SAYFA 01
Söyleşi
SœYAH MAV
KIRMIZISARI
Kadın
“Taraf tutmazsanız da teraziniz ezilenden, hakkı yenenden, mağdur olandan yana ağır basar” Ezgi BAŞARAN
>10
Kantarın topuzu kaçtı, artık yeter >7
Komşu neoliberalizmle savaşıyor : YUNANİSYAN >8-9
İTAATKAR, RANTÇI, MUHAFAZAKAR, FAŞİST, KADIN DÜŞMANI...
GENÇLİK BU KALIBA SIĞMAZ
Türkiye’de üniversiteli olmanın getirdiği aydın kimliğimi onurla taşıyan üniversitelilerin kimlik sorunu hiç olmadı. AKP’nin üniversitelileri dindar ya da tinerci kalıplarına sığdıracabilecek gücü yok Bir ülkenin geleceği hakkında karar vermek istediğinizde gençliği hesaba katmanız gerekmektedir. Toplumda itaat duygusu en az gelişen kesim olan gençlik bugününe ve yarınına kendi karar vermek ister. Köklü değişiklik yapmak isteyen iktidarlar bu durumu kavradıklarında gençliği teslim almak zorunda hisseder. Türkiye’de yıllardır iktidarlar gençliği şekillendirmek çabasına girdiler. Geleceğini alıp kariyer hayallerinin arasında yaşattılar, kısa yoldan zengin olma umudunu canlı tuttular, kimisinin kafasına beyaz bere geçirip tetikçi dahi yetiştirdiler. AKP’nin de gençlik derdi hiç bitmeyecek. AKP politikalarına karşı geri adım atma-
dan en canlı ve sürekli muhalefeti sergileyen gençliği halletmesi gerekiyor. Onun içindir ki Tayyip Erdoğan “Dindar gençlik yetiştirmek istiyoruz. Bu gençlik, tinerci mi olsun? İsyankar bir nesil mi olsun?” diyerek hedefini açıkça söylüyor. İtaat etmeyen, rant, ihale peşinde koşmayan, Tayyip Erdoğan’ı gittiği her yerde alkışlarla karşılamayan tüm gençler onun için ahlaksız, tinerci, ateist oluyor. Tayyip Erdoğan’ın gençliğe kimlik arayışı yeni de sayılmaz. Harç zamlarına geri çektiren üniversitelileri adapsızlıkla, Dolmabahçe görüşmelerinde rektörleri karşısına dizip emirler yağdırdığında söz hakkı için toplantıya katılmak isteyenleri marjinallikle suçlamıştı.
Türkiye’de üniversiteli olmanın getirdiği aydın kimliğimi onurla taşıyan üniversitelilerin kimlik sorunu hiç olmadı. AKP’nin üniversitelileri dindar ya da tinerci kalıplarına sığdıracabilecek gücü yok. Üniversiteliler her zaman mücadelenin ön saflarında yerini almaya devam edecekler. Eğitim paralı oldukça, hapishaneler üniversiteliler ile doldukça, üniversitelilerin düşünceleri soruşturuldukça ve AKP faşizmi artarak sürdükçe AKP 3 yumurtayı 11 yılla yargılama korkusuyla yoluna devam etmeye çalışacak. AKP dört koldan gençliği kuşatmaya çalışsa da gençlik AKP gençliği olmayı kabul etmeyecek, AKP faşizmine karşı demokrasinin mücadelesinde Kolektif olacak.
KOLEKTİF’TEN YENİ KAMPANYA
ÜNİVERSİTEDE HAKLARIMIZ, REKTÖRLERE ŞARTLARIMIZ VAR Rektörler üniversiteleri çiftlikleri gibi görüyor, üniversiteliler zamlı harçlarla, soruşturma ve cezalarla, niteliksiz ve pahalı üniversite hizmetleriyle boğuşuyor. Üniversitelerin sorunlarını, öğrencilerin taleplerini görüşmek için Öğrenci Kolektifleri örgütlü olduğu 40'tan fazla üniversitede rektörlerin karşısına çıkıyor. 25-26 Şubat tarihlerinde İstanbul'da yapılacak olan “Türkiye Üniversiteler Meclisi (TÜM)” toplantısında kampanya talepleri belirlenecek. 27 Şubat-2 Mart tarihleri arasında "Üniversitede haklarımız, rektörlere şartlarımız var’’ diyerek gerçekleştirilecek kampanyanın ortak taleplerinin yanı sıra Kolektif’in bulunduğu üniversitelerde yapılacak toplantılarla belirlenen talepler de eklenerek rektör görüşmeleri gerçekleştirilecek. Rektörler AKP demokrasisinden ne kadar pay aldığının da ölçüleceği kampanya ile
birlikte TÜM'ün ortak talepleri de YÖK’e iletilecek. İnternet üzerinden ayrıca TÜM öncesi taleplerini, önerileri, şikayetleri internet üzerinden de topluyor. Kolektif rektör görüşmeleri için “Rektör görüşmelerinde sunulacak olan üniversitenin ve öğrencilerin taleplerini Öğrenci Kolektifleri hayata geçirebilmek için fiili meşru kararlı mücadelesini sürdürecektir. Üniversite kamuoyu bir süredir Hacettepe üniversitesinde rektör öğrenci buluşmalarının gerçekleştiğine tanık olmaktadır. Öğrenci Temsilci Kurulları’nın (ÖTK) öğrencilerin sorunlarını taleplerini dillendirmekten uzak olduğu ortadadır. Yıllardır “Üniversiteler Bizimdir” diyerek üniversiteleri evi gibi sahiplenen Öğrenci Kolektifleri üniversitelerine sahip çıktığını bir kez daha göstermek için üniversitenin ve öğrencilerin talepleri için mücadele etmeye devam edecektir.” açıklamasında bulundu.
SAYFA 02
ŞİMDİ KOLEKTİF OLMA ZAMANI Yeni döneme parça parça merhaba diyen üniversitelerin tamamı, 20 Şubat itibariyle açılmış olacak. Bu dönemin en önemli değişikliklerinden biri hiç kuşkusuz YÖK Başkanı’nın değişmesi. Onun dışında geçen dönem gizli harç zammı girişimi ile alınan harçların geri ödenmesi, 4 yıllık eğitim süresini aşanlar için ise alınmayan ek harçların ilavesi de söz konusu olacak. YÖK öğrencinin suyunu çıkarmaya çalışırken, öğrenciler okul yönetimleri ve bankalar arasında mekik dokuyacağa benziyor. Öğrenci hareketinin gündemi, 9 Aralık’ta Hopa tutuklularının özgürlüklerine kavuşturulmalarıyla beraber bir süre daha özgürlük ve demokrasi arayışına odaklanmış olarak devam etti. 26 Ocak’ta görülen Odatv Davası’da üniversiteliler Ahmet Şık ve Nedim Şener’i yalnız bırakmayarak, “Gazetecileri özgür bırak” dedi. 500’ü aşkın tutuklu öğrenci, Kürt halkının siyasi temsilcilerine dönük tutuklama saldırıları, en son KESK örneğinde görülen sendikal harekete dönük operasyonlarla AKP, muhalefetin tüm kanadını yargı eliyle sindirme ve yok etme çalışmalarına devam ediyor. Toplumsal muhalefetin hangi kesimlerine dönük olursa olsun, bu saldırılar devam ettikçe, geçen dönemin demokrasi mücadelesinde en önde yer alan Kolektifler de, yine aynı karar ve sorumlulukla mücadele etmeye devam ediyor.
Siyasal gündeme müdahale konusunda etkisi tartışılmaz olan Kolektifler, kurumsal kimliğini tamamladığı bir dönemi geride bırakmıştır. Şimdi bu kurumsallığın, tüm Türkiye üniversitelerinde var olan alt yapılarını “Kolektif Olalım” çağrısıyla güçlendirme zamanıdır. Bu dönem birçok üniversitede açılan sayısız soruşturma ve verilen cezalar, YÖK’ün öğrenci düşmanı yüzünü artık ayyuka çıkarmıştır. Ancak AKP’nin de “Kapanmalı” dediği YÖK için öğrenci hareketi açısından geçerli tartışma “YÖK kapatılsın” talebini aşmalıdır. Aksi halde AKP’nin tıpkı yargı reformunda olduğu gibi "demokrasi" maskesiyle yaptığı reformlar, attığı adımların benzer bir sonucunun YÖK'te yaşanmayacağının garantisi yoktur. Hatta bu dönüşümlerin üniversitelerdeki karşılığının daha fazla piyasacılık ve gericilik olacağını tahmin etmek zor değildir. Yusuf Ziya Özcan ile başlayan YÖK'ün AKP'li dönemi bugün Gökhan Çetinsaya ile devam etmektedir. Bu dönem üniversite gündemi açısından değişimler iyi takip edilmeli, üniversiteye dönük her saldırı, tıpkı dönem başında gizli harç zammında olduğu gibi geniş üniversiteli kitlesiyle cevaplanmalı, bunun için Kolektifler adres gösterilmelidir. Öğrenci Kolektifleri siyasi sözünün karşılık bulduğu güçlü bir dönemi kuşkusuz başarıyla geride bırakmıştır.
SœYAH MAVœ KIRMIZISARI
KOLEKTİF’İN SESİ
AKP'nin tüm hukukusuzluklarını başta üniversitelerde olmak üzere teşhir etmiş ve demokrasi mücadelsinde ciddi birikim sağlamıştır. Ancak bu sürecin eksik kalan tarafı üniversite içi gündemlerin yeterince başlık haline getirilememesidir. bu dönem üzerinde durulması gereken konulardan biri de budur: Yerel çalışmaların üniversite içi gündemlerle (fakülte sorunu, kantin zammı, kültürsanat/kol/kulüp faaliyetleri) temas ettirilmesidir. Merkezi politikanın başarısı, bu politikanın yerele uyarlanması ve alt yapısının güçlendirilmesi ile sürdürülebilir. Öğrenci Kolektifleri merkezi birimlerini oluşturduğu ve tüm yerel çalışmalarını bir çatı altında topladığı ilk genel kurulunu geçen yıl gerçekleştirmişti. Bir yılı geride bırakan Kolektifler, 25-26 Şubat tarihleri arasında Türkiye Üniversiteler Meclisi’ni ve Genel Kurul’unu gerçekleştirecek. AKP karşısında hala dimdik ayakta duran, paralı eğitime boyun eğmeyenlere Şimdi "Kolektif olma zamanı" olduğunu hatırlatmalı, tüm Kolektif birimlerinde fakülte fakülte, sınıf sınıf genel kurul duyurulmalı, Kolektif olmaya çağrı yapılmalıdır. Unutmayalım ki, üniversitelilerin dayanışma içinde birlikte omuz omuza durabileceği, tüm baskılara, paralı eğitime karşı yalnız olmayacağı tek adres bugün Kolektifler’dir. Şimdi Kolektif Olma zamanı.
! P O O H Tehlike büyük, ardışık tek sayılar ile çocuk talebi giderek artıyor açıklamalarda, 'Ver Allah'ım ver' diye dolaşıyorlar. Sonra aynı coşkuyla yaratıcı projesinden bahsetmiş Veysel: Mutluluk Ormanı. Orman ve Su İşleri Bakanı’nın Mutluluk Ormanı'nda ay ve yıldız şeklinde düğün masaları bulunacakmış. Mutluluğun formülünü bulan bakan, insanları ‘nesli tükenmekte olan canlı’ olarak düşünüyor gibi. Kafasındaki hayalde orman içinde koşturan 5 çocuklu şirinler var gibi. Yerli çizgi-dizi Pepe’yi izleyip izleyaratıcılık in seçkinlerin iktidar AKP yip yeni fikirler buluyor gibi... Bir de mevsimi geldi. Çılgın projeleri, acayip yetmemiş, stant başında duran 16 yaşınsöylemleri, korkunç icraatlerıyla son daki gelinlikli kadına ‘Damat nerde’ dönemde hep beraber coştular. Ya kafa diye sormuş fuarı gezerken. Buradan Ciddiye . buluyorlar kafa da ya oldular çıkarımla aceleci Veysel’in yeni projesi Aynı ciddiler. kadar cak alınamaya de ‘Özel Yetkili Savcılar’ gibi ‘Özel olabiyaratıcı hem gerici hem zamanda Yetkili Nikah Memurları’ olabilir. Bu zihGerici bu; da olan Tehlikeli liyorlar. niyetin yaratıcı hali. Anladığımız kada- cüppeli nikah memurları, sahilde bank bank gezip gördüğü yerde belediyenin rıyla "Öhö öhö, efendim bu biraz az verdiği özel yetkiye dayanarak evli mantıklı gibi, bi daha şeyetseniz" demiolmayan çiftlere (nikah) kıyabilir. 'hop' birilerinin zaman O yaverler. yor seçkinleriiktidar bu gerekiyor demesi ne…
Yaraticilik alis¸ilagelmis¸in dis¸inda s¸eyler du¨s¸u¨nebilmek ve u¨retebilmek olarak tanimlanabilir. Yaratici du¨s¸u¨nme etkinlig˘i sonrasinda bir s¸ey u¨reten kis¸i, sundug˘u s¸eye go¨re Harika olmus¸ , Hangi kafayla yaptin bunu , Sac¸malama , Iyyy .... gibi tepkiler alabilir. Yaratici kis¸i alis¸ilagelmis¸in dis¸inda s¸eyler u¨retirken toplumsal mantig˘i da hesaba katmak konusunda uyarilmalidir, yoksa ortaya vahim sonuc¸lar c¸ikabilir.
Ormanlara ve su işlerine bakmakla sorumlu, sorunlu insan Veysel Eroğlu yakın zamanda Çanakkale'ye gitti. Gitmişken bir de 'Evlilik Hazırlıkları Fuarı' diye bir etkinlik bulmuş, ona uğradı. 'Çanakkale'deki nüfusun artması için geldim' türünden şehvetli bir açıklama yaparak '3 çocuk da yetmez Çanakkale'ye, en az 5 lazım' diye ekledi. 'Düz hesap olsun, 5 olsun' diye düşünmüşse demekki...
eden İNŞ, travmatik bir gençlik yaşadığının ipuçlarını da veriyor. Arkadaş arası sohbetlerde, serbest çağrışımlı bir şekilde muhabbet devam ederken biri ortaya alakasız-gereksiz birşey atar da uzun süreli bir sessizlik olur ya... İNŞ, ilk o zamanlar çıkmış ortaya. Karikatürlerde bu durum konuşma balonu içindeki üç nokta ile ifade edilir. Biz de İNŞ'ye bundan sonra kelime kullanmak yerine noktalama işaretleri ile açıklama yapmasını öneriyoruz. Hem daha ekonomik olur. Mantıklı şeyler çıkabilir?!..
Kütahya Dumlupınar Üniversitesi de yaratıcı-gerici bir bakış açısı ile 'En geriye nasıl gidilir'in kurumsal örneği oldu yine çok yakın zamanda. Üniversite kampüs içindeki aslan ve kartal figürlü heykel Ermenistan devlet armasına benzediği gerekçesiyle kaldırıldı. 3 dakika boyunca aralıksız ekrana bakınca Fatih Sultan Mehmet'in belirdiği siluet resimler dolaşıyordu bir ara internette… Gerekçe de ona benzemiş biraz, düşünceler nem kapmış, buzağı aranmış, düşman bulunmuş. Bu arada üniversite rektörü Prof. Dr. Ahmet Karaaslan da açıklamasında heykeli estetik bulmadığını dile getirmiş. Sol tarafındaki 'Prof' ve 'Dr' ünvanlarını yolda bulmuşçasına açıklama yapan Karaaslan sanat yorumculuğuna da soyunmuş. Bir ara eli kanlı general Kenan Evren de Picasso resimlerine bakıp “Ne var ki, bunları ben de yaparım netekim” diye ressamlık yapmaya başlamıştı. Aynı zihniyetteki Karaaslan'dan da böyle birİçteki işlere bakmakla sorumlu, sorun- şey beklenebilir. Eli alçılı rektörü kampus başında kendi estetik büstünü yaplu insan İdris Naim Şahin de 'Aristo maya çalışırken görebiliriz. Önerimiz; Mantığı'nı yerle bir edercesine yaptığı düz bir mermer yeterlidir, ekonomik de bir açıklama ile listeye hızlı bir giriş yaptı. 'İçeridekiler dışarı çıkmak istiyor- olur... larsa demekki dışarısı özgürdür' türünKafasında birdenbire 'ampul' yanıp den yaratıcı bir tespit yapan İNŞ, literadüşündüğü şeyi mükemmel bir fikirilk türe 'dümdüz mantık' tanımını kazanproje haline getiren AKP iktimişçesine dırmış da oldu. Duble yol asfaltı kadar .. 2011'in son günlerinde seçkinleri. dar dümdüz bir mantıkla yaşamına devam
AKP milletvekili Reha Denemeç, AK Kütüphane Sosyal Bilimler Teşvik Ödülü ismiyle üniversitelere yazı gönderdi. Bu proje kapsamında üniversiteleri kendi politikalarını incelemeye çağırdı ve beğenilen en 'bilimsel' çalışmanın ödüllendirileceğini duyurdu. 'Hadi Beni Övün' dedi AKP tüm üniversitelere. Bir nevi 'Hadi egomu tatmin et' çağrısı yaptı bilim kurumlarına. 'Beni sevdiğini söyle' dedi. Yani çok da distopik değil yakın gelecekte AKP müfettişleri üniversitelerde amfilere girip şu soruları sorup şu cevapları almak isteyebilir: -AKP'yi ne kadar seviyorsun? -Bu kadar.. (Kollar çember biçiminde baş hizasında birleşir) -Halkın kendi kendini yönetmesi nedir?. -AKP. -Kaç çocuk? -x>3 -Dışarısı nasıl? -Özgür. -Dindarın zıt anlamlısı? -Tinerci…
Ustalık dönemi yaratıcılarının açıklamalarını, projelerini okuduk. Hepsini toplayıp sadeleştirince bir tane mantıklı düşünce yapar mı, değerlendirilmesi gerekir. Üniversitelilerin ise bunlara söyleyecekleri, iktidar seçkinlerini ‘hop’ oturup ‘hop’ kaldıracak cinsten bilimsel, politik, tutarlı ve yaratıcı. İşlerine gelmeyebilir. Çürümüş düşünceleriyle layık olmadıkları üniversiteleri ziyaret etmek istediklerinde 'en az 3 yumurta' demekte üniversiteliler. Yazıya son verirken nereden geldiklerini anlamadıkları 3 yumurta düşsün, hepsi de gerici yaratıcı kafalara…
2
SAYFA 03
Hopa’da emekli öğretmen Metin Lokumcu polisin kullandığı gaz bombasından etkilenerek hayatını kaybetmişti. Yetkililer Lokumcu’nun ölümünü kalp hastalığına bağlayıp kullanılan gazın neden olmadığını ispatlayan raporlar yayınlamışlardı. Fakat 342 avukatın TTB’ye inceleme için başvurması üzerine gerçek ortaya çıktı. Raporda Metin Lokumcu’nun ölümüne, kullanılan kimyasal gazların neden olduğu açıklandı.
Gün dem
SœYAH MAV
KIRMIZISARI
DİSK 14. Genel Kurulu 10-12 Şubat tarihinde gerçekleştirildi. Genel-İş Genel Başkanı Erol Ekici DİSK Genel Başkanı seçilirken 8 bin üyesine karşılık 2 delegeyle temsil edilen Dev-Sağlık İş’in Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu’nun ortak listede bulunmamasına rağmen ilk turda 198, ikinci turda 166 oy alması genelkurulun en çok konuşulan olayı oldu.
SAYFA 3
AYIN
PANORAMASI
Disiplin Yönetmeliği Her üniversiteden bir ceza sesi yükseliyor. Afiş asmak, konser bileti satmak hatta eleştirmek bile uzaklaştırmalara neden olabiliyor. Görünen o ki yeni Disiplin Yönetmeliği gümbür gümbür geliyor.
