2 minute read

İki Yıldız KaydıMehmed Niyazi

Next Article
Gazel

Gazel

İki Yıldız Kaydı

Mehmed Niyazi

Advertisement

Civa gibi bir delikanlı olan Nusret Özcan, aynı zamanda saygılıydı. Rahmetli Necip Fazıl’ı üstad bilmesi, tefekkür ve sanatta ona çok şey kazandırmıştı. Yazdıklarını okuyan, fikrî derinliğine, estetik anlayışına şahit olurdu. Bir ay kadar önce gerçekleştirilen Hilmi Oflaz’ı anma sohbetinde karşılaşmıştık. Sağlığının çok iyi olduğunu, «Bir Hüzün Yolcusu» adında, kültürümüze dair bir kitap hazırladığını söylemişti. Kalemi seviyeliydi; «Mustafa Kutlu Kitabı», «Beşir Ayvazoğlu Kitabı» gibi edebî portreleri oldukça başarılıydı. Çocukluğunun geçtiği Eyüp’ü anlattığı «Sokak Sesleri»ni tatlı bir hüzünle dokumuştu. Hepimizin çocukluğundan çizgiler taşıyordu. Okurken «Neredesiniz o günlerim!» diye insanın çığlık atası geliyordu. «Kar Kelebekleri»nde Sarıkamış acımızı dile getirdi.

Bir gün Nur-u Osmaniye’den Cağaloğlu’na beraber yürümüştük. Yolda «Servili Mescid Sokağı» adında bir tabela görünce yüreğim cız etti, «Servili Mescid» gitmiş, sokağının adı kalmıştı. Tabelayı göstererek ona şunları anlatmıştım: «Şu ileride Servili Mescid vardı. Merhum Mehmed Emin Alpkan’ın isteği üzerine onun koruma derneği başkanı olmuştum. Vakıflar, mescidi bir kitabevine sattı; sahibi de yıkıp depo yapacaktı. Mahkemelik olduk. Mahkeme, Fatih’in

müderrislerinden birinin vakfı Servili Mescid’in tarihî ve sanat değeri olmadığını kabul ederek, yıkılmasına karar verdi. Bizans’ın bir taşına dokunamıyoruz, dokunmamalıyız da. Fakat Fatih’in müderrisinin vakfını da koruyabilmeliyiz.” Sözlerim ciğerine işlemiş olmalı ki konuyla ilgili yazdığı makaleyi içim burkularak okumuştum.

Nusret’i, bir arkadaş grubuyla beraber tanımıştım. Aralarında heyecanıyla bir renkti. Tuttuğunu tam tutar, her yerde savunmasını yapardı. Necip Fazıl, mücadelesi, geride bıraktığı eserleriyle onun için bayrak bir şahsiyetti; ona toz kondurulmasına asla tahammül etmezdi. Eyüp Sultan’da kalabalık bir cemaati vardı; Üstad’ın çevresine defnedilmesi, sevenlerini biraz teselli etti. Sadakati, dostluğu, bu fani dünyada kaldığım sürece bir sızı olarak yüreğimde bulunacaktır.

Mehmed Emin Alpkan’ın matbaası, öğrencilik yıllarımızda bizim için adeta Nuh’un gemisiydi; bizi çirkef deryasında boğulmaktan kurtaran pak bir adacıktı. Kaya gibi Mehmed Emin ağabeyimizin iki sarsılmaz dostu vardı; biri İrfan Atagün, diğeri Ömer Öztürkmen ağabeyimizdi. Her ikisi de Mehmed Emin ağabeyimize saygıda kusur etmezlerdi. Dostluğun ne olduğuna dair yüreğimde ve idrakimde bir şeyler varsa, onları bu insanlara borçluyum.

Bu üç insan kesinlikle kendileri için yaşamadılar; rüyaları bile itilen, kakılan milletimize aitti. İmkânsızlıklarını imkan bildiler; dergi, gazete çıkardılar; makaleler, kitaplar yazdılar. Hiçbir şey beklemeden her türlü mücadelede yerlerini aldılar. Milliyetçi, muhafazakâr kesim o yıllarda gerçekten yoksuldu; ne aydını ne de sermayedarı vardı. Nereye varabiliriz kabilinden hesap yapmadılar; çünkü hesap adamı değil, iman adamıydılar.

Sultan olup o büyük zaferlere imza atmamış olsaydı bile, sağlığın önemi hakkındaki vecizesi Kanuni’yi insanlığın zihnine çakardı. Herhalde onu sağlığı bozuk olduğu bir dönemde söylemiştir; zira sağlığını yitirmeyenin onun değerini tam idrak etmesi mümkün mü? İrfan Atagün ağabeyimin Hakk’ın rahmetine kavuşması, sağlığımın yerinde olmaması-

nın acısını bir kere daha bana derinden duyurdu. Bir dostun cenazesine katılamamak ne feci şeymiş.

Son haftamız çok acılı geçti; önce Nusret Özcan kardeşimizi, üç gün sonra da İrfan Atagün ağabeyimizi kaybettik. Mekânlarının cennet olması niyazı ile hısım akrabalarına, aile yakınlarına, dostlarına sabırlar dilerim.

Zaman, 2 Temmuz 2007

Mustafa Doğan, Mümin Vatansever, Mehmet Sami Adalı, Mehmet Şahin, Hayri Adalı, Hasan Aycın ve Vedat Şahin, Nusret Özcan’ı anma gününde. Kaşgari, Eyüp

This article is from: