2 minute read
Git biraz Üstad oku da polemik öğrenMehmet EFE
Mehmet EFE
Advertisement
Sevgili Ağabeyim Abdülkadir Kibar’ı kaybettiğimiz bu hafta, her ikimizin dostu ve kardeşi Nusret Özcan’ı yazmaya çalışmak kolay değil benim için. Dostlukların da kirlenen siyasetimizden payını aldığı ve sahici şeylerin hayatımızdan hızla azaldığı bir zamanda, Allah’ın katına alıp bizi öksüz bıraktığı sahih dostların ardından yazmak, mezarlarından çiçek çalmak gibi geliyor. Onların hatıralarını sır gibi saklamak istiyorum. Sayılı ve mübarek nimetler onlar. Koruma ve korunma içgüdüm, tanımakla hep bahtiyar hissettiğim Sevgili Dostum Nusret Özcan’a dair hiçbir şey paylaşmak istemiyorum. Paylaşırsam daha da azalacağımı sanıyorum. Yazarsam, aziz hatırasını vahşi ve kalpsiz dalgaların insafına terk etmiş olacağım gibi geliyor. Ama bu kitabı oluşturan gönüllü çabadaki sevgi ve ihtimamı da hürmetle kucaklamam gerekiyor.
Her ikisi de birbirlerini tanırlardı. Her ikisinin de bariz özellikleri samimi, sahici insanlar ve aynı derecede samimi Müslümanlar olmalarıydı. Ben Nusret’le 90’lı yılların başlarında bir ajansta tanışmıştım. Hemen kaynaşıvermiştik. Aynı gece evinde misafir oldum. Sabaha kadar Üstad Necip Fazıl konuştuk. Tavır dergisi okuduk. Salih Mirzabeyoğlu’nun
ona Kumandan diyen çatlaklardan kurtarılıp Türk şiirindeki hakiki yerini alması planları yaptık. Bir daha da ayrılmadık. Hep dost kaldık. Erenler’de, İLESAM’da buluşup çaylar ve sigaralar içtik. Hilmi Oflaz Ağabey’le ekmekler böldük. (Ne de yakışırdı o meret sigaraları içmek onlara!) Dergiler, gazeteler, yazılar konuştuk. O hep gülümsedi her cümlesinden sonra.
O gülümsedikçe ben ona yazı taslaklarımı göstermeye devam ettim. Sonra Yeni Şafak gazetesinde birlikte çalışmak nasib oldu. Yazılarımın yayınlandığı sayfanın şefi idi. Her yazım için tartışırdı benle. “Çok kısa olmuş.”, “Çok uzun olmuş.”, “Az demişsin.”, “Daha okkalı bir tokat atsaydın burda.”, “Bak bu iyi olmuş. Saati doğru göstermişsin.”, “Boşver, bunlar nursuz işler, hadi bir namaz kılalım.”, “Git biraz Üstad (Necip Fazıl) oku da polemik öğren!” gibi cümlelerle çıkışırdı bana. Aramızdaki muhabbeti kıskananlar “aha bu sefer girdiler birbirlerine” gibisinden şehvetle dalarlardı tartışmalarımıza ve biz anında birlik olup aramıza dalanlara, birimizin tarafını tutup ötekine laf atanlara bir güzel nanik yapardık. Bazen kasten sahte bir tartışmaya tutuşur, sonra taraf tutanlarla dalga geçerdik. “Yahu harbiden birbirimize girsek bunlar yine bizi makaraya sarıyorlar diye ayırmayacaklar bizi!” derdi Nusret. Hiç küsmedik. Maaşlarımız gecikince öfkelenirdim ben, “Sabret Memedim, bu işler zaten aşk işi, parası için olsaydı simit satsam daha iyiydi” der ve gülümserdi. Ben Amerika’ya gidinceye kadar ayrılmadık.
Hilmi Ağabeyi de, gönüldaşım Nusret’i de Hakk’ın rahmetine uğurlayanlar arasında olamamak gurbet hayatımın en zorlu günlerini yaşattı bana. Allah’ın rahmetiyle gülümsesinler, cennette bölelim ekmeklerimizi yine.
Helal olsun!