Hacettepe’de neler oluyor?
Hacettepe Üniversitesi bugünlerde demokratik üniversite talebi adına önemli gelişmeler yaşanıyor. Özellikle 80 sonrasında üniversite gençliğinin mücadele ettiği, bedeller ödediği söz, yetki, karar hakkı için ilk adım geldi. Öğrenciler yeni rektör Prof. Dr. A. Murat Tuncer’le üniversite hakkında toplantı yaptı, kararlar aldı.
09
Dink ailesi avukatı Fethiye Çetin:
10
Bu dava böyle bitmez
Cari açıkta artış sürüyor
Başbuğ’a neler olacak?
2011 yılının Ocak-Kasım döneminde, bir önceki Cari açık yılın aynı dönemine artışı göre yüzde 77,7 % 77.7 artarak, 70 milyar 241 milyon dolar oldu.
Avukat Veysel Ok yargılanma sürecini değerlendirdi. GÜNCEL 5
www.yarinhaber.net
18 ocak 2012 çarşamba l sayı:15 l 1 tl
Diyeceksiniz!
Hakan Öztürk AKLIN YOLU
3
Gençliğin bayramı
Gülsüm Kav ANA FİKİR
5
Ve Fransa’nın da notu düşürüldü
Sonunda beklenen oldu ve Avrupa’nın en büyük ekonomilerinden Fransa da not mağduru oldu. Hükümet kaynaklarının AFP’ye verdikleri bilgiye göre, S&P, Fransa’nın “AAA” olan uzun vadeli kredi notunu düşürürken, Almanya, Hollanda ve Lüksemburg’un “AAA” olan uzun vadeli kredi notlarını korudu. ekonomİ 8
Sağlıkta GSS dönemi başladı
Ergenekon’a beraat Hrant Dink’in katilini azmettirenler “örgüt üyeliği”nden beraat etti
Mahkeme, Hrant Dink’in öldürülmesine ilişkin tutuklu sanıklarından Yasin Hayal’e “Hrant Dink’i” tasarlayarak öldürmek suçundan ağırlaştırılmış müebbet cezası verilirken, bütün sanıkların, “silahlı terör örgütüne üye olmak” suçundan beraatına karar verdi.
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in 5 yıl önce 19 Ocak’ta öldürülmesiyle ilgili davada Yasin Hayal’e ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilirken, Erhan Tuncel beraat etti. Dink ailesinin avukatı Fethiye Çetin mahkemenin kararı sonrası şunları söyledi: Meğer Hrant Dink üç-beş kendini bilmez tarafından öldürülmüş. Burada örgüt yokmuş. Bu kadarını beklemiyorduk. Bu karar yerleşik bir geleneğin bozulmadığı anlamına geliyor. Nedir bu gelenek? Devletin siyasi cinayetler geleneği, devletin bir kısım vatandaşını düşmanlaştırma geleneği devam ediyor. Bu kararı bir kez daha tescil ettiler. Bu devletin katil, halkını bombalayan, imhacı, suikastçı, kundakçı gibi sıfatlarla yan yana anılmasından çok rahatsız olanlar devleti bundan arındırmak için hiçbir çaba sarf etmediler. Bu gelenekle arınmak, yüzleşmek cinayetlere asla diyebilmek için bu dava eşsiz bir fırsattı. Ama onlar kullanmak istemediler. söyleşİ 9
Ekonomi köprüyü geçemedi 1 Ocak’ta yürürlüğe giren GSS’nin nasıl uygulanacağı kafa karışıklığı yaratmaya devam ediyor. Yeşil kartlılar “gelir bildirimi” için başvuru yapmaya başladı. Yeşil kart kullanıcılarının yarısının kartlarını kaybedeceği tahmin ediliyor. Bu ay ilk GSS primleri maaşlardan kesilecek. Meslek örgütleri GSS’nin sonuçlarına karşı halkı uyarırken, yeni eylem hazırlıklarına başladı. TOPLUM 2
Kültür Bakanlığı’ndan “Serpintiler” Geçtiğimiz hafta, Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın önsözünü yazdığı, Ferdi Merter Fosforoğlu, Nilüfer Aydan, Kıvanç Terzioğlu, Vedat Akdamar ve Bengü Akdamar tarafından ele alınan Yeşilçam’dan Serpintiler isimli kitap piyasaya çıkmıştı. Kitabın içeriğinde sanatçıların özel hayatlarına kadar giden olaylara karşı oluşan tepkilerden dolayı kitap toplatıldı. kültür - sanat 12
ALO YARIN
0506 574 6030
Abonelik Dağıtım Öneriler
Kadınlar yasaları yazıyor Kadın cinayetlerini durdurmak için yazılan yasa tasarısının görüşmelerinde son noktaya gelindi. Bakan Fatma Şahin’in kadın örgütlerinin taleplerinden yola çıkarak hazırladığı “Kadının ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunması Kanunu” son halini alıyor. Yasanın baştan yazılmaya başlandığı toplantılara katılan Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu temsilcisi detayları Yarın’a anlattı. Kadın cinayetlerindeki artışı durdurmak üzere, geçtiğimiz yıl Mart ayında meclise sunulan ve kadın örgütlerinin taleplerinin bir bölümünü içeren yasa tasarısı tartışmalarında son noktaya gelindi. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin ile aylardır süren görüşmelerin sonucunda meclise sunulan tasarı 9 ay bekletilmesinin ardından geçtiğimiz günlerde Bakanlar Kurulu’nun gündemine geldi. Ancak kadın örgütleri, Bakanlar Kurulu tarafından kabul edilmeyen hayati maddelerin yasaya konmasını istiyor. GÜNCEL 6
geçen 3. köpYapılması konusunda ciddi tartışmaların olduğu ve İstanbul’un kuzeyinden ihale teklifi hiçbiri n rünün de olduğu Kuzey Marmara Projesi’ne şartname veren 18 firmanı esi, n girmem öncelikle vermeyince ihale iptal edildi. Bedeli 6 milyar dolar olan projeye hiçbir firmanı getirdi. EKONOMİ 7 akla beklenen krizin olası etkisinden kaynaklanan bir çekince mi sorusunu
maaşlarının 10-20 TL artırılması ile göz boyamaya çalışılsa da ekonomik Emeklilere Emekli krizin altından kalkamayan devlet çareyi devamlı yeni tasarruf paketlerinde Cari açığın ardından, bu kez de tasarruf oranları tarihin en düşük seviyelerine zam değil arıyor. inince devlet harekete geçti. Bireysel emeklilik sistemine teşvik ve mevduatta vadeyi yönelik vergi düzenlemeleri planlanıyor. Erken emekliliği sağlayan “süper sus payı uzatmaya emeklilik” üzerinde de çalışmayı sürdüren hükümet, en son 1 milyon 913 bin kişinin yararlanacağı intibak yasası bakanlar kurulu tarafından kabul edildi.
GÜNCEL 3
04 EKiM 2011 YARIN 18 OCAK 2012 YARIN
GSS ile sağlıkta kriz dönemi başladı
1 Ocak’ta yürülüğe giren GSS’nin öngördüğü “Sağlık sistemi” nin, toplumu bu kez de sağlık hizmetlerine erişim kriziyle baş başa bıraktığı, yasanın uygulanmaya başladığı ilk haftalarda kendini gösterdi. Raflarda ilaç kalmadı, 31 bin 500 lira değerinde kaçak kanser ilacı bulundu. SGK önlerini gelir tesbiti yaptırmak isteyen binlerce yeşil kartlı doldurdu.
GSS’de geri sayım başladı. Ocak sonuna kadar sağlık güvencesi olmayanlar gelir testini tamamlamak zorunda.
YARIN TOPLUM
Sağlık bakanlığı her fırsatta önce hastaları düşündüğünü ifade etmesine rağmen, yeni yasa milyonlarca insanın sağlık hakkından faydalanmasına kısıtlama getirdi. Kısıtlamanın en temel gerekçesi ise sağlık hizmetlerinin her adımında ödenmesi gereken para. Özellikle yeşil kartlı hastalar, sağlık güvencelerini kaybetmemek için SGK önlerinde uzun kuyruklar oluşturuyor.
İlaç kaçakçılığı başladı Sağlık Bakanlığı ve ilaç üreticileri arasındaki fiyat anlaşması, ciddi bir ilaç yokluğuna yol açmıştı. İlaç şirketlerinin indirim yapmayı reddetmediği, hayati öneme sahip kanser, organ nakli ilaçları gibi kronik ilaçlara raflarda rast-
lamak ciddi bir sıkıntıya dönüşmüştü. Bakanlık geri adım atarak 150’ye yakın ilaçta indirimi geri çekti. Bu süreçte İlaç şirketlerinin karında bir azalma olmadı ama binlerce eczane iflasın eşiğine gelirken, binlerce hasta ilaçsız kaldı. Hala tam anlamıyla çözülmeyen ilaç krizinde son nokta ilaç kaçakçılığının ortaya çıkması oldu. Habur Sınır kapısında tespit edilen 31 bin 500 lira değerindeki 789 kanser ilacı ilaç krizinin geldiği son noktayı çok açık gösteriyor. Hastalar ilaç bulamıyor, ilaç bulsa bile satın alacak gücü yok. Çare vergisiz ve daha ucuza kaçak ilaç almakta. Sağlıkta merkezi düzenleme derken, kanser gibi ölümcül hastalar kaçakçıların insafına bırakıldı.
Şimdi de özel hastaneler rest çekti 17 Ocak’a kadar SGK’lı hastalara bakıp bakmama konusunda sözleşme imzalaması gereken özel hastaneler, fesih cezaları, mali yükler ve SUT( Sağlık Uygulama Tebliği) fiyatları nedeniyle anlaşmaya yanaşmadı. İlaç şirketleriyle yapılan antlaşmayı örnek gösteren özel hastaneler, devletin SGK kapsamında yapacağı ödemelerin arttırılmasını talep ediyor. Bakanlık ‘’Özel hastanelere, aylık fatura bedelinin yüzde 20’sinden
fazla cezai işlem yapılmayacak’’ teminatıyla özel hastanelerle yaptığı anlaşmaların çoğunu yenileyebildi ama akıllarda yine şu soruyu bıraktı: “hani önce hastayı düşünecekteniz?”
ra uygulanacak, hata yapan doktor 6 ay süre ile SGK’lı hasta bakamayacak. Ayrıca özel hastanelere usulsüzlük halinde kesilen cezalar da indiriliyor ve taksitle ödenebilecek.
HastaLARIN hakları değil, özel hastaneLERİN kar oranları korunuyor 2012 Yılı Sosyal Güvenlik Kurumu Özel Sağlık Hizmeti Sunucularından Sağlık Hizmeti Satın Alım Sözleşmesi tamamen yeniden düzenlendi ve özel hastaneler lehine bazı yenilikler getirildi. Daha önceki sözleşmeye göre, herhangi bir özel hastanenin SGK’ya yönelik usulsüz işlem yaptığı ve bu işlemin doktor hatasından kaynaklandığının ortaya çıktığı durumlarda, o doktorun sorumluluğu olmadığı ifade edilip, hastaneye yönelik cezai işlem uygulanıyordu. Şimdi ise ceza dokto-
‘Tam Gün”de esneme yok, kıyak var En son Başbakan’ın ameliyatında Tam Gün yasasının açıkça ihlal edilmesi bakanlığı yasayı yeniden düzenlemeye itti. Sağlık Bakanı Recep Akdağ, Tam Gün uygulamalarının Türkiye’de yerleştiğini belirterek, muayenehanesi ya da özelle ilişkisi olan öğretim üyelerinin acil durumlarda ya da konsültasyon ihtiyacında hastalara müdahale edebileceğini bildirdi. Akdağ, ancak bu hizmetin çok geniş bir uygulama olarak düşünülmemesi gerektiğini vurguladı. Konsültanlık acil durumlarda, hasta başka bir hastaneye götürülemediğinde ya da hizmet bütünlüğü açısından tam gün çalışmayan bir hocanın desteği gerektiğinde, tutanak tutularak gerçekleştirilebilecek. Ancak uygulamaya dökülmesi oldukça zor olan bu durum, hastaların pek çoğunu hatırlı kimseleri araya sokmak zorunda bırakacak. Sağlığa erişim hakkı artık sadece primlerini ödeyebilenlere var. Milyonlarca insan hastanesiz kaldı.
İşte: GSS’nin kazanılmış hakları gasp eden bazı uygulamaları; 1- 18 yaşını geçenler, ailelerinin sağlık güvencelerinden yararlanamayacak, ancak aileleri çocukları için prim ödemeye devam edecek. 2- Zorunlu GSS’ye bir kuruş bile borçlu olanlar sağlık hizmetlerinden yararlanamayacak. Ancak gecikme zammıyla prim borçlarının tamamı tahsil edilecek. 3- “Gelirim yok” deme şansı yok. Evde bakım parası alan hastanın maaşı, öğrenci bursları, ödediğin veya ödeyemediğin kira gelirin sayılacak. 4- Çalışan veya emekli eşler, prim ödemeden bir birbirlerinin GSS’sinden yaralanabilecek. Ancak burada da temel şart eşlerden birinin hiç çalışmaması. 5- Yeşil kart’lı için de gelir testi kazanca göre değil harcamaya göre yapı-
Kar yağdı, hayat durdu
Cumartesi günü tüm Türkiye’yi etkisi altına almaya başlayan kar yağışı hayatı felç etti. Yoğun kar yağışı nedeniyle metrobüslerde yaşanan aksamalar ve izdiham günlerdir devam ediyor. Pek çok kentte kar yağışından dolayı okullar tatil edildi. Bursa Tepeören’deki trafonun kötü hava koşullarından etkilenmesi ile İstanbul’da cumartesi günü elektrik kesintisi başladı. Saatler süren, hayatı felç eden kesinti doğalgaz dağıtımında da sıkıntı yaratınca, Avrupa yakasına elektrik veren santrallere gaz verilemedi. Üniteler devreye giremedi. 380 bin voltluk sistemdeki arıza domino etkisiyle 6 ili birden vurdu. Sakarya, Kocaeli, Tekirdağ, Kırklareli ve Edirne’yi etkileyen elektrik kesintisinin tekrarlanmama garantisi olmadığı açıklandı. Kar yağışıyla birlikte gelen elektrik ve doğal gaz kesintisi tramvay ve metro hatlarının da durmasıyla İstanbul’da hayat durdu. Kesintinin ardından BEDAŞ’a ulaşmak isteyen İstanbullular kurumun internet sitesini çökertti. BEDAŞ’ın telefon santrali de yoğunluktan kilitlendi. Daha önce “İstanbul’da deprem olursa ne olur?” sorusu tartışılırken, kar yağışıyla birlikte hayatın durması neler olabileceği konusunda az da olsa bir fikir veriyor. YARIN İSTANBUL
lacak. Gelir testini geçemeyenlerin bu ay vizeleri doluyor, sağlık güvencesiz kalacaklar. 6- Özel sağlık sigortası yaptırmak isteseniz bile, sağlık kuruluşlarından yararlanabilmek için yine de GSS primi ödemek zorundasınız. 7- Şimdiye kadar kendileri ve bakmakla yükümlü oldukları kişiler için prim ödemeden sağlık hizmetlerinden yaralanan emekliler prim ödemek zorunda. 8- 1 milyon 700 bin sosyal güvencesi olmayan kişi gelir testi yaptırmazsa aylık gelirleri 1.800 TL sayılarak primleri ona göre hesaplanacak. 9- SGK tarafından her türlü sağlık hizmeti ödeme kapsamı dışına çıkarılabilecek. Bu tedaviler arasında kanser, diş, protez tedavileri yer alıyor.
O gökdelenler yıkılacak
Bu hafta öğrencilerin kenti olarak bilinen nEskişehir ’de, öğrencilerin en uğrak yerleri den birinde, Ergül Aygün Usta’yla birlikteyiz. şİşte bize hem mesleğine hem de daimi mü terisi öğrencilere dair anlattıkları.
“İşi iyi olan kebap da yiyor...” lir misiniz? Bize kısaca kendinizi ve mesleğinizi anlatabi apçı, şimdi keb , 30 senedir bu işlerin içindeyim. Lokanta ını dokarn en, de kendi yerimi açtım. Fazla para ödemed teli, kali z, birazda yurabileceği bir yer çalıştırıyoruz. Ucu ediliyor. İşten andaha taze yemekler olduğu için tercih çok para kazanıyor lamayan kişiler, bunlar çok iş yapıyor, gibi bir şey işte gibi görüyorlar. Aslında amme hizmeti 10 kat, 50 kat en birazcık fazla para kazanıyoruz. İşçid adığım aylar nam para kazanmıyoruz. Zaman geliyor, kaza ayı, hafta ayı, ay da oluyor. Yani şöyle diyeyim, gün haft en biz de veresiye yılı kurtarıyor. Öyle idare ediyoruz. Baz ödüyoruz. Burada mal alıyoruz, paramız olduğu zaman yemeği yapıyoruz özellikle öğrenci çok geliyor. Sıcak, ev ve ucuz sonuçta. de yansıdı mı? Dünyayı sarsan ekonomik kriz sizin işlerinize Esnafta olsa yor. amı Krizden etkilenenler hiç faydalan r, yiyo şeyde yiyor. parası, işi iyi olduğu zaman kebapta e burada 5 liraya Ama işler bozuk olduğunda adam gen r. Öğretmenler, karnını doyurabiliyor. Bugün iş yok diyo alamamış oluyor. memurlar, bankacılar da geliyor. Maaşı . Ya da öğrenciler, Bankaya kredi kartına para yatıramıyor racak, o zaman yatı para şu tarihe kadar bankaya babam iz diyor, yazımiy ilir vereceğim, o zamana kadar yazdırab yoruz biz de idare ediyoruz. a neler söyleÇalıştığınız sektörde iş güvencesi konusund yebilirsiniz? ar var. Part-time Şimdi çoğu yerde kanunsuz çalışmal onu çalıştırıyor. çalıştırıyor. Sigorta yaptırmıyor. 2–3 saat uktan kazanıyorlar. 2 – 3 saat diğerini çalıştırıyor. Yani boşl çalıştırarak kendi saat 3 İhtiyaç sahipleri. Onu 2 saat onu ide kaçırılmış verg gününü kurtarmış oluyor. Bu arada kazanıyorlar. Devoluyor. Yani çalışan kesimin sırtından or aslında. Bunun lette bunun yanı sıra zarar etmiş oluy ’de çalışma saatkanunlaştırılması lazım. Şimdi Türkiye piyasada 12 saat leri 8 saat deniliyor ama çoğu serbest çalışıyor, biraz saat 12 i Yan çalıştırılarak vergi kaçırılıyor. eden devlet kayb ren, fazla para veriliyor. Yani kazanan işve biliyoonu im oluyor, işçi oluyor. Ben de işçilikten geld imizin hep bu ülke rum. Herkes hakkıyla bir şeyler yapsın i kandırmamalı. herkes birbirine yardımcı olmalı birbirin YARIN ESKİŞEHİR
Hazırlayan Hülya Arslan
19Ocak 2003 19Ocak 2007 19Ocak 2005
İstanbul’da yükselmeye başlayan ve şehrin tarihi dokusunu hiçe sayan gökdelenlere dair Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’dan “gerekirse yıkacağız” açıklaması geldi. Günay: “Mevcut yapılar düzeltilecek. Tabii ki yıkım da gündeme gelecek. Sözen döneminde Park Otel’in birkaç katı yıkıldıysa, İstanbul’da yıkılmayacak hiçbir yapı tanımıyorum. Bundan sonra rahatsız edici yapılar katiyen olmayacak.” dedi. Beşiktaş Spor Kulübü’ne ait İnönü Stadyumu’na da değinen Günay, stadın yıkılıp yeniden yapılmasının söz konusu olamayacağını söyledi. Stadın altında saray tünelleri ve daha pek çok tarihi buluntu bulunduğuna dikkat çekerek, otopark inşaatı gibi yeni yapıların yapılamayacağını söyledi. Stadın Taksim Kışlası yıkılarak yapıldığını ve bu durumu iyi niyetli bir davranış olarak görmediğini belirten Günay, Emek Sineması’nın yıkılması, Tren Garı’nın alışveriş merkezine dönüştürülmesi yolunda ilk adımların atılması gibi pek çok tarihi mekânın daha yıkılacak olması konusunda ise hükümetin nasıl bir “niyet” içerisinde olduğuna dair bir açıklama getirmedi. İstanbul’un tarihi silüetinin bozulmaması kaygısıyla, baştan izin verilen gökdelenlerin yıkılacak olması yüz güldürse bile, rant için İstanbul’un tarihinin yıkılması tartışma yaratmaya devam ediyor. Özellikle Emek Sineması’nın yıkılmaması için 1 yılı aşkın süredir pek çok eylem yapıldı. YARIN İSTANBUL
1905 22Ocak
1980 22Ocak
“PETROL İÇİN SAVAŞA HAYIR” ABD’nin Irak harekâtına karşı çıkmak için 18 ülke meydanlara çıktı. GAZETECİ HRANT DİNK KATLEDİLDİ Agos gazetesinin kurucusu ve yayın yönetmeni gazeteci Hrant Dink, Ogün Samast tarafından uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti. “SEKA’DAN ÖLÜMÜZ ÇIKAR“ Özelleştirilerek kapatılmasına karar verilen Seka İzmit Fabrikası’nda çalışan 734 işçi, kendilerini fabrikaya kapattı. 51 günlük direniş fabrikanın Belediyeye devredilmesi ile sonuçlandı. KANLI PAZAR İş gününün 8 saate indirilmesi, asgari ücretin daha adil olması ve fazla mesainin kaldırılması için Çar II. Nikolay’a bir dilekçe vermek için yürüyüşe geçen 100.000 işçiye ateş açıldı.500 işçinin öldürmesinin ardından Rusya’da ayaklanmalar başladı. İZMİR AYAKLANIYOR Kolluk kuvvetleri arama yapmak bahanesi ile TARİŞ işletmelerine girmek istedi; 50 kişi yaralandı, 600 işçi gözaltına alındı. TARİŞ’e bağlı işyerlerinde işçiler direnişe geçti.
18 OCAK 2012 YARIN
Emeklilere zam değil “sus payı” Hükümet tasarruf miktarlarını artıracak bir paket hazırlığına başladı. Ekonomideki açıkları kapatamayan hükümet vatandaşı mağdur edecek bir paket daha getirecek. Emekli maaşlarının 10-20 TL artırılması ile göz boyamaya çalışılsa da cari açık, işsizlikte büyüme derken ekonomik krizin altından kalkamayan devlet çareyi devamlı yeni tasarruf paketlerinde arıyor. ANKARA SANEM deniz KURAL
Cari açığın ardından, bu kez de tasarruf oranları tarihin en düşük seviyelerine inince devlet harekete geçti. Bireysel emeklilik sistemine teşvik ve mevduatta vadeyi uzatmaya yönelik vergi düzenlemeleri planlanıyor. Erken emekliliği sağlayan “süper emeklilik” üzerinde de çalışılıyor. Bir yandan da emekli maaşlarına zam olarak yansıyacak intibak yasası üzerine çalışılması çelişki yaratıyor gibi görünse de, görünüşe aldanmayın! Çünkü emeklilerin maaşları 10-20 TL kadar ancak artacak. BÜLENT ARINÇ: “EMEKLİLER YILLARDIR İSTİSMAR EDİLİYOR”! 1 milyon 913 bin kişinin yararlanacağı İntibak Yasası yolda. Kararla ilgili açıklama yapan Bülent Arınç, emeklilerin yıllardır istismar edildiğini savundu.
Bülent Arınç hükümet adına yaptığı açıklamada, refah payından emeklilere %75 pay verilmesini öngören yasa ile emeklilerin maaşlarında artış olacağını
belirtti. Arınç, bu artışın emekli maaşlarına 10 TL ile 290 TL arasında yansıyacağını söyledi. 92 milyar lira tüm emekliler için ödenen para bir de intibak için düzenleme yapılacağının altını çizen Arınç şöyle konuştu: “En çok kişinin istifade edeceği yüzde 75 olarak bakanlar kurulunda kabul edildi. 1 milyon 913 bin kişi yararlanacak. 2,5 milyar liralık ek ödeme bütçeye yük olarak gelecek. Yıllardır istismar edilen emekliler arasındaki eşitsizlik giderilecek. 10-20-250-290 lira artış olacak.” Bülent Arınç’ın emeklileri yıllardır kimin istismar ettiğine ilişkin ise herhangi bir açıklama getirmemesi dikkat çekti. VERGİ TEŞVİKLERİ ARTACAK Tasarruf oranlarının yüzde 12’lerle gerilemesi nedeniyle ekonomi yönetimi çalışma başlattı. Özellikle bireysel emeklilik sistemine yeni teşviklerin getirilmesi gündemde. Büyüyen ekonomik krizi aldığı basit tedbirlerle önleyemeyen devlet, vergi teşviklerinin güçlendirilmesini planlıyor. Sisteme giriş, sistemde kalma süresi, sistemden çıkış ve primlerin toplanması dahil bütün noktalar inceleniyor. Hazinenin çalışma yürüttüğü konulardan biri de mevcut bireysel emeklilik sisteminin yanı sıra, daha kısa vadede yüksek prim kesintileri ile emeklilik hakkı sağlayan süper emeklilik benzeri bir yapı. Erken emeklilik getirecek bu sistemin sürdürülebilirliği inceleniyor. Ancak erken emeklilik getirse de alınacak yüksek primler, devletin sağlaması gereken bir hak olan emekliliğin artık herkesin kendi sağlaması gereken bir ha-
le dönüşeceği ve vatandaşların cebinden daha çok para çıkacağı anlaşılıyor.
uzun vadeli mevduata düşük stopaj uygulaması üzerinde duruluyor.