ZORBALIĞIN USTASI Türkiye’de gündemi takip etmek zordur. AKP kurmayları on yıl boyunca var olan gündemi değiştirmek için gündem yaratacak açıklama yeteneği kazandılar. Bu sayede ise neyin, ne zaman ne kadar süreliğine gündem olacağını önceden kestirmek mümkün olmuyor. Ülke gündemi son olarak MİT, emniyet ve yargı arasında gelişmeler ortaya çıkana kadar, yine gençlik oldu. Bizzat Tayyip Erdoğan tarafından yapılan “dindar gençlik yetiştirmek istiyoruz” açıklamasıyla, AKP politikalarına karşı toplumda hala en güçlü isyan potansiyelini taşıyan gençlik hedef alındı. Eğitim alanında gericiliği kökleştiren AKP için, dindar gençlik çıkışı hezeyanla yapılmış bir açıklama değildir. Tayyip Erdoğan gençlik politikalarının adını koymuş oldu. Milli Eğitim Bakanlığı, Diyanet tarafından geliştirilen 2012-2016 stratejik planlarının parçası olarak dönem arasında öğrencileri umreye götürdü. Tayyip tarafından başlatılan bu tartışmayı anlamak için bir de konuşmanın alt metinlerine bakmak gerekiyor. Bu gençlik, tinerci mi olsun? İsyankar bir nesil mi olsun? Dindar olmayan gençliği ahlaksız, tinerci, ateist yapan Tayyip, muhafazakar tabanında gönüllere oynarken, “AKP gençliği” yetiştirme projesine karşı çıkanları da AKP tabanıyla ahlaksızlık üzerinden saflaştırdı. Tayyip Erdoğan’ın isyankar gençlikle derdi yeni değil. 2009 yılında harç zamlarını geri çektiren üniversiteliler adapsızlıkla, geçtiğimiz yıl İstanbul’dan Erzurum’a kadar hakları için Tayyip’in peşini bırakmayanlar marjinallikle, Hopa’da seçim mitingi öncesi yaşam hakkı için sokağa çıkanlar eşkıyalıkla suçlandı. Özellikle yumurta eylemleri ile başta üniversiteler olmak üzere gençliğin bulunduğu alanlara katılmaktan korkan AKP gençliğin öfkesini yansıtma biçimlerini değiştirmek için de yeni hamleler yapıyor. Enerji Bakanı Taner Yıldız Gazi Üniversitesi’nde kendini protesto eden üniversitelinin taleplerini dinlemese, eşit söz hakkı düzlemi yaratmasa da göstermelik olarak yanına oturtuyor. Gençlik ve Spor Bakanı ise Radikal Gazetesi’ne verdiği röportajda güvenlik güçlerinin gençlere karşı aşırı şiddet kullanıma karşı çıktığını ve demokratik tepkinin ifade biçiminin de demokrasiye ve hukuka paralellik göstermesinin lazım olduğunu söylüyor. LYS’de şifre skandalına karşı sokağa çıkan liseli gençlere “Biz de karşınıza on bin genç dikeriz” diyerek tehdit eden AKP’nin, demokratik tepki
açıklamaları hiçbir zaman güven vermedi. AKP gençliğin adının önüne dindar, itaatkar ya da Bilal Erdoğan, Emre Gül gibi girişimci kimlikleri getirse de, yıllardır demokratik bir üniversite ve ülke mücadelesi yürüten üniversitelilerin AKP tarafından geliştirilecek bir kimlik ihtiyacı görünmüyor. Üniversiteli olmanın aydın kimliğiyle halkın sorunlarına karşı ortak mücadele yürüten üniversiteliler, iktidarlara biat etmeyerek hakları iç0in isyan etme seçeneğini güncel tutuyor. Gençliğe gerici ve otoriter yüzünü çekinmeden gösteren AKP yargı, polis ve medya üzerinden kurduğu operasyonel güçle ülkeyi yönetmeye devam ediyor. Hrant Dink davası ise bu gücün geldiği noktayı anlamakta fazlasıyla yardımcı oluyor. Hrant Dink davasında AKP yargısı “örgüt bul(a)mayarak Erhan Tuncel’i tahliye ederken, aynı davada azmettirici olarak yargılanan Ramazan Akyürek AKP tarafından Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanlığı’yla ödüllendirildi. Dink cinayeti tamamen Ergenekon tutuklusu eski kontrgerilla artıklarının üzerine yıkılmaya çalışılarak, AKP’nin payı gizlenmeye çalışıldı. Dink cinayetinin gerçekleştiği dönemde İstanbul Valisi olan ve halen AKP Mardin Milletvekili olan Muammer Güler AKP tarafından özenle aklanırken, neredeyse varlığı saklanıyor. AKP yargı ve polis ile davanın üstünü örtmede kalan boşlukları ise medyayla doldurdu. Dink davasında “Katiller vuruyor, AKP koruyor” diyen on binlerce kişiyi ve birden “AKP’yi yıpratma torbası” içine alan AKP medyası AKP’yi kolladı. Dink davasında AKP’nin payını işaret eden Ece Temelkuran gibi gazeteciler ile her zamanki gibi hedef alındı. Yine Erdoğan tarafından hedef gösterilen Nuray Mert, Demirören grubunun Milliyet gazetesi üzerinde hakimiyeti ele geçirir geçirmez kovuldu.
Hrant Dink davası yanı sıra Şırnak Uludere’de 34 köylünün öldürüldüğü katliamda da medya üzerinden katliamdaki AKP payı gizlenmeye çalışıldı. Bir yanda katliamcı yüzünü gizleme çabasında olan AKP İdris Naim Şahin öncülüğünde her gün yapılan KCK operasyonları ile akademisyenlerden, avukatlara, gazetecilere, yazarlara, seçilmiş belediye başkanlarından, sendikacılara kadar yüzlerce insanı ise tutuklamaya devam ediyor. KCK operasyonları ile hem Kürt halkına gözdağı veren AKP, aynı zamanda toplu gazeteci, avukat, sendikacı tutuklamalarıyla ise muhalefet yürütenlere de mesaj veriyor. AKP’nin başarısının altında yargı, polis ve medyada son dönemde elde ettiği konumun payı epeyce fazla olsa da baskıyla, kasetlerle, ekonomik ilişkilerle kurduğu birliktelik zaman zaman çatırdıyor. Medyadaki ince denge Mehmet Altan örneğinde olduğu gibi hemen sökülüp atılabilen bir hal alabilirken, MİT ve polis arasındaki çekişmeler ise daha büyük krizlere yol açıyor. Tayyip Erdoğan’ın MİT başkanını koruması altına almasıyla çözülen olay AKP kayıtlarına “bizimkilerin” kavgası olarak geçti. Kavganın “bizimkilerin” olduğunu hemen fark eden AKP ve cemaat ortak düşman sola saldırarak özel olarak da 8 Mart öncesi KESK’li kadınları hedef seçerek moral toparladı. Ustalık dönemine AKP faşizmi damgasına vurmaya devam ederken, Hopa Davası’nda sokakta yaratıcı bir direniş yaratan üniversiteliler için üniversite amfileri ve ülkenin tüm sokakları doğru yolu gösteriyor. 2. öğrenim döneminin başladığı üniversitelilere banka kuyruklarından, kantinlere, yurtlara, amfilere, sokaklara kadar taşan AKP faşizmine karşı demokrasi mücadelesi ile birleşen üniversitelilerin hak mücadelesi AKP’yi söküp atmaya yetecektir.
Liberaller Liberallerin AKP’yle ayrılık vakti geliyor. Her iki tarafta biz zaten hiç birbirimize ihtiyaç duymadık dese de, biliyoruz ki ayrılık acısıdır bunu söyleten. Otoriterleşen AKP’den uzaklaşıyor olsalarda, onlarda bu sevgi AKP’de bu zeka oldukça daha kavuşur, ayrılırlar
Meclis Sporu O kadar maaşını ödediğimiz vekiller, aylardır oturarak iktidar ve muhalefeti oynuyolardı. Karşılıklı güzel güzel konuşan vekiller, sonunda kürsü işgaleriyle meclisi canlandırdılar.
Engin Ardıç Kadın düşmanlığını ve cinsiyetçi dilini yazılarına işleyen Sabah’ın lağam dilli Ardıç, son yazdığı yazılarında da her zamanki “üslubunu” bozmuyor, aynı tas aynı hamam…
GSS ÜNİVERSİTELİLERİ DE VURDU 1 Ocak 2012'den itibaren yürürlüğe giren Genel Sağlık Sigortası (GSS)'yla beraber sağlık ve sigorta alanında tam bir kargaşa yaşandı. Geçen yasayla beraber ülkedeki herkes GSS'li oluyor. Bunun sonucunda ise vizesi dolan yeşil kartlılar, GSS ile birlikte haklarından mahrum olan öğrenciler, ve daha önce herhangi bir güvencesi olmayan 1.700.000 kişinin gelir testi yaptırarak 31 Ocak'a kadar sisteme kayıt olması gerekiyordu. Ancak başvurular üzerine oluşan yığılmaların ve kargaşanın ardından başvuru tarihi 1 Mart 2012'ye kadar uzatıldı. Gelir testine başvurmayanlar ise en yüksek prim olan 212 lirayı ödemek durumunda kalacak. 25 yaşının altındaki tüm üniversitelilerin
de üniversiteden aldıkları öğrenci belgelerini 31 Ocak'a kadar getirmeleri gerektiğini belirten SGK 31 Ocak'ta iş bitiş saatine yakın bir saatte bu süreyi de bir ay uzatmak zorunda kaldı. GSS ile birlikte eskiden tedavi giderleri okulları tarafından karşılanan öğrencileri artık karşılamayacak. Erkek öğrencilerin ailelerinin güvencelerinden 25 yaşına kadar yararlanabilecek. 18 yaşını doldurduğu halde okumayan ve okuyor olsa bile 25 yaşını dolduran erkekler de gelir testine başvurmak zorunda. 25 yaşını geçen üniversitelilerin gelir testinde harcamalar esas olduğu için aldıkları bursları prim olarak vermek zorunda kalabilir.
Ayl›k, yerel, süreli, Türkçe yayin. Kolektif Kültür Yaşam Derneği Ad›na Sahibi ve Sorumlu Yaz› ‹şleri Müdürü Dilan Ögüz Adres ‹stiklal Caddesi, imam Adnan Sokak, No:5,Kat: 5 Beyoğlu/‹stanbul Tel 0 212 245 97 33 e-posta : universitelimp3@gmail.com Bas›ld›ğ› Yer : Star MedyaYay›nc›l›k A.Ş Mehmet Akif Mah. ‹nönü Cad. Bas›n Express Yolu Star Sok. No:2 ‹kitelli/‹stanbul Tel :0212 448 82 62 Ücretsizdir
SAYFA 04
Genç akademisyenler Tayyip Erdoğan’ın “dindar nesil” açıklamalarına karşı bir metin kaleme aldı. Metinde bir Başbakan’ın tüm vatandaşlara eşit mesafede yaklaşması gerektiği ve bunun demokrasinin birincil şartı olduğunun vurgulanıyor. Akademisyenler başbakana yanıtlarında, hapislerde tutsak yatan yüzün üzerinde gazeteci, binlerce siyasetçi, milletvekilleri, Büşra Ersanlı ve beş yüzden fazla öğrenciyi de hatırlatıyorlar ve “bu korku heyulasını yıkmak için imzamızı atıyoruz” diyorlar.
Aka demi SAYFA 4
SœYAH MAVœ KIRMIZISARI
Marmara Üniversitesi İİBF Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü üyesi Prof. Dr. Büşra Ersanlı’nın, BDP’nin Siyaset Akademisi’nde ders verdiği için tutuklanmasının 100. gününde “Adalet ve Özgürlük İstiyoruz” sloganıyla bir basın açıklaması gerçekleştirildi. Akademisyenlerin katılımının yoğun olduğu açıklamaya üniversiteliler “Büşra Ersanlı’yı Özgür Bırak” diyerek katıldılar.
GERİCİLİK, PİYASACILIK, YANDAŞLIK ...
REKTÖRLER COŞA GELDİ
YÖK BAŞKANI’NDA YOK YOK
Yargı ve rektör bağışlamadı
Geçtiğimiz aylarda YÖK başkanı değişti. Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün atadığı 2. YÖK Başkanı oldu. AKP üniversitelerde uzun zamandır gerçekleştirmek istediği YÖK reformu için adı anılan bir çok kişi arasından -ki bunlara başbakanın özel doktorluğunu da yapmış olan Yunus Söylet de dahil- en uygun kişi olarak Gökhan Çetinsaya'yı tercih etti. Referanslar sağlam Gökhan Çetinsaya bu göreve Fethullah Gülen'e yakınlığıyla bilinen Ülker Grubu'nun başkanı olan Murat Ülker'in kurduğu Bilim ve Sanat Vakfı'na ait olan Şehir Üniversitesi rektörüyken atandı. Bu özelliğiyle Çetinsaya ilk kez bir vakıf üniversitesinden bu göreve atanan kişi oldu. Ayrıca Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nu hocası, üstadı olarak gördüğünü belirten Çetinsaya Şehir Üniversitesi açılışındaki ilk derslerden birini Ahmet Davutoğlu'na yaptırdı. Çetinsaya bir çok Fethullahçı akademisyenin üye olduğu cemaatin prestijli vakfı olan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın da bir üyesi. Çetinsaya'nın akademik çalışmaları ise günümüz Türkiye’si ve Ortadoğu ilişkileri üzerinde yoğunlaşıyor. Yeni YÖK başkanı ABD ve de İngiltere'nin Ortadoğu Çalışma Cemiyetleri'nden de ödüller almış. Çetinsaya'nın aldığı bu ödüller bir çok AKP'li tarafından alkışlanıyor olsa da ABD'nin Ortadoğu'da yarattığı yıkımları düşününce Ortadoğu Çalışma Cemiyeti'nden ödül almanın pek de
alkışlanası bir şey olmadığı ortaya çıkıyor. Çetinsaya Türkiye'nin bölgede etkin bir güç olursa daha da gelişeceğini yaptığı röportajlarda belirterek Ahmet Davutoğlu'nun öğrencisi olduğunu kanıtlıyor. Sessiz sedasız geliyor Yusuf Ziya Özcan döneminde Yükseköğretim Kongresi gibi bir çok ön hazırlık yapıldı Çetinsaya da YÖK'te dönüşümü gerçekleştirerek AKP'nin ihtiyacı olan bir üniversite inşa etmek istediğini başkanlığa gelir gelmez." yeni bir yükseköğretim sistemini inşa etmeye, daha önce yapılan çalışmalara devam etmeye kararlıyım." diyerek belli etti ve sessiz sedasız yaptığı ilk hamle ile YÖK bürokratlarının hepsini değiştirdi. Yapılan değişikliklerle kendisine uyumlu ve hızlı çalışabilen bir kadro yaratmayı hedefleyen Çetinsaya YÖK'te reformu gerçekleştirmek için hazırlıklarına başladı. Bütün üniversite rektörlerinden rapor isteyen Çetinsaya bölge bölge bütün üniversite rektörleriyle görüşme kararı aldı. Ancak YÖK reformu hazırlıklarına geçen sene üniversitelilerin müdahale etmesi üzerine Çetinsaya Özcan'a göre daha temkinli davranıyor. İlk rektör görüşmesini yine sessiz sedasız ülkede gündem etmeden gerçekleştirerek, Mardin'de Adıyaman, Batman, Dicle, gaziantep, Harran, Kilis, 7 Aralık, Mardin, Artuklu, Siirt, Şırnak ve Zirve Üniversitesi rektörleriyle buluştu. Ardından da bu üniversitelerin öğrenci konseyi başkanlarıyla görüştü. Çetinsaya bu şekilde reforma karşı olu-
şacak tepkilerin meşruluğunu kırmak için ön hazırlık yapıyor; “Reform ülkedeki bütün üniversitelilerin temsilcileri ve de rektörlerin ortak mutabakatıyla yapılıyor“ YÖK’te reform tutmaz Ancak Çetinsaya YÖK reformu önündeki en büyük engel olan üniversitelilerin mücadelesini de görmezden gelemedi. Çetinsaya twitter'dan yaptığı ilk açıklamada Öğrenci Kolektifleri'ne seslenerek "Yumurta atmayın tweet atın" diyerek yumurta korkusunun kendisini de sardığını gösterdi. Önümüzdeki dönem YÖK'te reform yapmakta kararlı olduğunu belirten Çetinsaya Selçuk Üniversitesi öğrencisi olan KCK davasından tutuklu öğrencilerin yargı kararı beklenmeden okuldan atılmaları üzerine "Darbenin izlerini taşıyan yönetmeliği değiştireceğiz" dedi. Üniversitelilerin uzun zamandır yürüttüğü demokrasi mücadelesini boşa çıkarmak ve aynı zamanda YÖK reformunun meşruluğunu arttırmak için bu söylemi bundan sonra da kullanmaya devam edeceğe benziyor. Çetinsaya bunu söylerken AKP'li rektörler aracılığıyla üniversitelerde her geçen gün baskılar artıyor. Çetinsaya'nın üniversitelerde “Yeni bir yükseköğretim sistemi inşa edeceğim” der demez TÜSİAD ile görüşmesi vakıf üniversitesinden geliyor oluşu ve de AKP ve cemaat ile olan ilişkisi gözönünde bulundurulursa YÖK reformunun piyasacı ve gerici bir seyirde olacağını gösteriyor.
Söylet “demokrasi”si iş başında AKP serüvenine Tayyip Erdoğan'ın aile doktoru ünvanıyla başlayan Yunus Söylet, YÖK üyeliğinin ardından 2008 yılında İstanbul Üniversitesi rektörlük seçimlerinde 2. sırada olmasına rağmen Abdullah Gül tarafından rektör ilan edildi. Rektör olduğu günden beri çoğulculuktan, demokrasiden, sivil anayasadan söz eden Yunus Söylet ilk yıllarında 54 öğrenciye toplam 14 yıl ceza veren rektör olarak ismini duyurdu. Kökenlerini unutmayan Söylet’in ilk
işlerinden biri Tayyip Erdoğan’a fahri doktora unvanını vermek oldu. Söylet, AKP’li rektörler arasında baskı konusunda profesyonel bir isim. Öyle ki, İstanbul Üniversitesi’nde sivil polislerin istediği kişinin çantasını arama kararının altına rahatlıkla imzasını atmıştır. Söylet, özel güvenlik birimlerini ve polisleri üniversitede yerleşik hale getirmek isteyerek; masa açmayı yasaklamayı, fakülteler arası geçiş yasağını sürdürmeyi, girişte çanta aramasını yürürlüğe sokmayı denemiş; ancak okuldaki muhalefet yüzünden başarısız olmuştur.
Rektörün yeni yöntemi ise okulda ülkücü faşist saldırıları meşru hale getirmek, polis eliyle (gözaltılar, çevik kuvvet saldırıları) kitlesel olan solu susturmaya çalışmak. Tüm bunların gelişen üniversite muhalefeti ile püskürtülmesinin karşılığında ise rektörün son silahı soruşturma-uzaklaştırma oluyor. İ.Ü’de Deniz Gezmiş’i anmaktan, afiş asmaktan, “okulun huzurunu bozmaktan” üniversiteliler ceza alabiliyor. Ancak bu absürt cezalar da öğrencilerin tepkisi ile kamuoyuna yansımaya başladı. AKP’nin soğukkanlı rektörü Söylet, artık üniversitede ağzına demokrasiyi alamaz durumda.
KTÜ'de yılladır bağış adı altında toplanan kayıt parası uygulamasıyla ilgili Orman Fakültesi 2. sınıf öğrencisi Gizem Görnaz, ’Evrensel Genç Hayat’ gazetesine 'Yakarım KTÜ’yü de yakarım’ başlıklı bir yazı yazdı. Üniversiteye kayıt sırasında bağış adı altında alınan 100 liraların, KTÜ Güçlendirme Vakfı’nın kasasına girdiğini anlatan yazısı üzerine KTÜ Rektörü İbrahim Özen, Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığı’na ’Basın yoluy-
la hakaret’ suçlamasıyla şikayette bulundu ve Gizem Görnaz'a 11 ay hapis cezası verildi. Tahammülsüzlüğü bununla bitmeyen rektörlük okuldan da soruşturma açtığı üniversiteliye 1 dönem uzaklaştırma cezası vererek bir AKP'li rektör klasiğini daha yaşatmış oldu. KTÜ Kolektif üyeleri bu soyguna karşı karşı aylarca mücadele etmiş ve bu sene başında para ödemeden kayıt yaptırarak kazanım elde etmişti.
