2 minute read
Nur İçinde Yat Hilmi Ağabey
Yağmurlu rüzgârlı bir kış akşamıydı. Hilmi Ağabeyi hastanede ziyarete gitmiştik. Ameliyat olmuştu. Ziyaretten sonra dışarıda arkadaşlara “Bir efsane daha sustu!” gibi bir laf etmiştim. İbrahim Sarp da “Üstelik efsaneleri anlatan bir efsane!” demişti. Anlatılmaz, anlaşılmaz bir hâl içindeydik. Konuşmayı seven bir insandı Hilmi Ağabey. İş olsun diye konuşmazdı. Üstad’dan, davadan, bir zamanların dava adamlarından, çekilen çilelerden, umutlardan, gelecekten, dava aşkından bahsederdi. Karadeniz gibi dalgalıydı. Acelesi varmış gibi konuşur, konuşurken gözleri dalar; imanının öfkesini yükselip alçalan sesinden, çatılan kaşlarından, kelimelere yüklenişinden anlardık. O konuşur, biz dinlerdik. Bazen Hilmi Ağabey biraz daha konuşsun diye tahrik ederdik. Kurnaz kurnaz bakar devam ederdi. İşi gücü davayı ve Üstad’ı anlatmaktı…
Hiçkimseyi hiçkimseden ayırmazdı. Bizi çocukları gibi görürdü. Birçok kızı ve birçok oğlu vardı. Onlara “hain”, “müfsid” gibi sıfatlar vererek sever, nadiren de olsa “sevgilim” diye hitap ederdi. Üstad’dan bahis açıldı mı gözleri şavkırdı. Bırakın daha eskisini son 15 yıldır üniversiteli genç kardeşlerimizin kursağından mutlaka onun lokmaları geçmiştir. Elinde akıl almaz ebatlardaki torbalarla İlesam’ın bahçesine girer,
Advertisement
köşeye enva-i çeşit nevaleyi bırakır, masayı oğulları kızları için hazırlar, gelen hiç teklifsiz Halil İbrahim sofrasına oturur ve karnıyla birlikte ruhunu da doyururdu. Hilmi Ağabey gelenlerle yetinmez herkesi çağırırdı. Gençleri bir arada gördü mü “Kıskandırmayın beni ha!” diyerek sevincini taşırırdı. Hilmi Ağabey’in sofrasını bir gün tekrar kuracağı umudu o hastalık süresince gelmediği, gelemediği zamanlarda bile hep taşındı durdu. İlesam’ın O’na ait köşesi hep bekledi durdu. Sonra… Bir Cuma akşamı Hilmi Ağabey’in iyice ağırlaştığını, nefes almakta güçlük çektiğini öğrendik. Rıfat Ağabey “Gerçi Allah bilir ama sabaha çıkmayabilir.” diyordu. Gece geç vakitlerde öğrendik. O dava delisi, Hilmi Ağabey Hakk’ın rahmetine kavuşmuştu. Bir sözü geldi hatırıma: “Ben iyi olmayabilirim. Ama hep iyilerle birlikte oldum. Elhamdülillah imanım var. Efendimiz’e (s.a.v.) ve onun yolundan büyüklere sevgim, hürmetim var. Başka da hiçbir şeyciğim yok. Onun için ne kadar günahkâr olsam da Allah’ın (c.c.) izniyle onların peşinden Cennet’e girivereceğim. Diğerleri başlarını nereye vururlarsa vursunlar.” Dava aşkını bizler onda gördük. Umudu, durmadan dinlenmeden çalışmayı, fedakârlığı, kadir kıymet bilirliği, dünyaya kıymet vermemeyi ve daha neleri ve neleri ondan öğrendik. Üstad’ın bir yadigârıydı O. Bir akşam uzun uzun hayatından bahsetmiş ve “Bir ömür böyle geçti işte!” demişti. Sus pus olup hüzünlenmiştik. Yine hüzünlüyüz. Umudu umudumuz, aşkı aşkımız olarak kalacak ve biz O’nu hep, çok sevdiği ve çok sevdiğimiz Üstadımızla birlikte hatırlayacağız. “Kişi sevdiği ile beraberdir!” ölçüsüne inananlar olarak, birgün inşallah beraber olacağız, bu geçici bir ayılıktır, zira “Ebed bizimdir.” O güne kadar nur içinde yat sevgili Hilmi Ağabey! Mekânın cennet olsun!
Yeni Şafak, 17 Mayıs 1998,