4 minute read

Nusret Özcan da Hakk’a YürümüşSadettin KAPLAN

Next Article
Gazel

Gazel

Nusret Özcan da Hakk’a Yürümüş

Sadettin KAPLAN

Advertisement

Son yıllarında bir seher aydınlığı gibi çehresinden çağlayan o ak sakalı yoktu Nusret Özcan’la ilk tanıştığımızda. Ama gülüşü de, dostluğu da, çehresi de tıpkı alnı gibi, o sonradan bırakacağı sakalı gibi apaktı…

“Sanat Âlemi”ne dilimiz döndüğünce karaladığımız yazılar dışında, arada bir göz atmıyor değiliz. Ama dürüst davranmak gerekirse öyle sık sık olmuyor bu “göz atma”lar…

Sevgili kardeşim Abdurrahman Şen; alfabetik sıra avantajıyla en tepede yer alıyor ya, (Gerçi o her zaman tepe ve zirvelere lâyık bir dost) işte o göz atmalarda genellikle onun yazısı ilk hedefimiz oluyor…

Bugün, yazımı yenileyeyim derken, “Sanat Âlemi”nin ana sayfasına şöyle bir baktım. Sevgili Mehmet Nuri’nin bizleri dünyadan haberdar ettiği o “akar yazı” diye tâbir edeceğim sol üst köşeden akan uyarılara bakarken,.. Aman Allah’ım!.. Bana iki asır gibi gelen o kısacık zaman dilimi içinde iki kez “… Nusret Özcan’ın…” Hakk’a yürüdüğünün ilânı beynime şimşek gibi çakıldı…

Dondum… Ter içinde buz kestim apansız…

Bir daha baktım. O yetmiyormuş gibi, Abdurrahman Şen’in yazısının başlığı bir alev gibi akıverdi yüreğime:

“Nusret Özcan’ı Kaybettik Dostlar…”

Sevgili Nusret’i, Abdurrahman gibi otuz yıl öncesinden değil, en fazla on beş yıl öncesinden beri tanırım. Çok fazla bir arada olmadık. Birlikte bir çalışmamız da olmadı. Ama inanın, onu ilk gördüğüm gün, gönlümün gergefine en dost nakış olarak işledim. O nakış asla solmadı, pörsüyüp örselenmedi…

Sanırım 1993 yılıydı. Bu tarih yanlış ve bu tahmin bir yanılış da olabilir. Her neyse…

Ben, Türkiye Çocuk Dergisi’ndeki yazarlık görevime ek olarak, TGRT’de senarist ve metin yazarı olarak da hizmet veriyordum. TGRT Televizyonundaki hemen her programa metin veriyor, bazı kısa filmlere senaryolar yazıyordum. Asıl ağırlık, yine Sanat Âlemi’nde değerli yazılarını okuduğunuz sevgili kardeşim Mustafa Nadir Önay’ın yönetmenliğini yaptığı ve sevgili Ulvi Alacakaptan’ın oynadığı Meddah hikâyelerinin yazımındaydı. Ayrıca, yine Önay’ın yönettiği, Alacakaptan’ın oynadığı “Heybe” adlı programı hatırlayanlar vardır... Nusret Özcan ise TGRT FM’de, Yeni Şafak’tan tanıdığınız Mehmet Şeker kardeşimizle birlikte program yapımcısıydılar…

Ve ben de, bunca işim azmış gibi, TGRT FM’de “Şiirin Kanadında” adlı bir program hazırlıyor, metinlerini yazıyor ve Oya Seymen ile birlikte sunuyordum. (Şiirin Kanadında programından titizlikle seçtiğim bir seçkiyi de, tıpkı Heybe gibi, sonradan kitaplarım arasına kattım. Ve Oya Seymen’den de nicedir haberim yok. İnşallah iyidir…)

Mehmet Şeker ile Nusret Özcan benimle ilgili bir program yapmayı düşünmüşler. Sevgili Mehmet Şeker sanki daha bir girgindi. “Dem Dem Demokrasi” adlı şiir kitabını imzalayarak bana verdi ve benimle bir program yapmak istediklerini söyledi. Sanırım yaptık ve çok güzel de oldu. İşte Nusret ile ilk tanışmamız bu vesile iledir…