4x4 rektör
Üniversitedeki cemaat kadroları tarafından açıkça desteklenen SDÜ rektörü Hasan İbicioğlu AKP’nin görevini iyi ezberlettiği rektörlerden. Öyle ki akademik yıl açılış töreninde 1. sınıf öğrencilerine yaptığı konuşmada “Okulda siyaset istemiyorum” demiş, sene başında yapılan gizli harç zamlarıyla ilgili basın açıklaması yapan 52 öğrenciye soruşturmalar yağdırmıştı. Göreve hızlı başlayan İbicioğlu son olarak kendisine tahsis edilen 3 tane makam aracını beğenmey-
erek 300 bin TL değerinde makam aracı satın aldı. Üniversite ödeneklerini makam arabasına kullanan Hasan İbicioğlu, kendisine bu konuyla ilgili sorulan bir soruya "Üniversiteler Kuruluna gittiğimde bazı üniversitelerin makam araçlarının fotoğraflarını gördüm, ben zenci miyim kardeşim benim bu imkanım varsa neden almayayım?” diyerek, klasik bir AKP’li gibi demokrasi maskesinin altındaki ırkçı yüzünü daha fazla saklayamadı.
Ceza işi ekşidi 2010 yılında rektörlük seçimlerinde 3. sırada olmasına rağmen Abdullah Gül tarafından atanan Marmara Üniversitesi rektörü Zafer Gül; AKP’nin üniversiteyi şirket, öğrencileri müşteri olarak görme anlayışını iyi kavramış olacak ki Denizbank ile anlaşmalı kimlik kartı uygulamasına geçerek işlere piyasacılıkla başlamıştı. Muhalif akademisyenler için de önceden önlem almış olan Zafer Gül için zaman gazetesi “ideolojik saplantılı bilim insanlarını tasfiye
etmeye kararlı” açıklamasını yapmıştı. Marmara Üniversitesi piyasacı, gerici, baskıcı üçlemesinin son halkasını ekşi sözlükte İletişim Fakültesi dekanını eleştiren öğrenciye bir dönem uzaklaştırma cezası vererek tamamladı. Okula akademisyen olarak gelip 4 ay içerisinde dekan olan Yusuf Devran’ı seçilerek değil atanarak dekan olduğu için eleştiren Rdyo TV ve Sinema bölümü öğrencisi Mikail Boz’a bir dönem uzaklaştırma cezası verildi.
SAYFA 05
Ko lek tif
Mersin Üniversitesi Öğrenci Kolektifleri ikinci döneme hızlı giriş yaptı. MÜ Rektörlüğü YÖK tarafından tanınan "hakkını" sonuna kadar kullanarak % 30'un üzerinde harçlara zam yaptı. Mersin Kolektif harekete geçerek "Piyasacılığa, paralı eğitime, harçlara karşı Kolektif olalım" çağrısıyla gizli zammı yemekhanede dağıtılan bildiri ve konuşmalarla teşhir etti. Mersin Kolektif'in bir diğer buluşması ise yoğun ilginin olduğu film gösterimi oldu. Gösterimin ardından 2. Gençlik Filmleri Festivali'nin ve gönüllü duyurusu yapıldı.
SœYAH MAV
KIRMIZISARI
İstanbul ve Eskişehir Kolektif yeni döneme tartışma atölyeleri kurarak giriyor. Tartışma atölyelerinin başlıkları ise önümüzdeki dönemin gündemine göre planlanıyor. Teorik ve politik birikim sağlayacak olacak tartışma atölyeleri; üniversite mücadelesi, siyasal islam-AKP, neoliberalizm ve kriz, Kürt sorunu gibi konu başlıklarını içeriyor.
SAYFA 5
NECATİ ARTIK ÖZGÜR
OKUMUŞ İNSANLAR VAN’DA
VAN ÇOCUKLARLA ISINDI Van'da 23 Ekim'de meydana gelen depremden hemen sonra Van halkıyla dayanışmak ve şehrin bir an önce toparlanmasına yardımcı olmak amacıyla Kolektifler Van'daydı. AKP'nin Van'ı adeta unuttuğu ortadayken yaz tatillerinde ‘Okumuş insan halkın yanındadır’ diyerek yoksul mahallelerde çocuklarla olan üniversiteliler yarıyıl tatilinde de “Van'ı birlikte ısıtacağız” diyerek yine çocuklarla buluştu. Üniversiteliler yangınlar nedeniyle insanların yine hayatlarını kaybettikleri çadırları çocuklarla paylaşarak yarıyıl tatili boyunca kurdukları tiyatro, drama, müzik, dans, resim atölyeleriyle çocukların motivasyonunu sağlamaya çalıştılar. Okulların eğitim ve güvenlik bakımından yetersiz olduğu, 70 bin öğrencinin eğitimini Van dışında tamamlamak için gönderildiği ve sonrasında gerekli takibin yapılmamasından kaynaklı zorluk çekildiği bir ortamda çocuklara, Van'a duyu-
lan kardeşlik; Türkiye'nin dört bir yanından gelen üniversiteliler tarafından hissettirilmeye çalışıldı. 5 Şubat'ta ise Halkevleri ve Van Belediyesi'nin düzenlediği şenlikte 500'e yakın çocuk ve ailesi buluştu. Üniversitelilerin yarıyıl tatili boyunca çalışma yaptıkları atölyelerde çocuklar paylaştıkları ve öğrendiklerini bu şenlikte sergilediler. İnsanlara ve insanlığa ihtiyaç duydukları bu dönemde yalnız kalmayıp birlikte doyasıya eğlendiler. Kurulan kardeşlik halaylarında hepsi eleleydi. Konuşmalarda Van halkının yalnız kalmayacağı özellikle vurgulandı. Öğrenci Kolektifleri Hakkari'ye köprüyü nasıl kurdularsa Van'da da kardeşlik köprüsünü kurmaya devam edeceklerini ve Van ısınana kadar birlikte olacaklarını söylediler. Van Belediye Başkanı ise depremden sonra Van'ı terketmek zorunda kalan çocukların gönüllerinin aslında hep burada olduğunu ve geri döneceklerini söyle-
di. Bundan sonrası için ise çocuklara “Siz daha sağlam yapılar yapın” diye seslendi. Van'da bulunan öğretmenler ise Eğitim-Sen'in hazırladığı raporda eğitimin ne kadar sağlıksız bir ortamda olduğunu gösterdiler. Öğretmenler okulların güvensiz, soğuk ve susuz olduğunu çocuklar için ise rehabilitasyon çalışmalarının yetersiz olduğunu söyledi. Buna rağmen AKP kurulan Van Çocuk Evi çadırından bile rahatsız olmaya başladı. Üniversiteliler de böylece “Van'a kardeşlik köprüsünü kuruyoruz” diyerek halkların kardeşliğini, çocuklar için yapılmayan motivasyon çalışmalarını ellerinden geldiğince yaparak Van'ı birlikte ısıtabileceklerini ve depremde çoğu yakınını kaybetmiş olan çocukların Türkiye'nin çeşitli yerlerinden gelen ve kardeşleri olduklarını söyleyen üniversitelilerle kardeşlik halayını kurarak AKP'nin bütün engellemelerine karşı mücadelenin devam edeceğini gösterdi.
Kocaeli'nde 25 Kasım günü Öğrenci Kolektifleri ve Kolektif Basın Merkezi üyesi Necati Henden'in de aralarında bulunduğu 12 kişi "terör örgütü üyeliği", "terör örgütü propagandası", "suçu ve suçluyu övmek" iddiasıyla tutuklanmıştı. Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı'na gönderilen dava dosyasına avukatlar itiraz ederek dosyadaki gizlilik kararının kaldırılması, görevsizlik kararı verilmesi ve tutukluların tahliye edil-
mesini talep etmişti. Tutuklu avukatlarının itirazının ardından Kandıra F Tipi Cezaevi'nde 2 ayı aşkın bir süredir tutuklu bulunan 12 kişi serbest kaldı. Öğrenci Kolektifleri "Sokağı özgür bırak" diyerek Hopa tutsağı üniversitelileri ve Necati'yi geri aldı. Kolektifler tüm tutuklu üniversiteliler özgür kalana, sokak özgür kalana kadar "Sokağı özgür bırak" demeye devam edeceğini belirtti.
KOLEKTİF KAZANMAYA DEVAM EDİYOR Öğrenci Kolektifleri son dönemde üniversitelerine dair yaşadıkları sorunlarla ilgili birçok fakültede kampanya başlattı. Okullarında yaşadıkları sıkıntıları çözmek için bir araya gelen üniversiteliler Yıldız Teknik Üniversitesinde %90 ders devamlılığına karşı boykot örgütlerken, bütünleme hakları için DTCF’de imza kampanyası yürüttü. İTÜ Taşkışla kampüsünde sürekli zamlanan kantin fiyatlarına karşı bir araya
geldiler. Yıldız Teknik Üniversitesinde boykot sonrasında zorunlu ders devamlılığını %90’dan %80’e indirirken, bütünleme haklarını isteyen üniversiteliler 1000 imzayla yönetime gittiler. Kantin fiyatlarının her geçen yıl arttığı Taşkışla’da ise üniversiteliler dekanlığa yüzlerce dilekçe ve taleple çıkıp taleplerinin gerçekleşene kadar kampanyanın takipçisi olacaklarını belirttiler.
3 YUMURTA NE KADAR KORKUTUR? ANKARA HUKUKTA KAZAN VE ÇEÇEN’E YER YOK
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nin 75. yıl kutlamalarına Abdullah Gül katıldı. Abdullah Gül’ün üniversiteye gelmesiyle birlikte üniversitede ve Beyazıt çevresinde olağanüstü hal ilan edildi. Üniversite girişleri özel güvenlik görevlileri ve polislerle donatılırken kendi okullarına girmek isteyen üniversitelilere potansiyel suçlu muamelesi yapılıp, zorla üstleri ve çantaları arandı. İktisat Fakültesi kutlamalarına İktisat öğrencileri alınmazken, konferansa ve okuluna girmek isteyen öğrenciler gözaltına alındı. Alınan tüm önlemlere rağmen üniversiteliler dedikleri gibi okullarında bir tek AKP’li yi bile rahat dolaştırmayacaklarını Abdullah Gül’ ün arabasını yumurtaya bulayarak gösterdiler.
Abdullah Gül’ün üniversiteye geldiği günün sonunda 11 üniversiteli gözaltına alındı. Gözaltına alınan üniversitelilere farklı farklı nedenlerden jet hızıyla davalar açıldı. Üniversiteye her geldiklerinde yumurtalarla karşılanan AKP’lilerin korkusu bu sefer yumurta başına 44 ay ceza talebi olarak karşımıza çıktı. Okula girmeye çalışırken çantasından yumurta çıkan Kolektif üyesi Yiğit Ergün‘e 4 yıl 6 ay dan 11 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. Açılan davalar, üniversitelerine sahip çıkan öğrencilere gözdağı vermeyi amaçlasa da üniversiteliler gerçekleştirdikleri basın açıklamasında AKP ve temsilcileri üniversitelere gelmeye devam ettikçe ellerinde yumurtalarla okullarında bekleyeceklerini tekrar hatırlattılar.
Uludere katliamından sonra medyada artan ırkçı faşist söylemlere bir yenisi de ‘İnsan Hakları’ profesörü Anıl Çeçen’ den geldi. “Güneydoğuda insan hakları askıya alınsın” gibi açıklamalar yapan Çeçen Kürt halkına yönelik yapılan katliamları ve saldırıları meşrulaştırmaya çalışmıştı. Irkçı faşist söylemleriyle duyarlı üniversite öğrencilerinin tepkisini toplayan Anıl Çeçen ders verdiği Ankara Hukuk Fakültesi koridorlarında savaşa inat “Barışa köprü olacağız” diyen Kolektifler’e yakalandı. Üniversitelerinde
ırkçı zihniyetin yeri olmadığını söyleyen Hukuk Fakültesi öğrencileri Çeçen’i okullarından kovdu. Ankara Hukuk Fakültesi’nden kovulan tek isim Anıl Çeçen değildi. 2 Temmuz 1993’de Sivas’ta 33 insanın katledilmesinin ardından katillerin avukatlığını yapan Şevket Kazan Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde katıldığı ‘Genç Bakış’ programında Kolektiflerden nasibini aldı. Katliamın ardından katiller için ‘Tahrik olmuşlar” gibi açıklamalar yapan Kazan yumurtalarla üniversiteden kovuldu.
SAYFA 06
Latin Amerika'daki Ekvador hükümeti ArjantinliKübalı gerilla Ernesto Che Guevara'nın 44 yıl önce CIA'in kontrolündeki bir operasyon sonucunda Bolivya Ordusu tarafından yakalanıp yargısız infaz edilmesini kınayan bir kararı kabul etti. Karar 1 Şubat'ta da yasama organının internet sitesinde yayınlandı. Ekvador Ulusal Meclisi'nde oylanan kararda Che Guevara'nın düşünceleri yüceltilirken onun öldürülmesinin de insanlığa karşı bir suç olduğu vurgulandı.
Yer küre SAYFA 6
SœYAH MAVœ KIRMIZISARI
Romanya'da hükümetin emekli ve memur maaşlarında kesinti yapması, eğitim ve sağlık harcamalarında kısıtlamaya gidilmesini ve sağlıkta piyasalaştırmayı, özelleştirmeyi içeren yasa paketinı meclisten geçirmek istemesi üzerine halk sokağa döküldü. Kitlesel eylemlerin ardından sağlıkta reform yasa paketinden çıkarıldı. Ancak bununla yetinmeyen halk sokakta hakları için mücadeleye devam etti. Başbakan Emil Boc tepkiler üzerine görevinden istifa etmek zorunda kaldı.
KOMŞU NEOLİBERALİZM KARŞISINDA BÜYÜK SINAVDA
YUNANiSYAN Yunanistan'ın uzun zamandır yaşadığı ekonomik sıkıntıları çözememesi üzerine Almanya Ekonomi Bakanı " Yunanistan yapması gereken reformları yapamıyorsa bütçe politikasının kontrolünü AB'ye bırakmalı" diyerek sadece Yunanistan halkının değil bir çok kesimin tepkisini çekmişti. Son olarak yapılan görüşmelerde Avrupa Birliği (AB), Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Avrupa Merkez Bankası (ECB) Yunanistan hükümetine 130 milyon verme kararı aldı. Ancak bunun için önerdikleri paketin yasalaştırmalarını ve paketin uygulamaya geçmesini şart koştular. Pakete göre binlerce kamu çalışanı tazminatları dahi ödenmeden işten çıkarılacak. Ayrıca asgari ücretin %22 oranında düşmesini öngören paket esnek çalışmayı ise adeta kurallaştırıyor. Yunanistan hükümetinin de son çare olarak gördüğü bu paketi geçirmekte oldukça kararlı. Bunun üzerine Yunanistan'da uzun zamandır sokakta mücadele etmeye alışan halk bu sefer de iki günlük genel grevle karşılık verdi. Grev ülkede hayatı durdurma noktasına getirirken üniversite ve liselerde de etkin boykotlar gerçekleştirildi. Yunanistan tarihindeki en geniş katılımlı bu mitinglerde ana vurgular Yunanistan’ın Euro bölgesinden çıkılması ve IMF ile ilişkilerin kesilmesiydi. Yapılan eylemlere polisin müdahalesi çok sert oldu. Meydanları gaza boğan polislere cevabı gençlik verdi. Gençlerin polislere attıkları ses bombaları ve taşlar
Yunaistan’da krizin faturasının yoksul halka kesilemeyeceğinin en somut göstergesi oldu. Eylemde meclisin etrafının halk tarafından kuşatılması üzerine mecliste yapılması planlanan görüşmeler de pazartesi gününe ertelendi. Grev boyunca Çevre ve Eğitim bakanlıkları öğrenciler tarafından Çalışma Bakanlığı da işçiler tarafından işgal edildi. Ayrıca Yunanistan'daki son durumu değerlendirdikleri bir açıklama yayınlayan Polis Sendikası da bu paketin kabul edilmesi halinde hükümeti "şantaj, demokrasiyi gizlice feshetme ve ulusal bağımsızlığı tehdit" suçlarından tutuklayacağını açıklarken "Yunanistan halkıyla bizi daha fazla karşı karşıya getiremesiniz" dedi. Ayrıca grevin olduğu iki gün boyunca polislerin de belli bir kısmının greve gitmesiyle eylemlere müdahale eden polis sayısının oldukça az olduğu görüldü. Pazartesi günü ise öğlenden itibaren başlayan eylemler gece geç saatlere kadar sürdü. Meclisin etrafını 200 bin civarında insan sardı. Ancak gece saat 01.00'e doğru parlamentoda yasa kabul edildi. İktidar ve ana muhalefet partisi yasayı onaylasa da bir çok milletvekili partilerinin kararına uymayarak yasayı kabul etmediler. Yıkım paketi meclisten geçerken, parlamentodakilerin halka kulaklarını tıkayarak onların taleplerini duymazdan gelmesi halktaki tepkileri arttırdı.
HÜRMÜZ TARAFLARI GERDİ AKP’NİN SURİYE’DE NE İŞİ VAR? Suriye'de emperyalist ülkeler tarafından desteklenen muhaliflerle Esad arasındaki mücadele her geçen gün şiddetlenerek ve diğer ülkelerin de müdahil olmasıyla devam ediyor. Dünyada medyanın etkin kullanımıyla Esad'ın kanlı bir diktatör olduğu, her gün Suriye'de masum insanları öldürdüğüne dair genel bir kanaat oluşturuldu. Suriye'ye Libya'dakine benzer bir müdahale öncesinde meşru bir zemin yaratılmaya çalışılırken son gelişmelerle beraber Suriye'den yapılan haberlere herkes temkinli yaklaşır hale geldi. Arap Birliği'nin Suriye'ye gönderdiği gözlemci heyetten bir kişinin, Suriye karşıtı rapor geçmesi için ABD ve Fransa istihabaratıyla para karşılığında anlaşmasının açığa çıkması büyük basın kuruluşlarını bile Esad aleyhindeki raporlara kuşkuyla bakar hale getirdi. Ayrıca ABD ve işbirlikçi ülkeleri tarafından destekle-
nen Özgür Suriye Ordusu'nun ülkede yaptığı sivil katliamlar da gün yüzüne çıkmaya başladı. Ülkede Arap Birliği'nin gözlemci heyetine muhalifleri şikayet eden bir kişinin idam edildiği görüntüler ortaya çıktı. Bu görüntüler daha önce medyada “Muhalif idam edildi” gibi gösterilse de gerçek bir süre sonra ortaya çıktı. Son olarak Arap Birliği, yaptığı toplantıda Suriye ile bütün diplomatik ilişkileri kesme kararı aldı. Birleşmiş Milletler ve Arap ülkelerinin oluşturacağı barış gücünün ülkeye müdahale etmesi gerektiği söylendi. AKP’nin başından beri Özgür Suriye Ordusu ve Suriye Ulusal Geçiş Konseyi'ni desteklediği biliniyor. Suriye'de Esad'ın devrilmesi durumunda bölgesel olarak elinin daha da güçleneceğini düşünen AKP tüm kozlarını oynamaya devam ediyor.
İran ve ABD arasındaki gerginlik, karşılıklı yapılan hamleler ile büyümeye devam ediyor. İran'ın bölgedeki gücünün büyümesine engel olmaya çalışan ABD ve AB İran petrolüne ambargo kararı koyarak (1 Temmuz' dan itibaren geçerli olacak) ülkenin en büyük gelirlerinden birisi olan petrol aracılığıyla İran'ı sıkıştırmaya çalışıyorlar. Ancak petrolüne yönelik yapılan ambargo tehdidine karşı İran da Hürmüz Boğazı'nı kapatma tehdidiyle karşılık verdi. OPEC (Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü) 'in Suudi Arabistan'dan sonra en büyük üreticisi olan İran'a uygulanacak bir ambargoyla dünyadaki petrol fiyatlarında büyük bir dalgalanma yaşanacağını öngörmek çok da zor değil. Bir de İran'ın Hürmüz'ü kapatma tehdidi eklenince OPEC'in %70, dünyanın ise 1/6 oranındaki petrolün diğer ülkelere akışı duracak. Bu durumun yanı sıra ABD'nin müttefiki olan bir çok ülkenin de bu ambargoya uymak istememesi ABD'nin elini sıkıştırıyor. AB ise
petrol ihtiyacının %17'sini İran'dan karşılıyor. 1 Temmuz'da ambargo başayana kadar AB ülkelerinin başka kaynaklar bulması bekleniyor. Ancak ekonomik olarak zor günler geçiren AB ülkelerinin durumu daha da zorlaşacak gibi görünüyor. Ayrıca İran'ın Hürmüz Boğazı restine, ABD yakın müttefikleriyle ilişkilerinin kesilmesine karşı “Hürmüz'ü kimse kapatamaz” diye cevap verirken; İran ise bu tavrında kararlı olduğunu tekrar belirtti. Bunun üzerine ABD Hürmüz'e 5. filosunu göndererek İran'a gözdağı vermeye devam etti. Bu restleşmelerin yanı sıra ABD İran'ın çevre ülkelerindeki askeri yatırımlarını arttırmaya devam ediyor. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail ve Türkiye’ye uçak satışları ve bu ülkelerde füze kalkanları kurulmaya devam ediliyor. AKP ise İran ile ilişkilerini bozmak istemezken ABD'ye de uyum sağlamak zorunda olduğu için oldukça krizli bir durumda.
