16 ARALIK 2011 CUMA
Niçin ‘Askersiz Lefkoşa’
2
16 ARALIK 2011 CUMA
Minik Tavşan'ın Renkli Dünyası Minik Tavşan o gün en sevdiği turuncu kazağını giymişti. Arkadaşlarıyla oyun oynarken içlerinden biri; - Minik Tavşan'a bakın! UBP'li olmuş. dedi. Minik Tavşan her ne kadar turuncu rengi sevdiği için o kazağı giydiğini anlatmaya çalışsa da arkadaşları buna inanmamışlardı. Bu durum Minik Tavşan'ı çok üzmüştü. Üzgün üzgün evin yolunu tutan Minik Tavşan hemen turuncu kazağını çıkarıp başka bir kazak giymişti. Yeni kazağıyla birlikte arkadaşlarının yanına dönen minik Tavşan'ı gören komşusu; - Aaa Minik Tavşan sen CTP'li miydin? dedi. Minik Tavşan, giydiği kazağın yeşil olduğunu komşusunun tepkisinde sonra anlamıştı. Her ne kadar yeşil rengi çok sevdiğini
anlatmaya çalışsa da komşusunu ikna edememişti. Homurdana homurdana eve gitmiş ve aceleyle başka bir kazak giymişti. Yeni kazağıyla yolda giderken sınıf arkadaşlarından birisini görmüş. Sınıf arkadaşı, Minik Tavşan'a; - Demek sen de bizdensin. Yaşasın TDP. dedi. Çünkü Minik Tavşan o sırada mavi kazağını giyiyordu. Minik Tavşan laf dalaşına girmekle sadece vakit kaybedeceğini çoktan anlamıştı. Bu yüzden, hiçbir şey söylemeden doğru evin yolunu tuttu ve yeni bir kazak daha giydi. Tam evden çıkacaktı ki amcası Minik Tavşan'a baktı ve şöyle dedi; - cx cx cx... Erkek adam pembe giyer mi? Minik Tavşanın gözleri dolu dolu oldu. Tekrar gidip üzerini değiştirdi. Bu sefer mor kazak giymişti.Bu sefer oldu galiba diye
dşündü. Dışarıya çıktı ve arkadaşlarının yanına doğru yola koyuldu. Evet evet her şey yolunda gidiyordu. Kimse kazağının rengine birşey bulmamıştı. Ta ki arkadaşlarının yhanına gidene kadar. Minik Tavşan'ın yaklaştığını gören arkadaşları gülmeye başladılar. - Minik Tavşan feminist olmuş, Minik Tavşan feminist olmuş diye bağırmaya başladılar. Minik Tavşan bu sefer ne yapacağnı biliyordu. Koşarak eve gitti ve üzerinde her rengin olduğu bir kazakla geri geldi. Bunu gören arkadaşları alaycı alaycı gülüşerek; - Minik Tavşan sen eşcinsel misin? Diye sormaya başladılar. Minik Tavşan, üzerindeki kazağın renklerinin Gökkuşağı Bayrağı'nı anımsattığını o sırada farketmişti.
Eve gidip bordo kazak giydi; Talat'çı dediler. Eve gidip siyah kazak giydi; Satanist dediler. Eve gidip beyaz kazak giydi, Yaseminci dediler. Eve gidip kırmızı kazak giydi; DP'li dediler. En sonunda içine kapandı, eve gidip İnternete girdi. Şimdi Facebook'ta memleketi kurtarıyor.
Kanayan bileklere ithaf olunur… Barış Parlan Pek bilinmez ama, kendime varmak için uzunca çıktığım bir yolculukta duyduğum kadarıyla rivayet edilir ki, söz toprakta kelâm yağmurdadır, göz aşkta nîzam ayrılıktadır. biz ki pek çoğuna acem kaçan bir dil biliriz, tıpkı insanlar gibi bilmişliğimiz sevmişliğimizden değildir (ne yazık ki) ve fakat pek istemişliğimizi belirtmek adettendir. yaşamanın ve yaşamın adâbı gereği, yazmakta konuşmakta susmak kadar üslûp gerektirir, ve aslında az biraz dikkat edilirse usûlunce bir kâfiye keşfedilir, akıl toparlanıp
konuya odaklandığı vakit, önce derin bir nefes çekilir, akabinde lûgattan tahliye edilen kelimeler derde derman misâli dile gelir, insan ki bu vakit envai ses verir, hepsinden öte gerek yaşamın gerek kitapların filmlerin varsa bir önemi, bu sonudur. son anımızda kalan en önemli an’dır, anımsadığımızdır, ki latin nizamında “hatırlanan”, “kalp parçalayan”dır. her şey değil elbet ama belki de böyle daha yakışık durduğundan “pek çok şey” son’a bağlıdır, sonda saklıdır. Bu yüzden o’nu, o son’u açığa koyan daha bir fiyâkalıdır, nerden baksan endâmı vardır. cümlede ise son, az biraz lanet gibidir kurana, konuşana,
dert anlatana… kâh bütünen anlamlandıran, kâh hayat dahil pek çok şeyin anlamsızlığını ulu orta konduran… sonsuz anlamlı bizler son’suz olamayız, hani anlamsız bakarız, son’ların bizsiz kalmalarındaki o iç gıcıklayıcı sessizlik ürpertisine tezatız. yani “ben… seni…” der kalp çarpıntısını dizginlemek için nefes usulluğunda sesiyle kadın, “bende…” der titrek aksanıyla erkek, üç noktalar yankılanır, kalp ki vurur sanki efkârlı bir “bendir”, sanki derdi dermanı ben’dir… çarpar çarpar durur her ikisine de o sessizlik, o kalp… hiç birisinin aklına gelmez henüz rüyasında görmek için can atacağı cancağızın adını kendi adına ulayarak masasına yazmanın pek erken olduğu ilkokul sıralarında açtığı sözlükten baktığı “sevmek” kelimesini telafuz etmenin aslında bu kadar zor olacağı… bak samimiyetimize inanarak sen diye hitab edeceğim, bizler o zamanlardan bu zamanlara seyreder olduk bizleri telafuz edemediğin için ve hatta ettiğin için başına gelenleri. hayır kızma gülmüyorduk, takdir ediyorduk iyi idare ediyordun, batırıyordun ama olsun buydu olayın özü ve sen buydun, bolca sustun, arada konuştun derken unuttun ve anımsadın, inandın ki aslında istediğin için kandın, kanadın umursamadın, “deli” dediler aldırmadın, kendine saldırmadın. ne
de olsa sen insandın… bunları bile duymaktan korkardın, ki kaçardın ve kaçtığın çıkmaz sokaklarda dahi duyardın, o zaman anlardın ve artık çok geç kalırdın, o sokaklardan çıkamazdın… o vakit duyardım, “anlam nerde?” diye sorardın, “anı dediğin canını yakandır, sırtına yüklendiklerin anlamdır” derdim, bir anda yağmur yağardın… kızıl kızıl mürekkeplere boyanırdın, misâl sigara gibi kendini tüketircesine yaşardın, kendince yazamadığın mektuplara sığınırdın… mektuplarını bile daha yazmadan yakardın… aşk değil ayrılık, sigara değil izmarittir yüklü olan, filmin son sahnesi, kitabın boş saifesi, güneşin hüzünlü vedası, mektubun gözyaşından imzası… topraktaki dikenli tel, boş kovandaki dertli yel, anlam yüklüdür yaşlı amcalardaki kırışık el. sevmek değil sevişmek yüktür, şarkıda son es, kavgada son nefes, yaşam’a duyulan geçici heves, beni benden koruyor bu ahlâktan kafes… “anlam” adı altında (ki biliyorsun bunlar nafile ve pek anlamsızca) bizleri arıyor herkes. ey geceyi şafağa erdirenler, ay’ı göğe bakışlarıyla dikenler, “insan yüktür, yüklüdür çünkü…” der periler, sözün de insanın da kıymetini biçeriz bizler, cümle sonlarındaki yüklemler… Kasım – Aralık 2011
aşk aşktır: ‘ aşk’ deyince ne gelir akla? ‘1 kadın 1 erkek’ mi? bir duygu mu? bir ömür mü, iç güdü mü? aşkın kanunu olur mu? ister kağıttan yasalar, ister kafadan yasalar, aşkı yok edebilir mi? anlayışlar hangi ‘sevgi esirgeme kurumu’na bağışlandı? ülkeden, aileden, huzurdan kovduğunuz sevgililer, sevgilerken ödüllendirdiğiniz yalancıktanlıklarken, kökü kuruyan aşk olmadı, hala. ayrımcılık ayrımcılıktır ayrımcılık şiddettir şiddet şiddettir.
3
16 ARALIK 2011 CUMA
Kıbrıs Gazetesi'nde 'Birini Tercih Edecekler' Haberine Eleştiri Medya organlarının sosyal adalet ideali yolunda önemli birer emekçi olmaları gerekirken, coğrafyamızda gazetecilik skandal yaratmak, sosyal adaletsizliklerin devamını desteklemek, kritik konuları üstünkörü bir şekilde işlemek şekillerinde karşımıza çıkmaktadır. Bu haftadan itibaren her hafta YKP-fem olarak yazılı basında gözümüze çarpan çarpık habercilik örneklerini, ve bu haberlerin tarafımızdan yapılmış analizlerini sizlerle paylaşacağız. Okuyucuları gazetelerde çıkan haberlerin hem içeriğini hem de işleniş şeklini sorgulamaya, gazetecilere de gazetecilik etiklerinin dışına çıkmalarının hem kişisel hem kurumsal boyutta mesleki hata niteliği taşıdığını hatırlatırıp onları daha duyarlı olmaya davet ederiz. Haber şöyle diyor: "Gazimağusa Devlet Hastanesi’nde dün, çift cinsiyetli bir bebek dünyaya geldi. Gazimağusa’ya bağlı köylerden birinde yaşayan V.K. – H.K. çifti, bebek sahibi olmanın mutluluğunu yaşarken “çift cinsiyetli” bir çocuklarının olduğunu öğrenince şok oldu. Genç çift, aylardır erkek bebek bekliyordu. Tıp dilinde hermafrodit diye anılan “çift cinsiyetli” bir bebek sahibi olduğunu duyan çift, önce çok üzüldü ancak ameliyatla bu durumun düzelebileceğini öğrenince bir nebze olsun teselli buldu. Elde edile bilgiye göre, doktorlar, ailenin tercih ettiği cinsiyete sahip olmasını sağlamak için bebeği ameliyat edecek. Ancak bebeğin ameliyat edilebilmesi için biraz büyümesinin beklenmesi gerekiyor.
Çift cinsiyetli bebeğin ileri bir tetkik için önümüzdeki günlerde Lefkoşa’ya nakledilebileceği öğrenildi." Bahsi geçen haberde Mağusa’da çift cinsiyetli bir bebeğin dünyaya gelişi ailenin bu ‘hastalık’ karşısında ne kadar üzüldüğü, ancak yapılacak bir ameliyatla bebeğin şifa bulacağı çerçevesinde aktarılıyor. İsmi belirtilmeyen bir kadın doğum uzmanının ‘hastalık’ hakkında verdiği bilgilerle haber sonlandırılıyor. Bu haber, bir çok açıdan sorun teşkil ediyor. Şöyle ki: l Çift cinsiyetlilik hastalıklaştırılıyor: Çift cinsiyetlilik dünyanın her yerinde olduğu gibi Kıbrıs’ta da görülen bir durumdur. Çift cinsiyetli tabir edilen kişiler normsal dişilik ya da erkeklik imleyen fizyolojik yapıya sahip değildirler. Kişide ya gonadal yapı -yumurtalık ve testisler- ya da genital yapı-klitoris ve penis- geleneksel dişi ve erkek ayrımından bekleneceği üzere gelişmemiştir; dişilikle ve erkeklikle özdeşleştirilen özelliklerin bazıları aynı anda kişide gözlemlenir. Bu yapısal bir değişikliktir, ve kişiye direkt olarak fizyolojik bir ‘rahatsızlık’ vermemektedir; sadece alışılmış bir görüntü sağlamamaktadır. Cinsiyet kategorilerinin sosyal inşa (ne kadar kabul etmek istemesek de bu örnekte olduğu gibi tıp ve bilim de sosyal öğretilerce ve kategorilerce şekillendirilmektedir) olduğunu bile bile, yanlışlığı yarattığımız kategorilerde değil de yeni doğan bir bebekte aramak başlı başına sorgulanması gereken kör bir refleks-
Barış için Turlar...
