GENC,
31 Ekim 2014 Cuma Sayı: 01 l
Yarın Gazetesi’nin gençlik ekidir
l
universiteler DIRENIR DIKTATORLER YENILIR
İmparatorluk heveslisi Erdoğan kavuşmak istediği yetkilerin bir kısmına cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ulaşmıştı. Diktatör Erdoğan, cumhurbaşkanı olur olmaz ise muhalefetin sesi olan üniversitelere saldırılarını sıklaştırırken, üniversitelilerin direnişiyle yüz yüze kaldı.
AKP neden üniversitede?
Diktatörü devirene kadar
AKP hükümeti, üniversitenin sadece bir eğitim kurumu olmadığının farkında. Egemenlerin ideoloji merkezi üniversitelerken, buna boyun eğmeyenlerin de siyasetini yürüttüğü, direnişi büyüttüğü, birleştiği merkez üniversiteler. Bu yüzden AKP’nin iktidara geldiği günden bu güne, özellikle de Gezi Direnişi’nin ardından üniversiteye yönelik baskılarını artırmasının sebebi kendi fikirlerinin karşısında tüm muhalif sesleri ezmek.
AKP rektörler ve YÖK üzerinden üniversiteleri yönetmeye çalışıyor. AKP çok çaba sarfetse de “Yeni Türkiye”sinin yeni üniversitelerini kuramayacak. Tüm yasakçı uygulamalarına rağmen, üniversitenin direnişi AKP’nin tüm Ortaçağ zihniyetiyle yürüttüğü politikalara karşı güçlü bir tokat oluyor. Tarih hiçbir diktatörün yenilmediği bir ana tanık olmadı. Bu yüzden de üniversitelilerin direnişi diktatörleri devirene kadar sürecek. GÜNCEL 03
Ana fikir’de bu hafta: Cem Kaptanoğlu
Diktatörlüğe karşı umut kendimizde
Rektörler: Yandaşlık bizim işimiz Kara Tahta 06
Yeni bir “Haziran”ı hep birlikte yaratalım Eksen 08-09
90’lar yasasıyla modern zamanlar Hukuk 11
Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı Cem Kaptanoğlu ile AKP’nin üniversiteye yönelik saldırılarını ve son dönemde üniversitelerde artan faşist saldırıları konuştuk. Ana fİkİr 07 AKP’nin “yeni üniversitesine” direnelim
YAŞAR ASLAN
03
Panaroma
02
MERCEK 31 Ekim 2014
Genç
İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü IŞİD’i mi destekliyor? güncel Nurseli Gözüaçık, İstanbul Üniversitesi
Ortadoğu’yu kan denizine çeviren IŞİD’i destekleyen ve Kobané direnişinin Türkiye’deki yankılarını bastırmaya çalışan AKP hükümetinin politikaları IŞİD’ci çetelere Türkiye’nin dört bir yanında
cesaret verdi. Üniversiteliler, Ortadoğu’da yaşanan bu katliamın karşısında Kobané halkının yanında olarak katliamcı IŞİD’in ve işbirlikçisi AKP’nin karşısında gençliğin sesini yükseltti. İstanbul Üniversitesi’ne IŞİD’ci çete Müs-Genç’in yaptığı saldırılara üniversiteliler, ne AKP’ye ne de IŞİD’ci çetelere üniversitemizde
yer yok diyerek cevap verdi. İstanbul Üniversitesi’nde öğrencilere karşı IŞİD’ci çetenin art arda yaptığı saldırılar, “Çeteler üniversiteye nasıl giriyor?” sorusunu sormamıza sebep oldu. İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü, bir aydır devam eden çetenin saldırılarının ortağı mı, inceleyelim.
IŞİD’ci çete üniversiteye nasıl giriyor? IŞİD’ci çetenin ilk saldırısı 26 Eylül Cuma günü öğle saatlerinde olmuştu. Öğrencilerin üniversitede olduğu bir saatte ellerinde çivili sopalar ve yüzlerinde maskeyle okula rahatça giren çete, üniversitenin içinde gezerek öğrencileri tehdit etti. Dakikalar boyunca üniversitede IŞİD yanlısı sloganlar atan çeteye hiçbir güvenlik görevlisi müdahale etmedi. Öğrencilere saldıran ve 3 öğrenciyi yaralayan çete yine ellerini kollarını sallayarak okuldan çıktı. Saldırıların bir ay boyunca ardı arkası kesilmezken çetenin üyeleri tanınmasına rağmen bu süre boyunca her gün okula alındı.
Rektör çetenin mi yoksa öğrencinin mi yanında? İstanbul Üniversitesi’nde tüm bu yaşananların ardından İstanbul Üniversitesi Rektörü Yunus Söylet, saldırının sebebinin “öğrencilerin kışkırtması” yüzünden olduğunu söyledi. Saldırının ilk günlerinde öğrencilere soruşturma açılabileceğinin sinyalini yakan rektör, gecikmeden de çetelere karşı direnen öğrencilere soruşturma açtı. Ortadoğu’da binlerce insanı katlederek bu coğrafyayı bir kan denizine döndüren katil IŞİD’e karşı üniversitede afiş asan öğrencilerin karşısında tavır alan Rektör Söylet çeteleri hala okula almaya devam ediyor. Rektör Yunus Söylet, öğrenci düşmanlığında bir numaraya yerleşirken açık bir şekilde IŞİD’ci çetenin yanında tarafını seçti.
IŞİD’ci çeteyi içeri alan güvenlik hakkında neden işlem yapılmıyor? Her sabah üniversiteye girişte öğrencilere okul kimlik kartı soran güvenlik, “Herkese nasıl kimlik kartı soralım” diyerek kendini aklamaya çalıştı. Ellerinde çivili sopa ve yüzünde maskeyle okula giren bu çetenin güvenlik görevlileri tarafından içeri alındığı, üniversite içinde hiçbir müdahalede bulunmamasından kanıtlanmış oluyor. Üstelik ilk saldırının ardından ilerleyen günlerde, öğrencilerin okula alınmadığı sabahın erken saatlerinde çetenin üniversiteye girerek üniversite içinde saklanmasına izin verilmesi güvenliğin çeteyle işbirliğini ortaya koydu. Üniversitede öğrencilerin yaptığı eylemlere duvar olan güvenlik, IŞİD’ci çeteye hiçbir müdahalede bulunmayarak da tarafını seçti.
Rektör-Polis-Çete işbiliğinin iç yüzü ne? İstanbul Üniversitesi’nde öğrencilerin yaptığı eylemlere güvenlik ve hatta polis anında saldırırken, IŞİD’ci çete el üstünde tutularak öğrencilere saldırması üniversite yönetimi tarafından izlendi. IŞİD’ci çetenin üniversitede öğrencilere yönelik saldırılarında üniversiteye giren onlarca polis, çete yerine öğrencileri darp ederek defalarca gözaltına aldı. 70’den fazla öğrenci gözaltına alınarak günlerce nezarethanede tutulurken, ardından mahkemeye çıkarılan bazı öğrencilere ise denetimli serbestlik verildi. IŞİD’ci çetelerle rektörlüğün işbirliği aşikarken IŞİD’in destekçisi AKP hükümetinin polisinin de bu işbirliği zinciri dışında kalması biz öğrencileri şaşırtırdı.
Genç
KADRAJ
03
31 Ekim 2014
Yaşar Aslan
PANAROMA
AKP’nin “yeni üniversitesine” direnelim
Cumhurbaşkanı da benim, başbakan da benim AKP’nin başındaki de benim, gerekirse rektör de ben olurum. Son dönemde Tayyip Erdoğan’ı en iyi ifade edecek cümle bu olsa gerek. Mahkeme mi hukuk mu onlar da neymiş Tayyip her şeyi söylüyor ya diğer yavaşlatıcı organlara ne ola ki diye düşünüyor AKP’liler. AKP buna “Yeni Türkiye” diyor bizde her şeyiyle birlikte “DİKTATÖRLÜK” diyoruz. Eli kanlı IŞİD’e tırlar dolusu silah taşıyarak her açıdan destekleyen de demokrasi naraları atarken polise “halkı vurma” yetkisi veren de sokaklara tankları indiren, OHAL ilan eden, Kobane’de yok edilmeye çalışılan bir kamu varken 1 hafta içinde ‘hasar gören’ kamu malından bahsedilerek 40’a yakın kişiyi katleden de bu diktatörlüktür. Üniversitelerin açılmasıyla gördük ki diktatörlüğün yeni Türkiyesi’nin “yeni üniversiteleri” karşımızda. Memleketi 90’lar karanlığına götürmek isteyen AKP, ideoloji üretim yeri olarak gördüğü üniversiteyi de es geçmiyor. Ortaçağ zihniyetinin karanlığına boğmak istediği üniversiteye “TAK-ŞAK” rektörler atıyor, beslediği IŞİD yanlısı çeteler polislerle birlikte üniversite öğrencilerine saldırıyor, üniversitelerden seslenerek eylem yapanı cezalandırma yetkisini polise verdiğini söylüyor. Bizler de AKP’nin yaratmaya çalıştığı gibi köşesine çekilen, mum gibi gençler olmayacağımızı bu saldırılara karşı Türkiye’nin dört bir yanındaki üniversitelerden yükselttiğimiz sesle gösteriyoruz. AKP bizleri 90’ların karanlığına sürüklemeye çalışıyor olabilir. Ama bu toplum 90’lardaki toplum değildir, olmayacak da. Bugün bizi, sırtını yasladığı orta çağ kanunlarının bataklığına sürüklemek isteyen bir diktatörlük var. Onun karşısında da ancak birlik olup durabiliriz. Bunun yolu, AKP’nin memleketi bürümeye çalıştığı orta çağ karanlığını, üniversitelerimize taşımaya niyetli diktatörlüğe direnmekten geçiyor. Ancak bu şekilde savaşı barışa, karanlığı aydınlığa çevirebilir, diktatörü yenebiliriz.
Üniversiteler direnir diktatörler yenilir
İmparatorluk heveslisi Erdoğan kavuşmak istediği yetkilerin bir kısmına cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ulaşmıştı. Diktatör Erdoğan, cumhurbaşkanı olur olmaz ise muhalefetin sesi olan üniversitelere saldırılarını sıklaştırdı. güncel nurseli gözüaçık
AKP’de tek adamlığa doymayan Recep Tayyip Erdoğan, ülke siyasetinde tek adamlığa oynamaktan da hiç geri durmadı, elini attığı her yeri baskıyla donattı. Erdoğan hem AKP Genel Başkanı, hem Başbakan hem de Cumhurbaşkanı olarak konuşup ülke siyasetine yön vermeye çalışıyor. Her alanda sultanlığım sürmeli diyen Erdoğan, üniversiteleri de es geçmeden saldırıyor. Diktatör Erdoğan, Cumhurbaşkanı olur olmaz üniversiteler tez susturulmalı diyerek YÖK’ün yetkilerini artırmak için çalıştı, her üniversite açılışında konuşarak buralarda benim sultanlığım hüküm sürmeli dedi. AKP neden üniversiteye saldırıyor? AKP, üniversitenin sadece bir eğitim kurumu olmadığının farkında. Egemenlerin ideoloji merkezi üniversitelerken, buna boyun eğmeyenlerin de siyasetini yürüttüğü merkez üniversiteler. Bu yüzden AKP’nin iktidara geldiği günden bu güne kadar, özellikle de Gezi Direnişi’nin ardından üniversiteye yönelik
baskılarını artırmasının sebebi kendi fikirlerinin karşısında tüm muhalif sesleri ezmek. Üniversitelerde AKP’ye karşı yükselen mücadeleyi boğmak için ise her yol deneniyor.
Üniversitesi’nde, İTÜ’de yolsuzluk operasyonlarında gözaltına alınan AKP’lilere fahri doktora ünvanları verilerek hırsızlıklar aklanmaya çalışılmıştı. AKP’nin diktatörlüğünü devirecek üniversiteliler ise “Orada dur AKP Her rektör bir küçük Tayyip burası üniversite” diyerek İstanÜniversite yönetimlerini eline bul Üniversitesi’nde Fatih Belealan AKP, üniversiteleri dışar- diye Başkanı Mustafa Demir’e dan müdahaleyle, darbe kuru- verilen fahri doktora ünvanını mu YÖK’le yönetmek yerine protesto etmişti. üniversitelerin rektörleriyle yönetimi kendi tarafından sı- Üniversitelerin direnişi diktakılaştırdı. YÖK’le üniversitede törü devirene kadar sürecek istediği hakimiyeti kuramayan AKP demeden önce önüne koAKP, üniversitenin bizzat içine yacağımız onlarca şey var. Kagirerek her üniversiteye bir yan- til, hırsız, yolsuz, diktatör, imdaş rektör yerleştirdi. Her yan- paratorluk heveslisi, Ortaçağ daş rektör ise bir küçük Tayyip zihniyetli, savaş çığırtkanı, işedasıyla üniversitede AKP’nin birlikçi, halk düşmanı... Tüm sözcülüğünü başarıyla yerine bunların karşısında ise ünivergetiriyor. Üniversitede AKP’ye sitelilerin büyük bir direnişi karşı siyaset yürüten öğrencilere var. AKP “Yeni Türkiye”sinin soruşturma üzerine soruşturma yeni üniversitelerini kuramaaçan rektörler, üniversitede de- yacak. Üniversitelerin direnişi mokratiikliğe dair de ne varsa AKP’nin tüm Ortaçağ zihniüzerine çöküyor. yetiyle yürüttüğü politikalara karşı güçlü bir tokat oluyor. Üniversitede AKP’ye yer yok Tarih hiçbir diktatörün yenilYolsuzluk operasyonlarıyla hır- mediği bir ana tanık olmadı. sızlıkları ortaya çıkan AKP’lileri Bu yüzden de üniversitelilerin aklamanın adresi olarak üni- direnişi diktatörleri devirene versiteler seçiliyor. İstanbul kadar sürecek.
Genç
GUNCEL
04
31 Ekim 2014
Davutoğlu bakanlarına seslendi
Meydanları boş bırakmayın
Ahmet Davutoğlu, Yükseköğretim Akademik Arşiv Projesi Tanıtım Toplantısı’nda konuştu. Erdoğan’ın “Öğrencileri siyasette görmek istiyorum.” sözlerini anımsatan Ahmet Davutoğlu “Üniversiteler siyasilere kapanmamalıdır, özgür düşünce ortamları yaratılmalıdır.”dedi. Davutoğlu’nun özgür düşünce ortamından anladığı IŞİD çetelerinin de üniversitelere girebilmesi olsa gerek. Davutoğlu üniversitelerde yandaş siyaset istiyor. güncel ebru kaya
Üniversitelerin siyasete kapanmaması gerektiğini vurgulayan Davutoğlu; çıkardığı yasalardan, üniversitelerde uyguladığı baskı politikalarından, Kobane’ye destek verdiği için gözaltına aldığı üniversitelilerden bağımsız olarak konuştu. Üniversiteler siyasete kapatılmamalı Davutoğlu üniversitelerde uygulanan baskılardan habersiz olmalı ki üniversiteler siyasete kapatılmamalıdır dedi. Üniversitelerde özgürce düşüncesini söylemek isteyen öğrencilere yıllardır soruşturma üzerine soruşturma açılıyor. Sırf afiş astığı için öğrenciler üniversitelerden uzaklaştırılıyor. Davutoğlu anlaşılan üniversitelerde sadece AKP siyaseti yapılsın istiyor. Yandaş siyasetten başka siyasetlere izin verilmiyor. Davutoğlu’nun bu yaptığına da siyaset denmiyor. Erdoğan’ın diktatörlüğünü aynen devam ettiren Davutoğlu üniversiteleri özgür düşünce ortamlarından soyutluyor.
söyleyen Davutoğlu, “Şunu görünce üzülüyorum. Bakan arkadaşlar, Başbakan olarak ben üniversite açılış derslerine giderken şu kaygıyı hissetmemeliyiz: Orada bir grup provokatif gencin öğrencimizin eyleminden çekinerek üniversiteler siyasilere kapanmamalı. Aksine biz gitmeliyiz ve her görüşten öğrenci soru sorabilmeli.” dedi.
Gönül ister ki bütün üniversiteler öz‘Her görüşten öğrenci soru gür düşüncenin mekanları olsun sorabilmeli’ Üniversitelerin siyasete kapanan yerler Davutoğlu Üniversitelere gitmekten çe- olmamasının altını çizen Davutoğlu kinmemeliyiz diyerek bakanlarına seslen- uyguladığı politikalarla üniversitelerin di. Bakanların ve kendisinin üniversite tartışma ortamlarını yok etmeye çalışıyor. açılışlarına giderken kaygı duyduklarını Öğrencilerin üniversitelerde stant açma-
sı bile engelleniyor. Fakat IŞİD çeteleri üniversitelere kadar girip öğrencilere saldırabiliyor. Davutoğlu ” Bazı üniversitelerin neredeyse siyasi alana kapandığı yerler haline gelmemesi lazım. Gönül ister ki bütün üniversite amfileri özgür düşüncenin karşılıklı saygının mekanları haline gelsin.” dedi. ‘Meydan okumayan öğrenciden haz almazdım’ Üniversitelerin öğrencilerin tartışma alanları olması gerektiğini söyleyen Davutoğlu “Aksine biz üniversitelerimizin her bir bölümünü insanları rahatsız eden yerler haline getirmek durumundayız. Öyle farklı fikirler olacak ki
rahatsız da olacak uykusu kaçacak. Hoca olsaydım yeknesak bir sınıftan bana hiç meydan okumayan bir öğrenciden haz almazdım.” diye konuştu.” diyerek konuştu.
Diktatörün YÖK’ünü kazıyacağız Yıllardır öğrencilerin önünde bir duvar gibi duran YÖK bu sene yeni yetkilerle donatılmış şekilde önümüze sürüldü. AKP YÖK’ün yetkilerini az bulmuş olacak ki, YÖK’ü yeni yetkilerle donatıyor. Erdoğan tamamen kendi yönetiminde bir YÖK, kendi yönetiminde bir üniversite istiyor ama evdeki hesap çarşıya uymuyor. Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmaya doğru yü-
rürken YÖK’ün yetkilerini artırması, Cumhurbaşkanı olur olmaz da üniversiteye saldırması bir tesadüf değil. Bunun karşısında AKP adım attığı her üniversitede bir direnişle karşılaşıyor. Şimdi direnişi daha da büyütme zamanı. AKP’yi her alandan sıkıştırma, Diktatöre ecel terleri döktürme zamanı. Bu nedenle Diktatörün YÖK’ünü kazıyacağız demek için tüm gençleri 6 Kasım’da alanlara çağırıyoruz.
Genç
GUNCEL
05
31 Ekim 2014
AKP özgürlük kavramına yeni bir boyut kazandırdı
Üniversitelerin tartışma, sorgulama, muhalefetin adresi olduğunu çok iyi bilen Erdoğan, üniversiteleri kendisi için büyük bir tehlike olarak görüyor. Bu yüzdendir ki üniversitelileri bastırmak için bu zamana kadar elinden gelenin fazlasını da yaptı. Bu yıl üniversite açılışlarında üniversite üniversite gezen diktatör Erdoğan’ın üniversitelilere vermeye çalıştığı ayarların hiçbiri tutmadı. güncel nida ateş
larda üniversitelere değinmeden geçemiyor.
Erdoğan, yetersiz kaldığı yerlerde üniversitelerin rektörlerini, ÖGB’lerini ve polisleri kullandı. Bunlarda yetmez gibi besleyip büyüttüğü IŞİD’i saldı üniversitelilerin üstüne ama üniversiteliler direnişleriyle IŞİD’i geri püskürttü ve diktatöre gereken cevabı verdi. Üniversitelerdeki direniş, AKP’yi korkudan titretiyor Soma’da 301’den fazla işçinin ölümüne neden olan Soma Holding’in patronları, öğrencilerin günlerce süren okul işgali sonucu İTÜ Maden Fakültesi Akademik Danışma Kurulu’ndan atılmıştı. Üniversitelerdeki direnişin harlanarak büyümesinden çok korkan AKP, elindeki bütün imkanları kullanarak gençliği baskılamaya çalışıyor. Bunun içindir ki AKP, yaptığı açıklama-
Üniversiteliler gözaltına alınmakta ‘’özgürler’’ Son olarak Karadeniz Teknik Üniversitesi açılışına katılan Erdoğan ‘’Üniversiteler artık özgür, bilimsel yerler, eskisi gibi kısıtlamalar, yasaklar yok. Bizimle birlikte üniversite öğrencileri kendi fikirlerini istedikleri gibi söylemeye başladılar.’’ diye açıklama yaptığı hafta içersinde İstanbul Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi’nde Erdoğan’ın ‘’özgür’’ olarak tanımladığı öğrenciler ve akademisyenler darp edilerek ‘’özgürce’’ gözaltına alındı. Yasak yok, kısıtlama yok, bilimsel eğitim var diyen Erdoğan kendisini bile kandırmayı beceremiyor. Kendisini kandırsa dahi, üniversiteliler AKP’ye kanmıyor. Görünen o ki, diktatör Erdoğan daha da köşeye sıkışacağa benziyor.
AKP neden üniversiteye saldırıyor? İmparatorluk heveslisi Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı olur olmaz üniversitelere yönelik saldırılarını artırdı. AKP’nin üniversitelere saldırıları karşısında üniversiteliler nasıl cevap vermeli? Berna Bağlam İstanbul Üniversitesi: Özgür bir geleceğin neferleri olarak AKP’nin saldırıları karşısında bilincimiz, inancımız tam; yumruğumuz sıkılı olmalı. Baskılar ne kadar artarsa bizim sesimiz de daha gür çıkmalı. Sürdürdüğümüz mücadeleyi pasifleştirmeden elle tutulur çözümlerle diktatöre ve çetelerine yanıtımızı vermeliyiz.IŞİD çetelerini İstanbul Üniversitesi’nden kovduğumuz gibi ancak birlik içinde mücadele ederek üniversitelerin AKP’nin değil bizim olduğunu gösterir ve özgür üniversiteyi inşa edebiliriz.
Berna Bağlam
Barış Budak, 9 Eylül Üniversitesi: Üniversiteler eğitim, bilim ve bilincin şekillendiği en yüce kurumlardır. Bu kurumların sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi için özgür ve bağımsız olmaları gerekmektedir.Bugün ülkemizde, üniversitelerde yaratılan dönüşüm bir yandan tamamlanmak istenirken, baskı ortamı AKP’nin gerici politikaları ile birleşerek hızla derinleşiyor.Bilinçli gençler olarak, toplumsal destekle bir farkındalık yaratmak ve örgütlenip bu sorumluluğu net olarak taşımak en büyük hedefimiz olmalı !
Barış Budak
Esma Beyza Ozulluoğlu
Esma Beyza Ozulluoğlu, Uludağ Üniversitesi: AKP, ülkedeki her kurumu tek elinde birleştirmeye çalıştırdığı gibi üniversiteleri de bilimin konuşulduğu birim olmaktan çıkarıp kendi istediği gibi bir “nesil” olmasını istiyor. Üniversireliler olarak apolitik olmamız istenen şu dönemde bizi baskı altında tutmaya çalışan rejime boyun eğmemeli, sesimizi çıkarmalıyız. Bizi tek tipe dönüştürmeyi hedefleyen iktidara cevap vermek zorundayız. Bu cevabı da ancak güçlü bir birliktelikle, tek ve gür bir ses olarak verebiliriz.
Orkun Türkmen
Orkun Türkmen, Anadolu Üniversitesi: Birliktelik. Ne yazık ki birliktelik dendiğinde benim aklıma gezi direnişi geliyor ve daha aşağısı beni doyurmuyor.Yani en başta dayanışmayla cevap vermeli.Tek önemli nokta kanı kanla temizlemeye çalışmamak. Üniversitelerdeki her öğrencinin AKP karşısında olmadığını bilmemiz ve buna göre hareket etmemiz gerekiyor. Eğer herkes bu saldırıların bilincinde olursa veya yapılanların saldırı niteliğinde olduğunu anlarsa ve birlikte hareket etmeyi öğrenirse gençlikten cevap gelecektir.
Genç
KARA TAHTA
06
31 Ekim 2014
Çok seviyorum... İstanbul Üniversitesi Rektörü Yunus Söylet, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sevgisini kişisel Twitter hesabından övgüler yağdırarak göstermeye çalıştı. 140 karaktere sığdıramadığı sevgisini her alanda göstermeye devam eden Söylet, son olarak 17 Aralık yolsuzluk operasyonunda gözaltına alınan Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’e üniversitede düzenlenen törenle fahri
doktora unvanı verdi. Biz öğrenciler olarak bu sevginin sebebini anlamadık ve törenin yapıldığı salonun kapısından sorduk: “Üniversite milyonları çalan hırsızlara nasıl fahri doktora unvanı veriyor?” Rektör Söylet sorumuza cevap vermek yerine salonu polis eşliğinde terk etti. Ama fazla uğraşmamıza gerek kalmadan biz cevabı bulduk “Çok seviyorum, anlayamazsınız”
Velev ki ideolojik Anadolu Üniversitesi’nde yeni eğitim yılının başında kayıt masaları açan öğrencilerin pankartlarında AKP’ye karşı ve Erdoğan’a hakaret eden söylemler bulunduğu gerekçesiyle Rektör Naci Gündoğan’ın imzasının da olduğu bir kararla ideolojik pankartlara izin verilmeyeceği söyledi. Karar üniversite yönetimi tarafından kayıt sırasında masa açan
öğrencilere tebliğ edilerek ideojik pankartlar indirilmediği taktirde stantların kaldırılacağı söylendi. Üniversitesinde AKP’ye söz söyletmesine karşı ateş püsküren Gündoğan, bu da yetmezmiş gibi stant açan öğrencilere özel güvenliklerini saldırttı. Üniversiteliler ise “Velev ki pankart da ideolojik” diyerek yangın tüpüyle Rektör Naci Gündoğan’ın ateşini aldı.
Yandaşlık bizim işimiz Ne vereyim abime?
İstanbul Üniversitesi, yeni eğitim yılına yolsuzluk skandalıyla girdi. Tahmin edebileceğiniz gibi yine kahramanımız Rektör Yunus Söylet. Yeğenini kantin koordinatörü yapan Söylet, eniştesini otoparkın sorumluluğuna getirdi. Üniversite bünyesinde toplam 47 kantin olduğu ve bunların her birinin günlük 20-30 bin TL, enişteye tahsis edilen İstanbul Üniversitesi’nin Çapa otoparkının da
binlerce lira geliri olduğu göz önüne alındığında buradaki yolsuzluğun meblağının yüzbinlerce lirayı buluyor. Göreve başladığı 2009 yılından itibaren en büyük idolü Erdoğan’ı örnek alarak aile boyu yolsuzluğa soyunan İstanbul Üniversitesi Rektörü Yunus Söylet’ in Kantini yeğenine otoparkı eniştesine vermesinin ardından biz de öğrenciler olarak abisine ne vereceğini merakla bekliyoruz.
Bir rektör düşünün ki…
Ezgi Başaran’ın Radikal Gazetesi’nde “Bir rektör düşün ki” diyerek başladığı İTÜ Rektörü Mehmet Karaca’nın yaptığı yandaşlıkları konu alan “Dingoların bilim dünyasından acıklı haberler” başlıklı yazıyı Rektör Karaca mahkeme kararıyla yayından kaldırttı. Bunun üzerine bize düşen de; Bir rektör düşünün ki Mezuniyet töreninde Gezi’yle ilgili pankartlar açıldı diyerek toplu mezuniyeti kaldıran, Soma
Holding patronlarını akademik danışma kuruluna alan, muhalif asistanları işten atan, GDO’lu pirinci onaylayan, TOKİ Başkanı’nın oğluna kontenjan açan demek oldu. Son olarak da yaptığı yandaşlıkların böyle saklayabileceğini sanan Rektör Karaca’ya soruyoruz: Bu yazıyı engelletmiş olabilirsin ama her yerde karşısına çıkacak ve tüm bu yandaşlıklarını yüzüne vuracak üniversitelileri nasıl engelleyeceksin?
07
ANA FIKIR 31 Ekim 2014
Genç
Diktatörlüğe karşı umut kendimizde Üniversitelerin açıldığı ilk günden bu yana üniversitelilere yönelik baskılar devam ediyor. Bir yandan faşist saldırılara karşı direnen üniversiteliler bir yandan da IŞİD’e geçit vermemek için mücadele ediyor. AKP’nin üniversitelerdeki baskıları devam ederken konuyu Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Başkanı Cem Kaptanoğlu ile değerlendirdik. Günümüz Türkiye’sinde “üniversiteli” olmak nasıl bir şey? Sorunuzun yanıtı günümüz Türkiye’sinin nasıl olduğuyla yakından RöPORTAJ ilişkili. Günümüz burcu karefil Türkiye’si, otoriterlik dozu gittikçe artan, hatta faşistleşme sürecine girmiş bir rejimle yönetiliyor. Böyle rejimlerde devlet, tek parti, tek ideoloji, tek doğru ve tek “adam”la özdeşleşerek “tekleşir”. Bu tekleşme süreci, burjuva demokrasileri için olmazsa olmaz olan yasama, yürütme, yargı arasındaki güçler ayrımın, yürütme tarafından yutularak, denetimi ve dengeleyicileri olmayan tek bir zorba güce dönüşmesini getirir. Tekçi rejimler, çoğulculuğun, çeşitliliğin, farklılığın, aykırılığın, “marjinalliğin”, sıra dışılığın, serbest çağrışımın, merakın, hayalciliğin, özgürlüğün, hakikat aşkının… ayrıcalıklı mekanları olması gereken üniversiteye ve öğrencisi, öğretim elemanıyla üniversitelilere hep kuşkuyla bakmışlardır. Tekçi rejimler, üniversiteler onların tekçi ideolojilerini onaylasın, desteklesin, yaygınlaştırsın isterler. Türkiye üniversiteleri, dünün askeri devleti veya bugünün AKP devleti karşısında kurumsal anlamda ne yazık
ki teslim olup yenilmişlerdir ve çeşitliliklerini, farklılıklarını, hakikat aşklarını yitirip tekleşmişlerdir. Teslim alınamayan ve alınması mümkün olmayan ise “bir kısım” öğrencisi, asistanı, hocası ile “bir kısım” “üniversiteliler”dir. Eğer bugün her şeye rağmen hala Türkiye’de üniversitelerden söz edebiliyorsak bu onların mücadelesi sayesindedir. Kısaca günümüz Türkiye’sinde üniversiteli olmak; “tekçilik” karşısında, çeşitliliği, farklılığı, çoğulculuğu, aykırılığı, marjinalliği, barışı, özgürlüğü, eşitliği, adaleti, bilimi, hakikat aşkını savunmayı göze almaktır.
ğünü, refah ve mutluluğunu tehdit eden iç ve dış güçler işte tam bu zamanlarda ortaya çıkar(ılır)lar, devlet, her yerde, düşman, komplo, “fitne” görmeye başlar. “İç güvenlik paketi”, “yeni MİT, TİB, YÖK yasaları” vb. devlet, gölgesinden korkmaya başladığı zaman yürürlüğe konulur. Devlet kendisini güvende hissetmez çünkü tekçi dünyasının dışında bıraktıkları, bastırdıkları, ezdiklerinin hoşnutsuzluğu, direnişi yükselmektedir. Bu direnişin en önemli öznelerinden biri de genç üniversiteliler olduğu için devletin eli gözü üstlerinden eksik olmaz.
Öğrencilerin amfilerden toplanarak, öğretim üyelerinin darp edilerek gözaltına alındığı, 90’lar yasalarının uygulanmaya çalışıldığı yaşadığımız bu süreci ve üniversitelere yapılan baskıları siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Kapitalist devlet yapısı içinde üniversiteler, devletin ideolojik aygıtı olarak işlev görürler. Liberal demokratik rejimlerde üniversitelerin çeşitliliği, eleştirelliği veya aykırılığı iktidardakileri çok rahatsız etmez, hatta rejimin meşruiyetinin bir göstergesi olarak sunulur. Çünkü yerleşik rejim, ideolojik hegemonyasından veya kendisinden emindir. Türkiye’de olduğu gibi kapitalist devletin olağanüstü rejim tiplerinde, iktidardakiler ideolojik hegemonyalarını yitirmişlerdir, özgüvenleri sarsılmıştır. Ülkenin bölünmez bütünlü-
Sizce üniversitelerde olan bu olaylar karşısında üniversite yönetimleri nasıl bir tutum almalıdır? Yukarıda da belirttiğim gibi kurumsal anlamda yani bilimsel, yönetsel, mali özerklikleri, içsel yönetim işleyişleri, akademik düzen ve ilişkileri, iktidar karşısındaki konumları açısından Türkiye üniversiteleri devlet tarafından teslim alınmış veya teslim olmuşlardır. Bu teslimiyet üniversite yönetimlerinin üniversitelilere uygulanan baskının öznesi veya alkışlayanı haline gelmesi demektir. Bu nedenle olması gerekenle olan arasındaki makas kapanamayacak şekilde açılmıştır. Böyle bir ortamda Terrence’in şu sözünü hatırlamamak imkansız: “Umut kendimizde”
Sizin de içinde bulunduğunuz üniversitelerde, okulun ilk gününden bu yana öğrencilerin politik bir söz söylemeye, yönetimin bunu susturmaya çalıştığı bir durum var. Siz üniversitelerde siyaseti yasaklamaya çalışan bu zihniyete ne diyorsunuz? Geçliğin, üniversite gençliğinin politize olması, politika yapması konusunda iktidardakilerin düşünceleri her zaman son derece tutucuydu. Düzen partileri, “gençler politikaya ilgisiz”, “apolitik” diyerek yakınırken, gençlerden istedikleri, gençlerin partilerinin gençlik kollarına kaydolup “siyasetçi” olmak için hazırlık yapmalarıydı. Ancak Gezi Direnişi sonrasında artık gençlerin apolitik olduklarını söyleyen yok, hatta “’80 öncesini” hatırlatan “derslerinize çalışın!”, “bilim yuvalarına siyaset sokmayın!” uyarıları yükseliyor. Gençlerin kendi tarzlarında politika yapmaları ezelden beri iktidarların korkulu rüyası olmuştur. Gezi Direnişi bu tarzın çağdaş, evrensel tüm özelliklerini taşıyordu ve iktidardakileri korkuttu. Bu nedenle üniversitelerde siyasal etkinlikler yasaklanıp bastırılmaya, öğrenci örgütlenmeleri parti gençlik kollarının uzantısı yapılmaya çalışılıyor. Ancak bunlar artık demode oldu, gençlik politika yapış “tarzını” çoktan buldu.
Yamalı cUbbe
10
31 Ekim 2014
Genç
90’lar yasasıyla modern zamanlar
14.10.2014 tarihli kanun teklifi meclis alt komisyonundan geçti. Yeni yargı paketiyle TCK ve CMK hükümlerinde bazı değişikliklere gidilecek. Bu yasa değişikliklerinin AB’ye uyumluluk sürecinde bir adım olmasını bekleyen ve iç güvenlikte polisin yetkilerini arttırmanın gerekli olduğu düşünen hükümet için yargı paketi, iç güvenlikte bir reform niteliği taşıyor. Muhalif görüşler ve hukukçular tarafından bu kanun değişikliklerinin ülkeyi geçmişteki baskıcı politikalara sürükleyebileceği gibi, kişi hak ve özgürlüklerine ve uygulamada problemler yaşanması halinde anayasa ve Avrupa İnsan Hakları sözleşmesine aykırı durumlara sebep olabileceği söyleniyor.
Kime göre, neye göre makul?: Teklifin 21. Maddesiyle CMK m.116’da çok tartışılan “makul şüpheli” değişikliğine gidiliyor. Teklifin kanunlaşması halinde; yakalanabileceği veya suç delillerinin elde edilebileceği hususunda makul şüphe varsa, şüphelinin veya sanığın üstü, eşyası, konutu, işyeri veya ona ait diğer yerleri aranabilecektir. Akla uygun görüldüğü takdirde böyle bir uygulamanın önünü açan teklif, iddiaya konu suçun faillerine ulaşmak
Ağlamayana emzik, şikayeti olmayana dava yok: Öncelikle teklifin 20. Maddesiyle “ Tehdit” başlıklı TCK m.106’da değişikliğe giderilmesi önerilmekte. Buna göre; suçun koruduğu hukuki yarar kapsamına “kişi hürriyeti” kavramı eklenecek ve ölümle tehdit dahil olmak üzere suçun takibi mağdurun şikayetine bağlı olacak. Ölümle tehdit edilen mağdurun şikayeti yoksa soruşturma başlamayacak ya da mağdurun şikayetini çekmesi halinde soruşturma kapanacak, açılan bir kamu davası varsa düşecek. Bu düzenlemeyle tehdit suçunun temel halinin yanında nitelikli halinin de mağdurun şikayetine bağlı olacağı yorumunu yapmak mümkün. ”Ağır tehdit” altındaki mağdurun ruh hali ve failin özellikleri düşünüldüğünde, mağdurun şikayette bulunmama ya da şikayetten vazgeçmesi gibi durumlar söz konusu olabilir. Eşi kendisini öldürmek isterken canını zar zor kurtaran bir kadın, fail tarafından tehdit edildikten sonra korkudan bu durum hakkında şikayette bulunmazsa ya da şikayet ettikten sonra canının tehlikede olduğunu açıkça hissedip yine korkudan şikayetinden vazgeçerse soruşturma kapanacak.
Yerin kulağı varsa, yeni Türkiye’nin yasası var: 23. Maddeyle CMK m. 135’te “iletişimin tespiti” adı ile bilinen şüpheli veya sanığın kiminle, ne kadar, ne süre ve nerede görüştüklerini tespit eden bilgilerin alınması usulünde değişikliğe gidilmesi kanun teklifinde yer almakta. Bununla birlikte iletişimin dinlenmesi, kayda alması ve iletişim bağlantısının tespitine yönelik tedbir hükümleri uygulanacak. Devletin Güvenliğine ve Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar başlıkları altında kanun teklifindeki bu madde yerini alacak. Kanun değişikliğinin 26. Maddesiyle CMK m. 153’te yer alan “Müdafiin dosya inceleme yetkisi”ne kısıtlamalar getiriliyor. Müdafii yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları
veya suçun delillerini toplamak için yapılacak aramayı imkansızlaştırmakla kalmayıp, uygulamada keyfiyete gidilmesi gibi sorunlara yol açabilecek niteliktedir. Zira “makul” ifadesinin somut olayda neye karşılık geldiğine dair net bir açıklamada bulunmak mümkün değil. Kucağında ekmek ile eve giderken başından vurularak hayatını kaybeden bir çocuğu yüzünde maske olduğu için makul şüpheli ilan etmek ve onu terörist kabul etmek meşrulaşacak.
Şüpheliysen malından, maskeliysen canından: Paketteki bir diğer teklif maddesi ise CMK m. 128’de değişikliğe gidilmesini öngören 22. Madde. Bu teklifle Anayasada kurulan düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar başlığı altında düzenlenen TCK m. 309 “Anayasayı ihlal”, 311 “Yasama Organına karşı suç” , 312 “Hükümete karşı suç”, 313 “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine karşı silahlı saldırı”, 314 “Silahlı örgüt”, 315 “Silah sağlama” maddelerinde tanımlanan suçlardan herhangi birinin işlenmesi ve bu suçlardan elde edildiğine dair somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebebi bulunan hallerde, şüpheli ve sanığa ait olduğu tespit edilen taşınmazlara, hak ve alacaklara CMK m 128/1’de gösterildiği şekilde el konulacak. Mal varlığı bir suçtan elde edilmişse veya suçta kullanılmışsa, o mala el koyma tedbiri uygulanabilir. Ancak görüyoruz ki bu değişiklikle bir tedbir uygulamasına gidilmeyip, yeni bir katalog suç oluşturma yolu tercih edilmiştir. Kişinin suçun kapsamındaki mal varlığına el koymak değil; bireyin tüm mal varlığına el konulması söz konusudur. Somut olaylarda keyfiliğe gidilmiş olması halinde kişilerin mülkiyet hakkının bu maddeyle güven altında olamayacağı açıktır.
ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar hariç dosya içeriğini, muhafaza altına alınmış delilleri, diğer tutanak ve belgeleri inceleyemeyecek. Kanunda 2004’te yapılan değişiklikle bu yetki genişletilmişken, şimdiki teklifle tutuklama gibi önlemleri de içeren soruşturma evresinde, özellikle şüphelinin aleyhine tanıklık edenlerin ifadelerinin, şüphelinin aleyhine toplanan belge ve bilgilerin müdafii ve şüpheliden gizlenmesi, tartışılamaması, buna uygun savunma yapılamaması halleri doğabilecek. Tüm maddeler dışında polisin gözaltına alma süresi 24 saat olarak yeniden belirlenirken, savcı istediği hallerde bu süreyi 48 saat daha uzatabilecek ve şüpheli veya sanık 4 gün içerisinde hakim karşısına çıkarılacak.
Sonuç olarak AB’ye uyumluluk ve iç güvenlikte reform yaratmak amacıyla meclise sunulan bu teklifler, 90’lardaki baskıcı politikaları yeniden önümüze sunarak keyfi uygulamalara sebebiyet verecek hale gelmiştir. Uygulamada yanlışlara gidilmesi halinde kişi hak ve özgürlüklerinin çiğnenmesi, Anayasa ve AİH Sözleşmesine aykırı durumların ortaya çıkmasının önü bu kadar açılmışken daha kötü zamanlara sürüklenip sürüklenmeyeceğimiz meçhul. Zira önceki kanunlara rağmen kolluk kuvvetlerinin yanlış ve ölümle sonuçlanan fiilerinin açtığı yaralar kapanmadı, adalet ise yerini bulmakta gecikiyor. Yapılan açıklamalara, eleştiri ve tepkilere karşın değişiklikler kanunlaştırılır ve daha kötü sonuçlar ortaya çıkarsa, yargıdaki bu kara lekeler asla temizlenemez.
KADIN
11
31 Ekim 2014
Genç
Bir kadın ne ister, ne istemez?
Bu ay kadın sayfamızı Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğrencisi Nida Ateş yazdı. Kadın mücadelesinin ne şartlarda ilerletilmeye çalışıldığını, üniversiteli kadınların mücadelenin neresinde durduğunu yazdığı yazısını sizlerle paylaşıyoruz. KADIN Bir kadın ne ister? Bu, çok basit bir soru. Önnida ateş celikle yaşamak ister. Modernleşen hayattan
kadın mücadelemiz adliyelerden meydanlara, lise koridorlarından, üniversite bahçelerine kadar her payına düşeni almak ister. Toplumda söz sahibi ol- yerde ilerliyor. mak, çalışmak, saçını istediği renge boyamak ister. Kahkaha atmak ister, doyasıya. Bir kadın ne istemez Kadınlar öldürülüyor, oklar hep aynı yönü peki? Bu daha da basit bir soru aslında. Bir kadın, gösteriyor ataerkil toplum düzeninin ezilmişliğini yaşamak Kadınlara her yönden fiziksel ve psikolojik şiddet istemez. Bir kadın sırf koruma yasası uygulanmadığı uygulanırken kadın cinayetleri artık bu şiddetleiçin ölmek istemez. Bir kadın kocası, sevgilisi ya rin son evresi olarak karşımızda duruyor. Kadın da babası tarafından sürekli tehdit edilirken ölüm cinayetlerinin nedenleri düşünüldüğünde oklar korkusuyla yaşamak istemez. Bir kadın yasa uygu- hep aynı tarafı gösteriyor; hükümetin kadın lansın diye beklerken gözünü her açtığında kadın düşmanı politikaları. Bu politikalar ilkokullara cinayeti haberiyle karşılaşmak istemez. Toplumda kadar uzanıyor. 4+4+4 ile evlilik yaşını düşüren zaten ikinci plana atılmışken birde devletin onu hükümet, üniversitelerde de bu politikaları degöz ardı ettiği bir durumu kabullenmek istemez vam ettiriyor. ‘’Kızlı - erkekli evlerde kalmayın’’ bir kadın. Memlekette durum böyleyken kadınlar açıklamasından, ‘’Gülistandan boş çıkmayın, istemedikleri, fakat onlara dayatılan her türlü şeye hemen evlenin’’ açıklamasına kadar kadın cinakarşı mücadele yolunu tercih ediyorlar. Kadınlar yetlerine giden yolu örüyor. Tüm bunlara karşı en makul talepleri için, yaşamak istedikleri için bu kadınlar üniversitelerinde de mücadelelerini veyolu tercih ediyorlar. Toplumun her kesiminden riyor. Özge Gündoğan öldürüldüğünde İstanbul kadınlar, bu tehlikeyle her dakika burun buruna. Üniversitesi’nde Özge’ye sahip çıkan kadınlar, En yüksek rezidansın 28. Katında lüks dairesi olan hükümetin tüm bu açıklamalarına karşı da gekadından, tekstil işçisi kadınlara, üniversiteli ka- reken cevabı veriyor. O halde, kadın cinayetlerine dınlardan, okuma yazma bilmeyen kadınlara kadar. karşı her yerde kadınlar birleşik büyük bir kadın Kadın cinayetleri, toplumun her kesiminden kadı- mücadelesi vermeli ve bunu her alana yaymalıdır. nı hedef alırken, kadın mücadelesi de toplumun her kesiminden kadını içine almalıdır. Bu yüzden,
Kadınların yaşama talebine sırtını dönenlere toplum da sırtını döner
Kadınların ve toplumun en büyük yarası olan kadın cinayetleri her yaştan, toplumun her kesiminden, her eğitim düzeyinden kadını hedef alıyor. Kadınların sadece kadın oldukları, kendi hayatları hakkında karar almak istedikleri için öldürüldükleri bu memlekette, kadını korumayan hükümet yapacağı AVM’nin merdivenini tartıştığı kadar kadınları nasıl hayatta tutacaklarını tartışmıyor. İstediği zaman, kendi yolsuzluklarını aklamak, halkaları baskılamak için bir gecede torba yasa çıkaranlar kadın cinayetlerini görmezden geliyor. Kadınların yaşam haklarını kazanması için kadın katillerine ağır cezanın yasalaşması şartken, yine kadınların verdiği mücadeleyle yasalaşan koruma
kanunu uygulanmıyor. Her gün korunmadığı için öldürülen başka bir kadının veya öldürülen kadın tayt giydiği, öldüren adam pişmanım dediği için indirim alan katillerin haberini okuyoruz. Hal böyleyken hükümetin de kadınların taleplerine kayıtsız kalması mümkün olmuyor ve bu kadar kitleselleşenbir hareketi, halkın kendisinin durdurduğu kadın cinayetlerini umursamaz görünmek işine gelmiyor. Bu yüzden Ayşenur İslam kadın cinayetlerini kınıyor. Kadın cinayetlerini kınamak bir başlangıçtır ancak yetmez. Ne zaman Ayşenur İslam kadın cinayetlerini kınamakla kalmayıp durdurmak için harekete geçer, yasa çıkarır, çıkan yasanın uygulanmasını sağlar işte o zaman toplum onu da kucaklar.
12
Analiz 31 Ekim 2014
Genç
AKP ve ABD’nin yeni seferi ‘hüsranla mı’ sonuçlanıyor?
Ortaçağ’dan da geri zihniyetiyle Ortadoğu’yu kan denizine çeviren IŞİD’in katliamları dünyanın ve Türkiye’nin gündemi oldu. AKP hükümeti IŞİD’e her türlü desteği sağlarken buna karşı Türkiye’nin dört bir yanı yangın yerine döndü. Anadolu Üniversitesi Sanat Tarihi bölümü öğrencisi Özge Uyanık IŞİD’e karşı Kobané halklarının direnişini ve AKP ile ABD’nin buradaki emperyal planlarını yazdı. dünya özge uyanık
Herkesin gözü bir süredir Kobanê üzerinde. Peki Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren IŞİD nedir? Neyi amaçlıyor? Lideri Ebu Beki Bağdadi olan silahlı terör örgütü, Irak ve İran’da faaliyet gösteriyor. 2004 yılında kurulan ve açılımı Irak Şam İslam Devleti olan örgütün amacı Suriye, Filistin ve Ürdün topraklarını içine alan bölgede Şeriat’a dayalı bir devlet kurmak. IŞİD petrol kaynaklarına yakınlığı nedeniyle dünyanın en zengin terör grupları arasında. Ortadoğu’da katliam yapan örgüt, 40 günü aşkın süredir Kobanê’de saldırılarına devam ediyor. Peki Kobanê IŞİD için neden bu kadar önemli? Birincisi Kobanê’nin konumu, tam da IŞİD’in ele geçirdiği toprakların arasında yer alıyor. IŞİD burayı ele geçirirse kontrolü altında bulunan topraklarda bütünlük sağlayacak. İkincisi, sınır kapısı. Kobanê düştüğünde Suruç’taki Murşitpınar Sınır Kapısı da örgütün kontrolüne geçmiş olacak.
Kobanê’nin kürtler için de önemi büyük. Kobanê, Esad rejiminden kurtulan ilk şehir. O tarihten itibaren de Kürtler önemli kazanımlar elde etti. Kobanê’nin düşmesi bu kazanımlara büyük darbe olacak. En önemlisi de Suriye’de Kürtlerin hakimiyetinde olan üç kanton var; Afrin, Kobani ve Cezire. Kobani, diğer iki kantonun ortasında yer alıyor. IŞİD burayı ele geçirdiğinde Kürt kantonları arasında tam bir kopukluk oluşacak. Bölgede çatışmalar yoğunlaşarak devam ederken PYD güçleri de Kobanê’yi savunmaya devam ediyor. IŞİD’in elinde olan dört bölge geri alınmış durumda. AKP ve ABD’nin emperyal hayalleri suya düştü Kürtlerin kazanımlarıyla IŞİD git gide geriletilirken Türkiye’de ki durum ne? AKP ve ABD el ele vermiş Kobanê’nin düşmesini beklerken hayalleri suya düşmüş durumda. Emperyalist politikalarını Ortadoğu üzerinde uygulamayı hedefleyen AKP’nin planları tam tersine
dönüyor. AKP, planlanana göre Kobanê’nin düşmesiyle birlikte ABD ile birlikte hareket ederek Esad’a saldırılacak ve bölgedeki hakimiyetini kuracaktı. Kürtlerin kontrolü altında olan bölge, AKP’nin egemenliğe girdiğinde çözüm süreci de AKP lehine çevrilecekti. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Kobanê’deki direniş IŞİD’i püskürtüyor ve bu durum AKP’yi giderek paniğe sürüklüyor. Açıklamalarındaki çelişkilerden AKP’nin korku ve paniğini görebiliriz. IŞİD’i yaptığı silah ve tank yardımlarıyla besleyip büyüten AKP köşeye sıkışmış durumda. Bir söylediğinin saniyeler sonra tam tersini söylüyor. İmparatorluk hevesiyle, Ortadoğu’nun hakimi olmak isteyen Erdoğan çıkıp, ‘Silah yardımı yapılmasını Obama’ya ben önerdim’ diyor. IŞİD’i yaratan AKP-ABD yardım koridorunu açıyor, silah gönderiyor, peşmergelerin geçişine izin veriyor. Tüm bunlar AKP ve ABD’nin bir lütfu değil IŞİD sayesinde Esad’a saldırmak için bir hamle, halkların demokratik yaşam koşullarını boğma hedefidir.
Korkunun ecele faydası yok Kobanê’de kürt halkı demokrasi için direnirken ülke de de AKP tarafından bir iç savaş çıkarılması hedeflendi. Kobanê’ye destek için meydanlara çıkan insanlara sokak ortasında kurşun sıkıldı. 40’dan fazla insanımız bu süreçte hayatını kaybetti. Ancak Kobanê’ye destek için sokağa çıkanlara saldıranların tamamı, AKP’nin evde zor tuttuğu %50’den ibaret değil . Tamamen faşist duygularla sokağa çıkan bu şovenist grupları yönetmek, AKP açısından pek mümkün olamadı. Hayalleri yıkılan bir diktatör düşünün. Sokakların kontrolü, elleri altından kayıp giden bir diktatör. . Ve devamında gelen korkuyu, siniri, paniği.. Korku ve panik her zaman hata yaptırır. AKP’ de hata yapacak. Şimdi AKP’nin korkularının üstüne gitme zamanı. Yükseklik korkusu olan bir insanı ayaklarından tutup pencereden sallandırmak gibi mesela. Bu sayede AKP korkularını yenemez ama halklar AKP’yi yenebilir.
13 Çalışan öğrencilere sorduk
Genç
EMEK 31 Ekim 2014
Direnişteki Sütaş işçileri:
Birleşirsek kazanırız
Fransa’da 68 baharında patlak veren üniversite ve fabrika işgallerinin derhal Türkiye’ye de sıçraması sonucu günümüze kadar gelen bir mücadele tarihimiz var. Ülkemizde ise 15-16 Haziran işçi direnişi kendisini günümüzde kendini Sütaş boykotuyla gösteriyor.
Anadolu Üniversitesi Turizm Bölümü 3. sınıfta okuyan aynı zamanda komilik yapan Eymen Yamaç’la yaptığımız röportajda, çalışan ve okuyan bireylere dair kendi sorunlarını konuştuk. Üniversite okuyan gençlerin bir çoğu geçimini sağlayabilmek için part-time işlerde çalışmak zorunda kalıyor. Biz de bir üniversite öğrencisinden konuyla ilgili görüşlerini almak istedik; -Hem çalışıp hem okuyan bir öğrenci olarak karşılaştığın zorluklardan ve bunun senin üzerindeki etkilerinden bahsedebilir misin? Eskişehir’de bir barda öğleden sonra saat 4-5 gibi çalışmaya başlıyordum. Saati 3 liradan günde 8 veya 12 saat çalışıyordum. Gece geç çıkışlar sizi çok yoruyor, eve gider gitmez uyuyorsunuz. Sabaha karşı eve gelince erken ders saatlerine yetişmek imkansız oluyor. Öğleden sonra işe başlayınca öğlen derslerini de kaçırdığım günler oluyordu. Gün içinde çalışırken sadece 10 dakika yemek molası veriyorduk, personel yemeği zaten kötü oluyordu ve yerken bile işe dönmek için sürekli baskı yapılıyordu. Çalışanlar arasında okumayanlar varsa, onlarında biz okuyan ve çalışan gençler üzerinde de ayrıca bir baskısı oluyordu. “Yapamazsın, okuyamazsın, ikisi birlikte olmaz” şeklinde sözlerle adeta insanı yıldırıyorlardı. Torpiliniz oldukça daha rahat çalışma imkanlarınız oluyor ve patronla değil de çalışanlar arasında bir hiyerarşi söz konusuydu. -Peki senin ve senin gibi hem çalışan hem de okuyan gençlerin maddi ve sosyal sıkıntılarına dair çözüm yolları var mı? Ben aileme yük olmamak ve kendi ayaklarımın üzerinde durabilmek için işe başlamıştım. Devlet bursu kazanmıştım, ancak yetmiyordu. İşe başladığım vakit sigortam yapılınca bursum kesildi. Yani devlete göre bir üniversite öğrencisinin çalışmak gibi bir lüksü olamaz. Bunun önünü kesebilmek için ihtiyacı olan parayı da anında kesebiliyor. Sadece burslu öğrenciler içinde değil, kredi alan öğrenciler için de maksimum sigorta günü bildiğim kadarıyla 150 iş günü, sonrasında kredisi de kesiliyor. Yarı zamanlı çalışanların da ücretlerinde belli bir limit olmadığı, saatine göre kazanacağı paranın ancak işveren tarafından belirlenmesi de sırf geçimlerini kendileri sağlamak ve artık ailelerine yük olmak isyemeyen gençleri zor koşullarda çalışmaya mecbur ediyor. Eğer devlet tarafından bu şekilde engel oluşturulmaz, kanuni düzenlemelerle çalışma koşulları iyileştirilirse sorunların çözülebileceğine ve biz gençlerin kendi hayatlarına yön verebilen yetişkinlere dönüşmekte sıkıntılar çekmeyeceğine inanıyorum.
Soma’da 307 işçinin katledilmesi sonucu yapılan eylemlerde hem gençliği en ön saflarda görmemiz hem de İTÜ Maden Fakültesi’nin kazanımlarla sonuçlanan işgali son dönemlerde gençlik mücadelesini önemli bir aşamaya getirdi. İşçi ve gençlik el ele üniversitelerde Sütaş işçilerinin, boykotu üniversitelere taşıması, gençlik örgütleriyle birlikte açtıkları stantlar, son haftalarda üniversite hareketinin sınıf mücadelesi içerisindeki yerini bir kez daha gösterdi. 1968 kuşağını yaratan şey ne öğrencilerin ‘maceraperestliği’ ne de
‘bireysel özgürlük’ talepleriydi. Şu anda İspanya’da da olduğu gibi ekonomik krizlerin yaşandığı ülkelerde işsizliğin kendisini göstermesine paralel olarak gençlik hareketlerinin de yükselmesi tesadüfi olaylar değildir. DİSK-AR’ın açıkladığı son verilere göre her üç
üniversite mezunu gençten biri işsiz. Burjuva devletlerin üniversite öğrencilerini kapitalist eğitim sistemine göre; düzenle barışık yurttaşlar yetiştirmeye ve işçi sınıfını düzene entegre etmeye çalışsa da, her iki kesim de gerçeğin farkındalar.
Sütaş boykotunda ortak mücadele edenlere sorduk Tek Gıda-İş Sendikasına bağlı Sütaş işçileri sendikalı oldukları için işten atılmışlardı. Yaklaşık 200 gündür yürüttükleri mücadele ile Sütaş ürünlerini boykot ediyorlar. Sütaş işçileri Uludağ Üniversitesi’nde gençlik örgütleriyle birlikte stant açarak bildiri dağıtımı yaptılar. Tek Gıda-İş üyesi Yunus Dağçal: Sendikal haklarınız için verdiğiniz mücadele şu an hangi aşamada? İlk boykota başladığımız zaman Bursa’da satışlar çok yüksekti. Fakat şu anki boykot aşamasında satışlar çok düştü, diğer iller de aynı şekilde. Bunun da tek sebebi “Biz emek hırsızlığı yapan firmaların ürünlerini almıyoruz” demesi. Gençlikle birlikte masa açmak, mücadeleyi birleştirmek sizlerde
Yunus Dağçal
nasıl bir etki yarattı? Üniversiteli arkadaşların bize çok büyük katkısı oldu. Biz bu mücadeleyi zaten tek başımıza sürdüremezdik. Şöyle bir laf vardır “Bölüşürsek var oluruz, bölünürsek yok oluruz” O yüzden bütün işçi sınıfı bütün emekçi dostları bölünmemek için her şeyimizi bölüşmemiz lazım. EHP Gençliği üyesi Ebru Kaya: İşçilerle birlikte ortak bir mü-
Ebru Kaya
cadele yürütmenin gençlik hareketi açısından nasıl bir etkisi oldu? Bizler Şütaş fabrikasının önünde kendilerini ziyarete gittik, onlar üniversitemize mücadelelerini taşıdılar. Benim açımdan yeni bir dayanışmanın umutlarını taşıdı. Hele de bu iki taraf işçi ve gençlikse. İşçilerle konuştuğum kadarıyla onlar da bizimle birlikte, mücadelelerini büyütüyor olmaktan gerçekten memnun.
Güncel örnekleriyle Kapital okumaları
2 haftada bir düzenli olarak Karl Marks’ın ölümsüz eseri Kapital’i Yarintv.net’den canlı yayın bağlantısı ile hep birlikte okuyoruz. Kitabın ele alındığı tarihten bu güne kadar yaşanan krizleri ve ekono-
mik gelişmeleri öngören eser güncel örneklerle tartışılıyor. 2 Kasım Pazar günü ise kitabın önümüzdeki oturumu gerçekleştirerek kaldığımız yerden devam edeceğiz. Kapital sunumunu canlı yayından takip edebilirsiniz.
GENIS ACI
14
31 Ekim 2014
Genç
Kavgası olmayanın şiiri de olmaz Şiirde muhalefetin bir gelenenek halini geldiği ve AKP’nin sansürü hemen burada başlattığını biliyoruz. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Bölümü Öğrencisi Uğur Yanıkel, şiirin muhalif gücüne dikkat çekerek son dönemde hükümet tarafından sanata yapılan saldırılara karşı üniversitelerde edebiyatla ilgilenen gençliğin nasıl tepki vermesi gerektiğini yorumladı. Şiir çoğu zaman duygusal bir ürün olarak görülür fakat şiirin muhalif bir gücü olduğu da yadsınamaz bir gerçek. Öyle ki sırf eleştirel bir tavrı olduğu için sansüre uğrayan şiirleri birçoğumuz biliyoruz. Bunun temel sebebi şiirin toplum bazında bir farkındalık oluşturduğu, yaşanan adaletsizliklere, ilerleyen bozuk düzene karşıt bir ses olarak kendini göstermesidir. Bu bakımdan şiirin şairi bağlamında bir kavgası olduğu çıkarımında bulunabiliriz. Ve bu kavga Nazım’ın da dediği gibi hürriyet kavgasıdır. Bunun bir haline geldiğini, bu kavganın halen devam ettiğini, bir gelenek haline geldiğini anlayabiliriz. Örneklemek gerekirse
Namık Kemal, Nazım Hikmet, Ahmed Arif, Şükrü Erbaş, Ahmet Telli ve adını sayamadığımız eski-yeni birçok isim bu kavgada kalemleriyle yerini almıştır ve gelecekte de başka isimler yerini alacaktır. Şiirin ve edebiyatın bu denli politikleşmesi karşısında AKP’nin çözüm olarak her alanda uyguladığı kadrolaşmayı bu alanda da uyguluyor. Peki, bu kavgacı şiire karşı AKP hükümeti nasıl kadrolaşmayı sağlıyor, bu kadrolaşmayı nasıl meşrulaştırıyor? Geçtiğimiz aylarda Kültür Bakanlığı “özgün edebiyat eserlerinin desteklenmesi” adı altında 40 yazara toplamda 463 bin TL yardımda bulunacağını açıklamıştı. Öncelikle şunu belir t-
mekte fayda var, bir siyasi iktidarın yazarlara doğrudan yardım sağlaması kabul edilemez bir girişimdir üstüne üstlük bu yardımı alan “yazarların” adının gizlenmesi hiçbir mantığa ve akla uymamaktadır. Bu bağlamda başta üniversitelerdeki şiir toplulukları olmak üzere edebiyat ile ilgilenen politik gençliğin AKP’nin kültür-sanat alanında uyguladığı bu kadrolaşmaya karşı tepkisiz kalmamalıdır. Fakat üniversitelerdeki şiir toplulukları hem ülke gündeminden uzak hem de iktidar tarafından ilgilendikleri bu alana yapılan müdahalelere karşı bir duruş sergilemiyorlar. Bu da onları şiir seviciliğinden öteye götürmüyor.
Unutmayalım ki kavgası olmayanın şiiri de olmaz.
Düşünemiyorum o halde YÖK’üm İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü Öğrencisi Mert Kaan Başar’ın hazırladığı bu yazıda 12 Eylül 1980 darbesiyle kurulan YÖK konu ediliyor. Kurulduğu günden bu yana üniversitelerin özerkliğini yitirerek YÖK’ün bünyesinde idare edilmesi, eleştirel bir dille kaleme alınıyor. 12 Eylül 1980 darbesi, gençlik başta olmak üzere toplumun her alanında fikri özgürlüklerin kısıtlanması sonucunda bir baskı rejimi oluşturmakta kararlıydı.Cunta yönetiminin hedef aldığı ilk yer ise üniversitelerdi. Bunun ilk önemli ayağı darbe sonrasıda çıkarılan 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu. Bu kanunla beraber özerk olan üniversite yönetimleri devlet tekeline girdi. Darbe zihniyetinin bu kanunu çıkarırkenki asıl amacı üniversitlerde tartışan, fikir üreten gençliği yok ederek darbe öncesi gençliğin yeniden mücadele yükseltmesine engel olmaktı. Darbe hükümetinden sonraki hükümetler her seçim döneminde YÖK’ü kaldıracaklarını dillendirmelerine rağmen üniversiteleri iktidarların ideolojik üretim
merkezi haline getirdiler, YÖK’ü baş tacı yaptılar. AKP’nin darbeyi ve darbecileri yargılaması darbenin somut simgesi olan Yök’ü yargılamadan ve kapatmadan yeterli olmaz. Yök’ü kapatmak yerine imtiyaz ve imkan sağlayarak üniversitelerin üzerindeki baskısını daha da arttırmıştır. Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması ile birlikte Yök’ü tamamiyle kendi himayesine alıp diğer alanlarda olduğu gibi üniversitelerde de kendi sözünün geçmesini istediğini görmekteyiz. Tayyip Erdoğan YÖK eliyle demokratik üniversite mücadelesi veren öğrencileri ÖGB-Polis baskısıyla,soruşturmalarla yıldırmaya çalışmaktadırlar fakat biz üniversite gençliği olarak Tayyip Erdoğan diktatörlüğünede onun YÖK’üne de üniversitelermizde ki direnişlermizle cevap vereceğiz.
Genç
KULTUR - SANAT
15
31 Ekim 2014
“Bildiğiniz yada pek bilmediğiniz” Edip Cansever
kültür - sanat Yunus Emre Özyurt
Tam adı Ömer Edip Cansever.İlk şiiri İstanbul dergisinde yayınlandığıında henüz On altı yaşında bir çocuk ve ilk kitabı “İkindi Üstü” basıldığında ise on dokuz yaşında bir delikanlıydı.Elli yedi sene kaldı dünya nezaretinde.Geri de bıraktığı eserlere bakarak, hayatı şiir, şiiri hayat olmuş bir şairdi o.Yaşamı boyunca ve ölümünden sonrasına dair temennisinde dahi şiirlerinin toplu bir neşriyat olarak basılmasını istmemiştir fakat 2005 yılında bir yayıncı kuruluş, şiirlerini yaklaşık 1200 sayfadan oluşan iki ciltlik bir neşriyatta bir araya getirmiştir. Bazılarının aklını ise hiç şüphesiz “bu kadar da çok şiir yazılır mı?” sorusu kurcalıyor.Bu durum için Cemal Sü-
Hüseyin Algül
reya, Cansever’in ölümünden sonra mübalağasız bir mizahla şu dizeleri yazmıştır: “Her şeyin fazlası zararlıdır ya, Fazla şiirden öldü Edip Cansever.” İlk şiirlerinin Garip etkisi altında kaldığı söylense de Cansever zamanla bireysel temalara yönelmiştir.O söz konusu olan bireysel temalarıyla birlikte şiirini topluma açmak çabasındadır. Öze ve anlatıma ağırlık veren bir dili kendine üslup olarak kabul eden Edip Cansever, kendine has söyleme gücünü “Masa da Masaymış Ha” şiirinde bulmuştur: “... Adam masaya Aklında olup bitenleri koydu Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu ... Kimi seviyordu kimi sevmi- Ahmet abi, güzelim, yordu bir mendil niye ka...” nar Birey artık Cansever şiirinde Diş değil, tırnak dedoğa ve toplum içindeki ana ğil, bir mendil niye birimdir.Bireyi ve o bireyi dile kanar getiren şiiri, doğa ve toplum Mendilimde kan içindeki karşıtlıklarıyla ko- sesleri.” numlamaya çalışır.Ve Edip Edip CanseCansever’in bu poetikasının ver en canlı örneğini “Yerçekimli Karanfil” şiirinde görmek mümkündür..Turgut Uyar ve Cemal Süreya ile birlikte İkinci Yeni’nin önde gelen şairlerinden biri olarak gösterilmiştir. “... Gülemiyorsun ya, gülmek Bir halk gülüyorsa gülmektir Ne kadar benziyoruz Türkiye’ye Ahmet abi.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğrencisi Hüseyin Algül, Brokeback Mountain filminin öyküsünü 25. Kare köşemizde, gördüğümüz karenin dışında varolan başka yönleriyle ele aldı.
25. Kare
Ben hiçbir yerdeyim Brokeback Mountain(Brokeback Dağı), yönetmenliğini Ang Lee’nin yaptığı, başrollerini Heath Ledger ve Jake Gyllenhaal’ın paylaştığı 2005 yılı ABD yapımı 134 dakikalık bir filmdir. Pulitzer ödüllü Annie Proulx’un kısa hikayesinden sinemaya uyarlanmıştır. Üç dalda Oscar ve pek çok ödül kazanan bu filmin uyarlandığı öykü, son yılların en çarpıcı metinlerinden biri olma özelliğini de taşıyor. Ennis del Mar(Heath Ledger) ve Jack Twist(Jack Gyllenhaal)’ in Brokeback Dağı eteklerinde çobanlık yaptıkları 1963 yılında başlayan ve yaklaşık 20 yıl süren kırılgan ama tutkulu, içine kapanık ama bir o kadar da duygusal ilişkilerini, kahramanlarımızın gerçekleşemeyen hayalleri ve korkuları üzerinden ve buna ek olarak da ikilinin
derin yalnızlıklarının, dinmeyen özlemlerinin yarattığı sancılarla birlikte, muhteşem doğa manzaraları ve bir o kadar da anlamlı ve şahane müzikler eşliğinde anlatılan samimi, doğal bir aşk öyküsüdür. Karakterlerin öyküsü, işlenişi, diyaloglar müthiş. Ön yargıyla seyredilmezse çok güzel bir film olduğu söylene gelmiş ancak ön yargıyla bile seyretmeye başlasanız bir şekilde film etkileyici diliyle size ulaşmayı beceriyor. Aşkı sadece ayrı iki cinsin birbirine olan hisleri olarak değerlendirip bu kavramı bu noktada hapsetmek var oluşu kavrayamamak, özünde dinamik değişkenleri anlayamamaktır. Moulin Rouge(Kırmızı Değirmen) filminde şöyle bir replik geçer: “Hayatta öğrenebileceğin en önemli şey; sevmek ve karşılığında sevilmektir.” Filmde bu
durum öylesine tutkulu ve etkileyici bir şekilde aktarılmış ki filmin büyüsüne kapılmamak içten değil. Aynı zamanda toplumsal baskının insanların hayatlarında ne denli etkili olabileceğini gösteren drama filmidir. Var olan tüm bu güçlüğe rağmen aşkından vazgeçmeyen Jack’in hikayesidir. “Hiçbir zaman yeterli vaktimiz olmayacak.” çığlığının duyulduğu romantik, çok yönlü bir filmdir. Bu film her ne kadar başarılı filmler arasında yer alamasa da lgbti teması içeren filmler kadrosunun vazgeçilmezleri arasına girebilecek niteliktedir. Filmin birçok vurucu sahnesi mevcut. Ancak beni bütünüyle içine alan bir sahne var ki bahsetmeden geçemeyeceğim: Tutku yüklü bu aşkın kahramanları dört yıl gibi uzun bir süreden sonra birbirlerine kavuşurlar.
Cinsiyet kavramını ortadan kaldıralım ve düşünelim; o nasıl sarılmaktır, o nasıl öpüşmektir. Film anlatmak istediği aşkı ve vermek istediği mesajı bu sahneyle sonuna kadar verir ve hissettirir. Ennis’in gözyaşları eşliğinde, Jack’den kalan hatıraya son bakışı ile tamamlanır film. İzleyin ve “aşk” kavramının özüne ulaşmaya çalışın. Aşkı yalnızca değerli kılan zıt iki cins değil kişilerin kendisidir. Yazımı Jack’in haykırışıyla bitirmek isterim: “İyi dinle. Birlikte bir hayatımız olabilirdi.Çok güzel bir hayat. Kendi yerimiz olurdu. Ama sen bunu istemedin Ennis. Peki elimizde ne var ha? Brokeback Dağı! Her şey burada başladı, elimizde sadece o var sadece o! Hiçbir şeyi bilmesen de bunu bildiğini umarım.”
ARKA SIRA
16
31 Ekim 2014
Genç
Kalkınma Bakanı kürsüye çıktı üniversiteliler salonu boşalttı
Piston aşağı indi Aksaray Üniversitesi’nin akademik yıl açılışında Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz kürsüye çıkınca öğrenciler salonu boşalttı, Yılmaz kendini kurtarmaya çalıştı.
TOPLUM Burcu karefil
Törenin başında dolu olan 1200 kişilik salon, Bakan Yılmaz kürsüye çıktığında öğrenciler tarafından boşaltıldı. Üniversitelilerin artık görmeye dahi tahammül edemediği AKP’nin bakanlarının, üniversitelerde veya memelekette istenmediklerini ne zaman anlayacakları ise gizliliğini korumaya devam ediyor. Erdoğan’ı her zaman örnek alan ve birer Erdoğan olma yolunda birbirleriyle yarışan AKP’liler arasında, “Dünya lideri” Erdoğan’ın BM Genel kurulunda boş salona konuşmasını taklit eden Bakan Yılmaz ipi göğüsleyeceğe benziyor. Kendisinden bu uğurda, yakın zamanda atın üzerinden düşmesini de bekliyoruz. “Kesin acıktılar yoksa dinlerlerdi” Öğrencilerin salonu terketmelerinin ardından Y ılmaz “Muhtemelen öğrencilerimiz yemeğe
gitti.” diyerek boş salona seslendi. Seslenişi kendi sesinin yankısıyla cevap bulan Yılmaz üniversitenin ilk dersini boş salona vermiş oldu. Görülüyor ki üniversitelere istendiği kadar yandaş rektörler, hocalar atansın yine de AKP’lilere rahat yok. Davutoğlu’nun yaptığı, yeter artık üstümüze çok geliyorsunuz tadındaki “kimse üniversiteye giderken tedirgin olmamalı” açıklamasında da AKP’lilerin üniversiteye korkuyla gittikleri anlaşılıyor. Gittiği her yerde protesto edildi Bundan sonraki gün Akdeniz Üniversitesi açılışına katılan Yılmaz yine öğrencilerin salonu terketmesiyle ilk dersi boş salona verdi. Yenilen pehlivan hesabı Yılmaz da öğrenciler tarafından protesto edilmeye doyamıyor. Akdeniz Üniversitesi’nde tören yemek arasına gelmediği için “yemek yemeye gittiler” de diyemeyen Yılmaz kapı önünde oturma eylemi yapılarak protesto
edildi. Akdeniz üniversitesi’nde yaptığı konuşmada “Öğrenci kardeşlerime t a v s i y e l e rd e bulunmak istiyorum. Kendinizi farklılaştırın. Üniversite farklılıkların olduğu bir ortam olmak durumundadır. Düşünce hürriyeti, herkesin kendi inanç ve düşüncesi özgür bir şekilde yaşadığı ve ifade ettiği bir ortam olmak durumundadır. ” diyen Yılmaz’ın öğrenci kardeşlerim diyerek boş salonda kime seslendiği de merak konusu oldu.