Labirent (2)

Page 1

UYANIŞ

işte yine sabah ve yastık yine başının altında değil ayaklarının arasında çünkü yine yatakta ters dönmüş. Ahmed dün sabah yerde uyanmıştı, bunada şükür. ahmed gözlerini kapatıp yine uyumaya çalışıyordu ki; annesinin o sinir edici ve duvarlarda yankılanan sesiyle irkildi ve kalkıp ilkönce pencereyi açtı. Hayat dolu bir ışık içeriye akarken ve duvarlarda dalgalanıp yankılanırken monotom bir günün daha başlamakta olduğunu söylüyordu. Yatağının yanında ki masaya çarpmış olacak ki tüm kağıtlar ve kitaplar yere saçılmış ve yataktan kalkarken üstüne bastığı kitap yırtılmıştır. her gece " daha güzel bir şiir yazmalıyım" diyerek yatağının başucuna yığdığı şiir müsveddelerini birilerinin görmesinden ve okumasından korkarak, katlayıp dolaba saklar ve şu yarı karanlık, loş ve yalnız odasına birkez daha dönüp baktı ve kimbilir şu yatakta ne düşler kurdu. kimbilir hangi düşünceler yordu beynini, hatırlayamadı. Hafızası zayıf bir öğrenciydi. Bir an yatağında, hayalinde seviştiği o kadını kıvranırken gördü. Bir tek bu seksüel düşünü ve düşüncesini anımsıyordu. Hemen yanında ki yatakta uyuyan kardeşine baktı. Bağdaş kurmuş oturuyor, ağzını tavana açmış uyuyor ve Ahmed'i her sabah olduğu gibi gülme krizi tutuyor ve kardeşini hafifçe sarsarak "uyan len" diyor. " tamam vurma ulan anladık, yarın ben abimin dolabından yollanır öderim" diyerek sarhoş gibi uykusunda sayıklamaya başlar. Ahmed " vay........... diyerek bilindik klasik küfürleri savurduktan sonra, kardeşi aniden uyanır ve kaçar yemeğin başına oturur. Ahmet tabiiki dövemez, yapamaz bunu. Hayatta yapmadığı en kötü şeydir kavga, şiddet uygulamaktan tiksinir. Elini yüzünü yıkadıktan sonra bir iki bardak çay içer. Sabah sabah zaten iştah miştah olmaz Ahmed' de daha doğrusu sabah yemez. Kötü alışkanlık. zaten sabah yemeğinde ahmedlerin evinde fazla bir şey olmaz. Pantolonunu ve gömleğini oraya buraya savurup düzlemediği için buruşmuşlardır. çoraplarla, kravatının nerde olduğunu bilmediği için bu konuda annesinin halini hatrını sorar. Anneside " sizde adam olacanızda gözümüz görecek" Ahmed'in işsiz pederide "okumaz lan bu kelek" diyerek destek verir. Anasıda " bu oğlan manyak mı nedir? sabahtan akşama kadar acacına nasıl duracak? " Tabii ki Ahmed bu alışagelmiş bu sözlerin arasında üstünü başını giyip bir tanede defter aldıktan sonra ( o günün tüm derslerini o deftere yazar ) evden çıkar Ve ( bozuk ) aile denen hapishaneden okul ( bozuk eğitim ) denen yarı açık cezaevine, hayallerle, düşüncelerle ve kendi kendine konuşmalarla süslü, büyük ve uzun bir yolculuk başlar. Mahalle camisinin yanından geçerken tam karşısında ki kadınlar kuaföründe ki o güzel kalfa dışarıdaki kuruması için mandallara astığı havluları değiştiriyordu Ve şadırvanda oturan ihtiyarlar ezanın sesini bekliyordur. Hemen yanlarında kuaförde ki güzel kızların hayranları olan aylak zibidi takımı. Ahmed kıza dönüp etkileyici bir bakış fırlattığı için ters ters bakarlar ve kız herzamanki gibi kimseyi takmadığı gibi Ahmed ' ide umursamıyordur yada Ahmed öyle zannediyordur daha sonra Ahmet yaşlılara hürmet dolu bir " selamün aleyküm" çeker ve yaşlılar bimukabele ederek "aleyküm selam" diyerek ve tekrarlayarak içinede genç kelimesini yerleştirerek hürmet dolu selamın karşılığını Ahmed 'e verirler ve hafif serin bir rüzgar eser ve Ahmed titrer. Islak yüzü buz kesilir. sağ eli cebinde,


dürülmüş defter sol elinde. Bazen ürkek bazen hızlı adımlarla ama herşeye rağmen dik bir yürüyüş başlatır okula kadar. Hemen ilerideki parkta, koltuk değnekleriyle yaşamak zorunda olan adam eğitiminde ki kuşları uçuruyor, takla attırıyor ve elinde ki ekmek ufağıyla besliyordur yine. Ahmed selamını ondanda esirgemez karşılığını alır almaz yoluna devam eder. Bir ana çocuğuna bağırıyordu yine ve çocuklar yine maç yüzünden kavga ediyorlardı. Ahmed yine ayırmaya çalışıyordur ve bir evin balkonundan işittiği kadın oflaması, ev işlerinden, çocuklardan ve evdeki heriften bıktığını usandığını söylüyordur. Evlerinin önünde merdivenlere oturmuş kadınlar yine birbirlerine birşeyler söylenip gülüşüyorlardır ve Ahmed'in gözleri yol boyunca onların en namahrem bölgelerinde geziniyordur. Kadınlarda farkındadır bunun ama seslerini çıkarmazlar. sadece biraz sessizlik olur. öğrenciler ve yayalar otoyoldan koştura koştura karşıdan karşıya aynı umursamaz monotomlukta geçiyorlardır ve onları seyreden hemen Ahmed 'in indiği yokuşun tepesinde beton bir yükseltinin üzerinde dedesiyle oturan zihinsel engelli bir çocuk hayret ve şaşkınlık tufanı içinde seyreder tüm olan bitenleri. İşte tam o yokuşta hemen dönemeçte karşılaştığı ve gözlerine bakabilmek için adımlarını yavaşlattığı bebek yüzlü, sevimli ve birazda tombul kızın masum ve imalı bakışlarını seyreder Ahmed. Durup O'nun gidişini seyreder arkasından ama o kız bir daha dönüpte bakmaz Ahmed ' e yavaş ve acemi adımlarla köşeyi dönmesini seyreder. yaş : 16

1999

KRİZ

Saat sabahın dört buçuğuydu uyanmıştı. Yatakta yarı beline kadar doğruldu. Hemen yanında ki pencerenin perdesini kaldırdı. Siyah bir bulutun ayı kapadığını gördü. Ay bulutun arkasında silik görünüyordu. Bu manzara karşısında içi tamamiyle sıkıldı. Ama bu manzara şimdiki ruhsal ve duygusal halinin bir göstergesiydi. Doğada yaratılmış haliydi, geçici süre. Duygulandığı zaman bulutlara bakardı ve bulutların görselliği O 'nun duygularını


onaylardı. Saat sabahın dört buçuğunu geçiyordu. Erken uyanmıştı. Yatakta yarı beline kadar doğruldu hemen yanında ki tül perdesini sol eliyle araladı. Paramparça kızılımsı ama siyaha çarpan bir bulutun ayı kapadığını gördü ay ışığı, bulutun saydam kenarlarından ve bölgelerinden sütunlar halin de sızıyordu... yaş : 16

1999

ÇÖLÜN ARİSTOKRATI

Louis İvan Vlademir 18 ocak 1913 doğumlu. Babası köklü bir fransız aristokratı ama birinci dünya savaşı sırasında servetini yitirmiş. Annesi ispanyol bir müslüman 1914 baharında başlayan kaçış, lizbon, paris, casablanca, berlin, stocholm, prag, budapeşte ve istanbul 'da aralıksız devam ediyor ve 1917 Bolşevik Devrimiyle ve Rusya 'nın I. dünya savaşından çekilmesiyle yolculuk Moskova 'da noktalanıyor. louis ivan vlademir II. dünya savaşı yıllarında Ortadoğuda ve Kuzey Afrika da Sovyet Rusya adına provakatör ajan görevinde çalışıyor. Tam sekiz buçuk yılı Fas, Tunus, Cezayir, Libya, Mısır, Lübnan, İsrail, Irak, İran, Suriye, Umman, Yemen, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Yunanistan ve Türkiye de casusluk, askeri istihbarat, ajanlık ve stratejik bilgi sızdırımı gibi çalışmalara katılarak geçiyor. Bilimsel kitaplarla ilgilenen, kadınlardan hoşlanan daha doğrusu anlayan, paranoyak melankoli. Tam anlamıyla sıkı bir komunist, ateist ve materyalist felsefeye sonuna kadar inanmış. Sigara kullanmıyor ama morali bozuk olduğu zamanlar birer kadeh kırmızı şarap içmekten geri kalmıyor. Etkileyici bir fiziği var ama yakışıklı değil. Sarışına yakın ama kızılımsı gür ve askeri tip kesilmiş saçlar, askeri yarımboğaz bot, yandan cepli koyu askeri pantolon ve siyah gömlek. Askeri ve sportif olan her türlü modern elbiseler giymeyi tercih ediyor. İmkanları dahilinde düzenli bir şekilde egzersiz yapıyor. Her işi ve olayı detaylı bir şekilde düşündükten sonra karar veriyor. Şüpheci, olayları ana hatlarıyla incelemeden asla karar veremiyor. Alabildiğine haddinden fazla kuşkucu, sözde varolan ardı arkası kesilmeyen sebepsiz korkular ve aristokratik saplantılarla uğraşıyor. Zamana ve mekana önem veriyor. Paraya gerektiği kadar değer veriyor ama karşısında köpekleşmiyor ve kadın konusunda şekli olanı, seksi olanı tercih ediyor ve güzel olması önemli değil. Gözleri koyu mavi ve bakışları bir kadını baştan çıkaracak kadar etkileyici. Çok sesli ve yerel halk müziklerinden hoşlanıyor ve doğunun oryantalist müziğiyle uğraşıyor. Ama nedense küstah ve saygısız ama kadınlara nezaketi var. Aşklarının çoğu platonik, aristokrat olmasına rağmen zenginlerden ve canilerden nefret ediyor. Temizlik konusunda gerektiğinden fazla hassas. Aslında Louis ivan vlademir bir şair kadar duygusal bir


insan ama işinin gereği katı olmak zorunda, fazla sessiz ve konuşmayan birisi... ( bir roman kompozisyonu ) yaş : 15 1999

AYYUKA

Bu insan yıllarca saçmasapan septomlarla uğraşmak zorunda kaldı. Sevgisiz ve rahatsızdı. Tüm bu septomlar bir kene gibi yapışmıştı ruhuna canını emiyordu. Yani anlayacağınız mahvoluyordu. Kafası karmakarışıktı. Hiçbir şeye adapte olamıyordu. Tüm bu septomlar birer çıbandı saçmasapan çıbanlardı ruhunda. Aynen nerde ne zaman çıkacağı belli olmayan ve bedeninin en ücra köşelerini bile acıdan inim inim inleten çıbanlar gibi. Sağı solu belli olmayan septomlar... Ayyuka çıkan takıntılar, saplantılar ve hastalıklar... Daha çok küçük bir çocukken, çocuk bile değilken; o yaşta tanıdığı, gördüğü ve duyduğu tüm insanların bir araya gelip O 'na " Biz sana şaka yaptık!" demelerini beklerdi. Umudu vardı. Bu sözü duyacaktı, elbet birgün ve böylece yaşadığı tüm acılar... bir çocuk yüreğinin kaldıramayacağı tüm acılar bir son bulacaktı belkide... El ayaslarında ve işaret ve baş parmağının arasında bulunan bölgede kendisini rahatsız eden bir şeyler vardı. Üflüyordu o bölgeye geçiyordu ama yeniden başlıyordu. Ellerinde tuttuğu hayali bir ip vardı ve o hayali iple ip atlıyordu. İpi kontrol edemiyordu, parçalanıyordu. Parmakları hep hareket halindeydi. İğreniyordu bir çok şeyden. Sanki alt dudağını aşan iki büyük vampir dişi vardı. Çok kalındı bu dişler, gergedanların boynuzlarına benzeyen aynı onlar gibi eğri beyaz ve burnunda kuruyup düşen petekler bu dişlerin bulunduğu yere düşüyordu. Bu yüzden yemek yiyemiyordu. Birkez zengin bir üstkat komşunun verdiği arta kalan kuru fasulyeyi yerken iğrenmiş ve kusmuştu. Hatta annesine anlatmıştı bu olayı. Annesi " Allaah AAlllaaahh " demişti. O kadar. Gözlerinde tikler vardı. Yüzünde yani yanaklarında ve boynunun guatr bölümünde atmalar. Hayali bir alet icat etmişti burnunun içini temizleyen, kurumuş kanlardan ve peteklerden top top çıkarabiliyordu en derin bölgelerine kadar. Bazen et haline gelmiş ve burnunun içini doldurmuş petekleri keserek. Evin duvarlarını çizgi çizgi bölüyordu Gözleri, duvardaki köşeleri simetrik bir biçimde birleştiriyordu. Daha sonra gözleri dönüyordu. Gözleri bir köşeden diğerine aynı sayıda simetrik olması şartıyla başka bir köşeden ayrı bir köşeye gidip geliyordu ve daha sonra gözleri


dönüyordu. Televizyon izlerken gözleri televizyon ekranında çapraz çiziyordu daha sonra bu çaprazın üzerine bir artı daha sonra köşeleri birer çizgiyle birleştiriyordu. Her defasında yapmak zorunda hissediyordu kendini. Çok yoruluyordu, ruhu yoruluyordu rahatsız oluyordu. Bu saçmalıkları tekrarlasada rahatsız oluyordu. Yapmasa hiç olmuyordu. Çok huzursuzdu yaralı ve acı. Bir kene gibi yapışmıştı bu septomlar, ruhunu emiyordu gündelik yaşamsal mutluluğunu kemiriyordu. Bitmişti zaten tükenmişti. Bunalıyordu. Hiçbir şeye adapte olamıyordu. Gözlerinde tikleri vardı yüzünde ve boynunda atmalar. Yürürken kaldırımları sayıyordu ve kaldırımların kesiştiği çizgilere asla basmıyordu, basamıyordu. Çünkü her adımı bir kaldırım taşına rastgelmeliydi. Gözleri yine simetri peşindeydi. Dükkanların demir kapıları mesela devamlı köşeleri gevriyor. Köşeleri aynı sayıda çizgilerle buluşturuyor. Her taşıtın plakalarını ezberlemeye çalışıyor. Her rakamı ve harfi aynı sayıda tekrarlıyor. Çok yoruluyor, yorulmak istemiyor artık. Gün içi çok halsiz. Tam bir uykucu, gün yarısı hatta daha fazlası uyuyarak geçiyor. Daha doğrusu uyuyamıyor. Düşsel hayaller kurguluyor günboyu saniye saniye. Hoşuna giden tüm kadınlarla seks yapıyor, sevişiyor deliler gibi, tüm fantezilerini deniyor bu kadınlar üzerinde; türbanlı, türbansız, akıllı, akılsız, eğitimli, eğitimsiz, hanımefendi, fahişe ama herşeyden önce güzel kadınlar ve acı veren kadınlar... Arasıra sırtüstü uzandığı zaman kalçalarını sıkıp bırakıyordu. Tek kalçasını daha sonra diğer kalçasını, kalça kaslarını gerip bırakıyordu. ilkönce sağ kalçasını yada sol kalçasını daha sonra sol kalçasını yada sağ kalçasını ve böyle devam ediyordu yorulana kadar. Günboyu yorgun, zaten halsiz. Hep böyle olmak zorunda mı? neden? Eşyalara aynı sayıda dokunma gerekliliğini duyuyordu. Bu hissi atamıyordu içinden. Kutsallığı vardı, belkide tam zıddı. Tüm eşyalar istediği gibi olmalıydı, belkide bir kilimin kenarı yada bir terlik O 'nun istediği gibi durmalıydı. Peki uçları nereye dönük olmalıydı kıbleyemi? istanbul 'amı? Parmaklarını avuçlarının içine değdirmek zorundaydı. Biliyordu tüm bunlar saçmasapandı ama rahatlamak için yapmak zorundaydı. Yapıncada rahatlamıyordu ama bu ne biçim bir saçmalıktı ne biçim bir boşluktu. Gözlerinde tikler, yüzlerinde atmalar vardı ve tüm bu septomlar bedenine yayılmıştı. Kafası yine karmakarışıktı. konsantre olamıyordu adaptasyon bozuklukları vardı. Her insana aynı sayıda dokunmaya başladı. Daha sonraları dokunmamaya başladı dokunmaktan kaçtı hele nefret ettiği tiksindiği mahluklara ( çünkü insan diyemiyordu bunlara ) asla dokunmuyordu. Caddelerde yürürken gölgelere basmamaya çalışıyordu insan gölgelerine imkansızdı bu. Çocukken fundementalistti; yani dışavuramadığı sayısız şey vardı. Saçmasapandı. Anlatamıyordu. Anlatacak hiçkimse yoktu çevresinde. Herkez O 'na göre bomboştu. Fundementalist bir çocukken içinden veya bilmediği bir yerden sesler gelirdi cümleler halinde, bu ses allaha küfrederdi. Küfrün ne olduğunu söylemeye gerek var mı? bilmiyorum. Ama kendisi allaha küfretmek istemezdi. Yinede o ses kendisinin kontrolü olmaksızın küfrederdi allaha mahvolurdu. Çok rahatsız ederdi bu çocuğu, beyninde bir çok şeyi defalarca tekrarlamak zorunda kalırdı. Tekrarlaması gerekenler, şeyler nelerdi hanginiz bilebilir ki? fundementalistti o zamanlar diyorum size. Böyle şeyler düşünüyordu çoğunuda yapamıyordu zaten. Bir mekana girdiği zaman gözleriyle köşeleri çekiyordu. Sağlı sollu aynı sayıda yukarıdan aşağıya aşağıdan yukarıya. Ellerine üflüyordu böylece arınmış oluyordu elleri. Gözlerini devamlı gökyüzüne kaçırıyordu, çeviriyordu, gözlerini gökyüzünde herhangi bir dini tablo varsa gözlerini oraya çekiyordu. Devamlı köşelerini çekiyordu tabloların hep aynı simetrik sayı farkıyla.


Çevresinde ki insanlara bakarak gözlerinin kirlendiğini hissediyordu. Sevdiği kutsal insanlar hariç. Gözlerinde ki tabakayı parçalıyordu. Buzlu bir camın parçalanması gibiydi tüm parçaları dini bir tablonun üzerine boşaltıyordu. Dini kitapları hep en üstte koyuyordu ama şimdi değil. İnsanlara bakamamak imkansızdı. Ama bakıyordu ama o zamanda gözleri kirleniyordu. Bu tabakayı buzlu bir cam gibi parçalıyordu. Cam parçaları savruluyordu gözlerinden dökülüyordu. Ellerine parmaklarıyla dokunup arındırıyordu. Gözleri kutsal bir tablo yada türk bayrağında yada tabii bir resimde olmalıydı. Başparmağı yada işaret parmağını birleştirip bakmak zorundaydı bu tablolara ve gözlerini çevirmeliydi. Peki niye? niye yapmak zorundaydı tüm saçmalıkları bilmiyordu. Bilseydi yaparmıydı? belki evet belkide hayır. Boynunu ovuşturuyordu arasırada ensesini böyle temizliyordu. Ne zaman tiksindiği insan suretinde ki bir mahlukata baksa. Genelde bunlar kendisine saldıranlar ve hakaret eden piçlerdir. Sevdiği bir arkadaşının yüzüne bakarak bu kiri telafi ediyordu. Sevdiği arkadaşına bakarak, Gözleriyle bir nesneye odaklanarak O 'nu kaybediyordu bir zamanlar uzun sürmezdi bu olay. Küçük çevresinde televizyon kanallarında gördüğü özellikle tiksindiği sıradan insanların suretleri işgal ediyordu hafızasının bir köşesini. Tüm bu bozukluklar beyninin bir köşesinde saklıydı. Zaten bir noktasındaydı tüm bu saçmalıklar. Tiksindiği insanların( genelde bunlar okul arkadaşları ters düşüncelerin adamlarıydı) suretleriyle uğraşmak zorundaydı. Tiksindiği bu suretler genelde seksüel hayaller kurarak bastırıyordu. Kendi yüzü bu iğrenç yüzlere dönüşüyordu. Bazen kendi bedeni bu tiksindiği bedenlere dönüşüyordu. Asla istemiyordu böyle olmasını acı veriyordu ve bu tiksindiği suretleri silik bir ruh gibi bedeninden sıyırıp şehrin kanalizasyonuna atıyordu. Defalarca tekrarlıyordu bunu. Muhayyelesini işgal ediyordu bu suretler. Bir zamanlar kılıçla parçalıyordu bu suretleri ortalık kan revan oluyordu. Daha sonra tabutlayıp lağama gömüyordu ve hep hayal kurarken genelde seksüel hayaller kurarken geliyordu bu görüntüler ve yatakta oluyordu yatakta soyuyordu bedeninide. Yatakta kılıcıyla parçalıyordu yada tabutluyordu ve daha sonra gömüyordu. Tiksindiği mahlukatların ismini söylemeye gerek var mı? bu özel isimleri bilmeye. gözlerinde görünüyordu ve parçalıyordu bu isimleri siliyordu. Böyle temizliyordu gözleri tertemiz oluyordu. Sevdiği insanların isimlerini yazıyordu gözlerine böylece arınıyordu. Devamlı tekrarlıyordu bunları ve hayatı mahvoluyordu. Çok ama çok yoruluyordu. Yorgun ve argın hiçbir şey yapılamıyordu belkide bu dünyada. Sevdiği insanların bedenini bedenine yerleştiriyordu. Her yerde ve her zaman böylelikle arınıyordu. Arınabilme özelliğini yeniden kazanıyordu. Tertemizdi her zaman ve her yerde. Bir çok düşünceyi beyninde yeniden ve yeniden tekrarlamak zorunda bırakıyordu hayat. Nasıl düşüncelerdi bu düşünceler kendisi bile unutmuştu. Çevresinde ki kendisine saldıran yani tiksindiği insan suretinde ki mahlukatların isimleri en sevdiği organlarına dolaşıyordu. Bezgindi korkunç derecede rahatsızlık vericiydi. Yorucuydu ve vesveseliydi penisinde gözlerinde ve arasıra omuzlarında oluşuyordu bu isimler ve bu isimlerin üzerine sevdiği bir arkadaşının ismini yerleştirerek yani sevdiği bir ismi tiksindiği bir ismin üzerine örterek bu organlarından alıp sobanın içine yanan sobanın içine atıp tutuşturuyordu. Tutuşma. göğsünden bir hurda çıkarıyordu bu paslanmış hurdanın içinde tiksindiği isimler vardı yine aynı şekilde sevdiği erkek arkadaşlarının isimlerini bu tiksindiği ismin üzerine yerleştiriyor örtüyor ve şehrin kanalizasyonuna götürüp soyutsal manada gömüyordu. Muhayyelesine gelen, kendisine saldıran tiksindiği suretlerden insanları bu dünyadan alıp herhangi bir sonsuz mezara gömüyordu. Sevdiği bir kızı korumak amacıyla O 'nu hayalinde arındırıyordu. ve tüm bu takıntılarda ve bu


takıntıların sona erdiği yerlerde arındırarak koruyor, temizliyor ve gökyüzünde kutsal bir yere gönderiyordu. Uğursuzluğunuda temizliyordu beğenmediği şeyleri iğrendiği mahlukatın ismini yeniden sevdiği insanların isimleriyle örtüyordu ve sobaya sokup yakıyordu. Parmaklarıyla avuçlarının içini kaşıyordu belkide okşuyordu belkide arındırıyordu. Elinin ayasıyla hafif sakallı çenesini okşuyordu çenesini el ayasının içinde gezdiriyordu belkide avucunun içini kaşıyordu. Arasıra gözleri yaşarıyordu ve bu yaşları gidermek kaşıntıyı önlemek amacıyla eşit sayıda gözlerini kırpıyordu. Aynı sayıda sol gözünü ilk önce aaynı sayıda sağ gözünü sonra tikleri böyle başladı. Zaten dişleride aynı simetrik sayılarla hareket ediyordu. Azı dişleri ve köpek dişleri özellikle. Azı dişlerini sırasıyla aynı sayıda bastırıyor ve çenesi sertleşiyor yuvarlak bir kemik oluşuyordu çenesinde. Yollarda yürürken sıradan insanların tam başlarının yanından ıskalayan bakışlar gönderiyordu. Hiç kimsenin poposuna bakamıyordu.Televizondaki kel kafalar ve popolar O 'nu rahatsız ediyordu. Kel kafalar yarı kel olanlar tam değil arasıra tam olanlarda rahatsız edebiliyordu. Bazen kalbinde insan dışkısı yada nefret ettiği mahlukatların dışkısı varmış gibi oluyordu. Tiksindiği mahlukatların ismini bozuk bir paranın hızla dönüşü gibi kanalizasyona fırlatıyordu. Fundementalist olduğu yıllarda camide namaz kılarken saf tutulduğunda sevmediği insanların arkasında asla namaz kılmıyordu. Devamlı ezberlediği duaları ve hat yazılarını tekrarlamak zorunda kalıyordu. Niye tekrarlamak zorunda olduğunu kendide bilmiyordu. yollarda yürürken hep insanların ve kadınların yüzüne bakmak zorundaydı ve kafalarının yanından bakış atıyordu. Tekrar tekrar dönüp kafalarının yanından bakıyordu ve defalarca bakması yolda insanlara çarpmasına sebebiyet veriyordu. Arasıra konuşma bozuklukları başlıyordu. Bir türlü cümleleri bir araya getiremiyordu. Tiksindiği insanların düşlerindeki görüntüleri kontrol dışı muhayyilesini işgal ediyordu. Daha sonra sevdiği bir insanın düşlerinde ki bir görüntüsü temizliyordu tiksindiği mahlukların o görünümlerini. Devamlı bakmamak için çabalıyordu tiksindiği insanlara ama başaramıyordu. Ne zaman tiksindiği bir insana bakmak zorunda kalsa sevdiği bir insana bakıyor ve temizliyordu bakışlarını. Büyük temizlik. Hemen hemen herkesin dışkısal hali geliyordu aklına ama temizliyordu tüm bunları. Bazen yemek yemeye başlamadan önce iğrenç şeyler istila ediyordu aklını. Ağzının içinde ki üst damağından birbirine bağıntılı ince zincirler sarkıtılmıştı ve bu zincirlerde tiksindiği mahlukların isimleri ve dışkıları vardı. Sevdiği insanların isimiyle temizliyordu tüm bunları ve zincirleri yerlerinden söküp bozuk bir para gibi havada hızla çevirip sobanın içine atıyordu ateşte yanıyordu zincirler. Sırada otururken sevmediği insanların başları alnını ve ensesini rahatsız ediyordu itici geliyordu. Sevmediği insanların kendisine bilerek yada bilmeyerek dokunmasından nefret ediyordu. Elleri veya kolları saçına veya yüzüne değse hemen elleriyle temizliyor ellerini temiz bir yere siliyordu. Daha sonra suyla yıkıyordu. Sevdiği insanların isimleri ve sevdiği insanların O 'na dokunması temizliyordu O 'nu tertemiz kalıyordu. Bazen kendini tertemiz çok aşırı temiz hissediyordu. Sırada yada sınıfta kara tahtayı ve floresan lambayı ve pencereleri istiklal marşını ve gençliğe hitabeyi Atatürk resmini gözleriyle çeviriyordu ve bu üç tabloyla temizliyordu gözlerini.Kullandığı eşyalara nefret ettiği insanların dokunmasını istemiyordu. Antipatik bulduğu mahlukatın eşyalarına dokunması O 'nu rahatsız ediyordu. Antipati duyduğu mahlukların oturduğu yere oturmamaya çabalıyordu. Zaten antipatik mahlukatlar okul eşyalarına dokunsada sıralarına otursada yolda yürürken atmosfer eşyalarını ve elbiselerini temizliyordu zaten. Ama böyle şeyler yoktuki antipati duyduğu insanların sempati duyduğu insanların elbisesine, saçına yada eşyalarına dokunmasın ne farkı olabilirdi ki;


