4 minute read
Nusret Özcan’ı Yitirdik DostlarAbdurrahman ŞEN
Nusret Özcan’ı Yitirdik Dostlar!
Abdurrahman ŞEN
Advertisement
Son zamanlarda İstanbul’un havası bir başka ağır, benim için...
Yaklaşık 1 aydır, strese bağlı bir deri hastalığı ile boğuşuyorum... Ama İstanbul havasının üzerimde ağırlığını aşırı hissettirmesinin sebebi bu değil maalesef !
Değerli dostum, sevgili arkadaşım ve benim birkaç kitaba sahip olmamdaki en büyük destekçim, okuldaşım Mehmet Yavuz, ciddî bir rahatsızlıktan dolayı bıçak altına yattı geçen hafta... Ameliyat sonrası da biraz sıkıntılı geçti. Hastane odalarında aşırı daralmama rağmen birkaç kere ziyaretine gittim sevgili dostumun... Mehmet Yavuz kardeşime acil şifalar dileyip, evine çıkacağına dair müjdeli haberi almayı beklerken...
Evet... Tam da Mehmet’imden gelecek müjdeli haber peşindeyken, Cuma günü 11.24’te Bilal Arslan kardeşim telefonla aradı beni... Sesi titriyor, ağlamamak için direniyor; “Abi çok kötü... Çok kötü!...” diye sayıklıyordu…
Önce hızla Bilal’in bana verebileceği kötü haberleri zihnimden geçirirken; “N’oldu Bilal’im?” diyebildim.
Ve acı haberi aldım: “Abi… Nusret Ağabeyi kaybettik!”
Karşılıklı sabırlar diledik birbirimize… Nusret’e Allah’tan rahmet diledik… Sonra bu acı haberi dostlarla paylaşmak
üzere telefonları kapattık… Ben hemen Mustafa Doğan’a haber verdim… Sonra İsmail Yeşilbağ’a… Ve tabiî Sadi Yılmaz’a haber verildi ki bütün dostların haberi olsun… Cuma’dan sonra başta Cafer Sadık Özlevent olmak üzere kimi dostlardan başsağlığı ve cenaze namazının yeri hakkında bilgiler gelmeye başladı.
Ve küçük küçük anılar paylaşıldı bu telefon trafiği arasında…
Nusret Özcan, İmam-Hatip Okulu’nda benden alt sınıfta olan kardeşlerimdendi… İmam-Hatip çatısı altından çok dışarıdaki anılarımız daha güçlü.
Mesela MTTB Orta Öğrenim çatısı altındaki sinema ve tiyatro çalışmalarında birlikte çok günlerimiz geçti. Şevket Demirkaya, Ayhan Yılmaz, Yaşar Şadoğlu gibi dostlarla… Sonra bir gün “Reis Bey”i sahnelemeye cesaret edişimiz… Ardından “Beklenen Gün” isimli, yazıp yönettiğim oyundaki tartışmalarımız…
Derken Nusret’in askere gidişi ve benim Fatih Kız Lisesi bahçesinde o yıllarda kurulan dükkânlardan birinde “Fatih Kitabevi” adıyla kitapçılık yapışım…
Nusret, Kars’taki birliğinden izinli olarak gelmişti ki… Gazeteler ve televizyon ülkenin moralini bozan, can sıkıcı bir haberi verdiler:
“Kars kalesine kızıl bayrak çekildi!”
Bu haberi duyuşumuzun sabahında Nusret dükkâna geldi. Çayımızı içerken konuyu açtık. Nusret birden kendine has biçimde celallendi ve; “Aaah ulan ah! Ben izinde olmayacaktım da asacaklardı o kızıl paçavrayı o kaleye! Gösterirdim günlerini…” deyiverdi.
Nusret, askerliğini Kars’ta yapmaktaydı…
Sonra askerden geldi. O arada ben de dükkânı kapamış, Yeni Devir’de işe başlamıştım. Nusret de nişanlanmış, iş arıyordu. İşe girmeden evlenebilmesi de mümkün değildi. Millî Gazete ya da Yeni Devir’e aldırabilmek için çabaladım, ama olmadı. Sonra bir gün Millî Gazete’nin arşive bakan elema-
nının işten çıktığını öğrendim. Gazete yöneticileriyle konuştum. “Olmaz!” dediler…
“Sebep?”
Arşive, kütüphanecilik mezunu birini alacaklarmış! “Nusret de bir kütüphanecilik mezunu kadar düzenler gazete arşivini…” diye direttim…
Bu arada Nusret de direndi: “Ben ne anlarım arşivden? Bir de işleri aksatmış olmayayım…”
Sonunda iki tarafı da ikna ettim ve Nusret, Millî Gazete arşivinde işe başladı. Bir süre sonra benim ayrılmam gerekti Yeni Devir’den ve bir daha aynı çatı altında gazetecilik yapabilmemiz mümkün olmadı!