POST Araştırma Enstitüsü, 11 Aralık 2011, Cumartesi günü, Güzelyurt bölgesinin arkeolojik ve tarihi yerlerine çok-kültürlü bir gezi düzenledi. Avrupa Komisyonu tarafından finanse edilmekte olan Barış için Turlar projesi kapsamında organize edilen tur, adanın her tarafından öğretmen, öğrenci ve tarihseverleri çok kültürlü bir ortamda bir araya getirdi. Etkinlik, St. Mamas kilisesini ziyaretin ardından, Soli Harabeleri
kazılarında çıkarılan takıların sergilendiği Doğa ve Arkeoloji müzesini ziyaret ile devam etti. Lefke’deki kahve molasından sonra, katılımcılar kasabanın tarihi ve doğal dokusunu keşfetme fırsatı buldu. Yedidalga Aspava Restorant’taki yemeğin ardından grup, gezinin son durağı olan Soli Antik Kenti’ni ziyaret etti. POST Araştırma Ensitüsü, gelen sene aynı proje kapsamında, Larnaka’ya ilk kez yeni bir tur organize edecek.
tir. l Zararlı olabilecek bir ameliyatın promosyonu yapılıyor: Haber boyunca, bu ‘hastalığın’ bir ameliyatla ‘düzeltilebileceği’, ve bunun bebeğin ailesine ‘teselli’ sağladığından bahsedilmiştir. Öncelikle, cinsiyetin ve toplumsal cinsiyetin kişiye aile ve toplum tarafından dayatılmasının apaçık bir örneği olarak, bebeğin cinsiyetini, toplumsal cinsiyetini ve/veya cinsel yönelimini ailenin seçebileceği ve düzenleyebileceği ilüzyonu, hem doktorlarca hem de haberce, yaratılmaktadır. Bebek büyümeden, belirli bir bilince ulaşmadan, onun kararı dışında yapılabilecek bir ameliyat sağlık sorunlarından tutun da, kişinin geliştireceği cinsiyet kimliğinden ters düşmeye kadar bir dizi uygunsuz sonuca kapıyı açmaktadır. Ailenin endişelenmesinin sebebi, çift cinsiyetlilik durumunun etrafında yaratılan stigma, hastalık ve utanç tablosudur, ve bunun çözümünün alelacele yapılacak yanlış bir ameliyat olarak yansıtılması kabul edilemezdir. Stigmanın yarattığı paniği yatıştırmanın tek yolu stigmanın ortadan kalkması için toplumsal bilinçlendirme, ve kişisel düzeyde aileye bilinçli doktorlar ve psikologlar tarafından destek sağlanmasıdır. l Tıp ve bilimde cinsiyetçilik ve stigma yeniden üretiliyor: Haberde fikri alınan kadın doğum uzmanının açıklamaları da, coğrafyamızda ellerine emanet olduğumuz doktorların bu konudaki bilinçlerinin seviyesini bize göstermektedir. Çift cinsiyetliliğin
