2 minute read
Ak Saçlı, Ak Sakallı Delikanlıİhsan DURDU
Ak Saçlı, Ak Sakallı Delikanlı
İhsan DURDU
Advertisement
Arkadaş topluluklarının üyeleri sanki aynı bedenin farklı uzuvları ya da büyük fotoğrafı oluşturan küçük fotoğraf kareleri gibi. Yeni bir arkadaşla fotoğraf bir bütün olarak yeniden şekilleniyor, arkadaş grubunun tüm bireyleri bu yeni unsurla birlikte yeni bir biçim alıyor ve insan, bu yeni üyenin mizacından kendi mizacına bir şeylerin katılışıyla yeni bir insan olup çıkıyor. Tanıştığınız her insan, isteseniz de istemeseniz de sizde değişikliğe yol açıyor. Sadece bir kez gördüğünüz, pasif algı alanınızda kaldığı için farkına bile varmadığınız her insandan bir etki devşiriyorsunuz. İçinde vakit geçirdiğiniz, önünden geçerken özellikle veya farkına varmadan temaşa ettiğiniz mekânlar, durduğunuz kırmızı ışıklar veya gerçekleştirdiğiniz trafik ihlalleri; hepsinin defterinizde bir yeri var.
Nusret ile ilgili olarak söyleyecek pek çok ama paylaşacak çok az şeyim var. Fakat bu daveti geri çevirmemin, bir şeyler yazmamamın da imkânı yok. Bu yüzden, bir şey söyleyemeyecek olmama karşın yazacağım.
Nusret deyince aklıma ilk olarak bir vakitler Erenler’de hemen hemen her gece gerçekleşen buluşmalar, uzun uzun konuşmalar, Nusret’in el hareketleri ve mimiklerin de eşliğiyle hararetle dile getirdiği görüşler, ortadan ayrılmış uzunca saçlarının ağzından dökülen kelimelerin volümüne göre
“ahenkle dans” edişi, konuşurken zaman zaman ileri uzattığı işaret parmağınının kalınlığı, gecenin bir vakti Erenler’den çıkıp yaya olarak Fatih yoluna koyuluşlarımız, zaman zaman beni Çarşamba’da bırakıp Draman’a bir başına gidişleri, zaman zaman konuşulan konunun ve Nusret’in hararetinin istimiyle Nusret’in evine birlikte varışlarımız ve zaman zaman da kapı önünde yarım saat veya kırkbeş dakika kadar bir ilave fasıl daha geçişimiz geliyor.
Yazımın başında arkadaş gruplarından söz ettim. Nusret ile ilgili bir eseri okumayı anlamlı bulacak kişilerin belki bir çoğu ile bir selamlaşmam bile olmamıştır. Ama bu tanışmadığım kişilerle bile bir anlamda bu yazı vasıtasıyla bir arkadaşlık bağı kurmuş oluyorum. Nusret ile ilgili olarak sadece iki şey söyleyebileceğimi görüyorum. Birincisi şu: bu kadar geniş bir arkadaş grubu içerisinde ister istemez insanlar arasında mesafe olur. Bazı kişiler seçici davranıp grup içerisinden bir kısmı ile sıkı dostluk tesis ederken, diğerleriyle arasına belli bir mesafe koyar. Bir kısmı ise herkese karşı aynı mesafeyi muhafazaya çalışır, herkese karşı aynı uzaklıkta durur. Ama bazı kişiler var ki, herkese aynı yakınlıktadır. Nusret, bu az sayıdaki insanlardan biriydi. Nusret hakkında bir eser ortaya çıkarılması fikrinin doğmasına yol açan temel etmenin de bu olduğunu düşünüyorum.
Bir de Nusret’in aklaşan saç ve sakalı ile ilgili bir görüş belirtebilirim. Nusret’in saç ve sakalındaki aklaşma, bir anlamda, son yıllarda yaşadığı ruhsal arınmanın, sonsuz tevekkül ve dervişlik yolunda aldığı mesafenin dışa vuran bir alametiydi. Nusret denince aklıma ikinci gelen şeyin Nusret’in ak saçı-sakalı olması bundandır. Ak saçın ve ak sakalın kendisine bu kadar yakıştığı ikinci bir adamı bulmak zordur.
Nusret’in erken (gibi görünen) ölümü, arınmasının erken bitişinden olsa gerek. Evlat acısı çekmiş biri olarak Şaban Abak bana hepimizden üstün bir yana sahip gibi göründü hep. Nusret de, sık hatırlanan, genç yaşta gerçekleşen ölümüyle bütün bu arkadaş grubuna tûl-I emelin beyhudeliğini
hatırlatan, arınışını bizzat müşahede ettiğim çağdaş bir derviş olarak gönlümde özel bir yer etti.
Bundan öte söyleyebileceklerimin hepsi boş. Zaman zaman, Nusret hâlâ yaşıyor ama karşılaşamıyoruz diye düşünüyorum. James Joyce’un okul arkadaşlarının alaylarına maruz kalmasına ve “Ölüler” başlıklı öyküyü yazmasına neden olan düşüncesinde ilk bakışta görünenden çok daha büyük bir anlam gizli diye düşünüyorum: “Ölüm, yaşamanın en mükemmel biçimidir.” Hayattayken Nusret’i aramanıza pek gerek kalmıyordu, hemen her zaman yakınlarda bir yerde oluyordu. Şimdi ise gözler onu her yerde arıyor.
Hakan Albayrak, Nusret Özcan, İLESAM, 1999 Fotoğraf: Laura Efe