Doğu Özgün
GECE PROVASI NIGHT REHEARSAL
Uçanlar Eda İnsanın, bu dünyanın tam olarak ötesindeki yüksek çemberlere, uzanmaya hararetle istenen ve ulaşılamaz olan bir gökyüzüne güçlükle çalışması... Yabancılaştık, bu doğru; ama sadece toplumumuz yüzünden değil. Yabancılaşmış doğduk.
Öztürk
(Tom Bishop ve Raymond Federman’ın sunuş yazısından, Samuel Beckett, Eşlik-Le Dépeupler) Doğu Özgün’ün ‘’Gece Provası’’; mikro ve makro iktidar merkezleri tarafından ırk, cinsiyet, tür ve sınıf temelli kategoriler etrafında dayatılan inşa edilmiş kimlikleri reddediş ve kaçma stratejilerine odaklanıyor. Bu iktidar merkezlerinin göndermede bulunduğu ‘’evlerden’’ kaçma mücadelesi, insan merkezcil dünya karşısında hayvansal güdüler geliştirerek tetikte olma hali şeklinde ifade edilebilir. Bu stratejiler, Özgün’ün resimlerinde, hayvanların ‘’doğasına’’ özgü edimler olarak görülen ilerleyiş biçimleri üzerinden yeniden kurgulanıyor. ‘’Uçanlar’’ serisi; bağımlı ilişkiler üzerine kurulu, uçmayı arzulama hali üzerinden yükseliyor. Uçabileceğini sanan insanın, henüz uçma deneyimi edinmemiş insanın, uçamamasının bedelinin bağımlılıkları olduğunu sanmasından kaynaklanıyor. İnsan öznenin, bu mikro ve makro iktidar merkezlerinden kaçış hali Lacancı psikanaliz bağlamında, parçalanmış öznenin sembolik sisteme girmeye direnmesi üzerinden ele alınabilir. Çünkü özne simgesel sisteme geçişle yani dilin düzenine girmekle kültürel sistemi ve dili içselleştirmiş olur, ve böylece toplumsal özne olarak kuruluşu başlar.1 Bu bağlamda, öznenin dilsel ve kültürel sisteme ve yasaya girmeye direnme çabası, kendisine imgesel ve simgesel düzen arasında araf ve ‘’tanımsız’’ bir alan açıp açamayacağı sorusunu akla getiriyor. Bu durum en temelde, parçalanmış/eksik öznenin, anne karnında sonsuz bir huzur ve sükûnetin olduğu ve bir bütün olduğunu varsaydığı, ‘’ayrışmamış birlik’’ olarak da adlandırılan konumuna geri dönmeye duyulan isteği aktarıyor. Öznenin, bu bütünlükten kopmadan önceki haline geri dönüşü, insan ve hayvan kategorileri arasında muğlak, sınırları belirsiz ve gösterenlerin askıda olduğu bir oluşu tasvir eden imgelerle gözümüzün önünde canlandırılıyor. Sanatçının işlerinde genel olarak ön plana çıkan ırk, cinsiyet, sınıf ve tür ekseninde yükselen hiyerarşileri ‘’yıkma’’ isteği, Batı sanat tarihinin üzerinde yükseldiği zeminlerden biri olan ‘’duyular hiyerarşisini’’ altüst etme girişimi olarak görülebilecek bir pratikle birleşiyor. Batı sanat tarihinde, sanat eserlerinin duyumsanması ve algılanmasında ‘’görme’’ duyusuna dış dünyanın ve onun sanat düzlemindeki temsiline ilişkin rasyonel bir bilgi kaynağı olarak yaklaşıldığından ayrıcalıklı bir konum atfedildiği ileri sürülebilir. Koku duyusunun ise genellikle, bu inşa edilmiş duyular hiyerarşisinin en alt basamağında konumlandırıldığı söylenebilir. Bu durumun en temel gerekçeleri olarak; koku duyusunun hafızayı ve duyguları tetikleme potansiyeli ve bilinçdışına gön1
Bruce FINK (2016), Lacancı Psikanalize Bir Giriş, çev: Özgür Öğütcen, İstanbul: Encore.
derme yapabilme kapasitesinden dolayı okülersentrik (göz-merkezci) söylem ve pratikleri için bir tehdit olarak görülmesi gösterilebilir. Özgün'ün, hem serginin kurgusunda ''koku'' duyusunu ön plana çıkarması, hem de ''koku''nun kendisini bir medyum olarak konumlandırması ile bu duyular hiyerarşisini yıkma girişimine tanık oluyoruz. Sergileme mekânının tamamına difüze edilerek, dolaşıma sokulan ''beyaz sabun'' kokusu; insan ve hayvan bedenleri, ilkel/ehlileştirilmemiş olanlarla medeni olanların arasındaki sınırların yeniden çizilmesini sağlayan kokunun toplumsal düzlemdeki ayrıştırma ve marjinalize etme süreçlerine göndermede bulunuyor.