SAYFA 07
Kantarın topuzu kaçtı, artık yeter! Kadın mücadelesinin kazanımlarından biri olan 8 Mart'a yaklaşırken geçen yıldan bu yıla kadının gündemine kısaca bir göz atmak yararlı olacak. Kadın düşmanlığının katlanarak arttığı, her gün kadınları aşağılayan, tecavüzün sorumlusu ilan eden yeni uygulamaların yaşandığı günlerden geçildi. Kadın düşmanlığının vücut bulduğu isimler yazmakla bitmez ancak gündemi meşgul eden başlıca isimler Hüseyin Üzmez, Emre Aköz, Orhan Çeker ve Engin Ardıç oldu. Yargının erkek egemen yapısı Üzmez'i ikinci duruşmasında tahliye etti. Tecavüzcü Üzmez'i aklayan sadece yargı değildi, tecavüzün sorumlusu dekolte giyen kadındır diyen Orhan Çeker de bu trenin bir lokomotifi olma görevini üstlendi.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in şiddet ve tecavüze karşı önlem olarak sunduğu tasarılar ise gündeme damgasını vurdu. Tecavüzcülerin ıslah edilebilir hastalar olduğu ön kabulü ile çözüm arayan Şahin kadınların değil tecavüzcülerin derdine derman oldu. Şiddet uygulayan erkeği tekrar toplumsal yaşama kazandırma adına hazırlanan bu tasarı şiddete uğrayan kadının da en güvenli yerinin evi, ailesinin yanı olduğunu söylüyor. Şahin'in elektronik kelepçe, hadım yasası gibi yaratıcı önerileri ise kadını aile kurumunun içine hapseden, tecavüzcülerin topluma kazandırılmasını sağlamaya dönük projeleri içeriyor. AKP yargısı ve bakanıyla kadın düşmanlığını pekiştirirken medya kanalını unutmamış, medya da kadın düşmanlığını
yaymadaki rolünü tam not alarak oynamaya devam ediyor. Gazetelerden kadınlara kin kusan Emre Aköz, Engin Ardıç ve Fatih Altaylı üçlüsü medyanın erkek egemen yüzünün saldırgan örneklerini oluşturuyor. Altaylı'nın Habertürk Gazetesi'nin sürmanşetinden verdiği kadın cinayetinin fotoğrafı medyanın şiddet haberlerine gösterdiği ilginin boyutunun pornografik malzemeden öteye geçmediğini ispatladı. Aköz ve Ardıç ikilisinin köşe yazılarından kadın mücadelesinin öznelerini karalamaya dönük propagandası ise üniversiteli kadınların müdahalesini geciktirmemişti. Ardıç kadın düşmanlığının sınırlarını aşarak sözünü Davos'ta eylem yapan kadınlardan, bağlı olduğu Sabah-ATV grubunun binasını basan üni-
KADINDAN AİLE KADINI YARATMAK Aile kavramıyla yakından ilgilenen, yeni evliliklerle yeni aileler kurmaya teşvik eden AKP'nin bu yöndeki çalışmaları dur durak bilmiyor. Tayyip Erdoğan'ın üç çocuk talebinin ardından son olarak Erdoğan Bayraktar sınırları daha da zorlayarak "beş çocuk yapın" dedi. AKP aile kurmayı, evliliklerin meyvesini arttırmayı neden kendine dert edinmiş sorusunun cevabını ararken "Toplumun temel yapıtaşı ailedir ve kutsaldır" cümlesini çözümlemek faydalı olacaktır. Aile toplumun temel değeridir çünkü toplumun besleneceği tek kaynağı oluşturur. Kutsaldır çünkü bütün dinler aile kurumunu destekler. Devlet politikaları ise toplumsal yaşamın ve toplumsal ilişkilerin çerçevesini çizmeye yönelik adımlar atar. Ailede kadın üzerinde var olan kontrol erkek tarafından sürdürülse de devlet politikaları bu baskı ve kontrol mekanizmasını destekler. Bu yüzden kadının aile içinde yaşadığı şiddet, tecavüz olayları kadın sorunu olmaktan çıkarılarak çözüm olarak ailenin korunumuna yönelik yasalar ve uygulamalarla yeniden patlak verecek yamalar yapılır. AKP bunun en güzel örneğini Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı'nın ismini Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı yaparak göstermişti. Bakanlık koltuğuna getirilen Fatma Şahin ise gündemden düşmeyen kadın cinayetleri ve kadına yöne-
hazırlandı. Kanun tasarısı olarak kadın örgütlerinin yasa taslağı bakanlığa sunuldu ancak problem şu ki tasarı kadınların talep ve önerilerinden uzaklaştırılarak bakanlar kuruluna sunuldu. Kadın sorunu temelli yasa taslağı uygun hale getirildi ki bunun yol da aile temelliye dönüştürmek oldu. Fatma Şahin'in bir diğer çalışmasında da Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile ''Kadınlar, engelliler, gazi ve şehit yakınları-
ZAMAN TÜNELİ
ÖZGÜRLÜĞÜN ÇÖP TENEKESİ
na yönelik girişimcilik faaliyetlerinin geliştirilmesi ve kadın istihdamının arttırılmasını öngören işbirliği protokolü''nü imzaladı. Şahin açıklamasında "Özellikle kadınlarımızın eğitimden üretime yaşadığı birçok sorunu çözecek önemli projeler üretmek, girişimci sayısını artırmak, sermayeye, finansa ulaşmada yaşadığı sıkıntıyı çözmek arzusundayız." diyerek aslında sermayenin sıkıntısını mı yoksa kadının
sorunlarını mı gidermeye çalıştığını anlatıyor. Dezavantajlı gruplara götürülen hizmet olarak nitelenen bu protokolle dezavantajlı grupların oluşturduğu mali güç bilgi ve teknoloji aracılığıyla iyi şekilde yönetilecek ve sermaye yine kazanan taraf olacak. Fatma Şahin ve bakanlığı çalışıyor ama hazırlanan protokol ve yasa tasarılarının içeriğiyle kadınlar için çalışmadığı artık kesinleşti. Çokeşlilik yasallaşsın diyerek tartışma yaratan Sibel Üresin'in akıllara zarar röportajında yaptığı açıklamada "Eşime bir hanım gösterdim almak ister misin diye istemedi." dedi ve "Bu işi yapan biri olarak devlete öneri sunuyorum. İmamların kıydığı nikâhlar da resmileşsin." diyerek meclise önerge sundu.
İzmir'de bir karakolda Fevziye Cengiz'i döven polislere ayda 30 TL para cezası kesildi. Cengiz hakkında 6.5 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açılırken polisler için 1.5 yıl hapis istemiyle 2 ayrı dava açılmıştı. İçişleri Bakanı'nın dayakçı polisleri darağacı kurup asalım mı sorusunu yargı ödüllendirelim o zaman diyerek polislere arkanızdayım demiştir.
90
7
2. Enternasyonal'in kadınlar konferansında Clara Zetkin , 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart'ın Dünya Kadınlar Günü olarak anılması önerisi oybirliğiyle kabul edildi, bu tarihten sonra 8 mart cinsel ve sınıfsal sömürüye karşı mücadele günü olarak dünyada kutlanmaya başlandı. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 16 aralık 1977`de 8 Mart'ın dünya kadınlar günü olarak anılmasını kabul etti. Türkiye`de kadınlar uluslararası hareketle ilk 8 martı 1921 yılında kutladı. 1975 yılında daha yaygın olarak sokağa taşındı. 80 dönemi askeri darbeyle birlikte 4 yıl süreyle herhangi bir etkinliğin gerçekleştirilmesi yasaklandı. Sonraki yıllarda kadınların mücadelesi sonucunda 8 Mart kadınların mücadele ve dayanışma gün olarak bu günlere taşındı.
lik şiddet konularında kutsal aileyi korumak adına hala çalışmalar yürütüyor. Kutsal aile yüceltmesi kapsamında Diyanet İşleri Başkanlığı ve imamlarla el ele verilerek evliliğin önemi ve ailenin her durumda bir arada durması öğütleniyor. Aile içinde yaşanan şiddet de bu birlikteliğe dahildir ki Fatma Şahin'in Aile Bakanlığı, Diyanet İşleriyle protokolünü çoktan imzalamış bulunuyor. Malatya İl Genel Meclisi’nin “kadına yönelik şiddeti imamlara havale etme” kararı ve Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü'nün boşanma aşamasında olan çiftleri, mahkeme yerine “ak sakallı insanlara” gönderme projesi Fatma Şahin'den tam not aldı. Böylece kadına yönelik şiddet ve boşanma gibi sorunlar, hukuk yerine din kurallarıyla imamlar aracılığıyla çözülecek ve örnek olarak Türkiye’ye sunulacak. Kadın dayakçı kocasından başka çaresi olmadığına ikna edilecek ve her türlü şiddete karşı sessiz kalmaya zorlanacak. Bekar insan bırakmamaya niyetli görünen AKP; kadına yaşam sigortası olarak evliliği dayatıp, aile kurma ve aileyi her durumda ayakta tutma görevi veriyor ayrıca kadına üçten beşe çıkan çocuk yapma kuluçkası işlevini biçiyor. AKP oluşturduğu muhafazakar aile kadını modelinin rolünü bütün kadınlara dağıtma görevini de bütün bakanlarına, medyasına ve yargısına vermiş bulunuyor.
AİLE BAKANI KİMİN İÇİN ÇALIŞIYOR? Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın protokol imzalamakta, yeni yasa tasarıları hazırlamakta ve işbirliği yapmakta üzerine yok. Bu hummalı çalışmaların kadın sorunu açısından ilerletici bir etkisi henüz görülmedi. Son olarak bakanlar kurulunda imzaya açılan "Kadın ve Aile Bireyleri'nin Şiddetten Korunmasına Dair Kanun Tasarısı" 236 kadın örgütü temsilcisinin önerileri doğrultusunda
versiteli kadınlara kadar bağlamıştır. Kuyruk acısını unutmamış olacak ki üniversiteli kadınları tekrar diline doluyor. Günden güne artan kadın cinayetleri, adaletin terazisinden geçemeyen N.Ç ve daha bir çok taciz-tecavüz davaları, ve bu olaylarda erkeği aklayarak suçu kadına yıkan medya, Fatma Şahin'in kadının adı bile geçmeği projeleriyle, bir yıl geçti. 8 Mart' ta alanlarda olmak her geçen yıl daha da önemli bir hal alıyor. Kadına yönelik her türlü şiddet ve hak tecavüzünün arttığı böyle bir yılın ardından Üniversiteli Kadın Kolektifi olarak mücadelemizi büyütmeli ve her yıl olduğu gibi bu yıl da 8 Mart'ta tüm öfkemizi, renklerimizi ve dinamizmimizi daha güçlü daha coşkulu sokaklara, kampüslere taşımalıyız.
Kadın
Altın Bamya Ödülleri aday adayları belirlendi. 7 kategoride verilen ödüller 19 Mart'ta yapılacak törenle sahiplerine verilecek. Altın Bamya Ödülleri Türk sinemasındaki erkek egemen bakışı, her türlü kadın düşmanlığını, cinsiyetçi rol ve iş bölümünün sürdürülmesini eleştiren yaklaşımıyla daha sonraki yıllarda bu sembolik ödülleri verecek aday film bulamamak dileğiyle düzenleniyor.
KIRMIZISARI
SœYAH MAV
SİNİR KATSAYISI 95
Dünya Ekonomik Forumu'nun yapıldığı Davos'ta FEMEN'in (Ukrayna'da feminist kadın örgütlenmesi) kapitalizm karşıtı soyunma eylemi Türkiye'den Engin Ardıç gibi bir kadın düşmanının yazı konusu oldu. "Soyunan Sosyalist" başlıklı yazısının tamamını nefret söylemi, cinsiyetçilik ve AKP yandaşlığı oluşturuyor. Kadınların vücutları ile ilgili cinsiyetçi yorumlarının yanı sıra eylemi de kapitalizm karşıtlığı olarak değil "erkeklere orasını burasını gösterme" olarak yorumluyor. Engin Ardıç'ın asıl yarası ise geçen sene üniversiteli kadınlar için yazdığı kadın düşmanı yazısının ardından ATV-Sabah binasını basan Üniversiteli Kadın Kolektifi'nin eylemidir. Hala unutamamış olacak ki nerde kendine kadın düşmanlığı adına malzeme edinse ÜKK'yı anmadan geçemiyor. Medya etiğinden, gazetecilikten nasibini almamış Ardıç gibilere koltuk verenler, yazılarından akan kadın düşmanlığına ses çıkarmayan basın-yayın camiası, Engin Ardıç ve pislik akan yazılarını özgürlüğün çöp tenekesine atıyoruz.
SAYFA 8
SœYAH 6MA
SAYFA 9
KIRMIZISARI
SœYAH MAV
KIRMIZISARI
DOSYA
KOLEKTiF OLALIM AKP inandırıcılığını ve meşruiyetini kaybettikçe saldırganlıkta vites arttırıyor. Sayıları 600’ü bulan tutuklu öğrenciler, yalnızca gazetecilik yaptıkları için hapis yatan gazeteciler, binlerce tutuklu Kürt siyasi temsilcileri,.. Sıra İdris Naim Şahin’in hedefine koyduğu sanatçılara, yazarlara gelecek. AKP’nin muhalefetin hiçbir kesimine tahammülü yok. Artık AKP’li olmayan herkes birer potansiyel suçlu. AKP bunu boşuna yapmıyor. Kürt sorunundaki çözümsüzlük,
Ortadoğu’da üstlendiği rol ve başarısız politika, neoliberal politikaların getirdiği yıkımlar gibi bir çok iç ve dış sorun, AKP’nin yağlı ipini elinde tutan birer cellat gibi adeta. Tüm bu krizlerle başa çıkabilmesinin yolu da yargı eliyle gözaltı, tutuklama, soruşturma silsilesinden geçiyor. Ancak AKP karşısında ne bu halk, ne de üniversiteliler çaresiz değil. AKP ile baş etmenin yolu birlikte omuz omuza mücadele etmekten geçiyor. Turnikelerden atlayarak ulaşım zammını geri
çektirenler, parasız eğitim istiyoruz diyerek Tayyip’in yediği döneri boğazına dizenler, harç zamlarını geri çektirenler, Hopa Davası’nda sıra arkadaşlarını hapishanelerden söküp alanlar Kolektif akıl ve mücadele ile kazananlardır. Daha fazlasını kazanmak mümkün. Onlar saldırdıkça, bu gidişe “dur“ diyenler de artık sokakları boş bırakmıyor. Ve üniversiteliler 2006’dan beri Kolektif olup yanyana mücadele ediyor. Şimdi daha güçlü yola devam etme vakti. Şİmdi kolektif olmanın tam vakti.
PARALI EĞİTİMİ DURDURALIM
REFORMU DURDURALIM
YÖK’Ü KAPATALIM Tayyip Erdoğan, 2010 yılının sonlarında yani ustalık dönemi öncesi ‘’YÖK’te şiddetle reforma ihtiyaç var’’ demiş ve AKP YÖK reformunu seçim sonrasına ertelemişti. Ama bu süre boyunca YÖK uluslararası toplantılar düzenleyerek, üniversitelerden reformla ilgili öneri projeler isteyerek geçirmiş; Başta Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül olmak üzere tüm AKP’liler üniversiteyi ağzına aldıklarında YÖK reformuna göndermede bulunmuşlardı. AKP’nin bu yönde son ciddi adımı YÖK başkanlığına Gökhan Çetinsaya’yı ataması olmuştu. Peki YÖK reformu nelere dayanıyor? Reformla birlikte AKP, üniversiteleri tamamen birer şirket haline getirmeyi hedefliyor. Yeni adının Yükseköğretim Denetleme ve Düzenleme Kurulu olabileceği basına yansıyan YÖK’te üniversitelere daha çok para kazanma, daha ucuz iş gücü yetiştirme ve patronlar yararı-
na daha çok prototipler üretme kıstaslarına göre değerlendiren bir kurum olması planlanıyor. Eğitim bir hak olmaktan tamamen çıkıp tüm giderlerin öğrenciye yıkılması reformun öncelikli hedeflerinden biri. Abdullah Gül’ün ‘’YÖK, üniversitelerdeki farklılaşmayı ve çeşitlenmeyi desteklemeli’’ sözünde vücut bulan çeşitlilik ilkesiyle üniversitelerin görece daha iyi şartlara sahip olanların( MEGA üniversite ) çoğunluğunsa bir ‘köle pazarını andıran nitelikliucuz işgücü üreten yerler olması anlamını taşıyor. Öğrenci hareketinden ‘özerklik’ kavramını çalan YÖK bunu reformun ilkelerinden biri olarak anlatıyor. Ancak içeriği incelenirse işin rengi açığa çıkıyor: Üniversitelerin şirket gibi yönetilmesini sağlayacak olan ve içinde AKP kurmaylarının ve şirket patronlarının yer aldığı mütevelli heyetleri üniversitelerin özerkleşmesi bir yana iktidara daha bağımlı
olması ve üniversitelilerin söz-yetki-karar mekanizmalarının yine dışında olması anlamını taşıyor. Mali özerklik ise üniversite yönetimlerine üniversite içi hizmetleri daha da paralı hale getirmesinin olanaklarını veriyor. Bunların yanında AKP’nin en önemli hedeflerinden birisi ise gerici kadrolarla donattığı üniversitelerin dokusuna uygun özellikle Ortadoğu’dan öğrencilerin( yeni müşteriler ) için üniversitelerin cazibe merkezi olması. AKP bu kapsamlı saldırının hazırlıklarını yaparken önündeki tek engel gücünü üniversiteden alan Kolektifler. 2009 yazında %500’e varan harç zamlarını geri çektiren, geçtiğimiz yaz oyunlu harç zammına ilk refleksi gösteren, üniversitelerde rektörlerin en ufak zam yapmasını engelleyen Kolektifler YÖK reformu planını bozguna uğratmak için Kolektif olmaya çağırıyor.
EMPERYALİZME GEÇİT
VERMEYELİM Geçtiğimiz yıl Ortadoğu ve Kuzey Afrika'yı kasıp kavuran, diktatörleri tahtlarından eden halk isyanlarının ardından Türkiye'nin dış politikası da büyük ölçüde değişti. Bu değişimde, bu ülkelerde yaşanan yönetim değişimlerinin ve olası paylaşımların Türkiye'nin bölgedeki konumunu etkileyecek olması büyük rol oynadı. Bu zamana kadar komşularla sıfır sorun politikası adı altında Beşar Esad'la dostane pozlar veren, Kaddafi İnsan Hakları Ödülü’nü ve 250.000 dolar para ödülünü mutlulukla kabul eden Tayyip Erdoğan eski dostu yeni devrik liderlere karşı tarafını emperyalizmden yana seçti. Türkiye’de toplumsal muhalefetin sesine kulaklarını tıkayan, yükselen halk tepkilerini yıllardır ustaca yöntemlerle baskı altına alan Erdoğan, diktatörlere “Halkınızın sesini dinleyin”
diyerek demokrasi dersi vermeye kalktı. Bir zamanların aralarından su sızmayan eski dostlarını şimdi karşı karşıya getiren neden ise AKP iktidarının emperyalizmin Ortadoğu’daki aktif taşeronluğunu üstlenme konusundaki hevesidir. Bu amaç uğrunda siyasal iktidarın gözünün pekliği Malatya Kürecik’e kurulması planlanan füze kalkanı savunma sistemi projesine onay vermesiyle bir kez daha görüldü. İç politikada İsrail düşmanlığı üzerinden prim yapmaya çalışan AKP, dışarıda ise emperyalist devletlerin isteği doğrultusunda asıl amacı İsrail’i korumak olan füze kalkanı projesine imza atarak ikiyüzlü politikalarına devam etti. İran’ın projeye “Olası bir saldırı durumunda Türkiye’deki füze kalkanını vururuz” şeklindeki tepkisi Türkiye’nin AKP tarafından
öncelikli hedef haline getirildiğini gösteriyor. 2006’da emperyalizmin Ortadoğu'daki savaş ve işgal politikasına ve ülke egemenlerinin işbirlikçiliğine karşı “Lübnan’a asker gönderilmesine hayır” diyen üniversiteliler bugün’de antiemperyalist mücadeleyi yükseltiyor. 1968’lerde antiemperyalist mücadelenin simge yerlerinden biri olan Kürecik’te yapılması planlanan NATO üssüne karşı geçtiğimiz yıl gerçekleştirilen mitinge binlerce Deniz olup katılan Kolektifler üniversitenin halka kalkan olacağını haykırdı. AKP’nin, ABD’den aktif taşeronluk rolünü kapmak için Suriye ile savaş konumuna geçtiği şu günlerde, Kolektifler üniversiteyi emperyalizme karşı Kolektif olmaya çağırıyor.
BARIŞA KÖPRÜ OLALIM TUTUKLU ÜNİVERSİTELİLERİ
ÖZGÜRLÜKLERİNİ Üniversitelerimizin en temel sorunlarının biri paralı eğitimdir. İktidar partileri, YÖK ve sermaye kuruluşları yıllardır eğitimin finansmanında öğrencilerin katkı payları yükseltilsin talebini dillendiriyor. Darbe sonrası YÖK’ün kurulmasıyla eğitimin ticarileşmesi süreci adımı atıldı, 1984 yılında ise üniversite harç paraları toplanmaya başladı. 1984 yılı sonrasında gelen tüm hükümetler, sermaye kuruluşları ile harçların artırılması hedefinde hep birleştiler. Harçlara yapılmak istenen zamlar ise karşısında her zaman üniversitelileri buldu. 1996 yılında harçlara yapılan % 300 zamlar sonrasında Öğrenci Koordinasyonu’nun başlattığı isyan sonrasında zamlar geri çekilmediyse, yaratılan etkiyle yıllar boyunca yüksek harç zammı girişimlerini engelledi. 2008 yılında Abdullah Gül tarafından atanarak YÖK başkanlığına oturan Yusuf Ziya Özcan’da görevinin başına
geçerken “dünyanın hiçbir yerinde parasız eğitim yoktur” diyerek üniversitelileri haberdar etmişti. 2009 yazında ise AKP ilk ciddi adımı atarak harçlara %500’e varan zam yapmayı planladı. YÖK çalıştayında üniversitelilerin söz hakkını savunarak, Tayyip Erdoğan’dan Ankara’da zamların hesaplarını sorarak kamuoyunda “Harçlara hayır” tepkisini görünür kılan Öğrenci Kolektifleri, ülkenin dört bir yanında düzenlediği onlarca eylem, etkinlikle AKP’nin planlarını bozdu. Bakanlar kurulunda zamları geri çekmek zorunda kalan AKP paralı eğitim rüyasını ertelemek zorunda kaldı. AKP’nin bir diğer ciddi harç zammı düzenlemesi, geçtiğimiz dönemin başında alttan alınan derslerin kredilendirmesine dayalı “gizli zam” oldu. “Gizli harç zamlarını yemiyoruz” diyerek tepki gösteren Kolektifler’in parçası olduğu muhalefetle AKP’nin ikinci
çabası da sonuç vermedi. Zorunlu harç paraları dışında ulaşım, barınma, beslenme ve üniversite içi birçok hizmetin ticarileştirilmesi ile üniversiteliler için eğitim sürecinde ödenmesi gereken paralardan oluşuyor. AKP’nin harç zamlarını boşa çıkaran Öğrenci Kolektifleri üniversite içi hizmetlerin ticarileştirmek isteyen tüccar rektörlerin de korkulu rüyası haline geldi. Kolektifler, kurulduğu günden beri yüzlerce üniversiteliyi bir araya getirdiği eylemlerde irili ufaklı onlarca kazanımla öğrenci belgesi ve transkript ücretlerini, kayıt paralarını, ulaşım ve yemekhane zamlarını geri çektirdi. “Hayal değil gerçek, eğitim parasız olacak” diyerek yola çıkan Kolektifler, her geçen gün güçlenerek parasız eğitim gerçeğine yaklaşıyor. Paralı eğitim heveslilerine karşı Kolektif olalım!
GERİ ALALIM AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında 59 bin 428 olan tutuklu ve hükümlü sayısı, 2011 yılı Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP)'nin verilerine göre 9 yılda % 114 artarak 127 bin 831’e ulaştı. Amerikan Haber Ajansı AP’nin dünya nüfusunun yüzde 70’ine denk gelen 66 ülkede yaptığı araştırmalar sonucunda, 2001’den 2009’a kadar bu ülkelerde 35 bin 117 kişi ‘terörist’ suçlamasıyla hüküm giydi. Türkiye ise 12 bin 897 hükümlü sayısı ile ilk sıraya yerleşti. Dünyada “teröristlerin” yarısı Türkiye hapishanelerinde yaşıyor. Çağdaş Hukukçular Derneği'nin (ÇHD) raporuna göre Türkiye'de 500'ün üzerinde tutuklu öğrenci var. Türkiye’nin dört bir yanında adliye sarayları “ileri demokrasinin” uğrak yerleri olmaya devam ediyor. AKP demokrasisiyle yüzleşilen her davadan tutuklamalar çıkarken, “terörist” gazeteci, yazar, avukat, halkın seçilmiş temsilcileri, üniversiteli sayısı
her gün artıyor. AKP tutuklamak için “kanıta” ihtiyaç duymazken tutuklu üniversiteli sayısının 600’e yaklaştığı düşünülüyor. Üniversitelilerin ders notlarını, kitaplarını, puşi takmalarını, yasal mitinglere katılmalarını suç delilli olarak sunan AKP yargısı Hopa Davası’nda kısa saç kestirmeyi dahi iddianame sokarak üniversitelileri tutuklamaktaki kararlılığını ortaya koymuştu. Üniversitelileri YÖK, rektör, polis zoruyla baskı altında tutarak susturmayı başaramayan AKP’nin, yeni tutuklama “metodunda” ise uzun tutukluluk süresi ve hazırlanmayan iddianame silahları var. Toplumsal muhalefete yönelen tutuklama saldırısına karşı, en başarılı muhalefet Hopa Davası’nda örgütlendi. 10 Öğrenci Kolektifi üyesinin de yargılandığı dava öncesi üniversiteliler 6 ay boyunca arkadaşlarını geri almak için Sokağı Özgür
Bırak kampanyası yürüttüler. Kampanya boyunca farklı birçok araçla Hopa Davasına ilgi çeken üniversiteliler, dava tarihi yaklaştıkça akademisyenlerden milletvekillerine, kitle örgütlerine toplumun çeşitli kesimlerini davaya taraf ederek Hopa davasında tutuklu olan arkadaşlarını geri aldılar. Üniversitelilerin haklı taleplerini yargılamaya AKP’nin özel yetkili mahkemesinin gücü yetmezken, Hopa davası son dönemde AKP’nin yarattığı tutuklama terörünün yarattığı atmosferi kırmak için bir örnek oldu. Öğrenci Kolektifleri Hopa Davası’nda ve Kocaeli’nde yargılan arkadaşlarını geri alsa da hala cezaevlerinde “uyduruk” iddianamelerle tutuklu 500’ün üzerinde üniversiteli bulunmakta. Tutuklu üniversitelilerin özgürlüğü ve haklı taleplerimizin yargılanmasına izin vermeyerek AKP’nin tutuklama terörünü durdurmak için Kolektif olalım !
Yıllardır Kürt halkına karşı devlet eliyle sistematik bir biçimde yürütülen baskı ve yıldırma politikaları AKP iktidarı döneminde şiddetini artırarak devam ediyor. 12 Eylül darbesini alkışlar ve sevinç çığlıklarıyla karşılayalan bir neslin ürünü olan AKP'nin, Diyarbakır zindanında işkencelere ve insanlık dışı uygulamalara maruz kalmış bir halkı ne kadar ve nasıl özgürleştirebileceği açılım sürecinin “başarısıyla” tüm Türkiye kamuoyu tarafından öğrenilmiş oldu. Açılım süreci boyunca meclis kürsülerinde Ahmet Kaya şarkıları söyleyip gözyaşı döken, demokratlığını kanıtlamak için binbir yol deneyen Tayyip Erdoğan, demokrasiden anladıklarını ele geçirdiği yargı organıyla gerçekleştirdiği seçilmiş mil-
letvekilleri ve belediye başkanlarının da içinde bulunduğu 6 bini aşkın Kürt siyasetçiyi hedef alan KCK tutuklamalarıyla gösterdi. Uludere'de halkın üstüne bombalar yağdıran, ölen 34 insanı katliamın sorumlusu ilan eden AKP iktidarı “demokratikleşmek” adına ne kadar ileri gidebileceğini kanıtlarken son olarak Van'da yaşanan depremin ardından yardımların dağıtılmamasını ve barınma sorunlarının hala çözülememiş olmasını protesto etmek için toplanan binlerce depremzedeye polis copu ve gaz bombasıyla karşılık veren valiliğin tavrı, AKP'nin yaşanan felaketin acısını ne kadar paylaştığını gösterdi. Kolektifler, savaş çığırtkanlığına karşı halkların kardeşliği sloganını yaptıklarıyla haykırmaya
devam ediyor. 1969 yılında Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının “Boğaz'a Değil, Zap'a Köprü” sloganıyla yaptığı; ancak 1999 yılında güvenlik gerekçesiyle bombalanan Devrimci Gençlik Köprü’sü yıkıldıktan 11 yıl sonra “Gençlik Barışa Köprü Oluyor” diyerek Türkiye'nin pek çok ilinden gelen binlerce üniversiteli tarafından açıldı. 22 Ekim'de “Özgür Bırak” sloganını yükseltmek için İstanbul'da bir araya gelen Kolektifler, o günlerde ülkede yaratılmak istenen şovenist havaya karşı bir kez daha halkların kardeşliğinden yana tavır alarak üniversiteli olmanın sorumluğunu yerine getirdi. Kolektifler, Van'da yaşanan depremin hemen ardından bir yandan deprem bölgesine giderken, diğer yandan da
çoğu üniversitede başlatılan yardım kampanyaları örgütlediler. Üniversitelerin tatile girmesinin ardından da Van'daki kardeşleriyle buluşan ünivesiteliler, deprem psikolojisini hala yaşayan ve aslında depremden en çok etkilenen kesim olan çocuklarla birlikte hazırladıkları çocuk şenliğiyle Van'ı unutmadıklarını ve unutturmayacaklarını gösterdiler. Son olarak, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde “İnsan Hakları” dersi veren Anıl Çeçen'in faşizan ve savaş çığırtkanı söylemleri karşısında seslerini barıştan yana yükselten Kolektifler, tüm üniversitelileri barış için Kolektif olmaya çağırıyor.
SAYFA 10
SœYAH MAVœ KIRMIZISARI
Söyleşi
10
Radikal Gazetesi yazarı Ezgi Başaran son günlerde gençliğin takip ettiği gazeteciler arasında bulunuyor. Araştırmacı gazetecilik örneği sergileyen Ezgi Başaran'ı sosyal medyadan takip edenlerin sayısı da hayli fazla. Üniversiteli Gazetesi'nin bu sayısında Ezgi Başaran'la tutuklu gazetecilerden ülke gündemine, sosyal medyadan üniversitelilere dair keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
“TARAF TUTMAZSANIZ DA TERAZİNİZ EZİLENDEN, HAKKI YENENDEN, MAĞDUR OLANDAN YANA AĞIR BASAR” Ezgi Başaran bizim için, yeni Radikal’le hayatımıza giren gazeteciler arasında bulunuyor. Ezgi Başaran’ın gazeteciliği için yeni diyebilir miyiz? Sizi tanımadığımız zamanlarda neler yapıyordunuz? Kendisinden üçüncü bir şahıs gibi bahsedenleri komik bulduğum için Ezgi Başaran gazeteciliği diye birşeyi de abes addederim. Zaten aslına bakarsanız benim yaptığım iş, tam olarak geleneksel gazeteciliktir. Şimdi geleneksel gazetecilik deyince eski, köhne, sabit bir anlayıştan söz ettiğim sanılmasın. Hiç değil. Fakat ben gazeteciliğin, aynı mimarlık gibi, doktorluk gibi, mühendislik gibi, ambalajı zamanın ruhuna ve bilim adımlarına uygun değişse de temeli değişmeyen bir meslek olduğunu düşünüyorum. Şakaya gelir yanı yoktur bizim mesleğin. İnsanların hayata bakışlarını, sadece siyasi değil yaşam tercihlerini de değiştirecek etki gücünüz vardır. O nedenle ben, birçok meslektaşım gibi, temel ve evrensel gazetecilik ilkelerinden ödün vermemeye gayret ederim. En büyük ihtimamım buradadır. Nedir bu ilkeler, belki bu devirde bir kez daha hatırlatmakta fayda var: Elinize gelen bilgiye birden çok kaynaktan doğrulatırsınız. Sonra bir daha doğrulatırsınız. Konunun bütün taraflarına ulaşmaya çalışırsınız. Güçlünün de güçsüz kadar söz hakkı vardır. Hakaret etmezsiniz. Kişilik haklarına ve mahremiyete saygı gösterirsiniz. Yargısız infaz yapmazsınız, hatta söz konusu bir köşe yazısı değilse, yargıda da bulunmazsınız. Genel çerçeve bu. Yalnız şu da evrensel bir meslek kaydıdır: Taraf tutmasanız da, teraziniz ezilenden, hakkı yenenden, mağdur olandan yana ağır basar. Radikal’den önce neredeydim konusuna gelirsek; ben 19 yaşından beri gazetecilik yapıyorum, yani bu benim 12’inci senem. Önce NTV’de, sonra Hürriyet’te muhabirlik yaptım. Radikal’de köşe yazıyor olmam, muhabir olmadığım anlamına gelmez. Şahsen, bu meslekle ilgili en göğsümü kabartacak övgü, ‘Çok iyi muhabirdir’ şeklindedir. Muhalif kesimin sözcülüğünü yapabilen sınırlı sayıda gazeteciden biri olarak, Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanmasıyla artan baskı ortamında sizin de korkularınız var mı? Bir kahramanlık gösterisi olsun diye söylemiyorum ama korkum filan yok. Şu nedenle: Ahmet ve Nedim’i de içine alan OdaTV iddianamesini okuduğumda gördüm ki, orada yargılanan şey kesinlikle gazetecilik faaliyetidir. O nedenle eğer birileri sizi gözüne kestirir, niyeti bozarsa pekala hapsi boylayabilirsiniz. Yani bu bir niyet meselesi. Birilerine niyetine göre de hayatta beni en mutlu eden şey olan mesleğimi yarım yamalak yapacak değilim. Aylar önce Boğaziçi Üniversitesi’nde bir panele katılmıştım. Panelin başlığı ‘Düşünüyorum, Öyleyse Tutukluyum’ idi. Oradaki arkadaşlarınıza, davalar ülkesine dönen Türkiye’de Devrimci Karargah, KCK, OdaTV ve hatta Balyoz davlarındaki metodolojinin nasıl da aynı olduğunu, bir gün herkesin, meşrebine göre bunlardan birine dahil olabileceğini anlatmıştım. 3 gün sonra, Boğaziçi Üniversitesi Tarih’ten Şeyma ve İstanbul Üniversitesi’nden Deniz Devrimci Karargah kapsamında tutuklandı. Hala içerideler. Bilmem anlatabildim mi...
Bir gazeteci olarak benim ya da öğrenciler olarak sizlerin korkuya esir olmamamız gerektiğini söylüyorum. Çünkü bu bir niyet meselesi. ANGA, TGS gibi yapıların altında birleşen gazetecilerin sayısının arttığını gözlemliyoruz. Tutuklu gazeteciler üzerinden ilerleyen bu süreç uzun erimli bir gazeteci örgütlenmesi umudu görüyor musunuz? Hayır görmüyorum. Biz örgütlenmeyi beceremeyen bir meslek grubuyuz. Özellikle bu gündemde berbat bir kamplaşma iyice tozu dumana katıyor. Normal şartlarda aynı dünyayı hayal eden gazeteciler çeşitli siyasi ve şahsi hesaplar nedeniyle yan yana gelemez durumda. O nedenle, örgütlenme bakımından biz gazetecilerden ne köy olur ne kasaba. Radikal Gazetesi’nin yazarlarının siyasete etkisi ve yine sosyal medyada takip edilirliği fazlayken, geçtiğimiz yıl yenilenen gazetenin 26 binlerde ilerleyen tirajını ve medyadaki konumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Boyutu değil, işlevi önemli diye bir atasözü var biliyorsunuz. Buraya da uyar. Aslına bakarsanız, bütün
Öğrenci Kolektifleri şubat ayı sonunda “Paralı Eğitime, AKP’ye, Zorbalığa Karşı Kolektif Olalım” çağrısıyla Türkiye’nin dört bir yanından üniversitelileri İTÜ’ye Türkiye Üniversiteler Meclisine çağırıyor. Sizin Kolektif olmak için bir araya gelecek yüzlerce üniversiteliye iletmek istediğiniz bir şey var mı ? Bugün kendisine yazar diyen bir çok kişiden daha geniş bir hayalgücünüz ve kalem kuvvetiniz var. Yazın. Dağıtın. Ulaştırın. İnterneti ve sosyal medyayı kullanarak, erk sahiplerine ulaşmak konusunda yeni yöntemler icat edin. Müziği, grafik tasarımı, kara mizahı kullanın. Siyasetinizi soru sormak üzerine kurun. Bir de tüm bunları neşeyle ve çok eğlenerek yapın.
gazetelerin tirajları düşüyor. Sözcü tiraj arttıran tek gazete ama bu onun iyi bir gazete olduğunu göstermiyor. Bana kalırsa, tirajının 200 bini bulması, bugün itilip kakıldığını düşünen ulusalcı kesimin bir aktivizm hareketinden başka birşey değil. Evet, Radikal’in tirajı düşük ama etkinliği yüksek. Çünkü hala sol liberal kesimin, Kürtlerin ve öğrencilerin itimat ettiği, ‘ne demiş’ diye baktığı bir gazete. Zaman zaman yalpalasak da bu durumu koruduğumuzu düşünüyorum. Sözü twitter’a getirmek istiyoruz. Gazetecilerinde yoğunlukla kullandığı bir alan haline geldi. Hatta Ece Temelkuran’ın işine son verilmesinde Habertürk twitter kullanımını bahane etti. Siz bu sosyal alanı ve kullanımını nasıl görüyorsunuz ? Daha önce de bu konudaki fikrimi belirttim; Ece’nin durumunun Twitter’da yazdıklarıyla ilgisi yok. Çünkü orada ne diyorsa, köşesinde de, çıktığı tv programlarında da aynı şeyi söylüyordu. Mesele twitter değil, söylediklerindeydi. Bu kadar basit. Sosyal medyayı kısıtlamaya çalışan, rakip olarak gören bir yayın organının yeni medya düzeninde fazla yaşamasına imkan yok. Elbette kurumlar çalışanlarına çeşitli sınırlar koyabilir. Ama eğer söz konusu kurum, bir gazete veya televizyon kanalıysa, o sınır, ‘yarına gireceğimiz haberi bugünden twitter’da facebook’ta yayma’ şeklinde olmalıdır. Onun dışında tüm aklı selim muhabirler, editörler, yazarlar ilk sorunuza verdiğim yanıtta söylediğim meslek ilkelerini gözeterek sosyal medyayı kullanır. Ve bir gazetenin sosyal medyada aktif her elemanı, aslında o gazetenin markasına fayda sağlar. Köşenizi üniversitelilere sık sık ayıran bir yazar olarak Türkiye’deki gençlik hareketi hakkında ne düşünüyorsunuz? Türkiye’de temel bütün öğrenci dernekleriyle iletişimim var, sözkonusu öğrenciler ise son derece kolay ulaşılabilen bir insanım. Ve bu ilişkinin böyle devam etmesi için elimden geleni yapıyorum. Gençlik hareketlerinin son derece aklı başında tahliller yapan, zeki, esprili, sorgulayan, dünyayı anlamaya çalışan bir tarafı var. Ve bu taraf şu anda beni en çok ümitlendiren, düşündükçe içimi ferahlatan şey.