VADE UZATILACAK Tasarruf paketinin bir diğer ayağını ise mevduatta vadeyi uzatmaya yönelik vergi ayarlamaları oluşturacak. 650 milyar liraya ulaşan mevduatın yaklaşık 560 milyarı 3 aya kadar ve daha kısa vadede tutuluyor. 1 yıla kadar ve daha uzun vadedeki mevduatın toplama oranı ise sadece yüzde 5,4. Merkez Bankası’nın zorunlu karşılıklarda vadeye göre farklılaşma adımları, stopajın da kademelendirilmesiyle güçlendirilecek. Halen stopaj vade ayrımı olmaksızın yüzde 15. Daha
PAKET MART AYINA YETİŞECEK Çalışmaların Mart sonuna kadar tamamlanması planlanıyor. Paket, önce Ekonomi Koordinasyon Kurulu gündemine daha sonraysa Bakanlar Kurulu’na taşınacak. Bir kısmı kararnameyle, bazılarıysa yasayla düzenlenecek. Emeklilik süresinin uzunluğu ile devamlı gündeme gelen Türkiye’de, emeklilikte öngörülen bu yeni düzenleme olumlu gibi gösterilse de; bu kez de cepten ödemeler artacağı için, düzenleme daha çok tartışılacağa benziyor.
Dikmen Vadisi’nde gecekondu yıkımı
Ankara’ da Dikmen Vadisi’nde bulunan gecekondular 17 Şubat 2006’da meclis kararı ile kentsel dönüşüm projesi çerçevesinde yıkım sürecine girdi. 6 YILDIR HALK YIKIMA İZİN VERMİYOR 2006’dan bu yana Dikmen Vadisi’nde bulunan gecekonduların yerine TOKİ evleri yapmak için Ankara Büyük Şehir Belediyesi yıkıma gidiyor. Ancak gidecek başka yeri olmayan Dikmen halkı yıkıma gelen çevik kuvvet ekibini, dozerleri vadiye sokmuyor. Vadide yaşayan Adem Ağören “Bu topraklarda benim ne kadar hakkım varsa o kadarını istiyorum. Zorla TOKİ evleri satmaya çalışıyorlar. Başbakan seçimlerden önce gecekondulara tapu vereceğim dedi, seçimlerden sonra ise evlerimizi yıkmaya geliyor. Benim ev alacak durumum olsa burada yaşamazdım. Yıkıma izin vermeyeceğiz. Çünkü bizim gidecek başka bir yerimiz yok. Bu yüzden burayı yıkmaları için bizi vurmaları gerekiyor. Asker de gelse, polis de gelse beni buradan çıkaramaz.” diyor. En son 11 Ocak’ta yıkıma gelen ekipler yine evleri yıkamadan geri dönmek zorunda kaldılar. MECLİSİN GEREKÇESİ HAZIR: VADİDEKİ GECEKONDULAR KENTİN DÜZENİNİ BOZUYOR Meclis 2006’da kentin düzenini bozduğu, çarpık kentleşmeye yol açtığı gerekçesiyle “Kentsel Dönüşüm Projesi” kararını aldı. Başbakan Dikmen Vadisindeki gecekonduları yıkıp yerine TOKİ evleri kuracağını söylüyor. Gecekondularda yaşayan Bayram Onar “Ben köyde yaşıyordum. Köyde iş imkânı bulamadığım için buraya göç etmek zorunda kaldım. Buraya geldiğimde devlet ev kayıtlarımızı yaptı, suyu elektriği verdi. O zaman buralar çok kötüydü. Şimdi rant sağlamak için yıkmaya çalışıyorlar. Mademki burası hazineye aitti o zaman neden ev kayıtlarımızı yaptılar? Devletin imkan sağlaması gerekirken kışın ortasında bizi sokağa atmaya çalışıyor. Bu insanlık değildir. Biz buraya çadır kurar yine de gitmeyiz.” diyor. 2009 yılında yargı tarafından kentsel dönüşüm projesinin kamu yararını gözetmemesi gerekçesi ile proje reddedildi. Ancak 1 yıl sonra 5998 sayılı belediye kanununda Abdullah Gül’ün de imza-
sıyla değişiklik yapıldı. Kanun kentsel dönüşüm projeleri kamu yararını gözetmese dahi uygulanabilir hale getirildi. “BU KADAR İŞSİZLİĞİN OLDUĞU YERDE KİMSE EV SATIN ALAMAZ” Gecekondularını yıkarak TOKİ’den ev satmaya çalıştıkları Dikmen Vadisi halkı; “Burada insanlar işsiz, işsiz olmayan asgari ücretle çalışıyor. Buradaki insanlar isteseler de evleri alamazlar. Biz çok memnun olduğumuz için burada oturmuyoruz. Bir ekmek almak için kilometrelerce yokuş çıkmak zorundayız. Bizim başka şansımız yok.” diyor. BAŞBAKAN: “BUNLAR İŞGALCİ”! Başbakan yıkıma izin vermeyen Dikmen Vadisi halkına “bunlar işgalci, çapulcu” dedi. Buna karşı Dikmen Vadisinde yaşayan Bayram Onar “Bizim evlerimizin kayıtlarını yaptılar. Ayrıca biz buraya vergi veriyoruz. Vergi verdiğimiz yeri nasıl işgal etmiş oluyoruz? Birde buraya gelen dolmuşları, otobüsleri elimizden aldılar. Bakkalımızı, ekmek bayiimizi kapattılar. Suçlu olan onlardır.” dedi. Dikmen halkı, Türkiye’deki hukuki yolların kapanması halinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuracağını söylüyor. “250 HANENİN 1000 LİRANIN ALTINDA GELİRİ VAR” Barınma Hakkı Bürosu’nun yaptığı ankete göre; Dikmen Vadisi’nde 250 hane 1000 TL’nin altında, 52 hane 500 TL’nin altında bir gelire sahip. Barınma Hakkı Bürosu’nun temsilcisi “20 yıl önce kuş uçmaz kervan geçmez bu yerler şimdi rant için değerli oldu. Buradaki halka işgalci diyenler her yıkıma geldiklerinde buradaki halk tarafından cevaplarını alıyorlar. Buradaki insanlar geçimini sağlayamazken ev satmaya çalışıyorlar. Doğal olarak insanlar izin vermiyor. Dün yıkıma geldiler yıkamadılar. Bugün sabah saatlerinde Barınma Hakkı Bürosuna girip evraklarımızı karıştırmışlar, bilgisayarımızı kırmışlar. Bizi hedef seçtiler. Ancak ne yaparlarsa yapsınlar biz vazgeçmeyeceğiz.”dedi. Belediye belirli aralıklarla yıkım için Dikmen vadisine gelmeye devam ediyor. Ancak Dikmen Halkı evlerini yıktırtmamakta kararlı gözüküyor. YARIN ANKARA
İlker Başbuğ’un itirazı reddedildi Tutuklama kararına itiraz eden eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un talebi, kararı veren hakim tarafından reddedildi. Hükümet aleyhine propaganda yapılması amacıyla kurulduğu belirtilen internet siteleriyle ilgili yürütülen “İnternet Andıcı” soruşturması kapsamında ifade veren eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ “Silahlı terör örgütü yöneticisi olmak”, “cebir ve şiddet kullanarak hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçlarından geçtiğimiz hafta tutuklanmıştı.
SAVCI TUTUKLULUĞUN DEVAMINI İSTEDİ İstanbul Nöbetçi 12. Ağır Ceza Mahkemesi Hakimi Vedat Dalda tarafından darbeci olmak suçundan tutuklanan Başbuğ’un avukatı İlkay Sezer karara itiraz ederek, hakimin bir kez daha inceleme yapmasını istedi. Hakim Vedat Dalda’nın kararını geri almaması durumunda ise itirazın İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi heyetince incelenmesini istedi. Bunun üzerine Hakim Vedat Dalda’nın mütalaa istediği İstanbul Cumhuriyet Savcısı Cihan Kansız, Başbuğ’un tutukluluğunun devam etmesi gerektiğini bildirdi. Son kararı veren hakim Dalda, itirazın yerinde görülmediğini ve tutuklama kararının yerinde olduğunu belirtti. BAŞBAKAN “TUTUKSUZ YARGILANMASINI İSTERİZ” DEMİŞTİ Tutuklamanın ardından Başbakan Tayyip Erdoğan, Başbuğ’un tutuksuz yargılanmasını temenni ettiklerini belirtmiş, Başbakanın bu açıklaması hukuku etki altına almaya çalışması nedeniyle tartışma yaratmıştı. Ayrıca Başbuğ’un Yüce Divan’da yargılanması gerektiği tartışmaları da sürmüştü. Darbecilikle yargılanan İlker Başbuğ’a, Genelkurmay Başkanlığı yaptığı dönemdeki katliamlarla ilgili ise herhangi bir soru sorulmaması tepki toplamaya devam ediyor. YARIN GÜNCEL
Hakan Öztürk AKLIN YOLU
Diyeceksiniz!
Süleyman Demirel kendi hükümeti zamanında, faşistler oluk oluk kan akıtıyorken “bana sağcılar adam öldürüyorlar dedirtemezsiniz” diye buyuruyordu. Oysaki binlerce insan MHP’li çetelerce öldürüldü. Çok benzerine Tayyip Erdoğan’da rastladık. Türkiye Cumhuriyeti ordusunun F16’ları havalanmış ve bomba yağdırarak otuz dört Kürt köylüsünü paramparça etmişti. Demokrasimizdeki tek ilerleme öldürülen insan sayısındaki ilerlemeydi. Tayyip Erdoğan buna ne dedi: “Devlet kendi halkını bombalamaz.” Yani, “bana devlet halkını bombalıyor dedirtemezsiniz”. Süleyman Demirel geleneği tam teşekkül sürüyor. İyi güzel de bombaladı işte. O uçaklar bizim uçaklarımız. O köylüler bizim köylülerimiz. Burjuva politikacılarından elbette ki ümidi kestik. Bağımsızlığını savunmak için uğruna ölümlere gidip gidip geldiğimiz yargımıza bütün ümidimizi bağladık en sonunda. Onun bağımsızlığı çok önemliydi. Yürütmeden ve yasamadan çok bağımsız olmalıydı. Kesinlikle politikleşmemeliydiler. Kendi haline bırakılsa dünyanın en güzel şeyi olacak varlıktı onlar. Hrant öldürülmüştü. Onu korumamış emniyet kuvvetlerine. Onu tehdit etmiş valiye. Bilumum mülki erkâna güvenimiz yoktu artık. Ama yargı ayrıydı. Hukukun üstünlüğü apayrı bir olaydı. Burası Türkiye değildi sadece burası bir hukuk devletiydi. O nedenle içimiz rahattı. Ve en sonunda yargı kılıcını attı, kararı kesti. “Bana sağcılar adam öldürmek için örgüt kuruyorlar dedirtemezsiniz” dedi. Onlar yalnız ve yakışıklı kovboydular, hâkimlere göre. Milliyetçi hislere kapılmışlardı ve o nedenle yakışıklıydılar. Bunun sonucunda da her hislenmiş milliyetçi gibi tek başlarına rahatlıkla insan öldürebilirlerdi. Bir Türk zaten dünyaya bedel değil miydi? Ne gerek vardı ki organizasyona? Milliyetçi tosunlar zaten oldum olası örgüt işlerinden hoşlanmazlardı. Nereden çıkıyordu öyle örgüt mörgüt. Liseliler birbirlerini çıkışta dövmek için bile çete kurarken, Hrant’ı öldürenler buna hiç ihtiyaç duymamıştı. Hisli oldukları kadar akıllıydılar da. Post modern Orhan Pamuk’a karşı “akıllı ol akıllı” diyerek insan aklını savunuyorlardı. Özgürlük diye bağırsanız, “örgüte üye değil ama örgütün amacına hizmet ettiği için örgütten sayılır” diye ceza aldığınız bir ülkede Hrant’ı güpegündüz öldürenler örgütlü suç maddesine sokulmadı. Cinayetin işlenmesini sağlayanları alt alta yazsanız örgüt değil koskoca bir devlet çıkar hâlbuki. Yargımız yasama ve yürütmeden bağımsız olmasına rağmen derin devlete bağlı olabildiği için, devleti suçlu bulmadı. Davacısı kadı olanın vay haline. Sağcılar adam öldürmez. Devlet halkını bombalamaz. Milliyetçiler adam öldürürken asla örgüt kurmaz. Şu memleketin güzelliğine bakınız. Biz Allahtan daha ne isteriz. Peki, sizce bir ilerleme var mı her şeye rağmen? Bence var. Şimdi dikkat edilirse çok eskilerde sağcıların, milliyetçilerin adam öldürdüğü dahi kabul edilmiyordu. Bugün ise bu çoktan aşılmış durumda. Sağcıların adam öldürdüğü yüce mahkemelerimiz tarafından dahi kabul ediliyor. Kabul edilmeyen sadece ve sadece bunu örgüt kurarak yapmış olabilecekleri ihtimali. İşte ilerlemiş, ilerlettirilmiş, ileri demokrasi budur. Bu kadar olur. Peki, biz bunu sizin yanınıza bırakır mıyız? Hrant’ın ve bütün Ermeni halkının hesabını sormak için sonuna kadar mücadele edeceğiz. Ey mahkemeler ve AKP siz o zaman anlayacaksınız örgütün ve örgütlü mücadelenin ne olduğunu. Örgütlü mücadele size göremediğiniz örgütü gösterecek. hakanozturk1871@gmail.com
Silopi’de de jandarma taburundan kemik çıktı
Silopi’nin Görümlü Beldesi’ndeki Jandarma Tabur Komutanlığı’nda yapılan faili meçhul kazısında kemik parçaları bulundu. Diyarbakır Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı Vekilliğince yürütülen soruşturma kapsamında, bir tanığın beyanları doğrultusunda Silopi Görümlü Taburu’nda, sabah Silopi Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan kazı çalışmaları havanın kararmasıyla durduruldu. Kazı çalışmasına sonraki günlerde devam edileceği belirtildi. Kazı çalışmalarını izleyen Şırnak Baro Başkanı Avukat Nuşirevan Elçi, çıkışta yaptığı açıklamada, gün boyunca devam eden kazılarda 3 adet kemiğin bulunduğunu belirterek, çalışmalara devam edileceğini söyledi. Avukat Tahir Elçi ise bir askeri personelin daha önce verdiği beyan üzerine 18 Ocak Çarşamba günü saat 11.00 sıralarında başlatılan kazı çalışmaları sırasında birkaç kemik parçasının bulunduğunu belirterek, “Bunlar muhafaza altına alındı ancak ceset kalıntısına ulaşılmadı. Bugünkü kazı havanın kararması nedeniyle sona erdi. Yarın saat 09.00’da aynı bölgede kazı çalışması yeniden yapılacak.” dedi. YARIN GÜNCEL
04 SIYASET
0418EKiM YARIN OCAK2011 2012 YARIN
AKP’nin ileri demokrasisi tam gaz…
10. Ağar Ceza Mahkemesi’in talimatıyla 17 ilde, 123 adrese gerçekleştirilen KCK oprasyonları kapsamında 33 kişi gözaltına alındı. Operasyon kaspsamında BDP binaları, KESK Genel Merkezi, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve milletvekili Leyla Zana’nın Ankara’daki evinin de içlerinde bulunduğu birçok bina basıldı.
Mecliste fezleke tartışmaları sürüyor
Geçtiğimiz günlerde; Silivri Cumhuriyet Başsavcısı Ali İşgören, Silivri cezaevinin bir toplama kampı olduğunu söyleyen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu hakkında milletvekilliği dokunulmazlığının kaldırılması için fezleke hazırlamıştı.
Kılıçdaroğlu: Bu fezleke diğerlerinden farklı Hakkında mecliste buna benzer dört fezleke daha olan Kemal Kılıçdaroğlu,bu fezlekenin diğerlerinden farklı olduğunu belirterek, ‘’Bu fezleke diğerlerinden farklıdır. Benim ifade özgürlüğümü sınırlıyor. Sen hükümeti alkışlayacaksın diyor. Böyle bir anlayışla fezleke düzenlenebilir mi? Diye sordu.
ankara HALİL ALTUNPOLAT
Perşembe günü sabah saatlerinde İstanbul 10. Ağar Ceza Mahkemesi’nin talimatıyla 17 ilde, 123 adrese gerçekleştirilen KCK oprasyonları kapsamında aralarında BDP eski milletvekili Fatma Kurtulan, BDP eski Genel Başkan Yardımcısı Tuncer Bakırahan’ın da olduğu 38 kişi gözaltına alındı. Operasyon kaspsamında BDP binaları, KESK Genel Merkezi, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve milletvekili Leyla Zana’nın Ankara’daki evinin de içlerinde blulunduğu birçok bina basıldı. BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Emekli Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’un tutuklanmasından önce yaptığı açıklamalarda “Eğer İlker Başbuğ tutuklanırsa, birkaç gün içinde büyük kapsamlı bir KCK operasyonu ile yine BDP’liler tutuklanacak, demektir. Umarım yanılırım” demişti. Ancak gerçekleşen operasyon Demirtaş’ı haklı çıkardı. Operasyonla ilgili detayların netleşmeye başlamasıyla birlikte konunun muhataplarından açıklamalar da ardarda gelmeye başladı.
Leyla Zana: Yazıklar Olsun Ankara’da kiracı olarak kaldığı evinin basılması ve aranması ile ilgili İstanbul Havaalanında açıklamalarda bulunan Leyla Zana ise “Bu, korku imparatorluğu demek. Saddamvari bir yaklaşımla bu toplumun tümünü sindirecek mi?” diyerek
AKP’ye ve Başbakan Erdoan’a yüklendi. Zana’nın açıklamaları şöyle; “Seçim sonrası başarının verdiği özgüvenle bütün umutların yıkılmasına Başbakan neden oldu. Kürtleri dışlayarak, Kürtlerin hak talebinde bulunmasını bastırarak gündemi değiştirdi. Daha önce de evlerimiz arandı. 2 gün önce şahsıma yönelik ‘Buyursun dağa gitsin’ demesini anlamakta güçlük çekiyorum. Silah konusunu en son konuşalım. Bu ülkede herkes kaygıyla yaşamakta. Hiç kimse düşüncesini açıklama cesaretini gösteremiyor. Bu, korku imparatorluğu demek. Saddamvari bir yaklaşımla bu toplumun tümünü sindirecek mi? Yazıklar olsun diyorum”.
BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş: Hukuk ve Ahlak Dışı BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da aramaların devam ettiği, İstanbul il binası önünde yaptığı açıklamada yaşananları hukuk ve ahlak dışı olarak nitelendirdi. Operasyonun talimatını Başbakan Erdoan’ın verdiğini ifade eden Demirtaş, “Operasyonların hükümet tarafından yürütüldüğünü biliyoruz. Şimdi bir taraftan Kenan Evren darbe yapmış diye hakkında iddianame hazırlanıyor, Kenan Evren ‘Kürt yoktur’ diyordu. Onun darbesi bu yönlüydü. AKP’nin darbesi de ‘Kürtleri yok edin’ talimatıyla yapılan bir darbedir” dedi. Hükümet Oparasyonun Arkasında Hükümet adına açıklamalarda bulunan Mustafa Elitaş ise oprasyonları sahiplen-
di. “Kim ki KCK içinde yer alırsa nereye kadar giderse gitsin gereken yapılır” diyerek önümüzdeki süreçte de operasyonların devam edeceğinin sinyallerini veren Elitaş “operasyonlar vazifemiz” dedi. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’dan da benzer açıklamalar geldi. Bozdağın açıklaması şöyle: Düşünün bunun en başında Karayılan var. Bunların belediyeler aracılığıyla yaptıkları para toplamalar ortada. Halktan zorla alınan paralar, dağa eleman kazandırmalar ortada. PKK’ye sağlanan enformasyon ortada. Bu kadar gerekçe varken bunun üzerine gitmek devletin vazifesidir.
CHP Milletvekili Atilla Kart: Millli İrade İhlal Edilmiştir BDP’ye yönelik eleştirilerinin arkasında olduklarını ifade eden Atilla Kart ancak Leyla Zana’nın evinin basılarak aranmasının hukuksuz olduğunu ifade etti. Kart “Bu durum, milletvekilinin işyerinin, ikametgâhının aranması dokunulmazlığın fiilen ayaklar altına alınmasıdır. AKP’nin yaratmış olduğu polis devleti uygulamasının bir tezahürüdür. Bu yönüyle de demokrasi ihlali niteliğindedir. Milli iradenin ihlalidir ” diyerek tepkisini dile getirdi. 35 Kişinin tutuklanması istendi Aradan geçen 4 günün ardından gözaltına alınan 38 kişiden 3’ü serbest bırakılırken, aralarında BDP eski milletvekili Fatma Kurtalan ve BDP eski Genel Başkan Yardımcısı Tuncer Bakırhan’ın da
bulunduğu 35 kişi savcılıktaki sorgunun ardından tutuklanmaları telebiyle mahkemeye sevkedildi.
EHP MERKEZ KOMİTE ÜYESİ GÖKHAN ASAN: BU İLERİ DEMOKRASİNİN AKLIDIR EHP Merkez Komite üyesi Gökhan Asan’a sabah saatlerinde başlayan ve sürdürülen operasyonu sorduk. Asan, bugün yapılanları ve süreci şöyle değerlendirdi: ‘’KCK adı altında bugün ve önceki günlerde yapılan operasyonlar Kürt Hareketinin siyaset alanını daraltma çabasıdır. Kürt Hareketinin yöneticilerini, gazetecileri, avukatları, Uludere’de öldürülenlerin ailelerini tutuklayarak siyaset alanını daraltacağını düşünen Hükümet kendisine karşı siyaset yürütülmesinin önünü kapatmayı amaçlıyor. Ancak nasıl ki yıllardır öldürülen,tutuklanan Kürtler siyaset alanındadaha fazla saf tuttuysa, susmadıysa, direndiyse bugün de Kürt hareketinibitiremeyecekler. KCK operasyonlarından ve tutuklamalarından kendine bir hat belirleyen AKP hükümeti bunu devam ettiriyor ve ettirmeye devam edecek. Ancak Kürt sorununun çözümüne dair önemli adımların atılması gerekilen bir zamanda Kürt sorununu daha da körükleyerek çözeceğini düşünen akıl “ileri demokrasinin” aklıdır. AKP hükümeti çözüm olmak yerine sorunun asıl sebeplerinden biri olmak yolunda ilerliyor.’’
Türkiye’de hak ve özgürlükler güvence altında değildir CHP’li vekiller; Kılıçdaroğlu’na dokunulmazlığının kaldırılması için verilen fezlekeye tepki göstererek, dokunulmazlıklarının kaldırılması için Meclis Başkanlığı’na dilekçe verdiler. Daha önce askeri darbe için göreve çağıran CHP’nin bugünkü Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi dilekçe verdikten sonra yaptığı açıklamada; Türkiye’de 12 Eylül referandumuyla yürürlüğe giren anayasa değişikliğiyle birlikte milleti temsil eden, daha demokratik bir yapıya sahip bağımsız yargıya doğru değil tam aksine hükümetin kontrolünde olan bir yargıya doğru adım atılmıştır. Gelişmeler bunu doğrulamıştır. Bu nedenle, Türkiye’de hak ve özgürlükler güvence altında değildir’’ diye belirtti. Fezleke tartışmalarına hükümet kanadından da açıklama geldi CHP’li vekillerin, Meclis Başkanı’na toplu halde giderek yalan bir cengaverlik gösterisi yaptıklarını söyleyen Başbakan Erdoğan; “Silivri’de milletin hakimleri, savcıları, millet adına sanıkları yargılıyor. İlla tiyatro görmek istiyorlarsa, kendilerine baksınlar, kendi parti grup toplantılarına baksınlar. Zira CHP grubunun, komedya sergileyen tiyatrodan farkı kalmadı” diye konuştu. Salih Kapusuz: Muhalefet liderine düşen tutarlı olmaktır Son olarak ise AKP Genel Başkan Yardımcısı Salih Kapusuz, partisinin Elmadağ ilçe teşkilatının açılışında yaptığı konuşmada; Kılıçdaroğlu’nun 6 Ağustos 2011’de yaptığı bir açıklamasını hatırlatarak, ‘’İnternet andıcı ile ilgili davada bir tereddüt yoktur. Suçtur, gereği yapılmalıdır’’ dediğini söyledi. Öncesinde bu şekilde açıklama yaptığı halde şimdi davanın hakimlerine; ‘’Siz AKP’nin militanlarısınız, Silivri cezaevi ise toplama kampınızdır’’ demesinin tutarsızlık olduğunu savunarak; ‘’Bir muhalefet liderinden beklenen tutarlı olmaktır.’’ şeklinde konuştu. ANKARA SEVAL KUTLU
19 Mayıs stadyumdan kaldırılıyor
Gül’den Kılıçdaroğlu’na dolaylı destek
“İnternet Andıcı” davasında şüpheli olarak tutuklanan Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un tutukluluk haliyle ilgili tartışmalarda son
noktaya geliniyor. Kılıçdaroğlu’nun ardından Erdoğan’ın da Yüce Divan’ı işaret etmesinin üzerine, Cumhurbaşkanı Gül de Başbuğ’un Yüce Divan’da yargılanması gerektiğini söyledi. Gül, düzenlediği bir basın toplantısında İlker Başbuğ’la ilgili sorulan bir soruya “Sayın Başbakan’ın söylediği şeyleri ben de destekliyorum. Zaten bu konuları daha önce de ifade etmiştim, gerek Meclis’te, gerek başka ortamlarda. Diğer konu tamamen hukuk tekniğiyle ilgili bir konu. Dolayısıyla ilgili makamlar
karar verecektir. Benim şahsi kanaatim, anayasadaki özel maddenin daha geçerli olduğu yönünde, Yüce Divan olarak.” şeklinde cevap verdi.
Çelik: “Darbe askeri suç mu?” AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Hüseyin Çelik ise parti genel merkezinde basına yaptığı açıklamada, Başbuğ’un özel yetkili mahkemelerde yargılanması gerektiğini savunurken, Yüce Divan’ı işaret edenlere eleştirerek: “42 adet internet sitesi oluşturup kirli
Gül’ün görev süresi yedi yıl
Anayasa Alt Komisyonu, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün görev süresiyle ilgili düzenlemeyi hazırladı. Gül 7 yıl görevde kalacak ve tekrar aday olamayacak. CHP ise “veto” istiyor. Cumhurbaşkanı Seçim Kanunu Tasarısı, bazı değişikliklerle TBMM Anayasa Alt Komisyonu’ndan geçti. Görev süresiyle ilgili tartışmalara son noktayı koymayı planlayan komisyon başka bir tartışma konusu başlattı. Tasarıya, “11. Cumhurbaşkanı’nın görev süresinin 7 yıl” olduğuna ilişkin geçici madde eklenmesi kararlaştırılırken, ayrıca, 11. Cumhurbaşkanı’nı için geçerli olacak şekilde “ikinci defa seçilemeyeceği” ifadesi yer aldı.
Yeni düzenlemeye göre referandumla seçilecek olan Cumhurbaşkanı’nın görev süresi 5 yıl olacak ve ikinci defa da seçilebilecek.
mustafa Şentop: “Gül hariç” Alt komisyon başkanı AKP’li Şentop, gazetecilere yaptığı açıklamada, “Daha önce Cumhurbaşkanı TBMM tarafından seçiliyordu, 7 yıllık süre için seçiliyor, bir daha da seçilemiyordu. Yapılan yeni düzenleme; halk tarafından 5 yıl süreyle seçilme ve iki kez seçilme esası getiriyor. Bunu bir bütün paket olarak düşündük. Bu açıdan eski hükme tabi olduğunu için Sayın Cumhurbaşkanımız, bu
propaganda yapmak ve yaptırmak... Bu, mesleki suç mu? Darbeye teşebbüs etmek, zemin hazırlamak, hükümeti iskat ve ilga ile ortadan kaldırmaya çalışmak, bunun neresi askeri suç?” dedi. Başbuğ’un yargılanacağı yer tartışmaları sürerken, CHP ve MHP ile aynı fikri savunan Erdoğan ve Gül’e karşılık AKP vekillerinden tersi açıklamaların gelmesi AKP’nin kafa karışıklığını gösteriyor. Başbakan daha önce “şahsımın ve partimin arzusu Başbuğ’un tutuksuz yargılanmasıdır” demişti. ANKARA AYŞEN KAVAS
konuyla ilgili olarak Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu Tasarısıyla getirilen hükümlerden istisna tutuluyor.” dedi.
CHP “veto” istedi Gül’ün görev süresinin 7 yıl olduğunun belirtildiği önerge için “Anayasa’ya aykırı” ifadesini kullanan Kılaçdaroğlu, “Anayasa’ya aykırı bir yasanın önce Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmaması gerektiğini vurgulayarak, Anayasa değişmeden Cumhurbaşkanı’nın görev süresinin belirlenmesi mümkün değildir. Sayın Gül, görev süresiyle ilgili daha net olmalı ve bu yasayı veto ederek, tercihini ortaya koymalıdır.” dedi. ANKARA CAN ERSOY
19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı kutlamalarıyla ilgili yayımlanan genelge partiler arasında tartışma yarattı. Milli Eğitim Bakanlığı’nın yayımladığı genelgeye göre 19 Mayıs törenlerinin, Ankara dışındaki illerde stadyumlarda değil, okullarda kutlanacağını içeriyor. Konuyla ilgili başlayan tartışmalar üzerine açıklama yapan Ömer Dinçer, “Kanun ve yönetmeliğin uygulanmasını istedik” şeklinde konuştu. Gerekçe olarak artan maliyetleri ve kesintiye uğrayan eğitimi gösteren Dinçer’e CHP ve MHP milletvekillerinden eleştiri geldi.
CHP ve MHP’den ortaklaşan açıklama CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce, törenlerin stadyumlardan kaldırılmasını bayramın içeriğini ortadan kaldırmak olarak yorumlarken, “Cumhuriyet Bayramı’ndan sonra 19 Mayıs Bayramı’na yapılan müdahale, AKP iktidarının bizleri bütünleştiren değil, ayrıştıran bir iktidar olduğunu bir kez daha göstermiştir.” dedi. MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural ise Milli Eğitim Bakanlığı’nın genelgesini 19 Mayıs ruhunun ortadan kaldırılması olarak değerlendirdi. Gül’den 19 Mayıs açıklaması Son olarak ise Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, tartışmalara cevap olarak yaptığı açıklamada; 19 Mayıs’ların günümüz koşullarına uygun hale getirildiğini, milli bayramları kaldırmanın söz konusu olmadığını vurguladı. ANKARA SEÇKİN ERDOĞAN
05
18 03 OCAK 2012 YARIN
Başbuğ’a şimdi neler oluyor, yarın bizi ne bekliyor?
İlker Başbuğ ifadesinde Yaşar Büyükanıt’ı işaret ederek serbest bırakılmayı talep etti. Ancak bu talebi reddedildi. Süreç ise birçok soruyu beraberinde getirdi.Başbuğ Yüce Divanda mı yargılanmalı? Başbakan yargıya müdahale mi ediyor? İlker Başbuğ başka ne gibi suçlardan yargılanmalı? Merak edilen soruları Avukat Veysel Ok yanıtladı. ankara selçuk kaygısız
İnternet andıcı soruşturması kapsamında Genelkurmay Eski Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ’un “Silahlı terör örgütü yöneticisi olmak ve cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek” suçlarından tutuklu yargılanmasına, avukatı İlkay Sezer’den itiraz geldi. Tutuklama kararının geri alınmasını içeren itiraz doğrultusunda, 12. Ağır Ceza Mahkemesi hâkimi Vedat Dalda bir kez daha inceleme yapılarak müteala verilmesini talep etti. İstanbul Cumhuriyet Savcı Cihan Kansız mütalaasında Başbuğ’un tutukluluğunun devam etmesi gerektiğini bildirdi. Mütalaanın ardından, “Şüpheli İlker Başbuğ hakkında toplanan deliller, suçların vasıf ve mahiyeti, şüphelinin üzerine atılı suçları işlediğine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların varlığının halen devam ediyor olması, suçun CMK’nın 100. maddesinde yer alan tutuklamayı gerektirir suçlardan olması” nedenleriyle avukatın itirazın yerinde görülmedi ve tutuklama kararının yerinde olduğunu ifade edildi. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi heyetinden bu karara ilişkin gelecek cevap bekleniyor.
“Siteler Büyükanıt’tan kalma” Hükümet aleyhine kara propaganda yaptığı iddia edilen sitelerle ilgili yürütülen internet andıcı soruşturmasında, İlker Başbuğ’un tutuklanması tartışılırken bir taraftan da önemli gelişmeler yaşanıyor. İlker Başbuğ, özel yetkili İstanbul Cumhuriyet Savcısı’nın yaptığı 7 saatlik sorgulamada internet andıcının kendisinden önceki Genelkurmay Başkanı olan Yaşar Büyükanıt tarafından hazırlandığını söyledi. Başbuğ ifadesinde; internet andıcı belgesinde imzasının olmadığını, kendisinden önceki Genelkurmay Başkanı tarafından hazırlanmış olmasına rağ-
men kendi göreve geldiği dönemde bunları kapattırdığını, sitelerin son güncellenme süresine bakıldığında kendi görev süresinden önce olduğunun görüleceğini belirtti. Başbuğ’un ifadesinde geçen, kendisinden önce Genelkurmay Başkanı olan Yaşar Büyükanıt ve başka birkaç isimin de değerlendirmeye alındığı ve soruşturma kapsamında şüpheli olup olmayacakları önümüzdeki günlerde açıklanacak.
“Başbuğ Özel Yetkili Mahkemelerce yargılanmalı” Öncelikle Başbuğ isnat edilen iki farklı suçlama vardır. Bunlardan ilki ; TCK 314. maddede düzenlenen “anayasal düzene ve bu düzene ilişkin suçları işlemek amacıyla silahlı örgüt kurma veya yönetme” suçudur. Diğer suçlama ise; TCK 312’de düzenlenen “cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme” suçudur. Bu suçları işlediği iddia edilen kişiler Türk pozitif hukukunda Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinde yargılanmaktadır. Kafa karışıklığı yaratan mesele Referandumla Anayasa’nın 148. Maddesidir. yasanın son halinde Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının görevleri ile ilgili suçlarda yargılama yeri ‘Yüce Divan’ dır ifadesi vardır.
Bu da savaş dersi
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Kamu Hukuku Anabilimdalı başkanlığını yapan ve “İnsan Hakları Dersi” veren Prof. Dr. Anıl Çeçen, Kürt sorunuyla ilgili olarak İnsan Hakları Komisyonu’nda, “Güneydoğu’da İnsan Hakları Sözleşmesi hükmünü yitirdi. Savaş hukuku uygulansın.” dedi. Meclis İnsan Hakları İnceleme Komisyonu bünyesindeki Terör ve Şiddet Olayları Kapsamında Yaşam Hakkı İhlallerinin İncelenmesine Dair Alt Komisyon’a bilgi veren Çeçen, “Güneydoğu’da yaşanan teröre artık biz normal koşullarda insan hakları açısından bakamayız. Savaş hukuku açısından bakmak durumundayız.” açıklamasında bulundu. Devletin egemenliğini göstermesi gerektiğini iddia eden Çeçen, Kürt ailelerin 10 çocuk sahibi olmasını eleştirerek, doğum kontrollü uygulanmasını da önerdi ve Kürt sorununa farklı bir yorum getirdi.
İnsan hakları çerçevesi yok, savaşalım! Güneydoğu ve Kuzey Irak’taki çatışmanın bir “ön savaş” olduğunu iddia eden Çeçen şunları söyledi: “Güneydoğu’da yaşanan teröre biz artık normal koşullarda insan hakları açısından bakamayız. Sürekli silahlı çatışmalar, sürekli zarar var. Bu çerçevede de biz artık İnsan Hakları Sözleşmesi’nin getirdiği temel haklar çerçevesinde konuyu değerlendirme noktasında değiliz. Vur gerilla vur’ sözlerinin arttığını görüyoruz. Güneydoğu’da yaşanan terörü o zaman bir savaş öncesi dönem olarak görmek ve bu çerçevede, savaş hukukunun yani Cenevre’de imzalanan protokolleri gündeme getirmek zorundayız. Yani bölgeyle ilgili olarak yapılmayan bir şeyi öneriyorum.” Kürt’e doğum kontrolü şart! Kürtlere Dünya Bankası’nın fonlarından para yardımı yapıldığını iddia eden Prof. Çeçen, bu konuya yönelik ise, “Neden bugün Türklere yönelik bir doğum kontrolü yapılırken Doğu Anadolu’da yoksul Kürtlerin 10 tane çocuğu var? Ben araştırdım. Baktım ki, Dünya Bankası fonlarından bunlara para yardımı yapılıyor. Burada bir plan var.” dedi. “Yapılan eylemlere füze atılabilir” Prof. Çeçen örgütlenme hakkının sınırlandırılıp sınırlandırılamayacağı ile ilgili ise şunları söyledi: “Tabii sınırlandırılabilir. Nerde bir topluluk varsa uydu üzerinden yer tespiti ile bir füze göndermek mümkün. 40-50 kişi bir araya geldiyse ve bu olaylar tırmandırılmak isteniyorsa pek ala hedef olacak. O zaman terörün tırmanmasını önlemek üzere geçici bir süre, silahlı çatışma ortamı ortadan kalkana kadar bu tür toplantılar sınırlanabilir. Ama sürekli olur demiyorum.”YARIN GÜNCEL
Ancak Başbuğ ile ilgili ‘İnternet andıcı’ suçlamasının görev kapsamına girmemektedir. Görevden dolayı suç işlemek demek, zimmet, rüşvet, sahte belge düzenlemek, yani görevi, yetkisi içerisinde bir şey yaparken suç işlemek demek. Bu darbeye teşebbüs suçu görevle alakalı bir suç değil. Görev hususunun ve kastının aşıldığı artık TCK ve TMK da yer alan örgütlü suçlar kapsamında yer alan suç tiplerini oluşturur. Kenan Evren hakkında açılan 12 Eylül davası da mı Yüce Divanda olmalı? Zira Kenan Evren de eski bir Genel Kurmay Başkanı. Aksine yukarıda izah ettiğim sebeplerle bana göre de yargılanması gereken yer Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleridir.
“Başbakan ve Cumhurbaşkanı yargıya müdahale ediyor” Başbakan’ın ve Cumhurbaşkanı’nın sözleri elbette yargıya müdaheledir.Tutuklu yargılamaya prensip olarak , hak temelli bir bakışla karşı olunabilinir ancak sırf mesai arkadaşımdır tanırım iyi biridir diyerek Başbuğ’un tutuksuz yargılanmasını ifade etmek yargıya müdaheledir. Sayıları on binleri bulan siyasi tutuklular Başbakan’ın mesai arkadaşı olmadığı için mi tutuklular? İşin esası Başbakan burada kendisini de korumaya çalışıyor. Çünkü Başbuğ görevdeyken hem MGK üyesi hem de Başbuğ’un yaptığı tüm eylemlerden
Başbakan haberdar ya da bir şekilde onay veriyor. İnternet sitelerini solcu bölücü diye andıçlama olayında hükümet de pekala haberdardır. Kürtlere, sol muhalefete karşı yapılan her türlü haksız ve hukuksuz siyasi operasyonlarda iktidar yargı bağımsızlığı kisvesine saklanıyor ama nedense Başbuğ meselesinde yargıya gayet yön verme çabası içerisindedir. Bu aslında yargının ne kadar bağımsız olduğunun bariz örneklerinden biridir.
“Başbuğ 90’lı yıllarda Güneydoğu’daydı. Faili meçhul cinayetlerinde hesabı sorulmalı” Son olarak Başbuğ’un 90 ‘lı yıllarda Güneydoğuda görev yaptığını biliyoruz. Bu yıllarda savaş tüm vahşeti ile devam ediyordu. Köy yakmalar , boşaltmalar, faili meçhul cinayetler , orman yakmalar… Bu katliamların hesabı sorulması, sorgulanması ve sorumluların ortaya çıkarılması açısından o dönemki mülki askeri amirlerin de yargılanması gerekir. Buna Başbuğ’da dahildir. Yani savaş mağduru milyonlarca insan aslında bu yargılamada müşteki olmalı ve hesap sormalıdır. Ancak içeriği gayet siyasi olan bu tutuklama vakasının sadece AKP’ye yönelik suçlarla kısıtlığı kalacağı ve fıratın ötesindeki suçları kapsamayacağı belli. Yine de bir gün bunların hesabı sorulacaktır. Umutlu olmak gerek.
Netekim o hala açıkta
12 Eylül darbesi hakkında iddianame hazırladığı için mesleğinden olan Savcı Sacit Kayasu’nun mesleğine dönüş talebini HSYK reddetti. 12 Eylül Darbesi kapsamında Kenan Evren ve diğer sorumluların yargılanması istemiyle hazırladığı iddianame gerekçesiyle mesleğinden olan Savcı Sacit Kayasu’nun ‘mesleğe geri dönüş’ talebi HSYK tarafından bir kez daha reddedildi. Hazırladığı iddianame, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın darbecilerin yargılanması amacıyla hazırladığı iddianamede delil olarak sayılan Kayasu, karara tepkili. Kayasu, Van Savcısı Ferhat Sarıkaya’ya verilen hakların kendisine uygulanmamasını da ‘hukuksuzluk’ diyerek vurguladı. Kayasu, Adana Cumhuriyet Savcısı iken 200 yılında darbecilerin yargılanması talebiyle bir iddianame hazırladı. Bu iddianame nedeniyle hakkında 2003 yılında eski HSYK kararıyla ‘meslekten çıkarılma’ cezası verildi. Kayasu meslekten çıkarmak kararı kesinleşmeden önce avukatlık yapabilmek için emekli oldu. Yapılan anayasa değişikliğiyle yapısı değiştirilen HSYK Genel Kurulu, Kayasu’nun ‘meslekten ihraç’ kararını kaldırdı. Kurul, ‘kendi isteğiyle emekli olduğu’ gerekçesiyle, Kayasu’nun mesleğe dönüşünü ise kabul etmedi. Söz konusu karar 26 Nisan 2011 tarihinde kurul tarafından oyçokluğuyla kabul edildi. Karar için şöyle denildi : “Tercihini emeklilik yönünde yapan ve emeklilik haklarını elde etmiş bulunan ilgilinin mesleğe kabulüne yer olmadığı sonucuna varılmıştır.” Kararda bu konudaki kriterler sayılırken Kayasu’nun 58 yaşında olması nedeniyle mesleğe geri dönmemesi gerektiği belirtildi. Bu kararla ilgili ise “İlgilinin 1952 doğumlu olup karar tarihi itibariyle 58 yaşında bulunduğu da dikkate alındığından aynı kanaate ulaşılmıştır” denildi. 19 üye ile toplanan HSYK Genel
sacit kayasu Kurulu’nda dört üye verilen karara karşı çıkarak, Kayasu’nun kendi isteğiyle emekli olmadığına dikkat çekti. Bunun üzerine karşı oy yazısı yazan üyeler, yazıda “7 Temmuz 2003 tarihli ‘olur’la isteği üzerine emekliye ayrılmasına onay verildiği, bu durumda ilgilinin olağan koşullarda ve isteği üzerine emeklilik talebinde bulunduğu şeklinde değerlendirme yapılamaz” dedi. Bu karar üzerine Kayasu, HSYK Genel Kurulu’na mesleğe dönüşüne vize vermeyen kararı gözden geçirmesi için ‘yeniden inceleme’ talebinde bulundu. Kurul, ilk kararının değiştirilmesine yer olmadığına karar verdi. Kayasu kararın kendisine bildirilmesi üzerine yeniden itiraz etti. Genel Kurul son itirazı da reddetti. Kayasu şunları söyledi : “Kendi isteğimle ayrılmadım. Emekli olmasaydım ihraç edilecektim. Üç yıl açıkta kaldım. AİHM ihraç kararı haksız dedi. Aynıs Van Savcısı Ferhat Sarıkaya için yaptılar. Sarıkaya’yı birinci sınıfa ayırdılar. Ona ayrı bana ayrı kanun işlerse, kanun kanun olmaktan çıkıyor. İade-i itibar bekliyorum. Darbeciler bugün yargılanıyor, mağduriyet bana düşüyor. Bu biraz ‘Fikrimiz iktidar, kendimiz hapisteyiz’ şeklindeki sözlere benziyor.YARIN GÜNCEL
Gülsüm Kav
ANA FiKiR
Gençliğin bayramı
Bir 19 Mayıs törenleri nasıl olacak tartışmasıdır gidiyor. Genç erkekler kule yapsın mı? Yapmasın mı? Genç kızların etek ya da şort boyları nasıl olsun? Stadyumlardaki törenler kaldırılırsa demokratik bir rejimde olduğumuz anlaşılacakmış. Fakat eğer gençler kule yapmaya devam ederse Kuzey Kore gibi ymişiz. Bırakınız bunları. Memlekete demokrasi böyle mi gelir? Törenlerdeki gençlerin nasıl yaşadığı konuşulmayacak, Hatta en son Uludere’de olduğu gibi aynı yaşlardaki çocukların ve gençlerin nasıl öldürüldüğü dahi konuşulmayacak, Lise sıralarından sonra onları nasıl bir sınav beklediği konuşulmayacak, O sınavda nasıl skandallar yaşandığı, herşeye rağmen girebildilerlerse üniversite eğitimi ortamının ne olduğu konuşulmayacak, Eğer mezun olabildilerse gençleri nasıl bir gelecek beklediği konuşulmayacak, En son işsizlik oranlarında mezun işsizlerin oranının ne kadar yüksek olduğu konuşulmayacak, Gençliğe atfedilen bayramın etek boyu, stadyumda ne yapılacağı konuşulacak. Bir grup yazar adeta kendini adayarak gençliğin temel haklarını savunuyorum edasında törenlerin kalkmasını, bir grup yazar ise milli bayramları savunmaya adanarak törenlerin sürmesini savunacak. Bir ülkede törenlerin nasıl yapıldığı elbette bir göstergedir. Ve aynı zamanda her yanından zorunlu bir bürokrasi ve prosedür akan, gönülsüzce yerine getirilen işler düzenlenmelidir. Hadi bir an demokrasinin törenin değişmesiyle geleceğini kabul etsek bile madem bu bayram gençlere atfedilmiş, onlara sorulabilir mesela. Daha da önemlisi yıllardır adına bayram yapılan bu gençliğe, değil törenle ilgili onların yaşadığı gerçek hayatla ilgili bir tek soru sorulmuş mudur? Türkiye’de yönetenler gençleri bir kez 19 Mayıs’ta hatırlar, zeki ve çevik olmalarını ister de, bu çocukların ne yeyip ne içtiği, eğitimi, ebeveynlerinin hali vakti, kendileri bekleyen geleceksizlik ile ilgili bir kez soru sormuş mudur? Demokrasi gelecek ise gençlerin, kadınların, emekçinin ve Kürt halkının ne talep ettiklerini kendi öz kuvvetleriyle dile getirmeleri ve haklarını elde etmeleriyle gelecek. Ne kadar iyi ki, kendine bu soruları cevaplamayı görev bilmiş bir gençlik var. Meydanlarda anlatıyor sorunlarını ve cevaplarını. Yazın en sıcak günlerinde, kışın en soğuk günlerinde kentlerin meydanlarında,yanarak ve üşüyerek geleceğine sahip çıkan bir gençlik var. Kentin emekçi halkıyla buluşarak haklarını eline almaya adım adım yaklaşıyor. Gençliğin bayramı, o eylem meydanlarıdır. Şu sıra bayramların “coşkuyla” kutlanması diye bir söz tutturmuş gidiyor ya siyasetçiler, Coşkunun ne olduğunu ve gençliğin nasıl bir bayram istediğini görmek istiyorlarsa, işte o meydanları görsünler. gulsumkav@gmail.com
Sakık: Kurşunun geldiği adres bellidir İç işleri Bakanlığı’ndan ‘bir yetkili’, Sırrı Sakık’ın ‘’masama mermi bıraktılar’’ iddiasını yalanladı. BDP’li meclis idare amiri Sırrı Sakık, 9 Ocak’ta Adana havaalanında, Ankara’dan uçağa binerken mermisiz teslim ettiği silahını masaya getiren polisin bir de mermi bıraktığını söylemişti. Bunun üzerine önceki gün mermiyi meclis kürsüsüne bırakan Sakık, aynı gün tehdit mektubu aldığını söyledi. Radikal’e konuşan Sırrı Sakık şunları söyledi: “Ankara’dan uçağa binmeden silahımı mermisiz teslim etmiştim. Adana’da Havaalanı Emniyet Amiri ile sohbet ettim. O sırada bir memur silahımı getirdi, bir de mermi masaya bıraktı. ‘Bu mermi bana ait değil’ dedim. Polis ise ‘Hayır, size ait’ dedi. Halk arasında ‘geco mermi’ dedikleri, pis işlerde kullanılan mermilere benziyordu. MKE mermilerinde olmayan bir kırmızı boya vardır bunların arkasında. Hatta bunun üzerine, görevli amirle 1990’lı yıllarda faili meçhul cinayetler üzerine konuştuk. Ankara’ya gelince silahı teslim ettiğim polisi buldum. Bana tuttuğu tutanağı göstererek, ‘Mermiyi siz teslim etmişsiniz’ dedi. Gelip bu olayı İçişleri Bakanı ile konuştum, Emniyet Genel Müdürü’ne söyledim. Aradan bir ay geçti ve o konuşmayı yaptığım gün bir tehdit mektubu aldım. Samsun’dan gönderilmiş.”
Bakanlığımız gerekli görürse açıklama yapacaktır Adana Emniyet Müdürü Mehmet Avcı, iddiayla ilgili açıklama yapma yetkisinin kendisinde olmadığını belirterek konuşmak istemedi. Adının açıklanmasını istemeyen İçişleri Bakanlığı’nda görevli bir yetkili ise iddianın doğru olmadığını savundu. ‘Mermi bırakma’ iddiasıyla ilgili Adana Emniyet Müdürlüğü’nden bilgi aldıklarını, gerekli araştırmayı yaptıklarını söyleyen bakanlık yetkilisi, BDP’li Sakık’ın asılsız iddiayla ortalığı karıştırmaya çalıştığını iddia ederek, bakanlığın ‘gerekli görürse’ açıklama yapacağını belirtti. Kameralar dahi incelenmedi Olay yeri kameralarının dahi incelenmediğini belirten Sakık, olayı sorması üzerine ‘sen bu suali soramazsın’ diyen Bakan Şahin’i eleştirerek; bir içişleri bakanının dili buysa mektubun ya da kurşunun geldiği adres de bellidir’ dedi. KATASOMA diye bir örgüt bizi tehdit ediyor. Sizin diliniz aynı amaca hizmet ediyor” diye konuştu.YARIN GÜNCEL
06
0418EKiM 2011 YARIN OCAK 2012 YARIN
Kadınlar yasaları yazıyor
“Bir çift ayakkabı kadar değerimiz yok”
Kadın cinayetlerini durdurmak için yazılan yasa tasarısının görüşmelerinde son noktaya gelindi. Bakan Fatma Şahin’in kadın örgütlerinin taleplerinden yola çıkarak hazırladığı “Kadının ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunması Kanunu” son halini alıyor. Yasanın baştan yazılmaya başlandığı toplantılara katılan Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu temsilcisi detayları Yarın’a anlattı. ankara çağla eroğlu
Kadın cinayetlerindeki artışı durdurmak üzere, geçtiğimiz yıl Mart ayında meclise sunulan ve kadın örgütlerinin taleplerinin bir bölümünü içeren yasa tasarısı tartışmalarında son noktaya gelindi. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin ile aylardır süren görüşmelerin sonucunda meclise sunulan tasarı 9 ay bekletilmesinin ardından geçtiğimiz günlerde Bakanlar Kurulu’nun gündemine geldi. Ancak kadın örgütleri, Bakanlar Kurulu tarafından kabul edilmeyen hayati maddelerin yasaya konmasını istiyor.