***
The Flying Ones Eda Öztürk
“Man’s difficulty with a high sky beyond this world, a sky that is highly desired and impossible to access...We are alienated, this is true, but not only because of our society. We were born alienated.” (From the presentation of Tom Bishop and Raymond Federman, Samuel Beckett, Accompaniment-Le Dépeupler)
Doğu Özgün’s “Night Rehearsal” series focuses on strategies to reject and escape the identities constructed by micro and macro structures around race, gender, species and class-based categories. The struggle to escape from the “houses” referred by these power centers can be expressed as a state of alertness by developing animal instincts against the human centric world. These strategies are reconstructed in Özgün’s paintings based on the way they are seen as acts specific to the “nature” of animals. “The Flying Ones” series is based on dependent relationships and the desire to fly. It comes from the idea of the person -who believes he could fly but has not yet experienced it- assumes that it will cost him his dependencies. From the perspective of Lacanian psychoanalysis approach, the subject’s escape from these micro and macro power structures can be perceived as the resistance of the fragmented subject to enter into the symbolic order as the subject internalizes the cultural system and language through the transition to the symbolic order and thus its construction as a social subject begins. In this context, the struggle of the subject to resist the ‘Law of the Father ’ and to enter into the linguistic and cultural system raises the question of whether one can open an “undefined”, ‘’limbo’’ space between the imaginary and symbolic order. 1 This situation basically conveys the desire to return to the so-called ‘undifferentiated union’, where the fragmented/missing subject assumes endless peace and tranquility in the womb and assumes that it is a whole. The Bruce Fink (2016), A Clinical Introduction to Lacanian Psychoanalysis: Theory and Technique, trans: Özgür Öğütcen, İstanbul, Encore 1
G.P. 04
U ça n l a r
The Flying Ones 2018
Tuval üzerine yağlı boya
Oil on canvas 80 x 60 cm
return of the subject to the state before they are detached from this integrity is portrayed in front of our eyes with images depicting a vague, ambiguous borders between the categories of human and animals. The artist’s desire to ‘break down’ the hierarchies, which are generally highlighted in the work of the race, gender, class and genre, is combined with a practice that can be seen as an attempt to upset the “hierarchy of the senses”, which is one of the grounds on which Western art history rises. It can be argued that in the history of Western art, a sense of ‘seeing’ is attributed to a privileged position as it is approached as a rational source of information about the representation of the outside world and its reflections on the sensation and perception of works of art. It can be said that the sense of smell is usually located at the bottom of this hierarchy of constructed senses. This is because the sense of smell can be seen as a threat to ocularcentric (eye-centric) discourse and practices due to its potential to trigger memory and emotions and its ability to refer to the unconscious. We witness an attempt to demolish the hierarchy of these senses, both by emphasizing the sense of “fragrance” in the fiction of the exhibition, and by positioning the “fragrance” as a medium. The scent of “white soap” diffused into the entire exhibition area and introduced into the circulation; the body of human and animal refers to the processes of decomposition and marginalization of the fragrance in the social system, which allows redrawing the boundaries between the primitive, untamed and the civilized.
G.P. 06
U ça n l a r
The Flying Ones 2019
Tuval üzerine yağlıboya
Oil on canvas 80 x 60 cm
G.P. 05
Uçanlar
The Fly ing On e s 2018
Tuval üzerine yağlı boya Oil on canvas 80 x 60 cm
Steril Ev
S t e ri l e H o u se 2018
Tuval üzerine yağlı boya
Oil on canvas 60 x 60 cm
Yü z e n l er Mine Kaplangı
Abis - Yaşamın tümünü içine çağıran muhteşem delik “Düşünme eleştirel olabilir; eleştirel derken, yeni düşünce imgelerinin aktif ve olumlayıcı keşfi demek istiyorsak. Düşünme mümkün olan en fazla güç ile yaşanmış hayattır; yaratıcı, eleştirel, beden bulmuş, erotik ve zevk odaklı. Özünde değişim ve dönüşümler hakkında ve bir çeşit sapkınlıktır, programlanmamış bir mutasyon gibi.” Braidotti, Rosi 1
Suyun sesi büktüğü söylenir. Bir zevk çığlığının, inlemenin, kahkahanın suyun içinde kime ya da neye ait olduğunu anlamak ustalık ister. Usta bir kulak değil sadece; zamanı da bükebilen, akışkan, eline bulaşanı anlamak için onu korkmadan yalayabilen ve tadını okyanusun tuzundan ayırt edilebilecek bir ustalık. Sudaki ve yüzenlerdeki her bir detay başka bir birleşimin, yaklaşmanın çağrısını taşır. Ve heyecandan kıvrımlarını durduramayan uzuvların nefesin gerekmediği yerde yanı başındakini nasıl nefessiz bırakacağı düşündüğü andır bu heyecanı tetikleyen. Dünyanın en eski günlerine şahit olmuş kafadan bacaklılar, taşıdıkları tüm bilgiyi bazen sadece (suya) dokunarak aktarabilirler. Uzuvlarına bacak katarak ve iletkenlerini paylaşıma açarak. Karanlık sular kimilerine cehennemi hatırlatırken, onların hakimiyeti altındaki bu derin delik aslında sadece farklı, başka bir dünyanın algı kapısıdır. Tam da bu nedenle bilinmeyeni, bilinmeyenin içinde akıp gidene danışmalı. Rita’nın 2 post-apokaliptik dünyasının renk paletlerini ve estetiğini taşırlar neredeyse, yok olmakta olanının paniğini değil arada cam fanusun suya yansıyan renklerini çekici bulurlar. Şekil, renk ve seslerini değiştirebilirler. Başka yakınlıklar için derinlere inerken suyun rengini maviden laciverte, lacivertten kırmızıya dönüştürürler. Tüm bu detaylar bize bir rüyadan, bir anımsamadan ya da bir fanteziden koparılmış izlenimi verir. Zaman mevhumu ortadan kalkmıştır, suyun kontrolsüzlüğü, durdurulamazlığı içinde dolananlara sıradan bir güven verir. Bu yüzden okunur su belki de. Hafızaya farklı hükmedenler tarafından, ya da büyülenir tüm okyanuslar farklı yakınlıklara yer verebilsin diye. Belki de kaynatılmış sular içinde özgürce kıvrılmakta, yeniden bir araya gelmektedir bu insan sonrası yeni canlılar.
