Üniversiteli Gazetesi Haziran 2011

Page 1

SAYFA 01

Say› 11

www.kolektifler.net

SœYAH MAV

KIRMIZISARI

Haziran 2011

LYS’nin şifreleri bu kez sokağın elinde

Seçimimizi yaptık Ülkemiz yeni bir seçim arifesinde. Meydanlar sokaklar siyasi partilerin afişleriyle bayraklarıyla donatıldı. Yoksul halkı dört yılda bir hatırlayanlar yine kapıları çalmaya başladı. Bugün halkı yoksullaştıran, eğitimi satan, gazetecileri tutuklayan, basılmamış kitapları toplatan, sanat eserlerini “ucube” diye yıkan, üniversiteleri her gün daha da gericileştirenler sanki onlar değilmiş gibi yenilenmiş yalan vaatlerle karşımıza çıkı-

Kolektif >> Sayfa 5

yorlar şimdilerde. Seçimlerden sonra da ne mi oluyor; bugün o çok kıymetli olan halk bir anda unutuluveriyor, sonra patronların sadık kulları olarak yola devam ediyorlar. Hala farkına varamadılar; üniversitelilerin onlara verecek oyu yok! Niye mi yok? Çünkü üniversiteliler o sandıktan ne çıkacağını çok iyi biliyor. O sandıktan baskı çıkacak, halkı daha da yoksullaştırma planları çıkacak, doğanın katli çıkacak, geri-

Kampüs >> Sayfa 11

cilik çıkacak, patronların karı çıkacak, paralı eğitim çıkacak… Şimdi bunun karşısında ise isyan eden üniversiteliler var. Onlar seçimini çoktan yaptı; kuzuların peşinde hakları için sokakta olmayı, hesap sormayı seçti onlar. Burhan Kuzu’ya SBF’de yumurta atarken, hakları için Erzurum’a kadar Tayyip Erdoğan’ın peşinden giderken ODTÜ’de başkaldırırken seçimi yaptılar. Üniversiteliler isyanı seçti.

Sivri Biber >> Sayfa 14

Sanatın Gündemi >> Sayfa 15

YGS'de yaşanan şifre skandalının ardından sınava giren 1.5 milyon öğrencinin tedirginlikle izlediği, ikna olabileceği bir cevabı duymak istediği bir süreç yaşandı. Şifre skandalıyla yıllardır kitlesel olarak sokağa çıkmayan liseliler tepkilerini, öfkelerini binlerce kişilik eylemlerde gösterdiler. Birbiri ardına gelen şifre yok iddialarına kanmayan

öğrenciler bir türlü "tatmin" olmadı. Tatmin olanlar şifrelerine, kopyalarına göz yumdukları YGS'yi iptal etmedi, Ali Demir'in istifasını istemedi. Liseliler kafalarında soru işaretleriyle sınavın diğer aşamasına hazırlanıyorlar. Haziran ayında yapılacak olan LYS'de patlak verecek muhtemel bir şifre skandalı sokağın nabzını daha da yükseltecektir.

Okumuş insan yine mahallede Bir eğitim dönemi daha biterken okumuş insanlar yine mahallelerde. 3 yıldır kesintisiz devam eden "Okumuş insan halkın yanındadır." kampanyası bu senede Türkiye'nin birçok ilinde, onlarca mahallede gerçekleştirilecek. Nitelikli suya, barınacak eve, mahallesine gidecek otobüse bile ulaşamayan mahallelerde, mahallenin çocukları paralı olduğu için çoğu zaman en

temel hakları olan eğitim hakkına ulaşamıyorlar. İşte bu yüzden parasız, nitelikli bir eğitimin mümkün olabileceğini bilen üniversiteliler bu mahallelere gidip, eğitimin parasız olamayacağını düşünenlere inat yazın bir aylarını bu çocuklara dersler vererek geçirecek. Bütün üniversiteliler her sene büyüyen ve daha çok mahallede hayata geçirilen bu projenin bir parçası olmaya davetlidir!


SAYFA 02

SœYAH MAVœ KIRMIZISARI

Kolektif’in yaz çantası hazır Gençlik hareketi, ülke gündemine yön verdiği oldukça hareketli bir dönemini geride bırakıyor. Önümüzdeki yaz dönemi ise üniversitelilerin tatil planlarının yanında, alternatif planlar çıkarması için bir fırsat olarak değerlendirilebilir. Öğrenci Kolektifleri, “Yapabileceğin birşey var” diyerek, üniversitenin en geniş kitlesine ulaşmayı hedeflediği kampanya ile tüm Türkiye’de, binlerce üniversiteliye ulaşmayı başardı. Hemen ardından 16 Nisan’da bir süredir tartışılan, Türkiye çapındaki bütün yerel Kolektif çalışmalarının bir araya gelip merkezi bir çatı altında toplanması hedefini Ankara’da gerçekleştirdiği bir genel kurulla hayata geçirdi. Bu merkezi çatı ile, gençlik hareketinin kurumsallaşmış; üniversitelileri yalnızlaştıran tüm baskı uygulamaları, gerici ve piyasacı politikalar karşısında bir arada dayanışma içinde durmasını sağlayan; özgürleştiren ve aynı zamanda ülke ve üniversitenin üzerine karabasan gibi çöken AKP saldırılarına daha refleksif, koordineli ve bütünlüklü cevaplar verebilecek bir yapısı oluşturulmuş oldu. Ülke ve üniversite gündemi adına gençlik hareketinin attığı bu büyük adım, üniversitelileri 1 Mayıs’ta binler olup sokağa döktü. Toplumsal muhalefetin irili ufaklı bütün bileşenlerinin yanında bağımsız halk kitlelerinin akın ettiği Taksim’de 500 bin, ülke çapında 1 milyon insanın buluştuğu 1 Mayıs sokaklarında, tüm Türkiye’de en coşkulu, iddialı ve kitlesel kortejleri, “gücünü göster”en üniversiteliler tarafından oluşturdu. Şimdi finaller, bütünlemeler, yaz okulları karmaşasında üniversiteliler yaz planlarını oluşturmaya başladı. Bu yaz planı içinde, bu yıl 6.sı gerçekleşecek olan Kolektif Yaz Kampı hedefleri ve yaratacağı etkileri açısından oldukça

Sendika.org’dan 10. Yıl Derlemeleri

önemli bir yerde duruyor. Yaz kampı, gençlik hareketine en geniş katılımı sağlayacak kanalların çoğaltılması hedefinin, yakalayabileceği kitlesellik potansiyeli ile, önemli bir ayağını oluşturuyor. Zengin ve nitelikli içeriği, teknik donanımı, kurumsallığı ile gelen tüm üniversitelilere bir arada alternatif bir yaşamı sunan bu kamp ile gençlik hareketi, yeni döneme güçlü bir motivasyon ve vizyon ile başlama avantajına da sahip olacaktır. Bu nedenle Kolektif Yaz Kampı’nın bütün bir yılın politik hedeflerinden biri olduğu unutulmamalı, tüm Türkiye’de en güçlü şekilde çalışmaları yürütülmelidir. Üniversitelilerin yaz hedefleri arasında 4. yılı ile “Okumuş İnsan Halkın Yanındadır” kampanyası da var. Parasız eğitimin hala bir alternatif olduğunu ispatlayan, yoksul mahallelerdeki tüm gerici cemaat ağlarına karşı üniversitenin ilerici, aydın kimliğini sokaklara taşıyan bu çalışma, yaratıcı yeni yöntem ve araçlarla bu yıl da yürütülmelidir. Teorik beslenme, eğitim çalışmaları, okumalar, tüm yılın pratik yoğunluğu içinde eksik kalma riski taşıyan bir ihtiyaç olabilir. Gençlik mücadelesinin ideolojik temellerini besleyecek bu çalışmalar için uzun yaz günleri değerlendirilmelidir. Programlı ve kolektif bir şekilde tartışmalar, ev toplantıları, piknikler şeklinde eğlenceli hale getirilebilir. Ülke gündemini şimdiden sarmış olan Haziran’daki genel seçimler, yaz ayları için üniversite gençliğinin söz söyleyeceği son gündemlerden olacak. Siyasetin sokak sokak, ev ev yapıldığı bu süreçte iktidar oyunları arasında Kolektifler, kendi taleplerini dillendirmekten vazgeçmeyecek. Patronlardan, faşistlerden, imamın ordularından nasıl hesap sorulacağını sandıkta değil, sokakta gösterecek.

Sendika.Org, 10 yılın seçkisini "Sendika.Org yazıları", "Sendika.Org çevirileri" ve "Sendika.Org söyleşileri" adı altında üç kitapta topladı. Sendika.Org sayfalarında on yıl boyunca akademik tezden polemiğe, temel siyasal metinlerden denemelere farklı türlerden binlerce telif yazı yayımlandı. Seçkiler, 2001'den 2011'e, 10 yılın panoramasını sunan, tartışma yaratan, referans nitelik kazanan ve iz bırakan ürünleri bir

İleri demokrasi okuldan attı Geçtiğimiz yıl 24 Mart’ta Mersin Üniversitesi’ndeki bir panele konuşmacı olarak katılan BDDK Başkanı Tevfik Bilgin Öğrenci Kolektifi tarafından yumurtalarla protesto edilmişti. Protestonun ardından üniversite yönetimi öğrencilere soruşturma açmış ve 8. Asliye Ceza Mahkemesi’nde dava açılmıştı. Açılan dava sonuçlanmış ve beraat kararı verilmişti. Üniversite yönetimi ise mahkeme kararına bakmaksızın üniversitelilere cezalar verdi. 2 öğrenciye kınama, 1 öğrenciye uyarı, 4 öğrenciye bir yarıyıl ve iki öğrenciye okuldan atılma cezası verildi. Karara tepki gösteren üniversiteliler son olarak rektörlük kapısı önüne kalemlerini bırakarak bir eylem gerçekleştirdiler.

araya getiriyor. Bu yazılar sekiz kategoride derlendi: Sendikal çizgi tartışmaları: Yeni işçi hareketinin ayak sesleri; Neoliberal yıkım ve hak mücadeleleri; AB tartışmaları: 'Emeğin Avrupası'nı nasıl bilirdiniz?; 1 Mayıs tartışmaları: Taksim yolunda yazılanlar; Muhalefet tartışmaları: Eksenimiz sınıf olsun; Egemen siyaset tartışmaları: Tanı bunları; Dünya yazıları; Mücadele tarihinden & Yitirdiklerimiz.

2

Yumurtanın seyrü seferi sürüyor İTÜ’de Danışmanlık Klübü tarafından deneyimlerini aktarması için Maslak Kampüsü’ne çağırılan Ali Ağaoğlu Öğrenci Kolektifi tarafından yumurtalarla protesto edildi. Ali Ağaoğlu konuşmasına başladıktan sonra söz alan üniversiteliler “Ali’den omlet olur mu? Yaptık oldu!” yazılı pankart açtılar ve Ağaoğlu’nu yumurta yağmuruna tuttular. Öğrenciler yaptıkları konuşmalarla Ali Ağaoğlu’nun HES’lerle ilgili açıklamalarını ve Ayazma halkının mağduriyetlerini anlattılar. 11-14 Nisan tarihlerinde ise İstanbul Üniversitesi’nde yapılan Anayasa Kongresi’nin açılış gününe katılan Burhan Kuzu yine Öğrenci Kolektifi tarafından protesto edildi. Burhan Kuzu konuşurken salonda protesto eden öğrencileri özel güvenlik ve polisler zorla dışarı çıkardı. Etkinliğin sürdüğü diğer günler de AKP’nin ileri demokrasi yalanları ile yeni bir anayasa yapacağını söyleyerek İstanbul Üniversitesi’ni kullanması protesto edildi. 13 Mayıs günü üniversitenin kapısının önünde basın açıklaması yapmak isteyen öğrencilerin okuldan çıkmasına

izin vermeyen polisler kapalı alanda biber gazı ve coplarla üniversitelilere saldırdı. 10 öğrenci gazdan etkilenerek hastaneye kaldırıldı. Etkinliğin son günü ise Öğrenci Kolektifleri İstanbul Üniversitesi’nde bir basın açıklaması yaparak, etkinliğe katılacağı duyurulan Tayyip Erdoğan’ı ve polisin saldırısını protesto etti. İstanbul Üniversitesi’ne geldikten birkaç gün sonra da Arnavutköy’de seçim gezisi yapan Kuzu yine Öğrenci Kolektifleri’nin protestosuyla karşılaştı.

Çerçevelik Sağlık Bakanı Recep Akdağ R. Tayyip Batman’da gittiği devlet Erdoğan’ın Antalya mitinhastanesinde, taşeron çalıştıginde prompteri ( yazıların ran şirketlerin koşullarının olumgeçtiği ekran ) bozuluyor ve suzluğundan bahseden görme halka seslenemiyor: " 79 yılda engelli Nurullah Mehmetoğlu’ na yapılan yol görüyorsunuz kardeşleşöyle diyor: “Gözlerin görmediği rim...( sessizlik ) 8.5 yılda yapılan halde sana iş vermişiz, daha ne sevgili kardeşlerim... ( yine sesyapalım. O şirketlerde çalışmaya sizlik kitle şaşkın ) " daha devam edip para kazanacakDevlet sonra prompter yapılıyor sın.” Bahçeli Yozgat mitinve okumaya devam ginde sanal medyaya günediyor. lerdir malzeme olan şu sözleri sarf etti: “Çocukların ellerinde çikolatalar, püskevitler birbirlerine ikram ediyorlar, şakalaşıyorlar. Sonra televizyon karşısındaki çocuk soruyor “ Anne bana niye püskevit almıyorsun, bizde niye yok! “

Ayl›k, yerel, süreli, Türkçe yayin. Kolektif Kültür Yaşam Derneği Ad›na Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹şleri Müdürü Dilan Ögüz Adres ‹stiklal Caddesi, imam Adnan Sokak, No:5,Kat: 5 Beyoğlu/‹stanbul Tel 0 212 245 97 33 e-posta : universitelimp3@gmail.com Bas›ld›ğ› Yer Star MedyaYay›nc›l›k A.Ş Mehmet Akif Mah. ‹nönü Cad. Bas›n Express Yolu Star Sok. No:2 ‹kitelli/‹stanbul Tel :0212 448 82 62 Ücretsizdir


SAYFA 03

Yine üniversitelilerin olmadığı bir düzlemde üniversitenin geleceğine dair planlar kuruluyor. "Uluslararası Yükseköğretim Kongresi(UYK2011)", 27-29 Mayıs tarihleri arasında İstanbul'da yapılacak. Türkiye ve dünyada yükseköğretim ile ilgili yöneliş ve öngörülerin tartışılacağı kongre sonucunda ise yükseköğretim ile ilgili uygulanabilir, inovatif ve stratejik yaklaşımların ortaya konulması amaçlanıyor.

Gün dem SAYFA 3

AYIN

PANORAMASI

Seçim kirliliği

Önümüzdeki günlerde ülkenin en önemli gündemlerinden birisi 12 Haziran tarihinde yapılacak olan genel seçimler olacak. Tayyip Erdoğan da bütün hesaplarını bu seçimlere göre yapıyor. Gazetecilerin tutuklanması, kitapların yasaklanması seçim öncesi dikensiz gül bahçesi yaratma çabalarının bir sonucu. Ancak hesap yapılırken unutulan bir şey var. O da sandıkta kendisine rakip bulamayan AKP’yi sokakta bekleyen toplumsal muhalefet.

S

dan da kaset skandallarıyla yine bu tabandan oy almayı hedefliyor. Son yaşanan kaset skandalı ve ardından yaşanan 10’a yakın istifa bu operasyonun büyüklüğünün kavranması açısından oldukça önemli. En çok milletvekili sayısıyla meclise girmeyi hedefleyen ve bunun için ipin ucunu sıkı tutmaya çalışan AKP’nin en büyük amaçlarından bir tanesi de anayasayı değiştirmek. İlk adımları referandum sürecinde atılan anayasa değişikliğinin niteliğini anlamak içinse tutuklanan gazetecilere, yasaklanan kitaplara ve son olarak da sansürlenmeye çalışan internet sitelerine bakmak fazlasıyla yeterli. 12 Haziran’da gerçekleşecek olan genel seçimlerden beklentisi en yükseklerde olan partilerden bir tanesi de CHP. Seçim meydanlarında ‘halk iktidarı’, ‘emeğin CHP’si’ diyerek halkın yaşadığı sıkıntılar üzerinden yeni bir seçenek yaratmaya çalışan Kılıçdaroğlu’nun CHP’sine yakından bakılınca söylenenlerin toplumsal muhalefetin uzun soluklu mücadelelerinden devşirilen ancak hiçbiri gerçekleştirilemeyecek olan popülist söylemler olduğu anlaşılıyor. Aday listelerinin büyük bir kısmında patronların yer tuttuğu, Belediyelerinde taşeron işçilerin günlerdir grevde olduğu, “HES’lere aslında karşı değiliz” diyecek kadar rant hırsı olan bir partinin halkın iktidarını değil olsa olsa AKP’nin alternatifini yaratabileceğini görmek zor

olmasa gerek.

Gerçek seçim sokakta

Seçimlerde kim daha fazla iktidar sahibi olacak diye egemenler birbiriyle küfürleşmeye, kasetlerini ortaya dökmeye kısacası filler gibi tepişmeye çoktandır başladılar. Ancak bu sefer fillerin tepişmesinden çimler ezilmeyeceğe benziyor. 1 Mayıs’ta onlarca farklı şehirde AKP’ye ve neo-liberalizme karşı sokaklara çıkan yüzbinlerce insan umudun nerde aranması gerektiğini gösteren en güzel örneklerden bir tanesi oldu ve Türkiye’de son yılların en kitlesel 1 Mayıs’ı yaşandı. Ardından Kürt halkı AKP’nin planlarını sokaklarda bozdu. En son ise Fetullah Gülen’in gerekli gördüğü internet sansürüne karşı ifade ve paylaşım özgürlüğü için tüm Türkiye’de alanlar dolduruldu. Ancak bu yaşananlar AKP için başlangıç sayılabilir. AKP de bunun farkında olacak ki sokaklarda yaşanacak gelişmelere karşı bütçeden gaz bombası alımı için bütçeden ödenek ayırmış durumda. Ancak ne gaz bombaları ne de panzerleri AKP’yi kurtaramayacağa benziyor. Çünkü paralı eğitimin, doğanın katledilmesinin, güvencesiz çalışmanın, gecekondu yıkımlarının ve daha bir çok şeyin seçimlerle değişmeyeceğinin farkında olanlar bu süreçte gelecekleri ve hakları için AKP’ye karşı sokakta olmaya devam edecek.

Üniversitenin örgütü daha güçlü Üniversitelerde piyasacı, baskıcı, gerici uygulamalara karşı gençlik hareketine öncülük ederek mücadele eden; ülkedeki AKP saldırına karşı isyanın ve başkaldırının sesi olan, isyanını yumurtalarla dile getiren Öğrenci Kolektifleri, 17 Nisan’da “Kolektifler Birleşiyor” diyerek 40’ı aşkın üniversiteden 700 öğrencinin katıldığı ilk genel kurulunu Ankara’da gerçekleştirdi. Öğrenci Kolektifleri tek bir çatı altında birleşerek güçlenen bir gençlik örgütü ile daha fazla hak kazanımı sağlayabilmek, AKP’nin saldırıları karşısında daha sağlam durabilmek ve daha güçlü tepkiler vermek

KIRMIZISARI

Kocaeli Gazeteciler Platformu’nun, tutuklu gazeteciler Ahmet Şık ve Nedim Şener için 5 Nisan’da düzenlediği yürüyüş ve basın açıklamasına katılan 12 gazeteciye 154’er TL para cezası kesildi. 6 Mart 2011 günü tutuklanan gazetecilerin yanlarında olduklarını göstermek, gazetecilere yönelik artan baskıları ve saldırıları protesto etmek için toplanan gazeteciler bir kez daha mesai arkadaşlarına sahip çıktıkları için “ödüllendirildiler”.