KADINLAR ELEŞTİRDİ Yasanın tüm kadınları korumayacağını söylemesi üzerine bulunduğu tüm illerde eylemler yaparak resmi nikahlı olmayan kadınların da yasaya konulmasını talep eden kadın örgütlerini muhatap almak durumunda kalan bakanlık, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu gibi pek çok kadın örgütünün yer aldığı toplantıda yasa için buluştu. Kadınların yasada neye itiraz ettiklerini Bakanlıkla yasanın yazıldığı toplantılara katılan Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu temsilcisi Sanem Deniz Kural ile görüştük: Yasamız için aylardır çetin bir mücadele yürütüyoruz. Yaptığımız eylemler, takip ettiğimiz davalar, öldürülen kadınlasanem d. kural rın yakınlarının da içerisinde olduğu mücadelemizle yasamızı yazarak meclise kadar götürdük. Ancak, nihayet aylar sonra yasalaşma aşamasına gelen tasarımızdan Bakanlar Kurulu’nun çıkardığı
Adana’da, “Bir çift ayakkabı kadar değerleri olmadığını” söyleyen ayakkabı imalat işçileri iş bıraktı. Bodrum katlardaki küçük atölyelerde, günde 13-14 saat boyunca, çeşitli kimyasal maddeler teneffüs ederek iş güvencesi olmaksızın çalıştıklarını belirten işçiler, haklarını alana kadar işe dönmeyeceklerini açıkladı. Sarıyakup Mahallesi, Ayakkabıcılar Çarşısı’nda başlayan iş bırakma eylemi, kısa sürede sloganlı yürüyüşe dönüştü. Yaklaşık 100 işçi, çarşı sokaklarında pankart ve döviz açıp yürüyerek, sayı başına düşen fiyatların arttırılmasını istedi. Grup adına bir açıklama yapan ayakkabı imalat işçisi Mehmet Özay, emeklerinin karşılığını istediklerini söyledi. maddeler son derece hayati öneme sahip. Eğer bir yasa çıkararak tüm kadınları korumaya niyetleniyorsanız, bu yasanın tüm kadınları kapsaması lazım. Siz tüm kadınları koruma iddianızda samimi iseniz yasada bunu yazın.
CEZALAR CAYDIRICI OLMALI Kadınlara şiddet uygulayan erkeklere verilen evden uzaklaştırma ve benzeri kararlara uygun davranılmaması durumunda caydırıcılık içeren maddeler yasadan çıkarılmış. Bu çok yanlış, çünkü eğer kadınları etkin bir şekilde korumak istiyorsak, onları koruyacak kararlara uymayanlar için caydırıcı cezalar olmalı. MERKEZLERE İHTİYAÇ VAR Ayrıca kadına yönelik şiddeti önlemek üzere kurulacak ve yedi gün yirmi dört saat hizmet verecek merkezler Bakanlık
tarafından derhal oluşturulmalı. Buna yasada yer vermemek demek, “geciktirebilirim”, ya da “açmayabilirim” demektir. Eğer gerçekten bu merkezler önemseniyor ve açılması hedefleniyorsa yasada yer almalıdır. Eğer kadını erkek şiddetinden uzaklaştırmak istiyorsak, maddi olarak onu güvence altına almamız gerekiyor. Bu nedenle yasaya eklenmesini istediğimiz korunan kadınlara nafaka bağlanması maddesi tereddüde yer vermeyecek açıklıkta olmalı ve hakimin bu nafakayı vereceği güvence altına alınmalıdır.
KADIN ÖRGÜTLERİ DAVALARDA TARAFTIR Kadın örgütleri olarak yıllardır kadın cinayeti davalarında “Biz de tarafız” dedik ve müdahale talebinde bulunduk. Yasal hakkımız olan müdahale talebini mahkemelerin dikkate alabilmesi için yasal
dayanağa ihtiyacımız var. Bu yasa da bunun için önemli bir imkan. Özellikle son dönemde Ayşe Paşalı, Münevver Karabulut gibi takip ettiğimiz davalarda, mücadelemizin etkisiyle katillere ağır cezalar verilebildi. Bu nedenle yasada olmasını istediğimiz kadına örgütlerine davaya katılma ve müdahale edebilme yetkisinin tanınması son derece kritik. Bahsettiğimiz konular, şu an giderek artan kadın cinayetlerini durdurmak için hayati öneme sahip konulardır. Şu an bakanlıkla birlikte bu taleplerimizi tartışabileceğimiz bir zemin yakaladık, süreci devam ettiriyoruz. Talebimiz, bakanlığın sözlerimizi dikkate alarak adım atmasıdır. Kadın cinayetlerini durdurmak üzere yasaların hazırlandığı bu tarihsel anda devlete düşen görevler derhal yerine getirilinceye dek taleplerimizin arkasındayız.
Her 3 saatte bir işçi ölüyor
WHO ve ILO raporuna göre dünyada her yıl 250 milyon iş kazası meydana geliyor ve her gün 5 bin kişi bu kazalarda yaşamını yitiriyor. Türkiye’de ise her iş saatinde 32 iş kazası gerçekleşirken, her 80 dakikada bir işçi sürekli iş göremez duruma geliyor, bunun yanı sıra her 2 saat 40 dakikada bir işçi iş kazası sonucu yaşamını yitiriyor. İş kazalarında Türkiye Avrupa’da birinci, dünyada üçüncü sırada. Çalışma saatleri uzayıp, güvencesiz çalışma arttıkça iş kazaları da artıyor. Bu kadar can kaybını olduğu bir yerde meslek hastalıklarından bahsedemiyoruz bile. Oysa çalışanların çoğu hasta. Peki işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda neler yapılıyor? Yasalar ne durumda, hastalanmamak ölmemek hakkımız var mı?
Bunlar neler? İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nden Marmara Üniversitesi öğretim üyesi Yard. Doç. Berna Güler Müftüoğlu, konuyla ilgili Petrol-İş Kadın Dergisi’ne verdiği söyleşide, İnsanların artık daha sıkı ve yoğunlaştırılmış bir çalışma ortamında oldukları için çalışırken hastalandıklarını ve “Çalışırken hasta olmamızın en önemli nedeni, güvencesizlik” dedi.
bu yana her ay en az 55 işçi ölümlü kazalarda yaşamını yitiriyor. Son beş ayda yaklaşık 400- 450 işçi yaşamını yitirdi. Müftüoğlu, bu durumun nedeninin, insanların kısa sürede çok iş çıkarmak için canını hiçe sayarak çalıştırılmasından kaynaklandığını söylüyor. İş kazalarında Türkiye’nin dünya üçüncüsü olduğunu belirten Müftüoğlu, birinci sırada Hindistan’ın, ikinci sırada ise Rusya’nın yer aldığını kaydetti.
HER YIL 250 MİLYON İŞ KAZASI Türkiye’de iş kazaları çok yoğun görülürken, meslek hastalıklarının neredeyse yokmuş gibi algılandığına işaret eden Müftüoğlu, Ulusal Sağlık Konseyi’nde meslek hastalıklarının yüzde 500 arttırılması gerektiğinin gündeme geldiğini belirtti. Müftüoğlu, Türkiye’de hali hazırda bin hastalığın meslek hastalıkları olarak tanımlandığını söyledi. Dünyada bu rakamın 43 binle, 130 bin arasında değiştiği bilgisini veren Müftüoğlu, WHO ve ILO raporuna göre dünyada her yıl 250 milyon iş kazası olduğunu ve her gün 5 bin kişinin yaşamını yitirdiğini belirtti. Müftüoğlu, Türkiye’de ise her iş saatinde 32 iş kazası gerçekleşirken, her 80 dakikada bir işçinin sürekli iş göremez duruma geldiğini, bunun yanı sıra her 2 saat 40 dakikada bir işçinin iş kazası sonucu yaşamını kaybettiğini aktardı. Müftüoğlu’un verdiği bilgilere göre, geçtiğimiz ay 57 işçi iş kazasında yaşamını yitirirken, yaklaşık bin 975 işçi de yaralandı. Temmuz ayından
KADINLARI DA TEHDİT EDİYOR Genel olarak, iş kazalarına maruz kalanların dörtte birini kadınların oluşturduğunu belirten Müftüoğlu, bu durumun sektörlerle ilgili olduğunu ifade etti. Kadınların ölümlü kazaların çok görüldüğü, maden, gemi gibi sektörlerde çalışmadığını dile getiren Müftüoğlu, ancak tekstil gibi ağırlıklı olarak kadınların çalıştığı sektörlerde yaşanan kazalarda zarar görenlerin kadınlar olduğunu söyledi. Son dönemlerde meslek hastalıkları ve kazalarının kadınları da tehdit etmeye başladığını gördüklerini belirten Müftüoğlu, “AB ülkelerinde yapılan bir araştırma, kimya sektöründe düşükler, erken doğumların olduğunu gösteriyor” dedi. Ev kazaları konusunda da çalışmalar yaptıklarını belirten Müftüoğlu, kadınların perde asarken, cam silerken, yemek pişirirken kaza geçirdiklerini, sakatlandıklarını hatta öldüklerini vurguladı. Müftüoğlu, ancak bu konuda yasal olarak hiçbir uygulamanın olmadığının altını çizdi. kaynak: anf
Haydar Özdemiroğlu: “Biz yetkili sendikayız” Tez Koop-İş’e üye olan ve Ülker Grubu Şok marketlerinde çalışan işçileri, işveren sendikadan istifa etmeye zorlayınca, Tez Koop-İş’te İstanbul’daki Yıldızlar Holding önüne siyah bir çelenk bırakarak eylem yaptı. Ülker grubu Şok Marketleri satın aldıktan, 1995 yılından bu yana Tez Koop-İş’te örgütlü olan işçileri sendikadan istifa etmeye zorladı. Tez Koop-İş Sendikası ise Ülker Grubu’nun bağlı olduğu Yıldızlar Holding’in önüne siyah çelenk bırakarak, Şok Genel Müdürlüğü’nün önüne yürüdü. Tez Koopİş yöneticileriyle birlikte, Deri-İş Sendika Kampana Direnişi işçileri ve Türk-İş 1. Bölge Temsilcisi Faruk Büyükkucak’ın’da katıldığı yürüyüş, Faruk Büyükkucak’ın ve Tez Koop İş Eğitim Sekreteri Haydar Özdemiroğlu’nun yaptığı açıklamayla sona erdi. Yıllardır sendika üyesi olan işçilerin zorla istifa zorlanması konusunda, Tez Koop-İş Eğitim Sekreteri
Haydar Özdemiroğlu’na konuyla ilgili olarak Yarın’a konuştu.
“Öncelikli olarak, biz yıllardır burada örgütlü bir sendikayız. Ve sözleşmeyi Şok Migros içindeyken yaptık. Dolayısıyla 3 yıllıkta sözleşme imzaladık. 3 yıllık sözleşme boyunca üyelerimiz isterse tek tek istifa etse bile, 3 yıllık bir bağ var Şok Marketlerinin. Yani biz yetkili sendikayız ve dolayısıyla sendikayı tanımıyorum diyemez. O da şunu yapıyor, işveren götürüyor işçileri ve istifaya zorluyor. Ülker Grubu Anayasa’ya, Sendikalar Kanunu’na göre suç işliyor. Bir kere bu yasal değil, işveren hukuksuz bir şey yapıyor. Yargıya ittikl etmiş durumda bu konu. Peşini bırakmayacağız. Yerel radyolarda yapacağımız, destek yayınlarıyla ve eylemlerimizde bu konuda mücadeleye devam edeceğiz. Başbakan’ın kendisi işçilerin sendikaya üye olması konusunda çağrı yaparken, kendisine ait olan bir yerde işçilerin istifaya zorlanması, düşündürücü olsa gerek.” ANKARA SEVAL KUTLU
“EMEĞIMIZIN KARŞILIĞINI VE SAĞLIĞIMIZI ISTIYORUZ” Her türlü kimyasal, yanıcı ve kanserojen maddeler içerisinde hiç bir iş güvencesi olmaksızın çalıştıklarını ifade eden Özay, “Bizler köle değil işçiyiz. Daha sağlıklı ve güvenli çalışma ortamlarında emeğimizin karşılığını alarak üretim yapmak istiyoruz. Türkiye’nin her yerinde en küçük saya birim fiyatı 5 lira iken Adana’da bu fiyat 1 liraya kadar düşmektedir. Bu ağır ve sağlıksız çalışma koşullarında aldığımız ücret insan onurunu hiçe saymaktadır” dedi. “İNSANCA YAŞAMAK ISTIYORUZ” Özay, hakları temin edilene kadar işbaşı yapmayacaklarını söyleyerek, “Patronlar daha fazla kar etsinler diye işçi ücretlerinden kırparak maliyeti düşürmekteler. Bu şekilde emeğimizi görmezden gelip hakkımız olan çalınmaktadır. Bizler insanca yaşamak için bir araya geldik” diye konuştu. YARIN ADANA
Ataması Yapılmayan Öğretmenler yine sokaktaydı Atama bekleyen öğretmenler Şubat’ta 44 bin atama yapılmazsa eylemlerini artarak devam ettireceklerini söy-
lediler. Atması yapılmayan öğretmenler Milli Eğitim Bakanlığı önünde toplandı. Attıkları sloganlarla ve açtıkları ‘Ücretli öğretmenlik kaldırılsın. Öğretmenler atama istiyor.’ Pankartıyla devletten taleplerini dile getirdiler. Grup adına konuşma yapan Türk Eğitim –Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, eğitim fakültelerinden mezun idealist gençlerin soğuk hava koşullarına rağmen Bakanlığın önünde toplandığını belirtti. AK Parti Hükümeti döneminde atanmayan öğretmen sayısının iki kat arttığını söyleyen Koncuk ülke genelinde öğretmen açığının olduğunu, 350 bin öğretmenin de hazırda atama beklediğinin altını çizdi. Sembolik bir eylem yaptıkları vurgulayan Koncuk, Şubat’ta atama yapılmaması halinde eylemlerinin artarak devam edeceği uyarısında bulundu.YARIN ADANA
Nijerya Devlet Başkanı geri adım attı Nijerya’da, akaryakıt fiyatlarındaki hızlı artış nedeniyle ülke çapında başlatılan genel grev ve gösteriler sonucunda Devlet Başkanı Goodluck Jonathan, fiyatları indirme sözü verdi. Nijerya’da halkın büyük çoğunluğu günde 2 doların altında yaşarken, Nijerya hükümeti petrolün galon fiyatını 1,7 dolardan 3,5 dolara kadar yükseltince 9 Ocak’ta başlayan genel grev ve eylemler nedeniyle halk 160 milyonlu ülkeyi felç etmişti. Nijerya Devlet Televizyonu’nda ulusa seslenen Jonathan, petrolün galon fiyatının 2,75 dolara (litre fiyatı 60 cent) düşeceğini söyledi. YARIN EMEK
18 OCAK 2012 çarşamba
editörler
tasarım
dağıtım
SANEM DENİZ KURAL İBRAHİM KESKİN SELÇUK KAYGISIZ BERNA GÖRGÜLÜ MELİKE ÇINAR arınç kılıç RIFAT ÇAPAR DENİZ ADIBELLİ ELİF KARAN CAN ÇOKSÖYLER EMİNE AHISLA MELTEM POSTACI FATİH PEKEDİS GÜRKAN KÖSE EZGİ CEREN AĞTAŞ KAAN ARSLAN ÇAĞLA EROĞLU
6 aylık abonelik: 25 tl sanem deniz kurAl adına yapı kredi hesap no: 229/8873511 ıban:tr38 0006 7010 ptt hesap no: 08848286 0000 0088 7351 11 işbankası hesap no: 6200 2465988 ıban: tr34 0006 4000 0016 2002 4659 88
sayı: 15
imtiyaz sahibi
fadik temizyürek
sorumlu yazı işleri müdürü
emre öztürk
adres
basıldığı yer
rumeli c. matbaacı osmanbey s. no 67/4 şişli / istanbul aspaş asya paz yay. dağ. tur. rek. aş. evren mah. günay sk no: 4 bağcılar / istanbul
ziraat bankası hesap no: 0615 57722685 5001 ıban: tr28 0001 0006 15577226 8550 01 garanti bankası hesap no: 31/6896034 ıban: tr90 0006 2000 03100006 8960 34 akbank hesap no: 0177542 ıban: tr57 0004 6001 6488 8000 1775 42 abonelik için tel: 0 506 724 64 47 yaringazetesi@yarinhaber.net
07 EKONOMi
18 OCAK 2012 YARIN
Köprü ihalesindeki sonuç resesyon mu?
Yapılması konusunda ciddi tartışmaların olduğu ve İstanbul’un kuzeyinden geçen 3. köprünün de olduğu Kuzey Marmara Projesi’ne şartname veren 18 firmanın hiçbiri ihale teklifi vermeyince ihale iptal edildi. Bedeli 6 milyar dolar olan projeye hiçbir firmanın girmemesi, öncelikle akla “Beklenen krizin olası etkisinden kaynaklanan bir çekince mi?” sorusunu beraberinde getirdi.
İ R E L K E GERÇ YORUZ! I L K I AÇ
Ya Nobel, ya çöküş Wall Street Journal gazetesi, Başbakan Erdoğan’ın para politikası açıklamasına ilişkin Merkez Bankası’na ya Nobel ödülü kazandıracağını ya da ülkeyi çıkmaza sokacağı şeklinde yer verdi. ABD’li Wall Street Journal Gazetesi’nin haberine göre, ekonomistler Başbakan Tayyip Erdoğan’ın faiz lobisi çıkışı hakkında hayal kırıklığı yaşıyor. Gazetenin haberinde, Başbakan’ın salı günü verdiği demeçte faizlerin daha düşük seviyelerde olması gerektiğini söylediği hatırlatıldı ve “Ortodoks ekonomik teorinin aksine Başbakan yüksek faizlerin enflasyona yol açtığını söylüyor” denildi. Wall Street Journal’a konuşan ekonomistler Merkez Bankası’nın politikalarını anlamakta zorluk çektiklerini söylüyor. Ekonomistlere göre, mevcut politikaların 2011’de yüzde 8.2 büyüyen ülkeyi sert bir inişe, hatta resesyona sürükleyebilir. RBS Gelişen Ülkeler Başekonomisti Tim Ash, Başbakan’ın yorumlarının piyasaları rahatsız ettiğini söyledi. Ash, Türk Lirası üstüne spekülatif bir saldırı olduğuna dair hiçbir gösterge olmadığını da ekledi. Ash, Merkez Bankası’nın politikalarını ise şu şekilde yorumladı: “Banka alışılmışın dışında politikalar uyguluyor. Bu kararlar Merkez Bankası’na ya Nobel ödülü kazandıracak ya da ülkeyi çıkmaza sokacak.” Merkez Bankası ise ekonomik politikalarını savunuyor. Mevcut politikaların iç talebi dizginlemek ve Türk Lirası’nın değerini korumak için gerekli bir seçim olduğunu söylüyor. YARIN EKONOMİ
Moody’s Türkiye’yi uyardı istanbul alper alemdar
Seçim öncesi başbakanın vaatlerini hatırlayalım: İstanbul’a açılacak yeni bir kanal ve boğaz trafiğinin rahatlatılması, ayrıca yeni şehirleşme ile beraber yeni köprüler vs. 3. Köprü ve İstanbul trafiğinin rahatlatılması da projelerden birisiydi. Hükümet özellikle finansmanın nasıl bulunacağı sorularına, ekonominin zaten çok olumlu bir yönde seyrettiğini ve finansman konusunda Yap-İşlet-Devret modeliyle sıkıntı çekmeyeceklerini daha önceden belirtmişti. Avrupa’daki krizin bu kadar ayyuka çıkmadığı günlerde, hükümet tarafından yaratılan bu iyimser tablonun aslında bu ihale iptali ile ne kadar gerçekten uzak olduğunu görebiliyoruz.
Peki neden ve nasıl? 2008 Amerika ve İngiltere kaynaklı emlak krizinin etkilerini, dünya çapında finans tekellerinin ve büyük bankalarının çökmesiyle, ülkemizde ise reel sektörde üretimin %20’e varan düşüşler göstermesi, buna bağlı olarak işsizliğin cumhuriyet tarihinin en yüksek seviyelerine çıkması ile görüldü. Özellikle dış pazarda yüksek hacim gösterebilen tekstil gibi endüstrilerde, çöküşün dramatik seviyelerde olduğunu gözlemlemiştik. Ülkemizde yaşanan 2001 krizi, bankacılık krizi olarak tarihe geçmiş ve Türkiye bundan önemli dersler çıkarmıştı. Sıkı denetleme ve para politikaları finans piyasalarında, başbakanın tabiriyle krizin “teğet” geçmesini sağlarken, üretime dayalı reel sektörde ise kriz en sert Türkiye’yi vurmuştu. Çünkü 2002’den bu yana Türkiye büyürken bir yandan finans kaynağı bakımından dış finansmana olan bağlılığı yıldan yıla
artıyordu. Tam da cari açığın 70 milyar dolar seviyelerine çıktığı bugünlerde, yani ekonomideki kırılganlığın en üst seviyelere vardığı ve Avrupa’daki borç krizinin git gide büyük bir resesyona işaret etmesiyle birlikte, Türkiye’ye olan etkisi de konuşulmaya yüksek sesle başlandı. Bu verilerin ışığı altında, Kuzey Marmara Projesi’nin ihalesine bir teklif gelmemesi, aslında bir resesyon işareti olarak görülebilir. Şartname alan ama teklifte bulunmayan firmaların en büyük çekincelerinin, bu projenin derinleşen problemlerin büyük bir resesyona dönüşme ihtimalinin yüksek olmasından dolayı, finansmanını bulamama ve yatırımın maliyetini karşılayamama korkusu olarak belirtildi. Bunun üzerine kafayı bu projeyi yapmaya koyan fakat evdeki hesabını çarşıya uyduramayan hükümet, gerekirse biz yaparız diyerek çıkışta bulundu.
Büyüme Yavaşlıyor, Resesyon İhtimali Uzakta Değil Büyüme oranın %11’i görerek Çin’i bile geride bıraktığımız geçen seneden bu yana, bu büyümenin aslında çok da hayırlı bir şey olmadığını, ekonominin verdiği sinyallerle görmüş olduk. Çünkü Türkiye, büyüme oranı yüksek diğer ülkeler; Çin, Hindistan gibi ülkelerin aksine üreterek değil tüketerek büyüyen bir ülke olduğu için, dış ticaret açığı ve buna bağlı olarak cari işlemlerdeki açığı çok yüksek seviyelere tırmandı. Bunun kadar önemli olan bir başka konu ise Merkez Bankası’nın enflasyonun tekrardan %10 seviyelerine gelmesiyle beraber, dolara karşı ve enflasyona karşı savaş bayrağı açması , yani ekonomiyi soğutma çabası kuvvetle muhtemel işsizliği arttıracak ve bir nevi durgunluğa işaret
Ekonomide yavaşlama dönemi
2011 YILI BÜTÇE RAKAMLARI * 2011 yılında merkezi yönetim büt-
çe giderleri 313 milyar 302 milyon lira, faiz hariç bütçe giderleri 271 milyar 90 milyon lira, merkezi yönetim bütçe gelirleri 295 milyar 862 mehmet şimşek milyon lira, genel bütçe vergi gelirleri ise 253 milyar 765 milyon lira olarak gerçekleşti. * Bu sonuçlara göre, 2010 yılında 40 milyar lira olan merkezi yönetim bütçe açığı 2011 yılında yüzde 56.5 oranında azalarak, 17 milyar 439 milyon liraya düştü. * Bizim ilk hedefimiz 33.5 milyardı. Daha sonra bunu 22 milyara revize etmiştik. Gelinen noktada hem revize hem de başlangıç hedefinin çok altında kapatmış olduk. * Faiz dışı fazla 3 kat artışla 24.7 milyar TL oldu. * Bütçe açığının milli gelire oranı yüzde 1.4 seviyesinde. Van depremine ayrılan kaynak olmasaydı bu oran daha düşük olabilirdi. YARIN EKONOMİ
3. köprü vergiyle gelecek Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, İstanbul Boğazı’na 3. Köprü yapımını da içeren Kuzey Marmara Otoyolu projesinin öz kaynakla yapılacağını açıkladı. Ayrıca bakan en kısa zamanda ihaleye çıkacaklarını da açıkladı. Bu son gelişmeler, konunun çözüme kavuşturulduğu izlenimi yaratsa da durum vatandaş için pek de öyle değil. Açıklamanın ilk kısmında projenin öz kaynaklarla yapılacağı belirtiliyor. Projenin öz kaynaklarla yapılması demek, halka yeni vergilerin gündeme gelmesi anlamını taşıyor. Yani köprü vatandaşın cebinden çıkacak yeni vergilerle yapılacak. Açıklamanın ikinci önemli noktası ise, proje öz kaynaklarla yapıldıktan sonra ihaleye gidileceği, yani özelleştirileceği. Yani halkın vergileriyle yapılacak olan köprü özelleştirilerek kazancı devlete değil özel kurumalara gidecek. Vatandaş yaptıracak, patronlar kazanacak. Uluslararası basında yer buldu İsrail Jerusalem Post gazetesince yayımlanan bir haber analizinde, Türkiye’nin 5 milyar dolarlık ihaleyi iptal kararında
yabancı şirketlerin uluslararası kaynak bulmada karşılaştığı sorunların etkisinin bulunduğu öne sürüldü. Ankara tarafından getirilen “katı koşulların” caydırdığı belirtilirken, “Ancak teklif vermesi beklenen uluslararası şirketler için aynı derece önemli olan unsurun uluslararası fonlamadaki sıkılaştırma olduğunu söylüyorlar” denildi. Şirketlerin yaklaşımına ilişkin şu değerlendirme yapıldı: “Böyle bir taahhüdün altına girme tereddütleri, sermaye arzının giderek sıkılaştırıldığı bir dönemde Türkiye’nin, önümüzdeki yılda karşılaması gereken büyük dış finansman yükümlülüklerinin olduğunu anımsatıyor. Ülkenin çok büyük bir cari işlemler açığı var ve Citigroup’un yeni Küresel Piyasalar raporuna göre, her yıl 35-40 milyar dolarlık orta ve uzun vadeli borcunu çevirmesi gerekiyor.” Cari açığın Kasım’da gerilediği haberlerinin üzerine liranın güçlendiği ancak açık sorununun çözümünden uzak olduğu savunulurken açığının bu yıl GSYH’nin yüzde 10’u düzeyinden yüzde 8’e gerilemesi beklense de bunun hala çok yüksek olduğu düşünüldüğü de kaydedildi.
