3 minute read
Nusret Abi’nin Aziz HatırasınaNihat NASIR
Nusret Abi’nin Aziz Hatırasına
Nihat NASIR
Advertisement
Bursa’ya yeni yerleşmişim. Henüz çok yabancıyım Bursa’ya…
Bir türlü kafamdaki çevreyi bulamıyor ve bu nedenle de her vesile ile soluğu İstanbul’da alıyorum. Öyle ki o birkaç senelik süreçte neredeyse İstanbul’da daha fazla bulunuyordum.
Ben İstanbul’a gurbet sancısını dindirmek için gidiyordum ama İstanbul’dakilerin işleri başlarından aşkın tabii olarak… Neyse ki akşama doğru, tanıdık hemen herkes, İlesam’ın lokal olarak kullandığı Beyazıt’taki “medreseye” gelirdi.
Burada tanıştığım insanların büyük bir çoğunluğu dostum oldu sonraki zamanlarda.
Allah rahmetine gark etsin, Hilmi (Oflaz) Abi’yi de burada tanımıştım söz gelimi.
İşte bu İlesam muhabbetlerinin devam ettiği bir günde sevgili Hakan (Albayrak)’la masamızda bembeyaz ve uzun sakallı bir muhterem de bulunuyordu.
Bizim oralarda alışık olduğum ve fakat İstanbul’da hiç rastlamadığım bir uzunluktaydı bu muhteremin sakalı ve sigara nedeniyle yer yer sararmıştı.
Hakan şipşak tanıştırdı bizi. Adı Nusret Özcan’dı. Nusret Abi yani…
Çabuk kaynaştık Nusret Abi’yle zira kafamız birbirine çok uyuyordu.
O da ben de, İslam medeniyeti olgusunu öne çıkarıyorduk konuşmalarımızda.
Klasik medrese ilimlerinin ehemmiyeti hususunda fikirlerimiz tam bir mutabakat arz ediyordu ve ikimiz de geleneğin büyük bir haksızlığa maruz bırakıldığı kanaatindeydik.
İlk kitabım olan Akılcı Yanılgı’yı bu süreçte yazmıştım. Yıl 1999’du…
Bursa’daki Uludağ Yayınları’ndan çıkmıştı kitap ama basım yeri İstanbul’du.
Basımın tamamlandığı haberini aldığımda yayınevinden önce ben varmıştım İstanbul’a…
Hemen birkaç nüsha alıp İlesam’a geldim.
Her zamanki gibi Hakan’la buluştuk ve diğer dostlarla sohbet ettik. Ayrılma vakti Hakan, “Abi kitaptan bir adet de Nusret Abi’ye götürsene” dedi… Ardından ekledi: “İstersen konuşayım kendisiyle, kitapla ilgili bir de yazı yazsın. Tam onun kafasına göre zaten.”
Doğrusu çok iyi bir teklifti bu. Benim gibi, “tanıtım” işini utangaçlık sayan birisi için bulunmaz bir nimetti desek yeridir.
Ertesi gün soluğu Yeni Şafak gazetesinde aldım.
Nusret Abi’nin bulunduğu servise gittim. Sarıldığımızda, yüzüme değen sakalının yumuşaklığının vesile olduğu his hâlâ o günkü gibi taze…
Oturduk, hoşbeşe başladık. Bu arada utana sıkıla kitabı uzattım.
“Hakan bahsetti” dedi hemen.
Aldı, bir göz attıktan sonra, “Hocam biraz anlat kitabı” dedi.
İslâm merkezli modernist tezlerin tutarsızlıklarına ve geleneğe yönelik saldırılara cevap mahiyetindeydi kitap.
Tamamen Kur’ânî delillerle modern tezlerin çürütüldüğü ve “akılcılığın gerçek bir yanılgı” olduğu tezinin işlendiği kitaba dair uzun bir sohbet yaptık.
Biz konuşurken, fotoğrafımı çekmesini istemişti oradaki muhabir arkadaşların birinden.
Öngördüğümden daha fazla sürmüştü sohbetimiz. O güne kadar çeşitli vesilelerle Nusret Abi’yle sohbetlerimiz olmuştu ama hiçbiri bu kadar verimli geçmemişti doğrusu.
Akşama doğru ben müsaade isteyip ayrılırken, açık söylemek gerekirse hayli memnundum.
Ertesi gün de Bursa’ya dönmüştüm…
Nusret Abi’yle yaptığımız görüşme sonrasındaki her günde, Yeni Şafak’ı alır almaz, ilk önce Kültür-Sanat sayfasına bakar olmuştum.
Ama nafile, kitapla ilgili herhangi bir yazı yoktu. Bir süre sonra da vazgeçtim bakmaktan zaten. Aradan ne kadar geçti hatırlamıyorum.
Bir gün, gazetede neredeyse yarım sayfalık bir tanıtım yazısı çıktı kitapla ilgili…
Benim de hatırı sayılı büyüklükte bir fotoğrafım vardı.
Ben, beklentimi aşan süre sonrasında o konuşmayı unutmuştum ama Nusret abi unutmamıştı besbelli.
Uzun bir yazıydı.
Kitabın tanıtımından çok, içeriğine değinen ve oradaki fikirlerin isabetliliğine atıfta bulunan bir yazı…
Yazının yayınlandığı günün birkaç gün sonrasıydı.
Akşam eve geldiğimde hanım, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden Vahit isminde bir araştırma görevlisinin
kitapla ilgili olarak aradığını söyledi. Kendisine akşamdan sonra evde olacağımı söylemiş.
Bir hayli meraklanmıştım. Ne olabilirdi ki? Yatsıdan sonra telefon çaldı. Açtım, hanımın bahsettiği zattı arayan.
Kendisinin İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Kürsüsü Başkanı Prof. Dr. Ethem Cebecioğlu’nun asistanı olduğunu, geçen gün hocasının Yeni Şafak gazetesinde kitapla ilgili Nusret Abi’nin yazısını okuduğunu ve bunun üzerine kitabı aldırıp incelediğini ve bunun akabinde Ethem Hoca’nın kitabı çok beğendiğini anlattı bir çırpıda.
Ben bu ifadelerden ötürü bir hayli mütehassis olduğumu ifade ederken telefonun diğer ucundaki zat, beni asıl heyecanlandıran sözü söyledi:
“Hocamız, bu kitaptan 600 adet almamızı ve tüm fakülteye dağıtmamızı söyledi. Ayrıca, sizden fakültemizde bir konferans vermenizi rica ediyor.”
Öylece kalakalmıştım telefonun başında.
Üzerimdeki bu hayret halini attıktan sonra kitabın nasıl temin edileceği hususunu ve (onlar konferans demişti ama ben sohbete ikna ettim) sohbet gününü tayin ettik.
Ankara’ya gittiğimde Hoca’nın asistanının evinde kalmıştım.
Gece, ertesi günkü sohbetin çerçevesi üzerine konuşurken kitabın fakültede yardımcı ders kitabı olarak okutulduğunu ve sınavda kitaptan soru çıktığını öğrendim.
Daha sonra kitabın ikinci baskısından da 400 adet satın almıştı muhterem Ethem Cebecioğlu Hoca…
Kuşkusuz ki (tevazu filan yapmıyorum) bu benim haddimi aşan bir şeydi.
Ben, olabildiğince halisane bir niyetle kaleme almıştım kitabı ve Nusret Abi de tüm ihlasıyla yazmıştı değerlendirmesini. Bunlar Ethem Hoca’nın hüsn-ü zannıyla birleşince
ortaya bu manzara çıkmıştı işte. Açıkçası bütün bu olup biten, bu ihlasın ve samimiyetin neticesiydi.
Kitap maksadına, beklediğimin onlarca kat fazlasıyla varmıştı bu gelişme ile ve bunun birinci vesilesi Nusret Abi’ydi…
Benim açımdan asla unutulmayacak bu çok değerli hatıranın kahramanı olan Nusret Ağabeyimi, rahmet ve şükranla anıyorum.
Allah rahmetine gark etsin, cennetiyle mükâfatlandırsın. Mekânın pür-nur olsun Nusret Abi…
Nusret Özcan’ın cenazesinde Eyüp Sultan Hazretlerinin türbesi önünde dua. Eyüp , 23 Haziran 2007