Sandıktan çıkacaklar belli, gözler sokakta

eçimlerin yaklaşmasıyla birlikte meydanlar da dolmaya başladı. Birçok parti lideri ve milletvekili adayı bu seçim sürecini yalanlarını anlatarak geçiriyor. Şüphesiz ki bu yalanların en büyüğü ise AKP’ye ait. İstanbul’un yağmalanması anlamına gelen kanal projesini çılgın proje olarak sunan AKP bunun gibi halk düşmanı birçok projeyi inandırıcı hale getirmeye çalışıyor. Ne var ki AKP’nin seçim stratejisi yalnızca yalan vaatler üzerinden geliştirilen bir çizgiyle sınırlı değil. Seçimlerde düşünülen en önemli hamle gerici-milliyetçi- muhafazakar tabanın oylarını alabilmek. Bunu daha önce referandumda başarıyla uygulayan AKP seçim sürecine kadar bu tabanın gönlünü fethedecek hamleleri atmaya başladı bile. ‘Kürt sorunu yoktur’ diyerek önce bağımsız adayları veto eden AKP, ardından ateşkes sürecinde savaşı daha da körükleyecek hamleler geliştirdi ve operasyonlar düzenlemeye başladı. Bugüne kadar sahte açılımlarla Kürt halkını kandırmaya çalışan AKP bu yolu da terk ederek topyekun bir savaş ilan etmiş oldu. Bülent Arınç‘ın da her fırsatta dile getirdiği profesyonel ordu bu savaş ilanının özeti. Ancak Kürt halkı bu savaş ilanına barışla karşılık vererek sokakları doldurdu, binlerce gözaltı, tutuklama ve yasaklara rağmen barış iradesini göstermeyi bildi. Bu tavırla MHP’nin oylarını almayı hedefleyen Başbakan ise bir yan-

SœYAH MAV

hedefini önüne koydu. Bu hedef doğrultusunda Öğrenci Kolektifleri ilk Kolektif Yürütme Kurulu’nun temsilcilerini seçti. Merkezileşme ile birlikte yerel çalışmaların tek bir çatı altında toplanması, yerellerdeki amfilerden kantinlere her birimin temas ettiği en ufak yerdeki deneyimlerin bile kısa sürede tartışılarak merkezi çalışmaya ulaşmasını ve bu sayede çok farklı araçların, tartışmaların ve deneyimlerin başka birimlere aktarılmasını sağlayacaktır. Oluşturulan merkezi birim faaliyetleri ise kullanılacak yapılacak faaliyetlerde kullanılacak araçların oluşturulması, ortak söylemin geliştirilmesi ve Kolektif ’in kurumsallaşması için atılan önemli adımlardan biridir. Ankara’da gerçekleşen genel kurulda bu hedefleri yerine getirme kararlılığı ve coşkusuyla gerçekleşti. Ülkenin pek çok yerinden katılan üniversitelinin yanı sıra Eğitim-Sen ,

KESK, Kıbrıs’ta faaliyet gösteren Baraka Kültür Merkezi, Lübnan Komünist Partisi Gençlik ve Öğrenci Örgütü MYK üyesi Nassim Arabi gibi birçok kesimden destek geldi. Genel kurulda destek olarak katılanların yanında geçmişte gençlik mücadelesi tarihine tanıklık etmiş konuklar da o dönemin mücadelesini anlattılar. 60’lı yıllarda Devrimci Gençlik Dernekleri Federasyonu MYK üyesi Oktay Etiman, Dernekler Süreci’ni anlatan dönemin İstanbul Üniversitesi Öğrenci Dernekleri Federasyonu Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu, Öğrenci Koordinasyonu tarihini anlatan Metin Kalyoncugil kendi dönemlerinin gençlik mücadelesini üniversitelilere aktardılar. Yapılan konuşmaların ve çeşitli tartışmaların ardından Kolektif Yürütme Kurulu’nun adayları seçildi. Genel Kurul’un yapıldığı Ankara Üniversitesi gün boyunca coşkuya ve heyecana ev sahipliği yaptı. Fakültenin çeşitli yerlerine asılan fotoğraflarla Öğrenci Kolektifleri’nin mücadele anlatıldı. Konuşma aralarında ise illerden gelen üniversiteliler; müzik gruplarıyla, sergiledikleri tiyatrolarla, çekilen halaylarla, horonlarla Hukuk Fakültesi’ni adeta bir şenlik havasına soktular.

Seçimlerin yaklaşmasıyla beraber partilerin çektikleri reklam filmleri, sokaklarda bangır bangır bağıran araçlar, gökyüzünü kapatan parti bayrakları ülkenin her yerinde kirlilik yaratıyor. Liderler seçim propagandalarını içi boş vaatlerle yaparak bir seçim klasiği yaşatıyor.

Ali Demir Skandalların baş aktörü Ali Demir her gün bir yenisi eklenen sınav şaibelerinden paçasını kurtaramıyor. KPSS, YGS, ALES derken ÖSYM tarafından yapılan neredeyse her sınavın şüpheli olması Ali Demir’ i köşeye sıkıştırıyor, iddialara yanıt dahi veremeyen Demir yargılanmaya davetiye çıkarıyor.

Kardeşliğe adımlar Recep Tayyip Erdığan “Kürt sorunu yoktur” açıklaması, devletin en yüksek kademesinin ülkesinden bir haber olduğunu gösteriyor. Barış çadırlarının toplatılması, YSK’deki vetolar Kürt “açılımının” ne kadar samimiyetsiz olduğunu gözler önüne seriyor bir yandan da halkların kardeşçe bir arada yaşaması için devlet tarafından hiçbir olumlu adım atılmıyor.

İşçi eylemlilikleri Eylemler, grevler, kazanımlar… Bakaert’te direnen 400 işçi, E-6 yolunu kesen Casper işçileri, haksızlığa ve ayrımcılığa karşı koldan Ankara’ ya yürüyen KESK’ e bağlı BTS. Türkiye’ nin her yerinde işçiler ayağa kalkarak güvencesizlik ve taşerona karşı mücadeleyi büyütüyor, patronlara korku salıyor.

Veysel Eroğlu Daha önce HES lere en çevreci enerji kaynağı diyen, Tayyip Erdoğan’ın nükleer faciayı tüp patlamasına benzetmesini destekleyen “çevre bakanı” son olarak siyanürlü setlerin çökmesinin hiçbir tehlike yaratmadığını açıklayarak, bilimsel verileri hiçe sayıp ve kamuoyunda inandırıcılığını kaybetmeye başladı.


SAYFA 04

Kütahya’daki siyanürlü atık su havuzunun orta kısmının çökmesiyle bölgede gergin bekleyiş devam ederken, Dumlupınar Üniversitesi’nde okuyan üniversiteliler halkın yanında olduklarını göstererek siyanür havuzuna yakın olan Köprüören Köyü’ne “Siyanürlü maden ölüm demektir.“ pankartıyla gittiler. Köylüler özelliklede kadınlar çevrelerini savunacaklarını, köylerini kimseye bırakmayacaklarını söyleyerek, şimdiye kadar yaşadıkları sıkıntıları öğrencilerle paylaştılar.

Üniver site SAYFA 4

SœYAH MAVœ KIRMIZISARI

Geçtiğimiz yıl Hacettepe Üniversitesi’nde gerçekleşen bir panele katılan British American Tobacco (BAT) temsilcisi Öğrenci Kolektifleri tarafından yumurtalarla protesto edilmişti. Bu protestonun ardından Beytepe Öğrenci Kolektifi üyelerine “Uluslararası tütün tekellerine ve sermayeye karşı duruş sergiledikleri” için Sigara ve Sağlık Ulusal Komitesi tarafından ödül verildi.

AKP yıkıyor,gençlik yapıyor Sarıyer’ in merkezine sadece birkaç kilometre uzaklıkta, bir yanında lüks havuzlu siteler ve bunların etrafına çekilmiş, adeta şehirlerin etrafındaki surları andıran bir “utanç” duvarıyla, bu sitelerden ayrılmış bir mahalle Maden. Genellikle köylerinden göçerek İstanbul’a gelen Kürt halkının yaşadığı mahallede, yanı başlarındaki villaların aksine 30 yıldır altyapı yetersizliği gerekçesiyle su yok. Mahalleliler haftada 3 kere gelen su tankerlerinin yolunu bekliyor niteliksiz ve sağlıksız suya ulaşabilmek için. Aynı zamanda mahalle 3. köprü için rant sağlayacağından her an yıkım tehdidiyle karşı karşıya. Diğer yandan yıllardır Melih Gökçek’in yıkmaya ve yok etmeye çalıştığı fakat mahallelinin inatçı ve kararlı tavrıyla dizilere bile konu olan bir direniş öyküsü olan Dikmen Vadisi. Belediyenin olağan belediye hizmetlerini bile yerine getirmeyerek yıkıma karşı çıkan halkı kendince cezalandırdığı ve bu yöntemle yıldıracağını düşünmesine rağmen halen direnen Vadi Halkı yaşadığı mahalleyi kimseye bırakmıyor. Bütün bu süreçte Vadilinin yanında

olan Ankara’daki mimarlık ve mühendislik öğrencileri ”Yaşanası bir yer için AGREGA” grubunun çağrısıyla bir araya gelerek, mahallede farklı bir alan kurabilmek, ortak bir kullanım yeri belirlemek için, barınma hakkı mücadelesine örnek bir proje olacak Dikmen Vadisi’nde amfi tiyatro yapmaya karar verdiler. ODTÜ, Ankara Üniversitesi, Gazi Üniversitesi ve Atılım Üniversitesi’den katılımcılarla imece usulüyle çalışmalara başlanırken, daha çok kişinin katılımını sağlamak için üniversitelerde duyurular yapılmaya devam ediliyor. Aynı zamanda projenin paralelinde gerçekleşmeye başlayan ağaçlandırma çalışmalarıyla da belediyenin tahrip ettiği mahallenin güzelleşmesi hedefleniyor. Sarıyer’de bulunan İTÜ Vadi Yurdu’ndaki Vadi Kolektif ise, üniversitelilerin her zaman halkın yanında olması gerektiğini söyleyerek Maden Mahallesi’nin yollarına düştüler. En temel haklardan olan eğitim hakkı gasp edilen yoksul çocuklar için Maden Mahalle Derneği’nde ilk etapta temel dersleri ve satranç dersleri vermeye başladılar. Parasız

eğitimin hayal olmadığını kanıtlayan üniversiteliler, alternatif bir eğitimin mümkün olduğunu gösteriyorlar. Haftalar ilerledikçe, gönüllü çocuklardan koro ve tiyatro grubu oluşturdular. Böylece çalışmalar sadece Vadililerle sınırlı kalmayarak İTÜ içinden bir tiyatro grubu olan TİMİS’in de dahil olduğu, koro için Ayazağa Kampüsü’nden üniversitelilerin geldiği, bütün İTÜ geneline yayılan bir kampanya olmaya başladı. Bütün bunlar devam ederken mahallenin ortak kullanıma açık olan, bir oyun parkının bile olmaması üniversitelilerin mahallede bir amfi tiyatro yapma fikrini ortaya çıkardı. Mahallelinin de isteğiyle, Taşkışla Kolektif, destekçi mimar-mühendis hocalarla ve öğrencilerle görüşerek mahallede nasıl bir amfinin yapılacağı konusunu konuşup mahallede ölçümler ve alan temizliği yaptılar. Amfi tiyatro için burada da kollar sıvandı. Şimdiyse iki mahallede de mahalleliler özellikle de çocuklar- amfi tiyatronun biran önce tamamlanmasını ve açılış şenliklerini sabırsızlıkla bekliyorlar.

Çocuklar okumuş insanları bu yaz da mahallerine bekliyor Y oğun geçen ve sınavlardan, ödevlerden başımızı kaldıramadığımız bir yılın ardından yaz tatiline sayılı günler kaldı. Birçoğumuz tatil hesaplarını şimdiden yapmaya, programını çıkarmaya başladı bile. Ancak dönem boyu üniversitelerinde yürüttüğü eşit, parasız, bilimsel eğitim mücadelesini mahallelere taşımak isteyenlerin programı belli. Öğrenci Kolektifleri tarafından düzenlenen ve bu yıl dördüncüsü gerçekleşecek olan kampanya kapsamında 'Okumuş İnsan Halkın Yanındadır' diyerek yaz aylarında yoksul mahallelerin yolunu tutan üniversitelilerin sayısı her yıl artarak büyüyor. Üniversiteliler bu mahallelerde yaşayan ve bir yandan paralı eğitim diğer yandan gerici müfredat sebebiyle nitelikli eğitim fırsatı bulamayan çocuklara ulaşıyor. Kampanya başta İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Kocaeli ve Eskişehir olmak üzere Türkiye'nin dört bir yanında gerçekleşiyor. Bir ay sürecek kampanya boyunca temel derslerin yanı sıra, satranç, tiyatro, halkoyunları, koro, resim, yaratıcı drama, karikatür çalışmaları ve bilimsel deneyler gibi dersler verilerek, çocukların yaratıcılıklarının ve özgüvenlerinin de geliştirilmesi hedefleniyor. Kampanya sonunda mahallelerde düzenlenen şenliklerde, tiyat-

ro oyunları sergileyen, şarkılar söyleyen, halk oyunları oynayan çocuklar, hep birlikte ürettiklerini hem aileleriyle hem de mahallelilerle paylaşma imkanı buluyor. Ailelerde kampanyaya destek veriyor Maddi koşulları nedeniyle, okulların kapanmasıyla birlikte hiç bir sosyal imkan bulamayan çocuklar, ya evlere hapsedilir ya da camilere gönderilirken, 'Okumuş İnsan Halkın Yanındadır' kampanyasıyla birlikte kendilerini geliştirme, nitelikli eğitime parasız ulaşma fırsatı buluyor. Çocuklarındaki somut değişimi gözleyen aileler de üniversitelilere destek veriyor. 100'ü aşkın mahalle, 1000'i aşkın öğrenci Geçtiğimiz 3 yılda, birçok ilde gerçekleştirilen kampanyanın bu yılki hazırlıkları başladı bile. Geçmiş yılların deneyimleri ile, her geçen yıl daha da güçlenen kampanya bu yıl temmuz ayı sonlarında yoksul mahallelerle buluşacak. AKP eliyle gericileştirilen ve piyasalaştırılan eğitim sistemi karşısına, 'eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim' sloganıyla çıkan Öğrenci Kolektifleri, üniversitelileri parasız eğitimin mümkün olduğunu gösteren ve alternatif bir eğitim sisteminin örneklerini ortaya koyan bu kampanyaya katılmaya çağırıyor.

RÖPORTAJ

İktidar olduğu ilk günden beri yoksul halkın ensesinden ayrılmayan AKP; Arızlı, Ayazma, Dikmen, Maden, Derbent ve daha birçok mahallede kentsel dönüşüm, üçüncü köprü benzeri projelerle halkın barınma hakkına gasp ediyor. Bu nedenle her gittiği mahallede ayrı bir direnişle karşılaşıyor, mahalleli gerekirse kendini kepçenin önüne atıyor “Ölürüm ama yıktırmam” diyerek yıkım ekiplerini yıldırıyor. İstanbul’daki Maden Mahallesi ve Ankara’daki Dikmen Vadisi bu projelerden en fazla rant getirecek yerlerde duruyorlar. Gençlikse bu mahallelere gidip yoksul halkın yanında olduğunu göstermek, mahallenin yaşam alanlarını güzelleştirmek ve nitelikli hale getirmek için amfi tiyatrolar kuruyor. AKP’nin yıkmaya çalıştığı bu iki mahallede “Onlar yıkarken biz yapıyoruz.” diyor

Bir süredir Ankara Dikmen Vadisi’ndeki yıkım bölgesinde süren amfi tiyatro projesi gönüllü okumuş insanların da katkısıyla devam ediyor. Biz de projede yer alan bir üniversiteliyle ve mahallelilerle röportaj yaptık. "Önce neden AGREGA?" sorusundan başlayalım. Yapı tekniğinde kimyaları, yapıları, şekilleri farklı taşlardan meydana gelen yapıya agrega denir. Projenin felsefesi de bu yönde olduğu için, biz bu projeye Agrega dedik. Ekim 2010’da Mimarlar Odası Ankara Şubesi, “Mimarlık Sosyal Forumu” düzenledi. Bu forum kapsamında çeşitli atölye faaliyetleri vardı. Biz de Gazi Üniversitesi’nde okuyan 6 mimarlık öğrencisi, “Gecekonduda kamusal alanın üretimi” konulu atölyeye katıldık. Atölye faaliyetleri kapsamında Dikmen Vadisi seçilmişti. Biz de Dikmen’e gittik; mahalleliyle tanışıp ne yapabiliriz diye tartıştık. Mahalleli de bizden Festivadi adındaki etkinlikleri için bir amfi tiyatro talep ettiler. Mimarlar Odası ve İnşaat Mühendisleri Odası’ndan çeşitli destekler sağlayarak bu projeye başladık. Daha sonra üniversitelileri de projeye katmak için okullarda projenin duyurusunu yaptık. Herkesin bu çorbada tuzu olsun istedik. Çünkü “Agrega” bu sayede anlam kazanacaktı. Bu projeye katılan üniversiteliler kariyer ve ekonomik kaygıların dışında kendinlerini topluma ait hissettiler. “Yıkmak marifet değil,asıl marifet yapmak“ Tarık ÇALIŞKAN (61) Bir sistem var. Bir bölgeyi ve insanları her şeyiyle yok ediyor. Köklü bir yıkım başlatıyor. Bu yıkıma inat buraya amfi tiyatro yapmak sisteme başkaldırmaktır. "Size rağmen burada yaşamaya devam edeceğiz." demektir. Üniversiteliler yazın buraya gelip “Okumuş insan halkın yanındadır” diyerek, bilgi ve birikimleriyle bizlere çok şey katıyorlar. Bu projeyle de buraya tarihsel bir miras bıraktılar. “ ...Çünkü çocuklar karanlıktan korkar “ Eren ÇETİNTAŞ (26) Ben gecekondularda doğup büyüdüm. Biz burada düzgün bir eğitimle büyümüyoruz. Yazın burada çocuklar ya internet kafede sistemin karanlığında boğulacak ya çöpün- çamurun içinde top oynayacak ya da üniversitelilerin enerjisiyle hayat bulacak. Çocuklar da üniversitenin aydın ışığına yönelmeyi tercih ediyorlar. Çünkü çocuklar karanlıktan korkar. “Okumuş insan” projesiyle üniversiteliler, yazın memleketlerine gitmek yerine buraya gelip çocuklara “2+2”yi, çiçek ekmeyi öğretiyorlar. Bizlere de mutlaka bir şeyler katıyorlar. Mahalleli için bu fedakarlık çok değerli.


SAYFA 05

Üç fidanın, Deniz’in, Yusuf’un, Hüseyin’in idam edilişlerinin 39. yıl dönümünde Türkiye’nin birçok üniversitesinde anmalar yapıldı. Başta Muğla, Adana, Sivas, Bilecik, Giresun, Ordu, Kütahya, Zonguldak, Mersin, Hatay, Trabzon, İstanbul, Eskişehir de olmak üzere Türkiye’nin birçok şehrindeki Öğrenci Kolektifleri üniversitelerinde DevGenç ruhuyla, idam edilen devrim şehitlerini unutmadı, anılarını zihinlerde tekrar canlandırdı.

Ko lek tif

KIRMIZISARI

6 Mayıs 2011 günü üç fidanın yanına bir çınar gitti. Deniz’lerin avukatı olarak bilinen, 12 Eylül döneminde birçok örgütün davalarına bakan, aynı zamanda da birçok hukuk örgütünün kurucusu olan Halit Çelenk 5 Mayıs günü yaşamını yitirdi. Emek örgütleriyle Ankara Öğrenci Kolektifi denizleri mezarları başında andı, sonrasında Halit Çelenk’i aynı mezarlıkta düzenlenen törenle toprağa verdi.

SAYFA 5

İzmir Son yıllardaki en kitlesel 1 Mayıs’ın yaşandığı İzmir’de, Öğrenci Kolektifleri üniversitelilerin tek korteji olarak kendi rengi ve coşkusuyla 1 Mayıs’ta Gündoğdu Meydanı’na çıktı.

SœYAH MAV

Bursa Ankara Öğrenci Kolektifleri “İmamın Ordusuna, AKP'ye, Paralı Eğitime GÜCÜMÜZ YETER” pankartı arkasında tek tek üniversitelerin yazılı olduğu pankartların oluşturduğu kortej ile Sıhhiye Meydanı’na girdiler. Bisikletli palyaçolarıyla, trampetçileriyle, eğlenceli şarkıları, sloganları ve kitleselliği ile alanın en renkli ve coşkulu kortejini oluşturdular.

İstanbul Öğrenci Kolektifleri yüzbinlerce işçi, emekçi, kadın ile birlikte 1 Mayıs’ta Taksim’deydi. Şişli kolunda toplanan üniversiteliler, “İmamların, faşistlerin, patronların iktidarında Susma, Korkma, Durma Çıldır Üniversite” yazılı dev pankartları ile dikkat çekti. Trampetleri ile kortej boyunca yaptıkları şarkıları söyleyen üniversitelileri Taksim Meydanı'na girerken Dev-Genç Marşı okudular.

Öğrenci Kolektifi üniversitesinde büyüttüğü parasız ulaşım mücadelesini “Susmuyoruz, Korkmuyoruz, Durmuyoruz!” ve "Parasız Eğitim, Parasız Ulaşım İstiyoruz... Alacağız!" pankartları ile alana taşıdı.

Üniversite gücünü gösterdi Mersin

Samsun Geçen yıllara oranla kitleselliği ile dikkat çeken Öğrenci Kolektifleri, yaratıcı sloganları, marşları, ile üniversitenin sesini alana taşıdılar. Kolektifler, kendi yapıkları besteler,sloganlar ve coşkularıyla Samsun halkının büyük desteğini gördü.

Mersin’de Öğrenci Kolektifi parasız bilimsel eğitim, anadilde eğitim, özerk demokratik üniversite, söz yetki karar hakkı talepleriyle alana çıktı. Üniversiteliler Mersin’de yapılması planlanan nükleer santrale de sessiz kalmadı.