“AB en az 5 yıl daha krizde”
Davranışsal finans uzmanı Profesör Gülnur Muradoğlu, mevcut Euro krizinin 1929 yılındaki buhrandan daha derin olduğunu ve krizden 5 yıldan önce çıkılmasının mümkün olmadığını söyledi. Londra’daki City Üniversitesi Cass İşletme Okulunda davranışsal finans uzmanı olan Profesör Gülnur Muradoğlu, bu yıl Avrupa’da ve İngiltere’de resesyon olasılığının mevcut olduğunu ifade etti. Mevcut Euro krizinin, 2008 yılında yaşanan ekonomik krizin bir parçası olduğunu belirten Muradoğlu, 2008 krizinin bazı sebeplerinin reel, bazı sebeplerinin ise davranışsal olduğunu kaydetti. 2008’deki krizin ABD’deki ipotek borçlanmasından başladığını ve tüm dünyaya yayıldığını hatırlatan Muradoğlu, şöyle konuştu: “Kriz 2008’de, ABD’den sonra ilk İngiltere’yi vurdu, oradan Avrupa’ya, oradan da gelişmekte olan ülkelere geçti. Şimdi ise ABD’ye doğru geri dönüyor. Şu an krizin ikinci safhasındayız ve ikinci safhada Arap baharı da, Yunanistan’daki problem de bunun bir parçası oldu.”
Piyasaların kendi kendini düzelmez Avrupa ülkelerinde iyi liderlik yapılamamasının Euro krizini etkilediği yorumlarına katılmayan Muradoğlu, “1929 buhranında öğrenildi ki, likidite temin edilmezse kriz derin ve uzun oluyor, dolayısıyla likidite temin edildi. Liderlerin geniş bakış açıları önemli. Genel bakış açısı olarak benim tehditkâr bulduğum şey, piyasaların etkin olduğuna ve kendi kendini düzelteceğine iman etmiş olmak, bu doğru bir şey değil” dedi. AB krize meyilli Euro bölgesindeki borç krizi için önümüzdeki 2-3 yılın kritik olduğunu söyleyen Muradoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Yunanistan’ın Euro’dan atılacağını düşünmüyorum, çünkü bu çok riskli olacaktır. Eğer bir Avrupa topluluğu olmasaydı, Yunanistan’ın batışı Avrupa’da birkaç devleti batırabilirdi. Eğer Yunanistan topluluğun bir parçası olmasaydı, etkisi çok daha şiddetli ve derin olurdu. Dolayısıyla ne Avrupa’nın birlikten çıkması için Yunanistan’ı zorlayacağını, nede Yunanistan’ın birlikten çıkmaya çalışacağını düşünüyorum. “İngiltere’nin Euro krizinin çözümlenmesinde dışarıda durmasını olumlu bulmadığını ifade eden Gülnur Muradoğlu, “Hem İngiltere’nin Euro’ya girmesinin lehine olduğunu düşünüyorum, hem de Euro bölgesindeki yasal düzenlemelerin içinde yer almasının lehine olduğunu düşünüyorum” dedi. Bu yıl İngiltere’de ve Avrupa’da resesyon olasılığının mevcut olduğunu söyleyen Muradoğlu, “Bu kriz, 1929 buhranından daha derin bir kriz. Dolayısıyla böyle bir krizin 1-2 yılda geçmesini beklemek safiyane olur. Bunun için verilecek süre, minimum 5 yıl diye düşünüyorum. 5 yıldan önce bu krizden çıkılmasının kolay olmadığını düşünüyorum” dedi. YARIN EKONOMİ
SÖZLÜKÇE
?
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, bütçe rakamlarını açıklıyor. Şimşek, “İşsizlikteki hafif artışlar ekonomide yavaşlama sürecine girdiğimizi gösteriyor” dedi. İşte Şimşek’in konuşmasından satırbaşları; * Euro bölgesi krizinde en kötüsü geride kaldı diyebiliriz. * ABD’den gelen veriler gayet iyi, bu da sınırlı iyimserlik getiriyor. * Ekonomide yavaşlama sürecine giriyoruz. * İşsizlikteki hafif artış ekonomide yavaşlama sürecinin başladığını gösteriyor. * Son çeyrek itibariyle TL’nin yükselmesi iç talebin daha makul düzeye inmesiyle cari açıkta azalma başladı. * Dünyada kamu borç stokunun sürdürülebilirliği sorunu var. Bizde ise bu oran yüzde 40’ın altında. AB’de yüzde 90’a dayandı. Biz bu rakamı yüzde 32’lere indirmeyi öngörüyoruz.
edecek gibi duruyor. Hükümet yine de 1,6 milyar dolarda kaldığı görülüyor. Ca2012 için büyüme oralarında %6-7 gibi ri açık öte tarafta “zulaları” da boşalttı. iyimser bir tablo çizerken, hükümetin “Net Hata- Noksan” olarak bilinen kayıt aksine uluslararası kuruluşlar bunun pek dışı sermaye de bu yıl yüzde 219 artarak de öyle olmadığını söylüyor. Ekonomik 13 milyar dolara çıktı. Böylece cari açığın İşbirliği ve Kalkınma Örgütü büyüme finansmanında çoğu yerli sermayedarlara oranını(OECD) %3, Uluslar arası Para ait 28 milyar doların sahne alması etkili Fonu (IMF) % 2.2 , Dünya Bankası % oldu. Bu, cari açığın yüzde 40’ının bu 4.3 , yatırım bankası Morgan Stanley kaynakla kapatılması demek. 2010’un % 2.7 ‘e düşürürken belki de en çar- aynı döneminde bu iki kanaldan giriş, pıcı rakam ise yatırım bankası Merrill açığın sadece yüzde 5’ini karşılamıştı. Lynch’den geldi. Merril Lynch; Türkiye Durum böyle olunca, toplam serekonomisinin 2012’de %0 büyüyeceği- maye girişi, 2010’da cari açığı karşılayıp ni belirtirken, iki çeyrek üst üste negatif döviz rezervini 13 milyar dolar artırırken, yönlü bir büyüme olacağına dikkat çekti. bu yıl rezerv artışı yüzde 52 azalarak 6,3 Merrill Lynch Ortadoğu ve Kuzey Afri- milyar dolarda kaldı.” Yazısını Avrupa’daka baş ekonomisti Türker Hamzaoğlu, ki borç krizinin Türkiye’ye giren yabancı bunun net olarak bir resesyon olacağını yatırımın düşmesinin ülkeyi durgunluğa vurguladı iteceğini belirtirken, aslında 3. Köprü Türkiye’nin büyümesindeki en bü- ihalesinin iptalinde de gördüğümüz, firyük faktörlerden birinin yabancı serma- maların dahi aslında bu beklenti içerisinye girişinin Avrupa’daki krizle ile birlikte de olduğunu, bu yüzden de maliyeti ve yavaşlaması yönünde ise beklenti büyük. riski yüksek bu projeye ihale vermemesi, Ekonomist Mustafa Sönmez’in bu konu ülkedeki ciddi dış finansman kaynaklaile çarpıcı bir değerlendirmesini paylaş- rının yavaşlamasından ve buna bağlı bir mak, bu konuda bizi daha da aydınlata- durgunluk beklentisinden kaynaklandıcak. “Yabancı sermaye girişi geçen yılın ğını görebiliyoruz. girişini ancak 1,7 milyar dolar aşabildi ve 48,7 milyar dolar oldu. 70 milyar doları geçen cari açığı karşılamaktan çok uzak olan bu girişin eksiğini tamamlayan Ulaştırma, Denizne oldu? Eksiği, yerli sermayenin cilik ve Haberleşme Bakanı ülkeye dönüşü gidermeye çalıştı. Binali Yıldırım, İstanbul Boğazı’na Bu yıl, “kumbaraların kırılmaya 3. Köprü yapımını da içeren Kuzey başladığı”nı yani, yerlilerce dışaMarmara Otoyolu projesinin öz kaynakrıdaki bankalarda tutulan mevla yapılacağını açıkladı. Ayrca bakan Öz duatların, yastık altı dövizlerin kaynaklarla en kısa zamanda ihaleye çıkayurda getirildiğini, ortaya çıkacaklarını da açıkladı. Kuzey Marmara Otorıldığını görüyoruz. Yerli sermayolu projesi ihalesi için şartname alan yenin özellikle mevduat ağırlıklı 18 firmadan teklif gelmemişti. Bu birikimlerinden 15 milyar doları gelişmeler üzerine ihale iptal getirdiği, geçen yıl ise bu “dönüş”ün edilmişti.
Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s, Türk şirketlerini uyardı. “Kredi kalitesini etkileyecek unsurlar var” diyen Moody’s, Türk şirketleri konusunda “ihtiyatlıyız” mesajı verdi. Moody’s’in Türk şirketlerini değerlendirdiği raporda, “Türk şirketlerinin kredi kalitesini gelecek 12-18 ayda etkileyecek bir dizi unsur var” yorumuna yer verildi. Moody’s’e göre, finans dışı alanda faaliyet gösteren şirketler iç piyasaya odaklanmaları sayesinde ekonomik büyümeden fayda sağlayabilir. Ancak Moody’s yine de Türk şirketleri konusunda durağan ve ihtiyatlı olduğuna dikkat çekti. YARIN EKONOMİ
Para Politikası: Para, kredi ve faiz hacim ve hadlerini ayarlayarak ekonomik dengeyi sağlama ve sürekli kılma politikasıdır. Bazı ekonomistlere göre enflasyonlar ve bunalımlar ancak para politikasıyla önlenebilir. Bu da para sektöründe hükümet müdahalesiyle sağlanabilir. Özel sektör üstündeki etkisi ne olursa olsun, hükümet mutlaka para politikasında ipleri elinde tutmalıdır.
08 EKONOMi
0418EKiM 2011 YARIN OCAK 2012 YARIN
Ve Fransa’nın da notu düşürüldü
Neler Oluyor?
Sonunda beklenen oldu ve Avrupa’nın en büyük ekonomilerinden Fransa da not mağduru oldu. Hükümet kaynaklarının AFP’ye verdikleri bilgiye göre, S&P, Fransa’nın “AAA” olan uzun vadeli kredi notunu düşürürken, Almanya, Hollanda ve Lüksemburg’un “AAA” olan uzun vadeli kredi notlarını korudu.
Barcelona’daki bir sergide konuşan Merkez Bankası Başkanı Başçı, ‘’İktisat sadece paradan ibaret değil, biraz kültür ve sanat tarafının da ön planda olması gerekir’’ dedi.
fransa alper alemdar
Otomotiv Sanayii Derneği (OSD) verilerine göre, 2011 Ocak-Aralık döneminde Türkiye’de toplam taşıt üretimi yüzde 9, taşıt ihracatı ise yüzde 5 arttı.
Kaynak, kuruluşun not kararı konusunda hükümetleri bilgilendirdiğini kaydetti. Aynı kaynak, Avusturya ve Finlandiya’nın kredi notuna ilişkin bilgi vermedi. Fransa Maliye Bakanı François Baroin, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Standard and Poor’s’un Fransa’nın kredi notunu düşürdüğünü doğruladı. Baroin, France 2 televizyonuna yaptığı açıklamada, Fransa’nın kredi notunun AAA’dan AA ‘ya indirildiğini söyledi.
Sarkozy acil toplantı yaptı Bu arada Standard and Poor’s’un, Fransa’nın da aralarında bulunduğu bazı Avro Bölgesi ülkelerinin kredi notlarını düşüreceği iddiası üzerine Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, 3 bakanı ile acil toplantı yaptı. AFP muhabiri, Sarkozy’nin, Başbakan Farnçois Fillon, Ekonomi Bakanı François Baroin ve Bütçe Bakanı Valerie Pecresse’i toplantı yapmak üzere ofisine çağırdığını belirtti. Fransa Bütçe Bakanı ve hükümet sözcüsü Valerie Pecresse, Fransa’nın “kendinden emin” olduğunu ve “borcunu ödeyebileceğini” söyledi. 16 ayın en düşük seviyesi Bu arada Euro, dolar karşısında 2010 Ağustos ayından bu yana en düşük seviyeye geriledi. Euro’nun gerilemesinde, S&P’nin Fransa’nın da aralarında bulunduğu bazı Euro Bölgesi ülkelerinin kredi
Türkiye’de 2011 yılında köprü ve otoyollardan 349 milyon 847 bin 151 araç geçti, bu araçlardan toplam 732 milyon 681 bin 161 lira gelir elde edildi. Karayolları Genel Müdür Yardımcısı ve Kuzey Marmara Otoyolu İhalesi Komisyonu Başkanı İhsan Akbıyık, İstanbul Boğazı’na 3. köprü yapımını da içeren Kuzey Marmara Otoyolu ihalesine teklif veren olmadığını bildirdi. Uluslararası piyasada altının onsu 10 günde yüzde 4,32 oranında değer kazanarak 1.640,24 dolara yükseldi. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) 2010 yılının kasım ayında gördüğü 71 bin puan seviyelerinin bugün yüzde 30 altına gerileyerek 49 bin 800 puan seviyelerine indi. Türk Sağlık-Sen’in açtığı dava sonucunda mahkeme, kesinti yapılmasına karşın Konut Edindirme Yardımı (KEY) ödemesi alamayan memura, ödeme yapılmasına hükmetti.
notlarını düşürebileceği haberleri etkili oldu. 17 ülkenin ortak para birimi euro, TSİ 17.20’de dolar karşısında 1,2638 seviyesine gerileyerek son 16 ayın en düşüğünü gördü. Euro, dün TSİ 24.00’de dolar karşısında 1,2816 seviyesindeydi.
Önceden uyarı yapılmıştı Euro Bölgesi’nden üst düzey yetkili, Standard & Poor’s’un bugün, Almanya hariç birkaç Euro Bölgesi ülkesinin kre-
di notlarını düşürebileceğini açıklamış ancak hangi ülkelerin kredi notlarının düşürülebileceğine ilişkin bilgi vermemişti. S&P, geçen yıl aralık ayı başında, 15 Euro Bölgesi ülkesinin kredi notunu düşüreceği uyarısında bulunmuştu. Kuruluş, Euro Bölgesi’nin kötüleşen borç krizinin bölgenin güçlü ülkelerini etkilediğine işaret ederek, kredi notu AAA olan Almanya, Lüksemburg, Avusturya, Finlandiya, Fransa ve Hollanda ile diğer
ABD daha çok borçlanacak
ABD Başkanı Barack Obama, federal hükümetin borçlanma limitinin 1,2 trilyon dolar daha artırılması için Kongre’ye resmi bildirimde bulundu. Obama, Temsilciler Meclisi Başkanı Cumhuriyetçi John Boehner’a gönderdiği mektupta, borçlanma limitinin artırılmasının, var olan yükümlülüklerin karşılanması için gerekli olduğunu belirtti. Beyaz Saray, geçen Ağustos ayında ülkenin temerrüde düşmesini önlemek için borçlanma limitinin artırılması konusunda Kongre üyeleriyle anlaşmaya varmıştı. Bu anlaşma kapsamında Obama’nın böyle bir talebi bekle-
niyordu. Obama’nın teklif ettiği artış gerçekleşirse, hükümetin faaliyetlerini finanse edebilmek için alabileceği borç miktarı 16,4 trilyon dolara yükselecek. Bu rakamın, hükümete bu yılın sonuna kadar borçlanma yetkisini kullanmada yeterli olacağı düşünülüyor.
15 günlük süre Kongre’nin, Obama’nın bu teklifini reddetmek için 15 günü bulunuyor, bu süre içinde teklif Kongre’nin her iki kanadından da reddedilmezse, yürürlüğe girecek. Bu açıdan bakıldığında Obama’nın Kongre’ye teklif göndermesi aslında formalite niteliği taşıyor. Çünkü Cumhuriyetçiler, Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğa sahip olsa da Senato’da teklifi reddedecek yeterliliğe sahip olmadıklarından bu teklif, 15 gün sonra otomatik kabul edilmiş olacak. Ancak, özellikle seçim yılı olması iti-
man
İkizdere halkı direnişe hazır
bariyle Cumhuriyetçilerin bu konuyu, “Obama’nın bütçe açığını kontrol edilemez boyutlara çıkardığı” şeklindeki eleştirilerinin dozunu artırmada fırsat olarak kullanacakları yorumları yapılıyor. Nitekim Cumhuriyetçiler, Obama’nın mektubunun hemen ardından, çoğunlukta oldukları Temsilciler Meclisi’nde teklifi reddeden bir tasarıyı gelecek hafta oylamaya sunacaklarını açıkladı. ABD yönetimi ve Kongre geçen Ağustos ayında, ülkeyi krizin eşiğine getiren borçlanma limiti sorununda son dakikada anlaşmaya varmış ve limitin üç aşamada 2,1 trilyon dolar düzeyinde artırılması karara bağlanmıştı. Kongre, geçen Ağustos’ta borçlanma limitinin 400 milyar dolar, eylül de 500 milyar dolar artırılmasını kabul etmişti. Obama’nın teklif ettiği 1,2 trilyon dolarlık artış da, söz konusu anlaşmanın son aşamasını oluşturuyor. YARIN EKONOMİ
9 ülkenin kredi notunu muhtemel indirim için izlemeye aldığını bildirmişti. Standard and Poor’s, bu karara Euro Bölgesi’nde artan sistematik stresi gerekçe göstermiş, Euro Bölgesi’nde diğer bir resesyon riskinin artmasının kararın sebeplerinden biri olduğunu da ifade etmişti. Euro Bölgesi’nin diğer iki ülkesi Yunanistan, en kötü kredi notuna sahipken Kıbrıs Rum Kesimi’nin kredi notu da izleme altında bulunuyor.
7 bin kişi işsiz kalacak Belçikalı süpermarket zinciri Delhaize, yaklaşık 5 bin çalışanını işten çıkarmayı planlıyor. Delhaize’den yapılan açıklamada, ABD ve güneydoğu Avrupa’da 146 mağazanın kapatılacağı, söz konusu mağazalarda çalışan yaklaşık 5 bin kişinin de işten çıkarılmasının planladığı bildirildi. Delhaize’in, geçen yılın tamamında 21,1 milyar avro ciro elde ettiği tahmin ediliyor.
Novartis 2bin kişiyi çıkaracak İsviçreli ilaç şirketi Novartis, ABD’de yaklaşık 2 bin çalışanını işten çıkartacak. Şirketten yapılan açıklamada, ABD’deki eczacılıkla ilgili faaliyetlerinin yeniden yapılandırılması kapsamında bin 960 çalışanın işine son verileceğini bildirdi. Yılın ikinci çeyreğinde başlayacak işten çıkarmalarla şirket, 2013 yılına kadar 450 milyon dolar tasarruf sağlamayı hedefliyor. YARIN EKONOMİ
GERİDE KALANLAR Eski JİTEM binasında kemik bulundu
Doğal sit alanı ilan edilen Rize’nin İkizdere Vadisi’nde 50 yıl önce inşa edilen İkizdere hidroelektrik santral (HES) projesi için yapılacak kapasite artırımı nedeniyle, yöre halkı ve sivil toplum örgütlerinin öneri ve görüşlerinin alınacağının duyurulması, tepkilere neden oldu. İkizdere Derneği eski Başkanı ve Mimar Mühendisler Grubu (MMG) Genel Başkan Yardımcısı Jeofizik Mühendisi Kadem Ekşi, HES projelerinin doğal hayata verdiği zararlar ve yöre halkının tepkileri ortadayken kapasite artırımı için görüş alınacağının söylenmesinin aldatmacadan öte bir şey olmadığını kaydetti, “Bunu unutsunlar” dedi.
Diyarbakır’da bir dönem Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele Merkezi binası (JİTEM) ile Diyarbakır Kapalı Cezaevi ile Adliye Sarayı’nın bulunduğu Saraykapı Mevkii’nde restorasyon çalışmaları sırasında insanlara ait 6 kafatası ve kemik bulundu. Merkez Sur İlçesi Saraykapı Semti’nde bulunan ve 1990’lı yılarda JİTEM merkezi, Jandarma Merkez Komutanlığı, Diyarbakır Kapalı Cezaevi ve Diyarbakır Adliye binasının bulunduğu alanda insanlara ait 6 kafatası ve kemikler bulundu. İnsanlara ait olduğu belirtilen kemiklerin DNA testi yapılması için İstanbul Adli Tıp merkezine gönderileceği bildirildi.
Elektrik kesintisi tekrarlanabilir
Nasıl sağ çıkarsınız?
Enerji Bakanlığı yetkilileri 6 ili etkileyen elektrik kesintisinin tekrarlanmama garantisi olmadığını söyledi. Yetkililer ABD’de bile 36 saatlik kesinti olduğunu hatırlattılar. Enerji Bakanlığı geçtiğimiz hafta İstanbul başta olmak üzere Sakarya, Kocaeli, Tekirdağ, Kırklareli ve Edirne’yi etkileyen elektrik kesintisinin tekrarlanabileceğini açıkladı. Bakanlık yetkilileri arızanın kötü hava koşullarından kaynaklandığını ileri sürerek dünyada da böyle büyük kesintilerin yaşandığını öne sürdü. ABD’de 2003 yılında yaşanan büyük kesintiyi hatırlatan bakanlık yetkilileri bir değerlendirme toplantısı yapılacağını belirtti.
Uludere katliamından sağ kurtulan Davut Encü, Servet E., Hacı E., Gülyazı Alay Komutanlığına ifadeye çağrıldılar. Haklarında “pasaport kanununa muhalefet”, “sınırı yasadışı yollarla ihlal etme” ve “ülkeye sınırdan kaçak mal sokma” suçlamalarından işlem başlatıldı. İfadeye vermeye gelmemeleri halinde zorla karakola götürülecekleri kendilerine bildirildi. 35 kişinin öldürüldüğü katliamın ardından soruşturmayı yürüten savcılıklar Genelkurmay Başkanlığı’ndan konunun aydınlatılması açısından son derece önemli olan 4 saatlik heron görüntülerini istemiş ama söz konusu görüntüler gönderilmemişti. Fakat Uludere Kaymakamı’na yönelik saldırı hakkındaki soruşturma hızlıca tamamlanıp, bombardımanda yaşamını yitiren sivillerin yakınlarının da bulunduğu kişiler tutuklanıp cezaevine konulmuştu.
En büyük tehdit İtalya
Kredi derecelendirme kurumu Fitch Ratings, Euro bloğunun geleceği için en büyük tehdidin İtalya olduğunu ileri sürdü. Kurum, buna gerekçe olarak da İtalya’nın büyük borç yükünü, yüksek borçlanma maliyetlerini ve bunlara karşılık ortada borç krizinin tüm bölgeye yayılmasını önleyecek bir planın bulunmamasını gösterdi. Fitch küresel derecelendirme bölümü başkanı David Riley, bu nedenlerle, Ocak ayı sonlarına doğu İtalya’nın kredi notunun düşürülme olasılığının yüksek olduğunu belirtti Londra’da düzenlenen basın toplantısında “İtalya, krizin ön cephe hattındadır” diye konuşan Riley, ülkenin devlet tahvilleri getirisinin yükselmesini “krizin adamakıllı yoğunlaştığının işaretidir” sözleriyle yorumladı. İtalya, 2012 yılında 440 milyar Euro değerinde devlet tahvili ve hazine bonosu satmayı planlıyor. Riley, yürürlükteki borçlanma maliyetleri göz önüne alındığında, bunun ürkütücü bir iş olduğunu söyledi. İtalya’nın teknokrat hükümeti bir darbe de bir müsteşarın ailesi için Tuscan’da tatil hediyesini kabul ettiği iddiaları üzerine istifa etmek zorunda kalmasıyla yedi. YARIN EKONOMİ
AB ekonomisinde risk devam ediyor
Avrupa Merkez Bankası (ECB) Başkanı Mario Draghi, Frankfurt’ta yapılan faiz toplantısının ardından düzenlenen basın toplantısında yaptığı açıklamada “küresel talepteki ılımlı büyüme ile Euro Bölgesi’nde zayıf iş dünyası ve tüketici güveninin bölgenin büyüme hızına zarar verdiğini” söyledi. Finansal piyasalardaki gerilimlerin beklendiği gibi Euro Bölgesi’ndeki ekonomik faaliyetleri olumsuz etkilemeyi sürdüreceğini belirten Draghi, ekonomik görünümün yüksek belirsizlik ve aşağı yönlü riskler taşımaya devam ettiğine dikkati çekti. Euro Bölgesi’nde enflasyonun birkaç ay daha yüzde 2’nin üzerinde kalacağını, daha sonra yüzde 2’nin altına gerileyeceğini ifade eden Draghi, bölgede maliyet, ücret ve fiyat baskılarının ılımlı seyrini sürdürebileceğini, enflasyon oranının da fiyat istikrarına uygun kalması gerektiğini vurguladı.
