Alt Üst

Page 1

ALT

U P S I D E

O

W

N

ÃœST

2 7 .1 0 .17-09.12. 17 AH MET SA RI

D



Hamit Hamutcu hamit.hamutcu@mixerarts.com KURUCU I FOUNDER

Bengü Gün bengu.gun@mixerarts.com DİREKTÖR I DIRECTOR

Eda Oslu eda.oslu@mixerarts.com SANAT DANIŞMANI | ART CONSULTANT

Fulya Baran fulya.baran@mixerarts.com İLETİŞİM VE PROJE YÖNETİCİSİ COMMUNICATIONS AND PROJECT MANAGER

Emrah Çoban emrah@mixerarts.com GALERİ ASİSTANI | GALLERY ASSISTANT

Özhan Kakış ozhan.kakis@mixerarts.com GALERİ ASİSTANI | GALLERY ASSISTANT

Ege Subaşı STAJYERLER | INTERNS

Mert Gümren GRAFİK TASARIM | GRAPHIC DESIGN

Basım Yeri

Seçil Ofset 100. Yıl Mahallesi, 100. Yıl Mahallesi Massit Matbaacılar No:77, Site Sk., 34218 Bağcılar/İstanbul Birinci Basım: Ekim 2017, 1000 adet KAPAK | COVER:

nesneler duvarı I the objects wall I (2017) tuval üzerine mürekkep ink on canvas 200 x 160 cm

kemankeş mahallesi mumhane caddesi no: 48-50, kat I floor 0 & -1 karaköy, istanbul

A H ME T S A RI 27. 10. 17 - 09. 12. 2017


4

TO P RA ĞI N A LT I , K Ü LT Ü RÜ N Ü S T Ü

Yılanın ağzında can çekişen bir kuş gördüğünüzde kanat çırparak havalansın, kurtulsun istersiniz. Çünkü insanlar mazlumların kazandıkları hikayeleri, zorlu mücadelelerin ardından kazanılan zaferleri dinlemek isterler.

güç, içselleştirilmiş, sorgulamadan kabul edilen bir etki alanı yarattı. En önemlisi, bunu yaparken sırtını bilgiye dayadı. “Bilgi, güçtür”2 diskurunu benimseyen Batı, yepyeni bir Doğu yarattı: Kendi özünden uzak, Batı’nın tanımladığı haliyle bir Doğu.

Oysa gerçek hayatta böyle olmaz çünkü “tarihte adalet yoktur.”1

‘Batı olmayan’ şeklinde dışlayıcı, ayrık bir kimlikle tek potada eritilen, koca bir coğrafya... Edward Said’in literatüre “Oryantalizm” olarak kattığı bu sistematik bilginin kökleri yüzyıllar önceye gidiyor ve Oryantalizm günümüzde Doğu coğrafyasının içinden geçtiği çalkantılı dönemleri anlamlandırmada hâlâ bir araç olarak kullanılıyor. Said’in “bilhassa brüt politik iktidarla ilişkili gibi görünmeyen bir hitap şekli, fakat çeşitli iktidarların kuvvet farklarından doğan ve varlığını öylece sürdüren dengesiz bir alışveriş düzeni”3 diyerek öngörülemeyen, zapt edilemeyen doğasını vurguladığı bu mevhum, Doğulu buluntu nesnelerin günümüzde neden bağlamlarından koparılıp ‘değerlileştirilerek’ müzelerde, korunaklı alanlarda sergilendiğini (“muhafaza edildiğini”) açıklıyor.

Güçlünün güçsüzü önce tanıması, sonra tanımlaması üzerinden hayat bulan sömürü, tarih boyunca kendini tekrar eder durur. Kültürler imparatorluklara, azınlıklar ulus-devletlere, kuş yılana böyle yem olur; dünyanın bir yarısı öbür yarısının üzerinde tahakkümünü böyle kurar. Uygarlıklar yıkıldığında hiçliğe dönüşmüyorlar elbette. Her yıkım, ardında bir miras bırakıyor. Bu mirasın neye dönüşeceği, kendi sesine sahip olup olmayacağı, varlığını nerede devam ettireceği, nerede korunacağı, korunup korunmayacağı; güçlü olanın gücünü ifşa ediş biçimine göre belli oluyor. Güç ifşası kimi zaman yenilene dair her şeyi yok ederek “zorla”, kimi zaman ise her şeyi muhafaza ederek “güzellikle” oluyor. İnsanlık tarihi insanlar değil, Batılılar tarafından yazıldı. Bugün beslenmeye, biriktirmeye devam ettiğimiz kültürel mirasın büyük bölümü, fethedilmiş topluluk ve toprakların; adı Batı veya başka bir şey olsun, egemen olan tarafa dahil edilmesi sayesinde ortaya çıktı. Her şeyi o kadar çok, o kadar büyük, o kadar geniş çapta yaptı ki Batı, Doğu’nun üzerinde sorgulanması 1

Yuval Noah Harari, “Emperyal Vizyonlar”, Sapiens, Ocak 2015, sf. 193.

Ahmet Sarı’nın, 2014 yılından beri üretiminin merkezindeki siyasi hicvi görünür kıldığı “Altüst” adlı yeni kişisel sergisi, Batı ile Doğu arasındaki sömürü ilişkisini tersten ele alıyor. Önceki sergilerinde fabllardan esinlenerek yarattığı konuşan, kimlik sahibi hayvanlar üzerinden bu hicvi görünür kılan 2

Francis Bacon’a ait olduğu düşünülen bu cümle, Foucault’nun güç ve otoriteye dair araştırmalarda kaçınılmaz olarak karşımıza çıkan “power-knowledge discourse” teorisine dönüştü.

3

Edward Said, “Giriş”, Sömürgeciliğin Keşif Yolu: Oryantalizm (Doğubilim), Mart 1998, sf. 26.

Sarı, yeni sergisinde buluntu nesnelere yöneliyor; steril ve korunaklı alanlarda sergilenen bu nesnelerin resmini çiziyor. Doğu’ya ait nesnelerin Batı’daki sunum standartlarına göre türevini alıyor ve sonra bu türev imgeleri, Batı’nın sömürgeciliğini eleştirmek için “görece” Batı’daki bir sanat galerisinde sergiliyor. Eşyanın gündelik hallerini böylece “sanatsallaştırarak”, sömürgeci düzenin düşünce evrenini kendi silahıyla kalbinden vuruyor. Sergide yer alan nesneler eski bir uygarlığa ait, canlı olmayan kalıntılar gibi gözükseler de aslında beşeri hallerin tezahürü gibiler. Birbirleriyle konuşarak, birbirlerinden güç alarak kendilerini gerçekleştirmeye çalışan bu nesneler, bir nevi hakikat arayışı içindeler. Bu buluntu nesneler; yan yana gelerek birbirleriyle müşterek bağlar, diyaloglar oluşturuyorlar. Sonra tuval üzerinde giderek kalabalıklaşıyorlar. Ve tuval, izleyen için lezzetli bir oyuna dönüşüyor. Uzaktaki bir şey yakındakine, yakındaki de bugüne ışık tutuyor. Sarı, bu sergisinde daha temiz ve daha sakin bir malzemeyi, mürekkebi tercih ediyor. Nesnelerini bembeyaz, kusursuz, neredeyse dokusuz bir boşlukta sallandırarak onları serginin özneleri haline getiriyor. Ruhundan koparılmış nesneler; sergide böylece yeniden ruhlarına kavuşuyorlar. Tıpkı yakın dönem antropolojisinin önemli isimlerinden Alfred Gell’in Art and Agency (1998) kitabında bahsettiği gibi, sosyal ilişkilerden bağımsız düşünemeyeceğimiz bu eserler (“nesneler”) canlıymışlarcasına, hatta “biri”ymişlercesine, ona bakanla etkileşime, yoğun bir duygulanım düzlemine giriyorlar. Eserin kişilik kazanmasına cevaben izleyende oluşan “varoluşu fark etme tepkisi” (living presence response) ile beraber biri eser biri izleyen olan iki kişi arasındaki diyalog tamamlanıyor ve iletişim kuruluyor. Gell’in sanat eserlerini ve nesneleri formlarına ya da estetik değerlerine göre değil de içinde bulundukları, içinden geldikleri kültür özelinde değerlendirmek gerektiği yönündeki tezi, Ahmet Sarı’nın “Altüst” sergisindeki işlerinde geçerlilik kazanıyor. Sanatçı, bu buluntu nesneleri işaretler, görsel anahtarlar ya da sembolik bir iletişimin araçları olarak değil, bir hareketler bütünü, performatif bir aksiyon

olarak değerlendiriyor. Böylece sanat eseri (“nesne”), sanatçının elinde bir araç olmaktan çıkıp, bizatihi varlığıyla dünya üzerinde etki bırakmayı amaçlayan “kişilere”, “sosyal eyleyenlere” (social agents) dönüşüyor. Sergide Ahmet Sarı, zor olanı başararak kağıt ve tuval gibi iki boyutlu zeminler üzerinde üç boyutlu heykeller yaratıyor. Nesnelerin doğasına sadık kalarak desenlerinde taş ya da kemik hissi uyandıracak şekilde yoğun olarak terakota renklerini kullanıyor. Özlerine zarar vermeyecek şekilde sanatsal tasarısının eklemelerini yapıyor nesnelere. Böylece belki de zedelenmiş, kırılmış, zaman aşımına uğramış kalıntılara yeni evrenler yaratıyor. Sergi aynı zamanda Ahmet Sarı’nın 2014 yılından beri üzerine düşündüğü ve yoğun bir literatür taramasından geçerek ortaya çıkardığı, serginin anahtarı olarak nitelendirdiğim defterlere ev sahipliği yapıyor. Bu defterler, sanatçının üç yıla yaydığı araştırmayı imgeler üzerinden görünür kılıyor. Sanatçının duyduklarıyla, gördükleriyle doldurduğu bu defterler, hata yapma hakkını saklı tuttuğu, hesap verme zorunluluğu olmadan ortaya koyduğu işler olduğundan sergide ayrı bir yere konumlanıyor. Ahmet Sarı bu sergide dünyayı yeniden keşfetmiyor, tarihi yeniden yazmıyor. Daha ziyade “tarihin çiğnenerek yok edilmiş değerlerine sıradanın üzerinde bir bağlılık”4 gösteriyor. Coğrafyaya, yani aslında önemli olana, büyük resme bakmayı, onu edilgenleştirmeden yapmayı başarıyor. Sonuç olarak Doğu coğrafyasının kaderinin ne olacağı, Oryantalizm’in modern sonrasının bile sonrasındaki dönemlerde kendine nasıl varoluş alanları yaratacağı belirsizliğini koruyor. Ahmet Sarı ise sergisinde aslında hepimizin aşina olduğu bir düşünceyi dile getiriyor: “Toplumlar ancak kendi bağlamlarında değerlendirilirlerse, durum ilginç bir hale gelebilir.”

Elvin Vural

4

Sökmen, M. G. (2003). “Düşmanlığın düşmanını yitirdik”. Radikal Kitap Eki. http://www.metiskitap. com/catalog/text/56570 (Erişim tarihi: 15 Ekim 2017).

5


6

BE LO W T HE E A RT H, A B O VE C U LT U RE

See a bird fighting for its life in the mouth of a serpent, you wish it flaps its wings and flies away. People want to hear about victories of the oppressed, victories earned through big challenges. However, in real life it never happens, because “there is no justice in history.”1 Exploitation aroused by first recognition, then portraiture of the powerless by the powerful, repeats itself through history. Empires devour cultures, as do nation states feed on minorities, like a snake to a bird; that is how half the world establishes its sovereignty over the other half. Nevertheless, civilizations do not perish when they collapse. Every destruction leaves a legacy behind. What this legacy will turn into, whether it will have its own voice, where it will survive, where it will be preserved, rather, whether it will be preserved or not, all depends on the how the mighty exposes his power. Power is sometimes enforced through “oppression,” such as the destruction of everything about the defeated, and sometimes “gently” by preserving everything. The history of humanity has not been written by humankind, but by Westerners. A substantial chunk of the cultural heritage we continue to nourish and accumulate today is that of conquered communities and lands; regardless of whether the “conquering” was done by the West or something else. The West has exerted its influence so 1

Harari, Y. N. (2014). Sapiens: a brief history of humankind. Toronto, Ontario: Signal. pp. 154.

deeply, efficiently, and repetitively, its domain of power over the East that has become unquestionable, an internalized, unquestioned domain. Most importantly, whatever the West has done, it has done so by leaning heavily upon knowledge. The West, embracing the discourse of “knowledge is power,”2 has created a brand-new East: an East that is devoid of its essence, defined by the values of the West. A vast geography that has been alienated through its “non-western” identity, dissolved in a single pot under a distinct eponym: The roots of this systemic knowledge, “Orientalism,” coined by Edward Said, dates back hundreds of years and is still conducive for understanding the turbulent times ‘the East’ is going through. Said also defines this unpredictable and indisputable nature of this issue as “a discourse that is by no means in direct, corresponding relationship with political power in the raw, but rather is produced and exists in an uneven exchange with various kinds of power.”3 This explains why the found objects from the East are ‘overvalued’ and presented out of their context in museums or so-called protected spaces. Ahmet Sarı’s new series Upside Down approaches the exploitative relationship between the West and the East with an 2

This sentence that has been credited to Francis Bacon inevitably turns into the “power-knowledge discourse” of Foucault as a result of his research on power and authority.

3

Said, E. W. (1979). Orientalism. New York: Random House. pp. 12.

inverse perspective, using his political satire, which has been in the center of his production process since 2014. In his previous works he preferred to convey this satirical language through speaking and identity-bearing animals inspired by fables; his new series uses found and sterilized objects exhibited in protected places. Objects that once belonged to the East are exhibited with the presentation standards of the West, and these images are “exhibited” in a relatively Western art gallery to criticize Western colonialism. By presenting objects like an artwork other than their daily usage, he figuratively shoots the colonialism mindset with its own weapon. Even though the objects in the exhibition seem archaic and lifeless, even arcane, in reality, they are reflections of their human states. These objects in a way represent a pursuit of the truth through ceaseless communication and support. They create a dialog and unearth common links by being together. They accumulate on a canvas that transforms into a tasteful game for the audience. Something far away sheds a light on something nearby, which, in turn, sheds a light on today. Sarı chooses a cleaner, calmer material; ink, in this exhibition. He dangles objects in a whiter, flawless, almost tangible space, making them the subjects of the exhibition. In this sense, objects far removed from their soul get reunited with their souls again. Just as Alfred Gell, an influential figure in contemporary anthropology describes in his 1998 book Art and Agency, these works (“objects”), which cannot be observed out of their context of their social relations turn into animated, even “sentient” beings that interact with the audience by appealing to their emotions. The “living presence response,” which occurs in response to the object’s identity formation, drives the dialog between the object and the audience. Gell’s thesis that artworks and objects should be evaluated within the context of their origins specific for the culture, not according to their aesthetic values, takes a new meaning for Ahmet Sarı’s series Upside Down. The artist considers these objects not as signs, visual keys, or tools of symbolic communication, but as a class of

performative actions. As such, the work of art (the “object”) transforms into “beings” and “social agents”, which aim to influence the world through their existence. In the exhibition, Ahmet Sarı overcomes a daunting task and creates three-dimensional sculptures on two-dimensional grounds such as paper and canvas. He uses terracotta colors intensively to convey the sensation of stone or bone in his works by staying in line with the nature of objects. Sarı interferes by adding his touch to the objects without changing their essence. Thus, the damaged, broken, time-barred remains create new universes. The exhibition also hosts a series of sketchbooks, which are key to the exhibition, that present Ahmet Sarı’s thought and production process since 2014. The sketchbooks act as a window to observe the artist’s intensive literature review and opinions and the images contained within shed a light on the three-year research. These sketchbooks are placed separately in the exhibition because they represent works that have been produced with the right to make mistakes and without any obligation to account for. Ahmet Sarı does not rediscover the world or rewrite history with this exhibition. Rather, he shows an overzealous devotion to historic values that have been destroyed. 4 He manages to observe the larger picture by prioritizing the geography without turning it into a commodity. The destiny of the East is yet to be described by the West; the uncertainties of post-modern interpretations of Orientalism leave something that’s left unanswered. Ahmet Sarı presents a resolution by stating a common belief: “The circumstances are noteworthy if and only if communities are truly represented and within context.”

Elvin Vural

4

Sökmen, M. G. (2003). “Düşmanlığın düşmanını yitirdik”. Radikal Kitap Eki. http://www.metiskitap.com/ catalog/text/56570 (Retrieved on: 15 October 2017).

7


8

ALTÜST

altüst upside down (2017) tuval üzerine mürekkep ink on canvas 110 x 90 cm

UPSIDE DOWN

9


10

ALTÜST

isimsiz untitled (2017) tuval üzerine mürekkep ink on canvas 160 x 200 cm

UPSIDE DOWN

11

isimsiz untitled (2017) tuval üzerine mürekkep ink on canvas 200 x 160 cm


12

ALTÜST

Türkiye Turkey (2017) tuval üzerine mürekkep ink on canvas 160 x 200 cm

UPSIDE DOWN

13


14

ALTÜST

isimsiz untitled (2017) tuval üzerine mürekkep ink on canvas 160 x 200 cm

UPSIDE DOWN

15

taş-aklı stone minded (2017) tuval üzerine karışık teknik mixed media on canvas 30 x 35 cm


16

ALTÜST

doğu-batı east-west (2017) tuval üzerine mürekkep ink on canvas 200 x 160 cm

UPSIDE DOWN

17


18

ALTÜST

kötü gen II bad gene II (2017) tuval üzerine mürekkep ink on canvas 200 x 160 cm

UPSIDE DOWN

19

isimsiz untitled (2017) tuval üzerine mürekkep ink on canvas 130 x 150 cm


isimsiz untitled (2017) detay detail tuval Ăźzerine mĂźrekkep ink on canvas 160 x 200 cm


22

ALTÜST

kötü gen I bad gen I (2017) tuval üzerine mürekkep ink on canvas 160 x 200 cm

UPSIDE DOWN

23


24

ALTÜST

beşeri haller serisi human states series (2017) tuval üzerine mürekkep ink on canvas değişken boyutlar variable dimensions

UPSIDE DOWN

25


26

ALTÜST

kötü anılar bad memories (2017) tuval üzerine mürekkep ink on canvas 160 x 200 cm

UPSIDE DOWN

27


28

ALTÜST

nesneler duvarı I the objects wall I (2017) tuval üzerine mürekkep ink on canvas 200 x 160 cma

UPSIDE DOWN

29

nesneler duvarı II the objects wall II (2017) tuval üzerine mürekkep ink on canvas 200 x 160 cm


tanrı parçacığı the higgs bosson (2017) tuval üzerine mürekkep ink on canvas 200 x 160 cm


32

ALTÜST

nesneler duvarı III the objects wall III (2017) tuval üzerine mürekkep ink on canvas 200 x 160 cm

UPSIDE DOWN

33

nesneler duvarı VI the objects wall VI (2017) tuval üzerine mürekkep ink on canvas 200 x 160 cm


34

ALTÜST

şark ile şarktaki her şey the orient and everything in the orient (2017) tuval üzerine marufle edilmiş kâğıt üzerine mürekkep ink on paper mounted on canvas 200 x 160 cm

UPSIDE DOWN

35


36

ALTÜST

isimsiz untitled (2017) tuval üzerine mürekkep ink on canvas 45 x 35 cm

UPSIDE DOWN

37

gönül taşı heart stone (2017) tuval üzerine mürekkep ink on canvas 45 x 35 cm


38

ALTÜST

tanrı parçacığı the higgs bosson (2017) tuval üzerine mürekkep ink on canvas 200 x 160 cm

UPSIDE DOWN

39



+90 212 243 54 43

| www.mixerarts.com | info@mixerarts.com


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.