SAYFA 11
Gazetemizin bu sayısındaki kampüs sayfasını Hacettepe Üniversitesi'ne ayırdık. Bu sene Hacettepe Üniversitesi rektörlüğüne atanan Murat Tuncer’in üniversitede öğrencilerle yaptığı toplantı ve oradan çıkan talepleri uygulayacağını açıklaması medyada ve üniversite gündeminde geniş yer buldu. “Hacettepe Üniversitesi’nde neler oluyor ?” diye merak eden okurlarımız için kampüs sayfası sizlerle.
SœYAH MAV
KIRMIZISARI
Kampüs
11
Yakından bakmak isteyenlere
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ Hacettepe Üniversitesi 8 Temmuz 1967 yılında kurulmuş bir devlet üniversitesidir. Hacettepe Üniversitesi’nin fakülte, enstitü ve yüksekokulları; Sıhhiye, Beytepe, Beşevler, Polatlı ve Bala olmak üzere 5 yerleşkesi bulunmaktadır. Ana yerleşkelerden Ankara şehir merkezinde olan Sıhhiye Yerleşkesi’nde Diş Hekimliği Fakültesi, Eczacılık Fakültesi, Tıp Fakültesi ve Sağlık Bilimleri Fakültesi yer almaktadır. Beytepe Yerleşkesi’nde ise Edebiyat, Eğitim, Fen, Mühendislik, İktisadi ve İdari Bilimler ve Güzel Sanatlar Fakülteleri yer almaktadır. Kanayan yara ulaşım Beytepe Yerleşkesi’nin merkeze uzak olması üniversitenin en büyük sorunlarından birini oluşturuyor. Yıllardır çözülemeyen halen de devam eden ulaşım sorunu nedeniyle yakın zamanda yapılan eylemlerle önemli kazanımlar elde edilmiştir. 2007 yılında zaten sıkış tepiş binilebilen Beytepe otobüslerine bir de zam gelmiştir. Yapılan zamlara karşı üniversiteliler EGO kartlarını balık istifi ulaşım kartı yaparak gerçekleştirdikleri eylemler sonucunda Eskişehir yoluna ücretsiz ring ve semtlere servis kazanımlarını elde etmişlerdi. 2009 yılında TÜDEF’in Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne karşı açtığı dava sonucu ulaşım
fiyatları 1.10 TL’den 0.6 TL’ye düşmüştür. 1 hafta bile geçmeden Melih Gökçek yeniden düzenlemeye gitmiş ulaşım fiyatlarını eski fiyatlarına çekmişti. Beytepe ve ODTÜ’de eş zamanlı yapılan otobüslere kart basmadan binme eylemleri ve bu eylemlere üniversitelilerin katılımıyla ulaşım hakkı talebi en net şekliyle ortaya çıkmıştır. Bugüne kadar Beytepe’de ulaşım sorununa karşı birçok renkli ve yaratıcı eylem yapılmış ancak bunlardan en yaratıcı ve renkli olanı geçen sene yapılan “otostopçuyu al” kampanyasıydı. EGO’ya yapılan zamdan sonra semt servislerinin de 2 TL’ye çıkması ile “Zam değil çözüm istiyoruz” diyerek başlayan kampanyada ağlayan Fırat karikatürünün otostop çektiği ulaşım eylemleri gerçekleştirildi. Yıllardır çözüm isteyen ve haklarını alamayan üniversiteliler kendi çözümlerini kendileri üretmişlerdir. Yapılan renkli eylemler sonucu üniversite yönetimi görüşme talep etmiş. Yapılan görüşmeler sonucunda EGO ve semt servislerinin sayıları arttırılmıştır. Yapılan eylemler sonucu kazanılan bazı haklara rağmen ulaşım hala Beytepe’nin en büyük sorunlarından biri olmaya devam ediyor. Üniversite yönetimi hala somut bir adım atmamıştır. Hatta öyle ki her yıl okulu yeni kazanan öğrencilere kayıt
zamanı üniversite yönetiminden peşinen “Muhtemelen ulaşım sıkıntısı çekeceksiniz fakat bu durum birkaç haftaya çözülecek” diyerek asla çözülmeyen ulaşım sorununu meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Kısaca üniversitelilerin ücretsiz ve nitelikli ulaşım hakkı tek derdi üniversitelilerden nasıl daha fazla para kazanırım diyen Melih Gökçek ve servis şirketleri arasında sıkışıp kalmıştır. Beytepe Yerleşkesi’nin diğer büyük sıkıntısı ise yemekhane problemidir. Öğrenci sayısının (yaklaşık 25 bin) fazla yemekhanenin az olması Beytepe’de öğrencilerin az olan ders aralarının yaklaşık yarım saatini kuyruklarda geçirmesine neden olmaktadır. “Yemekhane kuyruğu rektörlüğe dayandı” sloganıyla 2009 yılında yapılan eylemle geçici kazanımlar elde edilmiştir ama üniversite kontenjanlarının
artması buna karşın yemekhane kapasitesinin aynı kalmasından kaynaklı kuyruklar her gün yaşanan çileler olmaya devam etmiştir. Beytepe Kampüsü’nde barınma olanaklarına gelince, kampüste kadın ve erkek yurtlarının dışında öğrenci evleri ve Özel Atatepe Öğrenci Yurtları bulunmaktadır. Öğrenci evlerine ve Atatepe’ye girerken temel koşul ise aylık verilen ortalama 400 TL dışında, girmeden önce bir daha almamak koşuluyla verilmek zorunda olan yaklaşık 1600 TL’dir. Beytepe’de bugüne kadar birçok konuda eylemler yapılmış bu eylemlerle üniversitelilerin talepleri gündeme taşınmış kazanımlar elde edilmiştir. Fakat bu eylemlerin her birinde öğrencilere okul yönetimi tarafından sıkça soruşturmalar açılmış ve cezalar verilmiştir.
Beytepe’de Edebiyat’ın yeri ayrı Yıllardır Hacettepe Üniversitesi’nde sürdürülen kitap takas pazarı bu yıl da edebiyat fakültesinde yer almaya devam edecek. “Bilgi satılmaz, paylaşılır!” diyen Edebiyat Kolektif bu dönem de her perşembe kitap takas pazarını açarak bilgiyi paylaşacak. Geçen dönem Edebiyat Fakültesi’ne özel olarak çıkartılan Papyonsuz fanzinin içinde edebiyata, kadına, film ve kitap eleştirilerine kadar birçok sayfa yer alıyordu. Bu dönemin ilk Papyonsuz’u kadın sayısı özel olarak Edebiyat Fakültesi’ne merhaba diyecek. Üniversite sorunlarını gene
üniversitenin dayanışması ve ortak çabasıyla çözmeye çalışan Beytepe Kolektif üniversitelilerin en meşru taleplerini dillendirmeye devam ediyor. Temsiliyetini de gene bu taleplerden alan Öğrenci Kolektifi Beytepe’de artık gelenekselleşmiş olan Yıldız Amfi’de yapılan salı toplantılarıyla her hafta gündemi tartışıp oradan çıkan kararlarlarla üniversitenin sesi olmaya devam ediyor. Doğrudan demokrasinin uygulandığı Kolektif’te üniversiteliler salı toplantılarına katıldığı andan itibaren Öğrenci Kolektifi’nin karar mekanizmasında yer almış oluyor. Hacettepe Üni-
Karikatür atölyesi sürüyor Geçtiğimiz dönem başında kurulan karikatür atölyesi her hafta yaptığı atölyelerle karikatüære ilgi gösteren, çizmek isteyen, çizemese de katkı sağlamak isteyen herkesi bir araya getirmeyi hedefliyor. Bugüne kadar Van, Minikatür, Kolektif Karikatür adında 3 tane fanzin çıkaran karikatür atölyesi üniversite ve ülke gündemine mizahi müdahalelerde bulunmuştur. Karikatür atölyesi önümüzdeki dönemde atölye ve fanzin çalışmalarıyla ülke ve üniversite sorunlarını çizmeye devam edecek.
RÖ “Yeni rektör Murat Tuncer bunları POR öğrencilere bir lütufmuş gibi TAJ sunmaktan çekinmemektedir”
versitesi’nde Kolektif, bu güne kadar olduğu gibi bundan sonrada parasız eğitim ve demokratik üniversite mücadelesi vermeye devam ediyor.
Son zamanlarda Hacettepe Üniversitesi’nde neler oluyor? Hacettepe Üniversitesi önceki yıllarda kendini her yıl kampüse polisin girmesi, ardından öğrencilere ve öğrencime dokunma diyen akademisyenlere açılan soruşturmalar, hatta eski rektör Uğur Erdener döneminde ortaya çıkan yolsuzluklarla kendini duyurmuştu. Bu dönem ise Hacettepe Üniversitesi’ne yeni rektör Murat Tuncer’in atanmasıyla birlikte üniversitenin hiç de alışık olmadığı durumlar yaşanıyor. Öncelikle medyada da sıkça söz edilen; gaz ve kalkan ihalesinin iptal edilmesi, üniversitede afiş asmak ve stant açmanın serbest hale getirilmesi, siyasi soruşturmaların iptal edilmesi gibi uygulamalarla Hacettepe Üniversitesi’nin yeni rektörü hem üniversiteden hem de kendinden sıkça söz ettirdi. Ve tüm bunların ardından 14 Ocak’ta yapılan rektöröğrenci buluşması… Peki o buluşmanın
nedeni ne olabilir ? Yapılan toplantıda rektörün ilk vaatleri, en büyük sorunlardan birinin ulaşım olduğu Beytepe Kampüsü’ne raylı sistem yapılacağı, yemekhane sorununun çözüleceği, kamera sayılarının azaltılacağı, medikonun nitelikli bir sağlık birimi haline getirileceği, taciz ve tecavüz olaylarında ağır yaptırımlar uygulanacağına dair verilen sözlerdi. Fakat bunlar zaten özgür düşünceler ortamı olan üniversitede olması gereken özelliklerdir. Lakin yeni rektör Murat Tuncer bunları öğrencilere bir lütufmuş gibi sunmaktan çekinmemektedir. Murat Tuncer’i nasıl bilirdiniz? Kocaeli Üniversitesi’nden Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, “Endüstri Yoğun Bölgelerde Yaşayanlarda Ölüm Nedenleri: Dilovası Örneği” adlı araştırmasının sonucunda, Kocaeli-Dilovası’nda yaşayan annelerin ilk sütünde ve bebeklerin ilk dışkısında bazı ağır met-
allere rastlamış; bu tehlikeyi de basın yoluyla kamuoyuna duyurmuştu. Bunun ardından Onur Hamzaoğlu’na yönelik bir linç kampanyası başlatılmış, YÖK. de boş durmayıp kendisine “halkı paniğe sevketmekten” disiplin soruşturması açmıştı. Bu soruşturmanın ardında, Onur Hamzaoğlu’nu YÖK.’e şikayet eden ve AKP’ye yakınlığıyla bilinen Hacettepe Üniversitesi yeni rektörü Murat Tuncer’de var. Her ayın ikinci cumartesi gerçekleştirileceği duyurulan rektör-öğrenci buluşması bu ay 18 şubat’ta yapılacak. Ancak bu toplantılar bir karar alma organı henüz değildir ve denetleme mekanizmalarından da yoksundur. Hacettepe Üniversitesi öğrencilerinin öncelikli şartı bu toplantıları bir karar alma mekanizması haline getirmek ve öğrencilere gerçekten söz-yetki-karar hakkı verilmesidir.
SAYFA 12
Bundan tam 17 yıl önce 12 Şubat günü Gazi Mahallesi'nde Alevilerin gittiği kahvehanelerin taranmasıyla başlatılan katliam 3 gün sürmüş, olaylar Ümraniye'ye de sıçramıştı. Olayların sonucunda 22 kişi öldürülmüş, organize katliamın suçu iki polise yüklenerek 4 yıl hapis cezası verilmişti. AKP döneminde ise faillerin adil şekilde yargılanması bir yana geçen yıl Tayyip Erdoğan Gazi Mahallesi'ni "Çeteleri arıyorsanız Gazi'ye bakın" diyerek hedef gösterdi.
SœYAH MAVœ KIRMIZISARI
Tarih
12
O rektörler iktidarın kumandası değillerdi
HEPSİNİ AYNI MI SANDINIZ ?
‘
bilim insanı olmasının yanında TÜBİTAK'ın kuruluşundan itibaren bilim kurulu üyeliğinde yer almış ve bilim kurulu başkanlığını da yapmıştır. Ayrıca üniversitede yapılan bilimsel çalışmaları halka aktarmanın yollarını düşünmüş ve Bilim Teknik Dergisi'nin çıkarılması için önayak olmuştur. Şimdiki zamanın rektörleri gibi “üniversite-sanayi işbirliğini daha fazla nasıl genişletebilirim” sorusunu değil; yeni buluşları, bilimsel araştırmaları, teknikteki gelişmeleri halka daha kolay nasıl iletebilirim, halkla üniversite arasında köprü görevini üstlenecek neler yapabilirim sorularının çözümüne yönelik uygulamalar yapmıştır. Bedri Karafakioğlu rektörlüğe başladığı andan itibaren önemli adımlar atmış ve iki kademeli öğretim uygulaması, Temel Bilimler Fakültesi’nin kurulması gibi kararlar almıştı. YÖK'ün geçen yıl yaptığı kanun değişikliği ile üniversitelerde Fen-Edebiyat Fakültesi kurma zorunluluğu kaldırıldı yerine de en az üç fakültenin bulunması zorunluluğu getirildi. Temel bilimsiz üniversiteler kurmada da ustalaşan AKP tabela üniversitelerle daha çok bilim insanı yetiştirmeyi değil daha çok müşteri kazanmayı hedefliyor. Öğrenci dostu, örnek rektörler AKP piyasacılığın ve gericiliğin birbirini tamamladığı
üniversite modelini oluşturmaya çalışırken üniversitelilere biçtiği yeni kimlikleri de rektörler eliyle dayatıyor. Mustafa İnan ise rektörlüğü ve öğretim görevlisi olduğu dönemde iktidarın eli olmaktan öte öğrencilerini birer bilim insanı ve nitelikli mühendisler olarak yetiştiriyordu. Üniversitenin ticarethane olmadığını, öğrencilerin de müşteri olmadığını her zaman belirtiyordu. Kapalı kapılar arkasından üniversiteleri yöneten, üniversiteliler adına kararlar veren, öğrencileri muhattap almayan rektörlerin aksine Bedri Karafakioğlu öğrencilerle arasına duvar örmeyen, kürsüsünde çalışanlara daima rehberlik eden, öğretim görevlileri ve öğrencileri tarafından saygı duyulan, takdir edilen bir bilim insanı olarak rektörlük yapmıştır. Bağlı oldukları üniversite kürsülerinde, rektör oldukları koltuklarda bilim adına çalışmalar yerine piyasa mantığıyla tek odaklı çalışmalar yürüten rektörlerin tersine Mustafa İnan sadece mekanik alanında değil renkli ve üstün kişiliği ile edebiyat, matematik, düşünme, tarih, fizik ve dil alanında da sahip olduğu yetkinliği harmanlayarak öğrencileri için unutulmaz bir bilim insanı, öğretmen, kılavuz olmuştur. Ülkeye ve üniversiteye adadıkları bilimsel araştırmaları, örnek rektörlük süreçleri, üniversite ve öğrenci algısı her zaman için örnek oluşturuyor.
İTÜ ÖĞRENCİSİ KARAFAKİOĞLU’NU UNUTMUYOR Bedri Karafakioğlu 1978 yılında faşistler tarafından pusu kurularak öldürülüyor, o dönemde katledilen diğer demokrat aydınlar gibi Karafakioğlu'nun ölümü de faili meçhul olarak kalıyor. Üniversiteliler tarafından düzenlenen İTÜ Öğrenci Şenliği'ne 1996 yılında Bedri Karafakioğlu'nun ismi veriliyor ve o yıldan itibaren şenlik Bedri Karafakioğlu anısına yapılıyor. Sponsorsuz, alternatif ve kolektif bir düzlemde İTÜ Öğrenci Şenliği'nin ilki 1980'de düzenlenmiş, ikincisi ise 1987'de Taşkışla Binası'nın otel yapılmasını protesto ederek gerçekleştirilmiştir.
Sizce kuvvet nedir? Mustafa İnan bilime kazandırdıklarının yanı sıra öğrencilerine de bilim yolunda kılavuzluk ederek bir ekol yaratmıştır. Güçlü bir hafızaya sahip olan Mustafa İnan öğrencilerinin hafızalarına sadece mekanik dersinin inceliklerini değil bilim adına sarf ettiği sözlerini de kazımıştır: “Bilim uzun ve çetin bir yoldur çocuklar. Bilimi yarı yolda bırakmayın, olur mu çocuklar? Oppenheimer gibi hissediyor-
sanız, bırakın yüksek binaları başkası yapsın, büyük barajlarda başkası çalışsın. Bazılarına çok uzaklardan bile görünen yüksek yapılar kurmak çekici gelecektir. Bırakınız bu işleri öyleleri yapsın. Bazıları da insanları çalıştırmak, büyük teşebbüsleri idare etmek ihtirası ile yanarak kuvvetli olmak isteyeceklerdir. Bırakınız parayla da onlar uğraşsın. Sizin kuvvetli olmak gibi bir derdiniz yoksa, siz de Leonardo Da Vinci gibi
GENÇLİK ONLARIN HEDEFİNE ULAŞACAK O cesaretini ve umudunu sırtlayarak çıktı yola. Tüm Türkiye halkı için verdiği bağımsızlık, özgürlük, eşitlik mücadelesini son nefesine kadar sürdürdü. Hayatını hiçbir çıkar gözetmeksizin Türkiye devrim mücadelesine adadı. Ulaş Bardakçı emperyalizme karşı verdiği mücadele de Filistin halkını bir an olsun unutmadı. İsrail devletine karşı Filistin halkıyla dayanışmak için kaçırmıştı İsrail Başkonsolosunu. 19 Şubat 1972’de kaldığı evde öldürüldü. O inandığı değerler için gözünü kırpmadan gitti ölüme, Türkiye halkı unutmadı onu ölüme inat Türkiye halkının yüreklerinde Ulaş Bardakçı.
'Kuvvet nedir?' diye merak ediyorsanız buyrun sizleri Mekanik kürsüsüne beklerim. Çünkü bazılarına göre 'Kuvvet' para ile organizasyonun çarpımına eşittir; bize göre de kuvvet ivme ve kütleyi ilgilendiren bir büyüklüktür. Bu iki formülü birbiriyle karıştırmayın olur mu çocuklar? Kürsü ile ticarethaneyi birbirine karıştırmayın olur mu çocuklar?”
netti Bizi bunlar yo¨
SÜLEYMAN DEMİREL
Süleyman Demirel'in mühendisliğini yaptığı bina Erzurum Depremi'nde yıkılmıştır. Demirel kendisine yönelik eleştirilere "O bina 35 yıl ayakta durdu diye kimse takdir etmiyor da, niye yıkıldı diye herkes eleştiriyor" cevabını vererek Nasreddin Hoca’yı aratmamıştır.