Para politikası önemli Para politikasının orta vadede fiyat istikrarını sürdürmesinin esas olduğunu vurgulayan Draghi, enflasyon çıpası, para politikasının Euro Bölgesi’nde istihdam yaratma ve ekonomik büyümeyi desteklemeye katkı sağlaması için ön koşul olduğuna işaret etti. Draghi, refinansman operasyonları için likidite fonlarının Euro Bölgesi bankalarına destek vermeyi sürdüreceğini ve reel ekonomiyi finanse edeceğini kaydederek, standart dışı para politikası önlemlerinin geçici olduğunu belirtti. Euro Bölgesi’nin büyüme hızına bir dizi unsurun zarar verdiğinin görüldüğünü kaydeden Draghi, bunların küresel talepteki ılımlı büyüme ile Euro Bölgesi’nde zayıf iş dünyası ve tüketici güveni olduğunu söyledi. İç talebin Euro Bölgesi borç piyasalarındaki devam eden gerilimlerinin yanı sıra finansal ve finansal olmayan sektörlerdeki bilanço düzeltme sürecinden zarar gördüğünü bildiren Aşağı yönlü risk Draghi, “aşağı yönlü risklerin küresel ekonomi, korumacı önlemler ve küresel dengesizliklerin nizamsız düzeltilmesi olasılığıyla ilgili olduğunu” kaydetti. Sermaye pozisyonlarındaki artışla desteklenen banka bilançolarının sağlamlığının ekonomiye zamanla uygun kredi fonlarını sağlamada ana unsur olacağını ifade eden Draghi, bankaların sermaye artırımı planlarını uygulamasının, Euro Bölgesi’nde ekonomik faaliyetlerin finansmanına zarar verecek gelişmelerle sonuçlanmamasının esas olduğunu vurguladı. Avrupa Konseyi’nin 9 Aralık 2011 tarihinde açıkladığı güçlü ekonomik birliği sağlayacak anlaşmadan memnun olduklarını bildiren Draghi, yeni mali sözleşmenin, Euro Bölgesi ülkelerinde kamu maliyelerinin uzun soluklu sürdürülebilirliğine önemli katkı sağlayacağına işaret etti. Mali konsolidasyonla birlikte sağlam ve iddialı yapısal reformların acilen uygulanması çağrısında bulunan Draghi, mali konsolidasyon ve yapısal reformların güveni, istihdam yaratmayı güçlendireceğine dikkati çekti. YARIN EKONOMİ
09
fotoğraf: seçil sucu
18 OCAK 2012 YARIN
“Bu dava böyle bitmez” 19 Ocak 2007’de Hrant Dink, genel yayın yönetmeni olduğu Agos Gazetesi önünde 3 el ateş edilerek öldürüldü. 5 yıllık hukuk mücadelesinde maalesef sona geliniyor. Maalesef, çünkü çok fazla yol kat edildiği söylenemez. Deliller, bu cinayetin ardında birkaç kişi olduğunu göstermiyor. Dahası var ancak davanın ilerlememesi için ayrı bir çaba var gibi. 5 yıllık hukuk mücadelesinin sonucu ne olacak göreceğiz ancak toplumun vicdanı sel olup akacaktır ve bu davayı böyle bitirmeyecektir. Konuyla ilgili İstanbul Barosu Azınlık Komisyonu eski başkanı aynı zamanda Dink Ailesi’nin avukat Fethiye Çetin sorularımızı yanıtladı. istanbul melike çınar
Hrant Dink cinayetiyle ilgili olarak yargılamanın adil olduğunu düşünüyor musunuz? Hrant Dink cinayetinin ardından İstanbul 14. Ağır Ceza mahkemesinde görülmekte olan cinayet davası dışında, Trabzon Sulh Ceza mahkemesinde Trabzon jandarma görevlilerinin yargılandığı dava ve çok sayıda soruşturma ve soruşturmaya dönüşmeyen inceleme yapıldı. Bütün bu yargılama ve soruşturma süreçlerinin ortak noktası nedir diye sorarsanız, bu sorunun cevabı, hiç tereddütsüz, bütün bu süreçlerin, maddi gerçeği ortaya çıkarmada ve sonuca ulaşmada etkili olmayışları ile adil yargılanma hakkına aykırılıkları şeklinde olur. Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB)’den gelen kayıtlar sonucunda yeni bir soruşturma talebinde bulunmanız söz konusu mu? Bizim soruşturmanın başından beri, Hrant Dink cinayetinin öncesi, hazırlığı, işlenmesi ve sonrasındaki manipülasyon ve delillerin yok edilmesine ilişkin şikayetlerimiz ve soruşturma istemlerimiz oldu ancak bu davayı iddianame il e çizilen sınırın dışına çıkaramadık. Sanki güçlü bir irade tarafından soruşturmanın başında çizilen bir sınırın dışına çıkılması yine o güçlü irade tarafından engellendi. Yasin Haya, haksız tahrik indiriminden yararlanırsa bu ne anlama gelir? Bu davayı izleyen kamuoyunun baskısı nedeniyle böyle bir ihtimalin olamayacağını varsayıyorum. Ancak, bu cinayeti planlayanlar, hazırlayanlar, işletenler ve sonrasında sınırı çizenler, böylesi bir ihtimali de düşünmüşlerdi ve bütün plan bunun üzerine kurulmuştu. Yani, onlara göre, Hrant Dink, zaten ‘Türklüğe hakaret etmiş hain bir kişiydi ve Ermeniydi’ üstelik böyle olduğu, yüksek yargı tarafından da tescillenmişti. Bu duruma kızan milliyetçi öfkeli bir genç, diğerinden yardım alarak gidip onu vurmuştu! Ancak bu plan tutmadı, gerek yurt içinden gerekse yurt dışından öylesine güçlü bir kamuoyu baskısı yarattı ki bu cinayet, planlayanların bu konudaki öngörüleri çöktü. TİB kayıtları ile ilgili emniyetin tutumu konusundaki fikirleriniz neler? Emniyet ve jandarma ve aynı zamanda devletin diğer kurumları bu cinayetin çizilen sınırları dışına çıkmama ve cinayetin ardındaki gücü aydınlatmama konusunda uyum içindeler. Bu kurumların hepsi, Hrant Dink’in öldürüleceği bilgisinin bütün ayrıntılarına vakıf oldukları halde cinayeti engellememe konusunda da uyum içindeydiler. Burada, davanın sınırlarını çizen ve bu uyumu sağlayan o güçlü ve devasa örgütlenmeyi tartışmadan varacağımız her sonuç eksik olur diye düşünüyorum. Basında çıkan haberlerin davanın seyri ile ilgili etkili olduğunu düşünüyor musunuz? Basın, üzerinden beş yıl geçmesine rağmen bu davayı özellikle bazı gazeteciler eliyle takip ediyor. Bunun çok önemli
olduğunu düşünüyorum. Ancak, kimi noktalar çok çok önemli olduğu halde yukarıda söylediklerim dışında, basının bu noktalar üzerinde durmak yerine sansasyonel haberler ve söylemler üzerinde durduğunu gözlemledim. Örneğin, yok edilen kamera kayıtları, sanıkların iletişim kayıtları, cinayet günü, görüntülere takılan kişiler ve bu kişilerin kimliklerinin araştırılması konusunda basının tavrı son derece eksikti. Örneğin, bu şahıslardan birinin Osman Hayal olduğu iddiasını dahi basın yeterince araştırmadı. Adli Tıp Kurumu, kayıtların yetersizliğinden söz ederek, bu kişi, Osman Hayal’dir ya da değildir diyemeyiz’ dedi. Biz bunun üzerine gelişmiş teknolojik imkanlarla bu incelemenin yeniden yapılması gerektiğini söyleyerek tekrar inceleme talep ettik. Ancak, mahkeme bu talebimizi reddetti. Basın bu konuyu görmezden geldi. Oysa bu konu açıklığa kavuşturulursa çok çok önemli bir eşiği aşmış olacaktık. Gardiyanların kendisini tehdit ettiğini söyleyen Yasin Hayal, kullanıldığını ve yüzleştirme yapılırsa kimlerin kendisini kullandığını gösterebileceğini söyledi. Bu noktada 17 Ocak’ta nasıl karar açıklanabilecek? Yasin Hayal, isim vermiyor bence birilerine, bir yerlere mesajlar gönderiyor. Karar duruşması öncesinde, bu çağrısının önemli olacağını düşünüyor. Davanın Ergenekon soruşturmasıyla ilgisi olduğunu düşünüyor musunuz? Hrant Dink cinayetinin alt yapısını oluşturan, onu bir nefret nesnesi olarak sunan ve hedefe koyan birtakım kişilerin bugün Ergenekon davası sanıkları arasında olduğunu görüyoruz. Bütün çabalarımıza rağmen Hrant Dink cinayeti soruşturmasında ve davasında bu kişilerin ifadesini dahi aldıramadık. Pek çok soruşturma ve davada önemli olan delillerin ve ipuçlarının bu davada üzerine gidilmedi. Bu cinayetin Ergenekon soruşturması ile ilgili olup olmadığı ancak bütün bu delillerin ve ipuçlarının üzerine gidilerek anlaşılabilir. Bu aşamada bu soruya net bir yanıt verebilmek hukuken mümkün değildir. Bu davayı demokrasi açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? Daha davanın başında bir röportaj sırasında şöyle demiştim; “Bu dava aydınlanırsa Türkiye aydınlanacak”. Bugün bu söylediklerimi daha güçlü ve binlerce bulgu ile destekleyerek söyleyebilirim. Evet, bu dava ile ‘bir bebekten katil yaratan karanlığın” aydınlanabilmesi için bütün şifreler, bütün anahtarlar ortaya çıktı. Şimdi bize düşen bu yoldan yürümek, siyaset cinayet geleneği ve Ermeni düşmanlığı geleneği ve zihniyeti ile bu dava sayesinde yüzleşilebilir. Ve karanlık, demokrasiye dönüştürülebilirdi. Bu dava bu açıdan bir fırsat, bu fırsatı şu ana kadar değerlendiremedik ancak bundan sonra değerlendirebilir ve geleceğimizi, demokrasi üzerine kurabiliriz.
‘Hrant’ın Arkadaşları’ndan Hayko Bağdat, dava sürecini değerlendirirken bu yıl 19 Ocak’ta neler yapılacağını Yarın Gazetesi’ne anlattı:
Siyasi cinayetler geleneği devam ediyor Dava 17 Ocak’ta görülecek. Sizler neler yapmayı planlıyorsunuz? Dava uzun süredir bizim için önemli değil; uzun süredir beklentimiz oldukça zayıf. Soruşturmanın derinleşmesine izin vermeyen bir sürü ayrı mecra var. Ayrı mecrada bunu yapan kurum ve kişi var. Gerek yargı, gerek mahkeme hakimi, avukatlarımızın, soruşturmanın derinleştirilmesi ve gerçek faillerin ortaya çıkması için verdiği 80’e yakın dilekçenin birçoğunu kabul etmedi, davaları birleştirmedi. Aynı zamanda kamu görevlilerine, üst merciler dava açmadı. Bunun için bakanlığın izin vermesi lazım. Mesela MİT’e soruşturma izni vermedi bakanlık. Bunun haricinde de bir sürü şey oldu. Direk soruşturmayla ilgisi olmayan bir sürü konuda da yine haksızlıklar yaşandı. Katili, ne o poster yapanlara doğru dürüst bir soruşturma yapıldı, ceza verildi; ne Dışişleri Bakanlığı bürokratları için bir soruşturma yapıldı. Dolayısıyla bu davadan bizim uzun süredir bir beklentimiz yok zaten. Fakat davanın bitiyor olması 5 yılla ilgili bir şey. Hakim, 5. yıla varmadan bitirmek istiyor bunu. Buradan bir şey çıkmayacağının artık herkes farkında. Bu 5 yılı geçerse hani yargılama onunla ilgili bir şey, hakim bundan öncekinde açıkça beyan etti zaten. O yüzden 19’undan önce veya işte bunların yakalanmasından önce tam 5 yılı tamamlamadan bitirmek istiyor. O yüzden 17 Ocak’a ertelendi dava ve o yüzden son zamanlarda 1 hafta arayla mahkemeler devam ediyordu. Bu, dediğimiz gibi bu yargı sürecinin usulen bozulma ihtimali çok kuvvetli bu yargılamanın. Sanık avukatlarının da şikayetleri var. Ama yeni bir yargılama, AİHM ya da yargıtay aşaması nasıl olacak hep beraber göreceğiz. Ama niyet yok bunu görüyoruz. Hiçbir kurumda niyet yok. Şimdi biz 19 Ocak’ta yürüyüş yapmayı planlıyoruz. Başka etkinlikler de olacak tabii. Duruşmada da olacağız ve sonuca göre açıklamalarda bulunacağız. 13:00’da Taksim’den Agos’a yürüyüş yapacağız. Agos önünde oldukça kalabalık bir beklentimiz var. Bu konunda toplum her yıl zaten bir hassasiyet gösteriyor. Hrant’ın arkadaşları olarak planlarımız bunlar. Sessi bir yürüyüş olacak. Aile bize katılacak bu yürüyüşte. Avukatlarımız bizimle birlikte yürüyecek. Umarım vekillerimiz gelir bizimle yürür. Tüm kesimlere çağrı yapıyoruz. Hrant’ın cenazesini kaldıran yüz binlerce insanın heterojen yapısı burada da işler diye düşünüyoruz. Şimdiye kadar bize gösterilmiş ve belirlenmiş mecralarda gösterilerimizi yapabildik. Ama yine bir şeye itiraz etmemiz lazım. Yeni eylem biçimleri de düşünmemiz lazım. Sokakta, kapalı alanlarda, elimizde çok fazla malzeme var. Elimizden gelen her şeyi yapıyoruz. Cazip bir konu. Ama bu işin cazipliği bizim yaptığımız işlerden değil; Hrant’ın kendisinden. Ve bizde mümkün olduğu kadar bunu ayakta tutmaya çalışıyoruz.
Hrant Dink’in öldürülmesinin üzerinden tam 5 yıl geçti, yapılan 25 duruşma boyunca Hrant’ın ailesi, arkadaşları bunun bir derin devlet cinayeti olduğunu söyledi. 25. duruşmasına gelinen Hrant Dink cinayeti davasında “Örgüt yoktur” kararı verildi. Yasin Hayal ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alırken, Ahmet İskender’e 12 yıl ceza verildi. Diğer sanıklar beraat etti.
“Bir örgüt yoktur” Hrant Dink davasında karar duruşması görüldü. Karara göre; Yasin Hayal kasten adam öldürmekten ağırlaştırılmış müebbet cezasına alırken, Ahmet İskender 12 yıl hapis cezası aldı. Erhan Tuncel içinse, “Yeterince tutuklu kalmıştır diyerek bu akşam salıverilmesine” karar verildi. Hrant Dink davasında yargılanan diğer sanıklarla ilgili olarak ise; “Ortada örgüt yoktur” diyerek beraat kararı verildi. Davanın arkasından Hrant Dink’in avukatı Fethiye Çetin basına bir açıklama yaptı. Açıklamasında; “Bizimle dalga geçtiler, dalganın en büyüğünü meğerse sona saklamışlar. Bu dava bitmedi yeni başlıyor” dedi. “Fırsatları kullanmadılar” Gerçekten bu karar ne anlama geliyor? Geleneğin hiçbir şekilde bozulmasına izin verilmediği anlamına geliyor. Nedir bu gelenek? Devletin siyasi cinayetler geleneği ve devletin bir kısım vatandaşını ötekileştirerek düşmanlaştırma geleneği. Ellerindeki fırsatı da ellerinin tersiyle reddettiler. “Bitti diyene kadar bitmeyecek.” “Biten bir komedi dosyasıdır bizim için bu dava yeni başlıyor. Tetikçilerin yargılandığı bu süreçte bebekten katil yaratan karanlığa saklanan bütün fail ve failler bütün çıplaklığıyla ortaya çıktılar. Bu nedenle yeni başlıyor. Gideceğimiz çok yol var. Bunların her birini büyük bir kararlılıkla sorgulayacağız. Karanlıkların aydınlanması, faillerin yargılanması için her şeyi yapacağız. Biz bitti diyene kadar bu dava bitmeyecek.” Hrant’ın Arkadaşları’ndan Gülten Kaya ise, karara ilişkin, “Şairin dediği gibi, ‘Cinayeti sadece kör bir kayıkçı gördü” dedi. Beşiktaş Adliyesi’nin önünde yapılan basın açıklamasının arkasından, şu anda, Hrant Dink’in ailesi, arkadaşları ve siyasi partilerle Hrant Dink’in Genel Yayın Yönetmeni olduğu ve Hrant Dink’in öldürüldüğü Agos Gazetesi’nin önüne doğru yürüyüş gerçekleşti.
Emekçi Hareket Partisi’nden çağrı Hrant Dink cinayeti sonucunda açılan davanın 25. duruşması olan ve karar duruşması olarak öngörülen dava, 17 Ocak Salı günü görüldü. "Hepimiz Hrant'ız, Hepimiz Ermeniyiz" sloganıyla beş yıldır birçok demokratik kitle örgütünün, sendikanın ve siyasi partinin cinayetin hesabının sorulmasına dair mücadelesi sürdü. Beş yıldır bu cinayetin derinleştirilmesine dair avukatların hiçbir girişimi sonuç vermedi, ne Ergenekon ne de bu cinayetin gerçek sorumluları yargılandı. Bu mücadeleyi beş yıldır sürdürenler 19 Ocak Perşembe günü iki eylem gerçekleştirecekler. Bu yürüyüşlerden ilki saat 13.00'te Taksim Meydanı'nda Agos Gazetesi'nin önüne olacak, ikincisi ise saat 19.00'da Taksim Tramvay Durağı'ndan Galatasaray Meydanı'na doğru gerçekleşecek. Hrant Dink cinayetinin hesabını soranlar hep birlikte alanlarda olacaklar.
0418EKiM 2011 YARIN OCAK 2012 YARIN
Hacettepe Üniversitesi’nde neler oluyor?
Sınavda ayrımcı soru
Hacettepe Üniversitesi bugünlerde demokratik üniversite talebi adına önemli gelişmeler yaşanıyor. Özellikle 80 sonrasında üniversite gençliğinin mücadele ettiği, bedeller ödediği söz, yetki, karar hakkı için ilk adım geldi. Öğrenciler yeni rektör Prof. Dr. A. Murat Tuncer’le üniversite hakkında toplantı yaptı, kararlar aldı. YÖK Kalkmadan Demokratik Üniversite Mümkün Mü? Öğrenci örgütleri temsilcilerine Hacettepe’de yapılması planlanan değişimleri sorduk.
ankara ecem yazıcı
Önceki dönem söz haklarını kullanmak isteyen öğrencilere karşı başlatılan soruşturma dalgasının yerine bugün söz kullanabilecekleri toplantılar düzenleniyor. Öğrencilerin siyaset yapmasının önündeki engelin kaldırılacağı sözünü veren Tuncer, öğrencilerle yapacağını söylediği ilk toplantıyı 14 Ocak Cumartesi günü Mehmet Akif Ersoy Salonu’nda gerçekleştirdi.
Nasıl başladı? Yine alışık olunmayan bir yöntemle, Rektör Murat Tuncer üniversitede siyasal çalışma yürüten tüm gençlik örgütü temsilcilerini görüşmeye davet etti. 14 Ocak cumartesi günü öğrenci temsilcileriyle bir araya geldiği tanışma toplantısında Tuncer, üniversiteye dair projelerini paylaştı. Tuncer, üniversitede gerçekleştirilen her türlü eylemin demokratik hak olduğunun altını çizerek, üniversitelerdeki fikir ve ifade özgürlüğünün önündeki engellerin kalkmasının şart olduğunu işaret etti. Polisin muhalif öğrencilere yönelik müdahalesinin de önünü kesmeye çalışacağını, öğrencilere soruşturma açılmasına izin vermeyeceğini belirtti. Toplantıda, önceden açılmış olan siyasi soruşturmaların tamamının iptal edildiğini açıkladı. Kampüslerde öğrencilerin karşı karşıya kaldığı problemlerin de konuşulduğu toplantıda, yurtların gece giriş saatleri, kütüphanelerin ve çalışma alanlarının kapanış saatleri gibi konulara da düzenlemeler getirildi. Yapılacak sistematik toplantıların tarihi her ayın 2. cumartesi günü olarak belirlenip, öğrencilerin de yönetim mekanizmalarına dahil olabileceği alanlar oluşturuldu. Ne gibi talepler kabul edildi Rektör Tuncer’in öğrencilerle anlaştığı uygulamalardan bazıları ise şöyle: - Polisin üniversiteye girmesine izin vermeyeceği - Fikir özgürlüğü olduğunu ve kesinlikle bunun baskılanmayacağı, - Afişler için öğrencilerin istedikleri yerlere ve istenilen büyüklükte panolar yapılacağını ama camlara asmanın çirkin bir iz bıraktığını, hakaret vb. durumlar olmadığı sürece siyasal düzeyi olan hiçbir afişe müdahale edilmeyeceği,
- Önceden güvenlik gerekçesi ile okulun gaz bombası, gaz maskesi ve kalkan aldığını ama artık bunların alımını durdurduğunu böyle güvenlik önlemlerine ihtiyaç olmadığı, - Sınavlar süresince kütüphanenin 24 saat açık kalacağını ve gece 12.00’den sonra ücretsiz çay, kahve, çorba verileceği, - Eskiden açılan siyasi soruşturmaların tamamını iptal ettiğini, - Okula girişlerde kimlik sorulmasını kaldırdığını, - Vakıf Bank’ın daha önceden rektörlük makamına hediye ettiği mercedes marka aracı geri göndererek 200 öğrenci’ye burs vermesini sağladığını, - Önceden 12.00 yurtlar için 02.00 öğrenci evleri için olan giriş saatini 02.00’a çekilerek farklılığın ortadan kaldırıldığını ve bir süre sonra giriş saati uygulamasının tamamen ortadan kaldırılacağını, - İstenilen yerde stand açmaya hiçbir engel konulmayacağını ve çevrede özel güvenliklerin öbeklenmesine izin verilmeyeceğini, - Üniversite konseyi oluşturmayı hedeflediğini (akademisyenlerden, öğrencilerden oluşan) çoğulcu bir yaklaşımla üniversitede herkesin ele ele vererek daha iyi bir gelecek ve Hacettepe yaratabileceğini, - Öğrencilere serbest kürsü kurmak istediğini.
Öğrenciler konuştu, rektör onayladı Toplantının büyük bölümünde öğrencilerin söz alarak taleplerini dile getirdi. Rektör Tuncer, “Bu üniversitenin sahibi sizsiniz.’’ diyerek sorunların öğrencilerle birlikte çözüleceğine bir kez daha işaret etti. Öğrencilerin sosyalleşebileceği alanların oluşturulmasının gerekliliği tartışılırken düzenlenecek etkinliklerin önündeki engellerin kalkması gerektiği fikir birliğiyle kabul edildi. Engelli öğrencilerin sorunlarına da değinilerek kampüste yaşamlarını kolaylaştırıcı düzenlemeler yapılmasına karar verildi. Öğrenciyi rahatsız eden ve geleceğini etkileyen her türlü uygulamayı kaldıracağını söyleyen Tuncer, yaşanacak taciz olayları karşısında en ağır cezaların verileceğini sert bir ifadeyle belirtti. Yaşanan ulaşım, barınma ve sağlık sorunlarına karşı da çözümler üretilmesinin ardından toplantı kararlarını yayınlayacak bir komisyon oluşturuldu.
Hacettepe’de ilk somut adım
Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Murat Tuncer ve öğrencilerin yaptığı toplantıdan sonra üniversite yönetimi tarafından ilk somut adım atıldı.
“Öğrenciden Yana Uygulamalar Devam Etmeli” Hacettepe Üniversitesinde final döneminin başlaması ile birlikte kütüphaneye 24 saat girilebiliyor. Ayrıca 20:0021:00 saatleri arasında ücretsiz çay, 23:00-00:00 saatleri arasında ise ücretsiz çorba dağıtımı üniversite tarafından yapıldı. Öğrenciler ise oldukça memnun. Hacettepe Üniversitesi Öğrencisi Enes Çıraklı “Bu uygulama ne kadar basit görünse de öğrencilerin talebi üzerine ve öğrencilerden yana olan bir uygulama olduğu için gerçekten çok önemli. Çünkü ilk defa öğrencilerin talepleri rektör tarafından uygulamaya sokuldu.” dedi. Felsefe Bölümü 3. sınıf öğrencisi Anıl, “Öğrencilere ücretsiz çorba dağıtılmasından yeni haberim oldu. Öğrencilerin dinlenmesi ve taleplerinin yerine getirilmesi çok güzel bir adım.” derken bütün öğrenciler üniversite yönetiminin öğrenciden yana uygulamalarının devam etmesi gerektiğini söyledi. ankara ceyhun duman
İstanbul Üniversitesi’nde afişe engel Geçtiğimiz hafta İstanbul Üniversitesi’nde duvara afiş asmak isteyen Gençler Meydana İnisiyatifi üyeleri, özel güvenlik tarafından soruşturma açılmakla tehdit edilerek darp ve hakarete maruz kaldı. Yaşanan bu olay da, ‘üniversitelerde politikanın yasaklanması neye bağlı?’ sorusunu akıllara getirdi. Gençler Meydana İnisiyatifi’nin Ankara, Eskişehir ve İstanbul’da yaptığı eylemleri öğrencilere anlatmak için Pazartesi günü İstanbul Üniversitesi’nde her zaman afiş asılan yerlere duvar gazetesi ve afişlerini asmak isteyen iki öğrenci, Özel Güvenlik Birimleri’nin soruşturma tehditleriyle karşılaştı. Öğlen saatlerinde öğrenci kimleri yanında olmadığı için okula girmekte güçlük çeken Gençler Meydana inisiyatifi üyesi iki öğrenci, afişleri astıktan sonra okulun kapısından dışarı çıkarken özel güvenlikler tarafından ablukaya alındı ve kimliklerini vermedikleri takdirde okuldan çıkamayacakları söylendi. Öğrencilere hakaret ederek saldıran özel güvenlikler, inisiyatif üyesi iki öğrenciyi okulun öğrencileri olmamakla itham etti. Bunun ardından öğrencilerin, kimliklerini Özel Güvenlik Birimlerinin alma hakkının olmadığını ifade etmeleri üzerine ÖGB’ler polisleri çağırarak öğrencilerden zorla kimliklerini aldı ve tutanak tutacaklarını söyledi. Saldırıya uğrayan Gençler Meydana İnisiyatifi
üyesi Osman Erdem, konuyla ilgili şunları belirtti: “Afiş asarken özel güvenliğin afiş asmamızı 1 aydır takip ettiğini öğrendik. Gençler meydana çalışmamız hükümet tarafından bastırılmaya çalışılıyor. Okuldan çıkmamıza bile izin vermediler, bu da onların baskıcı ve tehditkâr tavrını gösterdi. Ama üniversitenin asıl sahibi biz olduğumuz için ÖGB’lere rağmen çalışmalarımıza devam edeceğiz.”
‘Siyaset yapmaya devam’ Yaşanan olay üzerine açıklama yapan Gençler Meydana İnisiyatifi, bu saldırının kendilerini asla yıldırmayacağını, üniversitelerde siyaset yapmaya devam edeceklerini belirtti. Ayrıca açıklamada, üniversite rektörü Yunus Söylet’e seslenilerek şunlar söylendi: ”Sadece 1 ay değil her ay bu duvar gazetelerini asarak işsizliğin ne demek olduğunu yazacağız, hükümetin yalanlarını açığa çıkartacağız, duyuracağız. Okul duvarlarında baskı, zulüm değil fikir, düşünce, mücadele gözükecek. Yunus Söylet’e buradan bir kez daha duyuralım tehditleri, soruşturmaları ile ÖGBleri ile Polisleri, Çevikleri ile saldırarak bizleri susturabileceğini zannetmesin. Bugün 2 arkadaşımızı gördün, yarın 100 oluruz. O yüzden ey Rektör Yunus Söylet, geçtiğimiz hafta faşistlere açtığın kapıları biliyoruz. Çeviklere açtığın
Gençler Meydana İnsiyatifi Seçkin Erdoğan Fizik Mühendisliği Bölümü Yeni Rektör Tuncer’in bu tavrı aslında daha büyük hedefler için görece “demokratik” bir ortam yaratarak Hacettepe Üniversitesi’nin uluslar arası düzeyde rekabet şansını artırmayı hedeflediğini, bunun yanı sıra her türlü örgütlenmenin önünü açmayı önüne koyduğunu gösteriyor. Bugün üniversitemizde gelişen süreç açısından, siyasi faaliyetin önüne engel konulmaksızın yürütülebilmesi için atılan adımları olumlu değerlendiriyoruz. Günümüz öğrenci hareketinin üniversitelerdeki söz hakkı talebinin önünün bir düzey açılmasıyla birlikte meselenin darbe ürünü YÖK kaldırılmadan tam anlamıyla çözülemeyeceği açıktır. Ama rektör Tuncer’in yapmak istediği bu düzenlemeler bizim için ve tüm üniversiteler için örnek bir model olabilir. Bu sebeple görüştüğümüz her bir maddenin sonuna kadar takipçisi olacağız. Bugün rektörle bu değerlendirmeleri yapmamız yıllardır tüm kuşakların sürdürdüğü demokratik üniversite mücadelesinin bir sonucudur. Gençlik Muhalefeti Pınar Alişan Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü Hacettepe Üniversitesi’nde izlediğimiz tablo aslında YÖK’ün yeni dönem politikalarının yansımasından başka bir şey değil. Üniversitelerin piyasalaştırılması ve Bologna Süreci’nin işletilmesi için öne çıkarılan özgürlük vaatleri yalnızca üniversite kapılarının sermayeye açılabilmesinin yolunu açmak üzere söyleme dökülüyor. Yeni Rektör Tuncer’in polisin üniversiteye girişinin engellenmesi, kampüste siyasetin yapılmasının serbestleştirilmesi gibi demokratik yaklaşımlarının altında yatan gerçeklerin kısa zamanda açığa çıkacağını düşünüyorum. Demokratik Gençlik Hareketi Sinem Mut Sağlık İdaresi Bölümü AKP Hükümeti’nin son süreçte yürüttüğü politikaların, ‘’İleri demokrasi söylemlerinin bugünki somut adımlarını Hacettepe Üniversitesi’nde başlayan uygulamalarla hayata geçirildiği apaçık ortadadır. Özel şirketler ile üniversiteler arasındaki bağın kuvvetlendirilmesi, Bologna Süreci’nin devamlılığının sağlanabilmesi bakımından gerekli olan özgür ortamın öğrencilere demokratikleşme sağlamaktan çok üniversiteleri piyasalaştırma hedefi taşıdığını düşünüyorum. Öğrenci Kolektifleri Özgür Bozkurt Elektrik Elektronik Bölümü Yeni Rektör Prof. Dr. A. Murat Tuncer’in bu tavrını yeni dönem öğrencilerle sorun yaşamamak için yapılan idareci bir tavır olarak ele alıyoruz. Hacettepe Üniversitesi’nin bu yeni rektörü cemaatin içinden geliyor ve sağ geçmişe sahip bir kişi. Zaten yeni YÖK Başkanı’nın da atanmasıyla başlayan YÖK içinde de başlayan sürecin işleticisi olacağını gösteriyor. Öğrencilere söz hakkı tanıyarak demokrasinin yolunu açtığı bir ortamda gelişen reformlara karşı tutumunu ne denli koruyabilecek merak ediyoruz.
kapıları biliyoruz; 30 öğrenciyi gözaltına aldırttın. Sen de şunu bil ki: kapatsan da kapıları mücadele edenlere, siyasal olana, özgür düşünceye, bilimselliğe biz o kapıları açmasını biliriz. ”
Söylet’in özerklik anlayışı İstanbul Üniversitesi Rektörü Yunus Söylet, yaklaşık iki hafta önce üniversitelerin olabildiğince özerk olması gerektiğini belirtmiş, ‘Üniversiteler ne kadar toplumsallaşır ve şeffaflaşırsa özerklik konusunda o kadar rahat olurlar.’ demişti. Söylet, iki hafta önce üniversitesini çevik kuvvet polislerine açmış, 30 öğrenciyi gözaltına aldırmıştı. Bir hafta sonra Gençler Meydana İnisiyatifi üyelerine yapılan saldırı, üniversitede politikanın engellenmeye çalışıldığını gösterdi. Bunun yanında, Hacettepe Üniversitesi’nde rektör öğrencilerle görüşme yaparken, İstanbul Üniversitesi’nde Yunus Söylet’in öğrencilerin her türlü söz hakkını engellemeye çalışıyor olması, Söylet’in özerklik anlayışını gösterdi. istanbul Arınç kılıç
Bakırköy Milli Eğitim Müdürlüğü’nün ilçedeki ilköğretim okullarında yaptığı Seviye Belirleme Sınavı’nda Ermenilere yönelik ayrımcı bir sorunun bulunması alınan tepkiler nedeniyle iptal edildi. Geçen hafta Bakırköy’deki ilkokullara yapılan SBS’de, Ermenilerle ilgili dışlayıcı ifadelerin yer aldığı bir soru öğrencilerin karşısına geldi. Sınavda yer alan Sosyal Bilgiler bölümünün, Radikal gazetesinin “Les Miserables” (Sefiller) manşetinin kullanılarak sorulan ilk sorusu şu şekildeydi: “Mondros sonrasında kurulan ve amacı dünya kamuoyuna Ermenilerin yaptığı zulümler hakkında belge ve Fransızca eserler yayınlayarak etkilemek olan aşağıdaki hangi Cemiyet daha etkili olsaydı bugün Ermeni meselesi ile ilgili bu gazete haberi yayımlanmayabilirdi?” Dadyan Okulu’nda sınav gözetmenliği yapan ve Ermeni olmayan bir eğitimci soruya tepki göstererek, böyle bir sorunun sorulduğu bir sınavda gözetmenlik yapmayacağını söyledi ve sınav salonundan ayrıldı. Bunun üzerine sorudan haberdar olan Dadyan Okulu ve Yeşilköy Ermeni İlköğretim Okulu yöneticileri, sınavı durdurdu. İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü yetkilileriyle sınav hakkında görüşmeye başlayan yöneticilere, sınavın durdurulması nedeniyle Bakırköy Milli Eğitim Müdürlüğü yetkililerinin tepki gösterdiği ve okul yöneticileri hakkında soruşturma açılabileceğini söyleyerek baskıda bulundukları öğrenildi. Buna karşın yöneticiler bu tip sorular nedeniyle çocukların pedagojik gelişiminin büyük zarar gördüğünü belirterek, sorunun iptal edilmesini talep etti. Bunun ardından uzun süren görüşmeler sonucunda sorular iptal edilerek sınav iki okulda da tamamlandı. Yarın Eğitim
Profesöre başörtüsü soruşturması
İzmir’deki Ege Üniversitesi öğrencisi F.G., başörtülü olarak derslere girmesini engellediği ve fotoğraflarını çekerek rahatsız ettiğini söylediği Prof.Dr. E.R.P. hakkında savcılığa suç duyurusunda bulundu. Ege Üniversitesi Rektörlüğü de, Prof. Dr. E.R.P. hakkında soruşturmaya izin verdi. Matematik bölümü öğrencisi F.G. şikayet dilekçesinde, öğretim üyesinin özellikle derslere giriş çıkış saatlerini takip ettiğini, bölüm binasının kapısına geldiği zaman da karşısına dikilip başörtülü bir şekilde okula girmesini engellediğini, cep telefonuyla fotoğrafını çekerek hakaret ettiğini iddia etti. Bu olayın ardından peruk takarak çözüm bulmaya çalıştığını ifade eden F.G., Prof.Dr. E.R.P.’nin, eğitim öğretim hakkının engellenmesi, özel hayatın gizliliğini ihlal, kamu görevinin sağladığı yetkiyi kötüye kullanarak hürriyeti tehdit, kişinin huzurunu bozma, ayrımcılık yasasını ihlal ettiğini ve bu nedenlerden dolayı cezalandırılmasını talep etti. Dilekçeyle ilgili Ege Üniversitesi Rektörlüğünün, Prof.Dr. E.R.P. hakkında soruşturma açılmasına izin verip dosyayı Savcıya gönderdiği öğrenildi. Öğrenci F.G. ise, bu durumda birçok öğrencinin olduğunu ve çoğunun psikolojisinin bozulduğunu, bazılarının da okuldan ayrıldığını söyledi. Yarın Eğitim
Meslek liseli ağır yaralandı
Geçtiğimiz hafta, yine bir Meslek liseli öğrenci okulda asansör boşluğuna düşerek ağır yaralandı. Hakkari’nin Aşağı Merzan Mahallesi’nde bulunan Endüstri Meslek Lisesi’nde öğrencilerden Yusuf Ferdi Özatak, 4’üncü kattan henüz hizmete sokulmayan ve asansörü bulunmayan asansör boşluğundan aşağıya düşerek ağır bir biçimde yaralandı. Ardından hastaneye kaldırılan Özatak’ın asansör boşluğuna nasıl düştüğünü araştırmak için Hakkari Emniyet Müdürlüğü ekipleri, okuldaki güvenlik kamerası görüntülerine de el koydu. Savcılık ta, emniyetin aldığı görüntülerden yola çıkarak olayda ihmali bulunan kişiler hakkında soruşturma başlattı. Bu olay, geçmişte Meslek liseli öğrencilerin yaşadıkları olayların ardından da başlatılan soruşturmalar gibi normal gösterilmeye çalışılıyor.
ARKADAŞLARI PROTESTO ETTİ Olayın ardından Özatak’ın arkadaşları, arkadaşlarının yaralanmasını protesto etmek için Hakkari Valiliği binası içinde bulunan Milli Eğitim Müdürlüğü’ne yürüyüş yaptı. ‘Hükümet istifa’, ‘Sorumlular hesap versin’ sloganları atan öğrencilerin valilik binasına gitmelerine izin vermeyen polis öğrencileri valiliğe almadı. Öğrenciler bunun üzerine Hakkari Devlet Hastanesi’ne yürüdü. Daha sonra okul önünde toplanan öğrenciler, bir süre oturma eylemi yaptıktan sonra sınıflarına girdi ve derslere devam etti. Hakkari Valisi’nin ve İl Jandarma Komutanı’nın yaralanan Özatak’ın durumu hakkında bilgi alıp, babası Sadi Özatak’a geçmiş olsun demesi de dikkat çekti. Yarın Eğitim
18 OCAK 2012 YARIN
Halkın bu tembelliği yok mu?
Fransa’da 18 Ocak’ta Sarkozy’nin başkanlığında yapılacak olan iş ve istihdam zirvesi yaklaşıyor. Fransa Cumhurbaşkanı daha Aralık ayından itibaren çalışma koşullarının esnekleştirilmesinin krizden tek çıkış yolu olduğunu duyurmuştu. 2011 yılında ise Cumhurbaşkanı’nın başlıca sloganı “daha fazla kazanmak için daha çok çalış”idi. fransa fikriye yılmaz
Çarşamba günü 11 Ocak’ta patronaya yakınlığı ile bilinen Coe-Rexecode araştırma merkezi ise son derece “bilimsel” bir çalışmayı kamuoyuna sunarak liberal hükümete arzuladığı değişiklikler için gereken temeli sunuyor.
“Halk yeterince çalışmıyor...” Araştırmada iddia edildiğine göre tam gün çalışma saatine göre Fransa Avrupa ülkeleri arasında sondan birinci konumda bulunuyor. Yani Fransızlar Avrupa’nın en az çalışan milleti. Bu cümle kulağa bir yerlerden tanıdık geliyor, Yunanistan’da 2008 krizinin suçlusu tembel olan halktı. Ancak bu sefer Coe-Rexecode şirketi Yunanistan’ı tam gün çalışma saatine göre yıllık 1971 saatle Avrupa’nın en “çalışkan” halkı ilan etmiş durumda. Fransızlar ise yıllık 1679 saatle Fransa’daki ekonomik durgunluğun esas nedeni ilan ediliyor. Araştırmanın bu hafta ortaya çıkması ve çalışma saati üzerine odaklanması bir tesadüf değil. 1890 yılında ilk 1 Mayıs kutlamalarıyla başlayan ve 19. yy’dan beri işçi ve emekçilerin başlıca taleplerinden biri olan iş saatinin düşürülmesi Fransa’da 2000 yılında Sosyalist ve Komünist parti koalisyonu tarafından gerçekleştirilmiş ve yasal haftalık çalışma saati 35 saate indirilmişti. Bu yasanın ne denli uygulanıp uygulanmadığını bir kenara bırakalım, 35 iş saati kapitalistleri oldukça rahatsız ediyor. Araştırmanın açıklanmasının hemen ardından Çalışma Bakanı Xavier Bertrand sendika liderleri ve patronlarla birlikte yaptığı bir toplantıda “Bugün, yayınlanan çalışma ile görüyoruz ki daha çok çalışmamız gerekiyor, insanları
daha fazla çalıştırmamız gerekiyor.” buyurdu. Sarkozy’nin sloganın bir parçası olan “daha fazla çalışma”nın ise halen bir anlamı olduğunu vurguladı. Sloganın diğer parçası olan “daha çok kazanma” kısmını da söylemeyi unuttu herhalde.
Bu araştırma bilimsel değildir! Ancak son derece dikkatli olunması gereken bir konu var. O da istatistik araştırmaları yapılırken kullanılan metodun sayıları oldukça etkilediği gerçeği. Öncelikle şunu söyleyelim Coe-
Rexecode şirketi bilimsel bir araştırma yapamaz çünkü bilimselliğin temeli olan tarafsızlığa sahip olması imkânsız. Sitelerinde kendini şöyle tanımlıyorlar : “2006 sonbaharında, Rexecode ve Paris endüstri ve ticaret odasının ekonomik gözlem merkezinin birleşmesinden oluşan özel bir kurum”. Hemen ekleyelim üyeleri büyük bankalardan, yatırım fonlarından ve patronlardan oluşmakta. Şirketin kullandığı rakamlar INSEE ulusal araştırma kurumununki ile aynı. Ancak Avrupa genelinde bir araştırma kurumu olan OCDE oldukça farklı rakamlar sunuyor. OCDE’ye göre Fransızlar 2009 yılındaki tam gün çalışma saatine göre Almanlar’dan daha çok çalışmakta. Oysaki Ceo-Rexecode’a göre Fransızlar Almanlar’dan 224 saat daha az çalışmakta. Yine aynı şekilde Coe-Rexecode’un rakamlarına göre dahi yarı zamanlı çalışma saati göz önünde bulundurulduğunda Fransızlar Avrupa ortalamasının üstünde çalışıyorlar. Bu rakamlardaki oynamalar ise şundan kaynaklanıyor: 2002-2003 yılları arasında iş araştırmalarında temel alınan Mart ayı rakamı tüm yıla yayıldı, böylece tatil günleri de istatistiklere
dâhil edildi. Sonuç ise açık; bir yılda yapılan araştırmalarda çalışma saatinde ciddi düşüşler gerçekleşti. Ancak bu emekçilerin daha az çalıştığı anlamına gelmiyor. Ceo-Rexecode ise gönüllü olarak bu metodolojik değişikliği göz ardı ediyor.
CGT: “Çok pahalıya mal oluyoruz!” CGT sendikası yöneticisi Bernard Thibault bu son derece “bilimsel” araştırma ile kapitalistlerin emekçilere verdiği mesajın son derece açık olduğunu söyledi : “çok pahalıya mal oluyoruz...” İş ve İstihdam Zirvesi’nde Sarkozy’nin önereceği her patronun isteğine göre çalışma saatinin yükseltip azaltılması ve buna bağlı olarak da maaşların oynaması yani kısaca “rekabet-istihdam uzlaşması” böylece zaruri bir uygulama konumuna getirilmiş durumda. 35 saatlik iş süresi ise içi boş bir yasaya dönüştürülecek. Hâlbuki çalışma saatinin düşürülmesi Fransa’da istihdam oranını arttırmıştı. Ancak kapitalistlerin istediği ne pahasına olursa olsun iş gücü maliyetini düşürmek. Bunun için de emekçilere her yerden saldırıyorlar.
Dünya Turu
Belçika’da eğitim hakkı gasp ediliyor
Belçika Kraliyet Akademisi tarafından yapılan ve harç paralarının arttırılmasını öneren yükseköğretimin finansmanı ile ilgili araştırma yayınlandı. Senelerden beri var olan bir tartışma yeniden alevlendi. Bu çalışma gerçekten « bilimsel » mi? Öğrenci hareketi uzun zamandır yükseköğretimin olabildiğince büyük bir kitleye açık olabilmesi için bir kampanya yürütmektedir.Ancak üniversite rektörleri olaya bu açıdan bakmıyor. Eğitimin devlet gelirinde çok küçük bir yer tutması gözleminin ardından birçok yıldan beri yükseköğretimimn finansmanı konusu canlı bir tartışmadır.
