3 minute read

Engin Bir Gönül AdamıZeynep ÖZTÜRK

Next Article
Gazel

Gazel

Engin Bir Gönül Adamı

Zeynep ÖZTÜRK

Advertisement

Sıcak bir cuma günü Hakk’a yürüdü Nusret Özcan, “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” emr-i ilahîsiyle… Sevenlerinin gözyaşları eşliğinde, çok sevdiği Eyüp semtinde, Mihmandâr-ı Rasul’ün gölgesinde toprağa verildi. 25 Kasım 1958 yılında İstanbul Eyüp’te doğmuştu. “Eyüp; dünya maceramın başladığı, maneviyatımın, imanımın, kişiliğimin derinlemesine oluşmasına vesile olan övünç kaynağı, ruh ve madde mekânı... Ancak böylesi mübarek bir mekânda dünyaya gözlerini açmanın da bir bedeli var: Varoluş maceramın başladığı yer, ürküntü veriyor bana, böylesi bir bahtın ve lütfun yükünü omuzlamak zor” diyordu. İşte yine o mekân, nahif bedenine istirahatgâh olmuştu, sûr’un haber vereceği dirilişe kadar.

“Allah canımı eşimden önce alsın, onsuzluğa dayanamam” derdi

Dostları için adeta büyük gölgeli bir çınardı Nusret özcan. Gece gündüz demeden yardımına koşardı çevresinin. İsmiyle müsemma olmuş bir derviş, bir gönül adamıydı aynı zamanda. Geç saatlere kadar gençler ve arkadaşlarıyla hasbihal eder, gönül sohbetleri meclisleri kurulurdu kaynayan semaverin ıslığında. “Ne yapayım hanım, dostlar bırakmadı”

derken engin bir gülümseme kaplardı yüzünü, gene geç saatlerde eve geliş sebebini eşine anlatırken. “Allah benim canımı eşimden önce alsın. Ben onsuzluğa dayanamam” derdi. Dediği gibi de oldu. “Bize Allah ve Rasulü’nü bıraktı, Allah bize kâfidir…” dedi arkasından 25 yıllık vefakâr hayat arkadaşı büyük bir metanet ve sabırla, başı dimdik… “Ben öleceğim zaman hayatım gerçekten de bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçecektir herhalde” deyince bir dostu, o zarif insan “Ben film şeridinden falan anlamam. Vakit tamam olduğunda melek gelecek, ben de ‘Hazırım, tamam’ diyeceğim ve öylece Kelime-i Şehadet ile gideceğim” diye cevap vermişti. Eşinin gözleri önünde yoğun bakıma giderken de dudakları kıpır kıpırdı, Rabbimizin emanetini her an teslim edeceğinin bilincinde olarak.

“Yazmak, çay içmek, sohbet etmek hepsi yakışırdı” dediler ardından

“Biricikti ve herkesin de öyle olduğunu ısrarla vurgulardı. Gülmek ona çok yakışırdı. Yazı yazmak, çay içmek, sohbet etmek hepsi çok yakışırdı ona. İslamiyet’ten haberi olmayan biri bile, Nusret özcan’ı abdest alırken görse hayran kalırdı” diyor dostu, yazar Mehmet Şeker. Herkes özeldi onun için. İnsanlara büyük değer verirdi. Dostlarına çok düşkündü.

Bir gün çay ocağında otururken arkadaşının boynuna sarılır “Ben seni Allah rızası için dost edindim... Öbür dünyada benim dostumsun. ‘Nerede Allah rızası için edindiğin dostun?’ diye bir suale muhatap olduğumda, vallahi senin adını vereceğim...” demişti. İnsanın, dostun, zamanın kıymetini bilendi.

“Bir Anadolu gezisine yan yana oturarak gitmiştik. Menzilimize vardığımızda Nusret Ağabeyi elinde kazma kürek, alnından terler damlayarak bir inşaatta çalışırken gördüm. O kadar keyifli ve neşeliydi ki… Çok sonradan onun bir yazar ve gazeteci olduğunu öğrendiğimde şaşırdım. Çünkü bunlardan hiç bahsetmemişti. O kadar mütevazı ve alçak gönüllüydü ki… Az rastlanır onun gibisine” diyordu bir başka dostu.

İstanbul âşığıydı. “Ben İstanbul’la zehirliyim, mecbur kalmadıkça sur dışına bile çıkmıyorum” diyecek kadar İstanbul’a sevdalıydı. “Neden bu denli sevda?” diye sorulunca; “İstanbul tarifi kolay yapılamayacak bir şehir. Efsunlu, hırçın, cazibeli, netameli, belalı, cezbedici... Diğer şehirlerde olmayan birçok şey var onda. Hadis-i Şerif ’e mazhar oluşuna bağlıyorum ben bunu, payitaht oluşuna... Osmanlı’nın en büyük mührü oluşuna ve tabii konumuna... İstanbul her şeyden öte, muazzam ve muhteşem bir şehir...” diyordu.

“Aile” konuları hakkında da mücadele ederdi

Aile ve akrabalık bağlarının oldukça zayıfladığı zamanımızda bunun sebebini şöyle yorumlardı: “Akrabalarınızdan hangisini en son, ne zaman ziyaret ettiniz ve bu ziyaretleriniz hangi sıklıkta devam ediyor? Modern hayat sizi öyle suni şeylerle meşgul ediyor ki, siz hayatın ârâzı olan çalışmayla geçiriyorsunuz ömrünüzü. Oysa hayat sadece çalışmak, para kazanmak, eve birkaç eşya daha almak değildir. Çoğu insanımız böyle ama... Apartman kültürü izin vermez bir kere, dostlukların yeniden kurulmasına, birlik ve dayanışma ruhunun yeniden uyanmasına. Düşünsenize aileler bile aynı evin içinde özgürlük ve farklılıkları korumak düşüncesiyle darmadağınık yaşıyor.” Çareyi bir “kültür ve irfan ayaklanması”nda gören Nusret Özcan herkese, basit ama etkili bir soru yöneltiyor; “En son ne zaman bir akrabanızı ziyaret ettiniz? Ne söylerseniz söyleyin; ama şunu demeyin: İşten güçten başımızı kaşıyacak vaktimiz mi var!”

Dergimizde de zaman zaman aile yazıları yazan Özcan, “eşlerin birbirlerini rakip görmelerinin yanlışlığı”na dair bir yazı yazmak istemiş fakat hastalığından fırsat bulamamıştı. Şimdi ise, yeni tamamladığı kitabının adı gibi kendisi de, sevenlerinin gönlünde menziline ulaşan “bir hüzün yolcusu” oldu.

Semerkand Aile, Temmuz 2007

This article is from: