Nur İçinde Yat Hilmi Ağabey!
Yağmurlu rüzgârlı bir kış akşamıydı. Hilmi Ağabeyi hastanede ziyarete gitmiştik. Ameliyat olmuştu. Ziyaretten sonra dışarıda arkadaşlara “Bir efsane daha sustu!” gibi bir laf etmiştim. İbrahim Sarp da “Üstelik efsaneleri anlatan bir efsane!” demişti. Anlatılmaz, anlaşılmaz bir hâl içindeydik. Konuşmayı seven bir insandı Hilmi Ağabey. İş olsun diye konuşmazdı. Üstad’dan, davadan, bir zamanların dava adamlarından, çekilen çilelerden, umutlardan, gelecekten, dava aşkından bahsederdi. Karadeniz gibi dalgalıydı. Acelesi varmış gibi konuşur, konuşurken gözleri dalar; imanının öfkesini yükselip alçalan sesinden, çatılan kaşlarından, kelimelere yüklenişinden anlardık. O konuşur, biz dinlerdik. Bazen Hilmi Ağabey biraz daha konuşsun diye tahrik ederdik. Kurnaz kurnaz bakar devam ederdi. İşi gücü davayı ve Üstad’ı anlatmaktı… Hiçkimseyi hiçkimseden ayırmazdı. Bizi çocukları gibi görürdü. Birçok kızı ve birçok oğlu vardı. Onlara “hain”, “müfsid” gibi sıfatlar vererek sever, nadiren de olsa “sevgilim” diye hitap ederdi. Üstad’dan bahis açıldı mı gözleri şavkırdı. Bırakın daha eskisini son 15 yıldır üniversiteli genç kardeşlerimizin kursağından mutlaka onun lokmaları geçmiştir. Elinde akıl almaz ebatlardaki torbalarla İlesam’ın bahçesine girer, Nusret Özcan
337