‘hastalık’ olduğunu vurgulayan uzman (yukarda belirtilen risklere rağmen) erken ameliyatı çözüm olarak öneriyor, (bu yanıltıcı terimin artık kullanılmaması için yürütülen çalışmaları tamamen es geçip) tıp dilinde bu duruma ‘hermafrodit’ dendiğinden bahsediyor, ve (cinsiyetin, ne toplumsal cinsiyetin ne de cinsel yönelimin belirleyicisi olmadığı gerçeğini tamamen yok sayarak) kişideki cinsel organların hangisi biraz daha gelişmişse onun kişinin toplumsal cinsiyetin belirleyicisi olacağının altını çiziyor. Önerilerimiz Medyada ailelerin ve kişilerin özel hayatlarının tiraj artırıcı araç olarak kullanılmadığını, bireylerin insan hakları ihlali söz konusu ise bunun normalmiş gibi yansıtılmamasını, habercilerin araştırma yapmadan haber yapmamasını, araştırma yapmak anlayışının tek bir kişinin görüşünü almaktan öte olduğunun kabul edilmesini, ve haberlerin kişisel trajik hikayeler çerçevelerinden çıkarılıp toplumsal ve küresel bağlamlara oturtulduğunu görmek istiyoruz.
4
16 ARALIK 2011 CUMA
Niçin ‘Askersiz Lefkoşa’ 1. Niçin ‘askersiz Lefkoşa’ 2. Lefkoşa’nın askersizleştirilmesi halinde güvenlik sorunu olmayacak mı? 3. Asker sivil yaşam için gerçekten tehlikeli bir sorun mu? 4. Askersiz Lefkoşa’da sınır güvenliğini kim sağlayacak? 5. Askeri birlikler ile şehrin planlanmasının ilişkisi nedir? 6. Turizm etkisi var mı? 7. Askersizleştirilmiş Lefkoşa ile sportif, kültürel ve sosyal imkanların ne ilgisi vardır? 8. Askersizleştirmenin gençliğe yararı olacak mı? 1. Niçin askersiz Lefkoşa Kıbrıs sorununda önemli bir süreci aşarak yeni bir aşamaya geldik. Geldiğimiz noktada taraflar arasındaki güvensizlik ve şovenizm ciddi boyutlara ulaştı. Çözüme olan inanç ciddi yaralar aldı. Gelinen aşamada bir şeylerin değiştirilebileceğine olan irade de zayıfladı. Böylesi koşullarda, güven ortamını kurabilmek ve şovenizmi geriletebilmenin en önemli unsuru pratik işlerdir. Tıpkı 1990larda ‘iki toplumlu etkinliklerin’, ‘toplumlararası temasların’ oynadığı rolü oynayacak, yeni bir itme gücüne ihtiyaç duyulmaktadır. Ledra Caddesinde bir geçiş noktası açılma(ma) sürecinde yada Maraş’ın iadesinin tartışmalarında yaşandığı gibi, her ciddi adımda asker önemli bir sorun unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca 1974’ün yarattığı ciddi travmadan da yola çıkarak, askerin, güvensizliğin ve şovenizmin yükseltilmesinde oynadığı rolü görebiliriz. Çözüme giden süreçte, güven artıcı bazı önemlerin hemen hayata geçirilmesi sorunun çözümüne yardımcı olacak, tıkanıklıkların aşılmasını sağlayacaktır. Bu noktada bölünmüş bir kent olan Lefkoşa’nın askersizleştirilmesinin büyük önemi vardır. Lefkoşa, özellikle eski Lefkoşa (surlariçi) Kıbrıs’ı ve Kıbrıslıları bölen hattın birbirine en yakın olduğu yerdir. Bu, iki tarafın silahlı birliklerinin birbirlerine en yakın olduğu bölge anlamına da gelmektedir. Kimi yerde bir yolun ayırdığı hatta, yaşları çoğu kez 18 olan iki tarafın gençlerinin birbirlerini görerek nöbet tutukları tek bölgedir. Eski