Abis in çocukları gök yarılırken dipte sevişebilenlerdir özetle. Yüzenler Gece Provası adlı bu hikayede Uçan, Yürüyen ve Sürünenlerin seslerini duyup Abisin daha da derinliklerine inenlerdir. Zifiri karanlık bulunmalarını 1 2
Braidotti, Rosi. “Animals, Anomalies, and Inorganic Others.” PMLA 124, no. 2 (2009): 526-32 Tentacle, Rita Indiana (Yazar), Achy Obejas (Çevirmen) Yayınlayan: And Other Stories (7 Kasım 2018)
zorlaştırır, böylece başlarına buyruk yaşarlar. Belki de aynı dünyada yaşadıklarını bile söylemek ikna edici olmayabilir, aynı dünya birbirinden farklı binlerce dünyayı barındırabilmektedir görülür ki. Onlarınki de kırmızıya çalan siyahın verdiği doyumsuzluk ile hep daha da derinlere inme ve bu sonsuzluk ile yetinebilme arzusudur. Suyun dibi gökyüzünün bittiği nokta kadar derinleşebilir, orada yaşayanların, yaşananların basitçe kavranabileceğini, katmansız olduklarını düşünen her zamanki gibi evini özleyen küstah bir satranç ustasıdır sadece. Mekansal bir deneyimdir suda yaşamak, insanın tapınmasının en büyük nedeni uçamazken bile yüzebilmesidir. Tanıdık gelir insana suyun içinde akabilmek. Hayran kalınır böylece derin su canlılarına, böylelikle de korkunulsun istenir. Gemileri yutan dev uzuvlardan kork ey…! Yüzenlerde bu nedenle evlerini terk edenlere yeni bir yer vadetmez; tam tersine onları derine çağıran, bir dönüşüme, bir aradalığa izin veren, bu yeni diyaloğa tevazu gösteren canlılardır. İnsan sonrası bir birleşimin ve birlikteliğin eşsiz örneği gibidirler. Üremeye değil, başka yakınlıklara odaklanmışlardır. Farklı bir iletişimin gereksinimini hatırlatırlar. Sürekli dönüşümde ve akışta oldukları için, kaygan, ıslak, kolay yakalanamayan bir yakınsaklık gösterirler. Tarihler boyunca kültürler tarafından yapılmış olan insan-hayvan ayrımımının köküne yolculuk eder, zevkle dolanır ve ayrım(lar)ı bir bütünlüğe dönüştürürler. Nereden geldikleri, nereye gidecekleri meçhuldur. Yalnız ve kayıtsız olarak suda yaşayabilirler. Bu da onları derin dünyanın tek temsilcileri yapar; yüzeye çıkıp nefes alarak rahatlamalarına gerek yoktur. Dibe dalarken, derine inerken ancak rahat nefes alabilirler. Bütün hayatı içine çekebilecek bir Abise sonsuz bir açıklık ile kıvrılırlar. Sadece yüzmez, aynı zamanda dolanır, yapışır, -ek- uzuvlarını keyifle, çekinmeden kullanırlar. Unutulmuş olan yerli bilgilerin ve öğretilerin yeniden yoğrulabilmeleri için çaba harcarlar, yüzeye değil derine iterler tüm unutulanları. Kendilerine ve onlarla birlikte olmaya cesaret edenlere tekrar hatırlatırlar bu malumatları. Yeniden hayal edilmesini isterler tüm birlikteliklerin ve yan yanalıkların. Sadece suya fısıldarlar. Suyu da suyun içindeki hayvanlar ve canlılar okuyabilir nihayet. Circe 3 okyanusun sonundan tekrar çıkıp geldiğinde düşmanlarını tam da bu nedenle hayvanlara dönüştürerek lanetler; onları cezalandırmak için değil, sadece anlamalarını sağlamak için.
Circe Yunanca: Kírkē telaffuz edilir. Yunan mitolojisinde sihir tanrıçası veya bazen bir nimf ya da büyücüdür. Tanrı Helios’un ve Oceanid perisi Perse’nin ya da tanrıça Hekate’nin kızıdır. Circe, iksir ve şifalı bitkiler hakkındaki engin bilgisi ile tanınıyordu. 3
T h e S wimmin g On es Mine
The Abyss - the great hole that sucks in all of life
Kaplangı
“Thinking can be critical if by critical we mean the active, affirmative invention of new images of thought. Thinking is life lived at the highest possible power, both creative and critical, enfleshed, erotic, and pleasure-driven. It is essentially about change and transformations and is a perversion of sorts, like an unprogrammed mutation.” Braidotti, Rosi1
Some say water bends sound. Within water, a certain mastery is required in order to understand who or what that scream of pleasure, moaning or laughter belongs to. Not just a master ear; an artfulness that can twist time, that is fluid, that fearlessly licks what is spread to understand its nature then distinguish its taste from the ocean salt. Each detail of water and the Swimming Ones carries a beckoning for an- other unification and convergence. And it is that moment which triggers the excitement of the limbs that cannot stop their bends dreaming of leaving the other breathless, where breathing is not even necessarily needed. Cephalopods, who have witnessed the ancient days of the world, can sometimes convey all the information they carry by just touching it (water): by adding legs to their tentacles and opening their transistors to share. Dark waters might be a reminder of hell to some, yet this deep hole under their rule, in fact, is just the door of perception of another, peculiar world. For this very reason, one must consult the unknown only to the ones who flows through the unknown. They almost carry the colour palettes and aesthetics of the post-apocalyptic world of Rita 2 . Still they only fancy the colours of the glass lantern reflected onto the water, not the panic of extinction. They can easily change their shape, colour and sound. As they go deeper for further intimacies, they also change the color of the water from blue to navy, from navy to red. All these details give us the impression of a dream, a reminiscence or a fantasy. The illusion of time has disappeared, giving usual reassurance to those wandering in the open, unstoppable water. Maybe, from/for this reason, water can be readable. By rulers of memory, or so all the oceans can be enchanted for the desire of different intimacies. Perhaps it is them, those posthuman creatures who are freely curled and reunited in boiling waters. In summary, Abyss’ children are those who make love at the bottom while the sky is cracking. 1 2
Braidotti, Rosi. ‘Animals, Anomalies and Inorganic Others’, PMLA 124, No:2 (2009): 526-32 Tentacle by Rita Indiana (Author), Achy Obejas (Translator), Publisher: And Other Stories (7 Nov. 2018)
In Night Rehearsal, the Swimming Ones are the ones who hear the sounds of the Flying, Walking and Crawling Ones, and yet go deeper into the Abyss. Pitchdark makes it challenging to find them, so they live unamenable. Perhaps it may not even be convincing to say that they live in the same world, as it seems that the same world can accommodate thousands of others. That desire they hold on to go deeper with the insatiability of reddish-black and be satisfied with this eternity. The bottom of the water can be deeper than the point where the sky ends; it is only another arrogant chess master who misses his home, as usual, thinks that the people living, and the things happening down there are not layered and could easily be grasped. Living in water is a spatial experience; the main reason why humans worship is due to the fact that, even though one cannot fly, one can still swim. It is a familiar matter, to be able to float in water. Therefore, deep-water creatures are admired, and thus they are feared. Fear the giant limbs that swallow ships o‌! The Swimming Ones do not promise a new place to those who leave their homes behind; on the contrary, they are the living creatures that call the rest into the deep, allowing a transformation, a coexistence, and behaving modestly in relation to this new dialogue. They are almost like a unique example of the posthuman synthesis and togetherness. They are focused on other intimacies, not reproduction. They recall the need for another type of communication. Since they are in a continuous mutation and flow, they show a slippery, wet, elusive convergence. They travel to the root of the human-animal distinction created by cultures throughout history, entangled with pleasure, and turn those distinctions into a unity. It remains unknown where they came from or where they will travel to next - just living in the water, fecklessly and alone. This makes them the only rulers of the deep world; they do not need to go to the surface and breath. They can only breathe effortlessly while diving into the deep. With an endless openness, they curl up into the Abyss that can suck in all of life. They do not only swim, but they also twine, stick and enjoy using their new limbs. They endeavour to remould the forgotten fundamental knowledge and teachings, pushing all those disappearing into the depths, against the surface. By keeping that information as a reminder to all those who dare to flow with them, they simply demand all intimacies, togetherness and unities be remained - again and again by just whispering to the water. And the water can be read only by the animals and living creatures that are inside of and part of the water. When Circe 3 emerges from the end of the ocean again, she curses her enemies by turning them into animals; not to punish them, but to make them understand.
Circe, (KĂrkÄ“ pronounced) is a goddess of magic or sometimes a nymph, enchantress or sorceress in Greek mythology. She is a daughter of the god Helios and either the Oceanid nymph Perse or the goddess Hecate. Circe was renowned for her vast knowledge of potions and herbs. 3
G.P. 11
Yüzenler
T h e S w i mmi n g O n e s 2019
Tuval üzerine yağlı boya
Oil on canvas 28 x 35 cm
G.P. 12
Y ü zenler
T h e Swim m ing One s 2019
Tuval üzerine yağlı boya Oil on canvas Ø 40 cm
G.P. 10
Yüzenler
T h e S w i mmi n g O n e s 2019
Tuval üzerine yağlı boya
Oil on canvas 35 x 35 cm
Dale Cooper
2019
Tuval üzerine yağlı boya
Oil on canvas 50 x 50 cm
S ü r ü nenl er Selçuk Bedük G.P. 08 Eşler birbirlerine ikinci kuzenleri kadar gendeştir. Arkadaşlar birbirlerine dördüncü kuzenleri kadar gendeştir. Zengin zengini, eğitimli eğitimliyi seçmeye meyillidir. Üstler üstte, altlar altta kalır. Avantajlar ve dezavantajlar kuşaklar arası aktarılır. Kısacası, iktidar bir günde, bir kişiyle kurulmaz. İnsanlar benzerlerini seçerler. Toplum tabakalaşır ve ast-üst ilişkileri ile bağlanır. Hiyerarşi üstten alta akar. Tüm bu seçiciliğe ve homofiliye rağmen, farklının orada bulunuşu olasılık bir gerçekliktir. Farklının kabul edilmediği, varlığının sayılmadığı katı toplumlarda değişik özellikler potansiyel olmak yerine eksiklik olarak görülür. Dolayısıyla, farklı olan bulunduğu tabakadan bağımsız olarak hep dışarıda kalır. Tabakaları korumak için, iktidar farklıyı yemek zorundadır. Doğu’nun anlatımından G.P. 08’ de, iktidar ebeveyn evidir. Çocuk iktidarın heybetini bütün vücuduyla, evin her köşesinde hisseder. Banyoda, kahvaltı masasında ya da perdenin arkasında. Annesinin burnu, babasının saçı ondadır; oyunun nasıl oynanacağını da büyükler defalarca öğretmiştir, ama o bir türlü beceremez. Farklı olan hep saklanmak ister. Hem genetik özelliğidir, hem de toplum ona bunu uygun görmüştür. Zenginliğin getirdiği tüm ayrıcalıklara rağmen farklı olmak fakiri de zengini de vurabilir. G.P. 09 9 Ağustos’ta, Londra yanıyor, zamanın başbakanı David Cameron “tamamıyla kabul edilemez, mide bulandırıcı” diye bağırıyorken, Darcus Howe BBC’ye verdiği canlı röportajda torununun nedensiz yere ve sayısız kere polis tarafından aranmasından ve global çapta insan kitlelerinin ayaklanmasından bahsediyordu. Bu sırada, dünyanın bir tarafında mallarının el konulmasına ve maruz kaldığı taciz ve aşağılamaya karşı kendini benzin dökerek yakan sokak satıcısı Mohammed Bouazizi’nin başlattığı Arap Baharı, diğer tarafında ise Wall Street borsasının etrafını saran kendini %99 olarak adlandıranların başlattığı işgal hareketi devam ediyordu. 2013’de Brezilya ve Türkiye, 2017’de Meksika, Venezuela ve İran, 2019’da Ekvador, Fransa, Kolombiya, Lübnan, Şili ve Hong Kong benzer protestolar yaşadı. Tüm bu olaylarda nedenler ve aktörler, tarihsel ve politik çerçeve belirli farklılıklar gösterdi.
Ama bir şey vardı ortak olan: Şaşkınlık. Protestocunun, polisin, bankacının, sunucunun, yöneticinin ve başbakanın şaşkınlığı. Bazıları için en beklenmedik sürpriz, diğerleri içinse nadir hissedilen bir dehşet duygusu. Arka planda akıp giden sıradan günlere karşı açılan pencerede ortaya çıkan kaosun şaşkınlığı. Birkaç günlüğüne de olsa yerin ayaklanmasının ve üstündekini yerle bir etmesinin şaşkınlığı. Protestocunun polisin gözüne dik dik bakabildiği; kronik olarak dışlanmanın ve bastırılmış utancın sistematik aklı yenebildiği; üstten bakılınca görünmeyen baskının, hiyerarşilerin açtığı yaraları patlattığı; görünmezin görünür olduğu, sürünenin dikleştiği; siyahın beyazla, yaşlının gençle, kelebeğin yılanla, kurbağanın fareyle sarılıp iktidarı yerle bir ettiği birkaç günün şaşkınlığı. Duygunun akılla haksız rekabetinde kazandığı o birkaç gün. G.P. 07 İnsan rasyoneldir. Aklını kullanarak kendine yarar sağlayan davranışlarda bulunur. Hayvan dürtüseldir. Aklı yoktur, dürtüleri ile hareket eder. İnsan hayvandan üstündür, çünkü akıl dürtülerden üstündür. Son 40 yılda psikoloji ve davranışsal iktisat alanında yapılan çalışmalar bu hiyerarşik mantığın çok da basit kanıtlanamayacağını gösterdiler. Bu çalışmalardan bazılarına göre insanlar kararlarını çoğunlukla hızlı düşünme yolu ile ve aklına ilk gelene göre alıyor. Aklına ilk gelen de genelde klişeler, güçlü anılar, yani dürtüleri tetikleyen uç olaylar olduğundan, insanlar sıklıkla dürtüsel davranıyor ve akıldan sapan sistematik hatalar yapıyorlar. Bu tip davranışlar belirli bir kavramsal çerçeve içerisinde hata ya da arıza olarak tanımlanabilir. Ama hangimiz böyle hatasız, tatsız, belirli ve monoton, yani rasyonel bir dış gerçeklikte yaşamayı ister ki? Sezgilerimizi takip etmek, zaman zaman yolu uzatsa da, bizi istediğimiz gerçekliğe götürmeye yetmez mi? Doğu, G.P. 07’de, rasyonele radikal muhalefet hallerini ve mekanlarını resmediyor. Dış gerçeklikten kopmanın paralel hayallerle mümkün olduğu yerleri; kollarını kaldırmadan dans eden, kıçını oynatmayan, ritimsiz sıra dışı adımlar atan, sarılan öpüşmeyen canlıları; ne ve neden olduğundan bağımsız, aklın almasının gerek olmadığı anları; kasların yerli yerine oturduğu, genelde duyguların ayaklanıp beslendiği ana aktör olunan sahneleri. Kimliksiz, bütünsüz, formsuz. Her canlının farklı ve denk hissettiği. Özgür ama ne tutarlı ne de gerçek.
G.P. 08
Sürünenler
The Crawling Ones 2019
Tuval üzerine yağlı boya
Oil on canvas
Ø 50 cm
G.P. 09
Sürünenler
The Crawling Ones 2019
Tuval üzerine yağlı boya Oil on canvas 70 x 70 cm
T h e Cro wlin g On es Selçuk G.P. 08
Bedük
Spouses are as genetically similar as their second cousins. Friends are as genetically similar as their fourth cousins. Rich tends to select rich, educated tends to select educated. Tops stay at the top, bottoms stay at the bottom. Advantages and disadvantages are inherited across generations. In short, authority is not established in one day with one individual. People select each other. Society stratifies and gets linked by superior-subordinate relationships. Hierarchy trickles down. Despite all this selection and homophily, the existence of the unlike is a probabilistic certainty. In societies where differences are not accepted or even dismissed, different skills are seen as deficiencies rather than potentials. So, regardless of its strata, the unalike one always stays secluded. To protect the strata, authority must eat the unlike. From Dogu’s exposition at G.P. 08, authority is the parental home. The child feels the ascendancy of authority with its whole body, in every corner of the house. In the bathroom, at the breakfast table or behind the curtain. She has mom’s nose, dad’s hair; elderly has also shown him how to play over and over again; but, she cannot ever do well. The unlike always wants to hide as it is both his genetic disposition and what society has chosen for him. Despite all the privileges of wealth, unlikeness can sock the poor and the rich. G.P. 09 On August 9, London was burning, the interim PM David Cameron was shouting “disgusting, utterly unacceptable”, while Darcus Howe in his live interview with the BBC was mentioning police’s unnecessary and copious checks on his grandson, and an insurrection of the masses of people. Meanwhile, in one part of the world, the Arab Spring stimulated by a street vendor Mohammed Bouazizi who set himself on fire in response to the confiscation of his wares and the harassment and humiliation inflicted on him, on the other part, a movement started by a group who called themselves the 99% and surrounded Wall Street stock exchange were taking place. In 2013, Brazil and Turkey; in 2017 Mexico, Venezuela and Iran; in 2019, Ecuador,France, Colombia, Lebanon, Chile and Hong Kong experienced similar protests. In all these events, the causes and actors, the historical and political context have shown some differences.
