3 minute read
Nusret Özcan Ayvaz Dede Şenlikleri’ndeydi
Fatma K. BARBAROSOĞLU
Nusret Özcan’ın ölüm haberini Yeşilköy Havalimanı’nda Özlem Albayrak’tan alıyorum. Daha önce havaalanında ölüm haberi almışlığım yok. Tuhaf bir duygu. Sanki burada kalsanız bir şeyler yapabilecekmişsiniz de, gitmeyi tercih ederek bu yapılabileceklerden vazgeçiyormuşsunuz gibi bir suçluluk. Toprağına yabancı bir ot gibi kalakalıyorum. Hayat bir müddet duruyor. Bir müddet. Yani birkaç dakikalığına. Sonra bir dizi aksilik. (Bosna Büyükelçimiz Bülent Tulun Bey’e söz verdim yazmayacağıma dair.) Sekiz sütuna manşet bir kabul ile Bosna topraklarına ayak bastım diyeyim de, siz geri kalanını hayal hanenizde dokuyun.
Advertisement
Bütün bu aksilikler içinde Nusret Özcan’ın vefat etmiş olduğunu unutuyorum. Şaşırmayın. “Rahmetli”nin öldüğünü unutmam ilk değildir. En tuhafını büyükannemin cenazesinde yaşamıştım. Salâ verilmiş. Suyunu ille de ben dökeceğim diye ısrar edilmiş, yolcu nihayet yerine yerleştirilmiş iken… Akşam olup da tepsilerle yemek getiren komşular taziyeye gelince, sevdiği yemekleri bir tepsiye koyup büyükanneme götürmüşlüğüm vardır. Sonra nereye gitti diye aramışlığım. Akranı olan teyzelerin korkuyla yüzüme bakıp
“onu yerine yerleştirdik ya yavrum” deyişleri. Yeri? Gün boyu ölmüş olduğunu unutuşum… Sonra bütün o törenlerin arkasından ölümün uzak çehresinin içinde yitip gitme. Bu yitişe gözyaşları mihmandar mıdır? Usul usul ağlamak bunun için merhem midir? Her ölümde kendi ölümümüzün provası niyetine…
Nusret Özcan’ın öldüğünü de unutuyorum. Ta ki Ayvaz Dede Şenlikleri’ne kadar. Ayvaz Dede Şenlikleri’ni duymuş olmalısınız. Saru Saltuk ile birlikte Rumeli’yi irşada davet etmek için giden Horasan erenlerinden Ayvaz Dede. Suya geçit vermeyen bir kaya önünde kırk gün dua ediyor. Sonunda Allah Teala duaya icabet ediyor, kaya yarılıyor ve yöre halkı suya kavuşuyor. Bu olay onların sadece suya değil aynı zamanda İslam’a kavuşmalarının da başlangıcı oluyor. Boşnaklar her yıl haziran ayının son pazar günü, önce Ayvaz Dede Türbesi’nde dua edip sonra sekiz-dokuz kilometre orman içinden dik bir yokuşu beş saat yürüyorlar. Kayanın yarıldığı yere gelerek Müslüman olmalarının tarihini bir kez daha anıyorlar. Sabah namazından öğle namazına kadar ibadet ediyorlar. Adı şenlik, muhtevası ibadet olan bu törenler Boşnakları “biz” yapan maya. Onun için, komünist rejim dönemi hariç, 1463’ten bu yana Müslüman olmalarının tarihini kutluyor Boşnaklar.
Dünyanın dört bir tarafından gelen Boşnaklar ve Müslümanlar at üstünde zirveye çıkardıkları sancaklarını tören meydanına dikiyor. Her yıl en güzel sancak, en yaşlı sancaktar ve en genç sancaktar seçiliyor. İşte tam o anda en genç sancaktarı işaret ederken mihmandarımız Aliya Bey, Rumeli kimliği ile çıkıp geldi Nusret Özcan. Beyaz gömlek, siyah cepken ve siyah şalvar giymiş olan sekiz-dokuz yaşlarındaki en genç sancaktar; fesinin altından omuzlarına kadar dökülmüş olan sarı-beyaz saçlarıyla ne kadar çocuk Nusret Özcan’dı. Nusret Özcan’ın kendine ölümü, ölüme de kendini hatırlatmak isteyen süt kadar beyaz saçı ve sakalı. Daha yaşı kaçtı ki! O kadar Nusret Özcan geliyor ki! Meydanın seslerini toplayan bir kulak oluyor adeta. 86 yaşındaki en yaş-
lı ve fakat en dinç sancaktar “Fatih Sultan Mehmet Han’ın askeri” olarak olanca ihtişamıyla meydanı yarıp geçerken; onun arkasındaki palabıyıklı, kovboy şapkalı adama takılıyor gözüm. Atının arkasında “satılık” yazıyor. Nusret Özcan’ın sesi geliyor kulağıma. “Fatma Hanım” diyor, “biz Rumeli’de ne deriz böyle yapanlara biliyor musunuz?”
Ne dersiniz Nusret Bey? Bu soru cevapsız kalacak.
Biraz önce cemaate Reisü’l Ulema Mustafa Efendiya Çeriç öğle namazını kıldırmıştı. Meydan minyatür bir Arafat Vakfesi kimliğine bürünmüştü. Namaz kılmak ile seyretmek arasında bocalamıştık bir an. Sünnet için namaza durmuş kalabalığı seyretmek nanca feyizliydi!!!
Nusret Bey Bosna’ya gitmiş miydi? Bilmiyorum. Ama dönüş yolunda onu hep yanımda taşıyorum. Maya niyetine Nusret Özcan’ı bırakıyorum Bosna topraklarına. Tıpkı Bosnalı Vesna’nın hikâyesini Türkiye’ye maya niyetine getirdiğim gibi.
Size Bosna’nın kadınlarını anlatacağım. Özellikle de Sırp asıllı Vesna’nın hikâyesini. Ama biliyorum ki anlatamayacağım. Çünkü onu görmeliydiniz. Gözü gözünüze değmeli, iman ehli olmanın ne muazzam bir dil olduğunu tecrübe etmeliydiniz.
Ama ben yine de anlatmayı deneyeceğim Vesna’yı. Anlatamayacağımı bilmeme rağmen.
Salıya kadar bekleyin. Çünkü Vesna’nın hikâyesinde bütün bir insanlığa yetecek iyilik mayası var.
Yeni Şafak, 29.6.2007
Yusuf Ziya Başbay, Nusret Özcan, İLESAM, 1997