temizdi zaten tertemizdi ve bu rahatsız edici kontrol dışı septomların hiçbiri yoktu yoktular. Tüm bunlar beynin bir noktasında vardı. Bu bozgundan ibaretti sadece noktasal bir bozgundan. İstemediği bazı şeyleride alnında okuyormuş gibi oluyordu bunuda sevdiği insanların isimleriyle temizliyordu. Bazen geceleri gözlerini kapatmıyordu. Çünkü tiksindiği mahlukatların ismi gözlerine geliyordu bu durumu temizlemek için göz kapaklarını açması gerekiyordu ve daha sonra hayali bir çubuğu bu gözlerine saplayıp isimle beraber tüm kirleri çıkarıyordu ve şehrin kanalizasyonuna yolluyordu. Bu saplama işlemi bir dairenin ortasına bir çubuk batırıp o daireyi tümüyle almak gibi bir şeydi. Durmadan tekrarlamak zorunda kalıyordu bu işlemleri. Gözlerine gelip tiksindiği mahlukatların isimleri durduğu zaman sevdiği iki insan ismini bu tiksindiği isme gözünün içinde önden ve arkadan kenetleyip gözünden çıkarıyor ve havada parçalıyordu. Buda işe yaramayınca artık gözlerinde ki isimleri biraz ileriye uzatıyor ve havaya uçuruyordu. Bir füzenin infilakı gibi bir şeydi aynı şeyi penisindede uyguluyordu. Tüm gece bunlarla uğraşmak zorunda olduğu için çok zor uyuyabiliyordu. Gündüz öğlen bir uykuya yattığı zaman akşama kadar uyuyordu. Gündüz gözüyle niye bu kadar çok uyuduğunu kendide bilmiyordu. Okulda sırada otururken ön sırada oturan iki tiksindiği sınıf arkadaşlarının dışkılarını sırtlarında omirilik biçiminde görüyordu, iğrençti. Yemek yemeye başladığı anda en iğrenç olaylar gözünde canlanıyordu. Engellemek istiyordu ama engelleyemiyordu. İki el ayasında iğrendiği bir insanın ismi yazıyordu bunu eline saplanan hayali bir çubukla bütün halinde çıkarıp paramparça ediyordu olay havada gerçekleşiyordu. Yemek yemeye başladığı anda ağzına fareler ve örümcekler hücum ediyordu ama yoktu bunlar ama varmış gibiydi yemek yedirmiyordu. Yemek yemeye başladığı anda damağına asılı bir zincir ağız boşluğuna doğru sallandırılıyordu. Bu ağız boşluğunda sallanan zincierlerde kalıp halinde kurumuş dışkılar vardı. Zincir statüsünde ağız tadıyla yemek yiyemiyordu. Korkunçtu. Beynine bir güç dışkı sokuyordu. Kafatasını açıp o bu dışkıyı beyninden temizliyordu tamamını sobaya atıyordu. İstemediği ne varsa dolduruyordu sobaya. Arasıra kendini bir kız gibi hissettiği oluyordu alık, cüseli bir kız gibi işe yaramayan bir kız gibi. Tiksindiği insan sürüsünün isimlerinin penisinin içinde ki idrar borusuna yazıldığını görüyordu. Ucu daire olan bir değnekle içerden itekleyip tüm bir isimleri dışarıya savuruyordu. Sexüel hayallerine giren O 'nun yerini tiksindiği insanların almasını hazmedemiyordu. Hangi güç yapıyordu bunu o tiksindiği insanlar sexüel hayallerini işgal ettiği anda onu donduruyordu simsiyah kesiliyordu tiksindiği isimler ve onları parçalıyordu dokunmaksızın hayalinde. Bunu durmadan tekrarlıyordu ama durmadan saniye saniye hayatını mahvediyordu hiçbir şeye adapte olamıyordu. Bir ortamda yapılan sıradan konuşmalara bile. Gözleriyle sağa sola çizgiler çekiyordu sağa ve sola ama eşit sayıda simetrik. Bu tekrarlamalar olmasa rahat ama korkunç bu tekrarlamalar. İnsan içine çıkamıyordu neydi bu insanlardan çekindiği düğünlere misafirliklere gidemiyordu. Eve bir misafir geldiğinde başka bir odaya kaçıyordu görmesinler kendisini diye, uyuyor numarası yapıyordu. Elleri ellerini, işgal eden bu iğrendiği kendisine zararı olan insanların isimlerinin ellerini işgal etmesi, temizliyordu sadece temizliyordu. Sexüel hayallerini işgal eden kara kuru şerefsiz bir adam vardı. Zina suçundan televizyona çıkmıştı hani politikacı, bir bayan banka memuruyla. Kadının kocasının durumu çok acıklıydı. Hep o giriyor sexüel hayallerine onu


simsiyah donduruyor havada parçalıyor o orospu çocuğunu. Bu seksüel hayallerini işgal edenler hep o çevresindeki lumpen cahil zorba fırlatmalar. Televizyonlarda gördüğü eğlence alemi sömürgenleri hepsi hepsi. sınıfta kendisine fiziksel ve sözel zarar veren o kro lumpen cahil faşist orospu çocukları istemediği halde. Engellemeye çalışıyor. hepsini donduruyor simsiyah oluyor suratları kalıp oluyorlar havada parçalanıyorlar, parçaları her bir yana dağılıyor. Durmadan tekrarlıyor bunları yattığı yerden. Televizyonlarda insanların popolarının kamera önüne gelmesi rahatsız ediyor kel kafaları kodamanlarında rahatsız ediyor televizyonda. Bunların sonu ne olacak bilmiyor. Gözlerine gelen kirleri iki belirsiz şeyin arasına alıp kitle halinde atıyor dışarı, havada parçalanıyor...vd.... bazı şeyler kendisini çok değersiz hissetmesine neden oluyor bazı şeyler ise tanrı gibi...

* Engelleri yokedeceksin. Çünkü geriye sayım başladı. Bu şehre sığmıyorum. Ve zaten yine rahat edemiyorum. Zaten zorunlu olarak düzensiz savruk bir yaşam var. Serüven dolu yaşam, düzensiz ve savruk olacak. Belki biraz daha. Düşünsene sabit bir yerde olmama rağmen yinede az yazıyor ve az okuyorum belkide. uzun süre çalışamadığım oluyor belki de. Ve çoğukez her kitabı sonuna kadar dahi okuyamıyorum belki de. Bu serüvene katıldığım zaman yine aynı süreçte kalacak


ama misyonum adına olacak Tekrarladığım diyalektiği felsefi bir tarzda yazmalıyım. Tamamiyle tasarının düzeyi yüksek yazım tarzı kullanmalıyım. O dedi ki Ben O 'na öyle bir şey söylemedimki. Tüm bunlar palavra tüm bunlar palavra diyeceksin. savaş suçlarının işlenmesini önleyin savaş suçlarının işlenmesini önleyin Despottur bu herifler ve unutturulması gerekir.