‘
Bugün üniversitelerin tamamına yakını piyasacı, gerici ve AKP'ye yakın kimlikleriyle bilinen rektörler tarafından yönetiliyor. Böylece Tayyip Erdoğan hayalini kurduğu üniversite düşüne yukarıdan müdahale ile daha da yaklaşmış oluyor. Yeni rektörlerin icraatları ise hep aynı. Koltuğuna oturur oturmaz piyasacı projeler aracılığıyla sermayenin ihtiyaçlarını karşılamak için kolları sıvar. Üniversitelileri de müşteri olarak kodlar, sesini çıkarana soruşturma açar, ceza verir. AKP tarafından YÖK'ün ele geçirilmesinden bugüne kadar olan süreç hep böyle işledi. Peki rektör denen şahsiyetler hep böyle iktidar yanlısı ve piyasacı mıydı? Çoğu üniversiteli için soyut bir kişilik, ulaşılmaz olan rektörler hiç öğrencilerle aynı ortamda bulunmuş, birlikte karar vermişler midir? İktidarın peşinde değil bilimin hizmetinde Türkiye'de 1980 sonrasında böyle özelliklere sahip rektör henüz var olmadı. 1980 öncesine baktığımızda ise iki isim ön plana çıkıyor. İkisi de İTÜ rektörlüğü yapmış sayılı bilim insanlarından. 1957 yılında İnşaat Fakültesi Dekanlığı’ndan İTÜ rektörlüğüne seçilen Mustafa İnan ve Elektrik-Elektronik Fakültesi Dekanlığından, 1969 yılında İTÜ rektörlüğüne seçilen Bedri Karafakioğlu. Mustafa İnan sadece Türkiye'de değil dünyada da mekanik alanında tanınan bir
SAYFA 13
▼
Çin 99,6 metre uzunluğunda ve 17,8 metre genişliğindeki elektrikli itiş gücü ile çalışan dünyadaki ilk araştırma gemisini denemeye başladı. Gemi dünyadaki tüm araştırma gemileri gibi, su kalitesinden, atmosferik keşiflere, derin sulardaki keşiflerden uzaktan algılama bilgi sistemi gibi birçok özelliğe sahip. Kışüe (Bilim) adlı geminin saatte 15 deniz mili hızla 15 bin deniz mili kadar gidebilirken, geminin gelecek yıl haziran ayında kullanıma gireceği kaydedildi. Geminin maliyetinin ise 550 milyon yüen (160,1 milyon TL) olduğu belirtiliyor.
R
Rus bilim insanı Ksanfomaliti Venüs’te canlı varlıkların olabileceğini iddia etti. Rus bilim insanına göre Sovyet uzay araştırmalarında elde edilen fotoğraflarda disk şeklinde hareketli cisim ve bir de akrep şeklinde canlı bir varlık görülüyor. Venüs yüzeyinde 464 santigrat Celcius sıcaklığın olduğuna değinen bilim insan daha önce yaşam izine rastlamamıştı fakat batılı bilim insanlarının yaptıkları incelemelerde de Venüs atmosferinde şimşeklerin çaktığı, bunun da daha önce gezegende su olabileceği yönündeki iddiaları güçlendirdiği kaydedilmişti.
TÜBİTAK’TAN ÇILGIN PROJE
YA REKABET YA DA KAYBET
TÜBİTAK 3 Haziran günü yürürlüğe giren 639 no’lu kanun hükmünde kararnameyle TÜBİTAK’ın Sanayi Bakanlığı’na bağlanması ve TÜBİTAK başkanlığına cemaatçi, piyasacı Yücel Altunbaşak’ın atanmasıyla yeni bir döneme başladı. AKP’nin piyasacı müdahalelerine açık hale gelen TÜBİTAK’ta hızlanarak devam eden dönüşümde AKP ilk meyveleri toplamaya başladı. En iyi bilgi para getiren bilgi TÜBİTAK'taki dönüşümü değerlendirirken TÜBİTAK’ın Bilim Sanayi ve Teknoloji ve Milli Eğitim Bakanlıklarıyla imzaladığı girişimcilik protokolü de göz ardı edilemez. Milli Eğitim Bakanlığı’nın da imzalanan protokolün içinde olması tabii ki bir rastlantı değil. MEB’in dahil olması AKP’nin üniversitelerde yapmaya çalıştığı piyasacı dönüşümü ve ilkokuldan başlayarak gençliğin sermayeyle ilişkisini güçlendirmeyi amaçlıyor. Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in projeyi imzalamadan önce yaptığı açıklamasında, ''Rekabetçi bir toplum ve rekabetçi bir yapıya sahip olmanın yegane yolu, girişimci bir ekonomiye sahip olmaktan geçer. O yüzden Türkiye'de girişimci bireyleri yetiştirecek, yenilik yapmaya cesa-
ret edecek, güveni yüksek bir nesile ihtiyacımız var. Bunu başarmak için de gerekli değişiklikleri yapmaya çalışıyoruz'' dedi. Dinçer’ in bahsettiği girişimcilik ve bilimdeki değişiklik tam da söylediği gibi daha ilkokuldan başlayan rekabeti arttıran, sermayenin karlarına bir yenisini daha ekleyen gençlik modelini oluşturabilmek. Üniversitelerde yapılmaya başlanan girişimcilik derslerinde patronların ve CEO’ların konuşmacı olarak getirilmesi ve öğrencilere kariyerlerini nasıl geliştireceklerini kendi ‘hayat hikayeleriyle’ anlatılıp özendirilmesi de örneklerden biri. TÜBİTAK araştırma ve teknoloji geliştirme gibi, bilimsel faaliyetleri yönlendiren en önemli kurumken, piyasa için değerlendirilmesi büyük öneme sahip vazgeçilemeyecek altın değerinde olması şaşırtıcı değil. Asansörde rekabet TÜBİTAK Başkanı Yücel Altunbaşak yeni bir projeyle yine sermayenin ekmeğine yağ sürme peşinde. Yurtdışında Elevator Talk (Asansör Konuşmaları) olarak geçen yarışma programında yarışmacıların iş kurma ve yeni projeleri holding sahiplerine anlatarak onları ikna etmeyi amaçlayan yarışma programından etkile-
nen Altunbaşak “Türkiye’de neden olmasın?” demiş. Bilim insanlarına ‘fırsat ve projelerini gerçekleştirmeleri için imkan verme’ diyerek açıkladığı yarışma programının içeriği asansöre binen patronlara asansörden inene kadar yarışmacıların projelerini anlatıp ikna edebilme üzerine kurulmuş. Bilim insanlarının projeleri üzerinden rakipleriyle yarıştığı ve sermayenin ihtiyaçlarına cevap verebilecek projelerin değer gördüğü bu program Acun Ilıcalı’nın sunuculuğuyla birlikte sermayeye yeni yatırım olanakları açmayı hedefliyor. Altunbaşak öyle çılgın projeyle gelmiş ki artık üniversite hocalarını Acun’un yanı başında projesini kabul ettirmek için dil dökerken görme olasılığı şaşırtıcı olmayacak. Bilim insanları, toplumun yararı için proje ve araştırma yapması gereken zamanını artık holding sahiplerine ve patronlara projelerini kabul ettirmekle uğraşacaklar. Bilimin değersizleştirildiği bu dönemde toplumun ihtiyaçları ve halk yararına ‘bilim’ anlayışı ortadan kaldırılırken ‘sermaye için bilim cazip kılınıyor. Bilime verilen değer ise parayla özdeşleştirilip patronların insafına bırakılıyor.
Evrim teorisi turnusol olmaya devam ediyor. Bilgiyi paraya dökmeyi görev edinen TÜBİTAK başkanı Yücel Altunbaşak’ın bilimle kurduğu ilişki evrim teorisi sayesinde teşhir oldu. “Türkiye’nin birliğe ihtiyacı var. Uçak, füze diyoruz. Bunlara odaklandık. Evrim teorisine inanan var inanmayan var. Birlikteliğe daha çok ihtiyacımız var” . Uçakla, füzeyle nasıl birlik kuracağını merak ettiğimiz Altunbaşak’a evrim teorisini sormaya bile gerek yok. Bilim için yapılan ilk tanımda bilimde inanmanın olmadığı var. Bilimsel bilgiye inanılmaz, gözlemlerde ve deneylerde bulunduğunuz bilginin en fazla doğruluğuna güvenilebilir. Ama üniversiteliler gönül rahatlığıyla, Türkiye’nin bilim politikalarının piyasacı ve gerici birine kaldığına inanabilir.
13
▼
Bilim
KIRMIZISARI
▼
Yıldız Teknik Üniversitesi Senatosu, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na kentsel dönüşüm konusunda destek vereceğini açıkladı. YTÜ tarafından yapılan açıklamada ‘sağlık ve yaşam kalitesini arttıracak kentsel dönüşüm projesinde bakanlığın yükünü hafifletmek için YTÜ olarak bakanlığın hizmetinde olduklarını’ belirtildi. Van depreminden sonra AKP’nin gündeminden düşmeyen kentsel dönüşümün tüm Türkiye’de yaygınlaşmasıyla bir çok insan evlerinden olacak daha fazla rant için binlerce insan evsiz bırakılacak.
SœYAH MAV
us Arktik ve Antarktik Araştırmalar Merkezi (AARI), uzun süren delme çalışmaların ardından Pazar günü Vostok Gölü'ne ulaştığını açıkladı. Bilim dünyasında büyük heyecana yol açan keşfin, dünya yüzeyinin altındaki bilinmeyen yaşamın yanı sıra benzer koşullara sahip diğer gezegenlerde yaşam arayışlarına ışık tutması bekleniyor. .AARI Başkanı Valery Lukin, dünyada 20 milyon yıl boyunca gizli kalmış başka hiçbir yerin olmadığını söyleyerek keşfi, "bilinmeyenle karşılaşmak" olarak tanımladı.
BİLİM İNSANLARINA YENİ GÖREV:
HAYDİ AKP’Yİ ÖV BİRAZ ! Bu yıl AKP tarafından 2.si düzenlenen ‘bilim yarışması’ ile ‘bilim insanlarından’, AKP’nin politikalarını ve parti çalışmalarını araştırması isteniyor. ‘Sosyal Bilimler Teşvik Ödülü’ adı altında yapılan yarışmada AKP’nin politikalarını destekleyen ve hedeflerinin doğruluğunu ispatlayan ‘bilim insanları’ ödüllerine kavuşuyor. AKP AR-GE
Başkanı Reha Denemeç’in imzası bulunduğu yarışmanın katılım koşulları üniversitelerin Sosyal Bilimler Enstitüsüne gönderildi. Gönderilen yazıda yarışmanın bilimsel araştırmaların doğrultusunda doğru karar alabilmek için yurtiçi yurt dışı kuruluşlar ve üniversitelerle işbirliği içinde yapılacağı bildirildi. Başvuru formu ise AKP AR-GE Başkanlığı
Sosyal Bilimler Teşvik Esasları dikkate alınarak yapılması isteniyor. Yapılan çalışmanın 16 Mart 2012’ye kadar AKP Genel Merkez Binası kütüphanesine teslim edilmesi gerekiyor. Ödüllere kavuşmak isteyen‘bilim insanlarından’ beklenen ise AKP’nin projelerinin doğruluğunu ispatlamak ve yeni hedeflerine ışık tutmak.
SAYFA 14
Habertürk’te köşe yazarlığı yaparken işine son verilmesi ile birlikte Ece Temelkuran bu dönemde ‘Kayda Geçsin’ adlı kitabını çıkardı. Kitabında son dönemlerde artık yazamaz hale getirilmenin, kaçınılmaz bir keskinleşmenin tarihine bakmak gerektiğini vurguluyor. Gazetecilerin hedef gösterildiği ve baskıların her geçen gün arttığı bir dönemde inatla yazacağını çıkardığı kitapla duyuran Ece Temelkuran ‘Biz varız’ demeden geçemiyor. Bu dönem de yaşananları ve kitabını anlatırken Kayda Geçsin; çünkü o zamanlar bu zamanlar diyerek özetliyor.
SœYAH MAVœ KIRMIZISARI
Medya
14
MEDYADA YENİ PAROLA MİT krizi devlet içerisindeki ayrışmanın toplumsal açıdan en görünür örneği olarak değerlendiriliyor. Ekonomide, dış politikada, toplumsal muhalefetin baskı altında tutulmasının alt yapısının oluşturulmasında, devlet güçlerinin ayrışmaları birbirleri karşısında fiili yaptırımlar uygulamaya kadar varmış durumda. Medya, İslamcı yazarların-kanaat önderlerinin saklı tutulan kılıçlarının kınlarından çıkarıldığı bir kapışmanın mecrası halinde. Bu kapışmanın uzaması, gündemde fazlaca yer edinmesi güreşenlerin hepsine hasar verebilir. İslamcıların “ağır abileri” bu süreçte sükûneti sağlama uğraşına giriştiler, tabi ufak bir güç gösterisi eşliğinde. 13 Şubat’ta Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç’ın, 15 Şubat’ta yine Zaman gazetesinden, Gülen hareketinin sözcülerinden Hüseyin Gülerce’nin ve Başbakan’ın danışmanı Yasin Doğan’ın (Yalçın Akdoğan) yazıları bu minvalde değerlendirilebilir. Ali Bulaç’ın yazısının başlığı tek kelime: Fitne. Ama bu başlık GülenAKP gerilimini gizleyen, harcanabilir alt kademeleri işaret eden bir süs olmaktan öteye gidemiyor. Bulaç AKP’nin “kazanırken kazandıran akıllı tüccar olmasını”, “iktidarı paylaşmasını” istiyor. Bulaç’ın asıl derdi fitneden ziyade “temellük” (mülk edinme) ve “inhisar” (tekelleşme) sözcüklerinde gizli. Ki bu sözcüklerin ekonomik çağrışımı en başta İslamcı burjuvazinin kaygılarını da dillendiriyor. Ali Bulaç’ın AKP’nin Ortadoğu’daki ağır sorumluluklarını hatırlatması gibi Gülerce de
vesayet rejimiyle mücadelenin bitmediğini hatırlatıyor. Ergenekon ve KCK davaları üzerinden “ortak düşmana” karşı mevzilenme İslamcıların gayet maddi çıkarlarını tatmin etmese de “gönül birliğinden” ziyade stratejik bir uzlaşının ömrünü biraz da olsa uzatabilir. En azından temenni bu! Fakat uzlaşı el sıkışarak değil aba altından sopa göstererek yapılıyor. Gülerce yazısında Bulaç’ın fitnecilerle kastettiğini biraz daha aydınlatıyor: “Cemaat dedikleri insanları en yakından tanıyan, hâlâ dost zannedilen bu insanlar, Ergenekoncu koronun arka taraflarında boy göstermiyorlar mı... İşte bu kadarına pes! Yarın bu fitne-fücur dalgaları dindiğinde mahcup olmayacaklarını mı zannediyorlar?” Gülerce’nin dargınlıktan ziyade tehdit içeren bu ifadesi yankısını “karşı cephede” de buluyor. Yasin Doğan yazısını şu sözlerle noktalıyor: “Yanlış yapanlar veya istismar edilecek durumlara sebep olanlar hesabını millete ve adl-i ilahiye verirler.” Cemaatle AKP’nin etle tırnak gibi olduğu her fırsatta dillendirilse de Doğan’ın “Her türlü oyunun farkındayız” başlıklı yazısı ayrışmanın boyutlarına dair ipuçları veriyor. Hatta “Yargı ve güvenlik bürokrasisi içinde kimseye güvenmeden gizli kapaklı iş çeviren bir grup” sözleriyle “fitnecilerin” yerini de gösteriyor. İktidar hesaplarının ortasında ezilenlerin payına düşen daha fazla baskı, sömürü ve savaş. Ağırlık merkezi hangi iktidar odağına kayarsa kaysın denklemin sonucunu değiştirecek güç ezilenlerin mücadelesinde saklı.
SIFIR MUHALAFET Ve sahne kuruldu, dekorlar yerli yerinde. İzleyiciler heyecanlı. Kimler yok ki bakanlar kurulu geçidi gibi sıralanan siyasetçiler, muhalefet partilerinden temsilciler, valisinden RTÜK başkanına, kamu kurumları genel müdürlerinden rektörlere, büyükelçilere kadar bekleyişteler. Işıklar kapanır ve sahne ışığı açılır. Kulaklar sahneye kesilmiştir. “Kalemini satmayan, kalemini kiralamayan, doğruyu mertçe savunup, yanlışın karşısında dik duran herkesi yürekten selamlıyorum. Müdahalelere çanak tutmayan, psikolojik operasyonlara selam durmayan, zor zamanlarda konuşan, zor zamanlarda hakkı hukuku demokrasiyi savunan tüm yazarları buradan selamlıyor hepsine teşekkür ediyorum.” Tüm ışıklar açılır, konuşmada bahsedilen yazarlar gelmeyi unutunca adressiz kalan selam alkışlar arasında salondan uçup gider. Sonrası ise malumunuz, minnettarız, müteşekkiriz ve alkış. AKP ve cemaatin yazarak yönettiği bu oyun Zaman Gazetesi’nin 25. yıl gecesinde oynandı. Tayyip Erdoğan gazetecilere AKP medyasının özelliklerinden yola çıkarak ne istemediği mesajını verdi. Psikolojik operasyonları yüzsüzlükle sürdürmek, zora düşen hükümeti ne pahasına olursa olsun savunmak, kalemine para biçmek AKP’nin uzun zamandır taşları yerli yerine oturduğu medyada gazetecilerin ortak özelliği oldu. Zaman, Yeni Şafak, Yeni Akit, Bugün ve Türkiye gibi ezelden “bizim” gazetelerin yanına Sabah, Star, Taraf, HaberTürk hatta Radikal eklenince medyada uçan kuşun hesabı AKP’den sorulmaya başlandı. Uzun zamandan beri bir AKP gücü haline gelen medya, AKP’nin siyaset sahnesinde sahip olduğu çelişkileri, krizleri, rekabeti, baskıyı da yaşamak zorunda kaldı. Banu Güven, Nuray Mert, Can Dündar, Ruşen Çakır’ın kovulmasıyla ve başta Ahmet Şık, Nedim Şener gibi gazetecilerin tutuklanmasıyla sansür ve baskı iklimi medyaya hakim oldu. Böyle bir ortamda Ece Temelkuran yazarı olduğu Habertürk Gazetesi’nden muhalif gazeteci kontenjanından kovulması
İmza kampanyası artık çok kolay
imza.la u hayatta isyan edecek, karşı çıkacak konular bitmeyecek. Yalnız başına yapmak da yetmez, insanlara da duyurmak gerek. İmza kampanyaları da bu yöntemlerden bir tanesi. Hayatımızda geniş bir alanı kapsayan internette artık imza kampanyası da başlatılabiliyor. www.imza.la adresinden istediğiniz konu hakkında imza kam-
B
panyası başlatabilir, başlattığınız kampanyayı site veya blogunuza aktarabilir ya da herhangi bir konudaki imza kampanyasını başlatanla iletişime geçebilirsiniz ve kampanyayı istediğiniz zaman sonlandırabilirsiniz. Sitenin anasayfasında popüler imza kampanyaları ve yeni açılan imza kampanyaları için de özel bölümler ayrılmış.
şaşırtmazken, Yiğit Bulut ve Mehmet Altan gibi AKP’ye gönül veren iki yazarın da işinden ayrılması medya tartışmalarına yeni bir hareketlilik getirdi. Ayrılış nedeni tam olarak bilinmeyen Yiğit Bulut’un ismi Başbakanlık danışmanlığıyla geçse de, bu konuda henüz bir gelişme yaşanmazken “Başta başbakanımız Erdoğan olmak üzere herkese gönlümü ve aklımı verdim” diyerek bir AKP medyasında kısa zamanda kalem oynatmaya devam edeceğe benziyor. AKP’ye açık desteğiyle tanınan ve kovulan bir diğer gazeteci Mehmet Altan ise Yiğit Bulut’tan farklı olarak ustalık dönemi AKP’sinin farklı bir krizini görünür kıldı. “AKP itirafçısı” Mehmet Altan AKP iktidarının özellikle ilk üç yılında üzerine uğraş verdiği Avrupa Birliği üyeliği çalışmalarına birçok liberal yazar gibi iyice tavlanan Mehmet Altan AKP ilişkisi tipik bir liberal-AKP aşkı olarak süre geldi. AKP “ileri demokrasini” süslemeyi vazife edinen Altan, AKP’nin baskıyı artırarak otoriterleştiği dönemlerde tavsiyeler vererek yoluna devam ediyordu. Mehmet Altan’ın da çoğu zaman desteklediği AKP’yi seçtiği baskısı rejimi, her geçen gün yeni biçimlere bürünürken,
hedefine sürpriz bir isim Mehmet Altan oturmuş oldu. Bir dönem Star Gazetesi’nin başyazarlığını yapan Mehmet Altan’ın kapının önüne kovulmasında Uludure katliamı, Deniz Feneri, Şike, Hrant Dink davaları gibi iç siyasette AKP’nin yumuşak karnına dokunma isteği vardı. Mehmet Altan’ın kovulduktan sonra AKP itirafçısı olarak verdiği röportajlar kamuoyunda oldukça ilgi çekti. “dosthane” eleştirilerinin dahi kabul edilmediğini söyleyen Altan, siyasi baskıyla gazetelere ilan toplandığını, siyasetçilere biat eden yöneticilerden, talimat gazeteciliğine kadar birçok konuda “itiraflarda” bulundu. Mehmet Altan’ın demeçleri malumun ilanından öteye gitmese de ileride yaşanacak AKP-AKP’li gazeteci ayrışmalarında ortaya dökülecek kirli ilişkiler açısından heyecan yarattı. Mehmet Altan örneğiyle Hrant Dink davasında, Uludere katliamında dahi AKP’yi aklamayı becerebilecek yetenekte bir medyanın oluştuğu ve AKP’nin en ufak eleştiriyi dahi kaldıramayacak derece de krizli bir dengeye sahip olduğu kayıtlara düşmüş oldu.