But one common thread ran through them: astonishment. The astonishment of the protestor, the police, the banker, the presenter, the principal and the PM. The most unexpected surprise for some, while a rare feeling of consternation for others. The astonishment of the chaos emerged in the window that opened against all the ordinary days flowing in the background. The astonishment of the upheaval of the ground, even for a few days, razing what’s above to the ground. The astonishment of the days when the protestor can look straight into the eyes of the policeman; chronic exclusion and suppressed shame can overcome the systematic mind; the pressure invisible from the top bursting open the wounds hierarchies inflict upon; when the invisible becomes visible, the crawling erects; black and white, old and young, butterfly and snake, frog and mouse intertwine and destroy the authority. Those few days that emotion won, in its unfair competition, against reason. G.P.07 Humans are rational. Using their mind, they behave in a way to benefit themselves. Animals are impulsive. They have no mind, act by their senses. Humans are superior to animals because mind is superior to instinct. Studies of the last 40 years in the field of psychology and behavioural economics have shown that such hierarchical logic cannot be readily evidenced. According to some of these studies, people make their decisions often using fast-thinking and according to their first thoughts. Because the first thing that comes to mind is often stereotypes, strong memories, or extreme events that trigger impulses, people often behave impulsively and make systematic biases that deviate from the mind. Such can be defined as bias or error within a certain conceptual framework, can be defined as bias or error. But who wants to live in such an unbiased, tasteless, certain and monotonous, hence rational exogenous reality? Does following our intuition, albeit lengthens the path, not bring us to the reality we want? At G.P. 07, DoÄ&#x;u depicts the radical opposition states and places. The places where detachment from exogenous reality is possible with parallel dreams; the creatures that dance without moving their arms, do not move their ass, take extraordinary steps without rhythm, hug but do not kiss; the moments independent of what and why that does not require acquisition; the scenes of main actors where the muscles sit in their place, and generally feelings are raised and nurtured. Unidentified, unholistic, formless. Where every creature feels different and equivalent. Free, but neither consistent nor real.
G.P. 07
Sürünenler
The Crawling Ones 2019
Tuval üzerine yağlı boya
Oil on canvas 60 x 80 cm
Korkak Ev
Frightened House 2019
Tuval üzerine yağlı boya Oil on canvas 70 x 70 cm
Yü rü y enl er Servet Turan
Gelecek yıl Kudüs’te “Bu evde, yabancı olmanın zor olduğunu öğreneceksiniz. Aynı zamanda yabancı olmaktan kurtulmanın kolay olmadığını da öğreneceksiniz. Kendi ülkenizi özlerseniz, burada her gün onu özlemek için daha çok neden bulacaksınız; ama onu unutmayı ve yerinizi sevmeyi başarırsanız, sizi kendi ülkenize göndereceğiz ve orada, bir kez daha yersiz yurtsuz olacağınızdan, yeni bir sürgüne başlayacaksınız.” (Maurice Blanchot, Sonradan Sonsuz Yineleme1)
Her gün bir yerlere gideriz. Bir adım öne atıp, bizleri götürecek itkiyi gerçekleştiririz. Sanırım gitmek eylemi her dilde aynı ifadeye karşılık gelir. Mesela her sabah işe gitmek veya okula gitmek için evden ayrılır, vakit gelince de tekrar evimize döneriz. Bu çoğunlukla kendi isteğimizle gerçekleşse de bazen zorunlu diyebileceğimiz nedenler de pekâlâ var olabilir. Bugün birer hayalet gibi aramızda dolaşan milyonlarca Suriyeli göçmenin vatanını terk etmek zorunda kalarak dünyanın dört bir yanına dağıldığına şahit oluyoruz. Neden ayrıldıklarını tam olarak bilmeden belki de gözü yaşlı bir şekilde, sadece yaşam alanı bulmak veya henüz gerçekliği idrak edemeyecek yaşta olan çocuklarına yeni bir barınak bulmak amacıyla oradan gitmişlerdir. Hatta gittikleri yerde kendilerini bir bitkiye benzeterek yeni vatanlarına kök saldıklarını düşünürler. Gitmek fiilini sadece konum değiştirme halleri için kullanmayız. “Çocukları bilirsiniz, hiçbir zaman ergen olunmaz ama çocukluk halini başka yere gitmek için, başka bir şey olmak için bırakmak istediğimiz an gelir.” 2 Jean-Luc Nancy’nin işaret ettiği gibi eğer bir yer kabul edersek, hepimiz çocukluktan ayrılıp ergen ve yetişkin olmaya doğru yola çıkarız. Peki ama gitmek her gün yaptığımız bir şeyken, henüz gitmediğimiz o tuhaf memleketten kaptığımız tedirginlik hastalığını neden arkamızda bırakamayız bir türlü? Bir adım öne atıp bir an olsun düşünürüz. “Yürüyenler”in hepsi bir adım öne atmaz mı? Sırtımızı ayrılacağımız yere verip gideriz. Yüzümüz hiçbir zaman ayrıldığımız tarafa doğru değildir. Bu garip ve anlaşılmaz his, bizleri ayrıldığımız yere sabitleyen tedirginlik neden oluşur? Çünkü gitmekle birlikte arkamızda bir parçamızı bırakırız. Bu ise beraberinde bölünmeyi de getirir. 3 Bir seyahate çıktığımızda arkamızda sevdiğimiz bir arkadaşımızı, sevgilimizi veya bize yoldaşlık yapan bir hayvanımızı bırakırız. Bu bölünme ayrıldığımız yer ile gittiğimiz yer arasında olsa da aslında kendimiz de bölünürüz. Geride kendimizden parçalar bırakmak zorunda kalır ama aynı zamanda bir parçamızı beraberinde gideceğimiz yere götürürüz. Götürmek zorundayız yoksa bu bir ayrılış olmayacaktır. Maurice Blanchot, Sonradan Sonsuz Yineleme, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 1999, s.37 Jean-Luc Nancy, Gitmek/Yola Çıkış, Monokl Yayınları, İstanbul, 2012, s.17 3 A.g.e. sf.18 1 2
Bu müphem tedirginlik sadece bölünmekten kaynaklanmıyor. Hep “bir yere” gideriz. O var olmayan ülke. Bu yere dair pek bir fikrimizin olmaması burada neyle karşılaşacağımıza dair bizi arafta bırakır. Adeta karanlık bir kuyuya düşmek gibi. Yürüyenler”in tedirginliği ise bir parçasının hep insan olmasından kaynaklıdır. Çünkü hayvanlar için tam anlamıyla gitmekten bahsedemeyiz. Gitmek için ayrılacağın bir yerin olması gerekir ama hayvanların öyle sabit bir konumu olduğunu söylemek pek mümkün değil. Yaşamlarını idame ettirdikleri bir yerden öte habitatları vardır. Hep bildikleri bir yere giderler.
‘‘ Gitmek daima aşina olanın [bir] parçasını; yabancı olan, aşina olmayan ve önceden kesinlikle bilmediğimiz bir parça için, bir yer için, yaşamın bir parçası için terk etmektir.” 4 Yabancı bir yere gitmek bizleri tedirgin etse de nihayetinde oraya varırız. Vardığımız an en ilkel dürtülerimizi harekete geçirip etrafı koklamaya başlarız ilkin; bu bir yeni evse eşyalara dokunmaya çalışırız ama yabancılık korkusu daha fazla ileri gitmemize izin vermez. Biraz zaman tanımak isteriz. Bir yere vardığımız doğrudur ama gerçekten “bir yere” varmak mümkün müdür? Artık bölünemeyecek veya değiştirilemeyecek bir hale gelmek; başka yere gitmeyen biri olmak mümkün müdür? Belki bu varışın ölüm olduğunu düşünebiliriz. Pek çok inanışta ölümün son yolculuk olarak tasvir edilmesiyle birlikte ölen kişi için dönüşü olmayan bir yere gittiğini söyleriz. Varılan yer ölüler diyarı da olsa arkasında kalanlar olarak sevdiklerimize hala seslenmeye devam ederiz. Ölen kişinin anıları hala bizimledir yani ayrıldığı yerde kalmıştır. Odysseus’un binbir badireler atlattığı ama sürekli ertelenen dönüşünün anlatıldığı Odysseia tam olarak bir varamamanın hikayesidir. Neredeyse on yıl süren Troya savaşının ardından silah arkadaşlarının pek çoğu evine dönebilmişken, Poseidon’u kızdıran kurnaz Odysseus’un, çok özlediği İthaka’ya dönmesi bir on yıl daha alacaktır. “Odysseus sonunda oradadır ama aslında hiç de orada değildir; her şey başka bir biçimde, başka bir idededir.” 5 Hem kendisi çok değişmiş, onu tanıyabilen sadece köpeği Argos olmuş, hem de vatanı onun için tanınmaz bir hale gelmiştir. Hatta İthaka’ya vardığının farkına bile varmaz. Ne karısı ne oğlu ne de babası onu tanıyabilmiştir. “Dönüşüme inanmıyorlar mı artık” 6 diyerek tanrılara yalvarır. Kurnaz Odysseus’un kim olduğu bir şekilde anlaşılır ama tekrar yola çıkmak zorunda kalacaktır. Onun, karısıyla vakit geçirebilmesi için tanrılar şafağı geciktirip geceyi uzatsalar da, nihayetinde vatanında sadece bir gece kalabilmiştir. Homeros’un yazmadığı ama bizim tahmin edebileceğimiz, tıpkı Maurice Blanchot’un bahsettiği gibi yeni bir sürgüne gidecektir. Benzer bir hikâyeye Vergilius’in Aeneas’ında da karşılaşırız. Troya yıkıldığı için Aeneas, sırtında vatanını taşıyarak tanrılar tarafından vadedilen topraklar olan İtalya’ya yolculuk eder. İtalya’ya varacaktır ama bunun bedeli kendi ana dilini terk edip Latinceye mahkûm olmaktır. “Kendi öldü, bırak ölsün adı da A.g.e. sf.22 Barbara Cassin, Nostalji, Kolektif Kitap, İstanbul, 2018, sf.31 6 A.g.e. sf.100 7 A.g.e. sf.61 4 5
Troya’nın.” 7 der dindar Aeneas’a kin tutmuş tanrıça Juno. Bu ne sadece Odysseus’un ne de Aeneas’ın kaderidir. Gitmek her halükârda vadedilen topraklara doğru yola çıkmaktır zaten. Ne olduğu ve neresi olduğu belirsiz yabancı bir yer. En önemlisi ise buraya varmanın imkansızlığıdır. Her Hamursuz Bayramı’nda Yahudilerin birbirlerine söz verdiği gibi:“Gelecek yıl Kudüs’te”.
***
Th e Wal ki ng Ones Servet Turan
Next Year in Jerusalem “In this house, you will learn that it is difficult to be a stranger. You will also learn that it is not easy to get rid of being a stranger. If you miss your own country, you will find more reasons to miss it here every day; but if you manage to forget it and love your place, we will send you to your home country and you will start a new exile, as you will once again be unwarranted. ” (Maurice Blanchot, Apres Coup1)
We go somewhere every day. We take a step forward and make the push to take us there. I think the action ‘‘to go’’ corresponds to the same expression in every language. For example, we leave home every morning to go to work or go to school, and when the time comes, we return to our home again. Although this is mostly done of our own volition, there may also be times that this is made necessary. Today, we are witnessing millions of Syrian migrants roaming around us like ghosts who were forced to leave their homeland behind and have scattered all over the world. Before they even know why they are leaving, they have already gone, perhaps tearfully, only to find a space to live. Children, who are still too young to realize the reality of the situation, have left to find new shelter. In fact, they may even liken themselves to a plant in the place they go as they take root in their new homeland. We do not use the verb “to go” only for changing positions. “You know, children never become adolescents, but the moment comes when we want to leave childhood to go elsewhere, to be something else.” 2 As Jean-Luc Nancy points out, if we accept a place, we all leave childhood and set out to become adolescents and adults. But why is it that while “going” is something we do every day, can we not leave behind the anxiety that we caught from that strange homeland? We take a step forward and think for a moment. Don’t all the “Walking Ones” 1 2
Maurice Blanchot, Sonradan Sonsuz Yineleme (Apres Coup), Kabalcı Publishing House, Istanbul, 1999, s.37 Jean-Luc Nancy, Gitmek/Yola Çıkış (Partir-Le Depart), Monokl Publishing House, Istanbul, 2012, s.17
G.P. 03
Yürüyenler
The Walking Ones 2018
Tuval üzerine yağlı boya Oil on canvas 75 x 51 cm