Lefkoşa, askeri bölge olması yada ara bölgede kalması nedeni ile, bir zamanlar yaşamın olduğu ama şimdi kullanılamayan tarihi de önemi olan ölü bölgeyi de içinde barındırır… Askerin varlığı, Lefkoşa’daki, özellikle kuzeydeki şehrin genişlemesini, trafik akışını, sosyal, sportif, kültürel çalışmaları yani tüm sivil yaşamı da etkilemektedir… İki tarafın da birbirini sürekli taciz eden askeri törenlerin yapıldığı şehirdir de Lefkoşa… Bu nedenle Lefkoşa’nın askersizleştirilmesi, tüm adanın askersizleştirilmesine giden yolda ilk ve önemli bir adım olacaktır. Lefkoşa’nın askersizleştirilmesi önce şehrin sonra adanın birleştirilmesine giden süreci başlatacaktır. Lefkoşa’nın askersizleştirilmesi ara bölgede kalan yüzlerce evin, işyeri-
nin yeninden yaşam bulmasının fırsatını yaratacaktır. Bu bölge ortak çalışma alanlarına dönüştürülerek, Kıbrıs’ı ayıran hat, Kıbrıs’ı birleştiren mekanlara dönüştürülebilir. Lefkoşa’nın askersizleştirilmesi, Lefkoşa’nın siviller tarafından yeniden daha rahat planlanmasını sağlayacaktır. Askeri bölgelerden dolayı çıkmaz sokaklarla dolu Lefkoşa, askersizleştirmeyle beraber trafik sorunu da daha rahat çözebilecektir. Lefkoşa’nın askersizleştirilmesi, Kıbrıs’ın diğer kentlerindeki, köylerindeki, yaşam alanları içindeki askeri birliklerin de tartışılmasının sürecini başlatacaktır. Lefkoşa’nın askersizleştirilmesi, birbirlerine karşı gerekçelerin yaratıldığı askeri törenlerden arındırılması anlamına da gelecektir. Askeri törenlerle yaratılan gerginlikler yalnızca şovenizmi körüklemekte ve düşmanlık unsurlarını ön plana çıkarmaktadır. Askersizleştirme, bu gerginliğin azaltılmasına da yardımcı olacaktır. Lefkoşa’nın askersizleştirilmesi çözüme giden süreçte yeni bir itme kuvveti yaratacak, toplumlararası güven ortamının oluşmasına ciddi yararı olacaktır. ‘İmkansızlıkların’, mümkünlere dönüştürülebileceği ilk somut adım olacaktır Lefkoşa’nın askersizleştirilmesi … Bu gerekçelerle Lefkoşa’nın askersizleştirilmesi için Yeni Kıbrıs Partisi tüm dünyayı da içine alacak ‘çözüme giden süreçte: ASKERSİZ LEFKOŞA’ başlığı ile bir kampanyayı başlatıyor. Bu ilk ama son kampanya olmayacaktır. YKP, önümüzdeki günlerde yeni kampanyalarını da başlatarak çözüme giden süreçte yeni bir Kıbrıs’ın mücadelesini sokaktan iktidara taşıma kararlılığını, iradesini tüm Kıbrıslılarla birlikte her platformunda ortaya koyacaktır. Bu kampanyalar tüm eylem şekillerini içinde barındıracaktır. Tüm iletişim metotları kullanılarak, tüm Kıbrıslıların, Avrupa başta olmak üzere tüm dünyadaki Kıbrıs sorununa taraf olan kesimlerin desteğini almak için yapacağımız bu kampanyalarda sen yoksan bir kişi eksiğiz… Lefkoşa’nın askersizleştirilmesi mümkün, yeni Kıbrıs da mümkün, bunun için katıl ki ‘askersiz bir Lefkoşa’yı’, birleşik bir Kıbrıs’ı mümkün kılalım… 2. Lefkoşa’nın askersizleştirilmesi halinde güvenlik sorunu olmayacak mı? Annan Planından; Kuruluş Anlaşması Madde 8: “1.c. Türk ve Yunan kuvvetleri ile silâh ve teçhizatları önceden belirlenecek yerlerde yeniden konuşlandırılır ve üzerinde anlaşılan seviyeye getirilir. Bu seviyenin üstündeki kuvvetler, silah ve teçhizat geri çekilir;” “Kıbrıs askersizleştirilerek, Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk kuvvetler, seferi birlikler de dahil olmak üzere dağıtılır, silahları, Türk ve Yunan Kuvvetlerinin yeniden konuşlandırılıp, ayarlamalarının yapılmasıyla senkronize aşamalarla adadan uzaklaştırılır.” “APPENDIX C - İLİŞİK 1:
YUNAN VE TÜRK BİRLİKLERİNİN OLUŞUMU, TEÇHİZATLARI, KONUŞLANDIRILMA BÖLGELERİ VE FAALİYETLERİ” başlıklı bölümde: “Madde 4 Tesis ve eğitim alanlarının konumu Belirlenmiş askeri tesis ve eğitim alanları hiçbir şekilde Kuruluş Anlaşması’nın yürürlüğe girmesi öncesinde ara bölgede, veya Kuruluş Anlaşması’nı müteakip toprak ayarlamasına tabi olmuş veya olacak olan Kıbrıs Rum Devleti bölgesinde, veya Kıbrıs Türk Devleti bölgesinde Kuzey Lefkoşa ve Mağusa’yı bağlayan anayolun güneyindeki veya oluşturucu devletler arasındaki sınırda 1000 metre içinde olamaz.” “İLAVE IV: GEÇİŞ DÖNEMİ GÜVENLİK DÜZENLEMELERİ” başlıklı bölümde: “Madde 1 Yedekler de dahil Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk kuvvetlerinin lağvedilmesi Yedekler de dahil tüm Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk birlikleri, (Kuruluş Anlaşması’nın yürürlüğe girdiği gün itibarıyla (“A-günü”) aşağıda belirtilen zaman çizelgesi doğrultusunda lağvedilecek ve silahları Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti topraklarından çıkarılacaktır” “Madde 2 Yunan ve Türk Kuvvetlerinin düzenlenmesi Yunan ve Türk kuvvetleri, silah ve teçhizatları , İttifak Antlaşması’nın, Ek Protokol’ünün Ek açıklamasına uygun olarak belirlenmiş yerlere ve tesislere tekrar konuşlandırılır ve uzlaşılan sayılara uyarlanır. Fazla birlik ve teçhizatlar, Kuruluş Anlaşması’nın yürürlüğe girdiği gün itibarıyla [(“A-günü”)] aşağıda belirtilen zaman çizelgesi doğrultusunda çekilecektir” Kaynak: http://www.ctpkibris.org/Belgeler/ Annan26022003TR.doc Annan Planına evet demiş olmanın sürekli gündeme getirildiği ve Annan Planını tek taraflı da olsa uygulamaktan bahsedildiği koşullarda, askersizleştirmenin bir güvensizlik yaratacağını düşünmek gerçekçi bir yaklaşım olmayacaktır.
Uzun bir zamandır Kıbrıs sorununun silahla değil, görüşmeler yoluyla çözülmesine karar verildiğine göre güvenliği gerçekten tehdit eden bir durumun olduğu söylemek de doğru bir yaklaşım değildir. Ayrıca Kıbrıs Cumhuriyetinin bir AB ülkesi olduğu göz önüne alındığında, AB kurum ve organlarının sağladığı tüm Avrupa Birliği sınırları içinde geçerli AB güvenlik sistemi Kıbrıs için de geçerlidir. Tüm bunlarla birlikte karşılıklı silahlanmış ve savaş pozisyonundaki askeri birlikler güvensizlik yaratmakta, barışı tehdit etmektedir. 3. Asker sivil yaşam için gerçekten tehlikeli bir sorun mu? Evet, özellikle yerleşim yerlerindeki cephanelikler, silah depoları ve askeri malzemeler sivil yaşamı direk tehdit eden unsurlardır. Buralarda ortaya çıkacak kazalarda siviller de büyük zarar görebilirler. Yaşam alanları içindeki askeri birliklerdeki atış poligonları da sivil yaşamı tehdit etmektedir. Atış poligonlarındaki eğitimler, sivillerin sürekli olarak savaş psikolojisi altında yaşamasına, savaş ortamını hatırlamasına neden olmaktadır. Askeri birliklerin olduğu bölgelerdeki askere öncellikli yada askere özel işaretler ve ayrıcalıklar (‘Dikkat askeri araç çıkabilir’, ‘yalnız askeri araç girebilir’ vb) da askerin sivillerden üstünlüğünü hatırlatan sembollerdir. Bu yönleri ile de askerin sivil yaşam üstünde olumsuz etkileri vardır. 4. Askersiz Lefkoşa’da sınır güvenliğini kim sağlayacak? Lefkoşa’nın askersizleştirilmesi ile ortaya çıkacak adli suçlara karşı sınır güvenliğini BM sağlayabilir. BM bu görevini yaparken yerel otoritelere bağlı polis güçleri ile de işbirliği yapabilir. 5. Askeri birlikler ile şehrin planlanmasının ilişkisi nedir? Yaşam alanları içindeki askeri birlikler, özellikle yol düzenlemelerinin ideal şekilde yapılamamasının önündeki en ciddi engelleridir. Sokakların askeri birliklerden dola-
yı çıkmaz sokağa dönüşmesi, sokaklar arasında sürekliliğin sağlanamamasından şehrin dokusuna aykırı çözüm yolları yaratılmaktadır ancak bunlar ideal da çözüm olmadığı için kalıcı sonuçlar elde edilememektedir. Dereboyu trafiği ve Kumsal Parkı olayında yaşanan ikilem buna bir örnektir. Kızılbaş eskiden kalma ‘merkez’dir. Mimari açıdan AB şehirlerinin bir çoğunda böylesi merkezler koruma altına alınmış, dokusu korunarak çözümler üretilmiştir. Ancak Domuzcular Burnundaki Askeri Kamp nedeni ile yapılamayan düzenlemeler, bir merkezin yok edilerek, kent dokusuna aykırı çözümler üretilmesini sağlamıştır. Benzer şekilde, Lefkoşa trafiği için üretilen alternatif çözümlerden biri olan Dumlupınar’daki yolun kullanım hakkı da askere aittir. Bu ve benzeri örneklerde olduğu gibi şehrin planlanmasında askeri birlikler ciddi sorundur… 6. Turizm etkisi var mı? Evet, önemli bir turizm merkezi olması olanağı bulunan Lefkoşa bugünkü hali ile ‘askeri kamp içine yapılmış bir şehri’ andırmaktadır. Bu hali ile Lefkoşa’nın bir turizm merkezine dönüşme olanağı yoktur. 7. Askersizleştirilmiş Lefkoşa ile sportif, kültürel ve sosyal imkanların ne ilgisi vardır? Askeri bölgeler bugün itibarı ile şehrin içindeki yoğun yapılaşmanın olmadığı bölgelerdir. Askersizleştirme ile bu bölgeler yeşil alanlara, parklara, yürüyüş parkurlarına ve sportif tesislere dönüştürülerek şehrin akciğerleri haline dönüştürülebilirler. 8. Askersizleştirmenin gençliğe yararı olacak mı? Evet, Lefkoşa içindeki askeri birliklerin birçoğu GKK’ya aittir. Askersiz Lefkoşa, GKK’nın acil ihtiyacı olan asker sayısının azalması anlamına gelecektir. Bu nedenle askerlik süresinin düşmesi ve zaman içinde GKK’nın Annan Planında ön görüldüğü şekilde dağıtılması süreci başlamış olabilecektir.