ODATV’DE TAHLİYE YOK SAMANYOLU VAR Oda TV davasında yepyeni bir skandala imza atıldı. Mahkeme heyeti sanıkların tahliye talebini görüşmek üzere toplandı ancak karar Samanyolu TV'den açıklanmıştı bile. Mahkemeden 21.48'de çıkan tutukluluğun devamı kararı, 21dk öncesin-
den Samanyolu TV'den çıktı. Davanın 10.duruşmasında ise benzer şekilde Emre Uslu karar açıklanmadan önce twitterda 'tahliye çıkmayacak' tweetiyle bir nevi ikinci Samanyolu TV vakasına imza attı. Cemaat medyasının polisle
Herkes bir gün Heber’ci olacak:
www.heberler.net ürkmax kanalında yayınlandığı için fazla bir kitleye ulaşamayan aynı zamanda ulaşmak isteyenlerin de ulaşmakta zorlandığı heberler programının bütün arşivine artık www.heberler.net adresinden ulaşılabiliyor. Gündemden canlı bağlantılara spordan günün yoru-
T
muna kadar farklı bölümleri olan site Zaytung'un görüntülüsü diye nitelendirilse de Zaytung'a göre daha politik bir tutum alması da ilgi çekiyor. AKP olduğu sürece haber malzemesi bulmakta zorlanmayan program Herkesin de bir gün Heber'ci olacağını iddia ediyor.
işbirliği daha önce de benzer olaylarda göz önüne gelmişti. Zaman gazetesi yine benzer bir şekilde Halkevleri ve Öğrenci Kolektifleri'ne Samsun'da yapılan ev baskınları ve gözaltıları da 5 gün önceden duyurmuştu.
SAYFA 15
SœYAH MAV
Ksanat ültür
Kütahya Dumlupınar Üniversitesi'nin girişinde bulunan kartal ve aslan figürlü heykel okul yönetimi tarafından kaldırıldı. Gerekçe ise figürün Ermenistan devlet armasına benzemesi. Rektör Karaaslan, "Üniversitemizin giriş kapısındaki 2 heykel estetik olarak da şık değildi. Bu heykellerin Ermenistan'ın devlet armasına benzediği yönünde çok sayıda şikayet aldık. " diyerek başbakanın "ucube" benzetmesine bezer bir açıklama yaptı. Öğrencilerin hatta tüm toplumun üniversitelerin kültür-sanat anlayışından beslenmesi gerekirken, bu anlayıştan gitgide uzaklaşan kurumlar haline getirilmeye çalışıldığının açık bir göstergesi.
KENTSEL MEKANLARI DEĞİŞEN İSTANBUL’DA
KARA BULUTLAR DOLAŞIYOR
KIRMIZISARI
15
. . Sanatin Gundemi
SONSUZLUKLUK VE BİR GÜN
Theo Angelopoulos
AKP’nin bir prestij olarak tanımladığı Taksim Meydan düzenlemesi projesinde; Gümüşsuyu, Sıraselviler, Mete, Tarlabaşı ve Cumhuriyet Caddeleri üzerinde derinliği on, uzunluğu yetmiş metreye varan yarıklar açarak dalış tünelleriyle meydanlara inilmesini öngörülüyor. Ayrıca meydana çıkışlar için öngörülen; yaya yolları ve merdivenler yerin altından geçeceği için meydana yürümek zorlaşacak. Yapılacak yeni yollarla yaya kaldırımlarının daraltılması söz konusuyken metro çıkışlarının İstiklal Caddesi etrafına kurulması da ayrı bir hezeyan. Düzenleme uygulamaya konulduktan sonra ise meydandan İstiklal Caddesi dışında herhangi bir güzergahta doğrudan yaya yolu bağlantısı olmayacak. Yayalaştırılmadan ziyade otobanlaştırma ve insansızlaştırma projesi halini almış olan bu uygulamada kent kırımıyla birlikte ekokırım da söz konusu. Yapılacak olan Topçu Kışlası için Gezi Parkı’nda bulunan onlarca ağaç katledilecek. Yeşil alan ve parkların yetersizliğinden muzdarip bir kentte varolanı da yok ederek bir beton orman yaratma sevdası mevcut.Taksim Meydanı, Türkiye açısından kolektif belleğin oluş-
ması adına da önemli bir yer tutmaktadır, kitlesel protesto gösterilerinin odağı haline gelmiş olan meydan, örgütlü mücadelenin kalesi olma niteliğini taşıyor. Ayrıca uzun mücadeleler sonucu, coşkulu 1 Mayıs’lara ev sahipliği yapmaya başlamış olan Taksim, “yayalaştırma” projesinden sonra 1 Mayıs kutlamalarının ve hak mücadelelerinde taleplerin dile getirileceği kitlesel protestoların mekanı olma özelliğini kaybetme tehdidiyle karşı karşıya. Öbür taraftan son on yıldır üzerinde proje yarışmalarının düzenlendiği bir başka mekan olan Haydarpaşa Garı ve çevresi, AKP’nin son hamlesinden sonra yeniden odak noktası haline geldi. Haydarpaşa Garı, hızlı tren bahanesiyle, kullanıma kapatıldı. Ancak; Haydarpaşa Port Projesi kapsamında Harem Otogarı’ndan Kadıköy-Moda’ya kadar olan yaklaşık 1 milyon metrekarelik alanın turizm ve ticaret merkezi haline getirilmesi, planda yolcu limanı olarak gösterilen bölgede ise sadece uluslararası turistik gezilerin yapıldığı kurvaziyer liman olarak kullanılması ve halkın kullanımına tamamen kapatılması planlanıyor. Dev bir sahanın turizm ve ticaret merkezi haline getirilmesi
durumunda burada da sadece üst gelir gruplarına hitap edecek bir yapılandırma söz konusu olacak ve ulaşım hakkı elinden alınan halkın barınma hakkı da dolaylı yoldan elinden alnmış olacak. AKP, kenti meta ve sermaye ekseninde yapılandırıp soylulaştırırken emekçinin ve öğrencinin ayağını buralardan kesmekte, halkın taleplerinden korkmakta ve bu nedenle ifade alanlarımızı daraltarak halkı, taleplerini duyuramayacağı kent çeperlerine itmekte, toplumsal özgüveni ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. İstanbul’un dünyanın en büyük finans merkezlerinden biri haline getirilme gayesi ve buna bağlı olarak emekçilerin sürülerek üst gelir gruplarının yerleştirilmesi, aynı zamanda toplumda “bireyci-tüketici-itaatkar” kültürün de perçinlenmesi kaygısıyla hareket eden AKP, haliyle kentsel dönüşüm adı altındaki en büyük kentsel kırımı İstanbul’ da hayata geçirmektedir. Taksim Meydanı ve Haydarpaşa Port projeleri bu hedeflerin bütün olarak somut kılındığı gani gani uygulama arasında en belirgin olanlarıdır ve İstanbullu için sanıldığından daha fazla değer taşımaktadır.
GENÇLİK FİLMLERİ FESTİVALİ ÜNİVERSİTEYLE BULUŞTU Bu sene ikincisi düzenlenen Uluslar arası Gençlik Filmleri Festivali Ankara’da 18 Aralık ve İzmir, Kocaeli, İstanbul’da ise 20 Aralık tarihinde yapılan açılış etkinlikleriyle başladı. Yapılan açılış etkinliklerinde ünlü sanatçıların, oyuncuların ve üniversitelilerin yoğun katımlıyla coşkulu bir şekilde başladı. Bu yoğun katılımın gerçekleşmesinde ise bu sene YASAK olarak seçilen temanın da etkisi büyüktü. Tüm ülkede yaşanan baskılara karşı NE YAPSAK diyerek yola çıkan festivalin, geçtiğimiz yıla oranla daha fazla üniversite ve kültür merkezinde gösterime girmesi, üni-
versitelilerinde gösterdiği yoğun ilgiyle Gençlik Filmleri Festivalinin artık üniversitelilerin kendi festivali olduğunu kanıtlamış oldu. Yasak temalı festivalin yasaklanan yönetmeni, üniversitelerde yasaklanan gösterimleri, buna karşı kantinde ki film gösterimleri, genç yönetmenlerinin cesur filmleri ve gönüllüleriyle genç bir festival olan Uluslar arası Gençlik Filmleri Festivali üniversitelerde kültür sanat hakkını savunan, gençlik filmi diye dayatılan filmlere karşı kendi filmini çeken cesur, genç ve üretici bir festival olarak önümüzde ki senelerde bu alanda eşsiz örnekler yaratacağa benziyor.
Ani ölümü sinema severleri derinden sarsan Theo Angelopoulos, çağının önemli anlarına tanıklık etmiş usta bir yönetmendi. Yine can alıcı bir anın, Yunanistan’ın neoliberalleştirilme girişiminin tanıklığını sinemaya aktarırken aramızdan ayrıldı. 1935’de Atina’da General Meteksas diktatörlüğü döneminde doğan Angelopoulos’un çocukluğu Alman işgalinde, gençliğiyse onu izleyen iç savaş sırasında geçti. Bu çalkantılı yılları, Albaylar cuntası ve Fransa’daki gönüllü sürgün ve eğitim dönemi izledi. Çağına tanıklık bir anlamda Angelopoulos’un yazgısıydı. Bu nedenle olsa gerek, ilk dönem filmlerinde Yunanistan’ın yakın ve uzak tarihine eğildi. 36 Günleri (1972), Kumpanya (1975), Avcılar (1977) ve Büyük İskender (1980) belirli tarihsel anlara odaklanırken, yönetmenin içinde yaşadığı dönemin incelikli bir eleştirisini de ortaya koyar. Bu filmlerde, geçmişle şimdiki zaman arasında kurduğu bağlantılar Angelopoulos’un kendine özgü üslubunun bir parçası haline gelecektir. 1980’lerde ise, kamerasını geçmişten günümüze çevirir. Kendisinin “suskunluk üçlemesi” olarak adlandırdığı, Kitera’ya Yolculuk (1984), Arıcı (1986) ve Puslu Manzaralar (1988), farklı mekânlar, hayatlar ve anılar arasında yapılan yolculukları konu edinir. Yolculuk ve arayış Angelopoulos’un hemen hemen her filminde karşımıza çıkacak olan temel meselelerdir. Sembolleri ise hep aynıdır; sisli bir hava, yalnız biri, yıkılmış evler, savaşın vurduğu kadınlar, çocuklar, göçmenler, köklerinden koparılmış insanlar. “Benim yüzyılım” dediği 20. yüzyılı Yunan trajedisiyle yoğuran Angelopoulos, bekli de hep aynı filmi çekti. Yalnızlığı, insan arayışını… 1990’larda Balkan’larda yaşanan etnik çatışmalar ve kanlı
dönüşümle birlikte usta yönetmen gerçek ve hayali sınırları sorgular. Leyleğin Geciken Adımı (1991), Ulis’in Bakışı (1995) ve Sonsuzluk ve Bir Gün (1998) ülkeleri bölen coğrafi sınırları ve sürgünü konu edinir. 2000’lerde başladığı ve tamamlayamadığı gayrıresmi üçlemesi, Ağlayan Çayır (2004), Zamanın Tozu (2009) ve Öteki Deniz (2012) ise, kimlik ve yaratıcılık temalarına odaklanır.
Ancak, ustanın bir söyleşisinde dile getirdiği gibi, “esas önemli olan, anlamlı olan yolculuktur”. Manzaralar içerisinde, tarihte, sınırlar arasında yapılan yolcuklar... Birbirinden bağımsız gibi görünen bölümleri ve klasik anlamda çözüme ulaşmayan öyküleriyle Angelopoulos’un filmleri gerçek birer yolculuktur. Her yolculuk gibi içinde zorlukları da barındırır. Kendine özgü ritmi ve sinema dili, alışılagelmişin dışında bir izleme deneyimini zorunlu kılar. Sonu olmadığı için erişilecek bir hayal de barındırmaz. Yalnızca aslolanın arayış olduğunu hatırlatır bize, kendimizle yüzleştirir. Son filmini çekimi sırasında hayatını kaybeden Angelopoulos ilk filmini tamamladığında adını sonsuzluğa taşıyacak yolculuğa başlamıştı. Güzel bir yolculuktan başka ne bekler ki insan? Sinema ve hayat yolculuğumuzun usta kılavuzunu saygıyla anıyoruz.
SAYFA 16
SœYAH MAVœ KIRMIZISARI
TÜRKİYE ÜNİVERSİTELER MECLİSİ TOPLANIYOR Paralı Eğitime Zorbalığa
AKP’ye karşı
KOLEKTİF OLALIM Öğrenci Kolektifleri 16 Nisan 2011’de Ankara’da düzenlediği büyük öğrenci buluşmasıyla 5 yıl boyunca üniversitelerde biriktirdiği mücadeleyi birleştirdi. Kolektifler Ankara’da Kolektif Web-araçları, Gazete, Sinema, Kampanya ve Propaganda, Sosyal Araştırma, Örgütlenme ve Üye İhtiyaçlarını Karşılama Birimleri, Basın Sözcüleri ve ayrı bir meclisi olan Üniversiteli Kadın Kolektifi’nin temsiliyetinin bulunduğu Kolektif Yürütme Kurulu, Kolektifler’in birimlerinden temsilcilerin katıldığı Türkiye Birim Koordinasyonu, İl Meclisleri gibi organlar oluşturdu. Türkiye’nin birçok üniversitesinde yaygınlaşan örgütlülüğüyle, yerel mücadelelerini birleştiren Kolektifler bir yıldır yeni yapısıyla yola devam ediyor. Öğrenci Kolektifleri’nin birinci genel kurulla gençlik hareketinde başlattığı yeni dönem aynı zamanda, %50 oyla Haziran seçimlerinden galip çıkan AKP’nin baskıcı, otoriter rejimini güçlendirmeye çalıştığı dönemle birleşti. Hukuksuz tutuklamalar, operasyonlarla muhalefetin tüm unsurlarına saldıran AKP’nin sal-
BÜYÜK BULUŞMANIN PROGRAMI
dırganlığına karşı en başarılı karşı çıkışı Hopa Davası’nda üniversiteliler yaptı. Bir emekli öğretmeni biber gazıyla öldürmenin gururuna, Ankara’da üniversitelilerini başta Burhan Kuzu olmak üzere AKP’lilere, patronlara dar eden üniversitelileri tutuklamayı ekleyen AKP, binlerce kişinin bekleyişi arasında Ankara Adliyesi’nde üniversitelileri yargılayamadı. Hopa davasında üzerine AKP gömleği geçiren hakim değil “Ülkeyi, Üniversiteyi, Sokağı Özgür Bırak” diyerek Kolektif olanlar kazandı. Üniversitelilerin eğitim hakkıyla derdi olanlar da boş durmuyor. “Eğitim paralı olmalıdır” diyerek göreve başlayan eski YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan 4 yıl boyunca iki kere harç paralarına yüklü zam hazırlığına girişse de karşısında Kolektif olan üniversitelileri buldu. İki zam girişiminde başarısız olan Özcan’dan koltuğu devralan Gökhan Çetinsaya’nın da görevi eğitimi daha piyasacı ve gerici kılabilecek yeni YÖK’ü reforme edebilmek ve eğitimi paralılaştırmak. Patronlar da boş durmuyor, TÜSİAD reform raporunu koltu-
ğunun altına alarak YÖK’ün yollarını arşınlamaya başladı. Eğitimi paralılaştırmaya çalışanlar üniversitelilere karşı güçlerini birleştiriyor, şimdi sıra eğitimi paralı yapmaya çalışanlara karşı Kolektif olmak için üniversitelilerde. Birlik oldukça güçlüyüz Üniversitelerdeki ve ülkedeki sorunlara sessiz kalmayıp Kolektif olanlar, 6 yıllık Öğrenci Kolektifleri mücadelesinde gasp edilen haklarını geri almayı, kendi sözlerini söylemeyi başardılar. Üniversitenin kolektif aklının, yaratıcılığının ve ısrarının kaybetmeyeceğinin farkında olan Öğrenci Kolektifleri AKP faşizminin arttığı bu dönemde üniversitelileri “Kolektif olmaya” çağırıyor. 2 gün boyunca İstanbul’da yapılacak tartışmalarda Kolektifler en geniş katılımla oluşturacağı karar mekanizmaları ile geçmiş dönemi değerlendirip, yeni dönemin yol haritasını çıkaracak. Üniversitelilerin yaşamını, geleceğini ellerinden alanlar örgütlüyse, üniversitelilerin de onlar karşısında Kolektif olma zamanıdır.
‘ Öğrenci Kolektifleri 1. Genel Kurulu 16 Nisan 2011’de Ankara Üniversitesi’nde yüzlerce öğrenci katılımıyla gerçekleşti.
Tüm Türkiye’den üniversitelilerin katılımı ile gerçekleşecek 2. Kolektif Genel Kurul programı bu sene de yoğun geçecek. 25 Şubat Cumartesi günü saat 09.00’da başlayacak programda ilk olarak Türkiye Üniversiteli Kadın Kolektifi toplantısı yapılacak. 13.00’da ise İstanbul Kolektif korosu ile divan seçimi ve divan başkanının konuşması yer alacak. Özgürlük, demokrasi ve hak mücadelesinde Kolektif ile yürüyenler de o gün orada olacak.
ANGA'dan gazeteciler, HES karşıtı mücadele verenler, Ankara Dikmen’de barınma hakkı için direnenler, ilerici kurum ve partilerin temsilcileri de gelecekler arasında. Ayrıca Kıbrıs, Almanya, Yunanistan ve daha bir çok ülkeden katılım sağlayacak gençlik örgütleri temsilcileri de Türkiye’ye selam getirecekler. Kolektif’in “Okumuş İnsan Halkın Yanındadır” diyerek yalnız bırakmadığı Van depremzedesi çocuklar, Hakkari’de beraber
“Barışa Köprü Ol” diyenler de üniversitelileri yalnız bırakmayacaklar. Özgür Mumcu, Rutkay Aziz, Cengiz Bozkurt, Barış Atay, Emre Canpolat ve daha birçok isim de salonu selamlayacaklar. Programın devamında ise Kolektif Yürütme Kurulu seçimi yapılacak. İkinci gün ise geçmiş dönem kolektif değerlendirilmesi, siyasal gündem tartışması ve gelecek dönem tartışmasıyla 2. Kolektif Genel Kurulu sona erecek.
ÜNİVERSİTELİ KADINLARIN SÖZÜ VAR 25 Şubat'ta Üniversiteli Kadın Kolektifi Türkiye Meclisi, Türkiye'de ve üniversitelerde kadın mücadelesinin gelecek dönem programını tartışmak için toplanıyor. Geçtiğimiz yılı, kız değil kadın yurtları, üniversitelerde kadın merkezleri ve burslarda pozitif ayrımcılık talepleriyle "Bize Acil Eşitlik Gerek" diyerek geride bırakan Üniversiteli Kadın Kolektifi tüm Türkiye’den üniversiteli kadınları İstanbul'a çağırıyor. AKP'nin 8 yıllık iktidarı boyunca uyguladığı kadın düşmanı politikalar, kadın cinayetlerinin yüzde 1400 artması, her gün 5 kadının erkekler
tarafından öldürülmesi ve erkek egemen yargı sistemi kadınların mücadele alanlarını oluşturuyor. Bu saldırılar üniversiteli kadınlara 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'ne daha örgütlü, daha güçlü ve mücadelenin en dinamik öznesi olma sorumluluğunu yüklüyor. Tüm Türkiye'den gelecek üniversiteli kadınlarla geçen dönemi değerlendirmek, gelecek dönem üniversitelerde mücadele programını belirlemek ve 8 Mart'ta kadınların sesine üniversiteden ses katmak için 25 Şubat'ta Üniversiteli Kadın Kolektifi Türkiye Kadın Meclisi'nde buluşacak.