SAYFA 01
Söyleşi Gazeteciler olarak önce mesleğimize yönelik tehditlere sesimizi çıkaracağız Banu Güven
>10
SœYAH MAV
KIRMIZISARI
Perde açıldı
2. Gençlik Filmleri Festivali başlıyor >15
Dosya
Her yönüyle Van depremi >8-9
HUKUKSUZLUKLARLA KURULU DÜZENİ KURAN AKP’DE
ADALET NEREDE AKP mitingi öncesi öldürülen Metin Öğretmen’in hesabını soran,üniversitelerinde parasız eğitim mücadelesi veren on arkadaşımızın tutuklu bulunduğu Ankara Sincan Cezaevi’nden bir fotoğraf. AKP iktidarının son yıllarını bilhassa 12 Eylül referandumu sonrasını özetliyor. AKP ustalık döneminde içi boş iddianamelerle, uzun tutukluluk süreleri ile hukuku muhalafeti sindirmek için kullanırken, Çağdaş’ın tutukluluğunun ilk ayında mektubunda yazdığı gibi sesleniyoruz : “ EMİN OLUN HESAP SORACAĞIZ VE EMİN OLUN HESAP SORARKEN ADİL OLACAĞIZ” Eylül faşizmini aratmayan şafak operasyonlarıyla uyanıyoruz artık. Sonuncusu, 22 Kasım günü tüm Türkiye'de 15 ilde, "KCK operasyonu" adı altında, eş zamanlı yapıldı. Avukatlardan, üniversitelilere, milletvekillerine kadar yine yelpaze geniş tutulmuştu. Kocaeli’nde ise 30 Mart’ta düzenlenen Kızıldere, 6 Mayıs’ta düzenlenen Deniz, Hüseyin, Yusuf anmaları ve Metin Lokumcu’nun öldürülmesini protesto edilmesi suçlamasıyla 21 kişi gözaltına alındı. Aralarında 1 Öğrenci Kolektifleri üyesi’nin olduğu 12 kişi tutuklandı. AKP artık akıl ve sabır sınırlarını zorlayan saldırılara imza atmaktadır. Gizlilik kararı verilen dosyalar, şafak operasyonları,
12
toplanan delillerle AKP, 12 Eylül faşizmini geride bırakmıştır. Demokrasi, sivilleşme vaadiyle yargıda "reform" diyen AKP'nin elinde yargı, adeta bir "sopa" haline gelmiştir. Bir türlü hazırlanamayan iddianamelerle, belirlenemeyen dava tarihleriyle artık tutukluluk süreleri cezalandırma yöntemi olarak kullanılmaktadır. Dava dosyalarının hiç birinde elle tutulur delil, somut bir suçlama yoktur. Basın açıklaması yapmak, kitap okumak artık birer terör faaliyeti olarak adlandırılmaktadır. Deniz Feneri örneğindeki gibi yargının, “yüce adaleti” ne Ahmet Şık, Nedim Şener gibi gazeteciler, ne amfiler dolusu tutuklu sayıdaki üniversiteliler ne de haklarını arayan Kürt halkı, suyu-
nu sattırmayan köylüler için işlemiştir. Demokrasi yalnızca AKP ve yandaşları için “ileri”dir. AKP demokrasisinin adı artık faşizmdir. Ekonomik krizde, Kürt sorununda, Ortadoğu’da, Van’daki depremde krize giren AKP çareyi saldırmakta buluyor. Düşmanca politikalarına başkaldıranları korkutmaya, sindirmeye, susturmaya çalışıyor. Ancak başkaldıranlar, susmayanlar omuz omuza mücadele etmeye, AKP’ye, faşizmine meydan okumaya devam edecekler. Bu hesaplaşmanın ilk adresi 9 Aralık’ta Ankara’da görülecek olan Hopa davasıdır. Sokağı özgür bırak demeye, arkadaşlarımızı almaya gidiyoruz.
AKP DEMOKRASİSİ DÜNYANIN DİLİNDE Türkiye dışından da AKP iktidarına eleştiriler yükseliyor. Eleştirilerin konusu yaşanan hak ihlalleri. Dünya Demokratik Gençlik Federasyonu (WFDY) AKP'yi ve Türkiye'de uyguladığı baskıları, tutuklamaları kınadı. Federasyon, basın açıklamasında; Tayyip Erdoğan'ın yönetimindeki Türkiye'nin medyanın dünyanın geri kalanına yansıtmaya çalıştığı gibi bir ülke olmadığına, Türkiye içindeki gerici güçlerin hem Türkiye halkların hem de komşu halkların sömürülmesinde çıkarları olduğuna, Erdoğan hükümetinin politikalarına karşı çıkan herkesi, özellikle de 500'den fazla tutuklu bulunan örgütlü gençlik hareketini bastırmak için polisi ve ceza mekanizmalarını kullandığına değindi. Ekonomist dergisi de Ankara Hopa davası, gazeteci davaları ve KCK operasyonlarını örnek göstererek AKP iktidarının muhalefet üzerindeki baskılardan, Ortadoğu’da demokrat kendi ülkesindeki baskıcı politikalarından örnekler vererek eleştirilerini belirtmiştir.
SAYFA 02
SœYAH MAVœ KIRMIZISARI
ARKADAŞLARIMIZI GERİ ALMAYA GİDİYORUZ Öğrenci Kolektifleri üniversitelerde sürdürdüğü çizgiyle üniversite muhalefetinin adresi haline geldiğini tekrar gösterdi. Üniversite açılışlarında AKP’lileri rahat ettirmeyen Kolektifler, üniversite içerisinden gündeme müdahale olanaklarını başarılıyla kullandı. 22 Ekim’de Öğrenci Kolektifleri’nin ‘Ülkeyi, üniversiteyi, sokağı özgür bırak’ çağrısıyla bin beş yüz üniversiteli İstanbul’da İstiklal Caddesi’ni doldurdu. AKP her geçen gün toplumsal muhalefet üzerinde yeni baskı biçimleri yaratırken, Kolektifler, iradi olarak kararını aldığı eylemde üniversitelilerin sesini birleştirmeyi başardı. Üniversitelilerin 22 Ekim günü taşıdığı “Kan, intikam, gözyaşı değil barış istiyoruz” pankartı o gün yapılan eylemin önemini iki kat arttırdı. AKP’nin ülkeyi iç savaş ortamına çekmek için elinden geleni yaptığı, şovenizmin ve nefretin yükseltilmeye çalışıldığı günlerde, ırkçı tepkilerin adresi konumuna getirilen İstiklal Caddesi’nde, bu topraklarda barış dışında tüm çözümlerin denendiğini hatırlatma görevini üniversiteliler başarıyla yerine getirdi. 12 Eylül faşist darbesinin 6 Kasım 1981’de üniversiteye armağanı YÖK, bu yıl da kurulduğu hafta boyunca birçok üniversitede üniversitelilerin gerçekleştirdiği eylem ve etkinliklerle protesto edildi. 4 yıl önce YÖK Başkanlığı’na Yusuf Ziya Özcan’ın atanmasıyla kumandayı ele alan AKP, üniversite içerisinde etkisini derinleştirirken, harç paralarına gizli zam yapma hamlesi gibi, YÖK aracılığıyla attığı her adımda, Kolektifleri karşısında bulmaya devam ediyor. Bu yıl Kolektifler YÖK eylemlerinin gündemine
Beytepe Karikatür Atölyesinden: Minikatür
AKP’nin hazırlıklarını yaptığı YÖK reformunu koyarak, AKP’yi önceden uyardı. Kolektifler Van’da gerçekleşen deprem sonrasında “Okumuş insan” olmanın sorumluluğuyla yardıma koştu. Depremin yaşandığı ilk günün ardından üniversitelilerde kurulan yardım standlarında Van halkının acil ihtiyaçları için yardım malzemeleri toplandı. Depremden bugüne aralıklarla Van’a giden iki ayrı Kolektif grubu deprem bölgesinde aktif olarak çalışarak, birçok deneyim kazanarak üniversitelerine döndüler. Deprem sonrasında dayanışma dersini başarıyla geçen Kolektifler’in görevleri henüz bitmedi. AKP’nin felaketi kentsel dönüşümle fırsata dönüştürmek için kolları sıvadığı Van’da halkın barınma, beslenme gibi temel ihtiyaçlarının devlet tarafından karşılanması ve AKP’nin ranta ve dilendiriciliğe dayalı politikalarının teşhirini önümüze hedef olarak koymalıyız. Kolektifler deprem sonrasında bulundukları kentlerde profesyonel Kolektif Arama Kurtarma Ekipleri oluşturma ve Van’da kurulacak Çocuk Evi projesine katkı sağlamayı gündeminde tutması gerekiyor. *** 31 Mayıs’ta Hopa’da öğretmen Metin Lokumcu AKP mitingi öncesinde biber gazıyla öldürüldü. Üniversitelilerin suyuna, yaşam hakkına sahip çıkan öğretmenin öldürülmesine sessiz kalması beklenemezdi. Öğrenci Kolektifleri Türkiye’nin dört bir yanında Metin Öğretmen’in katillerinden hesap sormak için sokağa çıktı. Ankara’da ise polis saldırısı ile sonuçlanan eylemin ardından on Kolektifçi arkadaşımızın aralarında
Ankara genelinde uzun bir zamandır çizgilerle, mücadeleyi ve toplumsal sorunları anlatmayı hedefleyen Karikatür Atölyesi Beytepe'de de kuruldu. Daha önceden yaptıkları Minikatür çalışmasıyla oldukça beğeni toplayan atölye, çalışmalarını yerellerde de güçlendirerek sürdürmeyi planlıyor. İlk toplantılarını
bulunduğu toplam 28 kişi tutuklandı. Yaklaşık altı aydır uydurma iddianamelerle tutuklu bulunan arkadaşlarımızın davası 9 Aralık’ta Ankara’da görülecek. AKP’nin yeni icadı özel yetkili savcıları birer Tayyip Erdoğan, Yusuf Ziya Özcan olup arkadaşlarımıza neden parasız eğitim istediklerini soracaklar, YÖK’ün kapısına neden zincir vurduklarını, patronları ve AKP’li bakanları neden yumurtalarıyla kovduklarını soracaklar. Demet’in karşısına geçip tacizcileri neden aklamadığını soracaklar. Bugüne kadar biz sokaklarda, amfilerde arkadaşlarımızla birlikte düşündük, ürettik, mücadele ettik ve dava gününde onları yalnız bırakmayacağız. Altı aydır Sincan Cezaevi’nde tutuklu bulunan 10 arkadaşımız, üniversiteli olmanın sorumluluğunu hiçbir zaman unutmadılar. Bizlere yolladıkları mektuplarla dört duvar arasında üretmeye devam ettiler, AKP’nin gücünün bizlere yetmeyeceğini bir kere daha kanıtladılar. Arkadaşlarımızı geri almak için bu dönemin en zorlu günleri bizleri bekliyor. Yaz aylarında başlattığımız “Sokağı Özgür Bırak” kampanyasında fazlasıyla yol almıştık. 9 Aralık’a kadar her gün artan inatla, çalışkanlıkla hazırlanmalıyız. 10 Aralık günü Ozan’la, Çağdaş’la, Soner’le, Nuri’yle, Demet’le, Can’la, Özgür’le, Tayfun’la, Uğurlarımızla kaldığımız yerden daha
güçlü devam etmek için Ankara’da buluşalım. AKP’ye meydan okuyarak arkadaşlarımızı almaya Ankara Adliye’sine gidelim.
geçtiğimiz günlerde alan Beytepe Karikatür Atölyesi toplantı gündemlerini belirledikten sonra da çalışma programlarını çıkardı. Artık her hafta biraraya gelme kararı alan Beytepe Karikatür Atölyesi sadece karikatür çizenleri değil fikirleriyle de kolektif bir üretime destek olmak isteyen herkesi toplantılarına çağırıyor.
TECAVÜZÜ AKLAYANA YER YOK
ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜ KUTLAMIYORUZ
2 kampüslerden
Ordu’da kartlı soygun
24 Kasım Öğretmenler Günü nedeniyle “Öğretmenler gününü kutlamıyoruz” kampanyası yürüten KTÜ Kolektif Fatih Eğitim Fakültesi'nde Dekanlık Binası önünde bir basın açıklaması yaptı. Öğretmenler gününün bu şartlar altında kutlamayacaklarını söyleyen üniversiteliler, AKP’nin neo-liberal politikaları sonucu ataması yapılmayan 300 bin öğretmenin, okullarda ücretli bir şekilde çalışmak zorunda bırakılan güvencesiz öğretmen-
lerin, esnek çalışma saatleri ve düşük ücretlere çalışmak zorunda kalan dershane öğretmenlerinin sesini Eğitim Fakültesi’nde duyurdular. Basın açıklamasının ardından Söğütlü Belediyesi’nin tahsis ettiği otobüslerle kampüs içerisine gelen faşist bir grup üniversitelilere saldırdı. Özel güvenlik birimlerinin engellemeye çalışmadığı saldırı sonrasında, dekanlık sessizliğini koruyarak yaşanan saldırıya ortak oldu.
Ankara Üniversitesi Hukuk fakültesi'nin 86. kuruluş yıldönümüne katılmak üzere gelen Haşim Kılıç'ın konuşma yapacağı salona üniversiteliler alınmadı. Salona girmekte kararlı olan üniversiteliler salona girince de Haşim Kılıç etkinliğe katılmama kararı alarak üniversiteyi terketti. Ardından salonda 504 üniversitelinin tutuklu olmasına, 13
yaşında 24 kişinin tecavüzüne uğrayan N.Ç'nin davasındaki karara tepkisini göstermek isteyen üniversitelilerle ÖGB'ler arasında arbede yaşandı. Ancak üniversitelilerin salondan çıkmaması üzerine etkinlik başka salona aktarıldı. Diğer salonda da başka konuşmacılara yumurta atılma ihtimaline karşı şemsiyeli korumalar hazır bekletildi.
‘ÜNİVERSİTE BÖYLE OLUR’ Üniversiteli Gazetesi yeni bir sabit köşeye daha kavuştu: Padişahın üniversite düşü! AKP üniversitede varlığını derinleştirirken yarattığı gerici ve piyasacı örnekleri köşemize taşıyacağız. Mardin Artuklu Üniversitesi'nde akademik yıl açılış töreninde önce Kur’an okundu, sonra farklı dillerde dualar edildi. AKP bir ilke daha adım atmanın kıvancını yaşıyor. Kendine muhalefet eden öğrencilere tahammül ede-
meyen AKP, açılışını yaptığı üniversitenin muhalif öğrencilerden korunması için dualara sığındı. Dargeçit müftüsünün Kur’an okumasıyla başlayan açılış, farklı dillerde dualar okunarak sona erdi. AKP, gericiliği üniversiteye yaymak için başka yollar bulmuş gözüküyor. Üniversitedeki tüm ‘kötülüklerden’ arındırmayı amaçlayan bu proje daha önce Türkiye’de hiç gerçekleşmemiş bir açılış olma özelliğiyle üniversitenin kara tarihine yazılıyor. Bir ilki gerçekleştiren AKP’nin ise gericilik defterine bir çentik daha attırıyor. Rektör, Sol kitabı görünce çıldırdı Adıyaman Üniversitesi rektörü standa izin verip sonra sol içerikli kitabı stantta görünce, kitabı yayın-
cının suratına fırlattı. Karikatür sayfalarında okuduğumuz bir cinsten bu haber. Yayıncıdan stant açması için para alan, yayın listesine bakıp onay veren rektör ya şaşırmış, ya da sola beslediği kin duygularını
gizleyememiş. Sinirinden üniversiteyi babasının çiftliği zannetmiş olmalı ki stant görevlisini okulu terk et diyerek kovmuş. Sonrasında ise konuyu kapatmak için kabadayı tavırlarıyla yayıncıyı tehdit etmiş.
Uzun zamandır birçok üniversitede öğrencilere, bankalarla yapılan anlaşmalar sonucunda bankamatik kartıyla öğrenci kartı aynı kart üstünde veriliyor. Yani okuldaki bütün öğrenciler aynı zamanda anlaşma yapılan bankanın müşterisi olmak zorunda bırakılıyor. Bunun son örneği de Ordu Üniversite'sinde yaşandı. Üniversitenin Vakıf Bank'la yaptığı anlaşma sonrasında bütün öğrencilerden izinsiz bir şekilde kişisel bilgileri Vakıf Bank'a verilerek herkese kart çıkarıldı. Kartları olmayan öğrencilerin okula giremeyeceğini belirten üniversite yönetimi bunu yanı sıra olaya tepki göstererek kartları almak istemeyen öğrencileri de disiplin soruşturmasıyla tehdit ediliyor. Daha önce Ege Üniversitesi'nde yaşanan benzeri bir olayda bir üniversitelinin açtığı davada üniversiteliler haklı bulunmuş ve uygulama sona ermişti.
Kartondan soruşturma Bu yılın başında üniversiteye yeni gelen arkadaşlarına okulu ve şehri tanıtmak amacıyla masa açan Kolektif üyelerine güvenlik görevlileri saldırmış, fakat Kolektif üyeleri karton kutuları masa olarak kullanarak rektör Yunus Söylet’in tüm engellemelerine rağmen çalışmalarına devam etmişti. AKP’li Yunus Söylet hızını alamayarak iki ay sonra, 12 öğrenciye “Kartondan masa açılmasına karışmak” iddiası ile soruşturma açtı.
SAYFA 03
Bedelli askerlik için hazırlanan yasa tasarısı TBMM Milli Savunma Komisyonu’nda kabul edildi. Tasarıya göre, 30 yaşını geçmiş olanlar 30 bin Türk Lirası karşılığında bedelli askerliğe hak kazanacak ve 21 gün temel askerlik hizmetinden muaf tutulacak. 30 bin lirası olmayan yoksullara ise askere gitmek serbest. Vicdan-i red için hazırlanan tasarı ise komisyonun onayından geçmedi.
Gün dem
SœYAH MAV
KIRMIZISARI
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek geçtiğimiz haftalarda Dikmen Vadi'sini yıkmak için tüm hazırlıkların yapıldığını ve evlerin yıkılacağını belirtti. Vadi halkı da yıkım tehditlerine karşı direneceklerini belirtti. Gökçek son olarak Vadi halkı temsilcisi Tarık Çalışkan'ı çıktığı TV programlarında ve yarısından çoğunu Dikmen''deki mücadeleyi karalamaya ayırdığı Ankara Bülteni’nde hedef gösterdi.
SAYFA 3
AYIN
YENİ BİR KRİZ ÖNCESİ İKTİDAR VE MUHALEFET İÇİN
PANORAMASI
U B T A S R FI FIRSAT
Dünya Gençliği Parasız eğitim talebiyle sokaklara çıkan gençlik dünyayı kasıp kavuruyor. Şili’de senato basılırken, Wall Street’te işgaller devam ediyor. İngiltere’de 55 bin kişi harç zamlarını protesto etmek için yürüyor, Kolombiya eğitim reformlarına karşı ayaklanıyor. Gençlik bu sene de çıkmadık sokak bırakmıyor.