Öğrenciler harçlara zammı durdurdu Frankofon Öğrenciler Federasyonu bu sorun üstünde bir kampanya yürütüyor ve kazanımlar elde ediyor : Bu konuda Bakan Marcourt’un Temmuz 2010 yılında bir karar çıkartmasını sağladı ve bu kararla birlikte burslu öğrenciler için kayıt sırasında ve destek derslerinden para alınmamaya başlandı. Ancak üniversite rektörleri aynı fikirde değiller. Birkaç ay önce Kuzey Bölgesi’nin rektörleri harç paralarının arttırılması ve bir giriş sınavının konması için mevzilerini aldılar. Eski rektör ve KULeuven derneğinin başkanı Andre Oosterlinck harç paralarının birçok öğrenci için ikiye katlanmasını önerdi. Ve Frankofon rektörler sırasıyla harekete geçiyorlar. Frankofon Rektörler Konseyi’nin başkanı Didier Viviers Akademi’deki bir grup uzmandan sonuçları karşılaştırmak amacıyla diğer Avrupa ülkelerindeki eğitimin finansmanı ile ilgili bir araştırma yapmalarını istedi. Öncelikle bu uzmanlar grubunu kimlerin oluşturduğuna bakalım. Üyeleri her şeyden önce eski rektörlerden oluşuyor: Marcel Crochet (UCL), Pierre de Maret (ULB), Andr2 Jaumotte (ULB), Françoise Thys-Clemet (ULB), Philippe Dubois (UMons), Moniaue Mund-Dopchie… Diğer üyeler de aynı şekilde yönetimde bulunmuş isimler … «Yükseköğretim herkese açık olamaz» Bu uzman grubu tarafından hazırlanmış olan çalışma şu sonuçlara varıyor. Öncelikle, «verimli olmayan bazı dalların silinmesi » yoluyla eğitim arzı rasyonalize edilmeli. Aynı şekilde çalışma « eğitimin evrensel olarak herkese açık olması cömert ancak sınırlarını açıkça göstermeye başladı. » sonucuna varıyor ve « yüksek başarısızlık oranından kaynaklanan insan ve finans ziyanını » önlemek gerektiğini savunuyor. Son olarak da « öğrencilerin ve ailelerin formasyona olan katkıları tabu bir konu olmaktan çıkmalı. Bu tartışma toplumsal adalet ve üniversitelerin finansmanı çerçevesinde sürdürülmeli. » Anlayın işte: Yükseköğretim herkese açık olamaz ve biz de elekten geçirmek için eğitim ücretlerinin yükseltilmesini öneriyoruz.. Devlet kamusal bir pozisyon almaya cesaret etmek yerine rektörlere çağrı yapıyor. Böylece yükseköğretime olan ulaşımı sınırlamak da rektörlere kalıyor, hem de bilimsel bir çalışmayı baz alarak. Halbuki çok başka bir bilimsel eğitim, bütün gençlerin parasız ulaşımı için devlet bütçesinin eğitimi finansman etmesi üstünde çalışabilirdi. belçika Lizz Printz
Mısır’da 25 Ocak kutlama günü ilan edildi
İran’da idamlar ! n u rk o k n a rd la k ca la o te k Gelece devam ediyor anlarında eksik olan büyük ayın 25’ine geldiklerinde cüzd Medyanın ak Fransa’da 5 ile 6 milyon çalışan çoğunluğu toplum- para idi. Anc k mda yaşıyor ki bu da Fransa’nın düşü sal hareketlerle ilgili sıklıkla aynı duru 5 ülkesi olduğunu kanıtlar niteliktedir. yanlış ve negatif bir tablo maaşlar vi göre asıl ın ların plan a fazla kazanma” sunuyor. Bizler ne yazık yıllık “dah Ardından bu grevin amaçlarından biri alı. olm ki bu büyük kampanyaya bu ya leştirmelere ve bunun sonucu olarak orta alışmış durumdayız. Ancak de özel tık Man . olan taşeronlaşmaya karşı çıkmaktı J.C. Le Duigou Noel’den bir hafta önceki çıkmış enlik işçilerini i oldukça açık. Paris Havaalanı güv ilgil le nişiy dire n rini vlile göre k enli havaalanı güv etten sağlıyor.( Brinks, Sei rekorlarını yarım düzine kadar şirk ilgileniyor. radyo ve televizyon kanalları yanlış bilg curitas...) Taşeronlaşma geriye kalanla işliyor. göre kırdılar. e ifler tekl n e hepsi- Pazar en düşük fiyatı suna or. Bu Roissy ve Lyon’da uçuşların neredeys aşıy nü ı hayal gücü e yolcunun Fiyatlar üstündeki bask rın anla çalış nin gerçekleşmesine rağmen “binlerc i değerleri yan gazeteciler baskı ise sabit olmayan ı Baz er. ettil a iddi u ğun Yarı oldu or. e” blok llarını sıkıştırıy ket ege- maaşlarını ve çalışma koşu grevcileri “rehin almak”la suçladı. Bu hare i etkiliyor. Aynı şebirin en işçid zamanlı çalışma 5 Bir i. serd ne önü er gözl u nun oyu menlerin çifte ş zaman aralıklarına Nathalie kilde iş sözleşmesi bölünmü taraftan resmi görevlilerden biri olan de karşılığı ödenmeiçin cı sendi- göre düzenleniyor ve gün Koscıusko-Morizot’un “güçlü ve uzlaşma uyor. Tam tersine ise öğle ftan polise miş büyük boşluklar oluş kaların önemi” üzerine söylemi, öte tara riliyor. .. Bunların yemeği arası en aza indi başvurarak grevi kırmayı denemeleri. a bölünerek rekabet arttıalar parç vite Her akti isinin serv trol kon bir ri asga da ların alan hava hepsi ındaki sözleşme u. rılıyor. Bu şirketler ve aracılar aras buld son ile nsu ano ağı ayac başl a uygulanmay dan çalışma koşullarında bu. Ancak en fazla 3 yıllık olduğun Devletin tam olarak ikiyüzlülüğü idi yapılamıyor. Her şey ree çatışmadan herhangi bir iyileştirm devlet kaynak yokluğu çekmiyordu. Bu or. Hava yolu taşımacıaalanı’nın kabet mantığına göre işliy olumlu bir çıkış mümkündü. Paris Hav in dışında bu iş alanında olan devlet lığının güvenlik sistemin anaparasının büyük çoğunluğuna sahip bir toplumu amaçlayan i. Ancak kutuplaşma üstüne kurulu ilird açab nu yolu nın şma uzla bir ek taraftan iyi gerç hassas bir mantığın göstergesidir. Bir i. seçt ayı kırm grevi kötü karşılanan, dur- maaşlı soylu işler diğer taraftan z bira inde üzer ri enle ned nın ama Bu patl ... ılan açık- maaşı düşük değersiz işler darbelemak ve şu soruyu sormak gerekiyor: Yap ın Politikanın, medyan ve patronların anılması alışmış ılara lamalardaki şiddet, polis güçlerinin kull bask lük el sorun- rinin sonu geldi. İşçiler, gün dılar. usan esasında bu direnişin parmak bastığı tem ten mek olmalarına rağmen boyun bük r sınla çalış ları halktan gizlemeye yönelik değil mi? sa çalışırlar tsızlık Anladılar ki hangi şirket için oninin Bu talepleri olan hareket çok büyük raha orlar. Şirketler problemi- aynı sistemin kurbanı oluy veriyordu. Öncelikle çünkü alım gücü erle aralarında yaraişçil r diğe ve ı lara çizdiği sınır 200 olan bi tale rin vcile Gre . ordu nin altını çiziy r. Ve bu gelecekte de tabilirdi. tan rekabeti aşmayı başardıla euro tek bir meslek dalını aşan bir eko yara Yılmaz Fikriye 200 euro, devam edecektir. Çeviri: Aylık 1300 euro kazanan çalışanlar için
İran’ın Şiraz ilinde sadece bir günde 12 kişi idam edildi. Bu idamlarda 5 kişi aynı anda ve aynı caddede sokak ortasında ve halkın önünde ve 7’si Şiraz Cezaevi’nin içinde gerçekleşti. Her zaman gibi sokaktaki idamlar için hükümet 2 gün önceden sokağa pankart astı ve idamları duyurdu. Uluslar arası AF Örgütü’nün raporuna göre 2011 yılının idamların sayısı 2009’a göre 3 kat artmış durumda. İran hükümeti senelerdir siyasileri, hırsızlıkla suçlananları,18yaş altındaki çocukları, nikâhsız aşk yaşayan erkek ve kadınları, uyuşturucu satanları ve hatta eşcinselleri idam ediyor. İran’daki insan hakları savunucuları ayrıca bir raporda 2011 yılının idamlarını 600 kişi ilan etmiş ve İran’daki açığa çıkan gizli idamlardan da bahsetmiş. Ayrıca bu da bu raporda kaydedilmiş ki büyük bir ihtimal hükümet onlarca kişiyi daha gizlice idam etmiş ve daha açığa çıkmamıştır. Dünya insan hakları savunucuları defalarca İran Hükümeti’ni iki konuda eleştirmiş idamlara son verin demişler ama İran Hükümeti idamları Allah ve Peygamber emri ve kurallarıyla gerçekleştiriyoruz biz Müslüman’ız diyerek Allah’ı ve Kuran’ı bahane ederek hızla insanları idam etmekte ısrarlı. Dünya insan hakları savunucuları idam hükümleri çok hızlı ve İran yasalarına bile uymayan şartlarda gerçekleşiyor ve ayrıca bu kadar kolay ve çok sayıda insanları idam ediyorsunuz diye İran hükümetini eleştiriyorlar. Nüfusa bakarak İran Hükümeti dünyada en çok insanları idam eden ülkenin rekoruna sahiptir. Nüfusa bakmayarak da İran, Çin’den sonra dünyada ikinci vatandaşını çok sayıda idam eden ülkedir. iran peyman bashiri
Mısır ayaklanmanın yıldönümünü kutlamaya hazırlanırken birçok eylemci ve devrimci taleplerin yerine getirilmediğini söyleyerek kutlamaları eleştiriyor. Mısır’ın Yüksek Askeri Şurası Çarşamba günü, 25 Ocak’ın ulusal bayram günü ilan edileceğini duyurdu. YAŞ üyesi Üsteğmen İsmail Etman Hüsnü Mübarek’in devrilmesiyle sonuçlanan halk ayaklanmasının ilk yıldönümü için kutlamaların Kahire’deki Tahrir meydanında olacağını duyurdu. Başka bir Tahrir kutlaması ise 10 Şubat YAŞ’ın ilk defa halkla iletişime geçtiği gün yapılacak. Aynı gün Tunus ve Mısır arasında bir futbol maçı yapılacak. Ancak devrimciler aynı fikirde olmadıklarını ifade ettiler. İnsan hakları savunucusu Nazlı Hüseyin “YAŞ karşı devrim yürütmektedir. Ortadan kaldırmaya çalıştığı bir devrimi kutlamak istemesi inanılmaz.” dedi ve şunları ekledi : “25 Ocak’taki yıldönümünü kutlamak için hiçbir neden yok, çünkü bu yıl hiçbir ilerleme olmadı, özellikle de toplumsal haklar ve özgürlükler açısından... Devrim amaçlarına ulaşmalıdır. 2011’in son 3 ayındai YAŞ ve ordu protestoculara karşı suç işlemiştir. O zaman neden YAŞ kalkıp da devrimi kutluyor?” Ödüllü film yönetmeni ve siyasi aktivist olan Muhammed Diab’a göre bu durum “halk desteğini kazanmak isteyen YAŞ’ın Taktiği”ni göstermektedir. Ahram Online’a konuşan Diab “Bu kutlamanın kutuplaşmış, protestocular ve ordu yanlıları arasında bir sokak çatışmasına dönüşmesinden korkuyorum.” dedi. Özgür Mısır Partisi’nin üyesi Mahmud Salem başlıca amaçlarının gerçekleşmediği bir evrimi kutlamanın anlamsız olduğunu ve “devrim bir askeri geçit töreni değildir.” dedi.
Kaynak: Ahram Çeviri: Fikriye Yılmaz
Yarın’dan Çukurova işçilerine selam
Çukurova Tıp Fakültesi Balcalı Devlet hastanesinde çalışan ve kadroları yapılmadığı gerekçesiyle düzenledikleri eylemde gözaltına alınan 27 işçi hakkında, “ihaleye fesat karıştırmak” suçlamasıyla dava açıldı. 27 yıl hapis istenen işçilerin hukuk mücadelesi bu hafta başlıyor. İşçiler üniversite yöneticilerin konu ile ilgi-
Kültür Bakanlığı’ndan “Serpintiler” Geçtiğimiz hafta, Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın önsözünü yazdığı, Ferdi Merter Fosforoğlu, Nilüfer Aydan, Kıvanç Terzioğlu, Vedat Akdamar ve Bengü Akdamar tarafından ele alınan Yeşilçam’dan Serpintiler isimli kitap piyasaya çıkmıştı. Kitabın içeriğinde sanatçıların özel hayatlarına kadar giden olaylara karşı oluşan tepkilerden dolayı kitap toplatıldı. ESKİŞEHİR SEVAL KUTLU
Bakanlık, Yeşilçam’a “vefa” borcu diyerek hazırladığı kitapta, Nur Sürer’den Tarık Akan’a, İlyas Salman’dan Bülent Ersoy’a kadar birçok Yeşilçam sanatçıyla ilgili notlar yer alıyor. Yalnız şöyle bir ayrıntı var ki, emektar Yeşilçam oyuncularının, sinema oyunculuklarından ziyade, siyasi, etnik ve cinsel kimliklerini ele alan bir kitap görüyoruz. Kitabın gündeme oturmasını sağlayan şey ise, sanatçıların muhalif olması, eylemlere katılması, etnik kimlikleri veya cinsel yönelimlerinin açıklanması ve kitabın sadece bunun üzerine yoğunlaşıyor olması. Yeşilçam’dan Serpintiler kitabında, bunun bir suçmuş ve mahkum edilmesi gerekiyormuş gibi bir yer verilmesi ise, muhalif sanatçıları “fişlemenin” yeni bir uygulaması mıdır, dedirtiyor insana. Yakın zamanda muhalif gazetecilerin tutuklanması, daha kitabı baskıya gitmeden yazarların tutuklanması ve arkasından sinema sanatçılarının siyasi, etnik ve cinsel yönelimlerinin ön plana çıkarılarak bir kitap hazırlanması vb; hepsinin bir tesadüf olmasını beklemiyoruz elbette ki! Bu Tam Anlamıyla İhbarcılıktır! Nur Sürer, kitapta ismi geçen sanatçılardan birisi. Uçurtmayı Vurmasınlar filmindeki İnci karakteriyle hafızalarımızda yer edinen Nur Sürer’den bahsetmesini beklediğimiz kitap, Nur
18SORU BURHAN BARLAS
Bu anket K. Marks’ın kızları Jenny ve Laura ile oynadığı bir oyundan alınmıştır.
ÖĞRENCİ - MUĞLA
1. En sevdiğiniz erdem? Sabır. 2. Başlıca özelliğiniz? Rahatlık, keyif. 3. Mutluluk nedir? Hayatı sevdiklerinle paylaşmak, yeni yerler keşfetmek. 4. Mutsuzluk nedir? Aldatılmak. 5. En kolay hoşgördüğünüz kötü huy? Önyargı. 6. En nefret ettiğiniz kötü huy? Yalan. 7. En sevmediğiniz şey? İstismar edilmek. 8. En sevmediğiniz kişiler? Kendini herkesten üstünmüş gibi davranan aşırı kibirli insanlar, benciller, iki yüzlüler. 9. En sevdiğiniz iş? İnsanları dinlemek, sorunlarına çözüm bulmak, onlara kendilerini anlatabilmek. 10. En sevdiğiniz şair? Lord Byron. 11. En sevdiğiniz yazar? Oruç Aruoba. 12. Kahramanınız? Christopher McCandless. 13. Kadın kahramanınız? Hannah Arendt. 14. En sevdiğiniz çiçek? Akasya. 15. En sevdiğiniz renk? Koyu mavi. 16. En sevdiğiniz yemek? Balık. 17. En sevdiğiniz düstur? Küçük şeylerden mutlu olmak. 18. En sevdiğiniz söz? Mutluluk sadece paylaşılınca gerçektir.
Sürer’in eşiyle başlıyor cümlelerine. Kitapta Nur Sürer’in eşi Sarp Kuray hakkında, ‘16 Haziran Hareketi’ isimli silahlı bir örgütün üyesi olduğundan ve müebbet hapse mahkum edildiğinden bahsediliyor. Nur Sürer’in ise, kadın haklarıyla yakından ilgilendiği, politik duruşuyla bilindiği ve 2007’de katıldığı 1 Mayıs kutlamalarında gözaltına alındığı gibi ayrıntılı bilgileri veriyor kitap. Diyarbakır’da bir dizi filmi için çekimlerde olan, Nur Sürer’i aradığımızda, konuyla ilgili olarak; “Bu tam anlamıyla bir ihbarcılıktır” diyor ve devam ediyor; “İhbarcı niteliğinde yapılan bir şey. Siyasi kimliğimi ihbarcılık ve muhbirlik yaparak kullanmışlardır. Yaptığım filmlerle ve aldığım sayısız film ödülleriyle beni gündeme getirmek yerine, siyasi kimliğimi, kullanmaları muhbirliktir. Ben Ertuğrul Günay’dan bir açıklama bekliyorum. Asıl açıklama yapması gereken odur. Kadın eylemlerine katıldığımı yazmışlar. Elbette katılacağım, bu ülkede her gün kadınlar öldürülürken ne yapacaktım. Ben bir kadınım, kadınlar öldürülürken seyredecek miydim? Ertuğrul Günay bilerek mi bu önsözü yazıyor merak ediyorum. Benim sinema oyunculuğumla ilgilenmek yerine kocamın kim olduğuyla ve benim kim olduğumla ilgileniyorlar. Evet siyasi bir kimliğim var. Elbette ki siyasiyim ve kocamın da kim olduğunu bilerek evlendim. Çünkü aşık oldum. Bu yapılanlara Ertuğrul Günay bir açıklama yapmak zorundadır” demişti. Bunun üzerine Bakan Ertuğrul Günay konuyla ilgili olarak: “İyi niyetle destek verdik, ama arkadaşlar biraz kolaycılık yapmışlar” dedi. Açıklamasında şunlara da değindi. “Talihsiz bir gelişme. 40 yıldan beri sinema sektöründe var olan bir vakıf bizden biyografik bir kitap yapmak için destek istedi. Biz de iyi niyetle tüm sinema sektörünü kapsayacak bir kitap olacağı düşüncesiyle destek verdik. Ama arkadaşlar biraz kolaycılık yapmışlar, editörün bütün çalışmasını denetlememişler. İyi niyetle destek verdiğimiz bir yayından sıkıntı çıkmasından üzüntü duyduk. Aslında kitapta büyük ölçüde rahatsız olunacak bir şey yok ama bazı sanatçı arkadaşlarımızın haklı olarak tedirgin olacakları bazı ifadeler var. Uyardım kendilerini, bundan sonra bu kitapların son hali bize gelmeden gelmeden herhangi bir katkı yapma-
yacağız. Bundan sonra bizden destek almakta biraz daha zorlanacaklar, kendileri zararlı çıktı yani.” dedi. Sadece Nur Sürer değil, muhalif olan sanatçıların kimlikleri ihbar için kullanılırken, Bülent Ersoy gibi sanatçılarında cinsel yönelimlerine yönelik bir kitap hazırlanmış. Ayrıca İbrahim Tatlıses, İlyas Salman gibi sanatçılarınsa etnik kimlikleri ön plana çıkartılmış. İşte bunlardan birkaçıdır. Yürüyüşe Katıldı Tarık Akan: Devrimcileri övdükleri için Türkiye’de hapis cezasına çarptırılan sanatçılarla dayanışmak için 2011’de yapılan yürüyüşe katıldı. Özellikle 70’li yıllarda Yeşilçam filmlerinde oynadığı ‘Ferit’ karakteri ile bilinen Tarık Akan, sinema oyunculuğunun yanında siyasi olarak ‘sol’ görüşe yakınlığı ile tanınmaktadır. Arap ve Kürt Asıllı İbrahim Tatlıses: Gerçek adı İbrahim Tatlı’dır. Arap ve Kürt asıllı Türk ses sanatçısı, besteci, yapımcı, sinema oyuncusu ve TV programcısıdır. Türksolu’nda yazıyor . Türkmen Alevisi İlyas Salman: Uzun yıllardır oynadığı ‘Kürt’ tipi rolleri yüzünden Kürt olarak kabul edildi. Bunu açıkça yazanlar da olmuştur. Ancak 2007 yılında kendi yazısında ve kitabında ‘Türkmen Alevisi’ olduğunu belirtti. Kendisi sol görüşlüdür. TKP’nin Kartal’da yaptığı 1 Mayıs mitingine katılmıştır. Şu anda ise Türksolu Dergisi’nde yazmaktadır. Nuri Alço: Genellikle tecavüzcü ve kötü adam rollerinde oynamıştır.
80’li yılların erotik simgelerinden Ahu Tuğba ile bazı filmlerde rol almıştır. Aydemir Akbaş: Türk sinemasının gişe hasılatı bakımından neredeyse battığı dönemde, sinema sektörünü kurtarmak ve hızla kapanmakta olan sinema salonlarının iş yaparak açık kalması adına Yeşilçam’ı saran seks filmleri furyasındaki rolleriyle ünlü olan Aydemir Akbaş, bu dönemde dahi asıl titri olan dram ve komedi tarzından vazgeçmemiş, bulunduğu her filmi de bu özellikleriyle şekillendirmiştir. Ahu Tuğba: Türk sinemasının 80’li yıllardaki seks sembollerinden biri oldu. Genellikle fahişe, uyuşturucu bağımlısı ama kalbi temiz karakterleri canlandırdı. Erkekçe Dergisi’ne pozlar verdi. Türkan Şoray: 1983 yılında oyuncu Cihan Ünal ile evlenen Türkan Şoray, kurallarını bozarak ‘Mine’ filmiyle birlikte soyunmaya ve öpüşmeye başlamıştır. Banu Alkan: ‘Afrodit’ lakaplı sanatçı, her zaman olumlu tepki toplamasa da sürekli gündemde kalmayı başarmaktadır. Sinema kariyerine son veren sanatçı, Türk sinemasının unutulmaz isimleri arasında olmayı sürdürüyor. Kitapta, Bülent Ersoy’un kadın yerine ‘erkek fotoğrafı’ kullanıldı. Müzik yaşamına başladığından beri önemli başarılara imza attığı belirtilen ve ses tonunun, Japonya’da yapılan testler sonucu ‘yüzde yüz kusursuz’ bulunduğu ifade edilen Ersoy için, ‘Sahneye çıktığı yıllardan itibaren, transseksüel kimliği doğrultusunda görüntüsü hızla değişti. O yıllarda bu konumuyla ilgi çektiği kadar tepkilerle de karşılaştı’ denildi.
Sanatçılardan ‘F tipi’ne hayır eylemi
Nurgül Yeşilçay ve Erkan Can’ın da aralarında bulunduğu birçok ünlü isim “Kanayan yaramız hapishaneler” kampanyasına destek veriyor. Ece Temel Kuran, Yetkin Dikiciler, Vedat Türkali, Nurgül Yeşilçay ve Erkan
Can gibi sanat dünyasından birçok isim, bu kez F tipi hapishanelerin kapatılması için objektif karşısına geçti. İnsan Hakları Derneği Cezaevi Komisyonu İstanbul Şubesi’nin, “Tecrit öldürüyor, F tipi hapishaneler kapatılsın” sloganıyla hayata geçen kampanyası kapsamında, ünlü isimler parmaklıklar arkasına geçerek eyleme desteklemeye devam edeceklerini açıkladılar. Bu fotoğrafların amacıysa tahliye edilmeyi bekleyen 258 hasta mahkuma ve tecrit edilen mahkumlara dikkat çekmek. “Kanayan yaramız hapishaneler” başlıklı kampanya kapsamında bir de eylem serisi gerçekleşecek. Kampanyaya destek verenler ilk hafta saat 18.00’de Kadıköy’de siyah elbiseleri ve ellerinde fenerleriyle buluşup, F harfi oluşturacak. Bu gösteriler, ilerleyen haftalarda Mecidiyeköy ve Taksim’de devam edecek. Kampanya için çekilen fotoğraflarsa 24 Ocak’ta Tütün Deposu’nda sergilenecek. yarın KÜLTÜR
Yılın kelimesi ‘occupy - işgal et’ seçildi Dil bilimciler, ‘occupy’ (işgal et) kelimesini 2011’de ‘yılın sözcüğü’ seçti. Amerikan Diyalekt Topluluğu, geçtiğimiz cuma Portland, Oregon’da senelik toplantılarında her sene olduğu gibi oylamayla ‘yılın sözcüğünü’ seçti. Hatırlanacağı üzere 2009 yılın sözcüğü ‘tweet’, 2010 yılının sözcüğü ise ‘app’ olmuştu. Oylama her sene üç kelime arasında yapılıyor. Bu sene ‘occupy’, ‘FOMO’ ve ‘%99’ arasında yapıldı. “Fear of Missing Out’ ifaesinin kısaltması olan FOMO; sosyal medyadaki bilgilere boğulmaktan kaynaklı anksiyete anlamında kullanılıyor. Amerikan Diyalekt Topluluğu Yeni Sözcükler Komitesi Başkanı Ben Zimmer, ‘Occupy’ oldukça eski bir sözcük, ancak son birkaç ayda ulusal ve uluslararası hareketler sayesinde
yeniden canlandı ve yeni ve öngörülemez yönlere evrildi” diye konuştu. Eylül ayında Wall Street’te başlayan ve ABD’nin birçok şehriyle birlikte; Londra, Madrid, Berlin ve Paris gibi birçok Avrupa şehrini de saran “işgal” hareketi hızla tüm dünyayı sarmış, tüm yıla damgasını vurmuştu. Hatta Time yılın kişisi olarak occupy eylemcilerini seçmişti. yarın kültür
li herhangi bir adım atmamasından dolayı, ihalenin yapıldığı binanın önünde gerçekleştirdikleri eylemde, YARIN 04müdahaleye EKiM 2011 çevik kuvvet tarafından sert bir maruz kalmış, 27 kişi tutuklanmıştı. Biz de Yarın ekibi olarak Çukurova’nın taşeron işçilerinse selam gönderiyoruz. ADANA YARIN
Küresel ısınmadan ilk etkilenen Kanada Nasa’nın son çalışmasına göre 2100 yılında Kanada’nın bir çok kenti ekolojik değişime uğrayacak. Küresel ısınmadan etkilenen bölgelerin ise savunmasın sıcak noktalar olduğu belirtilen çalışmada, ekolojik değişim ile birlikte birçok bikri ve hayvan türünün yok olabileceği vurgulandı. Çalışma hakkında CBC televicyonuna konuşan Nasa İklim Bilimcisi Duane Walliser, ekolojik değişim nedeniyle zarar görmesi muhtemel bölgelerdeki otlak ve ormanların yok olacağını savundu. Tüm dünya genelinde de önümüzdeki yülyıllarda eşi görülmemiş bir ısınma yaşanacağı, bazı bitki ve hayvan türlerinin yok olacağını ve birçok bölgenin çöl ve tundralar haline geleceğini kaydeden Walliser, “Fakat Batı Kanada en ağır darbeyi alan bölge olacak” dedi. Çalışmaya göre dünyanın karasal yüzeyinin yüzde 37’sinde tek bir ekosistem ya da biyom hakim olacak. Dünya kara yüzeyinin yüzde 49’luk diğer bölgelerinde ise değişimin en hafifinden olan bitki türlerinin değişmesi yaşanacak. NASA daha önce de ‘’BM İklim Değişikliği Paneli’’ne, bu yüzyılda sıcaklıkların 2 ila 4 derece artacağına ilişkin bir rapor sunmuştu. yarın BİLİM
Vizyondaki filmler MELANKOLİ Lars Von Trier’in yönettiği ‘’Melankoli (Melancholia)’’ filmi, dram sahneleriyle sinemaseverlerle buluşacak. Filmde, melankoliye dalan Justine hayatı bir drammış gibi yaşayan bir kadınken, ablası ‘’normal’’ olandır. Justine’in düğün günü geldiğinde bütün aile tören için bir araya gelir. ‘’Melankolia’’ adlı gezegen, güneşin arkasından çıkmış, dünyaya doğru gelmektedir. Yaklaşan kıyameti herkes kendine göre karşılar.
EJDERHA DÖVMELİ KIZ David Fincher’in yönettiği ‘’Ejderha Dövmeli Kız’’ filmi, gerilim sahneleriyle izleyicilerin karşısına çıkacak. Filmde, Henrik Vanger, İsveç’in en zengin sanayicilerinden biridir. Gazeteci Mikael Blomkvist’i, geniş ailesinin bir üyesi tarafından öldürüldüğüne inandığı yeğeninin kayboluşunu araştırmakla görevlendirir. Mikael Blomkvist, başına geleceklerden habersiz, İsveç kıyılarının açığındaki bir adaya doğru yola çıkar.
ZENNE Caner Alper ile Mehmet Binay’ın yönettiği ve Kerem Can, Erkan Avcı, Giovanni Arvaneh ile Rüçhan Çalışkur’un oynadığı ‘’Zenne’’ filmi, dram sahneleriyle izleyicilerin karşısına çıkacak. Eşcinsel olduğu gerekçesiyle aracında vurularak öldürülen ve 3 yıl geçmesine rağmen katili yakalanamayan Yıldız’’ın gerçek hikâyesinden uyarlanan film, Doğulu Ahmet, zennelik yapan Can ve Alman fotoğrafçı Daniel’in hikayesini anlatıyor.
ÇİZMELİ KEDİ Chris Miller’ın yönettiği ‘’Çizmeli Kedi (Puss in Boots)’’ filmi, animasyon sahneleriyle izleyicilerin ilgisini çekecek. Filmde, Çizmeli Kedi, Shrek ile tanışmadan çok önce kasabasını kurtarmak için hayat okulundan mezun Kitty Yumuşakpati ve elebaşı Humpty Dumpty ile bir maceraya atılınca kahraman olur. Çizmeli Kedi’nin başarısız olduğunu görebilmek için ünlü haydutlar Jack ile Jill ise işleri daha da karıştırır.
DEMİR LEYDİ Phyllida Lloyd’un yönettiği filmi, İngiliz siyasetçi Margaret Hilda Thatcher’in biyografisi anlatılıyor. Filmde, erkek egemen bir dünyada, sınıf ve cinsiyet engellerini çökerten Demir Leydi’nin (Iron Lady), güç ve güç için ödediği bedel konu alınıyor. İngiltere ve Arjantin arasında yaşanan Falkland Adaları kriz dönemine odaklanılan filmde, sıra dışı ve karmaşık bir kadının şaşırtıcı ve anlayışlı portresi sergileniyor.