1 Mayıs’ta yüzbinlerce emekçi, işçi, öğrenci, kadın, çocuk meydanlara çıktı. 1 Mayıs 2011 bu yılki coşkusu, kitleselliği ve ortaya koyduğu tepkiselliği ile tarihteki yerini aldı. Uzun yıllar boyunca verilen mücadele ile kazanılan Taksim Meydanı tarihteki en kitlesel 1 Mayıs’tı. Güvencesizliğe, YGS’deki şifre skandallarına, seçim öncesi Kürt halkına yönelik yapılan operasyonlara, taşerona, sağlık alanındaki dönüşüme karşı biriken öfke ilk kez bu kadar bütünlüklü bir halde kendini gösterdi. Ülkenin dört bir yanında alanlardan AKP iktidarı ve saldırılarına karşı meydan okunan bir gün oldu. Alanlara çıkan yüzbinlerce insanın örgütlü katılımın yanı sıra kendiliğinden katılım oranı bu yıl oldukça fazlaydı. Bu durum artık solun gelişen yeni dinamiklerinin geleneksel kalıplara sığmadığının da bir göstergesidir.

Üniversitenin gücü alanlarda Üniversiteliler açısından ise 1 Mayıs, binlerce gencin alanlara çıktığı bir gün oldu. Gençlik mücadelesi açısından oldukça yoğun ve hareketli geçen bir dönemin biriktirdikleri, 1 Mayıs alanlarında binlerce üniversitelinin sesiyle yankılandı. Öğrenci Kolektifleri “Susma, korkma, durma gücünü göster” pankartlarıyla ülkenin dört bir yanında alanlara çıktı. 1 Mayıs’ta alana çıkan tek üniversiteli korteji olan Öğrenci Kolektifleri, meydana çıktıkları her kentte alanın en renkli, en coşkulu ve en iddialı kortejleri ile üniversitelinin sesini yansıttılar. Daha basılmamış kitapların toplatıldıTrabzon ğı, gazetecilerin tutuklandığı, üniversitelerde gericiliğin, piyasalaşmanın AKP eli Eskişehir KTÜ Öğrenci Kolektifi coşkusu ve kitleselliği ile alanın ile daha da arttığı, ülkemizde nükleer santrallerin yapılmaya çalışıldığı, insanların doğanın yaşamı hiçe sayılarak nehirlerin üzerlerine onlarca HES’lerin en ilgi çekici kortejini oluşturdular “Cemaate Değil yapıldığı, sanat eserlerinin ucube denilerek yıkıldığı bir dönemde üniver“Susma durma korkma, imamın çılgınlığına gücümüz yeter” Öğretmene Kadro” diyen Fatih Eğitim Fakültesi öğrensiteli gençler bütün bunlara sessiz kalmayacaklarının haykırdılar. sloganıyla 1 Mayıs’a çıkan Öğrenci Kolektifleri, 250 kişi ile cilerinin yanı sıra KTÜ Tıp Fakültesi öğrencileri de Üniversiteliler, liseliler, işçiler, emekçiler bu yıl 1 Mayıs’ta gösEskişehir’in en kitlesel gençlik kortejini kurdular. İlk kez önlükleri ile korteji renklendirdiler. terdikleri güç ile meydanlara sığmadılar. Seçim sürecinin alana çıkan Üniversiteli Kadın Kolektifi ise “ Bize acil eşitlik HES’ lere karşı bölgede verilen mücadeleye de slogandeğil, AKP saldırılarının politikleştirdiği ve sokağa taşan gerek” diyerek üniversiteli kadınların taleplerini alana taşıdılar ile destek veren üniversitelilere halkın desteği ve kitleler sadece 1 Mayıs’ta değil, her gün her lar. ilgisi yoğundu. dakika hakları için mücadele edeceklerini göstermiş oldular.

Zonguldak Üniversiteliler Kozlu'dan yürüyerek gelen Madencileri üniversite önünde selamlayarak toplanma alanına madenciler ile birlikte yürüdü. Yürüyüş sırasında birçok öğrenci Kolektif kortejine katıldı.

Ordu Yeni kurulan Ordu Üniversitesi Öğrenci Kolektifi 1 Mayıs günü ilk kez sokağa çıktı. Oluşturdukları kortejle üniversitelilerin coşkusunu ve tepkilerini 1 Mayıs alanına taşıdılar.

Niğde 1 Mayıs’ta Niğde Öğrenci Kolektifi İmam Hatip Meydanı’nda başlayan mitinge, DİSK ve DİSK’e bağlı sendikalarla birlikte katıldı. Kolektifler üniversitenin sesini alana taşıdı.

Giresun Giresun Öğrenci Kolektifi 1 Mayıs’ta “ Merhaba” dedi. İlk defa alana çıkan Giresun Öğrenci Kolektifi, alanın dikkat çekici kortejini oluşturdular.HES’ lere karşı atılan sloganlara halkın desteği yoğundu.

Sivas Coşkulu geçen 1 Mayıs’ta Öğrenci Kolektifleri sloganlarıyla, şarkılarıyla, marşlarıyla en coşkulu korteji oluşturdular. Üniversitelilerin korteji Sivas halkından büyük ilgi gördü.

Denizli Çalışmalarına bu yıl başlayan Denizli Öğrenci Kolektifi üniversitelilerin talepleriyle alana çıktı. Üniversiteliler, şarkılarıyla, isyan koşusuyla, halaylarıyla Denizli’de alana coşku kattı.

Antalya Akdeniz Üniversitesi Öğrenci Kolektifi, talepleri, coşkulu korteji ve çekilen halayları ile alana girdi. Üniversiteliler AKP’ye karşı sessiz kalmayacaklarını bir kez daha dile getirdiler.

Muğla Muğla’da üniversiteliler, AKP’nin baskılarına, piyasacılığa, gericiliğe karşı isyanları ile alana çıktılar. Halayların çekildiği, zılgıtların atıldığı kortejde üniversitelilerin talepleri dile getirildi.

Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi Öğrenci Kolektifi, “Faşizmi ve gericiliği yıkacağız, korkma, susma, durma, gücünü göster” diyerek güçlü bir kortejle alana girdiler.

Antakya Antakya’da 1 Mayıs büyük bir coşkuyla gerçekleşti. İlk defa alana çıkan Mustafa Kemal Üniversitesi Öğrenci Kolektifi ise alanın ilgi çekici kortejini oluşturdu.


SAYFA 06

Sınavların tartışıldığı son dönemde hiç şaşırtıcı olmayan bir açıklama YÖK Başkanı’ndan geldi: “YGS’yi kaldırıyoruz.” Daha önce de bu iddiayı ortaya atıp her seferinde yeni bir sınavla karşımıza çıkan Özcan’ın yeni projesi de diğerinden farksız. ÖSYM’nin düzenlediği YGS yerine MEB’in düzenlediği ‘olgunluk sınavını’ koymayı hedefleyen projede amaç, skandallarla yıpranan ÖSYM’nin yükünü azaltmak. Ancak AKP’nin eğitim alanındaki noteri gibi çalışan MEB’i düşündüğümüzde yaşanacakların çok farklı olmayacağı görülebiliyor.

Eği tim SAYFA 6

SœYAH MAVœ KIRMIZISARI

Uzun yıllardan beri birçok öğrencinin canını alan sınav sistemi aynı hızla yoluna devam ediyor. İlk olarak İsmail Paslanmaz adındaki lise öğrencisi ‘Şifre yüzünden mağdurum, şifreciler kopyalarla hayatımızı karartıyor’ diyerek intihar etti. Ardından 29 Nisan’da Sıdıka Soydan sınav mağduriyetine dayanamayarak hayatına son verdi. Bütün bunlara rağmen sınavda kopya olmadığına tatmin olan AKP ise liselilerin gelecekleri ve hayatları üzerinden kendisini var ettiğini bir kez daha göstermiş oldu.

Sorular neden şifrelendi ?

lkemizde gerçekleşen merkezi sınavların uygulayıcısı olan ÖSYM uzun bir dönemden beri gerçekleştirdiği her sınavda yaşanan kopya skandallarıyla gündemdeki varlığını korumaya devam ediyor. İlk olarak polis okulları seçme sınavında başlayan skandallar dizisi KPSS, ALES ve en son hakkında savcılık tarafından ‘şifreleme’ olmadığına dair takipsizlik kararı verilen YGS ile doruk noktasına ulaşmış durumda. Bir de bu yaşananlara tercih kılavuzlarındaki hataları ve yanlış puan hesaplamalarını ekleyince tablo iyiden iyiye kararmış oluyor. Ancak bu karanlık tablo uzun bir aradan sonra on binlerce liselinin sokağa çıkmasıyla birlikte bir nebze olsun aydınlanmış durumda. Liseliler geleceklerini ‘şifreleyenlere’ şifreli değil sınavsız, parasız, şifresiz üniversite diyerek cevap veriyor. Ne var ki asıl sorulması gereken soru on binlerce insanın sokağa çıkmasına sebep olan şifreleme ve kopya skandallarına cemaatin niçin sürekli ihtiyaç duyduğu?

Ü

Cemaat kadrolaşmak istiyor Öncelikle bu soruya daha doğru yanıtlar bulabilmek için Fetullah Gülen Cemaatinin yapısına bir göz atmakta büyük yarar var. Bugün Gülen cemaati adeta kendisine bir eğitim imparatorluğu kurmuş durumda. Özel okullardan dershanelere, ışık evlerinden yurtlara

kadar birçok alanda bu imparatorluğun izlerini görmek mümkün. Buna dayanarak eğitim alanını birden fazla kolla çevreleyen cemaat için gerçekleşen bütün sınavların kendi egemenlik alanlarının genişleyerek sürmesindeki önemi hakkında daha net fikir sahibi olabiliriz. İlk olarak bu sınavların cemaatin eğitim kurumlarında öğrenim gören gerici kadrolarının üniversiteyi ve devlet içindeki daha birçok konumu elde etmesi açısından oldukça stratejik bir anlamı var. Bu yüzden AKP ve cemaat bu sınavlarda kendi kadrolarının daha yüksek puanlar elde edip gerici kuşatmayı derinleştirmesi için her yolu deniyor. Başarının sırrı ise ÖSYM’de saklanmış durumda. Sınavların hazırlanışında baştan sona kadar en yetkili kurum olan cemaatin ÖSYM’si ya soruları cemaate servis ederek yada şifreleyerek bu kadrolaşmanın önündeki bütün engelleri kaldırmış bulunuyor. Ancak sınavlarda yaşanan kopyalama ve şifre skandallarının tek nedeni gerici kadrolaşmayı arttırmak değil. Bunun yanında cemaat kendi dershanelerine olan ilginin fazlalaşmasını da istiyor. Bugüne kadar ÖSYM’yle var olan yakın ilişkilerini düşünecek olursak gerçekleşen sınavlarda hep en iyi dereceleri yapmakla övünen cemaat dershaneleri; “Bundan sonra da bizim dershanelerimize gelirseniz siz de kaza-

nırsınız” diyor. Her ne kadar kamuoyunda, yaşanan skandallar ÖSYM’ye ve cemaate olan güveni azalsa da birçok kişi de ‘ucuz’ gelecek kaygılarıyla daha fazla Gülen cemaatine yaklaşmaya devam ediyor.

Sizden değiliz. Sınavsız Üniversite İstiyoruz Üniversiteye giriş sınavlarının iyi bir gelecek için tek seçenek olduğu iddiasının genel bir kanı haline getirilmeye çalışıldığı ülkemizde, bu sese kulak veren milyonlarca insan çözümü cemaatlerde arıyor çünkü artık özel okullara, dershanelere, kurslara gitmek bile tek başına yeterli değildir. Eğer ‘itibarlı’ bir üniversitede okumak istiyorsa bir öğrenci cemaatin dershanelerine, cemaatin okullarına bir adım önde gitmek zorunda. Zaten Gülen cemaatinin de istediği bu. Bu ülkedeki milyonlarca öğrenciye “Ya bizimle olursun ya da okuyamazsın” demek. Her ne kadar YÖK Başkanı televizyonlara çıkıp “Sınavlar kalkacak” dese de yaşananlara bakılınca söylenenlerin büyük bir yalan olduğu anlaşıyor. Ancak bu ülkede artık başta liseliler olmak üzere milyonlarca öğrenci bu yalanlara kolay kolay inanacağa benzemiyor ve çözümü sokaklarda haykırıyor: Dershaneler kapatılsın, eleyici ve rekabetçi sınavlar son bulsun, herkese eşit üniversite hakkı verilsin.

Kimle dalga geçiyorlar ! YGS'de yaşanan şifre skandalının ardından doğru açıklamalar bekleyen bir buçuk milyon öğrenci ise komik açıklamalarla "tatmin edilmeye" çalışıldı. Cumhurbaşkanından, bakanlarına kadar birçok açıklamada bulunan AKP’liler yer yer talihsiz yollara saptı.

Hüseyin Çelik basit denklemler kurarak " Bankamatik kartlarında da şifre var, o olmadan alışveriş yapabilir misin?" diyerek şifreyi kendince açıkladı. Abdullah Gül, Nimet Çubukçu ve Tayyip Erdoğan ÖSYM'nin açıklamalarından "tatmin" olduklarını söylediler. Erdoğan ise yine cengaverliğini gösterip lise öğrencilerine "Taksim'de bin kişiyi, iki bin kişiyi yürütmek, iki bin genci yürütmek problem değil. Biz de kalkarız onların karşısına 5 bin, 10 bin tane genci koyarız." diyerek kafa tuttu. Hüseyin Çelik’in "Haksızlık olduğunu görsem ÖSYM'yi ilk ben protesto ederim!" sözleri saçma açıklamaların şahı olsa gerek.

Skandallarla dolu bir profil :

Ali Demir

Şifre dağıtma istifa et! Çok uzun bir dönemdir YGS’de yaşanan şifre skandalı ülke gündeminde önemli bir yer tutuyor. Bunda gerçekleşen şifrelemenin yaklaşık 1 buçuk milyon öğrencinin hayatını doğrudan etkilemesinin dışında bizzat Ali Demir başta olmak üzere AKP kurmaylarının yaşananlar karşısında aldıkları tavır oldukça önemli. Süreci kısaca hatırlayacak olursak ilk başta kimse şifrelemeyi kabul etmedi. Başbakan, Cumurbaşkanı şifre olmadığına tatmin olduğunu söyledi. Ardından bazı kitapçıklarda şifre olabileceği ancak bunun tesadüfen gerçekleştiği kamuoyuyla paylaşıldı. Bu dönemde on binlerce liselinin sokağa çıkması sonucu köşeye sıkışan Ali Demir ise çözümü öğrencilere özür mektubu yollamak ve telefon açmakta buldu. Hüseyin Çelik “Banka kartlarında bile şifre var” diyerek durumu normalleştirmeye çalışırken, YÖK Başkanı “Öğrenciler Ali Demir’in elini öpsün” diyerek bütün AKP’lilerin yaptığı gibi bir an olsun desteğini esirmedi. Böylece ne Ali Demir’e istifa et çağrısı yapıldı ne de görevinden alındı. Bunun ise birkaç sebebi var. Çünkü Ali Demir’in istifa etmesi ilk elden yaşanan kopya ve şifreleme skandallarının kabul edilmesi anlamına geliyor. İkinci olarak bu skandalların çok sık yaşanması ancak istifa gibi bir yaptırımın gerçekleşmemesi cemaat için kopyaların ve şifrelerin var olabileceğini normalleştiriyor. Normalleşen bu skandalların sonucunda eğer siz de cemaatçi olursanız siz de bu ‘nimet’lerden faydalanabilirsiniz deniliyor. Bu yüzden AKP Ali Demir’in istifasını istemiyor ve görevden almıyor. Çünkü Ali Demir’de ısrar gericilikte, şifrelemede, kopyada ve gelecek hırsızlığında ısrardır.


SAYFA 07

Kadınlar seçimin neresinde? "Kadın" adının son derece gündemde olduğu dönemlerden biridir seçim arefeleri. 12 Haziran genel seçimi öncesi yaşanan hareketlilik ise bu durumu doğrular nitelikte. Siyasi partiler hummalı çalışmaları sonucunda kadın adayların listelerini ortaya çıkarır; her seçimde daha fazla kadın adayın olacağını, kadınların siyasete katılımının önemini anlatan cümleler sarf edilir. 12 Haziran’daki genel seçime girecek olan kadın adayların sayısal verilerine bakılırsa durum pek iç açıcı değil. Partilerin listelerinde toplam 262 kadın yer alırken; AKP'nin seçilme ihtimali olan yerden gösterdiği kadın aday sayısı sadece 55, CHP'nin 38 ve MHP'nin ise 5 kadın adayı seçilebilir yerde bulunuyor. Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloku’nun listesine bakıldığında, 13

kadın adayın seçilebilecek yerde bulunduğu görülüyor. Seçimlerden sonra oluşacak olan parlamentoda kadın vekillerin sayısı 100 ile 120 arasında değişecek ve kadınların temsili % 20 ile sınırlı kalacak. Peki seçim sürecinde kadın adayların artan değerleri seçimden sonra ne kadar önemini koruyabiliyor? AKP özelinde kadın adaylara gösterilen ihtimam "muhafazakar ama aynı zamanda modern" imajını tazeleme girişimidir. Kadınlar kendilerine biçilen kutsal ve geleneksel rollerle siyasi partilerin propagandalarına, vitrinlerine zenginlik katan araçlar haline getiriliyor. Bu durum ise özellikle toplumun muhafazakar kesimlerindeki kadın seçmenlere ulaşmanın en iyi yolunu oluşturuyor. Muhafazakar kesimler kadının siyasete atı-

Yasama yılı biterken AKP meclisten geçirdiği Kanun Hükmünde Kararname çıkarma yetkisiyle 8 devlet bakanlığının kapatılacağını, 11 yeni bakanlık kurulacağını açıkladı. Kapatılacak olan Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı'nın yerine “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı” isminde yeni bir bakanlık kurulacak. Kadın adını aileyle eşdeğer tutan, kadını yardıma muhtaç varlık olarak gören bu projeyle kadın mücadelesi yok edilmeye çalışılırken, AKP'nin seçim sonrası ilk icraatlarının yıkımının boyutu da açığa çıkıyor.

lımının önlemini ise komik sansürlemelerle alıyor. En çarpıcı örneklerin başında ise Saadet Partisi'nin seçim broşüründe kadın adayların fotoğrafı yerine parti logosunun kullanılması yer alıyor. Kadın çalışmalarının haberlerinde yüzlerini almadan arkadan çekilmiş fotoğraflar kullanan Saadet Partisi'nin, seçim kampanyasında kadınların emeklerini ve adını nasıl araçlaştırdığını ortaya seriyor. Bu durumda seçim kampanyalarında disiplinli ve yoğun emek harcayarak çalışan kadınların meclis gündemine kadın sorunlarını ne kadar taşıdığı ise durumun somut tahliline gerek duyuyor. Erkek egemen siyasetin arasına “kabul ettiği” kadınlar, ne kadının ne de kadın sorunlarının temsili anlamına geliyor. Haklı Kadın Platformu gibi oluşumların % 50 kadın kotası istemi de kadınların mecliste temsilini sağlamaya yetmeyecektir çünkü kadınlara yük-

niversitelerin kapanmasına kısa bir zaman kaldı. Yaz ayları yaklaşırken üniversiteli kadınlar için oldukça hareketli geçen bir dönem bitiyor. Peki bu süreç içinde üniversiteli kadınların gündeminde neler vardı? Giderek artan taciz ve tecavüz olaylarına önlem olarak sunulan hadım yasası teklifi tartışmaları ve kadına yönelik şiddetin %1400 artmasını medya abartısı olarak değerlendiren Erdoğan'ın açıklamaları vardı. Kadını suçlayan, kadın düşmanı açıklamalarda bulunan Hasan Albayrak, Orhan Çeker, medyada cinsiyetçiliği körükleyen Emre Aköz, Engin Ardıç ve Hıncal Uluç vardı. Kadına karşı saldırılara militan ve yaratıcı eylemleriyle karşılık verenler ise üniversiteli kadınlar oldu. Üniversiteli kadınlar Uludağ Üniversitesi'nde Sema'nın katilinin, kadın düşmanı açıklamaların sahiplerinin peşini bırakmadı, hesap sordu. Son olarak Ege Üniversitesi'ne gelen Hıncal Uluç'un üniversiteli kadınlar tarafından kovulmasının ardından üniversitelere gelmeye korkanlar listesine kadın düşmanları da eklenmiş oldu. Üniversiteli kadınlar hareketli geçen bu yıl içinde gerek "Bize acil eşitlik gerek" kampanyası gibi programlı bir süreçle gerek üniversitelere gelen kadın düşmanlarına karşı verilen refleksif eylemlerle oldukça tecrübe edindi. 8 Mart'ta

Ü

KADINLARA OKUMA ÖNERİLERİ

birçok ilde alanların en coşkulu kitlesini oluşturan üniversiteli kadınlar, mücadele deneyimleriyle sonraki dönemlerde de giderek büyüyecektir. Üniversitede kadın mücadelesinin örneklerini yaratanlar için kadınlık rolleri, sorumlulukları, üretim ve yeniden üretim politikaları, özel ve kamusal alan, cinsiyetçi işbölümleri gibi kadın mücadelesinin eksik bırakılamayacak politik, ideolojik temellerin öğrenilmesi oldukça önemlidir. Kadın mücadelesinin başlıkları içinde yer alan tüm sorunları yaşayan özneler olarak üniversiteli kadınların bu sorunlara karşı oluşturacağı mücadele hattının politik, ideolojik ayakları kolektif biçimde, dayanışma içinde öğrenilebilir ve uygulanabilir. Öğrenim döneminin yoğunluğunda zayıf kalan teorik bilgi birikimini geliştirmek için yaz aylarında üniversitelerin kapalı olmasıyla gerekli teorik gelişkinliği sağlamak ise kolaylaşacaktır. Böylece üniversiteli kadınlar sistematik olarak kadın sorununun tarihsel, ideolojik bilgi birikimini elde etme imkanı bulabilir. Konunun uzmanı kişilerle yapılacak söyleşiler, piknikler, tartışmalar ve araştırmalar kadın mücadelesini tüm yönleriyle anlamaya, analiz etmeye yarayacak teorik birikimi sağlayacak yöntemler arasında bulunuyor.

Bu yaz kadın hareketinin tarihini, mücadelesini daha iyi anlamaya yarayacak olan temel sayılabilecek 5 kitabın okunması tatili iyi değerlendirmeye yarayacaktır. Son 6 bin yıldır ataerkil düzenle yönetilen dünyanın daha önce 1 milyon yıl ise kadının yönettiği toplumların düzenini ve geçiş sürecini öğrenebileceğimiz, Kadının Evrimi 1-2 Anaerkil Klandan Ataerkil Aileye( Evelyn Reed Payel Yayınları, 1995) okunulası kitapların başında geliyor. Diyalektik kavrayış içinde formüle edilen ikiliklerin zeminini özgül top-

S‹N‹R

7

Sahici Sözlük

Homofobi:

Eşcinseller ve eşcinsellikten akıl dışı korku duyan ya da nefret eden kişi. Kimi zaman biseksüeller de dahil, lezbiyenler ve gey erkeklerin dışlanması, medyada gösterilmemesi ve kişinin ait olduğu topluluğun yok sayılması gibi yöntemlerle ezilmesini adlandıran bir genel terim.

Heteroseksizm :

Heteroseksüelliğin iyi ve geçerli olduğunu, bunun dışındaki cinsel kimliklerin kötü ve kabul edilemez olduğu varsayımı.

Cins bilinci:

Kadın ve erkeği farklı farklı etkileyen plan, program ve projelerinin merkezine kadının ihtiyaç ve önceliklerini yerleştirme tavrı. Cins bilinci cins duyarlılığını (cinsiyet temelinde ayrımcılığın gerisindeki sosyo-kültürel etmenlere ilişkin düşünce ve anlayışları) gerektirir.

Üniversiteli kadindan

lumsal ilişki biçimleri, ya da başka bir deyişle patriarkal ve kapitalist ilişkiler evrenini inceleyen Beden Emek Tarih: Diyalektik Bir Feminizm İçin (Gülnur Acar-Savran Kanat Kitap, 2004) kitabı okunacaklar listesinde yer alıyor. Türkiye'de kadın emeğinin son dönem eğilimlerini kapitalizm ve ataerkillik kapsamında inceleyen Kapitalizm, Ataerkillik ve Kadın Emeği: Türkiye Örneği (Saniye Dedeoğlu ve Melda Yaman Öztürk Sosyal Araştırmalar Vakfı (SAV) Yayınları, 2010) kitabı makale derlemelerinden oluşuyor.

Hristiyanlık, Musevilik ve İslamda kadının statüsünü karşılaştırmalı bir yaklaşımla ele alan Tektanrılı Dinler Karşısında Kadın (Fatmagül Berktay Metis Yayınları, Ekim 2009) kapsamlı, bilimsel ve ayrıntılı kaynakları nedeni ile temel bir ana kaynak olacaktır. Kırsal/kentsel dönüşümün cinsiyet rollerine etkisi; Kemalist feminizmin anlamı; cinsiyet rollerinin milliyetçilik, devlet ve İslam bağlamında sorgulanması gibi kavramların tartışmaya açıldığı Cariyeler Bacılar Yurttaşlar (Deniz Kandiyoti Metis Yayınları, Mart 2011) ilgi çeken değerli bir kaynak olan yayın okunmaya değer.

YTÜ'de güvenlik görevlilerinin tacizine uğrayan kadınla görüşen rektör kadın öğrenciye "Ben seni anladım. Sen o kavgacıların arkadaşısın. Güle güle" diyerek odadan çıkardı. Öğrencisinin değil güvenlik görevlilerinden yanında olan rektörün bu sözlerinin ardından tacize uğrayan kadın, arkadaşlarıyla basın açıklaması yaparak rektörü teşhir etti.

"Su gibi" isimli evlendirme programına 1996 doğumlu bir lise öğrencisinin çıkarılması çocuk istismarında son noktaya gelindiğini gösterdi. Çocuk gelin adayın karşısına ise 45 yaşında bir erkek çıkarıldı ve TV yayında yapılan ilk çocuk istismarı örneği olarak tarihe geçti.

85

lenen erkek iktidarının taşeronluğu konumunu ve erkek egemen siyasetin değerlerini eleştirmeden sadece sayısal hedeflerle kadınların gerçek temsili gerçekleşemez. Kadın olması demek kadınlardan yana politikaları savunacağına dair bir güvence oluşturmamakla birlikte bu yaklaşım tarzının kadın temsiliyetine yararından çok zararı bulunmaktadır. Sadece kadın mücadelesinin özneleri siyasetin dengelerini değiştirebilir, bunun için de feminist mücadelenin, kadın gruplarının, akademik alandaki katkıların ve Türkiye kadın hareketinin en güçlü bileşeni durumunda olan Kürt kadınlarının dayanışma içinde olması gerekiyor. Kadınlar bilinçli, örgütlü bir güçle siyasal alanda ortak bir programla yürütülecek çalışmaların ışığında, siyasetin toplumsal cinsiyet ilişkilerini değiştirebilir ve alternatif kadın yönetim örneklerini yaratabilir.

Kad›n

Kendine ait olanı öğrenmek

KIRMIZISARI

SœYAH MAV

80

KATSAYISI

Ege Üniversitesi’nde İletişim Fakültesi ve EGE-KOOP tarafından 4 Mayıs tarihinde düzenlenen 'Medya Okur Yazarlığı' paneline konuşmacı olarak Hıncal Uluç katıldı. Şubat ayında ölen Defne Joy Foster için yazdığı yazılarla gündem olan Uluç, kendini Türkiye’nin ‘namus bekçisi’ ve aile mühendisi ilan etmişti. Hıncal Uluç, Foster nezdinde tüm kadınlara ithafen yazdığı, her satırından cinsiyetçilik akan yazısıyla tüm kamuoyunun eleştirilerine hedef olmuştu. Aralarında İzmir Üniversiteli Kadın Kolektifi’nin de bulunduğu üniversiteli kadınlar Ege Üniversitesi’ne gelen cinsiyetçi, kadın düşmanı Hıncal Uluç’u protesto edip üniversitelerinden kovdular. Protesto sırasında ‘Yaptığın basın özgürlüğü değil, kadın düşmanlığı’ yazılı pankart açan üniversiteli kadınlar, Uluç’un yazısıyla ilgili açıklama yaptıktan sonra salondaki pek çok öğrenciden destek aldılar. Protesto sonunda ‘Kadın düşmanlığını, cinsiyetçiliği yayan ataerkil zihniyeti daha önce nasıl üniversitelerimizde barındırmadıysak, bugünde barındırmadık' açıklamasında bulunuldu.


SAYFA 8

SœYAH MAV

SAYFA 9

KIRMIZISARI

SœYAH MAV

KIRMIZISARI

SEÇİM

2011 Türkiye iyiden iyiye seçim atmosferine girerken, Tayyip Erdoğan da ustalık dönemi olarak adlandırdığı üçüncü AKP iktidarının hazırlığını yapıyor. AKP ‘2023 hedefi’ ve ustalık dönemi hedefleri propagandasının ana omurgasını oluşturuyor. AKP’nin karşısında sandık muhalefetinin başını ise yüzde %30’u geçip geçmeyeceği merak konusu olan CHP ve baraj altında kalma riski taşıyan MHP çekiyor. Kuşkusuz CHP ve MHP’nin 12 Haziran’da alacağı oylar meclis aritmetiği açısından ilgiyle takip edilse de; AKP’nin üçüncü dönemde mecliste elde edeceği pozisyon daha kritik bir yerde duruyor. AKP’nin milletvekili sayısı yeni dönem meclis gündemindeki yeni anayasa planları, başkanlık sistemi tartışmalarının açısından da önem kazanıyor. AKP’nin yeni dönem siyasetindeki piyasacılığın, gericiliğin, baskının payını seçimlerde alacağı oy oranı belirleyecek. Bir dönemin bilançosu Tayyip Erdoğan’ın da sıklıkla meydanlarda dillendirdiği ‘ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz’ sözü AKP iktidarının seçim sonrasının ipuçlarını veriyor. AKP’nin 8 buçuk yıllık iktidarlık dönemi incelemek, boş seçim vaatlerini dinlemekten faydalı olacaktır. Başta eğitim ve sağlık alanları olarak yarattığı dönüşümlerden övünçle bahseden AKP kelimenin tam anlamıyla kamusal haklarımızda yıkımlar yarattı. Cemaatin, dolayısıyla AKP’nin özel ilgi alanı olan eğitimin her başlığı ayrı ayrı bir örgütlenme, gericiliği yayma, rant alanı olarak kullanıldı. Kamuya ait okullara destek azaltılırken, dershaneler ve özel okullar teşvik edildi. İlköğretimden yükseköğretime onlarca sınavla, merkezine dershaneleri alan bir eğitim sistemi yaratıldı. 2002 yılında 2 bin 122 olan dershane sayısı bugün 4 bin 193'e ulaşırken, 2002 yılında 606 bin 522 olan öğrenci sayısı, bugün ise 1 milyon 174 binleri buluyor. Cemaat dershaneleri eğitimde oluşan yaklaşık 3 milyar TL’lik pastanın büyük payını götürürken aynı zamanda cemaatin gençlik içerisinde yaygınlığını artırdı. Eğitim alanında da her alanda olduğu gibi başarıyla kadrolaşan AKP, eğitim sistemiyle gericiliği de yaymaya devam ediyor. Öğretmenleri de unutmayan AKP ücretli ve sözleşmeli gibi yeni istihdam şekilleri uyguladı. 2007 yılında 20 bin civarında olan sözleşmeli öğretmen sayısı bugün 80 binleri geçmiş durumda. Atama bekleyen on binlerce öğretmen adayı varken, AKP şimdi de ithal öğretmen getirme planı yaparak öğretmen adaylarına hayatı daha zorlaştıracak. Eğitimle birlikte sağlıkta neo-liberal politikaların ticarileştirme saldırılarına maruz kalan en kamusal haklarımızın başında geliyor. AKP döneminde adeta yeniden yapılanan sağlık sistemi can çekişiyor. Neoliberal sağlık politikaları uyarınca sağlık yatırımlarının yüzde 75'ini özel sektör gerçekleştirmektedir ve sağlığa yatırımları özel yatırımların toplamında yüzde 5'e yaklaşmaktadır. SGK'nın yaptığı sağlık harcamalarından özel hastaneler, şimdiden yüzde 30 dolayında pay alacak kadar 'sektörel gelişme' göstermiş durumdalar . Ve tüm bunlar AKP tarafından sağlığa ayırdığımız pay arttı diyerek sunuluyor. Sağlık alanındaki yıkımlar, sağlık hizmeti alanlar dışında sağlık çalışanlarını da kapsıyor. AKP, 2010 yılında yürürlüğe giren ‘Tam gün yasası’ ile hekimleri güvencesiz ve düşük ücretle çalıştırma planları yaptı. Halkın sağlığını umursamayan AKP son olarak da performans sistemiyle hekimlere ‘ne kadar muayene, o kadar para’ gibi ücret modeli getirdi. Hastalardan aldığı katkı paylarını gün gün artırarak müşteri olarak gören AKP, sağlık emekçilerinin yaygın taşeron çalışma şekilleriyle köleliğe mahkum ediyor. Sağlık alanında bu kadar yıkım yaşanırken, gelişen muhalefet de AKP’nin canını sıkan boyutlara ulaşmış durumda. SGGSS sürecinden, taşeron sağlık işçilerinin onlarca grevine, direnişine yine sağlık emekçilerin Türkiye genelinde gerçekleştirdikleri grevler sağlık hakkı mücadelesinin olgun-

SEÇİME GİDERKEN

laştığını kanıtlıyor. AKP’nin Türkiye üzerinde uyguladığı politikaların birçoğunun etkilerini zamanla silebilme olanağı olsa da çevre politikaları geri dönülemez sonuçlar doğurmaya başladı bile. Suyun ticarileşmesi için yoğun çaba harcanırken, yapılan iri ufaklı birçok Hidroelektrik Santrali(HES) ile çevre katliamları yaşanıyor. AKP’nin girişimleriyle İstanbul’da 2009’da yapılan Dünya Su Forumu’nun hemen ardından yapılmaya başlanan HES’lerin sayısı bugün 2 bini bulmuş durumda. Şuan lisanslanan sayı 4 bin civarında iken, açıklanan 10 bin HES hedefi doğayı talan etmekteki ısrarlarını gösteriyor. En ufak çevresel krizi dahi çözme becerisi gösteremeyen AKP, nükleer enerjinin uluslararası kamuoyunda dahi güven yitirdiği bir dönemde santral yapma planları da yapıyor. Japonya’da nükleer felaket sıcaklığını korurken Mersin Akkuya’da nükleer santral yapımı için Rusya ile anlaşan AKP, insan hayatına karşı radyasyonu seçti. Kütahya’da siyanür havuzlarındaki taşma sonrasında krizi çözmek yerine üstüne örtmeye çalışan AKP’nin yapacağı nükleer santralin alacağı tehlikenin boyutları geri dönülemez olabilir. AKP bir yandan bütün kamusal alanları özelleştirmelerle sermayeye açıp yeni pazarlar açarken diğer yandan da güvencesiz, esnek çalışma gibi sermayenin tüm isteklerini kararlılıkla yerine getirdi. DİSK’in yayınladığı son rapora göre başta umutsuzluk olmak üzere çeşitli nedenlerle son 3 aydır iş arama kanallarını kullanmayan ve işe başlamaya hazır olan umudu kesik işsizlerin de hesaba katıldığı, geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 17.36 olmuş durumda. İşsiz sayısı ise resmi 2 milyon 811 rakamına karşın, umutsuz işsizlerle 4 milyon 802 bin, gizli işsizlerle 5 milyon 804 bin düzeyinde. İşsizlik bu seviyelere yükselmişken, Tekel işçileri gibi güvencesizliğe karşı direnen işçilerin karşısına yalanlarla, baskıyla dikilen AKP emekçilerin yaşamları gün geçtikte zorlaştırıyor. Torba yasalarla işçi sağlığı ve güvenliğini tehlikeye atan maddeler yapan AKP’nin emekçilere olan düşmanlığı 8 yıldır hız kesmeden sürüyor. Ortadoğu’da yoğunlaşan her emperyalist planda taşeronluk görevi üstlenen AKP’nin dökülen her damla kanda payı bulunuyor. Irak, Afganistan gibi savaşın hala sürdüğü ülkelerde ABD’ye destek olan Türkiye, emperyalist NATO’nun en büyük askeri güçlerinden birini oluşturuyor. İslam dünyasına aynı zamanda hamilik planları da yapan AKP, emperyalizmin sunduğu her fırsatı kullanıyor. ABD’nin Ortadoğu’da aktif taşeronluğunu yapan AKP, İsrail’le ikili anlaşmaları sürdürürken şovlar yapmaktan kaçınmıyor. Türkiye halkları için zararlı olan AKP böylece Ortadoğu halkları için gerçek bir tehlike olarak karşımızda duruyor. İktidarı boyunca neoliberal politikaları bir bir başarıyla uygulayan AKP, üniversitede de boş durmadı. YÖK’ün başına Yusuf Ziya Özcan’ı getirdikten sonra üniversiteye müdahale olanaklarını bir hayli genişleten AKP, üniversiteleri arka bahçesi yapmak için elinden geleni yapıyor. Üniversite rektörlüklerine birer AKP’li atarken, gerici ve piyasacı uygulamaların ardı arkası kesilmiyor. YÖK’e ayrılan bütçeyi artırdığını söyleyen AKP, rakamları yine kendi istediği gibi okuyor. 2002 yılında üniversitelere ayrılan bütçe 2 bin 500 TL iken GSYH içindeki payı ise yüzde 0.70 kadardı, 2009 yılında ise bütçe 8.7 milyar TL’ye artarken GSYH içindeki payı ise yüzde 0.79 ile sınırlı kaldı. Yeni açılan 50’ye yakın üniversiteyi de hesaba kattığımızda bütçe artışının ne kadar düşük olduğunu kolayca görebiliyoruz. 2009 yılında harçlara yüzde 500’e varan zam yapmaya çalışan AKP, üniversitelilerin tepkisiyle geri çektirmek zorunda kalmıştı. Bu güne ise üniversiteler polis genelgeleriyle baskı ve zor altına alınıyor, paralı eğitim uygulamalarını artırmak için her türlü yol deneniyor. AKP iktidarı boyunca kamusal alanın tasfiye edildiği, haklarımızın elimizden alındığı, doğanın kar hırsıyla talan edildiği, güvencesiz çalışma koşullarının dayatıldığı, emperyalist işgallerin parçası olunduğu bir ülke yaratıldı. AKP’nin yıkımlarına sahne olan her bir alan toplumsal muhalefetin unsurları için ayrı ayrı mücadele alanı olarak önünde duruyor.

Gençliğin sadece adı var! 12 Haziran öncesinde milletvekili aday listelerine bakınca gençliğin sesinin önümüzdeki 4 yılda da meclis kürsüsünde duyamayacağımız kolayca görünüyor. Her şeyden önce milletvekilliği adaylığı için 25 yaşını doldurmuş olma şartı gençlerin kendini temsil etmesini engelleniyor. Milletvekilliği adaylığı için getirilen bu ön şart eğitim hayatını normal periyodunda tamamlayan üniversite öğrencilerine aday olma şansı tanımıyor bile. Böylece iki milyonun üzerinde üniversitelinin mecliste kendi taleplerinin takipçisi olması imkanı ortadan kalkıyor. Gençlere ise kendi temsiliyetlerini meclis çatısında bir partide daha fazlasını istiyorlarsa gençlik kollarından çıkan adaylarda aramaları isteniyor. Peki, siyasi partilerin her fırsatta ‘geleceğimiz’ diyerek övgüler dizdikleri gençlik kolları, gençleri ne oranda temsil edebiliyor? Meclis çatısındaki partilerin listelerini taradığımızda ilk olarak partilerin ’25 yaş üstü’

Kolektif’le Seçim Üzerine Öğrenci Kolektifleri basın sözcülerinden Ankara Üniversite’si öğrencisi Ozan Gündoğdu ile yaklaşan seçimler ve üniversitenin seçim tavrı üzerine konuştuk. Seçimlerde tavrınız ne olacak? Bizden yasama organın oluşturması ve sorunlarımıza çözüm üretmesi için meclisi seçmemiz isteniyor. 5 senede bir önümüze konulan bir sandığa oy atarak yönetime katılmış olmayacağız. Parti başkanlarının iki dudağı arasındaki belirlenen, her aşamasında binlerce liranın harcandığı adaylık yarışlarının yaşanabilir bir ülke yaratmak için olmadığı çok açık. Mecliste bizi yönetecekleri değil; bir dört yıl daha kimin sömüreceğini kimin irademizi teslim alacağını seçmemizi istiyorlar. Demokrasi adına yaptıkları seçimin kendisi ne kadar antidemokratik olsa da Türkiye’de buna ek olarak bir de baraj uygulaması var . Mecliste temsiliyet için gereken yüzde 10 barajı yüzünden bugün AKP, CHP ve MHP dışında herhangi partinin meclise girme şansı gözükmüyor. 17 partinin girdiği seçim dahi göstermelik yapılıyor. Böyle bir durumda haklarımızı mecliste aramayacağız, isyanımızı büyüteceğiz. Seçimlerden öncede, sonra da piyasacı, gerici, baskıcı AKP iktidarından hesap sormak ve haklarımızı kazanmak için mücadele programımız var. Gençliği sadece oy vermesini sağlayarak ikna edemezler. Gençliğin enerjisini sandıkta harcamalarına izin vermeyeceğiz, sokakta mücadele etmeye devam edeceğiz. Binlerce üniversiteliye etki edebilen bir öğrenci örgütü olarak AKP’nin karşısındaki CHP’ye oy verecek misiniz? Seçimden birinci parti olarak çıkamayacağından emin olan CHP yönetimi popülizmi önemli bir silah olarak kullanıyor. AKP iktidarının en çok hak tahribatına uğrattığı güvencesizliği, yaşamsal hakları hedef alarak aile sigorta-

sı, taşerona son gibi kulağa son derece hoş gelen propaganda geliştirdi. AKP’nin uyguladığı neoliberal politikaları kökten reddetmeyen biraz daha yumuşak bir program öneren CHP bu sistemin alternatifi olamaz; ancak AKP’nin alternatifi olabilir. Bu yüzden CHP’nin Türkiye için bir çözüm olduğunu düşünmek baştan saflık olacaktır. CHP, üniversitelilerin sorunlarına yanıt verdiği ve bazı taleplerini programına almasında dolayı desteklenme çağrı yapıyor. Bu talepler arasında YÖK’ün kaldırılması, üniversitenin bilimsel, yönetsel ve mali özerkliğe kavuşturulması, üniversite yönetimlerinde gençlere söz hakkı vermesi ve karar sürecine katılmaları sağlanması, üniversite öğrencilerinin yurt sorununun en geç iki yıl içinde tümüyle çözülmesi ve harçların kaldırması bulunuyor. Bu talepler CHP’nin aklına birden bire gelmiş talepler değil elbette. Üniversiteliler bu taleplerin karşılanması için AKP’nin baskı rejimine karşı mücadele ettiler ve kamuoyunun gündemine taşıdılar. Bu taleplerinin bir partinin programına girmesi sevindirici ama haklarımızı kazanmamız için yetersizdir. Daha önce defalarca kanıtladığımız gibi haklarımızı ancak onları yükselttiğimiz sokaklarda, üniversitelerde mücadele ederek kazanabiliriz. Son olarak toplumda solu çağrıştıran popülist söylemler üreten CHP’nin bu politikaları uygulaması için ideolojisinden kadrolarına kadar yoksullara, ezilenlere açması gerekmektedir. Parti kadrolarını kamuoyunca tanınan sağcı adaylara, iş adamlarına, gericilere açan CHP’yi kurtuluş olarak görüp, destek olmayacağız. Öğrenci Kolektifleri, sorunlarını belirli bir programla çözmek isteyen bir hareketi veya temsilcisini mecliste görmek ister. Biz 12 Haziran seçimlerinde önceliği bu olan bir aday ya da hareket görmediğimizden haklarımızı

almak için isyanımızı büyüteceğiz. Üniversitelileri, üniversitelilerimizi arka bahçesi yapmak isteyenlere, patronların iktidarını kuranlara, gazetecileri tutuklayanlara, ırkçılığı körükleyenlere, doğayı talan edenlere oy vermemeye çağıracağız. Seçim sonuçları nasıl olacak? Türkiye’nin gündemi her ne kadar anlık gündemlerle değişse de, seçim sonrasında AKP’nin meclis çoğunluğu elde edeceğini görmek için kahin olmaya gerek yok. Meclis sandalye sayıları üzerinden oluşacak denge, yaşanacak gelişmelere göre sınırlı değişime uğrayabilir ama AKP’nin başarısıyla sonuçlanacak. AKP, cemaat koalisyonu yeni dönem hazırlığına bugünden başladı. Gazetecilere uygulanan baskı, internete getirilen yasaklar, Kürt halkına yapılan saldırılar diğer taraftan İstanbul’un çılgın projelerle yağmalanması ve nükleer santral yapılması gibi AKP’nin gerici ve piyasacı, baskıcı politikaları seçim sonrası artışa geçecek. Bu politikaların şiddetinin de AKP’nin seçimde alacağı oy oranı etkili olacakken, bu politikalara karşı seçim sürecini de içine alan bir toplumsal muhalefet oluşmuş durumda. Gençliğin eylemleri, tarihin en kalabalık 1 Mayıs eylemleri, hakları için sokağa çıkmayı seçen sağlık emekçileri, mühendislerin eylemleri ve gazeteci tutuklamalarına ,internet sansürüne karşı sokağa çıkanlar gelecek açısından diri bir muhalefet sürecinin örgütleneceğini gösteriyor. Üniversiteliler hem üniversitenin tamamen paralılaştırılmasına hem de gerici baskıcı politikalara karşı en dinamik özgürlük ve demokrasi savunucusu olarak sokağın mücadelesini hiç zaman kaydetmeden büyütecek ve daha ilk aylarından AKP’nin ensesinde olduğunu hissettirecek.

gençlik kollarının öncelikle kendilerini temsil edemediklerini kolayca görüyoruz. AKP listelerinde sayısı beşi bile bulmayan ‘genç’ adaylar İstanbul’da 20. , Bursa’da 17. , Balıkesir’de 8. sırada kendine yer buluyor. CHP’de durum pek de farklı değil; İstanbul, Ankara ve İzmir’le sınırlanan genç adaylar yine listelerin en son sıralarına göstermelik olarak yazılıyorlar. En gençleri 1984 doğumlu (27 yaşında) olan genç adayların meclis sıralarında yer almayacak olmasıyla, seçildiklerinde zaten iradelerini genel başkanlarına devredecek bu ‘genç’lerden bizi mahrum bırakacak! Üniversite gençliğin paralı eğitimden, geleceksizliğe kadar birçok soruna çözüm üretecek olan ne siyasi hareketinin yörüngesinin dışına çıkma olanağı olmayan gençlik kolları olacaktır ne de mecliste egemenlerin sözcülüğünü yapanlar. Gençliği ancak talepleri için mücadele edenlerin oluşturduğu gençlik hareketi temsil edebilir.


SAYFA 10

SœYAH MAVœ KIRMIZISARI

Söylefli 10

Muhalif olanların ‘Ergenekon’ sosuna atılıp susturulmaya çalışırken, iki yazar Ahmet Şık ve Ertuğrul Mavioğlu Ergenekon’u Anlama Kılavuzu kitaplarını yazarak gerçekleri ortaya çıkardılar. Bu kitapları yüzünden yargılanan ve beraat eden yazarlardan biri Şık yazdığı bir diğer kitap yüzünden tutukluyken, biz de bu sürecin bir diğer önemli ismi Ertuğrul Mavioğlu ile sohbet ettik.

Yazmaktan vazgeçersek işte o açılan davaların hepsi kazanmış olur

Ahmet Şık ile birlikte yazdığınız “Kırk satır kırk katır” isimli kitabınızda Ergenekon davasının gizliliğini ihlal etme gerekçesiyle yargılandınız ve beraat ettiniz. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bu davaların ceza vermeye yönelik olmasından ziyade gazeteciyi, araştırmacıyı işinden alıkoyup mahkeme koridorlarında süründürmeye yönelik olduğunu düşünüyorum. Elimize kağıdı kalemi aldığımızda "Şu cümleyi yazarsam hakkımda dava açılabilir mi?" şeklinde tek bir soru aklımıza gelirse ve onu yazmaktan vazgeçersek işte o açılan davaların hepsi kazanmış olur. Yani burada esas kazanç kayıp noktası bizim kendi kendimize sansür uygulamamız olur. Otosansüre zorlayan bu süreç içerisinde biz yazmaktan vazgeçersek davaların tamamı devlet hanesine kazanç olarak yazılacaktır. Davalar sürecinin sıkıntısını yaşamak istemeyen, “Bu mevzuya gireceğime biraz çiçek böcek yazayım” diyen gazeteciler olabilir. O zaman gerçek mesleğini yapmaktan vazgeçmeleri anlamına geliyor ki bunun kazanç kayıp noktası tamamen budur. Yazmaya, düşünmeye, konuşmaya devam edersem de ben kazanmış olurum. Yoksa ceza vermiş hapiste yatırmış önemli değil yani gerçeğin üzeri zaten her zaman güç odakları tarafından örtülür bunun adı mafya olabilir, devlet olabilir, derin devlet, cemaat olabilir önemli olan bu değil. Zaten habercinin esas görevi gerçeğin üzerindeki örtüyü kaldırmaktır. Eğer görünür kılma işini yapmıyorsa habercilik yapmıyordur yani bundan vazgeçmek

demek habercilikten vazgeçmek demektir. Ahmet Şık tutuklanırken ‘Dokunan Yanar!’ gibi yaşananları özetleyen bir söz söylemişti. Cemaatin bu davayla yıprandığı ortadayken, sizce neden bu hamleyi yaptı? Ahmet hakkında güçlü şüpheler olduğu gerekçesiyle tutuklandı. Sorgusunda henüz bitiremediği kitap dışında hiçbir soru yok ama savcılık kitapla alakalı olmadığını söyledi. Aslında tutuklanma gerekçesini Erdoğan tercüme etti, konuşmasında Ahmet Şık’ın kitabının bomba yapımında kullanılan malzemelere benzetti. Sadece Ahmet'e değil kitabı basma ihtimali olan yayınevlerine de kitabın nüshasının elinde bulundurduğunu bildikleri kişilere yönelik de aynı zorbalığı yaptılar. Bu operasyonların hepsi tamamıyla akıl dışı. Tutuklanma Ergenekon terör örgütüyle ilgili ki Ergenekon'un ne olduğunu kimse başlangıç sürecinden bugüne kadar saptığı yollar itibariyle izah edemiyor. Ergenekon denilince başlangıçta silah depolarının, kimi cinayetlerin, azınlıklara yönelik baskıların aydınlatılması gibi değerlendirmiş ve Susurluk'la bunun da bir bağlantısı olabileceği yönünde bir takım yorumlara varılmıştı. Yakalanan gözaltına alınan insanların Jitemci, Susurlukçu gibi isimleri itibariyle Ergenekon'un aslında darbe operasyonu gibi görünmesine sebep olmuştu. Daha sonraki süreçte bu operasyon ne Fırat'ın doğusuna gidiyor ne de aslında Jitem'le ilgili olduğu anlaşıldı. Ergenekon savcısı ise "Bu dava bir darbe davasıdır." diyor. Peki, Ahmet mi darbeci şimdi? Ahmet şunu yaptı; aslında yeni derin devletin örgütlenmesine çomak soktu. Ahmet'e dediler ki "Biz güzelce önümüzü düzlüyoruz, tasfiyelerimizi gerçekleştiriyoruz, sicillerimizi temize çekiyoruz, polis teşkilatının belli yerlerinde kilit noktalarına yerleşiyoruz ve sen ne dolaşıyorsun?" Bu yalnızca Ahmet'e değil, bu konuya eğilmek isteyen tüm gazetecilere Ahmet üzerinden bir Osmanlı tokadı. Peki, bunu insanlar sindirebildiler mi hayır, kamuoyunda büyük bir refleks oluştu.

Özellikle Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanmasından sonra gerçekleşen gazeteci eylemleri toplumsal muhalefetle nasıl birleşme olanağı bulabilir?

Basında bıçağın kemiğe dayandığı noktada bazı moment anlar var. Uğur Mumcu'nun öldürülmesi, Özgür Ülke Gazetesi'nin bombalanması ve Nokta Dergisi'nin basılması öyle bir andı. Çoğu gazeteci o eylemlerin hepsinde vardı ama bu kadar gürültü kopartamamışlar ve başka kesimlerde bugünkü karşılığı bulamamışlardı. Artık gazetecilerden “bana ne” gibi bir tavır göremiyoruz. Adlarına “Ahmet ve Nedim'in arkadaşları” koymuşlar ve her konuşma fırsatı yakaladıklarında arkadaşlarının uğradığı haksızlığın boyutunu anlatmaya çalışıyorlar. Haksızlığın esas noktası şu; Ahmet'le birlikte çalıştığım için söylüyorum, Ahmet'e sosyalist deyip dava açabilirsiniz, devlet düşmanı deyip dava açabilirsiniz, Ahmet'e öfkeli sinirli agresif deyip bir kulp bulup dava açabilirsiniz. Ahmet böyle bir insandır burnunun dikine giden biridir, hoşunuza gitmez dava açabilirsiniz ama Ahmet'in ismini derin devletle, kontrgerillayla, susurlukla, Jitem'le yan yana koyduğunuzda iş değişir. Böyle büyük bir tepkinin olmasının temel nedeni adaletsizliğin, haksızlığın yaratmış olduğu itibarsızlaştırma politikasıdır. Ahmet'le ilgili azarı'nda doğdu. yapılan yayınlarda geçmişteki sosyalist kişiliğinden avioğlu, 1961'de Adap M ul ğr tu Er başka hiçbir şey çıkardü. çocukları gibi hızlı büyü n tü bü ın ğın şa ku tamıyorlar ve Ahmet i nd Ke ulu'ndan Gazetecilik Yüksek Ok İA Ergenekoncu hatta İİT ığı nd za ka 'de 78 19 için 8 yılda Post-Ergenekoncu ını cezaevinde geçirdiği as ar ı lar yıl 4 98 -1 80 19 oluyor. Onu destek4 yıl daha da tekrar hapse girdi ve ın yıl 7 98 .1 du ol leyenlere de un ez m slenenler" pamadı", "Asılmayıp Be Ya Ergenekon sürecini r kla cu Ço m izi "B . ttı ezilenya TV'nin ana noktasıdır ve tabii ki tavrı darbesini baltalamak isteyen bir alet" (2005) 12 Eylül Ad li let po “A ve den emekçiden yanadır. Hak haberciliğini 4) 00 (2 güruh diyeceksiniz ve n dilerde gazetecilik yapa Şim esas alan bir haber kanalı olacak bu konudaır. ıd ab kit üç ı bizim de sesimizi kestığ lat an en, Kırk ki çalışmalarımız hızla yürüyor. 1 Mayıs'ta yargılanan ve beraat ed meye çalışacaksınız, ak ar ol n so , ğlu io av aM yayına başladık bu tarihte yayına başlam lama Kılavuzu ve bunu yemezler. Bana da Satır- Ergenekon’ u An rk Kı tır mızın tabii ki de bir anlamı vardı. 1 Eylül Ka "Ergenekoncu" desinler, dir kitaplarını dünya barış gününde de kanal test yayınErgenekon’ da Kim Kim buna kargalar dan çıkıp 24 saat yayın yapan bir TV kanalı zdı. güler. Ahmet Şık ile birlikte ya haline gelecek.

‘Hak haberciliğini esas alan bir haber kanalı olacak’ İmece isimli yeni bir kanal kurdunuz, projeden bahsedebilir misiniz? Bu kanalın amacı aslında ülkemizin demokrasi halleriyle çok yakından bağlantılıdır. Kanala her şeyden önce çok spekülatif biçimde bu bir Kürt televizyonudur diyenler var. Her şeyden önce biz Kürt diye kodlanan bir TV kanalı değiliz. Emek, barış, demokrasi, özgürlük gibi kelimeler bu

13 Mayıs’taki beraat ettiğiniz duruşmada siz de Ahmet Şık’ın içinde bulunduğu aracın önünü kesenlerdendiniz. Böyle bir süreçte tedirginlikler yaşayan gazeteciler olmaya başladı. Peki, sizin hayatınızda bir değişiklik oldu mu? Benim kendi toprağımdan gelen bir söz "Ekşi yemedim ki karnım ağırsın." Neden telefonda konuşmaktan korkacağım. Gerçeğin peşinde olduğum için beni yargılayacaksalar tabii ki de istedikleri gibi yargılayabilir bunda bir engel yok. Hayatımı açık yürüten bir insanım. Uğraştığımız alan doğrudan doğruya güç odaklarının örtüsünü kaldırmaya yöneliktir ve tabi ki de bu güç odağı sizin karşınıza çıkar. Mafya tarafından vurulan gazeteciler varken devlet tarafından içeri atılan gazetecilerin olmasında bir anormallik yok. “Ya bu deveyi güdersin ya da bu devrandan gidersin”, bu diyar bizim diyarımız olduğuna göre demek ki deveyi gütmeye devam edeceğiz başka çaremiz yok. Demek ki klavyenin başına oturduğunda şunu yazsam mı, şuna dokunur mu, en iyisi bunu yapmayayım gibi bir anlayışın oldu mu zaten o mesleği yapamazsın. Ahmet Şık’ın eski mesai arkadaşlarından Alper Görmüş yeni yazdığı kitap vesilesi ile Zaman gazetesine verdiği röportajda, kısaca “Ahmet’in yazdığı kitap kötü ve propagandif, gazetecilerin eylemleri samimiyetsiz, medyaya baskı yok, baskı var ama AKP medyasına var” dedi. Sizce bu açıklamayla neyi kanıtlamaya çalıştı? Alper Görmüş kapsama alanımda değil açıkçası olmamasının sebebi de çok açık aslında; Ahmet'e ve arkadaşlarına yönelik bir linç kampanyası başladı bunda Alper Görmüş'ün de bir vebali var. Adı şu ya da bu olsun sadece Alper Görmüş'le alakalı değil devletin eteklerine yapışmak gibi bir kavram var ya da patron masasında yemek yemek gibi bir kavram var. Bunu tercih etmek kimi gazeteciler için büyük bir onurdur belki bilmiyorum. Benim başıma hiç gelmedi sevmem öyle şeyler. Bu yıla baktığımız zaman yükselen ve hareketli bir gençlik görüyoruz. Gençlik mücadelesi şu günlerde sizin için ne ifade ediyor? Gençliğin 2 temel özelliği var; birincisi kabına sığmazlığıdır. Diğeri de otoriteye boyun eğmemesidir. Otorite gençliğin kendine yer edinmesini engellediği için kendine yer açma çabasının somut sonucudur, büyümek böyle bir şeydir. Kendini ifade etmesine ve kendine yer açmasına engel olan şeyler karşısında gençliğin gücü tavır koyar, direnir. Ben uysallaştırılmış iktidara biat etmiş, otoriteye boyun eğmiş onun karşısında kravat takmış genci genç olarak kabul etmiyorum. Üniversite gençliğinin toplam gençlikten farkı aydın olma çabasıdır. Hem aydın oluş hem kabına sığmazlık bir araya gelince itiraz odağı haline dönüşür ki gençlik eğer üzerinden ağır bir silindir geçmemişse bu işleri her daim yürütür. 12 Eylül'den beri büyük bir zorbalık yaşıyor üniversiteler, doğrudan doğruya YÖK ve işin içine güvenliklerin de girdiği bir sosyal sistemle yönetilmeye çalışılıyor. Bütün bunlara karşı çıkışlar var bu karşı çıkışların önünde de çok ciddi bir zorbalık söz konusu. Önümüzdeki süreç içerisinde üniversiteliler dirayetlerini yitirmeden devam ederlerse daha iyi aşamalara varırlar.

?

Ertuğrul Mavioğlu Kimdir


SAYFA 11

SœYAH MAV

11

Kampüs

Üniversiteli Gazetesi olarak bu sayıda madenin madencinin şehri, karaelmas diyarı Zonguldak’tan ses getiriyoruz. Hava Zonguldak’ta işçiden dönüyor, yel işçiden esiyor. 80 sonrası işçi sınıfının en kitlesel eylemlerinden olan “Büyük Madenci Grevi” ve “Ankara yürüyüşü” hala şehirde etkisini hissettirmekte. Biz de Üniversiteli okurları için bu emekçi kentteki adını da ünlü madeninden alan, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Öğrenci Kolektifi ile üniversite ve şehir yaşamı hakkında konuşma fırsatı elde ettik.

Merak edenler için

KIRMIZISARI

Zonguldak Karaelmas Üniversitesi “Siyah akar Zonguldak’ın deresi Yüz karası değil kömür karası Böyle kazanılır ekmek parası.”

Emeğin başkentinde Kolektif rüzgarı esiyor

ZKÜ Öğrenci Kolektifi olarak kuruluşunuzdan bugüne yaptığınız çalışmaları kısaca anlatır mısınız? Karaelmas Kolektif olarak, Şubat ayını ısıtan Tekel direnişi zamanında “Gençlik sokakta hak kavgasında” diyerek başladık ilk çalışmalarımıza. Daha sonraki 3-4 aylık süreç açıkçası bizim için var olabilme mücadelesiydi. Bizim için önemli olan farklı bir üniversitenin yaratılabileceğini ZKÜ’de de başarmaktı. Bu yıla gelecek olursak kuruluşta attığımız sağlam adımların meyvelerini yavaş yavaş toplamaya başladık diyebiliriz. 6 Kasım YÖK eylemine kitlesel bir katılım ile başladığımız ilk dönemin ardından ikinci dönem yemekhane kazanımı ile değişimin ateşini yakmaya başladık. Yemekhane kazanımından sonra yüzlerce üniversitelinin bir araya geldiği 1. Kolektif Bahar Şenliği yapıldı. Şenlikte kısa film gösterimi, tiyatro ve müzik dinletisi yapılarak öğrenciler ve sendikalı dostlarla “Türkülerle halaylarla horonlarla hep birlikte bahara “merhaba” dedik. Daha sonraki hafta 30 Mart Kızıldere Şehitleri anısına “Devrimci Gençlik Köprüsü ” film danışmanı Enis Rıza’nın katılımıyla film gösterimi ve söyleşi yaptık. Ardından 9 Nisan’da kardeş derelerle sel olup “Dereler

halkındır satılamaz” diyerek Ankara sokaklarına aktık. 9 Nisan sonrası emeğin başkentinden, yerin derinliklerinden Kolektifleri selamladık ve “Üniversite artık daha güçlü” diyerek 16 Nisan Kolektif 1. Genel Kuruluna katıldık. Genel Kurul sonrası Zonguldak’a döndüğümüzde arkadaşlarımıza “Yeniden yan yana onlar” umutlu haberini vererek başladık 1 Mayıs çalışmalarına. 1 Mayıs çalışmalarınızdan bahseder misiniz? İlk olarak üniversitenin 1 Mayıs komitesini kurduk ve eylem planı çıkararak başladık çalışmalarımıza. 1 Mayıs bizim için bayramdı ve bayram havasında girilmeliydi. Karaelmas Kolektif 1 Mayıs Marşı’nı yaptık, sokak tiyatroları oynadık, “Susma Korkma Durma Gücünü Göster” diyerek basın açıklaması yaptık, sokaklarda stantlar açarak öğrencileri, Zonguldak halkını 1 Mayıs’a çağırdık. 1 Mayıs’ta üniversitenin korteji olarak “Paralı eğitime, gericiliğe, faşizme karşı tek yol devrim” diyerek sahip çıktık bayramımıza. Söylediğimiz gibi alanın en renkli, en coşkulu, en dinamik korteji oldu Kolektif. 1 Mayıs alanına girerken “Tayyip seni yumurtaya boğarız” sloganları

atıyorduk. Tam 1 Mayıs sonrası ise Tayyip Erdoğan geliyordu Zonguldak’a ve bizler çoktan hazırdık. 7 Mayıs’ta yarı özel KYK yurtlarının açılışı sırasında gösteriş yapacağını sanan Erdoğan, kampus içinden sarkıttığımız “Paralı eğitim öğrencinin ölüm madencinin kaderi değildir” pankartı sonrası afallayarak sessiz sedasız Zonguldak’ı terk etmek zorunda kaldı. “Tayyip Erdoğan protestosu bizim için çok önemliydi” diyorsunuz, neden? Geçen yıl 17 Mayıs’ta Karadon grizu faciasında hayatlarını kaybeden madenciler için “Bu işin kaderinde var, güzel öldüler” diyen, geçtiğimiz aylarda Dolmabahçe’de parasız eğitim haklarını arayan öğrencilere yapılan polis saldırıları sonrası “Bunlar marjinal gruplar parasız eğitim de neymiş” diyen padişah özentisini Zonguldak’tan elini kolunu sallaya sallaya gönderemezdik. Bizler biliyoruz ki; Karadon faciasının asıl nedeni alınmayan işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleridir, denetim eksikliklerinin mimarı taşeronlaştırmadır, kader değildir! Bizler eylemi 17 Mayıs’ta Karadon’da iş kazası sonrası hayatlarını kaybeden onurlu Maden şehitlerine atfediyoruz.

RÖ POR TAJ

yere ulaşımı sağlıyorlar. Kültür sanat faaliyetleri Üniversitede sosyal kültürel etkinlikler genellikle öğrenci kulüpleri üzerinden yürütülmeye çalışılmaktadır. Üniversitede tiyatro, sinema, fotoğraf vb. birçok kulüp faaliyet göstermektedir. Bu dönem ZKÜ Sinema KlübüKolektif Sinema ile Gençlik Filmleri Festivali düzenlenmiştir. İkinci dönem 7 gün süren bahar şenlikleri yapılmakta ve bazen çok iyi sanatçılar gelse de öğrenciler tarafından “köfte-ekmek” şenliği olarak isimlendirilerek çoğu kez vasatı aşamamaktadır. Zonguldak’taki kültür sanat etkinlikleri öğrenciler için kampüs dışında birçok alternatifler yaratmaktadır. Ayrıca bu yıl birincisi yapılan Kolektif Bahar Şenliği şimdiden gelecekte kentteki alternatif kültür-sanat etkinliklerinden biri olacağını göstermiştir. Üniversitede Yaşam Küçük bir kampüsü bulunan üniversitede yaşam genellikle üniversite dışında geçer. Fakültelerde bulunan küçük kantinler dışında 2 yıl önce üniversite tarafından açılan Kitap Evi öğrencilerin kampüs içinde zamanlarını geçirecekleri tek mekandır. Ayrıca 2010 yılında Özel Güvenlik Birimleri’nin göreve başlaması ile birlikte gece 12’den sonra öğrenciler kampüsten kovarcasına çıkarılmaktadır. Öğrenciler genellikle Kampüs karşısında bulunan kafelerde ve Zonguldak merkezde bulunan meslek odaları ve lokallerinde zamanlarını geçirmeye çalışmaktadır.

Orhan Veli’nin yukarıda dizelerinde ifade ettiği gibi, havasında kömür kokusu ve sokaklarında yüzleri kömür karası madencilerin eksik olmadığı emeğin başkentidir Zonguldak. 80 darbesi sonrası ilk işçi direnişi olan ve adını işçi sınıfı tarihine altın harflerle kazıdığı Büyük Madenci Grevi ve Yürüyüşü ile ünlüdür kent. Zonguldak Maadin Mektebi 1900’lerin ilk çeyreğinde Türkiye’de ilk mühendislik eğitimini vermeye başlayan kurumlardan biridir. Madencilik eğitimi verilen Maadin Mektebi değişerek dönüşerek 1992 yılında kurulan Zonguldak Karaelmas Üniversitesi halini almıştır. ZKÜ çok genç bir üniversite olmasına rağmen Bartın ve Karabük Üniversitelerini bünyesinden çıkarmıştır. Okulda toplam 16,155 öğrenci, 7 Fakülte, 6 Yüksekokul 3 Enstitü bulunmaktadır. Lisans öğrencilerine Yabancı Dil Hazırlık okumak zorunludur. Sene başlarında harç paralarının yanında 20 TL zorunlu bağış parası toplanmaktadır. Sınav geçme sistemi geçen yıla kadar bir vize bir final ve bütünlemeyken geçme notu 60’tı ancak yeni uygulama ile çan ve yaz okulu sistemine geçilmiş, öğrencilerin bütünleme hakları ellerinden alınarak yaz okullarına yüksek paralar ödeyip mağdur olmalarına neden olunmuştur. Barınma Merkez Kampüs yanında 1200 yataklı KYK yurdu ve yeni açılan 1000 yataklı yarı özel

yurtlar vardır. Yurtlar talebi karşılamaktan çok uzaktır. Zonguldak’ta var olan konut sıkıntısının yanına bir de öğrencilerin barınma sorunu eklenince kira fiyatları uçuk rakamlara çıkmakta ve öğrenciler daha fazla zor durumda kalmaktadır. Ev sahipleri kiraları eve göre değil evde kalan öğrenci sayısına göre belirleyerek denetim eksikliğinin bütün nimetlerinden faydalanmaktadırlar. Beslenme Kampüs içinde bulunan yemekhane özel işletme tarafından işletilmekte olup bu dönem başına kadar sadece öğlen çıkan yemekler 1.5 liradan verilmekte, akşam yemekleri ise lokanta usulü fiyatlandırılmaktaydı. ZKÜ Öğrenci Kolektifi’nin bu dönem başında başlattığı imza kampanyası sonrası kazanım sağlanarak akşam yemeklerinde de 1.5 liradan fişli sisteme geçilmiştir. Sağlık Sağlık hizmetleri kampüs içinde bulunan Mediko-Sosyal tesisleri polikliniğinde ayakta üstün körü verilmektedir. Önemli bir sağlık sorunu bulunan öğrenciler Tıp Fakültesine sevk edilmektedir. Ulaşım Zonguldak’ta yaşayan öğrencilerin barınmadan sonraki en büyük sorunu ulaşımdır. Ulaşım çok pahalı olup, yeterli sayıda halk otobüsü olmayışı nedeni ile öğrenciler sınırlı sayıdaki dolmuşlara mahkûm olmaktadır. Sivilöğrenci ayrımının olmadığı kentte şehir merkezinden üniversiteye 1.25 lira alınmaktadır. Öğrenciler genelde yürüyerek bir yerden bir

KÜ‘de yükselişe geçen öğrenci muhalefetinin gelecek döneme dair planları arasında öğrencilerin en büyük sorunlarından biri olan ulaşım ve fahiş fiyatlardaki ev kiraları üzerine yapılacak çalışmalar bulunuyor. Üniversite’nin sesi Karaelmas Kolektif gasp edilen öğrenci haklarına karşı “yapabileceği bir şeyi”olan tüm üniversitelileri çağırıyor.

Z

onguldak Karaelmas Üniversitesi’nde gündüz 1,5 TL ile yemek yenirken akşam yemeklerinde yediğin kadar ücret ödenen bir sistem vardı. Bu da öğlen yenen yemeğin aynısının akşam 6-7 TL olması demekti. ZKÜ Kolektif bu duruma karşı bir imza kampanyası başlattı ve iki günde 2800 imza topladı. Toplanan imzalar yapılan basın açıklamasının ardından rektörlüğe verildi. İlk görüşmede ‘’Bu yıl akşam yemeği çıkması zor.’’ denilmesine rağmen 4-5 defa yapılan görüşmeler sonrası akşam yemeklerinin 1,5 liradan fişli çıkmasını sağlandı. Bu kampanya sonrası Kolektif hemen herkes tarafından tanımış oldu.

Z


SAYFA 12

SœYAH MAVœ KIRMIZISARI

12

Güzel yarınlar kurmak için yola çıkan yürekler... 31 Mayıs 1971: Sinan Cemgil, Alparslan Özdoğan, Kadir Manga… Nurhak Dağları’nda muhtarın ihbar etmesiyle jandarma pususuna düştüler. Çıkan çatışmada üç yiğit devrimci jandarma tarafından katledildi. 1 Haziran 1971: Kavgaya ve devrime inançlarını son ana kadar kaybetmediler, askere yakalanmaları üzerine 51 saat süren çatışmada asker perde önünde nöbet tutan Hüseyin Cevahir’ i kurşuna dizerek katletti, Mahir Çayan yaralanarak tutsak düştü. 18 Mayıs 1973: İbrahim Kaypakkaya yaralı olarak saklandığı köyde ihbar sonucu yakalandı, Diyarbakır Cezaevi’nde gördüğü bütün işkencelere rağmen ser verdi sır vermedi.

Demokrat Parti döneminden tanıdık bir kesit

Basına özgürlük yok

2011 yılı rakamlarına göre Türkiye’de 60’a yakın gazeteci tutuklu ve Türkiye basın özgürlüğünde 196 ülke arasında 122. sırada. Bunlar da yetmez gibi dünyada örneği görülmemiş bir şekilde basılmamış kitaplar toplatılıyor. 9 yıllık iktidarı boyunca her fırsatta demokrasiden, hak ve özgürlüklerden söz eden Tayyip Erdoğan ise sözde demokrasi yalanlarıyla seçim vaatlerinde bulunuyor. Tayyip Erdoğan’ın ‘demokrasi şehidi’ sözleriyle andığı ve “Menderes ve arkadaşlarının yaktıkları demokrasi meşalesi elden ele her geçen gün daha yükseğe taşınmış ve nihayet bugün bizlere kadar ulaşmıştır.” diyerek AKP’nin köklerini dayandırdığı Demokrat Parti dönemi de, basına ve gazetecilere uygulanan baskılar yönüyle AKP iktidarıyla bir hayli benzerlik gösteriyor. Bugün basın özgürlüğünün ne kadar “ileriye” gittiğini anlamak için bu dönemin tarihin tozlu raflarından çıkarılması gerekiyor. Tek partili dönemde basının yaşadığı sansür ve baskıları iyi değerlendiren Demokrat Parti basından yararlanarak kamuoyu desteğini almıştı. 1950 seçimleriyle iktidar olan DP basını ödüllendirmeyi ihmal etmedi. Her gördükleri gazeteciye "Siz çalıştınız, siz kazandınız, sizin eserinizdir bu bayram" diyen DP’liler yandaş basın oluşturmayı başarmıştı. Birkaç yasal düzenlemeyle göz boyayıp kendi yandaş basınını oluşturan DP

DEMOKRAT

PARTİNİN BASIN

ÖZGÜRLÜĞÜ

KARNESİ

hükümeti de çok geçmeden gerçek yüzünü gösterdi. 1954’de ikinci kez seçilen DP’nin kurucusu ve dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar zafer yemeğinde “Artık bundan sonra ince demokrasiye paydos” sözleriyle muhalif basındaki eleştirilerin yoğunlaşmasına sebep oldu. Aynı yıl Neşir Yoluyla Veya Radyo İle İşlenecek Bazı Cürümleler Hakkında Kanun’un kabul edilmesiyle birçok gazeteci tutuklandı. Bu yasaya göre ‘resmi sıfatı’ olanların namus, şeref veya haysiyete tecavüz edilmesi, itibar kırıcı yayın yapılması, özel veya aile durumunun rıza alınmadan teşhiri 2 aydan 9 yıla kadar cezası ile sonuçlanacaktı. Bu yasal düzenlemeler yardımıyla DP hükümeti her türlü eleştiriden uzak ve rahat bir uygulama içinde olmayı hedeflerken, bir yandan da muhalefetin sesini kısmayı hedeflemekteydi. Basın İlan Kanunu’nda yapılan düzenlemeyle ise resmi ilanların sadece hükümet yanlısı gazetelere verilmesinin önü açıldı. DP yanlısı Zafer Gazetesi’ne yılda 7 milyon liraya kadar varan ilan verilirken, diğer gazeteler 2 milyon ve altı ilan alabiliyordu. Böylelikle mali kaynaklar da yandaş basına aktarılmış oluyordu. Tüm bu yasal düzenlemeler çerçevesinde 1960’ların başında basın resmen işkence görüyordu. DP'nin iktidar döneminde sol düşünce şiddetle kovuşturulmaya başlanmış, "İşçiler Birleşiniz" başlıklı bir yazıyı

DP’nin ilk mağduru, ”Vur Abasıza “ adlı mizah dergisinde hükümetin bazı uygulamalarını eleştirir nitelikteki karikatür ve yazıları yayımlayan Samim Akay olmuştu. 1951 yılında yayın hayatına başlayan dergi, süresiz kapatıldı. Akay, 2 yıl 11 ay ceza aldı. Aynı yıllarda Ulus, Yeni Ulus ve Halkçı gazetelerinin Yazı İşleri Müdürü olan Cemal Sağlam hakkında da 69 ayrı dava açılmıştı. 7 Nisan 1955’de İsmet İnönü’nün damadı Metin Toker, Akis Dergisi’nde yazdığı bir yazıdan dolayı 9 ay 10 gün hapse mahkum edildi. Hüseyin Cahit Yalçın: Her daim sert kalemiyle yazdığı polemik ve eleştirilerle aynı zamanda da bu kültürün yaygınlaşmasına destekleriyle akıllarda kalmış, gazeteci, yazar, siyaset adamıdır. Demokrat Parti döneminde yazdığı bir

yayımlayan Haftanın Sesi Dergisi’nin Yazı İşleri Müdürü Yusuf Ahıskalı tutuklanmıştı. Birçok gazeteci basın suçlarından mahkum edildi. Bütün şimşekler muhalif gazeteciler üzerine yağıyor; tıpkı bugün olduğu gibi biraz muhalefet eden kendisini cezaevinde buluyordu. DP yanlısı basın için ise durum daha farklıydı. Onların işlediği suçlar kovuşturulmuyor, kazara hapse girdiklerinde ise çok farklı bir uygulamayla karşılaşıyorlardı. Bütün bu olaylara rağmen "Matbuat hürriyetinin eğer kendine mahsus bir tarifnamesi varsa ki vardırbizde bugün hakim bulunmakta olan siyasi ve hukuki halin buna aynen uygun bulunduğu muhakkaktır ve esasen hiç kimse bu zaviyeden gelerek bu son derece mühim müessesenin mevcut bulunmadığını yahut noksanlıklar arzettiğini iddia eylemekte değildir. (...) Genç demokrasimizi, daha eskilerin atlattığı badireden sonra komünizme, faşizme yahut irticaya peşkeş çekemeyiz.( ...)" diyen Mükerrem Sarol basın özgürlüğünün varlığını savunurken 1950-1960 arasında ortaya çıkan tablo tam tersini söylüyordu. Kısaca özetlemek gerekirse Tayyip Erdoğan’ın her fırsatta saygısını dile getirdiği Adnan Menderes döneminde 867 gazetecinin mahkumiyetiyle sonuçlanan 2300 basın davası açılmıştır. 19561960 arasındaki dört yılda gazetecilere tam 57 yıllık hapis cezası verilmiştir.

eleştiri yazısı nedeniyle 79 yaşında cezaevine girdi. Metin Toker: Time ve Akis dergilerini çıkardı. DP dönemi bakanlarından Mükerrem Sarol’u eleştirdiği için 9 ay hapis yattı. Oktay Verel: İstanbul Erkek Lisesi’ni bitirdikten sonra fabrika işçiliği, sonra radyo spikerliği, dublörlük gibi değişik işlerde çalıştı. Toplumsal sınıf farklarını mizahi bir dille eleştirerek DP döneminde yazdığı “Çöl Demokrasisi” adlı yazısından dolayı tutuklanmıştır. Bedii Faik: Dünya Gazetesi yazarı Bedii Faik, Yazı İşleri Müdürü Ali İhsan Göğüş tutuklandı DP iktidarına karşı sürdürdüğü sert muhalefetiyle tanındı. Eleştiri yazıları nedeniyle bu dönem tutuklandı.

Nazım öğretiyor

Tarih

New York Times gazetesi 29 Aralık 1954 tarihli sayısında "Türkiye Geriliyor" başlıklı bir başyazı yayımladı. Bu başyazıda şöyle satırlar var : "O - Adnan Menderes - Basın hürriyetini yok ediyor... Basında kendisini tenkit edenleri hapse atıyor..’ Nazım’ın bu olayın ardından yazdığı bir şiir o dönemi özetler nitelikte.

GERİLEYEN TÜRKİYE YAHUT ADNAN MENDERES'E ÖĞÜTLER Şaşkınlığın bu kadarına doğrusu ya pes. Bindiğin dalı kesiyorsun Adnan Menderes. İlle de asıp kesmek geliyorsa içinden Ezmekte devâm et Barışçılar'ı, ama sen Meselâ Yalçın'ı da tıkıyorsun deliğe (1) İhtiyarcık sana azıcık cilve yaptı diye, Git, koş, elini öp, af dile, yüzünü güldür, O, yalnız altın kafeslerde öten bülbüldür. O, matbaalar yıktırıp kitaplar yaktıran, (2) O, büyük demokrat, O, hürriyetçi kahraman, Moskova'yı atomlayalım diyen insancı... Kendine acımazsan bize bir parça acı. A be Adnan Menderes, böyle bir dal kesilmez, Böyle şaşkınlıkların sonu da iyi gelmez... Şu muhalefetle de alıp veremediğin ne? Niye öyle hışımla yürüyorsun üstüne? Kore'ye asker gönderdin de "Hayır" mı dedi? "Kan aktı hesabı sorulmalıdır!" mı dedi? Orduyu emrimize verdin, ses çıkardı mı? "Olmaz olsun" mu dedi Amerikan yardımı? Feryat mı etti "İstiklâl elden gitti" diye? Zavallı, sımsıkı sarılmış demokrasiye : "Başvekil merasimsiz karşılanmalı" diyor. (3) Bir de bazan coşarak "Hayat pahalı" diyor. Bu aksoylu muhalefeti ezilir görmek Türkün Batılı dostlarını pek üzüyor pek. (4) Şaşkınlığın bu kadarına doğrusu ya pes. Bindiğin dalı kesiyorsun Adnan Menderes. Hani, her işte bizden örnek alacaktın ya? Hürriyet nizamına sâdık kalacaktın ya? Vaadettin tanımadın işçinin grev hakkını. O hakkı bizim tanıdığımız gibi tanı. Elli istiyorlarsa ateş aç, sonra beş ver. Ama ufak tefek grevlerde anlayış göster. Sendika liderlerinizin birçoğu zaten bizde olduğu gibi emir alır polisten. Niye telaşlanıp kaybedersin vekarını? Hem de kırarsın liderlerin itibarını? Şaşkınlığın bu kadarına doğrusu ya pes, Bindiğin dalı kesiyorsun Adnan Menderes. Senin bindiğin dallar ve bindiğimiz dallar, Unutma bu dallardan başka asıl ağaç var, öfkeyle homurdanan yarı çıplak, yarı aç, bizi silkip atmaya fırsat kollayan ağaç... (1) Adnan Menderes tevkif ettiği gazeteciler arasında Hüseyin Cahit Yalçın'ı da hapise attı. (2) 1945 yılında Tan gazetesi başta olmak üzere birçok gazete, dergi matbaası yıkılıp yağma edilmiş, meydanlarda kitaplar yakılmıştı. Bu faşist sürülerine "İleri" emrini Yalçın vermişti. (3) Burjuva muhalefet gazeteleri ve partileri, Adnan Menderes'e İstanbul'a filan gelip gidişlerinde merasim yapılmasına itiraz ediyorlar. (4) New-York Times yazısını şöyle bitiriyor: "Bu durum Türkiye'nin Batıdaki dostlarını kederlendirmektedir."

!

i t t e n o¨ y r a l n Bizi bu

Adnan Menderes

Adnan Menderes kendine o kadar güveniyormuş ki şu sözleri sarf etmekten çekinmemiş: “Millet beni o kadar seviyor ki, odunu bile aday koysam mebus olur!”


SAYFA 13

2009 Mart ayından itibaren yayınlanmaya başlayan NTV Bilim Dergisi15 bin kişilik okur kitlesine sahip; ancak dergi tanıtım giderlerinin yüksekliği ve reklam gelirlerinin az olması gerekçesiyle bütün çalışanlarının işine son verilerek kapatıldı. Popüler bilim dergisi olarak literatüre geçmiş olan NTV Bilim, yayın hayatı boyunca ise bilim alanındaki tartışmalara uzak kalmayı seçmiş ve bilimin savunuculuğunu yapmamıştır. NTV’nin moda ve sosyete dergisi Vogue yayınına devam edecekken "tasarruf tedbiri" olarak kapatılan NTV Bilim Dergisi oluyor.

SœYAH MAV

Bilim

KIRMIZISARI

13

Bu da mı olmuş?

Şimdi de siyanür ! Sırada hangi felaket var ?

Neden tehlikeli? Madenlerde altın ve gümüş çıkarmada kullanılan ve aşırı zehirli kimyasal bir madde olan siyanür, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği(TMMOB) Çevre Mühendisliği Odasının yaptığı araştırmaya göre, atık havuzunun içerisinde 25 milyon ton atık bulunmaktadır. En son setin de çökmesiyle atık havuzundaki çamurun etraftaki köylere yayılacağı, siyanür sonucu bir çok insanın kansere yakalanacağı ve hayatını kaybedeceği, eğer nehire karışırsa Türkiye’nin birçok yerine ulaşabileceği öngörülmektedir. Yine yapılan araştırmalara göre Eti Gümüş A.Ş.’nin atık havuzunun önceden de sızdırdığı ve şirketin setlerin duvarlarını güçlendirdiği ortaya çıktı. Hiçbir önlemin alınmadığı, doğanın ve insan sağlığının hiçe sayıldığı Eti Gümüş A.Ş.’de 25 milyon tonluk siyanürlü atığın son seti aşması durumunda, geçtiğimiz sene Macaristan'ın başkenti Budapeşte yakınlarındaki Ajkai'da bir alüminyum fabrikasında meydana gelen felaketin 25 katı büyüklüğünde bir felaket

bekleniyor. Macaristan’da da çöken baraj sonucu çevreye yayılan ağır metaller içeren kızıl çamur Tuna Nehri'ne ulaşmış ve Avrupa, tarihindeki en büyük çevre felaketiyle karşı karşıya gelmişti. Felaketler bunlarla sınırlı değil. 2000 yılında Romanya’da yaşanan siyanür havuzu yağış sonucu taşmış ve ‘Somes’ ırmağına, Tuna nehrine karışmıştır. Tuna Nehri’ne siyanür karışması sonucu tonlarca balığın öldüğü ve bazı nehirlerde balık türlerinin yok olduğu tespit edilmiştir. Tehlike sadece siyanürlü havuz taştığında yayılmıyor. Siyanürlü su buharlaşarak havaya karışıyor ve yağışla siyanür yeryüzüne iniyor. Ayrıca bu rüzgarla çok geniş alanlara yayılabiliyor. Weihenstephan Teknik Üniversitesi Ekolojik Kimya Profesörlerinden bir Alman profesörün yaptığı araştırmaya göre, günde 60 kilo siyanür atmosfere yayılmaktadır.

Hayal kırıklığı

‘ Yer altı suyu artık içilemez ’

Türkiye’de altın ve gümüş madenleri Türkiye’de işlev gören altın ve gümüş madenleri ağırlıklı olarak Ege Bölgesi’ndedir. Her altın madeni bulunan bölgede dev atık havuzlar oluşturulmakta. Aslında atık havuzları çok geniş alanlara gereksinim duymaktadır fakat şirketler aşırı maliyetten kurtulmak için çoğu zaman atık havuzlarını gizlice etrafa boşaltmaktadırlar. 2005 yılında Bergama yakınlarında bulunan altın madeninin atık havuzlarını şirketler, aşırı yağmuru fırsat bilerek etrafa boşaltmıştır (Yöre halkının araştırmalarına göre; Bergama ve Dikili yolunda problem yokken iki yolun arasında bulunan atık havuzunun bulunduğu bölge göl olmuştu). Çevre katliamına karşı yöre halkı mücadele etmiştir ve bazı siyanürle altın çıkarma çalışmalarını durdurmuşlardır. Ancak şirketler maden ocaklarında istihdam sağlayarak verilen mücadeleyi kırmaya çalışmaktadır.

Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu Eti Gümüş A.Ş'ye ait tesislerde sızdırma olmadığını iddia etse de Çevre Mühendisleri Odası, tesislerin siyanürlü suyu sızdırdığına ve içme sularına karıştığına dair yazılı açıklamada bulundu. İçme sularından alınan numunelerin laboratuvar analizinden çıkan sonuçlara göre kazanın 5. gününde siyanür sızıntısı 4,5 kilometre ötesindeki köyün su kaynaklarına ulaşmıştır. Ayrıca açıklamada siyanür oranının, müsaade edilen limit değerlerin yüzde 40 daha üzerinde çıktığı ve yer altı suyunun artık içilemez duruma geldiği belirtildi. Kütahya Valiliğinin bölgeye bir an evvel içme ve kullanma suyu göndermesi gerektiğini dile getiren Çevre Mühendisleri Odası, valiliğin bölgede yaptırdığı analizlerin sonuçlarını ise kamuoyu ile paylaşması gerektiğini dile getirdi.

Nükleer Santraller, Hidro Elektrik Santralleri, termik santraller, 3B araziler, 3. Boğaz köprüsü, barajlar, çılgın projeler… Ulusal ve uluslararası sermaye doğanın ve yaşamın talanına aralıksız devam ediyor. Japonya’da yaşanan Fukuşima Nükleer Santrali’ndeki felaket sıcaklığını korurken, Kütahya’da gümüş madeninde siyanür havuzunda meydana gelen kısmi çökme, sermayenin kar ve rant için insan sağlığının değersizleştirdiğini yaşanan doğa katliamlarıyla gösterdi. 7 Mayıs 2011 tarihinde Kütahya Tavşanlı Gümüş köyü Eti Gümüş A.Ş.’nin işletmesinde bulunan gümüş madeninin atık barajında meydana gelen çökme, doğa ve çevre tartışmalarına bir yenisini eklerken , çökme sonucu taşan siyanürlü su felaket sinyalleri vermektedir.

ÇMO’dan sızdırma iddialarına raporlu yanıt

Harvard Üniversitesi’nde bir grup bilim insanının yaptığı çalışmalar sonucu, dünya tarihinde ilk kez kök hücreden insan yumurtası üretildi. Birçok hastalığın tedavisi için yıllardır yürütülen ''kök hücre'' çalışmaları, yumurtalık sorunlarına bağlı kısırlıkta da hastalar için umut ışığı oldu.

ERN'de ALICE deneyini yapan araştırmacılar evrenin ilk zamanlarıyla ilgili tahmin edilen bir gerçeği çürüttüler. İlkokuldan itibaren evrenin ilk oluştuğu zamanlarda gaz halinde bulunduğu öğretilmişti ancak deneyi yapan araştırmacılar aslında evrenin ilk zamanlarda gaz değil, sıcak ve yoğun bir sıvı halinde olduğunu ortaya çıkardılar.

C

Tanıtım

Kocaeli Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu yıllardır Kocaeli bölgesinde yaşanan çevre ve sağlık sorunlarıyla ilgilenmektedir. Endüstri bölgelerinde yaşanan sorunlarla ilgili önemli çalışmalara imza atan Hamzaoğlu'nun yeni araştırmasının sonuçlarını basın aracılığı ile kamuoyuna sunması ise bazı çevrelerde rahatsızlık yarattı. Annelerin ilk sütünde ve bebeklerin ilk kakalarında bazı ağır metaller ve eser elementler saptadığı araştırmasının sonuçlarını kamuoyuna açıkladığı için Kocaeli Belediye Başkanı ve Dilovası Belediye Başkanı savcılığa

şikayet dilekçesi verdi. Halk arasında panik yaratmak amacını taşıdığı iddiasıyla Hamzaoğlu'nun ceza soruşturması Kocaeli Üniversitesi tarafından yürütülüyor, eğer üniversite Hamzaoğlu'nun soruşturmasına aleyhinde karar verirse TCK’nin 213. maddesi uyarınca 2 ila 4 yıl arasında hapis istemiyle yargılanacak. Toplum sağlığı için çalışma yapan bilim insanlarının yargılanmasına karşı Hamzaoğlu'na sahip çıkanların ve destek verenlerin buluştuğu bir site var. http://www.onurumuzusavunuyoruz.org/' dan Hamzaoğlu'na destek olabilir, ayrıntılı bilgi edinebilirsiniz.

Kirliliğe karşı olmak rahatsız etti ürkiye'nin CERN'e üyelik sürecinde ilk Hızlandırıcı Teknolojileri Enstitüsü ve Parçacık Hızlandırıcı Tesis Hizmet Binaları, Ankara Üniversitesi (AÜ) Gölbaşı Kampüsü'nde açıldı. Proje Boğaziçi, Dumlupınar, Erciyes, Gazi, İstanbul, Niğde, Süleyman Demirel ve Uludağ gibi üniversitelerin desteğiyle yürütülüyor.

T


SAYFA 14

İnternette sansür uygulamalarının tartışıldığı bir dönemde sol-sosyalist-muhalif içeriğiyle bilinen sitelere arka arkaya saldırılar gerçekleştiriliyor. İlk olarak Birgün gazetesinin internet sitesine 200 farklı IP adresi üzerinden başlayan ve adına ‘zombi atak’ denilen sanal saldırılar sonucu bianet ve sol.org’ siteleri geçici olarak erişilemez hale geldi. Saldırıların profesyonelce gerçekleştirilmesi yaşanacakların daha önceden planlandığını gösteriyor. Akıllara gelen ilk ihtimal ise basını ve özgür paylaşımı baskın altına almaya çalışan AKP iktidarı.

Bir akıl tutulmasıdır almış gidiyor. AKP’yi aklamayı kendine görev bilmiş bazı yazarlar bu uğurda her gün kırk takla atıyorlar. Akif Beki de bu konuda hanesine fazlasıyla artı yazdırmış yazarlardan biri olarak listedeki yerini çoktan almıştı. 2005 yılında resmi olarak başbakanlık basın sözcülüğü yapan Akif Beki, 2009 yılında bu görevinden istifa ederek gazete ve çalıştığı bazı televizyon kanallarında bu görevini hakkıyla yerine getirmeye devam ediyor. 15 Mayıs’ta ülkenin dört bir yanında “internetime dokunma” sloganıyla eylemler yapıldı. 10 binlerce insan o gün 22 Ağustos’ta hayatımıza girecek olan “filtre”ye karşı tepkilerini dile getirdi. Neydi peki bu binlerin derdi: BTK (Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu) tarafından kelime kelime belirlenen sansürü istememek; ifade ve bilgiye erişim özgürlüğünün kısıtlanmasına karşı çıkmak. Sansüre karşı yapılan bu eylemden sonra Akif Beki öyle bir yazı yazdı ki, evlere şenlik! Beki’ye şaşırmak ne mümkün, hepimizi bir kez daha ikna etti; iktidarın eteklerine yapışarak en kötü olanı, en baskıcı, en gerici olan uygulamaları bile nasıl da inanarak savunabileceğine. Şöyle başlıyor yazısına Beki; “Taksim’de yürüyen sanal isyankârlar, eylemin adına ‘İnternet baharı’ diyor. Bana göre ‘İnternetin 31 Mart Vakası’dır. Gerici bir ayaklanma yani… Din elden gidiyor” diyerek Meşrutiyet rejimine karşı ayaklanan Taksim’deki ‘Avcı Taburu’ndan farklarını göremiyorum. Bunlar da ‘İnternet elden gidiyor’ yaygarasıyla filtre rejimine karşı çıkıyorlar. Sureta biri özgürlükçülüğe, diğeri sansüre karşı. Ama özleri aynı, ikisi de istemezükçü, ikisi de yenilikçiliğe düşman.” Anlaşılan Beki’ye göre yeni olan tüm uygulamalar ilerici ve sonuna kadar desteklememiz gereken şeyler.

Öyle ya devletin günlük hayatta kullanacağımız kelimelere kadar tek tek belirleyip liste halinde bizlere sunmasında daha ilerici ne olabilir ki! Devlet tarafından tek bir merkezden belirleniyor falan diye de düşünmemeliymişiz; Beki’nin anlattığına göre, onların hoşuna gitmeyeni biz de sevmeyeceğiz tabi ki. Yapılacak olan uygulamanın “sansür” olmadığı, hatta hepimiz için “en hayırlısı” olduğunu düşünen Beki, yazısının devamında okuyucuyu da buna ikna etmek için hayli çaba harcıyor. Mesela filtrenin tek bir merkezin kontrolünde olmayacağını ve herkesin kendi isteğine uygun olan paketi seçebileceğini söylüyor. Hatta daha da ileri giderek, filtreli paket seçeneğinin birden fazla olmasını “Daha fazla seçenek, daha fazla özgürlük demek” olarak adlandırıyor. Merak ediyoruz acaba Beki göremiyor mu; birkaç seçenek halinde önümüze konulan bu “özgürlük paketleri”nden birini tercih etmeme şansımız olmadığını, standart denilen paketinin de zaten belli bir sansür uygulamasına dahil olduğunu. İkna turunu bitiren Beki bu defa da saldırılara başlıyor; “İnternet yoluyla suç işlemek serbest, her türlü müstekrehliğe maruz kalmak da mecburi olsun demeye getiriyorlar.” Eğer Beki 15 Mayıs’ta yapılan eylemi gerçekten kendi gözündeki filtreyi çıkararak incelese orada dile getirilenlerin ne demek olduğunu anlayabilirdi belki. Mesela binlerce insanın “AKP’yi Hüseyin Üzmez de Haydar mı üzer?” sloganının altında yazan gerçekleri gizlemeye çalışabilecek miydi? Hoşa gitmeyenin yok edildiği bir döneme giriyoruz, öyleyse ifratla tefridin en uç noktalarında dolaşan Akif Beki için de bir filtreli paket talep ediyoruz. Ya da artık Beki’ye sağını solunu, ilerisini gerisini öğretmeli; sarımsak soğan işe yarayabilir!

2 Ağustos’ta başlayacak olan internette filtreli sansür uygulamasına karşı tepki ve insanları bilinçlenmeye davet etmek amacıyla kuruldu. İnternete daha önce de uygulanan yasakların bir şekilde delindiğini ama bunun yasaklarla yaşamaya alışmak olduğu söylenen sitede; sansüre karşı ses çıkarmalıyız çağrısı yapılıyor. Biz kimiz sorusuna ise;

14

Medya

! r a v r ü s n a s e t t e n r e int

outube, dailymotion, myspace, geocities, wordpress, blogger ve yüzlercesi daha yasaklı site oldu bir dönem. Kimi bir ay yasaklandı, kimi bir sene yasaklı kaldı. Türkiye daha internetin ne olduğunu kavrayamadan, 22 Ağustos’tan itibaren kapsamlı bir internet yasağına hazırlanıyor. Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK)‘ya birçok yetkinin verilmesini öngören yasal düzenleme filtreli interneti adı altında internette sansürün resmi altyapısını hazırlıyor. İnternete yapılacak filtre uygulamasına karşı Türkiye’nin birçok kentinde toplamı on binleri geçen insan sokağı çıktı. Geçtiğimiz sene Temmuz ayında video paylaşım sitesi youtube’un erişiminin yasaklanmasının ardından yapılan eylemden sonra internet sansürüne karşı ikinci kez sokağa çıkan binlerin eylemi oldukça renkli ve kitlesel anlara sahne oldu.

Y

Filtreli internet ne anlama geliyor? 22 Ağustos’tan itibaren Türkiye’de internet aboneleri ‘Aile, Çocuk, Yurtiçi Ve Standart Paket’ isminde dört değişik internet filtresi ile karşılaşacaklar. Her internet abonesi bunlardan birini seçmek zorunda kalacak. Seçim yapmayan kullanıcı doğrudan standart pakete yönlendirilecek. Çocuk paketinde, BTK tarafından yararlı

site-yararsız site ayrımıyla hazırlanan “beyaz liste” dışına çıkmak mümkün olmayacak. Aile paketinde ise mevcut yasaklara ek olarak, BTK tarafından getirilen bazı kısıtlamalar olacak. Abone, sosyal medya, oyun gibi kategorileri de ayrı ayrı belirtmek durumunda kalacak. Yurtiçi paketiyle de yaygın olarak tercih edilen sunucu hizmetini yurtdışından alan yerli sitelere dahi erişilemeyecek. Filtreleme sonrasında ‘en sansürsüz’ olanı şu an kullandığımız on binlerce sitenin sansürlü olduğu standart paket olacak. Yeni düzenlemeyle kritik bir öneme sahip olacak filtreleme yetkileri Bilişim Teknolojileri ve İletişim Kurulu(BTK)’na verilirken interneti kimin, nasıl denetleyeceği konusunda ise soru işaretleri hala yerinde duruyor. Yeni sistemde BTK siteleri engellemek için artık mahkeme kararına da ihtiyaç duymayacak. Dünyaca ünlü biyolog Richard Dawkins’in sitesinden, birçok muhalif internet haber sitelerine hatta youtube’a bile yasaklar getiren BTK’nın verdiği kararlara bakınca, yeni dönemde ölçüsüz ve keyfi uygulamalar yapacak olmasını tahmin etmek güç olmuyor. Filtrelemenin bir diğer endişe veren tarafı ise filtreleme sistemiyle olarak kullanıcıların izlenmesinin yolunun açılması

Bugüne kadar birçok internet sayfasını ve haber sitesini yasaklayan AKP Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurulu(BTK) aracılığıyla 22 Ağustos’tan itibaren geçerli olacak bir sansür dönemi başlatmaya hazırlanıyor. Bu kapsamda BTK’nın çıkardığı ve filtrelemek istediği ‘yasaklı kelimeler’ listesine dahil olan her site kapanma riskiyle karşı karşıya. Ancak bunun ifade ve paylaşım özgürlüğüne vurulacak bir darbe olduğunun farkında olan on binlerce insan sokakları

Sansüre sansür uygulayanlara

2

SœYAH MAVœ KIRMIZISARI

“SansüreSansür, kolektif bir heyecanın, hep beraber ses çıkarmanın oluşumudur. Sansüre karşı durmak isteyen herkesin öneri, fikir ve katılımıyla günden güne büyüyen, gelişen bir harekettir, bir tepkidir. Başka da bir şey değildir.” Şeklinde cevap veriliyor. O halde siz de ‘sansür istemiyoruz’ diyorsanız, bir tık da http://www.sansuresansur.org için.

olacak. Kontrol altında tutulacak kullanıcıların internette var olan kısıtlı özgürlükleri de ortadan kalkacak. Sonuç olarak yazılım programlarıyla internet kullanıcıları, istedikleri siteleri kısıtlayabilirken, BTK ‘zararlı’ içeriklerin arkasına sığınarak devletin baskıcı ve kontrolcü tutumu internet üzerinde de arttıracak.

Yasakçı, baskıcı, sansürcü AKP

AKP yazılı medya üzerinde gazetecilerin tutuklayarak, kitapların dijital kopyalarını toplayarak, rahatsız olduğunda medyanın bir kısmına karşı insanları boykot etmeye çağırarak fikir ve ifade özgürlüğüne baskısını hissettiriyordu. İnternet sansürünün de baş aktörü olan AKP, BTK aracılığıyla yasakçı ve baskıcı politikalarını internet alanına da taşımış olacak. Türkiye’de sayıları 26 milyona ulaşan internet kullanıcısı yasakları aşmak için DNS ayarları ile oynamak dışında farklı yollar bulmuş durumda. AKP’nin kabul ettirmek istediği sınırlarda var olmayı reddeden binlerce insan, internet portallarında ve sosyal medya ağlarında tepkilerini biriktirerek internetin de dışına taşıdı. İnternet kullanıcıları AKP’nin BTK gibi kurumlarla internete erişim özgürlüklerini ucu açık bir ahlak-mahremiyet örtüsü ile ellerinden almak izin vermeyeceğini göstermiş oldu.

boş bırakmıyor. 15 Mayıs’ta İstanbul ve Ankara’da geçekleşen eylemlere toplumun farklı kesimlerinden on binlerce insan katılarak sansüre karşı ses çıkarttılar. “Susma Korkma Tıkla-Gücünü Göster” diyen Kolektifler de eyleme büyük bir coşku kattı. Binlerce insanla birlikte “zıplamayan AKP’li” diyerek eylemi hareketlendiren üniversiteliler, AKP’nin yasakçı ve sansürcü zihniyetine karşı bir kez daha öfkelerini göstermiş oldu.

Digital fotoğrafçılar için iki uğrak ijital fotoğraflar günümüzde ulaşılması en kolay olan fotoğraf biçimi. Her yerde görüyoruz onları; evlerimizdeki aile albümlerinde, bazen amatör bir sergide ama en çok da bilgisayarlarımızda ve doğalında internette. Bu fotoğraflar internet paylaşım sitelerinde toparlanarak ilgililere sunuluyor. Bu sitelerden en kullanışlı olanlarından ikisi

D

flickr.com ve fotokritik.com. Fotokritik de portre ve insandan durağan cisim fotoğraflarına, panoramik fotoğraflardan kavramsal fotoğraflara, foto haberlerden mimari fotoğraflara çok geniş bir yelpazede fotoğraflar paylaşılıyor. Her iki sitede de fotoğraflarla kişisel gruplar oluşturulup, birçok kullanıcıya açık hale geliyor, meraklılara duyurulur.


SAYFA 15

SœYAH MAV

ültür Ksanat

Üniversitenin, gençliğin festivali Anadolu’da da büyük ilgiyle devam ediyor. İstanbul, İzmir ve Ankara’da yapılan eş zamanlı açılışlardan sonra Anadolu’daki üniversiteleri dolaşan Uluslararası Gençlik Filmleri Festivali Kütahya, Muğla ve Mersin’de büyük ilgiyle karşılandı. Sanata ucube diyenlere ve üniversitelileri kültür sanattan koparmaya çalışan rektörlere inat, Kolektif Sinema ekibinin öncülüğünde binlerce üniversiteli bir araya geldi. Okul kulüplerinin sergilediği gösterilerle, üniversiteli müzik gruplarının konserleri eşliğinde devam eden festivaller kapsamında çeşitli paneller ve söyleşiler de gerçekleşti. Bu yönüyle tam anlamıyla birlikte üreten, paylaşan ve alternatif yaşam alanı yaratan festival yıl içerisinde çeşitli üniversitelerde gösterimde olmaya devam edecek.

KIRMIZISARI

15

.. Sanatin Gundemi

. Hazi r anda olmek zor usta Y aşaması en zor mevsimlerden bir tanesidir Haziran. Büyük yürekler göç eylemiştir çünkü dünya denen pencereden. O yüzden biraz buruk başlar yaz mevsimi bu topraklarda. Seslerini, kalemlerini ve en çok da yüreklerini, yaşadıkları coğrafyaların insanlarına adayanların öyküsünden bahsediyoruz. Umudun, sevginin ve baş eğmezliğin edebiyat aynasındaki yansımaları: Ahmet Arif, Orhan Kemal ve Nazım Hikmet. Aradan geçen yıllara rağmen yaptıklarıyla ve yazdıklarıyla bereketli bir ırmak gibi sulamaya devam ediyorlar yeryüzünü. Çok uzun yıllardan beri birçok ozana, yazara, sanatçıya ev sahipliği yapan Anadolu toprakları, çok az bir kısmını kendi köklerinde saklayıp ölümsüz kılmıştır. İşte onlardan bir tanesidir 2 Haziran 1970’te Bulgaristan’da hayata gözlerini yuman Orhan Kemal. Roman ve öyküleriyle özgün bir yere sahip olan yazar toplumdaki problemleri ustalıkla kalemine aktaran bir edebiyatçıdır. Çukurova’daki işçilerin yaşam sıkıntılarını ve yoksulluları sıklıkla anlatır romanlarında. Tarımda yaşanan sanayileşme sonucu, kentlerde işçi olmak için göç etmek zorunda kalanları da unutmamıştır yine Orhan Kemal. Bereketli Topraklar Üzerinde bu yaşananları sosyalist gerçekçi kimliğiyle harmanlayarak oluşturduğu ve en başarılı olan romanlarından bir tanesidir. Ayrıca 40’lı yıllarda yoğunlaşan devlet baskısına karşı direnleri de fazlasıyla işlemiştir. Kalemini özgürlükten ve eşitlikten yana, ezilenden, işçiden yana kullanmaktan bir an olsun vazgeçmeyen yazar bu yüzdendir ki hala unutulmamış ve hala güncelliğini fazlasıyla

korumaktadır. Çünkü bu halkın acılarını, sıkıntılarını ve mutluluklarını anlatanlar, kendi kaderleriyle onların kaderlerini birleştirenler, halklar var oldukça var olmaya devam edecektir. İşte yine onlardan bir tanesi de Ahmet Arif’tir. Nerede olursa olsun fırsatçının, fesatçının, hayının üstüne yürüyen ve yüzüne tüküren bir şairdir o. Genelde mahpuslukları, sevdaları ve hasretlikleri anlatır şiirlerinde. Özgürlük tutkunu olduğu için çok erken tanışmıştır mahpuslarla. Çok sık da şiir yazmaz kendisi. Ama tek şiir kitabı olan ‘Hasretinden Prangalar Eskittim’ tüm dünyaya tanıtmaya yetmiştir onu. Onun başarısı da tıpkı Orhan Kemal gibi Anadolu insanını çok iyi tanımasında saklıdır. Kendisinin de bir parçası olduğu başkaldırıların ve isyanlarının tutanakçısıdır Ahmet Arif. Ve bunları yazmıştır şiirlerinde. Bir de hüzünlü taşra sevgisini de serpiştirmeyi ihmal etmemiştir dizelerine. Şiirle ilk tanışanların muhakkak onu okumadan geçmemiş olması bundandır. Çünkü onun dizelerinde Anadolu halklarının isyanı, eşitlik arayışı, karşılaştığı baskıları, hüzünleri, sevgileri kısacası insanın kendisine ait olması gereken ne varsa orada durmaktadır. Ve yine o da tıpkı Orhan Kemal gibi 2 Haziran gününün 1991 senesinde dizelerini bırakıp ardına güle güle demiştir dünyaya. Ve kimi zaman Latin Amerika’da darbelere karşı direnen bir direnişçinin sırt çantasında, kimi zaman Hiroşima’da küçük bir kız çocuğunun elinde görebilmek mümkündür onun şiirlerini. Her ne kadar dün vatan haini ilan edilip, bugün vatan şairi ilan edilmeye

Film Gis. esi

Başarılı filmlerle adından söz ettiren İran sineması “Bir Ayrılık” filmiyle bir kez daha kendini gösteriyor. İranlı yönetmen Asghar Farhadi, boşanmak üzere olan ama çocuklarının velayeti konusunda ikileme düşen bir çiftin öyküsünü anlatıyor. Simin, kocası Nader ve kızı Termeh’le birlikte İran’ı terk etmek istemektedir. Nader’in Alzheimer hastası babasını bırakmayı reddetmesi üzerine boşanma davası açan Simin, dava talebi reddedilince anne babasının evine gider. Geleneksel ve modern yaşama ve düşünme biçimleri arasındaki çatışmanın yanı sıra, sınıf farklılıklarını da ele alan film, Berlin Film Festivali Altın Ayı En İyi Film, En Iyi Kadın ve En İyi Erkek Oyuncu Ödüllerini alarak başarısını kanıtlıyor. İstanbul Film Festivali’nde de gösterim fırsatı bulan film, 27 Mayıs’ta Türkiye’de ikinci kez beyaz perdeyle buluşacak.

çalışılsa da onun yazdıkları tüm dünyadaki yoksullar ve işçiler içindir. Evet Nazım Hikmet’ten bahsediyoruz. Kendisinin de dediği gibi Selanik’te doğan ama kavgayla ve mücadeleyle geçen bir ömür yüzünden bir daha geri dönemeyen büyük şair. O yazdıklarında salt estetik bir kaygı gütmemiş; ezilenlerin, sömürülenlerin, hakkı dövülenlerin yanında yer almayı bir görev saymıştır. Bu yüzden şiirlerinde başka bir dünyanın varlığını anlatır ve sosyalist kimliğinden asla taviz vermez. İnandıkları uğruna uzun yıllar hapishane voltalarında geçirse de ömrünü kavganın ve umudun dizelerini yazmaya devam eder. “Sevdalınız komünisttir, Bursa kalesinde hapistir” satırları yaşadıklarının kısa bir özeti de sayılabilir aslında. Ne sürgünler ne hapis cezaları ne de vatandaşlıktan çıkarılması Nazım Hikmet’in memleket sevdasından bir şey götürmüştür. Uzun yıllar boyunca sürgün yüzünden Sovyetler Birliği’nde yaşamak zorunda kalsa da memleket hasretini hep içinde hissetmiş, içini şiirlerine dökmüştür. Hayatı boyunca üretmeye ve akıp giden yaşama bütün yanlarıyla dahil olmayı hiç ihmal etmemiştir. Bu yüzden şiirlerinde kavga ve umut dizelerinin yanında sevda ve özlem dizeleri de yer bulabilmiştir. 3 Haziran 1963’ te yüreklere hiç kaybolmayacak bir sızı bırakarak göçmüştür usta hayat serüveninden. Ne var ki başta Nazım Hikmet olmak üzere Ahmet Arif, Orhan Kemal ve daha bir çok yazar insanlık var oldukça, insanlığın kavgaları, inançları ve duyguları var oldukça yaşamaya ve yaşamı anlamlı hale getirmeye devam edecek.

Kitaplik Okuyup kitaplığımıza koyacağımız hatta zaman zaman alıp tekrar okuyabileceğimiz birkaç güzel kitap daha yayınevlerinde okuyucularını bekliyor. Malum önümüz tatil; yaz okullarından, bütünlemelerden ne kadar fırsat bulunur bilinmez ama, şu kitaplardan birkaçını okumaya ne dersiniz?

Röportaj Yazarlığında 60 Yıl: Yaşar Kemal Masallar ve Toplumsal Cinsiyet: Melek Özlem Sezer Jar: Kemal Varol Ekolojik Perspektifler: Ayşen Ciravoğlu Herkes İçin Evrim: David Sloan Wilson

Üniversitelerde müzik sesleri yükselmeye, halaylar çekilmeye ve uçurtmalar gökyüzünde uçmaya başlamışsa bahar ayı gelmiş demektir. Ekolojik dengelerin bozulmasından mıdır sıcaklıklar bir türlü yükselemezken bahar şenlikleri yağmur, çamur, soğuk dinlemeden birçok üniversitede yapıldı. Yanlış anlaşılmalara mahal vermemek gerekir; üniversitelerde bahar şenliği denilince yönetim tarafından desteklenen, organizasyon şirketlerinin düzenlediği kimi üniversitelerde "fest" diye kısaltılan festi-

Üniversitelerde artık gelenek haline gelen şenliklerden "Geleneksel Yasaklı DTCF Bahar Şenliği'' hala türlü engellemelere rağmen bütün coşkusuyla bu yıl da yapıldı. ODTÜ'de mumlarla "Devrim" yazısının bir kez daha Devrim Stadına yazıldığı bahar şenliğinde yüzlerce üniversiteli buluştu. Ord. Prof. Bedri Karafakıoğlu anısına 25.si gerçekleştirilen İTÜ Öğrenci Şenliği yasaklı zamanlarının ardından artık yönetimin de desteğini kazanarak yoluna devam ediyor. Üniversitelerin bazı alternatif

val, şenlik kıvamında olandan bahsetmiyoruz. Bahsi geçen, üniversitelilerin dayanışmasıyla ortaya çıkarılan ve ortak bir üretimin sonucu olan diğerinden ayırt eden ismiyle "alternatif" olan bahar şenlikleridir. Neden alternatif deniliyor; çünkü ücretsiz, sponsorsuz ve düzenleyenlerini üniversiteliler oluşturuyor diğerinin tam aksine. Her şeyiyle öğrencilerin olan bahar şenliklerinin tarihi ise yasaklamalar ve gözaltılarla dolu. Tüm yasaklamalara, engellemelere rağmen akademisyenlerin desteği, üniversitelilerin dayanışması ve direnmesiyle kazanılan bahar şenlikleri iradenin simgelerinden biri haline gelmiştir. Ayrıca sadece yasaklara karşı değil üniversitelilere dayatılan her türlü geri ideolojilere, bireyciliğe ve tüketim kültürüne karşı da oluşturulan bir irade ürünüdür. Kısıtlı bütçelerle, üniversitenin ve ülkenin gündemine göre yapılan tartışmalarla, yarışmalarla düzenlenen şenlikler üniversitelilerin birlikte üretip birlikte eğlendiği farklı bir eğlence kültürünün örneklerini yaratıyor.

bahar şenliklerinde durum böyleyken büyük bütçelerle organize edilen bahar şenlikleri ise tamamen tüketime dayanan, üretmeden, sorgulamadan, katılımcı olmanın ötesine geçmeden üniversitelilere dayatılan bir eğlence kültürüdür. Bu eğlence kültürü üzerinden kar elde edilmesi tabii ki göz ardı edilmez bir gerçeklik olduğu için tüm etkinlikler faturalandırılıyor. Bütün üniversitelerdeki yaygınlığıyla, teknik teçhizatıyla, profesyonel ekibiyle ve popüler sanatçıların sahne almasıyla karşı durulamaz gibi görünen bahar şenliklerinin alternatifleri ise gücünü amatör olmaktan ve başka bir kültür yaratma hedefinden alıyor. Gelenek haline gelen şenlikler köklerini sağlamlaştırırken, başka üniversitelerde ise üniversitelilerin dayanışması ve ortak paydada buluşması ile gelenek haline gelen yeni alternatif şenliklerin tohumları atılabilir. Halayların çekildiği, horonların tepildiği, çimenliklerde oyunların oynandığı gelecek alternatif bahar şenliklerinin nicelerinde bir araya gelmek üzere.


SAYFA 16

f i t k e l o K . I V

i p m a K Yaz

_ YI DOG_ ASAVUNUYORUZ

11 17 Temmuz Dikili Üniversitelilerin bir yılı vizelerle, finallerle eğlenmeye fırsat bulamadan gelip geçti. Şimdi ise bu yorucu yılın yorgunluğunu atma, hep birlikte şarkılar söyleyerek, çevreyi ve doğayı keşfe çıkarak, sabahlara kadar filmler izleyerek, yakılan ateş başlarında saatlerce koyu sohbetler ederek, hem eğlenme hem dinlenme hem de kolektif bir biçimde yeni şeyler üretme vakti. 6. Kolektif Yaz Kampı’nın hazırlıklarına her sene artan enerjiyle, heyecanla, yaratıcılıkla son sürat başlandı. Bu yıl 11-17 Temmuz’da İzmir Dikili’deki Akvaryum Tatil Köyü’ nde gerçekleşecek kamp, Türkiye’nin birçok ilinden gelen yüzlerce üniversitelinin, yoğun bir yılın ardından derin bir nefes almasını sağlayacak, sessiz ve sakin Sotes’in güzelliğiyle de gelen bütün üniversitelilerin enerjilerini, heyecanlarını yeniden kazandıracak. Türkiye’ nin bir çok ilinden gelen üniversiteli ve liselinin birbiriyle tanışma, geldikleri yerleri ve kültürlerini paylaşarak yaşamı zenginleştirme olanağı sağlayacak olan kamp, maddi külfetlerle dolu ama içi bomboş olan “her şey dahil ” niteliksiz tatillerin yerine ”üniversiteye ve üniversitelilere” alternatif bir

tatil ve eğlence kültürünün mümkün olduğu gösterilecek. Açılış gecesinden son geceye kadar, sahilde kurulu kalacak bir sahne üzerinde çeşitli sanatçılar, alternatif gruplar sahne alacak, tiyatro oyunları ve stand up gösterimleri sergilenebilecek. Gece uyku tutmayanlar içinse klasikleşmiş film serilerinin gösterimleri sabaha kadar birkaç ayrı noktada gerçekleştirilecek. Bazı sürpriz filmlerde oyuncular ve yönetmenler gelerek hep birlikte filmler izlenip, sohbet havasında söyleşiler düzenlenecek. Her sene ayrı bir temayla sesini duyuran kamp bu yıl, yapılmak istenen HES’ lere, nükleer santrallere, termik santrallere karşı “Doğayı savunuyoruz, doğada buluşuyoruz” sloganıyla yola çıkıyor. Kamp boyunca iki gün ayrılacak olan doğa sohbetlerine, çevre konusunda uzman olan isimler ve doğanın yağmalanmasına karşı direnenler konuk olacak, doğaya ve çevreye yapılan saldırılar tartışılacak, kamp yeri çevresine yapılacak çevre gezileriyle “henüz” yok edilmeyen doğanın benzersiz güzellikleri gözlemlenebilecek.

Her kamp ayrı bir yaşamdı Geçmiş yıllarda düzenlenen Kolektif Yaz Kampları’na Cezmi Ersöz’den, yönetmen Aydın Sayman’a, Sırrı Süreya Önder’e ve Yüksel Aksu’ya, Mahşer-i Cümbüş Tiyatro Topluluğu’na kadar birçok aydın, sanatçı akademisyen özellikle kendi alanlarındaki atölyelere katılarak kampa destek vermişti. Farklı farklı üniversitelerden gelen yüzlerce üniversiteli bir hafta boyunca kolektif bir yaşam ve birlikte üreterek vakit geçirdi. Üniversiteliler, kurulan atölyelerde profesyonel eğitimcilerle

birlikte müzik, tiyatro, resim, ritm, sinema, fotoğraf gibi atölyelerde kendi ilgi alanlarına göre çalışma ve üretme imkanı buldu. Son geceler ise atölyelerde üniversitelilerin kamp alanında kendi çektikleri kısa filmler ve fotoğraflar, doğayla iç içe çizilen resimler, birlikte üretilen tiyatro oyunları, yaratıcı ve eğlenceli şarkılarla üniversitelilerin kendi üretimlerini sergiledikleri şenlikler havasında geçti. 5 yıldır düzenlen Kolektif Yaz Kampları üniversitelilerde eşsiz, unutulmaz hatıralar bıraktı.

Dikili’yi tanıyalım

.Ö. 5000-4000 yıllarına dayanan bir geçmişi olan Dikili İzmir'in en kuzeydeki ilçesi olup İzmir'e 120 km uzaklıktadır. Limanı vasıtasıyla deniz giriş kapısı özelliği de taşıyan Dikili, plajları ile özellikle yerli turistlerin ilgisini çekmekte. Tarihi ve kültürel değerlere sahip olan Dikili’ nin Merdivenli köyünde bir krater gölü, Demirtaş ve Deliktaş köylerinde de çamlık ve tarihi mağaralar bulunmaktadır. Nebiler, Bademli ve Kocaoba

M

köylerinde sıcak su ılıcaları vardır. Bu açıdan plajlarının yanı sıra şifalı sularıyla da biliniyor. Akvaryum Bademli Tatil Köyü ise Ege’ nin en temiz koylarından birinde denize sıfır olarak bulunuyor. Midilli Ada manzarası ve dünyanın oksijen çadırı olan Kaz Dağları’ ndan gelen temiz havayı soluyabilmekse büyük şehirlerin kirliliğinden ve kalabalığından kaçan üniversiteliler için bulunmaz bir tatil olanağı sunuyor.

SœYAH MAVœ KIRMIZISARI

DOGADA BULUSUYORUZ! Atölyeler Kamp boyunca zamanı daha nitelikli geçirmek, her üniversitelinin kendinden bir şeyler bulacağı, kolektif çalışmaların olduğu üretimler yapmak amacıyla çok çeşitli atölyeler kuruluyor. Bu atölyeler üniversitelilerden ya da kulüplerden gelecek istekler doğrultusunda çoğaltılabilecek. Atölyelerin bazıları şu şekilde sıralanabilir. Fotoğraf atölyesi temel fotoğraf eğitiminin verileceği, belgesel ve haber fotoğrafçılığı üzerine profesyonel bir fotoğrafçının geldiği ve bu konuya dair bilgi alış verişlerinin yapılacağı ve uygulanacağı bir atölye olacak. Sinema atölyesinde gelenekselleşen senaryo yazımı çalışmaları bu senede özgün senaryolar oluşturulacak ve kısa filmler çekilerek kamp hafızalarda ve objektiflerde saklanacak. Geçen senelerden farklı olarak video art çalışması yapılarak oldukça zengin ve farklı üretimler gerçekleşecek. Müzik atölyesi şarkıların ve enstürmanların seslerinin sürekli yükseldiği ve grupların, koroların oluşacağı bir atölye olacağı gibi ayrıca doğadaki malzemelerden yapılacak müzik aletleriyle farklı sesler çıkarılabilecek. Akapella atölyesi bugüne kadar denenmemiş bir atölye olmasının verdiği amatör heyecanıyla farklı ses tonları ve renkleriyle kampın en renkli üretimlerinin gerçekleşebileceği çalışma.

Karikatür atölyesi, karikatüre merakı olan herkesi yetenekli yeteneksiz demeden, kahkahalar attıracak espriler bulmaya, çizimler yapmaya çağırıyor. Astronomi ve Uzay Bilimleri atölyesi kamp alanında bulunan kuleden göğün berraklığını ve gökyüzünü doyasıya gözlemleyebilecek. Dans atölyesinde modern danslardan halkoyunlarına profesyonel bir eğitimciyle, Karadeniz’den Ege’ye, Doğu Anadolu’dan İç Anadolu’ya birçok yörenin kültürü, oyunları öğrenilebilecek. Tiyatro atölyesine bazı tiyatro gruplarından ve okul kulüplerinden çalıştırıcılar gelerek yaratıcı drama dersleri verilecek. Bu sene ilk defa kurulacak olan grafiti atölyesinde stencil grafitinin nasıl yapıldığı öğretilecek ve öğrenilen bilgilerin uygulanabileceği alanlar oluşturularak kamp alanı renklendirilecek. Heykel atölyesinde heykeltıraşlar eşliğinde heykelleri yıkanlara inat birçok minyatür heykel yapılacak. Bu atölyelerin dışında tekno- politika, ritim, pandomim, kukla-ahşap oymacılığı, spor sosyolojisi, evrim atölyeleri de kurularak kamp dolu dolu geçirilecek. Kamp boyunca bütün bu çalışmalarda yaratılan üretimler kampın son gecesi sahnelenecek, gelen herkes için yıllar boyunca hafızalardan silinmeyecek güzellikler yaratacak.

Kolektif Yaz Kampı alternatif bir tatil yapmak isteyen bütün üniversitelilerin ve liselilerin katılımına açıktır. Tatil köyü 11-17 Temmuz tarihleri arası sadece kampçıların kullanımına açık olacaktır ve kalınacak yerler, alandaki barakalardan (sınırlı sayıda) ve kurulacak çadırlardan oluşmaktadır. Sıcak su, yemek ve benzeri ihtiyaçlar kamp ücreti olan 175 TL’ ye dahildir. Kampa katılmak isteyenler kolektifler.net, kamp.kolektifler.net ve kolektifyazkampi@gmail.com adresinden, merak ettikleri soruları sorabilir, katılım formu doldurabilirler. Ayrıca 0507 785 51 84 numaralı telefonla kamp hakkında netleşen bilgilerden ve ayrıntılardan haberdar olunabilinir.

Nasıl katılırım !


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.