniyetinin derinliklerinde bir cinayete ya da ağır bir tutuklamaya yer edindirmeye çalışan şüphe tohumcusu derin devletin ana dilini konuşmaktadır. Mahçupyan’a bir şarkı da Arat Dink’ten gelsin: “Devletten mi öğrendik ki düşmanlarımızın adını, dostu da ondan soralım.” Şık ve Şener’i siyasi militanlığı gazeteciliğin önüne koymaktan muzdarip gören Mahçupyan ağızlarını bağlayarak basın özgürlüğüne sahip çıkanları gözlerini açmaya davet ediyor. Oysa bu gazetecilerin yeni hayatlarına ilk göz kırpışlarıdır. Ve düşünce parçacıklarının kötü niyetlerine karşı vicdan parçacıklarının ilk hareketlenişidir.

Z

14

Medya

Basın emir kipi

değildir ! azetecilik mesleğini yapmak isteyenlere veya yapanlara ilk öğretilen “tarafsızlık” olur. Zaten gazetecilik ve medya denince de herkesin aklına bu “ilke” gelir. Türkiye tarihi ise gazetecilik etiğine sığmayan basına yönelik sansür, susturulan gazeteciler ve devlete bağlı gazetecilik örnekleri ile doludur. Tarihten günümüze uygulanan baskılar sonucunda ise genel medya büyük ölçüde sermaye ve siyasi iktidarın hegemonyası altına alınmıştır. Her ne kadar egemenler eliyle yazacakları ve araştıracakları çoktan yukarıdan belirlense de, gazetecinin temel görevi; iletişimi karşılıklı bir süreç ve bir hak olarak görerek, haberleri doğru, tarafsız ve halktan yana yapmaktır. Kısacası gazetecinin tarafı; sermaye veya siyasi iktidar değil, kendisinin çok da bağımsız olmadığı ezilenler olmalıdır. Türkiye’nin basın tarihi de kendisi kadar karanlık. Gazetenin ilk basıldığı dönemden itibaren yoğun sansür, gazete kapatmalar, hapis ve para cezaları; hatta yaygın gazeteci cinayetleri Osmanlı’dan günümüze kadar gelmiş. Ancak 9 yıllık AKP iktidarıyla basın, hiç olmadığı kadar baskı altında. Kendisine AKP ve yandaşları tarafından çizilen “meslek sınırlarına” rağmen karanlığı aydınlatma, doğru olanı söyleme, insanların iletişim hakkına sahip çıkma gibi temel misyonlarla gazetecilik yapmaya çalışanların sonu tehdit, kovulma, itibarsızlaştırılma ve dava edilmek oluyor. En son Nedim Şener ve Ahmet Şık tutuklanırken, Şık’ın söylediği “Dokunan yanar!” sözü, son sürecin özeti niteliğinde. Ahmet Şık derin devlet katliamları ve insan haklarıyla, Fethullah Gülen cemaatinin kirli ilişkileriyle ilgili; Nedim Şener ise devlet yolsuzlukları, cemaat ve gazeteci Hrant Dink cinayetleri ilişkilerini inceleyen ve yazılar yazan gazeteciler olarak biliniyorlar. Kısacası ikisi de AKP’nin istediği “yandaş” gazeteci konumunun tam karşısında duruyorlar, dokunuyorlar.

G

@06melihgokcek

10. yılında yenilenen sendika.org engin içeriğiyle toplumsal muhalefetin internetteki sesi olan sendika.org 10 yılına yeniliklerle giriş yapıyor. Emek haberlerinin anında erişilebildiği sitede ayrıca sendika.org yazıları ve çevirileri güncel siyasetin tartışmalarını okuyucusuna aktarıyor. Öğrenci hareketinin renkli, dinamik yönüne de duyarlı

SœYAH MAVœ KIRMIZISARI

olan sendika.org gençliğin eylem ve etkinliklerine de sitede yer veriyor. Sürekli güncellenen aktüel gündem, söyleşi, dosya, kitap ve grev gözcüsü içeriği dolu dolu olan sendika.org'un diğer başlıklarını oluşturuyor. Zengin içeriğiyle sendika.org 17 nisanda yenilenen renkli sitesiyle okuyucularıyla buluşacak.

AKP’nin gözünde suçlu olmak, terörle mücadele veya düşünce suçundan yargılanmak hatta Ergenekon’dan alınmak için artık gazeteciler için mesleğinin getirdiği temel görevleri yapmak bile yetiyor. Sırf haberin kaynağıyla yapılan herhangi bir telefon görüşmesi bile, aylarca hapis yatma sebebi olabiliyor. Yani kimle, nasıl, ne hakkında haber yapılacağını artık gazeteci belirleyemez hale geldi. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin verilerine göre, cezaevlerinde 68 gazeteci tutuklu. Gazetecilerle ilgili 2 bin dava ve 4 bin soruşturma açılmış. Tayyip Erdoğan’ın verilerine göreyse Türkiye son 8 yılda basın özgürlüğü konusunda çok ileri standartlara kavuşmuş, AKP’nin cesur adımlarıyla konuşulamayanlar artık gündeme taşınır hale gelmiş. Türkiye’de “yandaş” diye nitelendirilen, doğrudan AKP’nin ve cemaatin sözcülüğünü yapan medya organları ise gittikçe güçleniyor. Cemaatin elinde bulunan, AKP’nin

Tayyip Erdoğan'ın "Basına baskı, basının uydurmasıdır." sözünün ardından bazı organlarca yapılan araştırmalar da basına baskının somut izlerini gösteriyor. Uluslararası Basın Enstitüsü'nün (IPI), Türkiye'deki "basın özgürlüğü" ile ilgili yayımladığı açıklamaya göre Türkiye, 57 tutuklu gazeteci ile Çin ve İran'ı geride bırakarak, "gazeteci hapsi listesi"nde 1 numaraya oturdu. ABD

aleyhinde tek bir yazı yazmayan, ülkedeki tüm muhalif güçlere savaş açmış gazeteler ve televizyonlardan oluşan bu medya organları, ellerinde ekonomik imkanlar sayesinde Türkiye’nin en uç köşelerine kadar “dağıtılan” gazeteler bazen insanların ulaşabildiği tek haberleşme aracı oluyor. Bu medya organları sadece muhalif kimlikler ve toplumsal muhalefet hakkında karalama haberler yapmıyor, aynı zamanda spekülatif haberleri ve yalan yazıları ile yeni bir yaşam biçimini –özellikle televizyon kanallarıyla- yaygınlaştırmaya çalışıyor. AKP’nin elindeki sermaye gücü, birçok medya kuruluşunu sindirmiş veya ele geçirmiş durumda. Herkesin aklındaki soru aynı: Basılmamış bir kitap için ortalığı birbirine katan ileri demokrasinin ileri hukuku, temel görevi insanları aydınlatmak, doğruları yazmak olan gazetecileri bile sırf “yazdıkları” için hapsediyorsa; artık “farklı düşünmek” bile suç mu olacak? Dışişleri Bakanlığı 2010 İnsan Hakları Raporunda ise Ergenekon soruşturmasını izleyen gazetecilere 5 binden fazla dava açıldığı ve 20 gazeteciye mahkumiyet kararının verildiği ve diğerlerinin davalarının hala devam ettiği belirtildi. Verilere göre dünya sıralamasında hangi alanda birinci olduğumuzu Tayyip Erdoğan karıştırmış olacak ki "Basına baskı karşısında ilk biz dururuz" açıklaması yapabiliyor.

sansursuzinternet.org.tr ünümüzün en önemli haber alma ve bilgi edinme araçlarının başında gelen internet siteleri en fazla sansüre uğrayan kaynaklardan bir tanesi. Bugüne kadar yüzlerce internet sitesi ve blog sayfası muhalif yayınlar yaptığı iddiasıyla kapatıldı. Hatta yalnızca yayınlanan videolar sakıncalı bulunduğu için ‘youtube’ gibi yasaklanan siteler bile mevcut. İşte san-

G

sursuzinternet.org.tr bu yasaklara karşı internet kullanım özgürlüğünü savunanların bir araya geldiği bir platform. Bu sitede internet yasaklarına karşı yapılan etkinliklerden, sansüre karşı yapılan ve yazılan bütün araştırmaların toplandığı arşivleri bulabilmek mümkün. Ayrıca siteyi ziyaret ederek sansürsüz internet için bir imza da siz verebilirsiniz.


SAYFA 15

“Ucube” yıkılıyor Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın "ucube" dediği ve oldukça tartışma konusu olan Kars'taki İnsanlık Anıtı'nın yıkımı için Kars Belediyesi'nin 7 Mart'ta yaptığı ihale sonuçlandı.

İhaleyi 272 bin TL teklif veren Avşin İnşaat kazandı ve heykelin yıkılması kesinleşti. Yapılan açıklamalara göre yaklaşık 15 gün içinde İnsanlık Anıtı’nın yıkım işlemlerine başlanacak.

SœYAH MAV

ültür Ksanat..

KIRMIZISARI

15

. Sanatin Gundemi

Yazılan, çizilen, anlatılan senin hikâyen…

Sokakta muhalefet yapan sanat “Toplumsal işlevinden kaçmadığı sürece, sanat, dünyanın değişebileceğini göstermeli, değişmesine yardımcı olmalıdır.” Ernst Fischer aşamın bizlere sunmuş olduğu sevinç, mutluluk, cesaret, öfke, başkaldırı gibi tüm duygu ve hareketler sanatçının ilham kaynağı olarak eserlerinde karşılık bulur. Sanatçı ve eserini buluşturan nokta da bütün bu yaşanmışlık ve tepkiselliklerdir. Ancak Fischer’in de dile getirdiği “Sanatın toplumsal işlevi ve konusu” konusu çokça tartışmayı da beraberinde getirmiştir. İnsanın sınırsız düş gücünün yansıması olan sanatın anlaşılırlığın dışında, sanat galerine hapsolmasına ve toplumun gerçekliğinden soyut bir biçimde var olmasına karşı çıkan tavır çeşitli biçimlerde kendini var ediyor. Sanat sokakta Sanatın sokağa inmesi, toplumsal belki de politik konuları işlemesi görüşüyle eserlerini oluşturan sanatçılar, günlük yaşantımızın yer ve mekansal olarak en geniş yelpazesine sahiptirler. Bu anlamda sanat başka bir açıdan da kendi durduğu yerden tepkisel ve protesttir. İngiliz sanatçı Banksy’nin eserleri bu anlamda en güzel örnekler olarak karşımıza çıkıyor. Gerçek adını gizleyen Banksy, başka bir dünyanın mümkün olduğunu dünyanın dört bir yanında duvarlara yaptığı resimlerle göste-

Y

riyor. Estetik açıdan oldukça başarılı ve protesto yönü ağırlıklı eserleri İngiltere’den çıkarak dünyayı dolaşıyor. Sisteme karşı duyduğu öfkeyi, tüketime olan nefretini, umuda olan sevgisini resmetmek için yola çıkan Banksy’nin protestolarının en önemlilerinden biri İsrail’in Filistin sınırına inşa ettiği ‘güvenlik duvarı’na yaptığı çalışmalardır. Banksy bu duvara ‘Tatil Enstantaneleri’adını verdiği dokuz adet boyama yapar. Bunların kimisinde başını duvarın diğer tarafına çıkarmış bir at kimisinde duvarın öte tarafına çıkmayı sağlayan bir merdivene çıkan çocuk kimisinde de iki çocuğun duvara açtıkları düş gediği var. Bu utanç duvarı Banksy’nin ellerinden bir düş kumsalına açılır. Savaş karşıtlığını Brookyn Müzesi’ne astığı elinde sprey boya ile “savaşa hayır” duvar yazısı önünde duran bir asker portresi yaparak gösteren Banksy, hayvan hakları konusundaki duyarlılığını da Londra’daki bir hayvanat bahçesinde fillerin bulunduğu duvara “Dışarı çıkmak istiyorum, burası çok soğuk. Bakıcı kokuyor. Sıkıcı, sıkıcı, sıkıcı…” yazarak gösterir. Duvarlara yaptığı resimleri dünyaca ünlenen Banks’ye Simpsons çizgi filminin jeneriğini yapması teklifi de geliyor. Banksy’nin yaptığı üretim sömürüsünü anlatan bu jenerik de kendinden oldukça söz ettiriyor.