-öyküŞehir bunaltıcı yorucu bir yaz sıcağının egemenliği altında kavruluyor. sokaklar bomboş ikindiye az kaldı...Tüm bu sıcağa rağmen hava sanki yağmur yağdıracakmış gibi duruyor. Hafiften bir rüzgar esiyor. Sırtımdan yukarılara doğru hücum eden bir serinlikle ürperiyorum. Sokağın köşesinde uzun beyaz sakallı eski toprak bir bakırcı bakırlarını kalaylıyor. allah(ın)ı arayan bir derviş(evliya) gibi... bana ortaçağın çöllerini ve bakraçlarını anımsatıyor. Serseriler ve dilenciler geziniyor kenar mahallelerde. Yürürken kendimi tamamlanmış hissediyorum. Gölgeler bir boy daha attı. Rüzgar yine esti, kurumuş otlar ve ağaçlar savrulduk bir yana burda yana yana bir çeşme aradım kana kana içtim yüzümü ve saçlarımı yıkadım Ve hafifçe başımı kaldırdım


Dünya Dünden Bu Yana Çok Başka yaşım: 16 yılım: 1999

* Parmaklarımdan dirseklerimden, diz kapaklarımdan, ayak parmaklarımdan el ayasımdan ışıksal sütunlar uzuyor. Ve ben bu sütunların birilerine çarpmasını engelliyorum. Korkuyorum. Bu ışıksal sütunlar kimseye değmemeli yeteneklerim bulaşabilir kaybederim. Hayır bu tam bir saçmalık olmalı. Bu sütunlar değdikçe insanlara hayranım olmaya başlıyorlar.

Saçmanın saçması belkide... Bir toplumun en alt katmanlarında yer alan bir insan iki hayatsal seviyeleri benden yüksek insanlar dahi kendilerini harcamışlar üçüncü sıradan insanların bile sahip olduğu şansa sağlığa ve paraya dahi sahip değilsin dört sıradan ve basit olmak istemiyorum altı projelerimden başka kaybedecek hiçbirşeyim yok yedi sinemacı (senarist-jön-yönetmen), edebiyatçı (şair-yazar). Sekiz kafam karmakarışık engelleyemiyorum. Zaten deliler bu yüzden sıradan insanlar gibi yaşayamıyorlar. Kesinlikle normal bir insan değilim normaller gibi olamam. dokuz çirkin, şansız, yoksul - hasta bir insanım ve kokuşmuş sistemin soytarıları gibi asla olamam olmak istesem bile olamam sıradan ve basit düzenin askeri olmak istemiyorum asla olmayacak. Ay temmuz perşembe. Bu şiir Bozhenskin'in felsefece düşünmenin yolları ve Arif damar'ın ay kar toplamaz ki kitaplarını kütüphaneye vermek için giderken, kütüphanedeki karmaşık düşüncelerimi betimlemek amacıyla yolda (koltuğumun altında John Steinbeck'in al midillisi ve Özdemir İnce 'nin Tohum Ölürse adlı şiir kitabı var) ekseriyetini Kırıkkale de ki evin beyaz masanın üstünde yazmıştım. Anlamı çözümlenmesi imkansız benzetmeler kullandım. Belki dikkat edilirse kolayca çözülebilir olan benzetmelerin sanatsal sezgisini duyumsamak ve görmek benim ve sizin için yeterli ve kafidir./ 31 Ağustos sabah, Attila ilhan 'ın sokaktaki adam filmini izlerken yazdım ve film cine 5 'te olduğu için ve bizdede cine 5' e üye olacak kadar para olmadığı için ancak şifresiz beş dakika izlyebildik./ aslında bu olay emniyet sahnesi dışında geriye kalan herşeyiyle gerçekten başından geçmiştir fakat ustura alış sahnesi futbol olayından bir buçuk ay sonra olagelmiştir. Haziran başlarında stadyumda aynı bu şekilde yabancı takımlarında olduğu bir milli turnuva


oldu. Ben usturayı bu olaydan bir kaç ay sonra ağustos başlarında almıştım. İşportacıyla geçen konuşmanın %10 'u olmuştur. Şuda bir gerçekki okul tamamiyle anlattığım gibidir ama birazcık abartılıdır. Yani hafif dozajda abartılı gibidir. Fakat aslı tamamiyle olagelmiştir. Başımdan geçmiştir. Anlatılanlar doğrudur. Bu öykü %90 'ıyla katıksız bir hayat ve ülke gerçeğidir. Olgusaldır, toplumsal yanı ağır olmaksızın ince bir mizah ve hiciv önde tutulmuştur. O futbol turnuvası beni o zamanlar bayağı ilgilendirmiştir. Belki de bu insanları burda görmek beni ...mutlandırmıştı. Turnuva çekilen bir uluslararası bir kura sonucu kırıkkale 'nin çıkmasıyla ayarlanmıştır. Birde cep telefonu meselesi var ki; burdada belli bir yığının sonradan görmeliğini alaya almak içindir. Çünkü ülkeye cep telefonu ithal bir şekilde gelmeye başlar başlamaz iyice görgüsüzlüğün suyunu çıkarmaya başlamışlardır. Hemen hemen her yerde konferanslarda, yolda gezinirim. Okul sıralarında banka veya halka açık bir yerde oturup ellerinde gösteriş namıyla oynatanlar tüm bir görgüsüzlüklerini çevreye göstermişlerdir. Yani görgüsüzlükle cahilliğin bir tezahürü. Bunu her türlü meta, eşya ve mal mülk kullanımında görüyoruz, özellikle lumpen zengin yığınlar ve onların türetmelerinde çünkü cahil bir insan zengin olduğu zaman sıfatı o burjuva olmayan sonradan görme olur. Tabii tabii üniversite ve diploma insanı cahillikten kurtarmıyor. Diplomalı cahillerin sayısı normalden daha fazladır. Televizyonlarda magazin furyasında, zengin güruhta ve bu günün çocuklarında lumpenyada ee neyse... gördüklerim bu tanımları tamamiyle doğruluyor. 29 ağustos pazar günü 1999 ylında yazılmış olan bu öykü üst gerçekçi bu öykü aslında bir rüya değildir. Saçmanın saçması denebilecek bu öykünün sınıfı sürrealizmdir. Toplumsal olaylarında içinde bulunduğu bu öyküyü öğleden sonra radyo teypte çok sesli ismini bilmediğim muhteşem bir müziği dinlerken Özdemir İnce 'nin toplu şiir kitabı olan Tekvin 'in kapağında ki Paul Ackerman' ın tablosunu incelerken başladı ve kesintisiz kurguladım ve yazdım. Kusursuz ve mükemmel olduğunu söyleyebilir. Güzel ( iyi ) olmadığı bile tartışılabilir yaş: 16 sene: 1999. 16 yaşımın 1999 gecesi. 6 eylül 1999. ve yaşıma üçgün kaldı. gece pazartesi bu şiir kırıkkalede ki evde beyaz masanın üzerinde yazıldı. Aziz Nesin 'in "ah biz ödlek aydınlar" kitabını bitirdikten sonra okulun açıldığı ilk gün ama ben gidemedim gitmedim çünkü içimde yerli yersiz bir sanrı sıkıntı bu şiirim bunalımlı çağımın yapıtıdır. Daha doğrusu yapıtlarımdan bir tanesidir. Nazım Hikmet'in Yatar Bursa Kalesi 'nde isimli şiir kitabını okuyordum.Bu şiiri Meşhur Adamlar Ansiklopedisi 'nin sonuna doğru yazmıştım. Gerçekte Nazım Hikmet Ran ve Yılmaz Güney on altı yıllık hayatımın dönüm noktaları olmuşlardır. Çünkü kendimi O insanlara öylesine yakın hissediyordum ki.Bazen kendimi Nazım Hikmet gibi Yılmaz Güney gibi hissediyorum öylesine ki aldırma be koçum benim senden ne farkım var anasız babasız şöhretsiz parasız ve kadınsız benimde hayatımda aslında gülmek yok yani deli mehdi benim içinde yürür


ben senin içinde ağlarım yaş: 16 1999 kırıkkaledeki evde bir öğle vakti yatakta yazmışım. artık eskisi gibi çok şiir yazamıyordum belkide 26 temmuz yaş : 16 - 1999 - 27 temmuz 1999 kırıkkale beyaz masa. ajan, psikolog, antropolog, sosyal bilimci, yapımcı, dansçı, profesyonel fotoğrafçı, tüm sosyal (ise) bilimler, ajan kutsallık.