take a step forward? We give our backs to where we leave and we “go”. Our face is never turned back towards the side we leave. Why is it that this strange and incomprehensible feeling is what anchors us to the place we have left? As we go, we also leave a part of ourselves behind. This also brings a split. 3 When we go on a trip, we leave behind a friend, a lover, or an animal companion that we love. Although this split happens between the place we leave and the place we go, we are actually dividing ourselves. We have to leave parts of ourselves behind, but at the same time, we take a part of ourselves to the place we go. We have to take it or it will not be a departure. This ambiguous anxiety is not only due to splitting. We always “go to Neverland.” It is the country that does not exist. While we may not have much of a clue about this place, we are left in a limbo of what we may come across here. It is much like falling into a dark well. The uneasiness of the “Walking Ones” is, in part, due to always being human. When it comes to animals, we cannot speak of a departure for certain. In order for us to talk about “going” there always should be a place to leave, but it is not possible to say that animals have such a stable position. They have habitats rather than a place where they sustain their lives. They always go somewhere they know. “To Go means to leave [a] part of what is always familiar for a part, a place, a part of life that is unfamiliar, and which we have never known before.” 4 While going to a new place may make us nervous, in the end, we finally arrive there. As soon as we arrive, we activate our most primitive impulses and start sniffing around; if this is a new home, we try to touch things, but the fear of the unknown does not allow us to go any further. We like to give some time. It is true that we have arrived somewhere, but is it really possible to arrive “somewhere”? But to reach a state that no longer divides itself or changes itself; is it possible to be someone who doesn’t go anywhere else? Perhaps we may think that this is death. In many beliefs, we say that the depiction of death is as the last trip where one goes somewhere, they cannot return from. Although the destination reached is the land of the dead, we still continue to reach out to our loved ones. The memories of the deceased are still with us. That is, they have stayed where they left us. The Odyssey is the story of Odysseus, who survives a thousand obstacles but continuously delays his return. It is the story of not arriving. After the Trojan War, which took nearly a decade, many of his soldiers were able to return home. But it takes another ten years for the cunning Odysseus who angered Poseidon to return to his homeland of Ithaca he misses. “Odysseus is finally there, but actually not at all; everything is in another way, in another claim.” 5 He had changed so much that only his dog Argos recognizes him, but it is not only him that has changed. His homeland has become unrecognizable to him. He does not even realize that he has reached Ithaca. Neither his wife, nor his father reIbid p.18 Ibid p.22 5 Barbara Cassin, Nostalgia, Kolektif Kitap, Istanbul, 2018, sf.31 3 4
G.P. 02
Yürüyenler
The Walking Ones 2018
Tuval üzerine yağlıboya
Oil on canvas 60 x 43 cm
G.P. 01
Yürüyenler
The Walking Ones 2018
Tuval üzerine yağlı boya Oil on canvas 60 x 43 cm
cognize him. He begs the gods by saying, “Don’t they believe in transformation anymore?” 6 The cunning Odysseus is recognized at last, but he will have to set off again. Even though the gods delayed the dawn and extended the night so that he could spend time with his wife, he could only stay one night in his homeland. He goes into a new exile that Homer did not write, but we are able to guess, just as Maurice Blanchot mentioned. We encounter a similar story in Vergilius’ Aeneas. As Troy collapses, Aeneas travels to Italy, the land promised by the gods, carrying his homeland on his shoulders. He will arrive in Italy, but it costs him to abandon his native language and be sentenced to Latin. “Troy is dead, let its name die as well.” 7 says the Goddess Juno, who has a grudge against the devout Aeneas. This is neither the fate of Odysseus nor of Aeneas. Going means already heading to the ‘promised land’s anyway. The most important thing is the impossibility of arriving there. As Jews promised to each other on each Passover Feast, “Next year in Jerusalem”.
6 7
Ibid p.100 Ibid p.61
Tik Tok
Ticktack 2020
Tuval üzerine yağlı boya Oil on canvas Ø 40 cm
Hamit Hamutcu hamit.hamutcu@mixerarts.com KURUCU I FOUNDER Bengü Gün bengu.gun@mixerarts.com DİREKTÖR I DIRECTOR Özhan Kakış ozhan.kakis@mixerarts.com SANATÇI İLİŞKİLERİ | ARTIST LIAISON Emrah Çoban, Zeynep Bolat emrah.coban@mixerarts.com zeynep.bolat@mixerarts.com PROJE KOORDİNATÖRÜ | PROJECT COORDINATOR Ilgın Özkazanç, Melis Kökenek, Ekin Çifter, Berfin Halisdemir STAJYERLER | INTERNS Lal Şekerci, Michelle Joubert ÇEVİRİ VE REDAKSİYON I TRANSLATION & REDACTION Kayhan Kaygusuz FOTOĞRAFLAR I PHOTOGRAPHY Froma KOKU YERLEŞTİRMESİ Basım Yeri Seçil Ofset 100. Yıl Mahallesi, 100. Yıl Mahallesi Massit Matbaacılar No:77, Site Sk., 34218 Bağcılar/İstanbul Mumhane Sokak Street No:46-50 Kat Floor: -1 Karaköy, Beyoğlu, İstanbul
Birinci Basım: Şubat 2020, 750 adet
www.mixerarts.com +90 212 243 54 43 info@mixerarts.com
katkılarıyla
Teşekkürler Eda Öztürk, Mine Kaplangı, Selçuk Bedük, Servet Turan, Mehmet Çelik, Kayhan Kaygusuz, Savaş Özdemir, Oğuz Güdek, Kemal, Nergis, Batu, Simge, Alin Özgün, matbaada, malzemelerimin üretildiği fabrikalarda ve sergi kurulumunda emeği geçen tüm işçilere. Pablo ve Erinç Seymen’e... Special Thanks to Eda Öztürk, Mine Kaplangı, Selçuk Bedük, Servet Turan, Mehmet Çelik, Kayhan Kaygusuz, Savaş Özdemir, Oğuz Güdek, Kemal, Nergis, Batu, Simge, Alin Özgün, and to all those who worked at press, at the production factory of the materials and those who worked at the exhibition setup. To Pablo and Erinç Seymen...