Melek kanadındaki sarı yumruklar Estetik ve yaratıcılığı buluşturan sokak eylemciliği örnekleri ile İstanbul’da karşılaşmak mümkün. Galata, Karaköy, Cihangir civarında dolaşıp da sarı yumrukları görmeyen yoktur. Yüksek binaların çatılarından, köprü altlarına kepenklerden çöp kutularına kadar her yerde karşımıza çıkan bu resimlerin altında hep aynı imza var: Kripoe. Şehrin çeşitli yerlerinde görsel bir şölen sunan bu resimlerin sahibi Marmara Güzel Sanatlar Fakültesi Erasmus öğrencisi bir grafiti sanatçısı. Kendisi kimliğini gizlediği için biz de yazımızda çeşitli yerlerde Kripoe imzasının gerçek kimliği olduğu iddia edilen ismi yazmamayı tercih ediyoruz. İlk kez Almanya’da sıkıldığı söylenen yumruklara imzasını atan Kripoe ilk gençlik yıllarından beri grafiti yaptığını ve sanata “mülkü güzelleştirerek” başladığını söylüyor. Çoğunlukla kepenklerin kapalı olduğu sabah ya da akşam saatleri karşımıza çıkan sarı sol yumruklar kimi zaman tek başına kimi zaman da gruplar halinde çizilmiş. Bazen bir melek kanadıyla sarılmış bazen de bir patenin içinden başkaldırıyor. Zaman zaman da sarı yumruklara eşlik eden, görenleri kendisine hayran bırakan, uçurtma olup açılmış gözler var. Bu yumruklar ve bakışlar farkında olmadan algıladığımız dünyaya giriveriyorlar.

Çizgilerle AKP iktidarının

9 yıllık serüveni ugüne kadarki değerlendirmelerin çok daha dışında, dili, resmedilişi bambaşka şekillerde, bu sefer konuşan çizgilerle anlatılıyor AKP saltanatının icraatları. Milli görüş hareketinin köklerinden başlayarak 28 Şubattan sonra İslam’ ın, kendisine çekilen ayarla, dünyanın değişen düzeninde ılımlılaşmasıyla ve gömlek değiştirmesiyle sistem içinde filizlenen AKP’ nin kurulmasını anlatarak başlıyor çizgiler. AKP’yi iki döneme ayırarak, ilk sürecini alternatifsizlik ve mağdur edebiyatı sayesinde %47 lik oy aldığı 2007 seçimlerine kadar, ikinci süreçte ise saldırılarını çok daha görünür yapmaya başlayarak ilk önce yargı ve YÖK’e el attığını, sonrasında ise demokratik Kürt açılımı gibi safsatalarla aslında yeni saldırılara açıldığını, çok açık ve sade bir dille ve politik olmayan birinin bile süreci kolayca anlayabileceği bir biçimde karika-

B

türize ediyor. Resmin sanatsal işlevini en vurucu şekilde kullanan Davut Kanmaz çizgileriyle, ifade gücünün doruğa çıktığı yalın anlatımıyla dikkat çeken Damla Öz’se yazdıklarıyla, AKP’nin aklımızdan uçup giden yolsuzluklarını, yağmalarını bizlere ufak ayrıntılarla tekrar tekrar hatırlatıyor, adeta bir AKP nostaljisi yaşatıyor okuyanlara. Bu yönüyle öğrencisinden öğretmenine, mahallelisinden üniversitelisine, memurundan işçisine emeklisine, kadınından erkeğine, ‘yetmez ama evet’ çisinden boykotçusuna ‘hayır’ cısına her kesimin kendinden bir şeyleri hatırlayacağı, “ Bunları da mı yapmıştı?” diyeceği, ”Halkı AKP’den soğutma eylemi” nin isyankar karikatürleri, kapağındaki pek de isyankar olmayan karikatür Tayyip çikle raflarda en görünür yeri almaya şimdiden aday.

Sanat için daha da cesur olma vakti gelmişti. Sanat eserleri yıkılırken, ülkede ezilenlerin, ayrımcılığa uğrayanların, sessizliğe mahkûm edilenlerin, dışlananların hikâyelerinin anlatılma vakti. Sinemada nihayet kameraların kadrajı görülmeyenlere, anlatılmak istenmeyenlere döndü. Bunlardan bir tanesi geçtiğimiz senelerde İlksen Başarır’ın çektiği; çağrı merkezinde çalışanların sorunlarına ışık tutan ve işitme engellilerin insanca yaşam için projelerine yardımcı olan Başka Dilde Aşk filmiydi. Nisan ayının başında vizyona giren İlksen Başarır’ın senaryosunu yazdığı ve yönettiği, başrolünde Mert Fırat ‘ın oynadığı Atlı Karınca filminde ise ensest ilişkinin yaşandığı bir ailenin yaşamını anlatıyor. Filmde babanın aile içindeki otoritesinin sarsılması ve şairlikte başarıyı yakalayamamış olması erkek ve kız çocuklarına yönelik cinsel saldırganlığa dönüşüyor. Görmek istemediklerimiz, anlatamadıklarımız Filmde rahatsız eden bir şey var. Nefret, öfke, hüzün… Yapılan cinsel saldırıları açık bir şekilde göstermeyi tercih etmeyen yönetmen filmde kullandığı imgelerle gerçek anlamda övgüyü hak ediyor. Gazete, film veya televizyonlarda gerçekleşmiş veya planlanan bu tür saldırıların yansıtılması, gösterilmesi veya anlatılması özendirici etkilere sebep olabilir. Bu yüzden etik olarak aydınların önünde durması gereken sorumluluk bunu farklı biçimlerde yansıtmak olmalıdır. İlksen Başarır filmde bunu güzel bir biçimde başarmış; atlı karıncanın parçalanması, babaya duyulan nefretin bir an gerçekten uzaklaşan yansımalarla ve müzikle anlatılması bunun güzel örneklerinden. Filmde rahatsız eden ne? Aslında cevap zor değil kapalı aile yapısından kaynaklı tacize maruz kalan kişinin, suçu dillendirememesi, devletin cinsel şiddete yönelik önlem almaması ve ataerkil sistemin söylemlerini yeniden üretilmesi. Film tüm anlatımıyla rahatsız eden ama bunu etik değerler ve ataerkilliğe yaptığı eleştirileriyle izlenmeye değer kılan cesur bir film. Basın özgürlüğünün değişmeyen gerçekliği; Değişen çok şey var ülkemizde bilim, teknoloji

ilerliyor, demokrasinin bile ‘ilerisi’ uygulanıyor. Örneğin demokrasinin ileri gittiğine dair örneklerden biri de basın özgürlüğü. Press filmi bu tespit için biçilmiş kaftan. Film, Özgür Gündem gazetesinin Diyarbakır bürosu muhabirlerinin 1990’lı yıllarda yani OHAL zamanı yaşadıklarını anlatıyor. PRESS, basın özgürlüğü için yayın yapan ve Kürt halkına yönelik insan hakları ihlallerini anlatan özgür gündem gazetesinin muhabirlerine yapılan işkenceleri ve yargısız infazları anlatıyor. Bugün ise çok değişen bir şey yok. Özgürlük getirdiğine dair çığırtkanlık yapan AKP, OHAL zamanını ülkenin her yerinde devam ettiriyor. Basılmamış kitapların taslakları yok ediliyor, gazete manşetleri sansürleniyor. Yine devlet eliyle gazeteciler katlediliyor. Her şeye rağmen direnen sanatçılar; filmleriyle, müzikleriyle; gazeteciler yasaklanan kitapları basarak, baskılara karşı hep birlikte yürüyerek teslim olmuyorlar. Özgür Gündem ise 17 yıl sonra geçtiğimiz günlerde tekrar yayın hayatına başladı. Kayıp Öykü; işkencenin, JİTEM’ in yok etmeye çalıştığı bedenler ve bir halk… Kayıp Özgürlük filmi İstanbul’da 1990’lı yılların ortalarında örgütle bağlantısı olduğu düşünülen bir gencin JİTEM tarafından evinin bulunduğu sokakta alınıp işkence ve sorgulama için JİTEM merkezine götürülmesiyle başlıyor. Film örgüsünde anlatılan hikaye aslında bizlerin çok yabancı olmadığı 1990’lı yıllarda ülkenin hemen hemen her yerinde var olan kaçırılmalar, işkenceden geçirmeler günümüzde AKP eliyle ve yepyeni haliyle hala devam ediyor. Onurlu bir direniştir aslında anlatılan öyküyle çekilen filmler: İşkencede ölenlerin, kayıpların, hesap soranların, unutmayanların var olduğunu hatırlatır. Kurşunlanan, tutuklanan gazetecilerin kalemlerinin bir gün tekrar özgür olacağını, iktidarın aile içerisindeki kalıntısı olan erkeğin, uyguladığı cinsel şiddetin sonucu sessiz akan gözyaşlarıyla hayatı anlatır bize sinema. Sonsuz öykü ve gerçeklik içerisinde dolaşan kameradan daha biz olan filmler bekliyoruz artık. Her zaman daha cesur ol sinema.


SAYFA 16

SœYAH MAVœ KIRMIZISARI

r o y i ş e l r i B r e l f i t k e l o K 16 Nisan Cumartesi

ÜNİVERSİTE ARTIK 11:0u0rul GenelK

DAHA GÜÇLÜ ürkiye öğrenci hareketi açısından büyük gün yaklaşıyor. 5 yıldır Türkiye'nin tüm üniversitelerinde üniversitesine, ülkesine sahip çıkanların sesi olan Öğrenci Kolektifleri gücüne güç katıyor, giderek büyüyor. Üniversitenin her sorununda, AKP'nin üniversiteye her müdahalesinde Kolektifler dikiliyor karşılarına. Padişah özentisi Tayyip Erdoğan'ın saldırılarından da, üniversitelerde artan baskıdan da korkmadan yılmadan, sessizliği yırtarak karanlığın üstüne gidiyorlar. Eğitimi satanlara, padişah özentilerine, gençliğin sesini kısanlara ve AKP karanlığına karşı üniversitelilere "Yapabileceğin bir şey var!" diyerek mücadele etmeye çağırıyorlar. Son yıllarda ülkemizde ve üniversitelerde bir yanlış var, haksızlıklar artarak devam edi-

T

yor. AKP iktidarı kararlılıkla üniversiteleri arka bahçesi haline getirmeye çalışıyor. Üniversiteye dair projelerini hayata geçirmeye çalışıyor. AKP üniversiteleri satmak, eğitimi paralı kılmak , bilimi gericileştirmek istiyor. Ancak bu hesapları tutmayacak. Bugün de görüldüğü gibi üniversiteliler karanlığa teslim olmuyor. Gençlik inatla karanlığın üstüne yürüyor, yeri geliyor suratlarına yumurtayı çarpıyor ve teslim olmuyor. Öğrenci Kolektifleri 5 yıldır üniversitelilerin sesi oluyor. Kolektifler kurulduğu günden bu güne öğrencinin müşterileştirilmesine isyan ediyor. Yapılması planlanan harç zamlarını durduruyor, ulaşım zamlarını geri çektiriyor, kayıt paralarını iptal ettiriyor. Kolektifler her fırsatta üniversitelerin parasız ve nitelikli eği-

tim, ulaşım, barınma, beslenme, hakkını savunuyor yaşadığımız bütün sorunlarımıza karşı kararlı hak alıcı eylemler düzenliyor. Üniversite artık daha güçlü! Gençliğin öz örgütü Öğrenci Kolektifleri yeni bir dönem başlatıyor. 16 Nisan günü gençlik için bir milat olacak. Türkiye’nin dört bir yanında haklarına sahip çıkan öğrencilerin kurduğu, kolektif birimleri tek bir çatıda birleşme kararı aldı. 40’ı aşkın üniversitede örgütlü olan Öğrenci Kolektifleri seslerini daha gür çıkarmak, haklarını daha güçlü savunmak ve daha fazla kazanım elde etmek için 16 Nisan’da Ankara’da bir araya gelecek. Beş yıldır üniversitelerine sahip çıkanların sesi olan Öğrenci Kolektifleri 16 Nisan'da Ankara'da birleşecek

