1 minute read
Unutulan
Sığınsam çocukluğun geniş bahçelerine Tutar mı ellerimden o eski hatıralar
Ne zaman veda etti hatırlamıyoruz... Bir daha dönmemek üzere, bütün güzellikleri peşinden sürükleyerek sessizce, usulca çıkıverdi hayatımızdan...
Kimbilir belki de bizi geleceğe uğurlarken yüreği kabarık ve gözleri doluydu... Bir daha buluşamayacağımızı biliyordu ve şöyle son bir kez bakmıştı arkamızdan yaşlı gözleriyle... Bir yetim gibi kırık, bir öksüz gibi mahzundu...
Hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyor ama bunu bize göstermenin iyi olmayacağını biliyordu... Bir iki söz, birkaç kelâm etseydi... “Beni unutma!...” diye... Mümkünü yoktu. Bitmişti.
Onun yaşlı gözlerini göremedik bile. Tertemiz yüzüne derin derin bakıp başını okşayamadık son kez. “Hoşçakal! Allahaısmarladık!” gibilerinden bir söz edemedik. Bu vedayı hissedemedik.
Bizi başka ufuklar bekliyordu.
Bunu yapamazdık. Masum bakışlarıyla öylece bakıp kaldı içlenerek. Hayali zamanın derinliklerinde bir yerlerde kaybolup kaldı.
Onu masallarıyla, korkularıyla, hayalleriyle, oyunlarıyla baş başa bırakıp terk ettik. Pazarlıksız gülüşleri, kolay inanış-
ları, saffeti, olmadık şeyleri olur kabul edişleriyle geride bıraktık. Mecburduk. Ayrılacaktık... Ayrıldık. ... Ve onu ne kadar ararsak arayalım bir daha asla bulamayacaktık. *
Masallar, yani olmazlar geride kaldı. Ne iyiliksever devler kaldı hayatımızda, ne sihirli lâmbalar. Ne annemizin bembeyaz tülbenti kadar temiz ve bakir sabahlar var hayatımızda, ne de babamıza duyduğumuz güven kadar derin geceler ve günümüzü süsleyen hayallerimiz...
Uçurtmalarımız vardı, içten gülüşlerimiz. Boş bir kibrit kutusu bile mutlu olmamıza yeterdi. Topaçlarımız vardı, misketlerimiz. Ve illa ve illa ki arkadaşlarımız. Ve en önemlisi saffetimiz. Bir Allah dostunun deyişiyle, velâyete benzer hallerimiz.
Hastalıktan şikâyet etmez, rızık endişesi taşımazdık. Kavgalarımızdan sonra kin ve nefret duymaz, ertesi gün kavga ettiğimiz arkadaşımızla oynardık. En önemlisi annemiz dövse bile yine onun eteğine sığınırdık.
Ömrümüzün en beyaz yaprağı düştü sessizce. Emniyet alanımızı terk ettik. Belâlara açıldık. Masallara inanmıyoruz, hayallerimiz bozuldu, saffetten eser yok.
Hatırlıyoruz.
Burnumuzun direği sızlaya sızlaya hatırlıyoruz. Yüreğimiz yana kavrula hatırlıyoruz. O günlerden birşeyler arıyoruz. Bugüne taşımadığımız saffetten birşeyler. O geniş hayalhanemizin bir köşeciğinde unutulmuş, bugünlere yarayacak birşeyler bulup çıkarabilir miyiz diye boşuna hayıflanıyoruz. Heyhat!
Bir çocuk görünce hayat bundan dolayı dayanılmaz güzel oluyor. Bir çocuk görünce, bakışlarımız onun masum bakışlarına değince onun için gizliden gizliye utanıyoruz.
31.09.1996