2 minute read
Yeni Şafak’ın “Ağ YüzüMurat ÇAPKIN
Yeni Şafak’ın “Ağ Yüzü”
Murat ÇAPKIN
Advertisement
Rahmetli Nusret Özcan’ı Yeni Şafak gazetesinde tanıdım. Ölümüne dek arkadaşlığımız devam etti. Birbirimiz için iyi birer dosttuk. Gazete dışında da sık sık görüşürdük. Adeta aynı ailenin fertleri gibiydik.
O, saçıyla, sakalıyla, yürüyüşüyle, konuşmasıyla farklı biriydi. Hemen ayrışır, fark edilirdi. Gazetenin kantininde çay sohbetleri sırasında herkes onun masası etrafında kümelenir, ânında sohbet ortamı oluşurdu. Gündemdeki konular konuşulur tartışılır, dinî konularda fetvalar ondan alınırdı.
Çok sıradışı bir yaşamı vardı. Maddeye kıymet vermezdi. İnsanî olmayan hiçbir değer onun ilgi alanında değildi. Teknolojik olgular insanî değerleri yok etmişti ona göre.
İyi bir müslüman, örnek bir aile reisi idi.
Sigara içmeyi çok severdi. Son zamanlarda ayak parmağında bir yarayla rahatsızlandı. Ayrıca kalp rahatsızlığı da vardı. Bir defasında kalp krizi geçirdi, anjiyo oldu. Bir damarının tıkalı olduğu anlaşılınca doktorlar ona by-pass olması gerektiğini söylediler. Rahmetli, ayağındaki rahatsızlıktan dolayı ameliyatı erteliyordu. Hastalığı onu dostlarından uzun zaman ayrı düşürdü. Ayağındaki yara iyileşmiyor, gittikçe büyüyordu. Doktorlar, “Yaranın kangren olma ihtimali var, ayağını kaybedebilirsin” diyorlardı. Zor bir hastalığı vardı. Çok mücadele etti, çok da sabretti.
Hastalığında daha çok yanında bulunmaya gayret ettim. İş çıkışı zaman zaman evine gider, hâlini hatırını sorar, bir ihtiyacı olup olmadığını öğrenmeye çalışırdım. Maddi imkanları kısıtlı idi. Tedavisi için para gerekiyor ama bu durumu da kimseye açmıyordu. Ben bunu hissediyor ve yardımcı olabilmek için elimden geleni yapıyordum. Bir defasında kollarını açarak bana sımsıkı sarıldı. Ağlayarak, “Yahu arkadaş” dedi, “Sen kimsin? Benim anam mısın, babam mısın? Niye benimle bu kadar ilgileniyorsun?” Ben de “Evet! Ben ne annen ne de babanım. Sadece bu günlerde yanında olmaya çalışan bir arkadaşın, bir kardeşinim. Allah bunu bana nasip etti” dedim.
Son görüşmemiz ve son konuşmamız gazetede oldu: Günlerden Perşembe, saat 4-5 suları. Her zaman yaptığı gibi o gün de odamın kapısına yaslandı, “Üstad biliyor musun” dedi, “Benim çok borcum var, nasıl ödeyeceğiz bunu?” “Yahu Hacım senin borcundan ne olur; sen esnaf değilsin, tüccar değilsin… Benim gibi günübirlik yaşayan birisin, bunları dert etme sen, öderiz” dedim. “Öderiz değil mi!” diye teyit etti. “Bak, pazar günü saat 3’te Eyüp’te randevum var, bir yere söz verme, birlikte gideceğiz” dedi. Maalesef biz onu cumartesi günü ebedî istirahatgâhı Eyüp Sultan’a gönderdik.
Vefatından sonra ilk zamanlar hemen her gece Hacımı rüyamda görürdüm. Konuşur, dertleşirdik günlük hayatta olduğu gibi. Yine rüyamda bir keresinde Eyüp Camii’nin avlusunda buluştuk: “Senden çok memnunum, her şeyi çok güzel yaptın, eksik bir şey yok ama bir ricam daha var: Benim yayınlanmak üzere olan bir kitabım var, onun telif hakkı duruyor. Yayıneviyle bir konuşup bunu da halletsen” dedi. Rüyamda “Kolay iş, hallederiz” dedim. O sabah saat 10 sularında işe geldiğimde dahilî telefonum çaldı. Karşımdaki ses beni soruyordu, “Buyurun benim” dedim. “Ben Abdullah Muradoğlu’nun yönlendirmesiyle sizi arıyorum. Rahmetli Nusret Bey’in kitabının telif hakkı duruyor. Bu durumu çocuklarıyla konuşsanız da birlikte halletsek” dedi. Hemen gerekli işlemleri hallettik. Bu olaya çok şaşırmıştım.
Allah mekânını cennet etsin.