Ama yayınladığım dergilerde hep Nusret’i düşündüm…
İlk olarak Cemre’yi yayınlamaya başladığımda dergide yazması gerektiğini söyledim. Arşivcilikteki titizlenmesi gibi;
“Benim yazacağım dergiden ne olur? Benden böyle bir şey isteme… Dergin çıksın, sokak sokak satmazsam ne olayım!” deyiverdi yine.
Ama dinleyen kim? “Yazacaksın Nusret. Kaçmak yok!” dedim. Ne üstüne yazması gerektiğini de tartıştık biraz ve;
“Hayalimiz, tiyatromuz değil mi? Yaz işte… Neler yapılmalı bu yolda ve neler yapıyoruz?”
Yazdı da… Temmuz 1982’de ilk sayısı çıkan Cemre’de; “Tiyatronun Beklediği Müjde” başlıklı bir yazı yazdı. O yazıyı yazmasına da aslında o sayı için röportaj yapacağımız usta sebep oldu: Gazanfer Özcan.
İlk sayımızda Gazanfer usta ile söyleşeceğimizi öğrenince bana resmen şantaj (!) yaptı Nusret: “Eğer Gazanfer Özcan’a giderken beni de yanınıza almazsanız yazı mazı yazmam!” dedi. Fotoğraflarını Hakkı Yalçın kardeşimin çektiği söyleşiye Hakan Yıldızeli ile birlikte Nusret Özcan’ı da aldım ve gittik… Soydaşı Gazanfer ustayla tanışma karşılığında Cemre’ye yazı yazdı! Tam hatırlamıyorum ama sanırım bu yazı Nusret’in imzasıyla yayınlanan basında / dergilerdeki ilk
yazısıdır. Üzerinden 25 yıl geçen bir yazı: “Tiyatronun Beklediği Müjde.”
Derginin 27 ve 28’inci sayfalarında Nusret’in bu yazısını, 29-33’üncü sayfalar arasına da Gazanfer Özcan söyleşisini yerleştirmiştim… Ve Nusret’im müthiş mutlu olmuştu bu jestimden.
Çeşitli basın-yayın çalışmaları arasında adını duyururken rahmetli Hilmi Oflaz ağabeyin vefatından sonra simgesel olarak Necip Fazıl’ı hatırlatan kişi olup çıkıverdi sevgili Nusret… Uzattığı sakalıyla beraber Necip Fazıl’ın fizîken kopyası durumuna gelen Nusret’e birçok dostunun muhabbeti iki kat arttı…
Bu arada “Bizim Mahalle” isimli bir çocuk romanı, belge ve anılardan oluşan “Sokak Sesleri”, “Leyla ve Mecnun” isimli bir roman, Kemal Aykut’la birlikte kadirşinaslık örneği bir çalışma olan “Mustafa Kutlu Kitabı”, “Beşir Ayvazoğlu Kitabı” ve Sarıkamış faciasını işlediği son çalışması olan “Kar Kelebekleri” isimli eserler de verdi Nusret’im…
Ardından amel defterini kapatmayacak bu eserleriyle beraber 3 de evlat bıraktı sevgili kardeşim.
Ve dün Eyüp sırtlarında, o çok sevdiği Necip Fazıl Kısakürek’e yakın bir yerde toprağa verdik kardeşimi… Eyüp Sultan Camii’ne akın eden sevenleriyle birlikte…
Son birkaç söz daha söylemek istiyorum.
Eğer genç yaşlarında biraz disiplini kaldırabilseydi çok başarılı bir tiyatrocu olması işten bile değildi. Olmadı…
Eğer Yeni Şafak’ta değil de başka kulvarlardaki gazetelerde yazıyor olsaydı çok daha namlı, ünlü ve bulunduğu mahallede bile bugünkünden el üstünde tutuluyor olurdu!
Kendisini en son okul arkadaşlarıyla okulların sömestr tatili esnasında İmam-Hatip’te yaptığımız kahvaltıda gördüm. Gelememişti aslında… Ama İsmail Yeşilbağ’ın çabalarıyla evinden alınıp getirildi Nusret aramıza. Herkesle kucaklaştı… Birlikte fotoğraflar çektirdik. Hatta Bahri Göncü’yü Akmerkez müftülüğüne tayinimi bile onaylattık Nusret’e!
Birbirimizi çok özlediğimizi, ne yapıp edip biraz dertleşmemiz gerektiğini konuşarak ve konuşmak üzere söz vererek ayrıldık o gün… Ama sözümüzü tutamadık. Şimdi “orada”ki buluşma gününe kadar böyle bir şansımız yok!
Ruhun şâd olsun sevgili kardeşim… Allah’ın rahmeti üzerine olsun… Başta eşin ve yavruların olmak üzere tüm yakınlarına, dostlarına başsağlığı diliyorum kardeşim.
Yeni Asya, 24.06.2007
Nusret Özcan Hac’da