Türkiye; ekonomik verilerini, özellikle cari açığını finanse etmek için düğmeye şimdiden bastı. Enerji alanında yapılan fahiş zamlar, arttırılan vergiler, sağlığın ve eğitimin giderek paralılaştırılması, bedelli askerliğin getirilip görülmemiş derecede yüksek ücretli olması krizi nasıl fırsata çevireceklerini gösteriyor Bir süredir Avrupa kapitalist sisteminin liderleri dişlerini sıkarak, gözlerini patlatarak izliyorlar yaşananları. Avrupa’da Yunanistan’ın borç kriziyle başlayan ekonomik bunalım giderek diğer ülkelere de yayılıyor. Yaşananlar bütün coğrafyada tedirginlikle izlenirken kendinden emin tavırlar göstermeye çalışan Türkiye de aslında bu krizin ana bölgelerinden biri haline gelebilir. Kapitalizmin borçlandırmaya dayanan ekonomik modelinde yüksek borçlu ülkelerin borçlarını ödeyememesi sonucu kredi musluklarını açan bankalar da kabusa girmiş durumda. Avrupa kurtarma fonları da bu yüksek borç oranlarını karşılayamayacak düzeyde olunca kabus büyüyor. Asıl olarak borçlandırma sistemini bankalar üzerinden yürüten kapitalizm, sistemin temelinde yaşanan bu soruna karşı bir türlü çıkış yolu bulamıyor. Üstelik “Avrupa’nın kurtarıcıları”ndan biri olarak kendine rol biçen Fransa da önemli bir tehlikeyle karşı karşıya. Fransa’nın göstergelerinin bir süredir iflası tartışılan İtalya’dan pek farklı olduğu söylenemez. Fransa’da kamu açığının milli gelire oranı %5.8 iken İtalya’da bu oran 1.8 puan daha düşük. Fransa’nın bu yıl milli gelirinin %3.9’u kadar açık vermesi beklenirken İtalya’da bu oran % 3.5. Fransa’da işsizlik oranı yıl sonunda %9.5’i bulacakken İtalya’da işsizlik oranının %8.4 olması bekleniyor. Zira kurtarıcı rolünü üstlenerek Avrupa ekonomisinden sorumlu insanları sık sık toplamaya çalışıp rota çizmeye çalışan Fransa’nın kendi ekonomisiyle ilgili yaşadığı sıkıntılar önemli düzeylere varıyor. Kaldı ki Libya konusunda bölgeye bu kadar müdahale etmesinin en temel nedenlerinden birini de bu oluşturuyor. Fransa ve İtalya’nın iflas durumu Yunanistan’a hiç mi hiç benzemez. İtalya; Euro bölgesinin üçüncü, dünyanın sekizinci büyük ekonomisi (Yunanistan’dan tam yedi kat daha büyük bir ekonomi). Ölçekleri de çok büyük bir ekonomi olduğundan berabe-
rinde onlarca Avrupa bankasının da batışına sebep olacak. Fransa’nın da böyle bir durum yaşaması bütün Avrupa’yı; hatta dünya kapitalist sistemini ciddi bir krize sokacağını tahmin etmek çok zor değil. Peki Türkiye’de durumlar ne? Türkiye 78 milyar dolarlık cari açığıyla ABD’nin ardından ikinci, cari açık/milli gelir oranının %10.5 olması itibariyle “dünya birincisi”. Cari açık miktarı sadece bu yılın eylül ayında 6.8 milyar dolara dayanmış durumda (2010 Eylülünde 3.7 milyar dolardı). Ekonomik ilişkilerin ise %55’i krizin kapıya dayandığı Avrupa’yla yapılıyor. Durum böyleyken Türkiye’nin sert bir krizle karşılaşmamasının arka planında 3 tane halk karşıtı temel neden var* 1) Dış kaynak girişli büyümenin yol açtığı ithalattan ve tüketim kredileri ile canlı tutulan iç tüketimden alınan ÖTV, KDV biçimindeki dolaylı vergilerin payı yüzde 70’lere ulaştı. 2) 10 yılda toplamı 50 milyar doları bulan özelleştirmeler, neredeyse hiçbir muhalefetle karşılaşmadı, geliri bütçeye aktarıldı, dahası 50 milyar TL’lik İşsizlik Fonu’na bile hortum bağlanıp bütçe açıkları daraltıldı. 3) Başta sanayi ve enerji olmak üzere kamu kesimi ekonomiden uzaklaştırılınca yatırım harcamaları azaltıldı, kamu çalışan sayısı ve istihdam giderleri düşürüldü. Eğitime, sağlığa, tarıma, hanehalkına destek kısıldıkça kısıldı. Sıcak para bolluğu ile faizler düşünce, faiz harcamalarının bütçedeki payı da yüzde 35′lerden yüzde 15’lere kadar geriledi. Görüldüğü gibi ekonomik kötü gidişin faturasının tamamı halka ödetiliyor. Her defasında “Krizi fırsata çevireceğiz” açıklamalarının arka planında bu yatıyor. Dünyanın her yerinde sermayenin krizi halkın sırtına yüklenerek aşılmak isteniyor. Burada belirtilmesi gereken kritik nokta ise şu olmalı: Yunanistan’da IMF anlaşmaları sonucu uygulanmaya çalışılan radikal ekono-
mik kemer sıkma politikaları Yunanistan muhalefetinin sert karşı çıkışıyla durduruldu. Referandum kararı alındı. İşte Yunanistan muhalefetinin sokakta ısrarla direnmesi sonucu çıkan bu karar Avrupa’yı siyasi krize doğru sürükledi. Sonucunda FransaAlmanya’nın baskıları sonucu Yunan hükümeti istifa edip “seçilmemiş” teknokratlara devretti görevini. Yani Yunanistan toplumsal muhalefeti bütün Avrupa’yı ekonomik ve siyasal kriz korkusuyla baş başa bıraktı. Görünen o ki “Hak gasplarına karşı gerçekleştirilen her hak hareketi bütün bir sistemi tehlikeye sokacak kadar etkili bir müdahale yaratıyor.” Türkiye; ekonomik verilerini, özellikle cari açığını finanse etmek için düğmeye şimdiden bastı. Enerji alanında yapılan fahiş zamlar, arttırılan vergiler, sağlığın ve eğitimin giderek paralılaştırılması, bedelli askerliğin getirilip görülmemiş derecede yüksek ücretli olması krizi nasıl fırsata çevireceklerini gösteriyor. Bütün bunların yanında oluşacak tepkilere karşı toplumsal muhalefeti hiçbir hukuka sığmayan biçimde polis operasyonlarıyla cezaevlerine atıyor. Ekonomik krizin siyasal krize dönüşme olasılığı AKP’yi öylesine tedirgin ediyor ki; avukatlardan öğrencilere, köylülerden gazetecilere herkesi cezaevine gönderiyor. Görülüyor ki özellikle 2012 yılında iyice açığa çıkacak ekonomik bunalıma karşı AKP daha büyük bir saldırı hazırlığına giriyor ancak böylesine büyük açıkları kapatmak önemli gelirlere sahip olmayı gerektirdiği için halkın haklarına karşı gasplar daha da büyüyecek. Bu durum Türkiye sokaklarını (zaman zaman ortaya çıkan ve kaybolan kısa süreli tepkiler dışında) krizden çıkartacağa benziyor. Avrupa’da olduğu gibi Türkiye’de de sokaklar bütün engellemelere rağmen ısınacağa benziyor. *Cari açık, “no problem”: İşin sırrı bütçede - Mustafa Sönmez (Cumhuriyet) adlı yazıdan alınmıştır
Adalet Parasız eğitim isteyen öğrenciler hapsediliyor, Hrant Dink davası zamanaşımına yaklaşıyor. Puşi davasında tahliye çıkmıyor, AKP’ye uzanan her el kelepçeleniyor. Tayyip Erdoğan “Özgür bir Türkiye inşa ediyoruz” diye dursun, adalet kapıyı çalıyor ama içerde kimse yok.
Güvencesiz Öğretmenler Ataması yapılmayan ve ücretli çalışan öğretmenler sokakları boş bırakmıyor. Ankara’ya yürüyen öğretmenler güvencesizliğe karşı seslerini daha gür çıkarıyor.
TRT Seçim döneminde tarafsızlığını korumayan, AKP’lilerle ilgili demeçler yayınlayan TRT, son olarak Fatma Şahin’e yağdırdıkları methiyelerle AKP’lileşmekte ısrarcı gözüküyor.
YAŞAM HIRSIZLARINA GEÇİT YOK Van depremiyle Türkiye felaket senaryolarını tekrar gündemine alırken, üzerinde durulmayan bir diğer gerçeğe, çevre felaketlerine doğru emin adımlarla gidiliyor. AKP nükleer, termik ve hidroelektrik santrallerle ormanları, toprakları, dereleri, tarım alanlarını kar hırsıyla yok etmeye devam ediyor. Son yıllarda yapımı hız kazanan irili ufaklı binlerce Hidroelektrik santralle birçok dere, akarsu kururken, canlıların yaşam alanları zarar gördü. Hidroelektrik santrallerine karşı başlatılan eylem ve direnişler ülke gündeminde genelindeki vadilerde bulunan dere ve akarsular üzerindeki projelere karşı verilen mücadelelerle yeni boyutlara taşınıyor.
Trabzon’un Çaykara ilçesine bağlı Solaklı Vadisi’ndeki köylülerin jandarma ve polis saldırısı rağmen gerçekleştirdikleri HES direnişi, HES’çi şirkete geri adım attırarak, çalışmaları durdurma karar aldırttı. Türkiye genelinde yaratılan su hakkı mücadelesi direnişlerle sonuç verirken, bir örnek direnişte nükleer, termik ve hidroelektrik santral tehditlerinin ortasında kalan Sinop’ta devam ediyor. Gerze’de köylerine termik santral istemeyen köylüler geçtiğimiz ay sondaj ekiplerini köylerine almazken, 26 Kasım Cumartesi gerçekleştirdikleri “Havamız bozulmasın diye termik santrale hayır” mitingiyle de yaşam hakkını savundu.
Ayl›k, yerel, süreli, Türkçe yayin. Kolektif Kültür Yaşam Derneği Ad›na Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹şleri Müdürü Dilan Ögüz Adres ‹stiklal Caddesi, imam Adnan Sokak, No:5,Kat: 5 Beyoğlu/‹stanbul Tel 0 212 245 97 33 e-posta : universitelimp3@gmail.com Bas›ld›ğ› Yer : Star MedyaYay›nc›l›k A.Ş Mehmet Akif Mah. ‹nönü Cad. Bas›n Express Yolu Star Sok. No:2 ‹kitelli/‹stanbul Tel :0212 448 82 62 Ücretsizdir
SAYFA 04
Prof. Dr. Ersanlı'yla dayanışma için Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyeleri ve öğretim görevlileri Güney Kampüsü'ndeki Öğrenci Merkezi önünden Kuzey Kampüsü'ndeki kütüphanenin önüne kadar olan bir yürüyüş gerçekleştirdiler. Kişileri itibarsızlaştırma girişimlerini ve nefret söylemini kınadıklarını belirten Prof. Dr. Alpar Sevgen toplumsal barışın sağlanması için TBMM olmak üzere tüm ilgili kurumları ortak çaba gösterme çağrısında bulundu.
Aka demi SAYFA 4
SœYAH MAVœ KIRMIZISARI
Selçuk Üniversitesi’nde yapılan rektörlük seçimlerinde altı aday için oy kullanıldı. Bin 472 öğretim üyesinin oy kullanımının ardından sayım sonuçlarından 512 sayıyla en çok oyu Prof. Dr. Hakkı Gökbel aldı. YÖK’ün belirleyeceği üç adayın ismi Abdullah Gül’e gönderilecek. Gül’ün hangi yandaş rektörü atayacağı ise merak konusu.
AKADEMİDE İŞLER YOLUNDA MI ? Yusuf Ziya Özcan'ın YÖK Başkanı olmasının ardından üniversitelerdeki baskılar da arttı. Birçok üniversitede bir yandan sivil polis, özel güvenlik, kamera, turnike gibi aygıtlarla üniversiteliler baskılanırken diğer yandan üniversitelilere sürekli soruşturmalar açılıyor. Bu soruşturma ve baskılardan sadece üniversiteliler değil akademisyenler de payını alıyor. Hacettepe Üniversitesi'nde masa açan öğrencilere saldıran polislere "Öğrencime dokunma" diyerek engel olmak isteyen iki öğretim görevlisi hakkında rektörlük tarafından soruşturma açıldı. Üniversiteliler ve akademisyenlerin baskılara karşı yaptıkları ortak eylemler ve akademisyenlerin okulda masa açarak “ Öğrencime dokunma” bildirilerini dağıtmasının ardından soruşturma açılmayan akademisyenlere de soruşturma açıldı. YTÜ'de öğretim görevlisi olan Özgür Sevgi Göral bir TV programına katılıp Kürt sorununa dair yorumlar yapmasından sonra işten atılırken, bu duruma tepkisini bir gazetede yayımlanan makalesiyle dile getiren Yar. Doç. Dr. Ergun Aydınoğlu'na da yayımlanan makalesi ile ilgili soruşturma açıldı. Akademisyenlere muhalif olmayın diyen AKP bununla da yetinmeyerek “Sermayenin zararına
hiçbir araştırma yapmayın yaparsanız da kamuoyuyla paylaşmayın” diyor. Kocaeli Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, Kocaeli'nin Dilovası ilçesindeki Sanayi Bölgesi'nden kaynaklı Dilovası halkının yaşadığı sağlık sorunlarıyla ilgili araştırmalar yaptı. Araştırmalar sonucunda annelerin ilk sütlerinde ve yeni doğan bebeklerin ilk dışkılarında bulunan ağır metalleri ve bölgedeki kanser riskinin fazla olduğunu kamuoyuyla paylaştı. Bunun ardından üniversitenin açtığı soruşturma sonrası uyarı cezası aldı. AKP'nin akademisyenlere yönelik baskısı sadece YÖK ve rektörlükler eliyle açtığı soruşturmalar ve verdiği cezalarla sınırlı değil. Bunların haricinde AKP, yargı eliyle akademisyenler hakkında dava açıyor ve hatta tutukluyor. Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu üniversiteden aldığı ceza haricinde “Halkı paniğe sevkettiği” gerekçesiyle 2 yıldan 4 yıla kadar hapis cezasıyla yargılanıyor. Bunun en sonuncu örneği de Marmara Üniversitesi İİBF Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Büşra Ersanlı. Son KCK operasyonlarında yayıncı Ragıp Zarakolu'yla beraber tutuklanan Ersanlı'nın hakkındaki en büyük delil BDP'nin
Siyaset Akademisi'nde ders veriyor olması ve evindeki aramalarda çıkan ders notları. İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin de Ersanlı'nın tutuklanmasına gelen tepkileri sönümlendirmek için Ersanlı'nın "Halk nasıl ayaklandırılır, üke nasıl bölünür" gibi dersler verdiğini iddia ederek adeta akademisyenlerle dalga geçiyor. Marmara Üniversitesi'nden Büşra Ersanlı tutuklanırken AKP Siyaset Akademisi'nde ders veren 12 Eylül referandumunda “Yetmez ama evet” diyen Osman Can ise hukuksuz bir şekilde Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku'na öğretim görevlisi olarak atanarak yaptıklarının “mükafatını” AKP'den aldı. Bu duruma itiraz eden Hukuk Fakültesi Dekanı ve Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği'nin tepkilerine rağmen yaşanan bu hukuksuzluklar üzerine hiçbir yetkili açıklamada bulunmadı. AKP yandaş akademisyenlere kıyak, muhalif olanlara ise cezaları ve soruşturmaları reva görüyor. Bunlara rağmen üniversitelerdeki baskılara karşı bir tavır alan üniversitelilerin ve akademisyenlerin tepkileriyle beraber AKP'nin ileri demokrasi yalanlarının inandırıcılığı da her geçen gün azalıyor.
YÖK’TE BAŞKANLIK YARIŞI BAŞLIYOR
KİM DAHA USTA ?
10 Aralık'ta YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan'ın YÖK Başkanlığı süresi doluyor. Bugüne kadar Yusuf Ziya Özcan AKP'nin tüm ihtiyaçlarını karşılamak için çabaladı. Özcan’ın önemli faaliyetleri arasında üniversitelerde türbanı serbest bıraktırması, üniversitedeki piyasacı dönüşümler için bütün adımları atması ve AKP'nin üniversitelerdeki kadrolaşmasında her isteneni yapmasıyla gözde isimler arasında yer alıyordu. Özcan’a rakip olabilecek yeni adaylar da söz konusu. Bunlardan kazanma ihtimali en yüksek olan İstanbul Üniversitesi Rektörü Yunus Söylet. Kendisi aynı zamanda Başbakan’ın eski özel doktorluğunu da yaptı. Rektör olduğu dönemlerde öğrencilere açtığı onlarca soruşturma ve verdiği cezalarla adından sıkça sözettirdi. Aynı zamanda okulda
polisler için arama kararı çıkartmak ve öğrencilerin ailelerinin numaralarını polislere aratarak tehdit etmek yine Söylet'in zekasının ürünüydü. AKP'nin önümüzdeki dönem açısından arttıracağı piyasacı saldırılarının karşısında duran üniversitelilere yönelik baskıların artacağını şimdiden söylemek zor değil. İstanbul Üniversitesi'nde öğrencilere yaptığı baskılarla deneyim elde eden Söylet'in de YÖK Başkanlığı için güçlü bir aday olduğu söylenebilir.
Mühim olan yandaşlık AKP üniversitelerdeki kadrolaşmada artık daha profesyonel. Cumhurbaşkanı'nın seçtiği rektörlerle beraber AKP'ye oldukça uyumlu hale gelen Üniversiteler Arası Kurul (ÜAK) tarafından doçentlik jürisini belirleyen komisyonlar değiştirildi. “AKP’li doçent” seçmek konusunda daha uygun olan üniversiteler bu komisyonlarda yer alırken, AKP kadrolaşmasının görece daha geride olduğu üniversiteler ise komisyonlarda yer alamamış durumda. Dilbilim komisyonunda
İstanbul Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi bulunmazken Ardahan, Düzce, Kocatepe üniversiteleri, Matematik komisyonunda İTÜ ve ODTÜ bulunmazken Erzurum, Kocatepe, Fırat üniversiteleri, Tıp komisyonunda ise Cerrahpaşa'ya yer verilmemiş; onun yerine Bezm-i Alem, Onsekiz Mart ve Atatürk üniversiteleri seçilmiş. Bundan sonra AKP'nin görece kadrolaştığı üniversiteler AKP'li jürileri belirleyecek, bu jüriler de kendilerine uygun olanları doçent yapacak.
Bilim TÜBA’da tercihini yaptı AKP geçen aylarda çıkardığı Kanun Hükmünde Kararname ile Tübitak ve TÜBA'yı tamamen kendisine bağlı hale getirdi. Eskiden üyelerini ve başkanlarını seçmekte görece özgür olan kurumlar artık tamamen AKP'nin verdiği kararlar doğrultusunda şekilleniyor. Geçen yıllarda TÜBİTAK'ın yaptığı evrim teorisi ile ilgili yayınların basımlarının durdurulması, Darwin yılının yok sayılması ve daha birçok müdahaleyle bilimin özgürlüğü kısıtlanırken, AKP artık dizginleri tama-
İstifalardan sonra çalışma arkadaşları ve TÜBA Başkanı’na bir mektup yazan Engin Umut Akkaya mektubunda “Temel olarak gerekçe zaten belli. Siyasi erkin, bir fetih hırsıyla, ara sıra hoşlanmadığı işler yapan bir özerk kurumu "ele geçirme" girişimi. Bunu öyle nazik bir şekilde de yapmayıp, TÜBA'dan bir görüş bile istemeden, bilim insanına değer vermediğini göstere göstere bir dayatma. Bu az buz bir şey değildir, emin olun. Yurtdışından bu tepkiler boşuna gelmiyor. Bakanlar Kurulu akademiye üye seçecekti. Buna bile cüret edildi. Kişisel görüşüm şudur ki, TÜBA iki nedenle hedef seçilmiştir.
men kendi eline alıyor. Buna karşı bilimin siyasi iktidara bağımlı olamayacağını söyleyen elliye yakın TÜBA üyesi akademisyen üyelikten istifa etti. İstifa eden akademisyenler bağımsız bir bilim derneği kurarak çalışmalarını sürdüreceklerini belirtirken; artık TÜBA'nın bilimle ilişkisinin sona erdiğini belirttiler. Ayrıca dünyanın birçok ülkesindeki bilim akademileri de TÜBA'nın siyasi iktidara bağlanmasına tepki gösterdi ve süreci kaygıyla izlediklerini belirttiler.
Birincisi, malum adayın reddedilmesi, ikincisi de evrim konusundaki kararlı tutumu. Birincisi yeterince tartışıldı. Ben ikincisi üzerinde duracağım. Evrim bilimi, bir kimyacı olmama rağmen, benim özel ilgi alanımdır, ve 1985 yılında, ABD'de yüksek lisans öğrencisiyken ABD Ulusal Bilimler Akademisinin konu ile ilgili kitapçığını tercüme ettim ve yayımlattım. Daha sonra TÜBA tarafından yayımlanan ikinci baskısı için de katkıda bulundum. Evrim konusundaki tutum, benim için bilim insanlığının turnusol kağıdıdır. Herhangi bir ikircikli tavrı kabul edemiyorum.”açıklamasını yaparak tepkisini dile getirdi.
SAYFA 05
İTÜ hazırlık öğrencilerinin uzun zamandır sürdürdüğü yemekhane kuyruklarının sona ermesi için ek yemekhane binası talebiyle yürütülen mücadele kazanımla sonuçlandı ve yeni yemekhane açıldı. Yıldız Teknik Üniversitesi’nde ise yıllardır hazırlık öğrencilerine uygulanan kitaplardaki şifre uygulamasının sınavlara etki oranları yarı yarıya düştü. Önümüzdeki sene de şifre uygulamasının kaldırılacağı sözünü alan Hazırlık Kolektif sürecin takipçisi olacaklarını söylediler.
Ko lek tif
SœYAH MAV
KIRMIZISARI
Trabzon Solaklı'da derelerini savunarak HES yapım çalışmalarına engel olmak isteyen köylüler uzun zamandır direniyor. Halkın mücadelesinin yanında olmak için KTÜ Kolektif üyeleri de Solaklı'ya gitti. 4 Kasım günü sabah 05:30'da jandarma köylülere baskın yaptı. Biri Kolektif üyesi olmak üzere altı kişi gözaltına alındı. Ayrıca jandarmanın geldiği minibüsleri ve de jandarmaların yemek paralarını HES'çi şirketin karşıladığı bildirildi.
SAYFA 5
SESİMİZİ BİRLEŞTİRDİK ÜLKEYİ ÜNİVERSİTEYİ
SOKAĞI
ÖZGÜR BIRAK Taksim 22 Ekim’de Türkiye’ nin 40 üniversitesinden gelen yaklaşık 1500 üniversiteliyi ağırladı. Sanatı, medyayı, kadını, bilimi, doğayı, gazetecileri, anadili, üniversiteyi, ülkeyi, sokağı özgür bırak diyen üniversitelilerin coşkulu korteji halkın da yoğun desteğiyle karşılaştı. Kolektif yalnız üniversitenin değil; kitapları toplatılanların, tutuklanan yazarların, HES karşıtlarının, Metin Lokumcu’yu öldürenlere öfke duyanların, AKP’ye öfke duyanların da sesi oldu. ‘’Ülkeyi, üniversiteyi, sokağı özgür bırak” pankartının hemen arkasında Hopa’da Metin Lokumcu’yu öldürenlerden hesap sordukları için tutuklanan üniversiteliler de vardı, arkadaşlarını yalnız bırakmamışlardı. Kolektif üyesi Demet, Çağdaş, Ozan, Hikmet, Nuri, Soner, Can, Uğur Uzunpınar, Tayfun ve Uğur Tuna’nın fotoğrafları en önde taşındı. Üniversiteliler ‘’Sincan’ı boşaltın, gençliği özgür bırakın’’ sloganını büyük bir coşkuyla attı. Asker cenazelerinin ardından devletin en üstünden, cumhurbaşkanlığı koltuğundan intikam çağrılarının yapıldığı; magazin programlarına kadar ırkçı söylemlerle nefret tohumlarının ekildiği bir dönemde üniversiteliler AKP’nin kirli savaşına her zaman olduğu gibi yine ‘’Gençlik barışa köprü ola-
cak’’ diyerek karşılık verdi. Günlerce savaş, intikam çığlıklarının atıldığı İstiklal Caddesi’nde ‘’Kan, intikam, gözyaşı değil barış istiyoruz’’ pankartını taşıyan üniversiteliler inatla ve cesaretle barışı savunmaya devam edeceklerini gösterdiler. AKP’nin emperyalist işbirlikçiliğine ve Kürecik’e yapılan füze kalkanına karşı ‘’Emperyalizme kalkan olmayacağız’’ pankartının da taşındığı eylemde Üniversiteli Kadın Kolektifi ise ‘’AKP’yi de cinayetlerini de durduracağız’’pankartıyla yer aldı. 22 Ekim’de ‘Özgür bırak’ diyen yalnızca üniversiteliler değildi. Sanatçı Rutkay Aziz, İlkay Akkaya, Ahmet Şık ve Nedim Şener’in gazeteci arkadaşları, şair-yazar Cezmi Ersöz, akademisyen Ayşe Erzan da üniversitelilerle beraber yürüdüler. Ahmet Şık eyleme gazeteci Hilmi Hacaloğlu’nun okuduğu mesajla katıldı. Ahmet Şık mesajında "Söylenecek çok şey var. Söylemeye kalksam, Silivri'den Hopa'ya, Diyarbakır'a yol olur" diyerek, Nazım Hikmet'in dizelerine yer verdi. Taksim Tünel’den meydana kadar üniversitelilerle birlikte yürüyen Rutkay Aziz “Sizleri yürekten selamlıyorum. Başta parasız eğitim ve üniversitelerin demokratik yapıya kavuşması doğrultusunda verdiğiniz savaşımda sizlere sağlık ve güç diliyorum” diyerek baş-
ladığı konuşmasını, gençliğin barış talebine vurgu yaparak “İnanıyorum ki güneş yarınlara başka türlü doğacak” sözleriyle sonlandırdı. Eyleme katılan şair Cezmi Ersöz, geçen yıl Öğrenci Kolektifleri’yle birlikte Hakkari Zap Suyu üzerine “Gençlik barışa köprü olacak” diyerek kurdukları Devrimci Gençlik Köprüsü’nün tahrip edildiğini söyleyerek, üniversitelilerle birlikte yeniden Hakkari’ye gideceğini duyurdu. Cezmi Ersöz “Yol arkadaşlığımız hiç bitmesin” diyerek üniversitelilere destek verdi. Eylemin sonunda Kolektif adına konuşan Basın Sözcüsü Neval Kösedağı, yirmiden fazla gencin toprağa verildiği bu dönemde AKP’nin ikiyüzlülüğüne dikkat çekerek; “Abdullah Gül misliyle intikam alacağız diyor. Burdan sesleniyoruz sen oğlunu gönder de görelim intikam almaya, meclistekiler, intikam bileyenler hadi siz kendiniz gidin intikam almaya. Bırakın bu halkın gencecik insanlarını” diyerek Hakkari’ye barışın köprüsünü kuran Kolektif’in bir barış örgütü olduğunu ekledi. Eylem sanatçı İlkay’la birlikte büyük bir coşkuyla söylenen Çav Bella Marşı ve çekilen halayların ardından üniversitelilerin bir sonraki buluşmayı 9 Aralık’ta Ankara Adliyesi önüne kesmesiyle sonlandırıldı.
Samsun
ANKARA
AKP BOŞUNA HAZIRLIK YAPIYOR
YÖK’TE REFORM TUTMAZ
Üniversiteliler 6 Kasım’da yıllardır olduğu gibi sokakları yine boş bırakmadı. ‘80 darbesiyle birlikte kurulan YÖK, 30 yıldır üniversitenin yakasından bir türlü düşmüyor. 2007 yılında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından YÖK Başkanlığı’na atanan Yusuf Ziya Özcan, AKP’nin üniversitedeki hayallerini gerçekleştirmek için, geldiği ilk günden itibaren kolları sıvadı. YÖK’teki dönüşümleri hızlandırmak için son zamanlarda ağızlarından düşürmedikleri “YÖK’te reform” söylemleri aslında ne Tayip
Erdoğan’ın ne de Yusuf Ziya’nın bahsettiği özgür üniversiteyi yaratmıyor. Aksine parası olmayanın okuyamadığı, üniversitenin toplum yararına kullanması gereken bilimi patronların ihtiyaçlarına göre kullandığı bir üniversite yaratma hayali peşindeler. Bu sene de tüm Türkiye’de üniversitelerinde YÖK’e ve reformuna karşı söyleyecek sözü olanlar, üniversitelerine sahip çıkanlar sokaklarda buluştu. İSTANBUL İstanbul Öğrenci Kolektifleri “YÖK’te reform olmaz, YÖK kapatılsın” pankartıyla, kuruluşunun 30. yıl döneminde Beyazıt Meydanı’nda yaptığı tiyatrolu ve renkli eylemle YÖK’ü protesto etti. ANKARA Ankara’da “YÖK’e karşı eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim” isteyen üniversiteliler kitlesel bir eylemle “YÖK kapatılsın” diyerek sokaklarda buluştu.
KOCAELİ Üniversitelerinde stant açma ve bildiri dağıtma gibi nedenlerle soruşturma alan KMÜ Öğrencileri, üzerlerindeki baskının YÖK’teki dönüşümlerle arttığını vurgulayarak YÖK’ü protesto ettiler. TRABZON KTÜ Öğrenci Kolektifleri YÖK’ün 30. yıl dönümünde “Susma haykır YÖK’e başkaldır” diyerek yaptıkları eylemde YÖK’ün tarihsel gelişimini tiyatrolarla anlattılar. İZMİR 'AKP'yi de, YÖK'ünü de, reformunu da üniversitelerden söküp atacağız' diyen İzmir Öğrenci Kolektifleri, kuruluşunun 30. yılında “YÖK’e hayır” diyerek sokaklarda buluştular. ESKİŞEHİR Öğrenci Kolektifleri kitlesel bir eylemle rektörlük önünde yaptıkları basın açıklamasında “Üniversiteler bizimdir” diyerek YÖK’ü protesto etti. ÇANAKKALE ÇOMÜ Öğrenci Kolektifi güvenlik görevlilerinin tüm engellemelerine rağmen YÖK’ü protesto ederek, “YÖK kalkacak, polis gidecek üniversiteler bizimle özgürleşecek” dedi.
BURSA Bursa’da üniversiteliler YÖK’e karşı iki ayrı protesto gerçekleştirdi. Parasız, bilimsel anadilde eğitim isteyen Bursa Öğrenci Kolektifi, AKP'nin YÖK’ünü üniversitelerden söküp atana kadar bize rahat yok diyerek eylemlerini sonlandırdılar. BOLU Bolu'da üniversiteliler kuruluşunun 30.yılında YÖK'ü ve onun reformlarını üniversitede istemediklerini yaptıkları yürüyüşle haykırdılar. TRAKYA Ülkenin dört bir yanında olduğu gibi Trakya Üniversitesi’nde de YÖK’ü protesto eden üniversiteliler, tiyatro ve şarkılarla renklendirdikleri eylemi sloganlarla üniversite kapısına yürüyerek sonlandırdı. ORDU Ordu’da üniversiteliler bilimsel üniversite ve parasız eğitim için YÖK ve AKP karanlığına karşı sonuna kadar mücadele edileceği belirtilerek, coşkulu bir eylemle “YÖK’e hayır” dediler. MERSİN Üniversiteliler “YÖK’te reform olmaz YÖK kapatılsın” diyerek Mersin’de 30. yılında YÖK’ü protesto ettiler.
SAYFA 06
Libya'da Kaddafi'nin öldürülüp Ulusal Geçiş Konseyi'nin iktidara gelmesinin ardından emperyalistler gözünü şimdi de Suriye'ye çevirdi. Arap Birliği'ne üyeliği askıya alınması üzerine Suriye'deki Türkiye Konsolosluk’larına saldırılar oldu. ABD'nin taşeronu olarak Suriye'de emperyalizmin istekleri doğrultusunda hareket eden AKP, Ahmet Davutoğlu'nun Suriyeli muhaliflerle yaptığı toplantıda, muhalifler için Ankara'da büro açılması yönünde karar alındı.
Yer küre SAYFA 6
SœYAH MAVœ KIRMIZISARI
FARC lideri Alfonsa Cano 4 Kasım günü Kolombiya Ordusu'nun yaptığı operasyonlarda hayatını kaybetti. FARC'ın fikri önderi olduğu kabul edilen Cano, FARC'ın lideri ve de kurucusu olan Manuel Marulanda'nın 2008'de kalp krizi geçirerek ölmesi sonucunda örgütün lideri olmuştu. 2008'de görevi devralan Cano örgütü yeniden inşa ederek örgütlemeye başladı. O yıl ordunun örgütün önder kadrolarına yaptığı operasyonlar sonrasında sağ kalan Cano Kolombiya devleti tarafından tek hedef haline getirilmişti.
SEÇENEK KALMADI :TEK YOL STREET İşsizlik, yoksulluk, gelir dağılımındaki eşitsizliklik ve neoliberal politikalar iflas etmeye başladı. Dünya topraklarında isyanlar birikmeye başladı. Bizimkiler New York’tan Atina’ya kadar isyanı sokaklara taşımaya devam ediyor. Kapitalizmin kalbi ABD ise Wall Street’ten artmaya devam ediyor 17 Eylül tarihinde ABD’nin New York kentinde başlayan “Wall Street’i İşgal Et (Occupy Wall Street)” hareketi kısa süre içerisinde ülkenin farklı şehirlerine yayılırken, 15 Ekim’de dünyanın birçok yerinde yapılan eş zamanlı eylemlerle de küresel bir isyana dönüştü. Kapitalist düzenin işsizlik, yoksulluk ve açlığa mahkûm ettiği kitleler; gelir dağılımındaki eşitsizliği, finansal sistemdeki yanlış işleyişi ve ekonomik politikalarını protesto amacını taşıyan ilk eylemlerini finans kapitalin merkez üssü olan ve aynı zamanda New York Menkul Kıymetler Borsası’nın da bulunduğu Wall Street’e karşı düzenlediler. ABD’nin en önemli finans kuruluşlarının yer aldığı ve kapitalizmin merkezi olarak bilinen Wall Street, işgal hareketi tarafından hedef alınırken, eylemciler Tahrir Meydanı’ndan ilham aldıklarını belirttiler. Hareketin sembolü haline gelen Zuccotti Park’ın ismi ise “Özgürlük Meydanı” olarak değiştirildi. Zuccotti Park’ta işgal kampı kuran ve çadırlarda yaşayan protestocular, iki ayı aşkın süredir soğuğa ve polis şiddetine rağmen eylemlerine devam ediyorlar. SON GELİŞMELER 3 Kasım: Oakland kentinde 25 Ekim günü gerçekleşen eylemde eski asker Scott Olsen’in polis tarafından ağır şekilde yaralanmasının ardından eylemciler tarafından genel grev kararı alındı. Oakland Limanı binlerce gösterici tarafından geçici süre ile kapatılırken, sendikaların yasal gerekçelerle
grev ilan etmemesine rağmen işçilerin büyük bölümü işe gitmediler. Dükkân sahipleri, öğretmenler, öğrenciler ve birçok kesimden işçi de yürüyüşlerle greve destek verdi. Birçok banka ve şirketler de, “Her yeri işgal et, Oakland’ı özgürleştir” şeklinde slogan atan eylemciler tarafından kapatıldı. Eylem sırasında göstericiler ve polis arasında çatışma yaşanırken 60’a yakın gösterici ise gözaltına alındı. Bu sırada New York, Boston ve Philadelpia’da da eylemler yapıldı. 6 Kasım: Zuccotti Park’tan başlayarak Federal Mahkemelerin bulunduğu Foley Meydanı’na bir yürüyüş gerçekleştirildi. New York’un merkezinde düzenlenen yürüyüşte göstericiler Barack Obama’nın dev kuklası etrafında toplanarak finans kuruluşlarını ve yanlış ekonomi politikalarını bir kez daha protesto ettiler. Polis ile göstericiler arasında yaşanan arbede sonrası birçok kişi gözaltına alındı. 9 Kasım: Vergi kesintilerinin %1’lik kesimin yararına olduğunu savunan göstericilerden 25 kişilik bir grup “Biz yüzde 99'u temsil ediyoruz, yüzde 1'in çıkarlarını koruyan kararlara karşıyız” diyerek Washington'a gitmek üzere Zuccotti Park’tan ayrıldı. Göstericiler iki haftanın sonunda Washington'a varmayı hedefliyorlar. Diğer eylemciler ise arkadaşlarını alkışlar eşliğinde uğurladıktan sonra Zuccotti Park’ta kalmaya devam ettiler. 12 Kasım: ABD'nin Denver ve Salt Lake City kentlerinde Wall Street karşıtlarının kurduğu çadır kamplarına polis tarafından müdahale edildi.
Denver'de göstericilerin kampları terk etmek istememesi üzerine polis göz yaşartıcı gaz kullanırken, direnenlerin bir kısmı ise gözaltına alındı. Kampların boşaltılmasına gerekçe olarak ise eylemcilerden bazılarının hayatını kaybetmeleri gösterildi. 14 Kasım: New York’ta eylemlerin başlangıç tarihi olan 17 Eylül’den beri göstericilerin kaldığı Zuccotti Park’ın polis tarafından zor kullanılarak boşaltılacağı duyuruldu. New York Belediye Başkanı Michael Bloomberg'in ofisinden yapılan açıklamada, çıkarma işleminin geçici süre ile
yapıldığı ve temizlik işleminden sonra parka geri dönülebileceği belirtildi. 15 Kasım: Başta Oakland, Denver, Colorado ve Salt Lake City gibi şehirler olmak üzere birçok şehirde başlatılan tahliye girişiminin ardından “Wall Street’i İşgal Et” hareketinin başlangıç noktası olan Zuccotti Park’ta polisin müdahalesi sonucu dağıtıldı. Eylemciler müdahalelere rağmen “Kimin parkı? Bizim parkımız!” şeklinde sloganlar atarak direndiler. Eylemciler, parkı düzenli olarak temizlediklerini ve tahliye girişiminin aslında bir tasfiye girişimi olduğunu
Mısır’da bahar ‘kontrolden’ çıkıyor Mısır'da bundan dokuz ay önce 30 yıldır devlet başkanı olan Hüsnü Mübarek'in uzun süren eylemler sonucunda devrilmesiyle ülkede iyi şeyler olacağına dair bir kanaat oluşmuştu. Ancak Hüsnü Mübarek'in ardından yönetimi ele geçiren Mısır Yüksek Askeri Konseyi halkın taleplerini gidermeye yönelik hiç bir adım atmadı. Bu duruma tepki göstermek için sokağa çıkma çağrısı yapan sendikalar ve sosyalistlerse Tahrir'deki ikinci isyanı başlattılar. Hüsnü Mübarek'in devrildiği ilk isyana sonradan katılan İslamcılar ise ikinci isyana karşı tutum alarak "Tahrir'den çekilin ve süreci baltalamayın" dedi. Ayrıca sokağa çıkan halka
asker ve polisin saldırıları sonucunda 40'a yakın ölü ve iki binden fazla yaralı var. Bu saldırılar sonrasında eylemler daha da kitleselleşmeye başladı. Eylemlerin sonucu Mısır'da hükümet Yüksek Askeri Konsey Başkanı Tantawi'ye istifa dilekçelerini sundu. Mısır Bağımsız Sendikalar Konfederasyonu bütün üyelerini sokağa çağırırken sosyalistler de sadece hükümet değil Yüksek Askeri Konsey Başkanı Hüseyin Tantawi devrilip, eşit özgür ve bağımsız bir Mısır kurulana kadar direneceklerini açıkladılar. Ayrıca Mısır'daki üniversite öğrencilerinin ikinci isyanın başlamasında ve devamlılığının sağlanmasında çok önemli bir payı bulunuyor.
İSPANYA’DA SAĞ İKTİDAR İspanya'da yapılan seçimler sonucu eski hükümet olan Sosyalist Parti'nin milletvekili sayısı düşerken, merkez sağcı Halk Partisi oylarını arttırarak mecliste 186 sandalyeye sahip oldu. İspanya'da son iki yıldır yaşanan ekonomiyi düzeltmek için çabalarken ülkedeki işsizlik son onbeş yılın en yüksek
düzeyine ulaşmıştı ancak yeni seçilen hükümetin de ekonomik sıkıntıları atlatmak için yine halkı kemer sıkmaya zorlayacak gibi görünüyor. Bask bölgesinin bağımsızlığı için mücadele eden ETA'nın silah bırakmasının ardından kurulan koalisyon hareketi AMAIUR da yedi milletvekili çıkardı.
belirttiler. 17 Kasım: Bugün “Wall Street’i işgal et” eylemcileri tarafından “Eylem günü” olarak kabul edilirken protestocuların büyük kısmının Zuccotti Park’a geri döndükleri görüldü. Polis ile göstericiler arasında yaşanan gerginliğin ardından yaklaşık olarak 60 kişinin gözaltına alındığı söylendi. “Caddeler, sokaklar bizim’‘, ‘‘Biz yüzde 99’uz’‘ şeklinde sloganlar atan protestocular, hareketin ikinci ayını doldurduğu gün Zuccotti Park’tan New York’a doğru yürüdüler.
Tanıdık bir emperyalizm filmi Emperyalizmin Libya çıkartması, NATO eliyle demokrasi havarileri tarafından bir ''diktatörü'' düşürerek ve sömürmek için hazır olan bir ülke bıraktı gerisinde. Emperyalizmin Kaddafi'yi linç ettirerek onun bu görüntülerini televizyon kanallarına ve internet sitelerine servis etmesi Kaddafi'ye uygulanan şiddetin pornografisidir aslında. Bu anlamıyla şiddetin pornografisini savaş hukukundan bihaberlikle perçinleyen emperyalizm, ''muhalif'' eliyle Libya'nın yeraltı kaynaklarına ulaşmış olmakla birlikte,
İRAN TOPUN UCUNDA Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu tarafından hazırlanan ancak İran tarafından objektif olmadığı gerekçesiyle kabul edilmeyen raporun yayımlanmasının ardından ABD, Kanada ve İngiltere İran'a yönelik yeni yaptırımlar uygulamaya karar verdi.
Libya'da da bir asrın kapanmasına en azından sömürülmeyen bağımsız bir ülke iken şimdi sokaklarında NATO askerlerinin ve işbirlikçilerin hükümetinin başa geldiği bir ülke konumuna gelmesine neden oldu. Savaş hukukundan bihaber olan NATO kuvvetleri ve onun işbirlikçileri bir şiddet pornosu yarattılar. Bunu var ederken yüzleri dahi kızarmadı. Kaddafi'nin can çekişen bedenini Sirte sokaklarında dolaştırıp öldüğünde de bunu tekbirlerle kutladılar. Artık Libya sömürülen bir ülke haline dönmüştü ve bu çığlıklar da bunun göstergesiydi. Tekbir sesleriyle gelen sömürü ve işgaldi. Tabi ki bir de işbirçilik.
KOMŞU’DA KRİZ ÇÖZÜLEMİYOR Yunanistan'da hükümetin değişmesi haricinde ülkede değişen başka bir şey yok. Yeni hükümet eski hükümetin uyguladığı kemer sıkma politikalarını sürdürmekte kararlı olsa da Yunanistan halkı kemer sıkmaktan yana değil. Hükümetin uygulamaya koyacağı yeni kesintileri duyurmasının hemen ardından
ülkede pek çok grev ve eylem gerçekleştirildi. Ülkenin en büyük sendikası olan Yunanistan İşçi Sendikaları Federasyonu da 2012 bütçesine karşı çıkmak için 1 Aralık'ta greve gitme kararı aldı. Alınan karara Yunanistan Kamu Çalışanları Konfederasyonu'nun da katılması bekleniyor.
SAYFA 07
SœYAH MAV
KIRMIZISARI
N.Ç davası ve yargının görünen yüzü 2002 yılında Mardin’de yaşayan 13 yaşındaki N.Ç aralarında yüzbaşı, öğretmen, memur gibi kamu personellerinin bulunduğu 26 kişi tarafından tecavüze uğradı. Olay ardından açılan dava süreci 8 yıl sürdü ve yargı yine erkeği korumaya devam etti. Bu davada 13 yaşında kız çocuğunun rızasının olmasına dayandırılarak, ceza indirimiyle bir sonuca ulaşılması, cinsel istismar ve suçlarda hem hukuken hem de devletin yetersiz kaldığını ve erkek yanlısı olduğunu çarpıcı bir şekilde göstermiştir. Yargı, var olduğundan beri çıkardığı yasalarla ve bugüne kadarki kadına yönelik taciz, tecavüz, şiddet, davalarında aldığı kararlarla, erkek egemen sistemin savunuculuğunu ve yürütücülüğünü yapmıştır. Bilinen
ilk yasa olan Hammurabi yasalarında, kadınların köle olarak alınıp satılması, eğer evinekocasına bakmıyorsa suya atılması gerektiği söyleniyordu. Günümüzde de yargı, tecavüz eden erkeği serbest bırakırken, kocasından dayak yiyen kadını kurtarmak isteyenleri içeri atıyor. Çıkarılan yasalar, erkek egemen sistemin, dönemin ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde biçimlendiriliyor. Yargı erkek el ele haksız tahrik indirimine Yargının erkek egemen sistemi destekleme yollarından biri de haksız tahrik indirimi kanunudur. Bu kanun ile tecavüz eden, öldüren erkek, ’hafifletici sebeplerden’ dolayı ya serbest bırakılıyor ya da birkaç yılla cezalandı-
rılıyor. “Meyve suyu ikram ettim, almadı”, “cilveli saat sordu”, “kot pantolon, tayt giydi”, “sevişmek istemedi”. Bu sebeplerden de anlaşıldığı gibi, haksız tahrik ceza indirimlerinin olduğu davaların geneli kadın cinayetleri. “Bir ay makarna pişirmek”, “yabancıya saat sormak” gibi nedenlerle eşlerini öldüren birçok erkek, bu madde yüzünden ağırlaştırılmış müebbet hapis yerine birkaç yıllık hapis cezaları aldı. Yargı, erkeğin fiziksel olarak başlattığı şiddeti, sürdürdüğü davalarda psikolojik olarak devam ettiriyor. Taciz, tecavüz olayları incelenirken, mahkeme salonlarında kadının geçmişi mercek altına alınıyor, tecavüzcülerin sorgulanması gerekirken kadının hayatı sorgulanarak adeta kadında kusur aranıyor.
Kadın
"Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi'nin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı", TBMM Genel Kurulu'nda kabul edilerek yasalaştı. Kanun tasarısının yasalaşmasıyla, sözleşmeyi parlamentosunda onaylayan ilk ülke Türkiye oldu. Türkiye ilklere imza atmakta usta ancak uygulama noktasında bu kadar hızlı olamıyor.
ŞİDDETİN EN GENİŞ AĞI: MEDYA Türkiye’de kadının gündemi yine kadın cinayetleri, kadına şiddet haberleriyle oldukça yoğun. Şiddet, tecavüz ve cinayet haberlerinin aktarım kaynağı medya ise “kadına yönelik şiddet” olgusunu toplumsal cinsiyet biçimleriyle yaygın bir dolaşıma sokmaktadır. Medya kanalıyla toplumdaki güç ilişkileri yansıtılır ayrıca bunlar medya tarafından yeniden üretilir, değiştirilir farklı şekillerde sunulabilir. Türkiye'de medyanın cinsiyetçi ve ayrımcı bir dil kullandığına ise her gün gazetelerde, dizilerde, programlarda tanık olunabiliyor. Böylece medya toplumda kadın düşmanlığını tetikleyen, kalıp yargıları güçlendiren ve kadına şiddeti normalleştiren bir araca dönüşüyor. Basın etik ilkeleri "sansasyonel" olma, tiraj arttırma gayretiyle ihmal ediliyor. Türkiye'de kadınların maruz kaldığı şiddet medya açısından yoğun olarak ele alınır. Ele alma biçimleri ise kadına yönelik her türlü şiddeti, cinsel taciz ve tecavüzü kadınların "kışkırtması" ya da erkeklerin "cinsel dürtülerini engelleyememe" olarak yansıtır; böylece cinsiyetçi yaklaşımları normalleştirir, haklı kılar. Haberlerde, "kadın" programlarında şiddete maruz kalan kadınların gençliği, güzelliği, anne ve eş olmaları, "kader kurbanı" olmalarının altı özenle çizilir. Şiddet uygulayan erkek ve erkek egemen değerler sorgulanmaz. Şiddet ev içinde yaşanabilecek küçük tatsızlıklar ve ailenin iç işleri
olarak değerlendirilerek kadının özel hayatının politik yönü irdelenmez. Böylece şiddet uygulayanın kişisel sorunu olarak bir polis-adliye olayı çerçevesinde nitelendirilir. Şiddet biçimleri arasından kadın cinayeti ise basında en çok yer alanlardan ancak bunun sebebi öldürmenin daha fazla olmasından değil diğer şiddet türlerinin olağan görülmesidir. Kadına yönelik şiddet ise sadece haberlerde değil filmlerde, dizilerde, reklamlarda, programlarda da devamlılığını sürdürüyor. Şiddet hiçbirinde eleştirilmemekle birlikte sorun olarak görülmüyor. Kadınların medyaya erişimi, katılımı ve denetiminin önünde erkek egemen sistemin oluşturduğu birçok engel bulunmaktadır. Medya tekellerinin iktidarın sesi olması, erkek denetiminin hakimiyeti, kadının alt pozisyonlarda, sorumluluğunun ve iktidara katılımının az olduğu işlerde çalışmaları medyanın politik hattında ve içeriğinde çok etkili olmaktadır. Böylece tiraj ve izlenme oranı kaygılarıyla sorgulamaksızın kadına yönelik şiddet ve pornografi medyanın temel kadın gündemini oluşturuyor. Tüm bunlara karşı kadınların mücadelesiyle uluslararası çapta değişim için çalışmalar bulunmaktadır. Kadınların müdahalesiyle medyadaki somut durum tersine çevrilerek istenilen hale getirilebilir ancak bunun için oldukça zorlu bir mücadele gerekiyor.
oldukları gösterilir. Başarılı kadınların toplumdaki görünürlülüğü nerdeyse bir istisna olarak, başarı ise elde edilmesi güç bir şekilde sunulur. Erkeğin desteği olmadan olmaz Reklamlarda, haberlerde, dizilerde ve magazin programlarında kadınlar bulundukları konumları, geldikleri mevkileri kocalarının desteği ile açıklamaktadır. Kocaların desteği çoğu zaman kadının “o işi yapmasına engel
SİNİR
Üniversiteli kadınlar sokaklardaydı
ÖZGÜRLÜĞÜN ÇÖP TENEKESİ
olmamak “ ya da “izin vermek”le sınırlıdır. Erkeklerden bir adım geride olduğunu da unutma Kadın işi erkek işi ayrımı medya aracılığıyla devam ettiriliyor, kadınlar telefona bakmak, çay-kahve servisi yapmak gibi ikincil işleri yaparken gösterilmektedir. Erkeklerin yardımcısı konumunda kadınların kendi yetenekleri göz ardı edilir. Başarılı kadınların medyada "kadınsı nite-
likleri" ile temsili gerçekleştirilir. Erkeği her zaman memnun etmesini bil Farklı kadın tipleri basmakalıp kadın rolünü de yerine getirmekle sorumlu olarak görülürler. “Erkeğin memnun edilmesi” öğüdü, yemek, temizlik, bakım, cinsel gereksinimler ve şefkat gibi psikolojik rahatlatmayı da içine alan geniş bir erkek ihtiyaçları ve istekleri listesinden oluşmaktadır.
Kredi ve Yurtlar Kurumu, yurtlarda kalan öğrencilere imzasız olarak hazırlanan anketler uyguluyor. Ankette öğrencilere, kimlik bilgileri sorulduktan sonra kadın öğrencilere yönelik ‘kaç birliktelik yaşadığı’, ‘Hiç canlı doğum yaptınız mı?’ soruları geliyor. Sorulara yanıtlamayana ise 500 TL para cezası uygulanıyor.
9 yıllık AKP döneminde, kadın cinayetleri %1400 arttı, her gün 5 kadın öldürülüyor, öldürülen kadınların katilleri olan kocaları iyi hal indiriminden yararlanıyorlar. Buna rağmen, TBMM’nin yeni yasama döneminde, hükümetin gönderdiği 204 yasa tasarısı içerisinde kadınları doğrudan ilgilendiren hiçbir düzenleme yok.
90
7
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma Gününde Üniversiteli Kadın Kolektifi bulunduğu tüm illerde “Artık yeter” diyerek sokaklara çıktı. Üniversitelilerin kampüslerde kadın şiddetine dikkat çektiği eylemlere katılımı yoğundu. AKP döneminde giderek yoğunlaşan kadına yönelik şiddet, kadın cinayetleri, taciz ve tecavüzler artık kadınların sabrını taşırdı. Oldukça kitlesel katılımlı geçen 25 Kasım’da tüm kesimlerden kadınlar hep birlikte cinayete, şiddete, tacize, tecavüze karşı öfkelerini haykırdı. 25 Kasım öncesinde Üniversiteli Kadın Kolektifi kampüslerinde panel, söyleşi gibi etkinliklerle kadına yönelik şiddetin biçimleri ve mücadele yöntemleri tartışmaya açmış kadın atölyeleri kurmuştu.
MEDYADAN KADINLARA NASİHATLER: Formda ve bakımlı ol Kadının özgüveninin kaynağı olarak sunulan bu öğüt reklamlarda ve kadın programlarında oldukça yaygın kullanılıyor. Başarılı olmanın ön koşutlarından biri de dış görünüşün iyi olmasıyla ilişkilendiriliyor. Daha çok başarı daha çok çalış Meslek sahibi başarılı kadınlar kameraların önünde çay yaparlar, evle uğraşırlar böylece anne ve eş olarak da “dört dörtlük kadın”
Ayrıca tecavüz davaları incelenirken psikolog, pedagog yardımı alınmadan tecavüze maruz kalan kişiye ‘göster bakalım nasıl tecavüz ettiler?’ gibi sorular sorulması, davayı inceleyen kurumlar tarafından kadına yönelik şiddetin, tecavüzün ne kadar hafife alındığını gösteriyor. N.Ç davası üzerine ‘Aile ve Sosyal Politikalar’ bakanı Fatma Şahin, kadına yönelik taciz tecavüzü engellemek adına ‘çocukların cinsel istismarı’ maddesine 'çocuğun rızası olup olmadığına bakılmaksızın' ibaresi eklenmesini önereceklerini söyledi. Ancak, kadın öldürüldükten ya da tecavüze uğradıktan sonra çıkarılan ve hiçbir yaptırım gücü olmayan, kağıt üzerinde kalan yasalar kadına yönelik taciz tecavüz sorununu çözmeyecektir.
80
KATSAYISI
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı kadına yönelik şiddetle mücadelede toplumun bilinçlendirilmesine yönelik bir işbirliği protokolü imzaladı. Protokolde kadın adının neredeyse hiç geçmemesi bir yana, kadın sorunlarına çözüm için Diyanet İşleri Başkanlığının ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının el ele vermesi, AKP’nin kadın sorunlarına nasıl baktığının ve ‘çözümler’ ini nerede aradığının bir göstergesi. Protokol içerik olarak kadın sorunlarını çözümlemekten çok, ailenin devamlılığını dert edinmiş gibi duruyor. Ayrıca Bakan Fatma Şahin imza töreninde; ‘Kadınlarınızı hafifçe dövebilirsiniz’ ifadesi bulunan Veda Hutbesi için, cinsiyet ayrımcılığı içermediğini söyledi. Kadın adının silindiği bakanlığın, ilk çalışmasını diyanetle beraber başlatması Fatma Şahin’in gelecek projelerinin akıbetinin habercisi. Kadınlar için hiçbir anlamı ve yaptırımı olmayan bu protokolü özgürlüğün çöp tenekesine atıyoruz.
SAYFA 8
DOSYA Tarih 23 Ekim Pazar. Van'da merkez üssü Erciş olan 7.2 şiddetinde deprem meydana geldi. Aralarında öğrenci yurtlarının, kamu binalarının da bulunduğu onlarca bina yıkıldı. Başbakan Tayyip Erdoğan deprem gecesi hemen Van'a uçtu. Ancak ilk andan beri bilançosu ağır olacağı tahmin edilmesine rağmen hükümet zamanında yardım ve destek göndermedi. Bilanço ağırdı; depremde 600'den fazla insan hayatını kaybederken, binlerce insan yaralandı ve evsiz kaldı.
SœYAH 6MA
SAYFA 9
KIRMIZISARI
Bu sefer 5.6 şiddetindeydi. Ancak bilançosu yine ağırdı. AKP, çadır yetersizliğinin üstünü kapatmak için bakanıyla, imamıyla insanların hasarlı evlere girmeye zorladı ve aralarında gazetecilerin, yardım-destek ekiplerininde bulunduğu 40'tan fazla insan hayatını kaybetti. Acılar yine gün yüzüne çıkarken AKP'nin insan hayatına verdiği değerde çıktı gün yüzüne. Kentin yıkık sokaklarından artık ağıtların, acıların yanında AKP'ye olan öfke de yükseliyordu: 'Tayyip istifa'!
VAN DEPREMİ
yeniden inşası TOKİ tarafından yapılacak sadece Van'da da değil, Ankara'da İstanbul'da kentsel dönüşümle birçok ev yıkılarak yenisi inşaa edilecek. Tayyip Erdoğan bu geniş planlarını "Oy kaybetmek pahasına yıkarım" kararlılığı ile açıkladı. Öyle ki AKP'nin derdinin deprem tehlikesi olmadığı Ankara'daki kentsel dönüşüm alanının yüzde 91'inin boş arazi olması kanıtlıyor. Van baştan inşa edilecek, İstanbul'da 14 bin bina yıkılacak yenisi dikilecek, 2B'lerin satışından İstanbul'da 16 milyar, genelde 45 milyar lira gelir sağlanacak, Ankara'da
30 bin hektarlık alanda kentsel dönüşüm uygulanacak buradan gelen paralarla Bayraktar'ın sözüyle "Devlet de bundan kazanacak". Böylece afet hazırlıklarından çıkan kentsel dönüşümün bilançosu da ortaya çıkmış oldu. Tayyip Erdoğan'ın Van'ı bir türlü afet bölgesi ilan etmemesinin altında yatan da bu gerçekler. AKP rant fırsatçılığının reklamını "yardım" ve "hizmet" adı altında Van'da gösterişe dönüştürerek ve iktidarının "mükemmel" icraatlarıyla bir taşla iki kuş vurma hayali kurmaktadır.
DEPREM VERGİLERİ
Depremin ardından 'potansiyellerini görmek için' Van'daki yıkımı görmezden gelen AKP, daha sonra cemaati ve medyası ile durumu toparlamaya çalıştı. Ancak medyada bir gecede toplanan 127 Milyon Lira (62 milyon lira Beyazıt Öztürk'ün programından, 65 milyon lira STV'nin kampanyasından) Van'a ulaşmazken, Kızılay'ın dağıttığı çadırlar ise sadece AKP'li olanlara gitti. Ayrıca Türkiye'nin dört bir yanından insanların gönderdiği yardımlara valilik tarafından el konulması ve yardım almaya gelen depremzedelerin 'kime oy
veriyorsan git oradan yardım al' sözleriyle karşılaşması AKP'nin Van'da uyguladığı politikayı gösteriyor. AKP'nin yardım skandallarının dışında, Türkiye kamuoyu depremin hemen sonrasında Van halkı ile dayanışmak için yardım seferberliği başlattı. Öğrenci Kolektifleri de 'Okumuş insan Van halkının yanındadır' diyerek üniversitelerde dayanışma masaları kurdu. Akdeniz Üniversitesi'nden Yıldız Teknik Üniversitesi'ne, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi'nden Uludağ Üniversitesi'ne, Ege Üniversitesi'nden Ankara Üniversitesi'ne,
RÖPORTAJ
HALK ENKAZ ALTINDA AKP RANT PEŞİNDE Van depremi AKP için bulunmaz fırsatlar yarattı. Olanca hızıyla 4 tane yasa hazırlanmış ve olabildiğince erken geçirilecekmiş. Bu hızın sebebi AKP'nin "iyi niyetinden" değil. Kışın gelmesiyle Van halkının daha da zorlaşan yaşam koşullarını bir an önce düzeltmek hiç değil. Depremi fırsat bilip hazırlanan deprem dönüşükentsel dönüşüm yasası, teknik müşavirlik yasası, yabancılara gayrimenkul satışında serbestlik sağlayan ve 2B orman arazilerini satışını sağlayan yasalarla AKP'nin asıl niyeti ortaya çıkıyor. Yerle bir olmuş Van'ın
DEPREM DEĞİL AKP ÖLDÜRDÜ Van depreminin ardından savcılığın başlattığı soruşturma kapsamında düzenlenen rapor, çeşitli üniversitelerin ve TMMOB'a bağlı meslek odalarının hazırladığı raporlar deprem sonrasında "suçlu kim?" sorusunun cevabını buluyor. Valiliğin emrinde çalışan "Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı" (AFAD) depremin ardından gereksinimleri karşılamakta oldukça yetersiz kalıyor. Valilik ise kaos yaşanan Van'da belediye ile birlikte çalışmayı reddederek kargaşayı körüklüyor. TMMOB'ye bağlı meslek odalarının afet yönetimi ve hasar tespitleri konusundaki yardımlarını kabul etmeyen, uyarılara kulak asmayan yetkililer ise günah keçisi aramakla meşgul. Üniversitelerin, meslek odalarının raporlarında hasar sebeplerinin genel olarak basit
mühendislik kurallarına uyulmaması ve taşıyıcı sistem oluşturulmasında basit kuralların göz ardı edilmesi olarak açıkladı. Ayrıca yıkılan binaların çoğunda malzemenin eksik kullanıldığı, kolonlarda demir ve çimento yerine briketlerin kullanıldığı, kolonlarda ince demirlerin kullanıldığı ya da yeterli demir kullanılmadığı yönündeki tespitler belirtildi. Maliyet hesapları, yapı denetim sisteminin yetersizliği, mevcut bina stokunun yeterli mühendisliğe tabi olmaması, devletin diğer mühendislik alanlarında olduğu gibi denetim mekanizmasını işletmemesi deprem raporlarının diğer tespitlerini oluşturuyor. Birinci dereceden deprem bölgesi olan Erciş'te yıkılan binaların AKP Milletvekili Fatih Çiftçi'nin Erciş'te belediye başkanı olduğu dönemde
KIRMIZISARI
VAN’A KARDEŞLİK KÖPRÜSÜ KURDUK
HER YÖNÜYLE Bir de Kızılay'ın depolarında çadır sıkıntısı vardı, 1999 depreminden 2009'a kadar 'deprem vergileri' adı altında insanlardan 24.1 milyar lira toplanılmasına rağmen. Enkazın altından nefret ve düşmanlık söylemleri de yükseldi. ATV'de Müge Anlı ile başlayan düşmanlık ifadeleri, Habertürk'ün spikeriyle devam etti ve sosyal medyada yaygınlaştı. Tüm bu gelişmelerin yanında Van halkı Türkiye'nin dört bir yanından gelen yardımlar ve destekler ile yaralarını sarmaya çalışırken, ikinci deprem Van'ı vurdu.
SœYAH MAV
inşaa edilmesi ise "suçlu kim?" sorusunun somut cevabını veriyor. 7.2'lik depremin ardından Van Valiliğince kamuoyuna yapılan açıklamada 112 binadan 34 binanın hasarlı oturulamaz 23 binanın ise hasarlıoturulabilir olduğu belirtilmişti. Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar ise "Büyük depremin olduğu yerde bir daha deprem olmaz. Bugün Van ve Erciş en güvenilir bölgedir. Ağır hasarlı binalar dışındakilere girilebilir." açıklamasında bulunmuştu. Van'da yaşanan 5.6'lık ikinci depremde valiliğin tespitlerinin içinde yer alan okul ve otel binalarının yıkılması ve can kayıplarının yaşanması hem Van Valisi'nin hem de Bayraktar'ın halka zararlı AKP'liler olduğunu kanıtlıyor.
Depremin ardınan Van’a giden ikinci Kolektif yardım ekibinden İstanbul Üniversitesi öğrenci Ali Coşkun’la Van’daki gözlemlerini konuştuk. Van depremi sonrasında Öğrenci Kolektifleri olarak neler yaptınız? Van depremi öncesinde Hakkâri Çukurca da 24 asker yaşamını kaybetti. Asker cenazelerini bahane eden ırkçı faşistler ve AKP iktidarı kurmayları Türkiye halkları arasında düşmanlık tohumları ekmeye çalıştılar. Kan, intikam ve savaş çığırtkanlığının yapıldığı dönemde Van 7,2’lik depremle sarsıldı. Deprem sonrasında onlarca bina yıkılmış yüzlerce insan yaşamını kaybetmişti. AKP iktidarı da deprem sonrası Van halkına yardım eli uzatmayarak adeta Kürt halkını cezalandırıyordu. Öğrenci Kolektifleri olarak bizlerde böyle bir dönemde ‘’Kardeşlik için Van’a Dayanışma Köprüleri kuruyoruz’’ diyerek birçok üniversite de yardım toplamaya başladık. Aynı zaman da yedi arkadaşımız da Van’a yardıma gitti. AKP iktidarının eli kolu bağlı oturmasına karşı kendi imkanlarımızla topladığımız yardımları Van halkına ulaştırmaya çalıştık. Bu süreçte ülkemizde ve üniversitelerimizde estirilmeye çalışılan ırkçı faşist havayı kırdık. Sonrasında da Van’ a yardıma giden birinci grubun dönmesi üzerine bayramın ikinci günü ikinci grup olarak tekrar Van yolunu tuttuk. Van gittiğinizde nelerle karşılaştınız. Kısaca gözlemlerinizi anlatırmısın.
Eskişehir Üniversitesi'nden İstanbul Üniversitesi'ne, Dicle Üniversitesi'nden Karadeniz Teknik Üniversitesi'ne... Kolektifler, Türkiye'nin birçok üniversitesinde açtıkları dayanışma masaları ile üniversiteleri Van halkıyla kardeşlik köprüsü kurmaya çağırdı. Ayrıca Kolektif üyeleri yardım ekibi olarak Van'a gitti. Van'a gider gitmez gelen yardım malzemelerinin dağıtımında çalışan ve bayramı da Van halkıyla dayanışma içerisinde geçiren Öğrenci Kolektifleri, Van halkıyla barış ve kardeşlik köprüsü kurdu.
Van vardığımızda depremin üzerinden iki hafta geçmişti. Buna rağmen depremin şoku, koordinasyonsuzluk devam ediyor, yardımlar Van halkına ulaşmıyor ve AKP Kürt halkını cezalandırmaya devam ediyordu. Özellikle kente geldiğimizde karşılaştığımız tüm insanlardan duyduğumuz ilk cümle yardımlar BDP’ye oy verenlerin yoğun yaşadığı köy ve mahallelere ulaşmıyordu. Tüm Türkiye’den çok fazla gelen yardımlar depolarda birikmiş, ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmasında güçlük çekiliyordu. Van da bunlar yaşanırken AKP iktidarının Van’a yaptığı yardımları reklam malzemesi olarak kullanıp sinekten yağ çıkartarak siyasi rant elde etmeye çalışıyordu. Oysa Van'da yaşanan gerçekler televizyonlarda izlediğimiz gibi değildi. Siz Van da neler yaptınız? Gittiğimiz gibi depolarda birikmiş olan yardım malzemelerinin tasniflenmesi, ihtiyaç sahiplerinin belirlenmesi ve yardımların dağıtılmasında aktif olarak çalıştık. Van da 5,6’lık ikinci depremin yaşanması sonrası acilen sokakta kalan insanların barınabilmesi için çadır kent kurduk. Çadır kentin kurulmasında aktif olarak çalıştık. 5,6 deprem sırasında neler yaşandı. Siz neler yapıyordunuz? Deprem sırasında arkadaşlarımızın çoğu dağıtımdaydı. Birkaç arkadaş da çadırda depreme yakalandı. Çok şiddetli bir sarsıntıydı. Herkes gibi biz de panik yaşadık.
Ancak heyecanımızı hızlıca üstümüzden atıp bulunduğumuz alandaki insanlara yardımcı olmaya çalıştık. Travma yaşayan insanlara çocuklarıyla sokak ortasında kalan insanlara yardımcı olduk. Çadırlarımız Bayram Otel’e beş dakika mesafede olduğu için hemen otel enkazına yardıma gittik. Van' a dair bundan sonra neler yapmak istiyorsunuz? Öncelikle AKP iktidarı Van’da yaşanan depremi acıları Türkiye halklarının vicdanına bırakarak yardımlar sürsün diyerek işin içinden sıyrılamaz. Van Valisi bile Van halkı yardımlarınızı bekliyor diyor. Ancak Van kentinin en üst mülki amiri konumunda bulunan devlet temsilcisi devletin görevlerini unutuyor. Van’ın afet bölgesi ilan edilmemesi de aynı senaryonun parçası. Devlet sorumluluğu üstünden atıp Türkiye halkının vicdanıyla yardımlarıyla mağduriyeti gidermeye çalışıyor. Acilen Van afet bölgesi ilan edilmeli ve Van halkının insanca yaşaması için gerekli olan barınma, beslenme, enerji, su gibi temel yaşamsal hakları karşılanmalıdır. Öğrenci Kolektifleri olarak STK mantığıyla hareket etmek yerine siyasal iktidara devletin görevlerini hatırlatmaya devam edeceğiz. Bulunduğumuz her ilde arkadaşlarımız arama kurtarma eğitimi alacak. Hepimizin bildiği gibi Türkiye deprem bölgesidir. Bu tarz felaketleri her zaman yaşama ihtimalimiz olduğu için Öğrenci Kolektifleri olarak birçok kentte profesyonel “Kolektif Arama Kurtarma Ekipleri” oluşturacağız. İlerleyen günlerde Van halkıyla AKP iktidarının yaptığı dilencileştirerek dayanışma kültürü yaratmasına karşı bizler üniversitenin aklını bilgisini özgürleştirici dayanışma etkinliklerinde kullanacağız.
EDİRNE’DEN KARS’A YOL OLUR Van'da yaşanan depremin ardından 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi’nde meydana gelen zararı karşılamak amacıyla toplanan "deprem vergileri" gündeme geldi. Marmara depreminin ardından "deprem vergisi" olarak hazırlanan yasa tasarısında "Özel işlem vergisi" ve "faiz vergisi" adlarıyla iki yeni vergi eklenerek toplanmaya başlanıldı. Van depreminin ardından ise vergilerin akıbeti merak konusu olurken AKP'li Bakanlar konuya açıklık getirdi. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek 74 milyonun ihtiyacı için harcandığını söylediği vergilerin, sağlığa, duble yollara, demir yollarına, hava yollarına, çiftçiye ve eğitime harcadığını belirterek "IMF'ye borç neredeydi bugün nereye geldi" açıklamasında bulundu. Şimşek ayrıca, hükümet olarak deprem yaralarının sarılması için ellerinden geleni yaptıklarını belirtirken, bireysel olarak bir
aylık maaşını depremzedeler için bağışlayacağını da söyleyerek 46-48 Milyar liralık deprem vergilerinin günahını çıkartmayı amaçlıyor. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız toplanan deprem vergisinin 2001 krizinde harcandığını açıkladı. Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ise deprem vergileri konusunda en trajikomik açıklamayı yaptı. Vergileri çarçur etmediklerini söyleyen Yıldırım "1999, 2000 ve 2001'de toplanan tüm vergiler bankalarda hortumlandı. Biz ise hizmete dönüştürdük" dedi. Açıklamasının devamında ise "Deprem için bir şey yapılmıyor mu? Tabi ki yapılıyor. Daha çok şeyler de yapılmalı. Ancak bunlar imkanlarla, anlayışla alakalı bir konu. Deprem riski olduğu halde depremi hafife alıyorsa, bazı idareler bunlara göz yumuyorsa, bu en hafifinden aymazlıktır. Bunu kim yaparsa yapsın hesabını ver-
meli. Bundan sonra bu konuda müsamaha yapmayacağız, siyaset aracı olarak kullanmayacağız." diyerek nasıl aymaz ve ikiyüzlü olunur sorusunu kendi üzerinden somutlamış oldu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bakanlarından önce deprem vergisiyle ilgili her zaman başvurduğu "inkar et" taktiğiyle hareket ederek "Deprem vergisi diye bir şey yok." açıklamasında bulunmuştu. AKP'lilerin birbiri ardına gelen açıklamaları deprem vergilerinin deprem için kullanılmadığını, göz boyamak için icraatlarında harcandığını ortaya çıkardı. İBB Başkanı Kadir Topbaş "Olası depremin maliyetinin önüne geçmek istiyorsanız 17 milyar dolar civarında bir yatırım yaparsanız bu riski kaldırırsınız" demesi akıllara AKP'liler 46-48 milyar liralık toplanan deprem vergilerini yanlışlıkla mı "çarçur" etti sorusunu getiriyor.
TAYYİP’İN BAKANLARI
HER BİRİ BİR DEPREM GÜCÜNDE 1999 depreminden beri toplanan deprem vergilerinin nereye gittiği, Van depremiyle gündeme gelirken Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, 'toplanan paralarla duble yol yaptıklarını' açıkladı. Depremzedelerle dalga geçmeye start veren Mehmet Şimşek'i, her gün yeni bir AKP'li bakan izledi. Ardından, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay devreye girerek yardım ekiplerini geç göndermelerinin bahanesini açıkladı: " Potansiyelimizi görmek için yabancı arama kurtarma ekiplerini bekledik'. Ve 600'den fazla insanın hayatını kaybetmesi, binlerce insanın evsiz kalması ile potansiyellerini gördüler. Tüm bu açıklamalardan bahsederken göreve geldiğinden beri sürekli şaka konusu olan İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin'i es geçmek olmaz. Çadırda kalan depremzedelere 'kocaman sarayda oturuyorsunuz' espirisi yaptı ancak nedense ondan başkası bu espiriye gül(e)medi. Tayyip Erdoğan'ın bakanlarının espirileri
devam ederken Van'ı ikinci deprem vurdu ve depremin enkazından yeni skandallar ortaya çıktı. İlk depremin ardından yeterli hasar tespiti yapılmadığı ve hiçbir önlem alınmadığı bilinmesine rağmen Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, '5'in üzerinde bir artçı depremin olma ihtimali çok az. Bu artçı depremler vatandaşları korkutmasın.' diyerek insanları hasarlı evlere girmeleri konusunda cesaretlendirirken; Van Valisi de ilk depremden 3 gün sonra TV8 kanalında katıldığı programda, ikinci depremde yıkılan iki oteli göstererek; 'gazeteciler, arama kurtarma ekipleri bu otelde kalıyor. Korkulacak bir sorun yok' diyerek hasarlı otellerde kalınmasının sorun doğurmayacağını söyledi. Bayraktar'ın ve Vali'nin açıklamaları ikinci depremde insanların hayatlarına mahal oldu. Enkaz altından ortaya çıkan bu tablo AKP'nin insanlarının hayatlarını kendi politikaları için hiçe saydığını bir kez daha gösterdi.
SAYFA 10
NTV'nin akşam haberlerinden tanıdığımız Banu Güven ile Ahmet ve Nedim'in Gazeteci Arkadaşları'nın adalet nöbetinde olduğu Çağlayan Adliyesi önünde röportajımızı gerçekleştirdik. NTV'den ayrılmasının ardından Tayyip Erdoğan'a yazdığı mektupta gazetecilerin tehdit, sansür ve baskı altında olduğunu anlatan Banu Güven ile Üniversiteli Gazetesi olarak ifade özgürlüğünden tutuklu gazeteciler ve öğrencilere kadar Türkiye gündemine dair sohbet ettik.
SœYAH MAVœ KIRMIZISARI
10
Söyleşi
GAZETECİLER OLARAK ÖNCE MESLEĞİMİZE YÖNELİK TEHDİTLERE SESİMİZİ ÇIKARACAĞIZ Merhaba; sizinle bir duruşma öncesinde röportaj yapıyoruz. Bunun ayrı bir önemi var. Son zamanlarda aydınlardan, öğrencilere, gazetecilere, akademisyenlere mahkeme koridorlarında suçlu olarak ya da dayanışma amacıyla mahkeme önlerinde rastlamak mümkün. Bu tutuklanma furyası hakkında ne düşünüyorsunuz? Türkiye’de düşünce özgürlüğünün olmadığına dair bir işaret olduğunu düşünüyorum. Yani bu kadar çok öğrencinin tutuklu bir şekilde cezaevinde olması, bence öğrenciler üzerinde sindirici bir etki yaratmayı amaçlayan, onların politize olmalarını istemeyen bir politikanın sonucu olarak yargıya da sirayet etmiştir. Aynı şekilde Kürt sorunu ile ilgili KCK davasından birçok kişi içeride. Kürt sorununa başka yollardan tartışarak demokratik yollardan çözüm bulunabilir mi? Bununla ilgili düşünen ve tartışmak isteyen aydınlar açısından ve herkes açısından caydırıcı bir durum oluşturuyor. Ergenekon davası ilk başta heyecanlandırmıştı. Yani artık herhalde Türkiye’de bir kısım bunun peşinden gitse de darbeyi makul görecek insan sayısı azalmıştır. Ergenekon soruşturması başladığında darbe ilk kez kanunen soruşturuluyor diyerek merak ve heyecanla beklemeye başlamıştık. Tam da Ahmet’in dediği gibi ‘Bu dava derin devlete bakıyorsa, doğru yerlere bakıyor mu acaba’ diye vurguladığı gibi bir sorun yaşandı. Dolayısıyla bu davada da eklemlenen herkes son dönemde bize işlerin gayet ciddi bir hal aldığını ve iktidara dönük olarak yıkıcı eleştiriler de bulunan meslektaşlarımızın tehdit altına girebileceğini düşündürüyor. Yani öyle iddianameler ki hiçbir şekilde nedensellik ilişkisi kuramıyorsunuz. Arkadaşlarımızın yaptıkları ile suçlandıkları şeyler çok farklı. Somut olarak toplumda bir taraftan demokrasi, ifade özgürlüğü, şeffaflık gibi kavramlar havaya atılırken ciddi bir sindirme yaşanıyor. Banu Güven NTV’den ayrılmasının ardından Başbakan’a mektup yazmıştı. Mektubunda basın özgürlüğünün kısıtlandığını, yapılacak haberlerin yazılacak kelimelerin özenle seçilmesi gerektiğini, seçilmeme durumunda görevden alınma, programın bitirilmesi gibi konularla tehdit altında olduğunu anlattı. ‘Sizin duymaktan hoşlanmayacağınızın düşünüldüğü ya da bilindiği konuların gündemin alt sıralarına itilmesi ya da bizim gazeteci tabirimizle, hiç görülmemesinden mi bahsedeyim? Toplumsal olaylarda biber gazı ve cop devreye girdiğinde, ‘ağır kaçabilecek’ bazı görüntülerin ayıklanmasından mı?’ diye sorarak ‘AKP’nin bu ülkede aldığı oyların aynı zamanda insanları teslim alacağı anlamına gelmiyor’ diyerek mektubun da gazetecilerin tehdit, sansür ve baskı altında olduğunu anlattı.
Baskılar, sansürler, tutuklamalar artarken tüm bunların ileri demokrasi kılıfına sokulması sizin için ne ifade ediyor? Bir takım adımlar bizlere demokrasi adına atılıyor diye gösterilirken arkasından gelen her şey samimi olunmadığını gösteriyor. Sizin bizim anladığımız gibi bir demokrasi anlayışının hükümette ve yargıda olmadığını gösteriyor. Yargı da diyor ki kanunlar böyle bir yere kadar haklı. Öyle bir terörle mücadele kanunu var ki her şeyi alıp içine koyuyor dolayısıyla iş mecliste bitiyor. Muhalefetin de bu konuda cesur olması lazım; ana muhalefetin terörle mücadele kanunundan bizi kurtarmaları lazım.
Başbakan Erdoğan KCK operasyonlarını eleştirenlere yüklenerek, "Kimse bunların durmasını beklemesin. KCK'nin nereye gittiğini bilmeden yaptığınız açıklamalar teröre destektir" dedi. Muhalefet susturulurken, bir yanda bu sessizliğe karşı çıkan gazetecilere de gözdağı veriliyor bu konuda ne düşünüyorsunuz? Türkiye’nin hayati
sorunu olarak adlandırabileceğimiz bu mesele sindirme politikasıdır. Devlet, bir taraftan görüşme yapma niyetinde olduğunu belirtiyor, bir taraftan daha önce yapmış bunu görüyoruz. Görüşmeler yapıldıktan sonra öğrendiğimiz şeyler bugüne kadar hiçbir hükümetin davbul’da doğdu. İstanbul ranmadığı ölçüde cesur davranacağıBanu Güven 1969 yılında İstanmhuriyet Gazetesi’ne nın vaadinin ortada olduğunu gösteErkek Lisesi’nde okurken Cu e çalışmaya başladı. riyor. Bir taraftan bakıyorsunuz o bağlı Bizim Almanca Dergisi’ndn İstanbul muhabirine dönem bitmiş son derece militarist ini Daha sonra bir İsviçre gazetes rsitesi’nde Uluslararası bir anlayışla meselenin üstüne gidiasistanlık yaptı. İstanbul Ünive a bitirdi ve ardından liyor ancak ortada bir tutarsızlık ve İlişkiler Bölümü’nü 1991 yılındtırma görevlisi oldu. samimiyetsizlik var. Bu konuda politika üretmek isteyen hatta Boğaziçi Üniversitesi’nde araşdış haberler muhabiri özgürce bu konuyu tartışmak isteyen Ardından Milliyet Gazetesi’nde ti. NTV’ye ilk herkese yönelik bir sindirme fikri var. tadoğu’da birçok kez göreve git
Banu Güven Kimdir?
oldu. Or da muhabirlik yaptı. Daha sonra ı da da lar yıl i diğ gir Türkiye medyasındaki sansür ve Saat’ programlar ‘Geçen Hafta- Bu Hafta’ ve ‘24tesi’nde bir sene taraflı yayınlar hakkında ne düşünüyorsunuz? birbirini izledi. Radikal Gaze NTV’nin akşam Basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü, interköşe yazarlığı yaptı. 2009'da nda Artı pronet gazeteciliği, şeffaflık gibi ifadeler kullahaberlerini sundu aynı zama şladı. nırken bir takım kurul ve kuruluşlar kendilerigramını yapmaya ba nin ne yaptıklarını gayet iyi biliyorlar, kendileriyle çelişiyorlar. İmajı pazarlayabilmek için bu şekilde satış yapmak için bunu yapmak zorundalar. Bu noktada son kararı haber alma hakkını savunan izleyiciler, dinleyiciler, okurlar karar verir. NTV’den ayrıldıktan sonra, internet üzerinden gazeteciliğe başladınız. İnternet medyası yolculuğu nasıl gidiyor?
9 Aralık günü Ankara Adliyesi’nde Ahmet Şık’ın yargılandığı davayla ortak özellikler taşıyan Hopa davası gerçekleşecek. Yine komik deliller, uzun tutukluluk süresi bu davayla ilgili neler söylemek istersiniz ? 9 Aralık’ta Ankara Adliyesi önünde olanlar tutuklu arkadaşlarının temel hak ve özgürlüklerine sahip çıkarak kendi hak ve özgürlüklerini de sahip çıkacaklar. 9 Aralık’ta saat 10’da bu duruşma varken okul kantininde vakit geçiren öğrencileri görmek canımı yakar. Herkesi en temel hak ve özgürlükler için orada olmaya davet ediyorum.
Benim için bir meslektaşım isim hakkımı almıştı, ben de yol tıkanınca oradan devam edebilirim diye düşündüm. Aslında çaresizlikten değil gerçekten böyle olmasın istediğim ve daha doğru bulduğum için bugünün koşullarında ben o yoldan gidiyorum; bundan sonra da böyle gider diye düşünüyorum. Derdim genel geçer medya ve geleneksel medya ile yarış halinde olmak değil. Bu tarafta işler daha farklı akıyor daha sindirilebilir haberler ve yapabileceğim haberler yapmak istiyorum. Gazetecilerin çıkış yolu bu ve güç birliği de yapabiliriz. Herkes kendi alanında ve kendi ismi ile hareket ederek yaptıklarını birbiri ile paylaşabilir. Bu konuda da rekabet olabilir belki, oda ayrı mesele. Fakat bu işe başka tarafından yaklaşılmalı herkesin bu konuda birbirini cesaretlendirip güç birliği yapması lazım. Biz bu ifade özgürlüğü konusunda aslında sadece gazetecilerle mi ilgileneceğiz gazeteciler olarak tabi ilk önce kendi mesleğimiz yönelik tehditlerle ilgili sesimizi çıkaracağız. Fakat bunu daha önceden yapmamız gerekiyordu. Ahmet ve Nedim’in tutukluluğu bizi belki kendimize bir özeleştiri yapmaya yöneltti.
SAYFA 11
Gazetemizin bu sayısındaki kampüs sayfasını Süleyman Demirel Üniversitesi'ne ayırdık. Bu sene başında döneme hareketli girerek YÖK'ün gizli harç zamlarına karşı yaptıkları eylem ve bu eylemin ardından açılan soruşturmalarla tepkilerin bastırılmaya çalışıldığı Süleyman Demirel Üniversitesi, merak edenleri için bu sayımızda sizlerle.
Merak edenler için
RÖ POR TAJ
KIRMIZISARI
Kampüs
11
SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ Tarihi açıdan zengin bir geçmişe sahip olan Isparta'nın yerleşim yeri olarak seçilmesinde şu olay anlatılır. Büyük İskender öldükten sonra Mora Yarımadası’nda yaşamakta olan Ispartalılar Anadolu'nun batısına göç etmeye başladılar. Mora Yarımadası’nda yaşayan Ispartalılardan büyükçe bir topluluk geldi ve bugün Isparta ilinin yer aldığı bölgeye yerleşti. Kente de kendi ülkelerinin Isparta adını verdiler. Davraz Dağı, kapalı çarşısı, külliyeleri, halısı, gül ve ürünleri akıllarda yer tutarken; elması da damaklarda tat bırakır. Kentin tek üniversitesi Süleyman Demirel Üniversitesi 1992 yılında kurulmuştur. 69 akademik birimi, yıl itibariyle yaklaşık 55 bin öğrencisi, 1.721 akademik ve 1.139 idari personeliyle tahsisli alanlarla birlikte yaklaşık 335.072 m2’lik örtülü alana sahip bir yaşam birimi olan Süleyman Demirel Üniversitesi Kampüsü’nde bulunan Tıp Fakültesi sadece öğrencilere değil, tüm Ispartalılar’a hizmet veren büyük bir hastanedir. S.D.Ü. hayli güç bir sınıf geçme sistemi uygulamaktadır. Bütünleme yerine, yaz okulu uygulaması vardır. Yaz okulunda ikinci öğretimler, örgün öğretim dersi almasına rağmen yine de daha fazla harç ödemektedirler. BARINMA S.D.Ü. sınırları içinde toplam 11 bloktan oluşan KYK yurdu üniversitenin ihtiyacını karşılamaktan epey uzaktır. Yurt bahçesini güzelleştirmekten yurtlara uygulanması gereken hassasiyet idareciler tarafından gözardı edilmektedir. Bu yurtlardan bir tanesi Sabancı Yurdu olarak anılmakta olup yarı özel bir kimliğe sahiptir. Nitelikli ve yeterli devlet yurtlarının olmayışı da üniversitelileri pahalı özel yurtlara, apartlara ve kiralık evlere mahkum ediyor. BESLENME Kampüs içinde bulunan yemekhaneler (Doğu ve Batı Yerleşkesi'nde birer tane olmak üzere) özel sektör tarafından işletilmekte olup öğle ve akşam yemeklerini haftalık yemek fişiyle birlikte 8.50 TL'den, günlük yemek fişleriyle ise 3 TL'den hizmete sunmaktadır. Üniversite fakültelerindeki tüm kantinleri özel işletmeciler ele geçirmiştir. SAĞLIK Süleyman Demirel Üniversitesi'nde Doğu ve Batı Yerleşkesi'nde olmak üzere iki adet Mediko-Sosyal bölümü mevcuttur; ancak sağlık
SœYAH MAV
güvencesi olan öğrencilere hizmet vermemektedir. Mediko-Sosyal hizmetinden faydalanmak isteyen öğrencilerin bir sürü resmi evrak hazırlayıp gerekli mercilere teslim etmesi gerekmektedir. Sağlık güvencesi olan üniversiteliler sağlık hizmeti için tıp fakültesinden veya şehirdeki devlet hastanelerinden faydalanabilmektedir. ULAŞIM Üniversiteliler için en büyük problemlerden biri ulaşım sorunudur. Öğrencilerin çoğunun yaşadığı çarşı ve otogar civarı mahalleler ile üniversite arasındaki mesafe 15 dakika iken; özel halk otobüsleri 1.25 TL ücret almaktadır. Gülkent Kart adı altında verilen kartlarla öğrenciler 90 kuruşa üniversiteye gitmektedir. Otobüsler şöförler tarafından balık istifi doldurulmaktadır ve sınav zamanlarında duraklarda bekleyen öğrenciler yazın sıcakta pişeken kışın soğukta donmaktadır. Üniversite içi ulaşımda da üniversite personeline ayrıcalık tanına-
rak sadece onların faydalanabileceği bir ring sistemi hizmete girmiştir. Ulaşım “hizmetini” sağlayan belediyeye bağlı özel halk otobüsleri çok fazla kâr eden şirketlerden biridir. SOSYO-KÜLTÜREL FAALİYETLER Büyük bir kampüsü olmasına rağmen üniversitenin sosyo-kültürel faaliyetler için ayrılmış alanlar niteliksiz ve kullanıma çoğu zaman kapalı alanlardır. Kapasite bakımından az kişi alabilen ve 2 salona sahip olan bir kültür merkezi bulunmaktadır. Üniversite içerisinde biri büyük biri küçük olmak üzere iki adet halı saha mevcuttur. Üniversite toplulukları yapacakları sergi, konser ve etkinliklerde birçok engelle karşılaşmaktadır. İzin, kaynak ve yer sıkıntılarının yanında, kimi zaman sansür de uygulanmaktadır. Topluluklara kayıt ücretlidir fakat üniversitenin topluluklara desteği yok denecek kadar azdır. Üniversite şenliklerinin bu yıl iptal edileceği kulaktan kulağa dolaşmaktadır.
Okumuş İnsan Isparta halkının yanında .D.Ü’de yükselişe geçen Öğrenci Kolektifleri 2011 yılbaşında Isparta'nın yoksul mahallelerini ziyaret ederek “Noel Baba'nın gitmediği mahallelere Kolektifler gidiyor!” demişti. Mahallenin ilköğretim okullarındaki küçük kardeşlerimize çeşitli oyuncaklar ve eğitim gereçleri temin eden S.D.Ü Öğrenci Kolektifleri, “Okumuş insan halkın yanındadır” kampanyasını Isparta halkına tanıttı.
S
Demokrasi yerine soruşturmalar ilerliyor DÜ Kolektif bu dönem başında “Harçlara hayır” diyerek bir eylem gerçekleştirmişti. Bu eyleme katılmayan ama eylem alanında Öğrenci Kolektifi üyelerine selam veren öğrencilere de soruşturma açıldı. Bununla yetinmeyen rektörlük kenarda eylemi fotoğraflayan kişilere de soruşturma açtı.
S
“Bizler üniversitelerin bilim üreten mekanlar olması gerektiğini savunuyoruz.” Süleyman Demirel Üniversitesi’ni tanımak için SDÜ Öğrenci Kolektifleri’ne sorduk. Isparta'da yürüttüğünüz mücadele esnasında ne gibi zorluklarla karşılaşıyorsunuz? Isparta, gerek öğrenciler tarafından gerek halk tarafından kapalı bir yapıya sahiptir. Örneğin Kürt öğrenciler sırf kimliklerinden ötürü her sene faşist saldırılara uğruyorlar. Saldırıya sadece Kürt öğrenciler değil yıl içinde bildiri dağıtan ilerici kurumların bıçaklı saldırıya uğraması da karşılaştığımız durumlar arasında. Bu saldırılar hem üniversite sınırları içinde hem de üniversite sınırları dışında sözlü ya da fiili bir şekilde gerçekleşmektedir. Bununla birlikte şehirdeki cemaat örgütlenmeleri de bir hayli fazla. Üniversite yönetimi ve hocalar da türbanın üniversitede “özgür” bırakılmasını memnuniyetle karşıladı. Bu da yetmezmiş gibi Süleyman Demirel Üniversitesi Doğu Yerleşkesi’nde yapılmış olan İlahiyat Fakültesi Araştırma
Uygulama Camii'si de bunun bir ileri boyutudur. Ayrıca üniversitelilerin okullarda yaptıkları çalışmalara engel olmak için yoğun çaba harcayan bir okul yönetimi de bulunuyor. Bütün bu olumsuzluklara rağmen SDÜ Kolektif olarak kararlılıkla mücadele ediyoruz.
mücadelesini kırmak amacı taşıyan bu soruşturmalara karşı mücadele edecektir. Ayrıca aldığımız duyumlara göre Rektör Hasan İbicioğlu’nun kendisine 300.000 liralık makam aracı aldığı söyleniyor. Bu konuyu da araştırıyoruz. Takipçisi olacağız.
Size açılan soruşturmalar ve rektör hakkında neler düşünüyorsunuz? SDÜ'nün rektör değişimi çok çetrefilli bir süreçte gerçekleşmiştir. Cemaat desteğini sonuna kadar arkasına alan Prof. Dr. Hasan İbicioğlu rektör olmasının ardından gerici ve baskıcı politikalarını tam gaz öğrenciler üzerinde gerçekleştirmeye başladı. Eğitim-öğretim yılının başında YÖK tarafından yapılmak istenen gizli harç zamlarına karşı SDÜ Kolektifi üyelerinin 3 Ekim 2011 tarihinde üniversitede gerçekleştirdikleri eylem sonrasında Kolektif üyelerine soruşturmalar açıldı. SDÜ Öğrenci Kolektifleri ise korkutmak, sindirmek ve üniversitelilerin örgütlü
Üniversitenize açılacak olan Araştırma ve Uygulama Camisi hakkında neler düşünüyorsunuz? Rektörün önem verdiği konulardan biri de bu cami inşaatı. Caminin adı da ilginç geliyor bize. Araştırma ve Uygulama Camisi adı altında açılıyor. Merak ediyoruz neyin araştırması, neyin uygulaması? Bizler üniversitelerin bilim üreten mekanlar olması gerektiğini savunuyoruz. Üniversitemizde çok fazla laboratuar eksikliği var. Bu konu hakkında herhangi bir iyileştirme yapılmıyorken bu caminin yapılması bizlere manidar geliyor.
SAYFA 12
Manisa’da çoğu liseli olan 16 öğrenci 26 Aralık 1995’te vagona “Parasız eğitim istiyoruz” yazdıkları için gözaltına alındı. Öğrencilerin bildiri dağıtma ve duvara yazı yazmaları yasa dışı örgüte üye olduklarının gerekçesi olarak gösteriliyordu. Gözaltında işkence gören öğrenciler yıllarca süren davalardan sonra beraat ederken işkence yapan 10 polis toplamda 85 yıl hapis cezası aldı.
SœYAH MAVœ KIRMIZISARI
Tarih
12
SOKAKLARDAN MECLİSE TAŞAN BİR İSYAN ÖYKÜSÜ
96 YIL YETMEZ, ASIN BİZİ
Öğrenci Koordinasyonu ‘Eğitim hakkımız engellenemez’ diye seslenerek TBMM’de ‘Paralı eğitime hayır’ pankartı açtı. aramak için Danıştay’a dava açtılar. Öğrenci Koordinasyonu 24 Nisan’da ‘Harçlara hayır’ demek için tüm Türkiye’den miting çağrısı yapmaya başladı. Üniversitelilerin gelişen muhalefeti korkutmuştu. Ankara’da miting öncesi 31 öğrenci hiçbir gerekçe gösterilmeden gözaltına alınmış ve hukuki haklarının hiçbirini kullanılmasına izin verilmemişti. Gençliğe yapılan baskı her geçen gün artıyor gözaltındaki üniversiteliler için gözaltı süresi mahkeme tarafından özel olarak 15 gün uzatılıyordu. Öğrencilerin işlediği suçlar olarak harçların kaldırılması için topladıkları imza, 1 Mayıs’a katılmak, mecliste “Parasız eğitim istiyoruz” pankartı açmak, öğrenci sorunlarıyla ilgili çalışma yapmak ve toplantıya katılmak gibi nedenler delil olarak gösteriliyordu. Ankara 1 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin yedi öğrenciyi tutuklamasının ardından saldırılar hala devam ediyordu. 25 Temmuz günü aynı delillerden suçlu bulunan iki öğrenci daha gözaltına alınmıştı. Yapılan altı duruşmanın ardından 6 Aralık 1996’da sekiz üniversiteli toplamda 96 yıl hapis
istemiyle tutuklandılar. Parasız eğitim talebi ülkede yaygınlaşmaya başlamıştı. Bu süreçte ‘Devletin fermanı bastıramaz isyanı’ diyerek sokaklara çıkan üniversiteliler, sanatçılardan, aydınlardan, akademisyenlerden destek alarak kamuoyunda baskı oluşturmayı başarıp 96 yıllık hapis istemini işlevsiz bıraktılar. Parasız eğitim talebinin meşrulaşması bu dönemde en büyük kazanımlardan biri olmuştu. 96 yılında gençliğin isyanından korkup üniversitelilere ‘Kalemli çete’ diyenler hapisleri öğrencilerle dolduruyor, Susurluk’ta yaşananları sadece kaza gibi gösterip asıl çeteleri koruyorlardı. Bugünlerde yaşadığımız süreç çokta farklı değil yine üniversiteliler parasız eğitim istediği, basın açıklamasına katıldığı için tutuklanıyor. 500 öğrencinin tutuklu olması AKP’nin gençliğin isyanından nasıl korktuğunun göstergesidir. Üniversiteliler bastırılmaya, susturulmaya çalışıldıkları bu dönemde yine sokakları dolduruyorlar ve haykırıyorlar. Gençliğin isyanı yargılanamaz.
KALEMLİ ÇETE DERİN DEVLETE KARŞI 3 Kasım 1996 günü Susurluk’ta Mercedes marka bir otomobilin kamyona çarpması Türkiye gündemine bomba gibi düştü. Her ne kadar sıradan bir kaza gibi gösterilmeye çalışılsa da arabanın içindeki isimler ‘Siyaset-Çete-Polis’ işbirliğini gözler önüne sermişti. Arabada bulunan eski İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kozdağ ve üzerinden "Mehmet Özbay" adına düzenlenmiş kimlik çıkan katliamcı Abdullah Çatlı ölürken, DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Edip Bucak kazada yaralanmıştı.
Birçok katliama katılan, uyuşturucu kaçakçılığı yapan ve cezaevinden firari suçları ile aranan Abdullah Çatlı’nın Emniyet görevlisi ve DYP Başkanı’yla aynı arabada olması ülkede, kirli ilişkilerin açığa çıkması için zorlayan bir kamuoyu oluşturdu. Kazayla birlikte işbirliği içinde olan isimler bir bir ortaya çıkmaya başlamıştı. Eskinin Emniyet Genel Müdürü, Eski Adalet ve İçişleri Bakanı Mehmet Ağar da Abdullah Çatlı'ya, yeşil pasaport ve uzman silah taşıma belgesi verme suçlamasıyla soruşturmaya girmişti.
Üniversiteliler parasız eğitim istedikleri için tutuklanırken çetelerin korunması kamuoyunda gittikçe yükselen tepkilere yok açtı. ’Üniversiteliler hapiste çeteler mecliste’ sloganı ‘Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık’ eylemlerinde yankı buluyordu. Bu dönemde üniversitelilerin değil suçluların yargılanmasını isteyenler her gece ışık söndürme ve tencerelerle ses çıkartma eylemleri yapıyor, ‘Susma Sustukça sıra sana gelecek’ sloganlarıyla sokaklarda buluşuyorlardı.
20 Ekim 1995 Öğrenci Koordinasyonu harçlara yapılan yüzde 350 zamlara karşı imza kampanyası başlattı. 20 Aralık 1995 İstanbul Üniversitesi Öğrenci Koordinasyonu imzaları Meclis’e iletmek için Beyazıt Meydanı’nda kitlesel miting yaptı. 15 Şubat 1996 Ankara Üniversitesi Öğrenci Koordinasyonu depremden mağdur olan Dinar halkı için yardımlaşma kampanyası başlattı. 29 Şubat 1996 Hacettepe Üniversitesi’nde okuyan sekiz öğrenci harç parasını yatıramadığı için okula kaydını yaptıramadı. Bunun üzerine Meclis’e girip ‘Öğrenim hakkımız engellenemez’, ‘Paralı eğitime hayır’ yazılı pankart açtılar. 27 Mart 1996 Öğrenciler harçların iptal edilmesi için Danıştay’a dava açtılar. 24 Nisan 1996 Üniversite öğrencileri harçlara hayır demek, sesini duyurmak için tüm Türkiye’den eylem çağrısı yaptı. Ankara’da üniversitelilere yönelik operasyonlar başlamıştı. 31 öğrenci gözaltına alındı. 19 Nisan 1996 Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından gözaltına alınan öğrencilerin gözaltı süresi 15 gün uzatıldı. 26 Nisan 1996 Öğrenciler gözaltı sürecinde gördükleri işkenceden dolayı sağlık durumları gittikçe kötüleşmesi üzere Uluslararası Af Örgütü ‘Acil eylem’ çağrısında bulundu. 1 Mayıs 1996 Ankara 1 No’lu Devlet Güvenlik mahkemesi tarafından sorgulanan yedi öğrenci tutuklandı. 10 Temmuz 1996 Ankara 2 No’lu DGM de öğrenciler ilk duruşmaya çıkarıldılar. 25 Temmuz 1996 Öğrenciler ikinci duruşmalarına çıktı. Avukatların tanık dinleme istemi, mahkeme tarafından ev arama tutanağının yeterli olduğu belirtilerek reddedildi. 20 Eylül 1996 Sonradan gözaltına alınan iki öğrenci daha davaya eklendi. 21 Ekim 1996 Dördüncü duruşmada öğrencilere terör örgütü üyeliği, terör örgütüne yardım ve bilerek katılma gibi iddialarla ceza verilmek istendi. 15 Kasım 1996 Beşinci duruşmada öğrenciler savunma yaptılar. Yasa dışı bir örgüte üye olmakla suçlandıklarını ve gösterilen delillerle suçlamanın hukuki olmadığını belirttiler. Avukatlar öğrencilerin beraatini talep ettiler. 6 Aralık 1996 Altıncı duruşmada sekiz öğrenci toplamda 96 yıl hapis istemiyle tutuklandı. Mahkemeyi izlemeye gelen ailelere ve basına çevik kuvvet saldırdı.
DOKSAN ALTI YILIN KRONOLOJİSİ
Parasız eğitim mücadelesinin ateşi dünyayı sarmaya başladı. Dünya genelinde gençlik mücadelesinin hareketlenmesiyle, öğrenci taleplerinin meşrulaştığı ve kitleselleştiği bir süreç yaşanıyor. Sokaklara taşan isyanlar, Şili’de olduğu gibi parlamento binalarına taşıyor. Gençliğin isyanının gündemde olduğu bu dönemde, hükümetlerin gençliğe yönelik saldırıları daha da artıyor. Türkiye’de 500 tutuklu üniversitelinin arasına her gün bir yenisi eklenirken, Hopa’da yaşanan olayların sonrasında üniversitelilerin komik deliller gösterilerek tutuklanması, 96 yılında yaşanan benzeri bir hukuksuzluğu hatırlatıyor. 1995 yılında harçlara yüzde 350 zam yapılmasının ardından Ankara ve İstanbul’da kurulan Öğrenci Koordinasyonları harçlara yapılan zammı kaldırmak için imza kampanyası başlattı. Üniversitede yankı uyandıran kampanya 350 bin üniversiteliden destek alarak gittikçe yaygınlaşıyordu. Paralı eğitime ve özelleştirmelere karşı 20 Ekim 1995’te Ankara’da yapılan mitingle imzalar temsilciler aracılığıyla TBMM Başkanvekili Kamer Genç’e iletildi. TBMM’den imzalarla ilgili yanıt gelmeyince demokratik kitle örgütleriyle birlikte Beyazıt Meydanı’nda 5 bin üniversiteli imzaların takipçisi olacağını bildiren bir miting gerçekleştirdi. 29 Şubat 1996 günü ise Ankara’da egemenleri yerlerinden sıçratan bir eylem gerçekleşmişti. Kendilerini en güvende hissettikleri, paralı eğitim politikalarının üretildiği, çevresinde eylem yasağı olan meclise Öğrenci Koordinasyonu ‘Eğitim hakkımız engellenemez’ diye seslenerek ‘Paralı eğitime hayır’ pankartı açtı. Bunun üzerine dönemin Milletvekili Necdet Menzir öğrencilerin meclise girmesinden o kadar çok korkmuş olmalı ki ilk cümlesi ‘Kim soktu bu teröristleri buraya’ oldu. Aynı gün İstanbul Üniversitesi’nin öğrenciler tarafından işgal edilmesi üniversitenin bir anda gündeme oturmasını sağladı. Üniversiteliler harç zamlarını aldırmaya kararlıydılar dönemin Milli Eğitim Bakanı’yla görüşmeler yapılırken hukuki yollardan da haklarını
netti Bizi bunlar yo¨
TANSU ÇİLLER
Tansu Çiller, dönemin Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu’na “sayın köstebek”diye hitap ederek o dönem köstebekliğin ne kadar saygıdeğer bir meslek olduğunu açıklıyor.
SAYFA 13
Nükleer santraller birçok ülkede kapatılırken AKP'nin nükleer sevdası bitmek bilmiyor. Taner Yıldız yaptığı açıklamada çok geç kaldıklarını belirtiyor ancak Türkiye ile Rusya arasında yapılan anlaşma gereği reaktörleri inşa etmek ve işletmek için kurulan Akkuyu NGS Elektrik Üretim AŞ'nin 13 Aralık 2011 tarihine kadar ön çalışmalarını tamamlaması ve inşaat izni için resmi başvuru yapması bekleniyor.
SœYAH MAV
Bilim
KIRMIZISARI
13
▼
Bu da mı olmuş?
ÖLEN JOBS HANGİSİYDİ ?
Hayal kırıklığı
yüklemek için iTunes’a her girişte, dünyanın her köşesinde, her an, herkes, her kuşak, kuşaklar boyu Steve Jobs’a şükran duygularını göndermiş olacak. Toprağın bol olsun, büyük devrimci!” diyor. Söyleyenin de çok fazla önemi yok, Çandar dışında, sosyal medyada binlerce insanın oluşturduğu Steve Jobs ‘duyarlılığı’ böyle söyletiyor. Jobs’un devrimciliği sanıldığının aksine, Jobs’la simgeleşen cihazlardan birini almak için Çin’de böbreğini satan 17 yaşındaki gencin girdiği pazarlama ve dijital tüketim kültüründe saklı. Şirketinin “başarılı” pazarlama teknikleri ve muadillerine göre daha teknolojik üretilen ürünler Jobs’u parlakbir yere taşıdı. Siyah kazağıyla, şirketi tarafından üretilen her yeni ürünün tanıtımını yaparak akıllara kazınan görüntüsü Jobs’un bu kadar ön plana çıkmasına destek sağladı. 50 binin üzerinde kayıtlı çalışanı olan bir şirketin ürünlerinin sadece onunla anılması, Jobs’un mucit kişiliğine adanması da bu tüketim kültürün parçası oldu. Jobs’a şimdi de dokunmatik, parlak ekranların dışından bir-
çok Apple ürününün parçalarının üretiminin yapıldığı Foxconn’dan bakalım. Foxconn Jobs’a göre “Restoranların, sinemaların, tiyatroların, hastanelerin, yüzme havuzlarının olduğu güzel bir fabrika. Çalışma şartları da kötü değil.” Bu açıklamayı Jobs boşuna yapmamıştı. 12 ay içerisinde 18 işçinin intihar etmesinin ardından kendini savunması gerekiyordu. Bu olaylarından bugüne Foxconn’da intiharları engellemek için fabrikanın içindeki yüksek binalardan atlamayı engellemek için ağlar gerildi, intihar etmeme koşuluyla zam yapma sözü verilerek, şirketin imajı kurtarılmaya çalışıldı. Küresel bir şirketin patronundan zenginliklerinin kaynağı olan Uzakdoğu ülkelerindeki çalışma koşullarını düzeltmesi beklenemez ama örnek alınacak bir idol haline getirilmesi ise katlanılamaz boyutlara ulaşabiliyor. Bu yazıyı uzatmamak için konusu haline getirmeyeceğiz ama Apple ürünlerinin kullanıcısının tüketim davranışlarını kontrol eden ve özgür yazılıma uzak yapısı için de çok söz söylenebilir. Biz ise Özgür Yazılım hareke-
12 ay içerisinde 18 işçinin çalışma koşullarının ağırlığından dolayı camdan atlayarak intihar ettiği Foxconn’da intiharları engellemek için fabrikanın içindeki yüksek binalardan atlamayı engellemek için ağlar gerildi
▼
Apple şirketinin eski patronu Steve Jobs’un ölümü kendinden fazlasıyla söz ettirdi. Peki, Steve Jobs’u yıllar sonra nasıl hatırlayacağız? Seçenekler arasında bilişim dünyasında bir devrimci ya da deha olmak, başarılı bir CEO olmak, ortalama bir kurnaz, akıllı patron olmak var
5 Ekim 2011 günü pankreas kanseri sonucu yaşamını yitiren ve “tüm zamanların en iyisi” olarak gösterilen Apple şirketinin eski patronu Jobs’la ilgili biz de bir şeyler söylemek için teknoloji kontenjanından bilim sayfasında yer almasını sağladık. Steve Jobs’un ölümünü Apple ürünlerinin kullanıcılarından Obama’ya kadar birçok insan üzüntüyle karşıladı. Ölüm sosyal medya aracılığıyla dünya üzerinde epey yankı bulurken, pazarlama dehası olarak yaşam süren birinin ölümünün ardından ‘başarılı’ bir pazarlama stratejisi ile hemen basılan birçok kitap ise bu ölümü farklı kıldı. Steve Jobs’u yıllar sonra nasıl hatırlayacağız? Seçenekler arasında bilişim dünyasında bir devrimci ya da deha olmak, başarılı bir CEO olmak, ortalama bir kurnaz, akıllı patron olmak var. Cevabımız hazır ama yazının sonuna kadar saklayacağız. Sözü şimdi de Cengiz Çandar’a bırakalım. Çandar Radikal’de kaleme aldığı yazıda “Mac’in elma logolu her bilgisayarının tuşlarında parmakların her gezişinde, iPad’in her ele alınışında, müzik
ABD'li bilim insanları, laboratuvar ortamında fareler üzerinde yaşlanmaya sebep olan tüm yaşlı hücreleri yok etmeyi başardılar. Bölünerek yeni hücreler oluşturmayı durduran atıl durumdaki hücreleri (yaşlı hücreleri) yok eden bilim insanları, farelerde; gözlerde katarakt oluşması, kas dokusunun zayıflaması, ciltte kırışıklıkların oluşması gibi yaşlanama belirtilerinin dikkat çekici bir biçimde yavaşladığını gözlemledi.
tinin öncülerinden Stallman’ın Jobs’un ardından söylediği “Fakat hepimiz Jobs'ın insanların bilgisayar kullanımı üzerindeki kötü etkisinin sonlanmasını hak ediyoruz.” özet sözü ile yetiniyoruz. Yazının başında cevapsız bıraktığımız soruya gelirsek eğer Jobs’u bir gün hatırlayacak olursak, parasına para katmayı iyi bilen bir patrondu.
nsanlar enfeksiyonlarla ve hastalıklarla savaşmak için temiz bir yaşam alanı oluşturmayı öğrendiler. Bugün evlerimizde kullandığımız temizleyiciler, temizlemek istediklerimizden çok daha tehlikeli. Pek çok evsel üründe, kozmetik ürünlerinde ve diş macunlarında bulunan bir kimyasal madde (perfloro kimyasalları) kadınlarda doğurganlığı büyük oranda azalttığı gibi vücutta ve doğada yıllarca çözünmeden kalıyor.
İ
Tanıtım
İklim Zirvesi bu yıl 28 Kasım- 9 Aralık tarihleri arasında Güney Afrika'nın Durban kentinde düzenleniyor. Sera etkisine yol açan gazların kontrolü ve azaltılması konusunda uluslararası boyutta tek bağlayıcı anlaşma olan Kyoto Protokolü'nün süresi 2012'de doluyor. 2009'daki Kopenhag İklim Zirvesi'nde dünyadaki ısı artışının 2 derece ile sınırlandırılması konusunda sadece kağıt
üzerinde ve herhangi bir yaptırımı olmayan anlaşma yapıldı. Bu anlaşmanın bağlayıcı olmadığı ise bugün Çin ve ABD'nin karbondioksit salınımındaki paylarının yaklaşık yüzde 50'ye denk düşmesinden anlaşılıyor. Güney Afrika'da yapılacak olan zirvede ise bağlayıcı herhangi bir anlaşma imzalanması yönünde çalışma mevcut değil. 20 yıldır hükümetler karbon salınımını ve iklim
değişikliğini önlemek için toplanıyor ancak dünya ısısı her geçen gün artıyor, deniz seviyesi yükseliyor, yağmur oranları azalıyor, canlı yaşamında değişiklikler yaşanıyor. 2017 yılına kadar bütün ülkelerin katıldığı bir iklim değişikliği sözleşmesinin imzalanmaması durumunda 2 derecelik ısı artışı sınırı sözde kalacak böylece çok ciddi iklim, ekonomik ve sosyolojik felaketler yaşanacak.
▼
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN SUYU ISINIYOR Tam 'Ne kadar çok şey biliyorum' dediğinizde karşınıza çıkarak bildiklerinizin yanlış olduğunu söyleyen Cahillikler Kitabı'nın ikincisi çıktı. Tarih, bilim, spor, coğrafya, edebiyat, tıp, genel kültür... Hiç farketmez. İkinci Cahillikler Kitabı'nı okumaya başladığınızda doğru bildiğinizi sandığınız onca şeyin yanlış olduğunu öğrendiğinizde şaşırıp kalacaksınız.
SAYFA 14
Ahmet Şık'ın tutuklandığı sıralarda üstünde çalıştığı İmam'ın Ordusu kitabı da örgütsel doküman olduğu için kopyalarına mahkeme tarafından toplanma ve el konma kararı alınmıştı. Bunun ardından kitabın basılacağı İthaki Yayınevi'ne ve bir kopyasının bulunduğu Radikal Gazetesi’ne yapılan baskınlarla bilgisayar ortamında kayıtlı olan kitaplar polis tarafından silindi. Bunların ardından kitabın bir kopyasının internet ortamında dolaşmaya başlamasıyla kitap herkes tarafından okundu. Şimdi de 125 yazar, gazeteci ve aydının biraraya gelerek basıma hazırladığı İmamın Ordusu “000Kitap Dokunan Yanar” adıyla Postacı Yayınları'ndan çıktı.
SœYAH MAVœ KIRMIZISARI
Medya
14
HERKESİN YERİ ÖNCEDEN BELLİ Sol yanağı kaşımak AKP’nin “otoriter modernleşmesi”, kendi entalijansiyasını hızlı bir biçimde oluşturuyor. Bu durum liberal entelektüeller arasındaki ayrışmanın bir saflaşma düzeyine sıçramasını beraberinde getiriyor. Taraf Gazetesi’nin bu saflaşmanın belirleyici sağ unsurunu teşkil ettiği açıktır. 22 Kasım’da “güvenli internet için devlet filtresinin” yürürlüğe girmesinden hemen önce Taraf Gazetesi yazarı Mehmet Baransu Ekşi Sözlük’teki bazı yazılara karşı şöyle diyordu: "Allah’ıma ve peygamberime küfrediliyorsa demokrat olmak falan umurumda değil. Demokrat değilim bu rezillik karşısında. Demokratlık batsın.” Aynı gazeteden Emre Uslu demokratlığına toz kondurmamak için olsa gerek Mehmet Baransu’nun “Ekşi Sözlük kapatılsın” kampanyasına “Ekşi Sözlük’e reklam vermeyin” şeklinde “ılımlı” bir alternatif önerdi. Mehmet Baransu’nun “liberal muhafazakarlar” kitlelerinin demokrasiden vazgeçme güdülerini kaşıyan sözleri kuşkusuz AKP’nin “yeni faşizm” uygulamalarına paralel. “Liberal muhafazakarlığın” öz olarak anti-demokrat mı olduğu ya da liberal muhafazakar siyasal unsurların ayrışma uçlarının son dönem AKP hoyratlığıyla açığa mı çıktığı gibi argümanlar bu yazının kapsamını aştığından, konjonktürün güncel sol stratejisine odaklanalım. İnternet sansürüne karşı sol-liberal muhalefetin sönümlenmesi liberalizmin muhalefet kabiliyetinin sınırlarına işaret etmektedir. Özellikle Ortadoğu ve Afrika’da gelişen toplumsal muhalefetin önemli bir örgütlenme aracı olan internetin sansürlenmesi hegemonyanın açık bıraktığı alanlarda faşizmin neoliberal kurumsallaşmasının önemli bir örneğidir. Faşizmse liberal muhalefetin “kısa düştüğü”, liberal
paradigmanın “teğet geçtiği” bir olgudur. Fakat liberalizmin, Türkiye’de maruz kaldığı tüm anlam kaymalarına rağmen, sol strateji için bir kaldıraç işlevi görebileceği unutulmamalıdır. Derrida’nın “constitutive other”, Türkçe’ye “kurucu öteki” olarak çevrilebilecek kavramı, bir siyasal öznenin var oluşunun, kuruluşunun onun diğer siyasal özneleri dışlamasıyla gerçekleştiğine işaret etmektedir. AKP’nin, merkez sağ geleneğin partilerine has bir özellik olarak “ideolojisiz” görünüp “ideolojik” olanı vurması CHP’yle olan münasebetinde onu güçlendirdi. Kemalizmin ciddi bir rakip ve dolayısıyla bir “öteki” olmaktan çıktığı anda Kürt hareketi AKP’nin yeni odağını oluşturdu. Dolayısıyla iktidarın yeniden kuruluşu ve AKP’nin varlığı bu dışlamanın sonuçlarına bağlı fakat bu dışlama daha yoğun bir baskı ve şiddeti gerektiriyor. AKP’nin liberalleri kaybettiği yer tam burası. İşte bu noktada liberaller arasındaki saflaşma, liberalizmin toplumsal muhalefet üzerindeki etkisini yitirmesi kadar sol muhalefet için yeni bir gündem açması itibariyle de önemli. Sol AKP’nin karşısında daha etkin bir muhalefet unsuru olma fırsatını eline geçirdiği gibi eskiden liberallerin tekelinde olduğu düşünülen demokrasi mücadelesinin de merkez gücü olarak ortaya çıkabilir. Liberal saflaşmanın sol cephesi, solun yeni stratejik uzlaşı öznelerini açığa çıkararak radikalleşmektedir. Halil Berktay’ın BDP siyaset okulunun “Stalinist yapılanması” üzerine yaptığı eleştiriler, Zaman Gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce’nin liberallerin sağ yanağını kaşıdığı “Halil Berktay’a cevap vermelisiniz” yazısına malzeme sundu. Gülerce’nin saflaştırma stratejisi solun da stratejisidir. Sol yanağı kaşımak farkıyla.
MEDYADA AKP DÜZENİ İktidara geldiği günden beri medyaya dönük “yandaş” operasyonlarına aralıksız devam eden AKP’nin son manevrası NTV oldu. Türkiye’nin ilk haber kanalı olma özelliğine sahip, kamuoyunda yapılan güvenilirlik yoklamasında ortalamanın üstüne çıkabilen, kısmen de olsa evrensel ölçekli basın değerlerine saygılı yayın anlayışına sahip olan NTV geçen sezon kadrosundan Can Dündar, Ruşen Çakır, Banu Güven gibi isimleri çıkardı. Banu Güven verdiği röportajlarda NTV’deki değişimin özellikle 12 Haziran seçimlerden önce başladığını ve seçim dönemi yaklaştıkça, NTV’nin, sınırlarını iktidarın belirlediği otosansür uygulamasını arttırdığını açıklamıştı. Nitekim AKP kadrolarıyla dolu birçok kamu kuruluşunda Kanal 24 gibi cemaat kanalları izlenirken, bu değişim farkedilmiş olunacak ki buralarda önceden hiç açılmayan NTV’yi, nadir de olsa görmeye başladık. AKP’yi girdiği her kriz döneminden aklayarak çıkarmayı başaran medya, Van depreminde de üzerine düşeni yapmaya devam etti. Depremin hemen ardından Müge Anlı’nın yaptığı ırkçı açıklamalar, diğer yandan HaberTürk muhabirinin “Deprem her ne kadar Van’da da olsa hepimiz üzüldük” gafı, medyanın deprem samimiyetini daha ilk anda düşündürmeye başlamıştı. Tayyip Erdoğan’nın ‘vicdan’ tanımlamasından etkilenerek arada bir de olsa gerçekten haber yapma kaygısı güden Cüneyt Özdemir’lerse Tayyip Erdoğan’nın referandumdan seçimlere birçok kez başvurduğu gazetecilere ayar verme operasyonuna maruz kaldı. Bunlara rağmen Cüneyt Özdemir’in de dile getirdiği çadır sorununun kamuoyunda yarattığı tepki karşısında Tayyip Erdoğan geri adım attı ve “Yardımcılarım bana yanlış bilgi vermiş” açıklaması yaptı. AKP’nin önündeki en önemli hedeflerinden biri anayasa değişikliği. Bu süreçte de medyaya dört elle sarılmayı ihmal etmedi. Demokratik bir anayasa oluşturmak adına medya patronlarıyla bir araya gelmek istediklerini belirten Çiçek medyadan destek istedi. AKP’li Cemil Çiçek "Bu süreçte hata yapabiliriz. Gazeteci gözüyle baktığımızda komisyondaki uzlaşmadan ziyade anlaş-
Tayyip Erdoğan terörle mücadele konusunda medya temsilcileriyle Başbakanlık Konutu'nda bir araya geldi. Medya temsilcileri adı altında, popüler haber spikerlerinin ve medya patronlarının toplandığı yemek TÜSİAD toplantılarını aratmadı
mazlıkların haber değeri taşıdığı düşünülebilir. Amacımız üzüm yemek olmalıdır. Bağcıyı döven haberler hem komisyon üyelerinin hem de toplumun motivasyonunu olumsuz etkileyecektir. Vatandaşlarımız yeni anayasa sürecini sizlerin aracılığıyla takip etmektedir. Vatandaş sabah gazetelere ya da akşam televizyonlara baktığında yeni anayasa umudunu yitirmemelidir.” Sözleriyle halkın gözünde bugüne kadarki inandırıcılığını medyanın desteğinden aldığını dile getiriyor. Tayyip Erdoğan son olarak basın yayın kuruluşlarının sahipleri ve genel yayın yönetmenlerini teftişe dizerek terörle mücadele konusunda yardım istediğini söyledi. 20 Ekim’de gerçekleşen buluşmada Tayyip Erdoğan medya temsilcilerine yine inceden ayar verdi. “Bu süreçte medyanın rolü ve tutumu her zamankinden çok daha fazla önem arz ediyor. Medyamız terör karşısında sorumlu bir yayıncılık anlayışıyla hareket ediyor. Ancak önümüzdeki hassas süreçte çok daha dikkatli olunması gerekiyor. Medyanın terörün propagandasını yapmaması konusu değerlendirildi. Elbette bir müdahale arzusu içinde değiliz. Biz oto kontrol yoluyla medyanın milli bir duruş sergilemesinin mücadeleye güç katacağına
inanıyoruz.” diyen Tayyip Erdoğan’nın endişelenmesine hiç gerek yok. Zira binlerce kişinin bin bir türlü hukuksuzlukla tutuklandığı operasyonları Zaman ve Taraf gibi AKP’nin gerici ve liberal yüzü gazeteler, henüz gerçekleşmeden kamuoyuyla paylaşarak üzereine düşeni yapıyor. Son dönemde AKP’nin kontrol altında tutmadığı neredeyse hiçbir yayın kuruluşu yok. Bunun en büyük nedeni elbette ki yayın kuruluşlarının sahiplerinin bu alanda mesleki eğitim aldıkları için değil “patron” oldukları için bu kuruluşlara sahip olmaları. Doğalında sermaye çıkarlarıyla ortaklaştığı noktada basın özgürlüğünden feragat edilebiliyor. Bu durum “yandaş medya” kavramını bile ortadan kaldırıyor çünkü yandaş olmadığından şüphe edilecek yayın kuruluşu bulmak zor şu günlerde. Bir dönem AKP’nin kalemşörlüğünü yapan liberallere bile yaka silktiren AKP’nin sansür krizi birçok gazetecinin elini kolunu bağlamış durumda. Son olarak haber sitelerini de Basın Kanunu’na dahil eden yasal düzenlemeyle gazetecilerin karşısına çıkan AKP, medyaya nefes alacak alan bırakmamakta ısrarlı gibi gözüküyor.
İnternete bir yasak daha 22 Kasım’da yasalaşan internet filtresinden sonra internete bir darbe de Basın Kanunu’nda yapılacak düzenlemeyle gelecek. Görsel ve işitsel medyada kumandayı eline alan AKP yeni düzenlemeyle haber sitelerini denetim altına alma hazırlıkları yapıyor. Düzenleme yasalaşır-
sa internet sitelerinin sahibi ve sorumluları basın savcılığı tarafından tescillenecek ve belirtilen zorunlu bilgileri kendilerine ait internet ortamında kullanıcıların ana sayfadan doğrudan ulaşabileceği şekilde ve iletişim başlığı altında bulundurmakla yükümlü olacak. İnternet
Medya takip merkezi : www.medyatava.net
Pratik resim düzenleyici: www.picnik.com
üncel haberlerin takip edilebileceği www.medyatava.com'da aranan her haberi bulmak mümkün. Gündem, veriler ve gözlem bölümlerinde kategorilendirilmiş kısımlarla arama yapmak daha
otoğraflarınızı www.picnik.com'dan basit işlemlerle oldukça hızlı düzenleyebilirsiniz. Bu pratik site sayesinde resimleri yeniden boyutlandırabilir, kırpabilir ve kırmızı göz sorununu çözebilirsiniz. Sitenin içeriğinde bir dizi efekt, metin,
G
kolay. Ayrıca güncel gazete tirajları ve rating skalası merak edenlerin ilgisini çekiyor. Medyatava.com oldukça iddialı sloganı "Yazmadıysa doğru değildir" ile kullanıcılarını bekliyor.
F
etiket ve çerçeve ekleme bölümleri bulunuyor. Ücretsiz Picnik hesabı oluşturduğunuz durumda kaydettiğiniz fotoğraflarınız üzerinde yeni düzenlemeleri baştan başlamak zorunda kalmadan istediğiniz zaman yapabilirsiniz.
haber sitelerinde bir içeriğin internette ilk kez sunulmaya başlandığı tarih, her erişildiğinde değişmeyecek şekilde içeriğin üzerinde belirtilecek. İnternetin yasaklarla boğuştuğu Türkiye’de haber siteleri Basın Kanunu’na tabi olduklarında artan sansür ve cezalar kaçınılmaz son olacak.
SAYFA 15
Sonbahar filminin yönetmeni Özcan Alper'in ikinci filmi olan “Gelecek Uzun Sürer” vizyonda. Üniversitede müzik araştırmaları yapan Sumru ağıt derlemeleri yaptığı tez çalışması için ülkenin güneydoğusuna doğru kısa bir yolculuğa çıkar. Ancak Diyarbakır'da öğrendiği ağıtların öyküsünü öğrenmek için çaba harcayan Sumru, bölgede süren olaylara da tanıklık eder. İlk filmiyle bir çok ödül alan yönetmen bu filmiyle de Altın Koza Film Festivali'nden Yılmaz Güney ödülü de dahil olmak üzere 5 ödül aldı.
SœYAH MAV
Ksanat ültür
KIRMIZISARI
15
. . Sanatin Gundemi SiNEMADA YENİ TÜR:
KURMACA-BELGESEL
PERDE TEKRAR AÇILIR
GENÇLİK FİLMLERİ SAHNEDE
Uluslararası Gençlik Filmleri Festivali bu yıl yasak temasıyla izleyici karşısında olacak. Bu yıl ikincisi yapılacak olan festival yoluna büyüyerek devam ediyor. Gençlik Filmleri Festivali yeni okullar ve yeni gösterim yerleriyle geçen senekinden bir adım ileriye giderek, karşısına çıkacak her türlü "yasağa" karşı perde diyecek 2010 yılında Türkiye’nin dört bir yanındaki üniversitelerde gençliğin sesini perdeye yansıtan Gençlik Filmleri Festivali, ikinci yılını “Yasak” teması ile açıyor. Festival hem genç yönetmenlere hem de izleyicilere bu sene birçok soru soruyor. Bunların başında “Ne yasak?” sorusu geliyor. GFF gönüllülerinden oluşan Kolektif Sinema ekibi Türkiye’de ve dünyada son dönemlerde artan baskı ve denetim mekanizmalarına dikkat çekerek, gençlerin festivalinde, gençlerin öncülüğünde yasak olanı yeniden ortaya çıkarma, keşfetme, anlatma, dinletme, gösterme hatta teşhir etmek gerektiğini söylüyor. Basılmamış kitapların toplatılması, internete sansür getirilmesi, ıslık çalmanın ve şarkı söylemenin yasak olması, düşüncenin, fikir, eylem ve ifade özgürlüğünün engellenmesi, hatta karikatürlere bile cezalar yağması, sokağa çıkanın hapse atılması ve nicelerini anlatacak bu sene Gençlik Filmleri Festivali. Festivalde ayrıca dönem dönem “sansüre uğramış” filmler de “Sansürsüz” başlığında gösterilecek.
4 İLDE EŞ ZAMANLI BAŞLANGIÇ
Festivalin sorduğu sorulardan biri de “Ne yapsak?”. Festival bir anlatı ve iletişim biçimi olan sinemayı kullanarak “ne yapsak” sorusunun cevabını arıyor. Festivalin ortaya çıkış amaçlarından biri olan; genç yönetmenleri film çekmeye teşvik etmek ve ödüllü yarışmalarla, eleme usulüyle, yüksek prodüksiyonlarla değil; genç yönetmenlerin anlatabildiği kadarı ile var olmasını sağlamaya çalışan “genç yönetmenlerden kısa filmler” de, yasak teması kapsamında izleyiciyle buluşacak. “Gençliğin sesi perdede yankılanıyor” diyerek 2010’un Aralık ayında yola çıkan Gençlik Filmleri Festivali yaklaşık 10 ilde 16 üniversitede 10 bini aşkın seyirciyle buluşmuştu. 10 uzun metraj film, 3 belgesel ve 13 kısa metraj filmi izleyiciyle buluşturan festival, Donnie Darko, Jules et Jim, Hababam Sınıfı gibi birçok klasik filmin yanı sıra; Kimse İran Kedilerinden Bahsetmiyor, Noviembre ve Ben X gibi günümüz filmlerini de ekrana taşımıştı. Festivalin açılış geceleri ve gösterim yerlerine birçok aydın, sanatçı ve yönetmen de katılmıştı.
20 Aralık’ta İstanbul, İzmir ve Kocaeli’nde eş zamanlı açılışlarla “Ne Yapsak?” Sorusuna beyaz perdeyi gösterecek olan Gençlik Filmleri Festivali’nin açılış yerleri de
GÖSTERİM YERLERİ 20 Aralık’ta 4 ilde eş zamanlı başlayacak festival Aralık ayından sonra da birçok üniversiteyi gezecek. II. Gençlik Filmleri Festivali’nin gösteriminin yapılacağı üniversiteler : İstanbul Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Marmara Üniversitesi, Kocaeli üniversitesi, Eskişehir Anadolu Üniversitesi, Bursa Uludağ Üniversitesi, Ankara Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi, Ortadoğu Teknik Üniversitesi, Ege Üniversitesi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Dumlupınar Üniversitesi, Mersin Üniversitesi, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Muğla Üniversitesi, Trakya Üniversitesi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Çukurova Üniversitesi, Onsekiz Mart Üniversitesi, Akdeniz Üniversitesi
2010 yılında üniversitelilerle ilk defa buluşan Gençlik Filmleri Festivali, birçok üniversitede kitlesel ve coşkulu açılışlarla merhaba dedi.
belli oldu. Festival, İzmir’de İsmet İnönü Kültür Merkezi’nde, İstanbul’da İTÜ Maçka Mustafa Kemal Amfisi’nde, Kocaeli’nde Baki Komsuoğlu Kültür
“Yasakları gör ve çek, filmini yolla!” Festival bir anlatı ve iletişim biçimi olan sinemayı kullanarak “Ne Yapsak” sorusunun cevabını arıyor. Festivalin ortaya çıkış amaçlarından biri olan; genç yönetmenleri film çekmeye teşvik etmek. Bu bölümde genç yönetmenlerin yasak teması kapsamında çekmiş oldukları filmler izleyiciyle buluşacak. Yarışmasız, ödülsüz festivalimiz bu sene de genç yönetmenlerin filmlerini olabildiğince üniversitede göstermeye ve duyurmaya devam edecek. Gençlik Filmleri Festivalinin çağrısıyla: “Yasakları gör ve çek, filmini yolla!” diyen festival genç yönetmenlerden filmleri topluyor.
Sinema tarihinin bize öğrettiğine göre sinema gerçeklikle sürekli etkileşim halindedir. Bu açıdan baktığımızda Türkiye’de sinema son zamanlarda umut verici. Çok değil on sene önce sinema ve yönetmen dendiğinde en azından amatör izleyici için akla gelen tek isim ‘’ Sinan Çetin’’ iken bugün Reha Erdem, Zeki Demirkubuz, Özcan Alper, Çağan Irmak, Nuri Bilge Ceylan gibi isimlerden söz edebiliyoruz. Bu bağımsız yönetmenlere baktığımızda Sinan Çetin’e zıt olarak sinemayı sermayeden ayırıp özgürleştirmeleri, sinemasal teknik açıdan yeni şeyler denemelerine ve bazı ilklerin oluşumuna olanak sağlamıştır. Bu ilklerden biri ‘Sonbahar’ filmi. Seyirciyi ‘fast food sinema’ anlayışından kurtardı, sinemanın seyirci ile bir bütün olduğunu ve seyircinin de filmi tamamlamada bir etken olduğunu hatırlattı bize bu yapım. Ayrıca kurmaca-belgesel sentezine iyi bir örnektir. F tipi cezaevlerindeki gerçek görüntülerle başlayan film kurmaca olarak devam eder. F tipi cezaevinde yatmış bir adamın cezaevinden çıktıktan sonraki hayatı ne kadar kurgusal olarak anlatılsa da filmin başındaki gerçek görüntülerin etkisi film boyunca devam ediyor.
yer bulabilmesi Kürt sinemasının varlığını, bu varlığı kabul etmeyenlerle karşı karşıya bırakmıştır. Kurmaca–belgesel kavramına sinemanın gerçekliği penceresinden baktığımızda belgeselin objektifliği, kurmacanın politikliğinin çelişkisi göze çarpar. Bu iki olgunun harmanlanması yönetmenin yeteneğine bağlıdır. Kurmaca-belgeselin biçimi ve niceliği tartışılabilir ama böyle bir tür olabilir, olmalıdır. Yani belgesel ‘’belgesel’’ iken de kurmaca-belgeselden ayrı bir oluşum olarak söz edilebilir, bu belgesel ve onun gerçekçi duruşunu zedelemez. Chris Marker kurmaca-belgesel dalında yoğunlaşmış ve kendini ispatlamıştır. Marker’ın La Jetee’si bu türe ve deneysel yaratıcılığa iyi bir örnek. Olumsuz bir ütopyayı gerçek fotoğraflarla anlatan yönetmen bu kısa filmde gerçekliği fotoğraflarla sağlamış ve ütopyanın yakınlığını seyirciye hissettirmiştir. Otuz dakikalık filmde fotoğraflardan başka hiçbir görsel öğe kullanmamıştır. Eğer hikaye reel noktadan ortaya çıkıyorsa bunu gerçeklerle desteklemek olağandır. Son olarak bu açıklamaya örnek Alman yönetmen
Kurmaca-belgesel olur mu? Sorusunu bir kez daha bize soran aynı yılın yapımı olan bir diğer film ‘İki Dil Bir Bavul’. Bu film için asıl sorulması gereken soru belgesel mi yoksa kurmaca-belgesel mi? Filme baktığımızda hiçbir kurgusal öğe bulunmamaktadır. O coğrafya tüm gerçekliğiyle ve tarafsızlığıyla zamansal düzleme oturtularak beyaz perdeye yansıtılmıştır. Ayrıca filmin gerçekliğe yaklaşması, kurgunun ortadan kalkması yönetmene küçük bütçe ile özgür filmler yapma olanağı sağlamıştır. Bu yapımın vizyonda
Michael Haneke’nin Benny’s Video filmini verebiliriz. Haneke filmin başında bir domuzun silahla öldürülmesinin gerçek görüntüsünü vererek şiddeti seyircinin bilinçaltına kurmuştur. Bundan sonraki aynı silahla insan ölümünde seyirci şiddeti görmese de bilinçaltı ile tamamlar. Bu tekniğin kullanımında nicelik en temel konudur. Beyaz perde her ne kadar yanıltıcı olsa da seyirci gerçekle kurguyu ayırabilmeli ve bu ayrım sadece seyirci ile değil yönetmenin ‘’yönetmenliği’’ile de doğrudan alakalıdır.
Merkezi’nde genç sinemaseverlerle buluşacak. Ankara’da 18 Aralık’ta yapılacak açılış gecesi ODTÜ Kemal Kurdaş Kültür Merkezi’nde izleyiciyle buluşacak.
Kolektif emekle alternatif, sponsorsuz ve ücretsiz gerçekleştirilen gençlik filmleri festivaline bu yıl da bir çok yerli, yabancı uzun metraj film ve belgeseller ile genç yönetmenlerden kısa filmler konuk olacak. YERLİ FİLMLER : Uçurtmayı Vurmasınlar Otobüs Duvar Gitmek 9 YABANCI FİLMLER: La Haine Modern Zamanlar 10 + 4 La Antena Radio Alice Alphaville Maymunlar Cehennemi 3 Punishment Park Hal ve Gidiş Sıfır Uyumsuz Adam
Ofsayt Missing La Rabbia Pleasantville İçimdeki Deniz BELGESELER : 100 yıllık çınar Rıfat Ilgaz Oğlunuz Erdal Gazeteciler Pariste In Out Kadına Ağıt 2 Dil 1 Bavul KISA FİLMLER : Ucube B.O.K Kampüste Haşerat Tutulma
SAYFA 16
SœYAH MAVœ KIRMIZISARI
ÜNİVERSİTELİLER HUKUKSUZLUĞUN
9 ARALIK CUMA SAAT 10:00 ANKARA ADLİYESİ
İDDİANAMESİNE KARŞI ANKARA’DA BULUŞUYOR 31 Mayıs 2011 tarihinde Başbakan’ın seçim otobüsünün güzergâhı Hopa oldu. 31 Mayıs tarihinden itibaren de bugüne kadar izlediğimiz olaylar ardı ardına sıralandı. Metin Lokumcu’nun polisin kullandığı yoğun biber gazı sonucu ölmesine seyirci kalmayan toplumsal muhalefet Türkiye’nin dört bir yanında sokağa çıktı. Ankara’da olan protestoda ise Metin öğretmenin katledilmesinin hesabını AKP il binasına yürüyerek sormak isteyen toplumsal muhalefete polis saldırdı. Toplamda 57 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanlardan 3’ü Öğrenci Kolektifleri üyesi toplamda 5 kişi tutuklandı. Yaklaşık 15 gün sonra da ”ileri demokrasi“ 12 Haziran’ın zafer sarhoşlu-
500 ÜNİVERSİTELİ TUTUKLU
ğuyla ilk ışıklarını çakmaya başladı. Sabah saatlerinde Öğrenci Kolektifleri üyelerinin evlerinden meyve bıçakları, kapüşonlu montlar, yayınevlerinden alınan kitaplar çizgi film CD’leri delil olarak toplandı. Yedi Öğrenci Kolektifleri üyesi tutuklandı. Öyle ya kolay değildi, yükselen öğrenci muhalefetini durdurmak için yumurtadan terör örgütü yaratmak zorundaydılar. 31 Mayıs 2011 tarihiyle başlayan Hopa olayları silsilesi beşinci ayını doldurdu. Öğrenci Kolektifleri üyesi 10 kişi hala tutsak. Beklenen iddianame hazırlandı ve dava tarihi belli oldu. 9 Aralık 2011… İddianamede deliller küt kestirilen saçlar, şemsiye, sürekli bir yayın
olan Feminist Politika Dergisi gibi aslında hiçbir somut dayanağı olmayan şeyler.
Çağdaş Hukukçular Derneği’nin (ÇHD) Kasım ayı, YÖK’ün 30.yılında yayımladığı rapora göre hapishanelerde 281 öğrencinin tutuklu olduğu gerçek sayının ise 500’ü geçtiğini söyledi. Marmara Bölgesi, Güneydoğu Anadolu Bölgesi, Ankara, İzmir, Adana, Malatya, Erzurum bölgelerinde 281 öğrencinin tutuklu bulunduğunu belirten ÇHD, öğrencilerin somut deliller bulunamamasına
rağmen ‘terör örgütü’ suçlamasıyla hala tutuklu olduğuna dikkat çekti. ÇHD İstanbul Şube Sekreteri Güçlü Sevimli, "Öğrencilerin gerçek anlamıyla tespit edilmesi konusunda sıkıntı yaşıyoruz. Adalet Bakanlığı’nın da diğer cezaevlerinde tutuklu bulunan öğrencileri tespit etmesi gereklidir" dedi. Açıklamada bir başka dikkat çekilen noktada uzun tutukluluk süreleri oldu. Tutukluluk süreleri bir
GÜNÜN PROGRAMI Hopa davası tutuklularının davası 9 Aralık günü saat 10:00’da Ankara Adliyesi’nde görülecek. Yargılanan bizim düşüncemiz, bizim arkadaşlarımız diyerek Türkiye’nin dört bir yanından Ankara’ya gelen üniversiteliler saat 9:00’da adliye önünde basın açıklaması yapacaklar. AKP’nin ileri demokrasisi üniversitelileri yargılarken, duruşma sırasında adliye önünde akademisyenlerle demokrasi dersi verilecek. Birçok aydın, sanatçı, yazar, akademisyenin destek vereceğini açıkladığı dava sırasında üniversiteliler tiyatro gösterimleri, müzik dinletileri ile seslerini adliyenin içerisine taşıyacaklar.
9 Aralıkta Kim Yargılanacak? AKP; HES’lere, termik santrallere karşı doğasını, rantsal dönüşüme karşı nitelikli barınma hakkını, baskıya ve sömürüye karşı halkın haklarını savunanlara olduğu gibi üniversitelerde kendi başlarına onca iş açan bizlere karşı da boş durmamaktadır. 9 Aralık 2011 günü, düşünce özgürlüğüne sahip çıkanlar, ulaşım, barınma, sağlık gibi en temel haklarını savunanlar, şiddete, tacize, tecavüze “dur” diyeneler, AKP’nin polisi tarafından katledilen Metin öğretmeni-
nin hesabını soranlar, parasız eğitim isteyenler, AKP’ye verecek en güzel cevabı yumurta olanlar yargılanacak. 9 Aralık günü AKP’ye karşı olan herkes, bu ülkenin gençliği, tüm toplumsal muhalefet yargılanacak. Bu Dava Hepimizin… AKP bu davalarla gençliği yıldırabileceğini, susturabileceğini düşünüyorsa çok yanılıyor. 9 Aralık günü tüm Türkiye’den toplumsal muhalefet, bir kez daha “Susturamazsın, sindiremezsin” demek için bir kez daha “sokak özgür kalacak” diye haykırmak için, AKP’nin hesaplaşma iddianamesine cevap vermek için saat 9.00’da Ankara Adliyesi’nde buluşuyor!
buçuk yılı geçmiş 20 öğrenci olduğu açıklandı. Bilindiği üzere Galatasaray Üniversitesi öğrencisi Cihan Kırmızıgül hiçbir delil olmadan sadece puşi taktığı gerekçesiyle 22 aydır tutuklu. 16 Kasım’da çıkartıldığı mahkeme Cihan Kırmızıgül’ün tutukluluk süresinin devamına karar verildi ve dava tarihi Hopa tutuklularıyla aynı tarihe 9 Aralık’a ertelendi.
Ben Demet Yılan'ın babası Süleyman Yılan. Kızım altı aydır haksız yere tutuklu olup eğitiminden ve özgürlüğünden mahrumdur. Bütün öğrenci velilerini bu
duruma duyarlı olmaya çağırıyorum. 9 Aralık'ta duyarlı olan herkesi Ankara'ya adiye önüne çocuklarımıza destek olmaya çağırıyorum.
‘ DAVAYA DAVETLİSİNİZ Hopa olayları nedeniyle tutuklu bulunan ODTÜ öğrencisi Ömür Çağdaş Ersoy gazetemize yolladığı mektupta 9 Aralık’taki davaya çağrı yaptı.
9 Aralık 2011, bu tarihteki bütün işlerinizi iptal edin! Aydınlar, gazeteciler, milletvekilleri, öğrenciler, işçiler, yoksullar ve güzel ülkemin diğer tüm potansiyel teröristleri, o gün sizi muhalefetin yargılandığı bu davaya davet ediyorum! Aydınlar, o duruşmanın izleyici koltuğunda yer almalısınız! Aydın sorumluluğunuz bunu gerektiriyor, sanata ve kitaplara terör eylemi araçları deniyorsa siz de bu davanın bir parçasısınız! Gazeteciler, duruşma salonunda yerinizi almalısınız! Ahmet ve Nedim’i terörist ilan edenler, yarın sizi de almadan önce, kitap yazanların ve okuyanların yargılandığı bir ülke için gelmelisiniz! Milletvekilleri, yanı başınızdaki adliye binasına gelmelisiniz! Seçilmiş milletvekilleri tutuklu yargılanırken ve Ertuğrul Kürkçü iddianamede terörist ilan edilmişken gelip yasalarını yaptığınız devletin, öğrencilere karşı ne kadar gaddar olduğunu görmelisiniz! Yoksullar ve emekçiler, bu duruşmayı yakından izlemelisiniz! Her hak mücadelesinde yanı başınızda olan, Tekel çadırlarında sabahlayan, yazın çocuklarınıza ders veren gençlerin hatırı için bile olsa gelmelisiniz! Liberaller gelin ve izleyin!
Avuç içleriniz patlayana kadar alkışladığınız ileri demokrasinin öğrenciler üzerindeki etkisini gözlemleyin! Egemen Bağış ve Burhan Kuzu, yüzünüz varsa siz de gelin! Özel davetlimiz olarak gelin ve izleyin, bakın yarattığınız adalete ve demokrasiye, ondan sonra Ankara semalarında ceketinizi kirletmek için yol alan yumurtaları hak edip etmediğinize kendiniz karar verin! Öğrenci arkadaşlar Türkiye’nin dört bir yanından gelmelisiniz! Adliyenin önünü doldurmalısınız. O gün geleceğiniz yargılanacak, parasız eğitim yargılanacak, demokratik hak ve özgürlükleriniz yargılanacak! Bu dava bir grup öğrencinin değil, artık bütün bir üniversitenindir! Ama bugün ama yarın en meşru demokratik haklarımızı kullandığımız zaman terörist ilan edilip edilmeyeceğimizin kararı verilecek 9 Aralık’ta! 9 Aralık 2011 günü, yargılanan biz değiliz, eğer ceza alırsak, yalnızca yıllarca hapiste kalacağız. Koca bir ülkenin “demokrasisi” tehlikede! Adım adım diktatörlüğe giden bu sürecin önemli bir adımını, iktidarın olanca gücüyle öğrencileri ezme hamlesinin yargılanacağı tarih… O gün daha önemli bir işiniz olamaz!