* Şu an hayallerimle uğraşmaktan yorgun düşmüş haldeyim. Sabah oluyor yine içimde ki aynı korku. Akşam oluyor yine aynı sıkıntı. Bir yerlerde Güneş 'in yanıp sönen parlaklığının altında çalışan insanların olduğunu seziyorum. Sırtımda bir sıcaklık başlıyor. Ve tüm ihtişamıyla kitaplar yine karşımda benimle konuşuyorlar. Radyoda metalika yine ortalığı dağıtıp coşturuyor. Ve içimde ki inanılması zor bir duygu. Ben-i isyana çağırıyor. Tüm bir asiliğimi tahrike çalışıyor. Ve ben herşeye rağmen tüm bir asiliğimi yapıcılığa yönlendiriyorum. Kırıp dökmek basit kolay. Hatta en ummadığımız insanlar bile sabırlarının son haddine dayandıklarını hissettikleri zaman ani ve kısa süreli bir cinnet geçirip adam öldürebilmektedirler. Yani demek istediğim şey şu; tahrip kolaydır sıradandır. Esas muhteşemlik imkansızı ve zoru başarmakta. Bir fabrikayı on saniye içinde bir el bombası yada tahrip derecesi yüksek bir bombayla yıkmak yoketmek kolaydır. Zor değildir ama bir fabrika inşa etmek en azından bir sekiz yılı almakta. Yani yaşarken tahripçi olmak sıradandır çünkü herkes bunu yapıyor. Dünyada saldırgan, hoşgörüsüz bir çapulcu olmak yerine yapıcı olup sıradışı ve mükemmel olmak şarttır. Böylece sonuç muhteşem olacaktır. Hayatta her şeyin bir gereklisi birde gereksizi vardır. Mesela şiddetin gereksizi olan insanları rahatsız etmek huzuru yıpratıcı ve insanların gördüğü zaman sinir olduğu bir adam olmak elbette yararsız ve boştur. Önemli olan şiddetin gerekli olduğu zaman gerekli yere kullanılmasıdır. Ülke savunmasında, kendimizi savunmamız gerektiği zaman yani; mustafa kemal Atatürk, Ernesto che guevera gibi yoksa aksi takdirde şiddet hiçbir zaman Yüksek düzeyde medeni bir insana yani yirmibirinci yüzyılın modern bilinçli insanına yakışmayacak seviyede vahşice ve insanlık dışı bir olaydır. Ve okulda, evde, sokakta, gereksiz şiddeti kullanan daha doğrusu evrimini tamamlayamamış bu goriller toplum için birer yüktür ve bırakın ülkeye kendilerine bile hayrı olmayan ve orda burda bir şeyleri kırmaktan, incitmekten ve tahrip etmekten saldırmaktan başka görünürde hiçbir faaliyetleri olmayan bu herifleri toplum yaşamından uzak tutmak devletin başlıca görevlerinden bir tanesidir fakat daha kendine hayrı olmayan devletten hizmet istemek, eşekle hindistan seferine çıkmak gibi bir şeye benziyor. Medyaya bu konuda çok görevler düşüyor fakat gerçek gazeteci niteliğini taşıyan medyacı diğerlerinden ayırdığımız zaman ortaya şöyle bir manzara


çıkıyor ki; sinirlenmemek yada kafayı yememek yada çıldırmamak oda yoksa kafayı takmamak elde değil. Peki benim ülkemin hali böyle olmak zorundamıydı? olması gereken yüksek düzeyin azami derecede altında yaşamak hakkımızmıydı? elbette değil. Ben neden bir amerkan gencinin bir alman gencinin bir fransız gencinin ilkeller, vahşiler, gelişmişlik düzeyi üçüncü sınıf dünya ülkeleri yakıştırmasını kullandığı bir yerde yaşamak zorunda oluyum ki? Neden 1. sınıf insan yığınının sahip olduğu imkanlar altında yaşayıp tüm o imkanlardan mahrum kalayım ki? Peki neden ben bir genç olarak beni tüm bu gereksinimlerden mahrum bırakan, dünya üzerinde 3. sınıf olarak çağrılmamı sağlayan bir ülkeye neden isyan bayrağını açmayayım? Bu şekilde yani aynen düşünce suçundan esaret altına alınmış bir mahkum gibi yaşamaktansa, hapishanede isyan çıkarıp özgürlüğüm için savaşarak ölmeyi yeğlerim çünkü kaybedeceğim hiçbir şey kalmamış fakat hayatta kazanacağım o kadar çok şey var ki! işte hedefim kazanmak ve sadece yaşamak özgür hür ve tek yaşamak. 9 haziran 1999

MAHRUMİYET

Bu şehrin ismi Kırıkkale küçük bir kasaba. Bana göre sırp işgaline uğramış boşnak köyü. Bu şehir yoksul. Parası olan yinede her yerde olduğu gibi kafasına göre yaşıyor. Kapitalizmin acımasızlığı bu. O büyük mühimmat harp sanayi patlamasından iki ay sonra Türkiye de kalkınmada 1. bölge ilan edildi. O günden bu yana kuşlar geçti yeller esti bu şehrin üzerinden hiç bir - şey - yok. Evde dirlik düzen yok. Dışarıda gezecek ve bir genç olarak vaktini geçirecek hiçbir yer yok. 10 yıldır bu şehirde yaşıyorum. 10 yıldır bu şehirden nefret ediyorum ama şehrin ne suçu var. Tüm suç çürümüş ve kokuşmuş ülke sisteminde ve bu sistemi kuran insanlık düşmanlarının yok edilmesini dört gözle bekliyorum. Radyoda yine diyceylerin iç gıcıklayıcı sinir edici aşk ve sevgi konuşmaları, içerde ana baba kavgası dışarıda eğlenceden dönüş kahkahaları. Hayat devam ediyor gözüm güya, sistem ( hayat ) durmadan birilerine prim yapıyor. Bizler yani yoksullar herşeyden ama çoğu şeyden mahrumuz. Mahrumiyet zinciriyle elimizi bağlamışlar ayaklarımıza prangalar takmışlar ama beynimizde asi özgürlük alev alev yanıyor. İsyan dalgaları çoğalıyor beynimde. insanlarda artık hayvanlar gibi


ayılar, ceylanlar, kurtlar ve fareler kaplamış ortalığı ve bizler yoksul serçeler... Rüzgarla dağılan manolyalar suçumuz güçsüz ve zayıf doğmak mı? Bilmiyormusun yoldaş kapitalizmin çöküşünü dört gözle bekliyoruz ama bu kapitalizmin çöküşünü dört gözle bekliyorum ama bu kapitalizm öyle bir çökmeli ki hayattan silinsin. Hiçbir yerde hiçbir işi kalmasın. Güya liberalizm, komünizm, nasyonal sosyalizm, monarşi, milliyetçilik, faşizm ve feodalite yıkılmış artık tarih sahnesinden silinmişmiş. Saçmalık aslında bu ve bunun gibi sistemler insanlığın doğuşundan bu yana vardı fakat insanlar yarım yamalak kurmuş oldukları bu ve bunun gibi sistemlerin farkında değillerdi. Bir Karl Marx çıktı ve zekasını kullandı. Hayatın içinde ki bu sistemi o yaratmadı. Sadece gözlemledi, inceledi, disipline etti geliştirdi ve yazdı. Herşey bunlardan ibaret aynı elektriğin bulunması gibi. Yani elektrik doğada milyarlarca yıldan beri vardı ve bir bilim adamı buldu. Bu sistemlerde aynı şekilde hayatta vardı ve birileri buldu ve bu sistemler alalade bir şekilde işlemeye devam ediyor. yaş : 16

1999

* Gece boyu yollarda yürüyorum .Davullu zurnalı lumpenya düğünleri beni sinir ediyor. Zenginler mahallesine giriyorum ve bunlarda beni sinir ediyor. Cumhuriyet meydan, gece ama insan dolup taşıyor. Yol boyu bomboş belki de gökyüzünde ayı bulamıyorum biran. Arkadaşla yapıkredi bankına oturmuş küfürleşiyorduk. Örgüt kurmaktan bahsediyoruz. Bir kız bize bakıyordu biz anasına bakıyoruz. Yine küfrediyoruz şerefine ip doladığımızın dünyasına. Bu gece dolup taşıyorum. Gökyüzü bulutsuz ve yıldız yığınlarıyla ( yağmurlarıyla ) ışıl ışıl ayı yine bulamıyorum. Bulduğum zamanda bulmamazlıktan geliyorum. Mustafa Kemal 'in meydanda ki heykeli gün geçtikçe dahada çürüyor. Bu nasıl devlet bu nasıl şehir ve bu nasıl belediye, arkadaşla yeniden küfürleşiyoruz. Kalkıyorum ve yürüyorum. Vitrinde alamayacağım kitapla seyre dalarak yürürken okuduğumuz kitaplardan bağıra bağıra bahsediyoruz. Cumhuriyet 'in 75. yılının neden kutlandığını ve diğerlerinden neden ve niye önemli olduğunu tartışıyoruz. Eve gitmek istiyorum. Hayır boşver şimdi evi. Yine küfrediyorum. Parka oturuyoruz, sarhoşun teki dikiliyor arkadaşın karşısına " gözünün önüne iyi bak düşme" Yine küfrediyorum sarhoşa. Adama dönüp bakıyorum,


