2 minute read
Güzel Abim BenimAli ÇOLAK
Güzel Abim Benim!
Ali ÇOLAK
Advertisement
Dünyadan göçmüş bir dostun ardından yazmanın tek tesellisi, anılarda yeniden buluşabilme ihtimalidir. Geçmişten bölük pörçük görüntüler çıkarıp gelmek ve onlara tutunup ayrılık acısını hafifletmek... Şu anda benim yaptığım, işte bu.
Nusret Özcan’ı tanıdığım o ilk günü arıyorum hafızamın sayfaları arasında. 1989 sonbaharı... Çorlulu Ali Paşa Medresesi, diğer adıyla Erenler... Ne yazık ki bir karşılaşma ânı fotoğrafı canlanmıyor. Hatırladığım, oranın ezelden yerlisi, ev sahibi olduğu intibaını veren, otuz yaşlarında, incecik, cana yakın bir çelebi adam...
Yanılmıyorsam Musa Güner ve Mustafa Oğuz’la birlikteyiz. İzmir’de çıkardığımız Kırkikindi’yi görmüş, adımızı biliyor. Dostça karşılıyor bizi, yüreklendiriyor. Çaylar içiliyor. Edebiyattan, İstanbul’dan, İzmir’den konuşuluyor. Üzerimizde, İstanbul’a yeni gelmiş olmanın şaşkınlığı, ürkekliği var. Onun verdiği güvenle cesaret buluyoruz biraz, açılıyoruz. Daha ilk karşılaşmada dost olarak kalkıyoruz Erenler’den. Sonra ne zaman gittiysek hep orada buluyoruz onu. İyi çay içiyor, güzel sohbeti var. Hayatı sanat eserine dönüştürmeyi başarmış bir insan buluyorsunuz onunla konuşurken.
Sesinin rengi hâlâ kulaklarımda. O ince gülüşü, konuşurken durup gülümseyişi, çay bardağını elinde tutuşu, (o zamanlar sakalı yoktu) erken ağarmış incecik saçlarını eliyle düzeltişi. Ama ille de o ince gülüşüyle süslenmiş sohbeti. Edebiyatı hayatla onun kadar iç içe geçiren birine pek rastlamadım ben. Kimi zaman onu, o anlattığı kitaplardan çıkıp gelmiş bir roman kahramanına benzetirdim. Evet, Nusret Abi, en çok bir roman kahramanına benzerdi. Öyle zengin, öyle alımlı bir karakterdi. Onu tanıyıp sevmemek mümkün müydü? Sevdik, biz de çok sevdik. Hepimizin Nusret Abisi oldu. Beyazıt’ta, Cağaloğlu’nda ansızın, bir güzel tesadüf olarak çıktı yolumuza hep.
Nusret Özcan, hafızamdaki fotoğraflarda böyle yer alıyor. Ölüm haberini çok uzakta, Artvin’de alıyorum. Beklenmedik ölümlerin verdiği şaşkınlık... O pamuk sakalını görenler, onun altmışında yetmişinde bir güzel ihtiyar olduğunu sanırdı; ama Nusret Abi daha 49 yaşındaydı. Belki de “Ne mutlu o gençlere ki ihtiyarlara benzerler.” sözündeki müjdeye gönül vermişti. Yüzü yaşlı, içi, dünyası gepgenç bir adamdı. Ölüm haberini aldığım andan beri bir söz yerleşti dilime, gezdirip duruyorum: Her hayat yarım kalır... Hülyalar sonsuz. Ölüm, ansızın geliyor ve yarım kalıyor her şey. Dünya hayatı zaten böyle bir şey değil mi? Yarım, eksik, kusurlu... Tamamlanmak, bütünlenmek, kemale ermek için bu rüyadan uyanmak gerekiyor. Kesintisiz, ebedî yurda göçmek. Âmenna!.. Dünya hayatı bir rüya ve biz ölünce o rüyadan uyanıyoruz. Fakat bir uykudan uyanmanın sersemliği, yaşattığı boşluk hissi sarsıyor insanı. Her göç gibi, göçlerin en büyüğü ölüm de kapanmaz hüzünler açıyor.
Nusret Abi’nin geride bıraktığı fotoğrafa imrendim. Yeni Şafak’taki dostları, çalışma arkadaşları öyle güzel sözler söylemişler ki ardından, her faniye nasip olmaz. Bir gönül adamı olarak yaşamanın mükâfatı olmalı bu. Hırsları yoktu onun, edebiyatı, yazıyı değerinden fazla önemsemezdi. Hayatın edebiyattan önce geldiğini gösterirdi yaşantısıyla. Biz onun hep büyük bir eserin peşinde olduğunu, onu tamamlamak
için çalıştığını, bir gün bir büyük kitapla çıkıp geleceğini düşünürdük. Konuşurken, o mükemmeliyet düşüncesi, bizde böyle bir beklenti oluşturmuştu. Ama galiba aldanmışız, o büyük eser, hayattan başkası değilmiş. Hangi roman, öykü ya da başka bir eser, iyi yaşanmış, iyiliğine şehadet edilmiş bir hayatın yerini tutabilir ki. Onun en büyük eseri, şimdi hepimizi imrendiren hayatıydı. Yalın, sade, şeffaf, mütevazı, kanaatkâr, güzel bir hayat... Gönüller yapmakla geçmiş bir ömür.
Bir gün bir kitabı çıkıp geldi: Sokak Sesleri... O büyük eser değildi elbette bu; ama onun hayatı, hülyaları, hatıraları vardı içinde; İstanbul vardı. Keşke daha çok yazsaydı... Ama dedim ya, onun asıl eseri hayatıydı. Kendisini tanıyan herkesin, hepimizin şimdi okumaya durduğumuz o dupduru hayat... Onda okunacak ne çok şey var!
Nusret Abi, güzel Nusret Abim benim! Sen gittin, o ince gülümseyişin kaldı aramızda, o kırılgan sesin... Sana bütün dostların selamı var. Hüzün cemaatinin, Necip Fazıl tutkunlarının, İstanbul âşıklarının ve çay tiryakilerinin. Mekânın cennet olsun!
Zaman, 30 Haziran 2007