esi

Ankara Üniversit

Hukuk Fakültesi

19:00

Şenlik

REDD ve MARSİS ODTÜ VİŞNELİK

Sanatçılar büyük buluşmaya çağırıyor ! büyük buluşmanın programı

E

kim 2010 tarihinde emeklilik reformuna karşı Fransa'daki öğrencilerin gösterdiği direnişi öğrenci hareketleri açısından yeni bir milat olarak görmek ve özellikle '60'lı yıllardaki öğrenci hareketi başta olmak üzere tarih boyunca öğrencilerin mücadeledeki yerini ve önemini bilmek şarttır. 80'li yılların ve 12 Eylül'le Türkiye'de yarattığı tahribat ve kurumlarının öğrenciler üzerindeki baskısının getirdiği bocalama dönemi özellikle son 5 yıldır yerini daha umut verici gelişmelere bırakmakta. Toplumun her kesiminin olması gerektiği gibi öğrenciler de mücadelenin içerisindeki yerini artık daha sağlam ve kararlı biçimde almak zorundadırlar. Çünkü toplumun ilerici değişiminin en dinamik ve geleceğe dönük yüzü öğrencilerdir. Her gün daha fazla isyan edeceğimiz o kadar şey var ki! Artık susmak çok daha zor !

S

iyasi iktidarın “ileri demokrasi” parolasıyla muhalif her türlü görüş ve düşünceyi akıl almaz tertiplerle sindirmeye çalıştığı bir dönemde seslerini yumurtalı protestolarıyla duyuran Öğrenci Kolektifleri’ni destekliyoruz. Mevcut üniversitelerde yaşananlar bir kenara, Türkiye’nin hemen her yerinde mantar gibi biten, isimlerini dahi aklımızda tutamayacağımız yeni üniversiteler; tek tip, inanç eksenli, kulluk esasına dayalı, paralı yeni bir eğitim anlayışının oluşturulmaya çalışıldığını açıkça göstermektedir. Üniversiteleri imam hatip liseli sanan bu anlayış, öğrencilerin yaşam ve barınma ihtiyaçları –yurtlara giriş-çıkış saatleri vb- inanç eksenli “ilkel” bir tutuculuğun içerisine hapsetmeye çalışmaktadır AKP’nin yaratmak istediği öğrenci profilinde; yumurta atmak, parasız ve çağdaş bir eğitim talep etmek, muhalif olmak gibi kavramlar yoktur. Siyasi iktidarların üniversitenin asıl sahiplerinin üniversite öğrencileri olduğunu kabul etmeyip, polis şiddetiyle öğrencileri hizaya getireceğini düşündüğü bir ortamda Öğrenci Kolektifleri’nin direnişi, içinde akıl ve yaratıcılık barındıran eylemleri çok ama çok önemlidir.

Büyük Öğrenci Buluşması Genel Kurulu oldukça yoğun geçecek bir programa sahip. 16 Nisan günü saat 11’de başlayacak olan programda ilk olarak divan seçimi ve divan başkanının konuşması yer alıyor. Sonrasında Öğrenci Kolektifleri tarihinin sunumu ve bu tarihi yaratan Öğrenci Kolektifleri çalışmasının yapıldığı her ilin salonu selamlamasının ardından konuklar salonu selamlayacak. Program Kolektif Yürütme Koordinasyonu seçimiyle devam edecek. Seçim sonrasında ise Türkiye Gençlik Mücadelesi Tarihi sunumları üç başlık altında farklı konukların anlatımıyla gerçekleşecek. Dev Genç tarihi Oktay Etiman, Öğrenci Dernekleri tarihi Arzu Çerkezoğlu, Öğrenci Koordinasyonu tarihi Özgür Tüfekçi tarafından sunulacak. Genel kurulun son tartışma konusu olan 1 Mayıs ve seçim dönemi programının da çıkarılmasıyla saat 18.00’da ODTÜ Vişnelik Çim Amfide üniversiteliler Redd ve Marsis konseriyle buluşacak.


SAYFA 8

SœYAH MAV

SAYFA 9

KIRMIZISARI

SœYAH MAV

KIRMIZISARI

ÜNİVERSİTE KOLEKTİF’TE BİRLEŞİYOR

Öğrenci Kolektifleri’nin bir süredir merkezileşme ve kurumsallaşma tartışmaları yürüttüğünü biliyoruz. Öncelikle bu tartışmaların hangi ihtiyaçlar doğrultusunda geliştiğini anlatır mısınız ve gençlik hareketinin yeni dönemini inşa ederken hangi özelliklerinin altını çizmek istersiniz? Kolektif birimlerinin kendi arasında daha etkin bir merkez çatı oluşturmasının asıl sebebi öncelikle üniversiteye ve öğrenciye yönelen saldırıların artık dayanılmaz boyutlara ulaşması. AKP’nin, rektörlerin saldırılarına üniversitelerde artık tahammül edilemiyor. Giderek artan bu saldırılar karşısında bu saldırıları alaşağı edecek, ülkemizi ve üniversitemizi dönüştürecek kurumsal, bütünsel hızlı hareket edebilen daha güçlü bir harekete ihtiyaç duyuluyor. Kolektifler özellikle geçtiğimiz aylar içinde yaptığı ataklarla, bazı şeylerin değişebileceğini göstermiş, üniversitenin umudu olmuştur. Sessizliği bozmuş, halkın yüreğine su serpmiştir. Artık Kolektifler’in sorumluklarının çok daha fazla olduğunu biliyoruz. Tepkiler büyüyor, bu tepkilerin daha bütünlüklü hale gelmesi ve etkili olabilmesi; tüm fakültelerdeki, kampüslerdeki, üniversitelerdeki bu tepkilerin, üniversiteyi dönüştürecek çalışmaların birbirini beslemesi; eş güdümlü hale gelmesi işte bu merkezi bir çatı altında toplanmasıyla gerçekleşecek. Daha fazla kazanım elde etmek, müşterileştirme ve paralılaştırma saldırılarını tersine çevirmek, AKP karşısında üniversite ve halk adına daha dik durabilmek için güçlerimizi birleştirecek, iş bölüşümü yapacağız birlikte ve hep birlikte yeni dönemin programını inşa edeceğiz. Tüm bu tartışmalar ışığında 40’tan fazla üniversitede çalışma yapan Öğrenci Kolektifleri’ni 16 Nisan’da Ankara’da yapacağımız bir Genel Kurul’la merkezi güçlü bir çatı altında toplayacağız. Bu da Öğrenci Kolektifleri’nin üniversitenin gerçek ve tek adresi olma görevini bir adım öteye taşıması anlamına geliyor.

Hakları için büyüyen bir gençlik hareketi: Öğrenci Kolektifleri yola çıkarken, üniversitenin tüm sorunlarına çözüm bulmak, üniversitelilerin hakları için mücadele etmek ve üniversitelilerin haklarını kazanma hedefini önüne koymuştur. Kurulduğu günden bu yana ulaşımdan barınmaya, yurtlardan kantinlere kadar eğitim hayatının devamı için gerekli olan ihtiyaçların paralılaştırılmasına, üniversitelerin gericileştirilmesine karşı çalışmalarını yürütüyor. Tüm Türkiye üniversitelerinde irili ufaklı onlarca kazanımı bulunan Kolektifler, bu güne kadar YÖK’ün tüm baskıcı uygulamalarına teslim olmayan ve özellikle ulaşıma, harçlara yapılan zamların geri çektirilmesiyle, tüm paralılaştırma uygulamalarının önüne set çeken bir hareket olma özelliğini kazanmıştır. Uzun zamandır dişiyle tırnağıyla ısrarcı bir çizgiyle paralılaştırma uygulamalarına ve gericiliğe karşı birikim yaratan Öğrenci Kolektifleri, öğrenci hareketinin yeni aşamasını inşa ederken daha fazla hak kazanımı için büyüyen bir hareket olma hedefini de önüne koyuyor. Geniş üniversite kitlelerine ulaşabilecek kurumsal kanallar yaratırken, merkezileşme çalışmalarıyla çok daha disiplinli, koordineli, hızlı ve üretken bir yapıya kavuşacak ve iktidar politikalarına seri cevaplar üretebilecek, daha fazla hak kazanımları elde edecektir. Bu güne kadar biriktirdikleriyle yol açan Öğrenci Kolektifleri, merkezi ve kurumsal yapısıyla geniş kitlelerle buluşabilecek ve açılan yol kitleselleşme olanaklarını arttıracaktır. Gerçek demokrasi kültürü: Öğrenci Kolektifleri’nin temel gücü fakültelerdeki, kampüslerdeki yerel çalışmalara dayanır. Kolektifler, bu çalışmaları merkezi bir çatı altında toplayarak, yakaladığı bu yerel gelişkinlikleri, yerel çalışmaların zenginliğini, temsiliyetini arttırma hedefini taşımaktadır. Yerel zenginlikler, tabandan gelen demokrasi kültürü, her yerel birimin görüşlerinin temsilciler aracılığıyla daha büyük bir bütüne aktarılmasıyla, hareketin merkezi işleyişinde, demokratik işleyişin kurumsallaşmasını sağlayacaktır. Bu sayede karar alma süreçleri ortaklaşacak ve genişleyecektir. Gençlik hareketinin yeni dönem ihtiyaçları yerel birimlerin üzerine dengeli bir biçimde dağılırken, daha görünür ve tanımlı bir iç işleyişle her bir üniversitelinin harekete katılımı kolaylaşacaktır. Ancak üniversitelilerin yalnızca bir kere oy kullanıp temsilcilerini belirleyip kenara çekildikleri bir işleyiş değildir kesinlikle. Yerel çalışmalarda her üyenin alacağı sorumluluk, çalışmanın bütün sürecine aktif katılım sağlama önceliklidir. Yani üniversitedeki anti demokratik ÖTK seçim mekanizması gibi işlemeyecektir . Merkezi hareket içinde ise doğrudan demokrasi anlayışı ile her üyenin planlı iş bölümüne aktif katılımı zorlanacaktır. Daha acil süreçlerde ise her fakülte/kampüs çalışmasının demokratik seçimlerle seçtiği temsilciler hızlı ve kolay bir koordine ile çalışmaları planlayacaktır. Özgürleştiren bir hareket: Öğrenci Kolektifleri, bütün yerel çalışmalarını tek bir çatı altında topladığı yeni yapısıyla aynı zamanda gençliğin kendini ifade edebileceği kanalları çoğaltmakta, her bir bireyin kendini var edebileceği alanlar da yaratmaktadır. Üniversiteli kadınların Üniversiteli Kadın Kolektifi ile, kendi sorunları etrafında biraraya gelerek, baskı ve ayrımcılığa karşı özgürlük taleplerini yükselttikleri bu kanal öncü örneklerdendir. Ayrıca tüm üniversitelilerin düşüncelerini özgürce ifade edebildikleri, tartışma ve karar süreçlerine dahil olabildikleri bir hareket anlayışı ile her bireyi üretime teşvik eden, yeteneklerini açığa çıkaran, kendini ifade edecek kanallar ile özneleştiren bir hareket olmayı hedeflemektedir. Üniversitelerdeki piyasalaştırma saldırılarının bir ayağı olan kariyer kulüpleriyle rekabete, bencilliğe zorlayan, cemaat ağlarıyla gericileştiren ya da disiplin yönetmelikleri vb. ile özgürlüğü kısıtlayan, üniversiteli kimliğinden uzaklaştırıp yalnızlaştıran tüm bu uygulamalara karşı dayanışma içinde yan yana durma zeminlerini çoğaltmaktadır Kolektifler. Toplumsal baskılardan koruyan, dayanışma kültürü gelişmiş ve yaygın bir şekilde kabul gören, kapsayıcı, kitlesel bir gençlik hareketi ancak gençlik kitlelerini özgürleştirebilir.

Hareketin bu yeni döneminde, yeni kurumsal alt başlıklar, yeni birim faaliyetleri ile mücadeleye devam edeceğinizi söylüyorsunuz. Bu örgütsel modeli kısaca anlatır mısınız? Yerel çalışmalar daha hareketli, daha güçlü: Yerel çalışmaların merkezi bir çatı altında birleşmesi ile özgün, zengin faaliyetlerin merkezi çalışmayı güçlendirmesi sağlanacak. Yerellerde gerçekleştirilen tartışmalar daha hızlı merkezi çalışmaya ulaşacak. Kolektifler temel gücünü üniversitenin tek tek sınıfından, kantininden, yurdundan alır. Bu yüzden Kolektifler’in yeni dönemdeki güçlerini birleştirme hedefi fakültelerdeki, kampüslerdeki, üniversitelerdeki var olan çalışmaların güçlerini olgunlaştırmasıyla mümkün olmuştur. Kolektifler’in merkezi çatısının en temel amacı her bir üniversitedeki çalışmasını güçlendirmek ve buna göre hareket etmektir. Tüm Türkiye’deki görece esnek yerel çalışmalar merkezi çatı sayesinde, birbirleriyle daha fazla deneyim paylaşabilecek, araçlarını aktarabilecek, dayanışma etkinliklerinde bulunacak, yeni kurulan çalışmalar destek olacaktır. Böylece bütün yerel çalışmalar daha güçlü hale gelecek. Merkezi birim faaliyetleri: Öğrenci Kolektifleri’nin yeni çatı modelindeki en önemli değişiklik ise merkezi birim faaliyetleridir. Kolektif Basın Sözcüleri, Kampanya ve propaganda birimi, Örgütlenme ve üye ihtiyaçlarını karşılama birimi, Üniversiteli Gazetesi, WEB Araçları birimi, Üniversiteli Kadın Kolektifi, Kolektif Sinema ve Sosyal Araştırmalar birimi gibi birimler Kolektifler’i daha güçlü kılacak önemli faaliyetlerdir. Kısaca bu birimlerin neler yapacağından söz edelim. Basın Sözcüleri, Kolektif’in merkezi düzeyde kurumsal temsiliyetini ve Kolektif’e ulaşılabilirliği hedefleyecektir. Kampanya ve Propaganda Birimi, alınan kampanya, eylem, etkinlik kararlarının afiş, broşür vb. araçlarını üretmek, aynı zamanda bu gibi çalışma önerileri sunmakla sorumludur. Örgütlenme ve Üye İhtiyaçlarını Karşılama Birimi, ülke çapında Kolektifler’in yaygınlığını sağlama, üyelik ilişkilerini geliştirme, olmayan yerlerde çalışmanın başlatılması için gerekli ihtiyaçları sağlamakla görevlidir. Ayrıca yaz çalışmalarından da sorumludur. Gazete Birimi, bir süredir çalışmalarını yürütmekte ve ülke çapında Üniversiteli Gazetesi’ni aylık olarak yayınlamaktadır. WEB Araçları Birimi, Kolektifler’in resmi internet sitesinden ve resmi sosyal paylaşım sitelerinden sorumludur ve yaygınlaştırmakla, buraların gelişkinliğini arttırmakla sorumludur. Üniversiteli Kadın Kolektifi, bir süredir kendi ayrı meclisini kurmuş bir merkezi birim olarak çalışmalarını sürdürmektedir ve devam edecektir. Kolektif Sinema, geçtiğimiz dönem ilki düzenlenen Gençlik Filmleri Festivali’nin daha güçlü ve yaygın bir şekilde sürdürülmesi ve üniversitelerde çeşitli sanatsal üretimlerin gelişmesini sağlayacaktır. GFF, yüzlerce üniversitelinin ortak çalışmalarıyla, eşzamanlı başladığı illerde toplam 10 bin üniversiteliye ulaşmıştır. Sosyal Araştırmalar Birimi, üniversiteye dair çeşitli sosyal, ekonomik, politik verileri bilimsel olarak değerlendirecek, bunları yayınlayacak aynı zamanda sermayenin ve siyasal iktidarın saldırılarıyla üniversitedeki değişim dönüşümü de raporlama, üniversite mücadelesine veri havzası yaratma sorumluluğundadır.

Ceza alan üniversitelilerden Neval Kösedağı yaşanan sürece Kolektifleri’ne dair sorularımızı cevapladı

Kolektif’in yeni modeli, pratik içerisinde eksiklikleri iyi yönleri daha iyi görülerek tam anlamıyla gerçekliğini kazanacak. Bugünden merkezi çatı altında oluşturulan birimler ise şunlardır. Türkiye Üniversiteler Meclisi, Türkiye Birim KoordTabi bu model pratik içerisinde eksiklikleri iyi yönleri daha iyi görülerek tam anlamıyla gerçekliğini kazanacak. Bugünden merkezi çatı altında oluşturulan birimler ise şunlardır. Türkiye Üniversiteler Meclisi, Türkiye Birim Koordinasyonu, Kolektif Yürütme Kurulu, Kolektif Merkezi Birimleri’dir. inasyonu, Kolektif Yürütme Kurulu, Kolektif Merkezi Birimleri’dir.

Türkiye Üniversiteler Meclisi, tüm birimlerden temsilcilerin katıldığı en geniş karar alma organıdır. Bu toplantılarda herkes katılabilmektedir. Sene de 2 defa bu meclis toplanmaktadır. TÜM de dönem değerlendirilmesi gelecek dönem izlenecek olan politik hat ve yapılacak pratik faaliyetler tartışılacaktır. Katılan herkesin kişisel olarak konuşulmasını istediği konularda tartışılacaktır.