O tarihten sonra sık sık bir araya geldik. Dertleştik. Paylaştık bilcümle düşüncelerimizi, düşlerimizi, işlerimizi…

Dünya işi bu… Bir süre sonra ayrıldı yollarımız, ellerimiz. Ama gönlümüz hiç ayrılmadı…

Birbirimizden bir hayli uzaktık fiziksel olarak. Oturduğumuz yerler arasında en azından yüz kilometreden fazla bir mesafe olduğunu tahmin ediyorum. Sanırım onun da arabası yoktu. Allah her ikimize de “Yürü ya kulum” demişti…

Çok sık değil, hatta bayağı uzun aralıklarla karşılaşıyorduk Cağaloğlu denen o yazanlarla yayınlayanların kavşak noktası olan yokuşun başında. (Gerçi son zamanlarda burası turizme kucak açan bir yer oldu ya…)

İkimiz de TGRT’den ayrılmış, başka başka işlere geçmiştik. Bir karşılaşmamızda, yanından geçerken bile tanıyamadım. Aradan o kadar zaman geçmiş miydi? Elimden tutup; “Üstâdım, canım ağabeyim, ezip geçme yanık bağrımızı…” diye şaka yollu serzenişte bulununca, ses ve göz değişmezliğinden ötürü tanıyabildim. Ak sakallı bir pîr-i fâni olmuştu bizim Nusret…

Hasretle kucaklaştık. O ak-pâk sakalından defalarca koklayarak öptüm. Sonra da “Ne bu hâl? Bu yaşımızla sana ihtirâm etmemiz için mi böyle sakal bıraktın?” diye şakayla payladım. Ama o, her zaman bir kadife kaftan gibi giyindiği tevazuuyla elime sarılıp öptü... Bu defa da ben onun elini öpmek istedim. Bir mücadele ki sormayın. Gelip geçenler, bu iki ak saçlı âdem acep neyi bölüşemezler diye hayretle bakar oldular. Allah’tan tanıyanlar çoğunlukta. Çabuk hemhâl olduyduk…

Bir gün de…

Ah!.. Evet, bir gün de ayağının birini sarılı olarak gördüm. Parmakları… Kısaca anlattı. Bir hoş oldum. Tevekkül ile karşılıyordu. Mütevekkil birini teselli etmek ne kadar zor ve anlamsızdır… Ehl-i dîl ve ârif olanlar bilirler… Her neyse…

Ve o tarihten sonra en fazla birkaç kez daha karşılaştık. Her defasında, her ikimiz de o dar zamanlarımızı sündürüp uzatmak veya söyleyeceklerimizi bu dar zamana sığdırabilmek için söz ile değil, göz ile konuşur olduk…

Son karşılaşmamız bayağı çok kısa bir zaman dilimi içine sığdı. Ama hoşbeşten sonra, göz ve gönül diliyle çok şeyler anlattı bana. Belli ki iyi değildi. Fakat kimseye kırgın ve dargın da değildi... Sadece burkuk ve kırıktı… Bakışı kırıktı, gönlü kırıktı Nusret kardeşimin. Sormadım sebebini. Sorsam da söylemezdi zaten…

Benden bir isteği olup olmadığını sordum. “Var ağabey” dedi gülerek. Sonra da ekledi: “Duâ et Allah rızâsı için. Ve hakkını helâl et…”

Kızdım, sakalını sertçe okşadım:

“Bende hipertansiyon olduğunu bilmiyor musun deli derviş?” dedim. “Biz zaten bütün Müslümanlara hakkımızı peşinen helâl etmiş değil miyiz?..”

İkimiz de sustuk. Gözlerimiz ıslak birer iplik gibi birbirine düğümlenirken, zoraki gülümsedik. Ve farkında olmadan, aynı anda aynı cümleyi mırıldandık:

“Helâl olsun, Allah’a emanet ol!..”

Ondan sonra da ayrılıp gittik işte… Dünya dediğiniz ne ki?..

Ve bir akşam… Sanat Alemi,.. Abdurrahman Şen’in yazısı… Güle güle Nusret Özcan…

“Tekrar mülâki oluruz bezm-i ezelde/ Evvel giden ahbâba selâm” ilet bizden. Nûr içinde yat sevgili kardeşim…

sanatalemi.net 24.06.2007

This article is from: