2 minute read

O Ölmüş ve ÖlecekSelahattin YUSUF

Next Article
Gazel

Gazel

“O Ölmüş ve Ölecek”

Selahattin YUSUF

Advertisement

Hangimiz bir sevdiğimizi kaybettiğimizde dünyanın ve içindeki her şeyin bir parça küçüldüğünü görmekten kaçınabiliyoruz? Hayalkırıklığının bu jeolojik kesinliği, hangimizde bir tür teselliye dönüşmüyor? Hangimiz ölümü, bu büyük “hayalkırıklığını”, bilginin belli başlı bir çeşidi olarak kalbimize gömmüyor?

Artık hayatta olmayan birinin fotoğrafına bakarken ne hissederiz? O enfes “Camera Lucida” kitabında Roland Barthes bu ilginç psiko-ayrıntının izini sürmüştü. Barthes’ın izlenimleri ve dili o kadar doyurucuydu ki o kitapta. Uzun uzun soluk soluğa kalmıştım. Zekânızın ince kılcallarını uçlarına kadar doyuruyordu metin. Ve elbette açılmamış kılcal uçlarına kadar ilerleyen bir kan halindeydi. Yazarlık, her şeyden önce, elbette ki fark ediştir. Bu farkındalık ve karşılıklı elbirliği, satıraralarında ilerler ve nihayet soyut bir bilgiye ulaşır. Soyutlamaya ulaşır ve sizin olur. Daha doğrusu sizin DE olur.

Orada siyah bir tutuklunun hücrede çekilmiş resmi üzerinden konuşuyordu Barthes. “Nedir burada, bu fotoğrafta bizi böylesine etkileyen?” diye soruyordu ve birlikte ilerlemeye başlıyordunuz. Ölmüş bir insanın vaktiyle kameraya bakmış yüzü, Barthes’a göre bizi ilk başta ve en çok şuradan yakalamaktaydı; bizi şöyle düşünmeye mecbur kılardı bu

bakış: “O ölmüş ve ölecek!” Fotoğrafın çekildiği andan sonra ölmüş olduğunu kesinlikle biliyoruz. Ama o mahkûm, o anda kanlı canlı gözleriyle kameraya, bize bakarken, henüz “ölmüş” değil. Ölmüş değil henüz, ama bir süre sonra ölmüş olacak. Burada bir yanılsama var. Daha doğrusu iki gerçeğin, iki bilginin birbiri içine geçmiş belirsizliği var. Birbirini yarı karanlık-yarı aydınlıkta bırakan etkileşimi var. Yani sonuçta ortada bir fotoğraf var. Ortada, içinden çıkamadığımız bir tasavvur, çelişkili bir imajinasyon var.

Geçenlerde çok sevdiğim bir insanı kaybettim. Değerli gazeteci ve yazar Nusret Özcan’ı. Bu yazıya oturmadan az önce de onunla kısa bir süre önce yaptığımız televizyon programını izledim. Roland Barthes’ın bizi davet ettiği hayret etme biçimi daha somut, daha anlamlı biçimde uyandı zihnimde. Düşündüm ki, ölüm bizi her defasında, her yerde köşeye sıkıştırıyor. Afallatıyor. Kendine karşı mutlak bir hayretimiz var.

Büyük geleneksel düşünceler, sanat, şiir, edebiyat aslında hep onun etrafında dönenip duruyor. Dinlerse onu açıklıyor. İnsanlık onunla ne yapacağını hiç bilememiş. Ölüm, hayatın sonundan, ucundan bu tarafa doğru tutulmuş bir el feneri. Hayatı aydınlatmış, ona bir anlam vermiş. Hatta ona kesin ve nihai üslubunu ölüm kazandırmış. Ama işte, arkasını da gizlemiş hep. İnsan merak etmeden edememiş. Çözebilseydi arkasını, ne olacaktı? Türk dilinin büyük dâhisi, o dizeleri belki bunun için de yazmıştı: “Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü”

Ölümden korktuğu için intihar etmeyi de düşünmüş insanoğlu. Onun o büyük kayıtsızlığı korkutmuş bizi hep. Albert Camus; “Felsefenin yalnızca bir tek büyük meselesi vardır” diye yazmıştı bir zamanlar, “intihar!” Birkaç ay önce ölen Kurt Wonnegut, ölümle hep aşk-nefret ilişkisi içindeydi. Yavaş yavaş ölmek, acısız ölmek, onun en büyük takıntısıydı. Parmaklarının arasında, etinin doğal bir uzantısıymış gibi -hep- duran o filtresiz sigaraların, kendisini yavaş yavaş öldüreceğini düşünürmüş. Yani acısız ölüm. Bir yakınının, ölürken; “Ah, ne güzel, hiçbir yerim acımıyor, ağrımıyor, ko-

layca ölüyorum” sözlerini büyük bir müjde olarak hep hatırlamış Wonnegut. Bir imkân olarak yani. Ancak talihsizliğe bakın. Merdivenlerden düşüp kafasını parçaladı.

Ece Ayhan, hep kırçıllı yazdı. Hep topsuz alanda ters köşeye yatan kaleciyi oynadı. Şöyle yazmış bir şiirinde: “Biz, şairi şiir yazsın diye ölümle korkuttuk, dom!” Nasıl da oynanıyor ölümle. Ona bir şey yapılamayacağının imgesi ne kadar da güçlü burada.

Ekrem Ergüder, Ali Uğur, Ekrem Ayyıldız, H. Murat Filinte, İsmail Bayram, Sıddık Köksal, Mikail Doğan, Celal Taner, Yusuf Abi, Nusret Abi, Ahmet Abi, Beşir Topaloğlu, Samet Abi, H. Bayram Çiçek, Sait Süzek, Yurdakul Dağoğlu, Türkiye Yazarlar Birliği, Cağaloğlu

This article is from: