1 minute read
Bu Çağın MollasıHasan Hüseyin ŞENER
Bu Çağın Mollası
Hasan Hüseyin ŞENER
Advertisement
Rahmetli Nusret Hocayla tanışmamız Erenler’de 80’li yılların sonunda oldu. Ben yeni üniversiteyi bitirmiş çalışıyordum. Nusret Hoca, her zamanki gibi kitaplarla hemhaldi. Ama o kitapları ruhunda mezcetmiş, etrafına güzellikler saçan, umutsuzlukları yok eden, herkese umut veren bir dosttu. Gerçekten bir dosttu. Bu kadar güzel bir insanı nasıl anlatayım? Adam gibi adamdı. İnandığı doğruların arkasında tam durur, hiçbir zaman yalpa yapmazdı. Sokaktaki çöpçüden cumhurbaşkanına kadar, köydeki çobandan genelkurmay başkanına kadar; herkese bildiği doğruyu net ve direkt söyleme cesaretine sahipti. Çünkü hesap adamı değil, dava adamıydı.
Yine birgün beraber oturuyorduk. Erenler veya İLESAM’da olabilir, ya da Türk Ocağı’nın eski, kapalı mekânındaydık. Ben biraz hüzünlüydüm. Efkârlıydım diyelim. O da sanırım biraz benim gibiydi. Sigarasını yaktı. “Ey dost, galiba sen de biraz yorgun ve dalgınsın.” dedi. “Herhalde öyleyim.” dedim. “Kardeş; zaten bizim kaderimiz, zehirle pişmiş aş… Hiç gereği yok, düşünme. Zehirden daha hafif olan herşey bizim için keyiftir. Onun tadını çıkarmaya çalış.” dedi. Başka bir şeyler daha söyledi, bendeki kasveti aldı götürdü, havayı dağıttı.
Nusret Hocam bazen çok orijinal bir benzetişle Üstad’ın ses tonuyla konuşurdu, elbette hususi sohbetlerimizde ve nadiren yapardı bunu. Hiç unutmam birgün telefon açtı. Hastalığının yeni başladığı dönemdeydi. Benim telefonumda Nusret Bey kardeşimiz Molla Nusret diye kayıtlıydı. O mollalık, bu çağın mollalığı… Yani bilgelik anlamında, derûnilik manasında bir mollalık. Üstad’ın ses tonuyla “Doktor! Sana bir arkadaşımı yollayacağım. Kendim için aramadım seni. Bunlar çocuğun derdine derman olamamışlar. Oradan oraya yollamışlar çocuğu. Üç beş kuruşluk dahi bir imkânı yok. Bu kardeşimizin tedavi işlerini lütfen düzenle!” dedi. Ben de “Baş üstüne Nusret Abi, yapılması gereken herşeyi Allah’ın izniyle yapacağız.” dedim. Epeyce bir zaman sonra aradı. “Allah razı olsun Doktor.” dedi. Memnun olmuştu. Ben de “Vazifemiz.” dedim.
Sosyal yönü çok güçlü bir insandı ama dinî hassasiyetleri herşeyin üstündeydi. Onda öyle bir gönül gözü vardı ki… Herkese açılan bir penceresi vardı Nusret’in. Herkes yani yaşlısı, genci, yazarı, çizeri, çocuğu, futbolcusu, sporseveri, öğrencisi… Herkes bir pencere bulurdu onda. Onu hep rahmetle anacağız. Gönlümüzdeki boşluğunu yine onun hatıralarıyla dolduracağız.
Cemiyette çok yaşanan bir örnek ama biz ölümün böyle ani gelişini hiç düşünemedik. Şahsım adına söylüyorum özellikle, Nusret Abi’nin bu kadar erken yaşta bizi öksüz bırakıp gideceğini tahmin edemediğimizden dolayı, ondan gereği gibi istifade edemedik. Mekânı cennet olsun. Şunu son söz olarak söyleyeyim: Hiçbir şeyi ertelememek gerekiyor. Çünkü ölüm gözle kaş arasında!