ayı buluyorum meşe ağacının dallarında sallanırken banka dergi ve gazete parçaları yığılmış, hepsine bakamıyorsun. Tren geçiyor gece vakti. Tren bana çarpıyor ölüyorum. Trenin sesi şehirde yankılanıyor, yankılanıyor gece vakti. Ben yine düğünlere sinir oluyorum ve küfrediyorum düğüne doğru. 20 kadar herif beni yakalayıp paldır küldür dövüyorlar. Kan kaybından ölüyorum yeniden diriliyorum, gidiyorum emniyete şikayet için ve " ben sıkı komünist ve terörist benim, tutuklayın beni" diye bağırıyorum. İşkence odasında ellerim eziliyor demir çizmelerin altında, tırnaklarım sökülüyor, filistin askısında salıncak gibi sallıyorlar beni, başımdan aşağıya soğuk sular dökülüyor, elektrik veriyorlar penisimden, tüm vücudumun eridiğini hissediyorum gerildiğini. Göz altında işkenceden öldürüp kaybediyorlar beni. Ben tekrar diriliyorum. Kapı zili çalıyor, süt geldi. Okula gidiyorum disiplin cezası var, kızın kalçalarını okşuyorum. Yine ağız kavgası yapıyorum cahil öğrencilerle kazanan ben okuyorum. Fırına gidiyorum ekmek bitmiş, sokağa çıkıyorsun insanlar ölmüş. Kuru otları yakıyorum yangın yüzüme aksediyor. Çocukken köyün kuru otlarını; bunlar boşuna yaşar hiçbir işe yaramaz deyip bir kibritle ateşe veriyorum. Köylüler başıma toplanıyor. Ani bir kasırgayla haçlar yanıyor. Beni bir haça geriyorlar sonbahar vakti, elimden kafamdan ayağımdan çivileniyorum. Bu sefer acı çekerek ölüyorum. 18 - 20 kişi beni yandan bir kenara çekerek paldır küldür dövülüyorum. Arkadaşlarla beraber yürüyorum ellerim ceplerimde. O kitab-ı okuyup okumadığını söylüyorum. İki kızı yatağımda sevişirken yakalıyorum. İkisinide öldürdükten sonra tecavüz ediyorum. Ayağım takılıp dengemi kendim bırakıyorum. En üst kattan aşağı düşüyorum. Halbuki birinci katta oturuyorum. Hepimiz yeniden diriliyoruz o kızla medenice sevişiyoruz. Doyduktan sonra onlar beni unutup ikisi sevişmeye dalıyor ve kızların üzerine idrarımı boşaltıyorum. Hoşlarına gittiğini söylüyorlar. Çırılçıplak evin içinde dolaşıyorum. Evde entellektüel yirmi kişi tartışıyor. Radyo açık çocuklar oturmuş dinliyorlar. Evin bir odası akıl hastanesi Akıl hastaları odayı dağıtıyorlar. Oturma odasında kına gecesi yapıyor kadınlar. Hepsinin ırzına geçiyorum. Gelin.............................damat hepsi birden dirilip beni linç ediyorlar. ........................................... bedenime basıyorlar. Benzin döküp ateşe veriyorlar ve yanan onlar oluyor hepsi ateşe karışıp kül oluyor. Küllerini temizleyinceye kadar canım çıkıyor. Bedenimin yeniden dirildiğini hissediyorum. Banyoya girip banyo yapıyorum gusül abdesti alıyorum. Beyaz elbiselerimi giyiyorum. Herkesi kovuyorum evden. Bir klasik müzik açıyorum incili okuyorum çok sesli müzikle beraber ezanı dinliyorum. Allah 'a küfrettiğim günleri özlemliyorum. Korkunç bir temizlik titizlik tufanı başlıyor. Ev aslında bomboş yeniden dolduruyorum. Arkadaşla satranç oynuyorum. sen... sen allahın garibini okudun mu? hiç okudun mu? milyarlarca çivi duvarlara saplanıyor. Bir tanesi çarpmıyor bize. Vezir ölmüş. Tüm lambalar sönmüş. Zengin mahallerinin kahkahalarını dinliyorum köpek ulumalarıyla beraber. Biz arkadaşla bundan sonra küfretmiyoruz, zengin olmaya karar vermiyoruz. Bizler ezelden medeni insanlardık. Küfreden saldırganların üzerine işiyoruz. Bilmiyorum abi bu günlerde kafam harap cep vasat. En son banka soyduğumu hatırlıyorum. Adamlara kurşun atıyorum öldürüyorum belkide fakat çiçeklere basmadan yürüyorum. Adamlar diriliyorlar çiçeklere basmadığım için ve beni yakalayıp götürüyorlar "işte aradığımız adam bu" arkadaşın ikiside " beni linç etmeyin abiler " diye bağırıp kaçıyorlar. Ben tek yalnız başıma kalıyorum üzerime gelenlere küfrediyorum. "işte hiç arayamadığımız adam bu" Ben hepsini öldürmeden önce öldürüyorum. Ve kızmadan önce öfkeleniyorum. Ve elimde otamatikli önüme gelmeyen herşeyi tarıyorum. yıkılıyorum. Kırıkkale


kütüphanesini dağıtıyorum. yalvarıyorum. Ben alimden geldiği kadar yapıcı olmaya çalışıyorum. Birileri beni hiç bıkmadan usanmadan takip ediyor. Birilerinin beni takip ettiği aklımın ucuna bile gelmiyor. Ben sokakta insanlardan kaçıyorum. Bükülüyorum, kırılıyorum insan yığınları hayatın tadını çıkarıyor. Aniden yüceliyorum, şimdi robot gibi konuşuyor ve yürüyorum. Önüme gelen tüm çöpleri çöplüğe atıyorum ve tüm kenterlerden tiksiniyorum. Bu hapishane neresi, güneş hapishanede doğup batıyormuş demek. Hapishaneler olmasaydı ben ölürmüşüm demek. Tüm akıl hastaları, piskopat, sosyopat manyaklar, paranoyak şizofrenler, sadistler, nazistler karşımda diz çöküyor ve "Tanrı sensin" diye bağırıyorlar "Tanrı Benim!" yaş : 16 yıl : 1999

* Türkiye otuz yılın en büyük sıcağını yaşıyor, ben kütüphaneye doğru yol alıyorum. Kütüphane bomboş. Üyelik kartımı yine kaybetmişler. Kitaplar seçiyorum. Kütüphane görevlisine soruyorum " en fazla ne kadar kitap alabilirim " eliyle iki kişiyi işaret ediyor. Ben üç kitap seçiyorum. Cahit sıtkı tarancı otuzbeş yaş, Attila ilhan sisler bulvarı ve liberalizm yazarını unuttum ilk iki kitabı yazdırdım kütüphaneye, liberalizmi alıp okuyorum. Pencere kenarında liberalist oluyorum Kitabın yarısında. Daha bir saat önce fundementalisttim. Komunizmde karar veriyorum. Bir kız yaklaşıyor " sen paskalı tanıyormusun" diye soruyor " Tanımazmıyım askerlik arkadaşım" kız gülüyor. Kız inanılmaz güzel. Kızın esrarengiz bir güzelliği var. Yanıma oturdu kitaplardan konuştuk. Türkiye 'nin son durumundan konuştuk. Peki bu kız neden güzel bence yani bilgi yok ve çünkü bizden ( bir ) adam kalmamış. herhalde kütüphanede başka bir adam olmadığındandır. Hemen yanımda cinsellikle ilgili bir kitap " gel beni al beni al " diyor " olmaz oğlum diyorum, manyakmısın ya kıza rezilmi edeceksin beni " kız acayip bir çabuklukla uzanarak "burda ne var" kitabı alıp gözüme bakabaka içini karıştırdı. Kütüphanede bizden başka kimse yok. Ve ben utanıyorum o da bende utanıyoruz. Olmaz böyle olmaz bir şey. ........................................................................................................................................................... ...........................................................................................................................................................


............................................................................................................................................ ............................................kayıp.......................................................................... dökülüyor geçip parka oturuyorum, herifin teki bana imalı imalı bakıyor sanırım ki eşcinsel. Kitabın birisini açıp iki şiir okuyorum. Kapatıp kitapları alıyorum yürüyorum. Kitap okurken insanlar bana acayip bakıyorlar. Başka bir gezegenden gelmişim hissi veriyorlar. Aslında bu şehirde elimde kitap yürümekten hoşlanmıyorum belkide çünkü bu çocuk kitap okuyor ve bize hava atıyor hissini verdiklerini ima ediyorlar. Çok kitap okudum. İnsan bilgiyle ve edebiyatla beynini doldurduğu an kendini daha iyi hissediyor. Daha büyük görüyor. Her kitaptan sonra yaşamımı daha muhteşem algılıyorum. Her şeyi derinlemesine görüyorum, herşeyi bir başka armoni biçiminde duyuyorum. Ve herşeyden öncesi mükemmel düşünüyorum. yaş : 16

1999

* Arkadaş geldi yaklaştı ve sordu " Abi sen neden kapitalizmin çökmesini istiyorsun, neden kapitalizmin düşmanısın? " Neden mi? çünkü kapitalizmde paran kadar adamsındır, paran kadar sağlıklısındır ve paran kadar kültürlüsündür herifçi oğullarının okumaktan, estetikten haberi bile yoktur cebinde tomar tomar para ensesi kalınlar altında araba gezer para hırlısı telekızlarla buluşur fakat bu seni yaralar. Araban veya kız arkadaşın olmadığı için değil, arabasıyla yanından geçerken hava atarken senin üstün başın çamur içinde kaldığı için, işte lanet kapitalizm budur " yaş : 16

- 1999


* 14 yaşındayım, sökük bir ayakkabı kolası yırtık bir gömlek ve buruşuk eski bir pantolon önümde iki tekerlekli bir el arabası üstü kat kat karton kutularla dolu. En alt kutularda tablolar var gözlerimi önüme eğerek zorda olsa götürebiliyorum arabayı; yıllar boyu hatta kelimesini kullanacağın yıl bile yok saat 09.00 gece bire kadar bu tabloları satmaya harcıyorum zamanı. Azda olsa tablo satıyorum fakat cebimde tek kuruş para yok para anneme ve eve gidiyor. Kendimi boşuna çalışmış gibi hissediyorum. Ben 14 yaşında el arabasıyla sürünüyorum, burjuvanın muhallebi çocukları eğleniyor. Ben ondört yaşımda el arabasını binbir güçlükle sürüyorum hayvanoğluhayvanlar hayatın tadını çıkarıyorlar. Arabanın arkası badanajlıyor aşağı sürükleniyor, utanıyorum. Kaldırımlarda "kaldırımlar çilekeş yalnızların annesi".

Anı

On yedi yaşındayım ve geçmişe dönüp baktığımda trajik felaket ve macera dolu bir hayatın


izleri görünmektedir. Geçmiş hayatım inanılmaz derecede uzun geliyor bana. Sanki şimdiye kadar çok şey gördüm. Hayatı herşeyiyle yaşadım. "Yaşasamda olur yaşamasamda" demek geliyor içimden. Aklımdan geçiyor. Kendimi çok genç çok yaşlı yarı ölü ve dipdiri hissediyorum. Herşey zamana mekana ve olaya bağlanıyor. Anılara kalıyor.

* Kitap gözüme kapaklanmış sırtüstü uyuyorum. Aslında yani. Yani uykuluyum tanımlayamadığım sesler duyuyorum, görüntüler görüyorum. Saat üçü vurdu. Kitabı yeniden okumaya başladım sırtüstü, lambanın ışığı nedense azalmıştı ve sararmıştı. Yeniden bıraktım kendimi feci bir uyku bastırdı. Neredeyse kendimi kaybettim. Ani bir sarsıntıyla beraber uyandım ve dehşetle ayağa kalktım. Evi uyandırdım. Üstümü başıma aceleyle birşeyler geçirdim ve uykulu kardeşimi kucağıma alarak dışarı koşmaya başladım. Şehirde sirenler ve alarm zilleri çalıyor. Arabaların alarmları panikte. Şehirde boş bir meydan arıyorum. Alaca karanlıkta korkudan değil soğuktan titriyorum hala uyku sersemiyim. Korkunç bir panik havası var. Sanki hiçbirşeyde olmasada bu panik insanı ürkütmeye yeter. Sonunda boş bir meydan buldum. İnsanlar sanki bir hortlak bir yer altı canavarı görmüşler gibi soğuk buğulu bir saydam camın arkasından gibi bakışları donuk. İçimde karmakarışık bir kararsızlık var. Nihayet sonunda bizimkilerde gelmeye başladı. Depremin merkezinde şimdi insanlar ölüyor enkaz yığınlarıyla cebelleşiyor. Hiç ama hiç beklenmedik bir anda gelen bir felç gibi bu deprem. Gökyüzüne ruhlar uçuşuyor.

16 - 1999


BİR RÜYA

Bir kadın koşarak geliyor "Sildirdim" diyor "hemde yirmi trilyonu sildirdim" diyor ve bankaya koşuyor ve tüm banka sakinleri bir odaya toplanıyor ve hepsini esir alıyorum ve yirmi trilyonumun silindiğine inanmıyorum çünkü benim yirmi trilyonum yok. Bir şişe alıyorum beton bölmeye vurup kırıyorum ve herkesi korkutuyorum. Korkulu mavi gözleri bana dönüyor. Ve televizyonda kütüklerin arasında birileri seviniyor "Kadına bak" diyorum ve bilgisayarda çalışması için zorluyorum. İmkansız diyor ve hiçbiri umursamıyor. Odanın kapısından polisler geçip gidiyor. Hepside kurtulmak amacıyla kalkıyor ve sıralar düzenleniyor öğretmenler tarafından. Tören varmış bizler istiklal marşı okunmadan kaçıyoruz ve bir keşiş şişeyi kırıp kırık parçasıyla adamın sırtını çiziyor. yaş : 16

1999

* Ve güzel oldukları kadar gizliden gizliye tatlı bir yosma ruhu var bunlarda ve insana insan dedirten ve insanı insan eden. Tüm değerleri çirkefleştiren para sefilliğimi bir kez daha kanıtlıyor ve 3115 tane zenginin piçi altlarında ki babadan kırtapoz mersedeslerden başka hiçbir karizmaları olmayan 3115 tane zengin piçi daha niceleri şehrin estetiğini bozuyor. Halbuki para bir tomar kağıttır. Karikatürler vardır üzerinde ve bu para denilen kağıt yığını kesinlikle üretilebilir ve benim gibi bir manyak bilimadamı para makinesini icat ettiği zaman işte kapitalizm o zaman çökecek ve işte kapitalizm böyle mahvolacak. yaş : 16 -

1999

* Yılını hatırlamıyorum ama üniversite sınavlarında öys 'nin kalktığı ilk dönemlerde bir sınava


girdim. Sınavın üniversite sınavı olduğunu sınavdan çıktıktan sonra anladım ve yüz yirmi puan aldım. Sınava girdim kazandım ama kazandığım bölüm orman işletmeleri müdürlüğüydü ve ben bu bölümü asla seçmiş değildim. Yani anlayacağınız ben bu sınava girdim ama sınavda bize girdi. Tabii sonuçta gidemedik gitsekte gidemezdik. Zaten kimse gitmem için 3 kuruş bile ayırmadı ama ikinci kez sınava bir girdim 161 puan aldım bu seferde YÖK 'e girdi açıkta kaldım hemde 161 puanla piç gibi kaldım ortada iyimi!

İMKANSIZ GERÇEKLER Sanırsam bir sonbahar günüydü yıl 1999 ve eylül ayının belirsiz günlerinde sanırsam. Osman Çeviksoy 'un Türk Sineması adlı inceleme - deneme kitabını okuyordum ve tanınmış tanınmamış tüm yönetmenlerin adlarını ve filmlerini not alıyordum. Çocukluğumdan beri sinemacı olma hayalim vardı ama on altı ve on yedi yaşlarımda bu hayal ideale ve engellenmesi imkansız bir Aşk 'a ve arayışa dönüştü. Tabii çevremde sinemayla ve kültürle ilgisi bulunan hiçkimse olmadığı için sinemasal idolümü gizli tutuyorum bir kaç kişi dışında. O anki amacım not aldığım yönetmenleri sıraya dizip 118 li hatlardan telefon numaralarını öğrenme ve hiç değilse bir tanesiyle bir irtibatta bulunmak ( zaten bu yoksunluğun içinde yapabileceğim hiçbir şey yok) Asıl önemlisi evin boşalmasını beklemek çünkü ev sakinleri evdeyken benim bir yönetmenle telefonda konuşmam tam bir delilik olur çünkü yaşadığım çevre bırakın yönetmeni sinemanın s 'si yok. Yani insanlar böyle bir duruma alışık değil zaten böyle bir ortamda çok orantısız olur. Mahrumiyetin, vahşetin, yoksulluğun acısı ( yada sızısı ). Genellikle bizim babalık yurtdışında 3.5 aylık şantiyelerde geçici kaynakçılık yapar kazandığı paralarıda kullanmaktan aciz olduğu için de ne olursa olsun sefilliğin içinde yaşadık çünkü peder pek evde yoktu o zamanlar. Bizim annemizde çarşamba pazarına giderdio zamanlar küçük kız kardeşimle. o zamanlar erkek kardeşim sanayide çalışırdı ve ev bomboş kalırdı. İlk 118 li hattan Metin Erksan 'ın telefon numarasını alamadığımı anımsarım. Çünkü Metin Erksan isminde birisi 118 li hatta kayıtlı değil. "ulan" dedim kendi kendime " ne


büyük ne yüce ne özel insanlar ki ! 118 li hatlarda telefon kayıtları bile yok. Olur olmaz kimseler arayıp rahatsız etmesin diye tabii ki. Daha sonra şerif gören 'i 118 den sorduğumda memur beş altı tane şerif gören verir. Tabii ben bu yönetmenlerin sadece istanbul da ikamet ettiğini biliyorum. Telefonda semti soran memura bilmediğimi (işittiğimide bilmiyor) " ismini bilmediğin adamları istanbul da hangi kafayla arıyorsun" " ama bu insanların kim olduğunu biliyormusunuz" "kimmiş" kendileri yönetmendir" " ee ne olmuş şimdi yönetmense bizde memuruz"



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.