Türkiye Birim Koordinasyonu, Öğrenci Kolektifleri Birimlerinden temsilcilerin bir araya geldiği TÜM dışında aralarda toplanarak planları yapmak için bir araya gelen ikinci en önemli karar organıdır. TÜM dışında senede 3 defa toplanacaktır. Kolektif Yürütme Kurulu, Öğrenci Kolektifleri’nin TÜM veya TBK’da aldığı kararları uygulanmasında koordinasyonu sağlayacak birimdir. Ancak hızlı karar alınması gerektiği durumda TÜM ve TBK toplantılarında çıkartılan genel çerçevenin dışına çıkmadan karar alma hakkına sahiptir. Seçilen 13 kişi kendi içinde görev dağılımı yaparak kolektif merkezi birimlerin çalışmasını koordine edecektir. Öğrenci Kolektifleri’nin dönem arasında en geniş karar alma organı olan TÜM’de herkesin aday olabildiği çarşaf liste gizli oy açık sayım ilkesi ile seçim yapılacaktır.

ve Öğrenci

e n ü g u b n dünde

duğu ilk yılÖğrenci Kolektifleri 2006 yılında İTÜ’de kuruldu. Kurul n anlayıçalışa eye işletm göre larda üniversiteleri piyasa kurallarına rmaduyu i sesin e rsited ünive k şa karşı “MP3 Kampanyası” ile birço ve diği eştiril ticaril fazla ya başladı. Üniversitelerin giderek daha öğrencilerin müşteri yerine konulduğu bir dönemde ” sloganı ile “Müşterileştirmeye ve piyasalaştırmaya karşı üç talep . Üniversite sürdü ile başlayan kampanya toplanan binlerce imza getiren ve dile lerini ve üniversitelilerin temel sorunlarını ve talep nca boyu yıl 2 , bunlar için mücadele eden Öğrenci Kolektifleri tiğinin gerek sı olma bulundukları üniversitelerde nasıl bir üniversite nla zama tifler cevabını bulmaya çalıştı. Bu bilinçle yola çıkan Kolek ünice Sade . üniversitelilerin gerçek temsilcisi olmayı başarmıştır gelişmelere versitenin sorunlarına karşı değil ülke gündemindeki ’da Lübnandair de üniversitedeki tepkinin sesi olmuşlardır. 2006 erme kararına İsrail savaşı sırasında AKP’nin Lübnan’a asker gönd os’ta asker karşı en güçlü tepki üniversitelilerden geldi. 28 Ağust os törenlerinde gönderme kararının alınmasının ardından 30 Ağust açarak Öğrenci Kolektifi “İsrail askeri olmayacağız” pankartı mişlerdir. söyle larını yacak olma sı parça ın Ortadoğu’daki kirli savaş olmadının hakkı karar hiçbir in cilerin 2007 yılında üniversite öğren ankamp seç” in kend rünü rektö i ğı rektör seçimlerine karşı “Kend rsite ünive , tifleri Kolek ci Öğren kuran yası ile üniversitelerde sandık sı gerektiğini vuryönetiminde öğrencilerin söz ve karar hakkı olma gulamıştır. Üniversiteden yükselen ses: AKP’ye bırakma! ci Kolektifleri Ülkenin dört bir yanındaki üniversitelerinde Öğren karşı mücadele larına sorun ulaşım, barınma, harç, kayıt parası gibi bu dinamizm rdeki rsitele ederek birçok kazanım elde ettiler. Ünive da kendikarşı a ıların ülkede yaşanan AKP’nin gerici, piyasacı saldır liğe gerici , zluğa ni gösterdi. Halkın daha fazla yoksulluğa, yolsu in AKP’n tifleri tahammülü kalmadığı bu dönemde Öğrenci Kolek n gelişe karşı e karşısına dikildi. 2008 yılında üniversitelilerin AKP’y gelen na açılışı politik tepkilerini sokağa çıkardı. 2008’de İTÜ’nün tifi’nin 28 Tayyip Erdoğan’ın protesto edilmesi ve Öğrenci Kolek

rsiteni AKP’ye Ekim’de Taksim’in üç farklı yerinde “Ülkeni, Ünive bu anlamda ler bırakma” yazılı pankart açarak yaptıkları eylem gençlik mücadelesindeki bir eşiktir. olan Öğrenci Ülkede yükselen üniversite muhalefetinin öncüsü ezi oluşturmuşKolektifleri, AKP karşısında önemli bir direnç merk ’e varan tur. 2009 yaz ayında harçlara yapılmak istenen %500 yürüttükdan zamlar Öğrenci Kolektifleri’nin ülkenin dört bir yanın metul’da leri mücadele ile geri çekilmiştir. Benzer şekilde İstanb rak atlaya en robüse yapılan zamlar, halkın da günlerce turnikelerd yıl iştir. Aynı büyük destek verdiği eylemler sonucu geri çekilm tifleri emperKolek ci Öğren kovan ini kelçis Büyü KTÜ’ye gelen İsrail dele örneği gösyalizme ve İsrail siyonizmine karşı örnek bir müca yerini almıştır. termiş ve ülke sınırlarını aşarak dünya gündeminde ise Kürt halkı ile Irkçılığa, AKP’nin sözde açılım politikalarına karşı barış eli uzatan a halkın Kürt rerek gerçek dayanışma örneği göste köprüsünü lik Genç mci Devri n Kolektifler, 1969 yılında yapıla Kolektifleri her ci Öğren Ayrıca . lerdir Hakkari’de yeniden inşa etmiş gericiliğe ve larına iddia dığı yaz parasız eğitimin mümkün olma rlar. veriyo ders lara karşı yoksul mahallelere giderek çocuk İktidarın korkulu rüyası: Yumurta n ve egemenÖğrenci Kolektifleri’nin kendinden en çok söz ettire kadar ünine Bugü . lerdir lerin korkulu rüyası ise yumurtalı eylem yumurta rlar ayeda versitelere gelen birçok AKP’li bakan ve serm yıl rektör bu an’ın Erdoğ yiyerek üniversitelerden kovuldular. Tayyip rsiteünive yan başla ve öğrenci temsilcileri ile yaptığı görüşmelerle boşa ile i hales ler etrafındaki siyasal süreç üniversitelilerin müda z kalan öğrenciçıkarılmıştır. Dolmabahçe’de polis şiddetine maru ’ya hazırladıkları ler, Ankara Üniversitesi SBF’ye gelen Burhan Kuzu e geçerek “Kolektif yumurta şenliği” ile mağduriyetlerinin ötesin nı sağlamışlardır. atılan yumurtalar ile kendi taleplerinin tartışılması f göstererek süreÖğrenci Kolektifleri’nin özne olduğu, AKP’yi hede tarihindeki yerini ce müdahale ettiği bu eylem gençlik mücadelesi şimdiden aldı.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.